doya doya yaşamak
Transkript
doya doya yaşamak
BİLGELİK ÇAĞINA GİRİŞ DOYA DOYA YAŞAMAK NECDET KAYNAK İKİNCİ ADAM YAYINLARI Yazar NECDET KAYNAK Grafik Coşkun Pınar Baskı Kilim Matbaacılık Eylül 2011 1. Baskı ISBN 978-605-5702-54-0 İKİNCİ ADAM YAYINLARI Moda Caddesi, Özgür İşhanı, No: 46, Kat:4, D: 403, Kadıköy / İstanbul Tel: 0216 345 95 66 Fax: 0216 345 95 74 www.ikinciadamyayinlari.com Bu eserin tüm yayın hakları İkinci Adam Yayınları’na aittir. BİLGELİK ÇAĞINA GİRİŞ DOYA DOYA YAŞAMAK İÇİNDEKİLER Teşekkürler ...............................................................................................12 Biyografi .....................................................................................................14 Ön Söz .....................................................................................................16 Giriş ............................................................................................................25 G1- Doya Doya Yaşama (DDY) .............................................................25 G2- İnsan Yaşamını Oluşturan Boyutlar ...........................................26 A- İnsan Yaşamının Fiziksel Boyutu ve Duyular .................................27 A1- Duyular ..............................................................................................27 A2- Anı Yaşama ve Doya Doya Yaşama .............................................28 A3- Duyu Bilinci ......................................................................................30 A4- Doya Doya Yiyerek Kilo Verebilirsiniz .....................................32 B- İnsan Yaşamının Zihinsel Boyutu ve Düşünceler ......................32 B1- Bilinç Alanı ve Bilinç Boyutu .......................................................33 B2- Zihinsel Zekâ ve Iq ....................................................................34 B3- Bilinç (Akıl) ve Mantık ....................................................................37 B4- Düşünceler ve Düşünce (Hayal) Gücü ........................................42 B5- Bilinç ve Düşünce Gücünü Geliştirme .......................................46 C- İnsan Yaşamının Bilinç Boyutları ve İçsel Yolculuk .................49 C1- İçsel Yolculuk ve Gelişmiş Kişilik ................................................50 C2- Kişilik Bilinci .....................................................................................54 C3- Kişilik Bilinci Geliştirme ..............................................................57 C4- Kişililik Bilinci Boyutları ve Kişilik Katmanları ........................60 C5- Kişilik Oluşumu ve İçsel Yolculuk ..............................................67 C6- Kişisel Özelikler ve Kişilik Yönetimi .........................................74 C6- Kişilik Testi, Kendini Tanıma ve Bilgelik Çağına Geçiş .........115 D- İnsan Yaşamının Duygusal Boyutu ve Duygular .........................119 D1- Duygusal Zekâ (Duygusal Bilinç) ve Eq ..................................122 5 D2- Duygular ve Duyguların Yönetimi ..............................................123 D3- Kozmik Bilinç ve Ruhsal Bilinç ile İlgili Genel Açıklamalar ..........................................148 E- Fiziksel, Zihinsel, Duygusal Yaşamın Dengesi Ve DDY ...........153 Son Söz ..................................................................................................161 Ekler ve Referanslar ..........................................................................165 Ek-1 Anlamlı ve Özlü Sözler ...............................................................165 Ek-2 Kendimi Değiştirme ve Kaliteli Yaşam Planı .........................182 A- Kendimi Tanıma ve Değiştirme Planı ..........................................182 B- Ruhumu Besleme ve Sağlıklı, Mutlu Yaşama Planı ....................183 Ek-3 Elektrik ve Biyoenerji .............................................................186 A- Varlıkların Enerji Gereksinimi ..................................................186 B- Yaşam Enerjisi ve Elektrik Enerjisi Arasındaki Benzerlik ...186 Elektrik Enerjisi ve Akımı ................................................................186 Yaşam Enerjisi ve Akımı ....................................................................189 C-Kozmik Bilimin Yaşam Kalitesi Üzerindeki Etkisi .....................191 D- Parasal Boyut ..................................................................................193 E- Mutlu Yaşamak İçin Pratik Öneriler ......................................195 Ek-4 Sanal Cennet ................................................................................196 Ek-5 Özgürce ve Farklı Düşünebilmek ..........................................197 Ek-6 Tanrı ve İnsan Beyni ................................................................202 Ek-7 İş Görüşmesinde Dikkat Edilecek Konular ve Kişilik Envanteri ...........................................................................205 A- İş Görüşmesi Esnasında Dikkat Edilecek Konular ..................205 B- Kişilik Tespiti İçin Bir Mülakat Sorusu .....................................208 Cevaplar ve Açıklamaları: ...................................................................209 C- İş Deneyimleri ve Öneriler ........................................................210 D- İş Hayatına Yeni Başlayacaklara Öneriler .............................216 E- İnek ve Kedi Hikâyesi .................................................................218 Alınabilecek Dersler: ..........................................................................219 6 F- Matematik Soruları .......................................................................220 Ek-8 Gelecek Bilgiyi Üretenlerindir ..............................................223 Ek-9 Bilişim (Bilgi ve İletişim) Çağı .........................................227 A-Bilişim Çağındaki Ortak Düşmanımız Bilgisizlik, İletişimsizlik ve Fedakârlık ........................................227 B- İletişim ve Frekans ......................................................................231 C- Olay X Tepki = Sonuç Formülü ...............................................233 Ek-10 Bilgi ve İstatistik Bilimi .....................................................235 Ek-11 İnatçılık Neye Yarar? .........................................................240 Ek-12 Yaşamsal Problemler ............................................................241 A- Sağlık Problemleri ............................................................................243 B- Eğitim ve İş Problemleri ...................................................................243 Ek-13 Gelişim Karşıtı ........................................................................244 A- Kendimiz ve Yakınlarımızın Gelişimine Karşı Olan Tutum ve Davranışlarımız ........................244 B- Değişime ve Gelişimine Karşı Olan Tutum ve Davranışlara Örnekler ...................................................248 Ek-14 Sistemler ve Yöntemler .....................................................251 A- Küçüğüm Şarkısı, Sezen Aksu ...............................................252 B- ÖSS İçin Püf Noktaları ..............................................................253 C- Proje Yönetimi Sistemi .............................................................255 D- Yapacağımız İşlerin Öncelik Sırasını Belirleme Yöntemi ...258 E- Yakınlarımıza Yardım Konusunda, Öncelik Sırasını Belirleme Yöntemi .............................................260 Ek-15 Yanlış ve Zamanında Verilmeyen Kararlar ........................261 Ek-16 Eğitim Şart ...............................................................................263 Ek-17 Öz Geçmiş ve Eğitimler .......................................................268 A-Kısa Öz Geçmiş .............................................................................268 B- İş Hayatında Katılmış Olduğum Mesleki, Yöneticilik, Kalite Konulu Eğitim ve Seminerler ......269 7 8 BİLGELİK ÇAĞINA GİRİŞ, aşağıda verdiğim dört kitap dizisinden oluşan sisteme, yönteme ve uygulamaya yönelik yazılı bir eserdir. Bana özgün olan birtakım fikirleri ve yöntemleri içermektedir. Bu kitap dizisinde, 2000’li yılların başından itibaren BİLİŞİM (bilgi ve iletişim) ÇAĞI’nın tamamlanması ile başlayacak olan yeniçağı, BİLGELİK ÇAĞI olarak tanımladım. 1.KİTAP: “BİLGELİK ÇAĞINA GİRİŞ: Doya Doya Yaşamak” 2.KİTAP: “BİLGELİK ÇAĞINA GİRİŞ: Duyguların Yönetimi ve Empati” 3.KİTAP: “BİLGELİK ÇAĞINA GİRİŞ: Kişilik Yönetimi ve Bilgelik” 4.KİTAP: “BİLGELİK ÇAĞINA GİRİŞ: Öğrenmeyi Öğrenme ve Bilinç Geliştirme” Bu kitapları, önceki yıllarda oluşturduğum KALİTELİ YAŞAM (başarılı, sağlıklı, mutlu) ve DOYA DOYA YAŞAMA FELSEFESİNİ (fikrini) uygulamaya dönüştürmek amacıyla; genç, yetişkin ve yaşlılar için kaleme aldım. Kitaplar, aşağıda ana başlıklarını verdiğim konuları bütün boyutları ve ayrıntısı ile işlemektedir: Kişisel Gelişim Yöntemleri, Bilinç Geliştirme Yöntemleri, Kişilik Yönetimi, Olumsuz Kişisel Özelliklerin Belirlenmesi ve Yönetilmesi, İçsel Yolculuk, Duyguların Yönetimi ve Empati, Öğrenmeyi Öğrenme Yöntemleri, İnsan yaşamının Fiziksel, Zihinsel, Duygusal ve Ruhsal Boyutlarının Tanımı ve Yönetilmesi, Zihinsel (IQ) ve Duygusal (EQ) Zekâ Tanımı ve Ölçülmesi, Bilinç ve Yetenek, Kişilik ve Ego, Karakter ve Huy, Düşünce ve Duygular, Kozmik ve Kader Bilinci, Sevgi Bilinci, Ruh ve Ölüm Bilinci, Merak ve Öğrenme Bilinci, Depresyon, Anksiyete ve Panik Atak hastalıklarının çözümüne yönelik açıklamaları içeren ve İNSAN BEYNİ ile BİLGİSAYARI karşılaştırarak insanın sahip olduğu DÜŞÜNCE GÜCÜ, ZEKÂ, YETENEK gibi üstün YETİLERİ etkin bir şekilde kullanmayı öğreten; bana ÖZGÜN yöntem, uygulama, benzetme, modelleme ve örnekleri içeren, KENDİ YAŞADIĞIM DENEYİMLER ile ders kitabı formatında hazırlanmış olan bir eserdir. Sevgilerimle… Necdet / 29.04.2011, İzmir Bu kitabı doya doya sarılamadan kaybettiğim anneme, anneme sarılma hissini bana devamlı tattıran Hatice teyzeme ve kuzenim Evşen’e, uğur meleği olduğum babaanneme ve hediye ettiği kitaplar ile beni iki kez hastalıktan kurtaran Ülker ablama atfediyorum. TEŞEKKÜRLER Çok teşekkür ederim Ülker ablacığım; Sharma’nın Ferrari’sini Satan Bilge, Nil Gün’ün Duyguların Simyası ve Osho’nun Ruh Eczanesi kitaplarını bana hediye ettiğin için. Çok teşekkür ederim sizlere Nil Gün, Sharma ve Osho; elinize ve zihninize sağlık bu kitapları yazdığınız için. İnsan yaşamının duygusal ve ruhsal boyutu ile ilgili olarak, bu kitapta kendi yazmış olduğum konuları, hastalanmadan önce bana birileri anlatmış olsa kesin olarak inanmazdım ve çok saçma bulurdum. Duygularımı bastırmanın, beni depresyon ve anksiyete hastası edeceğine güler geçerdim. Şimdi depresyon ve anksiyete hastalığını yaşadığım için; hastalığı atlatma sürecini bilinçli olarak, anbean, adım adım deneyimlediğim için; duygusal ve ruhsal yaşamın önemine ve gerekliliğine inanıyorum. İnsanın, yaşamın sadece zihinsel ve düşüncesel boyutunu derinlemesine yaşaması öyle bir şey ki; insan zihninde oluşturduğu bir düşüncenin (önemli bir sorunun veya projenin) kendisini yönetmeye başladığının farkına varamıyor. Zihninizdeki çok önemli sorun çözülmediği veya çok önemli proje (büyük beklentiler ve hedefler) gerçekleşmediği zaman, derin bir uçuruma düşer gibi hayal kırıklığına uğrayarak depresyona giriyorsunuz. Depresyon, çok büyük enerji (bastırılmış bütün duyguların enerjisini) içerdiği için, zihninizdeki her şey birdenbire anlamsızlaşarak intihara sürüklenebiliyorsunuz ve/veya bende olduğu gibi anksiyete de depresyona eşlik ediyor; bilinciniz karışıyor; her şeyden korkuyorsunuz; sıkıntı, heyecan ve panik duyuyorsunuz; zihninizi kullanamıyorsunuz; mantıklı mantıksız hiçbir şey düşünemiyorsunuz; sanki sizi başka bir güç yönetmeye başlıyor. Anksiyete krizleri (panik atak), kalıcı deliliğe veya takıntılara (obsesif kompulsif) neden olabiliyor ve sizi ömür boyu uyuşturucu ilaç kullanmaya mahkûm edebiliyor, ya da benim gibi bu büyük enerji birikimini olumlu yönde kullanarak, kısa sürede hastalığı atlatabiliyorsunuz. BİYOGRAFİ Ben ODTÜ 1981 mezunu, elektronik mühendisiyim. Elektronik, bilgisayar ve iletişim sektöründe; ar-ge, proje yönetimi, üretim mühendisliği, mağazacılık ve teknik servis gibi alanlarda çok yönlü deneyim sahibiyim. Türkiye’nin büyük firmalarında ve kendi kurmuş olduğum iş yerinde; iş geliştirme, kalite geliştirme, proje yönetimi, süreç yönetimi ve iş yöntemleri hazırlanması, geliştirilmesi, sistematize edilmesi yönünde; bölümler arası koordinasyon, yönetim, mühendislik ve eğitim fonksiyonları icra ettim. İnsan vücudunun bağışıklık ve kendini yenileme sistemine benzer şekilde, zaman içinde zihnimde sorun çözmeye, önlemeye ve proje üretmeye, gerçekleştirmeye yönelik kendiliğinden işleyen bir yeti oluştu. Bu yetiyi, iş yaşamımda çalışanların ve aile yaşamımda yakınlarımın farkında olmadan ürettikleri sorunları çözerken, farkında olmadan kazandım. Yaşanan bütün sorunların arkasında bilinçli veya bilinçsiz insan kusuru olduğunu, dünyadaki bütün sorunlarının ana kaynağının eğitimsizlik (bilgi, deneyim eksikliği ve yaşam süreçlerinden ders almamak) olduğunu ve bilinç düzeyini yükselterek yaşadığı bütün sorunları insanın kendisinin çözebileceğini deneyimleyerek öğrendim. (Hiçbir sorun , sorunu yaratan bilinç düzeyinde çözülemez. Einstein) Bu nedenle; kendimi, ekibimi, arkadaşlarımı ve yakınlarımı eğitebilmek için; işte, evde, tatilde araş- tırmaya, geliştirmeye, öğrenmeye ve düşünmeye çok zaman ayırıyorum. Bu nedenle, iş yaşamım boyunca kendimi eğitmek için mesleki, kalite ve yönetsel konularda, çok sayıda eğitim ve seminere katıldım ve çalıştığım şirketlere daha fazla yarar sağlamak amacıyla; sistem ve yöntem geliştirmeye, elemanlara işbaşı eğitimi vermeye, eğitim notları ve kitapları yazmaya iş yapmaktan çok daha fazla zaman harcadım. (bk. EK-17 ÖZGEÇMİŞ VE EĞİTİMLER) Sağlık sorunları nedeniyle ve çocuklarımın üniversite eğitimi için İzmir’e yerleşmemiz nedeniyle, yoğun çalışma hayatıma son vererek (genç!) emekli oldum. İş yaşamımdaki deneyimlerimi, yakınlarımın (gençlerin) yaşamına aktarmaya çalışırken depresyon ve anksiyete hastası oldum. Yaşamın duygusal ve ruhsal boyutları hariç, diğer boyutlarını farkında olarak doya doya yaşadığımı söyleyebilirim. Yakınlarım ve arkadaşlarım ile birlikte, yaşamın bütün boyutlarını farkında olarak doya doya yaşayabilmek için; şu anda bilinç ve kişilik geliştirme konusunda araştırma, sistem ve yöntem geliştirme (kitap yazma) faaliyetlerini sürdürüyorum. ÖN SÖZ Öncelikle, yaşamış olduğum majör depresyon ve genel anksiyete (panik bozukluk) hastalıklarını kısa sürede atlatmama yardımcı olan, DEÜ Psikiyatri Ana Bilim Dalı’nda görevli Psikiyatrist Damla Hanım ve Psikolog Meliha Hanım ile birlikte; eşim Sariye, oğlum Utkan ve Utku, ablam Ülker, eniştem Ahmet, kuzenim Evşen, yeğenim Eser ve eşimin yeğeni Berrak’a çok teşekkür ederim. Bu kitap, hastalığı geçirme sürecinde bana yardımcı olan bu kişilerin bilgi ve deneyimlerinden yararlanılarak hazırlanmıştır. Kendimi tam olarak iyileştirebilme amacı ile bilincimi geliştirme merakı, geçirdiğim hastalık sürecinde bu kitabın kendiliğinden oluşmasına neden olmuştur. İnsan , uçurumun kenarına varmadan kanatlanamaz. Psikolojik nedenlere bağlı akıl ve ruh sağlığı hastalıklardan kurtulmak için, öncelikle psikiyatrist (doktor) tarafından belirlenen ilaçları kullanmak ve psikolog tarafından uygulanan psikoterapiye katılmak gerekmektedir. İyileşmek için ilaç ve psikoterapi gereklidir; fakat yeterli değildir. Hastanın kendisinin, hastalığın nedenlerinin farkına vararak, kendi kendisini iyileştirmesi gerekmektedir. Hastalığım süresince, depresyon ve anksiyete konusunda bir psikiyatri uzmanı ve bir psikolog kadar bilgi ve deneyim sahibi olduğumu söyleyebilirim. İnsanın bir konuyu araştırarak ve deneyimleyerek (kendi üzerinde deneyerek) öğrenmesi, süreci adım adım yaşayarak değerlendirmesi ve hastalığın belirtilerinin bir bir zayıflayarak yok oluşunu izlemesi çok haz veriyor. Ardından ilaç ve psikoterapiye gereksiniminiz kalmadığını kendiniz fark ediyorsunuz. Hiçbir sorun , sorunu yaratan bilinç düzeyinde çözülemez. Üç ay gibi kısa sürede iyileşmiş olmamın nedenlerini ve iyileşme süreci boyunca yaşamış olduğum deneyimleri kitabın içinde bulacaksınız. Neden hastalandığımı ve nasıl iyileştiğimi soranlara, kısa bir şekilde, gelişmemiş duygusal bilincimin beni hasta ettiğini ve Einstein’ın (söylediği yukarıdaki sözün) beni iyileştirdiğini söyleyebilirim. Yaşadığımız diğer sorunlarda olduğu gibi, kalıtımsal olmayan (sonradan oluşan) akıl ve ruh sağlığı hastalıkları da aşağıdaki konularda bilinçsiz olmamızdan kaynaklanmaktadır: (1) İnsan yaşamının üç ana (Fiziksel, Zihinsel, Duygusal) boyutu, (2) sağlıklı bir yaşam için üç boyutun dengeli olarak yaşanması, (3) bu dengeyi kurabilmek için düşünce, duygu ve kişilik yönetimi Elmas yontulmadan , insan yanılmadan mükemmelleşemez. Bu üç konuda derinlemesine bilgi veya deneyim sahibi olmadığımız için, farkında olmadan hasta olabiliyoruz. Bu ana nedenlere ilave olarak; hastalığın başlamasını tetikleyen, hastalığın ilerlemesine ve kronik hâle gelmesine sebep olan çok sayıda iç (kişisel) ve dış (yakın çevremizin tutum ve davranışları ile ilgili), yan nedenler bulunmaktadır. İş hayatımın başlarından itibaren, yaşamın zihinsel boyutunu doya doya (derinlemesine) yaşarken, duygusal (ruhsal) boyutu- nu çok yüzeysel (sığ) yaşamaya başlamış olmak ve duygularımı yöneterek yaşamak yerine bastırmış olmak, yani duygularımı yönetme konusunda bilinçsiz olmak, benim depresyon ve anksiyete hastası olmamın ana nedenidir. Hastalığın ana nedenlerinde olduğu gibi, hastalığı tetikleyen ve hastalığı ilerleten yan nedenleri de, bilinç düzeyimizi arttırarak ortadan kaldırabilir veya etkisini azaltabiliriz. En büyük olgunluklar, en büyük zorlukları aşarken gelir. Şimdi size, “Bu hastalıkları yaşamış olduğum için çok seviniyorum, kendimi yeniden doğmuş gibi hissediyorum.” desem bana inanmazsınız, gülersiniz belki de. Hastalığın (isteksizlik ve zihni odaklayamama) belirtilerini en yoğun yaşadığım (sıkıntılı geçen) iki aydan sonra, giderek zihnimi tam olarak kullanmaya başladığım son bir aydır sürekli mutluyum. Neden mi? Neden, ikinci paragrafta söylemiş olduğum bilgi ve deneyimlere sahip olmak değil. O konularda araştırma yaparken ve deneyimleyerek öğrenirken çok haz aldığımı belirtmiştim. Aldığım haz o sürece ait (o anlar boyunca) idi ve öğrenme süreci bittiği zaman haz da bitti. Mutluluk, sevinç, haz veya üzüntü, öfke, korku gibi iyi veya kötü olarak tanımladığımız bütün duygular gelip geçicidir. Örneğin, bu ön sözü yazarken zevk alıyorum ama biliyorum ki ön sözü yazmayı bitirdiğim an zevk bitecek. Beni sürekli mutlu eden neden, hastalığı kısa sürede atlatmış olmak da değildi; çünkü hastalığı atlatabileceğimi anladığım zaman çok sevinç duydum, o sevinci o an yaşadım ve bitti. Bir dert atlatıldıktan sonra, insana kazanç olarak döner. Kriz kelimesinin, Çince’ de aynı zamanda “fırsat” anlamına geldiğini duymuşsunuzdur. Bu gerçekten doğrudur. Bir problemi çözmek için sebeplerini araştırmaya başladığımız ve zihnimizi sadece bu konuya odakladığımız zaman, bu problemi kolayca ve kısa sürede çözdüğümüz gibi, problemin sebepleri arkasında gizlenmiş olan başka yararlar (fırsatlar) olduğunu da keşfederiz. Aslında o fırsatlar orada devamlı duruyordur; fakat biz o konuda yeterli bilgi ve deneyime sahip olmadığımız için, zihnimizi o konuya odaklamadığımız için o fırsatları göremeyiz. Kendini bilmeyi öğrenen hiç kimse , önceden olduğu gibi kalmaz. Emekli olduktan sonra, kendimi Kaliteli Yaşam konusuna adamıştım ve bu konuda sürekli araştırma yaparak, kendimi ve yakınlarımı bilinçlendirmeye çalışmakta idim. Kaliteli yaşamı; kısa olarak başarılı, sağlıklı, mutlu yaşam olarak tanımlamıştım. Kaliteli yaşamı oluşturan başarı ve sağlık faktörleri üzerine yoğunlaşarak, bu iki konuda çok sayıda yazılar hazırlıyordum ama mutluluk faktörüne hiç değinmiyor ve duygular konusunu hiç araştırmıyordum; çünkü mutluğun, başarı ve sağlığın arkasından kendiliğinden geleceğini zannediyordum. Yakınlarımın yaşamakta oldukları sorunların çözümüne yardımcı olarak ve yeni projeler üreterek mutlu olmaya çalışıyordum. Gerçekten de, sorun çözerken ve proje gerçekleştirirken çok haz alıyordum; fakat devamlı haz alabilmek için devamlı yeni projeler üretmek zorunda kalıyordum. Yakınlarımın sorun yaşamaması ve daha kaliteli yaşayabilmesi için onları bilinçlendirmek zorunda olduğumu hissederek, kitap sonuna eklediğim eğitim amaçlı yazılar hazırlıyordum. Kaliteli yaşamın tanımı ve yaşam kalitesinin nasıl artırılabileceği konusunda, yazdığım yazılarda bir eksiklik olduğunu hissetmekteydim; çünkü çok istediğim hâlde ben de sürekli mutlu olamıyordum. Başkalarına verebileceğiniz armağan kendi değişiminizdir. en büyük Hastalığı atlatacağımı anladıktan sonra, benim sürekli mutlu olmamı, coşku duymamı ve motive olmamı sağlayan şey; kaliteli yaşam felsefesini uygulayabilmemiz için gerekli olan bir fırsatı keşfetmiş olmaktı. Kendim ve yakınlarım için sürekli mutluluk ararken, kendi kendimi hasta ettiğimi ve yakınlarımı üzdüğümü fark edemedim. Bunun ana nedeni ise değişikliğe ve gelişime kendimden başlamak yerine, yakınlarımdan başlamış olmaktı. Beni öldürmeyen her şey beni güçlendirir. Hastalıktan tamamıyla kurtulabilmek için “Kendimi Değiştirme ve Kaliteli Yaşam Planını” hazırladım. Kitap sonuna eklediğim bu plan (bk. EK-2) “Kendimi Tanıma ve Değiştirme Planı”, “Ruhumu Besleme ve Sağlıklı, Mutlu Yaşama Planı” olarak iki ayrı kısımdan oluşmaktadır. Sonra bu planı oluşturan maddelerdeki cümlelerin, bana ne demek istediğini ve bunları nasıl uygulayabileceğimi düşünmeye başladım. Daha önce iş hayatımda proje üretme ve gerçekleştirme süreçlerinde yaptığım gibi, bu planı da gerçekleşti- rebilmek için düşünmeye başladığım zaman (zihnimi sadece bu konuya odakladığım zaman); bu konuda okuduğum, edindiğim bilgilerin ve hastalık süresince yaşadığım deneyimlerin bir sonucu olarak, zihnimin her gün yeni yeni düşünceler (fikirler) üretmekte olduğunu fark ettim. Kendim için hazırladığım planı uygulayabilmek için, bu yeni düşünceleri unutmamam (yazılı hâle getirmem) gerekiyordu. Bu nedenle, hastalığımın iyileşme sürecinde aklıma gelen bütün düşünceleri not etmeye başladım. Yakınlarıma ve arkadaşlarıma da yarar sağlamak amacıyla, bu düşünceleri ve deneyimleri kitap hâline getirmenin daha faydalı olabileceğini düşünerek, bu kitabı yazmaya başladım. Bilge insan kendi mutluluğunun ustasıdır. Kaliteli (başarılı, sağlıklı, mutlu) yaşam felsefesini; (1) Eğitim, İş, Sosyal yaşamda başarılı olma; (2) Fiziksel, Zihinsel, Duygusal (ruhsal) açıdan sağlıklı olma; (3) Mutluluk yerine doya doya yaşama (insanın fiziksel, zihinsel, duygusal boyutlarını dengeli ve daha derinlemesine yaşaması) kavramını kullanarak tanımlayabiliriz. Doya doya yaşama kavramının ne olduğunu ve doya doya nasıl yaşanabileceğini öğrenerek uygulamaya başladığınız zaman; mutluluk, sevinç, coşku, doyum ve haz gibi olumlu duyguları daha sık yaşayama başladığınızı ve olumlu duyguların yaşamınızın sürekli bir parçası olmaya başladığını hissedeceksiniz. Doya doya yaşama, başarılı olmamız ve sağlıklı kalmamız için de faydalar sağlamaktadır. Korku, endişe, kızgınlık, üzüntü, kıskançlık, nefret, utanç ve suçluluk gibi olumsuz duyguları yöneterek; yani bu duyguların enerjisini olumlu yönde kullanmayı öğrenerek uygulamaya başladığınız zaman, daha başarılı ve sağlıklı olmaya başladığınızı fark edeceksiniz. Doya doya yaşama faktörü, başarılı ve sağlıklı olma faktörlerini direkt olarak etkilediği için kaliteli yaşama etkisi daha fazladır. Doya doya yaşama yönünde atacağınız çok küçük adımlar, yaşam kalitenize çok büyük adımlar olarak yansıyacaktır. İlim ilim bilmektir, ilim kendin bilmektir, sen kendini bilmezsen bu nice okumaktır. Yakınlarımın sandığı gibi ben çok kitap okumuyorum. Gereksinim duyduğum zaman internet ve kitaplardan yararlanıyorum. TV (dizi film, belgesel, haber ve tartışma programları), internet ve kitaplardan edindiğim bilgiler üzerinde düşünmek, değerlendirme yapmak, yeni bilgiler üretmek ve düşünce, bilgi, deneyim paylaşmak bana okumaktan daha fazla haz veriyor. Bu nedenle düşünmeye daha fazla zaman harcıyorum. Tıpta olduğu gibi, teknik ve teknik olmayan birçok bilim dalında araştırma ve geliştirme (ar-ge) çalışmaları sürekli devam etmektedir. Arge çalışmalarının devam ettiği psikiyatri tıp dalında olduğu gibi psikoloji, sosyoloji, felsefe, hukuk gibi sosyal bilim dallarında, iki kere iki dört etmeyebilir. Bu nedenle bilgi edindiğimiz kaynaklarda, aynı konuda farklı bilgiler bulunabilir ve bu bilgiler birbiri ile örtüşmediği gibi çelişebilir. İnternetteki aşırı bilgi kirliliğini göz ardı etmeyiniz. Edindiğimiz bilgileri uygulamaya geçmeden önce, bu bilgiler üzerinde dü- şünerek, kendi mantık süzgecimizden geçirmek zorundayız. Bilinçli olmadığımız konuları ise deneyimli uzmanlara danışmak zorundayız. Altın ateşte , cesur adam felaketlerde anlaşılır. İnsan yaşamının duygusal ve ruhsal boyutu ile ilgili olarak, bu kitapta kendi yazmış olduğum konuları hastalanmadan önce bana birileri anlatmış olsa, kesin olarak inanmazdım ve çok saçma bulurdum. Duygularımı bastırmamın, beni depresyon ve anksiyete hastası edeceğine güler geçerdim. Şimdi depresyon ve anksiyete hastalığını yaşadığım için hastalığı atlatma sürecini bilinçli olarak, anbean, adım adım deneyimlediğim için duygusal ve ruhsal yaşamın önemine ve gerekliliğine inanıyorum. İnsanın, yaşamın sadece zihinsel ve düşüncesel boyutunu (derinlemesine) yaşaması öyle bir şey ki insan, zihninde oluşturduğu bir düşüncenin (önemli bir sorunun veya projenin) kendisini yönetmeye başladığının farkına varamıyor. Zihninizdeki çok önemli sorun çözülmediği veya çok önemli proje (büyük beklentiler ve hedefler) gerçekleşmediği zaman, derin bir uçuruma düşer gibi hayal kırıklığına uğrayarak depresyona giriyorsunuz. Depresyon çok büyük enerji (bastırılmış bütün duyguların enerjisini) içerdiği için, zihninizdeki her şey birdenbire anlamsızlaşarak intihara sürüklenebiliyorsunuz ve/veya bende olduğu gibi anksiyete de depresyona eşlik ediyor; bilinciniz karışıyor; her şeyden korkuyorsunuz; sıkıntı, heyecan ve panik duyuyorsunuz; zihninizi kullanamıyorsunuz; mantıklı mantıksız hiçbir şey düşünemiyorsunuz, sanki sizi başka bir güç yönetmeye başlıyor. Anksiyete krizleri (panik atak), kalıcı deliliğe veya takıntılara (obsesif kompulsif) neden olabiliyor ve sizi ömür boyu uyuşturucu ilaç kullanmaya mahkûm edebiliyor ya da benim gibi bu büyük enerji birikimini olumlu yönde kullanarak kısa sürede hastalığı atlatabiliyorsunuz. (Bu konuyu DERPRESYON, ANKSİYETE VE PANİK ATAK başlığı altında inceleyeceğiz) GİRİŞ G1- DOYA DOYA YAŞAMA (DDY) İnsan yaşamını oluşturan boyutların bilinçli (farkında) olarak ve derinlemesine (doyasıya) yaşanmasını, DOYA DOYA YAŞAMA olarak tanımlayabiliriz. İnsan yaşamını oluşturan boyutlar nelerdir? İnsan yaşamını oluşturan bütün boyutlar nasıl yaşanabilir? Başkalarının deneyimlerinden ders alacak kadar bilge birisi var mı? Bu kitabın öğrenilebilir ve uygulanabilir bilgileri içermesi için, bir romandaki gibi konuları bütün ayrıntıları ile anlatmak yerine, ders kitabı formatında hazırlamaya özen göstereceğim. “Doya doya yaşam”a ait bütün boyutların ve kavramların anlaşılabilir ve uygulanabilir olması amacıyla, teknik detaylardan kaçınarak; basit tanımlar, modellemeler ve benzetmeler yapacağım ve yaşanmış deneyimlere ağırlık vereceğim. Beynimizin yapısını ve hangi bölümlerini hangi işlevler için kullandığımızı açıklamak yerine, önce insan yaşamını oluşturan boyutları irdeleyerek daha iyi tanıyacağız. Sonra doya doya yaşamak için hangi yaşam boyutlarında, hangi yönde, hangi değişimler yapmamız gerektiğini ve zihnimizi (aklımızı) bu yönde nasıl kullanabileceğimizi açıklamaya çalışacağım. Aşağıda, paragraflarda doya doya yaşama yerine DDY kısaltmasını kullanacağım ve doya doya yaşamın uygulanabilmesi için gerekli olan açıklamaları vurgulamak amacıyla koyu harfler kullanacağım. 25 G2- İNSAN YAŞAMINI OLUŞTURAN BOYUTLAR İnsan yaşamını oluşturan bütün boyutlar, beynimiz ile ilgilidir ve beynimiz tarafından yönetilir. Örneğin; kulağımıza gelen ses dalgaları (havadaki titreşimler) beynimizde ses olarak algılanır. Gözümüze gelen ışık dalgaları (nesnelerden yansıyan renk frekansları) beynimizde görüntü olarak algılanır. Beynimiz duyu organlarımız üzerinden dış dünyayı algılama yetisine (işlevine) sahiptir. Beynimizin algılama yetisi yanında, düşünme ve hissetme yetileri de vardır. Beynimiz algılama, düşünme, hissetme yetilerini kullanarak; insan yaşamını oluşturan bütün boyutları yönetebilir. DDY için, sahip olduğumuz bütün boyutların farkında olmalıyız ve bütün boyutlarımızı biz yönetmeliyiz. Farkında olmadığımız bazı boyutlar bizi yönetebilir. Düşünüyorum öyleyse varım. FİZİKSEL, ZİHİNSEL ve DUYGUSAL boyutlarımız insan yaşamının (varlığımızın) ana boyutlarıdır. Beynimiz, DUYULAR yardımı ile fiziksel boyutu (dış dünyayı) algılar. Zihinsel ve duygusal boyutlarımızı (iç dünyamızı) oluşturan DÜŞÜNCELER ve DUYGULAR, beynimiz tarafından üretilir ve hissedilir. Beynimiz, fiziksel boyutumuz olan bedenimizi görerek algılar, düşüncelerimiz ve duygularımız görünmez ama vardır. Beynimiz, zihinsel boyutumuzu oluşturan düşünceleri üretir ve duygusal boyutumuzu oluşturan duyguları hisseder. Fiziksel, zihinsel, duygusal boyutlarımız insan ya- 26 şamının ana boyutlarıdır. DDY için ana boyutları oluşturan diğer (alt) boyutlarımızı (duyular, yetenek ve bilinç, düşünceler ve duygular, kişilik ve ego, gibi) tek tek irdeleyeceğiz. A- İNSAN YAŞAMININ FİZİKSEL BOYUTU VE DUYULAR DDY için beş duyu organımızın işlevlerini tam olarak kullanmamız ve zihnimizi odaklamamız gerekmektedir. Bu nedenle, fiziksel boyutumuzu oluşturan duyularımızı biraz daha irdelemek ve DDY için duyularımızı nasıl kullanmamız gerektiğini, elma yeme örneği ile açıklamak istiyorum. A1- DUYULAR Dış dünyamızda var olan ve duyu organlarımız tarafından hissedilen (sezilen) ses, görüntü, koku, tat, dokunma duyuları beynimiz tarafından algılanmaktadır. Örneğin, havadaki ses dalgaları kulağımız tarafından hissedilir ve elektriksel sinyale dönüştürülerek sinirler üzerinden beynimize iletilir. Kulağımızdan gelen elektriksel sinyali, beynimiz ses olarak algılar. Algılama, bir olayın veya nesnenin varlığının duyu yolu ile yalın bir biçimde zihnimizin bilinç alanına (boyutuna) alınmasıdır. (Bu konuyu İNSAN YAŞAMININ ZİHİNSEL BOYUTU VE DÜŞÜNCELER ana başlığı altında irdeleyeceğiz.) Duyu organlarımız hissetme ve elektriksel sinyale dönüştürme işlevlerini, beynimiz ise algılama işlevini yerine getirmektedir. Kulağımız sesi hisseder, beynimiz duyar; gözümüz görüntüyü hisseder, beynimiz görür; dilimiz ve damağımız tadı hisseder, beynimiz 27 tadar; burnumuz kokuyu hisseder, beynimiz koklar; elimiz dokunduğu nesneyi hisseder, beynimiz dokunur. Beynimiz ve duyu organlarımız dışındaki hiçbir organımızın hissetme yetisi yoktur. “Kalbimiz var.” dediğinizi duyar gibi oldum. Kalbimizin işlevi kanı pompalamaktır. Hissetme işlevi olmadığı için kalp sevgiyi hissedemez, beynimiz hisseder ve sever. Sevgi ve korku, heyecan oluşturarak (kanda adrenalini arttırarak) nefes alma verme ve kalp atış hızını artırdığı için kalpte hissedildiği zannedilir. Bu konuyu SEVGİ BİLİNCİ başlığı altında irdeleyeceğiz A2- ANI YAŞAMA VE DOYA DOYA YAŞAMA Dünle beraber gitti cancazım; ne kadar söz varsa düne ait, şimdi yeni şeyler söylemek lazım. Bir elmayı doya doya nasıl yiyebiliriz? Şimdi çocukluk günlerimize doğru gidelim. Kırşehir’de, bir yakınınızın ağaçlarla kaplı yemyeşil bahçesinde geziniyorsunuz. Kıpkırmızı Amasya elmaları, ağacın yemyeşil yaprakları arasında kopar ve doya doya ye beni der gibi, sizi kendisine doğru çekiyor. Daldaki elmaların en büyüğünü ve en kırmızısını görerek, en sertini elleyerek seçiyorsunuz ve koparıyorsunuz. Elmayı iki elinizin arasına alarak gıcır gıcır siliyorsunuz veya yıkıyorsunuz. Sonra hart diye büyükçe ısırıyorsunuz. Elmanın sertliğini dişlerinizde, kokusunu burnunuzda, suyunu ve tadını damaklarınızda ve dilinizde hissediyorsunuz. Elmanın tadını doyasıya almak için, her ısırığı ağzınızda uzun uzun çiğniyorsunuz. Elmanın büyüklüğünü, rengini, sertliğini, sesini, suyunu, kokusunu, tadını beş duyunuz ile tam 28 olarak hissederek beyninizde algılıyorsunuz ve başka bir şey düşünmeksizin zihninizi sadece yukarıda anlattığım elma yeme sürecine odaklıyorsunuz, yani süreci (anı) yaşıyorsunuz. Elma doya doya bu şekilde yenebilir. Böylece sadece elma yemiş olmazsınız, elma ile bütünleşmiş olursunuz, elma ile doya doya yaşamış olursunuz. Anı yaşamak; zihinsel boyutumuzun, bedenimizin (fiziksel boyutumuzun) yaptığı iş veya faaliyet ile aynı zamanda ve aynı yerde bütünleşmesidir. DDY anı yaşamaktır. Anı yaşamak doya doya yaşamaktır. Güneşi gözden kaçırdım diye gözyaşı dökersen , yıldızları da gözden kaçırırsın . Emeklilerin dikkatine! Doya doya yaşanmayan iş, meslek para kazanmak için yapılır ve doya doya yaşanmayan faaliyet hobi değildir. Bütünleşerek yapmadığınız iş veya hobi ile uğraşmak boşa zaman geçirmektir, (doya doya) yaşamaktan kaçmaktır, emekli olduğunuz an ilköğretim yaşlarında (bilincinde) ölmektir. Emekli olmadan önce para kazanmak zorunda idik ve ailemiz için sorumluluklarımız vardı. DDY için, tatil dışında zamanımız yoktu. Şimdi hem zamanımız hem düzenli bir gelirimiz hem de az çok maddi varlığımız var. Neden (doya doya) yaşamak için hâlâ bekliyoruz? Yaşamın değerini anlamak için sağlığımızın bozulması mı gerekiyor? Öldükten sonra da zihinsel ve duygusal zekâsı ilköğretim yaşında olan bir çocuk olarak mı kalacağız? Öyleyse, öbür dünyada Hurilerin veya Nurilerin beğenmesi için genç öl , cesedin yakışıklı olsun veya yaşlı bir bilge olarak öl , öbür dünyada doya doya yaşa . 29 A3- DUYU BİLİNCİ Elmayı neden doya doya yiyemeyiz? Şimdi, elma yeme deneyimi olmayan bir kişi olduğunuzu veya küçük bir çocuk olduğunuzu varsayalım. Aynı bahçedesiniz. Elmayı yukarıda anlattığım şekilde beş duyunuz ile hissederek ve beyninizi elmaya odaklayarak yiyebilir misiniz? O süreci doya doya yaşayabilir misiniz? Hayır, daha önce bu şekilde elma yemeyi uygulayarak öğrenmemişseniz (deneyiminiz yoksa), doya doya elma yiyemezsiniz. Doya doya elma yeme sürecine ait, yukarıda anlattığım bilgileri okumak veya kamera ile çekilmiş görüntüsünü izlemek yeterli değildir, yani bilgi sahibi olmak, bilinçli (farkında) olmak değildir. Bilgi ve deneyim birlikte bilinci oluşturabilir. Uygulamaya dönüştürülmeyen bilgi zaman içinde unutulur. Bilinç unutulmaz. DDY için, fiziksel boyutumuzun alt boyutları olan duyularımızı etkin bir şekilde kullanmamız gerekir. Bunun için ise “Duyu Bilinci” oluşturmamız gerekir. Duyu bilincine sahip kişinin elma yemek için Kırşehir’e veya Amasya’ya gitmesi gerekmez. Manavdan seçerek aldığı elmayı, kendi evinde doya doya yiyebilir. Uygarlığın bedeli nevrozdur. Uygarlık, Değer Yargıları ve Ego Doya Doya Elma Yememizi Engeller: Lüks bir lokantada, elma tabak içinde soyulmuş ve dilimlenmiş olarak geldiği için elmayı çatal ile yersiniz. Uygarlık doya doya elma yeme olanağını yok eder. Ayrıca, uygarlık daha ucuz ve daha fazla üretim yapma bahanesi ile Kırşehir’deki bahçenizde doğal yöntemler ile yetiştiri- 30 len (organik) elmanın genleri ile oynamıştır. Misafir olduğunuz bir arkadaşınızın evinde elma size bütün olarak sunulmuş olabilir; fakat toplumun değer yargıları ve bizim kibar (üstün) görünme egomuz, elmayı soyarak ve dilimleyerek yememizi emreder. Sonuç olarak uygarlık, yaşadığımız toplumun değer yargıları (bilinç öncesi), bilinçaltı ve ego doya doya yaşamayı engeller. Sırası geldikçe, doya doya yaşamayı engelleyen boyutlarımızın neler olduğunu ve bu engelleri nasıl aşabileceğimizi irdeleyeceğiz. Dün iptal edilmiş bir çektir. Yarın emre hazır bir senettir. Bugün ise peşin paradır. Bugünden yararlanın . Anı Yaşamama: Zihninizi elma yeme sürecine odaklayarak (elmayı ve elma yeme sürecini zihninizde canlandırarak) ayva yiyebilir misiniz? Hayır, zihninizde canlandırarak elma yerine ayvayı yersiniz. Kendinizi kandırabilirsiniz ama duyu bilincinizi asla kandıramazsınız. Bilinciniz, sizin elmayı düşünerek ayva yediğinizi bilir. Zihninizi ayva yemeye odaklamadığınız için, ne ayva yemiş ne de elma yemiş olursunuz. Fiziksel boyutunuz başka bir şey yaparken, zihinsel boyutunuz başka şeyi düşündüğü için anı yaşamamış olursunuz. Anı yaşayabilmek için, fiziksel boyutunuzun yapmakta olduğu işi, zihinsel boyutunuzun aynı anda düşünüyor olması gerekir. 31 A4- DOYA DOYA YİYEREK KİLO VEREBİLİRSİNİZ Genç iken yemekleri siz yersiniz, yaşlanınca yedikleriniz sizi yemeye başlar. Canınızın istediği her şeyi yiyerek kilo verebilir misiniz? Elma yerine ayva yiyerek canınızın istediği şeyi yemiş olmazsınız; fakat canınızın istediği her şeyi gerçekten yiyerek diyet yapabilirsiniz. Canınız bir çikolata çekiyorsa, bir paket çikolata yemek zorunda değilsiniz. Küçük bir parça çikolatayı, elmayı doya doya yeme sürecinde anlattığım şekilde yiyebilirsiniz. Çikolata parçasını, eriyene kadar ağzınızda uzun süre dolaştırınız. Çikolata veya canınızın istediği bir başka şeyi yeme anını, duyu bilincinizin doya doya yaşaması için, bir ısırık yeterli olmaktadır. İkinci, üçüncü ve daha sonraki ısırıklar karnımızı doyurmak için gerekli olabilir; fakat DDY için gerekli değildir. Kalorisi fazla olan yiyecekleri çok az miktarda, kalorisi az olan yiyecekleri çok miktarda ve her lokmasını doya doya yiyerek diyet yapabilirsiniz. Bedeninizin günlük gereksinimi olan kalori miktarını bu şekilde ayarlayarak kilo verebilir veya kilonuzu kontrol altında tutabilirsiniz. B- İNSAN YAŞAMININ ZİHİNSEL BOYUTU VE DÜŞÜNCELER Beden er geç bıkkınlık verir insana , düşünceden başka hiçbir şey güzel ve ilginç kalmaz; çünkü düşüncedir gerçek yaşam. Filozoflar yüz mucize görürler bir günde , bilgisizler ve düşüncesizler ise günlük iş32 lerden , alışılmış uğraşlardan başka hiçbir şey görmezler… DDY için, fiziksel boyutumuzun alt boyutları olan duyularımızı etkin bir şekilde kullanmamız ve bunun için duyu bilinci oluşturmamız gerektiğini söylemiştik. Aynı şekilde, zihinsel ve duygusal boyutlarımızı da etkin bir şekilde kullanabilmek için, zihinsel ve duygusal boyutumuzu oluşturan alt boyutları irdeleyerek, DDY için gerekli olan bilinç boyutlarını belirleyeceğiz ve bu bilinç boyutlarını nasıl kullanmamız gerektiğini birtakım benzetmeler ve modellemeler ile daha iyi anlamaya çalışacağız. Başarılı ve sağlıklı bir yaşam sürebilmek ve DDY için, en önemli ve en gerekli boyutumuz, zihinsel boyutumuzdur; çünkü bilgileri zihnimiz ile öğrenmekteyiz ve deneyimleri zihnimiz ile edinmekteyiz, zihnimiz ile değerlendirmekteyiz, zihnimizde saklamaktayız ve zihnimiz ile düşünerek karar vermekteyiz. Bu nedenle, DDY için zihinsel boyutumuz, fiziksel ve duygusal boyutlarımızdan daha önemlidir ve daha gereklidir. Fiziksel ve duygusal boyutlarımızı ayrıntısı ile öğrenebilmemiz ve etkin bir şekilde kullanabilmemiz için, öncelikle zihinsel boyutumuzu daha ayrıntılı bir şekilde öğrenmemiz ve daha etkin bir şekilde kullanmamız gerekmektedir. B1- BİLİNÇ ALANI VE BİLİNÇ BOYUTU Doya doya yaşayabilmek için, doya doya yaşamaya olumlu veya olumsuz yönde etki eden bütün boyutları öğrenmeliyiz ve insan yaşamını oluşturan bütün boyutların bilincine varmalıyız. İnsan yaşamı ile ilgili 33 boyutları bilinç boyutu olarak adlandıracağız. DDY için zihnimizin bilinç alanına deneyimleyerek aktarmak zorunda olduğumuz, insan yaşamını oluşturan boyutların her birine bilinç boyutu diyebiliriz. Örneğin; boş bir kâğıda, mümkün olduğu kadar küçük bir güneş resmi çizelim. Çizdiğimiz çember içinde kalan alanı bilinç alanına, çemberin dışına doğru güneş ışınlarını göstermek için çizdiğimiz her bir çizgiyi bilinç boyutuna ve güneş enerjisini, bilinç alanımızda oluşturduğumuz (depoladığımız) bilince benzetebiliriz. Çemberin dışına daha fazla güneş ışını çizebilmek için, daha geniş bir çember çizmek zorundayız. Çemberi genişletmeyi, bilinç alanımızı genişletmeye benzetebiliriz. Bilinç alanımız genişledikçe bilinç boyutlarımız artar ve bilinç boyutlarımız arttıkça bilinç alanımız genişler. (Bu konuyu Merak, Tutku ve Öğrenme Bilinci başlığı altında inceleyeceğiz.) Bilinç boyutlarımızı, çizdiğimiz çemberin içine hapsedemeyiz; çünkü bilinç boyutlarımız güneş ışını gibidir. Bilincimiz ise güneş enerjisi gibidir. Zihnimizde oluşan bilinç enerjisi kendimizi tanımak ve çevremizi (yakınlarımızı, arkadaşlarımızı) aydınlatmak için kendiliğinden ışık yaymaktadır. B2- ZİHİNSEL ZEKÂ VE IQ IQ (Intelligence Quotient) zihinsel zekâ katsayıdır. IQ testleri, zihinsel yeteneklerin (zekâ) ve zihinsel biliş kapasitesinin (bilinç) değerlendirilmesinde güvenilir bir ölçüttür. Zaman içinde zekâ sabit kalırken, bilinç arttırılabilir. Zihinsel yetenekleri ve biliş kapasitesini zihinsel zekâ olarak tanımlayabi- 34 liriz. Zihinsel zekânın bir boyutu olan zekâ, zaman içinde değişmez; çünkü zekâ doğuştan gelen yeteneklerimizdir ve sabittir. Zihinsel zekânın diğer boyutu olan bilinç ise zaman içinde arttırılabilir; çünkü yeni bilgi ve deneyimler edinerek biliş kapasitemizi genişletebiliriz. Matematiksel olarak, “Zihinsel Zekâ= Yetenek + Bilinç” olarak tanımlayabiliriz. B2.1- Yetenekler ve Hobi: Matematiksel işlem ve mantıksal değerlendirme yapma yeteneği (matematik ve mantık zekâsı), hissetme (sezinleme), hızlı algılama ve hızlı düşünme yeteneği, hızlı okuma ve hızlı anlama yeteneği, liderlik ve yönetme yeteneği, güfte, şiir ve kitap yazma yeteneği, resim ve müzik (beste) yapma yeteneği, müzik aleti çalma ve şarkı söyleme (müzik kulağı) yeteneği ve bunun gibi yaratıcılık gerektiren diğer sanat dalları ile ilgili yetenekler doğuştan gelmektedir. Yetenekleri de bilinç yönetir: Hangi yeteneklere sahip olduğumuzu, hangi yeteneklere sahip olmadığımızı, zayıflıklarımızın (zaaflarımızın) neler olduğunu ve sahip olduğumuz yetenekleri etkin bir şekilde nasıl kullanabileceğimizi kendi oluşturduğumuz bilinç belirleyebilir. (Bu konuyu KİŞİLİK BİLİNCİ VE İÇSEL YOLCULUK ana başlığı altında irdeleyeceğiz.) Sahip olduğumuz yetenekleri etkin bir şekilde kullanabildiğimiz faaliyetlere hobi diyebiliriz. Yeteneklerimize uygun meslek edinerek ve yeteneklerimizi kullanabileceğimiz iş alanları seçerek, yaşamak için çalışmak zorunda olduğumuz işimizi hobi hâline dönüştürebiliriz. Bu şekilde, 35 işimiz ile bütünleşerek doya doya çalışabiliriz; çalışırken doya doya yaşayabiliriz. Hobiniz olan işi bulmak için, benim gibi çok iş değişikliği yapabilirsiniz. (bk. EK-7.C İş Deneyimleri ve Öneriler ve bk. EK-7.D İş Yaşamına Yeni Başlayacaklar için Öneriler) Aklı pazara çıkarmışlar, herkes kendi aklını satın almış. B2.2- Liderlik ve Yönetme Yeteneği: Yöneticilik yaptığı topluma veya guruba yarar sağlamak amacı ile vizyon, sezgi, zekâ ve bilgiye dayalı karar ve uygulamaları sorumluluk alarak yöneten kişiye lider denir. Lider, insanın başkalarından edindiği bilgilerle bilgili olabildiğini; ancak sadece kendi aklı ile akıllı olabildiğini bilir. Bu nedenle çevresine danışır; ancak son kararı hep kendisi verir, şüphesiz tüm sorumluluğu alarak… Çevresindeki herkesin en iyi yanlarını geliştirmesine olanak sağlayacak, olumlu değişim ve sürekli öğrenme ortamı oluşturmaya çalışır. Belirli hedeflere başarı ile ulaşmak için; karar alma, organizasyon, örgütlenme (kadro), planlama, denetim, iletişim ve liderlik işlevlerinin kullanılmasına yönetme işlevi denilir. Ülke, kurum, kuruluş, okul, iş, proje, para, gayrimenkul yönetilir ama insan yönetilemez; insan eğitilebilir ve yönlendirilebilir. Bir devlet kurumu veya özel işletmenin yöneticisi, kurumun hedeflerini gerçekleştirmek için çalışanları (ekibi) ile birlikte işi yönetir. Yönetici çalışanları (insanları) yönetemez, onlar ile birlikte işi yönetebilir. Yöneticilik yapmak liderlik yapmaktır. Liderlik ve yönetme yeteneği olmayan yöneticiler, işi değil 36 çalışanları yönetmeye çalıştıkları için yönetme işlevini yerine getiremezler. Çalışanları baskı ve kontrol altında tutarak, kendilerinin yönetme egosunu tatmin ederler. Bu tür yöneticiler, işler çalışanlar tarafından zamanında ve eksiksiz, hatasız olarak yapılırken; çalışanların ne yaptığı, nasıl yaptığı ve gereksinimleri, beklentileri olup olmadığı ile ilgilenmezler. Bir iş aksadığı zaman veya işle ilgili bir hata oluştuğu zaman çalışanlara hesap sorarlar. Lider yöneticin yönetme egosu yoktur; çünkü o, kendi ekibi ile tek vücut olmuş ve iş ile bütünleşmiştir. Lider yönetici, ekibi ile birlikte doya doya iş ve proje yönetirken; yine ekibi ile birlikte eğitim, değişim, gelişim süreçlerini doya doya yaşamaktadır. (bk. EK-8 GELECEK BİLGİYİ ÜRETENLERİNDİR, EK10 BİLGİ VE İSTATİSTİK BİLİMİ ve EK-14 SİSTEMLER VE YÖNTEMLER) B3- BİLİNÇ (AKIL) VE MANTIK Ben , bilmediğimi bildiğim için diğer insanlardan daha akıllıyım. Bilinç (Akıl) ve Bilgisayar Programı: Bilinçli olmak, bilgili olmak değildir. Bilgili olmak, bilgiye sahip olmaktır ama bilginin nasıl kullanılacağını ve uygulanacağını bilmek değildir. Bilinçli olmak, sahip olduğu bilgilerin farkında olmak ve bilginin nasıl (niçin, neden, nerede, ne zaman, kim için) kullanılacağını ve uygulanacağını bilmektir. Uygulamaya dönüştürülmeyen ve bilinç tarafından kullanılmayan bilgiler zaman içinde unutulur. Bilinçlenmek için bilgi yanında deneyim de gerekir. Örneğin; bisiklete binmek, otomobil 37 kullanmak ve yüzmek bilinç olduğu (deneyimlenerek öğrenildiği) için hiçbir zaman unutulmaz. Yabancı dil, bilgi olduğu (ezberlenerek öğrenildiği) için kullanılmadığı zaman unutulabilir. Bilinç, farkındalıktır; bilgi ve deneyimlerin niçin ve nasıl kullanılacağı bilmektir. Bilinç, hangi konularda bilgi sahibi olduğunu ve hangi konularda bilgi sahibi olmadığını bilir. Bilinç, bilgi sahibi olmadığı konularda bilgi ve deneyim edinmeyi bilir; edindiği bilgileri değerlendirir (kendi öz değerleri ve toplumun değerleri ile yargılar) ve kendi mantık süzgecinden geçirdikten sonra kullanır. Bilinç, kendini bilmektir; kendi yeteneklerinin ve zayıflıklarının (zaaflarının) farkında olmaktır. Bilinç ile akıl aynı şeydir; bilinçli olmak akıllı olmaktır, bilincini kullanmak aklını kullanmaktır. Mantıklı olmak ise edindiği bilgileri, bilinci (aklı) ile değerlendirerek (bilinç boyutları ile karşılaştırarak) gerekli, önemli, öncelikli ve doğru bilgiyi belirlemektir. Bilinçli (akıllı) olmak, düşüncenin gücünü kullanarak edindiği bilgileri mantık süzgecinden geçirmektir. Bilinç ve bilgiler hafızamızda ayrı yerlerde kayıtlıdır. Örneğin; bilgisayarımızın belleğinde (hafızasında) bulunan word, excel gibi ofis programları bilince, dosyalarımız bilgiye karşılık gelir. Bilgisayarın elektronik yapısı, önceden belirlenen işlevleri yerine getirecek donanıma sahip olacak şekilde tasarlanır; yani bizim doğuştan sahip olduğumuz yetenekler gibi, bilgisayar da tasarımından gelen sabit yeteneklere 38 (donanıma) sahiptir. Bildiğiniz gibi bilgisayar donanım (hardware) ve yazılım (software) olmak üzere iki ana yapıdan oluşmaktadır. Bilgisayar donanımı yeteneğe, yazılımı (programlar) bilince karşılık gelir. Bilgisayarların daha farklı, yeni işlevler yapabilmesi için ve kullanıcıların programları daha kolay kullanabilmeleri ve işlemleri daha az hata ile yapabilmeleri için bilgisayar mühendisleri, bilgisayar programlarını sürekli geliştirmektedir. Program yazma ve geliştirme işlevini, insanın kendi bilincini oluşturma ve geliştirme işlevine benzetebiliriz. Sonuç olarak, bilinç bilgisayar programları gibi sürekli geliştirilebilir; yetenek ise bilgisayar donanımı gibi sabittir. Programlar, bilgisayarın elektronik yapısını oluşturan donanımları tanıyarak (farkında olarak) etkin kullanabilmesi için, dosyaları ise daha hızlı ve hatasız işleyebilmesi için sürekli geliştirilmektedir. Biz de, yeteneklerimizin farkına varabilmek için, yeteneklerimizi daha etkin kullanabilmek için ve edindiğimiz bilgi ve deneyimlerden yararlanabilmek için bilincimizi sürekli geliştirmek zorundayız. Programlar, bilgisayar donanımını kullanarak dosyaları işlemektedir. Bilinç ise yetenekleri kullanarak bilgileri işlemektedir. Programları bilgisayar mühendisleri yazar ve geliştirir. Bilinç ise bir başkası tarafından geliştirilemez. Kendi bilincimizi ancak kendimiz oluşturabilir ve kendimiz geliştirebiliriz. Bilgileri ve deneyimleri bir dantel gibi zihnimize işleyerek, kendi bilincimizi oluşturulabilir ve geliştirilebiliriz. Edindiğimiz bilgilerin deneyimlenerek ve mantık süzgecinden geçirilerek zihnimize kazınması 39 (kalıcı bir şekilde aktarılması) işlevi bilinci oluşturur. DDY için, kendi bilincimizi oluşturmamız ve bilinç alanımızı genişletmemiz (bilinç boyutlarımızı arttırmamız) gerekmektedir. Bilişim çağı tamamlandı: 2000 yılı başından itibaren BİLGELİK ÇAĞI başladı. Kaybedip geri kazanmadıkça, hiçbir şeyin gerekliliği ve güzelliği fark edilemez. DDY için önce kaybetmek, sonra kaybedilen şeyin gerekliliğini ve güzelliğini fark ederek, onun özlemini duymak gerekir. İnsan kendi iç dünyasındaki ve yaşadığı dış dünyadaki güzelliklerin farkında değil ise doya doya yaşayabilir mi? Olta ile balık avlayanlar bilir; oltanıza takılan balığı kumsala çekerken, ancak o an balık bilmediği bir gücün kendisini denizin dışına doğru çektiğini fark eder. Balığı oltadan kurtararak kumsala bıraktığınız zaman, balık karada yaşayamayacağını fark eder ve zıplaya zıplaya tekrar denize dönebilir. Balık, denize tekrar döndüğü zaman denizin bilincine varır. Kendisi gibi bütün atalarının yaşaması için gerekli koşulların denizde olduğunu ve beslenmesi için gereken yiyeceklerin denizde doğal olarak bulunduğunu keşfeder. Aldığın her nefesi fırsat bil , ot değilsin yeniden bitmezsin . İlkel insanların ve küçük çocukların ortak noktaları vardır: Onlar doğal ve coşkulu bir şekilde anı yaşarlar ama ne olduklarından tamamen habersizlerdir ve coşkuları bilinçsizdir. Önce onu 40 kaybetmeleri gerekir. Uygarlaşmaları, eğitilmeleri, bilgi ve deneyim sahibi olmaları gerekir. Saf ve temiz benliklerini, ilkel ve doğal iç yaşamlarını, yaşadıkları ilkel ve doğal dış dünyayı kaybetmeleri gerekir. Sonra kumsala bırakılan balığın, karanın sıcaklığını ve kumların kızgınlığı fark ederek susamaya başlaması gibi, birden kayıp ettikleri iç ve dış dünyanın farkına vararak, özlem duymaya başlamaları gerekir. Oysa balık daha önce susamak nedir hiç bilmiyordu. Şimdi ilk defa içinde yaşadığı denize, onun serinliğine ve hayat veren sularına özlem duyuyor. İşte uygarlaşmış insanın ve eğitilmiş çocuğun durumu da aynı: Etrafını saran uygarlık ve gelişmiş teknoloji onu boğuyor, o yaşamıyor, o ölüyor; ancak bunları fark ettikten sonra, insanoğlu ne yapması gerektiğini ve yaşam denizine tekrar nasıl dalabileceğini merak ediyor. Başkalarının deneyimlerinden ders alın . İnsan bütün hataları kendi yapacak kadar çok yaşamıyor. Benim uygarlıktan yana (eğitim, bilim, teknoloji taraftarı) oluşumun sebebi, balığın sudan çıkmasına yardımcı olmasıdır. Ey yetişkin insanlar; uygarlık, balığı sudan çıkardı! Ey gençler; eğitim, balığı sudan çıkardı! İnsanoğlunun kendi yaşam denizinin dışına çıkarıldığını neden hâlâ fark etmiyorsunuz? İlkel ve doğal (doya doya) yaşamın uygarlaşma ve teknoloji ile savaş hâlinde olduğunu neden hâlâ fark etmiyorsunuz? Uygarlık ve teknolojinin insan neslini yok etmesini mi bekliyorsunuz? Bilişim (bilgi ve iletişim) çağı kapandı artık. (bk. EK-9 BİLGİ VE İLETİŞİM 41 ÇAĞI ) Çünkü bilişim çağı, balığı sudan çıkararak en önemli ve en gerekli görevini tamamladı: İnsanoğluna ilkel ve doğal yaşam ile uygar ve teknolojik yaşam arasındaki farkı açık seçik gösterdi. (Bilişim çağının son görevini öğrenmek için bk. SON SÖZ) Bilişim çağı tamamlandı, 2000 yılı başından itibaren BİLGELİK ÇAĞI başladı! Akıllı insan kendi yaşadıklarından , daha akıllı insan hem kendi hem başkalarının yaşadıklarından ders alır. Balık örneğinde olduğu gibi, insanların da kendi bilincini kendilerinin oluşturması ve geliştirebilmesi için, kendisinin ve/veya yakınlarının yaşam kalitesini düşüren olumsuz olayları yaşaması gerekir. İnsanların çoğunluğu, sahip oldukları şeylerin önemini ve gerekliliğini ancak onu kaybettikleri zaman fark ederler. Onu kaybetmemek için önceden önlem almazlar ve ondan doya doya ve daha uzun süre yararlanmayı bilmezler. (Bu konuyu Kozmik Bilinç ve Kader Bilinci başlığı altında irdeleyeceğiz.) B4- DÜŞÜNCELER VE DÜŞÜNCE (HAYAL) GÜCÜ Ne mükemmel şeydir ki dev gibi bir güce sahip olmak , ne zalimce şeydir ki onu bir dev gibi (canavarca) kullanmak . Beynimizin algılama, düşünme, hissetme yetilerine sahip olduğunu ve beynimizin sahip olduğu bu üç ana yetiyi kullanarak, insan yaşamını oluşturan bütün boyutları yönetebileceğini söylemiştik. Diğer canlı varlıklara göre, insanoğlunun sahip olduğu en 42 önemli yeti düşünebilmesidir ve en önemli işlev ise düşündüklerini uygulayabilmesidir. İnsanoğlu düşünme yetisini ve bilincini kullanarak, kendisinin ve doğanın yaradılışından itibaren kendiliğinden gerçekleşen evrimini (dönüşümünü, değişimini, gelişimini), iyi ve/veya kötü yönde hızlandırmaktadır. Belki de farkında olmadan kendi kendisinin sonunu hazırlamaktadır. Yaşlanma ve ölüm engellenebilir mi? Beyin ve diğer organlar dışarıdan kontrol edilebilir mi? Biyoinformatik bilim dalı neleri araştırıyor? (Bu konuyu Merak, Tutku ve Öğrenme Bilinci başlığı altında irdeleyeceğiz.) İnsanoğlu düşünme (ve hayal kurma) yetisini, DDY için gerekli olan kendini tanıma, kendini geliştirme, içsel yolculuk yapma, kozmik bilinç ve diğer bilinç boyutlarını geliştirme işlevlerinde kullanmak yerine; kendi yaşamını kolaylaştırmak amacıyla ulaşım, iletişim, bilişim gibi teknolojileri geliştirmek için veya daha fazla kazanç elde edebilmek (daha fazla üretebilmek) amacıyla, doğal olarak yetişen bitkilerin genlerini değiştirmek için kullanmaktadır. İnsan tarafından geliştirilen bilgisayar, düşünebilme işlevine sahip değildir. Bilgisayar, insan tarafından düşünülerek oluşturulan programlarının içerdiği işlevleri, insan beyninden daha hızlı ve hatasız bir şekilde yerine getirmektedir. Bilgisayarı oluşturan ve dışarıdan bağlanan donanımlar, Windows gibi bilgisayar işletim sistemi (programı) tarafından algılanarak bu donanıma ait iletişim (sürücü) programı üzerinden kullanılmaktadır; yani bilgisayar programlarının içerdiği komutlar (işlemler ve işlevler), insa43 nın düşünme yetisinin bir ürünüdür. Bilgisayara düşünme yetisi eklenebilmesi mümkün değildir. (bk. EK-6 TANRI VE İNSAN BEYNİ) Düşünceler Güçtür: Zihnimiz, kendisini oluşturan yetenek ve bilinç boyutlarını kullanarak düşünce üretebilmektedir. Zihnimizin herhangi bir konuda düşünce üretebilmesi için, o konuda bilinç boyutuna sahip (bilinçli) olması ve belirli bir süre (zaman) boyunca o konuya odaklanması gerekir. Zihnimizin düşünce üretebilmek için zamana gereksinimi vardır; yani doğru şeyler düşünerek ve doğru kararlar vererek eyleme (davranışa) geçebilmek için zamana gereksinim duyarız. Fiziksel bir gücü işe dönüştürmek için de zamana gereksinim vardır. Matematiksel olarak, “Enerji=İş= Güç x Zaman” olarak tanımlanır; yani gücün kullanıldığı zaman boyunca yapılan iş, işi yapmak için harcanan enerjiye eşittir. Örneğin; 1 kilovat gücündeki elektrikli ısıtıcı iki saat boyunca kullanıldığı zaman, 1 kilovatx2 saat=2 kilovatsaat elektrik enerjisi harcamış veya ısı enerjisi üretmiş veya ısıtma işi yapmış olur. Elektrik faturaları, evimizde harcadığımız (kullandığımız) elektrik enerjisi tutarını gösterir; yani elektrik gücünü kullandığımız süre boyunca harcadığımız elektrik enerjisine para öderiz. Örneğin; yürürken bacak kaslarımızın gücünü, otomobil sürerken benzinin yanarken oluşturduğu motor gücünü gideceğimiz yol boyunca kullanırız. Ne kadar hızlı yürürsek, kas gücümüzün o kadar kısa sürede tükendiği fark ederiz (yorulduğumuzu hissederiz). Daha uzun mesafeli yürüyüş yapabilmemiz için kas gücümüzü daha uzun 44 süre kullanmamız (daha yavaş yürümemiz veya kaslarımızı güçlendirmemiz) gerekir. Kaslarımız fiziksel güce sahip olduğu gibi, zihnimiz de düşünce gücüne sahiptir. Düşünce gücünü eyleme (davranışa, işe, enerjiye) dönüştürmek için zamana gereksinim duyarız. Düşünce gücü ile iş yapanların beyni yorulur, fiziksel güç ile iş yapanların kasları yorulur. Fiziksel gücümüzü dinlenerek (oturarak veya yatarak), düşünce gücümüzü ise uyuyarak (düşünmeyerek) veya zihnimizi farklı düşüncelere odaklayarak (müzik dinleyerek, meditasyon yaparak) tekrar toparlayabiliriz. Düşünce veya kas gücümüzü tekrar oluşturmak için de zaman gerekmektedir. Duygular Enerjidir: Bir yerden bir yere gitmek için kas veya motor gücünü belirli bir süre kullanmak zorundayız. Bu süre boyunca kullandığımız gücü, enerji olarak harcamış veya hareket ederek kullanmış oluruz; yani hareket etmek, enerji harcamak veya iş yapmaktır veya yol almaktır. (Matematiksel olarak; harcanan enerji ve yapılan iş, kas veya motor gücünün oluşturduğu kuvvet ile alınan yolun çarpımına eşittir: “Enerji=İş= Kuvvet x Yol”). Duygunun İngilizce karşılığı “emotion”dur. Türkçe olarak duygu, hareket enerjisi anlamına gelir. Hareket (kinetik) enerjisi, hareket edilen süre boyunca harcanır ve yol almış veya iş yapmış oluruz; yani hareket enerjisi harcanırken aynı zamanda iş yapmaktadır. Duygularımız hareket eden enerjilerdir; yani iş yapmak için duyguların zamana ihtiyacı yoktur; çünkü hareket enerjisi varsa, zaten o anda iş (eylem) yapılmaktadır. 45 Kontrol edilemeyen (yönetilemeyen) güç güç değildir. Sonuç olarak; duygu, enerji olduğu için beynimiz herhangi bir duyguyu hisseder hissetmez harekete (eyleme) geçmektedir. Düşünce ise güç olduğu için, harekete (eyleme) geçmeden önce zamana gereksinim duyarız. Duygular dörtnala koşan atlar gibidir; bu atları sadece düşünce gücümüz ile dizginleyebiliriz. DDY için duygularımızı ve düşüncelerimizi yönetmek zorundayız. (Bu konuyu Duygular ve Duyguların Yönetimi başlığı altında irdeleyeceğiz.) B5- BİLİNÇ VE DÜŞÜNCE GÜCÜNÜ GELİŞTİRME Bilgisayar ve cep telefonu gibi, sözde elektronik beyni olan ürünlerin içindeki program (bilinç) geliştirildikçe, ürünün donanımı (yetenekleri) yetersiz kaldığı için; yani yeni geliştirilen programlar eski donanımlarda çalışamadığı için; ürünün elektronik donanımı da geliştirilmek veya komple değiştirilmek zorundadır. Bu tür ürünlerde yazılım, bilgisayar mühendisi tarafından geliştirilirken, bu yazılımların çalışabileceği elektronik donanımlar da elektronik mühendisleri tarafında sürekli geliştirilmek zorundadır. Oysa yaradılışından itibaren, sınırsız bir düşünce gücüne sahip olan beynimizin yapısının ve yeteneklerinin geliştirmesine gerek yoktur. Yapmamız gereken sadece, yeni bilinç boyutları edinerek, bilinç alanımızı genişletmek ve bilinç alanımıza daha fazla bilinç depolamaktır. 46 Kendi oluşturduğumuz küçük bir bilinç (seviyesi) ile var olan düşünce gücümüzü ve yeteneklerimizi kullanarak, yeni yeni bilinç boyutları edinebiliriz ve bilinç alanımızı sürekli genişletebiliriz. Gelişen bilincimiz ve düşünme gücümüz ile bir kar topunu yuvarlar gibi, bilincimizi ve düşünme gücümüzü aynı anda ve sınırsız bir şekilde arttırabiliriz. Düşünce gücü, bilinç geliştirilerek arttırılabilir ve bilinç, düşünce gücü artırılarak geliştirilebilir. (Bu konuyu Bilinç Akışı, İlham, Esinlenme ve Çağrışım başlığı altında irdeleyeceğiz.) Bu sınırsız gelişimin önünde, beynimizin sabit olan yapısı ve yeteneklerimiz hiçbir engel oluşturmaz. Bilinç öncesi-bilinçaltı, ego-huy ve bastırılmış duygular gibi değişim ve gelişim önündeki gerçek engeller, biz farkında olmadan beynimizin bir köşesine gizlenmiş, bizden (öz kişiliğimizden) saklanmaktadır; ancak içsel yolculuk yaparak ve kendimizi tanıyarak bu engelleri keşfedebilir ve yönetebiliriz. Bu konuları, çok sayıda örnek vererek ve ayrıntılı olarak ilgili başlıklar altında irdeleyeceğiz. Bildiğiniz gibi dünyamız uzunluk, genişlik, derinlik gibi üç fiziksel boyuta ve göreceli olduğu varsayılan zaman boyutuna sahiptir. Örneğin; dikdörtgen şeklinde kesilmiş bir mermer parçasının hacmini oluşturan üç boyutu, bizim görebildiğimiz fiziksel boyutlardır. Mermer parçasının; ağırlık, kütle, yoğunluk, iç yapısını oluşturan maddeler, moleküller, atomlar, çevresel şartların değişimi ve ilerleyen zaman sürecinde mermerin fiziksel, kimyasal yapısında oluşabilecek değişikler gibi göremediğimiz ama düşünerek, 47 ölçerek, inceleyerek, analiz ederek fark edebildiğimiz boyutları da vardır. Dünyamızın ve insanın, gördüğümüz boyutları dışında sayılamayacak kadar çok boyutu vardır. (Bu konuyu Kozmik Bilinç ve Kader Bilinci başlığı altında irdeleyeceğiz.) Önceki paragraflarda insanın; fiziksel, zihinsel, duygusal (ruhsal) ana boyutları ve bunları oluşturan alt boyutlar olduğunu söylemiştik ve DDY için, zihnimizin bilinç alanına deneyimleyerek aktarmak zorunda olduğumuz insan yaşamını oluşturan boyutların her birini bilinç boyutu olarak tanımlamıştık. Yaşamla ilgili bütün boyutların hepsi bilincimiz ile ilgili olduğu için, yani insan yaşamını oluşturan bütün boyutları, zihnimizin bilinç boyutu ile fark ederek ve öğrenerek bilinç alanımızda sakladığımız için, yaşamı oluşturan boyutları bilinç boyutu olarak tanımlamıştık. Düşünceleriniz ne ise hayatınız odur. Hayatınızın gidişini değiştirmek istiyorsanız, düşüncelerinizi değiştiriniz. Şimdi sizlere soruyorum: Şu anda içinde bulunduğunuz dünyayı (doğayı), sadece görebildiğiniz üç fiziksel boyutu ile yaşamak yerine, görünmeyen diğer boyutlarını da fark ederek yaşamak istemez misiniz? Şu anda içinde bulunduğunuz bedeninizin sadece görebildiğiniz fiziksel boyutunu (duyularınızı) yaşamak yerine, görünmeyen zihinsel ve duygusal (ruhsal) boyutlarını fark ederek yaşamak istemez misiniz? DDY, insanoğlunun içinde yaşadığı bedeninin (iç dünyasının) ve içinde yaşadığı doğanın (dış dün48 yasının) görünen ve görünmeyen bütün boyutlarının bilincine vararak yaşamasıdır. Şimdiye kadar yaşadınız mı? Şu anda yaşıyor musunuz? Yarın yaşıyor olacak mısınız? Bundan sonra (doya doya) yaşamak istemez misiniz? Yaşayıp yaşamadığınızın farkına varmak istiyorsanız, aşağıda ‘İNSAN YAŞAMININ BİLİNÇ BOYUTLARI VE İÇSEL YOLCULUK’ ana başlığı altında irdeleyeceğim konuları okumaya devam ediniz. Yaşamak istiyorsanız, bu bilinç boyutlarını bilinç alanınıza oya gibi işleyiniz. Doya doya yaşamak istiyorsanız, bu bilinç boyutlarınızı içselleştirerek (içsel yolculuk yaparak) kullanmaya başlayınız. Hiçbirini istemiyorsanız; ölümü korkarak beklemek yerine , hemen intihar edebilirsiniz. C- İNSAN YAŞAMININ BİLİNÇ BOYUTLARI VE İÇSEL YOLCULUK İnsan yaşamının üçüncü ana boyutu olan duygusal bilinç ve duygular konusuna geçmeden önce, kişiliğimizi oluşturan bilinç boyutlarını incelememiz daha yararlı olacaktır. Bu nedenle, önce doya doya yaşamamızı engelleyen Bilinç öncesi ve Bilinçaltı, Kişililik ve Ego gibi kişilik boyutlarını ve İçsel Yolculuk konusunu ayrıntılı irdeleyeceğim ve bu konuların daha iyi anlaşılabilmesi için çeşitli modellemeler, benzetmeler yapacağım ve yaşanmış örnekler vereceğim. Bu bölümde kişiliğimizi oluşturan bilinç boyutlarını irdelerken; kızgınlık, öfke duygusunun yönetimi ile ilgili bir örnek vererek; bilinç boyutları ile duygular arasındaki ilişkiyi irdelemiş olacağız. Bu bölümün ardından ise İNSAN YAŞAMININ DUYGUSAL BO49 YUTU (DUYGUSAL BİLİNÇ) VE DUYGULAR ana başlığı altında, bütün duyguları tek tek tanımlayarak bize hissettirdiklerini irdeleyeceğiz ve olumlu veya olumsuz bütün duyguların içerdiği enerjiyi olumlu yönde kullanmayı (yönetmeyi) örnekler vererek öğreneceğiz. Ayrıca duygusal boyutumuz ile ilgili ruhsal bilinç, kozmik bilinç, sevgi bilinci gibi DDY için gerekli olan diğer bilinç boyutlarını ve depresyon, anksiyete ve panik atak hastalıklarını aynı ana başlık altında irdeleyeceğiz. Aşağıda irdeleyeceğim kişilik bilinci ile ilgili alt boyutları okurken, düşünerek şu sorulara yanıt vermenizi istiyorum: Biz kendi oluşturduğumuz bilinç ve kişilik ile kendi kendimizi yönetebiliyor muyuz? Kendi kendimizi yönetmek ve DDY için, sahip olduğumuz bilinç boyutları yeterli midir? Zihnimizde biz farkında olmadan oluşan bilinç öncesi, bilinçaltı ve ego boyutları bizi yönetebilir mi? Yani bizi başka kişiler mi yönetiyor? Bizi başkaları yönetiyor ise, doya doya yaşayabilir miyiz? C1- İÇSEL YOLCULUK VE GELİŞMİŞ KİŞİLİK Kendini tanı! Kendi kişiliğimizi oluşturan görünür veya görünmez bütün boyutlarının (kişilik boyutlarımızın) farkına varma ve yönetme işlevini, içsel yolculuk yapma (içselleştirme) olarak tanımlayabiliriz. İçsel yolculuk yapmayı, akarsuyun kaynağına doğru, akıntıya karşı yüzmeye veya denizin derinliklerine doğru dalmaya benzetebiliriz. Bu nedenle içsel yolculuk yapmak çok zordur; çünkü içsel yolculuk 50 yapmanın önündeki en büyük engeli kendimiz (kişilik boyutlarımız) oluştururuz. İçsel yolculuğun önünde yaradılışımızdan gelen doğal tek bir engel vardır; o da kendi, görünen (olumsuz) kişiliğimizdir. Işık kişinin kendi karanlık yüzüyle yüzleşebildiği ölçüde ortaya çıkar. Bu yüzden kendin olmak cesaret ister. Yaşam cesurları sever. Bu durumu ay tutulması örneği ile açıklayabiliriz: İçsel yolculuk yapmayı, ayın ışığından yararlanarak, görünmeyen kişilik boyutlarımızı aydınlatmaya (fark etmeye) benzetelim. Daha önce kendi oluşturduğumuz bilincimizi güneşe benzetmiştik, kişiliğimizi ise dünyaya benzetelim. Ay tutulduğu zaman, Güneş ile Ay arasına Dünya girmektedir. Dünya’nın Güneş’e bakan yüzü tam olarak aydınlıktır; yani kendi bilincimiz, kişiliğimizin görünür boyutlarını aydınlattığı için bu boyutlarımızı kolayca fark edebiliriz ve yönetebiliriz. Dünya’nın Ay’a bakan yüzü ise, Dünya sırtını Güneş’e çevirdiği için karanlıkta kalır. Ayrıca, ana ışık kaynağı olan Güneş’ten Ay’a doğru gidecek olan ışığa da Dünya araya girerek engel olduğu için, Ay’a bakan yüzünün Ay’dan yansıyacak olan ışığı almasına, Dünya kendisi engel olmuş olur; yani bilincimizin, görünmeyen kişilik boyutlarımızı aydınlatmasına (fark etmesine), bilinç boyutlarına (ışınlarına) sırtını dönen kendi kişiliğimiz engel olmaktadır. Ayrıca, bilincimizin başka kişileri aydınlatmasına veya aydınlanmış kişilerin bizi aydınlatmasına yine kendi kişiliğimiz (egolarımız) engel olmaktadır. 51 İçsel yolculuk yaparak, kendinizi tanıyarak, kendinizi aydınlatarak, kendinizi saflaştırarak, kendi bilincinizi ve değer yargılarınızı kendiniz oluşturarak, kendinizin en iyi versiyonunu; yani en aydın ve en gelişmiş kişiliğinizi, en saf ve en temiz kişiliğinizi, en güçlü ve en güvenli (kendine güvenen ve güvenilen) kişiliğinizi oluşturabilirsiniz. İçsel yolculuk yapmayı kısaca içselleştirme olarak adlandırabiliriz. İçsel yolculuk yapmış insan; kendini tanıyan insandır, aydınlanmış insandır, saflaşmış insandır, öz güvenli ve güçlü insandır, gelişmiş (kişisel gelişimini tamamlamış) insandır. Gelişmiş insan çocuğun saflığına, temizliğine, doğallığına ve merakına; gencin gücüne, enerjisine, cesaretine ve coşkusuna; yetişkinin öz güvenine, öz değerlerine, sorumluluğuna ve olgunluğuna sahip insandır. İnsan inandığıdır. İçsel yolculuk yaptığınız zaman yalnızlıktan kurtulmuş olursunuz. Yalnızlık korkunuz kendiliğinden ortadan kalkmış olur. Çocukla çocuk, gençle genç, yetişkinle yetişkin olan üç arkadaşınız olur. Yetişkin kişiliğiniz şimdi kullandığınız (görünen) olumsuz kişiliğinizdir. İçsel yolculuk yaptıktan sonra, yeni oluşturacağınız gelişmiş (bilge) kişiliğinizi de sayarsak dört arkadaş olursunuz. Dört kişiliğe sahip olmak ve bu kişilikleri yönetmek zordur; çünkü görünen (yetişkin) kişiliğinizin egosu yüksektir. O, bu yeni üç arkadaşı pek sevmez, kıskanır, nefret eder ve onlarla dost olmak istemez. Dört kişiliğe sahip olmak, ikiyüzlü olmak ve ikiyüzlü davranmak değildir. Gelişmiş kişiliğimizin; çocuk, genç ve yetişkin kişiliğimizi 52 (görünen olumsuz kişilik boyutlarımızı) ve yeteneklerimizi yönetmesidir. DDY, işte bu dört arkadaşın dost olarak ömür boyu birlikte doya doya yaşamasıdır. Matematiksel olarak, “Bilge Kişilik= Çocuk + Genç + Yetişkin Kişilik” olarak tanımlanabilir. Kitap taslağını bitirdikten sonra, yakınlarımın önerileri doğrultusunda, kitabı yeni baştan ele alacağım ve kitabı çocuk ve genç Necdet’in duygularına önem vererek düzenlemeye başlayacağım; fakat Mühendis Necdet’in kitapta etkisi çok fazla. Baksanıza biyografisinde iş başvurusu yapar gibi sadece kendi mesleki ve iş deneyimlerini yazmış, çocukluk (ilköğretim) ve gençlik (lise, üniversite) hayatından hiç bahsetmemiş. Mühendis Necdet farkında olmadan, çocuk Necdet’i kendi iç derinliklerine neden ve nasıl gömdüğüne, genç Necdet’i yıllar boyunca neden ve nasıl baskı altında tuttuğuna ve onların (doya doya) yaşamasına neden izin vermediğine hiç değinmiyor. Mühendis Necdet’in ardı ardına iki kez hasta olmasının ana nedeni, çocuk ve genç Necdet’in duygularının, sürekli olarak kendisi tarafından bastırılmış olması değil mi? Şimdi Mühendis Necdet, bu durumun farkında ve kendi içindeki çocuk ve genç Necdet’i canlandırmaya ve kendini “Bilge Necdet”e dönüştürmeye çalışıyor. Mühendis Necdet olarak adlandırdığım yetişkin Necdet, çok güçlü ve baskın bir kişiliğe sahip. Mühendis Necdet matematiği ve mantığı çok sever: “Bilge Necdet= Çocuk + Genç + Mühendis (yetişkin) Necdet” olarak formül bile oluşturdu. Kendi yazdığı formüle göre, Mühendis Necdet’in 1/3 oranında söz alma ve karara katılma hakkı var. Bil53 ge Necdet diğer Necdetleri yönetecek, Mühendis Necdet her istediğini yapamayacak, onun gerçek hayattaki bilgi ve deneyimlerinden Bilge Necdet yararlanacak; fakat son kararı ona bırakmayacak. Bir yarış atı gibi çok güçlü ve hızlı (aceleci) olan Mühendis Necdet’i zapturapt altına almak, dizginlemek ve yönetmek çok zor. Bundan sonra, çocuk ve genç Necdet’in duygularını, beklentilerini ve görüşlerini öğrenerek son kararı Bilge Necdet verecek. Uçurtmalar rüzgâr gücü ile değil , o güce karşı koydukları için yükselir. Önceki konularda olduğu gibi, bundan sonraki konuları okurken de, benim sizin damarınıza bastığımı hissetmeniz çok doğal; çünkü kişisel gelişiminizi tamamlamak için içsel yolculuk yaparken, bütün suçu görünen kişiliğiniz yani siz üstlenmek zorundasınız. Bütün konuları bilimsel olarak açıklamaya ve ukalaca örnekler vermeye özen gösteriyorum. Kendimi sizden üstün ve bilgili göstermek (egomu tatmin) için entel ve çokbilmiş davranmıyorum. Sizi dürterek; sizlerin düşüncelerine, fikirlerine, inanışlarına, değer yargılarına karşı içinizde daha farklı ve baskın bir iç ses ve merak uyandırmaya çalışıyorum. Böylece sizin kendi içinizde çatışma yaratarak; doya doya yaşamanın önemini, gerekliğini vurgulamaya ve doya doya nasıl yaşanabileceğini daha etkili anlatmaya çalışıyorum. DDY, merak olmaz ise olmaz. C2- KİŞİLİK BİLİNCİ Kişilik ve bilinç ile ilgili kavramları tanımlamak için, Sigmund Freud’un Psikanalizim Teorisi’nden ya54 rarlanacağım; fakat Freud’un bu kavramları tanımlamak ve açıklamak için kullandığı buz dağı benzetmesini tepe taklak edeceğim. Bana göre buz dağı benzetmesi terstir. Freud’un, buz dağının suyun altında kalan (görünmeyen) kısmında olduğunu söylediği kişilik boyutlarımız suyun üzerinde, buz dağının suyun üzerinde olan (görünen) kısmında olduğunu söylediği kişilik boyutlarımız ise suyun altındadır. İçsel yolculuk yapabilmek (kendi kişilik boyutlarımızı fark edebilmemiz ve yönetebilmemiz) için, denizin üzerinde olan kişilik boyutlarımız görünürde olduğu için ve zaten bu kişilik boyutlarımızı kullanmakta olduğumuz için çok kolay farkına varacağız. Hâlbuki denizin altında görünmeyen yetenek ve kişilik boyutlarımızın farkına varabilmemiz için denizin derinliklerine doğru dalmamız gerekmektedir. Önce, derinliklere dalmayı ve ciğerlerimize doldurduğunuz hava ile uzun süre su altında kalmayı öğrenmek (öz bilinç, öz kişilik, öz güven edinmek) zorundayız. Suyun altında kalan, şimdiye kadar hiç kullanmadığımız yetenek ve kişilik boyutlarımızın farkına vararak, görünmeyen bu yetenek ve olumlu kişilik boyutlarımızı suyun yüzeyine çıkarabilmek için öz bilincimizi, öz kişiliğimizi ve öz güvenimizi geliştirmemiz gerekmektedir. Dışarıya bakan rüya görür, içeri bakan gerçeği . İçsel yolculuk yapmak, görünmeyen yetenek ve kişilik boyutlarımızı ortaya çıkarmak ve şimdiye kadar hiç kullanmadığımız bu yetenek ve kişilik 55 boyutlarımızı (gelişmiş kişiliğimizi) kullanarak, yanlış ve olumsuz olarak kullanmakta olduğumuz görünen kişilik boyutlarımızı yönetmeye başlamaktır. İçsel yolculuk yapmadan önce kullanmakta olduğumuz olumsuz kişilik boyutlarımız, aslında bizi yönetmektedir ve doya doya yaşayabilmemize engel olmaktadır. DDY için, içsel yolculuk yaptıktan sonra olumsuz kullandığımızı fark ettiğimiz kişilik boyutlarımızı bastırmaya ve yok etmeye çalışmak da yanlıştır. Olumsuz duyguları yönetme konusunda olduğu gibi, biz var olduğumuz süre boyunca var olacak olan olumsuz kişilik boyutlarımızın enerjisini, olumlu yönde kullanmayı (yönetmeyi) başarmamız gerekiyor. Kontrol edilmeyen (yönetilemeyen) güç, güç değildir. Var olan enerji hiçbir zaman yok olmaz, başka bir enerjiye dönüşür (bk. EK-3 ELEKTRİK VE BİYOENERJİ) veya harcanarak bir iş yapmış olur. Olumsuz kişilik boyutlarımız ve duygularımız hiçbir zaman yok edilemez. Kişilik boyutlarımızın ve duygularımızın enerjisini olumlu yönde kullanarak (yöneterek), daha yararlı bir başka enerjiye (işe); yani yararlı bir eyleme, davranışa dönüştürebiliriz. Otomobilin gücünü oluşturan ve belirleyen silindirler içinde sıkıştırılan benzin, buji uçlarında oluşturulan kıvılcım (elektrik akımı) ile ateşlenerek patlatılmaktadır. Silindir içindeki benzini daha da sıkıştırmaya (bastırmaya) devam ederseniz kendiliğinden patlar. Olumsuz kişilik boyutlarımız ve duygularımız da enerji içerdiği için hiçbir zaman yok edilemez. Sürekli bastırmaya devam ederseniz, birgün kendiliğinden pat56 lar ve bu patlama hem size hem karşınızdaki kişiye zarar verir. (Bu konuları Kişisel Özellikler ve Kişilik Yönetimi ve Depresyon, Anksiyete ve Panik Atak başlıkları altında irdeleyeceğiz.) DDY için, olumsuz kişilik boyutlarımızın ve duygularımızın enerjisini, olumlu yönde kullanmayı (yönetmeyi) öğrenmemiz gerekiyor. Olumsuz kişilik boyutlarımızın ve duygularımızın nasıl yönetileceğini aşağıdaki konular içinde örnekler vererek ve benzetmeler yaparak açıklamaya çalışacağım. C3- KİŞİLİK BİLİNCİ GELİŞTİRME Kavram kargaşasını önlemek için bundan sonraki paragraflarda, farkında olarak kendimizin oluşturduğu kişilik boyutlarımızın başına ÖZ kelimesi getireceğim (öz bilinç, öz kişilik, öz güven gibi). Başında ÖZ olmayan boyutlar ise bizim farkında olmadan sahip olduğumuz kişilik boyutlarımızı ifade etmektedir. Freud’un buz dağı örneği ile ilgili açıklamaları görsel olarak internette bulabilirsiniz. Freud’un tek bir buz dağı içinde, birbiri ile ilişkilendirerek gösterdiği kişilik boyutlarını daha basit anlatabilmek için, ben üç ayrı daire kullanacağım. Her bir dairenin üç katmanı bulunmaktadır. Zihninizde her bir daireyi, küçük bir çember, onu çevreleyen orta büyüklükte bir çember ve onu çevreleyen daha büyük bir çember olarak canlandırın. Küçük çemberin alanı iç katman, küçük çember ile orta çember arasındaki alanı orta katman, orta çember ile büyük çember arasındaki alanı dış katman olarak adlandıracağım. Sonra bu 57 üç daireyi (üç boyutu) birleştirerek üç katmanlı bir küre oluşturalım. Üç dairenin iç katmanları birleşerek kürenin iç katmanını, orta katmanları birleşerek kürenin orta katmanını, dış katmanları birleşerek kürenin dış katmanını oluştursun. Freud, insan zihnini oluşturan katmanları (boyutları) buz dağına benzeterek üç katmanlı ve iki boyutlu olarak incelemiştir. Ben zihnimizi, üç katmanlı ve dünyamız gibi üç boyutlu bir küreye benzeterek açıklayacağım. Bu boyutların hepsi zihnimizin bilinç boyutunda oluştuğu, saklandığı için ve kişiliğimizi oluşturduğu için bu konuyu, insan yaşamının bilinç boyutları (kişilik bilinci) olarak adlandırmıştım. Zihnimizde canlandırdığımız üç boyutlu ve üç katmanlı küreyi, kişilik bilinci (küresi) olarak tanımlayabiliriz. Doğuştan itibaren yaşam süreçlerimiz boyunca ilk önce iç katman, sonra orta katman ve en son dış katman oluşmaktadır. Cehennem yerinde hiçbir ateş yoktur, herkes kendi ateşini yanında götürür. Kişilik küresinin dış katmanı, insandan insana geniş veya çok dar olmaktadır; bazı insanlarda dış katman hiç oluşmamaktadır; yani başına öz kelimesi ilave ettiğim kişisel yetilerimizin ve işlevlerimizin, varlığı yokluğu ve azlığı çokluğu her insan için farklıdır ve her insanın kendisi tarafından (bilinç alanını oluşturarak ve genişleterek) oluşturulabilir ve arttırılabilir. Bu nedenle her insanın dünyası (kişilik küresi) farklıdır. İnsanların bakış açısı ve dünya görüşü farklı olduğu için her insanın farklı bir dünyası 58 vardır ve yaşamdan ne algıladığı, yaşama amacı, yaşam tarzı farklıdır. Kişilik bilinci gelişmiş kişiler (gelişmiş insanlar), cennetin veya cehennemin bu dünyada yaşandığının farkında oldukları için kendi sahip oldukları iç ve dış dünyalarını cennete dönüştürerek, ömür boyu doya doya yaşarlar. Kişilik bilinci gelişmeyen insanlar ise kendilerine öbür dünyada olduğu öğretilen cennette yaşama umudu ile sahip oldukları iç ve dış dünyada cehennemde yaşıyor (ilköğretim yaşında, bilincinde ölmüş) gibi ruhsuz ve cansız bir şekilde yaşarlar. (bk. EK-4 SANAL CENNET) Bilinç boyutlarımızı arttırarak (bilinç alanımızı genişleterek) kişilik küresinin dış katmanını genişletebiliriz. Dış katmanın genişlemesi, bizim farkında olarak kendi oluşturduğumuz öz bilinç, öz kişilik, öz güven gibi olumlu kişilik boyutlarımızı arttırdığı için içsel yolculuğu daha kolay yapabilir ve kişisel gelişimimizi daha kolay ve daha kısa sürede tamamlayabiliriz. Ayrıca kürenin iç ve orta katmanında biz farkında olmadan oluşan zayıflık (zaaf) ve olumsuz kişilik boyutlarımızı, gelişmiş kişiliğimiz ile kolayca yönetebiliriz; yani dış katman genişlediği için (gelişmiş kişiliğimiz istemediği sürece) iç ve orta katmandaki zaaf ve olumsuz kişilik boyutlarımız yırtık dondan çıkar gibi zırt pırt (kendiliğinden) dışarı çıkamaz. Şimdi kişilik bilincimizin (küremizin) katmanlarını oluşturan bu üç boyutu (üç daireyi) ayrı ayrı inceleyelim. 59 C4- KİŞİLİLİK BİLİNCİ BOYUTLARI VE KİŞİLİK KATMANLARI C4.1- BİLİNÇ: Kişilik küremizi oluşturan birinci boyutu BİLİNÇ olarak adlandırabiliriz. “Bilinç= Bilinçaltı + Bilinç öncesi + Öz Bilinç” katmanından oluşmaktadır. Öz bilinci, kendi oluşturduğumuz bilinç (akıl) olarak önceki bölümlerde çok ayrıntılı olarak irdelemiştik. Bu dairenin orta ve iç katmanı bilinç dışı olarak da tanımlanabilir. Matematiksel olarak, “Bilinç Dışı= Bilinç Öncesi + Bilinçaltı”dır. Zihnimizin bilinç alanında ilk önce bilinçaltı (iç) katmanı, daha sonra bilinç öncesi (orta) katmanı ve en son öz bilinç (dış) katmanı oluşmaktadır. Bilinçaltı: Bilinçaltı; insanoğlunun açlık, susuzluk, kaka yapma, cinsellik ve saldırganlık gibi temel ihtiyaçları ve derin arzuları (hayvansal dürtüleri) ile ilgili olarak doğuşumuzdan itibaren var olan ve kalıtsal olarak oluşan bilinç katmanıdır (sürüngen beynimizdir). Ayrıca farkında olmadan, yaşadığımız korku verici ve üzücü olaylar sonucunda oluşan korku (asansöre, uçağa binme ve fare, köpek korkusu gibi) ve bastırmış olduğumuz duygularımız, zihnimizin bilinçaltı katmanında saklanmaktadır. Panik atak ve anksiyete hastalığı olarak ortaya çıkan, bilinçaltı korkuların ve bastırılmış duyguların enerjisi hipnoz yöntemi ile veya rüyalar ile atılabilmektir. Zihnimizin bilinçaltı katmanında duygular tarafından oluşturulan ve bastırılan enerjinin, silindirde sıkıştırılan benzin gibi bir gün bir kıvılcım ile (tetikleyen bir sebep ile) veya sürekli ve aşırı 60 bastırılması ile kendiliğinden patlayarak bilincimizi karıştırması (darmadağın etmesi) kaçınılmazdır. (Bu konuyu Depresyon, Anksiyete ve Panik Atak başlığı altında irdeleyeceğiz) Bilinçaltındaki kayıtlar bilince çıkmadıkça, karşımıza kader olarak çıkar. Bilinç Öncesi: Yaşadığımız toplumda, çevrede, evde farkında olmadan öğrendiğimiz ve/veya biz istemeden bize öğretilen toplumun değer yargıları ve ön yargılar (tabu, gelenek, görenek, örf, âdet, töre), dinsel kurallar (dinsel inanç, inanış, vicdan), yasal kurallar (anayasa, kanun, mevzuat, yönetmelik) ve evde, okulda, işte edindiğimiz alışkanlıklar, huylar zihnimizin bilinç öncesini katmanında saklanmaktadır. (bk. EK-5 ÖZGÜRCE VE FARKLI YAŞAMAK) Öyle bir dünyada yaşıyoruz ki bir ön yargıyı yok etmek , atomu parçalamaktan daha zordur. Öz Bilinç: Farkında olarak, isteyerek öğrendiğimiz ve deneyimleyerek, mantık süzgecimizden geçirerek oluşturduğumuz bilinç boyutları, öz değerler ve bilinçaltı, bilinç öncesi katmanlarından çıkararak kullandığımız (içselleştirdiğimiz) gerekli, olumlu, yararlı bilinç boyutları zihnimizin öz bilinç katmanında saklanmaktadır. Ey insan! Sen kendini ne sanırsın , âlem-i ekber senin içinde . C4.2- EGO: Kişilik küremizi oluşturan ikinci boyutu EGO olarak adlandırabiliriz. “EGO= İD + Ego + Süper Ego” katmanlarından oluşmaktadır. 61 İD (identification): Ego boyutumuzun temelini (iç katmanını), İD oluşturur. İD; alt kimlik, alt benlik veya ilkel benlik olarak adlandırılabilir. İD, doğuşumuzdan itibaren var olan ve kalıtsal olarak oluşan ilkel benliğimizdir; içimizdeki doyumsuz hayvandır (hayvansal kimliğimizdir). İD, kendisini yalnızca ihtiyaçlara göre ayarlayan, eleştiri kabul etmeyen, içgüdüsel ve durdurulamayan yanımızdır. İD’e verilebilecek en iyi örnek cinsellik, saldırganlık gibi arzular ve kin, öç alma gibi duygulardır. Bu yönü ağır basan birey vicdan olgusundan yoksundur. Ego: Ego, benlik veya bencilik olarak adlandırılabilir. Ego, diğer insanlara kendimizi sevdirmek, kabul ettirmek, üstün göstermek amacıyla görünür kişiliğimizi saklamak için kullanılan bir çeşit maskedir. Kişinin kendine güveni (öz güveni) arttıkça, bu maskeye olan ihtiyacı azalır. Maskeden tamamen kurtulmak için kişinin her türlü zayıflığı (zaafı) ile yüzleşip mücadele etmesi ve güçlü kişilik (öz kişilik) oluşturması gereklidir. Bu maske sanıldığı gibi zamanla değil, kişinin kendi çabasıyla (içsel yolculuk yaparak) yok edilebilir. Milliyetçilik, bizcilik, ailesine aşırı tutkunluk ve fanatik taraftarlık da egodur. (Bu konuyu Kişisel Özellikler ve Kişilik Yönetimi başlığı altında daha ayrıntılı olarak irdeleyeceğiz) Ego ben onurludur, ego gururludur, ego bilinci tutsak kılar. Süper Ego: Süper ego kendi oluşturduğumuz öz benlik, üst benlik veya vicdan olarak adlandırılabilir. Süper ego, kural ve değerler bütünlüğü içinde 62 insana yön veren ego katmandır. Bu bölüme vicdan da denilebilir. Bu bölüm daha çok emir ve yasaklara göre bir yol belirler. İyi ya da kötüyü birbirinden ayırmaya başladığımız süreçlerde gelişir ve olgunlaşır. Ata, anne, baba, çevre, okul, din ve geleneklerden öğrendiklerimizi zaman içinde içselleştirerek kendi öz değer ve öz saygımızı oluşturabiliriz. Bir bebeğin, henüz dış dünyadan olumlu olumsuz ve iyi kötü hiçbir şey öğrenmeye başlamadan önce (üç yaşlarına kadar) sahip olduğu en saf, temiz ve suçsuz kişiliğini öz benlik olarak adlandırabiliriz. Bir ben var benden de içeri . Ego, İD ve süper ego arasında dengeleyici görev yapar. Egonun temel görevi, kişisel güvenlik sağlamak ve İD’in bazı isteklerine izin vermektir. Süper ego, baba figürünün ve kültürel adetlerin içselleştirilmiş bir sembolüdür. Süper ego, İD’in gereksinim ve arzularıyla çatışma hâlindedir. Süper ego, İD’e karşı saldırgandır ve tabuları ayakta tutar. İD, ilkel benliktir ve süper ego ile sürekli çatışma hâlindedir. Ego ise ara bulucudur. Ego’nun olumlu yönüne kaba bir örnek verelim; İD: “Sıçmak istiyorum.” der, SÜPER EGO: “Oğlum ilkelsin işte, milletin içinde sıçılır mı?” der, İD: “Milletin içinde de sıçarım.” der, EGO: “Bütün millet bana bakıyor, sokağın ortasında bir çöküp bir kalkıyorum, ikinize de kıyamıyorum, gelin bir tuvalete gidelim de ikinizin de gönlü olsun...” diyerek bu içsel çatışmayı bitirir. 63 Bu arada, sözde doğal yaşamı koruyanların hobi (oyuncak) olarak beslediği, koruduğu kedi ve köpeklerin, insanların yaşam alanlarını (modern şehirleri, caddeleri, evleri ve yapay parkları) pisletmesini; yani uygarlığın içine edişini hep birlikte gözlüyoruz. Eskiden açık hava sineması gibi açık hava tuvaletleri vardı. İnsan ve hayvan dışkıları kendiliğinden gübreye dönüşerek bitkileri besliyordu. Doğanın döngüsü, evrimi, gelişimi otomatik olarak (kendiliğinden) devam ediyordu. Şimdi şehirde yaşamak zorunda bırakılan hayvanların suçu ne? Temel ihtiyaçlarını görecek yer, gömecek toprak bulamıyorlar. İnsanoğlu farkında olarak veya olmayarak kendi yarattığı pislikleri, kendi yaşamını sürdürebilmek için kendi elleriyle temizlemek zorunda kalacaktır. (bk. EK-7.E İnek ve Kedi Hikâyesi) Çünkü doğanın bu pislikleri kendi yararına dönüştürme dengesi de insanoğlunun kendisi tarafından bozulmaktadır. İnsanoğlu tarafından tasarlanan, üretilen, yapılan bütün yapay şeylerin, kendisini ve doğayı olumsuz yönde etkileyen bir yan etkisi mutlaka vardır veya zaman içinde olduğu görülecektir; çünkü insanoğlu bulunduğu ormanın içinde ağaçları keserken, ormanın alev alev yandığını ve alevlerin hızla kendisine doğru yaklaştığını fark edemiyor. Ancak alevler kendi bedenine sıçradığı zaman fark edecektir. Ormanın yok oluşunu, ormanı yaratan veya ormanın önemini ve değerini bilenler (ormana bir bütün olarak dışarıdan bakabilenler) fark edebilir. Ormanı yakararak veya keserek yok eden de insanın kişilik katmanları arasına gizlenmiş olan bireysel çıkarcılık (bencilik) özelliği; yani kendi egosu değil mi? 64 Şimdi de kişilik ile ego arasındaki farkı ve benzerliği göstermek için size bazı örnek sorular soracağım: İnsan, karşısındakini mutlu ettiğinde onun sevindiğini görmek için mi, yoksa bu mutluluk kendi başarısı olduğu için mi haz duyar? İnsan, Allah’a layık bir kul olabilmek için mi, yoksa cennete gitmek için mi ibadet eder? İnsan, diğerinin gereksinimi olduğu için mi, yoksa ne kadar iyi bir insan olduğunu göstermek için mi yardım eder? İnsan, öğretmek için mi, yoksa bilgisini gözler önüne sermek için mi bilgi verir? Yukarıdaki örnek sorulardan anlaşılacağı gibi, kişilik ile ego arasında çok ince bir çizgi bulunmaktadır. Freud’un, buz dağı örneğinde suyun üstünde olarak gösterdiği kişiliği ben, kendi oluşturduğumuz öz kişilik olarak ve içsel yolculuk yaparak (kişisel gelişimimizi tamamlayarak) geliştirdiğimiz öz kişiliğimizi ise gelişmiş kişilik olarak tanımladım. Freud’un, sanal olduğu için (zihnimizde böyle fiziksel bir alan bulunmadığı için) buz dağı örneğinde göstermediği karakteri, ben kişiliğimizin (kişisel özelliklerin) oluşmasına direkt etkisi olduğu için üçüncü kişilik boyutu olarak irdeleyeceğim. C4.3- KARAKTER: Kişilik küremizi oluşturan üçüncü boyutu KARAKTER olarak adlandırabiliriz. “Karakter= Davranış+Alışkanlık+Huy” katmanlarından oluşmaktadır. 65 Bir düşünce ekersin davranış biçersin , bir davranış ekersin alışkanlık biçersin , bir alışkanlık ekersin karakter biçersin , bir karakter ekersin kaderini biçersin . Davranış (Eylem): Davranışı, düşünce ve duygularımızın dışa vurumu veya dıştan gözlemlenebilen tutum ve tepkiler olarak tanımlayabiliriz. Başkalarının bizi kızdıran davranışları , kendimizi anlamaya yol açar. Alışkanlık: Alışkanlığı, kişiliğimizin iç ve dış etkilerle davranışını tekrarlaması veya hep aynı tutumun sergilenmesi ve aynı tepkinin gösterilmesi sonucunda oluşan şartlanmış davranış olarak tanımlayabiliriz. Alışkanlıklarımızı önce biz, sonrada onlar bizi (huylarımızı) oluşturur. Huy: Huyu, kişiliğimizin yaratılış ve ruh özellikleri veya içgüdüsel alışkanlık olarak tanımlayabiliriz. Huylarımız; hırs, gurur, inatçılık, kıskançlık, kendini üstün görme ve gösterme gibi yaratılışımızdan gelen ve/veya zaman içinde farkında olmadan büyüklerimizden edindiğimiz olumlu olumsuz kişisel özelliklerdir. Duygular gibi huylarımızın bizi yönetmesini önlemek için huyların enerjisini de olumlu yönde kullanmayı (yönetmeyi) öğrenmemiz gerekiyor. Karakter: (Öz) Karakteri; kişiliğimizin kendisine egemen olması, kendi kendisi ile uyum içinde bulunması ve düşünce, duygu ve davranışların tutarlı ve olumlu olmasını sağlayan kişisel özellikler olarak ta66 nımlayabiliriz. Asalet boyda değil soyda olmalı , incelik belde değil dilde olmalı , doğruluk sözde değil özde olmalı , güzellik yüzde değil yürekte olmalı . C5- KİŞİLİK OLUŞUMU VE İÇSEL YOLCULUK Düşünce ve duygularımız ile gösterdiğimiz tepkiler davranışları, aynı davranışların sürekli tekrar edilmesi (sergilenmesi) alışkanlıkları, alışkanlık hâline gelen davranışlar ise huyları oluşturur. Davranış, alışkanlık ve huylarımızın enerjisinin olumlu yönde kullanılması (yönetilmesi) öz karakteri oluşturur. Ayrıca, kıskançlık gibi olumsuz duygular; gurur, hırs, inatçılık gibi olumsuz huylar ve olumsuz alışkanlık, davranış ve düşünceler egomuzu besleyerek güçlendirmektedir. Bu nedenle, düşüncelerimizi ve duygularımızı yönetmeyi öğrendiğimiz zaman, karakterimizi oluşturan huylarımızı, egomuzu ve zihnimizin diğer katmanlarında gizlenmiş olan olumsuz kişisel özelliklerin hepsini birden yönetmiş oluruz. Küçük insanların büyük gururu olur. Kişilik küresinin bütün katmalarında bulunan olumlu ve olumsuz kişisel özelliklerimiz birbiri ile ilintilidir ve sahip olduğumuz kişisel özelliklerimiz, birbirini olumlu veya olumsuz yönde besleyerek güçlendirmekte veya zayıflatmaktadır. Kişilik güçlendikçe öz güven artar ve ego zayıflar, ego güçlendikçe kişilik zayıflar ve öz güven azalır. Ölüm dışındaki bütün sorunlar, üzerine gidilerek çözüldüğü zaman kişilik güçlenir. Matematiksel olarak, “Gelişmiş (güçlü) kişilik= Öz bilinç + öz benlik + öz karakter + öz 67 güven + öz sorumluluk + öz değer + öz eleştiri + öz …” olarak tanımlanır. En büyük bulmaca bir benden ibarettir. Bilinç, ego, karakter olarak üç boyutlu şekillenen kişilik (küresi) katmanlarının genişliğinin belirli düzeylerin altında olması veya yetersiz kalması gerçekten iyi olmaz. Kişiliğimizin bilinç, ego, karakter boyutlarını oluşturan katmanlar dengeli olmak zorundadır. Bu katmanlardaki dengesizlik, kişilik bozukluklarına neden olur. Kişilik küremizin her katmanında olumlu olumsuz, gerekli gereksiz, yararlı zararlı çok sayıda kişisel özellik bulunmaktadır. Kavram kargaşasını önlemek için bundan sonraki paragraflarda, kişilik küremizin üç boyutunu oluşturan bilinç, ego, karakter katmanlarında bulunan ve bizi yöneten bilinçaltı, bilinç öncesi, ego, karakter, huy, alışkanlık, davranış, düşünce, duygu ile ilgili olumsuz bütün öğeleri olumsuz kişisel özellikler ve bu katmanlarda bulunan olumlu, gerekli, yararlı bütün öğeleri ise olumlu kişisel özellikler olarak adlandıracağız. Doya doya yaşayabilmek için içsel yolculuk yapmamız, içsel yolculuk yaparak kişisel gelişimimizi tamamlamamız; yani gelişmiş kişiliğe sahip insan olmamız gerekir. Bu nedenle; (1) Dış katmanda, kendi bilincimizi ve mantığımızı kullanarak kendi oluşturduğumuz kişisel özelliklerimiz ile orta ve iç katmandan içselleştirerek dış katmana çıkardığımız olumlu kişisel özelliklerimiz bulunmalıdır. (2) Dış katmanda sadece olumlu, gerekli, yararlı kişi- 68 sel özelliklerimiz; yani öz kişiliğimiz bulunmalıdır. Matematiksel olarak, “öz kişilik= öz bilinç + öz benlik + öz karakter” olarak tanımlanabilir. (3) Olumlu, gerekli, yararlı kişisel özelliklerimizin oluşturduğu gelişmiş kişiliğimizi kullanarak, orta ve iç katmanda kalan olumsuz kişisel özeliklerimizin enerjisini olumlu yönde kullanmayı (yönetmeyi) öğrenmemiz gerekmektedir. İnsan ancak oyun oynayan bir çocuğun ciddiyetine ulaştığı zaman , kendisi olmaya çok yaklaşmıştır. Bir bebeğin henüz dış dünyadan olumlu olumsuz ve iyi kötü hiçbir şey öğrenmeye başlamadan önce sahip olduğu en saf, temiz ve suçsuz kişiliği olarak tanımladığımız öz benlik, kişilik küremizin tam merkezinde çok küçük bir nokta olarak bulunmaktadır. Öz benliğimiz, yaşımız ilerledikçe biz fakında olmadan olumlu olumsuz, gerekli gereksiz, yararlı zararlı kişilik özelliklerimiz ile üst üste üç ayrı katman ile kaplanmaktadır. En dış katmanda sürekli kullandığımız, görünen kişisel özelliklerimiz (ego maskesi) bizi yönetirken, diğer katmanlarda bulunan hayvansal ihtiyaçlarımız (derinlerden gelen istek ve arzularımız) ve korkularımız da arada bir kendiliğinden (bizim istemimiz dışında) yukarı çıkarak bizi yönetmektedir. Açlık, susuzluk, cinsellik, saldırganlık gibi yaratılışımızdan gelen (derinlerden gelen ve baskın olan) arzu ve isteklerimizi dizginlemek (yönetmek) çok zordur. Örneğin; biz açlığı değil de açlık bizi yönettiği için diyet yapmak çok zordur; ancak zihni- 69 mizi başka bir konuya tam olarak odakladığımız zaman açlığımızı unutabiliriz. Zihnimiz meşgul değilse hemen acıktığımızı hissederiz ve açlık bizi mutfağa götürür (yönetir) veya bedenimiz, zihnimiz ile birlikte aynı işe yoğunlaşmış ise açlık duymayabiliriz. Duyularımızı tam olarak kullanarak, olumsuz duygu ve düşünceleri zihnimizden geçici olarak uzaklaştırabiliriz. Bilgisayarın bir anda bir tek işlem yapabilmesi gibi, zihnimiz de bir anda bir şey düşünebilir, bir duyguyu hissedebilir veya bir duyuyu algılayabilir. Duyularımız, dış dünyada görünen nesneleri algıladığı için sanal olan (görünmeyen) düşünce ve duygulardan daha baskındır. Örneğin; elma örneğinde anlattığım şekilde yeme süreci ile bütünleşerek (duyularımızı etkin olarak kullanarak), bir şeyler yiyerek veya duş alarak veya doğa ile ilgili işler, hobiler yaparak zihnimizde olumsuz düşünce ve duygu oluşmasını önleyebiliriz. Zihnimiz, geceleri yoğunlaşacağı bir konu veya iş bulamadığı için bizim istemimiz dışında olumsuz düşünce ve duygulara dalmaktadır. Bu ise uykusuz kalmamıza veya kalkıp mutfağa gitmemize neden olmaktadır. (Bu konuyu Meditasyon ve Uyku, Rüya ve Hayal Kurma Bilinci başlığı altında irdeleyeceğiz) Ne ilginçtir ki insanlar özgürlük için ölüyor ama kendi yarattıkları tutsaklıklardan özgürleşmek için yapabileceklerini merak etmiyorlar. İçsel yolculuk yaparak, kişilik küresinde bulunan olumlu ve olumsuz kişisel özeliklerimizi fark edebilir 70 ve bunlardan olumlu olanlarını dış katmana çıkarabiliriz (içselleştirebiliriz). İçsel yolculuk, kişilik küresinin en dışından kürenin merkezine doğru yapılır. Kürenin merkezindeki öz benliğimizi ve şimdiye kadar kullanmadığımız olumlu kişisel özelliklerimizi ve yeteneklerimizi en dış katmana çıkarmak içsel yolculuk yapmaktır. İçsel yolculuk, öz benliğimiz üzerine giydirilmiş olan olumsuz, gereksiz, zararlı kişisel özelliklerden oluşan zırhı parçalamak amacıyla yapıldığı için çok zordur. İçsel yolculuk, kişilik küremizin katmanları arasından bizi yöneten ve farkında olmadan içimizde yaşattığımız, beslediğimiz ata, ana, baba, öğretmen, imam, hoca, yargıç, hâkim, yönetici, halk ve ilkel hayvana karşı savaş verildiği için çok zordur ve güçlü, bilinçli, gelişmiş kişilik gerektiren bir iştir. (bk. EK-5 ÖZGÜRCE VE FARKLI DÜŞÜNEBİLMEK) İçsel yolculuk yapmak; akarsuyun kaynağına doğru, akıntıya karşı yüzmeyi başarmaktır. İçsel yolculuk yapmak; deniz yüzeyinden dibine doğru, suyun kaldırma kuvvetine karşı dalmayı ve derin sularda nefesimizi tutarak su altında yüzmeyi başarmaktır. Şimdi, duygunun bir başka duyguya, davranışa, alışkanlığa, huya dönüşmesini; olumsuz duyguların bastırılmasını, patlamasını ve enerjisinin olumlu yönde kullanmasını; kızgınlık ve öfke duygusu örneği ile açıklayalım. Örneğin; çoğu zaman çocuklarımızın sergilediği yanlış bir davranışı ona açıklayarak anlatmak yerine, kızgınlık duygumuzu dizginleyemeyiz (yönetemeyiz) ve kızgınlığın bizde yarattığı öfke duygusu ile o 71 davranışı bir daha yapmaması için çocuğa bağırırız. Kızgınlık duygusu daha şiddetli olan öfke duygusuna dönüşür ve öfkenin olumsuz enerjisini bağırarak çocuğa aktarmış oluruz. Öfke duygusu bağırma davranışına dönüşür ve bu davranışı devamlı tekrar ettiğimiz zaman ise bağırma alışkanlığı edinmiş oluruz. Olumsuz bütün davranışlara bağırma alışkanlığı ise, olumlu olumsuz her şeye bağırma huyuna dönüşebilir. Bağırarak hiçbir olumlu sonuç elde edemeyiz. Aynı şeyler yapılarak farklı sonuçlar elde edilmez. Şimdi de aynı örneği çocuk açısından inceleyelim: Çocuğa bağırdığımız zaman, biz öfkemizin enerjisini yararsız bir iş yaparak harcamış (boşaltmış) oluruz; fakat bu defa olumsuz enerji, çocuğa aktarılmış olur ve çocuğun bize karşı kızgınlık, öfke duymasına sebep olur. Çocuk hiç cevap vermeyerek kızgınlık, öfke duygusunu içine atar (bastırır) ve bize karşı oluşan bu olumsuz duygunun enerjisini içinde devamlı bastırmaya devam eder veya çocuk da öfkesini bize bağırarak hemen davranışa dönüştürebilir. Bu kısır döngü böyle devam ederse, bir gün çocuğunuzun artık eve hiç gelmediğini görebilirsiniz. Bu örnek, bastırılan öfke duygusunun patlayarak daha kötü bir davranışa (evden kaçma eylemine) dönüşmesini göstermektedir. Bağırmadan önce kendimize düşünme süresi ayırarak (duygu enerjisini düşünce gücü ile dizginleyerek), kızgınlık duygusunun enerjisini olumlu yönde kullanabiliriz. Çocuğumuzun yanına oturarak, yaptığı 72 davranışın kendisine ve/veya bize olabilecek olumsuz etkilerini anlatarak, onu ikna edebiliriz. Yüksek sesle konuşmamızın onun kişiliğine karşı değil, yaptığı olumsuz davranışa karşı olduğunu belirterek, aynı olumsuz davranışı kardeşi yaptığı zamanda aynı tepkiyi kardeşine de göstereceğimizi açıklayabiliriz. Böylece çocuğun bilinçsizce yaptığı bu davranışın tekrar edilerek olumsuz bir alışkanlığa, huya dönüşmesine engel olmuş oluruz. Bu örnekte; kızgınlık enerjisini, düşüncenin gücü ile yöneterek yararlı bir işe dönüştürerek harcamış olduk. Hoşgörüsüzlük , kendinize güvenmediğinizin bir işaretidir. Ego ve diğer olumsuz kişisel özellikler de duygular gibi yönetildiği zaman bize faydalar sağlayabilir. Örneğin; çocuğun aynı olumsuz davranışı, annesinin gününde misafir arkadaşlarının yanında yapmış olduğunu varsayalım. Anne, arkadaşlarına kendi bilgisini ve kibarlığını gösterme (ego anneyi yönetme) durumunda olacağı için anne kızgınlık duygusunu bağırarak hemen davranışa dönüştürmeyecek, arkadaşlarının yanında hoşgörülü davranmak zorunda kalacak ve kırıtarak çocuğunu kibarca ikna etmeye çalışacaktır. Bu örnekte, bilgiçlik ve kibarlık egosu, olumsuz duygunun enerjisini olumlu yönde kullanmayı anneye öğreterek yararlı bir iş yapmış olmaktadır. Bu örnekte, düşünce değil ego duyguyu yönetmektedir. Tekâmüle engel mükemmeldir, değişime ve gelişime engel egodur. 73 Gelişmiş insan, olumsuz düşünce, duygu, davranışları ve bilinç öncesi, bilinçaltı, ego, huy, alışkanlık gibi her türlü olumsuz kişisel özellikleri düşüncenin gücü ile yönetir. Her türlü yönetsel faaliyet için yetenek, bilinç ve mantığı ile birlikte düşüncenin sınırsız gücünü kullanır; ego maskesini kullanmaz; huy ve duygularının esiri olmaz. Ben kimim ki bu kadar harika, yetenekli ve güçlü olabileyim? Kendimizin veya yakınlarımızın yaşamakta olduğu önemli bir problemi çözmek için, önemli bir hedef veya projeyi gerçekleştirmek için zihnimizi sürekli bu soruna, hedefe veya projeye odaklayarak ürettiğimiz (sürekli olarak kafaya taktığımız) düşünceler de (farkında olmadan) bizi olumsuz olarak yönetebilir. Olumlu veya olumsuz duyguların enerjisi gibi olumlu veya olumsuz düşüncenin gücü de bizi yönetebilmektedir. Sonuç olarak, bazı düşünce ve duygular huya dönüşerek bizim karşımıza kötü karakter olarak çıkabilir veya bizi depresyona sokabilir. Örneğin; yakınlarımın değişim, gelişim ve kaliteli yaşam projesi benim tek başıma, onlar adına karar vererek gerçekleştirebileceğim bir proje değildi. Bizim dışımızda kişilere bağlı olan ve yeteneklerimize uygun olmayan proje veya hedefleri gerçekleştirme şansımız yoktur. C6- KİŞİSEL ÖZELİKLER VE KİŞİLİK YÖNETİMİ Belirli hedeflere başarı ile ulaşmak için karar alma, organizasyon, örgütlenme (kadro), planla74 ma, denetim, iletişim ve liderlik işlevlerinin kullanılmasına yönetme işlevi denilir. Ülke, kurum, kuruluş, okul, iş, proje, para, gayrimenkul yönetilir ama insan yönetilemez. İnsan eğitilebilir ve yönlendirilebilir. Liderlik ve yönetme yeteneği olmayan yöneticiler, işi değil çalışanları (insanı) yönetmeye çalıştıkları için yönetme işlevini yerine getiremezler. Çalışanları baskı ve kontrol altında tutarak, kendilerinin yönetme egosunu tatmin ederler. Yukarıdaki paragrafı özellikle tekrar verdim ve DDY için yönetme yetisini ve kapsadığı işlevleri sürekli kullanmanız gerektiğini (ben önceden) biliyordum. Sizlerin de yönetmenin ne olduğunu ve hangi işlevleri kapsadığını, bu kitabı okumaya başlarken bilmeniz, öğrenmeniz gerekiyordu; çünkü yönetme kelimesini, her konuda en az bir kez kullanmak durumunda kalacağımı biliyordum. Şimdi DDY için çok önemli bir dönüm noktasına geldik. İsterseniz bu noktadan geri dönebilirsiniz; çünkü içsel yolculuk ırmağının akıntısı, kaynağa doğru yaklaştıkça giderek şiddetlenecek ve akıntıya karşı yüzmek iyice zorlaşacak. İsterseniz, ben ırmağın kaynağına yüzecek kadar güçlüyüm, azimliyim ve MERAKLIYIM diyerek, benimle birlikte yüzmeye (yazmaya ve okumaya) devam edebilirsiniz. Bundan sonraki paragraflarda, Bilinç Geliştirme Yöntemleri konu başlığı altına anlatacağım 5N1K yöntemini kullanmaya özen göstereceğim. Önce kendi kendime (ve size) işleyeceğim konu ile ilgili aklıma gelen soruları soracağım, sonra bu sorular üzerinde düşünerek ve sahip olduğum bilinci (bilinç boyut75 larını) kullanarak kendime mantıklı gelen yanıtlar bulmaya çalışacağım, son olarak ise zihnimin bu yanıtları özümseyerek (deneyimleyerek) bilinç olarak hafızasına kaydedebilmesi için kendi kendimi ikna edecek (kandıracak) açıklamalar bulmaya (bahaneler uydurmaya) çalışacağım. Sorularınıza karşılık, kendi bilinciniz ile veya araştırarak bulduğunuz yanıtlar veya başkalarının verdiği yanıtlar için bilimsel veya mantıklı açıklamalar (bahaneler) bulamazsanız, bu yanıtlar bilinç olarak değil bilgi olarak kalır. Yani bulduğunuz yanıtları sadece bilgi olarak ezberlemiş olursunuz ve bilgiyi kullanmak için bir amacınız (bahaneniz) olmadığı için kitaplardan, internetten, başkalarından edindiğiniz bilgiler hiçbir zaman uygulamaya dönüşmez; yani bilgi bilince dönüşmemiş olur. Böylece sizler ile birlikte sadece bilincimizi, düşünce gücümüzü kullanarak ve zihnimizin özümsediği (deneyimlediği) 5N1K ile Öğrenme Yöntemi adında yeni bir yöntem üretmiş (bilinç boyutu edinmiş) olduk. Şimdiye kadar böyle bir yöntem duydunuz mu? İnternetten ve kitaplardan araştırabilirsiniz. DDY kitabında ve bundan sonra yazmayı düşündüğüm kitaplarda, sistem ve yöntem geliştirebilmek için modelleme, benzetme ve korelasyon tekniğini kullanırken benim uydurduğum, hiç duymadığınız açıklamaları ve örnekleri bulacaksınız! C6.1- Kişilik Yönetimi: Yönetme işlevinin çok boyutlu olduğunu ve çok sayıda işlevi kapsadığını hiçbir zaman unutmayalım. Bu kitabı, doya doya yaşamayı öğrenmeniz amacıyla sizlere yazdığım için, yazmaya 76 devam etmek için, en azından kendinizi yönetecek kadar yönetici olmanızı istiyorum ve bekliyorum. Yönetici olmanızı ben değil siz (kendi öz kişiliğiniz), içsel yolculuk yapabilmek için, içinizdeki olumsuz kişilikleri (kişisel özelikleri) belirleyerek yönetebilmek için ve DDY için amaçlıyor ve istiyor olmalısınız. Hani “İnsan yönetilemez.” demiştin diye sorarsanız, bu soruya ben de soru ile cevap verebilirim: Kendi kendisini yönetmeyi bilmeyen insan, kendi hayatını (doya doya) yaşayabilir mi? Ben, “İnsanı bir başka insan (yönetici) yönetemez.” demiştim. Eğer sizi bir başkası yönetiyor ise siz kendi hayatınızı (doya doya) yaşıyor olur musunuz? DDY için, insan kendini yönetmek zorundadır, daha doğrusu sahip olduğu yetenekleri ve kişisel özellikleri yönetmek zorundadır. Kendi üzerine giydirilen kişilik elbisesini çıkararak, kendi için kendisinin tasarladığı ve diktiği kişilik elbisesini giymek zorundadır veya bedenine artık dar gelen bu eski elbiseyi (olumsuz kişisel özellikleri) tekrar elden (gözden) geçirerek genişletmek ve yenilemek (güncellemek) zorundadır. Allah’ın bize doğuştan verdiği içsel enerji kaynaklarının farkına varmalıdır. Sahip olduğu içsel enerji kaynaklarını olumlu, yararlı, gerekli işlerde kullanmak zorundadır. (İçsel Enerji Kaynakları için bk. D- İNSAN YAŞAMININ DUYGUSAL BOYUTU VE DUYGULAR) Yönetme işlevi gerçekten çok zordur ve sabır ister: Yönetme işlevi, çalışanların ve sizin sürekli eğitilmenizi, değişmenizi ve gelişmenizi ister. Yöneteceğiniz işler ve projeler konusunda bilgi, deneyim 77 ve bilinç boyutu edinmenizi ister. Yöneticisi (lideri) olduğunuz gurubun (toplumun) yararına strateji, hedef ve amaç belirlemenizi ister. İç ve dış dünyaya geniş açıdan bakmanızı, öngörü ve vizyon ister. Bireylerin amaç, arzu, beklenti ve gereksinimlerini bilmenizi ister. Bireylerin sahip olduğu yetenekleri ve vasıfları (kişisel özellikleri) etkin kullanabilmek için onları tanımanızı, onların olumlu ve olumsuz yönlerini (bütün kişisel özelliklerini) bilmenizi ister. Empati yapmayı bilmenizi ve öğrenmenizi ister. YÖNETME olmazsa DDY olmaz. DDY, yöneticilik yapmayı bilmektir ve kendi kişisel özelliklerimizi ve duygularımızı yönetebilmektir. Allah’ın sadece insana verdiği, sadece düşünme gücünüzü ve biraz da bilincinizi, mantığınızı kullanarak yönetme işlevinin sizden beklediği bu kadar çok isteği, çok basit ve çok kısa sürede yerine getirebilirsiniz. Nasıl mı? Beni (yazacaklarımı) izlemeye devam ediniz. Henüz ben de ne yazacağımı bilmiyorum. Bu kitabın ön sözünden son sözüne kadar ne yazacağımı ben de bilmiyordum. DDY nedir? İnsan yaşamının ana ve alt boyutları nelerdir? Bilinç boyutu nedir? Kendini tanıma, içsel yolculuk nedir ve nasıl yapılır? Duygu, düşünce ve kişisel özellikler nasıl yönetilir? İnanın hiçbir fikrim yoktu. Teknik bir insan (sayısalcı ve mantıkçı olduğum) için şimdiye kadar bu konuları hiç merak etmemiştim, hatta çok saçma olduğunu düşünüyordum. Tek bir bildiğim ve tek bir amacım vardı. Tek bildiğim, her problem için mutlaka bir çözüm yöntemi olduğu, hatta birden fazla çözüm yönte78 minin olabileceği idi. Tek amacım ise depresyon ve anksiyete hastalığını kısa sürede atlatmak idi. Başka hiçbir şey bilmiyordum. İnanın bana, DDY kitabında yazdığım hiçbir konuda ne bilinç ne de bilgi ve deneyim sahibiydim. DDY kitabının başından beri yazmakta olduğum bütün konuları, sizlerle birlikte anbean ben de yeni öğreniyorum ve benim için de yepyeni olan bilinç boyutları ediniyorum. Ben de bu kitabı yazarken, sizlere önerdiğim gibi sadece Allah’ın bana verdiği sınırsız düşünme gücünü, sadece var olan bilincimi ve mantığımı kullanıyorum. Kesin olarak zekâ ve yetenek kullanmıyorum. Bu konularda çok sığ olan bilgimi kullanıyorum ve bilmediğimi bildiğim için, benim için yeni olan bu konuları düşünerek (sorular üreterek) ve araştırarak öğrenmeye çalışıyorum. Bazı kavramları, tanımlamaları, örnekleri, modellemeleri ve benzetmeleri (kitabı yazarken düşünerek ve mantık kullanarak) kendi kafamdan uyduruyorum. Bana mantıklı geldiği için, benim bu kitapta sizlere yazmış olduğum konulara inanmak ve geliştirmiş olduğum yöntemleri uygulamak zorunda değilsiniz. DDY felsefesi; matematik, mantık ve fizik, kimya gibi bir bilim dalı değil ki size formüllerle (teorik olarak) ve deneylerle (uygulamalı olarak) kanıtlayayım. DDY, benim kafamdan uydurduğum bir felsefedir veya teoridir. DDY felsefesinde de iki kere iki dört etmeyebilir; fakat bilimsel yöntemler ile açıkladığım konulara inanabilirsiniz. Aslında bilimsel açıklamaları, modellemeleri, benzetmeleri sizin için değil, o konuda yazdıklarımı kendi kendime ispat etmek ve kendimi ikna etmek 79 için yapıyorum. Sizi değil kendimi kandırmak (inandırmak) için yapıyorum; çünkü kendi kendimi kandırabilirsem, zihnim DDY felsefesini özümseyecek, ben ise uygulamaya (deneyimlemeye) başlayacağım. DDY felsefesinin gerçekten işe yaradığını; yani yaşam kalitesini arttırdığını (deneyimleyerek) belirlediğim zaman, DDY felsefesi, yeni bir bilinç boyutu olarak ve hiç unutulmayacak bir şekilde benim zihnime kendiliğinden kaydolacaktır. Yarabbi! Bildir de ben beni bileyim, beni bilen ben ile kendime geleyim. Benim bensizliğim ile ben seni bileyim, seni bilmeyen beni ben neyleyim? Bu kitabı yazarken, ben de sizler gibi yazdığım konularda bilincimi geliştirmeye (bilinç alanımı genişletmeye ve bilinç boyutlarımı arttırmaya) çalışıyorum; çünkü doya doya yaşayabilmek için önce içsel yolculuk yaparak kendi kendimi tanımam; yani olumlu olumsuz bütün kişisel özelliklerimi öğrenmem gerekiyor. Sahip olduğum kişisel özellikleri nereden ve kimden, hangi yol ve yöntemle, niçin ve nasıl edinmişim; kaynağını öğrenmeye çalışıyorum. Kişisel özelliklerimin hangisi olumlu hangisi olumsuz, hangisi buz dağının üstünde hangisi altında, hangisi baskın hangisi bastırılmış, hangisi yönetiyor hangisi yönetiliyor, hangilerini su üstüne çıkarmam hangilerini su altına itmem gerekiyor; bunun için hangi yöntemleri kullanabilirim? Suyun altında kalan olumsuz kişisel özelliklerimi (içsel enerji kaynaklarını) nasıl olumlu yönde, yararlı ve gerekli işlerde kullanabilirim gibi, bu satırları yazarken kendi kendime çok sayıda so80 rular soruyorum. DDY için bu sorulara karşılık (bana göre) mantıklı yanıtlar bulmak zorundayım. C6.2- DDY için Olmazsa Olmazlar: İnsan yaşamının çok büyük kısmını oluşturan öğrencilik ve iş hayatında da doya doya yaşanabileceğini tekrar hatırlatmak isterim. Bunun için, ilave olarak sahip olacağımız her bir yeni bilinç boyutu, bizim için iç ve dış dünyaya yeni bir bakış açısı kazandırır. Daha önce, bize takılan at gözlüğü ile baktığımız için sadece önümüzü görebiliyorduk. Bu kitabı okuduktan sonra bilincimizi geliştirerek ön, arka, sağ, sol bütün yönleri görebileceğiz. 360 adet bilinç boyutu oluşturarak, 360 derecenin kapsadığı 360 açıdan iç ve dış dünyaya bakma, görme ve hayatı 360 boyutta yaşama olasılığı ve fırsatı bizim elimizdedir. Doya doya yaşama da budur zaten; iyi kötü, çirkin güzel, olumlu olumsuz, yararlı zararlı sonucu ne olursa olsun her ne yapıyorsak farkında olarak yapmaktır. DDY; kötü, çirkin, olumsuz, yararsız sonuçlardan ders almaktır ve iyi, güzel, olumlu, yararlı sonuçlardan zevk almaktır. Daha önce söylediğim gibi bu kitabı ben zekâmı kullanarak yazmıyorum. Her bir paragrafı ve cümleyi sahip olduğum bilinç boyutlarından herhangi biri yazıyor, hangisi yazıyor bende bilmiyorum. Bu nedenle, DDY için bilinç geliştirmek çok önemli ve çok gerekli; yani öğrenme merakı çok önemli ve çok gerekli. MERAK ve ÖĞRENME olmazsa DDY olmaz. “YÖNETME olmasa DDY olmaz.” demiştik. Bizim kişiliğimizi başkaları oluşturmuş ve başkası yönetiyor ise biz kendi hayatımızı (doya doya) yaşıyor 81 olabilir miyiz? Şu anda gerçek olan şeyler, bir süre önce HAYAL değil miydi? DDY’nin diğer önemli bir boyutu da hayal kurmaktır, düşünmektir, düşüncenin sınırsız gücünü kullanmaktır. HAYAL olmazsa DDY olmaz. DDY’nin diğer bir boyutu ise 5N1K’dır, soru sormaktır. Şimdi sorulan şeyler daha önce YANIT değil miydi? SORU ve YANIT olmazsa DDY olmaz. Tanrı’nın yarattığı her şeyi ve bilge insanların söylediği sözleri; yani YANITLARI, şimdi biz soru sorarak keşfetmeye çalışıyoruz. Yaratılmış her şey ve söylenmiş her söz zaten var ama bizim görüş açımız 360 derece değil. Problemi yaşamadan önce göremiyoruz, fark edemiyoruz. Bu nedenle DDY’nin çok önemli bir boyutu da kozmik bilinçtir; evrimleşmedir, dönüşümdür, değişimdir, gelişimdir; tümevarım değil tümdengelim tekniğidir. KOZMİK BİLİNÇ olmazsa DDY olmaz. DEĞİŞİM ve GELİŞİM olmazsa DDY olmaz. Tanrı, evrenin oluşumunu bir bütün olarak programlamış, sonra alt programlar ile evrimleşmesini sağlamıştır. İnsanoğlunun kendi yaşamı yani kaderi ile ilgili programları ise insanların kendisinin yazması için insanoğluna bırakmıştır. Neden bu programları biz değil de bizim adımıza başkaları yazıyor? Neden bizim hayatımızı onlar doya doya yaşıyor? Tanrı evreni yaratırken tümdengelim yöntemini kullanmıştır. O zaman tekrar tüme dönmek için biz de tümevarım yöntemini kullanmak durumundayız. BÜTÜNE varmadan DDY olmaz. İçsel yolculuk bütüne doğru, Tanrı’ ya doğru, içimizdeki bebeğe doğru gitmektir; emekleyerek, yürüyerek, koşarak, yüzerek, uçarak bir an önce suyun kaynağına, bütüne, Tanrı’ya, içimizdeki 82 bebeğe ulaşmaktır. DDY ise bütün insanlarla, taşla, toprakla, kediyle, köpekle, çiçekle, böcekle, ağaçla, yaprakla, denizle, karayla, havayla, suyla, geceyle, gündüzle, ayla, yıldızla, doğayla, evrenle, yaşamla, ölümle ve Tanrı ile bütünleşerek tek bir BÜTÜN olarak yaşamaktır. İçsel yolculuk bütüne doğru yapılan yolculuktur. Bütüne ulaşmadan doya doya yaşanamaz. GÖZLEM ve FARKINDALIK olmazsa DDY olmaz. C6.3- Bütün Soruların Yanıtları, Sorunun İçinde Gizlidir. Eğer soru sormayı biliyorsanız, yanıtları da zaten biliyorsunuzdur. Ana hatamız, hiç soru sormamak; hiçbir şeyi sorgulamamak; anlatılan, yazılan, öğretilen bilgileri sorgulamadan, düşünmeden, mantık süzgecinden geçirmeden kabul etmek ve/veya soru sorarak cevabını başkalarından beklemektir. Başkalarının verdiği yanıtların doğru, gerekli, önemli, olumlu olduğunu nereden ve nasıl bileceksiniz? Yine kendi düşüncenize, mantığınıza, bilincinize danışmak zorundasınız. Yanıtların, sorduğumuz soruların içinde (gizli) olduğunu biliyor musunuz? DDY kitabını yazarken benim uyguladığım gibi, önce (1) 5N1K sorularını kendi kendinize soracaksınız; sonra (2) düşünerek, araştırarak, başkalarına sorarak kendinize sorduğunuz bu soruların yanıtlarını bulacaksınız; son olarak ise (3) bilincinizi (aklınızı) kullanarak kendinize göre en mantıklı, en doğru, en gerekli, en önemli yanıtı seçecek ve zihniniz ile özümseyerek uygulamaya geçeceksiniz. Uygulamaya başladığınızda zihniniz, bunu yeni bir bilinç boyutu olarak hafızasına oto83 matik olarak ve bir daha unutmamak üzere (kalıcı olarak) kaydedecektir. Şimdi düşünün bakalım, insan hiç bilmediği bir konuda soru sorabilir mi? Hiçbir şey bilmese idi kendi kendine soru sorarak bir şeyler öğrenebilir miydi? En azından gözlem yapmayı bilmesi ve soru sorma bilincine sahip olması gerekirdi. Soru sorabilmek için en azından kulaktan dolma bir şeyler bilmemiz gerekir. Öğretmenler kendi alanlarındaki konuları çok iyi biliyorlar. Bu nedenle o konularda bir yığın sınav sorusu hazırlayabiliyorlar; yani önce yanıtlar var, sonra sorular sorulabiliyor. Önce çözümler var, sonra problemler ve sorunlar oluşuyor. Önce gündüz (aydınlık) var, sonra gece (karanlık) oluyor; önce yaşam var sonra ölüm. Başarı olduğu için başarısızlık, mutluluk olduğu için mutsuzluk, sevinç olduğu için hüzün var; yani her sorunun bir yanıtı, her problemin bir çözümü, her gecenin bir sabahı, her ölümün bir yaşamı var. Bunlar birbirine zıt değil birbirini tamamlayan (bütünleyen) kelimeler. Bunlardan biri olmazsa diğeri de olmaz. DDY; yaşamı, aydınlığı, başarıyı, mutluluğu, sevinci kaybetmeden ama ölümün, karanlığın, başarısızlığın, mutsuzluğun, hüznün ne olduğunu bilerek (farkında olarak) yaşamaktır. DDY; soru sormadan yanıtı, problem ve sorun yaşamadan çözümü (önlem almayı) bilmektir. DDY; iç ve dış dünyamızdaki olumlu, önemli, gerekli, yararlı bütün güzellikleri kaybetmeden; olumsuz, önemsiz, gereksiz, zararlı bütün çirkinliklerinin farkında olarak yaşamaktır. DDY, iç ve dış dünyamızdaki bütün güzelliklerden zevk alarak ve bütün çirkinliklerden ders alarak yaşamaktır. 84 Bu nedenle okullar, öğretmenler ve bilge insanlar gerekli. Bu nedenle eğitim şart! (bk. EK-16 EĞİTİM ŞART) Çünkü sadece eğitim, balığın sudan çıkarılmış olduğunu fark etmemizi sağlayabilir. (Bu konuyu, internetteki bilgi kirliği konusunda soracağım 5N1K soruları ile Merak, Tutku ve Öğrenme Bilinci başlığı altında açıklayacağım.) Bana, yakınlarım bir paragraf e-mail gönderiyor, ben onlara on paragraf cevap yazabiliyorum. Bunun tekniği de bilinç olarak benim zihnimde kayıtlı, ben değil bilinç otomatik olarak yakınlarıma yanıt veriyor, kesin olarak zekâ değil. Ben değil, içimde barındırdığım atalarımın (bilgelerin) ruhları yanıt veriyor. Hiçbir bilgenin, atanın, kâşifin, liderin, düşünürün söylediği hiçbir söz, deyim, kelime boş değildir. İçi yanıtlarla doludur. Bizim sorabileceğimiz bütün soruların yanıtları, bilgelerin sözleri içinde gizlidir. Soru sormayı öğrendiğimiz zaman, bilgelerin aramızda dolaşan ruhları (dilden dile dolaşan sözleri) bize yanıtı hemen getirir. (bk. EK-1 ANLAMLI VE ÖZLÜ SÖZLER) C6.5- Kişilik Yönetimi ile İlgili Bilinmesi Gereken Konular: Bu bölümden itibaren, kişilik geliştirme deyimi ile birlikte kişilik yönetimi veya kişisel özelliklerin yönetimi deyimlerini sık sık kullanacağız; çünkü kişiliğimizi geliştirebilmek için olumsuz kişisel özelliklerimizi kendimizin yönetmeye başlaması gerekmektedir. Bu nedenle, öncelikle yönetme işlevinin gerekliliklerini ve kendi kendimize yöneticilik (liderlik) yapmayı öğrenmemiz gerekiyor. 85 Önce kişililik bilinci oluşturmamız, bunun için ise içsel yolculuk yapmamız; yani kendi sahip olduğumuz olumlu olumsuz, önemli önemsiz, gerekli gereksiz, yararlı zararlı, bütün kişisel özelliklerimizin ve yeteneklerimizin, zayıf yönlerimizin, zaaflarımızın neler olduğunu belirlememiz gerekiyor. Olumlu veya olumsuz kişisel özelliklerimizin, kişilik küremizin hangi katmanında niçin, nasıl, ne zaman, kimin etkisi ile oluştuğunu bilmemiz gerekmiyor. Sonra, oluşturmaya başladığımız yeni (öz) kişilik ile kişiliğimizi geliştirmeye başlamamız; yani olumsuz kişisel özelliklerimizi, olumsuz duygularımızı, zayıflıklarımızı ve zaaflarımızı yönetmeye başlamamız gerekiyor. Siz benim dediğim bu noktadan başlayın, gerisi çorap söküğü gibi kendiliğinden gelecektir. Çorap örmek zordur (Zor olmasına rağmen, her nedense başkasının başına çorap örmeyi çok iyi beceririz.) ama sökmek çok kolaydır. Kişilik geliştirme de en zor kısım, içsel yolculuk yaparak kişisel özeliklerimizi ve yeteneklerimizi belirlemektir; gerisi geçekten çorap sökmek kadar kolaydır. Kişilik yönetimi için kişilik bilinci oluşturmamız gerektiğini söylemiştim. O zaman kişilik geliştirmek için aynı zamanda bilinç geliştirmek zorundayız. Bilinç geliştirmek için ve kişilik geliştirme yöntemi ile ilgili yeni bilinç boyutları edinmek için, düşünce gücümüzü, var olan bilincimizi ve mantığımızı kullanmak zorundayız. Sonuç olarak, kişilik yönetimi için, kişilik geliştirmek için, kişisel gelişimimizi tamamlayarak gelişmiş (BİLGE) insan olabilmek için; Allah’ın sadece insana 86 verdiği sadece düşünce gücünü, sahip olduğumuz bilinç ve mantığı kullanmamız yeterlidir. Bilincinizi geliştirdiğiniz zaman kişiliğinizi, kişiliğinizi geliştirdiğiniz zaman bilincinizi otomatik olarak geliştirmiş olursunuz. Bu nedenle önce bilinç geliştirme, sonra kişilik geliştirme yöntemlerini açıklayacağım. Bilinç ve kişilik geliştirme yöntemlerine geçmeden önce, şimdiye kadar düşünce, duygu ve kişilik bilinci ile ilgili olarak işlediğimiz konulardaki önemli cümleleri birlikte hatırlayalım: 1) Kişilik küremizin üç boyutunu oluşturan bilinç, ego, karakter katmanlarında bulunan ve bizi yöneten bilinçaltı, bilinç öncesi, ego, karakter, huy, alışkanlık, davranış, düşünce, duygu ile ilgili olumsuz bütün öğeleri olumsuz kişisel özellikler ve bu katmanlarda bulunan olumlu, gerekli, yararlı bütün öğeleri ise olumlu kişisel özellikler olarak adlandırmıştık. 2) Bir konuda karar verebilmek için düşünmemiz gerekmektedir; yani düşünce gücünü eyleme (davranışa) dönüştürebilmek için zamana gereksinim duyduğumuzu belirtmiştik. 3) “Duygu, enerji olduğunu için herhangi bir duyguyu hisseder hissetmez eyleme geçeriz; yani duygu, dörtnala koşan at gibi olduğu için duyguları sadece düşünce gücü ile dizginleyebiliriz” demiştik. 4) “Gelişmiş (kişisel gelişimini tamamlamış) insan; olumsuz düşünce, duygu, davranışlarını ve bilinç öncesi, bilinçaltı, ego, huy, alışkanlık gibi her türlü olumsuz kişisel özelliklerini düşüncenin gücü ile yönetir. Her türlü yönetsel faaliyet için yetenek, bi87 linç ve mantığı ile birlikte düşüncenin sınırsız gücünü kullanır; ego maskesini kullanmaz, huy ve duygularının esiri olmaz.”, demiştik. 5) “Bilinç geliştikçe, düşünme gücü artar ve düşünce gücü arttıkça, bilinç gelişir.”, demiştik. Sürekli ve sağlıklı düşünebilmek için ve sahip olduğu bilinci kullanabilmek, geliştirebilmek için zihnimizde boş alan bulundurmalıyız. Zihnimizi dinlendirmeliyiz ve düşünmek için zaman, mekân ayırmalıyız. (Alzheimer hastalığından da böyle kaçınabilirsiniz.) 6) “Bilinç geliştirilerek kişilik geliştirilebilir. Kişilik güçlendikçe, ego zayıflar ve öz güven artar; ego güçlendikçe, kişilik zayıflar ve öz güven azalır.”, demiştik. Şimdi, kişilik yönetimi ile ilgili olarak aşağıda vereceğim cümleleri de hafızamıza kaydedelim: 7) Hangi kişilik katmanında, hangi nedenlerle, hangi zamanda, kimlerin etkisi ile nasıl ve niçin oluşmuş olursa olsun; olumlu veya olumsuz bütün kişisel özelliklerimiz de duygular gibi enerji içermektedir. 8) İçsel yolculuk yaparak olumsuz kişisel özelliklerimizi belirleyebiliriz. Duyguları olduğu gibi, bu olumsuz kişisel özellikleri yok etmeye çalışmak ve/ veya bastırmaya çalışmak da yanlıştır. Hiçbir enerji yok edilemez ve çok bastırıldığı zaman ise patlayarak bize ve karşımızdakine zarar verir. 9) Olumlu veya olumsuz kişisel özelliklerimizin enerjisini, olumlu yönde kullanmak zorundayız. Sahip olduğumuz içsel enerji kaynaklarını olumlu yönde 88 kullanmak için yeni bilinç boyutları gerekir. Maharet gerekir. Bilincinizi ve düşünce gücünüzü kullanarak yöntemler geliştirmeniz gerekir. 10) Olumsuz duygular ve olumsuz kişisel özelliklerin bizi yönetmesine izin vermeden, bilincimizi ve düşünme gücümüzü kullanarak biz onları yönetebiliriz. Bu olumsuz enerjileri olumlu yönde kullanarak olumlu, gerekli, yararlı işler yapabiliriz ve daha sağlıklı, daha başarılı ve doya doya yaşayabiliriz. Yukarıdaki on maddeyi nasıl gerçekleştireceğiz? Hangi yöntemleri kullanacağız? Bu bölümde, kişilik yönetimi ile ilgili olarak bilmeniz gereken genel yöntemleri ve bilinç geliştirebilmek için kullanmamız gereken önemli yöntemleri açıklayacağım. Kişilik kategorilerini ve kişilik geliştirme sürecinin (yöntemlerinin) ayrıntılarını Kişilik Testi, Kendini Tanıma ve Bilgelik Çağına Geçiş başlığı altında irdeleyeceğiz; birlikte kişilik testi uygulayarak, kendimizi tanıyacağız ve örnekler vererek kişilik geliştirme sürecini başlatacağız. Ayrıca (1) çokluğu, azlığı değişmekle birlikte her insanın olumlu ve olumsuz kişisel özelliklere sahip olduğunu (2) olumsuz kişisel özelliklerin, olumlu yönde kullanılmasının kişiliği geliştirdiğini (3) kişilik gelişimi sürecinde olumsuz kişisel özelliklerin, olumlu kişisel özelliklere kendiliğinden dönüştüğünü bilmeniz gerekir. (4) Kişilik geliştirmenin önünde en büyük engeli, kendi kişiliğimizin (egonun) oluşturduğunu ve (5) bilincimizi geliştirerek kişiliğimizi geliştirebileceğimizi bilmeniz; yani bilinç ve kişiliğin birlik- 89 te geliştirilebileceğini bilmeniz gerekmektedir. Bu nedenle Freud; bilinç, bilinçaltı ve kişilik, ego katmanlarını aynı buz dağı içinde birlikte göstermiştir. Bilinç ile kişilik, tavuk ile yumurta gibi birbirini üretiyor. C6.5- Bilinç Geliştirme Yöntemleri: Bilinç geliştirme için gerekli olan bütün yöntemler birbiri ile ilintilidir. Bu nedenle, aşağıda verdiğim yöntemlerin hepsini birden kullanmanız gerekmektedir. Aşağıda yazdığım yöntemler denenmiş, uygulanmış ve başarısı kanıtlanmış yöntemlerdir; çünkü bu yöntemleri, benim gibi birçok insan fakında olmadan yıllar boyunca kullanıyor. Ben biraz önce kendime, “Ben, bilincimi geliştirmek için hangi yöntemleri kullanıyorum?” diye sordum ve şimdi kendi zihnimde zaten var olan yanıtları; yani farkında olmadan şimdiye kadar kullandığım yöntemleri, sıcağı sıcağına (unutmadan) sizler için yazmaya başlıyorum. DDY kitabında, sisteme ve yönteme yönelik olarak benim uydurduğum kavramlar, tanımlamalar, benzetmeler ve yazdığım her cümle, her kelime şimdi yazıldığından benim ve sizin için çok yenidir. Yazdığım bu yöntemleri, başka kitaplarda ve internette bulamayabilirsiniz. Benim bu kitapta yazdıklarım aynı zamanda (yüzyıllar öncesine gidecek kadar) çok eskidir. Her nedense zaman geçtikçe hiç eskimemektedir ve de insanoğlu var oldukça hiçbir zaman eskimeyecektir. (bk. EK-1 ANLAMLI VE ÖZLÜ SÖZLER) Bu sözler ne zaman söylenmiştir? Bir ömür boyunca sorabileceğimiz bütün SORULARIN YANITLARI ve yaşayabileceğimiz bütün 90 SORUNLARIN (problemlerin) ÇÖZÜMLERİ, dünyanın dört bir yanında şimdiye kadar yaşamış olan BİLGE insanların sözleri içinde gizlidir. Üstelik bilge insanların her bir sözünü hiç sorgulamadan uygulayabilir ve yeni bir bilinç boyutu olarak zihninize derhâl kazıyabilirsiniz; çünkü bu sözler, bilge insanlar tarafından özümsenerek (deneyimlenerek) üretilmiştir. Bilge sözleri için Allah tarafından verilmiş ömür boyu garanti belgesi vardır. Ben şimdi, bilge insanların yüzyıllar önce söylediği anlamlı ve özlü sözlerin içerdiği YANITLARI keşfetmek için SORULAR üretmeye çalışıyorum. Sorduğum soruların YANITLARINI ise yüzyıllar önce yaşamış bilge insanların ruhlarından (EK-1’den) öğreniyorum. Önce YANITLAR vardır, sonra SORU sorulabilir. YANIT olmazsa, SORU olmaz. SORU ve YANIT olmazsa, DDY olmaz. 5N1K ile Öğrenme Yöntemi: 5N1K yöntemi, az çok bilgi sahibi olduğunuz veya hiç bilgi sahibi olmadığınız konularda, sizi sık sık ziyarete gelen olumsuz duygular ve olumsuz kişisel özellikleri yönetmek için gerekli ve geçerli bir yöntemdir. Kendi kendinize 5N1K ile sorular sormayı öğrenmeniz gerekmektedir. Bundan sonra okuduğunuz veya size anlatılan hiçbir şeye (bilgiye) hemen inanmayınız. Sazan balığı gibi her gördüğünüz yeme (bilgiye) atlamayınız. Oltaya takılarak, kendinizi yaşam denizinizin dışında sıcak kumlar üzerinde ve/veya kızgın tava içinde bulabilirsiniz. İnsan merakını yitirdiği an ölür. 91 Önce o konuda kendi kendinize 5N1K ile sorular sorunuz; sonra kendi bilinciniz ile verdiğiniz veya kitaplardan, internetten, başkalarından edindiğiniz yanıtları kendi bilinciniz ile değerlendiriniz; daha öce bildikleriniz ile karşılaştırınız; bilgiler örtüşüyor, birbirini tamamlıyor, destekliyor veya çelişiyor olabilir. Kendinize göre mantıklı olduğunu belirlediğiniz bilgiyi, önce uygulamaya başlayınız; sonra eğer özümseyebilirseniz (hoşunuza giderse), bilinç alanınıza yeni bir bilinç boyutu (huy, alışkanlık) olarak kaydediniz. Kaydettiğiniz bu bilinç boyutu, sizler tarafından devamlı kullanılacağı için kendiliğinden zihninizde kalıcı olacaktır. (Bu konuyu Merak, Tutku ve Öğrenme Bilinci başlığı altında ayrıntılı olarak işleyeceğiz. Bu kitapta neden çok fazla modelleme ve benzetmeler yaptığımı ve neden yaşanmış örnekler verdiğimi, neden 5N1K ve korelasyon (ilinti) kurma tekniği kullandığımı sizlere o bölümde anlatacağım.) Zihni ve Hafızayı Etkin Kullanma Yöntemi: Mantıklı veya mantıksız kullanmayacağınız hiçbir bilgiyi, bilgi olarak zihninizde saklamayınız. Bilgisayarınızın hafızasından silerek çöp kutusuna gönderdiğiniz gibi hemen bu bilgiyi hafızanızdan siliniz. Edindiğiniz bilgi, size göre mantıklı ve uygulanabilir ise bilgiyi bilince dönüştürerek (deneyimleyerek), zihninizde bilinç olarak saklayınız. Mantıksız, gereksiz, uygulanabilir olmayan bilgileri hafızanızda saklayarak hem zihninizi boşu boşuna meşgul etmiş (yormuş) olursunuz hem de bilinç geliştirmek için kullanacağınız hafıza alanını, önemsiz bilgiler ile doldu92 rarak kullanmış olursunuz. Bilgisayar hafızasında olduğu gibi zihninizde, bilinç (program) geliştirmek için daha fazla alan ayırınız. Bilgi (dosya) saklamak için çok az alan ayırınız; çünkü dosyalarınızı, bilgisayara dışarıdan takabileceğiniz (flash bellek gibi) hafızada saklayabilirsiniz. Dosyalarınız gibi sonradan gereksinim duyabileceğiniz bilgileri de zihninizde saklamak yerine bilgisayarınızda saklayabilirsiniz. Ayrıca, yeni programlar ekleyebilmek için ve bu programların çalışabilmesi için bilgisayar hafızasında boş alan bulunması gerekmektedir. Aynı şekilde, yeni bilinç boyutları ekleyebilmemiz ve bilincimizi etkin bir şekilde kullanabilmemiz (zihnimizin yeni fikirler üretebilmesi) için de zihnimizde boş alan bulunması gerekmektedir. Örneğin; yakınlarıma göndermiş olduğum DDY kitap taslağını okumuş iseniz, taslakta her konu başlığı altında, parantez içinde henüz düzenli cümleler hâline getirilmemiş çok sayıda not var. Neden böyle yapıyorum biliyor musunuz? Bu kitabı yazarken her gün, her an aklıma gelen bütün fikirleri hemen kitap taslağı üzerine not düşüyorum. Böylece hem yeni fikirler üretebilmek için zihnimde sürekli boş alan bulundurmuş oluyorum hem bu fikirleri aklımda tutmaya çalışarak zihnimi boşu boşuna yormuş olmuyorum hem de aklıma gelen yeni fikirleri ve kitap üzerinde yapacağım düzeltmeleri hiçbir zaman unutmamış oluyorum. Diğer bütün işler, problemler, projeler için de düzenli not tutuyorum. Ayrıca periyodik olarak yapılması gereken işler ve tutulması geren hesaplar için bir kez zaman harcayarak, bir 93 form veya çizelge hazırlıyorum; gerektiği zaman sadece form ve çizelge içindeki bilgileri güncelliyorum. Böylece zihnimde devamlı boş alan bulunduruyor, zihnimin devamlı açık olmasını ve yorgun olmamasını sağlıyorum. Uyguladığım bu yöntem çok basit değil mi? Bilgisayarı Kendi Zihnimiz gibi Etkin Kullanma Yöntemi: Şimdiye kadar zihnimizi ve bilincimizi bilgisayara benzeterek açıklamaya çalıştım. Gerçekten de öyledir; düşünce yetisine sahip olmaması dışında bilgisayarların, sahip olduğu mikroişlemci (matematiksel ve mantıksal zekâ), bellek (hafıza hücreleri) ve program (bilinç) ile beynimizin işlevsel ve fiziksel yapısına benzetilerek tasarlandığını söyleyebiliriz. (bk. EK-6 TANRI VE İNSAN BEYNİ) Şimdi rahmetli babaannemin bir sözünü hatırladım: Bir şeyi yapmayı unuttuğu zaman “Akıl defter değil ki…”, derdi; çünkü bağ ve bahçe işleri dâhil evimizin bütün işlerinin yönetilmesi sorumluluğu babamda değil ondaydı. Beyni sürekli dolu, yorgun ve meşgul olduğu için doğal olarak bazı şeyleri yapmayı unutuyordu. Bizim gençler tuvalete bile bilgisayar ile gidiyor. Gençler bilgisayar ile iş yapmıyor, onunla bir arkadaş gibi sanal dünyada geziniyor, eğleniyor ve (boşa) zaman geçiriyor. Babaannemin bilgisayarı olsa tuvalette bile evi yönetebilirdi. Neden bütün işleri zihniniz ile yapmaya çalışıyorsunuz? Bilişim çağı, zihnimize çok benzeyen düşüncesiz (aptal) bir köle üretmiş bizim için. Bilgisayar ile iyi bir dost olarak doya doya arkadaşlık ede- 94 bilirsiniz. Yeni edindiğiniz bu yabancı arkadaşın konuştuğu dili, yeteneklerini, zaaflarını ve yapabildiği bütün işlemleri, işlevleri öğrenebilirseniz; bilgisayar iyi bir dost olarak çok etkin bir şekilde size yardımcı olmaya başlar. Bu aptal kutu hem dosyalarınızı yazar, çizer, işler hem de sizin zihninizi yormamak ve meşgul etmemek için dosyalarınız ile birlikte, size gerekli olan bütün bilgileri kendi hafızasında saklar. Muhteşem zekâlar, daima sıradan beyinlerin şiddetli muhalefeti ile karşılaşır. Ayrıca bu aptal kutu, internet dünyasının sınırsız bilgi verme gücünü ve olanağını gözünüzün önüne serer. Bu aptal kutuyu, zihninizin kölesi olarak; zihniniz ile hiçbir zaman yapamayacağınız işlemler ve işlevler için de kullanabilirsiniz. Üstelik bu aptal kutu, aptal insanlar gibi size karşı koymaz. Hiç düşüncesi olmadığı gibi hiç egosu da olmadığı için söylediğiniz bütün işleri hiç inat etmeden ve eleştiri yapmadan, tam sizin istediğiniz şekilde, çok hızlı ve hatasız olarak yapar. Var mı böyle bir başka eş ve dost dünyada? Gençler, bu dostun zararlı alışkanlıklarının farkına varın! Sakın bu aptal kutunun esiri hâline gelmeyin! İki şey sınırsızdır: (1) evren sınırsızdır (2) insanoğlunun aptallığı sınırsızdır ama birincisinden emin değilim. Düşünce Gücünü Etkin Kullanma Yöntemi: İnsanların neden bilincini geliştiremez? İnsanların çoğu, bilinç alanını genişletemez ve bilinç boyutlarını 95 arttıramaz; çünkü önemli önemsiz, gerekli gereksiz, yararlı zararlı öğrendiği bütün bilgileri hafızasında sakladığı için beyninde bilinç alanını genişletebileceği boş hücre kalmamıştır. Edindiği bilgileri kendi mantık süzgecinden geçirmeyi düşünemediği için; önemli, gerekli, yararlı ve uygulanabilir bilgileri diğer bilgilerden ayırt etmeyi düşünemediği için; bilgileri deneyimleyerek bilince dönüştürmeyi düşünemediği için; önemsiz, gereksiz, yararsız bilgileri silmek (unutmak) yerine başkalarına sürekli anlatarak (dedikodu yaparak) hafızasındaki eski kayıtları tazelediği için; kısacası düşüncenin sınırsız gücünü boş yere kullandığı için, bilincini geliştiremez. Cehennem yerinde hiçbir ateş yoktur, herkes kendi ateşini yanında götürür. Ayrıca geçmişe yönelik olumsuz düşünceleri ve/ veya geleceğe yönelik yeteneklerine uygun olmayan projeleri, sürekli zihninde tutarak; olmuş bitmiş olaylardan ders almayarak; hiçbir zaman başaramayacağı işler, projeler konusunda başkalarını suçlayarak; geçmiş ve gelecekle ilgili kendini suçsuz göstermeye çalışarak; kendini kandırarak; bazen de kendini suçlayarak ve kaderinin bu olduğuna inanarak; zihnini sadece bunları düşünmeye ayırarak; zihninde sürekli bunların üzüntü ve endişesini duyarak yaşadığı için bilinç, kişilik geliştirmeyi ve (doya doya) yaşamayı bir tarafa bırakın, insanların büyük bölümü yaşamı kendilerine ve yakınlarına zehir ederler. Bu dünyada cehennemde yaşarlar, ayrıca öbür dünyada bir başka cehenneme gerek var mı? 96 Ya çaresizsiniz, ya da çare sizsiniz. Tümdengelim Yöntemi: Ben bu yöntemi çok seviyorum ve devamlı kullanıyorum. Bu yöntemin, Tanrı’nın insanlara sunduğu en önemli armağan olduğunu ve Tanrı’nın da evreni bu yöntemle yarattığını zannediyorum. Bu yöntem, ağaca ve soyağacına çok benzemektedir. Tümdengelim yöntemine ağaç, soyağacı veya aşiret yöntemi adını da verebilirsiniz. Şimdi ben kendi soyağacımı hatırlamaya çalışıyorum: Eşim ve benim anneannelerimiz kardeştir. Eşim ve benim varoluşumun ilk noktası, her ikimizin anneannelerinin anne ve babasın yatak odasıdır. Onların yatak odasında, bizim aşiretin ilk tohumu Kırşehir topraklarına atılmıştır. O atılan ilk tohum, bir minik fidan olarak filizlenmiş ve ulu bir ağaç gibi genişleyip serpilmiştir. Bu yatak odasında eşim ve ben tüme (bütüne) ulaşıyoruz. Âdem ve Havva’da ise bütün insanlar bütüne ulaşıyor: Hepimiz kardeşiz bu kavga ne diye? Neyse konuyu dağıtmayalım; ölen kardeşlerimiz hariç eşim 6, biz 5 kardeşiz. Yine ölenler hariç kayınvalidem 6, rahmetli annem 6 kardeşler; yani 12 kuzenler. Baba-koca taraflarını ve bizlerin çocuklarını-torunlarını sayamayacağım. Gerçekten zihnimi kullanarak, aşiretin birey sayısını hesaplamak çok zor. Nasıl olsa aşiretin içinde birey sayısını zihninde saklayan biri vardır. Kendi zihnimi boşa meşgul etmektense, ona sorar öğrenirim; zaten böyle bir bilgiye şimdiye kadar hiç gereksinim duymadım. İnsanoğlunun topraktan oluştuğuna neden inanmıyorsunuz? Bütün canlıların oluşması için bir bitki tohumu 97 yeterlidir. Belgesel kanallarında anlatıldığına göre (bu kanıtlanmıştır), yaşam ilk önce denizde başlamış; sonra dalgalarla karaya vurarak, kayaya yapışan yosun parçasına benzeyen canlı (bitki) ile birlikte karada yaşam başlamıştır. Büyük patlamadan itibaren evren, dünya, bitkiler, hayvanlar ve insanlar, Allah’ın tümdengelim yöntemini kullanarak programladığı; evrimleşme, döngü, dönüşüm, değişim ve gelişimden ibarettir. Bu nedenle tümevarım yöntemini kullanırsak, yani tüme doğru gidersek, yaratıldığımız ilk noktaya, öz benliğimize ve Allah’a ulaşırız. Bu nedenle, içsel yolculuk yapmadan ve BÜTÜNE varmadan DDY olmaz. DDY kitabını yazarken uyguladığım tümdengelim yöntemini, bu kitabı bir ağaca benzeterek anlatacağım. DDY ağacına ait tohumun, toprağa neden ve nasıl atıldığını ön söz bölümünde anlatmıştım. Bir yöntem bulmak ve geliştirmek için veya bulduğunuz yöntemi kullanmak için önce bir nedeniniz (hedefiniz, amacınız) olmalı. Şimdi anlatacağım örnekte, amacımız sadece DDY kitabını yazmak olsun. Elimizde tohum var, tohumu ekeceğimiz çok verimli toprak var ve fidanı yetiştirirken kullanacağımız yöntem var. Un, şeker, yağ ve su var; annemizin kullandığı (deneyimlenmiş) yöntem ile hemen helva yapmaya başlayabiliriz. Doğal gübrelere sahip olan zihin toprağımızın çok verimli olduğunu ve tohumu yetiştirmek için kullanacağımız yöntemin çok etkin olduğunu bilmenizi isterim. Gerisi, helvayı pişirecek olan size kalmış. Benim anlatmama gerek var mı? DDY kitabını, kitabı yazma (geliştirme) süre98 ci boyunca önce bir tohuma, sonra bir filize, daha sonra bir fidana, ağaca ve ağacın gelişerek meyve vermesine benzetebiliriz. Kullanacağımız toprak benim zihnim olsun. Kullanacağım gübre, hava, su zaten zihnimde doğal olarak var (Allah’ın bana verdiği düşünce gücü, bilinç, mantık zihnimde zaten doğal olarak var.). Kullanacağım yöntem ise tümdengelim yöntemi olsun. Şimdi kitap yazabilmek için tek eksiğim şunlar: Yazacağım konular ile ilgili bilgi ve deneyime sahip değilim; ne yazacağımı, kitabın hangi konuları içereceğini, siz değerli okurların bu kitabı okurken edineceğiniz bilgileri nereden bulacağımı ve uygulamak isteyeceğiniz yöntemleri nasıl geliştirebileceğimi ve hangi sıraya göre yazmam gerektiğini henüz bilmiyorum. DDY tohumunu zihnime ektiğim zaman ve zihnimi sadece bu tohumu yetiştirmeye odakladığım zaman, ön söz de anlattığım gibi, önce DDY tohumu kendiliğinden zihnimde kök vermeye başladı ve kökler hızla gelişmeye başladı (not tutmaya başladım); sonra birgün aniden toprağın dışına filiz verdi (kitap yazma kararı verdim). Filizi büyütmeye çalıştıkça (kitabı yazmaya başlayınca), kökler daha gelişmeye ve filiz önce fidan ardından ağaç olmaya başladı. Ağacın güçlenerek meyve vermesini istediğim için ağacı yeni gübreler ile besledikçe (düşünmeye ve araştırma yapmaya devam ettikçe), ağacın hem köklerinin hem gövdesinin gelişmeye başladığını fark ettim (şu anda olduğu gibi). Ağacın kökleri ve gövdesi, tohumun atıldığı toprak ne kadar verimli ve sulak ise o kadar güçlü oluyor (Şimdi ağaç yerine yazlık villalar di99 kilen Kuşadası Davutlar’daki Karaova gibi…) ve çok çabuk gelişerek meyve vermeye başlıyor. (Kırk gün gibi kısa sayılabilecek bir sürede bu kitabı yazmış olacağım.) Yukarıda anlattığım yöntem ile kitap yazmak, bir ağaç resmi yapmak kadar çok basit; çocukların resim yaptığı gibi basittir. Elinize bir kâğıt kalem alın; önce kalın bir ağaç gövdesi, sonra gövdeye üç tane ana dal ekleyin; sonra her ana dala yine üç tane kalın dal ekleyin ve bu dallara yine üç tane ince dal ekleyin; bu şekilde ağacı (kitabı veya bilincinizi) istediğiniz kadar geliştirebilirsiniz. Tümdengelim yöntemi ile kitap yazılabilir, içinize doğru (içsel) yolculuk yapılabilir veya dışınıza doğru (doğanın bütün ayrıntılarına doğru) yolculuk yapılabilir. Tümdengelim yöntemi ile bilincinizi geliştirebilir ve DDY için benlik bilincine ve kozmik bilince sahip olabilirsiniz. Ağaç resmini çizerken unutmamanız gereken birçok önemli nokta var. Birinci nokta şudur: Ağaç resmini çizerken ağacın köklerini unutmayınız. Ağaçtaki dal sayısı kadar kök sayısı olmalıdır; kökü gelişmeyen ağacın gövdesi, dalları gelişemez; çiçek açamaz ve meyve veremez veya küçük bir fırtınada ağaç yerle bir olur. Bu nedenle dalları geliştirirken, aynı yöntemle toprağın altına doğru çizdiğiniz her bir kök için üç kök ekleyerek devam etmeniz gerekir. Ağaç resmi çizerken ikinci önemli nokta da şudur: Ağacın yapraklarını ve meyvelerini çizmeyi unutmayın. İnsanlar meyve yemek (bilgi edinmek, ders ve zevk almak) için kitap okurlar. Bu nedenle, son 100 olarak bilge insanların ruhunu çağırmanız gerekiyor. Bu kitabı okurken, kitabın yazarına (bana) sormak isteyebileceğiniz soruların yanıtlarını bu kitabın son kısmına ekledim. Bilgelerin ruhları, kitabın sonunda emrinize amade bekliyor. (bk. EK-1 ANLAMLI VE ÖZLÜ SÖZLER) Benim DDY kitabında şu anda yaptığım gibi, bilge insanların sözlerini; ağacın yaprakları, çiçekleri ve meyveleri olarak dalların arasına istediğiniz şekilde yerleştirebilirsiniz. Fazla yaprak yerleştirerek, meyvelerin yapraklar arasından görünmesine engel olmayın. Ayrıca yükseklerdeki ince dalların uçlarına meyve yerleştirmeyin. Çoluk çocuk, genç yaşlı ağaca tırmanmadan; aşağıdan uzanarak meyve koparabilsin. Kitabı süslemeye yetecek kadar yaprak ama mümkün olduğu kadar çok meyve yerleştirin. Çocuklarınıza ağaç resmi yapma yöntemini anlatırken, öğretirken dikkat etmeniz gereken çok önemli bir nokta daha var: Çocuklara, çiçek ve tavuk resmi yapma hikâyesini gelin birlikte anlatalım. Hikâyede adı geçen güzel , şirin , yaramaz, zeki ve meraklı Ayşegül ; güzel Anadolu’muzda Kırşehir ’in bağlar, bahçeler, ağaçlar, kırlar, çiçekler, böcekler, tavuklar, kuzular, inekler arasındaki ilköğretim okulunda öğrenim görmektedir. Birgün memur olan babası Ankara’ya tayin olur. Annesi ve babası bu fırsatı değerlendirip; kızlarının daha iyi lise eğitimi alarak , daha iyi üniversiteleri kazanabilmesi için yemelerinden , içmelerinden (DDY’den) kısarak , 101 tek çocuklarını uygarlığının bütün olanaklarının sunulduğu modern ve çağdaş, özel bir koleje kaydettirirler. Birgün resim öğretmenleri , çocuklara bir çiçek bir de tavuk resmi çizmelerini söyler ve ders sonunda resimleri toplayarak tahtaya asar. Öğretmen , Ayşegül dışındaki bütün çocukların çiçek resmi olarak kahverengi gövdesi olan , gövdenin yanında iki büyük yeşil yaprağı olan ve ortasında kırmızı bir çiçeği olan gül çizmiş olduklarını görür. Ayşegül ise daha önce yaşadığı Kırşehir ’in kırlarında gördüğü bağlar, bahçeler, ağaçlar, çiçekler, böcekler, tavuklar ve kuzuların bulunduğu rengârenk bir manzara resmi yapmıştır. Öğretmen , Ayşegül’ü azarlar; çiçek resmi , benim size tarif ettiğim gibi arkadaşlarının yaptığı gibi (standart) olmalıydı der. Öğretmen , öğrencilerin büyük çoğunluğunun kendi tarif ettiği resmi aynen yaptıklarını görünce kendisi ile gurur duyar. Diğer arkadaşları tavuk resmi olarak ne çizmiş olabilirler? Öğrencilerin çoğunluğu, lokantada tabak içinde sunulduğu gibi parçalanmadan kızartılmış, butları yukarıda bir tavuk resmi çizmişlerdir. İşte uygarlık ve eğitim, balığı bu şekilde yaşam denizinin dışına çıkarmaktadır; fakat büyük şehirlerde yetişen çocuklar, suyun dışına çıkarıldıklarının farkına bile varamazlar. Sadece Ayşegül ve onun annesi, babası gibi daha önce Kırşehir’de yaşayan ya102 kınları bunun farkına varabilir. Çocuklarının eğitimini, sadece bilişim çağının öğretmenlerine bırakmazlar. (bk. E- FİZİKSEL, ZİHİNSEL, DUYGUSAL YAŞAMIN DENGESİ VE DDY: Abraham Lincoln’un, Oğlunun Öğretmenine Gönderdiği Mektup) ABD’nin 16. başkanı neden oğlunun öğretmenine mektup yazma gereksinimi duymuştur, oğlunu kendisi eğitmek yerine! Bilişim çağında robot gibi yetişen öğretmenin, öğrencilerini de bir robot olarak programlaması doğaldır. Abraham Lincoln, mektubu bütün ABD öğretmenlerine yazıyor. Çocuklara koklamaları için standart çiçekler veriliyorsa, çocuklar tabak içindeki kızartılmış tavuklar ile besleniyorsa, çocukların yetenekleri ve yaratıcılık özellikleri farkında olmadan yok ediliyorsa, anne ve babası (çocuklarını çok sevdiği için) dış dünyadaki tehlikelerden korumak ve kollamak için çocuğa zırh giydiriyorsa, çağımızdaki çocuklara kendisini geliştirebilme olanağı kalıyor mu? Kişisel gelişim olanağını, öğretmenler ile birlikte anneler ve babalar ortadan kaldırmış olmuyor mu? Çocuklarımızı ve de EŞİMİZİ bir kuş gibi evimizdeki kafese kapatarak sevmek, gerçekten onları sevmek midir? DDY bu mudur? Gözlem Yapma Yöntemi: Ben bu yöntemi de çok seviyorum ve devamlı kullanıyorum. Doğayı, denizi, gökyüzünü, ayı, yıldızları, hayvanları, bitkileri, insanları ve yakınlarımın ve kendimin davranışlarını, duygularını ve ruh hâlini izlemek ve anlamaya çalışmak çok güzel. Hele bir de kendimizi tam olarak tanıyabilsek ve karşımızdakini tam olarak anlaya103 bilsek, hayat o kadar güzel olurdu ki. (Empati tam olarak budur işte.) İnşallah bu kitabı yazmayı bitirdiğim zaman ve yakınlarım, arkadaşlarım okuduğu zaman bu dileğim gerçekleşecek. (bk. D2.3-Duyguların Yönetimi ve Necdet’ten İnciler) Bu kitabın her cümlesini yazarken ya kendimin ya da yakınlarımdan veya arkadaşlarımdan birinin davranışları gözümün önüme geliyor veya aklıma, benim veya onlardan birinin daha önce konuştuğu sözler geliyor. Sonra ben onlara veya kendime cevap verir gibi yazmaya başlıyorum. Dikkat ederseniz, sanki kızar gibi sert, katı, duygusuz ve dalga geçer gibi ukalaca yazıyorum. Yazarken, sanki o anı doya doya tekrar yaşıyorum. Uçurtmalar rüzgâr gücü ile değil , o güce karşı koydukları için yükselir. Böyle bir yazı tarzı kullanmadaki amacım; zihninizin yeni, farklı ve daha baskın düşünceler üretmesini sağlayarak ve iç ses çatışması yaratarak; zihninizdeki öğrenme, değerlendirme, karşılaştırma, mantık süzgecinden geçirme işlevlerini daha aktif hâle getirmektir; yani psikoterapide kullanılan iç ses yaratma yönteminde olduğu gibi içinizdeki olumsuz sesten çok daha baskın olan başka olumlu iç ses yaratmaktır. Kitap yazmak için olduğu kadar bilinç geliştirmek için de gözlem yapmak ve izlemek çok önemlidir. Soru sorarak başkalarından yanıt beklemenize de hiç gerek yok; zaten soruların içinde yanıtlar var. Soru da sormanıza gerek yok, davranışlar ve 104 konuşmalar içinde yanıtlar zaten var. İş hayatım boyunca, çok sayıda değişik ülkenin mühendisleri ile birtakım projelerde ortak çalışma imkânım oldu. En sevmediğim insanlar Almanlar ve Fransızlardır. Mühendislerini ayrı tutuyorum ama genelde çok şovenist ve kendi ırklarını diğer dünya ırklarından üstün gören (kendilerinin üstün olduğunu zanneden) insanlardır. Fransa’ya veya Almanya’ya seyahat için gittiğinizde, siz de şahit olmuşunuzdur; taksi şoförleri dâhil hepsi İngilizce bilir ve sizin kendi lisanınız dışında, sadece İngilizce bildiğiniz için soruyu İngilizce sorduğunuzu da bilirler ve İngilizce olarak sorduğunuz soruyu gayet rahat anlarlar ama İngilizce cevap vermezler. Şovenistlik egolarına yenik düşerek, kendi dillerinde cevap verirler. Tabi sorduğunuz sorunun yanıtı, sorunun içinde olduğu için geç de olsa siz verilen cevabı anlarsınız. Amerika’da ve Avrupa’da, hele İngiltere gibi bazı ülkelerde, aptal bir insanı rahatsız edecek kadar her şey yazılı ve çizilidir. İngiltere’de soru sormanıza gerek yoktur; yerde, gökte, sokakta, caddede, trende, metroda, orada, burada, her yerde yanıtlar gözünüzün içinden girip zihninize saplanacak bir ok gibi fırlamaya hazır karşınızda bekler. Avrupa ülkelerinde her yerde, her şey neden yazılı ve çizili biliyor musunuz? Einstein’ın ruhunu okşamak için: İki şey sınırsızdır: (1) evren sınırsızdır (2) insanoğlunun aptallığı sınırsızdır ama birincisinden emin değilim. Düşünce, olumlu ve yararlı yönde sınırsızca kullanıldığı gibi farkında olmayarak veya olarak, 105 olumsuz ve zararlı yönde de sınırsız bir şekilde kullanılabilir. Sistemler, yöntemler, kurallar; en aptal, en cahil (ve en zeki, en uyanık) kişinin anlayacağı şekilde (ve anlayacağı dilde!) tasarlanır; insanlar farkında olmadan kendilerine, diğer insanlara ve doğaya zarar vermesin diye. Allah’ın yarattığı evren, dünya, doğa ve insan da bir sistemdir. Dinler ise Allah’ın yarattığı sistemin bozulmamasını sağlamak için şimdiye kadar yazılmış olan en gerekli, en önemli ve en kapsamlı yöntemdir. Matematik ve Mantık Zekâsı (ALU:Arithmetic and Logic Unit): Matematiksel olarak, “zihinsel zekâ= yetenek + bilinç” olarak tanımlamıştık. Yeteneklerin doğuştan geldiğini ve sabit olduğunu, bilinci ise düşünce gücümüzü kullanarak arttırabileceğimizi söylemiştik. Matematiksel işlem ve mantıksal değerlendirme yapma yeteneği, insanın doğuştan sahip olduğu en önemli ve en gerekli yetenektir. Matematik ve mantık zekâsı olarak da adlandırdığımız ve evrende sadece insan beynine has olan bu yeteneği, bilgisayarın sözde beyni olan mikroişlemci içindeki aritmetik ve mantık birimine (ALU: Arithmetic and Logic Unit) karşılık gelir. Bilgisayarın yaptığı bütün işlemler ve işlevler, (sadece sayısal işlemler değil sözel ve görsel bütün işlevler) aritmetik ve mantık birimi tarafından gerçekleştirilir. Daha önce bilgisayarın düşünce yetisi olamadığını belirtmiştik. Aritmetik ve mantık birimi, programların içerdiği komutları (işlemleri ve işlevleri) sırası ile yerine getirir. 106 Seviyesi kişiden kişiye değişmekle birlikte, her insan matematik ve mantık zekâsına sahiptir. İnsanın düşünce gücünü, kişinin sahip olduğu matematik ve mantık zekâsı ve beyninin algılama hızı belirler. Bilgisayarın komutları gerçekleştirme gücünü ise aritmetik ve mantık birimi (komut kümesi) ve mikroişlemcinin çalışma hızı (frekansı) belirler. Mikroişlemci, kendini tasarlayan insan beyninden milyonlarca kat çok daha hızlı çalışma üstünlüğüne sahip olduğu için bilgisayar mühendislerinin programladığı işlemleri ve işlevleri, mühendisin beyninden çok daha hızlı ve hatasız yapabilmektedir. (Yeni nesil mikroişlemciler, bir saniyede üç milyar işlem yapabiliyor. Çalışma frekansı=3 GHz ) Bilgisayar, iki sayılı matematiksel ve iki işlemli mantıksal zekâsı ile sınırsız sayıda iş yapıyor da insan neden yapamasın? Bilgisayarlar da, insanlar da aritmetik ve mantık işlemi yapan bir birime (ALU) ve hafıza (bellek) hücrelerine sahiptir. Bilgisayarda aritmetik ve mantık işlemi yapan birim sadece “VE” ve “VEYA” mantık işlemi yapma yeteneğine sahiptir. Diğer bütün matematiksel ve mantıksal işlemler yanında, sözel ve görsel aklınıza gelecek bütün işlevleri yapmak için sadece “VE” ve “VEYA” mantık işlemi yeterli olmaktadır. Üstelik aritmetik ve mantık birimi, bütün bu işlemler için sadece 0 (sıfır) ve 1 (bir) sayılarını kullanır; çünkü bilgisayar içindeki ALU ve Bellek denen donanımlar, sayısal (dijital) elektronik devrelerdir. Sayısal devreler için sadece YOK (sıfır volt) ve VAR (2-5 volt arası) bilgisi geçerlidir. Bu devreler diğer voltajları ve sayıları bilmez. Hayatı107 mızın vazgeçilmez bir parçası hâline gelen bütün elektronik (dijital) cihazlar (cep telefonu, bilgisayar ve TV, audio, video, uydu cihazı) nasıl oluyor da İKİ BİT (0 ve 1 sayısı) ile, sadece “VE” ve “VEYA” mantık işlemi ile bu kadar çok işi, işlemi ve işlevi yapabiliyor; hem de bizden çok daha hızlı ve hatasız? Lojik kapılar, mikroişlemci, bellek gibi elektronik devre elemanları ve bunların çalışma prensipleri, programlanması konusunda çok az bir bilgi edinerek; merak edenlerin bu konuyu çok kolay anlayacağını zannediyorum. (Bu konuda da bir kitap yazmayı düşünüyorum.) İnsan zihninin de sadece aritmetik, mantık birimine (yetenek) ve hafıza hücrelerine (bellek) sahip olması ve bunları nasıl kullanacağını düşünmesi (bilinç); yani düşünerek bilinç boyutu oluşturması yeterlidir. İnsanoğlu neden bu kadar aptal, kendi yarattığı bu kadar ilkel mantığa sahip olan aptal bir bilgisayarın kölesi hâline geliyor? Einstein’ın ruhu cevap veriyor: İki şey sınırsızdır: (1) evren sınırsızdır (2) insanoğlunun aptallığı sınırsızdır ama birincisinden emin değilim. İnsanlar Hata Yaparken Bilgisayarlar Neden Hata Yapmaz? İnsanlar, yaşam boyu sürekli hata yaparken; bilgisayarlar işlemleri, işlevleri niçin ve nasıl hatasız yapabiliyorlar? Bir düşünün bakalım: “Enerji= Güç x Zaman” formülünü hatırlayın. Düşünce güçtür ve gücü enerjiye (eyleme) dönüştürmek için zaman gerekir. Bir konuda karar verebilmek için düşünmemiz gerekmektedir; yani düşünce gücünü 108 eyleme (davranışa) dönüştürebilmek için zamana gereksinim duyduğumuzu belirtmiştik. “Olumsuz kişisel özellikleri ve olumsuz duyguları düşünce gücü ile yönetebiliriz.”, demiştik. Bilgisayarın düşünme gücü olmadığını ve programların bilgisayarın bilinci olduğunu söylemiştik. Bilgisayar hata yapmaz; çünkü onun adına bilgisayar mühendisleri önceden düşünerek programlar yazıyorlar ve yazdıkları programlardaki hata ve eksiklerden ders alarak, programları sürekli geliştiriyorlar. Çünkü bilgisayara, sadece daha önce (kendisi adına) düşünülerek programlanmış olan işlemleri ve işlevleri sırası ile yerine getirmek kalıyor; çünkü bilgisayar işlemleri ve işlevleri hangi sırayı, hangi mantığı kullanarak nasıl gerçekleştirebileceğini önceden biliyor; çünkü bilgisayarın bilinci, mantığı ve düşüncesi bilgisayar mühendisine (bilge insana) ait; çünkü bilgisayarın bilinci ve mantığı (içindeki programlar) başkaları tarafından geliştiriliyor, düşünmeye ihtiyacı yok. Bilgisayar, sadece programın içerdiği komutları çok hızlı ve hatasız bir şekilde yerine getiriyor. İnsanlar da Bilgisayarlar gibi Emir Kuludur. Bilgisayar emir kuludur ve verilen emirleri (komutları) derhâl ve hatasız bir şekilde yerine getirir. İnsanlar da emir kulu değil mi? Biz de duygularımızın ve egomuzun (olumsuz kişisel özelliklerimizin) emir kuluyuz. Duygu ve ego enerjidir; iş yapmak için zamana ihtiyacı yoktur; her zaman iş (eylem) hâlindedir; içinde barındığı kişiye düşünmek için zaman tanımaz; başka kişilerin düşüncelerine de kulak 109 asmaz; o kendi yöntemleri ile kendi bildiğini yapar. Bu nedenle, insanlar devamlı hata yaparlar. Ah! Önceden bir düşünse, önceden düşünerek kendisi karar verse ve işlerini önceden programlasa veya kendi gelecekleri için düşünülen, planlanan, programlanan işleri bilgisayar gibi derhâl yerine getirse, ego ve olumsuz duygulara yenik düşmese, düşüncenin sınırsız ama yönetilmesi gereken bir güç olduğunu bilse, insan hata yapar mıydı? Yaptığı hatalardan ders almaz mıydı? İşte ve Okulda DDY: Plak Devri Kapandı. En büyük korkumuz ne kadar küçük olduğumuzu bilmek değildir, ne kadar büyük olduğumuzun farkına varmaktır. Peki bilgisayar mühendisleri (bilge insanlar!) kendi bilinçlerini ve kişiliklerini, kendi yazdıkları ve geliştirdikleri bilgisayar programı gibi neden geliştirmiyor? Kariyer gelişimi, mesleki gelişim, maddi olanak gelişimi yanında; bilinç ve kişilik gelişimi için bütün (ar-ge görevi yapan) mühendisler, diğer insanlardan daha fazla avantaja (bilgi ve deneyime) sahip değil mi? Çalışanlar iş hayatları boyunca, iş ve meslekleri ile bütünleşerek; hem işte başarı sağlarlar hem kariyerleri gelişir hem maaşları artar hem de iş ortamında doya doya (çalışabilirler) yaşayabilirler. Tatil özlemi çekmezler, tatil için asker gibi gün saymazlar, tatil bitecek diye üzülmezler, iş ile projelere ve iş arkadaşlarına kavuşmanın özlemini duyarlar. Emeklilik hayali ile yıl saymazlar; sanki emekli olunca (doya doya) yaşayacaklar. 110 Kendine yalan söylemeyi bıraktığın zaman yaşamın zevkli hâle gelir. Öğrenciler de eğitim hayatları boyunca, öğrenciliğinin tek gerekliliği olan öğrenme işlevi ile bütünleşerek; hem çok başarılı olurlar hem sınıf geçme kalma sıkıntısı ve stresi olmaz hem de okul ortamında doya doya (öğrenebilirler) yaşayabilirler. Ayrıca kendi kendine öğrenme zevkini doya doya tadarlar. Çalışanlar ve öğrenciler bunun fakında mı? Peki ya emekliler farkında mı? Neden çocuklarına ve torunlarına, yaşamın bütün süreçleri boyunca doya doya yaşanabileceğini öğretmiyorlar? Neden doya doya yaşamın farkındalık gerektirdiğini, iç ve dış dünyamızdaki olumlu olumsuz, iyi kötü, güzel çirkin, kolay zor her şeyin DDY olduğunu söylemiyorlar? Çünkü balığın sudan çıkarıldığının ve suya tekrar özlem duyduğunun onlar da farkında değil; çünkü onlar, hâlâ dedelerinin çağında üretilmiş olan plağı çalıyor. Plak ilköğretim çağındaki bilinç seviyesine takılmış, aynı türküyü çalıyor. Plak çağından sonra üç çağ daha (Kaset, CD, DVD) kapandı; mp3 çalar (flash bellek) devri başladı, 2000 yılı başlarında bilgelik çağı başladı. Nereye gittiğini bilen insana , dünya bir kenara çekilip yol verir. C6.6- Kişilik Yönetimi ile İlgili Genel Yöntemler: Bilincimizi ve kişiliğimizi geliştirmenin önünde, matematik ve mantık zekâsı veya diğer yeteneklerimiz hiçbir engel oluşturmaz. Bilinç ve kişilik geliş111 tirmenin önündeki en büyük engel, olumsuz kişisel özellikler ve olumsuz duygulardır. Olumsuz kişisel özellikleri ve olumsuz duyguları yönetmeyi bilmemek, hem bilgelik çağına gitmekte olan değişim ve gelişim trenini kaçırmaya hem de doya doya yaşamaya engel olmaktadır. Bir güçlükle karşılaştığınızda, kendinize kaçış yolu değil çıkış yolu arayın . Sakın “Ben yeteri kadar zeki ve akıllı yaratılmadım.”, demeyin ve kaderinize küsmeyin! Zekânızı arttıramazsınız; fakat aklınızı (bilincinizi) ve kişiliğinizi geliştirebilirsiniz. Yukarıda verdiğim bilinç geliştirme yöntemleri (bk. C6.5) ve aşağıda vereceğim kişilik yönetimine ait genel yöntemler ile birlikte; Kişilik Testi, Kendini Tanıma ve Bilgelik Çağına Geçiş başlığı altında anlatacağım yöntemleri hemen uygulamaya başlayın. Bir yıl sonra IQ testi ve kişilik testi yaptırın, normalin çok üzerinde zekâ katsayısına sahip olduğunuzu ve ne kadar güçlü kişiliğe sahip olduğunuzu kendiniz görün. Eski ve yeni yaşamınızı karşılaştırın; daha başarılı, daha sağlıklı ve doya doya yaşamaya başladığınızı kendiniz fark edin. Kişilik Yönetiminin Tanımı: Genel bir tanımlama yapmak gerekirse; içsel yolculuk yaparak su yüzüne çıkardığımız olumlu kişisel özelliklerimizi ve yeteneklerimizi kullanarak, suyun altında kalan olumsuz kişisel özelliklerimizin, zayıflıklarımızın, zaaflarımızın ve olumsuz duyguların içerdiği enerjiyi (içsel enerji kaynaklarını) olumlu işler (davranışlar ve eylemler) için kullanmaya Kişilik Yönetimi diyebiliriz. 112 İnsan açlık ve susuzluktan değil bilgisizlikten ölür. Bilgelik Çağı Başladı. İlköğretim çağında ve/ veya daha küçük çocuğa sahip olanlar, bilinç ve kişilik geliştirme yöntemlerini çocuklarınız ile birlikte doya doya uygulayın. Sakın, çocuklarınızı sizin yetiştirildiğiniz zamandaki gibi yetiştirmeyin ve onların sizin kendi kişiliğinizi kopyalamasına izin vermeyin! Çocuklarınızı, belgesellerde izlediğimiz kartal gibi (çağdaş bilgiler ile) besleyin. Onlara kendi kanatları ile (yükseklerde) uçmayı öğretin ve kendi kendilerini nasıl besleyeceklerini (merak etmeyi ve öğrenmeyi) öğretin. Onları çağdaş, güncel, önemli, gerekli, yararlı bilgiler ile besleyerek; üniversite çağlarında BİLGE (kişilik gelişimini tamamlamış) insan olmalarını sağlayın. Bilgi ve iletişim çağı 2000 yılı başlarında tamamlandı. Önümüzdeki bin yılın BİLGELİK ÇAĞI olduğunu biliyor musunuz? Ya göründüğün gibi ol ya da olduğun gibi görün . Kişilik Maskesi (Persona): Antik Roma Tiyatrosu’nda, oyuncular persona denilen maskeler takıyorlardı. İngilizcedeki “person” (kişi, kişilik, karakter) kelimesi o çağlardan geliyor. Taktığı maske, oyuncunun tiyatrodaki kişiliğidir. Her türlü kişilik sahtedir, iyi maske taksan da kötü maske taksan da maskenin arkasına gizlenmiş olan kişilik sahtedir. Esas olan ve gerçek olan sadece senin öz benliğindir (üç yaşına kadar olan hâlindir). Sonradan edinilen, iyi kötü her türlü kişilik sahtedir. (bk. C4.2- Ego ve Öz Benlik) Bilinç ve kişilik (yani öz 113 bilinç ve öz kişilik) gelişiminin önünde, bize öğretilen (giydirilen) diğer kişilikler engeldir. Yalnızca size giydirilen kişiliğe tutunup kalırsanız, ne bilincinizi ne de kişiliğinizi geliştirebilirsiniz. Bu nedenle, çocuklarınızın çevreden görerek giydiği veya sizin giydirdiğiniz kişilik elbisesinin, maskesinin sahte olduğunu ve elbiseyi, maskeyi üzerinden nasıl çıkarabileceğini anne baba olarak sizin öğretmeniz gerekir. Mükemmellik , abartı , mübalağa ve felaketlere odaklanmak gelişmeyi engeller. Dünyada şu anda uygulanan eğitim sistemindeki temel eksiklik de budur: Çocuklar, gençler, yetişkinler giydikleri kişilik elbisesinin, maskesinin sahte olduğunu; bu elbiseyi niçin ve nasıl çıkarabileceklerini bilmiyorlar. Bize ücretsiz olarak dağıtılan kişilik elbisesi ve maskesi kimin işine yarıyor biliyor musunuz? Bizi yönetenlerin, ülkemizi yönetenlerin, dünyayı yönetenlerin işine yarıyor. Bu sayede hepimizi, ülkemizi, dünyayı çok kolay ve istedikleri şekilde yönetebiliyorlar. Çocuklarınızı dış dünyanın tehlikelerinden korumak için onlara, başlarından ayaklarına kadar zırh giydirmeyin. Zırh içinde çocuk nasıl gelişebilir? Aksine içinde rahat hareket edebilmesi (kendi kendisini geliştirebilmesi) için mümkün olduğu kadar geniş ve çıkarması kolay elbise (şalvar) giydirin. Eğer zırh giydirmiş iseniz, bu zırhın size ait olduğunu ve bu zırhı (hatıra olarak saklanan eski gelinlik gibi) size de annenizin hediye ettiğini söyleyin. Zırhı kendisinin, niçin ve nasıl çıkarması gerektiğini öğretin. 114 C6- KİŞİLİK TESTİ, KENDİNİ TANIMA VE BİLGELİK ÇAĞINA GEÇİŞ Bu konu DDY kitabına sığmayacak kadar geniş, kapsamlı ve ayrıntılıdır. Bu nedenle, DDY kitabını tamamladıktan sonra; kişilik envanteri (testi), kişilik kategorileri, bilinç ve kişilik geliştirme, kişilik yönetimi ve bilgelik çağına geçiş konularını kapsayan ve her yaş grubuna hitap eden sisteme, yönteme ve uygulamaya yönelik ayrıntılı bir kitap hazırlamayı düşünüyorum. (Kişilik Yönetimi ve Bilgelik konusu, ayrıca resmedilmesi gereken ulu bir ağaçtır. Bu konunun, DDY ağacının ince bir dalı olarak kalmasına gönlüm razı olmuyor.) İş yaşamına yeni atılacak olan veya atılmış olan gençlerin ve çalışma hayatına devam eden yetişkinlerin kişilik yönetimi, gelişimi ve DDY için; İŞ GÖRÜŞMESİNDE DİKKAT EDİLECEK KONULAR VE KİŞİLİK ENVANTERİ başlığı altında EK-7’de vermiş olduğum aşağıdaki konuları okumalarını öneriyorum. A- İş Görüşmesi Esnasında Dikkat Edilecek Konular B- Kişilik Tespiti için Bir Mülakat Sorusu C- İş Deneyimleri ve Öneriler D- İş Yaşamına Yeni Başlayacaklar için Öneriler E- İnek ve Kedi Hikâyesi F- Matematik Soruları Ayrıca; EK-5, EK-8, EK-9, EK-10, EK-12, EK-13, EK-14 ve EK-16’da verilen konular ile birlikte aşağı115 da verdiğim (büyük oğlum Utku, askerde iş ararken onunla yapmış olduğum yazışmalardan alınmış bazı) paragrafları okumalarını öneriyorum. İş yaşamındaki gerçeklerinin farkına vararak, iş hayatı boyunca da doya doya yaşanabileceğini hatırlatmak istiyorum. Kurumsal, profesyonel, çağdaş şirketler eleman çalıştıracakları her pozisyon için artık en az üniversite mezunu, olumsuz kişisel özellikleri az olan; olumlu kişisel özellikleri fazla olan; çalışkan, disiplinli, ekip çalışmasına uyumlu; eski, klasik, yanlış huy ve alışkanlıkları az olan; eski huy ve alışkanlıklarından vazgeçerek şirketin sistemine uyum sağlayabilecek; şirket yöneticilerinin eğitebileceği öğrenmeye, değişime, gelişime açık elemanlar arıyorlar. Ekteki yazılarda belirttiğim gibi, DDY için ve işinizin hobiniz olması için, şirketlerin araştırma, geliştirme ve proje bölümlerinde görev almaya çalışın. Görev yapacağınız şirketin mesleğiniz ile ilgili ürün, hizmet geliştiren ve/veya üreten sektörde faaliyet gösteriyor olmasını göz ardı etmeyin. Utku için yaptığımız gibi, bazı olasılıkları baştan eleyerek araştırmalarınıza, mesleğinize ve amacınıza uygun sektör, şirket, bölüm, pozisyonlar ve yaşamak istediğiniz ülke, şehir için yapmanızda yarar vardır. Örneğin, Utku’nun istemediği; üniversitede araştırma görevi ve master öğrenimi (üniversitede kariyer), yurt dışında çalışma, askeriye ve devlet kurumlarında (son zamanlarda çok iyi pozisyonlar için ilanlar çıkıyor) sözleşmeli çalışma gibi olasılıkları ve İzmir 116 dışındaki bütün şehirleri baştan eledik. Utku’nun iş başvuruları ve firmaların yaptığı testler bu konu ile ilgili olduğu için biraz daha bilgi vermek istiyorum. Firmalar başvuranları önce yetenek, genel kültür, meslek, dil sınavlarından geçiriyor. Bu sınavlarda başarılı olanlara ise kişilik testi, lidersiz grup çalışma testi, yaratıcılık testi gibi birçok test uyguluyorlar ve çeşitli mülakatlar yaparak değerlendiriyorlar. Artık işe girmek için bir meslek sahibi olmak, yabancı dil bilmek ve zeki, yetenekli olmak da yetmiyor. Bunlardan daha önemli ve öncelikli olan kişisel özellikler var. Bu özellikleri ELEKTRİK VE BİYOENERJİ ekinde (EK-3) Kişisel Olumsuzluklar olarak tanımlamıştım. Bunlar hepimizin, farkında olmadan sahip olduğu olumsuz kişisel özelliklerdir. Tabi ki bu olumsuz kişisel özellikleri, (davranışları, alışkanlıkları, huyları) bizler kendi büyüklerimizden öğrendik; çocuklarımız da bizlerden öğreniyorlar. Olumlu yanları az; fakat bu tür olumsuz yanları çok olan bir insan, süper zeki olsun ve süper bir mesleği olsun neye yarar ki? Çalıştığı kuruma ne kadar fayda sağlayabilir ki? Bir kişinin kendisine, eşine, çocuklarına, yakınlarına, çalıştığı kuruma, ülkesine, doğaya ve insanlığa yararlı olabilmesi için öncelikle bu kişisel olumsuzluklarını azaltması gerekiyor. Olumsuz kişisel özellikler fayda değil, zarar getirmektedir. Bu nedenle kurumlar, kişisel olumsuzlukları en az olan insanları kadrolarına almaya ve aldıkları ele- 117 manların olumsuz yönlerini değiştirme, geliştirme yönünde gayret gösteriyorlar; yani en iyi elemanı seçmeye çalışıyorlar; çünkü teknolojinin ilerlemesi ile bütün sektörlerde çalışan insan sayısı devamlı düşmektedir ve ileri teknolojik ortamda çalışan insanların mesleki ve kişisel vasıflarının ise çok yüksek olması gerekmektedir. Bu durum işsizliği artıracağı için, ekonomik nedenlerden dolayı, eskiden olduğu gibi aileler çocukları ile birlikte (ataerkil aile olarak) ve doğal ortamda yaşamaya zorlanacaktır. Her olumsuz durumun getirdiği olumlu bir durum (fırsat) bulunmaktadır. Bu fırsatı değerlendirebilmek için, lütfen Elektrik ve Biyoenerji ekini okuyunuz. EK-3’teki bilgiler; gerçekten de kendimize, çocuklarımıza, yakınlarımıza ve arkadaşlarımıza yarar sağlayabilir. Unutmayın! Şirketler (alıcılar), sınavlar ve iş görüşmeleri ile sizin bilgilerinizin, deneyimlerinizin, kişisel özelliklerinizin (malınızın) değerini ölçmeye çalışıyorlar. Bu nedenle, kendinizi birden fazla şirkete iyi bir şekilde pazarlamanız gerekiyor. Ayrıca; iş tatmini, mesleki gelişim, kariyer gelişimi gibi kendi beklentilerinizi de unutmayın; siz de beklentileriniz açısından şirketlerin değerini ölçmeye çalışın. Beklentilerinizin çoğunu karşılayabilen şirketlerde görev yapmaya özen gösterin. Malınız kaliteli ise iyi bir pazarlama yaparak, malınızı iyi bir fiyattan satma şansınız çok yüksektir. Kaliteli mal bulmak her zaman mümkün olmadığı için o anda ihtiyacı olmayan kişilere bile malınızı iyi bir fiyat ile satabilirsiniz. İyi malı ihtiyacı olan müşteriye, iyi 118 bir şekilde pazarlayamadığınız zaman ise, hem satış şansınız hem satış fiyatınız düşer. İyi pazarlama yapamadığınız zaman, o anda ihtiyacı olan müşteriye bile çok iyi olan malınızı hiçbir zaman satamazsınız. DİKKAT! Çalışanların olumlu ve olumsuz özelliklerini belirlemeye yarayan kişilik envanter testinde, çapraz sorular var ve cevabı aynı olması gereken bazı sorular (sizi yanıltmak için), testin farklı bölümlerinde farklı cümleler ile birkaç defa soruluyor. Sınav stresi ile ve süre kısalığı nedeniyle cevabı aynı olması gereken bu sorulara farklı cevaplar verilebiliyor. Böylece kişinin, kendisinin sadece olumlu yanlarını göstermek için gerçek dışı verdiği cevaplar (yalan söylediği) tespit ediliyor. Bu nedenle, kişilik envanter testinde her soruya gerçekten sahip olduğunuz kişisel özelliklere ve içinizden geçen duygulara göre cevap vermekte yarar var. Mesleki envanter testinde ise üniversite eğitimi, aldığınız dersler, projeler ve derslerdeki başarılarınız ile bilgiler değerlendiriliyor. (Test esnasında ders notlarınızı gösteren transkript yanınızda bulunsun.) İş deneyimi olanlar için mesleki bilgiler ve deneyimler, katıldığınız kurs ve seminerler ile ilgili bilgiler de değerlendirmeye alınıyor. D- İNSAN YAŞAMININ DUYGUSAL BOYUTU VE DUYGULAR Düşünce ve düşünce gücünü irdelediğimiz konularda, duygular ile ilgili değindiğimiz iki paragrafı aşağıda tekrar verdim. Duygunun İngilizce karşılığı “emotion”dur. Türk119 çe olarak duygu, hareket enerjisi anlamına gelir. Hareket (kinetik) enerjisi, hareket edilen süre boyunca harcanır ve yol almış veya iş yapmış oluruz; yani hareket enerjisi harcanırken aynı zamanda iş yapmaktadır. Duygularımız hareket eden enerjilerdir; yani iş yapmak için duyguların zamana ihtiyacı yoktur; çünkü hareket enerjisi varsa, zaten o anda iş (eylem) yapılmaktadır. Duygu, enerji olduğu için zihnimiz herhangi bir duyguyu hisseder hissetmez harekete (eyleme) geçmektedir. Düşünce ise güç olduğu için, harekete (eyleme) geçmeden önce zamana gereksinim duyarız. Duygular dörtnala koşan atlar gibidir; bu atları sadece düşünce gücümüz ile dizginleyebiliriz. DDY için duygularımızı ve düşüncelerimizi yönetmek zorundayız. Doğal ve İçsel Enerji Kaynakları: Olumlu veya olumsuz kişisel özellikler gibi olumlu veya olumsuz duygular da enerji içermektedir. Allah evreni yaratırken; güneş, rüzgâr, hidrolik (su) ve jeotermal gibi görünen DOĞAL enerji kaynaklarını insanoğlunun kullanımına (ücretsiz olarak) sunmuştur. Bilinç öncesi, bilinçaltı, huy, alışkanlık, kişilik, ego ve duygular da Allah’ın insana (doğumundan ölümüne kadar) sunduğu görünmeyen İÇSEL enerji kaynaklarıdır. Düşünce ise, insanoğlunun doğal ve içsel enerji kaynaklarını, doğanın ve kendisinin yararına kullanabilmesini için yine Allah tarafından sadece insana verilen sınırsız bir güçtür. (bk. EK-6 TANRI VE İNSAN BEYNİ ve EK-3 ELEKTRİK VE BİYOENERJİ) 120 Nefret ve kin duymak , zehri kendinin içerek karşısındakinin ölmesini beklemektir. Her nedense insanoğlu, henüz (kendine ücretsiz olarak sunulan) içsel enerji kaynaklarının farkında değil ve/veya bu enerji kaynaklarını olumlu yönde kullanmayı bilmiyor. Aksine sahip olduğu içsel enerji kaynaklarını, kendisine ve karşısındakine zarar verecek şekilde kullanıyor. Hepimiz olumlu veya olumsuz kişisel özelliklerimizin ve duygularımızın içermiş olduğu içsel enerji kaynağını, kendimizi motive etmek için ve doya doya yaşamak için kullanabiliriz. İçsel enerji kaynaklarının olumlu yönde nasıl kullanılabileceğini ileriki bölümlerde açıklayacağım. Bu amaçla hepimizin muzdarip olduğu kıskançlık duygusunu, üç boyutlu olarak (iyi kötü, olumlu olumsuz, yararlı zararlı yönleri ile) irdeleyeceğiz. Aşk gerçeği anlayana kadar sürer, ya sevgiye dönüşür ya da biter. Duygusal Bilinç ve Duygu ile Bilinç Boyutu Arasındaki Fark: Duygu ve bilinç boyutu farklı kavramlardır. Örneğin; aşk bir duygudur; fakat sevgi, bir duygu değil bilinç boyutudur. Duygular gelip geçicidir, bilinç boyutları kalıcıdır. Bütün duyguların hissettirdiklerini (tanımını) ve duyguların yönetimini öğrenerek duygusal bilinç oluşturabiliriz. Örneğin; hastalığımın iyileşme süreci boyunca ve bu kitabı yazarken (çok sığ olduğu için beni hasta eden) duygusal bilincimi geliştirmekteyim. Duygusal bilinç boyutu oluşturma ve geliştirme sürecinde düşünce gücümü, zihinsel zekâmı ve zihinsel zekânın bir boyutu olan 121 bilincimi kullanmaktayım. Bu nedenle, duygusal zekâ olarak bir başka zekâ tanımlaması yanlıştır. Bunun yerine duygusal bilinç (boyutu) kavramını kullanabiliriz. D1- DUYGUSAL ZEKÂ (DUYGUSAL BİLİNÇ) VE EQ EQ (Emotional Quotient) duygusal zekâ katsayısıdır. Bir insanın kendisine veya başkalarına ait duyguları anlama, sezinleme, yönetme ve yönlendirme yetisi, kapasitesi ve becerisinin ölçütüdür. Göreceli olarak yeni bir kavram olan duygusal zekânın tanımı sürekli değişmekte ve güncellenmektedir. Bazı psikologlar, duygusal zekâ ve duygusal bilgi olmak üzere iki ayrı kavramın kullanılmasını tercih etmektedirler. IQ ölçümünde bilgi ve deneyim ile zekâ arasındaki fark oldukça açıktır. EQ ölçümünde ise duygusal bilgi ile duygusal zekâ arasındaki fark oldukça belirsizdir. Bu nedenlerle güncel EQ tanımlamaları, uzmanların aralarında uzlaşamadıkları bir konudur. Bazı psikologlar EQ’nun değişken, zamanla kazanılabilen ve artabilen bir yeti olduğunu iddia ederlerken, diğerleri EQ’nun sabit olduğunu ve artırılamayacağını öne sürmektedirler. Bana göre, duygusal zekâyı DUYGUSAL BİLİNÇ olarak tanımlamak daha mantıklıdır ve duygusal bilinç (EQ) arttırılabilir; çünkü duygusal zekânın sadece bilinç (biliş kapasitesi) boyutu vardır, zekâ (yetenek) boyutu yoktur. Kullanabildiğimiz bir tek zekâ vardır, o da zihinsel zekâmızdır. Matematiksel olarak, “Zihinsel zekâ= Doğuştan gelen yeteneklerimiz + Sonradan 122 oluşturduğumuz bilinç” şeklinde tanımlanır. Bilinçaltı, bilinç öncesi öğretilenler, toplumun değer yargıları ve ego, kendi oluşturduğumuz (öz) bilince dâhil değildir ama bu olumsuz kişisel özellikler, bilinç ve kişilik geliştirmenin ve içsel yolculuk yapmanın önünde en büyük engeli oluşturmaktadır. D2- DUYGULAR VE DUYGULARIN YÖNETİMİ Öfkenin altında değersizlik duygusu yatar; insanın en ilkel ve en gelişmemiş duygusu öfkedir. Duygular bizi doğru veya yanlış yönde harekete geçiren enerjidir. Düşünmeden duygular ile harekete geçtiğimiz zaman yanlış kararlar veririz, hatalı tutum ve davranışlar sergileriz, yanlış işler yaparız. İyi veya kötü, olumlu veya olumsuz duygu yoktur; bütün duyguların olumlu yönde kullanılması ve yaşanması gerekir. Duyguların yönetilmesi gerekir, duygular enerji olduğu için yok edilemez. Duyguların bastırılması ve patlaması bize ve karşıdaki kişiye zarar verir. D2.1-Duygular da Düşünceler gibi Gelip Geçicidir: Eğer zihninizi ziyarete gelen olumsuz düşünce veya duyguya kötü ev sahipliği yaparsanız, onla ilgilenmezseniz, ona yüz vermezseniz, hatta onu kapı dışarı ederek başka olumlu misafire zihninizi açarsanız, hiç sevmediğiniz bu olumsuz misafirler (düşünce ve duygular) size veya başkasına hiç zarar vermeden hemen geldikleri gibi giderler. Artık sizden ilgi göremediklerini anladıkları zaman, zorunlu olmadıkça zihninizi tekrar ziyarete gelmezler. 123 Zihnimizin Davetsiz Misafiri Düşünce ve Duyguları Nasıl Ağırlayabiliriz? Ben şöyle yapıyorum; uyku tutmadığı zaman, Davutlar Sahili’ne kumlar üzerinde uyumaya gidiyorum! Akşam yatağıma girdiğim zaman, zihnimin ürettiği olumsuz düşünceleri veya zihnimin hissettiği olumsuz duyguları deniz dalgalarına benzetiyorum. Zihnimde şu düşünceyi canlandırıyorum: Gözlerimi kapayarak kendimi Davutlar Sahili’nde hayal ediyorum. Gecenin karanlığında, sahilde kumlar üzerinde yatıyor ve gökyüzünü seyrediyorum; ay ve yıldızları gözlüyorum ve deniz dalgalarını izliyorum. Düşünceler ve duygular deniz dalgaları gibi ardı ardına, kumsala doğru gitgide büyüyerek bana (zihnime) doğru yaklaşıyor; fakat hiçbir dalga, kumsal üzerinde bana doğru daha fazla ilerleyemiyor ve sönümlenerek kayboluyor. Arkasından bir başka duygu veya düşünce geliyor, o da aynı şekilde benim yattığım kumsala ulaşamadan sönümleniyor. Ardı ardına kumsala gelen düşünce ve duygular bana dokunamıyor; çünkü kumsalda dalgaların bana ulaşamayacağı bir yerde yatıyorum, dalgaların zihnimde konuk olmasını istemiyorum, sadece dalgaların gelişini ve kumlar üzerinde kayboluşunu; yani denizin doğal güzelliğini ve zihnimin içsel güzelliğini izliyorum. Zihnimin bu kadar düşünceyi nasıl üretebildiğini ve duyguları nasıl hissedebildiğini merak ediyorum. Bazen de kalkıp kumsala gelen dalgalar üzerinde, kıyı boyunca koşmaya başlıyorum; ayaklarıma çarpan dalgaların serinliğini ve sıçrayan suların bedenimi ıslatışını hissediyorum, dalgalar ile oynaşıyorum, dalga geçiyorum... Sonra Davutlar 124 Sahili’nden Güzel Çamlı Sahili’ne kadar gecenin karanlığında, ayın ve yıldızların ışığı altında koşuyor, yürüyor, eğleniyor, denizle ve dalgalar ile bütünleşiyorum. İşte sizi rahatsız eden, uyumanıza engel olan duygu ve düşünceler ile böyle dalga geçerek zihninizi onlardan uzak tutabilirsiniz; olumsuz duygu ve düşüncelerin zihninizi esir almasını önleyebilirsiniz. Sabah sahilde (yatağınızda) uyandığınız zaman dalgasız, sakin ve tertemiz bir denizle (zihinle) karşılaşırsınız. Güzel Çamlı’ya gelmişken, tatlı Kamuran teyzenize ve candan Taner eniştenize uğrayarak onlarla birlikte çok güzel bir sabah kahvaltısı edersiniz. Hele Hatice ve Lütfiye teyzeniz de, kısa da olsa Güzel Çamlı’ ya tatil için gelmiş ise onlara doya doya sarılarak anne özlemini giderirsiniz. Bu yöntem hayal de olsa, beni hem mutlu ediyor hem de kolayca ve kısa sürede uyutuyor. Düşünce ve Duygular Deniz Dalgası Gibidir: Zihnimiz uçsuz bucaksız okyanuslar ve denizler gibidir, düşünce ve duygularımız ise dalgalar gibidir. Okyanuslar ve denizler çok nadiren sakin ve durgundur, çoğu zaman dalgalıdır, bazen ise kızgınlığından içi içine sığmaz dev dalgalar üretir, çalkalanır ve köpürür. Bu okyanus ve denizlerin doğal davranışıdır. Ardı ardına düşünceler üretmesi ve duygular hissetmesi de zihnimizin doğal bir davranışıdır. Büyük denizlerin büyük dalgası olur. Okyanus içinde (büyük zihinlerde) oluşan depremin (depresyonun), tsunami oluşturarak insanı yerle bir etmesi ve bilincini yok etmesi de çok doğaldır. 125 D2.2- Duygular ve Mesajları: Korku ve haz, yaratılışımızdan (derinlerden) gelen ana duygularımızdır. Duyguların hepsi, yaratılışımızdan ve/ veya sonradan kazandığımız kişisel özelliklerimizden kaynaklanmaktadır. Bu nedenle, bazı duyguların arkasında derin istek ve arzular veya ego olduğu gibi başka duygular da olabilir. Önemli olan, bütün duyguların ve kaynağının farkına vararak düşünce gücü ile duyguları yönetebilmektir. Duyguların içerdiği enerjiyi olumlu yönde, örneğin bilinç gelişimi ve kişilik yönetimi gibi çok yararlı işlerde kullanabiliriz. Mutluluk, sevinç, coşku, doyum ve haz gibi duyguları olumlu olarak; korku, endişe, kızgınlık, üzüntü, kıskançlık, nefret, utanç ve suçluluk gibi duyguları olumsuz olarak algılarız. Olumlu düşünceler mutluluk, olumsuz düşünceler üzüntü oluşturur. Üzüntü ve depresyon, geçmiş ile ilgili olumsuz şeyler düşündüğümüz zaman; endişe ve anksiyete ise gelecek ile ilgili olumsuz şeyler (kaygılar) düşündüğümüz zaman oluşur. Az çok herkes stres ve depresyon altındadır veya anksiyete eşiğindedir. Endişe (problem çıkmadan önlem alma ve sürekli plan, proje yapma düşüncesi) ve üzüntü (pişmanlık duygusu ve yaşanmış olumsuzlukların sürekli düşünülmesi) anı yaşamaya ve doya doya yaşamaya engel olur. Duygular, yanlış düşünceler oluşturarak veya düşünmeye fırsat bırakmadan, bizi yanlış kararlar vermeye zorlayarak, yanlış davranışlar (eylemler, işler) yapmaya yönlendirebilir. Duygular ve rüyalar, bir 126 postacı gibi bize şifreli mesajlar getirir. Vücudumuz bilgedir, duygular ve rüyalar zihnimizin ve ruhumuzun mesajlarıdır. Düşünce gücünü kullanarak duyguların nereden, niçin, neden geldiğini; yani içerdiği mesajı ve mesajın kaynağını anlayabiliriz. Mesajın içeriğini ve kaynağını öğrendikten sonra, yine düşünce gücünü kullanarak kendimiz ve yakınlarımız için yararlı işler yapabiliriz; yani duyguların enerjisini olumlu işlere veya davranışlara dönüştürebiliriz. Bazen, (altıncı his olarak adlandırılan) duygu ile hareket etmek bize, yakınlarımıza veya arkadaşlarımıza yarar sağlayabilir. Örnek vermeyeceğim. Bu kitabı yazarken örnek kendiliğinden karşımıza çıkacaktır. Düşünme işlevi uykuda devam eder; bu nedenle sabahın erken saatlerinde, zihninizi odakladığınız problemi çözmüş olarak veya güfteyi, şiiri, kitabı yazmış olarak veya araştırdığınız konuda bir buluş yapmış olarak uyanırsınız. Bu nedenle, daha önce yaşamayarak içinize bastırmış olduğunuz duyguların enerjisi rüyanızda boşalabilir. Bilinçaltı korkularınızın ve sıkıntılarınızın (anksiyete) nedenleri rüyanızda kendiliğinden çözümlenebilir. Bu tür problemleri çözmek için zihninizi odaklamanız ve bilinçlenme yönünde çaba göstermeniz yeterlidir. (Bu konuyu Depresyon, Anksiyete ve Panik Atak başlığı altında ayrıntılı olarak irdeleyeceğiz.) D2.3-Duyguların Yönetimi ve Necdet’ten İnciler: Duygular ve duyguların yönetimi konusu, bu kitaba sığdırılamayacak kadar geniş kapsamlı ve ayrıntılı olduğu için, DDY kitabını tamamladıktan sonra, 127 her bir duyguyu ayrı ayrı ele alarak; duyguların tanımı ve bize hissettirdikleri; duyguların bastırılması ve patlaması; duygu, düşünce ve diğer içsel enerji kaynaklarının yönetimi ve empati konusunu kapsayan ve her yaş gurubuna hitap eden sisteme, yönteme ve uygulamaya yönelik ayrıntılı bir kitap hazırlamayı düşünüyorum. (Duyguların Yönetimi ve Empati konusu, ayrıca resmedilmesi gereken ulu bir ağaçtır. Bu konunun DDY ağacının ince bir dalı olarak kalmasına gönlüm razı olmuyor.) İçsel enerji kaynaklarının olumlu yönde nasıl kullanılabileceğini, yukarıda bahsettiğim kitapta çok ayrıntılı olarak irdeleyeceğiz. Sizlerin hiç aklınıza gelmeyecek örnekler ile içsel enerji kaynaklarını olumlu yönde nasıl kullanılabileceğinizi açıklayacağım ve bunun için gerekli yöntemleri vereceğim. Şimdi, Kıskançlık Duygusunun Yönetimi konusunu üç boyutlu olarak irdelemeye başlayalım. Kıskançlık duygusuna geçmeden önce, isterseniz hiçbir kitaptan, internetten yararlanmadan ve hiçbir kimseye soru sormadan, “duygu” kelimesinin bize neler ifade ettiğini birlikte 5N1K soruları ile bulmaya çalışalım. Problem çözme tekniği kullanalım isterseniz. Problem çözmek için problemin kaynağını bulmamız gerekiyor. Olumsuz düşünce veya duyguların kaynağı nedir? Düşünce ve duygu, bir probleme çözüm bulamadığınız zaman mı geliyor? İsterseniz önce “Duygu nedir?”, diye soralım. Duygu nereden ve niçin gelir? Duygunun duyu ile ilişkisi var mı? Duygu, kulağımız ile bir sesi duymaya benziyor galiba. Bu son soru zihnimde çağrışım yaptı: Bütün yakınlarım 128 ve arkadaşlarıma gönderdiğim ilk e-maili hatırlattı bana. Aşağıda verdiğim Necdet’ten İnciler başlıklı e-maili beraber inceleyelim. Neler yazmışım tam olarak ben de hatırlamıyorum. Sadece duyular ve duygular ile ilgili olduğunu hatırlıyorum. İnsanları uyudukları derin uykudan ancak dürterek veya şamar atarak uyandırabilirsiniz. Bütün yakınlarıma ve arkadaşlarıma, 8 Nisan 2008 tarihinde ilk defa böyle bir konuda e-mail gönderme gerekliği, içime bir duygu (altıncı his) olarak geliyor. Galiba bu tarihte, yirmi beş yıldır Ege (denizin)’de yaşamakta olan bir levrek (Necdet balığı), oltaya takıldığını ve yaşam denizinden (Kuşadası Davutlar Sahili’ndeki) sıcak kumsallara doğru çekilmekte olduğunu fark ediyor ve o günden bugüne kadar yakınlarına ve arkadaşlarına, kendilerinin de yaşam denizinin dışına çıkarılmış olduğunu göstermeye çalışıyor ama nafile, bir türlü başaramıyor. Her nasılsa, kendini tekrar hasta etmeyi başarıyor. Anlatan mı anlatamıyor yoksa anlamayan anlamaya mı çalışmıyor veya beni duymuyor, dinlemiyor, gönderdiğim e-mailleri okumuyor ve inatla değişime, gelişime karşı direniyor. Bu durumu anlamak için, kitap sonunda EK-3’ten EK-16’ya kadar vermiş olduğum e-mailleri okuyabilirsiniz. Anlamayan ve/ veya anlamak istemeyenler, DDY kitabını okuyunca balığın sudan çıktığını anlayacaklar mı? Kesin olarak hayır ama şu anda kitap taslağının sadece başlangıç bölümlerini okuyarak, kitabın bir önce bitmesini iple 129 çeken ve DDY kitabını yakınları ve arkadaşları ile paylaşmak için özlemle ve merakla bekleyen çok sayıda arkadaş ve yakınım var. Aşağıda anlatacağım Sufi hikâyesindeki bilge gibi, suskun davranarak gerçek bilgelik örneği göstermek veya anlayan anlamayana anlatsın diyerek, bilgelik maskesi takmak (bilgelik egosunu tatmin etmek), benim için devamlı uygulayacağım iyi bir yöntem olabilir. Bundan sonra tekrar hasta olmamak için hikâyedeki Sufi mistik gibi davranmak zorundayım. Çok ünlü bir Sufi hikâyesi: Sufi bir mistik hac için Mekke’ye gidiyormuş. Yol üzerinde küçük bir kasabaya ulaşmış ama daha o varmadan önce kasabalılar, büyük bir mistiğin oradan geçeceği haberini aldığı için tüm ahali bir araya toplanmış. Mistik son derece sessiz bir adammış ve kasaba halkı , ona bir konuşma yapması için yalvarmış. “Biz aylardır bekliyoruz. Şimdi gelmiş olduğuna göre senin söylediğin bir şeyi duymadan seni bırakamayız,” demişler. Usta isteksizmiş. “Ama söyleyecek hiçbir şeyim yok ,” diye yanıtlamış; fakat kasabalılar dinlememiş, ısrar etmeyi sürdürmüşler. Usta, “ve bildiklerim de söylenebilir şeyler değil .”, demiş ama halk yine dinlememiş. Usta ne kadar isteksiz davranırsa , onlar da doğal olarak o kadar ilgili bir hâle gelmişler. Ustaya, “Sen bize bir mesaj verene kadar 130 burada oturup oruç tutacağız; çünkü bu kasabadan aydınlanmış bir insan çok nadir olarak geçiyor. Senin gitmene izin veremeyiz.”, demişler. Bu yüzden usta, konuşma yapmayı kabul etmiş. Camiye gitmişler. Tüm kasaba, ustanın söyleyecekleri konusunda büyük bir beklenti içinde bir araya toplanmış ve ustanın daha önce hiçbir yerde konuşmadığını biliyorlarmış. Binlerce kilometre uzaktan geldiği ve herkes ondan konuşma yapmasını istediği hâlde o, hep sessizliğini korumuş. Kasaba halkı çok mutluymuş. Ustanın konuşmayı kabul etmesi çok büyük bir ayrıcalıkmış. Usta gelmiş. Dinleyicilerin karşısında durmuş ve tek bir soru sormuş: “Size ne söyleyeceğimi biliyor musunuz?” Dinleyicilerin hepsi , “Nasıl bilebiliriz ki? Bilmiyoruz.”, diye yanıt vermiş. “Senin ne söyleyeceğini hiçbirimiz bilmiyoruz.” Usta, “O zaman ben ne hakkında konuşacağımı bile bilmeyen bu kadar cahil bir kalabalığa konuşamam.”, demiş. İnsanlar şaşkınlık içindeymiş ve usta oradan uzaklaşmış. İnsanların arzusu daha şiddetli bir hâl almış. Verdikleri yanıtın doğru olmadığını düşünmüşler. “Evet, usta haklı; bu kadar cahil bir topluluğa nasıl konuşabilir?” Koşup ustayı geri getirmişler 131 ve “Bize tekrar sor. Verdiğimiz yanıt yanlıştı ama geri gel ve bize bir şans daha ver.”, demişler. Usta gelmiş ve “Ne hakkında konuşacağımı biliyor musunuz?”, diye sormuş. Kalabalık , “Evet! Hepimiz ne konuda konuşacağını biliyoruz.”, demiş. Usta, “O zaman buraya kadar. Eğer zaten biliyorsanız, o zaman benim size anlatmama ne gerek var? Ne kadar da aydınlanmış bir kasaba.”, demiş. İnsanlar daha da şaşırmış ve usta yine camiyi terk etmiş. Kendi aralarında konuşmaya başlamışlar. Tüm kasaba halkı bu konuda müthiş bir heyecan içindeymiş; “Ne yapacağız? Usta yarın sabah tekrar yola çıkacak . Bir yolunu bulmamız gerek .” Konuşmuşlar, tartışmışlar ve bir çözüm bularak gecenin yarısında gidip ustayı kaldırmışlar ve “Biz geri geldik; yanıtımız yanlıştı . Tekrar sor.”, demişler. Usta camiye geri dönmüş ve tekrar sormuş, “Ne hakkında konuşacağımı biliyor musunuz?” ve insanların yarısı “Evet ”, yarısı ise “Hayır ” diye yanıt vermiş. Bu yöntemin işe yarayacağına eminlermiş. Ustanın bu durumda konuşmaktan kaçınma olasılığı yokmuş. Usta ise şöyle demiş, “Ha, ha, ha! Öyleyse 132 bilenler bilmeyenlere anlatsın . Benim konuşma yapmama ne gerek var? Sadece insanlara söyleyin; birbirleri ile konuşsunlar. Bana kesinlikle ihtiyaç yok .” Kazanmaya en yakın olduğumuz an , en savunmasız olduğumuz andır. Depresyon ve anksiyete hastası olmadan 5-6 yıl kadar önce, çocuklarımızın üniversite eğitimi ve Manisa’da sürdürmekte olduğumuz işimizi geliştirmek için İzmir’e taşınma sürecini anlatsam çok güzel bir Türk dizi filmi olur. Bu konunun ayrıntısına girmeyeceğim ama zihnimi sadece bu projeyi (bazı yakınlarım için de çok önemli olan İzmir’de iş kurma ve geliştirme projesini) gerçekleştirmeye; yani sonuca odaklamış olmam nedeniyle, projeyle ilintisi olan bir durumu öngöremediğim için (yani yazılı, çizili, planlı bir projeyi fırsatçı bir başka planın nasıl bozabileceğini düşünemediğim için), İzmir’e adım atar atmaz (2005 Eylül ayında) hiç beklemediğim öyle bir olay oldu ki bütün planlarımızı, projelerimizi ve beni yerle bir etti. Bu olay, beni hem majör depresyona soktu hem de kısmi felç geçirmeme neden oldu. Bu nedenle yoğun çalışma yaşamına son vererek emekli olmak zorunda kaldım. Bu hastalıklardan, ablamın bana hediye ettiği Ferrari’ye binerek (Ferrari’sini Satan Bilge kitabını okuyarak) kurtuldum ve sağlığım yanında Manisa’da yerle bir olan iş yeri, ev ve çocukların okul düzenini İzmir’de (çok yoğun ve tempolu bir çalışma ile); ancak 2008 Nisan ayında yeniden kurabildim. Bu arada, benim İzmir’de kurmak istediğim iş projesinin 133 kendisine sağlayacağı çok önemli yararları göremeyen fırsatçı planın, kendi için uyguladığı iş projesi de çok olumsuz ve kötü bir şekilde sonuçlanmıştı. Hem maddi açıdan altından kalkılması çok zor olan boyutlara ulaştı hem manevi hem de sağlık açısından hem kendisine hem de bütün yakınlarına zarar verdi. Yukarıda belirttiğim problemleri (sadece kendi problemimi değil, fırsatçı planın kendi kendisine ve yakınlarına yarattığı bütün problemleri) çözerken, fırsatçı plan taraftarlarının karşıma çıkardığı kişisel engeller (davranışlar, tepkiler, eylemler), aşiretimiz için eğitimin şart olduğunu gösteriyordu. Sadece problem çözmüyor, aynı zamanda çözüme yardımcı olması gerekenlerin açtığı savaşa karşı savunma yapıyordum. Bu nedenle, Necdet’ten İnciler e-maili ile birlikte Kaliteli Yaşam Projesine başlamış oldum. Beş yıl boyunca, önümdeki dik yokuşları güçlü ve hızlı bir şekilde çıkabilmek amacıyla, Ferrari’yi yüksek devirli kullandığım için 2010 Eylül ayında ikinci kez duvara (majör depresyon ve genel anksiyete hastalığına) tosladım. Gaz pedalını devamlı köklediğim için Psikiyatrist Dr. Damla Hanım’ın deyimi ile motoru (zihnimi) boğmuşum. Bu hastalıklardan da yine ablamın hediye ettiği Duyguların Simyası ve Ruh Eczanesi kitabı ile kurtulduğumu söyleyebilirim. Necdet’ten İnciler: 8 Nisan 2008, İzmir (Parantez içinde aldığım cümleleri, incilerimi okurken şimdi yazıyorum.) İnsanoğlunun gözü ve kulağı olmasaydı; yani gözümüzü, kulağımızı ve düşünce , duygularımızı sürekli kontrol 134 etmeyi (yönetebilmeyi) başarabilmemiz durumunda neler olabilirdi? - Çirkinlikleri , kötülükleri ve olumsuzlukları görmez, duymaz ve kafamıza takmazdık; - Sinirlenmez, tepki göstermez, üzmez ve üzülmezdik; endişe ve kaygı duymazdık; - Eleştirmez, bilgi sahibi olmadığımız konularda konuşmaz, dedikodu yapmaz, kıskanmaz, hırslı olmazdık; - Gereksiz ve önemsiz şeyleri kendimize stres etmezdik ve daha uzun , sağlıklı , mutlu, sakin , neşeli bir şekilde yaşardık . Çünkü insanoğlu yaradılışı gereği olarak , gördüğü ve duyduğu şeyleri beyninde otomatik olarak değerlendiriyor ve tepki gösteriyor; yani beynimizin değerlendirmesi sonucunda , vücudumuzda otomatik olarak birtakım salgılar üretiliyor ve yukarıdaki belirttiğim duyguları zihnimizin hissetmesi sağlanıyor. (Size söylediğim gibi “duygu” kelimesi, “duyu” kelimesinden türetilmiş olabilir. DDY kitabı başında duyular konusunda, “Beynimiz ile duyarız ve beynimiz ile görürüz.” demiştim, haklıymışım. İnciler de haklı; inciler olaya sadece bir açıdan bakıyor. Babam ise yıllardır incilerden daha önemli açıdan bakıyor. Babam incilerden daha haklı. Kör ve sağır olmanın yararları mı önemlidir, yoksa zararları mı? Lütfen incileri izlemeye devam ediniz.) 135 Bilgisayar, telefon ve TV gibi bilgi , iletişim araçları ve kara, deniz, hava ulaşım araçları teknolojilerinin çok hızlı bir şekilde gelişmesi , insanoğlunun yaşamı için çok önemli kolaylıklar ve faydalar sağlamıştır; fakat bu teknolojilerin gelişmesi , daha önce insanoğlunun görmediği , duymadığı , bilgi sahibi olmadığı çirkinlikleri , kötülükleri , olumsuzlukları görmesine , duymasına ve beyninde değerlendirmesine; yani insanoğlunun yukarıda belirtmiş olduğum olumsuz duygu ve düşüncelerin içinde yaşamını sürdürmesine neden olmaktadır. (İnciler; bilişim çağının, levreği denizden çıkardığını fark ediyor.) Dünyamızdaki ve ülkemizdeki siyasi , sosyal , ekonomik problemleri; yaşadığımız şehir, çevremiz, işimiz, okulumuz, ailemiz içinde sürekli karşılaştığımız olumsuzlukları ve sorunları , bu sorunların nedenlerini ve aynı ortamda olmak istemediğimiz insanları sürekli görmek ve dinlemek , insanların olumsuz duygu ve düşüncelere sürekli olarak kapılmasına neden olmaktadır. Ayrıca çevre baskısı , birtakım gereksiz ve faydasız gelenek , görenek , törelerimiz; yasaların , ailelerin , öğretmenlerin , yöneticilerin gereksiz ve faydasız kuralları , bizleri ve özellikle gençlerimizi saldırgan ve/veya vurdumduymaz hâle getiriyor. (İnciler; uygarlık ve teknolojinin, levreği susuz bı- 136 raktığını ve levreğin suya tekrar özlem duymaya başladığını fark ediyor.) Çözüm yolları ise devamlı okuduğumuz ve hepimizin çok iyi bildiği şeyler aslında: - Bardağın devamlı dolu yarısını görmek , boş yarısına bakmamak; - Uzak Doğu felsefelerini ve yaşam tarzını uygulamak , şehir kargaşasından uzakta ve doğal ortamda yaşamak , doğal ve bitkisel ürünlerle beslenmek , spor yapmak , sorunlara olumlu yaklaşmayı , olumlu düşünmeyi ve zihnimizi bir noktaya odaklamayı (meditasyon) öğrenmek gibi … - Zekâ, yetenek , beceri ve deneyimimize uygun , başarabileceğimiz hedefler koymak; bizi aşan büyük hedefler koymamak; - Çözebileceğimiz sorunları hemen çözmek , çözemediğimiz sorun ile birlikte yaşamayı öğrenmek; - Geçmişteki hatalarımızı üzülmek için değil , aynı hatayı bir daha yapmamak , ders almak , deneyim edinmek için hatırlamak; - Kendimizin , çocuklarımızın , yakınlarımızın geleceği için kaygı ve endişe duymamak; - Az eleştirmek ve çokbilmiş olmamak , kıskanç ve hırslı olmamak; 137 - Küçük , gereksiz ve önemsiz ama bizi ve yakınlarımızı mutlu edebilecek şeyleri daha sık ve sürekli yapmak; - Sonuca odaklanmamak ve süreci yaşamak , başarısız sonuca üzülmemek ve başarısızlığın nedenlerini aramak gibi … (İnciler, levreğin tekrar yaşam denize dönebilmek için çözüm yolları aradığını fark ediyor ama babamın fark ettiğini fark edemiyor.) Şimdi, incirlerin hakkını babama verelim. İnsan kör ve sağır olsaydı, birçok duyguyu hiç hissetmezdi. Bu durum insanın hiç kaygı duymadan, üzülmeden, kızmadan çok rahat ve mutluluklar içinde (bir hayvan veya ot gibi) yaşamasını sağlayabilirdi. Öyleyse neden Allah, insana duyu ile birlikte duygu vermiş acaba? Neden kullanması için bedava içsel enerji kaynağı vermiş? Çünkü zaten insanların binde dokuz yüz doksan dokuzu duygusuz. Onlar zaten hiç üzülmüyor, hiç kaygılanmıyor ve vurdumduymaz bir şekilde yaşıyor. İç ve dış dünyalarında, onları endişelendirecek ve üzebilecek hiçbir şey yok. Onlar zaten kör ve sağır. Babam, “Allah onları dünya boş kalmasın diye yaratmış.”, derdi. İnciler gibi babam da çok haklı değil mi? İnsanların binde dokuz yüz doksan dokuzunun dünyada varlığı ile yokluğu belli değil ki. Onlar bu dünyada değil, ayda yaşıyor sanki; çünkü onlar insan yaşamının, insanlığa ve doğaya yarar sağlamak olduğunu bilmiyorlar. DDY’nin farkındalık gerektirdiğini bilmiyorlar. Koyun sürüsü gibi güdülerek yaşadıklarının farkında değiller ki. Onlar, bilişim çağında yaşıyor olsaydı; göz göre göre 138 bu kadar duygusuz kalabilirler miydi? Çirkinliklere ve olumsuzluklara göz göre göre tepkisiz kalabilirler miydi? Babam, “Allah akıl dağıtırken neredeydiniz?”, derdi. Allah, elindeki aklı ve duyguyu binde bir kişiye dağıtmış durumda. Neden sadece ota ihtiyacı olan koyunlara akıl ve duygu versin ki? Binde bir kişi çirkinliklerin, kötülüklerin, olumsuzlukların yarattığı duyguyu (içsel enerjiyi), aklı ile tepkiye dönüştürerek iç ve dış dünyayı cennete dönüştürmek için (olumlu yönde) kullanıyor zaten. 999 kişi yanında, akıl ve duygu sahibi bu 1 kişi de kör ve sağır olsaydı NELER olurdu? NELER olmaması için Allah insanlara akıl ve duygu denen içsel enerjiyi bahşetmiş işte. Baba dediğin bilge olmalı. Lütfen uyanalım! Lütfen yakınlarımızı ve arkadaşlarımızı uyaralım ve uyandıralım! Bin de biri; iki, üç… yüz üç yapalım. Baş Belası Kıskançlık Duygusunu Nasıl Yönetebiliriz? Duyguların bastırılması ve yönetimi konusunu daha iyi anlayabilmek için, kıskançlık duygusunu bir örnek ile üç boyutlu olarak inceleyeceğiz. Kimi kimden neden kıskanırız? Kimin nesini neden kıskanırız? 1) Eşimizin başkalarını sevmesini ve onlara aşırı ilgi göstermesini kıskanabiliriz. 2) Eşimizin başkaları tarafından sevilmesini ve ona aşırı ilgi gösterilmesini kıskanabiliriz. 3) Arkadaşlarımızın başarılarını, sahip olduğu kariyeri, maaşını ve mal varlığını kıskanabiliriz. 139 Hiçbir çözüm mükemmel değildir ama hiç yoktan iyidir. Örnek (1): Ben, eşimin kendi yakınlarını sevmesini ve onlara aşırı ilgi göstermesini kıskanıyordum. Sadece bizim çocuklarımızı ve beni sevmesini, ilk önceliği bize vermesini, eşimden devamlı istemekte ve beklemekteydim. Zaman içinde bu düşüncenin yanlış olduğunu ve böyle bir şeyin benim isteğimle mümkün olmayacağını anladım. Benimle evlenmeden önce, yıllarca birlikte yaşadığı annesi, babası ve kardeşlerinden eşimi ayırmanın ona haksızlık yapmak olduğunu düşünerek; eşimin birçok yakını ile birlikte aynı şehirde yaşamayı tercih ettim. Şimdi kardeşim Cevdet gibi ODTÜ’de kariyere devam ediyor ve/veya Ankara’da Aselsan’da çalışıyor olabilirdim. Üstüne üstlük, ODTÜ’de öğrenci iken yanlarında yaşadığım ve annem kadar sevdiğim anneannem, üç teyzem ve de bütün öğrenci arkadaşlarım Ankara’da yaşamaktaydı. Ayrıca üç saat ötede, Kırşehir’de kendi annem, babam, ablalarım, kardeşlerim yaşamaktaydı. Eşimi annesini, babasını, ablalarını boşayarak; sadece benle evlenmeye razı etmek için onlardan çok uzaklarda bir yere Manisa’ya kaçırmak, çözüm olabilir miydi? ODTÜ’de bilimsel devrimcilerin hep kullandığı bir deyim vardı: Boru Mantığı ile (at gözlüğü takarak) dünyanın öbür ucuna bile gitseniz, eşiniz doğarken evlendiği hiçbir yakınından boşanamaz. Hele annesinden hiç boşanamaz, annesinden boşanmamak için onun yerine ölebilir. Eşinden yani sizden boşanabilir, yakınlarından boşanamaz. Boru mantığı, doğanın düzenine ve dünyanın dönüş yönüne terstir. 140 Boru mantığı, insanoğlunun (annelerin) duygusal ve ruhsal dünyasının dönüş yönüne terstir. Suyu kaynağına doğru akıtabilir misiniz? Hayır! Güçlü iseniz ve yüzme bilinciniz varsa akıntıya karşı yüzmeyi deneyebilirsiniz. Ben böyle yapmadım, daha kolay bir yöntem denedim: Kırşehir sınırları içinden geçen Kızılırmak’ı, önüne bir gever açarak Ege Denizi’ne doğru akıtmaya çalıştım. Böylece eşimin ve kendimin yakınlarını, ar-ge’sinde çalışmakta olduğum Vestel’in bulunduğu Şehzadeler Şehri Manisa’ya, Kızılırmak sürüklemiş oldu. Evlenmeden önce gözünü dört aç, evlendikten sonra yarım aç. Örnek(2): Eşinizin annesi tarafından çok seviliyor olması ve eşinize sürekli çocuk muamelesi yapması, sizin ailevi işlerinize ve kararlarınıza devamlı burnunu sokması çok kötü bir durumdur. Biricik oğlunu evlendiren kaynana ile gelini arasında yaşanan bu sorun, güzel Türkiye’mizde çok sık yaşanmaktadır. Bu problemi sadece siz yaşamıyorsunuz ki. Bu sorunu yalnız başına bir veya bin gelinin çözmesi mümkün değildir. Çözüm için çocuk bilincindeki oğulların (oğlanların) ve farkında olmadan kaynanalar ve/veya oğlanlar ile aptalca didişen gelinlerin, önce öz kişilik oluşturması sonra kendi kişiliklerini kendilerinin yönetmeyi öğrenmesi gerekir. Körü körüne uyguladığımız bazı gelenekleri, görenekleri ve huylarımızı değiştirmemiz ve/veya yönetmemiz gerekmektedir. (a) Kıskançlık duygusunu içinize atarak bastırmak, hiçbir şey söylememek ve yapmamak; zehri kendinizin içip kayınvalidenizin ölmesini bek141 lemektir. (b) İçinizdeki kıskançlık zehrini, yatakta kocanıza akıtmak da çözüm değildir; çünkü kocanız, annesini hiçbir zaman kıramaz; ona hiçbir şey söyleyemez. Daha önce söylediğim gibi, insanın duygusal ve ruhsal dünyasının tek bir dönüş yönü vardır ve o yönü sadece anneler (anne sevgisi) belirler ve başka yöne dönmesine müsaade etmez. Başka hiçbir kuvvet, duygusal ve ruhsal dünyayı (anne sevgisini) tersine döndüremez; fakat duygusal ve ruhsal dünyanın dönüşü yönünde hareket ederek (en azından yatak odanızda), eşiniz ile birlikte doya doya yaşayabilirsiniz. Başkaları yüzünden, kocanız ile birlikte aynı yatakta zehirlenerek her gün ölmek yerine, en azından yatakta anı yaşamak (değerlendirmek) daha iyi değil midir? Derinlerden gelen hayvansal dürtüyü (cinsellik dürtüsünün verdiği hazzı) doya doya tadarak, sabaha kadar huzur içinde doya doya uyumak daha iyi değil midir? Avrupa’da elin kızı böyle yapıyor; doya doya yaşamak için her fırsatı değerlendiriyor. Hep beraber doya doya gülmek için, yatak odasından doğal parka taşan fıkrayı bu konu bitince anlatacağım. (c) Sürekli kayınvalideniz ile didişmeniz de çözüm değildir. Böyle yaparsanız kocanızı da kendinize rakip hâline getirirsiniz veya kayınvalideniz kocanızı sizden tamamen koparabilir. (d) En iyi çözüm, kocanızı boşayarak kayınvalidenizden kurtulmak gibi görünse de, bu çözümü uygulamaya güç bulamazsınız. Çocukların geleceği ne olacak? Ekonomik olarak özgür değilsiniz. İşiniz olsa bile kadın başınıza yaşamak kolay değildir. Çevreniz ne der? Boşanmış kadına kötü gözle bakarlar. İçinizi kemirerek size zarar vermekte olan kıskançlık duy142 gusunu, kıskançlığın yarattığı üzüntü ve depresyonu nasıl yöneteceğiz? Bu içsel enerji kaynağını olumlu yönde nasıl kullanacağız? Akrabalarımızı biz seçemeyiz ama eşimizi , dostumuzu, arkadaşlarımızı , komşumuzu kendimiz seçebiliriz. Örnek(3): Yine güzel Türkiye’mizde sürekli yaşadığımız güzel bir örnek: Çocuğunuz birkaç kezdir girdiği üniversite sınavlarında, sizin ondan beklediğiniz başarıyı bir türlü gösteremiyor. Komşunuzun veya arkadaşlarınızın çocukları ise sınava ilk girişlerinde istedikleri bölümleri kazandı. Siz, çocuğunuzun başarısızlığını ve geleceğini düşünerek üzüntüden depresyona giriyorsunuz, bu durumu kabul edemiyorsunuz ve içiniz içinizi yiyor. Ayrıca komşunuz veya arkadaşlarınız, kendi çocuklarının başarısının kendilerine sağladığı üstünlük egosunu doya doya tatmak için farkında olmayarak bu konuda her gün sizle sohbet ediyorlar veya bilinçli olarak size hava atıyorlar; sizi kıskançlık krizlerine, aşağılık kompleksine sokuyorlar ve üzüntünüzü bir kat daha arttırıyorlar. Kendinize zarar vermekte olan bu yoğun üzüntü ve kıskançlık duygusunun içerdiği enerjiyi olumlu yönde nasıl kullanacağız? Hayatta ne pahasına olursa olsun evlenin . Eşiniz iyi çıkarsa mutlu, kötü çıkarsa filozof olursunuz veya Necdet gibi kitap yazarsınız. Bu örneklerin yanıtlarını, duygular ile ilgili yazacağım Duyguların Yönetimi ve Empati 143 kitabında çok ayrıntılı olarak bulabilirsiniz; fakat neden düşüncenin gücünü kullanmıyorsunuz? Neden 5N1K yöntemini kullanmıyorsunuz? Yanıtlar, soruların içinde gizli değil miydi? Neden bilinç boyutlarınızı ve yaşanmış deneyimleri kullanmıyorsunuz? Neden bilgelerin ruhunu çağırarak, onların bilgece sözlerinden yararlanmıyorsunuz? Benim bu yeni kitabı yazmamı beklemek yerine yanıtı kendiniz de bulabilirsiniz. Biraz ipucu vereyim istersiniz; kişilik küresinin katmanları arasına gizlenmiş olan olumsuz kişisel özellikleri ve kişilik yönetimini hatırlayın. Bizlerin veya karşımızdaki kişilerin davranış ve tepkilerinin arkasındaki sebepler nelerdir? Davranış ve tepkilerin arkasında gereksinimler ve istekler (dürtüler) vardır. Bu dürtülerin nedenleri, kişilik kürenizin katmanları arasında gizlenmiştir. Gereksinim ve istekler karşılanmadan kötü davranışlar engellenemez. Eşimizi, kayınvalidemizi, komşumuzu ve arkadaşlarımızı anlamak (empati yapmak) zor olduğu için onların bizi anlamasını bekliyoruz. Bilgelerin ruhu ve ben yanıtları vermiş oldum galiba. Aslında bu kitabı yazarken, her konu ile ilgili hem komik hem ders veren (ama biraz belden aşağı) çok sayıda fıkrayı hatırladım. Kibarlık egoma yenik düşerek ve konuyu dağıtmamak için bu fıkraları anlatamadım. Anlatacağım fıkra Avrupa’da geçiyor. Onların çoğunluğu, doğanın içinde doğanın dengesi bozulmadan yapılmış olan villalarda yaşıyor. (Duygu, düşünce ve kişisel özellikler konusunu daha iyi açıklamak için fıkra içinde anti parantezler açacağım.) 144 Elin Kızı Fıkrası: Genç kadın kocasının iş seyahati fırsatını değerlendirerek , kocası evden çıkar çıkmaz sevgisini çağırıyor. (Elin kızı değil, çok derinlerden gelen doyumsuz cinsellik arzusu sevgiliyi çağırıyor. Bu doyumsuzluğun nedenini kocasına sormalı.) Sevgilisi ile tam iş üzerindeyken (duyguların anası olan hazzı tadarken), kocasının otomobilinin motor sesi duyuluyor. (Kocası hava alanına kadar gidiyor; fakat hava muhalefeti yüzünden bineceği uçak tehir olduğu için evine tekrar dönüyormuş.) (Kadının zihninde, kocasına ofsayt pozisyonunda yakalanma düşüncesi canlanıyor ve bu düşünce yoğun haz duygusunu dizginliyor.) Elin kızı sevgilisine , villanın arka kapısından çıkarak kaçmasını söylüyor ve sevgili çırılçıplak arka kapıdan çıkarak doğal parka doğru fırlıyor (Düşüncenin sınırsız gücü sevgiliyi çırılçıplak parka fırlatıyor). Park içindeki koşu parkurunda, insanlar eşofmanlarını giymişler koşuyorlar ve bir taraftan da yağmur çiseliyor. Çıplak sevgili parkurda hızla koşmak (kaçmak) durumunda kalıyor. (Duyguların anası haz yerle bir oluyor ve aşağılık bir duygu olan utanmaya dönüşüyor. Utanma duygusu, aşağılanma egosuna dönüşmeden hareket enerjisine dönüşüyor ve ardından koşma eylemine yani işe dönüşüyor. Yatakta hazza dönüşemeyen arzunun enerjisi sonunda başka bir iş yapmış oluyor.) Adam arkasına hiç bakmadan önüne gelen herkesi sollayarak geçiyor. (Olumsuz duygu olan utanmanın ve aşağılanma egosunun enerjisi o kadar büyük ki adam yüz 145 metreyi on saniyenin altında koşarak dünya rekoru kırabilir.) Parkurda koşmakta olan meraklı bayanlardan biri , adamın arkasından yetişerek neden çırılçıplak koştuğunu soruyor. (Merak huyunun enerjisi de çok büyük, yürür gibi koşan yaşlı kadını merak nasıl da hızlı koşturuyor.) Adam, çırılçıplak koşmanın sağlığa daha yararlı olduğunu söyleyerek tekrar hızlanıyor. (Adamın yanıtı sorunun içinde zaten.) Meraklı bayan , bir şeyi daha merak ediyor; hızlanarak adama tekrar yetişiyor. (Merak huyu kadını esir almış yönetiyor.) “Peki koşarken neden prezervatif takıyorsunuz?”, diye soruyor. Adam hazır cevap; “Hava yağmurlu olduğu için .” (Adamın işi bu; cinsellik bilincini deneyimleyerek geliştirmiş. Ayrıca cevap çok mantıklı; kendi hobisi olan iş için gerekli olan aletin ıslanarak pas tutmaması gerekiyor. Aslında meraklı kadının sorularının yanıtı adamın üzerine giyemediği; fakat alete giydirdiği kıyafette değil mi? Yanlış sorular sormaya ne gerek var? Soru sormaya ne gerek var? Bu fıkrada enerjinin bir başka enerjiye dönüşümü kanunu rekor kırdı. İç ve dış dünyamızda görünür olarak veya görünmez olarak var olan hiçbir şey (madde, enerji, hava, su, hayvan, bitki, beden, ruh (insan), can, kan, düşünce, duygu, ego, huy) yok edilemez ve baskı altında tutulamaz, sadece yönetilerek başka bir şeye dönüştürülebilir. Var olan her şey varlığına ilelebet devam eder, hiçbir zaman yok olmaz, sadece form ve boyut değişti146 rebilir. İnsanoğlu tarafından ya da kendiliğinden evrimleşir, dönüşür, değişir ve gelişir. (bk. EK-3 ELEKTRİK VE BİYOENERJİ) ÖNEMLİ AÇIKLAMA: Aslında DDY kitabına, aşağıda verdiğim bölümler ile devam edecektim; fakat bu kitabı yazarken, Bilgelik Çağına Giriş başlığı altında başka kitaplar yazma gerekliliğini hissettim. Bu nedenle, ya aşağıdaki konulara çok yüzeysel olarak değinecektim ya da bu kitabı okuyucular için sıkıcı olabilecek çok geniş bir kitap hâline getirmek zorunda kalacaktım. Aşağıda listesini verdiğim bölümleri, yazmayı düşündüğüm BİLGELİK ÇAĞINA GİRİŞ: Duyguların Yönetimi ve Empati kitabına yerleştirmemin daha uygun olacağına karar verdim; çünkü bu kitabın sayfa sayısı çok artacağı ve konular çok dağılacağı için siz okuyucuları sıkabilirdi. Ayrıca, DDY kitabını yönteme ve uygulamaya yönelik, olarak teknik ağırlıklı bir kitap olarak tasarladığım için, vermiş olduğum yöntemlerin kolayca özümsenerek uygulanabilmesi amacıyla kitabı mümkün olduğu kadar kısa tutmalıydım. DDY kitabından çıkararak Duyguların Yönetimi ve Empati kitabına ekleyeceğim konular şunlardır: D3- RUHSAL BİLİNÇ VE ÖLÜM BİLİNCİ D4- KOZMİK BİLİNÇ VE KADER BİLİNCİ D5- SEVGİ (SEVME, SEVİLME) BİLİNCİ D6- UYKU, RÜYA VE HAYAL KURMA BİLİNCİ D7- MERAK, TUTKU (HEVES) VE ÖĞRENME BİLİNCİ 147 D8- BİLİNÇ AKIŞI, ESİNLENME, İLHAM VE ÇAĞRIŞIM D9- DEPRESYON, ANKSİYETE VE PANİK ATAK D10- DEPRESYON VE ANKSİYETE Hastalığı Sürecinde Deneyimlemiş Olduğum Olaylar ve Bu Hastalıklar ile İlgili Yakınlarımla Yaptığım Yazışmalar Bu kitaba ilave edemediğim Kozmik Bilinç ve Ruhsal Bilinç konularında genel açıklamalar yaparak, kitabın son bölümüne geçiyorum. D3- KOZMİK BİLİNÇ VE RUHSAL BİLİNÇ İLE İLGİLİ GENEL AÇIKLAMALAR Hepimiz 3+1 dairemiz olsun isteriz. İş yaşamımız boyunca, büyükçe bir salonu ve üç odası olan bir daire edinmeye çalışırız. Önemli konuklarımız için, bayramdan bayrama kullandığımız salonun (gösteriş egomuz için) geniş olmasını isteriz ve içindeki eşyalar kirlenmesin, eskimesin düşüncesi ile kendi salonumuzda kendimiz doya doya yaşamayız. (Salonun karşılığı İngilizcede “living room”dur; yani yaşama odasıdır.) Bu daireye ve içindeki eşyalara ödediğimiz paranın en az yarısını bu salona gömdüğümüzün ve dairenin yaklaşık yarı alanının bizim değil, başkaları (bizim gösteriş egomuz) tarafından kullanıldığının farkına bile varmayız. Neyse konuyu dağıtmayalım; daha önce dış dünyamızın görünen üç boyutu ve varsayılan bir boyutunun (3+1); genişlik, yükseklik, derinlik ve ZAMAN, olduğunu söylemiştik. Dünyanın salonu olarak tanımlayabileceğimiz zaman boyutu göreceli olmakla birlikte; evren, dünya ve insan için geçmişe, geleceğe ve şu ana ait bütün bilgi148 leri ve evrimleşmeyi, dönüşümü, değişimi, gelişimi içerdiği için evimizin salonundan katlarca kat daha geniştir. (Bu konuyu Kozmik Bilinç ve Kader Bilinci başlığı altında Duyguların Yönetimi ve Empati kitabında bütün boyutları ve ayrıntıları ile irdeleyeceğiz. bk. EK-3 ELEKTRİK VE BİYOENERJİ) İnsanoğlunun iç dünyasının boyutları da üç oda ve çok geniş bir salondan oluşmaktadır. İnsan yaşamının görünen üç boyutu ve varsayılan bir boyutunu (3+1); fiziksel, zihinsel, duygusal ve RUHSAL olarak tanımlayabiliriz. Ruhsal boyutumuz da evimizin salonundan katlarca kat büyüktür. Ruhsal boyutumuzun alt boyutlarından biri duygularımız ile ilintilidir; diğer bir alt boyutu ise canımız, kanımız, yaşam enerjimiz ile ilintilidir. Aslında hiçbir tanım, deyim veya kelime kafadan uydurulmamıştır. Görünen veya görünmeyen her şeye verilen ad veya tanım bilgeler (peygamberler, filozoflar, düşünürler) veya onu keşfeden kâşifler (mucitler, bilim adamları, mühendisler) tarafından düşünülerek verilmiştir. Bu nedenle, her kelimenin anlamı ve sahip olduğu boyutları kendi içinde saklıdır. Bu nedenle bütün soruların yanıtları sorunun içindedir. Soru sormayı öğrendiğiniz zaman, sorunun yanıtını öğrenmek için yukarıda saydığım bilge insanların ruhlarını çağırmanız yeterlidir. Zaten bilge insanların verdiği bütün yanıtlar (söyledikleri anlamlı ve özlü sözler) ülkeden ülkeye, dilden dile ulu orta her yerde dolaşmaktadır. Ruh çağırmanıza da gerek yoktur. 149 İnsanın ruhsal boyutunun iki alt boyutu olduğunu kendime soru sararak keşfettim. “Ruhsuz” kelimesi bize ne ifade eder, birlikte düşünelim. Bir manzara resmi düşünün. “Resim çok ruhsuz olmuş.”, derler. Bu cümlede ruh, resmin soluk ve renksiz; yani gerçek manzara ile karşılaştırıldığı zaman onun gibi canlı olmadığını ifade eder. Öyleyse ruh, CAN anlamına gelmektedir. Böylece insanın ruhsal boyutuna ait alt boyutlarından birinin biyoenerji, yaşam enerjisi, yaşam akımı (can, kan) olduğunu keşfetmiş olduk. “Ruhsuz adam” deyimi ise duyguları ile hareket etmeyen; soğukkanlı, mantıklı veya duygusuz, hissiz adam anlamına gelir. Öyleyse, ruhsuz adam deyimi, duygusu olmayan veya duygularını yönetebilen adamı ifade eder. Ruhsal olmak ise duygusal olmayı ifade eder. Böylece ruhsal boyutumuzun diğer alt boyutu, duygularımız ile ilintilidir diyebiliriz. Ruhumuz, duygularımızın deposudur ve duygular ruhumuzun şifreli mesajlarıdır. (Bu konuyu Ruhsal Bilinç ve Ölüm Bilinci başlığı altında Duyguların Yönetimi ve Empati kitabında bütün boyutları ve ayrıntıları ile irdeleyeceğiz. bk. EK–4 SANAL CENNET ve EK-6 TANRI VE İNSAN BEYNİ) Dinlerin ve Uzak Doğu inanışlarının ortak noktası, tesadüf olmayan bir şekilde bütün evrenin büyük bir güç tarafından yaratılmış olmasıdır. İnsanın topraktan yapıldığı veya maymundan evrimleşerek oluştuğu veya evrendeki bütün varlıkların Tanrı’nın bir parçası olduğuna inanmış olmak önemli değildir. Önemli olan, dünyadaki bütün insanların Allah’ın (Yaradan’ın) sınırsız gücünün farkında 150 olmasıdır. Örneğin; Kur’an-ı Kerim’i Allah’ın, peygamberimize vahiy yoluyla göndermiş olması veya peygamberimizin düşünerek yazdırmış olması önemli değildir. Peygamberleri de kendi elçisi olarak, insanüstü boyutlara sahip olarak veya normal insan olarak yaratmış olan yine Allah’tır. Kutsal kitapları peygamberler yazmış olsa bile, peygamberlere yazma bilincini, yeteneğini, düşünce gücünü veren yine Allah’tır. O zaman dilimlerinde yararlanabilecekleri başka yazılı bir kaynak olmamasına rağmen kutsal kitaplar, Allah’ın verdiği düşünce gücü olmadan nasıl yazılabilir ki? Kutsal kitaplar vahiy yolu ile sayfalar hâlinde yazılı olarak gönderilmiş veya peygamberlerin beynine düşünce olarak aktarılmış olsun ne fark eder. Eğer peygamberler olmasaydı ve kutsal kitaplardaki yazılanlara insanları inandıramamış olsalardı, belki de şu anda nesli tükenen hayvanlar gibi insan nesli tükenmiş olabilirdi veya insanlar da hayvanlar gibi birbirini yiyerek canavara dönüşmüş olabilirdi. Bağışıklık sistemini ve vücudumuzun (hücrelerimizin) kendini yenileme yetisini, bilincimizin ve düşünce gücümüzün kendi kendisini geliştirme yetisine benzetebiliriz. Örneğin; İbrahim Tatlıses’in kafatasından alınan parçalar karın derisinin altına yerleştirilerek, kesilen kafatası kemiğinin beslenmesi, yaşaması sağlanmaktadır. İbo iyileştiği zaman, bu kemikler karnından çıkarılarak kafatasına tekrar yerleştirilecek ve kafatası kendi yarasını kendisi onaracaktır. Vücudumuz çok bilgedir. Biz fark etmesek bile o, kendi kendini iyileştirmeye çalışmaktadır 151 veya önlem almamız için bizi hasta ederek sert bir şekilde uyarmaktadır. Hayvanlar ve bitkiler bilince sahip değil ama yaşamını devam ettirme yetisine sahiptir. Örneğin; kökü olmayan, henüz kurumamış (ölmemiş olan) bir çiçek sapı veya ağaç dalı nemli bir toprağa gömüldüğü zaman, canlı kalmak (yaşamak) için kendi kendine toprağa kök salmaktadır. Bitkilerin ve toprağın birbirini tamamlayan bir bütün olduğunu söyleyebiliriz. Bütün canlı yaşamının bir bütün olarak şimdiye kadar sürdüğünü göz önüne alırsanız; ister ruh, ister can, ister biyoenerji deyiniz ne önemi var. Önemli olan, öldükten sonra insan bedenin çürüyerek toprağa dönüşmesi ve insan ruhunun, canının (biyoenerjinin) ise bir başka formda ve/ veya boyutta yaşamaya devam etmesidir. Bilinç ve kişilik geliştirme yöntemlerini, olumsuz kişisel özelliklerin ve duyguların yönetimini öğrenmekten kaçarak kurtulabileceğinizi ya da öldüğünüz zaman kurtulacağınızı zannediyorsanız yanılıyorsunuz. Ruhunuzun öbür dünyada doya doya yaşayabilmesi için bu dünyada bıraktığınız çocuklarınızın, torunlarınızın sorduğu soruları ruhunuzun yanıtlıyor olması ve onların yaşadıkları sorunları ruhunuzun çözebiliyor olması gerekir. Onlar için duyduğunuz gelecek endişesi ile ruhunuz gittiği yerde rahat edecek mi? Her bayramda mezarınızın başında, çocuklarınızın ve torunlarınızın ruhunuzu okşamasını istemez misiniz? O zaman, lütfen bu dünyada iken bilgelik çağına giden trene atlayınız. Öbür dünyada ruhunuzun doya doya yaşayabilmesi için bu dünyada edindiğiniz bütün birikimler ile güçlü bir lo152 komotif satın alarak, ardınızda büyük katarlar çekmelisiniz. E- FİZİKSEL, ZİHİNSEL, DUYGUSAL YAŞAMIN DENGESİ VE DDY Doyumlu insan zengin insandır. Sevgili okurlar; bu kitabı okurken farklı konulardaki bazı görüşlerimin birbiri ile çeliştiğini fark edebilirsiniz. Hiçbir şey olumlu olumsuz, iyi kötü, mutlu mutsuz olarak iki boyutlu değildir. Siyah ve beyaz arasında o kadar çok gri ton var ki; ayrıca renkleri ve onların tonlarını da ilave edersek, iç ve dış dünyamızda sayılamayacak kadar çok boyut vardır. Ayrıca yere, zamana, koşullara, kişiye ve kişinin o anki ruh hâline (duygu durumuna) göre, doğru ve yanlış sürekli değişmektedir. İşte değişim ve gelişiminin gerekli olmasının asıl nedeni ve DDY da budur zaten. DDY Orkestra Şefliği Yapmaktır. Doya doya yaşamayı, dünyadaki bütün ülkelere ait modern ve yerel müzik aletlerinden oluşan çok büyük bir orkestra tarafından, bu ülkelere ait rock, pop, klasik, şarkı, türkü, ezgi gibi her tarzdaki müzikleri tek tek çalınırken; sizin orkestra şefi olarak çalınan müziğe göre bazı enstrümanlara öncelik vererek, bazılarını yavaşlatarak, bazılarını susturarak orkestrayı yönetebilme başarınız olarak tanımlayabiliriz. DDY için; insan yaşamı ile ilgili görünen ve görünmeyen fiziksel, zihinsel, duygusal ve ruhsal bütün bilinç boyutlarını bir orkestra şefi gibi yönetmeniz gerekmektedir. 153 DDY geçmişten ders almak ve geleceğe ders vermektir. Fiziksel ve duygusal boyutumuz daima şimdiki zamanda ve buradadır; fakat zihinsel boyutumuz geçmiş veya gelecek zamanda, orada burada devamlı gezinmektedir. DDY ve anı yaşamak için zihinsel boyutumuzu da (düşüncelerimizi de) şimdiki zamana, bu ana ve buraya getirmek zorundayız. Düşünceleriniz şu anda burada değilse, sizin için (farkında olmadan) ya geçmişle ilgili üzüntü duygusu yaratmaktadır ya da gelecekle ilgili endişe duygusu yaratmaktadır. Bu nedenle DDY için ve anı yaşamak için, düşüncelerimizi de bu ana ve buraya gelmeye zorlamalıyız. Kendiniz farkında olarak, bilerek ve isteyerek zihninizi geçmişe veya geleceğe götürebilirsiniz. Bu şekilde de geçmişte veya gelecekte de anı yaşayabilirsiniz. Bu kitabı yazarken, bazen kendi çocukluk ve gençlik geçmişime, bazen de kendi çocuklarımın geleceğine (farkında olarak) zihnimi götürerek, hem geçmişte hem gelecekte hem de şu anda doya doya yaşamış oldum. Farkında olarak yaşanan geçmiş de, gelecek de anı yaşamak gibi doya doya yaşamaktır. Anı yaşama bilincine sahip değilseniz doya doya yaşayamazsınız. Farkında olmadan anı yaşamak ise DDY değildir. Farkında olarak, şimdiki zamanda geleceğin nasıl yaşanabileceğini, size kendisi Karadenizli olan lise matematik öğretmenimin anlattığı bir Laz fıkrasını anlatarak açıklamak istiyorum. Şu anda lise yıllarımdaki geçmişe bilinçli olarak gidiyorum; yani kendime üzüntü yaratmak için değil, geçmişten ders almak için gidiyorum ve gençlere ders vermek 154 amacıyla, geleceğe önlem almak için gidiyorum. Ne yaptığımın farkındayım; öyleyse doya doya yaşıyorum. Lisede cin gibi matematik ve fizik öğretmenim vardı; matematik ve fizik derslerini, Atatürkçülük ve sosyalizm ile bütünleştirerek bilimsel olarak anlatırlardı. Bu öğretmenlerimin, bize DDY felsefesini anlatmaya çalıştıklarını, şimdi geçmişi düşündüğüm zaman fark ediyorum. DDY geçmişten ders almaktır ve geleceğe ders vermektir. Geçmiş ve Gelecek için Laz Fıkraları: Bu fıkra aynı zamanda, DDY için önümüze çıkan bütün yolların denenmesi ve yaşanması görüşümü destekleyen iyi bir örnektir. Önümüze çıkan yollardan tek birini seçer ve sadece o yolda ilerlersek, doğru veya yanlış diğer seçenekleri yaşamamış oluruz. Deneyim kazanmak ve DDY için, önümüze çıkan bütün yolların ve seçeneklerin yaşanması gerekiyor ama hatalı seçim yaptığınızı en kısa sürede fark ederek bu yoldan geri dönmeniz gerekir. Bu yolu kaderiniz olarak kabul edip yolun sonuna, ölene kadar gitmeniz gerekmez veya Laz gençler gibi sanal olarak (düşünerek, hayal ederek) geleceği yaşayabilir ve çıkabilecek sorunlar için önceden önlem alarak askerde sorun yaşamayabilirsiniz. Laz zekâsı ile kaderinizi (geleceğinizi) kendiniz yazarak, yaşam süreçlerinizi kendiniz yönetebilirsiniz. Laz şivesini bilmediğim için fıkrayı normal ifadeler ile anlatacağım. Rahmetli Ecevit ’in başbakanlık döneminde , Kıbrıs’a yapılan Barış Harekâtı zamanında askerlik çağına gelmiş iki Laz genç aralarında konuşuyorlar. İdris, “Bu 155 dönem bizi askere almasalar iyi olur.” diyerek , Temel’e “Acaba bizi şimdi askere çağırılar mı?”, diye soruyor. “Kafana takma.”, diyor Temel ve devam ediyor: “Önümüzde iki yol var; ya askere çağırırlar ya çağırmazlar. Çağırmazlar ise iyi ama çağırırlar ise iki yol var; ya bizi Kıbrıs’a gönderirler ya Türkiye’de kalırız. Türkiye’de kalırsak yine iyi ama bizim bulunduğumuz birliği Kıbrıs’a gönderirlerse yine iki yol var önümüzde; ya bizim birlik geride kalır ya cephede savaşır. Geride kalırsa yine bize bir şey olmaz ama cepheye gönderirlerse yine iki yol var; ya ölürüz ya kalırız. Ölürsek yine iyi , şehit olarak direkt cennete gideriz ama sağ kalırsak iki yol var; ya gazi olarak memleketimize döneriz ya esir düşeriz. Gazi olursak hayatımız garanti altında olur ama esir düşersek yine iki yol var önümüzde; ya bizi mübadele ederler ya da esir kampına gönderirler. Mübadele ederlerse yine memlekete sağ salim dönmüş oluruz ama esir kampına gönderirlerse yine iki yol var; ya esir kampından kaçarak kurtuluruz ya orada toplu katliam yaparlar. Kaçıp kurtulursak yine güzel ama katliamda ölürsek yine iki yol var; cesetlerimizi ya sabun yaparlar ya kâğıt yaparlar. Sabun olursak yine iyi , insanların işine yaramış oluruz ama kâğıt yaparlarsa iki yol var; ya karton ya da tuvalet kâğıdı yaparlar. Karton da işe yarar ama tuvalet kâğıdı yaparlarsa o za156 man boku yedik .” Temel olmadan, olması muhtemel bütün olasılıkların farkına vararak gelecekte anı yaşıyor. Kaderimizi değiştirme seçeneği bizim elimizde değil mi? Biraz düşünce, biraz zekâ ve biraz öngörü (vizyon) ile geleceğinizi kendiniz yönetebilirsiniz. İkinci bir Laz fıkrası daha: Temel ile İdris takaları (sandal) ile balık tutmak için Karadeniz’e açılır. Hem sohbet ediyorlar hem balık tutuyorlar. Biraz mürekkep yalamış (öğrenim görmüş) olan Temel , İdris’e hava atmak için sorar: “Sen İngilizce bilir misin?”; “Yook”, der İdris. “O zaman yarım adamsın .”, der Temel . Bir süre sonra Temel yine sorar: “Sen matematik bilir misin?” İdris yine “Yook” der. “O zaman çeyrek adamsın .”, der Temel . Bir süre daha geçer (üstün görünme ve aşağılama egosu dürter), Temel “Sen fizik bilir misin?”, diye sorar bu sefer ve İdris yine “Yook”, der. “O zaman sekizde bir adamsın .”, der Temel . Bu arada deniz dalgalanmaya başlamış ve fıkra bu ya, sandal alt kısımdaki bir delikten su almaya başlamıştır. İdris bu durumun farkındadır ve bu sefer o Temel’e sorar: “Sen yüzme bilir misin?”; “Yook”, der Temel . “O zaman sen sıfır (ölü) adamsın .”, der İdris. Eğitim, bilim ve bilgi Laz balıkçının işine yaramadı; çünkü denizden ekmeğini kazanan birisi için en önemli, en gerekli ve en öncelikli olan yeti (bilinç boyutu), dalgalı denizlerde uzun mesafeli yüzmeyi de157 neyimleyerek öğrenmek değil mi? Temel için İngilizce, matematik, fizik dersi yaşam denizinin ortasında hiçbir zaman kullanmayacağı bilgilerden ibarettir. Yaşam denizinde (doya doya) yaşayabilmek için yüzme ve dalma bilinci edinmek gerekmektedir. DDY kitabını yazarken, aklıma o kadar çok sayıda (bize ders verebilecek) fıkra, hikâye, anı ve örnek geldi ki; konuyu dağıtmamak için bunları size (farkında olarak) anlatmadım. Umarım, yazmayı düşündüğüm diğer kitaplarda bunları sizler ile paylaşabilirim. DDY için olmazsa olmazları maddeler hâlinde tekrar hatırlayalım: GÖZLEM ve FARKINDALIK olmasa DDY olmaz. MERAK ve ÖĞRENME olmazsa DDY olmaz. HAYAL ve DÜŞÜNCE olmazsa DDY olmaz. SORU ve YANIT olmazsa DDY olmaz. EVRİM ve DÖNÜŞÜM olmazsa DDY olmaz. DEĞİŞİM ve GELİŞİM olmazsa DDY olmaz. BÜTÜNE ve BENLİĞE varmadan DDY olmaz. YETENEK ve KİŞİLİK bilinci olmazsa DDY olmaz. DUYGUSAL ve RUHSAL bilinç olmazsa DDY olmaz. FİZİKSEL ve ZİHİNSEL bilinç olmazsa DDY olmaz. KOZMİK ve KADER bilinci olmazsa DDY olmaz. YAŞAM ve ÖLÜM bilinci olmazsa DDY olmaz. SÜRECİ ve ANI yaşamadan DDY olmaz. 158 YÖNETME ve LİDERLİK olmasa DDY olmaz. SEZGİ ve ÖNGÖRÜ olmazsa DDY olmaz. Geçmişten DERS ALMA olmazsa DDY olmaz. Geleceğe DERS VERME olmazsa DDY olmaz. BİLGİ ve DENEYİM olmazsa DDY olmaz. BİLGELİK ve USTALIK olmazsa DDY olmaz. Abraham Lincoln’un, oğlunun öğretmenine gönderdiği mektup ile kitabı sonlandırıyorum. (Bu konuyu BİLGELİK ÇAĞINA GİRİŞ: Öğrenmeyi Öğrenme ve Bilinç Geliştirme kitabında bütün boyutları ve ayrıntıları ile irdeleyeceğiz.) Öğret ona ki ... “Öğrenmesi gerekli , biliyorum; tüm insanların dürüst ve adil olmadığını ... Fakat şunu da öğret ona; her alçağa karşılık bir kahraman , her bencil politikacıya karşılık kendini adamış bir lider vardır.” “Her düşmana karşılık bir de dost olduğunu da öğret ona. Zaman alacak biliyorum; fakat eğer öğretebilirsen ona , kazanılan bir doların , bulunan beş dolardan daha değerli olduğunu öğret. Kaybetmeyi öğrenmesini öğret ona!.. Ve hem de kazanmaktan neşe duymaya, kıskançlıktan uzaklara yönelt onu.” “Eğer yapabilirsen , sessiz kahkahaların gizemini öğret ona. Bırak erken öğrensin , zorbaların görünüşte galip olduklarını .” 159 “Eğer yapabilirsen; ona, kitapların mucizelerini öğret; fakat onu, sessiz zamanlar da tanı . Gökyüzündeki kuşların , güneşin yüzü önündeki , arıların ve yemyeşil yamaçtaki çiçeklerin ebedî gizemini düşünebileceğini ... Okulda hata yapmanın , hile yapmaktan çok daha onurlu olduğunu öğret ona. Ona, kendi fikirlerine inanmasını öğret. Herkes ona yanlış olduğunu söylediğinde dahi ...” “Nazik insanlara karşı nazik , sert olanlara karşı da sert olmasını öğret ona . Herkes birbirine takılmış bir yöne giderken , kitleleri izlemeyecek gücü vermeye çalış oğluma. Tüm insanları dinlemesini öğret ona; fakat tüm dinlediklerini gerçeğin eleğinden (mantık süzgecinden) geçirmesini ve sadece iyi olanları almasını da öğret.” “Eğer yapabilirsen , üzüldüğünde bile nasıl gülümseyeceğini öğret ona. Gözyaşlarında hiçbir utanç olmadığını öğret. Herkesin sadece kendi iyiliği için çalıştığına inananlara, dudak bükmesini öğret ona ve aşırı ilgiye dikkat etmesini ...” “Ona, kuvvetini ve beynini en yüksek fiyatı verene satmasını; fakat hiçbir zaman kalbi ve ruhuna fiyat etiketi koymamasını öğret. Uluyan bir insan kalabalığına kulaklarını tıkamasını öğret ona ve eğer kendisinin haklı olduğuna inanıyorsa , dimdik dikilip savaşmasını öğret. Ona, nazik dav160 ran; fakat onu kucaklama; çünkü, ancak ateş çeliği saflaştırır. Bırak , sabırsız olacak kadar cesarete sahip olsun . Bırak , cesur olacak kadar sabrı olsun . Ona , her zaman kendisine karşı derin bir inanç taşımasını öğret. Böylece insanlara karşı da derin bir inanç taşıyacaktır.” “Bu büyük bir taleptir. Ne kadarını yapabilirsen bir bak bakalım. O, ne kadar iyi , küçük bir insan . Oğlum...” SON SÖZ İnsanoğlunun düşünce (ve hayal kurma) yetisini, teknolojiyi geliştirmek için yeterince kullanmış olduğunu; insanoğlunun düşünme yetisini, bilincini, bilgi birikimini teknoloji geliştirmek yerine, artık DDY için gerekli olan kendini tanıma, kendini geliştirme, içsel yolculuk yapma, kozmik bilinç ve diğer bilinç boyutlarını geliştirme yönünde kullanması gerektiğine inanıyorum. İnsanoğlunun geliştirdiği teknolojiyi ve bilgi birikimini evren, dünya, doğa ve canlıların (insan, hayvan, bitki) emrinde; yaradılışından itibaren doğal olarak var olan sistemi, düzeni, dengeyi, döngüyü, evrimi korumak ve geliştirmek (bilişim çağının son görevi) için kullanmasının, kendi yaşamına daha fazla yarar getireceği kanısındayım. Bu nedenle, bilişim çağının bu son görevini de layığı ile tamamlayarak, önümüzdeki bin yılda bilgelik çağı olarak devam edeceğine yürekten inanıyorum. Bilişim çağının bilgelik çağına dönüşmesi 161 yönünde, DDY kitabının ve bu içerikteki benzer yayınların katkı sağlayabileceğini düşünüyorum. Doya doya yaşayabilmek için düşünebildiğim ve kendi bilincimle farkına varabildiğim kadarıyla, en azından bu kitapta değinmeye çalıştığım bilgi ve deneyimleri bilinç alanımıza aktararak ve uygulayarak kendimin, yakınlarımın, arkadaşlarımın ve siz değerli okurların daha kaliteli yaşayabileceğine inanmaktayım. Kendi içsel yolculuğumu yapmak için, DDY için, bireysel olarak “Kaliteli Yaşam Projesi”ni gerçekleştirebilmek için, kısacası öncelik ile kendim için bu kitabı yazmaya başladım. Ticari gelir elde etme gibi bir kaygım olmadığı için bu kitabı doya doya hazırlıyorum ve her cümlesi ile bütünleşerek doya doya yaşıyorum. İş yaşamımda yazarlığı hobi olarak değil; kendim, ekibim ve patronum için gerekli olduğu ve eğitim şart olduğu için yapıyordum. Yararlı bir hobi bulduğum için ve kitap yazma hobisi bana içsel yolculuk yapmayı ve doya doya yaşamayı öğrettiği için çok mutluyum. Bu kitabı hazırlamak için gerekli araştırma ve düşünme faaliyetlerini tamamlar tamamlamaz, ilk önce içsel yolculuk yapacağım. Sonra, hasta iken eksik ve hatalı olarak hazırlamış olduğum “Kendimi Değiştirme ve Kaliteli Yaşam Planı”nı güncelleyeceğim (bk. EK-1). Daha sonra ise, DDY için ilk uygulama adımlarını atmaya başlayacağım. Başta Ülker ablam, Ahmet eniştem, Hatice teyzem, Evşen ve Berrak olmak üzere bu kitabın yazılmasında emeği geçen herkese tekrar çok teşekkür ederim. 162 Çocukluk günlerimizden bugüne kadar olumlu olumsuz, iyi kötü ve güzel şeyleri farkında olmadan (bilinçsizce) yaşadığımız için bugüne kadar geçen günleri boşa harcamış olduk. Bu kitabı okuduğumuz zaman, doya doya yaşayabilmenin farkındalık gerektirdiğini öğrendik. Olumlu olumsuz, iyi kötü ve güzel her şeyin farkında olarak doya doya yaşamanız dileğiyle… Üzülme! Dert etme can! Görebiliyorsan , dokunabiliyorsan , nefes alabiliyorsan , yürüyebiliyorsan , ne mutlu sana! Elinde olmayanları söyleme bana. Elinde olandan bahset can! Üzülme! Geceler hep kimsesiz mi geçecek? Gidenler dönmeyecek mi? Yitirdiğin her ne ise; bir bakarsın yağmurlu bir gecede veya bir bahar sabahında karşına çıkmış. Bil ki , güzellikler de var bu hayatta. Gelgitlerin olmadığı bir hayat düşünebilir misin? Mevlana Bilgelik Çağına Giriş başlığı altında yazmayı planladığım kitap listesini aşağıda verdim. 1.KİTAP: “Bilgelik Çağına Giriş: Doya Doya Yaşamak” 2.KİTAP: “Bilgelik Çağına Giriş: Duyguların Yönetimi ve Empati” 3.KİTAP: “Bilgelik Çağına Giriş: Kişilik Yönetimi ve Bilgelik” 4.KİTAP: “Bilgelik Çağına Giriş: Öğrenmeyi Öğrenme ve Bilinç Geliştirme” 163 Kaliteli yaşam felsefesi ile ilgili geçen senelerde hazırlamış olduğum ve kitap içinde referans gösterdiğim yazıları (bk. EK-3, EK-16) kitap sonunda bulabilirsiniz. Bilgelik çağında doya doya yaşamak ve yeni bilgelik kitaplarında buluşmak dileğiyle… Necdet KAYNAK, İzmir (10 Mart – 20 Nisan 2011) 164 EKLER VE REFERANSLAR EK-1 ANLAMLI VE ÖZLÜ SÖZLER (04.04.2011) Derleyenler: Ülker&Ahmet ÖZMERT ve Hatice KAYA Gelecek bilgiyi üretenlerindir. Mustafa Kemal Atatürk Yaratıcı fikir geliştirebilmek için , sıradan görünen her şeye diğer insanlardan farklı bir gözle bakmak gerekir. George Kneller İnsan uçurumun kenarına kanatlanamaz. Kazancakis varmadan Hiçbir sorun , sorunu yaratan bilinç düzeyinde çözülemez. Einstein Elmas yontulmadan , insan yanılmadan mükemmelleşemez. Konfüçyüs En büyük olgunluklar, en büyük zorlukları aşarken gelir. Bir dert atlatıldıktan sonra insana kazanç olarak döner. Goethe Kendini bilmeyi öğrenen hiç kimse , önceden olduğu gibi kalmaz. Thomas Man Başkalarına verebileceğiniz armağan kendi değişiminizdir. en büyük Beni öldürmeyen her şey beni güçlendirir. Nietzsche 165 Bilge insan kendi mutluluğunun ustasıdır. Platos İlim ilim bilmektir, ilim kendin bilmektir, sen kendini bilmezsen , bu nice okumaktır. Yunus Emre Düşünüyorum öyleyse varım. Deskartes Kendini tanı . Sokrates Uygarlığın bedeli nevrozdur. Freud İnsan inandığıdır. Anton Çehov Dün iptal edilmiş bir çektir, yarın emre hazır bir senettir, bugün ise peşin paradır, bugünden yararlanın . Kaylydns Ben bilmediğimi bildiğim için , diğer insanlardan daha akıllıyım. Sokrates Aklı pazara çıkarmışlar, herkes kendi aklını almış. Altın ateşte , cesur adam felaketlerde anlaşılır. Seneca Başkalarının deneyimlerinden ders alacak kadar bilge birisi var mıdır? Başkalarının deneyimlerinden ders alın , insan bütün hataları kendi yapacak kadar uzun yaşamıyor. E. Roosevelt Düşünceleriniz ne ise hayatınız odur. Hayatınızın gidişini değiştirmek istiyorsanız, düşüncelerinizi değiştiriniz. Marcus Aurelius 166 Işık , kişinin kendi karanlık yüzüyle yüzleşebildiği ölçüde ortaya çıkar. Bu yüzden , kendin olmak cesaret ister. Yaşam cesurları sever. Nilgün Uçurtmalar rüzgâr gücü ile değil , o güce karşı koydukları için yükselir. William Churchill Dışarıya bakan rüya görür, içeri bakan gerçeği . Carl Jung Cehennem yerinde hiçbir ateş yoktur, herkes kendi ateşini yanında götürür. Karacaoğlan Bilinçaltındaki kayıtlar bilince çıkmadıkça, karşımıza kader olarak çıkar. Öyle bir dünyada yaşıyoruz ki bir ön yargıyı yok etmek , atomu parçalamaktan daha zordur. Einstein Ne ilginçtir ki insanlar, özgürlük için ölüyor ama kendi yarattıkları tutsaklıklardan özgürleşmek için yapabileceklerini merak etmiyorlar. B.Barton Ey insan! Sen kendini ne sanırsın , alem-i ekber senin içinde . Hz.Ali Ego, ben onurludur; ego gururludur; ego bilinci tutsak kılar. Nilgün Bir ben var benden de içeri . Yunus Emre Bir düşünce ekersin davranış biçersin , bir davranış ekersin alışkanlık biçersin , 167 bir alışkanlık ekersin karakter biçersin , bir karakter ekersin kaderini biçersin . Başkalarının bizi kızdıran davranışları , kendimizi anlamaya yol açar. Jung Alışkanlıklarımızı önce biz, sonra da onlar bizi oluşturur. Rob Gilbert Küçük insanların büyük gururu olur. Voltaire Hoşgörüsüzlük kendinize ve davanıza güvenmediğinizin bir işaretidir. Gandi En büyük bulmaca, bir benden ibarettir. Yunus Emre İnsan ancak oyun oynayan bir çocuğun ciddiyetine ulaştığı zaman , kendisi olmaya çok yaklaşmıştır. Heraclitus Aynı şeyler yaparak farklı sonuçlar elde edilmez. Einstein Mükemmellik , abartı , mübalağa ve felakete odaklanmak gelişmeyi engeller. Öfkenin altında değersizlik duygusu yatar. İnsanın en ilkel ve en gelişmemiş duygusu öfkedir. Freud Ölüm iyi yaşanmış bir hayatın başına konan taçtır. İching İyi ölebilmek için iyi yaşamış olmak gerekir. Tibet Atasözü 168 Ölüme , yanıp kül olmuş bir kale dışında hiçbir şey bırakmayın . Kazancakis Aldığın her nefesi fırsat bil , ot değilsin yeniden bitmezsin . Ömer Hayyam Ey yaşam! Seni bu kadar kıymetli tutuşum ölüm sayesindedir. Seneca Yaşam Tanrı’nın armağanıdır. Mutlu yaşam ise senin düşüncelerinin armağanıdır. Mutlu yaşam, doğayla uyum içindedir. Seneca İnsan merakını yitirdiği anda ölür. Graham Swift Geçmişe öfkeyle , geleceğe endişe ve panikle bakma; etrafına farkındalıkla bak . Doyumlu insan zengin insandır. Lao Tze Su Kendine yalan söylemeyi bıraktığın zaman yaşamın daha zevkli hâle gelir. Mutluluk senin doğal hâlindir. Mutluluğun kaynağı içinde , mutluluk iç kaynaklıdır. Nilgün En büyük korkumuz ne kadar küçük olduğumuzu bilmek değildir. En büyük korkumuz ne kadar büyük olduğumuzun farkına varmaktır. Bizi korkutan karanlığımız değil ışığımızdır: Yanıtından korktuğumuz soru şudur: “Ben kimim ki bu kadar harika, yetenekli ve güçlü olabileyim?” 169 Sen evrenin , Tanrı’nın çocuğusun . Küçük oynaman dünyaya hizmet etmez. Başka insanlar, yanında kendilerini güvende hissedesin diye , küçük oynamanın hiçbir yüceliği yok . İçimizdeki Tanrı’nın yüceliğini yansıtmak için dünyaya geldik . Sadece bazılarımız değil ; her birimiz kendi ışığımızın parlamasına izin verdiğimizde , başkalarının da ışıklarını yaymalarına izin veririz. Korkularımızdan özgürleştikçe , varlığımız diğer insanları da özgürleştirir. M.Williamson Güneşi gözden kaçırdım diye gözyaşı dökersen , yıldızları da gözden kaçırırsın . Dünle beraber gitti cancazım; ne kadar söz varsa düne ait, şimdi yeni şeyler söylemek lazım. Mevlana Bir güçlükle karşılaştığınızda, kedinize bir kaçış yolu değil bir çıkış yolu arayın . L.Weatherford Düşünceleriniz ne ise hayatınız odur. Hayatınızın gidişini değiştirmek istiyorsanız düşüncelerinizi değiştiriniz. M.Urelius Beden er geç bıkkınlık verir insana , düşünceden başka hiçbir şey güzel ve ilginç kalmaz; çünkü düşüncedir gerçek yaşam. Filozoflar yüz mucize görürler bir günde , bilgisizler ve düşüncesizler ise günlük iş170 lerden , alışılmış uğraşlardan başka hiçbir şey görmezler… B.Shaw Nereye gittiğini bilen insana , dünya bir kenara çekilip yol verir. Ya göründüğün gibi ol ya da olduğun gibi görün . Mevlana Malını kaybeden bir şey kaybetmiştir, şerefini kaybeden çok şey kaybetmiştir, cesaretini kaybeden her şeyini kaybetmiştir. Goethe Olgun adam hatalarının sebebini kendin de arar, çılgın ise başkalarında. Konfüçyüs Hiddetli isen hiçbir şey yapma; fırtınalı havada yelken açılmaz. Birisine kedine gelmesi için atılabilecek en güzel tokat, onu kendisi ile yüzleştirmektir. Kazanmaya en yakın olduğumuz an , en savunmasız olduğumuz andır. Akrabalarımızı biz seçemeyiz ama eşimizi , dostumuzu, arkadaşlarımızı , komşumuzu kendimiz seçebiliriz. Kaybettiklerini değil kendini kazan . Evlenmeden önce gözünü dört aç, evlendikten sonra yarım aç. Gecenin en karanlık olduğu an sabaha en yakın zamandır. 171 Akıllı insan idare eder, cahil insan iftira eder, aciz insan şikâyet eder, olgun insan sabır eder. Karşılaştığınız sorunu sadece eleştirirseniz sorun iki katına çıkar; sorunu sadece düşünmekle yetinirseniz sorun yerinde sayar; soruna çare bulursanız sorun sorun olmaktan çıkar. Beklemekte olduğun şey ancak onu unuttuğunda gerçekleşir. Bu, evrenin sen bakarken soyunamıyorum deme şeklidir. Ne mükemmel şeydir ki dev gibi bir güce sahip olmak , ne zalimce şeydir ki onu bir dev gibi (canavarca) kullanmak . Asalet boyda değil soyda olmalı , incelik belde değil dilde olmalı , doğruluk sözde değil özde olmalı , güzellik yüzde değil yürekte olmalı . Akıllı insan kendi yaşadıklarından , daha akıllı insan hem kendi hem başkalarının yaşadıklarından ders alır. I am the only one who sees the whole picture , that ’s why what they mean by genius. BerrakDağ Önce para kazanmak için zaman ve sağlığımızı harcarız. Sonra sağlığımızı geri kazanmak için zaman ve para harcarız. 172 Gençken yemekleri siz yersiniz, yaşlanınca yedikleriniz sizi yemeye başlar. Süleyman Demirel Şimdiye kadar vücudun sana baktı şimdi sen ona bak . Bilmediğini bilmeyen insanlar ile boşu boşuna uğraştığımı öğrendim; çünkü onlar bilmediklerinin farkında olmadıkları için veya bildiklerini zannettikleri için düşünmeye , öğrenmeye , araştırmaya, değişime , gelişime ihtiyaç duymazlar. Ayrıca başkalarını dinlemezler ve devamlı kendi bildiklerini (hatalar) yaparlar. Bilmediğini bilen ve gurur meselesi yaparak bilmediğini (gerçekleri) gizlemeye çalışmayan insanlar ise dinlemeye , anlamaya, düşünmeye , okumaya, öğrenmeye , araştırmaya, değişime , gelişime açık olan insanlardır. Necdet Kaynak Geçeklerden kaçamazsınız. Gerçekler sizden hızlı koşar. Gerçekleri saklayamazsınız. mızrak gibidir çuvala sığmaz. Gerçekler Güneş balçıkla sıvanmaz. İnsan açlıktan ve susuzluktan değil bilgisizlikten ölür. Tekâmüle engel mükemmeldir, değişime ve gelişime engel egodur. 173 Hakkında konuştuğunuz şeyi ölçebildiğiniz ve sayılarla ifade edebildiğiniz zaman , o konu hakkında bazı şeyler biliyorsunuzdur; fakat onu ölçemiyor, onu sayılarla ifade edemiyorsanız, o konu hakkındaki bilginiz eksiktir ve tatmin edici değildir. (When you can measure what you are speaking about, and express it in numbers, you know someting about it; but when you cannot measure it, when you cannot express it in numbers, your knowledge is of meager and unsatisfactory kind .) Lord Kelvin Beni sevene canım feda, sevmeyene elveda. Doğa Güngör Dağları delmeli , yolları geçmeli , kendine gelmeli insanlık . Doğa Güngör Ya çare sizsiniz, ya da çaresizsiniz. Yarabbi! Bildir de ben beni bileyim, beni bilen ben ile kendime geleyim. Benim bensizliğim ile ben seni bileyim, seni bilmeyen beni ben neyleyim? Mevlana İki şey sınırsızdır: (1) evren sınırsızdır (2) insanoğlunun aptallığı sınırsızdır ama birincisinden emin değilim. Einstein Canım yeğenim; eline, koluna, yüreğine sağlık. Çalışmalarında kolaylıklar dilerken eğer içlerinden ilginç bulduğun, kullanmak istediğin sözler olursa ben de ablanlar gibi bir kaç özlü sözü aşağıya yazıyorum. Sevgiyle sağlıkla kal canım! Hatice (11.04.2011) 174 “Yaşamakla, ‘Yaşamayı Bilmek’ arasındaki farkı görebiliyor muyuz?” MUTLULUK ( William Shakespeare) Kendimi her zaman mutlu hissederim. Neden biliyor musunuz? Çünkü kimseden bir şey ummam. Beklentiler daima yaralar. Hayat kısadır. Öyleyse hayatınızı sevin . Mutlu olun ve gülümsemeye devam edin . Sadece kendiniz için yaşayın ve -Konuşmadan önce dinleyin , -Yazmadan önce düşünün , -Harcamadan önce kazanın , -Dua etmeden önce bağışlayın , -İncitmeden önce hissedin , -Nefret etmeden önce sevin , -Vazgeçmeden önce çabalayın , -Ölmeden önce yaşayın . Onu yaşayın ve ondan hoşnut olun . 175 “Sevginin gücü, yüce olan sevgiyi aştığı zaman dünya aydınlanacaktır.” M. Balbay “Kaybetmekten korkma! Bir şeyi kazanmak için bazı şeyleri kaybetmelisin ve unutma kaybettiğinde değil , vazgeçtiğinde yenilirsin .” CHE “Hepimiz, birbirimizden nefret etmeye yetecek kadar dindar olduk ama birbirimizi sevecek kadar inançlı olamadık .” J. Swift “Eğitim, kafayı (bilinci) geliştirmektir, hafızayı doldurmak değil .” “Hataları saklamak , düzeltmekten daha çok acı verir.” B. Franklin “Dün yaptığınız şey size hâlâ iyi görünüyorsa, bugün yeterli değilsiniz demektir.” “İnsanları yargılarsan , onları sevmeye zaman kalmaz.” Rahibe Teresa “Çocuklarınız, onlara sunduğunuz maddi olanakları değil , onlara yaşattığınız güzel duyguları ve sevginizi anımsarlar.” R . E. “Yönetimlerin en kötüsü, masum ve suçsuz insanların korktuğu yönetimdir.” İlhan Cihaner “Muhteşem zekâlar, daima sıradan beyinlerin şiddetli muhalefeti ile karşılaşır.” 176 “Kişinin gelecekteki umudu, onun şimdiki gücünün kaynağıdır.” D. Cüceloğlu “ ‘Niçin’i olan biri , bütün ‘Nasıl’lara göğüs gerebilir.” NİETZSCHE “Bugün hayatımın geri kalan kısmının ilk günü.” C. Dederich “Gerçek olan bir tek yarış vardır: insanlık yarışı .” G. More “Hayatta tek korktuğum şey, kendimle yüzleştiğim andır.” “Esas endişelenmen gereken zaman , kimsenin seni eleştirmediği zamandır.” “İyi yaşamak için acele et, her gün başlı başına bir hayattır.” Seneca “Akılsızca sözler gibi akılsızca suskunlukların da hesabını vermek zorunda kalabiliriz.” B. Franklin “Pek çok insanın , diğerlerinin boşa harcadığı zamanı kullanarak öne geçtiğini gözlemledim.” H. Ford Üzülme! Dert etme can! Görebiliyorsan , dokunabiliyorsan , nefes alabiliyorsan , yürüyebiliyorsan , ne mutlu sana! Elinde olmayanları söyleme bana. Elinde olandan bahset can! Üzülme! Geceler hep kimsesiz mi geçecek? Gidenler dönmeyecek mi? Yitirdiğin her ne ise , bir bakarsın yağmurlu bir gecede veya bir bahar sabahında kar177 şına çıkmış. Bil ki; güzellikler de var bu hayatta. Gelgitlerin olmadığı bir hayat düşünebilir misin? Mevlana Hz. Muhammed’ten Bilim ve Bilgelik ile İlgili Sözler NK (25.04.2011, İzmir) Faydalanılmayan bilgi , harcanmayan ve kimseye hayrı olmayan define gibidir. Çin’de bile olsa bilgiyi arayın , bulun ve getirin . Bilginin mürekkebi , şehidin kanından daha kutsaldır. İnsanların en kötüleri , insanlar arasına katılan kötü bilginlerdir. Beşikten mezara kadar ilim öğreniniz. Cahiller cesur olurlar. Acı da olsa doğruyu söyleyiniz. Bir ağacın yenilen meyvesi , o ağacı dikenin sadakasıdır. Tanrı bir kimseye hayır dilerse , onun bilgisini arttırır. Öğrenmekten ve bilgiden daha üstün ve iyi nitelik yoktur. Dünyayı isteyen bilime , ahireti isteyen bilime , hem dünyayı hem ahireti isteyen yine bilime sarılsın . 178 Bilim bir avdır, yazı avın ayaklarını bağlar. Avı kaçırmamak için bilimi yazı ile belirtiniz. Bilime ve bilginlere saygı gösterenler bana saygı göstermiş olur. Bilimin sonu var diyen , bilime haksızlık etmiş olur. Bilgisizler içinde bir bilgin , ölüler içinde bir diri demektir. Bilginlerle tanışıp görüşme ibadet yerine geçer. Bilgi ibadetten üstündür. Bilginler yeryüzünün ışıklarıdır. Bilgisini kötüye kullanan insan en kötü insandır. 179 Erdal Atabek’in, 80. doğum günü nedeniyle kaleme aldığı bu yazısını çok beğenmiştim. Siz sevdiklerimle paylaşmak istedim. Sevgiyle kalın. Güzelce kalın…Hatice, (13.04.2011) GERÇEKTE KAÇ YAŞINDASINIZ? SOKRATES’i okudunuzsa yaşınız 2500 olmalıdır. GALİLE’yi biliyorsanız 800 yaşındasınız. BEETHOVEN’i seviyorsanız 240 yaşındasınız. Endüstri çağını anlıyorsanız 300 yıl ekleyin . Tarım kültürünü biliyorsanız yaşınıza 10 bin yıl daha katın . Gerçekte kaç yaşındasınız? Nüfus kâğıdına bakarsanız yanılırsınız, gerçekle ilgisi yoktur. Gerçek , aklınızın yaşıdır. Gerçek , bilincinizin yaşıdır. Gerçek , duygularınızın yaşıdır. Gerçek , yaşadıklarınızın yaşıdır. Gerçek , anladıklarınızın yaşıdır. Gerçek , yaptıklarınızın yaşıdır. Gerçek yaşınızı merak ediyor musunuz? Yaşadıklarınızdan ne anladığınızı sorun . 180 Yaşamınızı sorgulayın . Sokrates’i yaşam rehberiniz yapın . Gerçek yaşınızı mı soruyorsunuz? Umutlarınıza bakın . Kararlarınıza bakın . Yaşama sevincinize bakın . Neden yaşamak istediğinize bakın . Yapmak istediklerinize bakın . İradenize bakın . Dünyaya bakın . Dünyanın geleceğine bakın . O geleceğe ne katabileceğinize bakın . Gerçek yaşınızı göreceksiniz... 181 EK-2 KENDİMİ DEĞİŞTİRME VE KALİTELİ YAŞAM PLANI: NK (23.01.2011) Dün yaptığınız şey size hâlâ iyi görünüyorsa, bugün yeterli değilsiniz. Gerekli gereksiz, önemli önemsiz, yararlı yararsız ne kadar çok şey yazmışım. Hasta iken bilincim karma karışık (işletim sistemine virüs girmiş) olduğu için zihnim (ALU) bilinç boyutlarını kullanamıyordu. A- KENDİMİ TANIMA VE DEĞİŞTİRME PLANI 1- Hızlı hızlı ve heyecanlı konuşma alışkanlığını değiştirme 2- Hızlı yemek yeme alışkanlığını değiştirme 3- Yemek yerken devamlı konuşma alışkanlığını değiştirme 4- Her şey için acele etme (acelecilik) alışkanlığını değiştirme 5- Heyecan duygusunu azaltma ve soğukkanlı olma alışkanlığı edinme 6- Her zaman relaks ve rahat olma duygusunu arttırma 7- Başka bir yerde rahat edememe ve sıkılma duygusunu azaltma 8- Yakınlarıma sıkıntı oluyorum düşüncesini değiştirme 9- Yakınlarımı değiştirme çabasından vazgeçme ve beklentilerimi azaltma 10- Yakınlarıma karşı aşırı sorumluluk duygusunu azaltma 182 11- Mükemmelci ve işkolik olma davranışını değiştirme 12- Başka düşüncelere dalmadan bu anı yaşama alışkanlığı edinme 13- Geleceğe ve sorunları önlemeye odaklı yaşam tarzını değiştirme 14- Geçmişi ve geleceği düşünmeden bugünü yaşamayı öğrenme 15- Küçük şeyleri önemseme ve mutlu olma alışkanlığı edinme 16- Sevgi ve sevinç duygularını gösterme (dışa vurma) alışkanlığı edinme 17- Özel günleri hatırlama ve kutlama alışkanlığı edinme 18- Eleştirme, suçlama, kınama ve şikâyet etmeden kaçınma alışkanlığı edinme 19- Eleştirilere ve suçlamalara karşı savunmaya geçmeme, tepki göstermeme ve söylenen hiçbir sözden etkilenmeme alışkanlığı edinme 20- Hiçbir şeye öfkelenmeme ve moral bozmama alışkanlığı edinme A- RUHUMU BESLEME VE SAĞLIKLI, MUTLU YAŞAMA PLANI 1- Yıllık sağlık kontrolü (check-up) yaptırma 2- Pozitif yaşam (olumlu ve güzel şeyler düşünme alışkanlığı) 3- Dengeli, bilinçli ve sağlıklı beslenme 183 4- Sağlıklı, formda görünüm ve kilo kontrolü 5- Dik durma, yürüme, oturma ve sırtüstü yatma alışkanlığı edinme 6- Her gün nefes egzersizi, dengeli duruş hareketleri ve diğer hareketler 7- Her gün 5-10 km yürüyüş veya bisiklet (Balçova ve Davutlar) 8- Her gün 1 km yüzme ve 30 dk güneşleme (Davutlar) 9- 7 saat düzenli uyuma, gün arası şekerleme ve dinlenme 10- Güzel görünüm ve kişisel bakım (tıraş ve banyo sonrası) 11- El ve ayaklarımdaki nasırları azaltma (Davutlar) 12- Her gün Relax&Tone cihazı ile vücut masajı 13- Her gün gevşeme ve rahatlama egzersizleri 14- Bahçe işleri ve onarım işleri ile uğraşma (Davutlar) 15- Yeni hobiler edinme (fotoğrafçılık, balıkçılık, avcılık) 16- Her gün 15-30 dakika müzik dinleme 17- Gezi turları düzenleme ve/veya katılma 18- Spor (futbol, voleybol, masa tenisi) karşılaşması düzenleme ve/veya katılma 184 19- Doğa yürüyüşü düzenleme ve/veya katılma 20- Tatil, eğlence, yemek düzenleme ve/veya katılma organizasyonları 21- Gazete, dergi ve kitap okuma 22- Sinema, tiyatro ve maça gitmek 23- TV seyretme (spor karşılaşması, müzik, film, dizi, belgesel) 24- Her gün 15-30 dakika düşünmek için zaman ayırma 25- Düşünce ile ilgili (özlü sözler, IQ soruları, fıkra) tartışma ve değerlendirme 185 EK-3 ELEKTRİK (26.01.2010, İzmir) VE BİYOENERJİ NK A- VARLIKLARIN ENERJİ GEREKSİNİMİ Evrende var olan her şey, varlığını devam ettirebilmek için enerji içermektedir; yani evrendeki her şey, yapısını koruyabilmek ve fonksiyonlarını yerine getirebilmek için enerjiye gereksinim duymaktadır. Enerji, evrendeki canlı ve cansız bütün varlıklar içinde değişik biçimlerde (formlarda) bulunmaktadır; elektrik, kinetik (hareket), potansiyel (durağan), güneş (ısı ve ışık), rüzgâr, hidrolik (su), jeotermal ve biyoenerji (yaşam enerjisi) formlarını örnek olarak gösterebiliriz. Hiçbir enerji formu yoktan var olmaz ve vardan yok olmaz; bir enerji formu, başka bir enerji formuna dönüşerek varlığını devamlı sürdürür. İnsanlar da varlığını devam ettirebilmek için; yani bütün organlarımız, yapısını koruyabilmek ve fonksiyonlarını yerine getirebilmek için yaşam enerjisine (biyoenerjiye) gereksinim duymaktadır. Hayatımızı sağlıklı bir şekilde sürdürebilmemiz için yaşam enerjisinin hiçbir kesintiye uğramadan, vücudumuzun bütün hücrelerine akışı (yaşam akımı) devam etmelidir. B- YAŞAM ENERJİSİ VE ELEKTRİK ENERJİSİ ARASINDAKİ BENZERLİK ELEKTRİK ENERJİSİ VE AKIMI Yaşam enerjisi ve akımını açıklamak için elektrik enerjisi ve akımı ile benzerliğini kullanabiliriz. Her186 kes tarafından anlaşılabilmesi için aşağıda basit bir elektrik devresi (sistemi) ile sözel olarak açıkladığımız bilgilerin bilimselliğini ve doğruluğunu, formüller ile teorik olarak açıklayabilir ve deneyler ile uygulamalı olarak gösterebiliriz. Dolu bir batarya (pil) bir ampule bağlandığı zaman, bataryadan ampule doğru akan elektrik akımı oluşur. Oluşan elektrik akımı, ampul içindeki filaman (direnç) üzerinden geçerken, filamanın aşırı derecede ısınarak ışık yaymasını sağlar; yani batarya içinde depolanmış alan elektrik enerjisi, ampul içinde ışık enerjisine dönüşür. Elektrik akımının artışı ile orantılı olarak ışık gücü (şiddeti) arttırılabilir. Bütün elektrikli aletlerin ve elektronik cihazların yapısında bir bozulma olmadan çalışabilmesi ve fonksiyonlarını yerine getirebilmesi için, tasarlandığı koşullara uygun elektrik enerjisi (uygun güç ve voltaj değeri) sağlayan bir kaynaktan beslenmesi gerekmektedir. 1- Ampulün devamlı olarak ışık yayması için batarya içinde depolanan elektrik enerjisinin bitmemesi sağlanmalıdır. Bataryanın başka bir kaynaktan (şarj cihazından) elektrik enerjisi alması (beslenmesi) gerekmektedir. Bataryanın alabileceği elektrik enerjisi sınırlıdır. Şarj cihazı bataryaya devamlı olarak bağlı kalsa bile, batarya kapasitesi (gereksinimi) kadar elektrik enerjisi alır. 2- Bataryanın iç direnci devrede oluşan elektrik akımını; yani ışık gücünü sınırlar. Bataryanın iç direnci üzerinde, negatif yönde elektrik enerjisi olu187 şur ve bu negatif enerji, devreden geçen elektrik akımının azalması yönünde etki gösterir. Bataryanın iç direnci düşürülerek, elektrik akımının ve ışık gücünün artışı sağlanabilir. Batarya iç direnci üzerinde oluşan negatif elektrik enerjisi ısıya dönüşür; yani batarya içinde ısı enerjisi birikimine neden olarak bataryanın yapısına zarar verebilir. Aynı zamanda, ampule aktarılacak olan gücün (elektrik akımının) azalmasına neden olarak sistemin fonksiyonuna (verimli çalışmasına) engel olmaktadır. Bu nedenle, sisteme zararı olan batarya iç direncinin tasarım, üretim sürecinde mümkün olduğu kadar azaltılması gerekir. 3- Ampul (filaman) direnci, sistemde oluşan elektrik akımına ve ışık gücüne etki eder. Ampul direnci batarya iç direncine eşit hâle getirildiği zaman, bataryadan ampule aktarılan elektrik gücü; yani ampulün ürettiği ışık gücü maksimum değere ulaşır. Ampul direncinin, batarya iç direncinden büyük veya küçük hâle getirilmesi ışık gücünü azaltır. Ampul direnci, bu sistem için gerekli ve yararlı bir dirençtir. Ampul direnci, elektrik enerjisini ışık enerjisine dönüştürmek için gereklidir ve bu direncin değeri, ampulde oluşan ışık gücüne etki etmektedir. Ampul direncini, uygun değeri (maksimum ışık gücünü elde ettiğimiz değeri) üzerinde arttırmaya başladığımız zaman veya uygun değeri altında düşürmeye başladığımız zaman, sistemin veriminin azalmasına neden oluruz. 188 YAŞAM ENERJİSİ VE AKIMI Sağlıklı yaşam sürmenin koşulları (sağlıklı yaşamın sırları) şunlardır: Sağlıklı düşünmeliyiz: Olumlu düşünmeliyiz ve kişisel olumsuzluklarımızı (kıskançlık, nefret, hırs, endişe, kaygı, şüphe, korku, üzüntü, kendini suçlama ve kendine güvensizlik gibi duyguları) azaltmalıyız. Sağlıklı beslenmeliyiz: Doğal (organik) gıdalar ile yeteri kadar ve dengeli beslenmeliyiz. Sağlıklı çevrede yaşamalıyız: Hava ve su kirliliği olmayan, gürültü olmayan ve elektromanyetik dalga yoğunluğu gibi çevresel olumsuzlukları az olan yerlerde (doğal çevrede) yaşamalıyız. Sağlıklı bir görünüm (formda ve kilosu normal bir fizik) ve dingin bir beyne sahip olmak için hareket etmeliyiz: Yürüyüş, spor, egzersiz, masaj yapmalıyız; uyumalıyız, dinlenmeliyiz, düşünmeliyiz ve müzik dinlemeliyiz. İnsanoğlunun, ilk yaratıldığı zamandaki yapısını hiçbir bozulma olmadan koruyabilmesi ve organlarımızın bütün fonksiyonlarını hiçbir aksama olmadan yerine getirebilmesi için, ilk yaratıldığı zamanlardaki çevresel koşullarda yaşaması ve o zamanlardaki gibi doğal gıdalarla beslenmesi gerekir. Mümkün olduğu kadar o zamanlardaki yaşam koşullarını sağlayarak, vücudumuzun yaradılışına ait olan kendini yenileme ve bağışıklık gücünü daha aktif hâle getirebiliriz; yani insanlar, kendi yaşadığı doğa ve kendi beyni üzerinde, kendisinin yarattığı çevresel 189 ve kişisel olumsuzlukları azaltarak, sağlıklı beslenerek ve hareket ederek kendisinin yaşlanmasını yavaşlatabilir; hasta olmasını önleyebilir; fiziksel ve zihinsel olarak daha enerjik, güçlü, dinç ve güzel görünmesini sağlayabilir; fiziksel ve zihinsel açıdan sağlıklı yaşayabilir ve yaşam kalitesini arttırabilir. Bataryadaki elektrik enerjisi, sağlıklı yaşamak için gereksinim duyduğumuz yaşam enerjisine karşılık gelir. Sağlıklı bir yaşam sürebilmek için, yaşam akımının hiçbir kesintiye ve zorlanmaya (dirence) uğramadan, bütün hücrelerimize mümkün olduğu kadar yüksek bir değerde akması gerekmektedir. 1- Sağlıklı bir çevrede yaşayarak ve sağlıklı beslenerek, vücudumuzun gereksinim duyduğu yaşam enerjisini evrendeki doğal kaynaklardan (güneş, hava, su, hayvan ve bitkilerden) alabiliriz. Vücudumuzun gereksinim duyduğu yaşam enerjisi miktarı sınırlıdır. Daha fazla beslenerek ve öğün sayısını arttırarak, vücudumuza daha fazla yaşam enerjisi veremeyiz. 2- Çevresel ve kişisel olumsuzluklar ve olumsuz düşünceler yaşam enerjisinin akışına karşı direnç oluşturmaktadır. Bataryanın iç direnci üzerinde oluşan negatif enerji gibi çeşitli organlarımız üzerinde negatif enerji birikimleri oluşmaktadır. Oluşan negatif enerji birikimleri, yaşam akımının hücrelerimize akışına engel olmaktadır. Yaşam akımını arttırmak için çevresel ve kişisel olumsuzlukları ve olumsuz düşünceleri azaltmak zorundayız. 3- Vücudumuz formunda ve ağırlığımız normal ise 190 evrendeki doğal kaynaklardan aldığımız yaşam enerjisini, en yüksek değerde bütün hücrelerimize aktarabiliriz. Hareket ederek vücudumuzun daha enerjik ve güçlü olmasını sağlayabiliriz. Vücudumuzun kendini yenileme ve bağışıklık gücünü arttırabiliriz. Vücut ağırlığımız ve formumuz (bağışıklık direncimiz) ampul direncine karşılık gelmektedir. Vücut ağırlığımızın normal değerinden yüksek veya düşük olması (şişman veya zayıf olmamız), yaşam akımını azalttığı için fiziksel gücümüzü ve fiziksel hareket olanağımızı azaltır. C-KOZMİK BİLİMİN YAŞAM KALİTESİ ÜZERİNDEKİ ETKİSİ Yaşam kalitesi, fiziksel ve zihinsel açıdan sağlıklı olarak ve mutlu bir şekilde yaşayarak arttırabilir. Yaşama sevinci, yardımseverlik, doğa ve insan sevgisi mutluluğumuzu (yaşamdan aldığımız zevkleri ve hazları) arttırmaktadır. Evreni, dünyamızı, canlı (insan, hayvan, bitki) ve cansız bütün varlıkları sistematik ve otomatik olarak (belirli bir düzen ve intizam içinde) yapısını ve fonksiyonunu sürdürecek şekilde yaratan gücün farkında olmalıyız. Yaradan, dünyamızdaki diğer canlı varlıklardan farklı olarak insanlara daha gelişmiş bir beyin verdi. Böylece insanların düşünen, tasarlayan, üreten bir varlık olmasını ve yarattığı evreni, dünyayı, doğayı, canlı ve cansız bütün varlıkları koruyan; yarattığı bu sistemleri bozmayan; aksine gelişimini sağlayan varlıklar olmasını istedi. Düşünebilen bir beyne sahip olan insanlar, bilgisayar gibi çok yük- 191 sek teknolojileri tasarlayarak üretebildi; fakat insanların yarattığı bilgisayar, düşünme kapasitesine sahip değil; sadece insanların onu programladığı şekilde çalışabiliyor. Hâlbuki insanoğlu bir robot veya bilgisayar gibi yaratılmadı; aksine Yaradan, insanlara yaratıcı özellikleri olan gelişmiş bir beyin verdi; çünkü canlıların yaşamını sürdürebilmeleri için gerekli koşulların bulunduğu dünyamızın tesadüfen oluşmadığını fark etmeleri için, yaşam için gerekli koşulların ve doğal güzelliklerin önemini, yararını anlayarak bozmamaları ve geliştirebilmeleri için, insanlığın ve doğadaki diğer canlıların yararına çalışabilmeleri için ve insanların daha kaliteli bir yaşam sürebilmeleri için, insanların düşünebilen ve yaratıcı özelliği olan bir beyne sahip olması gerekiyordu. İşte, mutlu yaşamın sırları bu amaçlar içinde gizlidir. Bu amaçlar için yaratılmış olan insanın, bu amaçlar doğrultusunda çalışması, mutlu bir yaşam sürebilmesi için gerekli ve yeterlidir. Mutlu bir şekilde yaşamak için evrendeki bütün varlıkların ve doğadaki bütün güzelliklerin farkında olmalıyız, onları sevmeliyiz, doğadaki canlı varlıkların yaşamını sürdürmesi için gerekli özeni ve çabayı göstermeliyiz, kendimizi sevmeli ve yaşama sevinci duymalıyız. Yakınlarımızın, arkadaşlarımızın, ülkemizdeki ve bütün dünyadaki insanların yararına çalışmalıyız ve daha kaliteli bir yaşam sürmeleri için elimizden geldiği kadar onlara yardımcı olmalıyız. Sağlıklı ve mutlu yaşam sırlarının farkında olmalarını sağlamak (kozmik bilinç) için yakınlarımızı ve arkadaşlarımızı bu konularda bilinçlendirmeliyiz. 192 Aynı ortamda birlikte yaşamakta olduğumuz diğer bireylerin kozmik bilince ulaşması ve onların da çevresel ve kendi kişisel olumsuzluklarını azaltması yönünde çalışması süreci hızlandırır; yani bizim bu yöndeki çalışmalarımızı kolaylaştırır; çünkü onların etkisi (yaydığı negatif enerjiler) ile bizim üzerimizde oluşan kişisel olumsuzluklar, olumsuz düşünceler ve engeller kendiliğinden ortadan kalkar. Kısacası, bu konularda tek başımıza gayret göstermemiz kaliteli yaşamak için yeterli olmamaktadır. Daha sağlıklı ve daha mutlu yaşama hedefi doğrultusunda, birlikte yaşamakta olduğumuz yakınlarımız ve arkadaşlarımız ile ekip çalışması yaparak yaşam kalitemizi geliştirebiliriz. D- PARASAL BOYUT Sağlıklı yaşamın, parasal açıdan bize ve ülkemize sağlayabileceği yararları anlatmak için Sevgi’nin buzdolabı üzerinde okuduğum bir cümle ile başlayacağım. Önce para kazanmak için zaman ve sağlığımızı harcarız. Daha sonra sağlığımızı geri kazanmak için zaman ve para harcarız. Prof. Dr. Ahmet Maranki gibi integratif tıp uygulamalarını tanıtarak Türkiye’de yaygınlaşmasına çalışan diğer kişi ve kurumlar, aslında ülkemiz ve insanlarımız için çok yararlı işler yapmaktadırlar. Sağlıklı yaşam için; yani hasta olmadan yaşamak için yapılan bütün çalışmalar, ülkemizde çok yüksek seviyelere ulaşan sağlık harcamalarının düşürülmesine ve ülkemizin ilaç tröstlerinin (uluslararası ilaç tekellerinin) 193 sömürüsünden kurtarılmasına, halkımızın ise hastane kapılarında sıra beklemekten kurtarılmasına olanak sağlar. Bu nedenle bu tür çalışmaları yapan kişi ve kurumları, bizlerin (ve devletimizin) desteklemesi ve teşekkür etmesi gerekir. Örneğin; domuz gribi için tanesi 5 euroya satın alınan 20 milyon ünite aşının Türkiye’ye maliyeti= 2X5X20 milyon TL; yani eski paramız ile 200 trilyon TL’dir. Sağlık sigortamız kapsamında, bizler için devletin ilaç tröstlerine ödediği paralar, bizlerin maaşından (vergisinden) ödenmektedir. Sevgi’nin yazdığı cümledeki gibi, hem kendi paramızı boşa harcıyoruz hem hastane kapılarında zaman harcıyoruz hem hasta olarak yaşam kalitemizi düşürüyoruz hem de bizlere (ülkemize) hizmet olarak dönebilecek paraları yabancı şirketlere ödüyoruz. Harcanan bu paraların ilaç tröstleri yerine, ülkemizde üretilen doğal gıdalara ve bitkisel destek ürünlerine harcanması Türkiye ekonomisi için daha yararlı değil mi? İlaçlara harcanan bu paraların bir bölümünün, ülkemizde organik tarım faaliyetlerinin geliştirilmesine, tarım ve hayvancılığın desteklenmesine harcanması ve integratif tıp alanındaki tanıtım faaliyetlerine ve uygulama çalışmalarına harcanması daha yararlı değil midir? 194 E- MUTLU YAŞAMAK İÇİN PRATİK ÖNERİLER (Saba Tümer ile söyleşi programından alınarak düzenlenmiştir.) 1- Gerçekten doğru olduğunu bildiğiniz konular hariç HAYIR demeyi öğrenin. İYİ, ŞİRİN görünmek için veya KIRILMAMASI, ÜZÜLMEMESİ için her zaman, her durumda, her konuda, herkese EVET demeyin. DOĞRU, AÇIK olun ve HAYIR deyin. Bırakın sizi KÖTÜ bir insan olarak tanısınlar. 2- Sizi MOTİVE edebilecek ve birlikte EĞLENCELİ zaman geçirebileceğiniz yakınlarınız ve arkadaşlarınızla daha fazla birlikte olunuz. Tatil ve diğer boş zamanlarınızı, size enerji verecek bu tür insanlarla geçirmeye özen gösteriniz. Kişisel olumsuzlukları fazla olan, devamlı şikâyet eden ve eleştiren; yani sizin enerjinizi tüketecek olan insanlarla birlikte olmaktan kaçının. 3- Günlük işlerinizi bir an önce bitirin ve detaylar ile uğraşmayın. Her gün sıkılacak ve TEMBELLİK yapacak kadar zamanınız olsun. İşlerinizin öncelik ve önem sırasını belirlemek için kendiniz ve çocuklarınızın daha mutlu yaşam sürebilmesi için ve yeni projeler üretebilmek için; yani DÜŞÜNMEK için mutlaka zaman ayırınız. 195 EK-4 SANAL CENNET NK (02.03.2010, İzmir) İnsanlar, hayatları boyunca neden ulaşılması gerçekten zor olan bir cennete veya sanal bir cennete ulaşmaya çalışır? O zamanlar kendilerini eğitmek için kitap bulunmadığına göre peygamberler gezerek, görerek, düşünerek en doğru yolu fark etmişlerdi. Onlar çok düşünen ve çok bilge kişilerdi. İnsanları batıl inançlardan kurtarmak için ve bütün insanların mutlu bir şekilde yaşayabilmesi için çalışıyorlardı. İnsanları doğru yola sevk etmek için cennet, cehennem (ödül,ceza) ve günah, sevap yöntemini kullanmış olabilirler; yani cennet ve cehennem sanal olabilir. Peki, belki de sanal olan bu cennete öldükten sonra ulaşmak için bu dünyada özel bir gayret ve çalışma gerekir mi? İki ayrı gerçek cennet var iken, neden ulaşılması güç olan cennete ulaşmaya çalışıyoruz? Veya ulaşmaya çalıştığımızı zannederek bu dünyadaki yaşamı ihmal ediyoruz. Gerçek cennetlerden biri ayaklarımızın altında, diğeri ise beynimizin içinde (düşüncelerimizde) saklı değil mi? 1-Dünyamızdan daha güzel bir cennet bulunabilir mi? Bu dünyayı cennete veya cehenneme dönüştüren insanoğlunun kendisi değil mi? 2- Sağlıklı ve mutlu yaşamın sırlarını biliyoruz. Düşünce ve duygularımız ile kendimizin veya yakınlarımızın yaşamını cennet veya cehenneme çevirmek bizim elimizde değil mi? Aslında, gerçek cennetin farkında olarak bu doğrultuda yaşayan insanlar, hem gerçek hem de sanal cenneti birlikte yaşamaktadırlar. Canlı, cansız bütün 196 varlıklar gibi insanlar da evrenin, dünyanın (bütünün) ayrılmaz bir parçasıdır. Öldüğümüz zaman fiziksel bedenimiz toprağa karışarak bir başka forma (maddeye) dönüşmektedir. Zihinsel bedenimiz (ruhumuz), yani yaşam enerjimiz ise bir başka enerji formuna dönüşmektedir. Üzülmeye gerek yok, yaşam sonsuza dek bir başka boyutta ve formda sürmektedir. Önemli olan bunların farkına vararak, bu dünyada cennette yaşar gibi yaşayabilmek ve yaşatabilmektir. EK-5 ÖZGÜRCE VE FARKLI DÜŞÜNEBİLMEK NK (30.08.2010, Davutlar) Sevgili Gençler, hatırlayacağınız gibi YARATICI FİKİR GELİŞTİREBİLMEK İÇİN SIRADAN GÖRÜNEN HER ŞEYE DİĞER İNSANLARDAN FARKLI BİR GÖZLE BAKMAK GEREKİR cümlesinin anlamını ve önemini sizlere açıklamıştım. Peki, bu cümleyi yaşam süreçlerimiz boyunca NASIL (NEleri yaparak ve/veya NEleri yapmayarak) uygulayabiliriz? Sıradan görünen her şeye diğer insanlardan NASIL farklı bakabiliriz? Gerçekten ÖZGÜRCE ve FARKLI düşünerek, diğer insanlardan daha YARATICI olabilir miyiz ve onlardan daha kaliteli (BAŞARILI, MUTLU, SAĞLIKLI) yaşayabilir miyiz? Evet, ÖZGÜRCE ve FARKLI düşünerek diğer insanlardan daha YARATICI olabilir ve daha KALİTELİ yaşayabiliriz. ÖZGÜRCE ve FARKLI düşünebilmemiz için düşüncelerimize hiçbir kısıtlama koymamamız gerekir; yani diğer insanların düşüncelerinden etkilenmememiz ve onlar gibi düşünmememiz gerekir. 197 Özgürce ve farklı düşünebilmenin sırlarını nelerdir? Aşağıda yazdığım hiçbir düşünce, fikir, görüş hiçbirimiz için sır değil ki. Hepimizin bildiği ve doğru olduğuna inandığı; fakat çoğumuzun hiçbir zaman uygulamadığı konulardır. Bildiğimiz bu konularda biraz UYGULAMA yapabilsek çok YARATICI olabiliriz. YILLAR BOYU BİZE ÖĞRETİLEN/ÖĞRENDİĞİMİZ DOĞRULARIN (okulda, işte, evde edindiğimiz BİLGİ, DENEYİM ve ALIŞKANLIKLAR) YANLIŞ ve/veya EKSİK OLABİLECEĞİNİ ve GÜNCELLENMESİ (yani yaşadığımız çağa uygun olması için değiştirilmesi, geliştirilmesi) GEREKTİĞİNİ DÜŞÜNEBİLMEMİZ GEREKİR. GELENEKSEL KURALLARIN (tabu, gelenek, görenek, örf, âdet, töre) YANLIŞ ve/veya EKSİK OLABİLECEĞİNİ ve GÜNCELLENMESİ GEREKTİĞİNİ DÜŞÜNEBİLMEMİZ GEREKİR. DİNSEL KURALLARIN (dinî şartlar, inanç, inanış) YANLIŞ ve/veya EKSİK OLABİLECEĞİNİ ve GÜNCELLENMESİ GEREKTİĞİNİ DÜŞÜNEBİLMEMİZ GEREKİR. YASAL KURALLARIN (anayasa, kanun, mevzuat, yönetmelik gibi devlet tarafından uygulanan kuralların) YANLIŞ ve/veya EKSİK OLABİLECEĞİNİ ve GÜNCELLENMESİ GEREKTİĞİNİ DÜŞÜNEBİLMEMİZ GEREKİR. ÇEVRE BASKISINDAN (yaşadığımız ülkede, şehirde, semtte, apartmanda, evde; yakınlarımız, arkadaşlarımız ve diğer insanlar hakkımızda kötü düşünür, dedikodu yapar, kötü gözle bakar ve sitem 198 eder, kırılır, üzülür düşüncesinden) ETKİLENMEDEN DÜŞÜNEBİLMEMİZ GEREKİR. YAŞADIĞIMIZ ÇEVREDEKİ (ev, iş, okul) YAKINLARIMIZIN, ARKADAŞLARIMIZIN, KOMŞULARIMIZIN BİLGİ, DENEYİM ve DÜŞÜNCELERİNDEN YARARLANABİLMEMİZ; FAKAT ONLARDAN AŞIRI DERECEDE ETKİLENMEMEMİZ ve ONLARDAN FARKLI ŞEYLER DÜŞÜNEBİLMEMİZ GEREKİR. HER KONUDA AÇIK GÖRÜŞLÜ, ESNEK ve EĞİTİME, DEĞİŞİME, GELİŞİME AÇIK OLMAMIZ GEREKİR. HER KONUDA UZMAN (bilgili, deneyimli) OLAMAYACAĞIMIZ İÇİN (Karşımızdaki kişi anlattığımız konuda bizden daha fazla, detaylı bilgiye sahip olabilir ve/veya her konuda bizden bilgili, deneyimli olabilir.) HER ZAMAN, HER YERDE, HERKESE BİLGİÇLİK TASLAMAMAMIZ GEREKİR. ALÇAK GÖNÜLLÜ OLMAMIZ ve ANLATILANLARI SONUNA KADAR DİNLEMEMİZ GEREKİR. O konuda yanlış bir şey söylenmiş ve/veya eksik bilgi kalmış ise BİZİM DE BİLDİKLERİMİZİ ANLATMAMIZ GEREKİR. BİLGİ, DENEYİM SAHİBİ OLDUĞUMUZ KONULARDA HİÇBİR KİMSEDEN, HİÇBİR NEDENLE BİLGİ SAKLAMAMAMIZ GEREKİR. TAM BİLMEDİĞİ KONUDA KONUŞANLARA (tereciye tere satanlara) KARŞI SUSKUN KALMAMAMIZ GEREKİR. GEREKİYORSA ÇOK İYİ BİLDİĞİMİZ BU KONUDA BİZİM AHKÂM KESMEMİZ GEREKİR. 199 Yaşam süreçlerimizin bizim istediğimiz şekilde ve bizim yönetimimizde (kontrolümüz altında) devam etmesini istiyorsak, yaşam süreçlerimizde daha az problem yaşamak istiyorsak ve daha kaliteli (sağlıklı, başarılı, mutlu) yaşamak istiyorsak, kesin olarak daha ÖZGÜRCE ve daha FARKLI düşünebilmeliyiz. Bu nedenle, yukarıda verdiğim SIRLAR çok önemli. Bu şekilde düşünebilirseniz ve bu düşünceleri uygulayabilirseniz; kendiniz, çocuklarınız, yakınlarınız için yaratıcı fikirler ve projeler üretebilirsiniz. Böylece yaşam süreçlerinizi kendiniz yönetiyor olabilirsiniz. Aksi durumda yaratıcı fikirler ve projeler üretmek bir tarafa, beyniniz (düşünceleriniz) başkalarının düşünceleri (yukarıda verdiğim düşünce, fikir, görüşler) tarafından baskı, kontrol altında tutulduğu ve sınırlandığı için yaşam süreçleriniz devamlı başkaları tarafından yönetiliyor olur. Hiçbir zaman ÖZGÜRCE ve FARKLI düşünemezsiniz ve SINIRLARINIZI (özgürce ve farklı düşünebilmenizi engelleyen beyninize döşenmiş yüksek çitleri) hiçbir zaman aşamazsınız. DAHA ÖZGÜRCE DÜŞÜN, DAHA ÖZGÜRCE ve DAHA MUTLU YAŞA! DAHA FARKLI ŞEYLER DÜŞÜN, DAHA FARKLI ve DAHA MUTLU YAŞA! DÜŞÜNCELERİNİ DEĞİŞTİR, HAYATIN DEĞİŞSİN ve DAHA MUTLU YAŞA! DAHA FARKLI ŞEYLER (hedefler, projeler) İSTE, HAYATI DOLU DOLU ve DAHA MUTLU YAŞA! 200 Programlanmış bir ROBOT gibi düşünme; sıkıcı, kuralcı, standart yaşamdan kurtul ve daha mutlu yaşa! Lütfen, bilmediğiniz ve deneyim sahibi olmadığınız konularda, bilmediğinizi göstermemek için gayret göstermeyiniz ve bilmediğiniz konularda ASLA bilgiçlik taslamayınız. Böyle yaparsanız, kendinizi başkalarının karşısında kendiniz küçük düşürebilirsiniz. Bilmemek, farkında olmamak kötü bir şey değildir. Bilmediğiniz konuları aşağılık kompleksi yapmayınız. Aksine çok iyi bilmediğiniz konularda konuşmak herkesin içinde sizi küçük düşürebilir. Daha da önemlisi, bilmediğiniz ve deneyim sahibi olmadığınız konularda; kendiniz, çocuklarınız, yakınlarınız için YANLIŞ KARARLAR verdiğiniz zaman, sonuçlarına katlanmak (başarısız sonucun sizin ve yakınlarınız üzerinde yaratacağı STRES, ÜZÜNTÜ, MUTSUZLUK) çok daha kötüdür. Başkalarının bu konuda ne söylediği (eleştiri, dedikodu) mi önemlidir, yoksa sizin bu konuda ne yaptığınız ve aldığınız sonuç mu önemlidir? Sizin için, yanlış veya doğru herhangi bir konuda verdiğiniz bir karar sonucunda elde ettiğiniz başarısız veya başarılı sonucun yarattığı üzüntü, mutsuzluk veya sevinç, mutluluk mu önemlidir; yoksa başkalarının bu konuda ne düşündüğü, ne söylediği mi önemlidir? Ayrıca, hiç kimse kendisine KÜÇÜK denilerek ve kasıtlı olarak KÜÇÜK düşürülmeye çalışılarak, gerçekten KÜÇÜK yapılamaz veya abartılarak BÜYÜK yapılamaz. Bir kimse bazı konularda (bilgi ve deneyim sahibi olmadığı konularda) KÜÇÜK olabilir, UZMAN (bilgi ve deneyim sahibi) olduğu konularda ise BÜ201 YÜK olabilir. Önemli olan, KÜÇÜK olduğumuz konuların farkında olmak ve kendimizi bu konularda eğiterek geliştirebilmektir. Neden, küçük olduğumuz konularda aşağılık kompleksi duyuyoruz ve bu durumu başkalarından saklamaya çalışıyoruz? Bu konuda bilgi ve deneyim sahibi değilim, demek çok mu zor? Bir konuda eğitime ve gelişime gereksinim duymak bizi neden küçük düşürsün? Bilmiyorum diyerek ve öğrenmek için soru sorarak, herkesin içinde kendimizi küçük düşürmüş mü oluruz? Aksine BÜYÜKLÜK tam bu noktada (eğitime, değişime, gelişime açık olmakta) yatıyor. EK-6 TANRI VE İNSAN BEYNİ NK (09.08.2009, Davutlar) Tanrı’mız, evreni yaratırken doğadaki diğer canlılardan farklı olarak, insanlara gelişmiş bir beyin verdi. Tanrı’mız belki de kendi beyin özelliklerinin birçoğunu insanoğlunda uyguladı ve kendi gibi düşünen, tasarlayan, üreten ve yarattığı evreni, düzeni, doğayı bozmayan, aksine gelişimini sağlayan varlıklar olmamızı istedi. İnsanoğlu gelişmiş beynini kullanarak, bilgisayar gibi ileri teknolojileri tasarlayarak üretebildi; fakat insanoğlunun yarattığı bilgisayar, düşünme kapasitesine sahip değil; sadece insanların onu programladığı şekilde çalışabiliyor. Hâlbuki Tanrı’nın yarattığı insan, özgürce düşünebiliyor ve başka birileri tarafından kontrol, kumanda edilmiyor; istediklerini yapabiliyor, istemediklerini yapmıyor. Tanrı, insanoğlunu bir robot veya bilgisayar gibi yaratmadı; aksine insanların yaratıcı olmalarını istediği için insanlara gelişmiş bir beyin verdi. Tanrı 202 yarattığı evreni, düzeni, doğayı, çevreyi bozmadan; insanlığın ve doğadaki diğer canlıların yararına çalışması ve insanoğlunun daha kaliteli bir yaşam sürebilmesi için ona yaratıcı özellikleri olan bir beyin verdi; fakat yaradılışından itibaren bazı insanlar, kendi çıkarları için diğer insanların beynini kontrol etmeye çalışıyor. Neden? Beynini doğru veya yanlış yönde kullanma özelliklerine göre insanları sınıflandırabiliriz: Birinci sınıftaki insanlar, kendi çıkarları için diğerlerinin özgürce düşünmesini engellemeye ve onların beynini kendi istediği yönde programlaya çalışanlardır. Bu insanlar kendi gibi düşünen insanlar ile iş birliği yaparak, diğer insanları kullanırlar. Yasalar, kanunlar, gelenek, görenek ve alışkanlıklar bu insanların çıkarlarına göre kendileri tarafından tasarlanmıştır. İkinci sınıftaki insanlar, farkında olmadan birinci sınıftaki insanlar tarafından programlanan ve kontrol, kumanda edilen insanlardır. İyi niyetli oldukları için özellikle İslam dininin vicdani özellikleri ile kandırılmış ve özgürce düşünmeleri engellenmiştir. Birinci sınıftaki insanların belirlediği kurallar (yasalar, kanunlar, gelenek, görenek ve alışkanlıklar), kendilerine TEK DOĞRU olarak öğretilmiştir. Ata, anne, baba, diğer yakınları ve yaşadıkları ülkedeki, çevredeki insanlara da aslında yanlış, eksik olan TEK DOĞRU öğretildiği için bu insanlar kendilerini geliştiremez ve sınırlarını kıramazlar. Yaşarken haz ve doyum alabilecekleri birçok şey (Tanrı’nın verdiği nimetler) birinci sınıftaki insanlar tarafından özgürce 203 kullanılırken, ikinci sınıftaki insanlara asırlar boyu TABU olarak öğretilmiş, kabul ettirilmiş ve yasalar izin verse bile dinî açıdan kendi zihinlerinde yasaklanmıştır. İkinci sınıftaki insanlar, birinci ve üçüncü sınıftaki insanların ve onların düşünce yapılarının, amaçlarının farkında bile değillerdir. Bu nedenle, üçüncü sınıftaki insanların yardımı olmadan kendi başlarına sınıf değiştirmeleri mümkün değildir. Üçüncü sınıftaki insanlar, birinci ve ikinci sınıftaki insanların düşünce yapılarının ve amaçlarının farkındadır. Bu nedenle, bu insanlar birinci sınıftaki insanların kontrolünde değildir ve onların koyduğu kurallara uymazlar. TEK DOĞRUnun onların çıkarları doğrultusuna öğretilen doğrulara değil, Tanrı’nın yarattığı şekilde özgürce düşünen insanların ürettiği doğrulara ve bu doğruların zamana, yere, çevreye bağlı olarak değişebileceğine inanırlar. Tanrı’nın yarattığı bütün nimetlerden özgürce yararlanmaya çalışırken, diğer insanların aleyhine olabilecek şeylerden kaçınırlar ve onların özgürlük alanlarına girmezler. Kendi sınırlarını bilirler, yanlış TABU ve kuralları zihinlerinden silmişlerdir; yani geleneksel olarak öğretilen, doğru zannettiğimiz kurallara uymazlar ve bu sınırları aşarlar. Sürekli kendilerini geliştirirler ve kendi yakınlarına, kendi ülkesindeki ve dünyadaki bütün insanlara yarar sağlamak için çalışırlar ve doğanın, çevrenin korunması için çaba gösterirler. İkinci sınıftaki insanları eğiterek, kendi sınıfındaki gibi düşünen insan sayısının artması yönünde çalışırlar. 204 EK-7 İŞ GÖRÜŞMESİNDE DİKKAT EDİLECEK KONULAR VE KİŞİLİK ENVANTERİ A- İş Görüşmesi Esnasında Dikkat Edilecek Konular NK (19.03.2010, İzmir) Sevgili Gençler; sizler için hazırlamış olduğum iş görüşmesi yaparken dikkat edilecek konuları maddeler hâlinde aşağıda veriyorum. Selamlar… - YANITLARINIZ KISA VE ÖZ OLMALI. - SORU SORUNUZ, İNSİYATİFİ ELE GEÇİRİNİZ. - İSTEKLİ, ÇOŞKULU, HEVESLİ OLUNUZ. - SAHİP OLDUĞUNUZ ÖZELLİKLERİ TEREDDÜTSÜZ ANLATINIZ. - TUTARSIZ, TEREDDÜTLÜ, DESTEKSİZ KONUŞMAYINIZ. - SİZE SORULMASI OLASI KONULAR İÇİN ÖNCEDEN HAZIRLIK YAPINIZ. (KİŞİSEL OLUMLU YÖNLERİNİZ NELER? İŞİNİZİ NEDEN DEĞİŞTİRMEK İSİYORSUNUZ? ÇALIŞMAKTA OLDUĞUNUZ İŞİNİZDE NE GİBİ SORUNLAR VAR? DAHA ÖNCEKİ İŞİNİZİ NEDEN DEĞİŞTİRDİNİZ? GÖREV VE SORUMLULUKLARINIZ NELERDİR? BU İŞE NEDEN BAŞVURDUNUZ? BEKLENTİLERİNİZ NELERDİR? GİBİ ...) - GÖRÜŞMEYE GİDECEĞİNİZ ŞİRKETİ VE YÖNETİCİLERİNİ TANIYINIZ. (GÖRÜŞMEYE GİTMEDEN ÖNCE, WEB SİTESİNİ İNCELEYİNİZ VE ORADA ÇALIŞAN TANIDIKLARA, ARKADAŞLA205 RA SORUNUZ.) - GÖRÜŞMEYE MUTLAKA, VAKTİNDEN ÖNCE ORADA OLACAK ŞEKİLDE GİDİNİZ. - GİYİMİNİZE DİKKAT EDİNİZ, YANINIZDA KALEM VE NOT DEFTERİ BULUNDURUNUZ. - KONUŞMALARINIZI YÜZ VE BEDEN HAREKETLERİNİZ (BEDEN DİLİNİZ) DESTEKLESİN. - FAZLA VE AZ KONUŞMAYINIZ, GÖZ TEMASINI KAÇIRMAYINIZ. - İYİ BİR DİNLEYİCİ OLUNUZ VE GEREKİYORSA NOT ALINIZ. - SES TONUNUZ KENDİNİZE GÜVENDİĞİNİZİ GÖSTERMELİ, SOĞUKKANLI OLUNUZ. - GÖRÜŞTÜĞÜNÜZ KİŞİLERİN ADINI, GÖREVİNİ VE TELEFONUNU ÖĞRENİNİZ; GÖRÜŞME BİTTİĞİ ZAMAN TEKRAR SORUNUZ VE KAYDEDİNİZ VEYA KARVİZİTİNİ ALINIZ. - İLGİNİZİ BELLİ EDİNİZ AMA UKALALIK ETMEYİNİZ, LAUBALİ OLMAYINIZ, HIRÇINLIK YAPMAYINIZ. - BAŞKALARINI SUÇLAMAYINIZ, ESKİ ŞİRKETİNİZE SAYGILI OLUNUZ, DÜRÜST OLUNUZ. - SOMUT BAŞARILARINIZDAN SÖZ EDİNİZ, PARAGÖZ OLMAYINIZ, SORUMLULUK VE YETKİ ALMAYI DENEYİNİZ. - POTANSİYELİNİZİ, GİRİŞİMCİLİĞİNİZİ, YARATILICIĞINIZI GÖSTERİNİZ VE ÖZ Dİ206 SİPLİN, SORUMLULUK SAHİBİ OLDUĞUNUZU GÖSTERİNİZ. (ÇALIŞMAYA BAŞLADIĞINIZ ZAMAN, DENEME SÜRESİ İÇİNDE) - EĞİTİM, YÖNLENDİRME, EKİP ÇALIŞMASINA ÖNEM VERDİĞİNİZİ VE SİSTEMATİK, DİSİPLİNLİ ÇALIŞTIĞINIZI GÖSTERİNİZ. (ÇALIŞMAYA BAŞLADIĞINIZ ZAMAN, DENEME SÜRESİ İÇİNDE) - CV KAPAK (ÖN) YAZISINDA İSİM, E-MAİL ADRESİ, TEL, AMAÇ, İŞ DENEYİMİ, EĞİTİM DURUMU, ASKERLİK DURUMU, YABANCI DİL, HOBİLERİNİZ GİBİ KENDİNİZE AİT KISA BİLGİLERİ VERİNİZ. - İŞE KABUL EDİLECEĞİNİZ ZAMAN MAAŞ, İKRAMİYE, PRİM VE LOJMAN, KİRA, YEMEK, ULAŞIM, SAĞLIK, EĞİTİM, OTOMOBİL GİDERLERİ GİBİ SOSYAL OLANAKLAR KONUSUNDA BİLGİ EDİNİNİZ. PARASAL VE SOSYAL OLANAKLARIN, O ŞİRKETTE GÖREVE BAŞLAYACAĞINIZ POSİZYONA, EĞİTİM SEVİYENİZE, İŞ DENEYİMLERİNİZE, ŞİRKETE SAĞLAYABİLECEĞİNİZ YARARLARA GÖRE ŞİRKETİN KENDİ KRİTERLERİNE GÖRE BELİRLENDİĞİNİ UNUTMAYINIZ. PARA VE KONUM İÇİN, ASLA BAŞTAN PAZARLIK ETMEYİNİZ. DENEME SÜRESİ İÇİNDE VE İLERİKİ YILLARDA SİZİN GÖSTERECEĞİNİZ PERFORMANSA GÖRE, MAAŞ VE KONUMUNUZ KENDİLİĞİNDE DEĞİŞECEKTİR. 207 B- Kişilik Tespiti İçin Bir Mülakat Sorusu NK (16.08.2010, Davutlar) Sevgili Gençler; bugün sizlere Pınar’ın Davutlar’ da anlattığı İŞ MÜLAKATI ile ilgili ÖNEMLİ bir soruyu, işe kabul edilebilmeniz için vermeniz gereken cevabı ve diğer yanlış cevapları, kendimi mülakatı yapan yöneticilerden biri gibi varsayarak (bir başka görüş açısı ile) daha ayrıntılı olarak anlatmak istiyorum. Siz de EMPATİ yaparak (yöneticinin yerine kendinizi koyarak) bütün zekânızı (IQ-EQ) kullanmaya çalışın. Çok istediğiniz bu işe kabul edilebilmek için şirketin yaptığı bütün sınavları başarı ile geçerek geldiğiniz bu son mülakatın SON SORUSUNA (şirket yöneticilerinin sizin hakkınızda SON KARARI vereceği bu soruya), ne cevap verirdiniz? SORU: İki kişilik spor otomobiliniz ile işinize gitmek üzere evden çıktınız. Sabahın bu erken saatlerinde bir taksi durağında, o anda taksi bulunmadığı için bekleyen üç kişi olduğunu görerek, bu yolculardan birini otomobilinize almak için önlerinde durmayı düşünüyorsunuz. Sadece bir boş koltuğunuz olduğu için aşağıda durumlarını açıklayacağım bu yolculardan hangisini arabanıza alırdınız? 1.yolcu acilen hastaneye yetiştirilmesi gereken hasta bir yaşlı, 2.yolcu sabah uçağına yetişmek için taksi bekleyen bir iş adamı ve onu uçağa yetiştirirseniz karşılığında size 5000 dolar ödeyeceğini söylüyor, 3.yolcu ise şirkette tanışmış olduğunuz ve bir eş olarak ömür boyu beraber yaşamayı planladığınız çok güzel bir bayan (iş arkadaşınız). Düşünün 208 bakalım bunlardan hangisini otomobilinize alırdınız? Başta söylediğim gibi bu yolculardan sadece birisini otomobilinize alabilecek kadar yeriniz var ve gidecekleri yere her birini ayrı ayrı taşımak için zamanınız yok. CEVAPLAR VE AÇIKLAMALARI: A) Hastaneye yetiştirilmesi gereken yaşlı hasta: Bu şıkkı seçtiyseniz üzgünüm, sizi eledim; çünkü kendinizi ve eşiniz olacak bayanı hiç düşünmediniz. Sadece acıma duygusu ile hareket ettiniz. B) Uçağa yetişmesi gereken iş adamı: Bu şıkkı seçtiyseniz üzgünüm, sizi de eledim; çünkü PARA CANLISI (maddiyata çok önem veren) birisiniz, eşiniz olacak bayanı bile para için satıyorsunuz. C) Evlenmek istediğiniz güzel bayan arkadaşınız: Bu şıkkı seçtiyseniz üzgünüm, sizi de eledim; çünkü bencilsiniz sadece kendinizi (ve eşinizi) düşünüyorsunuz. Güzel bayanı görünce, YELKENLER SUYA İNDİ; yaşlı ACİL hastayı unuttunuz. D) Hiçbirini otomobile almazdım: Bu şıkkı seçenlerin işe alınması bir tarafa, bir daha şirketin önünden geçmesine bile müsaade etmezler. Bu tür insanlardan NE KÖY OLUR NE KASABA; çünkü kendisi dâhil hiç kimsenin sorunu çözemezler. Eleştiri (dedikodu, laf, söz) gelmesin düşüncesiyle, SUYA SABUNA DOKUNMAZLAR. Sadece yapılanları/başkalarını eleştirebilirler. E) Hepsini otomobilime almak isterdim. Peki Nasıl? Bu şıkkı seçen kişi, NASIL sorusunu da doğru 209 yanıtlar ise işe kabul edilecektir; çünkü kendisinin ve duraktaki bütün kişilerin (işe alındığı zaman ise şirketin bütün) problemlerini çözmeye çalışıyor veya çözülmesi yönünde gayret gösteriyor. NASIL? Cevap çok basit; öncelikle hasta yaşlıyı hastaneye götürmesi şartı ile otomobilinizi geçici olarak iş adamına vereceksiniz ve 5000 doları alacaksınız. Otomobilinizden inerek, durağa gelecek olan ilk taksiye evlenmek istediğiniz bayan ile birlikte binmek üzere bekleyeceksiniz. C- İş Deneyimleri ve Öneriler NK (13.04.2010, İzmir) Sevgili Gençler; iş yaşamına yeni başlayacak gençler için deneyim olması açısından, bazı önerilerimi yaşanmış örnekler ve kısa başlıklar ile aktarmak istiyorum. Konuya, geçen gün yazlıktan İzmir’e dönerken, tesadüfen radyo kanallarını ararken yakaladığımız muhafazakâr bir kanalda, muhafazakâr eğitim kurumlarının birinde görevli bir yöneticinin yaptığı söyleşi ile başlamak istiyorum. Muhafazakâr kesim de artık bilginin, bilimin, teknolojinin önemini kavramış durumda. Kurum yöneticisi de insanları; tasarlayanlar, üretenler, diğerleri olarak üç kategoriye ayırdı. Hem insanın kendisini geliştirmesi açısından hem de ürüne/hizmete katılan değer (katma değer) açısından baktığımızda söyledikleri doğru değil mi? Tasarlayanların iki açıdan da en kazançlı durumda olduğunu görürüz. Tasarlayanların kattığı değer en yüksektir; çünkü hiç olmayan değerden (sıfırdan) bir değer yaratmaktadırlar. Üretenler ise katma 210 değer açısından ikinci sıradadır; çünkü onlar tasarlanan ürün veya hizmeti uygulamaya dönüştürmektedirler. Pazarlayan ve satanlar ise en az katma değeri yaratırlar; çünkü para ile aldıkları ürün veya hizmeti az bir kâr (oranı) ile satmak zorundadır. Konuşmacı, tasarlayanların kritik ve analitik düşünce tarzına sahip olması gerektiğini ve kendi öğrencilerinin bu yönlerini geliştirmek için uyguladıkları yöntemleri ve bu düşünme tarzını geliştiren soru örneklerinden bahsetti. Öğrencilere sordukları örnek soruları aşağıda, yanıtlarını ise e-mail sonunda verdim. SORU1: Akıl ve ruh hastalıkları hastanesinin yöneticisi (uzman doktor) ile söyleşi yapan bir gazeteci sorar: Hastanede tedavi görmesi gereken hastaları nasıl belirliyorsunuz? Doktor: “Bir küveti su ile dolduruyoruz ve küveti boşaltması için bir kova, bir tas ve bir kepçe veriyoruz. O kişinin küveti boşaltma yöntemine göre hastalığının derecesini ve tedaviye gerek olup olmadığını anlıyoruz.” Gazeteci sorar: “Normal bir insan küveti ne ile boşaltıyor?” Doktor cevap verir: ? SORU2: Meksika sınırına motosikleti ile gelen genci sınır polisi durdurur ve arkadaki torbada ne olduğunu sorar. Genç, “Kum var.” der; polis eliyle torbayı dışından yoklar ve geçebilirsin der. Bir hafta sonra aynı genç yine motosikletinin arkasında bir torba kum ile gelir; polis, bir şey kaçırdığını düşünerek bu sefer torbanın ağzını açar ve gözüyle kum olduğunu görerek gencin Meksika’ya geçmesi- 211 ne müsaade eder. Bir hafta sonra gencin bir torba kum ile tekrar geldiğini görünce; polis, kumun içinde esrar türü değerli bir tozun bulunabileceğini düşünerek kumu tahlile gönderir ve tahlil sonucunda kumun içinde hiçbir maddeye rastlanmadığı için gencin sınırdan geçmesine izin verir. Genç her hafta motosikleti ile Meksika’ya bir torba kum taşımaya devam eder ve polis şüphelenmesine rağmen, her defasında Meksika’ya geçişine izin verir. Polis, emekli olduktan sonra birgün barda aynı gence rastlar; “Senin ülkeye kum içinde bir şeyi kaçak olarak soktuğundan yüzde yüz eminim. Ben artık emekli oldum, torbada ne kaçırmakta idin çok merak ediyorum.”, diye gence sorar. Genç cevap verir: ? Benim sizlere önerilerim ve yaşanmış örneklerim ise şunlar: - İş hayatına ilk başlangıç günleri; iş yeri, ürünler, hizmetler, görevler, sorumluluklar ve patron, yöneticiler, çalışanlar hakkında bilgi sahibi olmadığımız için heyecan verici ve biraz ürkütücü olabilir. Hiç çekinmeyiniz; görev yapacağınız iş yerindeki/bölümdeki elemanlar ve yöneticiler, sizden hiçbir zaman üstün değiller; sadece bazı konularda sizden bilgili ve deneyimli olabilirler. Belirli bir süre sonra, aynı bilgi ve deneyimlere siz de sahip olacaksınız. - Görev yaptığınız bölümde yapmakta olduğunuz işler rutin, sıkıcı hâle geldiği zaman; yani öğrenecekleriniz bittiği zaman, bölüm veya iş yeri değiştirmenin zamanı gelmiştir. Bazen ise sizin dışınızdaki nedenlerden dolayı iş değişikliği yapmanız gerektiği- 212 ni fark edeceksiniz. İşimi kaybediyorum diye düşünerek, karar vermekte tereddüt etmeyiniz. Gecenin en karanlık olduğu an, günün ağarmaya başladığı ana (sabaha) en yakın zamandır. Gelişim fırsatlarının, problem nedenlerinin arasında gizli olduğunu unutmayınız. - Unutmayalım, bilgi ve deneyimlerinizi bir başkasına aktararak (öğreterek) üzerinizdeki görev ve sorumlulukları devir (delege) edebilirsiniz. Böylece, aksamadan her gün yapılması gereken günlük (rutin, sıkıcı) işlerden kurtularak yeni şeyler öğrenmeye ve gelişime zaman ayırabilirsiniz. Yeni bilgi ve deneyimler edindikten sonra, yeni görev ve sorumluluklar alabilirsiniz. Bunun ardından kariyer ve maddi olanaklar kendiliğinden gelir. Sakın, önce kariyer ve maddi olanakları hedeflemeyin; bir şeyler almak için önce birçok şey vermeyi deneyin. Vermeye başladığınız zaman, kariyer ve maddi olanaklar yanında belki de daha önemli olan bir başka şeyi; yani iş tatminini (iş yaşamınızdaki mutluluğu) bulacaksanız. - Yanında araştırma görevlisi olduğunuz bir üniversite hocası gibi sizi eğiterek kendi görevlerini size devretmeye çalışan; yani kendi pozisyonu için sizi hazırlayan (sizi çeken lokomotif ) yöneticiye rastlayabilirsiniz. Aslında o yönetici, kendisini geliştirmek ve başka görevler üstlenebilmek için sizi kendi pozisyonuna hazırlıyordur. Bu fırsatı kaçırmayınız ama yolun sonuna kadar aynı lokomotife takılı bir vagon hâline gelmeyiniz. Kendinizi bir süre sonra, arkasında katar çeken bir lokomotife dönüştürmek 213 için çaba sarf ediniz; fakat aynı demir yolu ağında ilerleyen diğer katarlar önünüzde engel yaratabilir. Bu nedenle, lokomotifi olduğunuz katarın yol alacağı, ilerleyeceği, gelişeceği yeni demir yolları döşemeniz gerektiğini de unutmayınız. (Bu durumu Vestel ve Profilo’ da yaşadım ve çok zevk aldım.) - Devlet kurumlarında işe başlamak, fazla sorumluluk almadan iş deneyimi kazanmaya uygun olabilir; fakat devlet dairesinin rahatlığına, rutinliğine alışarak ömür boyu gelişiminizi engelleyen bir durumda kalabilirsiniz veya eğitimsiz, deneyimsiz yöneticilerden baskı (kötü yöneticilik) dışında başka hiçbir şey öğrenemeyebilirsiniz. (Çok az sorumluluk alarak Soma’da, TEDAŞ’ta iki yıl Finlandiyalı mühendislerle staj yapar gibi çalışmak çok hoşuma gitmişti, hiç zorlanmadım.) - Bursa’da Oyak Renault’a geçiş nedenim, özel sektörün kariyer ve maddi olanaklarını elde etmekti. Mesleki açıdan da tatmin oldum; fakat bir makine veya endüstri mühendisi için Oyak Renault gelişime açıktı; çünkü üretilen ürün otomobildi. Elektronik mühendisi, otomobil üretiminde kullanılan elektronik ve bilgisayar kumandalı makinelerin (Fransız mühendislerin tasarladığı makinelerin) bakım, onarım görevi dışında başka ne görev yapabilirdi ki? İki yıl çalıştım, yeni kurulmakta olan Vestel imdadıma yetişti. - Vestel, hem ürettiği ürünün TV, Audio, Video (elektronik) olması hem tasarım yapan bir ar-ge bölümü bulunması nedeniyle, yarı yarıya maddi imkân kaybına rağmen tercih nedenim oldu. Asil Nadir’in 214 batışı ile, 8 yıl çalıştığım Vestel’den ayrılarak Profilo ar-ge’de bölüm müdürü olarak göreve başladım. - Ege’de yaşama tutkusu Profilo’dan ayrılma nedenimdir. Ayrıldığım zaman hem kariyer (koordinatör pozisyonundaydım) açısından hem maddi açıdan hem de iş tatmini açısından her şey olumlu idi. Sadece İstanbul’da, Trakya’da yaşamak olumsuzdu. Bu nedenle, hiçbir zaman oraya evimi taşımayı düşünmedim. - Biliyorsunuz, bir işe yeni başladığınız zaman, 6 ay-1 yıl sizi denerler. Bu deneme süresinden de hiç korkmayınız. Bu sürede siz de o iş yerini ve yöneticilerini deneyiniz. Profesyonel, çağdaş yönetim tarzı ile yönetilmeyen ve kendinizi, kariyerinizi, maddi koşullarınızı geliştiremeyeceğiniz bir iş yerinde neden uzun süre çalışacaksınız ki? İlk fırsatta işinizi değiştiriniz. Bu arada, çok zorunlu bir durum yok ise ve sizin elinizde olmayan bir neden olmadıkça, yeni bir iş bulmadan eski işinizi bırakmayınız. Benim de kısa süreli çalıştığım böyle denemelerim olmuştur. 1.Sorunun Cevabı: Doktor cevap verir: Normal bir insan küveti, sifonu çekerek boşaltır. Küveti boşaltmak için verilen araçları kullananların tedaviye ihtiyacı vardır. (Normal insanların çoğunluğu, kullanacakları yöntem açısından bu üç araçtan birine yönlendirildiği için; yani özgür düşünmeleri engellendiği için akıl hastası gibi cevap vermektedir.) 2. Sorunun cevabı: Genç cevap verir: Motosiklet (Genç aynı plakayı, kaçırdığı aynı model motosikletlere takarak sınırı kolayca geçiyormuş.) Hepinize sevgi ve selamlar... 215 D- İş Hayatına Yeni Başlayacaklara Öneriler NK (03.10.2009, İzmir) Ben iş yaşamım süresince, çalışmış olduğum şirketler (patronlar) için daha önemli, gerekli, faydalı olacağı için, sahip olduğum mesleğimden çok (problem çıkmasını önlemeye yönelik); sistem, yöntem, teknik hazırlanması ve geliştirilmesi yönünde koordinasyon, yönetim, eğitim, mühendislik görevi yapmayı tercih ettim. Bu sistem ve yöntemlerin uygulanmasında, ilgili bölümlerin ve çalışanların görevlerinin belirlenmesi ve eğitilmesi görevlerini yerine getirdim. Bu tür sistem ve yöntemlerin uygulanmasında, başlangıçta patron veya genel müdürün yaptırım gücü, desteği ve denetimi gerekiyor; aksi takdirde başarılı olunmuyor. Sistem çalışmaya başladıktan sonra, sistemden toplanan verilerin rapor hâline dönüştürülmesi ve bu rapor, grafik, analizlerinin genel müdür ve ilgili bölüm müdürlerinin önüne gitmesi ile sistemin yararları anlaşılmaya başlıyor. Yöneticiler, kendi bölümlerinde yapılan çalışmaları rahatlıkla izleyebiliyorlar, çalışanlarının performanslarını ölçebiliyorlar, kendi yönetsel görevlerini daha kolay ve hatasız yapabiliyorlar ve ilerisi açısından doğru kararlar verebiliyorlar. Böylece sistem otomatik olarak çalışmaya, kendi kendini denetlemeye ve geliştirmeye başlıyor. Utku’nun iş başvuruları ve firmaların yaptığı testler de konu ile ilgili olduğu için bu konuda biraz bilgi vermek istiyorum. Firmalar başvuranları önce yetenek, genel kültür, meslek, dil sınavlarından geçiriyor. Bu sınavlarda başarılı olanlara ise kişilik testi, lider216 siz grup çalışma testi, yaratıcılık testi gibi birçok testler uyguluyorlar ve çeşitli mülakatlar yaparak değerlendiriyorlar. Artık işe girmek için bir meslek sahibi olmak, yabancı dil bilmek ve zeki, yetenekli olmak da yetmiyor. Gerçekten de daha önemli şeyler var. Bunları biyoenerji konusunda size gönderdiğim e-mailde Kişisel Olumsuzluklar olarak belirtmiştim ve bunlar, hepimizin farkında olmadan sahip olduğu olumsuzluklardır. Tabi ki bu olumsuzlukları bizler kendi büyüklerimizden öğrendik, çocuklarımız da bizlerden öğreniyorlar. Olumlu yanları az; fakat bu tür olumsuz yanları çok olan bir insan süper zeki olsun ve süper bir mesleği olsun neye yarar ki? Çalıştığı kuruma ne kadar fayda sağlayabilir ki? Bir kişinin kendisine, eşine, çocuklarına, yakınlarına, çalıştığı kuruma, ülkesine, doğaya, insanlığa yararlı olabilmesi için öncelikle bu kişisel olumsuzluklarını azaltması gerekiyor. Kişisel olumsuzluklar fayda değil, zarar getirmektedir. Bu nedenle, kurumlar kişisel olumsuzlukları en az olan insanları kadrolarına almaya ve aldıkları elemanların bu yönlerini geliştirme yönünde gayret gösteriyorlar; yani en iyi elemanı seçmeye çalışıyorlar; çünkü teknolojinin ilerlemesi ile bütün sektörlerde çalışan insan sayısı devamlı düşmektedir ve ileri teknolojik ortamda çalışan insanların mesleki ve kişisel vasıflarının ise çok yüksek olması gerekmektedir. Bu durum işsizliği artıracağı için ekonomik nedenlerden dolayı aileleri, eskiden olduğu gibi, çocukları 217 ile birlikte (ataerkil aile) ve doğal ortamda yaşamaya zorlayacaktır. Her olumsuz durumun getirdiği olumlu bir durum (fırsat) bulunmaktadır. Bu fırsatı değerlendirebilmek için lütfen Elektrik ve Biyoenerji (EK-3) dosyasını okuyunuz. Bu dosyadaki bilgiler; gerçekten de kendimize, çocuklarımıza, yakınlarımıza yarar sağlayabilir. E- İnek ve Kedi Hikâyesi NK, (31.07.2010, Davutlar) Sevgili Gençler; bugün sizlere, benim yaşamış ve yaşamakta olduğum durumları açıklayabilmeme ve yaşam süreçleriniz boyunca karşınıza çıkabilecek olan böyle durumlarda doğru kararlar verebilmenize yardımcı olabilecek bir hikâye anlatacağım. İlk defa duyduğum bu hikâyeyi ve hikâyeden alınabilecek dersleri, bugün kahvaltıda Metin anlattı. Ben de bu hikâyeyi ve bu hikâyeden alınabilecek dersleri biraz daha detaya girerek sizlere aktarıyorum: HİKÂYE: Küçük bir kuş yaşadığı yuvasını, aile bireylerini, arkadaşlarını ve beslendiği ağaçları, çiçekleri, böcekleri hiç beğenmiyormuş; sürekli eleştiriyormuş ve hiç ötmeyerek çevresine mutsuzluğunu yansıtıyormuş. 1) Birgün, yaşadığı bu çevreden daha iyisini bulabileceğini düşünerek, hiç bilmediği başka bir yere doğru uçmaya başlamış. Hayalindeki yeri bulabilmek için gece gündüz, dağ bayır, kar kış demeden uçmaya devam etmiş. Soğuk bir yerleşim bölgesinden uçmakta iken yorgunluktan uçamaz olmuş ve yere düşmüş. 218 2) Soğuktan donarak ölmekte olan bu küçük kuşu gören bir inek, acıyarak onu kurtarmaya karar vermiş. Kuşun donarak ölmemesi için ne yapabileceğini düşünmüş ve kuşun üzerine kakasını yapmış. Kakanın sıcaklığı ile küçük kuş kendine gelmiş. Kendi hatası yüzünden bu durumu (pislik içinde kalmayı) gurur meselesi yaparak canını kurtaran ineğe mutluluğunu hiç belli etmemiş ve ona teşekkür bile etmemiş. 3) İnek yanından ayrıldıktan sonra, her tarafı pislik içinde olmasına rağmen küçük kuş yaşama sevinci ile cik cik ötmeye başlamış. Kuş sesini duyan bir kedi, ona bir arkadaş gibi yaklaşmış ve kuşun üzerindeki bütün pislikleri yalayarak temizlemiş. Daha sonra ne olmuş dersiniz? Yaşamın değerini anlayarak ve iyi bir arkadaş bulduğunu zannederek, bu yeni yerde mutlu bir yaşam sürebileceğini düşünen, planlayan küçük kuşu, kedi bir lokmada yutmuş. ALINABİLECEK DERSLER: 1) Çevrenizi ve elinizdeki olanakları küçük görmeyin ve beğenmezlik yapmayın. Çoğu insan sizin elinizdeki olanaklara sahip değil, bu olanakların farkında olun ve mutlu olmaya çalışın. Elinizdeki olanakların hiçbirini kaybetmeden daha iyi ve yeni olanaklar elde etmeye çalışın. 2) Sizle tartışan, sizi eleştiren her kişinin; sizi yakınlarınız ve arkadaşlarınız arasında küçük düşürmek için üzerinize pislik sıçrattığını düşünmeyin. Bilinçli bir insan, sizle neden uğraşır ve zaman harcar? Çünkü o size yardım etmeye ve sizi geliştirmeye çalışıyor, size kötülük yaptığını (üzerinize kaka 219 yaptığını) zannettiğiniz kişi, size iyilik yapmaya (sizi hayata döndürmeye) çalışıyor olabilir. 3) Size iyilik yaptığını zannettiğiniz (sizi dili ile yalayarak yıkayıp, yağlayan) kişi ise size kötülük yapmak (malınıza ve canınıza zarar vermek) isteyen biri olabilir. Geriye doğru dönerek bir düşünün, bunların hepsini yaşamadık mı? Hâlâ yaşamıyor muyuz? Neden hâlâ bu gerçeklerin farkına varmıyoruz? İneğin eti, sütü ve kakasından (kakası yıllar boyu yakıt ve gübre olarak kullanıldı/kullanılıyor) yaralanmak yerine, sevimli görünerek bizi devamlı tırmalayan kediyi neden koynumuzda besliyoruz? Lütfen kedi ile inekleri birbirinden ayıralım. Kedilere yem olmamak için, henüz kendi kanatlarımız ile uçmaya başlamadan cik cik ötmeyelim. Hepinize sevgi ve selamlarımı iletirim. F- Matematik Soruları NK (19.06.2010, Davutlar,) SORULAR: 1-Tatilde kamp yapmakta olan üç genç arkadaş, yakındaki köy marketine gelirler ve kampta kullanmak üzere bir adet pilli radyo alırlar. Gençlerin her biri 10 TL olmak üzere, market sahibine toplam 30 TL öderler ve radyoyu alarak kamplarına doğru yola çıkarlar. Bir süre sonra market sahibi, bu radyoda kampanya olduğunu ve 5 TL indirim yapması gerektiğini hatırlar. Çırağına 5 TL vererek, gençlere vermesi 220 için onların arkasından çırağını gönderir. Çırak üç kişiye 5 TL’yi eşit olarak paylaştıramayacağı için her bir gence 1 TL verir; yani toplam 3 TL’yi geri öder ve kalan 2 TL’yi ise kendi cebine atar. Böylece gençlerin her biri radyo için 9 TL ödemiş olur. 3X9=27 TL, 2 TL de çırak aldı toplam 29 TL, bu alışverişte 1 TL nereye gitti? 2- Bir müşteri ayakkabı mağazasına girer ve bir ayakkabı beğenir. Ayakkabının fiyatı 25 TL’dir, müşteri ayakkabıcıya bütün olarak 50 TL verir. Kasada bozuk para bulunmadığı için ayakkabıcı bu 50 TL’yi yandaki komşu mağazada bozdurur ve müşteriye ayakkabı ile birlikte 25 TL para üstü verir. Bir süre sonra 50 TL’yi bozan komşu mağaza sahibi bozduğu paranın sahte olduğunu fark eder ve ayakkabıcıya durumu anlatır. Ayakkabıcı dolandırılmış olduğu anlayarak, bu sahte 50 TL’yi normal 50 TL ile değiştirerek komşu mağaza sahibine verir. Müşteriye verdiği ayakkabı+para üstü dâhil ve komşu mağaza sahibine sahte para karşılığı olarak verdiği 50 TL dâhil, ayakkabıcı bu alışverişten toplam kaç lira zarar etmiştir? Bu soruların cevaplarını benim e-mail adresime gönderebilirsiniz. Doğru cevaplayanlara Utkan ve Onur hediye olarak kısa metrajlı bir film yapacak, yanlış cevaplayanlara ise doğru cevap e-mail ile bildirilecek. Cevaplarınızı bekliyoruz. Doğa’cığım; her iki soru da yanlış cevap verilmesini sağlamak için özellikle karmaşık bir biçimde sorulmuş. Bu nedenle soruları yanıtlayanların çoğun221 luğu ikinci soruda doğru yanıta ulaşamamış. Sorulardaki karmaşıklığı önlemek için sade ve basit düşünmek gerekiyor. Bütün matematik problemleri, aşağıda birinci sorunun yanıtında verdiğim gibi bütün parametreler (değişkenler) göz önüne alınarak ve matematiksel olarak formülize edilerek (eşitlik kurularak) çözülebilir. Bu yöntem uzun olmakla birlikte en sağlıklı yöntemdir ve her zaman doğru yanıtı verir. Bazı problemler ise ikinci sorunun yanıtında verdiğim gibi karmaşıklığı önlemek için daha basit düşünülerek ve işlemlerin bir kısmı sadeleştirilerek daha hızlı ve doğru olarak yanıtlanabilir. BİRİNCİ SORUNU YANITI: Bu alış verişte kayıp 1TL yoktur: ÖDENEN PARA: Gençler 30 TL ödeyerek radyoyu almışlar ve daha sonra 3 TL de çıraktan iade almışlardır; yani gençler radyo için toplam 30-3=27 TL ödemiş oluyor. ALINAN PARA: Market sahibi gençlerden radyo için 30-5=25 TL almıştır, çırak ise 2 TL almıştır, yani radyo için toplam 25+2=27 TL alınmış oluyor. Ödenen ve alınan paralar 27 TL yani birbirine eşit oluyor. İKİNCİ SORUNUN YANITI: Ayakkabıcın kaybı 50 TL’dir Müşterinin sahte para vermediğini varsayalım: Ayakkabıcı müşteriden 50 TL alıyor, 50 TL’yi yan- 222 daki mağaza sahibine bozduruyor ve müşteriye seçtiği ayakkabı ile birlikte 25 TL para üstü veriyor. Ayakkabıcının yaptığı bu işlemlerde bir hatası (kaybı) yok. Ayakkabıcının asıl hatası müşteriden aldığı paranın sahte olması: Bu alışveriş sonucunda ayakkabıcının kasasında 50 TL sahte para oluşuyor; yani ayakkabıcı 50 TL zarara uğruyor veya 25 TL para ve 25 TL değerinde bir ayakkabı kaybetmiş oluyor. (Ayakkabıcının bir ayakkabıdan elde edeceği kazancı (kârı) da düşersek 50 TL’den daha az zararı var.) EK-8 GELECEK BİLGİYİ ÜRETENLERİNDİR NK (25.07.2010, Davutlar) GELECEK BİLGİYİ ÜRETENLERİNDİR. (Mustafa Kemal ATATÜRK) YARATICI FİKİR GELİŞTİREBİLMEK İÇİN SIRADAN GÖRÜNEN HER ŞEYE DİĞER İNSANLARDAN FARKLI BİR GÖZLE BAKMAK GEREKİR. (George Kneller) Sevgili Gençler; sizlere yukarıdaki sözlerin anlamı ve önemi ile ilgili biraz açıklama yapmak istiyorum. Bir fikri (bilgiyi) düşünerek ilk bulan (üreten) şirket veya ülke, bu bilgiyi uygulamaya dönüştürerek kendisi için çok çeşitli yararlar sağlayabilir. Örneğin; bu teknik bir bilgi ise teknik bilgiyi ilk bulan, bu bilgiyi teknolojik bir ürüne dönüştürebilir. Ürettiği bu bilgiyi (know-how) ve bu bilgiyi kullanarak ürettiği ürünleri ve bu ürünlerin üretilmesi için gereken 223 teknolojiyi (üretim makinelerini) ve bu ürünlerin üretilmesinde kullanılan hammaddeleri, malzemeleri, yarı ürünleri diğer şirket veya ülkelere istediği değerden satma olanağına sahip olur. En fazla katma değeri, sıfırdan bilgiyi üretenler (tasarımcılar) yarattığı için en fazla kazancı onlar elde ederler ve o konuda çok detaylı bilgiye onlar sahip oldukları için o konuda bütün gelişmeleri onlar yaparlar; yani bilgiyi üretenler devamlı en önde giderler, diğerleri ancak onları geriden izleyebilir (nal toplarlar). Siz de çalıştığınız kurumda, bilgiyi üreten kişiler arasında olmak istemez misiniz? Veya başkalarının üreterek uygulamaya dönüştürdüğü bilgileri öğrenerek sadece kullanan kişiler arasında olmak mı istersiniz? İş tatmini, kariyer (işte yükselme) ve yüksek gelir istiyorsanız, birinci seçeneği seçmek durumundasınız. Bu seçeneği gerçekleştirmek için ise gerekli şartları (iyi eğitim, geçerli meslek seçimi, çok çalışma) yerine getirmek zorundasınız. Tasarımcı olabilmek için; yani Allah’ın insanlara verdiği yaratıcı beyin özelliklerimizi kullanabilmek için Allah’ın evrende yaratmış olduğu her şeye farklı bir gözle bakmak zorundayız. Şu anda kullanmakta olduğumuz bütün ürünler, daha önce birileri tarafından düşünülerek (tasarlanarak) üretildi. Bu ürünleri tasarlayanlar, evrende Allah tarafından yaratılmış olan şeylere farklı bir gözle bakarak bu ürünlere ait ilk fikirleri (bilgileri) üretebildiler. İnsanlar, yaşamlarını (daha rahat ve mutlu) sürdürebilmek için, yaşamakta oldukları sorunlara, zorluklara çözüm üretmek için, yaşamı daha kolaylaştırmak ve daha kaliteli 224 yaşamak için, dünyamızdaki canlı, cansız varlıkların farklı özelliklerini gözlemleyerek; yani esinlenerek (ilham alarak) yeni fikirler üretebildiler. Örneğin; uçma fikrini ve uçak yapabilme tekniğini (bilgisini) kuşları gözlemleyerek ürettiler. Örneğin; otomobil, mimarlık ve diğer konularda en çok ve en iyi tasarımcılar İtalya’da yetişmektedir; neden biliyor musunuz? Çünkü İtalya’da sokağa çıkan herkesin ilk ve devamlı olarak gördüğü şeyler, Roma İmparatorluğu’na ait çok çeşitli tarihî eserlerdir ve farklı bakan gözler için bu eserlerin içinde gizli olan özelliklerdir (güzelliklerdir). Yaratıcılık özelliğini en çok kullanabileceğiniz teknik meslekler şunlardır: Mimarlık (iç, dış, şehir planlama), endüstriyel tasarım (ürünlerin kullanım ve görsel özelliklerini tasarlayanlar), elektronik mühendisliği, bilgisayar mühendisliği ve endüstri mühendisliği gibi meslekler çocuklarınız için hem doğuştan sahip oldukları yaratıcılık özelliklerini kullanabilecekleri ve geliştirebilecekleri hem de kolayca iyi işler edinebilecekleri çağımızın güncel meslekleridir. Fazla maddi gelir istemiyor ve daha çok zevk almak istiyorsanız; resim, müzik, tiyatro, sinema veya diğer sanat dallarını seçebilirsiniz. Sanat dallarında yaratıcılık özelliği, teknik dallara göre daha ön plandadır; fakat iş bulma ve maddi olanaklar gençlerin bu dalları seçmelerine engel olmaktadır. Aslında çok çalışarak iyi ve bilinen (meşhur) bir sanatçı olduğunuz zaman, çok para kazanma olanağı da vardır. YARATICI FİKİR GELİŞTİREBİLMEK İÇİN SIRADAN GÖRÜNEN HER ŞEYE DİĞER İNSAN225 LARDAN FARKLI BİR GÖZLE BAKMAK GEREKİR cümlesindeki HER ŞEY kelimesi, sadece Allah’ın yarattığı veya insanların ürettiği maddi varlıkları ifade etmemektedir. Aynı cümleyi her konu (iş, proje veya problem) için uygulayabiliriz. Herhangi bir konudaki düşüncülerimiz, bakış açımız ve yaklaşım tarzımız diğer insanlardan farklı ise o konuda kesin olarak diğer insanlardan daha başarılı ve olumlu sonuçlar alırız ve diğer insanların çeşitli konularda yaşamakta olduğu problemleri hiçbir zaman yaşamayabiliriz; çünkü o konularda çıkabilecek problemleri önceden fark ederek (ön görerek) önlemler alabiliriz. Bir konuda aynı şeyleri yaparak farklı sonuçlar almak imkânsızdır. Bu nedenle, her konuda diğer insanlardan farklı düşünmek ve o konulara farklı açılardan bakarak farklı yaklaşım tarzı belirlemek gerekir. İnsan yaşlandıkça çocuklaşır; çocuklarımız gibi yaşlı yakınlarımızı da yönlendirmeliyiz ve önemli kararları onlara bırakmayarak, kendimiz onlar adına doğru kararları vermeliyiz ve doğru kararlara uygun davranmalarını sağlamalıyız. Aksi takdirde bir süre sonra, onların bilmedikleri ve deneyim sahibi olmadıkları konularda yanlış kararlar vererek, yanlış şeyler yapmakta olduklarını fark ederiz ve bu yanlış kararlar sonucunda oluşan problemlerin çözemeyeceğiniz boyutlara ulaştığını, biz veya ilgili yakınlarımız için değiştirilemez kötü kadere dönüştüğünü görebiliriz. İnsan kendisine, çocuklarına veya diğer yakınlarına problemler yaratacak önemli kararları 226 yaşlılara veya çocuklara bırakır mı? Onların yanlış karar vermekte olduklarını bile bile “Ben karışmam.”, diyebilir mi? Bu yanlış kararlar bumerang gibi bir süre fırlatıldığı yönde ilerleyerek bizden uzaklaşır (O sürede sorunları fark etmeyiz.) ve bumerang fırlatıldığı yönden geri dönerek bize doğru gelmeye (sorunlar yaşanmaya) başlar ve bize saplanır (acıtmaya başlar). Hepinize selam ve sevgiler. EK-9 BİLİŞİM (BİLGİ VE İLETİŞİM) ÇAĞI NK (21.02.2009, İzmir) A-Bilişim Çağındaki Ortak Düşmanımız Bilgisizlik, İletişimsizlik ve Fedakârlık BİLGİ ve İLETİŞİM (Bilişim) ÇAĞINDA yaşıyoruz; fakat BİLGİ ve İLETİŞİM açısından YOKSUN (fakir) olarak yaşıyoruz. Hâlâ hepimizin ortak düşmanı olan BİLGİsizlik ve İLETİŞİMsizlik ile savaşmıyoruz ve bizim adımıza bu düşman ile savaşan kişinin safında yer almak yerine, ortak düşmanımız olan BİLGİsizlik ve İLETİŞİMsizlik safında yer alıyoruz. Aşağıdaki listede vermiş olduğum kendi düşmanlarımız ile savaşmak yerine, düşmanımızı yok etmek için bizim adımıza FEDAKÂRca savaşan kişi ile aynı safta ve onun arkasında destek olmamız gerektiğini, neden hâlâ fark etmiyor (BİLMİYOR) uz? POTANSİYEL PROBLEMleri neden önceden fark etmiyoruz? Uyarılmamıza rağmen, sorun büyümeden, çözümsüz hâle gelmeden, önlemler almamız gerektiğini neden BİLMİYORuz. Özel bir işin sadece para (sermaye) harcayarak kurulmadığını, bir işi kurmadan önce fizibilite çalışması yapılması gerektiğini ve 227 bu işi zarar etmeden yaşatmanın, geliştirmenin ne kadar zor olduğunu ve BİLGİ, DENEYİM gerektirdiğini; gayrimenkul, para gibi maddi değerlerin de bir iş, bir proje gibi BİLGİ ile yönetilmesi gerektiğini; neden BİLMİYORuz. Para, ev, arsa ve otomobile her zaman tekrar sahip olabiliriz ama kaybettiğimiz SAĞLIĞIMIZI, eğitimle sahip olabileceğimiz MESLEĞİ ve yaşayarak edinebileceğimiz BİLGİYİ, DENEYİMİ para ile satın alamayız. Lütfen şunu iyi anlayalım: Maddi açıdan çok fakir olabiliriz; fakat akıl ve ruh sağlığımız yerinde ise mesleğimizi, bilgi ve deneyimlerimizi kullanarak çok zengin olmak bizim elimizdedir. Her konuda bilgi sahibi ve uzman olmak zorunda değiliz. Bilişim çağında bütün bilgiler elimizin altında, her konudaki bilgiye bir tıklama ile ulaşabiliyoruz. Bilişim çağında neden BİLGİden ve İLETİŞİMden yoksun yaşıyoruz ? GURURu ve İNATı bir tarafa bırakalım ve aşağıda yazmış olduğum nedenleri inceleyelim. Listedeki bütün nedenler, bilişim çağında yoksun olarak yaşadığımız BİLGİ ve İLETİŞİM ile ilgili, neden bunun hâlâ farkında değiliz (BİLMİYORuz). NEDENLER: Ana neden, BİLGİsizlik ve İLETİŞİMsizliktir. Tek tek sıralar isek; her konuda BİLGİli olduğunu sanmak, her konuda BİLGİli olduğunu göstermeye çalışmak (bilgiçlik taslamak), gerçekten BİLGİli olduğunu konularda BİLGİlerini diğerlerinden saklamak ve BİLGİsini paylaşmamak, teknolojinin hızlı bir şekilde gelişmesi nedeni ile sahip olduğumuz BİLGİlerin hâlâ doğru, geçerli olduğunu sanmak ve BİLGİlerimizi güncellememek, aile sırla228 rımız ortaya çıkmasın diye BİLGİ, DENEYİM sahibi olan büyüklerimizin, yakınlarımızın, arkadaşlarımızın BİLGİ, DÜŞÜNCE, GÖRÜŞlerinden yaralanmamak; aksine sorunu yaşayan kişi olarak bizzat kendimiz açık olarak yakınlarımıza, arkadaşlarımıza sorunla ilgili bütün detayları anlatırsak, hakkımızdaki dedikoduyu, söylentiyi önleyebiliriz ve onlar bize BİLGİ, DENEYİMleri ile yardımcı olabilirler. Ayrıca yakınlarımıza, arkadaşlarımıza BİLGİleri hiç saklamadan ve daha önceden verirsek, onlar sorun daha da büyümeden önlem almamıza yardımcı olabilir. BİLGİli insanları KISKANMAK, onlarla İLETİŞİM kurmamak, BİLGİsiz olduğu için kendisini veya başkasını suçlamak, sorun yaşandığı zaman insanlar ya kendisini veya karşı tarafı suçlar. Zamanını, enerjisini problemin gerçek nedenlerini araştırmak, bulmak ve bundan ders alarak bu sorunu bir daha yaşamamak için (önlemler almak için) harcaması gerektiğini BİLMEDİĞİnden kendisini veya başkalarını eleştirir, suçlar, kavga eder ve devamlı böyle yaparak yaşadığı sorunun stresinden hiçbir zaman kurtulamaz ve akıl, ruh sağlığını kaybeder. Ev, iş, okul, sosyal yaşantımızın daha kaliteli olması için ve kalan hayatımızı daha SAĞLIKLI, BAŞARILI, MUTLU yaşayabilmemiz için KENDİMİZ İLE YÜZLEŞMEMİZ gerektiğini ve DÜŞÜNCELERİMİZİ DEĞİŞTİRMEMİZ gerektiğini hiç unutmayalım. Her işte, projede, konuda olduğu gibi düşüncelerimizi değiştirmeye ve kendimizi geliştirmeye karar verdiğimiz zaman, bu kararı gerçekleştirebilmek ve olumlu, başarılı bir sonuç 229 elde edebilmek için KENDİ GÖREV ve SORUMLULUKlarımızın farkında olmamız gerektiğini ve bu görevleri ZAMANINDA, EKSİKSİZ, KUSURSUZ olarak yerine getirmemiz gerektiğini unutmayalım. Bu görevlerin farkında olmaz ve/veya bu görevlerin başkası tarafından yapılmasını beklersek, sonuç devamlı OLUMSUZ ve BAŞARISIZ olur. Ev, iş, okul, sosyal yaşamda tek başımıza yaşamadığımıza göre bizim sağlıklı, mutlu, başarılı olabilmemiz için bu ortamlarda birlikte yaşadığımız yakınlarımız ve arkadaşlarımızın da bizimle aynı bilinç, frekansta (bu bilgilere sahip, farkında) olması ve problemsiz, sorunsuz olması gerekiyor. Benim neden FEDAKÂRlık yaptığıma gelince, bir şeyleri FEDA etmeden (bilgilerimi size satmadan, sizle paylaşmadan ve çalışmadan) KÂR elde edilemiyor. Bir ürünü veya hizmeti satabilmek için ise, müşteriye pazarlama yapmak ve bu ürün veya hizmetin ona sağlayacağı faydaları, yararları uygulamalı olarak kanıtlamak gerekiyor. Herhangi bir işte ortaklığın sürebilmesi için her iki tarafın eşit miktarda FEDA etmesi (sermaye koyması ve iş gücü sağlaması) ve KÂR veya ZARARa eşit miktarda ortak olması gerekiyor. Ben de FEDA ettiğim şeylere karşılık KÂR olarak, birlikte yaşamakta olduğum ve iletişimde olduğumuz yakınlarımdan, benim safıma geçmelerini istiyorum. Beni daha önceden tanıyan ve anlayan yakınlarımız ile birlikte, şu anda karşı safımızda olan diğer yakınlarımızın karşısında durmaya devam edeceğim; çünkü benim durduğum safın geçerli ve doğru taraf olduğundan yüzde yüz eminim. Karşısında durduğum yakınları230 mı kendi safıma çekmek için FEDAKÂRlık yapmaya devam edeceğim. 2009 yılında benim safıma geçen kişilerin sayısının artmasını bekliyorum. B- İletişim ve Frekans NK (28.02.2009, İzmir) İletişimi sağlayan temel unsur frekanstır. Frekansları aynı olmayan iki cihaz (cep telefonu) birbiri ile iletişim kuramaz. Frekans, bu cihazların havada yaymış olduğu elektromanyetik dalganın saniyedeki sıklık (titreşim) sayısıdır. Aynı şekilde, biz konuşurken havada oluşan ses dalgalarının (titreşimlerinin) sıklık sayısı da frekanstır. İnsan kulağının duyabildiği ses dalgalarının saniyedeki titreşim sayısı 2020.000 arasındadır. (Yani duyabileceğimiz ses frekansı 20-20.000 hertz arasındadır.) Cep telefonları ve TV yayınları çok yüksek ve farklı farklı frekanslarda elektromanyetik dalga yaymaktadır. Her cep telefonu ve TV yayınının yaydığı elektromanyetik dalgaların, aynı ortamda birbirine karışmadan, içlerinde taşımış oldukları bilgilerin (görüntü ve/veya ses) bozulmadan iletilebilmesi için farklı farklı frekansta olması gerekmektedir. Birden fazla insanın konuştuğu bir ortamda, kimin ne konuştuğunu anlayamamamızın (kulağımıza gelen sesleri birbirinden ayıramamamızın) nedeni; insanların konuşurken havaya yaydığı ve frekansları birbirine çok yakın olan ses dalgalarının birbirine karışmasıdır. Bu nedenle elektronik cihazlarda olduğu gibi insanlar arasında iletişimin sağlanması için FREKANS UYUMLULUĞU birinci şarttır. İletişim hâlinde olan insanların birbirini anlayabilmesi için ise 231 aynı dilleri konuşması ve BİLİNÇ SEVİYELERİNİN UYUMLU olması; yani bilgi, eğitim, deneyim seviyelerinin birbirine yakın olması gerekmektedir. Elektronik cihazların birbirleri ile iletişimde olmaları için de bu cihazların içine, onları tasarlayan mühendisler tarafından konulan yazılımların aynı programda (aynı dilde) olması ve birbirlerini tanıyarak iletişimi sağlayacakları bilgilere sahip olmaları gerekmektedir. Bir arkadaşımızın cep telefonunu çaldırmak, onun frekansına uyumlu hâle gelmek istememiz anlamına gelir. İletişimin başlaması için frekanslarımız eşitlenmiştir; fakat kendisi, bizim numaramızı çalan telefonunda gördüğü zaman açmayarak iletişimi engelleyebilir veya bataryadaki şarj seviyesi düşük olduğu için görüşme sağlanamayabilir veya çok kısa bir görüşme sağlanabilir; yani biz onunla frekansımızı uyumlu hâle getirerek görüşmek istememize rağmen, bilinç seviyesi bizden düşük olan arkadaşımız, isteyerek (telefonunu açmayarak) veya istemeyerek (batarya şarj seviyesi, bilinç seviyesi düşük olduğu için) bizle görüşmeyebilir veya bizim anlattıklarımızı hiç anlamayabilir veya anlayabildiği kadar anlar. Bu arkadaşımız bizim bilinç seviyemizde olmadığı sürece, biz istesek de onunla iletişim kurmamız ve ona bilgi aktarmamız imkânsızdır. Bu durumda kontrol (kumanda) bizim elimizde değildir ama her biri ayrı frekansta yayın yapan TV kanallarından, istediğimiz kanalı seçmek ve yayınlanan görüntüleri ve/ veya sesleri izlemek, dinlemek (için kumanda) bizim elimizdedir. İstemiyorsak elimizdeki kumanda ile kanalı hemen değiştirebiliriz; yani kendi FREKANS 232 ve BİLİNÇ SEVİYEMİZE UYGUN yayını kendimiz seçeriz. Arkadaş, dost veya eş olmak istediğimiz kişileri de kendimiz belirlemeliyiz. Beraber olmaktan mutluluk duyacağımız ve birlikte olmaktan zevk alacağımız yakınlarımızla, arkadaşlarımızla daha sık ve uzun sürelerde birlikte olmalıyız ve frekansı, bilinç seviyesi kendimize uygun olmayan yakınlarımızla, arkadaşlarımızla daha az ve daha kısa sürelerde birlikte olmalıyız veya benim yaptığım gibi yaşanan problemlerin çözümü ve önlem alınması yönünde yakınlarınızla, arkadaşlarınızla iş birliği yaparak, onları değiştirmeye, geliştirmeye çalışmanız gerekmektedir (Her problem uygulamalı bir eğitim için fırsattır.). C- Olay X Tepki= (28.02.2009, İzmir) Sonuç Formülü NK Formüldeki olay; bir olay, bir problem, sorun, bir iş veya bir projedir. Tepki ise bu olay karşısında bizim göstereceğimiz davranış, suçlama, eleştiri, kavga veya çözüm üretmek, önlem almak için; yani sonucun OLUMLU, BAŞARILI çıkması için yapmamız gereken faaliyetlerdir. İnsanları olaylara karşı gösterdikleri tepkiye göre üç sınıfa ayırabiliriz. Bizler hangi sınıftayız ve hangi sınıfta olmak isteriz? 1. sınıftan 3. sınıfa geçemeyiz; fakat 1. sınıftan 2. sınıfa ve 2. sınıftan 3. sınıfa geçebiliriz. Bu sınıflardaki insanların olaylar karşısında yaptıklarını okumadan önce, güncelleyerek yukarıda vermiş olduğum Fedakârlık ve Bilişim Çağında Ortak Düşmanımız 233 Bilgisizlik, İletişimsizlik yazısını lütfen tekrar okuyunuz. 1. SINIFtaki insanlar, aynı bir trafik kazasında trafik polisin yaptığı gibi, olayı detayları ile anlatan tutanağı hazırlar. Bu sınıftaki insanlar olayları detayları ile anlatırlar ve hafızasında tutarak tekrar tekrar anlatabilirler; fakat hiçbir tepki göstermezler. Kendisine haksızlık yapılsa bile ses çıkarmaz, borç para verir istemeye utanırlar. Bu sınıftaki insanların aynı küçük bir çocuk gibi bakıma ve yönetilmeye ihtiyacı vardır. Onlar adına başkaları karar verir, kötü niyetli kişiler bu insanları kullanabilir. Bu sınıftaki insanlar kendilerine güvenmezler, karşısındakine güvenirler ve hiçbir sorumluluk almazlar. Sonuç bu insanlar için daima olumsuz ve başarısızdır. 2. SINIFtaki insanlar, olay olduktan sonra kızar, kendisini veya karşındaki suçlar (suçlu arar), eleştirir, kavga eder. Sorunu çözmek ve bir daha yaşamamak için önlem alamaz veya aynı olay karşısında daha önce başkasının uyguladığı (bildiğini sandığı) önlemi alır; fakat çağ, şartlar, koşullar değiştiği için sonuç daima olumsuz, başarısız olur. Bu insanların da kararlarını başkaları verir ve yönetilmeye ihtiyaçları vardır. Kendilerine güvenmedikleri gibi yanlarındaki insanlara da hiç güvenmezler. Görev ve sorumluluklarının farkında olmazlar veya başkalarının yapmasını beklerler. 3. SINIFtaki insanlar görev, sorumluluk ve yetkilerini bilirler ve sorumluluk almaktan kaçmazlar. Olayları incelerler ve neden-sonuç ilişkisi kurarak 234 problemi çözerler ve/veya olay olmadan önce gerekli önlemleri alarak sonucun daima olumlu, başarılı çıkmasını sağlarlar. Bilgi toplar, bilgileri değerlendirir, düşünür, planlar, uygularlar, yönetir ve organize ederler. 3. sınıfta ve kötü niyetli olan insanlar 1. ve 2. sınıftaki insanları kullanırlar; 3. sınıfta ve iyi niyetli olanlar ise 1. ve 2. sınıfta olan insanlara her konuda yardımcı olur ve onları bir üst sınıfa geçirmeye çalışır. Hepinize sevgi ve selamlarımı iletirim. EK-10 BİLGİ VE İSTATİSTİK BİLİMİ NK (10.09.2009, İzmir) Sevgili Gençler; Vestel’de çalışırken kendisi İngiliz olan kalite müdürü bana Guide to Economics of Quality (Kalite Maliyetleri Kılavuzu veya Kalitesizliğin Maliyeti) adlı bir İngilizce doküman vermişti (Ben o zaman üretimde, endüstri mühendisliği ve istatistiksel süreç kontrolü çalışmalarından sorumlu bölüm müdürü idim). Genel müdürün de katıldığı bir toplantıda, ürünlerin araştırma ve geliştirme süreçlerinden başlamak üzere bütün üretim süreçlerinde yaşanan sorunların maliyeti (kalitesizliğin maliyeti) konusunda bir rapor sunmuştum. Daha sonra bu dokümanı Türkçeye çevirerek, Vestel’de eğitim amaçlı olarak kullandık ve ardından Kalite Maliyetleri Sistemi kurma çalışmalarını başlattık. (“Guide to Economics of Quality” İngiltere’de bir standart hâlinde olarak uygulanıyor.) Bu kitabın ilk paragrafı, 1883 yılında Lord Kelvin tarafından söylenen bir cümle ile başlıyordu. 235 Bu cümleyi orijinal hâli ile ve Türkçe olarak aşağıda verdim. When you can measure what you are speaking about, and express it in numbers, you know someting about it; but when you cannot measure it, when you cannot express it in numbers, your knowledge is of meager and unsatisfactory kind. (Hakkında konuştuğunuz şeyi ölçebildiğiniz ve sayılarla ifade edebildiğiniz zaman, o konu hakkında bazı şeyler biliyorsunuzdur; fakat onu ölçemiyor, onu sayılarla ifade edemiyorsanız, o konu hakkındaki bilginiz eksiktir ve tatmin edici değildir.) İngilizlerin ta ki 1883 yılında BİLGİnin (ölçülebilen, sayılarla ifade edilebilen; yani gerçek ve doğru bilginin) öneminin farkında olmaları ne kadar ilginç değil mi? Üretim hatlarında çalışan işçilerin söylediği (ölçülmemiş ve sayılmamış) bilgilerle üretim süreçleri kontrol altında tutulabilir mi? Üretim hatlarında gerçek ve doğru bilgiler sürekli olarak toplanmıyor ise veya toplanan bilgiler istatistiksel (bilimsel) olarak değerlendirilmiyor ise veya değerlendirme sonucunda gerekli önlemler alınmıyor ise üretilen ürünlerde malzeme veya işçilik hatasından kaynaklanan problemler her zaman olur ve olmaya devam eder. İstatistiksel süreç kontrolü uygulandığı zaman ise ürünlerde ve üretim hatlarında görülen problemler sürekli azalır. Ürün kalitesinde sürekli gelişim sağlanır, hatalı ürünleri tekrar üretme durumu olmaz, müşterinin satın aldığı ürünlerde hata çıkma olasılığı düşer, teknik servis ve garanti maliyeti düşer; yani ürün maliyeti düşer ve firma üret236 tiği ürünleri daha ucuza satabilme ve rekabet etme olanağına sahip olur. Hem tüketici hem üretici hem de ülke tasarruf sağlar. Ürün veya hizmet üreten şirketlerde olduğu gibi hayatımızın bütün aşamalarında yaşamakta olduğumuz veya potansiyel (olası) hata ve eksikleri önlemek için hayatımızın bütün süreçlerini, önem ve öncelik sırasına uymak şartı ile sürekli kontrol altında tutmamız (süreç yönetimi) gerektiği konusunda benimle hemfikir olduğumuz kanısındayım. Sistemler, yöntemler, teknikler, kurallar ve yasalar, kanunlar insan hayatını kolaylaştırmak, geliştirmek, hata ve eksikleri önlemek ve kötü niyetli insanların (ülkelerin) kendi çıkarları için diğerlerini kullanmasını önlemek amacıyla tasarlanmalı, hazırlanmalı, uygulanmalı ve sürekli olarak günün şartlarına göre güncellenerek geliştirilmelidir; Türkiye’de uygulanan bazı kanunlar ve devlet dairelerinde uygulanan katı kurallar da olduğu gibi bizlere güçlük çıkarmak için değil. Bazı kesimleri korumak, desteklemek için değil. Bir devlet (siyasetçiler, bürokratlar) neden kendi vatandaşlarının hayatını kolaylaştırmak yerine zorlaştırır? Devlet dairelerinde çalışanlar (hepimizin verdiği vergiler ile maaş alanlar); yani bizler neden hayatımızı kolaylaştırmak yerine zorlaştırırız? Sorunları yaratan hep insanların kendisi değil mi? Yönetime katılmayarak, sivil toplum örgütlerinde görev almayarak, yönetenlere uyarıda bulunmayarak, oy vermeyerek sadece kendi kendimize şikâyetçi olmamızın, yaşamakta olduğumuz sorunlara ve zorluklara hiçbir zaman çare 237 olduğu görüldü mü? Tanrı’nın yaratığı en büyük sistem evrendir. Dünyamız ve diğer gezegenler, dünyamızdaki canlıların yaşama düzeni ve insanın fiziksel, biyolojik, ruhsal yapısı da Tanrı’nın yarattığı alt sistemlerdir. Doğanın dengesini bozduğumuzu ve yaşayan canlıların bazılarının neslini tükettiğimizi neden önceden fark edemeyiz? Mutlaka doğadan bir uyarı almamız mı veya doğal afet yaşamamız mı gerekir? Ozon tabakasının delindiğini bilim adamları (bilge insanlar) fark etmese, insanlık kendi neslini yok ettiğinin farkına neden varamaz? Çünkü insanlar, yaratılan (tasarlanan) sistemin neden ve nasıl tıkır tıkır (hatasız) işlediğinin, çalıştığının farkında değil? Bazı insanlar ise kendi kısa vadeli çıkarları yüzünden hırsa kapılarak, kendisi dâhil bütün insanların yararına kurulan ve tıktır tıkır çalışan sistemin tekerine çomak soktuğunun (sistemin yapısını bozduğunun) farkında değil? Bütün DİNLER; o günün şartlarında ve dünyanın o bölgelerinde, insanlığa yukarıda saydığımız faydaları sağlayan ve peygamberler tarafından tasarlanan, hazırlanan, geliştirilen yöntemlerdir. Dinlerin de bugünün şartlarına ve dünyanın bugünkü durumuna göre değişimi ve gelişimi (güncellenmesi) gerektiği kanısındayım. Tanrı, en son peygamberini ARAP âleminin yaşadığı topraklara göndermiş ve Tanrı dünyanın en önemli enerji kaynağını, PETROLü ARAP âleminin yaşadığı toprakların altında yaratmış. Peki en önemli enerji kaynağına sahip olan ve en son peygamberin yöntemine sahip olan Müslümanlık âlemi neden bu kadar 238 geri kalmış? Neden ABD (Amerika) ve AB (Avrupa Birliği) tarafından yönetiliyor ve sömürülüyor? ABD bütün dünyaya neden kendi tasarladığı sistemleri (stratejileri ve projeleri), zor kullanarak (askerî güç ile) veya kendine yeni paydaşlar yaratarak veya havuçla kandırarak uygulatmak istiyor? Çünkü Müslümanlık dışındaki dinler rasyonel (mantıksal) yaklaşım tarzını benimsemişler ve bu nedenle Hristiyan âlemindeki ülkeler sürekli gelişmişler; çünkü ta ki 1883 yılında BİLGİnin (bilim ve teknolojinin) önemini kavramışlar. Müslümanlık dini ise vicdani (duygusal) bir dindir. Müslümanlar sadece Tanrı korkusu ile değil vicdanları (duyguları) ile hareket ederler. Vicdanlı insanların duygularını sömürmek çok kolaydır. Bu nedenle, sözde Müslümanlar kendi çıkarları için gerçek Müslümanların vicdani değerlerini sömürerek, onları ALLAH ile sürekli aldatmışlar ve aldatmaya devam ediyorlar. Lütfen Yaşar Nuri Öztürk’ün Allah ile Aldatmak kitabını okuyunuz. ABD, AB ve onların paydaşı Müslüman ülkelerin (yöneticilerinin), gerçek Müslümanları ve onların yaşadığı ülkeleri nasıl aldattığı ve sömürdüğü konusunda daha detaylı bilgiye sahip olabilirsiniz. Hepinize sevgi ve selamlarımı iletirim. 239 EK-11 İNATÇILIK (21.8.2010, Davutlar) NEYE YARAR? NK Sevgili Gençler; inatçılık (pes etmeme ve kararlılık) huyu aslında bir işi, projeyi başarmak için çok gerekli, iyi bir huydur. Ailemizdeki bazı yetişkinler ve gençler çağımızda pek geçerli olmayan ÇOK İYİMSER, KİMSEYE HAYIR DEMEYEN, ÇOK SAF, TEMİZ insanlardır (Gerçekten bu dünyada eşine rastlanamayacak kadar iyi insanlardır.); fakat İNATÇILIK huyları biraz fazladır. Arkadaşlarına, komşularına hatta fazla tanımadıkları kişilere, kendi BİLDİKLERİ ve BİLMEDİKLERİ her konuda hiçbir zaman hayır diyemeyerek, onların her söylediğine inanarak, onları onaylayarak, onların her dediğini yaparken; İNATÇILIK huyları nedeniyle, kendi yakınlarının (kardeş, anne, babasının) söylediklerini yapmamaktadır; yani inatçılık huylarını yanlış zamanda, yanlış yerde, yanlış işlerde ve daha önemlisi kendilerini koruyan, kollayan kişilere karşı yanlış tutum ve davranış sergileyerek kullanmaktadır. Onları hayatta başarısız ve mutsuz olmaya götüren nedenler; iyimser, saf, temiz olmaları değil, İNATÇILIK huyunu kendilerinin iyiliği için çalışanlara karşı kullanmalarıdır ve yanlış, eksik bilgi sahibi oldukları konularda kendilerini EĞİTMEYE, DEĞİŞTİRMEYE, GELİŞTİRMEYE çalışan yakınlarına karşı İNAT ile direnmeleridir. Ben eşimin, çocuklarımın, yakınlarımın; iyimser, saf, temiz, gereğinde inatçı daha da önemlisi çalışkan, düşünen, uyanık (yaşamın farkında) olma- 240 sını isterim. Hiçbir kimsenin her konuda, her şeyi bilmesine imkân yoktur ama eğitime, değişime, gelişime açık olan insanların bilmedikleri her konuda, her şeyi öğrenebilmesi çok kolaydır. Eğitime, değişime, gelişime açık olmayan insanlar ise devamlı yanlış kararlar vermeye ve hatalar yapmaya mahkûmdur. Değişim ve gelişim karşısında hiçbir kimse (şirket, ülke) direnemez. Değişim ve gelişim rüzgârına direnen kişiler; büyüyen, gelişen canlı bir ağacın rüzgâr karşısındaki esnekliğini gösteremeyerek, cılız ve kuru bir ağaç gibi kırılmaya mahkûmdur. Ben daha iyi eş, daha iyi çocuklar, daha iyi yakınlar yaratmaya çalışıyorum. Neden hâlâ İNAT ile yazı yazıyorum? İNATÇILIK huyunu EĞİTİM, DEĞİŞİM, GELİŞİM projesini gerçekleştirme KARARLIĞI için kullanıyorum. İnatçılığımı MUHALEFET, ELEŞTİRİ, DEDİKODU yapma projelerinde kullanmıyorum. Hepinize sevgi ve selamlarımı iletirim. EK-12 YAŞAMSAL (01.06.2010, Davutlar) PROBLEMLER NK Sevgili Gençler; bir iki senedir siz gençlere ve yetişkin yakınlarıma, kaliteli (sağlıklı, mutlu, başarılı) yaşam için gerekli olan üç konuda yazılar hazırlayarak göndermekteyim. Bu üç konudan ikisi olan sağlıklı ve mutlu yaşam ve kişisel gelişim konuları ile ilgili yazacaklarım bitmişti. Bugün son konu olan eğitim ve iş yaşamı ile yazacaklarım da son buluyor. Belki de hepiniz için çok sıkıcı hâle gelen bu üç 241 konuda, ısrarla sizlere e-mail gönderdim. Birçoğunuz sıkıcı ve uzun olan bu e-mailleri okumaya gerek duymadınız. Yaşınız ilerledikçe, siz gençler ve sizin çocuklarınız için bu konuların çok önemli olduğunu anlayacaksınız. Bir problemi çözmek için ısrarla problemin üzerine gitmek gerekiyor ve problemin nedenlerini araştırırken ise çok şeyler öğreniliyor (deneyim kazanılıyor). Başkalarının yaşadığı problemlerden önceden haberdar olursak, aynı problemleri kendimizin ve çocuklarımızın yaşamaması için önceden önlemler alabiliriz. Problemler ve projeler çok iyi eğitim fırsatlarıdır. Ben şu ana kadar, çözmeye çalıştığım problemler ve gerçekleştirmeye çalıştığım projeler ile ilgili öğrendiğim bilgileri ve edindiğim deneyimleri sizlere yazdım. En azından gönderdiğim e-mailleri bir kez okumuş olmanızı umuyorum; çünkü yazdığım konuların hepsi, daha kaliteli yaşam sürmek için göz ardı edilemeyecek kadar önemli üç konuya odaklanmıştı. Göndermiş olduğum e-mailler, herhangi bir kitapta (bu kadar açık ve net olarak) bulamayacağınız ve hiç düşünmeden kullanabileceğiniz; araştırılarak öğrenilmiş,düşünülerek üretilmiş bilgileri, yaşanarak edinilmiş deneyimleri ve çok çeşitli konularda uygulanarak geliştirilmiş yöntemleri içeriyor. Bu nedenle, şimdiye kadar göndermiş olduğum e-mailleri aranızda hiç okumamış olan kişilere, bilgisayarlarından silmediler ise okumalarını tavsiye ederim. Dünyadaki bütün ülkelerde yaşayan bütün insanlar için öncelikli olarak çözülmesi gereken iki problem (veya bu konularda problem yaşamamak için mut242 laka yapılması gereken iki proje) vardır. Bu problemler, yaşam kalitemizi direkt olarak etkileyen yaşamsal problemlerdir. Bu problemleri yaşamamak için kendinizin ve çocuklarınızın yaşam sürecini bir proje gibi yönetmeniz gerekiyor; yani bu konularda önceden önlemler almak için çok çalışmanız ve çaba göstermeniz gerekiyor. Aksi takdirde birgün, bu problemlerin çözemeyeceğiniz boyutlara ulaştığını ve sizin veya çocuklarınız için değiştirilemez kötü kadere dönüştüğünü görebilirsiniz. Bu nedenle, ısrarla aşağıdaki iki problem üzerinde yazılar yazarak sizlere ve orta yaşlı yakınlarıma göndermekteydim. YAŞAMSAL PROBLEMLER 1-Sağlık Problemleri: Hastalık sahibi olmadan önce (genç iken) önlem almak gerekiyor. 2-Eğitim ve İş Problemleri: Ailenizden bağımsız olarak yaşayabilmeniz için ekonomik olarak bağımsız olmanız gerekiyor. Daha kaliteli ve mutlu yaşabilmeniz için iyi (iş tatmini, mesleki gelişim, kariyer gelişimi olan) bir işte çalışmanız gerekiyor. İyi bir iş için, çağımızda geçerli olan bir meslek sahibi olmanız gerekiyor. İyi bir meslek için, ilköğretimden itibaren iyi bir eğitim almanız gerekiyor. İyi eğitim almak için ise aileniz değil, sizin çok çalışmanız gerekiyor. Beni (iyi okullarda) okutmadı diyerek anne ve babanızı suçlamayınız. Eğitim ve iş yaşamınızdaki başarı da başarısızlık da size ait. Bir konuda araştırma yaparsanız ve sonuç almak için o problem veya projenin üzerine giderseniz önünüze daima yeni fırsatlar çıkar ve şansınız 243 devamlı açık olur. Hiçbir şey yapmaz iseniz, şansınıza küsersiniz ve devamlı kendinizi veya başkalarını suçlarsanız. Başarı tesadüf olmadığı gibi kötü kader ve kötü şans da tesadüf değildir. Ya çare sizsiniz veya çaresizsiniz. EK-13 GELİŞİM KARŞITI NK (03.10.2009, İzmir) A- Kendimiz ve Yakınlarımızın Gelişimine Karşı Olan Tutum ve Davranışlarımız Bu konuya girmeden önce, sizlerden almış olduğum olumlu ve olumsuz yönde eleştiriler için çok teşekkür ederim. Bu eleştirileriniz sayesinde, kendim için yeni kişisel gelişim projeleri üretmekteyim. E-mail yazmak ve bütün yakınlarıma bu bilgileri göndermemin amacı, kesinlikle yazdığım konularda bilgili biri olduğumu göstermek (bilgiçlik taslamak) değil ve ailemizdeki herhangi bir kişiyi (kişileri) cahil, bilgisiz sınıfına koyarak rencide etmek ise hiç değil. Asıl amacımın ne olduğunun, göndermiş olduğum e-maillerden anlaşılmış olması gerekir. Neden bütün yakınlarımıza (ki bu kişilerin hepsi kendi en yakın akrabalarım) bu e-mailleri göndermiş olduğumun ise yazdığım konuların içeriğinden anlaşılmış olması gerekir. Yaşamakta olduğumuz problemlere, bu problemlerin nedenlerine ve alınan önlemlere ait bütün bilgilerin (gerçek, doğru, tarafsız bilgilerin) problemi yaratan taraflarda değil, problemin çözümü ile uğraşmakta olan kişilerde toplanması gayet doğal. E-mail gönderdiğim bütün yakınlarım ve kendim, 244 eşim, çocuklarım da benzer problemleri sürekli yaşamaktayız. Benzer problemlerin çözümü yönünde ve benzer problemlerin bir daha yaşanmaması yönünde, sizleri bilgilendirmek amacıyla, bende toplanan bilgilere kendi deneyimlerimi de katarak sizlere göndermiş olmamı neden yadsıyoruz? Biz orta yaştaki kişilerin, geleneksel ve duygusal düşünce tarzını değiştirmenin kolay olmadığını biliyorum. Benim hedef kitlem kendi çocuklarımızdır ve asıl amacım; bizim anne babalarımızın bilmediği, farkında olmadığı için bize aktaramadığı değişime, gelişime engel olan gerçek, doğru, güncel bilgileri geç de olsa çocuklarımıza aktararak, bizim yaptığımız hataları onların yapmamaları sağlayabilmek; yani onlara, eşlerine, çocuklarına fayda sağlamaktır. Bütün amacım budur. Ayrıca yaşamakta olduğumuz problemler ve çözümleri ile ilgili bilgileri yakınlarımız ve arkadaşlarımız ile paylaşmamızın, onların benzer problemleri hiç yaşamaması için önlem almaları (sistem, yöntem geliştirmeleri) yönünde aile, okul, iş hayatımızda birlikte yaşamakta olduğumuz bu kişiler için bir eğitim fırsatı yarattığını da unutmamalıyız. Kalan hayatımızda gerçekten değişiklik ve gelişme yapmak istiyorsak, hayatımızda farklılıklar yaratmak istiyorsak, öncelikle hatlarımızın, eksikliklerimizin ve görevlerimizin, sorumluluklarımızın farkında olmamız gerektiğini hiç unutmamız gerekiyor. Anne, baba, kardeşler ve diğer yakınlarımız; aile bağı ile bağlı olduğumuz için korumacıdır. Büyükleri- 245 miz bizlerin yaptığı hataların, başkaları tarafından duyulmasını istemezler ve hatamıza rağmen bizi savunur ve korurlar. Bu nedenle yakınlarımızla gerçek arkadaş ve dost olamayız; çünkü gerçekleri (içimizde onlara karşı hissettiğimiz gerçek duyguları ve onların hatalarını), onlar kırılmasın, üzülmesin, yanlış anlamasın düşüncesi ile sürekli onlardan saklarız. Gerçek arkadaşlık ve dostluk her konuda şeffaflık, gerçekçilik, doğruluk, saflık gerektirir. Gençler dikkat! Neden gerçek arkadaş ve dostları sadece dışarıda (akrabalarımız dışında) arıyoruz? Ben, eşimin yakınlarının ve kendi yakınlarımın, hepsinin gerçek bir arkadaş ve dost olarak birlikte yaşabileceğine inanıyorum. Akrabalık bağı ile bağlı olan kişilerin gerçek arkadaş ve dost olmasının, aile bağını daha da kuvvetlendireceğine inanıyorum. Dışarıdan bulacağımız arkadaş, eğer bu kişi eşimiz, partnerimiz veya iş ortağımız olmayacak ise bize nasıl ve ne kadar güçlü bir bağ ile bağlanabilir ki? Anne, baba, kardeş ve diğer akrabalarımız ile gerçek arkadaş ve dost olabilmemiz için önce hepimizin ORTAK bir PAYDAda buluşması gerekir; yani önce iletişim sağlayabilmemiz için aynı frekansta olmamız gerekir (bk. konu ile ilgili e-mail), sonra düşünce ve görüş birliği sağlayabilmemiz için bilinç ve bilgi seviyemizin aynı düzeye yaklaşması gerekir. Bu görüşlere katılmayan insanlar nasıl beraber yaşabilir ki? Şimdi, değişimin ve gelişimin önündeki engelleri birlikte düşünelim: 246 Farkında olmadan kendimizin ve/veya çocuklarımızın, eşimizin, diğer yakınlarımızın, arkadaşlarımızın gelişimini engelleyen tutum ve davranışlar içinde olabiliyoruz. Bu tutum ve davranışlarımızı değiştirmeden, değişime ve gelişime açık olduğumuzu söylememiz yeterli değildir. Değişim ve gelişimin birinci şartı, hata ve eksiklerimizin farkında olmamızdır (DÜŞÜNCE); ikinci şartı ise hata ve eksiklerimizin nedenlerini belirleyerek, bu nedenleri ortadan kaldırmaktır (UYGULAMA); yani değişim, gelişim için önce düşüncelerimizi değiştirmek zorundayız, sonra değişim ve gelişim için gerekli uygulamaları yapmalıyız. Değişim ve gelişim yapacağımız alanları (projeleri) üç kategoriye ayırabiliriz: Birinci kategori (HATALAR): Büyüklerimizden ve çevremizden öğrenerek uygulamakta olduğumuz hatalı olan (bize, yakınlarımıza zarar vermekte olan veya problem yaratması olası olan) ve güncel olmayan (yaşam kalitemizin artması yönünde hiçbir kolaylık ve fayda sağlamayan) geleneksel davranışlardır. İkinci kategori (EKSİKLER): Eğitim, bilgi, deneyim eksikliğinden dolayı (farkında olmadığımız için kendimize, yakınlarımıza zarar vermekte olan veya problem yaratması olası olan) konuları öğrenerek uygulamamız gereken yeni davranışlardır. Üçüncü kategori (YENİ PROJELER): Yaşam kalitemizi arttırmak için (kendimiz ve yakınlarımızın daha sağlıklı, başarılı, mutlu yaşaması için) düşüne247 rek, araştırarak, kendi kendimize öğrenerek uygulamamız gereken; yani kendimizin tasarlayarak üreteceği ve başta kendimiz, yakınlarımız olmak üzere ülkemize, dünyamıza (doğaya, insanlığa) faydalar sağlayabilecek yeni ve çağdaş davranışlardır. Kişisel gelişim projeleri üçüncü kategoridedir ve bu tür projelere başlamak, aynı zamanda birinci, ikinci kategoride belirttiğimiz davranışlarımızın otomatik olarak değişmesini ve gelişmesini sağlayabilir. B- Değişime ve Gelişimine Karşı Olan Tutum ve Davranışlara Örnekler - Mükemmel ve tekâmül (gelişim) zıt anlamlı iki kelimedir. Hiçbir zaman, hiçbir kimse, hiçbir şey mükemmel olamaz. Mükemmeli aramak yerine, küçük adımlarla gelişimi tercih etmeliyiz. Mükemmel diye bir şey yoktur, sürekli gelişim vardır. Gelişimi sınırsız sayıda basamağı olan bir merdivene benzetebiliriz. Gelişim yönünde çaba gösterenler, bu basamakları adım adım çıkmak zorundadır. Ömrümüz biter; fakat kişisel gelişim merdiveninin basamakları hiçbir zaman bitmez. - Korumacılık gelişime karşıdır. Farkında olmadan koruduğumuz kişilerin gelişimini engelleriz. - Görevlerini yaptığımız kişiler sorumluluk alamazlar ve onların gelişimini engelleriz. - Sığınmacılık (sığınacak bir liman bulmak) kendi gelişimimize karşıdır. Dalgalı denizlere çıkmaktan korktuğumuz için gelişemeyiz. Okyanuslara ise hiçbir zaman açılamayız. 248 - Statükoculuk (mevcut durumu, sistemi koruma) gelişime karşıdır. Sistemlerin, yöntemlerin ve sahip olduğumuz bilgilerin güncellenmesi; yani günün koşullarına göre değişmesi, gelişmesi gerekir. - Savunmacılık gelişime karşıdır. Sadece kendi sahip olduğumuz bilgilerin gerçek ve doğru olduğunu sanarak, bu bilgilere dayalı savunma yapmak ve kendi bilmediğimiz konularda fikir yürütmek gelişimimizi engeller. Yanlış kararlar vermemize ve hatalar yapmamıza yol açabilir. - Eleştiriye açık olmamak ve öz eleştiri yapmamak, kişisel gelişimimizi temelden engeller. Kişisel gelişimin ilk adımı, hata ve eksiklerimizi belirlemek olduğu için yakınlarımız ve arkadaşlarımız tarafından bize belirtilen (söylenen, yazılan) hatalı davranışlarımızın, herkesin içinde ŞAHSIMIZA YAPILAN KÜÇÜK DÜŞÜRÜCÜ bir davranış olduğunu zannetmek bizi yanılgıya götürür; çünkü bu tür eleştiriler ŞAHSIMIZA karşı değil, hatalı DAVRANIŞIMIZA karşı yapılmaktadır. Hatalı davranışımızın farkına vararak onu düzeltebilme fırsatı (bir konuda kendimizi geliştirme fırsatı) elimize geçmiş iken, savunmaya veya karşı eleştiriye (saldırıya) geçmek ise çok anlamsızdır ve bizi, hatayı bir başka hata ile düzeltme çabasına, yani yeni bir hatalı davranışa sürükler. Düşündüğümüz zaman, değişime ve gelişime karşı çok sayıda başka engeller bulabiliriz. Önemli olan, bu engellerin farkında olmak ve kendi kendimizi engellediğimizin farkına vararak, değişim ve gelişim 249 yönünde kendimizin ve yakınlarımızın yoluna konan taşları (engelleri) ortadan kaldırmaktır. Kişisel gelişim çalışmalarına, neden hata ve eksiklerimizi öğrenerek başlamalıyız? Çünkü her hata ve/veya eksiklik gelişim yönünde bir proje üretme fırsatı sağlar. Bu görüşü destekleyen en iyi örnek şudur: Ürün ve/veya hizmet üreten bütün şirketler, neden müşterilerin ziyaret ettikleri mekânlara (alışveriş merkezi, mağaza, showroom, satış noktası) ve kendi internet sitelerine ÖNERİ ve ŞİKÂYET KUTUSU koymaktadır? Kamu kurumları ve sivil toplum örgütlerinin internet sitelerinde de öneri ve şikâyet bölümleri vardır. Bütün kurumlar ürettikleri ÜRÜN ve/veya verdikleri HİZMET KALİTESİNİ GELİŞTİRMEK için bu yönteme başvurmaktadır; çünkü ürün ve/veya hizmet kalitesinde gelişim sağlayabilmek için de en kolay proje üretme yöntemi, kişisel gelişimde bireylerin yaptığı gibi kurumların da önce kendi hata ve eksiklerini tespit etmeleridir. Yani değişim ve gelişim yönünde ilk başlanılacak projeler, HATALAR ve EKSİKLERimizi öğrenmektir; çünkü ilk üreteceğimiz projeler hata ve eksiklerimizi ÖNLEME yönünde olmalıdır, daha sonra YENİ PROJELER üretme yönünde çaba sarf edilebilir; çünkü en önemli HATA ve EKSİKLERimiz, büyüklerimiz ve/veya kendimizin değişim ve gelişimin önüne farkında olmadan koyduğumuz engellerdir. Bu engeller değişim ve gelişim yönündeki enerji ve zamanımızın boşa harcanmasına neden olmaktadır. Kişisel gelişim projeleri bir bütün olarak üçünü kategoridedir ve ilk baştan bu tür büyük bir proje 250 ile başlamak, aynı zamanda birinci, ikinci kategoride belirttiğimiz davranışlarımızın otomatik olarak değişmesini ve gelişmesini sağlayabilir; fakat bir bütün olarak Kişisel Gelişim başlığı altında birinci, ikinci, üçüncü kategorideki birçok projeyi aynı zamanda sürdürmemiz gerekebilir; yani bu durum başarısız, olumsuz sonuçlar almamıza neden olabilir. Bu nedenle, sürekli gelişimin kurallarına uygun olarak, kişisel gelişim merdiveninin basamaklarını adım adım çıkmayı tercih etmeliyiz; yani birinci, ikinci kategorideki projeler ile başlarsak daha kolay bir yöntem kullanmış olacağımız için başarı şansımız artabilir. EK-14 SİSTEMLER (06.09.2009, İzmir) VE YÖNTEMLER NK Sevgili Gençler; şimdi sizlere eğitim ve iş hayatımda keşfetmiş olduğum bazı püf noktalarını vereceğim. Değişim ve gelişim konusunda artık hiçbir kimseye, hiçbir zaman yazılı ve sözlü bilgi vermeyeceğim. Bu konuda kendime söz verdim; çünkü yazdığımız, okuduğumuz, anlattığımız, tartıştığımız konuların artık uygulamaya dönüşmüş olması gerekiyor. Kendimizin ve yakınlarımızın hayatında herhangi bir değişim ve gelişim olmuyorsa neden boş yere zaman kaybediyoruz? Bundan daha önemli, gerekli ve acil başka işlerimiz yok mu? Neden değişime ve gelişime direniyoruz? Neden değişim ve gelişim yönünde bizim için çalışan yakınlarımız ile mücadele ediyoruz? Neden onlarla aynı safta (tarafta) yer almıyoruz da rakibimiz gibi onlarla savaşıyoruz? Bu soruların yanıtlarını en iyi Sezen Aksu, Küçüğüm şarkı sözleri ile vermiştir. 251 A- Küçüğüm Şarkısı, Sezen AKSU Küçüğüm daha çok küçüğüm Bu yüzden bütün hatalarım Öğünmem bu yüzden Bu yüzden kendimi Özel önemli zannetmem Küçüğüm daha çok küçüğüm Bu yüzden bütün saçmalamam Yenilmem bu yüzden Bu yüzden kendime hâlâ güvensizliğim Ne kadar az yol almışım Ne kadar az Yolun başındaymışım meğer Elimde yalandan kocaman rengârenk Geçici oyuncak zaferler Küçüğüm daha çok küçüğüm Küçüğüm daha çok küçüğüm Bu yüzden bütün korkularım Gururum bu yüzden Bu yüzden çocuk gibi korunmasızlığım Küçüğüm daha çok küçüğüm Bu yüzden sonsuz endişem Savunmam bu yüzden Bu yüzden bir küçük iz bırakmak için didinmem 252 B- ÖSS İçin Püf Noktaları 1- Utkan ÖSS’ye hazırlanırken ne yaptı? Dershane ben ve öğretmenleri ona ne önerdik? İnanın, diğer öğrencilere olduğu gibi Utkan’a da sadece bir tek şey önerildi ve sadece deneme sınavı sonuçlarındaki gelişimini birlikte izledik. Biliyorsunuz, dershaneler okulların yapmadığı tek şeyi çok iyi yaparak, birçok öğrencisinin ÖSS’de başarılı olmasını sağlayabiliyor. Dershaneler de öğrencilerine ders konularını anlatıyor; fakat okullardan farklı bir şey daha yapıyorlar. Yaklaşık her hafta deneme sınavı yapıyorlar ve deneme sınav sonuçlarını; öğrencilerin doğru cevapladıkları, yanlış cevapladıkları ve hiç cevaplamadıkları soruların hangi derslere ve derslerin hangi konularına ait oldukları BİLGİsini (yani detaylı, doğru, gerçek bilgiyi) içerecek bir şekilde, her öğrenci için çıktı alarak kendilerine veya velilerine veriyorlar. Bu deneme sınavı sisteminin uygulanma amacı; aşağıda “Proje Yönetimi Sistemi”nde belirttiğim gibi sadece başarılı sonuca ulaşmaktır. Bu sistem öğrenciye, kendisinin eksik ve yanlış yaptığı soruların (bilmediği veya az bildiği, yanlış bildiği derslerin ve konuların) farkına varmasını sağlıyor. Daha sonra öğrencinin yapacağı işlem çok basit; deneme sınavı çıktısındaki sonuçları inceleyecek ve her deneme sınavından sonra, sadece eksik ve hatalı yaptığı soruları çözecek. Bunun için de eksik ve yanlış bilgi sahibi olduğu dersleri ve konuları tekrar çalışacak; yani ders kitaplarını, dershane internet sitelerini ve etütleri, dershane ve okul öğretmenlerini ziyaret edecek. 253 Deneme sınavları sonucunda, sürekli eksik ve hatalı olduğu soruları çözmeye odaklanan bir öğrenci neden başarısız olsun ki? Utkan bu sistemi son bir sene değil de son iki sene veya lise öncesinde kullanmaya başlasa idi, son bir yılda kat etmiş olduğu yoldan (Geçen yıl derslerinde sürekli gelişim sağladı.) daha fazla yol kat etmiş olacaktı. Onur dikkat! Yapman gereken çok basit; bu iki yıl boyunca gireceğin her deneme sınavı sonunda, sınav sonuç çıktısında, sana bir uyarı ve eleştiri yapılacak. Başarını sürekli arttırman için çözemediğin (boş bıraktığın veya yanlış yaptığın) soruları tekrar çözmen yeterlidir. Sınav notlarındaki yükselmeyi (yani gelişimi) sen ve annen devamlı izleyeceksiniz ve kendine öz güvenin daha artacak, bir sonraki sınava daha iyi hazırlanarak daha başarılı olacaksın. Lütfen, doğru yaptığın sorularla hiç uğraşma. (Eğer atarak doğru sonucu tesadüfen bulmamış isen…) Bu deneme sınavı sistemini sağlık, eğitim, iş, sosyal yaşamımıza da gayet rahat uygulayabiliriz; fakat önce değişime ve gelişime karşı olmayacağız, sonra aynı dershane öğrencisi gibi eksik ve hatalarımızı tespit edeceğiz. İşte bütün sorun bu aşamada başlıyor; bizim elimizde dershanelerin verdiği gibi detaylı, doğru, gerçek bilgiyi içeren öz eleştiri çıktısı yok. İnsan kendi hatalı ve eksik yanlarının farkında olamayabilir, doğru yaptığını zannedebilir veya gizlemek ihtiyacı duyabilir. Eksik ve hatalı yönlerimizi, en iyi bizle birlikte yaşayan yakınlarımız veya dost olduğumuz arkadaşlarımız fark edebilir. Eksik ve hatalı yönlerimizi gösterenlere teşekkür 254 etmek yerine neden tepki gösteriyoruz? Neden okuduğumuz kitapların ve yakınlarımızın, arkadaşlarımızın söylediklerini yapmıyoruz da kendi bildiğimizi (yanlış ve hatalı bildiklerimizi) yapmaya devam ediyoruz? Neden yanlış alışkanlıklarımızı doğruları ile değiştirmiyoruz? Neden bizden bilgili insanların, bizden önce fark ettiği ve bizim yararımıza sunduğu sistem, yöntem ve teknikleri kullanmıyoruz? 2- Bütün üniversitelerde olduğu gibi, ODTÜ’deki hocalarımız da bize bir meslek edinme yanında, her konuda araştırma, geliştirme yapmayı ve hiç bilmediğimiz herhangi bir konuyu kendi kendimize öğrenmenin yöntem ve yollarını öğretmiştir. 3- İş hayatım boyunca bana, iş arkadaşlarıma, elamanlarıma, çalıştığım iş yerine; mesleğimden çok üniversite hocalarımın öğrettiği diğer şeyler (araştırma, geliştirme, kendi kendine öğrenme) daha fazla yarar sağlamıştır. Şu anda eşime, çocuklarıma ve diğer yakınlarıma anlatmak istediğim ve onların uygulamalarını istediğim de sadece diğer şeylerdir. C- Proje Yönetimi Sistemi Bir projenin üretilmesi (düşünülmesi ve tasarlanması), proje planının hazırlanması, proje planın uygulanması, uygulamaların kontrol edilmesi ve izlenmesi, sonuçların değerlendirilmesi gibi projenin belirli aşamaları (proje süreçleri) vardır. Bu süreçlerin hepsine birden proje yönetimi deniliyor. Bir projenin başarılı ve olumlu sonuçlanması için bütün bu süreçlerin kontrolümüz (yönetimimiz) altında gerçekleşmesi (uygulanması) gerekiyor. Bunun için 255 ise proje süreçleri ile ilgili detayların önceden düşünülerek programlanmış olması gerekiyor. İş veya eğitim hayatımızda, rol (görev ve sorumluluk) aldığımız teknik veya teknik olmayan projelerde olduğu gibi kaliteli (sağlıklı, başarılı, mutlu) bir yaşam sürmek için ve çözmemiz gereken veya karar vermemiz gereken herhangi bir durum için de proje yönetimi sistemini kullanabiliriz. İçinde çeşitli yöntem, teknik, kural içeren bu tür sistemler süreçlerin, olayların bizim kontrolümüz altında gelişmesini sağlayarak; bizleri, kendi ve yakınlarımızın hayatı ile ilgili risk almaktan ve ileride olabilecek problemlerden, olumsuzluklardan korur (Tanrı’nın çalışkan, iyi insanları koruduğu gibi). Tanrı, hiçbir insanı iyi kötü, başarılı başarısız, zengin fakir, bilgili cahil, mutlu mutsuz olarak yaratmamıştır ve yarattığı insanların kaderini, bu sınıflardan birine zorunlu olarak girecek şekilde çizmemiştir. Tanrı, kendi yarattığı insanların bazılarının kötü, başarısız, fakir, cahil, mutsuz olmasını neden istesin ki? Neden kendi yarattığı insanların bazılarına ceza versin, diğerlerine yardımcı olsun ki? Neden onların kaderini önceden çizsin ki? Yaşamımızda karşımıza çıkan olumlu veya olumsuz durumların hepsi, kesin olarak önceden bizim ne yaptığımıza bağlıdır; yani sebep-sonuç ilişkisi vardır. Kötü ve yanlış şeyler düşünür, kötü ve yanlış şeyler (hatalı ve eksik işler) yaparsak; kötü ve yanlış (olumsuz, başarısız) sonuçlar elde ederiz (Büyüklerimizin deyimi ile Allah cezamızı verir). İyi ve doğru 256 şeyler düşünür, iyi ve doğru şeyler yaparsak; iyi ve doğru (olumlu, başarılı) sonuçlar elde ederiz (Allah bize yardım eder). Kendimiz dışında, yakınlarımız, ülkemiz ve bütün insanlık için iyi ve doğru şeyler yaptığımız zaman ise Allah bizi ödüllendirir; diğer insanlara sunmadığı fırsatları, kolaylıkları, başarı ve mutlulukları bize sunar. Sadece kendi çıkarımız için değil de diğer insanlar için çalıştıkça, insanlığa fayda sağladığımız için ve onlara daha fazla yarar sağlayabilmemiz için Allah bize yeni yollar gösterir; yani özgür beynimiz ile yeni bilgiler üretmemizi sağlar. Neyse, konuyu çok dağıttım galiba. Gelelim projelerin gerçekleştirilmesine; proje üretimi, düşünmekle başlıyor ve bu projenin uygulanabilirliğini araştırmak ve bilgi toplamak ile devam ediyor; yani konu ile ilgili ve bilgili kişilerin bu konudaki görüş ve önerilerini almamız gerekiyor. (Hiçbir konuda çok yönlü, gerçek, doğru bilgilerin sahibi olmadan doğru fikir yürütülemez ve doğru karar verilemez. Lütfen kulaktan dolma sözleri ve dedikoduları bilgi sanmayalım. Bu tür bilgiler ile karar vermek bir tarafa, bilgi sahibi olduğumuzu sanarak fikir yürütmemeliyiz ve çokbilmişlik yaparak başkalarına akıl vermemeliyiz.) Daha sonra proje planı hazırlanıyor. Proje planında projenin bütün süreçlerinde yapılacak çalışmalar, uygulamalar listeleniyor; bu çalışmaları kimlerin yapacağı (görev ve sorumluluklar), bu çalışmaların ne zaman başlayacağı ve ne zaman tamamlanacağı belirleniyor. Proje süreçlerindeki uygulamalar, proje yöneticisinin ve projede görev alan diğer kişilerin 257 kontrolü altında yapılıyor, izleniyor, sonuçları değerlendiriliyor. Olumlu, başarılı sonuca ulaşana kadar bu süreçlerdeki çalışmalara, uygulamalara devam ediliyor ve gerekiyorsa proje planı güncellenerek, projenin bazı süreçlerindeki çalışmalar tekrar yapılıyor. D- Yapacağımız İşlerin Öncelik Sırasını Belirleme Yöntemi 1- Acil, önemli, gerekli işler: Bunlar yaşamımız için gerçekten gerekli ve çok önemli olan, sağlığımız ile ilgili; eğitim, iş hayatımızda başarı olma ile ilgili ve hiçbir zaman taviz veremeyeceğimiz birinci öncelik sırasında yapmamız gereken işlerdir. Bu tür proje ve problemler için kendimiz, çocuklarımız, yakınlarımız olarak belirlediğimiz öncelik sıralamasını değiştirebiliriz (değiştirmeliyiz). Aşağıda (2) ve (3) maddesinde yazdığım işler ile uğraşırken, (1) maddesindeki işleri unutmak, çok kötü sonuçlar doğurabilir. Bu işleri ihmal edersek, kendimiz ve çocuklarımız bir ömür boyu birtakım sorunlar ile yaşamak zorunda kalabiliriz. Dikkat! Bu işler hiç ihmale gelmez; bu tür proje veya işler ile ilgili süreçler devamlı kontrolümüz (yönetimimiz) altında olmalıdır ve gelişmelidir. 2-Sağlığımızı, eğitimimizi, işimizi, yaşam kalitemizi geliştirecek ve eğitim, iş, sosyal yaşantımızda bize faydalar sağlayacak, kolaylıklar getirecek işler: Yapmamız gereken işler açısından ikinci sıraya koymamız gereken işler bunlardır. Bu tür proje ve problemler için kendimiz, çocuklarımız, yakınlarımız olarak belirlediğimiz öncelik sıralama258 sını değiştirmemeliyiz. Yakınlarımızın kendi görev ve sorumlulukları dışında olan, onların yapamayacağı işler için sıralamayı değiştirerek onlara yardımcı olmamız gerekebilir. Bu işlere, otomobil ve bilgisayar kullanmayı öğrenmek; en az bir yabancı dil öğrenmek; akıl, ruh, fiziksel sağlığımızın gerilememesi yönünde uygulanacak yöntem ve teknikleri öğrenmek; kişisel gelişim çalışmaları için düşünmek, plan yapmak, ev işleri (temizlik, yemek) gibi örnekler verilebilir. 3-Boş zamanlarımızı değerlendirmek için yapacağımız işler: Yapmamız gereken işler açısından en son sıraya alabileceğimiz işler bunlardır. Bu tür proje ve problemler için kendimiz, çocuklarımız, yakınlarımız olarak belirlediğimiz öncelik sıralamasını hiçbir zaman değiştirmemeliyiz. Sosyal faaliyetler; müzik, resim, spor yapmak, gezmek, eğlenmek, bir konu üzerinde tartışmak, bahçede çalışma gibi örnekler verilebilir. İlk olarak yapmamız gereken (1) maddesindeki acil işleri değil de ve ikinci olarak yaşamımızı geliştirecek ve bize kolaylıklar, faydalar sağlayacak (2) maddesindeki işleri değil de, yaşamımız boşa geçmesin diyerek sadece (3) maddesindeki işlere yoğunlaşırsak ve günümüzü gün ederek yaşarsak, kendimizi kandırmış oluruz ve şu anda olduğu gibi bütün yaşamımız boyunca hiçbir zaman mutlu olamayız; çünkü gerçek mutluluk ve haz alacağımız işler (1) ve (2) maddelerinde gizlidir; fakat bu işleri yapmak zordur ve bunları yapmamak için bahane üretmek çok kolaydır. Bu işleri başarmak için daha fazla vakit ayırmak, çok çalışmak gerekir ve can sıkıcı 259 güçlüklere karşı koymak gerekir. Hiç tatmayanlar için tekrar ediyorum; gerçek mutluluk ve haz (1) ve (2) maddesindeki işleri yaparken ve bu işlerin başarılı, olumlu sonuçlarını elde ederken (meyvelerini toplarken) yaşanıyor. E- Yakınlarımıza Yardım Konusunda, Öncelik Sırasını Belirleme Yöntemi Lütfen şimdi, kendinizi durgun bir göle atılan taş gibi düşünün; taşın oluşturduğu daire şeklindeki iç içe halkaların merkezindeki nokta sizsiniz. Noktaya en yakın halka eşiniz ve çocuklarınız, ondan sonraki halka anne, baba ve kardeşleriniz ve diğer halkalar akrabalık derecelerine göre dışarı doğru sıralanıyor. Bu halkaların herhangi birine çok iyi anlaştığınız arkadaş ve dostlarınızı da ilave edebilirsiniz; yani normal durumlar için öncelik verdiğimiz yakınlarımız, bu halkalardaki gibi akrabalık derecesine göre dışarı doğru sıralanmalı; çok önemli, gerekli, acil bir durum olmadıkça bu sırayı bozmamalıyız. Acil olmayan (normal) durumlarda, yakınlarımız ve arkadaşlarımız üzülmesin, kırılmasın, mutlu olsun diye fedakârlıklar yaparken kendimizi üzmek, mutsuz etmek ise çok yanlıştır. Gelelim taşın ağırlığına; göle atılan taş ne kadar ağır ise o kadar fazla halka oluşturur; yani bizim sağlığımız (beynimiz ve vücudumuz) taş gibi sağlam ise eğitim, bilgi, deneyim ve maddi gücümüz yeterli ise ilk halkadan başlamak üzere dışa doğru bütün halkalardaki yakınlarımıza her türlü destek ve yardımı sağlayabiliriz ama ilk önce bu taşın ağır 260 olması ve bu ağırlığını devamlı koruması gerekiyor. Daha net açıklarsak; 1-Akıl, ruh, fiziksel sağlığımızı ve moralimizi en üst seviyede ve en iyi durumda tutmalı ve geliştirmeliyiz. 2-Kendimizi gerekli ve önemli konularda eğitmeli, bilgi ve deneyim sahibi olmalıyız. 3-Belirli bir yaşam standardında yaşayabilmek için maddi imkânlarımızı, gelirimizi artırma yönünde devamlı gayret göstermeliyiz ve emekli olduğumuz zaman daha kaliteli yaşamak için genç iken daha çok çalışmalıyız. Hepinize sevgiler ve selamlar. EK-15 YANLIŞ VE ZAMANINDA VERİLMEYEN KARARLAR NK (26.09.2009, İzmir) İnsanlar, neden YANLIŞ KARAR verirler veya ZAMANINDA karar veremezler? İnsanlar, neden kendi hayatlarını zorlaştıracak HATALAR yaparlar? İnsanlar, neden üzerlerine düşen GÖREVleri yapmazlar ve SORUMLULUK almaktan kaçarlar? İnsanlar, neden kendi GÖREV ve SORUMLUKlarının farkında değildir? İnsanlar, neden kendileri ve çocukları için yapılması gereken çok ÖNEMLİ ve GEREKLİ işleri ACİL OLARAK yapmazlar? İnsanlar, neden kendilerinin ve çocuklarının geleceğini riske atacak kadar CESURdur? İnsanlar, neden kendi yaşamlarını güvence altına almak ve geliştirmek için kurulan düzeni bozarlar? Bu soruların en kısa cevabı; DÜŞÜNME EKSİK261 LİĞİ (sonuçlarını düşünmeden karar verme); EĞİTİM, BİLGİ, DENEYİM EKSİKLİĞİ; İLETİŞİM EKSİKLİĞİ ve daha da önemlisi KENDİNİ GELİŞTİRMEYE ÇALIŞMAMA; yani DEĞİŞİM ve GELİŞİME KARŞI olma eksikliğidir. ART NİYET veya İYİ NİYET ile alınan kararların sonucu kesin olarak OLUMSUZ ve BAŞARSIZ olmaktadır. ART NİYET: Bir insan SADECE KENDİ ÇIKARLARI doğrultusunda bir karar verdiği anda HATA yapmaya başlamıştır. Bu kararın sonucu kendisi için OLUMSUZ ve BAŞARSIZ olur. (Çekim yasası işler, kişi hatasının cezasını en kısa zamanda alır.) İYİ NİYET: Bir insan KENDİ ÇIKARINI HİÇ DÜŞÜNMEDEN karar verdiği zaman yine HATA yapmıştır. Bu kararın sonucu da kendisi için OLUMSUZ ve BAŞARSIZ olur. (Bu karardan kendisi zarar görür ve başkaları yarar sağlar.) Ayrıca herhangi bir konuda eğitim, bilgi, deneyime sahip olmadan ve düşünme, araştırma, planlama süreçlerini tamamlamadan karar verdiğimiz zaman, sadece kendimize, eşimize, çocuklarımıza değil; bütün yakınlarımıza ZARAR verebiliriz. Her problemin (veya sorunun) bir tek doğru çözümü (veya cevabı) vardır. Önemli olan DOĞRU cevabı en kısa yolu kullanarak, EN KISA ZAMANDA bulmaktır. Bir öğrencinin sınavdaki BAŞARISIZLIĞI, YANLIŞ yaptığı ve ZAMANI YETMEDİĞİ için EKSİK bıraktığı sorular ile doğru orantılıdır. Sınavlardaki sorular için sayısız YANLIŞ cevap (şık) üre262 tilebilir; fakat DOĞRU cevap (şık) sadece bir tanedir. Sınavlarda olduğu gibi hayatımızda da, YANLIŞ YAPMAK ÇOK KOLAYDIR ve hayatımızın SINIRLI SÜRESİ içinde DOĞRU YAPMAK ise ÇOK ZORDUR; çünkü belirli bir proje veya bir iş için ya da bir problemin çözümü için uygulayabileceğimiz yanlış yöntemler, yanlış kararlar, yanlış sonuçlar SINIRSIZ sayıdadır. Hâlbuki uygulayabileceğimiz doğru yöntemler, doğru kararlar, doğru sonuçlar SINIRLIdır. EK-16 EĞİTİM ŞART NK (06.08.2010, Davutlar) Geçtiğim günlerde tartıştığımız konularla ilgili olarak, “Et tırnaktan ayrılır mı?” atasözü, bazı şeyleri neden ısrarla hâlâ yazmakta ve yapmakta olduğumu tam olarak açıklayabilir. Ayrıca sorunları insanlar yaratmıyor ki. Yaşamakta olduğumuz sorunların nedenleri; bizlerin, çocuklarımızın, yakınlarımızın, arkadaşlarımızın kişilikleri ile ilgili değil ki. Bizim öğrenmiş olduğumuz ve/veya bize öğretilen yanlış ve/veya eksik olan bilgiler ile ilgilidir. Sorunların asıl nedenleri, bazı konularda eğitimsiz, bilgisiz, deneyimsiz olmamız ve farkında olmadan, düşünmeden, bilgi edinmeden karar vermemizde yatıyor. Herhangi bir sorunun çıkmasını önlemek ve/veya sorunu kalıcı olarak çözebilmek için o sorunun nedenlerini (sorunun kaynağını) ortadan kaldırmak gerekir. Bütün sorunların ana kaynağı eğitimsizlik olduğuna göre, Cem Yılmaz’ın TV reklam filminde söylediği gibi EĞİTİM ŞART; yakalanmadan hırsızlık ve dolandırıcılık yapabilmek için 263 bile eğitim şart! Bu nedenle bütün orta yaş gurubu yakınlarımı; kendinizin, çocuklarınızın, öğrencilerinizin, yakınlarınızın, arkadaşlarınızın, komşularınızın çeşitli sorunları hiç yaşamaması için bildiğiniz ve deneyimli olduğunuz her konuda eğitim vermeye davet ediyorum. Sevgili Gençler; bugün sizlere gerçek ve sanal (sahte) başarı, mutluluk, haz arasındaki farkı, ilginç bulabileceğiniz görüşler ve örnekler ile anlatmaya çalışacağım. Bir işin yapılması, projenin gerçekleştirilmesi veya problemin çözülmesi için bu konunun bizim için gerekliliği (sağlayacağı yararlar, kolaylıklar) ve önceliği (uygun zaman, yer, koşullar) olması gerekir. Bizim için gerekliliği ve önceliği olan bu tür konular (iş, proje, problem) ile başarılı ve olumlu bir sonuç elde etmek için uğraşılır; zaman geçirmek, vakit öldürmek için değil, proje sonuçlandığı zaman eleştiri (dedikodu, laf, söz) duymak için ise hiç değil. Sonuç başarısız ve olumsuz olduğu zaman, yakınlarınızın ve arkadaşlarınızın bu konuda bizi eleştireceğini (olumsuz sözler söyleyeceğini, dedikodu yapacağını) düşünerek yola çıktığınız zaman, gerekli olduğu hâlde kendiniz, çocuklarınız, yakınlarınız için önemli, öncelikli olan bu konuda fazla bir şey yapamayacağınızı baştan kabul etmiş olursunuz; yani kendiniz, çocuklarınız, yakınlarınız için gerekli ve öncelikli olan bir konuda, daha karar aşamasında yanlış yapmış olursunuz. Bu konularda kararsız kalmak veya laf, söz olur düşüncesi ile karar aşamalarında yakınlarına öneride bulunmamak ve/veya onları yönlendir264 memek, o konuda oluşabilecek başarısız/olumsuz sonucu bilerek/görerek hiçbir şey yapmamak; yani işi Allah’a havale etmek (kadere, tesadüflere bırakmak) anlamına gelir. Çünkü gerekliliği ve önceliği olan her konuda düşünmemiz, bilgi toplamamız, neler yapacağımıza karar vermemiz, plan yapmamız ve bu planı uygulamamız gerekir. Düşünülerek ve planlanarak yapılan bir işin sonucu, düşünülmeden yapılan işlerin sonucundan kötü (başarısız, olumsuz) olabilir mi? Hele hiçbir karar vermeyerek tamamıyla tesadüfe (kötü kadere) bırakılan bir işin sonucundan daha kötü olabilir mi? Daha sonra eleştiri, dedikodu, laf söz olmasın düşüncesi ile alınan her karar ve yapılan her iş baştan kötü sonuçlanmaya mahkûmdur. (“Okullar olmasa idi Milli Eğitim Bakanlığı’nı çok iyi yönetirdim, eleştiri almazdım.”, diyen bakanın başarısızlığında olduğu gibi.); çünkü bu düşünceye sahip proje taraflarının (projede rol alacak kişilerin), hiçbir konuda gerekli açıklığı, kararlığı gösterebilmeleri ve düşüncelerini, bilgi ve deneyimlerini birbirleri ile paylaşabilmeleri söz konusu olmadığı için doğru kararları vermeleri imkânsızdır. Bir konunun gerekliliği ve önceliği yanında bu konuda elde edilecek sonuç çok önemlidir. Elde edilen sonuca bakarak, diğer insanların yaptığı eleştiriler ve dedikodular hiç önemli değildir; bu sonuçtan alınacak dersler ve edinilecek deneyimler çok daha önemlidir. 265 Ben, konuları bütün ayrıntıları ile yazarak ilgili bütün yakınlarıma neden gönderiyorum dersiniz? Sonucunda aldığım haksız ve yersiz eleştirilere rağmen, neden ısrarla yakınlarımın işlerine burnumu hâlâ sokuyorum dersiniz? Beş-on tane neden sıralayabilirim size: Sizce en önemli neden nedir? Size göre, gerekli ve öncelikli bir konuda alacağınız kararlar, yapacağınız şeyler ve elde edeceğiniz sonuçlar mı önemlidir; yoksa gizlendiği yerde avını bekleyen vahşi bir hayvan gibi çıkabilecek olumsuz sonuçları, eleştiri ve dedikodu yapma fırsatı olarak bekleyen kişilerin düşünceleri mi önemlidir? İkinci şık sizin için önemli ise siz hayatta hiçbir zaman başarılı ve mutlu olamazsınız. Siz kendiniz, çocuklarınız, yakınlarınız için bir şeyler yapmaktan devamlı korkarsınız; çünkü başarılı ve mutlu olmak için çalışmak yerine, mutluluğu ve hazzı Nasrettin Hoca’nın kaybettiği yüzüğünü, karanlık olduğu için kaybettiği yerde değil de aydınlık olan bir başka yerde araması gibi, yanlış bir yerde arıyorsunuz; yani zor işlerden devamlı (kolaya) kaçıyorsunuz. Mutluluğu ve hazzı, kendinizi ve çocuklarınızı devamlı karşılaştırdığınız başka kişilerin, başarısız ve mutsuz olmasında arıyorsunuz (Bu durum sadece tuttuğu futbol takımının başarılarından mutluluk duyması gerekirken, diğer rakip takımlarının başarısız olmasında mutluluk arayan fanatik taraftarların düşüncesine benzer.). Gerçek mutluluk ve hazzı hiç yaşamadığınız için farkında değilsiniz: Gerçek başarı, mutluluk ve haz; gerekli, önemli, öncelikli konularda kendimizin, çocuklarımızın, yakınlarımızın 266 birlikte gerçekleştirebileceği projelerin; kapasitemiz, olanaklarımız, bilgi ve deneyimlerimiz ölçüsünde mümkün olduğu kadar iyi bir sonuç ile tamamlanmasıdır. Unutmayalım, mükemmel bir sonuç elde edilememesi başarısızlık değildir ve yukarıda anlattığım konuların farkında olmayan kişiler tarafından, elde edilen sonucun devamlı eleştiriliyor olması hiç mi hiç önemli değildir; çünkü hiçbir konuda hiçbir şey yapamayan kişiler (icraat yapamayan kişiler), sadece eleştiri yapabilirler (sadece eleştirmen olabilirler). Hepinize sevgi ve selamlar. 267 EK-17 ÖZ GEÇMİŞ VE EĞİTİMLER A-Kısa Öz Geçmiş Necdet KAYNAK Kırşehir, 01.05.1957 Çetin Emeç Mah. Ata Cad. No: 187 D: 18 Balçova, İZMİR Tel: 0232 278 97 11 Cep: 0553 225 33 65 E-mail: sunelk@ttmail.com Deneyimler 1998–2006: SUN Elektronik ve Bilgisayar, Manisa -İşyeri Sahibi (Satın Alma ve Satış Yönetimi, Finans ve Muhasebe Yönetimi, Teknik Servis Yönetimi) (Bütün işlerimizde E-Business sistemi kullanıyoruz.) (Çocuklarımızın eğitimi için İzmir’e yerleşmemiz ve sağlık sorunlarım nedeniyle, Manisa’daki iş yerimizi bir yakınıma devrederek emekli oldum. ) 1997-1998: İnci Akü A.Ş., Manisa -Eğitim Uzmanı 1995-1997: Profilo Telra Elektronik A.Ş., Çerkezköy -AR-GE Proje Müdürü, -AR-GE Proje Uygulama ve Üretim Destek Müdürü, -Mapics (Malzeme, Üretim Planlama ve Stok Kontrol Sistemi) Koordinatörü 1987-1995: Vestel Elektronik A.Ş., Manisa -Elektronik Tasarım Mühendisi -AR-GE Ürün ve Test Sistemleri Proje Şefi -Üretim Mühendisliği Bölüm Müdürü 1985-1987: Oyak Renault Otomobil A.Ş., Bursa -Elektronik Laboratuar ve Bakım Şefi 1983-1985: TEK Soma B Termik Santralı, Soma -Ölçü, Kontrol ve Test Sistemleri Şefi 1981-1983: KKK Muhabere ve Elektronik Dairesi, Ankara -Askerlik Hizmeti; Muhabere (İletişim ve Bilgisayar) Asteğmen Eğitim, 1975-1981: Orta Doğu Teknik Üniversitesi, Ankara -Lisans Eğitimi; Elektrik, Elektronik, Haberleşme Mühendisliği -Mesleki, Yönetim, Kalite Konulu yurt içi ve yurt dışında çok sayıda eğitim ve seminer/kurs Seminer / Kurs İlgi Alanları ve Hobiler 268 Araştırma, yazma, yürüme, yüzme, bisiklet ve bahçe işleri B- İş Hayatında Katılmış Olduğum Mesleki, Yöneticilik, Kalite Konulu Eğitim ve Seminerler - Measurement & Process Control Systems: 2.5 Ay/ Valmet Oy, Finland, - Mikrobilgisayarlar ve Uygulamaları: 1 Hafta/ Boğaziçi Üniversitesi, İstanbul - Mikrobilgisayarlarla Otomatik Kontrol: 1 Hafta/ Boğaziçi Üniversitesi, İstanbul. - Güç Elektroniği: 1 Hafta/ Orta Doğu Teknik Üniversitesi, Ankara - Fransızca Kursu: 1 Yıl/ Oyak Renault, Bursa - Professional TV Test & Measurament Devices: 1 Hafta/ Philips, Denmark - TV Testing And Evaluation: 2 Hafta/ Philips, Netherlands - EMC Standarts And Test Setups & Procedures: 2 Hafta/ PKM, Germany - Şefler İçin Temel Yönetim: 2 Hafta/ Yönetim Geliştirme Merkezi, Manisa - Durumsal Liderlik ve Astlarla İlişkiler: 1 Hafta/ Yönetim Geliştirme Merkezi, Manisa - ISO 9000 Kalite Güvence Sistemi: 1 Hafta/ Vestel-Kalder, İzmir - Kalite Sistem Auditor Eğitimi: 1 Hafta/ Kalder, İzmir - Kalite Maliyetleri: 1 Hafta/ Kalder, Manisa 269 - Proje Yönetimi: 1 Gün/ İstanbul Teknik Üniversitesi, İstanbul - MRP II ve ERP: 1 Gün/ Baan-Koç Unisis, İstanbul - MRP II ve MAPICS/ DB: 1 Hafta/ IBM, İstanbul - FMEA ( Hata Modu Etkileri Analizi ): 1 Gün/ Makina Mühendisleri Odası, İzmir - Eğitim Yönetimi Semineri: 2 Gün/ MESS Eğitim Vakfı, İstanbul - Bakım Yönetimi Sistemi: 1 Gün/ Tofaş, Bursa - Rapor Hazırlama Teknikleri: 1 Gün/ Makina Mühendisleri Odası, İzmir - Kalite ve Verimin Arttırılması: 2 Gün/ Muz-Ok, İzmir - CPM ( Kritik Yol Methodu ): 1 Gün/ İnci Akü, Manisa - Toplam Kalite Yönetimi: 1 Hafta/ Vestel, Manisa - Bilgisayar Kursları: DOS ve Windows İşletim Sistemleri, PW, Lotus, Fortran, Basic, Assembler, PC Tools, Excel, Word, Power Point gibi. 270