Yayın No: 4053 • Yerel Süreli Yayın • Türkçe Yayınlanır

Transkript

Yayın No: 4053 • Yerel Süreli Yayın • Türkçe Yayınlanır
Yayın No: 4053 • Yerel Süreli Yayın • Türkçe Yayınlanır • Sayı: 22 • Ekim 2011
Yayın No: 4053 • Yerel Süreli Yayın • Türkçe Yayınlanır • Sayı: 22 • Ekim 2011
Yayın Sahibi
OSİAD
Ostim Sanayici ve İşadamları
Derneği Adına
Adnan KESKİN
Sorumlu Yazı İşleri Müdürü
Şadan AYCAN
Yayın Kurulu
Ahmet KURT
Ahmet ERBASAN
Ayhan CAFEROĞLU
Ayhan DÖNMEZ
Bülent VURAL
Gülşen İNAL
Güven BOZSU
Serhad ŞAHİN
Taner Ahmet SARAÇ
Grafik Tasarım
İsmail Şadi AYCAN
0532 598 05 62
info@aycans.com
OSİAD Üyeleri İçin Reklam Fiyat Tarifesi
Reklam Yeri
Ebadı
Tek Yayın
6 Yayın (1 Yıl)
Arka Kapak
Tam Sayfa
1.000 TL.+KDV
850 TL.+KDV
Ön Kapak İçi
Tam Sayfa
500 TL.+KDV
400 TL.+KDV
Arka Kapak İçi
Tam Sayfa
500 TL.+KDV
400 TL.+KDV
İç Sayfalar
Tam Sayfa
400 TL.+KDV
300 TL.+KDV
İç Sayfalar
1/2 Sayfa
200 TL.+KDV
150 TL.+KDV
OSİAD Üyesi Olmayanlar İçin Reklam Fiyat Tarifesi
Reklam Yeri
Ebadı
Tek Yayın
6 Yayın (1 Yıl)
Arka Kapak
Tam Sayfa
1.250 TL.+KDV
1.100 TL.+KDV
Ön Kapak İçi
Tam Sayfa
750 TL.+KDV
650 TL.+KDV
Arka Kapak İçi
Tam Sayfa
750 TL.+KDV
650 TL.+KDV
İç Sayfalar
Tam Sayfa
500 TL.+KDV
400 TL.+KDV
İç Sayfalar
1/2 Sayfa
250 TL.+KDV
200 TL.+KDV
Yayın Yönetim
Uzayçağı Cad. No:12 Ostim-ANKARA
Tel: 0312 354 47 47 (pbx)
Faks: 0312 354 47 52
e-mail: osiad@osiad.org.tr
www.osiad.org.tr
Baskı
DuMat Ofset Matbacılık
Bahçekapı Mah. 2477. Sk. No: 6
Şaşmaz - ANKARA
Tel: 0312 278 82 00
www.dumat.com.tr
Basım Tarihi: 04.11.2011
Perçin Dergisi’ne Reklam vermek için;
Uzayçağı Caddesi No:18 Ostim - ANKARA,
Tel: 0312 354 47 47 • Faks: 0312 354 47 52,
e-mail: osiad@osiad.org.tr,
www.osiad.org.tr
bilgilerinin her hangi birinden iletişim kurulabilir.
Dergideki yazılardan yazarları sorumludur.
Dergimizden izinsiz görüntü ya da her hangi bir
alıntı yapılamaz.
3
İÇİNDEKİLER
Erdoğan’dan yerli ürün
kullanın çağrısı
6
Zamanın haklı çıkardığı bir
kampanya
9
10
İthalat, miktar artışında
ihracata fark attı
14
Cari açık ürkütüyor
16
Keskin: Lokmalar boğazımızdan
geçmiyor
17
Sanayiciler iftar yemeğinde
buluştu
18
KOBİ’lere gümrük kolaylığı
20
Somali’de yaşanan kıtlık ve
sebepleri
22
GSM şirketlerinin büyük ayıbı
İhalelere en düşük fiyatı teklif
eden şirketler yanacak
Yerli üründe sorun
genelge değil imaj
Bedelsiz arsaya 10 bin
başvuru
31
Ekonomide sonbahar
uyarısı
32
Yastık altında 300
milyar dolarlık altın var
33
Kişisel hesap
oluşturulacak
35
Anadolu OSB’de
sanayiciler parsellerine
kavuştu
38
OSTİM’li KOBİ’lere
tasarım merkezi
42
OSTİM Proje Ofisi ve
ATAUM kol kola
44
İşçi sağlığı ve iş
güvenliği için
46
Ostimli firma
Mekatron’un
büyük başarısı
48
27
İş güvencesi ya
da işe iade davaları
50
29
Gıda güvenliği mi gıda
egemenliği mi?
52
4
Yerli malı yurdun malı…
H
atırlar mısınız?
Her yıl aralık ayında “Yerli
Malı, yurdun malı. Herkes onu
kullanmalı” kampanyası yapılırdı.
Çocuklarda yerli malı kullanımına
ilişkin bilincin yerleştirilmesi
amacıyla düzenlenen bu
kampanyada herkes yerli
ürünleri okullara getirir,
öğretmenlerimiz de neden yerli
malı kullanmamız gerektiğini
anlatırdı.
Aradan çok uzun yıllar geçti,
1980 sonrasında Türkiye
dışa açıldı, serbest piyasa
ekonomisinin gereklerini
yerine getirmeye başladı ve o
kampanya bir nostaljiye dönüştü.
Aynı duyarlılığı sürdürenler
yok değildi. Ama sesleri pek
duyulmuyordu ve zaten onlara
da “çağdışı” deniliyordu. 1991
yılında kurulan, yerli malı
kullanılması için yıllardır bir
duyarlılık yaratmaya çalışan,
kampanyalar düzenleyen,
konuya her platformda dikkat
çeken OSİAD, işte o sesi
duyulmayanlar arasındaydı.
Zaman geldi, Türkiye’nin
ithalat bağımlılığı arttı, cari
açık kontrol edilebilir düzeyin
çok çok üzerine çıktı. Türkiye
ekonomisi ciddi riske girmişti.
Sonunda alarm verildi. Bakanımız
Sayın Zafer Çağlayan, ithalatı
düşürecek, yerli üretimi
artıracak yeni düzenlemeler
gerçekleştireceklerini
açıkladı; hatta yeni teşvik
paketi hazırlanırken temel
bakış açısının ithalatı kısmak
olacağını söyledi. Ardından
Başbakan Tayyip Erdoğan, bir
genelge yayınladı ve yerli ürün
kullanılması konusunda duyarlı
davranılmasını istedi.
Çünkü cari açık ve işsizliğin
reçetesinin yerli üretimden
geçtiği anlaşıldı.
Anlaşılan bir başka gerçek de
OSİAD’ın yıllardır yürüttüğü
“Yerli malı kullanalım”
kampanyasının ne kadar isabetli
olduğudur. KOBİ’lerin cesur ve
gür sesi olarak derneğimizin
sürdürdüğü bu mücadelenin
zaman içinde haklılığının ortaya
çıkması bizleri gururlandırmıştır.
Şimdi başta hükümet olmak
üzere iş dünyasının da yerli
ürün konusuna daha fazla vurgu
yapması Türkiye adına bir kazanç
olduğu için sevindiricidir.
“Ah keşke” demeden
edemiyoruz.
Keşke, Türkiye, ekonomik açıdan
bu olumsuz noktaya gelmeden
önce bu duyarlılığı artırarak
gerekli mekanizmaları kursaydı
da bu cari açık belasıyla karşı
karşıya gelmeseydik.
…
Dergimizin baskıya verilmek
üzere olduğu günlerde bizi
derin acılara sevk eden iki
üzüntü veren olay yaşadık.
Birincisi, Hakkari Çukurca’da 24
askerimizin şehit edilmesiydi.
Şehit askerlerimize Tanrı’dan
rahmet, yakınlarına ve
tüm ulusumuza da sabırlar
diliyoruz. Bu acıyı içtenlikle
paylaşıyoruz. 7 iklimin
5
yaşandığı bu cennet ülkede her
zamankinden daha fazla barış
ve kardeşliğe ihtiyacımız olduğu
unutulmamalı… Türkler ve
Kürtler, bugüne kadar olduğu gibi
bundan sonra da yine kardeşliğini
sürdürecek ve kardeşi kardeşe
kırdırmak isteyenlerin oyununa
gelmeyecektir.
…..
Bir deprem ülkesi olan Türkiye,
bir kez daha depremle sarsıldı.
Van’da meydana gelen depremde
yüzlerce vatandaşımız hayatını
kaybetti, yüzlercesi sakat kaldı.
Okullar, daha yeni yapılmış evler
yıkıldı. Her zaman olduğu gibi
Van depreminde de yardımlar
organize edilemedi, binlerce
insan, kış ortasında soğukta
kaldı ve binaların yapımında göz
yumduğumuz ihmaller gündeme
geldi. Yani deprem, bizlere bir
deprem ülkesinde yaşadığımızı
bir kez daha hatırlattı.
Daha önceki depremlerde
başaramadık ama umuyor ve
diliyoruz ki, bu depremden
gerekli dersleri çıkarır ve önlem
alırız.
Adnan KESKİN
Ostim Sanayici ve İşadamları
Derneği Yönetim Kurulu
Başkanı
Erdoğan’dan yerli ürün kullanın çağrısı
Ostim Sanayici ve İşadamları Derneği’nin
yıllardır gündemden düşürmediği “yerli ürün
kullanalım” yönündeki çağrı ve kampanyaları artık
önemini kabul ettirdi. Yıllar önce kampanyalar
başlatıldığında “küresel çağa uymayan” refleksler
olarak değerlendirilen yerli ürün kampanyaları,
bir kez daha genelgeye dönüştü. Başbakan Recep
Tayyip Erdoğan, kamu kurum ve kuruluşlarınca
gerçekleştirilecek mal alımlarına ilişkin
uygulamalarda öncelikli olarak Türkiye’de üretilen
ürünlerin tercih edilmesi gerektiğini vurgularken,
yöneticilerden bu konuda gereken duyarlılığı
göstermelerini istedi.
Başbakan Recep Tayyip
Erdoğan, kamu kurum ve
kuruluşlarınca gerçekleştirilecek
mal alımlarına ilişkin
uygulamalarda öncelikli olarak
Türkiye’de üretilen ürünlerin
tercih edilmesi gerektiğini
vurgularken, yöneticilerden
bu konuda gereken duyarlılığı
göstermelerini istedi.
Yerli ürün kullanılmasına ilişkin
Başbakanlık genelgesi, Resmi
Gazete’de yayımlandı.
Başbakan Recep Tayyip Erdoğan
imzalı genelgede, tasarruf ve
rekabet ilkelerine uygun hareket
edilmesi kaydıyla, Türkiye
ihtiyaçlarının yerli ürünlerden
karşılanmasının ekonomi
açısından büyük önem taşıdığı
ifade edildi. Genelgede, şunlar
kaydedildi:
“Bu çerçevede, mevzuatımızda
yerli ürün kullanımına
yönelik mevcut hükümlerin
uygulanmasına özen
gösterilmesine ilave olarak,
kamu kurum ve kuruluşlarınca
gerçekleştirilecek mal alımlarına
ilişkin uygulamalarda;
-Teknik şartnamelerde
Türkiye’de üretilen ürünlerin
teklif edilmesini engelleyen
düzenlemelerin yapılmaması,
-Kamu ihale mevzuatına aykırı
olarak, isteklilerin ithal ürün ya
da belirli bir ülkenin malını teklif
etmesine yönelik düzenlemelerin
yapılmaması,
-Ürünlere ilişkin olarak yabancı
belgelendirme kuruluşları
tarafından düzenlenen ve
zorunlu olmayan belgelerin ihale
dokümanlarında aranmaması,
-İthal ürün teklif eden isteklilerin
yurt dışında mal teslim
edebilmelerine imkan tanınması
durumunda, teslim yeri, navlun,
gümrük ve vergi giderleri
gibi unsurların tekliflerin
değerlendirilmesinde nasıl
dikkate alınacağına dair ihale
6
dokümanlarında düzenlemelerin
yapılması,
-İthal ürün teklif eden isteklilere
mal tesliminden önce akreditif
açılarak ön ödeme yapılmasına
imkan tanınması durumunda,
Türkiye’de üretilen ürünleri
teklif eden isteklilere de avans
ödemesi yapılmasına yönelik
ihale dokümanlarında düzenleme
yapılması, hususlarının dikkate
alınarak, 4734 sayılı Kamu
İhale Kanunu kapsamındaki
alımlar ile Devlet Malzeme
Ofisinden gerçekleştirilecek
alımlarda öncelikli olarak
Türkiye’de üretilen ürünlerin
tercih edilmesini ve kamu kurum
ve kuruluşları yöneticilerinin
bu konuda gereken duyarlılığı
göstermelerini önemle rica
ederim.”
2023 ihracat hedefleri Resmi
Gazete’de
İhracata Dönük Üretim Stratejisi
Değerlendirme Kuruluna ilişkin
Başbakanlık Genelgesi de
Resmi Gazete’de yayınlanarak
yürürlüğe girdi.
Genelgede, Türkiye’nin,
Cumhuriyet’in yüzüncü yılı
olan 2023’e yönelik stratejik
dış ticaret hedefinin, dünya
mal ticaretinden aldığı payın
artırılarak ihracatının 500
milyar dolara çıkarılması
olarak belirlendiği belirtildi.
Bu hedefe ulaşılabilmesi için,
öncelikle Türkiye’nin imalat
sanayi ile hizmet üretim
potansiyelinin ihracat odaklı
olarak değerlendirilmesi ve
yönlendirilmesi gerektiği
vurgulanan genelgede, tüm
sektörlerde ihracat hedeflerine
uygun, ortak politikalar
geliştirilerek sürdürülebilir
ihracat artışının sağlanması,
ihracatta pazar ve ürün
çeşitlendirmesi, ihracata
dönük üretim teknolojilerinin
geliştirilerek yurt içinde üretilen
katma değerin artırılmasının
yakın gelecekte ulaşılması
öngörülen hedefler arasında yer
aldığı ifade edildi.
Bu çerçevede, konuyla ilgili
kurum ve kuruluşların bir plan
dahilinde aktif olarak çalışmalara
katıldığı, kurumlar arası işbirliği
ve koordinasyonun sağlandığı,
üretimle ihracatın birlikte
ele alındığı “İhracata Dönük
Üretim Stratejisi” geliştirmek
amacıyla, 12 Mayıs 2010
tarihli ve 27579 sayılı Resmi
Gazetede yayımlanan 2010/12
sayılı Başbakanlık Genelgesi ile
“İhracata Dönük Üretim Stratejisi
Değerlendirme Kurulu” nun
kurulduğu hatırlatılan genelgede
61’inci Hükümetin kurulmasıyla
birlikte bakanlıklarda meydana
gelen isim ve görev değişiklikleri
nedeniyle söz konusu Kurulun
yeniden düzenlenmesi gerekli
görüldüğü bildirildi.
Buna göre, İhracata Dönük
Üretim Stratejisi Değerlendirme
Kurulu, Ekonomi Bakanı’nın
başkanlığında; Bilim, Sanayi ve
Teknoloji Bakanlığı, Çalışma
ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı,
Çevre ve Şehircilik Bakanlığı,
Ekonomi Bakanlığı, Enerji ve
Tabii Kaynaklar Bakanlığı, Gıda,
Tarım ve Hayvancılık Bakanlığı,
Gümrük ve Ticaret Bakanlığı,
Kalkınma Bakanlığı, Maliye
Bakanlığı, Ulaştırma Bakanlığı ile
Hazine Müsteşarlığının müsteşar
düzeyinde; Türkiye Cumhuriyet
Merkez Bankası, Türkiye Yatırım
Destek ve Tanıtım Ajansı,
Türkiye Odalar ve Borsalar Birliği
(TOBB) ve Türkiye İhracatçılar
Meclisinin (TİM) başkan
düzeyinde; Türkiye İhracat Kredi
Bankasının (Türk Eximbank)
ise Genel Müdür düzeyinde
katılımıyla çalışmalarına devam
edecek. Ayrıca, ihtiyaç duyulması
halinde ilgili diğer bakanlıklar,
kamu kurum ve kuruluşları
ile sivil toplum ve meslek
kuruluşlarının temsilcilerinin
de Kurul çalışmalarına katılımı,
Kurul Başkanı tarafından
değerlendirilecek.
Genelgeyle, 2010/12 sayılı
Başbakanlık Genelgesi de
yürürlükten kalktı.
Yerli malı genelgesi sevindirdi
Kamu kurumlarının yerli
ürünü tercih etmesine yönelik
genelge iş dünyasında destek
topladı. İşdünyası, “Başbakan’ın
talimatı yerine getirilmeli”
diyor. Genelgenin yerli sanayiye
desteğin yanı sıra yabancı
yatırımı da artırıcı etkisi olacağı
belirtiliyor.
Yerli ürün kullanılmasına
ilişkin Başbakanlık Genelgesi’ni
memnuniyetle karşılayan iş
dünyasından kamuya ‘genelgeye
hassasiyet gösterin’ çağrısı
geldi. Tasarruf ve rekabet
ilkelerine uygun hareket edilmesi
kaydıyla, Türkiye ihtiyaçlarının
yerli ürünlerle karşılanmasının
ekonomi açısından büyük önem
taşıdığı ifade edilen genelgeyi,
yerli üretimin önünü açacağını
7
belirten iş dünyası temsilcileri,
genelgeyle yerli üretimi teşvik
edici çok büyük adımlardan
birinin atıldığı görüşünde.
Sivil toplum kuruluşlarının
başkanları, şimdi kamu kurum
ve kuruluşlarının, uygulamada
hassasiyet göstermelerini
bekliyor. İşadamları, uygulama
ile ekonomide gözle görülür
bir canlanma sağlanacağı, dış
ticaret açığı ve buna bağlı cari
açıkla savaşta da önemli bir
mesafe kaydedileceği görüşünde
birleşiyor. Türk sanayisinin
önemli dernek ve federasyon
temsilcilerinin konuya ilişkin
görüşleri şöyle oluştu:
TİM Başkanı Mehmet
Büyükekşi: Özellikle 5’inci
madde yerli için çok önemli
Biz bunu kaç yıldır gündeme
getiriyorduk. Çok doğru bir
genelge. Özellikle bazı kamu
kuruluşları, şartnameyi yazarken,
ürün özelliklerini belirtmeden,
‘ithal ürün’ diye yazıyorlardı
ve son derece yanlıştı. Artık
bu genelgeyle, Türkiye’deki
üretime, sanayiye zarar veren
yaklaşımların da önüne geçilmiş
olacak. İkinci önemli bir husus
da, genelgenin 5’inci maddesinde
bahsedilen ‘ön ödeme’ ile
ithalata karşı haksız rekabetin
önüne geçilecek. Özellikle
sermaye birikimi olmayan
işletmelerin şartları, ithalle
aynı olacak. Genelge ayrıca,
Türkiye’de üretilmeyen malların
üretilmesinde de teşvik edici
olacaktır.
SEDEFED Başkanı Timur Erk:
Savunma ve kimyaya etkisi
büyük olacak
Cari açık ve buna bağlı dış ticaret
açığı nedeniyle, yeniden “ithal
ikame” konuşmaya başladık ki
bu doğrudur. Eskiden üretilen
ürünlerin tekrar ülkemizde
üretilmesi ve bunları üretirken,
sektörlerin yatırım teşviklerinden
faydalandırılması elzemdir.
Dolayısıyla 1950-60’ların sloganı
olan “Yerli Malı, Yurdun Malı,
Her Türk Onu Kullanmalı”
sloganı yeniden hayata geçmeye
başlamıştır. Gerçi liberal
ekonomide bu sloganın her
yerde uygulanması mümkün
olmasa bile bazı yerlerde elzem
hale geldi. Kamu alımlarında
yerlinin tercih edilmesi, özellikle
savunma sanayi için rol model
olarak hazırlanıyor ve kimya
sektörüne de oldukça belirgin bir
etki yapacak, diğer sektörlere de
örnek olacak.
Özet olarak ithal ikamesi mutlaka
yapılmalı, bu yapılırken de,
sektörler Ar-Ge ve inovasyon
teşvikleriyle artık katma değeri
yüksek ürünlere yönelmeli.
bunu talimat olarak kamuya
gönderdi. Resmi Gazete’de
yayımlanan bu talimatın, yerli
üreticiye de teşvik niteliğinde
olacağına inanıyorum; ancak
alımlarda fiyatların mutlaka
yerli mallarla mukayese edilerek
yapılması gerekir ve arada
çok büyük fark yoksa yerlinin
tercih edilmesi makul olur. Aksi
halde, aradaki fiyat farkı, yine
vatandaşın cebinden çıkacaktır.
MÜSİAD Başkanı Ömer Cihad
Vardan:
Kamuda artık farkındalık
oluşacak
Kamunun yerli malı kullanması
önemli ve yerinde bir genelge.
Bu aslında yeni değil. Yönetmelik
çok daha önceden çıkmıştı.
Başbakan bu genelgeyle, dış
ticaret dengesi sorunu nedeniyle
devlet dairelerinin dikkatini
çekmeye çalışıyor. Geçmişte
kamu kuruluşları, Türkiye’de
benzerleri olduğu halde, yabancı
ürünleri tercih ediyorlardı.
Bunların başında da ithal
otomobil kullanımı geliyordu.
Şimdi bu genelgeyle, en azından
kamu kuruluşları yerli malına
öncelik sağlayıp, farkındalık
oluşturacak.
TÜGİK Başkanı Erkan Güral:
Ekonominin canlanması ve yeni
pazar için önemli
Öncelikle Sayın Başbakanımıza,
yerli üretimin kullanılması
yönündeki çağrısından dolayı
teşekkür ediyorum. Bu
çağrı, ülkemiz ekonomisinin
daha da hareketlenmesi ve
ihtiyaçlarımızda öncelikle yerli
üretim mallarımızı kullanmak
yeni pazarlar yaratmak açısından
son derece önemlidir. Sayın
Başbakanımızın göstermiş
olduğu bu duyarlılığa, başta tüm
kamu kurum ve kuruluşlarının
yetkilileri ile özel sektör
temsilcileri basta olmak üzere
Türk halkının sahip çıkacağına
yürekten inanıyorum.
TGSD Başkanı Cem Negrin:
Fiyat farkına mutlaka dikkat
edilmesi gerekir
Zamanında bunu Atatürk’de
söylemişti. Bana bunu ilkokulda
bunu öğretmişlerdi. Aradan kaç
sene geçti şimdi de Başbakan
ASKON Başkanı Mustafa Koca:
Yan sanayi ve ara malı üretene
destek olur
Özellikle Kamu ihalelerinde
konulan kotanın yüzde 15’den
25’e yükseltilmesini ASKON
olarak biz 3 yıl önce teklif etmiş
ve bunun takipçisi olmuştuk.
8
Bu nedenle, Sayın Başbakan’ın
önceki gün yayımlanan bu
genelgesi, bizim açımızdan
ayrıca sevindirici oldu. Bu talimat
yerine geldiğinde, özellikle
yan sanayi ve ara mal yapan
sanayicimizi de reel anlamda
desteklemiş, ithalat girdimiz de
azalmış olur. Dolayısıyla son
derece olumlu bu genelgeyi, tüm
kurumların hassasiyetle takip
etmesi, gerek sanayiimiz gerekse
ülkemiz ekonomisi için son
derece yararlı olur.
TÜRKONFED Başkanı Erdem
Çenesiz:
Yerliye destek, yabancıyı
çekmek için de olumlu
Türkiye’nin en temel
sorunlarından biri olan
cari açığın giderilmesi için
atılacak en önemli adımlardan
biri üretim yapısının
değiştirilmesidir. Üretim
yapısının değiştirilebilmesi için
çeşitli mekanizmaların birbirini
destekleyecek şekilde devreye
sokulması gerekmektedir. Bu
çerçevede Türkiye’de üretilmiş
malların tercih edilmesi bu
mekanizmalardan biri olarak
görülebilir. Türkiye’de üretilen
malların kullanımını desteklemek,
gerek yerli yatırımcıya destek,
gerekse yabancı sermayeyi
Türkiye’ye çekmek için olumlu
bir yaklaşımdır. Bu doğrultuda
yayınlanan Başbakanlık
genelgesini olumlu buluyoruz.
Kaynak: Dünya gazetesi
Yerli üründe sorun genelge
değil imaj
OSİAD Başkanı Adnan Keskin, Başbakan Erdoğan’ın
yerli ürün kullanılmasına yönelik çağrısını olumlu
bulurken “Genelge yayınlamak kolay, zihniyetleri
değiştirmek zor. Daha önce de benzer genelgeler
yayınlanmıştı ama uygulamada ithal ürün sevdası
devam etmişti. Kamu kurumlarının kafasında ne
yazık ki, yerli ürünlerin kalitesiz olduğuna dair
yanlış bir imaj var. Önce bu imajı yıkmamız lazım”
dedi.
Ostim Sanayici ve İşadamları
Derneği Başkanı Adnan Keskin,
Başbakan Recep Tayyip
Erdoğan’ın yerli ürünlerin
ihalelerde tercih edilmesini
isteyen genelgesini olumlu buldu
ancak kamu kurumlarında yerli
ürünlerin kalitesiz olduğuna
dair kökleşmiş bir kanaatin,
genelgelerin uygulanmasını
zorlaştırdığını söyledi. Keskin,
“Yerli ürünlerin tercih edilmesine
ilişkin genelge daha önce de
yayınlanmıştı ancak ithal mal
düşkünlüğü devam etmişti.
Sorun genelge eksikliği değil
zihniyet” dedi.
Başbakan’ın genelgesinin
uygulanması halinde yerli
sanayiye çok büyük destek
verileceğini, cari açık ve dış
ticaret açığının düşürülmesinde
önemli bir işlevi yerine
getirebileceğini belirten OSİAD
Başkanı Adnan Keskin, kamu
kurumlarındaki satın almacıların
teknik şartnamelerde ürün
özelliklerini belirtmeden
ithal ürün diye yazdıklarını,
bunun da baştan yerli üretici
açısından caydırıcı olduğuna
dikkat çekti. Bu yaklaşımın çok
uzun yıllardır yerli sanayiye
zarar verdiğini, OSİAD olarak
yıllardır “Yerli ürün kullanalım”
kampanyaları düzenlediklerini
ve kamu kurumlarındaki satın
almacıları Ostim’e getirerek
bölgenin potansiyeli konusunda
bürokratları bilgilendirdiklerini
ifade eden Keskin, “Ancak,
gördük ki, yerli ürünlerle ilgili
yerleşmiş köklü olumsuz yargılar
var. İthal malın daha iyi olduğuna
yaygın kanaat, bürokratları satın
almacıları ithal ürün almaya
yöneltirken, bu konuda iyi niyetle
atılmış adımları boşa çıkarıyor ve
yayımlanmış genelgelerin kağıt
üstünde kalmasına neden oluyor.
Kuşkusuz olumsuz örnekler
olabilir ancak olumsuz örnekler
tüm sanayiciye teşmil edilemez
ve Türkiye sanayisi mahkum
edilemez. Ayrıca Türkiye’de
çok güçlü bir ithalat lobisinin
bulunduğunu da gözden ırak
tutmamak lazım” diye konuştu.
Her ülkenin öncelikle kendi iç
9
9
pazarını korumak durumunda
olduğunu, Türkiye’nin hem
zihniyet dünyasında hem de
rekabet ve imaj bakımından
kendi ürünlerini güçlendirmesi
gerektiğini ifade eden Keskin,
Başbakan Recep Tayyip
Erdoğan’a yerli ürünlerin
kullanılması yönündeki
çağrısından dolayı teşekkür
etti. Bu genelgenin savunma
sanayinin yerlileştirilmesi, yerli
otomobil çabalarıyla uyumlu
olduğunu belirten Keskin, çok
üst düzeydeki duyarlılığın
bürokratlar, belediyeler ve
satın almacılar tarafından da
paylaşılmasını temenni etti.
Zamanın haklı
Yerli ürünlerin kamu ihalelerinde
tercih edilmesi, ithalat
sevdasından vazgeçilmesi için
OSİAD, Türkiye’de örneği az
rastlanır bir mücadele yürüttü.
Cesur ve gür sesiyle “İlle de yerli
ürün ve üretim” dedi. İşte o gurur
veren mücadeleden bazı örnekler…
Yerli ürünlerin kamu ihalelerinde
tercih edilmesi, ithalat
sevdasından vazgeçilmesi için
OSİAD, Türkiye’de örneği az
rastlanır bir mücadele yürüttü.
Cesur ve gür sesiyle “İlle de yerli
ürün ve üretim” dedi.
Katalog Fuarı
OSİAD, yıllar öncesinden Yerli
malı kullanalım kampanyası
başlatmıştı. İthalattaki
bağımlılığın, ekonomideki
yabancılaşmanın bir ülkenin
siyasi ve ekonomik istikrarı
üzerinde yaratacağı olumsuz
etkiler o günlerde kimsenin
aklına gelmiyordu. Belki
gerçekler biliniyordu ama kimse
söylemeye cesaret edemiyordu.
OSİAD, şimdi herkesin paylaştığı
ve dile getirdiği gerçekleri
yıllar önce söylüyordu oysa.
Bir ülkenin kurtuluşunun ancak
kalite, marka, standart esasına
dayalı üretimden gectığini,
para politikalarıyla sağlanacak
hormonlu büyümenin uzun
dönemde fayda getirmeyeceğini
OSİAD hep savundu, üretimden
yana tavır koydu. O yüzden “hep
üretim” dedi.
öneminin kavranması için
yurtiçinde ve yurtdışında
fuar organizasyonları yapan
OSİAD, işletmelerin Pazar
imkanlarını genişletmek için
geziler, toplantılar, söyleşiler,
kampanyalar, basın açıklamaları
yaptı. KOMATEK İş ve İnşaat
Makineleri İhtisas Fuarı,
Çevre Teknolojileri, Yerel
Yönetimler, Tarım, Irak ve
Suriye Fuar organizasyonları
bunların belli başlı örnekleri
olarak hatırlanabilir. “Yerli
malı kullanalım” sloganlı
kampanya ise 2003’den itibaren
hızlandırıldı. Bunun için Ostim’de
üretilen ürünlerin tanıtımının
yapıldığı sergiler açıldı. Yine yerli
firmaların gücünü ve ürünlerini
göstermeye yönelik katalog
fuarı düzenlendi. OSİAD’ın
fuayesinde açılan bu fuar, aylar
boyunca açık kaldı. Dış Ticaret
Müsteşarlığı’nın bürokratları için
OSTİM’de firma gezileri
düzenlenirken, birkaç defa da
belediye başkanları Ostim’de
ağırlandı. Belediye başkanlarına
Ostim’in ürünleri tanıtıldı. TCDD
ile birlikte açılan ortak serginin
amacı ise demiryollarının ihtiyacı
olup da OSTİM’de üretilebilecek
ürünleri sergilemekti.
Yıllarca Ostim’in ve KOBİ’lerin
Kamuoyu oluşturma çalışmaları
10
çıkardığı bir kampanya
Osiad’ın organizasyonu ile Ostim’de ağırlanan belediye başkanları
OSİAD, öncelikle iç pazarın
korunması, kamu ihalelerinde
yerli ürünlere önyargıyla
bakılmaması gerektiğine dair
bilincin gelişmesi amacıyla
konuyu kamuoyunun
gündeminde sıcak tutmaya
çalıştı. Basın açıklamaları ve
çeşitli etkinliklerde yapılan
konuşmalarda yerli ürün vurgusu
yapıldı. İşte onlardan birkaç
örnek:
7 Mart 2003 tarihli basın toplantısı
“Türk sanayisini
küçümsemeyiniz”
Mehmet Akyürek (OSİAD
Önceki Dönem Yönetim Kurulu
Başkanı)
Türkiye’yi yönetenlere
sesleniyoruz. Türk sanayicisini,
işadamını küçümsemeyiniz.
Bizleri dikkate alınız. Türk
KOBİ’lerini ve OSTİM’i
küçümsemeyiniz. Burada
binlerce çeşit ürün
üretilmektedir ve firmalarımızın
birçoğu uluslar arası düzeyde
başarılar elde etmiştir ve de yeni
yeni yatırımlar yapmaktadır.
OSTİM’deki üreticinin korunmaya
himaye edilmeye ihtiyacı yoktur.
Biz sadece devletin terazisinin
doğru tartmasını istiyoruz. Gelin
OSTİM’i görün, doğru tartmayan
terazinizi düzeltin.
7 Mart 2003 tarihli basın
toplantısı
Kampanyamız nostaljik
bulundu
Nihat Güçlü (OSİAD Önceki
Dönem Yönetim Kurulu
Başkanı)
11
“Bizler, yine ısrarla yerli malının
kullanılmasının önemine işaret
ettik. İthalattaki bağımlılığın,
ekonomideki yabancılaşmanın
bir ülkenin siyasi ve ekonomik
istikrarı üzerinde yaratacağı
olumsuz etkilere dikkat çektik.
Yıllar önce Yerli malı kullanalım
kampanyası başlattığımızda
belki birileri, bizleri nostaljik
buldu, belki güldü. Ama
bugün içinde bulunduğumuz
duruma baktığımızda keşke
de yabancılaşıyor. Üretmeyen
köleleşir. Artık yabancı
hayranlığından vazgeçmek
gerekiyor” dedi.
OSİAD’ın 17. kuruluş yıldönümü
gecesinde yapılan konuşma
Ey gençlik! Birinci vazifen
ithalatı önlemektir
Adnan Keskin (OSİAD Başkanı)
haklı çıkmasaydık diyorum.
Çünkü, Türkiye ithalat cenneti
oldu, KOBİ’ler çırpınıyor.
Krizlere rağmen ayakta duran
şirketlerimiz teker teker
yabancıların eline geçiyor.
Artık gazetelerde hergün,
bir başka şirketin satıldığını,
el değiştirdiğini üzülerek
görüyoruz. Gidişat gösteriyor
ki, artık kendi ülkemizde bizler
yabancı olacağız. Üretimin,
ihracatın, istihdamın zorluklarını
yaşayan siz sanayici ve
işadamlarımıza sesleniyorum
şimdi… Ülkemizin, avuçlarımızın
içinden kayıp gitmesine seyirci
mi kalacağız? Elbette ki hayır.
Silkelenip, kendimize geleceğiz
ve bu gidişe dur diyeceğiz.
Nice krizlerden sağ salim
çıkmış bu ülkenin sanayicileri
ve işadamları, yeni bir ruhla,
Türkiye ve dünyanın gerçeklerini
kavramış bir zihniyetle ülkemizin
tek bir çakıl taşına bile sahip
çıkacaktır. Çünkü, biz bu ülkeyi
kolay kazanmadık.”
OSİAD’ın 17. kuruluş yıldönümü
gecesinde yapılan konuşma
İthalat cenneti olduk
Hüseyin Kutsi Tuncay
(Anadolu OSB Yönetim Kurulu
Başkanı)
Anadolu OSB Başkanı Hüseyin
Kutsi Tuncay, OSB’lerin üretim
ve istihdamı artırdığına dikkat
çekti. Türkiye’nin iç ve dış
borçlarının arttığını, ülkenin
ithalat cennetine dönüştüğünü
vurgulayan Tuncay, ekonominin
yabancılaşmasına dikkat
çekti. Yabancıların Türkiye’de
kurulu tesisleri satın aldığını,
istihdamı, üretimi artırıcı
yatırımlarda bulunmadığını ifade
eden Tuncay, “Şirketlerimiz
yabancılaştıkca siyasetimiz
12
“Sevgili gençler, sizler için en
büyük tehlike ithalattır. Çünkü
kendi malımızı kullanmıyoruz.
Tarım yokoldu. Küçük atölyeler
birer birer kapanıyor. Döviz
baskısı ithalatı kamçılıyor ve
ithalat lobisi ne yazık ki çok
güçlü. Böyle giderse çalışacak
işyeri bulamayacaksınız. TÜİK’in
son açıkladığı rakamlara göre,
bu yılın şubat ayında ihracatımız,
bir önceki yılın aynı ayına göre
yüzde 22 arttı ama ithalatımız
yüzde 48.7 arttı. Hammadde
ithalatımız ise yüzde 51.8 arttı.
Bu rakamlar, alarm rakamlarıdır.
Bizim artık en öncelikli işimiz
ithalatı önlemektir”
17 Nisan 2011 tarihli
gazetelerde yeralan basın
açıklaması
Keskin: Yerli üretici hapı yuttu
OSİAD Başkanı Adnan Keskin,
Dış Ticaretten Sorumlu Devlet
Bakanı Zafer Çağlayan’ın
ithalatla ilgili çektiği fotoğrafın
yerli üreticinin hapı yuttuğunu
gösterdiğini söyledi. Keskin,
“Dış ticaret yapan iki firmadan
birinin ithalatçı olması, Türkiye
açısından vahim bir noktadır.
Uçurumun kenarındayız; ya
kurtulacağız ya tepetaklak
gideceğiz” dedi.
Keskin, Bakan Çağlayan’ın
‘’Girişimci Özelliklerine Göre
Dış Ticaret İstatistikleri’’ adlı
çalışmasıyla ithalata dikkatleri
çektiğini, ithalatı frenleyecek
önlemleri de gündeme getirdiğini
belirterek “Basın toplantısıyla
“Türkiye, 2001 yılından beri
uyguladığı düşük kur politikasıyla
kendi üreticisini, ithalatçıya
boğduruyor. Artık simidin
susamının bile Çin’den getirildiği
ve ucuz susamdan dolayı 3
simidin 1 liraya satıldığı Türkiye,
ekonomik açıdan uçurumun
kenarındadır. Türkiye, ya ithalatı
azdıran politikalara dur diyerek,
bizi uçuruma yuvarlanmaktan
kurtaracak ya da düşük
kur politikasıyla tepetaklak
gideceğiz” dedi.
ekonomistlerin son dönemde
en önemli tehlike olarak
niteledikleri, cari açık ve dış
ticaret açığına karşı savaş
açtıklarını söylemesi çok olumlu
bir gelişmedir. Çünkü, yıllardır
ihracatçı, 51 bin 627’sin de
ithalatçı firma olduğunu,
ihracatın yüzde 60’ını 250’den
az çalışanı olan KOBİ’lerin
yaptığını, ithalatın yüzde 60’ının
ise 250’den fazla çalışanı
ithalatın ekonomiyi çökerttiğini
söylemiştik. Adeta dilimizde tüy
bitmişti. Türkiye’de ilk defa dış
ihracat rakamları açıklanırken
madalyonun öbür yüzü de
gösteriliyor. Sayın Çağlayan’ın
bu çalışmasını takdirle
karşılıyorum. Çağlayan’ın
sunduğu veriler, Türkiye’de
herkes için alarm olarak
değerlendirilmeli ve durumdan
vazife çıkarılmalıdır” dedi.
Verilere göre, dış ticaret yapan
firmalardan 47 bin 352’sinin
olan şirketler tarafından
gerçekleştirdiğini anımsattı.
İki firmadan birisinin ithalatçı
olmasını “vehamet” olarak
değerlendiren Keskin, düşük
kur politikasının ihracattaki
olumsuz etkisine yıllardır dikkat
çektiklerini ancak uyarılarının
çok da dikkate alınmadığını
söyledi. Devlet Bakanı Zafer
Çağlayan’ın da bu konuyu
defalarca gündeme getirdiğini
ancak hatalı kur politikasında
ısrar edildiğini ifade eden Keskin,
13
Türkiye’nin genç bir nüfus
yapısına sahip olduğunu,
işsizlik ve istihdamın artık
kronikleştiğini ifade eden Keskin,
Türkiye’nin ithalat cenneti
olmasıyla ekonomik ve sosyal
hayatın denge unsuru KOBİ’lerin
ithalata yenildiklerini anımsattı.
İhracatın yüzde 60’ını 250’den
az çalışanı olan KOBİ’lerin
yaptığını, ithalatın yüzde 60’ının
ise 250’den fazla çalışanı
olan işletmeler tarafından
yapılmasının KOBİ’lerin önemini
ortaya koyduğunu dile getiren
Keskin, “KOBİ’ler, sıkışık
durumlarıyla, binbir güçlükle,
kârdan fedakarlık yaparak
ihracatın yüzde 60’ını sırtlıyor.
En rahat gelir kaynaklarını elde
eden gruplar ise, ithalata sırtını
dayayarak, düşük kur avantajını
da kullanarak yüksek kârlılıklarını
devam ettiriyorlar. Bu,
sürdürülebilir bir tablo değildir;
er ya da geç duvara toslar” diye
konuştu.
Keskin, ithalatı frenlemek
amacıyla gündeme getirilen
“ortak satın almalar” “ithalatçı
firmalara yatırım teşvikinin
verilmesi” gibi önlemlerin
olumlu etkilerinin olabileceğini
de belirterek Çağlayan’a destek
verdi.
23 Ocak 2011 tarihli basın
açıklaması
İthalat, miktar artışında
ihracata fark attı
Alaattin AKTAŞ
Ocak-temmuz döneminde, aylık
miktar ve fiyat endekslerinin
aritmetik ortalaması üzerinden
yapılan hesaplama, ihracatta
fiyatların yüzde 14.4 gibi hiç
de küçümsenmeyecek ölçüde
arttığını gösteriyor. Ancak,
ihracatta miktar artışının
fiyattaki bu gelişmeye ayak
uyduramadığı dikkat çekiyor.
İthalat miktarındaki artışın oranı
yalnızca yüzde 5.4 düzeyinde
bulunuyor.
İthalatta ise ihracattakinin
tersi bir tablo var. Yedi ayın
ortalamasında ithalat fiyatları
geçen yılın yüzde 17.1 üstüne
çıkarken, ithalat miktarındaki
artışın oranı yüzde 20.4’e
ulaşmış durumda.
Bir başka ifadeyle ihracat ve
ithalatta fiyat artışı sırasıyla
yüzde 14.4 ve yüzde 17.1 olmak
üzere birbirine yakın. Ancak,
miktar artışında ithalat ihracata
fark atıyor. İhracatın miktarı
yalnızca yüzde 5.4 artarken,
ithalat miktarındaki artışın yüzde
20’yi geride bıraktığı dikkat
çekiyor.
Belirleyici imalat sanayi
İhracat ve ithalatta en büyük
ağırlığa sahip olan imalat sanayi,
doğal olarak miktar ve fiyat
endekslerinde de belirleyici
durumda.
İthalat miktarını yedi ayda
yüzde 20.4 artıran, imalat
sanayiindeki ithalat. Bu dönemde
imalat sanayi ithalatı miktar
olarak yüzde 21.9’luk bir artış
kaydetti. Tarım ve madencilik
sektörleri ise genel artışı aşağı
çeken bir etki yaptı. Yedi ayın
ortalamasında tarım sektörü
ithalatı miktar olarak yüzde
8.9, madencilik sektörü ithalatı
ise yüzde 15.4 oranında artış
gösterdi.
İhracatta da en yüksek oranlı
miktar artışı yüzde 6.3 ile
imalat sanayiinde gerçekleşti.
Balıkçılıkta da yüzde 0.3 gibi çok
küçük bir artış oldu. Yedi ayın
ortalamasında tarım sektörü
ihracatı yüzde 3, madencilik
sektörü ihracatı ise yüzde 9.1
oranlarında geriledi ve bunun
sonucunda ihracattaki ortalama
miktar artışı yüzde 5.4’te kaldı.
Fiyat endeksinde durum
İlk yedi ayın ortalamasında
ithalat fiyat endeksi yüzde 17.1
artarken, tarımdaki artışın oranı
yüzde 40.5’i buldu. Madencilik
fiyatları yüzde 28.8, imalat
sanayi fiyatları ise yüzde 13.6
arttı.
İhracatta en yüksek fiyat artışı
yüzde 25.3 ile balıkçılıkta
görüldü. İkinci sırayı yüzde 14.6
ile imalat, üçüncü sırayı yüzde
13.6 ile madencilik, dördüncü
sırayı ise yüzde 7 ile tarım aldı.
İhracat fiyatlarındaki yüzde
14.4’lük genel artışı belirleyen
de imalattaki yüzde 14.6’lık artış
oldu.
Dış ticaret haddi
İhracat fiyat endeksinin, ithalat
fiyat endeksine oranını gösteren
dış ticaret haddi, haziran ve
temmuz aylarında 92.7 ile sabit
kaldı. Ocak ayında 94.2 olan
ticaret haddi, daha sonraki
14
aylarda düzenli olarak gerilemiş
ve mayısta 91.8’e kadar inmişti.
İlk yedi ayın ortalamasında ise
geçen yıl 95 olan dış ticaret
haddi bu yıl 92.8’e geriledi.
Dış ticaret haddi, geçen yılın
temmuz ayında da 95.8 ile
bu yılki düzeyin üstünde
bulunuyordu.
Dış ticaret haddi, ihracat
fiyat endeksinin ithalat fiyat
endeksine oranlanması yoluyla
bulunduğu için, 100’ün üstündeki
değerler, dış ticarete konu
malları baz yılına (2003) göre
pahalı satıp ucuza aldığımızı, yani
ülke lehine bir durumun varlığını
gösteriyor. Haddin 100’ün altında
oluşması ise aleyhte bir duruma
işaret ediyor.
Türkiye dış ticaretini miktar
yönünden kontrol etme şansına
bir ölçüde de olsa sahip
kuşkusuz. Elbette bu kontrol, bir
takım kotalar uygulanması gibi
anlamlara gelmiyor. Ekonomik
büyümede yaşanacak yavaşlama,
ki 2012’de bu yönde bir beklenti
var, ithalatı da miktar olarak
aşağı çekecek. Ancak ithalat
fiyatlarını kontrol edebilme
şansımız hiç yok. Özellikle enerji
fiyatlarında ortaya çıkabilecek
artışlar karşısında elimiz kolumuz
bağlı. Dolayısıyla 2012’de
ithalatın yapısının değişmesi, bu
kez fiyat artışının miktar artışının
üstüne çıkması beklenmeli.
Kaynak: Dünya gazetesi
15
Cari açık ürkütüyor
Merkez Bankası, bu yılın ilk yedi aylık döneminde
cari işlemler hesabının bir önceki yılın aynı
dönemine göre, 26 milyar 871 milyon dolar artarak,
50 milyar 662 milyon dolar açık verdiğini bildirdi.
Merkez Bankası, bu yılın ilk yedi
aylık döneminde cari işlemler
hesabının bir önceki yılın aynı
dönemine göre, 26 milyar 871
milyon dolar artarak, 50 milyar
662 milyon dolar açık verdiğini
bildirdi.
Merkez Bankası tarafından
açıklanan 2011 Temmuz ayına
ilişkin ödemeler dengesi
verilerine göre, cari işlemler
hesabı, yılın ilk 7 aylık döneminde
bir önceki yılın aynı dönemine
göre 26 milyar 871 milyon dolar
artarak 50 milyar 662 milyon
dolar açık kaydetti.
Geçen yılın ilk 7 ayında, cari
açık 23 milyar 791 milyon dolar
düzeyindeydi. Bu gelişmede dış
ticaret açığının 28 milyar 119
milyon dolar tutarında artarak
54 milyar 460 milyon dolara
ulaşması etkili oldu. Geçen yıl
temmuzda 3 milyar 565 milyon
dolar açık veren cari işlemler
hesabında, bu yılın aynı ayında
5 milyar 319 milyon dolar açık
meydana geldi.
Hizmetler dengesi kalemi
altındaki turizm gelirleri, bir
önceki yılın aynı dönemine göre
yüzde 20,9 oranında artarak
11 milyar 744 milyon dolara
ulaşırken, turizm giderleri yüzde
8,9 oranında artışla 2 milyar 936
milyon dolara yükseldi.
Bu dönemde yatırım geliri
dengesinin altında yer alan
doğrudan yatırımlar, portföy
yatırımları ve faizlerden oluşan
diğer yatırımlarda gerçekleşen
toplam net çıkış, 892 milyon
dolar tutarında artarak bu yılın
ilk yedi ayında 4 milyar 974
milyon dolar olarak gerçekleşti.
Sermaye ve finans hesapları
Sermaye ve finans hesapları
kapsamında, yurt dışında yerleşik
kişilerin yurt içinde yaptıkları net
yatırımlar, ilk 7 aylık dönemde
bir önceki yılın aynı dönemine
göre 4 milyar 638 milyon dolar
artarak, 9 milyar 133 milyon
dolara yükseldi.
Temmuz ayında gerçekleşen
2 milyar 756 milyon dolar
tutarındaki net sermaye
girişinin önemli bir kısmı enerji
sektöründen kaynaklandı.
Yurtiçinde yerleşik kişilerin
yurt dışında yaptıkları net
yatırımlar da ilk 7 aylık dönemde
net 1 milyar 449 milyon
dolar tutarında gerçekleşti.
Yurtdışında yerleşik kişiler hisse
senedi piyasasında Temmuz
ayında 114 milyon dolar tutarında
alıma rağmen ilk yedi ayda 672
milyon doları tutarında net
satım yaptı. Yurtdışı yerleşikler,
Temmuz ayında 1 milyar 716
milyon dolar tutarında devlet
iç borçlanma senetleri (DİBS)
alımıyla, ilk yedi aylık dönemde
toplam 13 milyar 296 milyon
dolar tutarında DİBS alımı yaptı.
16
Bankaların yabancı para ve
Türk Lirası cinsinden efektif ve
mevduat varlıkları, bu yılın ilk
yedi aylık döneminde 790 milyon
dolar tutarında artış gösterdi. Bu
artışta yabancı paradaki 1 milyar
42 milyon dolar azalışa rağmen
Türk Lirasındaki 1 milyar 832
milyon dolarlık artış etkili oldu.
Öte yandan, diğer sektörlerin
yurt dışındaki mevduat varlıkları
hesaplanırken, Nisan-Temmuz
2011 dönemi için bankaların
yurt dışı şubelerinin mizan
verilerindeki ilgili hesaplar
gösterge niteliğinde kullanıldı.
Buna göre, söz konusu veri
Temmuz ayında 169 milyon dolar
artmakla birlikte, yılın ilk yedi
aylık döneminde 10 milyar 970
milyon dolar tutarında azalma
gösterdi.
Genel hükümet, yurtdışı
piyasalar ve diğer uluslararası
kuruluşlardan sağlanan uzun
vadeli kredilerle ilgili olarak,
Temmuz ayında gerçekleşen
186 milyon doları net kullanımın
katkısıyla ilk yedi aylık dönemde
toplam 1 milyar 450 milyon dolar
net kullanım yaptı.
Bankacılık sektörünün net
kredi kullanımında artış
Bankacılık sektörünün net
kredi kullanımı, bir önceki
yılın aynı döneminde 2 milyar
670 milyon dolar iken, bu yılın
aynı döneminde 8 milyar 927
milyon dolara yükseldi. Diğer
sektörler ise, bir önceki yılın
aynı döneminde 4 milyar 711
milyon dolar net kredi ödeyicisi
konumundayken, bu yılın aynı
döneminde 5 milyar 81 milyon
dolar tutarında net kredi
kullanıcısı oldu.
Yurt dışı bankaların yurt içi
bankalar nezdinde tuttukları
yabancı para mevduatları söz
konusu dönemde 2 milyar 338
milyon dolar artarken, Türk
lirası mevduatları ise 6 milyar
93 milyon dolar düşüş kaydetti.
Finans hesaplarının son kalemi
olan rezerv varlıkların içinde
bulunan resmi rezervler,
Temmuz ayında 665 milyon
dolar azalmasına rağmen, ilk 7
aylık dönemde 9 milyar 91 milyon
dolar artış gösterdi.
Keskin: Lokmalar
boğazımızdan
geçmiyor
OSİAD heyeti TBMM Başkanı Cemil Çiçek’i ziyaret
etti. Çiçek, ziyarette hükümetin Ankara’ya iki
önemli kıyağının olduğunu söyledi.
7 ayda kaynağı belirsiz para
10,6 milyar dolar
Ödemeler dengesi bilançosunda
kaynağı belirsiz giriş-çıkışı
gösteren net hata ve noksan
kalemi temmuz ayında, 1
milyar 442 milyon dolar olarak
gerçekleşti. Ocak-Temmuz
döneminde bu kalemdeki tutar
da 10 milyar 603 milyon dolar
oldu.
Geçen yılın 7 ayında söz konusu
rakam ise 228 milyon dolar idi.
Net hata ve noksan, tanım gereği
ölçüm hataları ve tablodaki
eksik ve fazla derlemesinden
kaynaklanıyor.
Uygulamada, cari işlemler hesabı
ile rezerv varlıklar dahil sermaye
ve finans hesapları toplamı çeşitli
hata ve noksanlıklardan ötürü
sıfırdan farklı sonuç verdiğinde,
söz konusu toplam, ters işaret
ile net hata ve noksan kalemine
kaydedilerek ödemeler dengesi
eşitliği sağlanıyor.
Ostim Sanayici ve İşadamları
Derneği Başkanı Adnan Keskin,
Başkan Yardımcıları Ahmet
Kurt ve Emrelluh Balıkçıoğlu,
Yönetim Kurulu Üyesi Ömer
Ildıroyuk, Denetim Kurulu üyesi
İsmet Beyazkılıç ve OSİAD Genel
Sekreteri Gülay Özdemir’den
oluşan heyet TBMM Başkanı
Cemil Çiçek’i ziyaret etti.
OSİAD Başkanı Adnan Keskin,
kabulde Çukurca’da 11 asker ve
bir korucunun şehit edilmesiyle
sonuçlanan saldırıdan duyduğu
üzüntüyü dile getirdi ve “Böyle
acı olaylar olduğunda lokmalar
boğazımızdan geçmiyor” dedi.
Ticari işlerinde şimdilik bir sıkıntı
olmadığını ancak ABD’deki
krizden dolayı bir tedirginlik
yaşandığını belirten Keskin,
“Olabildiği kadar dikkatliyiz”
dedi. Fransa’nın 100 yıldır metro
kullandığını anımsatan Keskin,
Ankara’daki metro ağının ise
yetersizliğine dikkat çekti.
TBMM Başkanı Cemil Çiçek ise
Türkiye’nin daha önceleri kendi
iç dinamiklerinden kaynaklanan
krizleri yaşadığını, son krizlerin
17
ise dış kaynaklı olduğunu ifade
etti. ABD ve AB’deki krizin
Türkiye’yi sıkıntıya soktuğunu
dile getiren Çiçek, “Çünkü,
ihracatımız yarısını Avrupa
ülkelerine yapıyoruz. Oradaki bir
kriz haliyle bizi de etkiliyor” dedi.
AK Parti hükümetinin Ankara’ya
önemli iki destekte bulunduğunu
anlatan Çiçek, bunlardan birinin
metro inşaatlarını Ulaştırma
Bakanlığı’nın üstlenmesi,
diğerinin de Gerede suyunu
Çamlıdere barajına akıtacak
olan proje olduğunu söyledi.
Türkiye’nin 2023 hedefinde
hızlı tren ağını artırmanın
bulunduğunu vurgulayan Çiçek,
Çayyolu metrosunun yüzde 92,
Keçiören metrosunun yüzde
40- 45, Batıkent metrosunun
yüzde 70 seviyesine getirildiğini
belirtti. Çiçek, Ankara’daki metro
inşaatları açısından artık kaynak
sıkıntısı çekilmediğini belirtirken
Ankara- Konya hızlı treninin
çok yakın bir zamanda hizmete
gireceğini, Sivas- İstanbul hızlı
tren hattının ise 2013 yılında
sefere başlayacağını söyledi.
Hakkari Çukurca’da
düzenlenen saldırıda 24
askerimiz şehit oldu.
Acımız büyüktür.
Başımız sağolsun....
Van’da meydana gelen depremde
kaybettiğimiz vatandaşlarımıza
Tanrı’dan rahmet, yakınlarına
sabır, tedavisi sürenlere acil şifa
diliyoruz.
İhalelere en düşük fiyatı
teklif eden şirketler yanacak
Kamu ihalelerinde en çok
tartışılan konu olan düşük
tekliflere yeni önlem kapıda.
Kamu İhale Yasası’nda
yapılacak değişiklikle belli bir
değerin altında teklifi olan artık
otomatikman ihaleden elenecek.
Konuyla ilgili değişiklik çalışması
Ulaştırma Bakanlığı’nın talebi
üzerine başlatıldı. Hazırlanacak
ihale yasası paketinde, kamu
ihalelerini hızlandıracak başka
düzenlemeler de yer alacak.
Yürürlüğe girdiği 2002 yılından
bu yana 20’den fazla değişikliğe
uğrayan yasa için bir kez daha
çalışma başlatıldı. Bu kez ise
temel amaç, ihalelerde çok
tartışmalı bir alan olan “düşük
fiyatları” düzenlemek. Şu anki
uygulanan sistemde, ihaleye
çıkılırken, idare kendi piyasa
araştırmasını gerçekleştiriyor
ve ihalenin “yaklaşık maliyetini”
belirliyor. İhaleye gelen teklifler
arasında bu yaklaşık maliyetin
çok altında değerler varsa,
bu değerlere ilişkin açıklama
Kamu ihalelerinde tartışma yaratan düşük teklife
değişiklik geliyor. Düzenlemeyle en düşük teklifi
veren elenecek.
isteniyor. Firma veya isteklinin
yaptığı açıklama yeterli kabul
edilirse, ihale bu düşük değerli
teklifle sonlandırılabiliyor. İhaleyi
gerçekleştiren idare, isteklinin
açıklamasını yeterli bulmazsa
da, aşırı düşük teklifi ihaleden
eleyebiliyor. Ancak aşırı düşük
tekliflerin, rekabeti olumsuz
etkilediği ve bu rakamlar
üzerinden alınan ihalelerin
sağlıklı sonuçlandırılmadığı; bu
nedenle de aşırı düşük tekliflere
ihalelerin verilmesiyle kamu
kaynaklarının israf edildiği
tartışması uzun süredir devam
ediyor.
Paket hazırlığı başlatıldı
Ulaştırma Bakanlığı’nın da
bu tartışmalardan rahatsız
olması üzerine, Kamu İhale
Yasası’nda bu konuda değişiklik
yapılması için çalışma başlatıldı.
Buna göre, belli bir değerin
altında bulunan tekliflerin
19
ihale sürecinde otomatikman
elenmesi ve bu firmalardan “aşırı
düşük teklif” değerlendirmesi
de alınmaması planlanıyor.
Hazırlanacak yasa paketinde,
Kamu İhale Kurumu’nun işleyişini
hızlandıracak maddeler de
yer alacak. Şu anda Kamu
İhale Kurumu’nun kararları
mahkemeye 60 gün içinde
götürülebiliyor. Yapılacak
değişiklikle ise, kurul kararlarının
mahkeme yerine direkt
Danıştay’a götürülmesi ve hızlı
bir şekilde sonuçlandırılması
öngörülüyor. Bu yolla da, ihale
süreçlerinin hızlandırılması temel
amaçlardan biri.
Bakan Yıldırım istedi
Değişiklik Ulaştırma Bakanlığı’nın
tartışmalardan rahatsız olması
nedeniyle gündeme geldi. Düşük
tekliflerin rekabeti olumsuz
etkilediği ileri sürülüyor.
Kaynak: Radikal
Sanayiciler iftar
yemeğinde buluştu
OSİAD, İÇASİFED, Anadolu OSB,
OSİAD A.Ş, S.S. Ortabüyüklükte
Sanayi Toplu İşyeri Yapı
Kooperatifi, S.S. Osiad Toplu
İşyeri Yapı Kooperatifi
tarafından geleneksel olarak
düzenlenen iftar yemeği Çırak
Eğitim Vakfı Salonu’nda verildi.
Geleneksel iftar yemeğine kurum
ve kuruluşlar ile sanayiciler
büyük ilgi gösterdi.
Yemeğe, TBMM Başkanı
Cemil Çiçek’in yanı sıra CHP
Ankara Milletvekilleri Sinan
Aygün, Gökhan Günaydın,
Bülent Kuşoğlu, ATO Başkanı
Salih Bezci, Yenimahalle
Belediye Başkanı Fethi Yaşar,
Yenimahalle Kaymakamı
Meftun Dallı, Sincan Kaymakamı
Ufuk Seçilmiş, Yenimahalle
İlçe Emniyet Müdürü Mehmet
Zeki Aygümüş, Yenimahalle
Müftüsü Eyüp Demir, Ankara
Vergi Dairesi Başkanı Şinası
Candan, KOSGEB Ostim Müdürü
Mehmet Tezyetiş, Çankaya
Üniversitesi Rektörü Prof.
Dr. Ziya Burhanettin Güvenç,
Yıldırım Beyazıt Üniversitesi
Rektörü Prof. Dr. Metin Doğan,
Atılım Üniversitesi Rektörü Prof.
Dr. Abdurrahim Özgenoğlu, Gazi
Üniversitesi öğretim üyeleri
Prof. Dr. Mehmet Arslan, Doç.
Dr. Muharrem Tuna, Halkbankası
Genel Müdür Yardımcısı
Selahattin Süleymanoğulları,
MHP İL Başkanı Fatih Çetinkaya,
AKP Yenimahalle İlçe Başkan
Yardımcısı Metin Gürbüz,
sivil toplum örgütlerinin
temsilcileri, SİAD başkanları,
Ostim ve İvedik’teki bankaların
OSİAD, İÇASİFED, Anadolu OSB, OSİAD A.Ş, S.S.
Ortabüyüklükte Sanayi Toplu İşyeri Yapı
Kooperatifi, S.S. Osiad Toplu İşyeri Yapı Kooperatifi
tarafından geleneksel olarak düzenlenen iftar
yemeği Çırak Eğitim Vakfı Salonu’nda verildi.
Geleneksel iftar yemeğine kurum ve kuruluşlar ile
sanayiciler büyük ilgi gösterdi.
şube müdürleri, üyelerimiz ve
işadamları katıldı.
İftar yemeğinin açılışında
konuşan OSİAD Başkanı Adnan
Keskin, Ramazan ayının bereket
ayı olduğunu belirtti ve bu ayın
kardeşlik, dostluk, paylaşım
duygularının artmasına vesile
olmasını diledi.
Açılıştan sonra Yenimahalle
Belediye Başkanı Fethi Yaşar söz
aldı. Başkan Yaşar, Ramazan’ın
küslerin barıştığı, bereketin,
hoşgörünün arttığı bir ay
olduğunu söyledi. Böyle mübarek
bir ayda Türkiye’nin doğusunda
çatışmalar yaşandığını belirterek
Ramazan’ın Türkiye ve tüm
dünyaya barış ve bereket
getirmesini diledi.
TBMM Başkanı: Teröre karşı
işbirliği
TBMM Başkanı Cemil Çiçek,
terörle mücadelede uluslararası
işbirliği ve dayanışmaya ihtiyaç
20
olduğunu belirterek, ‘’Bir
kısım ülkeler terörü hala ‘Bana
değmeyen yılan bin yaşasın’
anlayışı içinde değerlendirmeye
çalışıyor. Yılan yaşıyorsa bir gün
onları da ısırır, ısıracağından hiç
şüphem yok’’ dedi.
Çiçek, OSTİM Sanayici ve İş
Adamları Derneğinin (OSİAD)
Çırak Eğitim ve Öğretim Vakfında
düzenlenen iftar yemeğine
katıldı. İftara, Çiçek’in yanı sıra
CHP Ankara Milletvekili Sinan
Aygün, Yenimahalle Belediye
Başkanı Fethi Yaşar, Yenimahalle
Kaymakamı Meftun Dallı ve iş
adamları katıldı. İftarda konuşan
Çiçek, Ramazan ayının İslam
dünyasında ve Türk milletinin
toplum hayatında önemli bir
yeri olduğunu dile getirerek,
bu ayda insani değerlerin en
çok ön plana çıktığını söyledi.
Türkiye’nin bu Ramazan ayının
manevi atmosferini yaşadığını
belirten Çiçek, ‘’İnşallah huzur
içinde, ağzımızın tadı daha fazla
bozulmadan bayrama da erişmiş
oluruz’’ dedi.
Ramazan ayında barışın,
kardeşliğin, hoşgörünün öne
çıktığını ifade eden Çiçek,
geçtiğimiz günlerde okuduğu
‘’İnsan dünyaya bir defa gelir,
adam gibi yaşamak için bir
defa gelmek yeter’’ sözünü
önemsediğini kaydetti.
‘’Adam gibi yaşamak biraz
da başkaları için yaşamaktır’’
diyen Çiçek, Ramazan
ayının adam gibi yaşamanın
öğrenildiği, öğretildiği, özde
Müslüman olmanın daha
çok öne çıktığı önemli bir
ay olduğunu, bu özelliklerin
Türk milletini ayakta tutan
en temel değerler olduğunu
vurguladı. Çiçek, Türkiye’de
ve dünyada Ramazan ayının
güzelliğini gölgeleyen, huzuru
kaçıran bazı olumsuz gelişmeler
yaşandığını ifade ederek, şunları
söyledi: ‘’Bunların başında
terör belası var. Maalesef dün
yine bir kısım vatan evlatlarını
şehit verdik. Yüreğimiz yandı,
ocağımıza ateş düştü. Türkiye
40 yılı aşan zamandan beri
bu belayla uğraşıyor. Belki
başlangıçta sadece Türkiye’yi
ilgilendiren terör, şimdi insanlık
için tehdit haline gelmiştir.
Ancak bunu insanlığın yeteri
kadar anladığı kanaatinde
değilim çünkü maalesef terörün
dini yok, mezhebi yok, etnik
kökeni yok. En son Norveç’te
yaşanan olay da Türkiye
olarak söylediklerimizin ne
kadar doğru olduğunu ortaya
koydu. Ama hala Avrupa’nın bu
konuyu yeteri kadar anladığı
kanaatinde değilim. Bir kısım
ülkeler terörü hala, ‘bana
değmeyen yılan bin yaşasın’
anlayışı içinde değerlendirmeye
çalışışıyor. Yılan yaşıyorsa bir
gün onları da ısırır, ısıracağından
hiç şüphem yok. Onun için
herkesin bu alanda işbirliğine,
samimi dayanışmaya ihtiyacı
var. Dayanışma bir tarafa,
terörü bir başka ülkeye belli
politikaları empoze etmek için o
ülkede huzuru, barışı, istikrarı,
kalkınmayı engellemek için
kullanılan en uygun enstrüman
vermeyeceğini vurguladı.
Özellikle İslam coğrafyasında
yaşanan olayların ikinci
rahatsızlık konusu olduğunu
belirten Çiçek, olayların
yaşandığı İslam coğrafyasının
dünyanın doğal kaynak açısından
en zengin coğrafyası olduğuna
dikkati çekti.
olarak bir kısım ülkeler
gündeminde tutuyor. Onun
içindir ki iş başa düşüyor. Terörle
mücadelede ne yapıldıysa,
milletimizin çabası, gayreti,
fedakarlığı ve bu işte mücadele
veren devletimizin güçlerinin
başarısıdır.’’
Çiçek, ‘’İnsanların mutluluğu
ve refahı için zenginlik adına
ne lazımsa toprağın altında
ve üstünde, hepsi bu İslam
coğrafyasındadır. Ama gelin
görün ki dünyanın en karışık
coğrafyası, en fakir insanların,
bir lokma ekmeğe muhtaç
insanların yaşadığı coğrafya da
burasıdır. Oturup düşünülmesi
gereken husus budur. Her türlü
zenginlik var ama açlık ve sefalet
diz boyu, 7-8 milyon insan bir
lokma ekmek için dış yardım
bekliyor’’ diye konuştu.
Cemil Çiçek, terörün daha
uzun süre Türkiye ve dünyanın
gündeminde olacağına dikkati
çekerek, olup bitenlerin devletin
ve milletin kararlılığında
bir zafiyete sebebiyet
21
KOBİ’lere gümrük kolaylığı
KOBİ’lerin gümrük işlemlerinin daha hızlı yapılması
amacıyla yeni bür düzenlemeye gidildi.
Gümrük işlemlerinin daha
hızlı yapılması amacıyla
‘’onaylanmış kişi statüsü’’
sisteminde A ve B sınıfı için
geçerli olan avantajların
önemli bir bölümünden artık
KOBİ’lerin dahil olduğu C sınıfı da
yararlanabilecek.
Gümrük ve Ticaret Bakanlığından
yapılan yazılı açıklamada,
gümrük işlemlerinin hızlı, güvenli
ve basit bir şekilde yürütülerek
ticaretin kolaylaştırılmasını
hedefleyen Gümrük ve Ticaret
Bakanlığının, onaylanmış
kişi statüsüne ilişkin yeni
düzenlemeleri hayata geçirdiği
kaydedildi.
Açıklamada, gümrük işlemlerinde
kolaylık sağlayan ‘’onaylanmış
kişi statüsü’’ sisteminin
yaygınlaştırılması çalışmaları
kapsamında yürürlüğe giren
tebliğ ile A ve B sınıfı için geçerli
KOBİ’lere 100
bin lira borsa
desteği
Bilim, Sanayi ve Teknoloji Bakanı
Nihat Ergün, KOBİ’lerin borsaya
açılırken yapacakları masrafın,
100 bin liraya kadar olan kısmını
KOSGEB’in karşılayacağını
bildirdi
Bilim, Sanayi ve Teknoloji Bakanı
Nihat Ergün, KOBİ’lerin borsaya
açılırken yapacakları masrafın,
100 bin liraya kadar olan kısmını
KOSGEB’in karşılayacağını
bildirdi.
Bakan Ergün, ayrıca, bağımsız
denetim yaptırmak isteyen
KOBİ’lere de 10 bin liraya
kadar geri ödemesiz destek
sağlanacaklarını açıkladı.
olan avantajların önemli bir
bölümünün artık küçük ve orta
ölçekli işletmelerin dahil olduğu
C sınıfının da yararlanabileceği
bildirildi.
Gümrük işlemlerinde
güvenirliğini kanıtlamış, belirli
bir dış ticaret hacmine veya
sabit sermaye yatırımına
sahip, mali yeterliliği tasdik
edilmiş kişilere, gümrük ve
dış ticaret işlemlerinde bazı
kolaylıklar sağlayarak gümrük
işlemlerini hızlandırmak amacıyla
onaylanmış kişi statüsü tanındığı
hatırlatılan açıklamada, şöyle
denildi:
‘’Gümrük işlemlerinde önemli
kolaylıklar sağlayan Onaylanmış
Kişi Statüsü güvenirlik ve
performans kriterlerine bağlı
olarak, dış ticaret hacmi ve
istihdam düzeylerine göre
A sınıfı, B sınıfı ve C sınıfı
olmak üzere üçe ayrılıyor.
Düzenlemeyle daha önce sadece
A ve B sınıfı onaylanmış statü
belgesi sahibi kişilere tanınan
eşyanın fiziki muayene ve belge
kontrolüne tabi olmadan gümrük
işlemlerinin yapıldığı ve eşyanın
sonradan kontrolüne ağırlık
verilen mavi hat uygulamasından
yararlanma yetkisi, küçük ve orta
ölçekli firmaların ihracatlarını
daha hızlı ve kolay bir şekilde
gerçekleştirebilmeleri için C sınıfı
onaylanmış kişi statü belgesi
sahiplerine de tanınıyor.
KOBİ’lerin Gümrük Birliği
kapsamındaki yapacakları
ihracatların hızlandırılması
ve maliyetlerinin düşürülmesi
amacıyla getirilen bir diğer
düzenlemeyle, A.TR dolaşım
belgesi düzenleme ve onaylama
yetkisi alabilme koşulu, C sınıfı
için bir yıl içerisinde 50 adet
A.TR belgesi düzenlenmiş olma
olarak belirlendi.’’
Bakan Cevdet Yılmaz: Teşvikleri
güncelliyoruz
Hükümet, yerli yatırımcının elini rahatlatmak için
yeni teşvik paketini ekim ayında açıklayacak.
Kalkınma Bakanı Cevdet Yılmaz, mevcut teşviklerin
sektörel bölgesel bazda güncelleneceğini belirterek,
“Cari açığı uzun vadede aşağı çekecek şekilde
yeniden düzenleniyor. Bölgesel ve sektörel boyutu
da gözden geçiriliyor. Mevcut yatırımcı da paketten
yararlanacak” dedi. Enerji ve prim desteklerinin
artırılması öngörülüyor. Ekonomi yönetimi cari açıkla
mücadele için detaylı bir program hazırlıyor. Bunun
en önemli ayağını yatırım ve istihdam programları
oluşturacak. Bakan Cevdet Yılmaz, bu konudaki
çalışmaların olgunlaşmış bir şekilde ekim başında
Ekonomi Koordinasyon Kurulu’na gündemine
geleceğini söyledi. Yılmaz, dünyada artan işsizlik
oranına karşı Türkiye’nin istihdam konusunda
önemli bir performans sağladığını belirtti.
22
23
Somali’de yaşanan kıtlık ve
sebepleri
Yeryüzünde birçok noktada yıllık
yağış miktarlarında dalgalanma
gözlemlenmektedir. Ancak Afrika
Boynuzu olarak tanımlanan
bölgenin, dünyanın ve kıtanın
diğer bölgelerine nazaran daha
sık kuraklık ve kıtlık yaşaması
sosyal meseleler üzerine
düşünen insanları farklı sorular
sormaya yönlendirmektedir.
Nasıl oldu da 1970’lerde gıda
üretiminde kendi kendine
yeterli olan Somali son yıllarda
kuraklıklara ve kıtlıklara maruz
kaldı? Yaşamakta olduğumuz bu
insanlık dramı sadece bir doğal
afetin ortaya çıkardığı bir durum
mudur? Batılı ülkeler, yaşanan
bu insanlık dramına karşı birkaç
aylık gıda yardımı göndermekten
başka bir şey yapacak mıdır?
Milyonlarca insanın yaşam
mücadelesi verdiği bu kıtlığın
birincil sebebi olarak ilk planda
bahar yağmurlarının azalması
gösterilmektedir. Ancak bu
tür bir sebep-sonuç ilişkisi
yüzeysel bir izah olacak ve
yaşananları tam anlamıyla
bizlere anlatamayacaktır.
Doğa koşullarının etkisini göz
ardı etmemekle birlikte Afrika
Boynuzu’nda son yıllarda sıklıkla
karşılaşılan kuraklık ve kıtlıkların
sebebi öncelikle ülkede devam
eden iç savaştır. Yirmi yıldır
devam eden iç karışıklığın ortaya
çıkmasındaki en büyük etmen
ise 1980’li yıllarda uygulanan
IMF reçeteleri, Soğuk Savaş
dönemi ABD-SSCB rekabeti
ve sömürgecilik zamanında
uygulanan politikalardır.
İkinci Dünya Savaşı sonrasında
bağımsızlıklarını kazanan eski
sömürge devletleri ile birlikte
Somali 1960 yılında bağımsız
bir devlet olarak kuruldu. Ne
var ki yeni Somali devleti için
bir sorun vardı: batılı güçlerin
çizdiği sınırlar, Somali halkını
“Somali’de gıdadan çok silah var. Bu silahlar
Somalililer tarafından üretilmedi. Onlara dış güçler
tarafından dış güçlerin çıkarlarına hizmet etmeleri
için verildi. Bu silahları tedarik edenler bugün
işlenen suçların da ortaklarıdırlar.”
farklı devlet sınırları içinde
bırakmıştı. Etiyopya’nın
doğusundaki Ogaden bölgesi ile
Kenya’nın Somali sınır bölgeleri
Somalililerin kendi ülkeleri
dışında en çok yaşadığı bölgeler
olarak kaldı.
İlk on yılı barış içinde ve kısmen
de olsa demokrasi ile geçen
ülkede 1969’da kansız bir askeri
darbe sonrası yönetime gelen
Siad Bare ile Somali’de tek parti
rejimi başladı. İdeolojik olarak
sosyalizmi benimseyen Bare
başlangıçta Sovyetler Birliği
ile yakınlık kurdu. Siad Bare
yönetimi boyunca, Etiyopya’nın
doğusunda Somalililerin yoğun
olarak bulunduğu Ogaden
bölgesindeki Somalililerin
ayrılık mücadelesi verdikleri
Batı Somali Özgürlük Cephesi’ni
(WSLF) destekledi. Temmuz
1977’de WSLF’i desteklemek için
Etiyopya’ya savaş açan Bare
yönetimi Sovyetler Birliği’nin
desteklediği Etiyopya karşısında
mağlup oldu. Yenilgi üzerine
Sovyetler Birliği ile ilişkilerini
kesen Siad Bare Amerika’ya
yakınlaşmaya başladı. Amerika
ve Batı’nın Soğuk Savaş sonrası
demokrasiye geçen ülkelere
uyguladıkları paket program
24
1970’lerin sonunda Somali’ye
de uygulandı. Batılı ülkelerden
maddi yardım almak zorunda
kalan Siad Bare yardım ile
birlikte gelen şartları da kabul
etmek zorundaydı. İlk başlarda
çok partili sisteme geçmeyen
Somali ekonomik sistemini
batıya uyarlamak zorundaydı ve
bunu IMF ile gerçekleştirecekti.
IMF Sonrası Somali
Bir ülkenin ekonomik sistemini
sil baştan kurmak isteyen
IMF yöneticilerinin Somali’ye
sundukları şartlar ülke tarımını
olumsuz yönde etkiledi.
İşe kamu harcamalarını
düzenleyerek başlayan IMF,
hükümetten tarım alanındaki
harcamalarını kesmesini
istedi çünkü Somali sanayi
ülkesi olmalıydı ve bunun
gerçekleşmesi için tarım
sektörüne devlet yardım
etmemeliydi. Sonuçta 1980’lerin
ortalarında Somali’nin tarım
sektörüne yaptığı harcamalar
1970’lere nazaran %85
azalmıştı. Soğuk Savaşın gergin
atmosferinde kendilerine
yaklaşan Somali’ye batılı ülkeler
yardım göndermekte gecikmedi.
Ancak bu yardım teknolojik
değil daha çok gıda yardımı
şeklinde oldu. Batılı ülkelerin
yaptıkları gıda yardımlarının
ülke pazarına girmesi, kamu
harcamalarının kesilmesi
nedeniyle zaten zor durumda
kalmış Somalili çiftçilerin
rekabet gücünü düşürdü.
Özellikle Amerika başta olmak
üzere kendi tarım sektörünü
sübvanse eden batılı devletler,
iç piyasalarından aldıkları tahıl
ürünlerini “yardım” olarak
Somali pazarına sürdüklerinde
aslında bu ülkenin tarım
sektörünü öldürmekteydiler.
İşte bu tür politikalar yüzünden
1970’lerde kendi iç gıda ihtiyacını
kendisi karşılayan yani kendi
kendine yeterli olan Somali,
yurtdışından gıda ithal eden
bir ülke olmuştur. Kısacası,
aslında tarım yapılamadığı
için değil, tarım yaptırılmadığı
için Somali’de gıda güvenliği
sağlanamamış durumdadır.
Yoksa normal şartlarda bir bahar
yağmurlarındaki düşüş gıda
üretimini düşürse de bu derece
ciddi bir sorun olarak karşımıza
çıkmazdı.
IMF politikalarının sonucu olarak
tarım alanında yaşanan geriye
gidiş diğer alanlarda da yaşandı.
Dünya Bankası verilerine göre
devletin sağlık harcamaları
1989 yılında 1975 yılına göre
%78 oranında azaldı. Michel
Chossudovsky’nin verdiği
bilgilere göre Somali devleti 1982
yılında her bir ilkokul öğrencisi
başına yılda 82 dolar harcarken
bu miktar 1989’da sadece 4
dolara düştü. Ülke nüfusunda
olağan artışın devam etmesine
rağmen 1981-1989 döneminde
okula kayıt olan öğrenci sayısı
%41 azaldı ve mevcut ilkokulların
dörtte biri kapandı. IMF, birçok
ülkeye yaptığı gibi Somali’ye
de devalüasyona gitmesini
önerdi ve Mart 1985’te varılan
anlaşma ile Somali Şilininin
değeri düşürüldü. Son yıllarda
takip edilen politikalar yüzünden
gıda ithal etmek zorunda kalan
Somali ulusal para biriminin
değer kaybetmesi sonucu gıda
ithalatında zorlanmaya ve
bunun sonucu olarak daha fazla
borçlanmaya başladı.
Helen Metz, devalüasyon
sonucu Somali Şilininin değer
kaybetmesinin Somali’de belki de
en çok hayvancılıkla uğraşanları
olumsuz etkilediğini savunur.
Hayvancılık ve hayvan ihracı
Somali’nin en önemli gelir
kaynağı ve ihraç kalemi idi.
Ülkenin 1980’li yıllarda Gayrı
Safi Milli Hasılası’nın %47’sini
ve ihracatının %60’ını oluşturan
hayvancılık devalüasyon kararı
ile zor durumda kaldı. Somalililer
hayvanların sağlığını korumak
için gerekli olan ilaçları ve
besinleri yurtdışından ithal
etmekteydiler. Somali Şilininin
değer kaybetmesi ile birlikte
hayvanlarının bakımlarını
yapmakta zorlanmaya başladılar.
Bu zorluğu aşmaya çalışan
Somalililere bir kötü haber
de Suudi Arabistan’dan geldi.
Somali’nin hayvan ihracatında
bir numaralı müşterisi olan
Suudi Arabistan, 1983 Haziran
ayında aldığı bir kararla artık
hayvan ithalatını Somali’den
değil Avustralya’dan yapacağını
duyurdu.
Siad Bare bir yandan batılı
ülkelerden yardım alırken diğer
yandan ülke içinde muhalif
güçleri sindirmek için şiddete
başvurdu. Tek parti iktidarına
karşı gelen gruplara yönelik
son derece sert politika izleyen
Bare kendisine karşı gelen
insanlara zulüm etmekte
tereddüt göstermedi. Somali’yi
“kalkındırmak” için Siad Bare
ile görüşmeler yapan IMF ve
Dünya Bankası da aynı yıllarda
Somali’de yaşanan zulmün
farkındalardı. Ülkede ordu ile
yerel aşiret grupları arasında
yaşanan küçük çapta çatışmalar
ve Somali askerlerinin gözaltına
aldıkları muhaliflere yaptıkları
batılı ülkeler tarafından
bilinmekteydi. Buna rağmen
batılı ülkelerden Somali’ye
gıda yardımı ile silah yardımı
hiç aksamadı. Siad Bare batılı
ülkelerin farklı alanlarda
kullanılması için gönderdiği
yardım paralarını da silahlı
gücünü artırmak için kullandı.
Yani batılı devletler yaptıkları
“yardım” ile bir diktatörü ve
diktatörlüğü desteklerken bir
halkın mahvoluşuna yardım
ettiler.
26
Çöken Ekonomi ve İç Savaş
Afrika’daki birçok ülkenin aksine
Somali son derece homojen bir
sosyal yapıya sahiptir. Farklı
lehçelerle de olsa ülkede tek dil
konuşulur ve halkın neredeyse
tamamı Müslümandır. Somali
halkı ana birkaç aşiret ve bu
aşiretlerin alt kollarına bağlı alt
aşiretler halinde yapılanmıştır.
Günümüzde Somali’deki iç
savaş da aşiretler arasında
yapılmaktadır. Ancak aşiret
yapısı Somali’de yeni bir olgu
değil, yüzyıllardır devam eden
bir sosyal yapılanma biçimidir.
Somali’deki aşiretler arasında
geçmişte büyük çapta bir savaş
yaşanmadığını ve sorunlarını
diplomasi ve bazen küçük
çaplı çatışmalarla çözdüklerini
belirten Julius Ihonvbere haklı
olarak “neredeyse bin yıldır
savaşmayan aşiretler neden
şimdi savaşıyorlar? Aralarındaki
bu düşmanlık nereden geliyor?”
sorusunu sorar. Aradığı cevabı
ise XIX. yüzyılda başlayan
sömürgeci yönetimlerin
izlediği politikalarda bulur.
Emperyalizmin klasikleşmiş “Böl
ve Yönet” politikasını Afrika
Boynuzu’nda da uygulayan
İngiliz ve İtalyan sömürge
yönetimleri aşiretleri farklı
konularda birbirlerine karşı
kullanmışlardır.
Yukarıda kısaca anlatmaya
çalıştığım Somali’nin 1980’li
yıllardaki durumu başkent
Mogadişu’daki hükümetin
halk neznindeki popüleritesini
neredeyse tamamen
kaybetmesine yol açtı. Ulaşım
ve iletişim altyapısının olmaması
merkezi hükümetin ülkenin
her tarafında otoritesini tesis
etmesini zorlaştıryordu. Uzun
yıllar Mogadişu’daki hükümetten
herhangi bir destek alamayan,
aksine izlediği politikalardan
dolayı zarar gören Somali halkı
yerel düzeyde aşiretler halinde
kendi idarelerini üstlendiler.
Siad Bare yönetimi, güvenlik gibi
bir devletin halkına sağlaması
gereken temel hizmetleri
sağlamakta zorlanınca aşiretler
kendi hısımlarının haklarını
korumaya soyundu. Aşiret içi
bağların ve dayanışmanın yüksek
olduğu Somali’de günümüzde
aşiretlerin siyasi ittifakları
üzerine kurulan dengeler ülkenin
kaderini belirlemektedir. Siad
Bare döneminde uygulanan
şiddet ile halkı sindirme
politikaları ve Bare sonrasında
ülkedeki anarşik düzen aşiretleri
kendi güvenliklerini üstlenmeye
ittiği gibi silahlanma ve şiddeti de
meşrulaştırmıştır.
Kuraklık ve kıtlık bir yerin coğrafi
koşulları ile doğrudan ilintilidir.
Doğal bir afet olan kuraklık, tıpkı
deprem gibi, önceden tahmin
edilemez ve kaçınılmazdır. Tam
da bu sebepten dolayı kuraklık ve
kıtlık yaşanan yerlerde insanlar
zor şartlarla karşı karşıya gelir.
Ancak yaşanacağını önceden
bilmememize rağmen depreme
hazırlık yapmakta ve doğabilecek
hasarı olabildiğince azaltmaya
çalışmaktayız. Afrika Boynuzu
bölgesindeki ülkelerde de tarım
sektörüne yatırım yapılarak
bu ülkelerin gıda güvenliğinin
sağlanmasına yardımcı olunabilir.
Somali topraklarının büyük
kısmı tarım yapmaya elverişli
değildir. Ama özellikle güney
kesim tarım için elverişlidir ve
ülkenin gıda ihtiyacını fazlasıyla
karşılayacak potansiyele sahiptir.
Ne acıdır ki, acımasız bir diktatör
olarak anılsa da, Siad Bare
1984-1986 yılları için kamu
yatırım planı hazırlayıp Dünya
Bankası’ndan kredi talep ederken
bu planı sundu. Planın en dikkat
çeken projesi ise Somali’nin
güneyindeki Barhir şehrine
baraj yapılması idi. Ancak Dünya
Bankası hükümetin bu yatırım
planını “gerçekleştirilmesi zor”
ve “ihtiraslı” olarak gördü ve
kabul etmedi. Yatırım projelerini
reddeden Dünya Bankası ve IMF
ülkenin en büyük potansiyeli olan
tarım ve hayvancılık sektörlerini
iyileştirmek adına hiçbir destek
sağlamazken ülkeye gıda yardımı
yaparak piyasadaki yerel ürün
fiyatlarının da düşmesine
neden oldu. Kısacası, Somali’nin
ekonomik durumu IMF ve
Dünya Bankası ile görüşmelere
başlamadan önceki durumundan
çok daha kötüdür.
Yaşanmakta olan kuraklık ve
kıtlık aslında Dünya Bankası
ve IMF’nin insani yardım
anlayışının ve yapısal uyum
stratejisinin iflas ettiğini
gözler önüne sermektedir.
Bugün dünyanın dört bir
tarafından kıtlık bölgelerine
yapılan yardımlar bir iki ay
kadar yetecek miktardadır ve
sürdürülebilir bir strateji değildir.
Mülteci kamplarına sığınan
insanların gıda güvenliğinin
sağlanması için yardım etmek
isteyen ülkeler daha büyük
çapta projeler tasarlamalıdır.
Uluslararası kuruluşların
önceliği Somali’yi kapitalist
ekonomik sisteme entegre
etmek için serbest piyasanın
tesis edilmesi veya çok partili
bir demokrasinin kurulması
olmamalıdır. Bunun yerine
insanların hayat standartlarını
yukarıya çekecek küçük çapta
ama insanların yaşam şartlarına
büyük çapta etki edecek projeler
düşünülmelidir.
Sonuç
Daha önce Somali’deki iç savaşı
durdurmak için Birleşmiş
Milletler barış operasyonuna
liderlik eden ABD’nin yeniden
böyle bir girişime ön ayak olup
olmayacağı tartışılmaktadır.
Şayet uluslararası bir operasyon
yapılacaksa bu ancak ABD’nin
katılımıyla olacaktır. Tarihlerinin
en kötü ekonomik krizleriyle
boğuştukları bu dönemde
Avrupa ve Amerika’nın ekstra
maddi bir yükü omuzlarına
alarak askeri bir operasyon
ile Somali’deki iç savaşa son
vermeleri beklenmemelidir.
Hatırlanacağı üzere, 1993
yılında Türkiye’nin de katıldığı
uluslararası operasyonda
Amerikan askerleri hayatlarını
27
kaybetmişti ve Mogadişu
sokaklarında direnişçilerce
sürüklenen Amerikalı asker
cesetleri büyük infiale sebep
olmuştu. Böylesi acı bir tecrübe
yaşayan ABD’nin tekrar bu
ülkeye asker göndermesi
Amerikan halkının tepkisini
çekecektir. Kaldı ki Somali
ne Amerika ne de Avrupalı
ülkeler için stratejik bir öneme
sahiptir. Her ne kadar Aden
Körfezinin girişinde bulunması
ülkenin konumunu önemli kılsa
da komşu ülke Cibuti’de hem
Amerika’nın hem de Fransa’nın
askeri üssü bulunmaktadır.
Kısacası Somali’deki iç savaşı
durdurmak için uluslararası bir
operasyon beklenmemelidir.
Ancak taraflar üzerinde etkili
olabilecek saygın bir veya
birkaç ülkenin arabuluculuğu
ve garantörlüğü ile iç savaşı
sonlandırmak bölgenin
gerçeklerine daha uygun
olacaktır.
Birleşmiş Milletler eski Genel
Sekreteri Boutros Ghali’nin 1993
yılında Somali’deki iç savaşı
durdurmak üzere oluşturulan
uluslararası gücün başarısız
olması üzerine söyledikleri
aslında bu ülkede yaşananlardan
kimlerin sorumlu olduğunu
göstermektedir. Boutros Ghali
18 sene önce şöyle demişti:
“Somali’de gıdadan çok silah
var. Bu silahlar Somalililer
tarafından üretilmedi. Onlara dış
güçler tarafından dış güçlerin
çıkarlarına hizmet etmeleri
için verildi. Bu silahları tedarik
edenler bugün işlenen suçların
da ortaklarıdırlar.”
Kaynak: www.bilgesam.org
28
GSM şirketlerinin büyük ayıbı
Somali’ye kısa mesajla gönderilen yardımlara ek
olarak ücret alındığı ortaya çıktı. Somali’ye yardım
için gönderilen her 5 liralık SMS için bazı GSM
operatörleri kısa mesaj ücreti aldığı ortaya çıktı.
Bir SMS’le 5 lira yardım
yapan vatandaşlar, faturaları
eline aldıklarında bir de kısa
mesaj ücreti ödemek zorunda
kaldıklarını gördü. Somali’ye
yardım yapmak için Kimse
Yok mu Derneği ve Kızılay’a
gönderilen mesajlardan hiçbir
ücret almadı. Ancak mesajla
Diyanet İşleri Başkanlığı’na bağlı
Diyanet Vakfı’na yardım edenler
21 kuruş ödemek durumunda
kaldı.
Mu Derneği’ne bağış yapanlar 2
SMS, Kızılay ve Diyanet Vakfı’na
yardımda bulunanlar ise 1 SMS
bedeli ile ücretlendirildi.
Bu GSM şirketinin yetkilileri
yaptıkları açıklama ile Somali’ye
yapılan yardım mesajlarından
ücret almadıklarında ısrar etti.
Bugün Gazetesi’nin haberine
göre, GSM şirketi kampanyanın
başlangıcında vakfı ile yapılan
bağışlardan SMS ücreti alındığı
kabul etti. Açıklamada, “Ancak
daha sonra Diyanet Vakfı’nın
talebi üzerine yapılan yeni
sözleşme ile bu ücreti kaldırdık”
denildi.
Ancak faturalarında Diyanet
Vakfı’na gönderilen mesajın
ücretinin yer aldığının ortaya
çıkması üzerine yeni bir açıklama
daha yaptı. Açıklamada, “Diyanet
Başkanlığı ile yaptığımız
protokolde mesajlardan ücret
kesilmesin ibaresi yoktu. Daha
sonra Ulaştırma Bakanlığı ‘sizin
de bir katkınız olsun’ deyince biz
de Somali’ye gönderilen yardım
mesajlarından ücret almadık”
denildi.
Yardım mesajlarından ücret
aldığı ortaya çıkan diğer GSM
şirketinin çağrı merkezinden
alınan bilgiye göre, Kimse Yok
Açıklamada ayrıca, Kimse Yok
Mu Derneği’ne gönderilen
mesajlardan da ücret alınmadığı
kaydedildi.
29
DİYANET: GEREĞİNİ
YAPARIZ
Diyanet İşleri Başkanlığı
Basın Müşaviri Abdülkadir
Özkan, Ramazan ayının
başlangıcında SMS
kampanyasını başlattıklarında
tüm operatörlerle kontrat
imzaladıklarını söyledi.
Bu kontrat kapsamında
operatörlerin gönderilen bağış
mesajlarından ücret almayacağı
bilgisinin yer aldığını kaydeden
Özkan, “Eğer ücret alınıyorsa
sözleşme ihlali yapılıyor
demektir ve gereğini yaparız”
dedi. Kampanya kapsamında
geçtiğimiz hafta itibariyle 2
milyon 350 binden fazla SMS
bağışı aldıklarını kaydeden
Özkan, “Bunun yüzde 50’sinden
fazlası bir operatör üzerinden
yapıldı” diye konuştu.
Kaynak: Sabah gazetesi
30
Bedelsiz arsaya 10 bin
başvuru
Bilim, Sanayi ve Teknoloji Bakanlığı’nın OSB’lerde
tamamen veya kısmen bedelsiz arsa tahsisi,
yatırımcıdan yoğun ilgi gördü.
Organize Sanayi Bölgeleri’nde
(OSB) bedelsiz arsa tahsisi
sağlayarak doluluk oranlarını
artırmayı amaçlayan yönetmelik
etkili oldu. Yönetmeliğin
yayınlanmasının ardından 20
gün içinde OSB’lerde yer almak
için yatırımcılardan 10 bin 200
başvuru geldi.
Bilim, Sanayi ve Teknoloji
Bakanlığı tarafından Organize
Sanayi Bölgelerinde Yer
Alan Parsellerin Gerçek ve
Tüzel Kişilere Tamamen veya
Kısmen Bedelsiz Tahsisine
Dair Yönetmelik’le ilgili
olarak DÜNYA Gazetesi’ne
konuşan Organize Sanayi
Bölgeleri Derneği (OSBDER)
Başkanı Hüseyin Kutsi Tuncay,
yönetmeliğin yayınlanmasının
üzerinden 1 ay geçmeden
uygulamadan faydalanmak
için gelen başvuruların 10 bin
200’e ulaştığını söyledi. “Bu çok
önemli bir talep. Ancak bunların
ne kadarı gerçekçi, ne kadarı
yatırıma dönüşecek nitelikte onu
önümüzdeki 1.5 yıllık dönemde
göreceğiz” diyen Tuncay,
“Eğer bu talep gerçekçi ise 100
bin kişinin istihdam edilmesi
anlamına geliyor. Onun için
buradan önemli bir istihdam ve
gelir bekleniyor” diye konuştu.
Ücretsiz arsa tahsisinin
2002-2003 Devlet Planlama
Teşkilatı’nın Sosyo Ekomomik
Kalkınmışlık seviyesine göre
belirlendiğini aktaran Tuncay,
“Buna göre iller sosyo ekonomik
gelişmişliği bir ve birin üstünde
olan illerdeki OSB’ler kapsam
dışında kaldı. Türkiye genelinde
264 OSB bölgesi var. Ancak
Ankara, İstanbul, Bursa ve İzmir
ve buralarda yer alan 86 OSB
kapsam dışında kaldı. Onun
dışındaki illerde ise konuma
göre yüzde 100 yada yüzde 30
destekler veriliyor” dedi.
Türkiye genelindeki OSB’lerdeki
boşluk oranlarının yüzde 75’leri
bulduğunu aktaran Tuncay,
bakanlığın bu bölgelerde
üretimin artırılması için bakanlar
kararı çıkardığını ifade ederek,
“Ancak burada bir yatırımcı
için arsa bedeli önemli bir
maliyet olabilir ama daha
da önemlisi yatırım yapılan
yerin pazarlara yakınlığı ve
minimum üretim maliyetlerinin
olması gerekir. Dolayısıyla
arsa bedelinin bedelsiz olması
önemli ancak yatırım için yeterli
bir sebep değildir. Normal
şartlarda arsa bedeli yatırımın
dörte biri yada beşte biridir.
Ancak bazı bölgelerde hali
hazırda metrekaresine 600700 dolar verdiğiniz halde
yer bulamıyorsunuz. Çünkü
pazarlara ve limanlara yakın
olduğu için minimum nakliye
maliyetleri ödendiği için arsa
fiyatları yüksek” diye konuştu.
Buna örnek olarak Gebze
OSB’yi gösteren Tuncay, “Aynı
avantaj Çankırı ve Ankara için
yok. Ankara’da OSB’lerde 6065 dolara arsa satıldığı halde
yatırımcı bulunamıyor. Burada
da eğer arsa bedeli çok şey ifade
ediyorsa bu OSB’nin kapsam
dışı kalmasının bir anlamı yok.
O yüzden OSB’lerin hangi ilde
olduğuna bakılmaksızın bütün
31
OSB’ler için pozitif ayrımcılık
yapılmasını bekliyoruz”
Organize Sanayi Bölgeleri Üst
Kuruluşu (OSBÜK) Başkanı ve
Ankara 1.OSB Yönetim Kurulu
Başkanı Nurettin Özdebir,
en fazla ilginin Osmaniye ve
Düzce’deki OSB’lere geldiğini
söyledi. Osmaniye’nin hemen
yanında Adana ve İskenderun
gibi sosyal ve kültürel gelişmiş
gibi kentlerin olması ve limana
yakınlığının burada yatırım
yapmayı cazip kıldığını belirten
Özdebir, Düzce’nin de Kocaeli ve
İstanbul’a yakın olmasının önemli
bir unsur olduğunu söyledi. Irak
ve Suriye gibi komşu ülkelerle
olan ticaretin gelişmesinden
dolayı Urfa, Hatay, Gaziantep,
Şırnak, Mardin gibi illerin
OSB’lerinde de hareketlilik
olduğunu ifade eden Özdebir,
“Bu OSB’lerde daha önce yer alıp
yatırım yapmayanlar yüzünden
yeni yatırım yapılmıyordu.
Ancak bu illerdeki arazilerin de
tekrar tahsis edilen kişilerden
alınıp yatırım yapacak insanlara
verilmesi gerekir. Bu da faydalı
bir şey olacak” dedi.
10 arsayı geri aldık
Mevcut durumda arsa alıp
buralarda yatırım yapmayanların
74 milyon kişinin hakkını yediğini
dile getiren Özdebir, “Millet
olarak böyle bir fedakarlık
yapıyorsak bunun biran önce
yatırıma dönüşmesi gerekir.
Bunu yapamayacak olanlardan
alınması son derece doğru bir
karar. Biz Ankara Sanayi Odası
olarak 2 yıl içinde yatırımcıdan 10
arsayı geri aldık dedi.
Kaynak: Dünya gazetesi
Ekonomide sonbahar uyarısı
Dünya Bankası Başkanı Zoellick,
küresel ekonominin, sonbaharda
yeni bir tehlikeli döneme
gireceğine dikkat çekti.
Dünya Bankası Başkanı Robert
Zoellick, küresel ekonominin,
bu sonbaharda yeni bir tehlikeli
döneme gireceğini bildirdi.
Zoellick Pekin’de katıldığı “2030
Yılında Çin’in Geleceği” konulu
konferansın açılışında yaptığı
konuşmada, Avrupa’daki finansal
krizin, parasal birlik, bankalar
ve bazı ülkelerin rekabetçiliği
üzerinde ciddi etkileri olan bir
borç krizi haline geldiğine dikkati
çekti.
ABD’nin özel sektörün
desteklenmesi için vergi
reformu, harcama ve borç
sorunlarıyla karşı karşıya
bulunduğuna işaret eden
Zoellick, mevcut uluslararası
konjonktür dikkate alındığında
büyümenin yavaşladığını,
güveninse zayıfladığını vurguladı.
Zoellick, Temmuz ayında Dünya
Bankasının Çin’i üst orta gelirli
ülkeler grubuna çıkardığını
belirterek, ülkenin gelecek
15-20 yılda yüksek gelirli
ülkeler grubuna dahil olacağını
öngördüklerini ifade etti.
Zoellick, çok az ülkenin bu geçişi
başarabildiğine, çoğunun ise
başarısız olduğuna vurgu yaptı.
Orta gelirli ülkelerin yoksulken
uyguladıkları büyüme modellerini
sürdüremeyeceklerini kaydeden
Zoellick, aksi halde teknolojik
değişim ve yenilikçilik anlamında
yüksek gelirli ülkelerle rekabeti
Üst üste kriz uyarıları yapılıyor. Dünya Bankası
Başkanı Zoellick, küresel ekonominin, sonbaharda
yeni bir tehlikeli döneme gireceğine dikkat
çekerken, Goldman Sachs, Türkiye ekonomisi için
Ağustos ayı itibariyle resesyon olasılığının yüzde
54’e yaklaştığını belirtti. Rostowski ise euro
bölgesinde yaşanacak bir çöküşün uzun vadede
savaşa dahi neden olabileceğini söyledi.
kaybedebilme tehlikesiyle karşı
karşıya oldukları uyarısında
bulundu.
“Avrupa, ABD ve Çin’in kararları
hepimizi etkiliyor” diyen Zoellick,
dünyanın büyüme konusunda
itici güce ihtiyacı olduğunun
altını çizdi.
Türkiye’de resesyon olasılığı
arttı
Goldman Sachs, Türkiye
ekonomisi için Ağustos ayı
itibariyle resesyon olasılığının
yüzde 54’e yaklaştığını belirtti.
Goldman Sachs, Türkiye
ekonomisi için büyüme tahmini
32
aşağı çekerken Ağustos ayı
itibariyle resesyon olasılığının
yüzde 54’e yaklaştığını belirtti.
Gayrı safi yurtiçi hasılanın
(GSYH) art arda iki çeyrek
boyunca daralması teknik
olarak resesyon şeklinde
nitelendiriliyor. Goldman Sachs
tarafından yayımlanan araştırma
raporunda Türkiye ekonomisinin
2011 için büyüme tahmini yüzde
7.5’ten yüzde 6.5’e çekilirken
2012 büyüme tahmini ise yüzde
3.5’ten yüzde 2’ye revize edildi.
Böyle giderse Avrupa’da savaş
çıkar
Avrupa Birliği dönem
başkanlığını yürüten Polonya’nın
Maliye Bakanı Jacek Rostowski,
euro bölgesinde yaşanacak bir
çöküşün uzun vadede savaşa
dahi neden olabileceğini
uyarısında bulundu.
CNBC’ye konuşan Rostowski,
Avrupa’nın para birliğinin
dağılmasının, Avrupa Birliği’nde
de dağılma sürecini başlatacağını
ve bunun bölgede yaratacağı
risklerin yanında uzun
vadede savaş sonucunu dahi
doğurabileceğini belirtti.
Rostowski, “Eğer euro
bölgesi dağılırsa, AB’nin de
dağılma olasılığını dışarıda
tutmak zorlaşır. AB, 60 yıldır
Avrupa’da barışın ve güvenliğin
iki önemli dayanağından biri
durumunda. Bu nedenle,
sorunları barışçıl biçimde
çözmemize olanak sağlayan,
hem siyasi sistemimizin hem
de güvenliğimizin en önemli iki
payandasından birinin eksikliği,
10-20 yıllık uzun vadede otoriter
hareketler ve bunun sonucunda
da savaş riski artar” dedi.
ECB ZAMAN KAZANDIRDI
Rostowski, Avrupa Merkez
Bankası’nın (ECB), İtalyan ve
İspanyol tahvilleri almak için
piyasalara müdahale etmesini
oldukça cesaretli bir adım olduğu
kadar gerekli ve doğru bir
hamle olduğuna da dikkat çekti.
Rostowski, Avrupalı liderlerin
ECB’nin bu müdahalesiyle
kazanılan zamanı etkin şekilde
kullanması gerektiğinin önemine
de işaret etti. Rostowski,
“Saatin gece 12’yi vurmasına
az kaldı. Biraz daha zaman
kazanmış olmamız, bu vakti boşa
harcayabileceğimiz anlamına
gelmemeli. Orta sahada topu
çevirmeden, anlaşma sağlamak
ve çözüm üretmek için bu
fazladan zamanın her saniyesini
dikkatli kullanmalıyız” dedi.
Yastık altında 300
milyar dolarlık altın var
İstanbul Altın Rafinerisi Yönetim Kurulu Başkanı
Halaç, “Yastık altına giden altına, ekonomiden
kaçırılan para olarak bakıyoruz” dedi.
İstanbul Altın Rafinerisi (İAR)
Yönetim Kurulu Başkanı Özcan
Halaç, geleneksel yatırım aracı
olan, Darphane’nin ürettiği
çeyrek ve diğer altın fiyatlarının
yükselmesiyle, vatandaşların
daha çok takı amacıyla, ağırlığı
ve fiyatı daha düşük olan 24
ayar gram altını tercih etmeye
başladığını kaydetti.
Gayrimenkul, ev gibi yatırım
yapmak isteyenlere yastık
altındaki altınları çıkarması
tavsiyesinde bulunduklarını ifade
eden Halaç, şöyle konuştu:
‘’Yastık altına giden altına,
ekonomiden kaçırılan para olarak
bakıyoruz. Şu an yastık altında
tahmini 5 bin ton, yaklaşık
300 milyar dolarlık altın var.
Bu çok büyük bir rakam. Bu,
ekonomiden kaçırılmış para.
Bunun tekrar ekonomi içine
girmesini istiyoruz. Eğer varsa
bir sebebi, vatandaşın altın
satmasını, yoksa da altını yastık
altında tutmaktan ziyade -altına
33
kar payı veren bankalar varbankaya yatırmalarını istiyoruz.
Sonuçta yastık altındaki, her
zaman ekonominin dışındaki bir
varlık. Eğer bankacılık sisteminin
içine girerse, ekonomiye faydası
olacak.
Bankalar yaklaşık yüzde 1,5
veriyor. O da yaklaşık 75 ton
yapar. Bu kadar altın yastık
altında duruyor diye 4 milyar
dolar civarında getiri kaybımız
var. Yastık altındaki tahmini 300
milyar dolarlık altın bankada
hesapta altın olarak dursaydı
yıllık 4 milyar dolar civarı getirisi
olurdu. Bu parayı ekonominin
içine koymalıyız ki, ekonomi
büyüsün, gelişsin. Oradaki 300
milyar dolarla Türkiye çok büyük
bir ivme kazanarak büyür ve
kalkınır. Biz, oraya 300 milyar
dolar koymadık. Bizim şansımız
altının fiyatının yükselmesi.
Biz koyduğumuzda belki 50
milyar dolardı. Fakat altının ani
yükselmesi ile yastık altı altının
değeri 300 milyar doları buldu.’’
Kişisel hesap oluşturulacak
Kalkınma Bakanı Cevdet Yılmaz,
kıdem tazminatı konusunda
üzerinde çalışılan modele ilişkin
bilgi verirken, “Kesinlikle hiç
kimsenin hakkına hukukuna
dokunmadan hak kaybı
oluşturmadan geçmiş tecrübeleri
de dikkate alarak yeni bir model
tasarlanıyor” dedi.
Yılmaz CNBC Televizyonunda
katıldığı programda, hükümetin
üzerinde çalıştığı kıdem
tazminatı fonuna ilişkin soruları
yanıtladı.
Bakan Yılmaz, “istihdam
paketinin en önemli ayaklarından
biri olan kıdem tazminatında
yeni dönemde Avusturya
modelinin benimsenmesi mi söz
konusu” şeklindeki soru üzerine
Avusturya modelinin kendisinin
zikrettiği bir model olmadığını
söyledi.
Uzun bir süredir bu konu
üzerinde çalıştıklarını, Çalışma
ve Sosyal Güvenlik Bakanı
Faruk Çelik’in de sosyal
taraflarla istişare içinde bunu
olgunlaştırma gayretinde
olduğunu anlatan Yılmaz,
“Olgunlaşma sağlandığında
bunu Meclisimizde yasalaştırmış
olacağız” diye konuştu.
Türkiye’nin gerçekten
böyle bir düzenlemeye
ihtiyacı bulunduğuna işaret
eden Yılmaz, mevcut yasal
çerçeveye bakıldığında
rekabeti desteklemeyen kayıt
dışılığı teşvik eden, istihdam
artışına engel olan bir yapının
görüldüğünü dile getirdi. Bu
Kalkınma Bakanı Cevdet Yılmaz, kıdem tazminatı
konusunda üzerinde çalışılan modele ilişkin
bilgi verirken, “Kesinlikle hiç kimsenin hakkına
hukukuna dokunmadan hak kaybı oluşturmadan
geçmiş tecrübeleri de dikkate alarak yeni bir model
tasarlanıyor” dedi.
yapının daha uzun çalışma
saatlerini teşvik eden ama daha
fazla işe alımı teşvik etmeyen
bir sistem olduğunu ve bunun
sürdürülebilir olmadığını belirten
Yılmaz, şöyle devam etti:
“Mevcut kıdem tazminatı
sistemimiz işsizlik sigortası
sonrası aslında reforme
edilmeliydi. O anlamda geç
kalmış. Bir taraftan da bu
fon ne kadar kullanılıyor diye
baktığınızda çalışanlarımızın
sadece yüzde 7’si bundan
faydalanıyor. Dolayısıyla bu artık
modern olmayan, iş görmeyen
Türkiye’nin rekabet gücüne,
istihdamına katkıda bulunmayan
bir sistem.
Yeni sistemde kesinlikle hiç
kimsenin hakkına hukukuna
dokunmadan hak kaybı
oluşturmadan geçmiş tecrübeleri
de dikkate alarak, çünkü
geçmişte gerçekten yanlış, güven
kırıcı uygulamalar yaşanmış
bunlar da çalışanlarımızın
zihninde bazı endişeler
oluşturmuştu. Bunun da önüne
geçecek şekilde yeni bir model
tasarlanıyor.”
görebileceği, takip edebileceği
onun nasıl değerlendirildiğini
görebileceği bir yapı
tasarladıklarını, bu şekilde
burada biriken paranın başka
şekilde istismar edilmesinin de
önüne geçilmiş olacağını bildirdi.
Yılmaz, bu yeni model sayesinde
hem çalışanların hukukunu
korumuş, hem güven duyulan
bir mekanizma oluşturmuş
olacaklarını söyledi.
Cevdet Yılmaz, prim kesintisi
oranı konusunda bir çalışma
olup olmadığının sorulmasına
karşılık da detayların çalışıldığını,
şu anda Türkiye’de birçok
ülkeye göre çalışma saatlerinin
çok fazla olduğuna işaret etti.
Yılmaz, insanların daha fazla
çalıştırıldıklarını, işverenlerin
yeni işçi almak yerine mevcudu
daha fazla çalıştırmayı tercih
ettiklerini vurguladı. Yılmaz,
bunu ortadan kaldırmak, hem
mevcut çalışanların çalışma
saatlerini daha aşağı indirmek
hem de işverenin gönül rahatlığı
içinde yeni çalışanlar almasını
ve bunu da kayıtlı yapmasını
sağlamak istediklerini dile
getirdi.
Kişisel hesap oluşturulacak
İstihdam en temel meselemiz
Bu modelde bir fonun
olacağını, ancak “kişisel hesap”
düşündüklerini anlatan Yılmaz,
herkesin kişisel bir hesaba sahip
olacağı, o hesapta biriken miktarı
35
Bu yeni sistemin çok modern bir
sistem olduğunu ve Avrupa’da
birçok ülkede uygulandığını
belirten Yılmaz, bu modeli
Türkiye’de yerleştirmek
istediklerini söyledi.
olmadığını sormaları üzerine
Yılmaz, şunları söyledi:
İşgücü paketinin içinde çok çeşitli
unsurlar bulunduğunu ifade eden
Yılmaz, esnek çalışmaya dönük,
özellikle gençlerin ve kadınların
iş dünyasına daha fazla
katılmalarına dönük tedbirleri,
daha fazla insana nitelik
kazandırıcı, piyasaya onları
hazırlayıcı kursları, programları
bulunduğunu kaydetti. Yılmaz,
“İstihdam konusu bizim en temel
meselelerimizden birisi olarak
gündemimizde ve sürekli de
böyle olacak” dedi.
“Avusturya modeli değil de
çağdaş ülkelerde diyelim.
Modern ülkelerde kullanılan
yöntemler yani burada belli
ülkeyi model olarak doğrusu
ben, vurgulamadım. Bunu
yorumla gazeteci arkadaşlarımız
yaptılar.”
Yıl sonuna kadar
tamamlanacak
Bakan Yılmaz, “çalışanlar ne
kadarlık bir ödemeden sonra
bu fondan yararlanmaya hak
kazanacak” şeklindeki soruyu
yanıtlarken de bütün detayların
teknik düzeyde çalışıldığını,
henüz açıklama yapabilecekleri
bir konumda olmadıklarını
söyledi.
Yılmaz, yıl sonuna kadar bu
çalışmaları bitirmiş olacaklarını
belirterek, Meclis açıldığı zaman
büyük bir ihtimalle bunların belli
bir olgunlaşma dönemine girmiş
olacaklarını ifade etti.
Bu konuda hükümet
programında ifade ettikleri
cümleye atıfta bulunan
Yılmaz, “kıdem tazminatı
fonu sosyal taraflarla istişare
içinde oluşturulacaktır”
cümlesinin aslında herşeyi
anlattığını, mevcut çalışanlara
mevcut haklara hiçbir
şekilde dokunmamanın temel
prensiplerini olduğunu kaydetti.
Avustuya modeli
Gazetecilerin yeni modelin
Avusturya modeli olup
kararlığındayız. Kısa vadede de
biliyorsunuz, kurda meydana
gelen bu değerlenme, iç piyasada
nispi olarak göreceğimiz
yavaşlama, dünya piyasalarının
daralmasıyla birlikte enerji
piyasalarında beklediğimiz
azalışlar bütün bunlar cari açığın
azalmasına katkı sağlayacaktır”
diye konuştu.
Daha çok tanıtıma ihtiyaç var
Yeni modeldeki ana esprinin
kimsenin hakkının hukukunun
kaybolmadığı, herkesin
kendi hesabını şeffaf bir
şekilde takip ettiği bir yapının
kullanılması olduğuna dikkati
çeken Bakan Yılmaz, “Böylece
bizim hükümetlerimizden
önce geçmişte yaşanan bazı
olumsuzluklar tekrar yaşanmasın
istiyoruz. Bunun alt yapısını
hazırlıyoruz” dedi.
Dünya piyasalarının daralması
cari açığa olumlu yansıyacak
Küresel durgunluk riskine karşı
alınması gereken ek tedbirler
olup olmadığının sorulmasına
karşılık Yılmaz, bunları dikkatle
takip ettiklerini söyledi.
Türkiye’nin borç yükünün
Avrupa’daki ülkelerin tersine
düşme eğiliminde olduğunu,
bütçe açıklarının da düşük
olduğunu belirten Yılmaz,
Türkiye’nin mali disiplini, güçlü
bankacılık sistemi ve siyasi
istikrarı ile diğer ülkelerden
olumlu olarak ayrıştığını, ama
cari açık konusunu dikkatle takip
ettiklerini bildirdi.
Yıl sonu itibariyle 70 milyar
doların üstünde bir cari açık
beklediklerini, ancak Türkiye’nin
bunu finanse ettiğini belirten
Yılmaz, “Burada bir sıkıntı yok,
yine orta ve uzun vadeli cari
açığa dönük ciddi politikalar
tartışıyoruz ve uygulama
36
36
Cari açığın finansmanın
kalitesini arttırmak için çaba
gösterdiklerini anlatan Yılmaz,
bu çerçevede daha fazla küresel
sermayenin Türkiye’ye gelmesi
için hem ülkenin tanıtımına
hem de yatırım ortamının
iyileştirilmesine yönelik
çalışmalar yürüttüklerini söyledi.
Bakan Yılmaz, cari açığın
GSYH’ya oranına ilişkin soru
üzerine de “Yüzde 9’dan aşağı
olmaz diye düşünüyorum, yüzde
9-10 arası” diye konuştu.
“Türkiye için orta ve uzun
vadede sürdürülebilir oran nedir
peki?” diye sorulmasına karşılık
da Yılmaz, şunları kaydetti:
“Şu rakam, bu rakam diyemeyiz.
Bu düzeylerin sürdürülemez
olduğunu görüyoruz. Bu düzeyi
çok yüksek buluyoruz. Buradan
yavaş yavaş aşağıya doğru
inen bir patika izleyecektir,
önümüzdeki dönemlerde
orta vadeli programımızda
burada alacağımız bir takım
tedbirlerle, politikalarla, büyüme
performansımızla mutlaka
cari açıkta nispi olarak azalma
olacaktır. Yalnız Türkiye gibi
gelişmekte olan dış tasarrufa
da ihtiyaç duyan bir ülkede, cari
açığı sıfırlama diye bir hedef
bana göre olmamalı. Türkiye
kalkınmakta ve gelişmekte
olan bir ülke, mutlaka dışardan
sermaye cezbedecek, içerde
yatırıma dönüştürecek bu
anlamda belli oranda cari açık
normal Türkiye için ama bu
düzeyde değil.”
Büyüme yüzde 7’lere yakın
olur
Bakan Yılmaz, dünyada ve
Avrupa’daki kötüleşme, geçen
yılın son çeyreğindeki büyümenin
yüksekliği gibi faktörler dikkate
alındığında yılın ikinci yarısında,
birinci dönemdeki kadar
yüksek bir büyüme beklemenin
doğru olmayacağını belirterek,
“Ortalama olarak yüzde 6’nın
üzerinde belki yüzde 7’lere
yakın bir büyüme beklentisi
normal diye düşünüyorum.
Gelecek yıl, iki yıl üst üste yüksek
oranlı büyümenin de biraz
etkisiyle ekonomide yumuşak
geçiş yapma ihtiyacından
diğer taraftan da dünyadaki
ve Avrupa’daki, bölgemizde
hadiseler büyümemizi bir
miktar aşağıya çekecek diye
düşünüyorum. Henüz tam
kesin bir rakam söylemek
mümkün değil, ama IMF’nin
düşündüğünden daha yüksek
bir büyüme sağlayacağız diye
söyleyebiliriz” dedi.
Başbakan Yardımcısı Ali
Babacan’ın “yüzde 5’in altı
sürpriz olmasın” sözünün
hatırlatılması üzerine de Yılmaz,
“Evet, yani 2,5 ile 5 arası bir
rakam düşünün o zaman”
cevabını verdi.
Yabancılara konut satışı
kolaylaştı
Onlar konut alırken karşılık aranmayacak
Çevre ve Şehircilik Bakanı Erdoğan Bayraktar,
gayrimenkul sektörünün son günlerde sıkça dile
getirdiği yabancılaramülk satışında engel olduğu ileri
sürülen mütekabiliyet (karşılıklılık) koşulu aranmadan
gayrimenkul satışının önünü açacaklarını açıkladı.
Bayraktar, “Mütekabiliyeti kaldırıyoruz, yabancılar
kolaylıkla mülk alabilecekler” dedi.
Bayraktar, “Kahramanmaraş’ı
Yeniden Hayal Etmek” konulu
ortak akıl toplantısına girişte
sorular üzerine yabancılara
mülk satışının önündeki engelleri
kaldırmak amacıyla hazırladıkları
kanun tasarısını önümüzdeki
günlerde Meclis’e sunacaklarını
belirtti.
Gelişmiş ülkelerde Türkiye’deki
gibi bir uygulama olmadığını
kaydeden Bayraktar, sözlerini
şöyle sürdürdü: “Eğer yabancı
bir kuruluş çok büyük bir arsa
almak isterse bunu için yasaya
gerekli tedbirleri koyacağız.
Yani güvenlik, milli strateji
bakımından satmamamız
gereken arsaları satmayacağız.
Onların burada ikamet
etmelerini sağlayacak yazlık,
daire alacaklar. Çanakkale’den
İskenderun Körfezi’ne kadar
buralardamülk almak, daire
almak isteyenlerin engellerini
kaldıracağız. Ortadoğu
ülkelerinden de talep arttı.
Türkiye ciddi şekilde büyüyor.
Dışarıdan bakan da bu gelişimi
görüyor. Önce kendi insanımıza
sonra komşularımıza fayda
37
sağlamalıyız.” Mütekabiliyetin
esas ana ekseninin
vatanınmenfaati olduğunu
belirten Bayraktar, “Vatan
eksenli, üretim eksenli, ekonomik
bir bakışla kanunu yapıyoruz.
Millimenfaatlerimizi düşünmek
suretiyle böyle bir yasal
düzenleme yaptık. Daha önceden
de yapılmıştı ancak düzenlemeler
istendi, onları dikkate aldık” dedi.
Anadolu OSB’de sanayiciler
parsellerine kavuştu
15 bin kişiye ekmek kapısı açacak olan Anadolu
Organize Sanayi Bölgesi’nde 14 yıllık bir hayal gerçeğe
dönüştü. Bölgenin birinci etabında 98 sanayiciye 188
parsel törenle dağıtıldı.
Kurtuluş Savaşı’ne lojistik
desteği sağlandığı Malıköy’de
15 bin kişiye ekmek kapısı
açacak olan Anadolu Organize
Sanayi Bölgesi’nde 14 yıllık bir
hayal gerçeğe dönüştü. Sadece
bir üretim merkezi değil aynı
zamanda sosyal yaşam alanı
olarak da planlanan Anadolu
OSB’de altyapı inşaatı biten 1.
Etap’ta 98 sanayiciye 188 parsel
törenle dağıtıldı.
Parsellerin dağıtımı için
Anadolu OSB’de düzenlenen
törene Sincan Kaymakamı
Ufuk Seçilmiş, Çankaya
Belediye Başkanı Bülent Tanık,
Yenimahalle Belediye Başkanı
Fethi Yaşar, Ankara Sanayi Odası
(ASO) Başkanı Nurettin Özdebir,
İzmir Atatürk OSB Başkanı
ve Organize Sanayi Bölgeleri
Derneği Başkan Yardımcısı Hilmi
Uğurtaş, TÜSİAV Başkanı Veli
Sarıtoprak,Gebze Plastikçiler
OSB Yönetim Kurulu Başkanı
Osman Erkan, Bursa M. Kemal
Paşa OSB Yönetim Kurulu
Başkanı İbrahim Akdemir,
Dökümcüler İhtisas OSB Yönetim
Kurulu Başkanı Emin Uğur
Yavuz, Bilecik 1. OSB Yönetim
Kurulu Başkan V. Lütfü Çakır,
Polatlı OSB Yönetim Kurulu
Başkanı Muzaffer Sevinçel
Katıldı.
OSB’ler cazibe merkezi olmalı
Törenin açılışında konuşan
38
Anadolu OSB ve Organize
Sanayi Bölgeleri Derneği Başkanı
Hüseyin Kutsi Tuncay, 1997
yılında başladıkları çalışmalarına
14 yıl sonra başarıya ulaşmanın
mutluluğunu yaşadıklarını, sıfırla
başlayan bir hayalin 230 milyon
dolarlık bir projeye dönüştüğünü
bildirdi.
Yaşanan süreci ‘’14 yıllık hayal’’
diye nitelendiren Tuncay, bu
hayalin ana hedefinin küçük
tasarrufların dev sanayi
yatırımlarına dönüşmesi,
kalkınmayı ve istihdamı artırmak
olduğunu söyledi.
Devletten yardım, kredi almadan
kendi imkanlarıyla bir OSB
oluşturmaya çalıştıklarını dile
getiren Tuncay, şunları kaydetti:
‘’Ankara, sanayi teşviklerinden
yararlanamıyor. Ankara’daki
OSB’ler, devletin yapması
gereken alt yapı yatırımlarını
kendi imkanlarıyla
gerçekleştirmeye çalışıyor. Bize
göre, OSB’ler yatırım ve cazibe
merkezi olmalıdır. Devleti, ayrım
yapmaksızın OSB yatırımcılarının
yanında görmek istiyoruz. Teşvik
politikaları genellikle bölgelerin
sosyo-ekonomik gelişmişlik
düzeyine göre belirleniyor ve
Ankara bu açıdan çok talihsiz bir
şehir. Çünkü kamu kurumlarının
burada olması, Ankara’ya ödenen
vergileri artırdığı için Ankara,
kalkınmış bölgelerin başında
geliyor. Biz, OSB’lerin az gelişmiş
bölgeler kapsamına alınmasını
öneriyoruz. OSB’ler, pozitif
ayrımcılıkla desteklenmelidir.’’
Caddelere tarihi isimler
Anadolu OSB’nin toplam
büyüklüğünün 410 hektar
olduğunu ve 4 bin metrekare
büyüklükte yaklaşık 650
parselden oluştuğunu anlatan
Tuncay, 2 milyon 400 bin
metrekarelik sanayi alanının 1
milyon 150 bin metrekaresini
oluşturan 1. etapta yatırım
yapmak isteyen 98 yatırımcıya
188 parselin dağıtılacağını
bildirdi. Altyapı çalışmalarının
büyük bir kısmının bittiğini, geri
kalanın ise önümüzdeki yıllarda
bitirileceğini aktaran Tuncay,
geleneksel bahar kahvaltısı
organizasyonlarını gelecek
yıl Anadolu OSB’de kurulacak
fabrikaların yanında yapmak
istediklerini ifade etti. Temelli
bölgesinin ve bu bölgedeki
insanların Kurtuluş Savaşı’ndaki
önemine ve verilen mücadeleye
de değinen Tuncay, bu nedenle
müteşebbis heyetinin, Anadolu
OSB’nin cadde isimlerini
Gelibolu, Dumlupınar, Sakarya,
29 Ekim ve 30 Ağustos Caddeleri
olarak belirlediğini kaydetti.
Tuncay, cadde isimlerinin
Ankara Büyükşehir Belediyesi
Meclisinden de geçerek, tescil
edildiğini sözlerine ekledi.
Özdebir:En önemli güç üretimdir
Özdebir, burada yaptığı
konuşmada, Anadolu OSB’nin
39
temelinin 3 yıl önce atıldığını ve
geçen sürede çok işler yapıldığını
bildirdi.
Ülkelerin en önemli gücünün
üretim olduğunu vurgulayan
Özdebir, özellikle 2008 ve 2009
yıllarında tüm dünya ülkelerinin
bu gerçeğin farkına vardığını
söyledi.
ABD’nin, o yıllarda yurt dışına
göndermiş olduğu yatırımcılarını
günümüzde teşvikler vererek
geri çağırma gayretinde
olduğunu dile getiren Özdebir,
Türkiye’nin de söz konusu
yıllarda yaşanan ekonomik krizde
önemli kayıplar verdiğini, ancak
dinamik yapısıyla çok fazla zarar
görmediğini ifade etti.
Türkiye’nin her açıdan dinamik
bir yapıya sahip olduğunun
altına çizen Özdebir, ‘’Türkiye bu
yılın ilk ve ikinci çeyreğinde çok
önemli büyüme rakamlarına imza
atmıştır. Bu dönemde karlılığımız
düştü, ona da bir çare buluruz
ama burada asıl önemli olan
Türk sanayicisinin dinamizminin
devam ediyor olmasıdır’’ diye
konuştu.
Uğurtaş, OSB’lerin kesintisiz
gelir kaynaklarına sahip olması
gerektiğini de söyledi.
Uğurtaş: Tek yolumuz üretmek
İzmir Atatürk OSB Yönetim
Kurulu Başkanı ve OSBDER
Başkan Yardımcısı Hilmi Uğurtaş,
dünyanın yeni bir krizin içine
girdiğini, Türkiye’nin henüz bu
krizden etkilenmediğini söyledi.
Türkiye’nin tek yolunun üretmek
olduğunu, altyapı zenginliğinin
bulunmadığını ancak nitelikli
bir işgücü ve girişimci bir
ruhun varlığına işaret etti ve
bu gücü üretime yönlendirmek
gerektiğine dikkat çeken
Uğurtaş, sadece emeğe dayalı
rekabet yetmediğini, teknoloji
ve bilime yatırım yapmak
gerektiğini söyledi. OSB’lerin
kendi kaynaklarıyla yatırım
yaptığını, bu şekilde planlı
sanayileşmenin sağlandığını
aynı zamanda kayıtdışılığın
önlendiğini ifade eden Uğurtaş,
OSB’lerin sanayiciler tarafından
yönetilmesinin önemine işaret
etti. Altyapısı tamamlanmış
bölgelerde OSB’lerin
sanayicilerin kişisel gelişimi,
ucuz enerji, mesleği eğitim gibi
alanlarda potansiyelini harekete
geçirdiğini anlatan Uğurtaş,
İzmir Atatürk OSB’nin teknik
üniversite kurma çalışması
içinde olduğunu hatırlattı.
40
Tanık: Ankara geriledi
Çankaya Belediye Başkanı
Bülent Tanık, emperyalizme
karşı özgürleşme mücadelesinin
verildiği topraklarda Anadolu
OSB’nin ekonomik kurtuluş
mücadelesi verdiğini söyledi.
OSB’ler içinde çok özel bir
yeri olan Anadolu OSB’nin
planlı başlamış bir sanayileşme
olduğunu ifade eden Tanık, 14
yıl önce hayal kurup damlaları
biriktirerek bugünkü duruma
getiren sanayicileri, işe önce
çevre ve altyapı ile başlayan
Anadolu OSB’yi kutladığını
belirtti. Tanık, 15-20 yıl önce
Ankara’nın ciddi bir savunma
ve elektronik sanayi kenti
olma yolunda olduğunu,
üniversiteler ve eğitimli nüfusu
ile de Türkiye’nin bilişim kenti
olmaya en yakın il konumunda
bulunduğunu ancak son
yıllarda büyük bir gerilemenin
içine girdiğini söyledi. Kent
merkezi başta olmak üzere
Ankara’nın ticaret/esnaf
kesiminin de çöktüğünü ifade
eden Tanık, finans kurumlarının
merkezlerinin Ankara’dan
taşınmasıyla ekonomik bakımdan
gerilemenin perçinlendiğini
anlattı.
Üç büyük il içinde en fazla
kepenk kapatmaların Ankara’da
yaşandığını, enflasyonun en
yüksek olduğu illerin başında
Ankara’nın geldiğini belirten
Tanık, bilişim vadisinin
İstanbul’da kurulacağının
açıklanmasıyla Ankara’nın
gözden çıkarıldığını söyledi.
Tanık, “Bizler belediye olarak
sanayicileriyle, üniversiteleriyle,
yerel yönetimleriyle bugüne
kadar hakim olan olumsuz
gidişatı tersine çevirmek için
sıkı bir işbirliği ve gayreti içinde
olmak durumundayız” diye
konuştu.
Yaşar: Türkiye büyük bir ülke
Yenimahalle Belediye Başkanı
Fethi Yaşar ise üretmek,
istihdam yaratmak, ihracat
yapmak için çalışan, krize ve
zorluklara rağmen tek kurtuluş
yolunu üretmekte gören ve
kendi olanaklarıyla yatırım
yapan Anadolu OSB’yi kutladı.
Türkiye’nin içinde bulunduğu
sıkıntılara, devlet işleyişindeki
sorunlara rağmen çok büyük
ve dünyanın en güzel ülkesi
olduğunu belirten Yaşar, özel
sektörün önünün açılması
durumunda Türkiye’nin gücüne
güç katılacağını söyledi.
Ankara’nın 6 milyar dolar
ihracat yaptığını, yeni OSB’ler
ve teşvik yasası ile bu rakamın
yükseleceğini söyledi.
Seçilmiş: Gurur duydum
41
Sincan Kaymakamı Ufuk
Seçilmiş, 14 yıllık bir rüyayı
gerçeğe dönüştüren sanayicileri
kutladığını belirtirken “Bu önemli
güne tanıklık etmekten dolayı
mutluyum” dedi.
Parsel töreni
Konuşmaların ardından
sanayicilere parselleri dağıtıldı
ve günün anısına toplu fotoğraf
çekildi.
OSTİM’li KOBİ’lere
tasarım merkezi
OSTİM Organize Sanayi Bölge
Müdürlüğü, üniversite – sanayi
işbirliğinde yeni adımlar atmaya
devam ediyor. OSTİM’de faaliyet
gösteren işletmelerin endüstriyel
tasarım alanındaki ihtiyaçlarını
tespit edip, çözümler üretmek
amacıyla Gazi Üniversitesi ile
işbirliği protokolü imzalandı.
Törene OSTİM OSB Yönetim
Kurulu Başkanı Orhan Aydın,
Gazi Üniversitesi adına Rektör
Prof. Dr. Rıza Ayhan, Güzel
Sanatlar Fakültesi Dekanı Prof.
Dr. Alev Kuru, Endüstri Ürünleri
Tasarımı Bölüm Başkanı Sanat ve Tasarım Araştırma ve
Uygulama Merkezi Müdürü Yrd.
Doç. Dr. Serkan Güneş, Bölge
Müdürü Adem Arıcı, Yönetim
Kurulu Üyeleri, Birim Müdürleri
ile OSTİM’den bazı firma
temsilcileri katıldı.
OSTİM adına Başkan Aydın’ın,
Gazi Üniversitesi adına da
Rektör Prof. Ayhan’ın imzaladığı
protokolle OSTİM işletmeleri
için tasarım konusunda eğitim,
danışmanlık, araştırma,
yenilikçilik uygulamaları,
merkez veya arayüzlerin
projelendirilerek oluşturulması
amaçlanıyor.
Ayhan: “Üniversiteler üretimin
içinde yer almalı.”
Törende konuşan Gazi
Üniversitesi Rektörü Ayhan,
21. Yüzyılın üretimde farklı
önceliklerin öne çıktığı bir
dönem olduğunu, artık sadece
ihtiyaç kadar üretme döneminin
geride kaldığını belirtti.
Ayhan, “Artık üretimde fark
OSTİM OSB yönetiminin, firmaların üretim
kapasitelerini ve çeşitliliklerini arttırmak için yaptıkları
çalışmalar sürüyor. Bu kapsamda OSTİM Yönetimi
ve Gazi Üniversitesi arasında “Tasarım Merkezi
Protokolü” imzalandı.
Güneş, temel amacın OSTİM’i bir
tasarım merkezi haline getirmek
olduğunu söyledi. Projeden elde
etmeyi umdukları en somut
çıktının OSTİM’de üretilen yeni
ürün sayısındaki artış olduğunu
vurgulayan Güneş, üretim
alanında zaten profesyonel
olan OSTİM’in imajını, yeni
ürün sayısındaki artışla da
taçlandırmak istediklerini belirtti.
yaratmak zorundayız, bu fark
da tasarımda ortaya çıkacaktır.
Artık üreticimiz tasarımın
önemini kavramış durumdadır.
Bu sebeple üniversite olarak
bizim bilgi birikimimizi sanayiye
aktarmamız, sanayinin de bizdeki
bilgileri uygulamaya geçirme
konusunda hevesli olması lazım.
Üniversiteler fildişi kulelerinden
inmelidir, üretimin içinde yer
almalıdır. Bu anlamda Türkiye
sanayisinin gözbebeği OSTİM’i
bilime verdiği önemden dolayı
kutluyorum” dedi.
Protokolün amacı hakkında
bilgi veren Gazi Üniversitesi
Sanat ve Tasarım Uygulama ve
Araştırma Merkezi (SANTUM)
Müdürü Yrd. Doç. Dr. Serkan
42
Aydın: “Tasarım konusundaki
tıkanıklık aşılacak.”
Protokol konusunda söz alan
Ostim Başkanı Orhan Aydın da
bu tasarım merkezine neden
ihtiyaç duyduklarını şu sözlerle
anlattı:
“Son yıllarda yürüttüğümüz
kümelenme faaliyetlerinde,
firmalarımızın fason
imalatçılıktan üretime geçmeleri
sürecinde tasarım noktasında
tıkanıyorduk. Bu sebeple
tasarım ofisleri ve tasarımcıların
bölgemizde yerleştirilmesi
son yıllarda çok gündemimize
gelmeye başladı. Hatta yeni
yapmış olduğumuz OSTİM
Finans ve İş Merkezi’mize
daha çok tasarım firması
yerleştirebilmek için çaba sarf
ettik. Bu çalışmaları sürdürürken
Gazi Üniversitesi aklımızdaki
işleri birlikte yapma teklifi ile
gelince çok mutlu olduk. Bu
projelerin firmalarımızın da ilgi
ve desteğiyle OSTİM’e çok katkı
sağlayacağını düşünüyoruz.”
OSTİM Proje Ofisi ve
ATAUM kol kola
OSTİM OSB, hem kendi kurumsal projeleri, hem de
bünyesindeki işletmelerin faydalanabileceği projelerin
geliştirilmesi ve yürütülmesi için Ankara Üniversitesi
Avrupa Toplulukları Araştırma ve Uygulama Merkezi
(ATAUM) ile ortak çalışmaya başladı.
OSTİM OSB, hem kendi kurumsal
projeleri, hem de bünyesindeki
işletmelerin faydalanabileceği
projelerin geliştirilmesi ve
yürütülmesi için Ankara
Üniversitesi Avrupa Toplulukları
Araştırma ve Uygulama Merkezi
(ATAUM) ile ortak çalışmaya
başladı.
Bünyesinde 5 bin küçük ve
orta ölçekte işletme barındıran
OSTİM Organize Sanayi Bölgesi,
firmaların gelişimi için yaptığı
çalışmalara bir yenisini daha
ekledi. Özellikle Avrupa Birliği
6. ve 7. Çerçeve programları
kapsamında geliştirilebilecek
projeler ve bu projelerin
yürütülmesi için Ankara
Üniversitesi Avrupa Toplulukları
Araştırma ve Uygulama Merkezi
(ATAUM) ile ortak çalışmaya
başladı.
OSTİM OSB Yönetim Kurulu
Başkanı Orhan Aydın, OSTİM
birim yöneticileri ve ATAUM
Müdürü Prof. Dr. Çağrı Erhan’ın
katılımıyla OSTİM OSB Bölge
Müdürlüğü’nde gerçekleştirilen
toplantı ile yapılacak olan
işbirliğinin detayları netleştirildi.
Buna göre ATAUM öncelikle
OSTİM’de kümelenme yapısını
oluşturmuş olan savunma,
yenilenebilir enerji, medikal
ve iş ve inşaat makineleri
alanlarındaki firmalarla bir
tanışma süreci geçirecek.
Bu süreç sonunda hangi
firmalarla ne tarz projeler
geliştirilebileceğine karar
verilecek. ATAUM Müdürü
Prof. Dr. Çağrı Erhan konuyla
ilgili şu bilgileri verdi: “Bizler
ATAUM olarak proje çağrıları
ve olabilecek diğer işbirliği
seçenekleri konusunda OSTİM’e
danışmanlık ve yönlendirme
hizmeti vereceğiz. Bunu
yapabilmemiz için de OSTİM en
rekabetçi olduğu bu 4 sektördeki
firmaları ve kapasitelerini çok
iyi tanımak zorundayız. Ayrıca
bizler sadece AB projelerini değil
Tübitak, DPT gibi diğer proje
çağrısı yapan tüm kurumları
OSTİM adına takip edeceğiz.”
Türkiye’nin yazdığı birçok
projenin daha içerik aşaması
incelenmeden teknik yazım
hataları sebebiyle reddedildiğine
de dikkat çeken Erhan, bu
sebeple bu işin profesyonelce,
alanında uzmanlaşmış bir ekip
tarafından yürütülmesinin de çok
önemli olduğunu belirtti.
Bu işbirliğinin asıl amacının
OSTİM’in ve bünyesindeki
işletmelerin kurumsal
kapasitelerini arttırabilmek
44
olduğunu vurgulayan OSTİM
Vakfı Genel Sekreteri Gülnaz
Karaosmanoğlu ise konuyla ilgili
şunları söyledi: “AB fonlarından
özelde OSTİM ve genelde de tüm
Türkiye’nin payının arttırılması
gerektiğini düşünüyoruz. Biz
OSTİM OSB yönetimi olarak
kurumsal proje başvurularında
bulunacağımız gibi özellikle
OSTİM KOBİ’lerinin de Ar-Ge
tabanlı, inovatif projeler ile bu
fonlardan faydalanmalarını
hedefliyoruz. Özellikle 6. ve 7.
Çerçeve AB projelerinde Türkiye
kendisi için ayrılan kaynağı
tam olarak kullanamamakta.
Dolayısıyla özellikle bu alanda
çalışmalarımızı yoğunlaştırarak
gerekli fonların ülkemiz
firmalarına ulaşmasını istiyoruz.
Yaptığımız araştırmalar sonunda,
Ankara Üniversitesi Avrupa
Toplulukları Araştırma ve
Uygulama Merkezi (ATAUM) bu
konuda en doğru çözüm ortağı
ve güçlü bir partner olarak
karşımıza çıktı. ATAUM, bu
alanda uzmanlaşmış kadrosu ve
tecrübesiyle OSTİM’in proje ofisi
şeklinde çalışacak. Bizler OSTİM
olarak AB’ye girmek ülkemiz
adına ne kadar önemli bilmiyoruz
ama şunu biliyoruz ki; onlara bu
süreçte ‘uyumayacağımızı ve
kendimizi unutturmayacağımızı’
göstermemiz gerekiyor.”
Örnek Sanayi Sitesi 1259. Sokak No: 10 Ostim - Ankara
Tel: (0312) 385 34 36 - 37 • Faks: (0312) 385 34 38 • www.ozercivata.com • ozercivata@ozercivata.com
İşçi sağlığı ve iş güvenliği için
Dünyada olduğu gibi ülkemizde
de işçi sağlığı ve iş güvenliğinin
tarihsel gelişimi çalışma
yaşamındaki gelişmelere bağlı
olarak benzer aşamalardan
geçmiştir. Meslek hastalıklarının
ve iş kazalarının önemli bir
sorun olarak gündeme gelmesi
sanayileşmenin gelişimi ile
yoğunluk kazandı. Bu sorunların
yoğunluğuna ve toplumsal
tepkilere bağlı olarak da çözüm
önerileri üretilmesi ve yaşama
geçirilmesine yönelik çalışmalar,
işçi sağlığı ve iş güvenliği
konusundaki etkinliklerin
planlanması zorunlu hale geldi.
Ülkemizde bu kapsamda,
KOBİ olarak tanımlanabilecek
küçük ve orta boy işletme
sayısı oldukça fazladır.
Genellikle atölye şeklinde
faaliyet gösteren KOBİ’lerde
işyerinin niteliğinden ve üretim
teknolojinden kaynaklanan
nedenlerle bir çok sağlık ve
güvenlik sorunları ortaya çıkıyor.
Bu olumsuz durum, mevcut
çalışma koşulları ve üretimde
kullanılan makine, teçhizat
ve tezgâhların niteliğinden
kaynaklanan güvensiz ortam,
özellikle işletmelerin sınırlı
sermaye yapıları ve iş güvenliği
konusundaki bilinç eksiklikleri ile
birleşince is kazalarının ortaya
çıkması, meslek hastalıklarının
görülmesi ve verimliliğin düşmesi
kaçınılmaz oluyor.
Ülkemizde iş kazaları sayıları
Sosyal Sigortalar Kurumu
(SSK) İstatistik Yıllıklarında
yer almaktadır. İstatistik Yıllığı
verilerine göre ülkemizde
2008 yılında 79.027 iş kazası,
574 de meslek hastalığı
meydana geldiği; bu iş kazaları
sonucunda 1.601 işçinin öldüğü
ve 3.407 işçinin ise bir daha
çalışamayacak şekilde sakat
kaldığı Bunlar sonucunda ise
Her yıl iş kazaları ve meslek hastalıkları nedeniyle
yüzlerce insan ölüyor. Türkiye de işçi sağlığı
bakımından sicili parlak olmayan bir ülke…
İşletmelerdeki tehlikelerin tanımlanması ve risk
kontrol çalışmaları ile iş sağlığı ve güvenliği
sorunlarını çözüme kavuşturmak, verimlilik ve
kalite artışına katkıda bulunmak için OSİAD, AB
destekli bir proje gerçekleştirdi. Proje kapsamında
4 ülkeye gezi düzenlendi.
1.895.235 iş günü kaybına
sebebiyet verdiği görülüyor.
Ortadoğu’nun en büyük organize
sanayi bölgesine sahip yaklaşık
20.000 KOBİ ve 150.000 çalışanı
olan Ostim, İvedik Organize
sanayi sitesinde, 5856 işyerinde,
2009 yılında yapılan işletmelerde
sanayi anketi sonuçlarına göre,
İşletme sahipleri ve çalışanların,
4857 iş kanununda da zorunlu
hale getirilen iş güvenliği
eğitimi konusunda destek almak
istedikleri ve işyerlerinden
büyük çoğunluğunda iş güvenliği
tedbirlerine itimat edilmediği,
iş gücünün bu konuda bilinçsiz
olduğu tespit edildi. (Ostim MEM2009 Anketi) Ankara’da bulunan
organize sanayi bölgelerimizde
ise, son 1 yılda 88 kişinin iş
kazası sonucu hayatını kaybettiği
ve 108 kişinin de çalışamayacak
durumda olduğundan malülen
emekli oldukları tespit edildi.
46
Projenin amacı
Projenin amacı; işletmelerdeki
tehlikelerin tanımlanması ve risk
kontrol çalışmaları ile iş sağlığı
ve güvenliği sorunlarını çözüme
kavuşturmak, verimlilik ve kalite
artışına katkıda bulunmak,
AB İş güvenliği çerçeve
yönetmeliğinin 7. maddesinin
ülkemizde uygulama sürecini
hızlandırmak amacıyla bölgemiz
işverenler, eğitmenlerin İş sağlığı
ve güvenliği konusunda bir
farkındalık yaratmaktı.
Özel amaç ise; Küçük ve
Orta ölçekli İşletmelerde risk
değerlendirme ve katılımı
arttırma çalışmalarının
yürütülerek, Ortadoğu’nun
en büyük sanayi bölgesinde,
KOBİ’lerde, sağlıklı ve güvenli bir
ortamı temin etmek, iş kazalarını
ve meslek hastalıklarını
azaltmak, çalışanları yasal hak
ve sorumlulukları konusunda
bilgilendirmek, onların karşı
İsveç heyeti: İsmail Erdem
(OSTİM MEM), Güven Bozsu
(Oluşum Grup), Ahmet Erbasan
(OSKAR), Ahmet Kurt (NETMON),
Mehmet Yılmaz (OSTİM MEM)
Almanya heyeti: Hasan Gevrek
(OSTİM MEM), Esin Acar (OSTİM
MEM), İsmail Vekil (OSTİM
MEM), Erol Şeker (OSTİM MEM),
Yasemen Raziye Çınar (Etik
Tasarım), Deniz Ezgi Ergül
(Güney Yıldızı), Gülay Özdemir
(OSİAD)
karşıya bulundukları mesleki
riskler ile bu risklere karşı
alınması gerekli tedbirler
konularında katılımcıların
yeterliliklerini artırmak, AB
Boyutunda İş Sağlığı ve Güvenliği
kültürünün oluşturulması
ve ülkemizde uygulanması,
adaptasyonun sağlanarak,
oluşabilecek iş kazaları riskini
azaltmaktır.
eğitim kurumlarından yönetici ve
eğitimcilerden oluşuyor.
Projenin katılımcıları
Projenin katılımcıları, LdV
Hareketlilik içindeki VETPRO
grubunda yer alıyor.
Katılımcılar, Eptim Elektrik Ltd.
Şti., Alfer Mühendislik Taah.
Tic. Ve San. A.Ş., Ostim Mesleki
Eğitim Merkezi Müdürlüğü,
Oskar Cephe Sistemleri
Alüminyum İnş. San. ve Tic.
Ltd. Şti., Gölbaşı Teknik ve
Endüstri Meslek Lisesi, Ostim,
İvedik, Sincan ve Gölbaşı
Organize sanayi bölgelerinde
hâlihazırda aktif olarak organize
sanayi alanları, KOBİ, küçük,
orta ve büyük işletmelerde iş
sağlığı ve güvenliği sorumlu
yöneticileri, işletme sahipleri,
Heyette kimler yeraldı?
4 ülkede inceleme
Proje kapsamında 5-12 Eylül
tarihleri arasında Almanya,
İsveç, İspanya ve Polonya’ya gezi
düzenlendi. Projenin ikinci gezisi
ise 2- 8 Ekim tarihleri arasında
İtalya, Yunanistan’a yapılacak.
İspanya heyeti: Nilgün Lük
(OSTİM MEM), Bülent Durak
(OSTİM MEM), Süleyman Özay
(Yıldız Yemek), Nihat Güçlü
(EPTİM), Ceren Ergül (Ergül
Makine), Yeliz Özkaraoğlu
(Özkara Hidrolik), Feruze Ergül
ve Mehmet Tezcan (Ostim MEM),
Polonya heyeti: Emrullah
Balıkçıoğlu (Balıkçıoğlu), Ersel
Akbaba (Ostim MEM), Adnan
Keskin (YILPA), Ahmet Cemil
Abiş (ACA METAL), Ömer
Ildıroyuk (MAS Makine), Ali
Özdemiroğlu (ALFER), Vedat İlçe
(OSTİM MEM)
47
Keskin: İçerik ihtiyaca göre
belirlendi
Projenin içeriğinin
katılımcıların istekleri ve
ihtiyaç duydukları konular
temel alınarak hazırlandığını
belirten OSİAD Başkanı
Adnan Keskin, “İş sağlığı ve
güvenliği sistemlerinin ülkemiz
KOBİ’lerine adaptasyonunun
sağlanması, mesleki eğitim
ve işletmelerin günümüz
şartlarında geliştirilerek,
Avrupa standartlarında bir
konumuna gelebilmesini
sağlayacaktır. Bu projenin
hedefi, yurtiçi ve yurtdışı
kurum ve kuruluşlarla işbirliği
temaslarında bulunularak;
devamlılığı sağlanacak bir iş
sağlığı ve güvenliği iletişim
ağının alt yapısını oluşturmak,
piyasanın ihtiyaç duyduğu
nitelikli ara eleman ihtiyacını
karşılayacak ve tüm çalışanların
da içinde olduğu iş sağlığı ve
güvenliği eğitim politikalarını
geliştirebilmek, iş sağlığı
ve güvenliği tekniklerindeki
benzerlikleri ve farklılıkları
inceleyerek farkındalık bilinci
oluşturabilmektir” dedi.
Ostimli firma Mekatron’un
büyük başarısı
Elektrikli araca dönüşümde sona gelindi
KOSGEB’den Ar-Ge desteği
alınarak Mekatron firması
tarafından başlatılan “İçten
Yanmalı Motorlu Araçların
Elektrikliye Dönüştürülmesi”
projesinde büyük mesafe
alındı. Projede sona yaklaşıldı
ve dönüşümü yapılan ilk
aracın yol testlerine başlandı.
Elektrikli Seri Araç Dönüşüm
faaliyetlerine 2012 yılı başında
başlanılacağı bildirildi. TÜREV
markalı Mekatron Ltd. Şti.
OSİAD üyesi Zafer Demirbüken
ve Demirbüken firmasının yan
kuruluşu…
Artan fosil yakıt maliyetleri ve
çevre kirliliğinin son yıllarda
elektrikli araçlara olan ilgiyi
arttırdığı biliniyor. Elektrikli
araçlar sıfırdan üretilebileceği
KOSGEB’den Ar-Ge desteği alınarak Mekatron
firması tarafından başlatılan “İçten Yanmalı
Motorlu Araçların Elektrikliye Dönüştürülmesi”
projesinde büyük mesafe alındı. Projede sona
yaklaşıldı ve dönüşümü yapılan ilk aracın yol
testlerine başlandı. Elektrikli Seri Araç Dönüşüm
faaliyetlerine 2012 yılı başında başlanılacağı
bildirildi.
gibi, trafikteki mevcut
araçların da elektrikli araca
dönüştürülmesi mümkün.
Sanayi Bakanlığı’nın 2010
yılında yayınladığı yönetmelik
ile ilgili testleri yapmak kaydıyla
ikinci el araçlarda elektrikli
araca dönüşümüne izin verildi.
Bakanlık, münferit dönüşüme izin
vermiyor.
Mekatron firması ilk dönüşümü
yapılacak olan aracı Hyundai
Accent olarak seçti. Bu
48
seçimdeki amaç, Hyundai
Accent’in ülkemizde satışı en
çok yapılan araç modellerinden
biri olması ve alınacak Tip/
Onay Belgesi ile tüm Hyundai
Accent’leri çevirebilecek olması.
İlk olarak Türkiye’deki ticari
taksiler, araç filolarına, araç
kiralama firmalarına dönüşüm
hizmeti verileceğini belirten
Şirket Müdürü Makine Mühendisi
Özer Arslan, “Bunu takiben
diğer araçların modellerinin
araç, minibüs, kamyonet hatta
Sökülen parçaların yerine takılan
parçalar ise şöyle:
Elektrikli Araç Kontrol Ünitesi,
E-ECU
Aracın hareketini veren
Elektrik Motoru, Elektrik
Motorunu kumanda eden Motor
Kontrol Bilgisayarı,
Elektrik motoruna elektrik
sağlayan Lithium Serisi Piller
Litihium Pilleri şarz eden şarz
cihazı.
Elektrikli Araçlar için gerekli
olan frenleme ve hidrolik
direksiyon çözümleri ve diğer
aksesuarlar.
otobüsler dahil dönüşüm
çalışmalarına da başlanılacaktır.
Dönüşüm maliyetleri taksitler
şeklinde kullanıcılardan tahsil
edilecektir. Ortalama aylık taksit
maliyetleri, benzin / lpg / mazota
ve aracın bakımına aylık ödenen
bedeller civarlarında olacak
ve azami 12 ay içinde yatırım
kendisini amorti edecektir.” dedi.
Hafifleyen araçlar İçten
Yanmalı Motora sahip (benzinli,
LPG’li veya Dizel) bir aracın
elektrikli araca dönüşümü
sırasında aşağıda belirtilen
araç parçalarının hepsi araçtan
bir daha kullanılmamak üzere
sökülüyor. Araçtan sökülen
parçalar şöyle:
İçten Yanmalı Motor (Buji, Enjektör, Yağ Pompası dahil)
Şanzıman/Difransiyel
Baskı/Balata, Debriyaj, Vites Kolu
Radyatör/Antifriz
Yakıt Deposu
Şarz Dinamosu
Marş Motoru
Yakıt pompası
Yağ Filitresi
Hava Filitresi
Yakıt Filitresi
49
Temel Teknik Özellikler:
Aracın Motoru: AC tip,
(Regeneratif frenlemeli, Motor
kontrol bilgisayarlı)
Aracın Azami Hızı: 120 km/saat
Araç Şanzıman/Difransiyeli:
Tek Dişli Oranlı (8:1, 10:1 veya
11:1 toplam dişli oranlarında
seçenekli).
Aracın Bataryaları: Lithium
Fosfat (en az 3000 kere şarz
ömrü)
Araç içi şarz cihazı (Her hangi bir
220 volt prizde çalışabilen)
Araç menzili: 220 km (şarz
sonrası ikinci şarza kadar
gidilecek yol)
Sarfiyat: Kilometrede sadece 2
kuruş
Sıfır Emisyon
Sessiz
Çalışan mekanik parça sayısının
çok az olmasından dolayı düşük
bakım maliyeti.
22. Cad. 1452. Sk. No: 94 İvedik
Organize Sanayi Bölgesi - ANKARA
Tel: 0312 395 23 34
Fax: 0312 395 23 54
www.mekatron.net
skype: mekatro eng
İş güvencesi ya da işe iade davaları
Av. Serhad ŞAHİN
Bugün yürürlükte olan anlamıyla
iş güvencesi hükümleri 9 ağustos
2002 tarih ve 4773 sayılı kanun ile
girmiştir. “İş Kanunu, Sendikalar
Kanunu ile Basın mesleğinde
çalışanlarla çalıştıranlar arasındaki
münasebetlerin tanzimi hakkında
kanunda değişiklik yapılması
hakkında kanun“ başlığını taşıyan
kanun 15 ağustos 2002 tarih ve
24847 sayılı Resmi Gazete’de
yayımlanarak yürürlüğe girmiştir.
Kanun yayımlandığı tarihte
yürürlükte olan 1475 sayılı İş
Kanunu 22.05.2003 tarihinde kabul
edilip 10 Haziran 2003 tarihli Resmi
Gazete’de yayınlanan 4857 sayılı iş
kanunu ile yürürlükten kaldırılmıştır.
(1475 sayılı iş kanunun sadece
kıdem tazminatını düzenleyen
hükmü yürürlükten kaldırılmamış
olup, halen yürürlüktedir.)
1475 sayılı iş kanununda 2002
yılında yapılan değişiklikle
hukukumuza giren “İŞ GÜVENCESİ”
kavramı 4857 sayılı İş Kanununda
da korunmuştur.
Konuya genel olarak baktığımızda
işverenin, tazminatlarını ödemek
kaydıyla, işçisi ile yaptığı iş akdini
dilediği zaman feshedeceğini
görürüz. (istisnai haller saklı
kalmak kaydıyla) 2002 yılında
yapılan değişiklikle işverenin bu
serbestisine kısıtlama getirilmiştir.
Bu değişiklik ile işverenin
tazminatlarını vererek işçisini işten
çıkarmasının yolu daraltılmıştır.
Kavram 1475 sayılı (eski) iş
Kanununda yapılan değişiklikle
hukuk uygulamasına girmiş
olmakla beraber halen yürürlükte
olan 4857 sayılı İş Kanununda da
uygulama alanı bulmuş olması
sebebiyle, biz konuyu güncel olan
4857 sayılı iş kanunu açısından ele
alacağız.
KAVRAM:
İş güvencesi nedir? İş güvencesi
bir işyerinde çalışmakta olan
işçinin iş akdinin keyfi olarak
(herhangi bir sebep göstererek
veya göstermeksizin) sona
erdirilememesi, akdin sona
erdirilmesi için sebep gösterilmesi
ve bu sebebin kanunda gösterilen
hallere uygun olması olarak
tanımlanabilir.
İş Kanununda iş akdinin feshi için
haklı sebepler ve geçerli sebepler
öngörülmüştür. Haklı sebeplerin
varlığı halinde işveren, herhangi
bir tazminat ödemeksizin iş akdini
feshedebilir. Örneğin, işyerinde suç
işleyen (hırsızlık yapan, işverene
veya çalışma arkadaşlarına karşı suç
sayılan eylemlerde bulunan v.s.)
işçinin iş akdi işveren tarafından
tazminatsız olarak feshedilebilir.
Peki işçinin herhangi bir kusuru
yok ancak, işçinin çalışmasına
artık ihtiyaç duyulmuyor ise ne
olacak İşte iş güvencesi kavramı
50
50
burada karşımıza çıkmaktadır.
İşçinin herhangi bir kusuru, iş
akdinin işçiden kaynaklanan
feshini gerektirecek bir durumun
bulunmaması halinde dahi, feshi
zorunlu hale gelebilir. Örneğin,
5 işçinin yaptığı işin daha ucuz
ve daha kısa sürede- daha
kaliteli yapılması için makine
alınması halinde bu işçilerden
3 tanesinin çalışmasına artık
ihtiyaç duyulmayabilir. İşveren
bu durumda, karşısına çıkan iş
güvencesi hükümleri sebebiyle,
artık ihtiyaç duymamasına rağmen
bu kişileri işyerinde tutmaya devam
etmek zorunda mıdır?
4857 SAYILI İŞ KANUNUNDAKİ
DÜZENLEME :
İş güvencesi hükümlerinin
hukukumuza girdiği tarihten
itibaren uygulanması için
getirilen ön şart, işyerinde çalışan
işçi sayısının asgari 30 olması
gerektiğidir. Yani, İş güvencesi
hükümleri 30 kişiden az sayıda
çalışanın olduğu iş yerlerinde
uygulanmayacaktır. Otuz veya
daha fazla işçinin çalışması şartı
yanında iş sözleşmesinin belirsiz
süreli olması, işçinin en az altı
aylık kıdeminin olması, feshin
işçinin yeterliliğinden veya
davranışlarından yada işletmenin,
işyerinin veya işin gereklerinden
kaynaklanın geçerli bir sebebe
dayanması gerekmektedir. (iş
Kanunu md.18) Kanun hangi
hallerin geçerli sebep olarak kabul
edilemeyeceğini de göstermiştir;
birkaç örnek verecek olursak:
sendika üyeliği, çalışma saatleri
dışında veya işverenin rızası ile
çalışma saatleri içinde sendikal
faaliyetlere katılmak, işyeri sendika
temsilciliği, sözleşmeden veya
mevzuattan kaynaklanan haklarını
takip etmek veya yükümlülüklerini
yerine getirmek için işverene
aleyhine adli veya idari makamlara
başvurmak başlatılmış olan bu
sürçlere katılmak ırk, renk, cinsiyet,
medeni hal, aile yükümlülükleri,
hamilelik, doğum, din, siyasi görüş
ve benzeri nedenler, v.s.
İş kanunu, 30 ve daha fazla işçi
çalıştıran işyerlerinde hangi hallerin
geçerli sebep sayılamayacağını
açıkça göstermiştir. Peki, örneğin,
işverenin işçiyi çıkarması halleri bu
yasaklardan birisinin kapsamına
girmekle beraber, işveren
kanunun kabul ettiği bir sebebi
gerekçe göstererek işçiyi işten
çıkarabilir mi?
İş Kanunun 19. maddesine göre,
işveren, iş akdinin feshini yazılı
şekilde yapmak ve iş akdinin fesih
sebebini açık ve kesin bir şekilde
göstermek zorundadır. İş Kanunun
20. maddesi hükmüne göre de
işçi, fesih bildiriminin tebliği
tarihinden itibaren 1 ay içinde iş
mahkemesinde dava açabilir ve
işe iade edilmesini isteyebilir. Bir
aylık süre kesin süre olup, hak
düşürücüdür. Yani, işçi 1 ay içinde
işe iade davasını açmaz ise, bu
davayı açma hakkını kaybeder.
Ancak, işçinin işe iade davası
açma hakkını kullanmaması diğer
haklarını kullanmasını engellemez.
(örneğin işveren tazminatsız
olarak iş akdini feshetmiş ise işçi
tazminatlarının ödetilmesini dava
edebilir.)
İş akdinin hangi sebeple sona
erdirildiğini ispat yükü işverendedir.
Ancak, işçi, işverenin ileri
sürdüğü fesih sebebinden ötürü
değil de başka bir sebeple iş
akdinin feshedildiği iddiasında
ise, bu iddiasını ispat etmekle
yükümlüdür. Yukarıda verdiğimiz
örneğe dönersek, işveren yeni
ve yüksek teknolojiye sahip bir
makine alındığı için çalışan 5
işçiden 3’ünün çalışmasına ihtiyaç
kalmadığı gerekçesiyle işten
çıkardığını bildirmiş ancak çıkarılan
işçilerden bir tanesi, kendisinin
örneğin dini veya siyasi sebeplerle
işten çıkarıldığı iddiasında ise
iş mahkemesinde dava açıp bu
iddiasını ispatlayarak işe iadesini
isteyebilir.
İŞÇİNİN İŞE İADE DAVASI AÇMASI
VE SONUÇLARI
İş kanunun 20.maddesi gereğince
işçi iş akdinin feshedildiğinin
kendisine tebliğinden itibaren
1 ay içerisinde iş mahkemesine
müracaat ederek akdin feshinin
geçersizliğinin tesbiti ile işe
iadesini talep edebilir. Bu durumda
mahkeme yapacağı yargılama ile
durumu inceleyecek, gerekirse
bilirkişiden görüş alacak ve işveren
tarafından iş akdinin feshedilmiş
olmasının iş kanununa uygun olup
olmadığını tesbit edecektir. Şayet,
iş akdinin feshinde gösterilen
sebepler kanunda gösterilen
sebeplere uygun ve ispatlanmış
olursa, işçinin açtığı işe iade davası
reddedilecektir.
Ancak, iş mahkemesi tarafından
yapılan yargılama sonunda,
iş akdinin feshinin dayandığı
sebepler geçersiz bulunursa ne
olacak ? Mahkeme işçinin talebini
haklı görürse, iş akdinin feshinin
geçersizliğine, işçinin işe iadesine
ve ayrıca işçinin çalıştırılmadığı
dönem için en fazla 4 aya kadar
ücret ve diğer haklarının işçiye
ödenmesine karar verir.
Mahkemece verilen kararın
kesinleşmesinden itibaren işçi, 10
gün içinde işverene müracaat ve
işe başlatılmasını talep etmek,
bu müracaat üzerine, işveren,
1 ay içinde işçiyi işe başlatmak
zorundadır. Mahkeme kararında,
işverenin bu 1 ay içinde işe
başlatmaması halinde ödemesi
gereken tazminat miktarını da
gösterir. Buna göre, işçinin 10 gün
içinde başvurusuna rağmen 1 ay
içinde işe başlatmayan işveren,
işe başlatmama tazminatı olarak
mahkeme kararında gösterilen,
en az 4 aylık en fazla 8 aylık ücret
tutarında tazminatı da ödemekle
yükümlü olacaktır.
Eğer işveren iş akdini feshederken
işçinin tazminatlarını da ödemiş,
51
51
ancak, mahkemece feshin
geçersizliğine ve işçinin işe iadesine
karar verilmiş ise, bu durumda
işçiye yapacağı ödemelerden daha
önce yaptığı ödemeleri mahsup
edebilir. Yukarıda da bahsettiğimiz
üzere, işçi, mahkemenin işe iade
kararının kesinleşmesinden itibaren
10 gün içinde, işe başlatılmak üzere
işverene müracaat etmemiş ise
artık iş akdinin feshi geçerli hale
gelmiş olur.
İş kanunu 21. maddesi bazı
yasaklamalar getirmiştir:
Maddede öngörülmüş olan işe
başlatmama halinde ödenecek
tazminatlar (en az 4 aylık ücret
en fazla 8 aylık ücret tutarında),
çalışılmadan geçen sürelere ilişkin
ödemeler (4 aya kadar ücret ve
doğmuş diğer hakları) işçinin
başvurusundan itibaren 1 ay içinde
tekrar işe başlatma zorunluluğuna
ilişkin hükümlerin sözleşme ile
değiştirilemeyeceğini, bunların
aksi yöndeki hükümlerin geçersiz
olduğunu da hükme bağlamıştır.
HUKUK UYGULAMASI:
İş kanunun 20.maddesine göre
işe iade davalarının 2 ay içinde
mahkemece sonuçlandırılması
temyiz edilmesi halinde
Yargıtay tarafından 1 ay içinde
sonuçlandırılması gerekmekte ise
de uygulamada iş yoğunluğu bu
sürelere uyulmasını olanaksız hale
getirmektedir.
Burada son olarak şunu
belirtmek isterim; yukarıdaki
açıklamalar sadece özet bilgi
verici mahiyettedir. İşe iade – iş
güvencesi konusu boyutları çok
geniş bir konu olup, ciltlerce
esere, binlerce mahkeme-Yargıtay
kararına konu olmuştur. Halen de
konu ile ilgili pek çok yeni görüş ve
karar ortaya çıkmaktadır.
Şahin Hukuk Bürosu
Av. Serhad ŞAHİN - Av. Songül
ÖZDEMİR SEYFİ
Alınteri Bul. Ostim İş Merkezleri B
Blok No: 27/13 Ostim - Ankara
Tel/Faks: 0312 354 56 19 385 46 02
GSM: 0532 313 81 79
0536 774 08 05
Gıda güvenliği mi gıda
egemenliği mi?
Koray ÇALIŞKAN
Uluslararası güvenlik uzmanları eskiden soğuk savaşı, ideolojileri, silahlanma
yarışını konuşurdu. Artık güvenlik denince akla gıda geliyor.
Çeyrek yüzyıl içinde uluslararası
ilişkilerdeki en önemli krizlerin
gıdaya hâkimiyet nedeniyle
çıkacağı tahmin ediliyor.
Çok geliştiğine inanılan
medeniyetimizin kendini nasıl
doyurabileceğini hâlâ çözememiş
olması ilginç bir ironi. Dünyada
800 milyon insan aç, 800 milyon
insan obez. Tam distopya.
Küresel bir gıda krizine doğru
ilerlerken, iki çözüm stratejisi
belirdi. İlki, Dünya Bankası
ve IMF’nin reçetesini yazdığı
‘gıda güvenliği’ stratejisi.
Serbest piyasa reformlarının
genişlemesini, şirket tarımının
özendirilmesini, tek tip ve hatta
GDO’lu tohumun kullanılmasını
özendiren bu strateji, gıdayı
para kazanmak için bir fırsat
olarak görürken, gıda üretenleri
ve gıdanın üretildiği yerleri gıda
‘sektörü’ için bir araç olarak
görüyor. Biri üretsin, bir toplasın,
biri dağıtsın, biri yesin, şirketler
de hani bana desin…
Gıda egemenliği başka
İkinci strateji, ‘gıda krizi’ni,
krizin çözümü olarak önerilen
yaklaşımın yarattığını düşünüyor.
İnsanın doğayla ya doğrudan
ya ailesiyle ilişki kurması
gerektiğini özendiren ‘egemenlik’
yaklaşımı, şirketlerin kâr hırsı
kontrol edilmedikçe, gıdada
değil güvenlikten, egemenlikten
dahi bahsedemeyeceğimizi
savunuyor. 2007’de Mali’de ilk
kez toplanan Gıda Egemenliği
52
Forumu, küresel bir güç olarak
örgütlenmeye karar veriyor.
Son dört sene içinde onlarca
toplantı ve forum düzenliyor.
Bu forumlardan sonuncusu,
Nyeleni Avrupa Gıda Egemenliği
Forumu, Avusturya’nın Krems
kentinde geçen hafta toplandı ve
pazartesi günü bir deklarasyon
yayımladı.
Tüm Avrupa ülkelerinden
400’den fazla delegenin katıldığı
forumda bizi Çiftçi Sendikaları
Konfederasyonu, Tohum
İzi Derneği, Kibele Ekolojik
Üreticiler Kooperatifi, Boğaziçi
Üniversitesi Tüketim Kooperatifi
ve Ekoloji Kolektifi’nden
köylüler, akademisyenler,
kooperatifçiler ve aktivistler
temsil etti. Avrupa’nın en
kalabalık köylü nüfusuna sahip
Türkiye’nin de orada olması
önemliydi. Forumun dünyada
ve Avrupa’da vardığı sonuçlar
önemli. Öncelikle gıda üretim,
dağıtım ve paylaşımında sistemik
bir değişikliğe gitmeden adil ve
çevreye duyarlı bir gıda rejimi
yaratılamayacağını savunuyorlar.
Bunun için beş adımlık basit bir
model öneriyorlar:
1) Endüstriyel olmayan, küçük
çiftçi tarımına, işlemesine ve
alternatif bir dağılıma dayanan,
ekolojik olarak sürdürülebilir ve
sosyal olarak adil bir gıda üretim
ve tüketim modeli icin çalışmak.
2) Gıda dağıtım sistemini
yerelleştirmek ve üreticiler ile
tüketiciler arasındaki zinciri
kısaltmak.
3) Gıda ve tarım alanında çalışma
koşullarını ve sosyal koşulları
iyileştirmek.
4) Ortak varlıkların (toprak,
su, hava, geleneksel bilgi,
tohum ve hayvanlar) kullanımı
ve mirası hakkındaki karar
alma mekanizmalarını
demoratikleştirmek.
5) Kamu politikalarının, kırsal
bölgelerin canlılığını, gıda
üreticileri için adil fiyatları ve
herkes için güvenli, GDO’suz
gıdayı garanti etmesini
sağlamak.
İki model
Önemli bir karar eşiğindeyiz.
Önümüzde ya gayrimedeni
bir neoliberal Gıda Güvenliği
Modeli var. Ya da adaleti ve
çevre duyarlılığını bir araya
getiren medeni bir Gıda
Egemenliği modeli. İlki şirket
tarımını özendiren, bebeklere
dahi GDO’lu mamalar vermede
sorun görmeyen, suyu, toprağı
havayı me(f)ta olarak gören bir
piyasacı mantık. İkincisi, Gıda
Egemenliği Forumu’nun önerdiği,
53
sürdürülebilir, gıdayı üreten
ve tüketenin ortak iradesiyle
şekillenmiş bir zincire dayanan,
yemeği şirketin değil yiyenin ve
üretenin hâkimiyetine bırakan
insancıl mantık. Güvenlikçiler
hakkını yeterince kullandı. Sonuç:
Kitlesel açlık veya şişmanlık.
Artan fiyatlar. Tarlayı basan
zehirler, şirketlerin tellerle
çevirdiği tarlalar, hıyarla domatın
hızla birbirine yaklaşan tadı…
Sıra, “Gıdada egemenlik kayıtsız
şartsız önce doğanın, sonra
halkın” diyenlerde. İlk grupta
köylüler yok, gençler yok.
Küreği, çapayı kazma sananlar
çoğunlukta. İkinci grupta
kadınlar, gençler, köylüler,
akademisyenler, aktivistler,
kadınlar, herkes var. Büyük
şirketler ve tarım bakanları
yok. Yakında bir tercih yapmak
zorunda kalacağız. Karar
vermeliyiz. O parlak parlak, hıyar
gibi domatlardan gına gelmedi
mi?
Kaynak: Radikal.com – 26
Ağustos 2011
Muhafazakarlık
Philippe Benetonİletişim Yayınevi
Muhafazakârlıktan ne anlamalıyız? Fransız siyaset bilimci Philippe Bénéton, bu soruyu
sorarak başladığı eserinde muhafazakârlığın nasıl doğduğunu, nasıl geliştiğini ve dünya
siyaset tarihine etkilerini ele alıyor.
Bénéton’a göre muhafazakârlık Fransız İhtilali’nden sonra ortaya çıkan entelektüel ve siyasal
bir hareket. Modern zamanlarda moderniteye karşı ortaya çıktığı için doğası gereği karşıdevrimci bir ideoloji. Bu nedenle muhafazakârlar devrimin her türlü uygulamasını ve ilkelerini
insanın toplumsal ahlâkına ve doğasına aykırı buldukları için kökten reddederler. Buradan
hareketle aydınlanmaya, insan haklarına, daha genel olarak da modern siyaset projesine
karşıdırlar.
Bénéton muhafazakârlık üzerine düşünen ve eser veren, başta Edmund Burke, Joseph
de Maistre, Louis de Bonald ve Charles Maurras gibi dönemin önemli yazarlarının
çalışmalarından da faydalanarak karşı devrimci ve gelenekselci muhafazakârlığın 19. yüzyıl
Avrupası’na nasıl bir siyasal ve entelektüel katkıda bulunduğunu inceliyor ve Avrupa’nın
tarihsel evrimini yavaşlatıp yavaşlatmadığını sorguluyor.
Dünyada ve Türkiye’de Yazılım Sektörü
Fuat Alican
İletişim Yayınları
Dünyada ekonomik ve politik alanlardaki gelişmeler; bilişim, internet, arama motorları,
dijital fotoğraf, televizyon, multimedya, oyun, taşımacılık, telekomünikasyon, insanla makine
arasındaki ilişki, ses tanıma, dış kaynak kullanımı, açık kod, süreç ve dağıtım ağları gibi
alanlardaki yenilikler, yazılım ürün ve hizmetlerinin yönünü de etkilemektedir.
Avrupa Birliği sürecinde ve bilişimin yalnızca kullanıcısı değil, aynı zamanda üreticisi olmaya
geçiş aşamasında, yazılım, Türkiye için öncelikli sektörlerden biridir. Türkiye’de yazılım
sektörü, son yıllardaki bazı çabalara rağmen, gerekli atılımı henüz gerçekleştirememiştir.
Bu yapıt, Türk yazılım sektörüne yön ve strateji belirleyici; sorunları analiz eden ve çözüm
önerileri getiren; ülke özelliklerini ve dünyadaki gelişmeleri göz önünde bulunduran;
ülkelerarası karşılaştırmalı; hem teorik hem pratik tarafı olan; yazılımın ülke ekonomileri için
önemini teorik olarak anlatan, aynı zamanda somut ve toplumsal problemlerin çözümüne
katkıda bulunmayı amaçlayan; üniversite ve diğer eğitim merkezlerinde bilişim ve iktisadi
ve idari bilimler öğrencilerinin, devlet ve hükümet yetkililerinin, yazılım sektörü firmalarının,
müşterilerin ve yatırımcıların yararlanabileceği bilimsel ve akademik bir araştırma örneğidir
Genin Yüzyılı
Evelyn Fox Keller Metis Yayınları
Yaşam nedir? Keller’ın “genin yüzyılı” adını verdiği yirminci yüzyılda egemen
paradigma, biyoloji biliminin temel derdi olagelmiş bu soruya genleri ve gen
replikasyonunu merkez alan bir cevap vermişti: Kalıtsal özelliklerin kuşaklararası
istikrarı ile evrim için zorunlu olan değişim arasındaki dengenin sırrı, adeta sihirli
özellikler atfedilen “gen” kavramında aranıyordu. Keller, genetik ve moleküler
biyoloji alanında gen kavramı sayesinde elde edilmiş olan kazanımların, tarihsel
bir bakış açısıyla kapsamlı bir analizini yapıyor. Ama hepsi bu değil: Bizzat bu
kazanımların yaşamın özünü salt gende arayan anlayışa nasıl meydan okuduğunu
da gösteriyor. Hâlâ işe yarasa da, üzerine gereğinden fazla yük bindirilmiş olan gen
kavramını yavaş yavaş geride bırakacak yeni bir sözcük dağarcığına ihtiyacımız
olduğunu, öncelikle de şunu kavramamızın elzem olduğunu söylüyor: Bir sistemin
bileşenlerini anlamak, bu bileşenler arasındaki etkileşimleri anlamaya yetmeyebilir.
İnsan Genom Projesi’nin yakın tarihlerde tamamlanmış olmasının anlamı ve
bilgisayarlarla canlı organizmalar arasında kurulan analojilerin ne ölçüde işe
yaradığı gibi daha popüler meseleleri de değerlendiren kitap, bilimsel düşüncede
kaydedilmiş aşamaları, pasif bir biçimde öğrenilip iman edilmesi gereken nihai
hakikatler olarak sunmuyor. Eskileri sarsacak yeni hakikatler aramaya kılavuzluk
eden ipuçlarının izini sürerek, bilimin bir donmuş doğrular deposu değil bitimsiz bir
faaliyet olduğu gerçeğini vurguluyor.
54
55