smyrna`nın tılsımı
Transkript
smyrna`nın tılsımı
SMYRNA’NIN TILSIMI Erdal Aktan Smyrna’nınTılsımı Sayfa1 BÖLÜM I Yatağın ortasındaki ıslaklıktan bir türlü gözlerini ayıramıyordu. Büyükannenin anlattığı masallardaki çöllerde rüzgarın her gün şekilden şekle soktuğu kum tepelerini andıran çarşafın kıvrımlarının tam ortasında küçük, sakin, huzurlu bir göl aklını ve tüm benliğini etkisi altına almış, ismini fısıldar gibiydi. “Korkma Fotios. Utanma. Biz hiç ayrılmayacağız. Seni her gece düşlerindeki sıkıntıdan kurtaracağım, rahatlayacaksın.” Büyükannenin masalları gibi güzel konuşabiliyordu göl. Birkaç kez burnunu çekerek yanaklarından süzülen yaşları sildiğinde ağladığının farkına vardı. Yeterince büyüdüğünde bitecek diye düşünüyordu annesi ama ısrarla yinelediği “ne zaman?” sorusuna ise hiçbir bıkkınlık belirtisi göstermeden sadece “çok yakında bebeğim, çok yakında” diye fısıldayarak yanıt veriyor, bu yanıtın yaratacağı düş kırıklığını telafi etmek için de cesaret verici gülümsemesini yüzünden hiç eksik etmiyordu. Bu sırrı paylaştıkları süre boyunca sanki çocukların yataklarını ıslatmaları normal bir olaymış gibi davranmış, herkesin bu sırrını sadece annesiyle paylaştığını ima eden sözleriyle de, belki de arkadaşlarının birçoğunun aynı durumda olduğunu düşünmesini sağlayarak içindeki eziklik hissini bir miktar azaltmayı başarabilmişti. Annesinin bu durumdan yakındığını hiç anımsamıyordu. Her sabah erkenden öperek kaldırır, çarşafı değiştirirken hiç önemli olmadığını tekrarlayıp dururdu. Buna rağmen, çarşafı kaldırdığında ortaya çıkan muşamba çok utanç vericiydi. Üstünde yatarken çıkardığı hışırtıların, sırrını tüm dünyaya alaycı bir şekilde fısıldadığını düşünür, her ne kadar annesi aksini iddia etse de bunun aslında pek az çocuğun sorunu olduğunu hissederek her gece uykuya dalmadan önce ya ertesi sabah bu utancın bittiğini görerek uyanmayı ya da uykusunda ölmeyi dilerdi. Bari bu gece olmasaydı! Aylardır evin içinde giderek büyüyen huzursuzluk ve kavgalar son zamanlarda babasının sık sık eve geç gelmesinden kaynaklanıyordu. Bu gece olduğu gibi onu beklerken oyunlar oynuyorlar ama annesinin gülümseyen yüzünün ortasındaki iki endişeli göz kendisinden bir şeyler gizlendiğini ele veriyordu. Korku evin içine sinmişti sanki. Ona belli etmemeye çalışsalar da endişe ve korkunun kokusunu duyabiliyordu. İşitebildiği bölük pörçük cümleler, evde konuşulanları hiç kimseye anlatmaması gerektiğine dair tembihler, geceleyin sıkı sıkıya kapatılan perdeleri aralamasına dahi izin verilmemesi annesiyle babası arasındaki kavgalara neden olan şeyin bu korku olduğunu sezmesi için yeterli olmuştu. Bu düzeyde olmasa da, tanıdığı herkesin giysilerinde korkunun o bildik kokusunu belli belirsiz duyabiliyor, gelişi güzel konularda konuşurlarken bile seslerindeki endişenin tınısını hissedebiliyordu. Evdeki o berbat kavgalar bile neredeyse fısıldayarak yapılırdı. Aslında oldukça komikti, yüzleri sinirden kıpkırmızı olmuş iki insanın fısıldar gibi birbirlerine bağırdıklarını gördüğünde Smyrna’nınTılsımı Sayfa2 birkaç kez kendini tutamamış ve gülmüştü. Bir yandan da içerliyordu bu duruma, çünkü ona kızdıklarında avazları çıktığı kadar bağırabiliyorlardı. Bir keresinde kıskançlıkla bu duygusundan annesine söz ettiğinde kadın hiçbir şey söylemeden onu göğsüne bastırmış, sıkı sıkı sarılırken ağlamaya başlamıştı. Babası neşeli ve güler yüzlüydü. Diğer babalar gibi uzak durmaz her eline geçen fırsatta çok sevdiği yürüyüş gezilerine çıkartırdı onu. Neredeyse her tarafını dolaşmışlardı Atina’nın. Ya da ona öyle geliyordu. Belki de o uzun yürüyüşlerin hiç birisi Nea Smyrni’nin dışına ulaşabilecek kadar uzun değildi. Yorulduğunda babası onu omzuna bindirir, “Dünya çok büyük, buradan daha fazlasını görebilirsin” derdi. Ona bu kadar sıcak, şakacı ve eğlenceli gelen birisinin annesini o kadar kızdıracak ne yaptığına bir türlü akıl erdiremiyordu. Koskoca mühendis olmuştu ama aklı bir karış havadaydı annesine göre. Halbuki o babasıyla gurur duyardı. Nerede çalıştığını sorduklarında dili biraz zor dönerdi ama becerip de yüksek sesle “Politeknikte” diyebildiğinde insanların ona arkasından imrenerek baktıklarını düşünürdü. Önceleri Politeknik’in polislerin çalıştığı bir yer olduğunu sanıyordu. Babasının her gün niye oraya gittiğini merak eder dururdu. Boşuna değildi bu yanılgısı, babasının annesine sık sık iş yerindeki polislerden söz ettiğini duyardı yarım yamalak. Daha sonraları, Politeknik’in ülkenin en bilinen üniversitelerinden birisi olduğunu anlatmışlardı. Üniversite, büyüklerin gittiği, çok büyük bir okul demekti. Babası orada öğrencilere ders anlatıyor, nasıl mühendis olacaklarını öğretiyordu. Aslında, annesi de sık sık gururla söz ederdi babasından, ama birkaç kez kavga esnasında, onları yeterince düşünmediğini, işinde henüz yolun başında olduğunu, saçma sapan olaylara karışmayıp işiyle ilgilense kısa sürede yükselip kalıcı bir yere sahip olacağını, o zaman belki biraz rahata kavuşabileceklerini söylediğini, daha doğrusu fısıldayarak bağırdığını duymuştu. Çok rahat bir yaşamları olmadığından ilk kez o zaman haberi olmuştu. Halbuki kendisinin günleri –geceleri hariç- oldukça mutlu geçiyordu. Annesinin babasından kalan önü arkası bahçe iki katlı eski ama oldukça rahat bir evde yaşıyorlardı. Babasının işten sonraki zamanlarını bazı öğrencilerle geçirip eve geç vakitlerde gelmesi annesini oldukça huzursuz ediyordu. “Polis her yerde” diyordu ısrarla. Altı yaşında bir çocukla her gece korku içinde onun dönüşünü beklemeye daha ne kadar katlanacağını soruyordu. Oğlunu ve karısını biraz sevse, ne olduğu belirsiz kişilerle orada burada toplanıp saatlerce konuşacağına, eskiden olduğu gibi onlarla ilgileneceğini söylüyor ve çoğu zaman da söylediklerini gözyaşlarıyla destekliyordu. Üşüdüğünü hissetti. Odanın içi oldukça soğuktu. Pencere ve kapı kapalı olmasına rağmen bedenini yalayan serin rüzgarı belirgin bir şekilde hissedebiliyordu. Neredeyse kış geliyor deyip yorganları çıkartmıştı bile annesi. Sabah olduğunda yorganın da bahçedeki çamaşır Smyrna’nınTılsımı Sayfa3 ipine yayılıp bu geceki kazanın kanıtı olarak gözler önüne serileceğini düşününce içindeki sıkıntı karnına doğru yayılarak baskısını iyice arttırmıştı. Sabah ilk iş olarak, yorganı ön bahçede değil de arka bahçenin kuytu bir yerinde sandalyelerin üzerinde kurutmak için annesini razı etmesi gerecekti. Nereden geldiğini bir türlü çözemediği serin bir esinti ile karnındaki baskı daha da arttı. Neyse ki uyanığım diye düşünüp biraz rahatladı ama yeniden artan işeme ihtiyacına da bir çözüm bulması gerekiyordu. Odası üst katta, tek penceresi ön bahçelerine bakan oldukça küçük bir yerdi. Aradaki banyo ve tuvaletten sonra koridorun öbür ucunda ise anne ve babasının yatak odası vardı. Çıkıp birkaç adım yürüsem tuvalete varabilirim diye düşündü ama bir türlü cesaret edemiyordu. Ahşap evlerinin yer tahtalarına bastıkça çıkan çıtırtılardan artık eskisi gibi korkmasa da gece vakti annesini uyandırıp marifetini şimdiden ortaya sermek şu an en son isteyebileceği şeydi. Üstelik bu gece diğerlerinden oldukça farklı geçmişti ve olayların neden olduğu gerginlik herkes yatmış olmasına rağmen varlığını hala hissettiriyordu. Babasının geç vakitte usulca kapıyı tıklattığını duyduklarında farklı bir gece olacağını sezmişti. Annesi, koşarak kapıyı açması ile birlikte her zaman alışık oldukları kısık sesle ama insanı yerinden hoplatan çığlıklarından birini daha attı. İlk şaşkınlığını attıktan sonra kolundan çekip içeri soktuğu babasının üstü başı yırtılmış, toz toprak içinde ve korku dolu gözlerle kapıyı arkasından kapatıp, kısa bir süre perdenin aralığından sokağı gözlediğini hatırladı. “Kabalis!” dedi nefes nefese. “Nikahı bastılar”. Karısının bir koşu getirdiği suyu boğulurcasına içti. Bir süre hiç konuşmadılar. Adamın gözlerindeki endişe ve pişmanlık kadının gözlerinden acıma ve kızgınlık olarak yansıyor gibiydi. Dostları Pavlos ve Asi’nin nikahına gitmişti o gün. Üstelik karısının tüm itirazlarına rağmen gitmiş ve onları da götürmek için uzun süre dil dökmüştü. Annesi hiçbirini sevmedi bu yeni dostların, özellikle de Pavlos’tan hiç hoşlanmadığını defalarca söylemişti. Pavlos’un evlendiği Asi ise zengin bir ailenin kızıydı. Pavlos’la, üniversitede okurken tanışmıştı ama Pavlos’un cuntaya karşı düzenlenen eylemlere karışması nedeniyle sık sık hapishaneleri ziyaret etmesi aşklarını oldukça sekteye uğratmıştı. Sonunda olan olmuş, nikahı haber alan gizli polis şefi Pertras Kabalis kiliseyi basarak örgüt üyelerinin önemli bir kısmını davetliler arasından armut toplar gibi ele geçirmişti. Polis şefi tutuklulara yaptığı işkencelerle Atina halkı arasında kayda değer bir üne sahipti. İsminin anıldığı yerde sohbetler kesilir, insanlar kuşkuyla etraflarına bakınırlardı. Bu konuda ne kadar çok şey bildiğini fark edince birden hayret içinde kaldı. Oysa annesi ile babasının onun önünde hiç bu kadar ayrıntılı konuştuklarını hatırlamıyordu. Kavga ederlerken bile ağızlarından bir şey kaçırmamaya dikkat ederlerdi. Belki de başkaları konuşurken duymuştu. Pek de fazla önemsemedi, bir yerlerden biliyordu işte. Smyrna’nınTılsımı Sayfa4 Polis kiliseyi bastığında babası nikaha geç kalmış olduğu için yakalanmamış ama sağdıç dahil, erkek tarafının neredeyse tüm davetlileri tutuklanmıştı. Asi’nin, gelinliğinin içinde gözleri yaşlı kalakaldığını anlattı babası. Onu fark ettiklerini anladığı anda ters yüz edip kaçmaya başlamıştı. Birkaç polis arkasından koşturmuş ama babası eski sportmenliğinin de verdiği hızla ara sokaklarda düşe kalka izini kaybettirmeyi başarmıştı. “Yüzümü yeterince görebildiklerini sanmıyorum” demişti annesini sakinleştirmek için. “ Üstelik polis tarafından tanınmıyorum ve hiç sabıkam yok”. Yine de tüm akşam ve gece saklanmış, evin girişini uzaktan birçok kez gözledikten sonra emin olup çalabilmişti kapıyı. Makis ve Anitta’nın da tutuklandığını anlattı. Annesi ise haklı çıkmış olmanın verdiği güç ve acımasızlıkla “umarım seni ele vermezler” diye iğnelemeyi ihmal etmemişti. “Pavlos’la Makis’i bilmez gibi konuşuyorsun” diye itiraz etti babası, suçluluğun neden olduğu oldukça alçak bir tondan. Makis’i o da tanıyordu. Babasıyla yaptıkları sokak gezilerinden birinde karşılaşmışlar, yüzüne baktığında annesinin anlattıklarının tersine, sert ve kavgacı bir yetişkin yerine sakallı ve neşeli bir çocuk fark etmişti. Oldukça komik bir adamdı, fıkralar anlatıp saatlerce güldürmüştü onu. Babasının cesur bir adam olduğunu ve onunla gurur duyması gerektiğini söylemişti. Doğal olarak, bu karşılaşmadan annesine bahsetmemesi konusunda yol boyunca babasına defalarca söz vermesi gerekmiş, bir yandan da cesur adamın bu tavrını biraz komik bulmuştu. Makis deli dolu ama yürekli bir insandı. Bir keresinde polise telefon edip işkence gören arkadaşlarını bırakırlarsa, onların yerine kendisine işkence yapabileceklerini söylemişti. Olayın sonucunda ne olduğunu hatırlamıyordu ama Makis konusunda da bu kadar ayrıntıyı, hem de bu yaşta nereden öğrendiğine bir türlü aklı ermemişti. Sanki hem büyük hem de küçük bir insan gibi hissediyordu. Karnındaki basıncın verdiği rahatsızlık dayanılmaz hale gelmişti artık. Ne olursa olsun tuvalete gitmesi gerekiyordu. Uyurken neyse de, uyanıkken yatağını ıslatması kabul edilemez bir durum olacaktı. Cesaretini toplayıp yatağından kalktığı anda perdenin aralığından sızan loş ışıkta odasının duvarında bir şey gözüne ilişti. İyice yaklaşınca bunun bir pisuvar olduğunu fark etti. Sinemanın tuvaletinden hatırlamıştı. Babası kollarının altından tutup kaldırarak çişini yaptırmıştı içine. Adını da oradan hatırlıyordu herhalde. İstediği bisikleti alsalar ancak bu kadar sevinebileceğini düşündü. Daha önce nasıl fark etmediğine hayret ederken, aceleyle pijamasını indirip çişini yapmaya başladı. Bir yandan rahatlamanın verdiği zevki saçlarından ayaklarına kadar titreyerek hissediyor, bir yandan da pisuvarı boyuna uygun yere taktırdıkları için anne ve babasına ayrı bir minnet duyuyordu. İşini bitirmesi oldukça uzun sürdü ama yavaş yavaş tüm vücuduna yayılan sıcaklıkla bir süre daha bekledi pisuvarın başında. Sonunda sorunu çözmenin verdiği rehavetle yatağına dönerken, gördüğüyle olduğu yerde Smyrna’nınTılsımı Sayfa5 donakaldı. Çarşafın ortasındaki ıslaklık daha da büyümüş neredeyse yatağın yarısını kaplamıştı. Üstelik sidik kokusu da iyiden iyiye hissedilir olmuştu. Biraz önceki rehavet duygusu yerini öyle bir telaş ve üzüntüye bıraktı ki, kendini öldürme isteğinin somutlaşıp bir bıçak gibi midesine saplandığını sandı. Umutsuzluğu kötü bir his olmaktan çıkmış, neredeyse gözle görünür hale gelmişti. Gölün biraz önce fısıldadığı doğruymuş diye düşündü. Biz birbirimizden hiç ayrılmayacağız. Nasıl olduğuna bir türlü akıl erdiremediği bu olayın yarattığı düş kırıklığı tüm utancını silip götürmüştü. Tek düşünebildiği, bir an önce koşup annesiyle babasının arasına kıvrılmak ve kendini güvende hissedebilmekti. Henüz birkaç adım atmıştı ki hatırladı. Bu geceki olaydan sonra annesi hiçbir şey söylemeden onu kucağına almış, tahta merdivenleri gıcırdata gıcırdata üst kata yatmaya çıkarken kendi kendine defalarca “artık bitti, bir türlü bizi seçemedin” diye söylenip durmuştu. Babası ise oturduğu kanepeden kıpırdayamamış, tek bir söz dahi söyleyemeden arkalarından bakakalmıştı. Her zamanki tartışmalardan biri olmadığını biliyordu ama neyse ki o gece annesi oyalanmak için bulaşıkları yıkamaya gittiği sırada merdiven altındaki odunluğa kapanarak kutsal efendinin resmi önünde onlar için dua ettiğini hatırladı. Küçüklerin dualarının her zaman kabul edildiğini söylerdi annesi. Üstelik iki tane mum da yakmıştı. Kendisine şimdiye dek pek faydası olmamış olsa da, başkaları için istenen iyiliğin mutlaka yerini bulacağını anlatmışlardı bir pazar ayininde. Biraz rahatladığını fark etti. Hafif hafif bastıran uykuyla tekrar yatağa dönüp kuru kalmış olan kenarına kıvrıldı. Ne annesinden vazgeçmek istiyordu ne de babasından ama çok yakında bir seçim yapması gerekebileceğini de seziyordu. Daha önceleri de onu bu seçime zorladıklarını anımsadı. Uyuyana dek aralarında yatmasına izin verdikleri sıralarda hangisini daha çok sevdiğini sorarlar, kendisi için yaptıklarını ve sonrası için vaatlerini anlatırlarken, girdiği sıkıntıyı eğlence olsun diye izlemeyi severlerdi. Her seferinde nasıl kandırıldığına şaşırıyordu ama aniden patlayan kahkaha dolu finaller çektiği tüm sıkıntılara değiyordu. Bu sefer mutlu son ihtimali biraz uzak diye düşündü. Aradan bu kadar süre geçmesine rağmen annesinin şaka yaptığına dair en küçük bir belirtiye rastlamamıştı. Olabilecekleri düşündükçe ikisi için de kaygılanıyor ama bir yandan da onların seçim yapmak zorunda olmadıkları gerçeğiyle asıl zor durumda kalanın kendisi olduğunu seziyordu. Gün gelip aynı soruyu sorarlarsa yine aynı meraklı gözlerle kendisini izlemelerini istemiyordu. Sanki izlenmediğinde ikisini de seçebileceğine dair bir olasılık vardı. Nereden geldiği belli olmayan esinti tüm bedenini ürpertince yattığı yerde ayaklarını karnına doğru çekti. İçinde giderek büyüyen bir boşluk, korkusunun yarattığı endişeye rağmen onu telaştan uzak ama kalbi kırık bir durumda olduğu yere çivileyivermişti. Korktuğu henüz Smyrna’nınTılsımı Sayfa6 başına gelmemiş olsa da, seçim yapmak zorunda bırakılabileceği düşüncesi giderek artan bir sıcaklık gibi karnının içindeki o boşlukta artık iyiden iyiye kendini hissettirir olmuştu. Bedeni dıştan ürperiyor içten yanıyordu. İçindeki ateş sevincini, sevgisini, merakını ve giderek, üzüntüsünü ve kaygılarını tutuşturup yakarak yok ediyordu. Endişesi alevleri besliyor onlar da duygularına daha fazla zarar veriyordu sanki. Geri kalanlar ne ümidi ne de mutsuzluğu hissetmesine yetecek kadardı. Hissedebildiği tek şey içinde tutuşup yananların dumanı ve yanık kokusuydu. Giderek artan yanık kokusunu daha belirgin algılayabiliyor, dumanı ise artık görebiliyordu. Birden bunun içinden değil de kapının altındaki aralıktan geldiğini anladı. Aklına ilk gelen, akşam yemeğinin altındaki ateşin açık kaldığı oldu. Ama yemek yedikten sonra uzun süre oturup beklemişlerdi. Bu arada farkına varılırdı herhalde diye düşündü. Belki de bu geceki olaydan sonra alt katta yatmak zorunda kalan babası geç vakitte acıkıp bir şeyler pişirmeye çalışıyordu. Bu fikir endişesini azalttı. Henüz bu kadar küçük yaşta olmasına rağmen bu denli hızlı ve detaylı düşünebilmek oldukça hoşuna gitmişti. Tanıyan herkes çok zeki bir çocuk olduğunu tekrarlar dururdu ama kafasının bu geceki kadar hızlı çalışmasını kendisi bile beklemiyordu. Bir süre daha yatakta hareketsiz ve hiçbir şey düşünmeden yattı. Çok uzun bir zaman geçmemişti ki duman ve yanık kokusunun yanında, yanan bir şeylerin giderek artan çıtırtılarını da duymaya başladı. Durum biraz önceki varsayımlarıyla açıklanabilir olmaktan çıkmıştı artık. Endişesi artarak geri geldi. Mutlaka odadan çıkıp bakması ve gerekirse onları da uyandırması gerektiğini düşündü. Marifeti de ortaya çıkacaksa çıkacaktı artık. Nasıl olsa gizleyebileceği bir şey değildi zaten. Hızla yataktan kalktı, kapıyı biraz araladığında içeriye dolan dumanın genzine kaçmasıyla aklı başına geldi. Telaş ve korkuyla “mumlar” diyebildi öksürükler arasında. Pijamasının yakasını ağzına ve burnuna bastırıp koridorda biraz ilerleyince alt kat ve üst kat arasındaki ahşap merdivenin, tırabzan kenarından tutuşmuş olduğunu gördü. Gözleri alt katta babasını aradı bir an. Pencerenin önündeki divanda uyuyordu. İlk anda bu koku ve dumanda nasıl uyuduğuna şaşırmıştı ama hemen yanındaki boşalmış bir şarap şişesi her şeyi açıklıyordu. Merdivenin bir yarısı henüz aşağıya inilebilecek kadar sağlam ve tutuşmamışken koşup babasını uyandırabilirdi. Ama annesinden de bir ses çıkmadığını fark etti. Babasını uyandırdıktan sonra tekrar yukarı çıkıp annesini de uyaracak fırsatı bulabilecek miydi? Korku ve telaşla annesine seslendi ama sesi kendisinin duyabileceği kadar dahi çıkmadı. Ağzını açıp tüm gücüyle bağırdı ama yine cılız bir ses dışında bir sonuç elde edemedi. Sanki bir düşte bağırmak isteyip de birkaç inilti dışında herhangi bir ses çıkaramıyor gibiydi. Önce ya annesine koşacaktı ya da babasını uyandırmak için merdivenlere. Her durumda da diğerini uyandırmak ya da kurtarmak için vakit kalmayabilirdi. Smyrna’nınTılsımı Sayfa7 Kararsızlığın ve içinde bulunduğu durumun baskısı başının dönmesine ve sıcaktan bayılacak gibi hissetmesine neden olmuştu. Son bir gayretle toparlandı ve hangisini seçtiğinin henüz kendisi dahi farkında değilken ayakların hızla götürdüğü yere, koridorun diğer ucunda annesinin yattığı odaya doğru koşmaya başladı. Süre çok kısa da olsa kapıya ulaşıp açması, annesini uyandırması ve kollarına atlaması kesik kesik, sanki birbirini izleyen fotoğraflar gibi gözlerinin önünden geçiyordu. O anları kesintisiz olarak yaşıyor gibi değil de, bir anı yaşayıp diğerini atlıyor ve bir sonrakini yaşıyormuş gibi hissetti. Sanki arada eksik olanları başka birisi yaşıyor ama onların varlığını da hissedebiliyordu. Kargaşa mutlak bir sessizliğin içinde hüküm sürüyordu. Annesinin merdivenin başında korkudan büyümüş gözlerini, aşağıya babasına doğru avazı çıktığı kadar bağırdığını görüyor fakat en küçük bir ses dahi duymuyordu. Düşüyormuş gibi hissettiğinde annesinin boynuna daha sıkı sarıldı. Ne kadar zaman geçtiğini anlayamadı ama hareket ettiklerin farkına vardığında annesi merdivenlerden birkaç basamak inmiş, onu boynundan kopartıp ileri doğru uzatmaya çalışıyordu. Başını çevirdiğinde merdivenin ortasında yukarı doğru koşup gelen babasını gördü. Annesi onu elinde bir masa örtüsüyle gelen babasına doğru uzatıyordu. Kurtarılacaklarını anladı ve sevinçle kollarını babasına doğru uzattı. O da tüm gücüyle bağırarak onlara doğru koşuyordu ama hiç sesi çıkmıyordu. Biraz sonra onları dumandan korumak için elindeki örtüyle sarıp aşağıya indirecekti. Annesinin kollarından babasına doğru geçtiği sırada bir an kendini boşlukta hissetti. Ateşin tam ortasına doğru düşmekte olduğunu anladığında sırtında sıcaklığı hisseti ama yüzü ve göğsünün üzerinden bedenini yalayan serin bir esintinin ürpertisi duruma oldukça ters düşüyordu. Birden tüm sesleri duymaya başladı, en çok da avazı çıktığı kadar bağıran bir çocuğun sesini. Kendi sesiyle yatağında zıplayarak uyandığında bir süre nerede olduğunu anlayamadan oturdu. Sesi düşünde bağırdığı kadar çıkmamış olmalıydı ki kimsenin koşarak odasına doğru geldiğini duymuyordu. Tüm gördüklerinin bir düş olduğunu anlayınca sevinçle yatağını gözden geçirdi ama tam ortasında düşünde gördüğü kadar bir ıslaklık odanın loş aydınlığında dahi oldukça belirgin bir şekilde gözüne ilişti. Çok kısa süren sevincin ardından düşündekinden daha büyük bir hayal kırıklığı yukarıdan aşağıya doğru tüm bedenini sarmaya başlamıştı. Gözlerini bir süre odada gezdirdi ama doğal olarak duvarlarda pisuvara benzer bir şey göremedi. Zaten düşünde gördüğünde bile saçma gelmişti. Bu saçmalığa gülümseyerek, bir süre daha yatağın içinde oturdu. Düşünde gördüklerini anımsamaya çalışıyordu ama her şey sanki bir anda buharlaşıp yok olmuş, sanki yatağın içinde otururken bir düş gördüğünü zannetmişti. Anımsayabildiği tek şey hala burnunda olan duman kokusuydu. Sonra, içindeki umutlarıyla birlikte başka bir şeyleri de yakan ateşin çıtırtılarını da anımsadı. Hala Smyrna’nınTılsımı Sayfa8 kulağındaydı, hala duyabiliyordu sanki. Acaba o geceki olaylar da düşün bir parçası olabilir miydi? Aslında şu an mutlu ve huzurlu bir evin içinde yaşıyan ve hala tek derdi yatağını ıslatmak olan bir çocuk muydu? Anne ve babası arasında seçim yapmak zorunda olmayabileceği fikri onu biraz heyecanlandırmıştı. Yatağını ıslatmak artık umurunda değildi. O geceki olaylar bir düş ise her şeye razı olduğunu düşündü. Nasıl olsa bir gün sona erecekti. Umutla ellerini göğsünün önünde birleştirip, her şeyin bir düşün parçası olması için dua etmeye başladı. Dua ettikçe buna daha çok inanmaya, inandıkça sevinçle ferahlamaya başlamıştı ki, ellerinin karası gözüne çarptı. Gözlerine iyice yaklaştırıp loş ışıkta ne olduğunu anlamaya çalışırken giderek artan duman kokusunun burnunu yakmaya başladığını ve kapının altından sızan bir aydınlığın odasının içini daha rahat seçilir hale getirdiğini fark etti. Bir anda düşünün gerçek, gerçeğin düş olduğunu sezdi. Artık ne yapacağını biliyordu. Hızla yatağından kalkıp, kapıyı açtı. Çıkmadan önce ağzını ve burnunu pijamasının yakasıyla kapatmasının ne kadar işe yaradığını anımsayıp aynen tekrar etti. Koşarak odasından çıkarken dizini kapıya vurmuş ama telaştan olacak, hiç acı hissetmemişti. Merdiven başına geldiğinde tırabzan kenarından merdivenin aynı şekilde tutuşmuş olduğunu ve babasının boş bir şarap şişesiyle divanda yattığını görünce korkuyla olduğu yerde donakaldı. Yangından çok, olayların aynı şekilde gelişeceğinden korkuyordu. Bir süre tereddüt ettikten sonra neden olduğunu bilmeden merdivenin sağlam kenarından aşağıya doğru, bu sefer babasını uyandırmak için koşmaya bir yandan da tüm gücü ile bağırmaya başlamıştı. O andan itibaren yine tam sessizlik ve yine kesik kesik görüntüler ile olanları sanki bedeninin dışından izlemeye başlamıştı. Babası uyanarak, ne olduğunu anladıktan sonra kendisini kucaklayıp bir çekişte aldığı masa örtüsüne sarıyor ve yukarıda merdiven başında korku dolu gözlerle onlara bakan annesine doğru koşuyordu. Tüm gücüyle karısının adını haykırmasına rağmen ağzından hiçbir ses çıkmıyor ve tüm bu keşmekeş mutlak bir sessizlik içinde sürüp gidiyordu. Bir anlık şaşkınlıktan sonra kendine gelen kadın kollarını uzatmış onlara doğru çığlıklar içinde koşarak birkaç basamak inmişti ki merdivenin ortasında karşılaştılar. Adam kucağındaki çocuğu karısına uzatıp elindeki örtüyle ikisini birden korumaya davrandığı sırada yine tüm sesler duyulmaya başladı. Bir anda kendisini yine bedeninde ve boşlukta hissetti. Düşündeki gibi ateşin tam ortasına doğru düşüyordu. Yine sırtında bir sıcaklık ve göğsünde bir esintinin ürpertisi. Birden bir süre havada asılı kaldığını sandı. Babası bir eliyle ayak bileğinden kavramış “onu tuttum” diye var gücüyle bağırıyordu. Başının döndüğünü ve gözlerinin karardığını hissetti. Tüm sesler tekrar zayıflayıp kaybolurken gözlerinin kapanmasını engelleyemiyordu. Smyrna’nınTılsımı Sayfa9 Gözlerini açtığında ne kadar zaman geçtiğini ve nerede olduğu anlayamadan, bir süre yatakta kıpırdamadan yattı. Sabahın ışıkları gece açık bırakmış olduğu pencereden odayı dolduralı epey olmuştu. Serin bir esinti çıplak bedenini ürperterek yalıyor, gözlerinin takılı kaldığı tavandan sarkan güzel bir avizeyi de hafif hafif sallıyordu. Dirseklerinin üzerinde doğrularak yatağın içinde oturdu. Televizyonda sonradan renklendirilmiş eski bir film belli ki reytingi düşük saatlerin ucuza geçiştirilmesi için yayındaydı. “Ne geceydi ama” diye düşündü. Otuz sene sonra çocukluğuyla ilgili kısmen gerçek kısmen kurmaca bir düşün nedeni belki de yerde yatan boş şarap şişesiydi. Hala başında bir ağırlık vardı ve üstelik oldukça sıkışmıştı. Daha fazla kafa yormadan zar zor kalkarken, bir an yatağa göz atmaktan da kendini alamadı. Sonra bunu yaptığına kendisi de gülerek hızla tuvaletin yolunu tuttu. Smyrna’nınTılsımı Sayfa10 BÖLÜM II Bir şeyler atıştırdıktan sonra giyinip evi terk etmesi epey vaktini aldı. Merdivenleri hızla inip sokağa çıktığında dönüp apartmana bakmaktan kendini alamadı. Belki de gece gördüğü düşün etkisiyle, uzun süredir oturmakta olduğu apartmanın yerinde eski evlerini görmeyi ummuştu. Aslında ummaktan çok düşündeki küçük çocuğun hala anımsayabildiği saflığıyla içten bir şekilde dilemiş, yerinde yıllardır yaşadığı apartmanı görünce anlamsız bir şaşkınlık geçirmişti. Alevler, yıkıntı ve boş bir arsa. Belleğinden ardı arkasına kopup gelen bu görüntüler, uzun sürmüş ama artık eskilerde kalmış bir suçluluğun acı tadını dilinin ucuna dek getirdiler. Bu denli bir suçluluk duygusunun küçük bir çocuğun sağlığını ve ruhsal gelişimini bozmadan taşıyabileceği bir yük olmadığını düşünmüş olmalılar ki, olaydan sonra tüm akraba ve yakınların kendisini teselli için giriştikleri çabadan, sanki ev yanmasaydı yerine yeni bir ev yaptırabilmek için birkaç gün içinde yakmayı planlamış oldukları sonucunu çıkartabilirdiniz. Aslında, yanmamış bile olsa, onca yılın dayattığı değişime çocukluğunun geçtiği eski evin direnmesi imkansızdı. Otuz yıl içinde neredeyse tüm mahalle yıkılıp yeniden kurulmuş, eski güzel anılar yerlerini yeni başlangıçlara terk edebilmek için izlerini taşıyan çevrenin yavaş yavaş ortadan kalkmasına neredeyse hiç direnmeden boyun eğmişlerdi. Sokaklar bile eski yerlerinde değildi artık, çocukluğunda koşturduğu yollar ya bir apartman ya da bir park ile kesintiye uğrayarak yön değiştirmiş, bazen eski bir komşunun evinin arsasının, bazen de alış veriş ettikleri bir dükkanın üzerinden acımasızca geçerek anılarını iyice bulanıklaştırmıştı. ‘Değişmeyen tek şey değişim’ diye düşündü. Gözlerimizin önünde sürekli olup giden bir değişim nasıl da kendini kanıksatıyor, eskisinin yerine geçen her yeni parçaya rağmen hala varlığını sürdürebilen geçmişin verdiği teselli eksilenin farkına varmayı nasıl da önlüyordu. Ancak belleğin derinliklerinden kurtulan bir düş adım adım gerçekleşen bu kırımı tümüyle gözler önüne serebiliyor, insanın kayıtsızca seyretmiş olduğu değişimin hayretle farkına varmasını sağlıyordu. Kabullenilmiş ve anlayışla yoğrulmuş bir hayretle. ‘Saat neredeyse dokuz olmuş’. Kaskını takıp motosikletin kontağını çevirdiğinde günün planlarını yapmaya başlamıştı bile. Önce gazeteye gidip çizimlerini gözden geçirmesi, bir sonraki Çarşamba günü basılacak çizgi romanının son şeklini editöre teslim etmesi gerekiyordu. ‘Onbeş dakikaya kadar oradayım’ diye geçirdi içinden. Venizelos Bulvarı’na çıktığında trafiğin umduğu kadar yoğun olmadığını fark etti. Gazeteye kadar dört-beş kilometrelik mesafede biraz daha kendine gelebileceğini, vardığında ise gece ile ilgili herhangi bir iz taşımayacağını hesaplıyordu. Dün gece gibi hareketli bir geceden sonra öğleye varmadan uyanmış olması bile şanstı. Smyrna’nınTılsımı Sayfa11 Üniversitenin Grafik Bölümünden mezun olduktan sonra uzun süre çeşitli reklam ajanslarında çalışmış ve bu süre içinde kesinlikle reklamcı olmak istemediğini fark etmişti. Çocukluğundan beri düşlerinde gördüğü olayları resimleyerek, geceleri yaşadığı serüvenlere herkesi olabildiğince ortak etmeyi seviyordu. Bu denli canlı bir hayal gücü günün birinde rastladığı bir yarışma ilanı sayesinde gelişip serpilecek bir ortam yakalayabilmişti. Eleftherotipia gazetesinin her Çarşamba günü yayınladığı ‘Magazin 9’ isimli çizgi roman ekinin, yeni yetenekler için açtığı yarışmaya katıldığında bunun hayatının dönüm noktalarından biri olduğunun farkındaydı. Yarışmaya hazırlanabilmek için hiç tereddüt etmeden işinden ayrılmış, günlerce eve kapanarak çizimlerinin arasında aç susuz çalışmak zorunda kalmıştı. Biraz Supermen biraz da büyükannenin anlattığı masallardan birindeki Arkut isimli korkunç kahramandan yarattığı ve zorda kalınca aynı anda iki yerde birden olabilen Apa-ulla-wana ya da kısaca Apulu adındaki bir karakterin, yarı düş yarı gerçek bir boyutta geçen serüveninin çizimlerini teslim ettiği anda kazanacağını biliyordu. Öyküsü iki sayı boyunca yayınlanmış, yaklaşık ikiyüzbin okuru olan dergi sayesinde bir anda tüm ülkenin tanıdığı bir isim oluvermişti. Yeni işinden ve çalışma ortamından oldukça hoşnuttu. Gazetedeki çalışanlar da daha önceki işyerlerinde birlikte olduğu kişilerden oldukça farklı, daha az hırslı, daha çok yardımsever ve içten insanlardı. Gazetenin yöneticileri ve ağır topları bile diğer çalışanlardan bir anda ayırt edilebilecek bir hal ya da tavır içinde değillerdi. Buna rağmen, işin ciddiyetinden taviz vermeyen bir hoşgörü ile sağlanan sahiplenilme, gazeteyi kendi kendine yönetir gibiydi. Bu havanın devamını sağlayan en önemli ağır top ise Bayan Eleni’ydi. Yarışmanın ödül töreninde kendisini tebrik eden jüri üyeleri arasında tanımıştı onu. Dergi çalışanlarından olmasa da gazetenin önemli yazarlarından biri olması nedeniyle jüriye çağrılmıştı. Törenin kokteylinde cana yakın ama aynı zamanda otoriter tavırlı bu esmer ufak tefek kadını çok güzel bulmamış olmasına rağmen bir türlü gözlerini ayıramamıştı. Öykü ve çizimleri için ölçülü övgülerini sıralayıp tebrik ettiğinde göz göze gelmişler, birlikte çalışmaktan duyacakları memnuniyeti belirtirlerken en azından kendi adına içten olduğunu hissetmişti. İlk zamanlarda kalıcı bir yer edinmenin hırsıyla sarıldığı yeni işindeki yoğunluğu nedeniyle oldukça az görüşmelerine rağmen, Bayan Eleni’nin her bulduğu bahane ile ‘Magazin 9’ bölümüne uğraması da gözünden kaçmıyordu. Giderek sıklaşan karşılaşmalar ve çeşitli konularda ortak toplantılar samimiyetin ilerlemesine yol açmış ve birkaç yıl önce ağzından dökülüveren bir akşam yemeği teklifi ile aralarındaki ilişki tutkulu bir aşkın başlangıcına dönüşüvermişti. Yaklaşık üç yıl sürdü bu büyük aşk. O zamana dek hiçbir kadında hissetmediği içtenlik ve kendini verme karşısında şaşkına dönmüştü. Her fırsatta Eleni’nin evine gidiyor çok zaman da geceyi birlikte geçiriyorlardı. Eleni’nin genç yaşında Smyrna’nınTılsımı Sayfa12 yaptığı bir evlilikten 12 yaşında birlikte yaşadığı ve kısa süre içinde dost oldukları oldukça sevimli ve akıllı bir kızı vardı. Eski eşi hakkında konuşmayı pek sevmiyordu ama zaman içinde adamın Eleni’nin onaylamadığı bazı olaylara karışması nedeniyle ayrıldıklarını öğrenmişti. Buna rağmen aralarında her şeyin bitmemiş olduğu hissi onu oldukça rahatsız etmiş, göstermekten kaçındığı bir kıskançlığın giderek içinde büyümesine yol açmıştı. Eleni’nin eski eşinin Kostas adında bir öğretmen olduğunu biliyordu ama karıştığı işlerin bu denli büyük kapsamda olduğundan geçen yıl 17 Kasım Örgütü üyesi olarak tutuklanana kadar kendisinin ve belki Eleni’nin de haberleri yoktu. Bir yıla yakın süren yargılama Eleni ve kızı için oldukça yıpratıcı geçti. 113 yıl hapis isteğine karşın 24 yıl hapis cezası ile sonuçlanan davada, savcının teklifi ile Kostas’ın cezası mahkemeye dava konusunda yardımları da göz önüne alınarak tecil edilmiş, 8000 Euro para cezası ile yurt dışına çıkma yasağı ve düzenli olarak polise imza karşılığında üç ay kadar önce salıverilmişti. Mahkeme sürecinde Eleni ve kızının karşı karşıya kaldığı yoğun baskı ilişkilerinin de giderek soğumasına neden olmuştu. Zaman içinde artan ilgi eksikliği hissi zaten var olan kıskançlık duygusunu giderek arttırmış, böyle bir dönemde çıkarttığı ek sorunlarla baş edemeyen Eleni ise ani bir ayrılık kararı almıştı. Uzun süre ilişkiyi düzeltmek için elinden geleni yaptı. Hatta bir süredir Eleni’nin beklediğini çeşitli yollarla ima ettiği evlenme teklifini, hem de tekrar tekrar yapmasına karşın çabalarına bir türlü karşılık bulamadı. Hayatının en önemli fırsatını büyük bir vurdumduymazlıkla es geçmiş bir aptal gibi hissediyordu kendini. Motosiklet yolu kendisi bulmuş, Neos Kosmos’taki gazete binasının önüne park etmişti bile. Kontağı kapatıp kaskını çıkarttıktan sonra ani bir kararla idare kısmına yöneldi. Merdivenleri aceleyle çıkarken bunca zamandan sonra söylenebilecek yeni bir şey kalıp kalmadığını bile düşünmüyor, sadece bir kez daha şansını denemek istiyordu. Üçüncü kata vardığında Eleni’nin cam duvarlarla ayrılmış odasında Kostas’ı fark etti. Son birkaç aydır Kostas’ın sık sık Eleni ve kızını ziyaret ettiğini duymuştu ama buna bizzat şahit olmak içindeki son birkaç umut kırıntısının da yok olmasına neden oldu. Dönüp gidecekken Eleni ile göz göze geldiler. Arkası dönük olarak oturan Kostas’ın omzunun üzerinden gelen sıcak ama kısa bir gülümseme hiç beklemediği bir tepkiydi. Neydi bu? Henüz her şeyin bitmediği anlamında yeni bir umut mu, yoksa bu karşılaşma ile kesinleşen ayrılık için içten ve merhamet dolu bir veda mı? Kendi bölümüne varıp masasına oturduğunda kafası dün gecenin üstüne eklenen bu sürprizle allak bullak olmuştu. Belki yardımı olur diye kahve makinasından bir bardak kahve almaya kalktığında karşılaştığı editörü gelecek sayının çizimlerini sordu. Her şeyin yolunda olduğu anlamına gelebilecek bir şeyler geveledikten sonra yerine dönerken Alisha’nın yerinde Smyrna’nınTılsımı Sayfa13 olmadığını fark etti. Her sabah gürültülü neşesiyle ortalığı hareketlendiren, yaşama sevinciyle tüm dergiyi her gün motive edebilen küçük kızın yokluğunu fark etmemek imkansızdı. Dergide işe başlayalı bir sene bile olmamıştı ama henüz yirmi yaşındaki bu sevimli kızın insanın içini ısıtan öyküleri, en kıdemli çizerleri dahi imrendiren çizimleri ile neredeyse konuşma balonlarına dahi gereksinim duyurmayacak bir anlatıma sahipti. Öykülerindeki kahramanlar, herkesin farkına bile varmadan yaşayıp geçtiği olaylarda alışkanlıkların dayattığı seçimler yerine çoğu kez bilinçli olarak değil de bir tesadüfün yardımıyla diğer seçeneklere yönlenirler ve yaşamlarına küçük de olsa anlam kazandıran bir derse ulaşacak serüvenlere doğru ‘yelken açarlardı’. Dün geceki davranışından ötürü Alisha’ya karşı suçluluk duyuyordu. Hem gönlünü almak hem de şu an nerede olduğunu, neden gelmediğini öğrenmek için cep telefonundan ulaşmaya çalışıp başaramayınca, masasındaki telefonu kaldırıp derginin dedikoduya meraklı santral görevlisini aradı. Kısa bir sabah sohbetinden sonra, o an evde olmadığını bildiği bir dostunun numarasını bağlamasını isteyip tam kapatacakken son anda aklına gelmiş gibi sordu: ‘Alisha’dan haberin var mı?’ Bir anlık bir sessizlikten sonra, kadın sanki çok önemli bir sır verir gibi yanıtlamıştı: ‘Bu sabah erkenden arayıp editörle görüştü. Sanırım kendini pek iyi hissetmiyormuş. İzin almış.’ Sesindeki gizemli tını ‘ben her şeyden haberdarım’ der gibiydi. Telefonları dinlemiyorsa oldukça iyi işleyen bir haberleşme sistemi olmalı diye düşünmekten kendini alamadı. Alisha’nın büyük olasılıkla dün geceki duyarsızlığına kırıldığı, bir an önce küçük kıza ulaşmanın bir yolunu bulup bu durumu telafi etmesi gerektiği birden kafasına dank etti. Birkaç aydır birlikte planladıkları bir proje nedeniyle oldukça içli dışlı olmuşlar, birbirlerini tanıdıkça aralarındaki iş ilişkisi giderek dostluğa dönüşüp günlük yaşamlarına da taşmıştı. Çoğu zaman öğle yemeklerini bile birlikte yiyorlar, Eleni’yle ilgili sorunlarından bunaldığında iş çıkışı Alisha’yı ‘bitpazarındaki kafelerde küçük bir kaçamak’ teklifiyle karşısında buluveriyordu. Belki biraz da bu yüzden kaybettiği aşkın hüzünlü sularına kendisini son zamanlarda sık sık bırakır olmuştu. Nasıl olsa derinlerden çıkıp gelecek güzel bir denizkızı, dünyanın en güzel sesiyle söylediği en güzel şarkıları eşliğinde, daha nefesi bitmeden onu elinden tutup yavaşça yüzeye çıkartacaktı. Bir yandan böyle bir ilgiye hazırlıksız ve olabilecek en uygunsuz durumunda yakalandığını düşünürken, bir yandan da bu ilginin yarattığı huzura ve sevince bir süredir ilgisiz kalamadığını fark etmişti. Küçük kıza karşı hissetmeye başladığı duyguların Eleni’ye vermek isteyip de artık bir türlü kabul ettiremedikleri mi, yoksa geçmişte kalan tutkulu bir aşkın ruhunda yarattığı yangın yerinden Smyrna’nınTılsımı Sayfa14 küçük kızın kendisinin bulup çıkarttığı, temizleyip parlatarak kendisine de gösterdiği orijinal parçalar mı olduğuna bir türlü karar veremiyordu. Alisha’nın yokluğunun dün gece ile ilişkisi olabileceği fikri giderek daha da telaşlanmasına neden oldu. Dün öğleden sonra Alisha akşam yemeğini birkaç kez birlikte gittikleri salaş bir meyhanede yemeyi önerdiğinde, yanıt olarak hangi mazereti öne sürdüğünü bile anımsayamadı. O an aklında olan tek şey gazetenin aldığı bir ödülle ilgili olarak çalışanların aralarında düzenledikleri, oldukça kalantor bir restorandaki akşam yemeğine nasıl kapağı atabileceğiydi. Yemeğe dergiden de birkaç kişinin davet edileceğini duymuş, davetliler arasında yer alabilmek amacıyla yapmayı düşündüğü görüşme için editörün yolunu beklemişti. Amacının kutlamaya katılmak ya da yemek olmadığını kavrayan editör ise niyetini onaylamadığını belirten bir duraksamaya rağmen isteğini kabul etmişti. Eleni’yi görüp belki de yakınına oturarak, ne diyeceğini bilmemesine karşın bir şeyler konuşabilmeyi, hiç olmazsa gözlerinden anlaşılabilecek bir umudu yakalayabilmeyi umuyordu. Eve gidip restorana uygun ceket, pantolon, kravattan oluşan kıyafetini ütüleyip giydikten sonra yemek saatine dek beklerken heyecanını biraz olsun yatıştırabilmek amacıyla bir kadeh kırmızı şarap doldurdu. Yatağın üzerine şarabını yudumlamak için oturduğunda biraz sonra Eleni’yi göreceğini, her şeyin sihirli bir bakışma ya da can alıcı bir konuşma ile tekrar yoluna gireceğini düşünmek hiç de gerçek dışı gibi gelmiyordu. Restorana vardığında olaylar pek de umduğu gibi gelişmedi. Eleni onu görünce yakınlık göstermesine göstermişti ama gördüğü yakınlığı özel kılan herhangi bir işarete de rastlayamamıştı. Masada Eleni’den oldukça uzak bir yere oturtulmuş, birkaç kez göz göze gelip birbirlerine gülümsemelerinden başka umut verici hiçbir gelişme yaşanmamıştı. Daha geçen sene yine böyle bir masada etrafındakilere aldırmadan gözlerinin içine bakarak şarkılar söyleyen, tüm ilgisini ve neşesini sadece kendisine yönelten Eleni’nin tutkularından bu denli kolay vazgeçebilecek birisi olduğuna inanamıyor, işin peşini bırakmazsa hala kurtarılabilecek bir ilişki olabileceği fikri kafasından bir türlü uzaklaşmıyordu. Zaman ilerledikçe içkinin de etkisiyle giderek neşesi artan gurup beraber ve solo şarkılar faslına geçmiş, herkesin kalan tüm dikkati ancak kendi sesinin güzelliğine ve performansına odaklanmaya yetebildiği için kimsenin diğerlerinin ne yaptığıyla ilgilenecek hali kalmamıştı. Bir türlü kalkıp gidemediği yemek masasında kendisini unutulmuş boş bir tabaktan farksız hissediyordu. Şarap kadehlerini arka arkaya yuvarlamaya başladı. Etrafındaki insanların neşeli gürültüsü git gide işitilmez olup içkinin etkisiyle biraz gevşeyince, kendini Alisha ile her zaman gittikleri salaş meyhanede sohbet ederken hayal etmeye başladı. Birlikte olmalarından kaynaklanan mutluluğu Alisha’nın her halinden belliydi. Cıvıl cıvıl neşesiyle konudan konuya atlıyor, Smyrna’nınTılsımı Sayfa15 yarattığı ortamın çekiciliği ile zaman zaman düş ile gerçeği karıştırmasına bile neden oluyordu. Bir ara karşısındaki boş sandalyeye kadeh kaldırdığını fark edip utançla etrafına bakındı ama kimsenin kendisini izlemediğini anlayınca rahatlayarak Alisha’nın masasına geri döndü. Hayali o denli gerçek gelmişti ki, bir an Eleni’yi tamamen unutup Alisha’yı öptüğünü, hatta ilk defa ağzına yayılan bu yeni tadın ne denli hoşuna gittiğini düşünmesi geceye ait anımsayabildiği son ayrıntılardı. Bir kez daha cep telefonundan ulaşmaya çalışıp başaramayınca, çizimlerine ait bazı ayrıntıları evde unuttuğunu söyleyerek Alisha’yı bulmak üzere son hızla dergiden çıktı. Nerede arayacağını çok iyi biliyor, bir an önce ulaşmak için en kısa yolu planlamaya çalışıyordu. Motosiklete atlayıp her zaman alışık olduğunun aksine oldukça hızlı kullanmaya başladı. Artık pek de yoğun olmayan trafikte beş-altı kilometrelik yolu beş dakikaya varmadan aşıp eski kentin dar sokaklarına ulaştığında biraz daha yavaşlamak zorunda kalmıştı. Pazar günleri bitpazarının en hareketli olduğu bölgedeki bu sokaklarda hafta içi olması nedeniyle yavaş ama oldukça rahat yol alabiliyordu. Andrianou sokağının girişine vardığında az ileride Alisha’yı eliyle koymuş gibi bulacağından emin, Atina’da en sevdiği mekan olan Cafe Dioscouri’ye doğru yöneldi. Gerçekten de oldukça eski ama bir o kadar da bakımlı olan bu sevimli kafe, önündeki kaldırımları dolduran eski tahta masa ve sandalyeleri ile yılın bu döneminde bile konuklarını dışarıda ağırlayabiliyordu. Yol kenarına park edip birkaç adım attığında tam da düşündüğü gibi, Alisha’yı köşedeki ağacın altındaki masada dalgın bir şekilde kahvesini yudumlarken buldu. Genç kadın, kafenin sarı duvarları ve yarısı camlarla kaplı eski tip büyük mavi kapıları ile tezat oluşturan kırmızı montu içinde, şimdi adını anımsayamadığı çok ünlü bir ressamın tablolarındakine benzer huzur dolu bir görüntünün parçası olmuştu. Karşısındaki sandalyeyi çekip oturduktan ancak bir süre sonra kendisini fark etti. Yüzüne hafifçe yayılan tebessüm dün geceki vurdumduymazlığı için kolayca affedileceği anlamına gelebilir miydi? ‘Seni kırdığım için çok üzgünüm’ Küçük, yumuşak bir el hareketi ile daha fazla söze gerek olmadığını anlatıvermişti. ‘Nasılsın?’ diye sordu anlayışlı ve şefkat dolu bir sesle, ‘Şarabın etkisi geçti mi?’ Dün gece oldukça fazla içtiğinin anlaşılmasından rahatsız olmuş bir şekilde, inkar etmeyi denedi önce. ‘Ölçüyü biraz kaçırmış olabilirim ama aslında sandığın kadar içmedim’ Şaşırma sırası Alisha’ya gelmiş gibiydi, ‘Sandığım kadar mı?’ Konunun gereksiz uzadığını ve altından kalkamayacağını düşünerek lafı değiştirmeyi denedi. Smyrna’nınTılsımı Sayfa16 ‘Dün gece hep seni düşündüm, nasıl başlasam…’ Sıkıntı içinde kıvırtmaya çalışırken, dudaklarına değdirdiği parmağıyla Alisha onu yine susturmuştu. ‘Sus’ dedi yumuşak sesiyle, ‘Ben söyleyeyim’ Şaşkınlıktan ve meraktan fal taşı gibi açılmış gözlerine yemyeşil gözlerini dikip bir çırpıda söyleyiverdi. ‘Seni seviyorum’ Hiç beklemediği bu içten, sevecen ve cesur davranış karşısında dili tutulmuş, duyduklarını ve olayın gerçekliğini kavramak için Alisha’nın gözlerinin daha bir içine bakmaya çalışırken, o yemyeşil güzel gözlerin içinden kendisininki gibi iki kahverengi gözün bakmakta olduğunu gördü. Korkuyla irkildiğinde neredeyse masayı deviriyordu. Durumun sözü beklenmedik bir şekilde sadede getirmesinden kaynaklanmış olabileceğini düşünen Alisha, söylediğinden biraz pişman biraz da mahcup bir şekilde ‘Duymak istemediğin bir şeyi mi söyledim?’ diye sordu. Sonra da yanıtı beklemeden kadınca bir içgüdüyle sürdürdü konuşmasını. ‘Dün geceden sonra çok düşündüm, her şeye rağmen ve sonucu ne olursa olsun söylemem gerekiyordu. Ama istersen hepsini unutabiliriz’ ‘Unutmaya hiç niyetim yok, belki ben de bunu söylemeye gelmiştim’ diye fısıldayabildi ancak. Söyledikleri, fazla duygusal bir oyunun asıl oğlanının replikleri gibi ağzından kendi kendine dökülüvermişti. Alisha’nın şaşkın ama daha çok mutlu bakışlarının, son duyduğuna inanabilmek için tüm mimiklerini kontrol ettiğini fark edince az önceki davranışı için bir açıklama yapması gerektiğini hissetti. ‘Biraz önce gözlerinin içinde kendi gözlerimi gördüm. Kendimi seyrediyordum sanki’ Açıklamayı yeterince anlamadığı belli olsa da iyi bir şey duyduğunu varsayarak konunun üzerinde durmaya çok da fazla niyetli olmadığı Alisha’nın yüzünden belli oluyordu. Biraz önceki mahcubiyeti artık kaybolmuş olan Alisha yalnız olmadığını bilse de sevdiği insanın kalbinde kendine de yer bulabilmiş olmanın verdiği cesaretle ‘ama bir şey daha istiyorum senden’ diye ekledi ve yine her zaman yaptığı gibi soruyu dahi beklemeden yanıtını söyleyiverdi ‘Bir daha beni öperken başkasının adını fısıldama, olur mu?’ Smyrna’nınTılsımı Sayfa17 BÖLÜM III O günden sonraki iki gün boyunca bir daha ne o geceden bahsettiler, ne de birbirlerine aşk dolu sözler söylediler. Olayların onları getirdiği yerde emin oldukları tüm duygular içtenlikle ortaya dökülmüş, geleceğe yönelik bağlayıcı sözlerin sınırında ise bir nefeslenme için sesiz bir anlaşma imzalanmış gibiydi. Alisha henüz edindiği pozisyonda yalnız olmadığının bilinciyle fazla bir şey işitmek istemiyor, Fotios ise hem o gecenin ayrıntılarını duymaktan rahatsız olacağının hissi hem de bir kulvarda fazla ilerlemiş olması korkusuyla belki isteyerek belki de zorunluluktan şimdilik konuyu olduğu yerde sessizliğe gömmeyi tercih ediyordu. Buna rağmen iki gün boyunca dergide birbirlerinden neredeyse hiç ayrılmadılar. Alisha işini gücünü bırakmış, tüm zamanını onun bir sonraki sayıda çıkacak öyküsünün son düzeltmelerine ayırmıştı. Kendisinin de bu durumdan pek rahatsız olduğu söylenemezdi doğrusu. Dergide bu yeni hava hemen fark edilmişti. Üstelik, henüz hiç kimse durumu fark ettiğine dair en küçük bir açık vermemiş olmasına rağmen, birlikte çalışırlarken yanlarına eskisinden daha az uğruyor olmaları tüm çalışanların bu yeni durumu onayladığını gösteriyor, buna rağmen içinde tutkusuna ihanet etmiş olduğuna dair giderek büyüyen bir kuşku yeni ilişkisini sahiplenmesine, geliştirip, kaybettiğinin yerine koymasına engel oluyordu. Oysa Alisha dahil herkes oldukça mutluydu. Yine de sanki ağır, ateşli bir hastalıktan yeni kurtulmuş bir çocuğu dinlenirken rahatsız etmekten çekinen ebeveynler gibi neredeyse parmaklarının ucunda yürüyorlar, kaçamak bakışlarla nekahat döneminin sağ selamet sona ermesi için ortaya çıkabilecek terslikleri kontrol etmeyi umuyorlardı. İkinci günün akşamına doğru tüm çizimler gözden geçirilmiş, öykü ufak tefek düzeltmelerle editöre teslim edilmişti. İş bittikten sonra küçük bir kutlama için Alisha’yla Plaka’daki kafelerden birine gitmeye karar verdiler. Birlikte gitmeyi teklif ettikleri tüm dostlarının bir işinin çıkmasına gülmekten kendini alamamıştı ama bunu onların yüzüne vurarak dalga geçmeye, olayı açıkça kabullenip konuşmaya kendini hazır hissetmediği için henüz cesaret edemiyordu. Böyle bir durumda mümkün olabilecek en iyi olasılık gerçekleşmiş ama bunun verdiği mutluluğun –gerçekten de bu mutluluğu ve heyecanı hissedebiliyordu- küllenmeye yüz tutmuş eski tutkusunu tamamen söndürmesi gerekirken, kaybettiğinin hüznü ile kafasının giderek daha fazla meşgul olmasını bir türlü engelleyemiyordu. Motosiklete binerlerken idare binasındaki üçüncü katta bir siluetin pencereden izlediğini hissettiğinde başını kaldırıp kısa bir bakış atmaktan kendini alamadı. Çok kısa bir an içinde de olsa bu bakışın Alisha tarafından fark edilmemiş olması olanaksızdı. Ama o bunu fark ettiğini Smyrna’nınTılsımı Sayfa18 belli etmek yerine, saçlarını toplayıp kaskını taktıktan sonra, arkadan beline sıkı sıkıya sarılmayı tercih etti. Alisha’nın her şeye rağmen gösterdiği sıcak ilgi biraz önceki huzursuzluğunu alıp götürmüş, yol boyunca motosikletin tekdüze patırtısı ve sallantısı ise çocukluğunda büyükanneyle sık sık gittikleri Selanik’teki lunaparkta binmekten büyük zevk aldığı atlıkarıncayı anımsatmıştı. Boşlukta süzülür gibi inip kalkan süslü atların üzerinde dönüp dururken atlıkarıncadan yayılan metalik sesli hoş müziğin büyükannenin masallarda anlattığı dans sahnelerindeki müzik olduğunu hayal ederdi. Birden, çok uzun süredir görmediği büyükanneyi ne denli özlediğini fark etti. Çocukluğunun masal dünyasına açılan penceresi büyükanne… Birlikteyken, belki de anne ya da babası gibi yapacak bir sürü işi olmadığı için sadece onunla ilgilenen, her türlü sıkıntısını sanki büyük bir insanı dinler gibi dikkatle dinleyip, sonra da konuyla hiç ilgisi yokmuşçasına anlattığı birbirinden güzel masallarla üzüntüsünü dağıtıp, neşelendirip, güldüren, bu arada sorununu nasıl aşacağına dair ipuçlarını gizlice veren dünya tatlısı büyükanne… Dinlediği onlarca belki de yüzü aşan masalın her biri farklı dünyalardan, farklı insanlardan ve farklı sorunlardan söz eden, müzikle söylenmiş şiirler gibi dinleyeni kendi dünyasına çekip, mutlu ya da beklenmedik hüzünlü sonlarıyla insan yaşamındaki olasılıkların çeşitliliğini vurgulayan zeka eseri masallardı. Anlattıklarının ne kadarını kendisi uydurmuş, ne kadarını başkalarından dinlemişti acaba? Daha sonraları, büyükannenin masallarına hiçbir masal kitabında rastlamadığını fark etmiş, bunların bir kısmının alışık olduğu dünyaya ait izler taşımasına rağmen, bir kısmının tamamen yabancı olduğu daha masalsı bir dünyadan çıkıp geldiğini düşünmüştü. En çok da bu eski yabancı dünyadan, onun insanlarından, adetlerinden, geleneklerinden ve bitmek tükenmek bilmeyen çatışmalarından söz eden masallardan hoşlanırdı. Bu dünyada, çok farklı insanlar iç içe yaşarlar birbirlerini çok sevmelerine rağmen zaman zaman bir türlü paylaşamadıkları bir şeyler için kıyasıya savaşırlar ama sonunda paylaşamadıkları şeylere aslında ancak hep birlikte sahip olabildiklerini anlayıp tekrar birbirlerinin yaralarını sararlardı. ‘Ne seninle ne de sensiz’. O masalların birçoğunu bu sözlerle bitirirdi büyükanne. İlk önceleri, yaramazlıklarına bir dokundurma sanmış üzülmüştü ama sonraları bunların büyükannenin annesinden duyduğu ve onu anmak için tekrarladığı sözler olduğunu öğrenmiş, her masalın sonunda bir süre uzaklara dalıp giden büyükannenin yanağına kondurduğu öpücükle hüznünü hafifletmeye çalışırken, bir yandan da ‘denizin karşısından kopup gelmiş’ o gizemli kadın hakkında asla doyurucu bir yanıt alamadığı onlarca soru sormuştu. Büyükannenin bu denli ketum davranmasının nedeninin genç yaşta kaybettiği annesine hala duyduğu özlem olduğunu düşünüyor, onunla ilgili sözlerin büyükanneyi hüzünlendirmekten başka bir işe yaramadığını anladığından beri de bu konuda çok fazla Smyrna’nınTılsımı Sayfa19 ısrarlı olmamaya dikkat ediyordu. Buna rağmen uzun yıllar içinde bölük pörçük edindiği bilgilere göre, büyükannenin anne ve babasının Küçük Asya Savaşı’ndan sonra doğup büyüdükleri İzmir’i terk etmek zorunda kaldıklarını, ilk anda sığındıkları Sakız adasında bir yıl kadar zor şartlar altında yaşayıp sonra beraberlerinde getirdikleri para ve kıymetli takıların büyük bir kısmı karşılığında ve binbir güçlükle Selanik’e göç etmenin bir yolunu bulup, terk ettikleri şehirlerine oldukça benzeyen bu kente yerleştiklerini öğrenebilmişti. Büyükanne, bu uzun göç yolculuğunun ilk durağı olan Sakız adasında 1923 yılında dünyaya gelmişti. Nadiren de olsa, annesinden özlemle bahsetmiş, onun güzelliğinden, zekasından ve sevgisinden söz etmiş olmasına rağmen babası hakkında neredeyse dişe dokunur hiçbir şey anlatmamış olması çok sonraları dikkatini çekmişti. Birden içinde bulunduğu kararsız duruma dair dişe dokunur tek öneriyi büyükanneden alabileceği geldi aklına. Bu fikir tüm endişelerini silmiş, içinin kıpır kıpır aceleci bir sevinç ve tüm bedenine yayılan bir iç huzuru ile dolmasına neden olmuştu. Bir an önce Selanik’te büyükannenin yanında olmak için dayanılmaz bir istek duymaya başladı. Tek sorun, Alisha’yı kırmadan bunu nasıl anlatacağı, henüz iki günlük beraberliklerine rağmen bir süre ortadan kaybolmayı onu kaygılandırmadan nasıl açıklayacağıydı. Plaka’daki kafeye vardıklarında büyükannenin seksen yaşında bir kadın olarak bazı sağlık sorunlarının ortaya çıkmış olmasının kabul edilebilir ve şüphe uyandırmayacak bir neden olabileceğine karar vermişti. Üstelik Alisha onun büyükanneyi ne kadar çok sevdiğini de biliyordu. Bu sorunu da halletmenin verdiği mutlulukla motosikleti kafenin önüne park etti. İki saat boyunca baş başa bira içip bir şeyler atıştırdılar. Öyküyü tam istedikleri şekilde ve zamanında tamamlayıp teslim etmelerini kutlarlarken daldan dala oldukça keyifli bir sohbet sırasında Alisha ile kızın hiç beklemediği bir yoğunlukta ilgilenmişti. Kalkmalarına yakın sanki aklına yeni gelmiş gibi, dün gece büyükanne ile konuştuğundan, çok önemli olmasa da bazı sağlık sorunları olduğundan, gidip görmezse rahat edemeyeceğinden söz etti. Öyküyü de tamamladıklarına göre, izninden bir haftayı kullanmayı düşündüğünü söyleyip dergiye haber verme işini tatlı dille Alisha’nın üzerine yıkmayı da ihmal etmemişti. Alisha’yı evine bırakırken, her şeyin istediği gibi gitmiş olmasından duyduğu sevinçle motosikleti daha bir kıvrak kullanmaya başladı. Büyükanneyi görmeyi akıl etmesi ve bunu Alisha’yı üzmeden halledebilmesini sorununun çözümüne doğru en nihayet atmayı başarabileceği adımların ilki gibi görüyor, sekseninde de olsa zekasından ve sevgisinden hala emin olduğu yaşlı kadının yanından yaşamına yeniden çeki düzen verecek bir fikirle dönebileceğinden hiç kuşku duymuyordu. Sadece büyükannenin bunu nasıl yapacağını, çocukluğunda olduğu gibi laf arasında anlatıvereceği yepyeni bir masaldan esinlendireceği Smyrna’nınTılsımı Sayfa20 kıssadan hisse ile mi yoksa eski günlerden derleyeceği anıların dolaysız örnekleri ile mi kafasına dank ettireceğini merak ediyordu. Alisha’yı bırakıp eve varınca ilk işi büyükanneyi aramak oldu. Eski günlerdeki gibi ziyaretine geleceğini söylediğinde, büyükannenin sevinçten sesinin titrediğini, büyük olasılıkla da her zamanki sulu gözlülüğü ile ağlamaya başladığını hissetti. Bir süre özlemle sohbet ettikten sonra, büyükanneye sadece ziyarete geleceğini, önemli bir sorununun bulunmadığını, bazı konularda onun görüşlerini alacağını anlatıyor olduğunu fark edip, yaşlı kadının kıvrak zekasından daha fazla umutlanmaya başladı. Telefonu kapattıktan hemen sonra Larissa tren istasyonunu arayarak sabah saat 10.10’daki Intercity Hızlı Tren’den yer ayırtıp, uzun süredir ilk kez mutlu ve huzurlu bir uykuya dalabildi. Smyrna’nınTılsımı Sayfa21 BÖLÜM IV Gece o kadar deliksiz bir uyku çekmişti ki, sabah daha saat çalmadan uyanıp odayı aydınlatan parlak gün ışığının verdiği keyifle bir çırpıda küçük valizini hazırlayarak alelacele yola koyulmuş, onbeş dakikalık taksi yolculuğundan sonra Larissa tren istasyonuna vardığında saat dokuz bile olmamıştı. Kahvaltıyı istasyondaki küçük bir kafede yaparken hem etrafını seyrediyor hem de Selanik’te büyükanne ile geçireceği birkaç muhteşem günün hayalini kuruyordu. Bir an, çocukluğunun en mutlu günlerinin geçtiği, büyükannenin Ana Poli’deki küçük avlulusu rengarenk saksı çiçekleriyle süslü eski evindeki odasını düşledi. Kendini sedir üstündeki sert ama bir o kadar rahat yatağının, mis gibi kokan çarşaflarıyla, kenarı dantellerle bezeli uzun dar yastığının kollarına bıraktığını, sonra da büyükannenin denizi uzaktan gören terasında hazırladığı birbirinden güzel yemekler eşliğinde uzun ve sıcak bir sohbet için kendisini yatağından kaldırmaya geldiğini hayal etti. Büyükannenin hiç olmazsa bir kadeh uzo ile eşlik edeceğinden emindi. Biraz gevşeyip duygusallaştıktan sonra eski günlerden bahsetmeye başlayacak, bir keresinde birlikte geçirdikleri yaz tatili bitiminde anne ve babasıyla Atina’ya döndükleri gün, pencere camlarında kalan küçük el izlerine bakıp bakıp arkalarından nasıl ağladığını yine anlatacak, bu sefer belki de birlikte gözyaşı dökeceklerdi. Ziyareti ile son günlerini yaşayan yaşlı kadını ne denli mutlu edeceğini düşünüyor ama sonuçta lafı asıl ziyaret nedenine nasıl getireceğini, hatta büyükanneye ne soracağını bile bir türlü kafasında şekillendiremiyordu. Bir yandan da, büyükannenin nasıl olsa kendi yöntemleri ile konuyu en ince detayına dek ağzından alacağına olan güveni tamdı. Soracağı can alıcı sorularla, anlatmaya kalksa unutup eksik bırakacağı düşüncelerini, hatta tam yerinde yapacağı bazı kışkırtmalarla kendisinin dahi tanımlayamadığı duygularını ortaya dökmesini sağlayacak, sonra dünyadaki en zor soruyu soracaktı: ‘Sen ne istiyorsun?’ Bu soruyu nedense her seferinde sorar, arkasından da ‘Ne istediğine dikkat et, gerçekleşebilir’ diye uyarmayı ihmal etmezdi. Yaşlı kadının olayları bu denli berrak bir görüşle değerlendirebilme yeteneği büyük olasılıkla yaşamını çocuklarla geçirmiş olmasına bağlıydı. Kırk yılı aşkın bir süre ilkokul öğretmenliği yaptıktan sonra emekli olmuş, şehrin en eski mahallesinde annesinden kalan küçük cumbalı bir evde yalnız başına yaşıyordu. ‘Genç yaşta tüberküloz hastalığına yakalanan babamı uzun ve zahmetli bir hastalık sürecinden sonra kaybettiğimizde belki bir belki de iki yıl kadar bocaladı. Ama sonra, sanki babam hiç olmamış sanki başından beri sadece ikimiz varmışız gibi tüm yükü metanetle omuzladığını anımsıyorum. Sadece ben değil de tüm öğrencileri yetim kalmış gibi hepimizin sorunlarını çözmek, sıkıntılarını giderebilmek için bizleri Smyrna’nınTılsımı Sayfa22 anlamaya çalıştı. Çocuk gibi düşünebilmeyi öğrendi sonunda’ diye anlattığını hatırlıyordu babasının. Aslında o zor yıllardan bahsetmeyi pek sevmezdi ama bazen karısının ısrarlı sorularına dayanamaz, pek az anımsadığı babasından özlemle söz ederken kendisi gibi küçük bir çocuk olur, sanki cenazeyi biraz önce kaldırmışlar gibi yeniden yaşadığı üzüntüyle giderek tizleşen sesi cümleleri tamamlamasına çoğu zaman izin vermezdi. Büyükannenin yatak odasında eski demir karyolanın başucunda asılı siyah beyaz fotoğraftaki babasına tıpa tıp benzeyen adamı anımsıyordu. İlerlemiş hastalığı, ince uzun yüzü ve yorgun bakışlarından belli olan bu genç adam zaman zaman aralık kalan kapıdan kendisini de gözetler, büyükanne ortalarda yokken biricik torununu büyükannenin bahsettiği tok sesiyle yanına çağırırdı. ‘Saat 10.10’da Selanik’e hareket edecek olan Intercity hızlı tren yolcuları için ilk çağrı! Tren birinci peronda yerini almıştır.’ ‘Nihayet’ diyerek toparlandı. Kahvaltıya oturmadan biletini alıp valizini verdiği için elinde küçük bir çanta ve iPodu kalmıştı. Yerini bulup oturduğunda yaklaşık beş buçuk saat içinde Selanik’te büyükannenin yanında olacağını düşünerek çocukluğunda olduğu gibi çantasından bir naneli şeker çıkartıp ağzına attı. Bu eskiden beri isteyerek çıktığı yolculukların başlangıcında hiç eksik etmediği bir ritüel olagelmişti. Diğerlerinde, yani iş veya zorunluluklar nedeniyle yaptığı yolculuklarda kesinlikle uygulamadığı bir işlemdi. Nane şekeri ile başlayan yolculukları her zaman gittiği yerde hoş zaman geçirdiği, döndüğünde ise belleğinde anımsanmaya değer anılar bölümünde otomatik olarak arşivlenen gezileriydi. Bu sefer de – belki biraz hile gibi oluyordu ama- istasyonun girişindeki kafeden bir paket satın almış, yerine oturup tren hareket etmeden bir tanesini ağzına atınca artık işi garantiye aldığı düşüncesiyle rahatlamıştı. iPodunun kulaklıklarını takıp müziği açtığında tren hareket etmişti bile. Dead Can Dance ikilisinin oldukça eski bir albümünden Ubiquitous Mr Lovegrove isimli parçası yer yer oryantalizme kaçan tınıları ile benliğinin en uçlarına dek sızmaya başladığında, aşkın büyüsüne kapılıp sadakatin ritmine ayak uydurmaya çalışırken aldatıldığını anlayan zavallı bir aşığın kırbaç sesleri arasındaki sızlanmaları ile hüznün karşı konulmaz melankolisine bıraktı kendisini. ‘……. İnanmıyorum artık sana Sana inanmıyorum.’ Smyrna’nınTılsımı Sayfa23 Şarkının duyguları, zamanı ve isyanı teslim alan ezgileri, sözlerini dahi gereksiz kılacak bir anlatıma sahipti. Hani bir kez söylendiğinde artık iş işten geçmiş olan şarkılar var ya, işte onlardan biriydi bu da… ‘Eminim daha birçok kişinin yaşamının bir yerlerinde bu ya da bunun gibi şarkılar uzayda başıboş dolaşan tesadüfün sırtından kafalarına düşüp canlarını epey acıtmıştır. Ezgiler, sözler ve ritim… Her şey Eleni’yi anlatıyor. Oysa Alisha’yı düşünmeyi ne çok isterdim. Alisha, seni seviyorum. Fakat senin bana, benim sana olan sevgim fazlasıyla masum, olağandışılığın güvensizliğinden uzak ve birlikteyken zamanın akışı gözlenemeyecek derecede çalkantısız. Beni garipsediğinizi, hatta bazılarınızın daha ileri giderek ayıpladığınızı biliyorum. Ağaçtan düşüp, her yerini kırdıktan sonra hasta yatağına değil de henüz kemikleri bile kaynamadan ağaçtaki elmalara gözü takılan yaramaz çocuk gibi davrandığımı da biliyorum. Aslında kendimi yatağın rahatlığına teslim etmeyi çok istememe rağmen aklımda hep o elmalar. Aşığın nankörlüğü mü, aşkın ikiyüzlülüğü mü? Alisha’yı çok severken Eleni’yi isteyemez miyim? Eleni’ye tutkum devam derken Alisha’yı sevebilmem yüzsüzlük mü size göre? Peki ama siz hiç, içki masasında karşınızdakilerle sohbet ederken hemen yanı başınızda oturan kadının rebetikonun kıvrak ezgilerine kendisini kaptırıp, yüzünüzde bakışlarını gezdirdiğini hissettiniz mi? Farkında değilmiş gibi sohbete devam ederken onun saldırgan ama sevecen bir tebessümle gözlerinize değil de yanağınıza, kulağınızın kıvrımlarına, bir şeyler anlatan dudaklarınıza ya da burnunuza baktığını? Bakışlarının ensenize dokunduğunu, hatta biraz gıdıkladığını? Siz hiç, bir kadının elleriyle değil de bakışlarıyla sizi okşadığını dokunma duyunuzla algıladınız mı? Siz ilgilenmiyormuş gibi yaparken masadaki herkesin neler hissettiğinizi anladığının farkına vardınız mı? Kendinizi onun herkesten sakındığı tek oğluymuş gibi hissederken onun size bir erkekten zevk alarak baktığını sandınız mı? Bir kadında aşık olunan şeyin kadının içindeki aşk olduğu fikrine katılıyor musunuz? Onun içinde dönüp duran yıldırımların tesadüfen de olsa paratoneri oldunuz mu hiç? Hayatınızda kazara hiç elektriğe çarpıldınız mı? Çarpıldığınızda, tırnaklarınız bile yataklarında titrerken hiçbir şey yokmuş, bunlar sizin için olağan şeylermiş gibi başkalarıyla sohbetinize devam ettiniz mi? Ettiyseniz karşınızdakinin dediklerinden bir şey anladınız mı? Siz hiç bu kadar yüceltildiniz mi? Ben evet diyebiliyorum, ya siz?’ Smyrna’nınTılsımı Sayfa24 BÖLÜM V Gözlerini açtığında bir saat kadar uyumuş olduğunu fark etti. Tren artık Atina’nın kuzeyindeki platolarda etrafı seyretmeye pek fırsat tanımayan bir hızla yol almaktaydı. Kompartımanda oturanların bir kısmı yarım bıraktıkları sabah uykularına devam ederlerken bazıları da pencereden oldukça uzaklara takılı gözleriyle geçip giden manzarayı izlemeye çalışıyor, zaman geçiriyorlardı. Çocukluğunda çıktığı yolculuklar sırasında can sıkıntısından kurtulmak için oynadığı bir oyun geldi aklına. Etrafındaki kişilerin yüzlerine, giyimlerine ve eşyalarına bakarak niçin yolculuğa çıktıklarını, vardıkları yerde onları nasıl bir ortamın beklediğini anlamaya çalışırdı. Yolculuklarda, annesi ve babası genellikle yan yana otururlar ona da hemen önlerindeki sıradan bir yer alırlardı. Yerine geçip oturduğunda yanındaki koltuk henüz boş ise yol arkadaşını heyecanla beklemeye başlardı. Binen her yolcuyu dikkatle inceleyerek yanına kimin oturacağını tahmin etmek oyunun ilk bölümüydü. Nefes nefese ihtiyar teyzeler, gürültücü çocuklarıyla kalabalık aileler ve gizemli bakışlarla oturan diğer yolcuları süzen iyi giyimli gizli polis kılıklı orta yaşlı erkekler değişik öykülerin kahramanları olarak ilerlerler, yanından geçip giderlerse hayalinde henüz başlatmış oldukları öykülerini de alıp başka bir yere otururlardı. Sonunda içlerinden birisi yanında durur üstteki raflara çantasını ya da çıkarttığı paltosunu bıraktıktan sonra yanındaki koltuğa yerleşirdi. Onu çoğu kez tahmin edebiliyordu. Yaklaştıkça koltukları sayar, iki sıra öteden gözü yanındaki koltuğa takılır ve sabırla koridordaki diğer yolcuların yerleşmesini bekleyip yerine doğru ilerlerdi. İşte, ilk kez göz göze geldikleri bu anlarda asıl öykü için kanıt toplamaya başlardı. Yolculuğun sonuna doğru, oluşturduğu senaryoyu kontrol etmek için yanındakiyle sohbete girişip gerçekle öykünün ne kadar örtüştüğünü sınamak ise oyunun en zevkli tarafıydı. On ya da onbir yaşlarında her yaz olduğu gibi tatilin bir ayını büyükannenin yanında geçirmişti. Bir ay boyunca büyükannenin sınırsız hoşgörüsüyle şımarmış, her gün akşam karanlığı çökene dek Selanik’in tarihi mekanlarla bezeli eski şehri Ana Poli’nin iki yanı cumbalı ve rengarenk eski tip evlerle süslü sokaklarında gönlünce oynamıştı. Bir çocuğun bulabileceği en güzel, en sıcak ve en özgür sokaklardı onlar. Herkes birbirini tanır, çocuklar acıktıklarında topluca herhangi bir evden birer dilim üzerine yağ sürülmüş ekmek, süt ya da şeker isteyip oyunlarına kaldıkları yerden devam edebilirlerdi. Ama onun için bu cennetteki günler hep sayılı olmuştu. Bir gün oyunun ortasındayken aniden sokağın başında anne ve babasını görür, bir aylık ayrılığın özlemiyle koşup kollarına atılma isteği ve tatilin bittiğine dair düş kırıklığı arasında bir süre bocalardı. Smyrna’nınTılsımı Sayfa25 O yıl da anne ve babası onu almaya geldiğinde yine birkaç gün kalıp büyükanne ile hasret gidermişlerdi. Bu ek süre oyunların en zevkli, özgürlüğün en doyumsuz ama geçen zamanın en çok farkına varıldığı günlerdi. Yolculuk günü geldiğinde büyükanne ile uzun uzun vedalaşmışlar seneye tekrar görüşecekleri sözleriyle birbirlerini teselli ettikten sonra otobüse yetişmek için aceleyle garaja doğru yola çıkmışlardı. Yerine yerleştiğinde her zamanki gibi binen yolcuları izlemeye başladı. Bir ara annesinin verdiği bisküvilerden birini almak için arkaya döndüğü sırada otobüse bindiğini dahi fark edemediği oldukça şişman, esmer bir adam yanındaki koltuğa kendini büyük bir sarsıntıyla bıraktı. İlk defa oyunun başlangıcını kaçırmış, öykünün kahramanı hakkında bir ön fikir edinemeden serüvene ortasından dalmak zorunda kalmıştı. İlk anlarda ilgisiz görünmeye çalışarak oyunu bozacak bir başlangıç sohbetinden kaçınmak gerekiyordu. Kaçamak bakışlarla adamı izlemeye başladığında, giysilerinin oldukça sıradan ve temiz görünümlü olduğunu fark etti. Çizgili bir takım elbisenin içinde göbeğini sıktığı için alttan iki düğmesi açılmış bir yelek ve altında açık mavi renkte bir gömlek öykü için herhangi bir başlangıç ilham edememişti. Koltuğun boşluğuna sığdıramadığı bacaklarını iki yana doğru genişçe açmak zorunda kalmış, bir diziyle koridordan geçenleri engellerken diğer yandan da onu daracık bir alana sıkışmak zorunda bırakmıştı. Otobüs hareket ettikten kısa bir süre sonra adam koltuğunu yatırıp uykuya dalınca daha uygun bir fırsat olamayacağını düşünerek kaçamak bakışları bırakıp doğrudan incelemeye başladı. Yanında getirdiği gazeteyi katlayıp hiç okumadan önündeki koltuğun arka cebine yerleştirmişti. Gazetenin görünen kısımlarına göz attığında adamın daha önce küçük ilanlara göz gezdirmiş ve birini mavi tükenmez kalemle işaretlemiş olduğunu fark etti. Bir yandan işaretli yerde ne yazdığını okumaya çalışırken bir yandan da ara sıra kıpırdayan adama yakalanmamak için her zaman yaptığı uyku numarasına geçiyor, bir süre gözlerini kapalı tuttuktan sonra kıpırtı kesilince tekrar incelemeye devam ediyordu. Yazın sonu gelmiş olmasına rağmen oldukça sıcak bir havada devam eden yolculuk ve o zamanlar otobüslerde yeterli havalandırmanın bulunmaması oyuna devam etmesini oldukça zorlaştırıyordu. Birkaç kez, uyuyor numarası sırasında kısa bir süre gerçekten daldığını fark ederek telaşla uyanmıştı. Adamın kıpırdanmaları tamamen kesilip nefes alış verişi iyice seyrekleştikten sonra eski deneyimlerine dayanarak rahatça çalışabileceği zamanın geldiğine karar verdi. Bu sefer gerçekten önemli bir durumla karşı karşıya kaldığına dair içinde giderek büyüyen kuşkuyu gözlemlerinden elde ettiği bilgiler de destekliyor, oyunun gerçek bir serüvene dönüşebileceği fikriyle heyecanlanırken bir yandan da tüylerinin ürperdiğini hissediyordu. Her şeye rağmen, cesaretini toplayıp gazetenin ucundan biraz çekince işaretli yeri kısmen de olsa okuyabileceği bir görüş elde etti. Buna Smyrna’nınTılsımı Sayfa26 rağmen, mavi tükenmez kalemin çevrelediği küçük ilanın ancak ‘… kilisede toplantı… bağlantı: peder… telefon…’ kelimelerini seçebiliyordu. Elini tekrar gazeteye uzatırken adamın ani bir kıpırtısıyla bu girişiminden vazgeçti. Oturduğu yerde biraz daha kendisine doğru dönmüş uykusuna devam eden şişman adamın gömleğinin üstten iki düğmesi açılmış, boynunda oldukça büyük üçgen şekilli siyah bir kolye göze çarpıyordu. Her ne kadar daha önce bir benzerini gördüğünü anımsıyor olsa da aslında bunun sıkça kullanılan tipte bir kolye olduğunu söylemek pek mümkün değildi. ‘Belki de özel bir gruba ait bir işaret olabilir. Birbirlerini tanımalarına yardım ediyordur’ diye geçirdi aklından. Ceketinin koltuk altının oldukça şişkin ve bu sıcağa rağmen ceketini çıkartmıyor olması ise adamın silah taşıdığı yönündeki şüphelerini oldukça kuvvetlendirmişti. Artık, heyecanı o ana dek hiç duymadığı bir düzeye tırmanmış, aklından hızla geçen binbir türlü olasılık içinde en anlamlı olanını seçmeye çalışıyordu. Sonunda tüm veriler birleştirilince, şişman adamın yakın zamanda seyrettiği bir mafya filmindeki gibi acımasız bir tetikçi olduğuna, gazete ilanında kurbanın teşhis edileceği yer, muhbir ve muhbirle iletişim kurulacak telefon numarasının şifreli bir şekilde verildiğine dair herhangi bir kuşkusu kalmamıştı. Durumu anne ve babasına bildirmesi mümkün görünmüyordu. Aslında adamla fazla ilgilenmez ve dikkatini çekmezse ne kendisinin ne de anne ve babasının tehlikede olmasını gerektiren bir sebep vardı. Ama nedense, gazeteyi biraz daha çekip işaretli yerdeki ilanı tümüyle okuyabilmeyi de bir türlü aklından çıkartamıyordu. Sonunda olan oldu, tam elini uzattığı sırada adam birden gözlerini açarak önce gazeteye uzanmış olan eline, sonra da yüzüne sert ama meraklı bir ifade ile bakarken, bir yandan da neler olduğunu anlamaya çalışıyordu. Birden olayın bir tuzak olduğuna hükmetmiş olmalı ki elini aceleyle tabancasının bulunduğu cebine doğru atarken aynı anda koca gövdesiyle anne ve babasının oturduğu koltuklara doğru dönmek için ani bir hamle yaptı. Masum oyununun nelere mal olacağını fark edince bir yandan telaşla adamın eline doğru atılmış, diğer yandansa anne ve babasını uyarabilmek için avaz avaz bağırmaya başlamıştı. Gözlerini açtığında, yakınlardaki koltuklarda oturan yolcuların yerlerinden kalkarak merakla baktıklarını ve muavinin de onlara doğru hızla gelmekte olduğunu gördü. Yanındaki şişman adam endişeyle kenara doğru çekilmiş hemen arkalarında oturan anne ve babasının ne olduğunu anlamak isteyen korku dolu gözlerine anlamsız bakışlarla bakmaktaydı. Olanları anlamaya başladığında utancından yerin dibine geçtiğini sanki her şey daha dün olmuş gibi anımsayabiliyordu. Zavallı şişman adamı düşürdüğü garip durumun farkına varmış ve bu yüzden kendisini mecbur hissettiği bir açıklama için ağzını açabilmişti: ‘Bir kabus gördüm.’ Smyrna’nınTılsımı Sayfa27 Her şey anlaşılıp tatlıya bağlandıktan sonra epey bir süre daha diğer yolcuların eğlence konusu olmuştu. Annesi ve babası dahil herkes bir yandan kendisine sempati dolu bakışlarla bakarken diğer yandan da biraz önceki gülünç olayı anımsayıp yüzüne karşı sırıtmaktan kendilerini alamıyorlardı. Yanında oturan şişman adam ise belli ki düştüğü bu küçültücü durum nedeniyle ona acımış, bir yerlerden bulup çıkarttığı bir elmandan kestiği parçayı dostane bakışlarla kendisine uzatmıştı. Bu tavır karşısında tekrar kazandığı cesaretle yeni arkadaşına masum oyunundan ve kendisiyle ilgili edindiği izlenimler ve toplamış olduğu kanıtlardan söz etti. Kanıtların bir kısmı gerçek olmasına karşın bir kısmını aralarda dalıp gittiği düşlerinde görüp eklediği de belliydi. Örneğin, adamın gömlek yakası tamamen kapalıydı ve gömleğinin üstüne taktığı ince ve zarif bir zincirin ucunda basit bir haç sallanıyordu. Koltuk altında ise tabanca olduğu izlenimini veren herhangi bir şişkinlik yoktu. Düşündüklerine bir süre birlikte güldükten sonra şişman adamın adının Dimitri olduğunu ve Sakız’ın bir köyünde papaz olarak görev yaptığını öğrendi. Köyün çocukları ona oldukça iri yapısı nedeniyle ‘Tomruk Dimitri’ adını takmışlar. Dimitri her ne kadar görev nedeniyle sonradan gelip yerleşmiş olsa da Sakız’daki köyünü çok sevdiğini ve yaşamının sonuna dek oradan ayrılmak istemediğini de anlatmıştı. Gazetede işaretlediği küçük ilanın, Atina yakınlarında bulunan doğduğu köyde, tüm Yunanistan’a dağılmış köy halkından kişilerle kilisede yapılacak bir toplantı için verilmiş olduğundan söz etti. Büyük bir şirket köyün topraklarını iyi para vererek satın almak istiyordu ama tek şartı fire vermeden tüm toprakların satışının kabul edilmesiydi. Bu fırsatı kaçırmak istemeyen gençler de büyüklere satış için baskı yapıyorlardı. Gazetede yaklaşık bir haftadır yayınlanan ilanı daha ilk günlerinde görüp köy kilisesinin papazını arayan Dimitri’nin oğlu da durumu öğrenmiş, ellerindeki toprakların satışı için babasının rızasını almaya çalışmıştı. Oğlunun Atina’da öğretmen olduğunu anlattı. Eşini kaybettikten sonra daha iyi bir eğitim alsın diye onu Atina’da akrabalarının yanına göndermiş, ama oğlan öğrenimini tamamladıktan sonra geri dönmeyerek Atina’da yerleşmeye karar vermişti. Dimitri bir yandan uzun süredir görmediği oğluna ve torununa kavuşacağı için heyecanlanıyor, bir yandan da bir türlü içine sindiremediği bu kararı için üzülüyordu. Hazır yola çıkmışken Selanik’te kendisi gibi papaz olan ve uzun süredir görüşemediği eski bir dostunu da görüp hasret gidermiş, oğlunun zoruyla kalkıştığı atasından kalan toprakları bu kadar sudan bir nedenle elden çıkartma konusunda onun da fikrini almıştı. Yolculuğun geri kalan kısmının oldukça eğlenceli bir sohbetle akıp gittiğini anımsıyordu. Dimitri’nin ayrılırken başını okşayarak verdiği öğüt ise hala hatırındaydı: ‘Görünenin arkasında ne kadar farklı insanlar ve öyküleri olabileceğini sakın unutma.’ Smyrna’nınTılsımı Sayfa28 ‘Yolculuklar’ diye düşündü: ‘İnsanın iç sesinin en geveze olduğu zamanlar…’ Düşündüğüne hak verir gibi gülümsedi. Atina’dan uzaklaştıkça içindeki sıkıntının giderek hafiflediğini fark etmek hoşuna gitmişti. Smyrna’nınTılsımı Sayfa29 BÖLÜM VI Tren Selanik Merkez istasyonuna girdiğinde saat öğleden sonra dörde yaklaşıyordu. Uzun süredir görmediği çocukluk cennetinin içinde ilerlerken aynı heyecanı duymuş, sanki yine yaz tatiline çıkmış küçük bir oğlan gibi büyükanneye bir an önce ulaşmanın sabırsızlığıyla daha perona yanaşmadan iniş hazırlıklarının tümünü tamamlamıştı. İstasyonun kalabalığı ve gürültüsü çocukluğunda olduğu gibi yine her yerdekinden farklı ve özel geldi. Hiçbir ayrıntıyı atlamadan Selanik’e varışın tadını çıkartmaya çalışıyor, büyükanneyi görmeden hemen önceki heyecanın doruk noktasını yine aynı saflıkla yakalayabilmek için çevrede hala değişmemiş birkaç detayın yardımını arıyordu. Taksi şoförüne ‘Ana Poli, Moreas sokağı lütfen’ diyerek adresi verdikten sonra arka koltukta etrafı seyretmeye başladı. Şoför Akdenizlilere özgü tez canlılıkla park yerindeki kalabalıktan birkaç manevra ile kurtulmuş, göz açıp kapayıncaya kadar Monastiriou Bulvarına kapağı atmıştı bile. Henüz akşam trafiğine yakalanmadıkları için iki yanı yüksek binalarla kaplı bulvarı oldukça hızlı bir şekilde geçtikten sonra, artık seyrin daha keyifli olduğu Egnatias Bulvarında yola devam ediyorlardı. Şehrin alış veriş ve iş merkezlerinin yoğun bir şekilde yer aldığı bu ana caddenin seyri oldum olası hoşuna giderdi. İnsanların ne aradıklarını bilmeden, belki de hiç umursamadan oradan oraya dolaşmalarını izlemek onda Atina’dan sonra daha gevşek, daha rahat bir kente geldiği izlenimini pekiştiriyordu. Bu yol yeni ve eski binaları, parkları ve tarihi yapılarıyla sürekli barındırdığı insan kalabalığından öte bir seyir sunuyordu. Bir keresinde babası bu yolun aslında Adriyatik kıyısından başlayıp İstanbul’a kadar devam eden eski bir Roma yolu olduğunu anlatmıştı. Bir zamanlar Jül Sezar’a, sonra da Markus Antonius’a şanlı birer zaferin kapılarını açan ve haçlı ordularının da defalarca çiğnediği bu yol ona ise her zaman büyükanneye ulaşmanın son birkaç dakikasının tatlı heyecanını yaşatmıştı. Taksi Egnatias’ın sonuna geldiğinde doksan derece sola dönerek tırmanmaya başladı. Kısa sürede Ana Poli’nin eski evlerinin çevrelediği dar sokaklarda ilerlemeye başlamışlardı. Bunca yıla rağmen bu bölge o kadar az değişikliğe uğramıştı ki, her baktığı köşede çocukluğundan kalma, belki de bazılarını bizzat kendisinin bıraktığı izlere rastlaması hala mümkün olabilirdi. Moreas sokağına girdiklerinde heyecanı biraz daha arttı. Az ilerideki kırmızı evi işaret ederek ‘burada ineyim’ anlamında şoförün omzuna dokundu. Biraz sonra bavulunu çekerek kırmızı evin yanından giren dar sokağa saptığında az ileride bembeyaz badanası, yeşil kapısı ve pencerelerinden sarkan rengarenk saksı çiçekleriyle küçük, cumbalı, sanki merakla gelecek misafirini bekler gibi sokağa doğru bir parça eğilmiş eski ve şirin bir ev çarptı gözüne. Eve Smyrna’nınTılsımı Sayfa30 doğru yürürken, yerde rastladığı tebeşirle çizilmiş sek sek merdivenleri ve az ilerisinde bir köşesi yıkılmış taştan mamul futbol kalesi, belki de biraz önce kızlarla oğlanların yan yana sek sek ve tek kale futbol maçına tanıklık etmiş bu sevimli sokağın üzerinde süs gibi geldi gözlerine. Kapıya ulaştığında üzerindeki eski demir tokmağı sevgiyle kavradı. Birisinin üzerinde taşlı bir yüzük şekli işli olan parmaklarının ucuyla kibar bir şekilde madeni bir top tutmakta olan kadın eli şeklindeki kapı tokmağının çıkardığı ses görüntüsüyle uyumsuz bir toklukta idi. Daha ikinci vuruşta içeriden oldukça yüksek perdeden ve o ölçüde duygusal bir çığlık işitildi. ‘Fotios… Yavrum...’ Kim bilir kaç yıldır görmediği yaşlı kadın, bu beklenmedik ziyaretin haberiyle o denli sevinmiş ve duygulanmıştı ki buluşma anının gerçekliğiyle tek başına baş edemeyeceğini düşünerek birkaç komşusuyla birlikte bekliyordu. Terliklerini bile unutarak avluya fırlayan büyükannenin yaşından beklenmeyecek bir çeviklikle boynuna sarılması eşlik eden komşu kadınların bile gözleri yaşartmış, ziyaretinin bu denli büyük bir mutluluğa neden olduğunu görmek ise onda da karşı konulmaz bir heyecana yol açarken bir yandan da bu tatlı ihtiyarı ne denli ihmal etmiş olduğunu hatırlatarak bir miktar utanmasına neden olmuştu. Büyükannenin sevinci o denli içtendi ki, yan yana oturdukları ilk yarım saat boyunca bir yandan torununun ellerini ve yüzünü okşuyor, bir yandan da aklına gelen bölük pörçük çocukluk maceralarını komşu kadınlara anlatırken yavaş yavaş sakinleşmeye çalışıyordu. Bir süre sonra ortalığın durulduğuna kanaat getiren komşular, yaşlı kadına karşı görevlerini yerine getirmiş olmanın gönül rahatlığıyla veda edip ayrıldılar. Akşama doğru eski odasında gözlerini açtığında çarşaf ve nevresimlerin kokusunu derin derin içine çekti. Bu koku her zaman güven, eğlence ve özgürlüğün kokusu olarak beyninde yer etmişti. Ne zaman başı sıkışsa ya da canını sıkan bir olay olsa bu kokuyu uzaklardan bir yerden duyar gibi olurdu ama büyükannenin evi dışında hiçbir evde aynısına rastlayamamıştı. Kaç kere annesi onu temiz çarşaf ve nevresimleri koklarken yakalamış ama o annesini gücendirmemek, muhtemelen annesi de onu utandırmamak(!) için birbirlerini görmezden gelmişlerdi. İki eliyle yorganı bir kez daha burnuna götürüp derin derin koklarken odanın kapısında gülümseyerek kendisini izleyen büyükanne ile göz göze geldi. ‘ Büyükannenin kuzusu.. Çok mu özledin eski yatağını? Yoksa yine aralarda mı kaldın?’ ‘Büyükanne yine formunda’ diye düşünüp gülümsedi. Bir yandan uzun süredir arayıp sormadığı için dokunduruyor, bir yandan da yine önemli bir kararın eşiğinde çaresizce yardım beklediğini sezmiş olduğunu hissettiriyordu. ‘Seni özledim de geldim bir tanem’ diye yaltaklandı önce rol icabı. Smyrna’nınTılsımı Sayfa31 ‘Ben seni bilmez miyim? Büyükanneni hiç unutmasan, çok özlesen de buralara kadar seni getirecek başka bir derdin olmalı. Hadi gel mutfağa, hem anlat hem de bana yardım et biraz’ diyerek anlına bir öpücük kondurup, yatağından kaldırdı. Mutfağa girdiğinde, onca geçen zamana karşın neredeyse hiçbir değişikliğin olmadığını görmek neşesini bir kat daha arttırmıştı. Tabakların özenle dizili olduğu duvardaki tahta rafların altındaki tezgahta şimdilerde artık kimsenin kullanmadığı kadar eski model bir ocak, üstündeki tencerelerin kapaklarını ağır ateşte titreterek eskiden hatırladığı güzel bir melodiyi tutturmuştu. Pencere kenarında büyükannenin sedir dediği kenarı işlemeli yastıklarla döşeli oturma yerine keyifle yerleşti. Pencereden baktığında gördüğü küçük bir elektrik lambasının aydınlattığı çiçek saksılarıyla dolu avlu ve bahçe duvarının üstünden ışıl ışıl körfez her ne kadar bildiği bir manzara olsa da kısa bir süre hoş bir şaşkınlık geçirmesine neden oldu. ‘Büyükanne, ne zamandır baş başa kalamadık biz?’ diye sordu biraz çekinerek. Bu içtenlikli soru ile asıl konunun açılmakta olduğunu hisseden yaşlı kadın tencerelerin altındaki ateşi biraz daha kısarak gelip torununun yanına yerleşti. ‘Çok uzun zaman oldu kuzucuğum. Yangından sonra doktorun da tavsiyesiyle babanlar bütün yaz seni bana bırakmışlardı hatırlarsan. En güzel yazımız o yazdı bana göre. Daha sonra babanın işi nedeniyle Kanada’ya gittiğinizde üç yıl birbirimizden ayrı kalmıştık. Bana ne güzel mektuplar yazardın. Hala saklıyorum onları biliyor musun?’ Her şeyi değiştiren yangını hatırlamak belli belirsiz ürpermesine neden oldu. Yangından sonra duyduğu suçluluk iyice içine kapanmasına sebep olmuş, giderek artan korkuları ve uyku bozuklukları nedeniyle onu bir psikiyatriste götürmek zorunda kalmışlardı. Aylarca süren konuşmaları, psikolojik testleri ve bu sürecin onu ne denli sıktığını hala anımsıyordu. Sonunda bir süre çevre değiştirmesinin yararlı olabileceğine ve o sene tüm yaz tatili boyunca büyükannenin yanında kalmasına karar verilmişti. Tam da öngörüldüğü gibi yaz tatilinin sonunda büyükannenin de büyük çabalarıyla yine eski neşesine kavuşmuş, annesi ve babasıyla yine eskisi gibi utanıp sıkılmadan konuşabilir, geceleri ise huzurlu ve kesintisiz bir uyku uyuyabilir olmuştu. ‘Beni asıl tedavi eden sendin değil mi büyükanne?’ Yaşlı kadın bu soruyu bekliyormuş gibi anlatmaya başladı. ‘Doktor annenle babana, asıl sorunun yangın nedeniyle duyduğun suçluluk hissinden çok o gece onlar arasında bir seçim yapmak zorunda kaldığını düşünmen olduğunu söylemiş. O yaşta bir çocuk için oldukça büyük bir yük. Sürekli, ikisini de senin uyandırdığını, ikisini de aynı şekilde sevdiğini, hiç birisinden vazgeçmek istemediğini söyleyip durmuşsun. Smyrna’nınTılsımı Sayfa32 Hatırlıyorum da, herkes yangından çok, senin durumuna üzülmüştü. Özellikle de baban çok etkilendi bu durumdan ve kendini sorumlu tuttu.’ ‘Ben hala o gecenin çok farklı bir deneyim olduğunu düşünüyorum büyükanne. İnanır mısın bilmem ama adım gibi eminim ki aynı anları iki kez farklı şekilde yaşadım o gece. Bana da biraz saçma geliyor ama anımsadıklarım o denli gerçek ve detaylı ki bu şekilde düşünmeden de edemiyorum.’ ‘Büyükannenin bir tanesi, bırak artık o anılar hatırlandıkları şekilde kalsın sende. Hepimiz için en iyisi bu. Sen gerçekten ne annenden vazgeçtin ne de babandan. O gece olanlar küçük bir çocuğun seçimlerinin arkasına saklanamaz. Hem zaten iyi biten her şey iyi değil midir?’ ‘Sen mi söylüyorsun bunu?’ deyip bastı kahkahayı. Sıkıntılı anların sona erdiğini gören yaşlı kadın ‘Ha şöyle, benim eski neşeli, yaramaz Fotios’um ol yine. Ama büyükanne ile de fazla dalga geçme bakayım’ diyerek şakadan azarladı torununu. Büyükanne havanın serinlediğini düşünmüş olmalı ki terasta yemek yerine tabakları mutfaktaki küçük masaya yerleştirmeye başlamıştı bile. O da yerinden kalkıp yardım etmeye karar verdi. Çatalları ve bıçakları yerleştirirken göz göze geldiler. Muzip bir gülüşmenin ardından büyükanne torununun ne düşündüğünü anlamış, tezgahın altındaki dolaptan çıkardığı küçük şişeyi uzatmıştı bile. ‘Al bakalım, seninle bir kadeh içemeyecek kadar yaşlanmadım daha.’ ‘Büyükannelerin güzeli, ruhum benim. Her zaman aklımdan geçenleri okursun değil mi? Hem de artık aynasız yapıyorsun bunu.’ Kadın duyduğu sevgi dolu tezahürata karşılık memnuniyetle gülümsedi torununa. Ama sonra söylediklerini anlayınca biraz bozulmuş gibi yaparak ‘Nerden hatırladın şimdi onu? Yok, artık uğraşmıyorum o işlerle uzun süredir’ diyerek kestirip atmaya çalıştı lafı. Üzeri dolmalar, turşu çeşitleri, mezeler ve çeşitli otlardan yapılmış salata tabakları ile dolu olan masayı sedire doğru çekip yan yana oturduktan sonra birer kadeh uzoyu tokuşturup ilk yudumlarını aldılar. ‘Hadi büyükanne, kırma beni. Anlat şunu bir daha. Neydi o senin aynalı fal hikayesi?’ Olayın eğlence konusu olmasına biraz içerlemiş gibi suratını asan yaşlı kadın şakayla karışık terslendi. ‘Fal değildi o. Evet emekli olduktan sonra bir süre kahve falı bakarak oldukça meşhur olmuştum Selanik’te. Ama o sözünü ettiğin şeyin kesinlikle fal ile uzaktan yakından bir ilgisi yok.’ ‘Neydi o zaman?’ Smyrna’nınTılsımı Sayfa33 ‘Fal bakmayı ilk kez annemden görüp öğrenmiştim. Geldiği yerde oldukça yaygın bir eğlenceymiş kahve falı. İnsanlar yaşadıklarını kendilerini hiç tanımayan birinin ağzından duyduklarında şaşırıp eğlenirlermiş. Annem bunun aslında fal ile bir ilgisi olmadığını söylerdi. Çünkü insanlar geçmişte yaşadıklarını zaten bilirler. Hoşlarına giden şey ise geçmişteki tercihlerinin başka biri tarafından da onaylanması ve gelecekteki seçimlerinde de aynı isabetle davranacaklarına dair cesaretlendirilmeleridir. Dinleyenlerin fal sırasında söylediklerime verdikleri tepkilere dikkat ettikçe onların karşılaştıkları ya da karşılaşacakları olaylarla ilgili gerçek düşüncelerini ve tercihlerini henüz kendileri bile farkında değilken sezme yeteneğim giderek gelişmişti. Geriye kalansa, onları seçimleri konusunda desteklemekten başka bir şey değildi. En çok duymak istedikleri şey yani.’ ‘Ama bu doğru bir şey mi? Hele bundan para kazanmak?’ diye girdi lafa. ‘Parayı eğlendirdiğin için alıyorsun. Doğruluğuna gelince, işin aslı senin söylediklerinden çok onların sana söylediklerinde gizli. Dinlemesini bilirsen, insanların kendilerine bile söylemedikleri düşüncelerini kulağına fısıldadıklarını duyabilirsin. Hiçbir değişiklik yapmadıktan sonra, onların fikirlerini yine onlara söylemekte ne zarar var?’ ‘Büyükanne sen müthiş birisin. Keşke hep yanımda olsan’ ‘Yağcılığı bırak. Benim kaç günlük ömrüm kaldı? Kendinle yüksek sesle konuşmayı öğren kimseye ihtiyacın kalmaz’ ‘Ne diyeceğim ki kendime?’ ‘Kendi öykünü yüksek sesle başka birinin ağzından anlat. Sonra da ona akıl ver.’ ‘Hepsi bu mu?’ ‘Olur mu hiç? En önemli şeyi unutmamalısın. Cesaret. Korkaklar, seçmedikleri şeyler için seçtiklerini suçlarlar. Cesur insanlarsa, seçimin bir kayıp içerdiğini bilip, kendi istedikleri ile mutlu olmaya çalışan insanlardır.’ Büyükanne giderek daha hoş sohbet olmaya başlamıştı. Bu gecenin bitmesini hiç istemiyordu ama bu yaştaki bir kadını onca saat oturmaya zorlamanın ne derece doğru olacağını da kestiremiyordu. Biraz daha oturup asıl konuyu ertesi gün açmaya karar verdi. ‘Aynadan bahsedecektin büyükanne. Hadi nazlanma artık’ diyerek konuya geri döndü. Söz etmek istemediği konunun tekrar açılmasından hoşnut olmadığı açıkça belli olsa da torununun ısrarlı bakışları karşısında fazla direnemeyen büyükanne ‘Nereden çıkarttın bu gece bunu bilmem ki’ diye söze başladı. ‘Dedim ya, çocukluğumdan beri fal bakıyorum. Fal bakarken söz edilecek konular sınırlıdır. Aşk, para ve iş ile ilgili olayların dışına pek çıkılmaz. Ben ise zaman içinde kendimde farklı bir durumun gelişmekte olduğunu sezinledim. Fallarına Smyrna’nınTılsımı Sayfa34 baktığım insanlardan, o sırada konuşmakta olduğumuz konudan farklı konularda da sezgiler alıyordum. Bunları bazen sözler şeklinde, bazen de benimle ilgisi olmayan olaylar hakkında birden ortaya çıkıveren kendi düşüncelerimmiş gibi algılıyordum. Bölük pörçük, sanki arada bazı parçaları eksikmiş gibi algıladığım bu düşüncelerin karşımdaki kişiye ait olabileceği izlenimine ilk kez, bunları yanlışlıkla yüksek sesle tekrar ettiğimde aldığım bir tepki sonrasında kapıldım. Aramızda hiç sözü edilmemiş konularda henüz tamamlanmamış kararları ya da bir nedenle çözemeden bir kenara attıkları sorunları ile ilgili olgunlaşmamış tercihleri hakkında fikir sahibi oluyordum. Bununla birlikte, çok dağınık bir şekilde gelen bu izlenimlerin gerçekten karşımdaki kişi ile ilgili olduğunu da birçok kez sınadım ve gördüm. Hatta önceleri oldukça eğlenceli olduğunu düşünmüştüm. Fal bakarken aniden kendileri ile ilgili çok farklı ve önemli bir konu hakkında önerilerde bulunarak oluşturduğum etki çoğu kez hoşuma gidiyordu ama giderek insanların bunu istemediklerini anladım. Onlar bir parça eğlenceyle birlikte, yaşamın basit sorunları hakkında ürettikleri ya da üretmeyi düşündükleri çözümler için desteklenmek istiyorlardı. İstemedikleri tek şey yeni çözümlerdi. Farklı fikirleri duymaktan hoşlanmadıklarını, istedikleri şeyin alıştıkları şekilde davranmaları konusunda cesaretlendirilmeleri olduğunu öğrenmem uzun zamanımı almadı. Ama merakım da giderek artıyordu. İnsanların akıl odalarına pervasızca dalabilme fikri çekici gelmeye başlamıştı. Buna rağmen algılarım oldukça düzensiz ve tatmin edici olmaktan da oldukça uzaktı.’ O ana kadar merakla dinlemekte olduğu büyükannenin sözlerini kendini tutamayarak kesti. ‘Aynayla mı hallettin sorunu?’ Büyükanne bir yandan anlatırken bir yandan da yemeğin üstüne yapmış olduğu kahveleri masaya taşıdı. ‘Ayna bana sevgili annemin eski bir dostu olan Madam Fresnel’in hediyesi idi. Kendisini sadece bir kez, bizi ziyarete geldiğinde görmüştüm. Benim için getirdiği hediye paketini açınca oldukça güzel bir ağaç çerçevenin içinde o muazzam kristal aynayı gördüm. O an ne kadar sevindiğimi anlatamam. Ayna yaklaşık elli santim çapında kusursuz bir daire şeklinde imal edilmiş bir çerçevenin içinde, arkasından açılan bir ayakla desteklenerek masanın üzerinde durabiliyordu. Madam Fresnsel aynanın oldukça değerli bir parça olduğunu, onu değerini pek anlamamış olan son sahibi Madam Poisson isminde bir bayanın ödeyemediği borçları nedeniyle satılığa çıkan eşyaları arasından seçip aldığını anlatmıştı. Madam Fresnel’i bir daha hiç görmedik ama ayna benim en değerli eşyalarım arasına onu ilk gördüğüm anda girmişti bile. Karşısında saçlarımı tararken, kendimden çok aynaya ve o mükemmel ağaç çerçevesine bakıyordum. Aynayla ilgili keşfim, ilk kez annemi aynanın karşısında taranırken seyrettiğimde oldu. Bir yandan hala ipek gibi olan kumral saçlarını tarıyor, bir yandan da aynanın arkasında oturmuş kendisini seyreden bana sevgi dolu Smyrna’nınTılsımı Sayfa35 bakışlarla dalmış, kim bilir neler düşünüyordu. Aslında çok fazla merak etmem de gerekmedi. Birden sanki bir meleğin kulaklarıma fısıldadığı sevgi dolu sözcükleri duydum. Benim için duyduğu üzüntüyü anlattığını düşündüğüm bir şarkının ilk kez duyduğum birkaç sözünü ona tekrarladığımda çok şaşırmıştı. O ana kadar bana bu şarkıyı söylediğini hatırlamadığını mırıldanabildi ancak. Ama sonraları ne olup bittiğini onun da fark ettiğini anlamıştım, çünkü bir daha hiç o aynanın karşısına geçip taranmadı.’ Büyükannenin anlattıkları uzonun da etkisiyle ortamı oldukça hassaslaştırmıştı. Onca yıl duymadığı detaylarla sersemlemiş bir halde aklına gelen ilk soruyu sordu. ‘Büyükanne, neydi o şarkının sözleri?’ Kadın sanki bu soruyu bekliyormuş gibi söylemeye başladı şarkıyı. Aksak bir ritimle kıvrak bir melodiyi oldukça başarılı bir şekilde söylüyordu. ‘Elmam, mandalinam benim Tatlı gözlerinde, tatlı güzelliklerinde Yavaş yavaş unuttum diğer bütün sevgileri. Elmam, mandalinam, o dediğimiz olacak’1 ‘Bu şarkı annemin karşı kıyıdaki ülkesinden getirdiği bir şarkı’ diye devam etti anlatmaya. ‘Ben henüz küçük bir çocukken babamın bizi terk edip gitmesinden sonra bir daha evlenmedi. Genç yaşta dul bir kadının o yıllarda üstelik küçük bir kız çocuğuyla yalnız kalmasının ne denli zor olduğunu şu anda tahmin etmen dahi olanaksız. Tanrıya şükür ki, o sıkıntılı yılları şimdi artık hiçbiri hayatta olmayan birkaç akrabamız ve onların artık izini bile kaybettiğimiz çocukları ile bu mahallede birbirimize dayanarak geçirdik. Annem fal bakarak ve dikiş dikerek kıt kanaat biriktirdiği paralarla yetiştirdi beni. Bir de, karşı yakadan geldiğimiz için bizi kendinden kabul etmeyen halka karşı verdiğimiz mücadeleyi eklersen o yılları nasıl olup da dağılmadan atlatabildiğimize şaşmak gerek. İşte bu kadar sıkıntı içinde yaşamak zorunda kalan annem bir de babasız büyümemin nedeni sanki kendisiymiş gibi üzülürdü.’ Bir süre dalıp gittikten sonra mırıldandı ‘Belki de haklıydı, kim bilir?’ ‘Neyse, konumuza dönelim. Aynanın yeteneğimi tamamlayan bir araç olduğunu fark ettikten sonra birçok kişinin üzerinde denedim onu. Karşısına geçip uzunca bir süre kendi yüzüne bakan insanları aynanın yaklaşık iki üç karış arkasından izlediğimde düşüncelerine, hatta daha ötesine dahi ulaşabildiğimin farkına vardım. Algılarım daha berrak, daha yoğun bir şekilde biçimleniyordu kafamın içinde. İnsanlar uzun bir süre aynada kendi yüzlerine baktıklarında en sık düşündükleri şey nedir biliyor musun?’ Smyrna’nınTılsımı Sayfa36 Hiç beklemediği bu soruya ne cevap vereceğini şaşırdı. ‘Ne kadar güzel oldukları mı?’ Yaşlı kadın aceleyle gelen bu komik yanıta gülümseyerek tamamladı sözlerini. ‘Ölümleri oğul, ölümlü oldukları. Hayatları boyunca nadiren düşündükleri ölümleri, kendi yüzlerini görünce geliyor akıllarına. Bunu düşünürken ise arkada tüm düşünceler serbest kalıyor. Yaşamlarındaki her şey hakkında fikirleri belirginleşip, neredeyse görünür hale geliyorlar. Kendi gözlerinin içine daldıklarında geçmişlerini görüyorlar.’ Bir süre durup, merakla dinleyen torununun yüzünü inceledikten sonra sanki bir sır veriyormuş gibi kısık bir sesle mırıldandı. ‘Bazılarının atalarını gördüğünü dahi hissettim.’ Son duydukları ile hafif bir ürperti geçirerek yaşlı kadının sözünü kesti. ‘Atıyorsun artık büyükanne.’ Oldukça neşeli bir kahkaha patlatan büyükannenin verdiği yanıtla birlikte gülmeye başladılar. ‘Evet ama sen başlattın.’ Birbirlerine sarılıp öpüştükten sonra bir süre daha ara ara gülmeye devam ettiler. Büyükanne uzonun etkisiyle hem iyice açılmış hem de neşelenmişti. Sofrayı toplayıp bulaşıkları yıkamaya başlayan kadını seyrederken, bir yandan da bütün gece konuşulanları düşünüyordu. Birden aklına geleni sormak için kalkıp büyükannenin yanına gitti. Yıkanan tabakları bezle kurulamaya başladığında kendisine mutlulukla bakan yaşlı kadına son bir soru daha sordu. ‘Büyükanne, aslında anlattıklarının hepsi gerçek, değil mi?’ Yanıt vermesine fırsat bırakmadan devam etti söyleyeceklerine: ‘Yangından sonra sana geldiğim yaz beni de sık sık o aynanın karşısına geçirirdin. Ne kadar mutsuz göründüğüme bakıp yüzümdeki ifadeyi düzeltmem için gülümseme alıştırmaları yaptırırdın. Aslında sen o gece ne olduğunu biliyorsun değil mi?’ Bulaşıkları yıkamayı bırakan büyükanne torununun yanağına küçük bir öpücük kondurduktan sonra kaçamak bir yanıtla geceye son noktayı koydu. ‘İnan ki bu konuda sana anlatılandan başka bir gerçek yok. Merak etme baban seni çok seviyor. Annen de tabii. Onları görmeye daha sık gitmelisin.’ Bir an dengesini yitirir gibi olunca torunu telaşla koluna girip sedire oturttu. ‘İyi misin büyükanne, bir şeyin yok ya?’ Hıçkırdığı için biraz utanarak ayağa kalmaya çalışan büyükanne ‘Hadi artık beni yatağıma götür ama bu uzo işini de daha sık yapalım, olur mu?’ diyerek torununun koluna yapıştı. Smyrna’nınTılsımı Sayfa37 BÖLÜM VII Sabah gözlerini açtığında koridordaki eski duvar saatinin gongu dokuzuncu kez vuruyordu. Saymaya muhtemelen uykusunda başlamış, sonuna doğru ancak uyanabilmişti. Ama evdeki gündelik yaşam her zamanki gibi erkenden başlamış, üstelik epey bir yol kat etmiş görünüyordu. İçerden gelen kızarmış ekmek kokusuna bakılırsa, büyükanne dün gecenin finaline rağmen sabahın erken saatlerinde gündelik işlere ayak uydurabilme konusunda en küçük bir sıkıntı çekmemiş gibiydi. ‘Günaydın büyükanne.’ Sesi oldukça gür ve neşeli çıkmıştı. Yanıtı beklemeden bavulundan diş fırçasını ve tıraş makinesini kapıp tuvaletin yolunu tuttu. Yaklaşık on dakika sonra çıktığında büyükanneden hala ses soluk çıkmıyordu. Merakla mutfağa doğru yürüdü. İçeri girdiğinde büyükanne kahvaltıyı çoktan hazırlamış, sedirde otururken önündeki bir albümden çıkarttığı eski fotoğrafları biraz özlem, bekli de biraz hüzünle inceliyordu. ‘O baktıkların nedir büyükanne?’ Yaşlı kadın torununun sesi ile dalıp gittiği dünyadan çıkıp, elinde tuttuğu fotoğrafı uzatarak demlediği çaydan ikisine de birer bardak doldurmak için kalktı. ‘Dün gece zavallı annemi gördüm rüyamda. Bana sanki anlatmak istediği bir şeyler vardı. Ama uzun süre hiç konuşmadan birbirimize baktık. Hasret giderdik. Bak onun bulabildiğim en genç hali. Güzelmiş değil mi?’ İlk kez yıllar önce, henüz küçük bir çocukken görmüş olduğu fotoğrafı hemen anımsadı. Siyah saçlı, esmer ve oldukça alımlı genç bir kadın fotoğraftan insanın gözlerinin tam içine hüzünlü bir bakışla sanki yardım ister gibi bakıyordu. ‘Sendeki bu güzelliğin nereden geldiği belli’ diyerek ortamı neşelendirmek istedi. Ne kadar yaşlı olursa olsun her kadının hoşuna gidecek bir iltifatla hedefe tam isabet etmiş olmalıydı ki, büyükanne ‘Hadi bakalım, yaptın gene yapacağını. Bu yaşlı kadının gönlünü kazandın yine’ diyerek, kızarmış ekmeğin üzerine eskiden sevdiği gibi bir parça zeytinyağı gezdirip tuz ve karabiber serperek tabağına koydu. O dayanılmaz nefis kokuyu bir süre içine çektikten sonra iştahla kahvaltıya başladılar. ‘Büyükanne, bu fotoğraf nerede çekilmiş? Anlatsana yine’ Kadın sanki anımsamakta zorluk çekiyormuş gibi bir süre düşündükten sonra daha önce de dinlediği o acıklı öyküyü yeniden anlatmaya başladı. ‘Sevgili anneciğim İzmir’den kaçıp Sakız’a yerleştiklerinde çektirmiş bu fotoğrafı. O sıralar annesiyle birlikte oldukça zor bir dönem geçiriyorlarmış. Babası kaçamayıp İzmir’de kalmış, Smyrna’nınTılsımı Sayfa38 sonradan aldıkları habere göre o zamanın kargaşası içinde şehre giren Türk kuvvetlerine karşı direnirken öldüğünü öğrenmişler. Zavallı annem, annesiyle birlikte kaçırabildikleri birkaç parça altın ve ziynet eşyasıyla adada tutunmaya çalışırken yine onlar gibi İzmir’den gelen babam ve ailesiyle tanışmışlar. Babam annemleri korumasına almış. O zor günlerde annemin cazibesine kapılan babam ne yapmış etmiş, biraz da anneannemin yardımıyla bir ay içinde annemle evlenmeyi başarmış. Düşünsene o sıralar Sakız’da o kadar göçmen için ne doğru dürüst kalacak bir yer var ne de o kadar insan için doğru dürüst yiyecek içecek. Ellerindeki altınların bir kısmı ile yerlilerin birinin evinde kiraladıkları iki göz odada kalıyorlarmış. İşte ben o evde doğmuşum. Selanik’e ancak bir yıl kadar sonra gelebilmişiz.’ Öykünün burasında büyükanne derin bir nefesle soluklandı. Bir süre beklemesine rağmen öykünün arkasının gelmediğini görünce genç adam elindeki fotoğrafı uzatarak konuya dönmeyi denedi. ‘Bu fotoğraftaki kolyesini daha önce de görmüştüm. Eskiden beri zaman zaman belleğimin derinliklerinden ilgisiz yerlerde gün yüzüne çıkar dururdu. Demek ki buradan anımsıyormuşum.’ Büyükanne fotoğrafa dikkatle baktıktan sonra anımsadığını belli eden bir gülümsemeyle ‘O gördüğün şey kolye değil, daha çok bir tılsım’ diyerek düzeltti. ‘Geldiği yerde yerli halk bu şekilde üçgen katlanmış deri muhafaza içine kutsal sözler yazılmış tılsımları yine deri bir kordonla boynuna asar ya da fanilasına iğnelerse, kötülüklerin uzak duracağına inanırmış. Anneme de kaçmasına yardım eden bir arkadaşı vermiş. Adını söylediğini hiç anımsamıyorum ama bir keresinde kim olduğunu sorduğumda Ölüler diyarından bir dost demişti. O günlerden konuşmayı çok sevmezdi. Büyük Elen ordusu İzmir’e ayak bastığında bizimkiler onları şenliklerle karşılamışlar ama üç yıl sonra Türkler geri geldiklerinde yurtlarını bırakıp kaçmak zorunda kalmaları onu çok derinden etkilemiş. Her iki dönemde de kötü şeyler yaşanmış. Savaş hakkında konuşmak bile uğursuzluktur, biz bundan sonraki hayatımıza sarılalım derdi hep.’ Büyükanne öyküyü tamamladıktan sonra birer bardak daha çay doldurmak için kalktı. ‘Bana bak, sen yine iki lokma bir şey yedin. Bir dilim daha yemezsen ağzımdan bir kelime bile alamazsın ona göre’ diye gözdağı vermeyi de ihmal etmedi. İstediğinde ne kadar inatçı olduğunu bildiği büyükanneyi kızdırmanın hiç sırası olamadığını düşünerek hemen kızarmış ekmeklerden bir tanesini daha zeytinyağıyla hazırlayıp göstere göstere büyük bir ısırık aldı. Hızla çiğneyip yuttuktan sonra kendisini küçük bir çocuğu seyreder gibi gülümseyerek izleyen kadından yüz bulup yaltaklandı. ‘Hala duruyorsa o tılsımı görebilir miyim büyükanne’ Smyrna’nınTılsımı Sayfa39 ‘Ben de hiç görmedim ki onu evladım. Sanırım buraya taşınırken kaybolup gitmiş.’ Aniden aklına gelen bir başka fotoğrafı aramak için elindeki ekmeği bırakıp, albümün sayfalarını karıştırmaya başladı. ‘Annenin bir de gelinlikli fotoğrafı yok muydu büyükanne?’ Torununun bir şey keşfetmiş gibi telaşlı telaşlı fotoğrafları karıştırmasına müdahale ederek ‘Dur bir dakika. Hepsini dökeceksin haylaz oğlan. Ben bulurum sana’ diye aralardan bir yerden çekip çıkarttığı fotoğrafı uzattı. Yine oldukça eski ve yıpranmış bir siyah beyaz fotoğrafta, ortada sandalyede oturan bir gelin solgun bir yüzle insanın gözünün içine bakarken bir eliyle yanı başındaki eşinin elini tutuyor, her iki yanda ise iki yaşlı kadın ve bir de yaşlı adam çocuklarının mutluluğunu paylaşan gülümseme ile fotoğraf makinesine sırıtıyorlardı. ‘Bak burada tılsım yok’ diyerek fotoğrafı büyükanneye uzattı. Kadın uzatılan resmi incelemeden alaylı bir tebessümle parmağını sallayarak torununa takılmadan edemedi. ‘Seni gidi Sherlock Holmes’ ‘Sen de biliyordun değil mi? Anlattıklarına göre, bu iki fotoğraf arasında en fazla bir ay olmalı. Buna göre, tılsım Sakız’da kalmış.’ ‘Kim bilir kuzucuğum, belki de yolda bir yerlerde kaybolmuştur. Hem o kadar da önemli bir şey değil ki bu. Alt tarafı bir batıl inanış işte’ diyerek yanıtladı büyükanne. Büyükannenin kaçamak yanıtları merakını iyice kışkırtmıştı. Kendi derdini unutarak, bulduğu eski öyküye daha bir sarılıp konuyu iyice deşmeye karar verdi. ‘Benim hiç tanıyamadığım bu güzel ve gizemli kadının yüzüne baktığımda, onda beni rahatsız eden bir şeyler görüyorum. Senin yıllarca beraber olduğun annenin bu kadar ilginç bir geçmişi olacak da sen bu anlattıklarından fazla bir şey bilmeyeceksin. Hiç de inandırıcı değil gibi geliyor bana.’ Sözlerinin boşa gitmediğini, bilmediği bazı hedeflere isabette bulunduğunu kadının bir süre sessiz kalarak gözlerinin buğulanmasından anlamıştı. Büyükanne torununun geçmişine gösterdiği ilgiden hoşlanmış gibi görünüyordu. Buna rağmen, şimdiye dek hiç açılmamış konulardan söz etmeye başlarsa sanki bazı suçlarını da itiraf etmesi gerekecekmiş gibi bir kararsızlıkla bir süre bocaladı. Neden sonra, belki de doğru zamanda doğru kişinin isteği olduğuna karar vererek çekine çekine anlatmaya başladı. ‘Sana anlatacaklarımdan babanın dahi haberi yok. Benim oğlum hiçbir zaman bunları merak edip bir soru sormamıştır. Bizim Küçük Asya geçmişimizi benim annemin de istediği gibi silerek tam anlamıyla buraya ait olmamızın daha doğru olduğunu düşünüyordu sanırım. Ama insan ne ise odur. Ne fazla ne eksik.’ Bir süre durakladıktan sonra, başladığı işi artık Smyrna’nınTılsımı Sayfa40 tamamlamaktan başka çaresi olmadığına karar vermiş olacak ki herhangi bir ısrara gerek kalmadan sözlerine devam etti. ‘Annemin, yaşamının ilk on dokuz yılını geçirdiği memleketinden hemen hemen hiç söz etmemesi senin gibi benim de ilgimi çekmişti. Etrafımızda bizim gibi oradan göç etmiş ailelerin çocukları annelerinden ve babalarından öğrendikleri birçok şeyi anlatırlar, bense neden bizim de onlar gibi bu konuyu aile içinde konuşmadığımızı merak eder dururdum. Anneannemi neredeyse hiç hatırlamıyorum. Biz buraya geldikten kısa bir süre sonra ölmüş zavallı. Babamın bizi terk edip gitmesinden sonra ise, annemin bu derece ketum davranmasını geçmişe ait her şeyi geride bırakmak istemesine bağlamıştım. Ama…’ ‘Ama…’ diye tekrar ederek herhangi bir kesintiyi kabul etmeyeceğini yaşlı kadına hatırlattı. ‘Ama sonradan bazı şeyleri öğrendim.’ Heyecanla büyükannenin sözlerini tamamladı ‘Öğrendin mi? Annen mi anlattı sonunda?’ ‘Pek anlattı diyemeyiz. Uzun kış gecelerinde baş başa geçirdiğimiz onca zaman sorduğum ısrarlı sorulara ne kadar dirense de, ağzından kaçırdığı bölük pörçük anılar ve anlattığı masallardaki benzer olaylar, annemin bana hem söz etmek hem de unutmak istemediği bir şeyler olduğu izlenimini vermişti. Ben de merakımı yenemedim ve kendim biraz araştırdım.’ ‘Nasıl araştırdın? Anneni tanıyan birilerine mi ulaştın?’ Kadın suçunu itiraf etmenin zamanı gelip çatmış gibi sıkıntıyla yanıtı ağzında geveledi. ‘Bizzat annemden öğrendim desek daha doğru olacak.’ ‘Ama sen demiştin ki..’ Birden anlaması gerekenin farkına vararak hayretle tamamladı sözlerini. ‘Büyükanne yoksa sen?’ ‘Evet. Gerçi çok fazla cesaret edemedim buna. Hem insanlar uyurken düşünceleri çok karmaşık oluyor. Bu şekilde fazla bir şey öğrenebildiğimi söylemek zor. Daha çok, annemin bölük pörçük anlattıklarını birleştirmeme ve bazı sonuçları çıkartabilmeme yaradı.’ Konu giderek ilginç olmaya başlamıştı. İtirafların yaratabileceği bir kararsızlığı önlemek için büyükannenin biraz daha cesaretlendirilmesi gerekiyordu. ‘Sonuçta her yetenek kullanılması için verilmiştir. Ayrıca, senin de geçmişini merak etmen doğal bir şey’ Yaşlı kadın torununun niyetini anladığını belli eden bir alaycılıkla sözlerine devam etti. ‘Merak etme başladığım işi bitirmekten caymayacağım… Senin de fark ettiğin gibi annemin geldiği yerden yüreğinde taşıyıp getirdiği, belki de hiç unutamadığı bir derdi vardı. Doğup büyüdüğü yerde bırakıp gelmek zorunda kaldığı bir aşk hemen hemen hiç yaşanmadan sona ermiş, savaşın onu sürüklediği yerde karşılaştığı babamla muhtemelen istemeden evlenerek bambaşka bir yaşama geçmek zorunda kalmıştı. Ölmeden önce bana İzmir’de yaşadığı evden, Smyrna’nınTılsımı Sayfa41 komşularından bahsetti. Ama tüm yaşamı boyunca kalbinden çıkartıp atamadığı aşkından ne o söz etti ne de ben bildiğimi ona söyleyebildim. Buna hala çok pişmanım.’ Öykünün burasında ikisi de hem heyecanlanmış, hem de böyle bir sonun getirdiği hüzünle bir süre konuşmadan o şanssız kadının son günlerinde neler düşündüğünü anlamaya çalışmışlardı. Sonunda söze başlayan yine büyükanne oldu. ‘Emekli olduktan sonra, bazı yazlar turlarla gezmeye giderdim hatırlarsan. 1983 yazında da yine benim gibi emekli öğretmenlerden oluşan bir gurubun Türkiye’ye gezi düzenlediğini duyunca hiç düşünmeden katıldım. Önce İstanbul’da üç gün gezdik eğlendik. Sonra turun İzmir ve civarındaki kısmı için şehre geldiğimizde ben arkadaşların tüm itirazlarına rağmen, dönerken buluşmak üzere onlardan ayrıldım. Ah Fotios, bilemezsin ne kadar güzel bir kent. Deniz kıyısındaki kafeleri, birahaneleriyle Kordon boyu aynen Selanik. Gözlerini kapayıp açtığında, hangisinde olduğunu bir an ayırt edemiyorsun. Şimdilerde nasıldır bilmem ama o zamanlarda hala birçok yer annemlerin orada yaşadığı zamanların izlerini taşıyordu. Tahmin edeceğin gibi, gruptan ayrılmamın özel bir nedeni vardı. Otele yerleşip, şehri bir süre gezdikten sonra cesaretimi toplayıp bir taksiye atladım. Kırık dökük İngilizce’mle şoföre Karantina’ya gitmek istediğimi zar zor anlatabildim. Şansım varmış ki semtin adı değişmemiş. Hala hatırlarım, şoför beni Karantina’da Köşk Sinemasının önünde indirdi. Annemin bölük pörçük tarifinden aklımda kaldığı kadarıyla eskiden iskelenin bulunduğu yerin az ötesinde olduğunu tahmin ettiğim sinemanın tam karşısındaki yokuşu tırmanmaya başladım. Hala ayakta olan eski evlere bakıyordum. 1922’deki büyük yangının ulaşmadığı bir semt olduğu için annemin eski evini bulabileceğimi umuyordum. Ama tüm o evlerin yerine apartmanların dikilmiş olduğunu görmek cesaretimi oldukça kırmıştı. Rastladığım birkaç eski evden birinin kapısını nasıl çalabildim hala bilmiyorum. Kapıyı açan genç kızla bir süre anlaşamadık. İkimizin İngilizce’si de birbirimizi anlamaya yetecek derecede değildi. Neden sonra, Yunanistan’dan geldiğimi ve annemin savaştan önce buralarda bir yerde yaşadığını anlatabildim. Kız beni içeri buyur edip annesine bir şeyler anlattı. Bir yandan çok hoş bir misafirperverlikle tüm aile etrafımda toplanıp bana çay ve kurabiye ikram ederlerken, bir yandan da muhtemelen anlattıklarımla ilgili tartışarak bana nasıl yardımcı olacaklarına karar vermeye çalışıyorlardı. Sonunda yaşça daha büyük olan bir hanım Kemal adında birinden bahsetti. Çayım bittikten sonra her biri ile candan bir şekilde vedalaşarak beni başka birinin evine götürecek genç kızın peşine takıldım. Kız bir yandan gideceğimiz evin yakın olduğunu anlatmaya, bir yandan da koluma girmiş yürümem için yardımcı olmaya çalışıyordu. Gördüğüm ilgi korkularımı gidermeye yetmiş, moralim düzelmişti. Bir üstteki sokağa sapıp biraz ilerleyince yine eski bir evin önünde durup kapıyı çaldık. Eski olmasına rağmen, Smyrna’nınTılsımı Sayfa42 oldukça bakımlı, bahçesi yüksek bir duvarla çevrili, iki katlı güzel bir evdi. Ev sahibi genç bir kadın bizi içeri aldıktan sonra beni getiren genç kız heyecanlı bir şekilde benim hakkımda tüm anlayabildiğini anlattı. Rahat bir koltuğa yerleşip, ikram edilen kahvemi içerken bir an kendimi evimde sandığımı anımsıyorum. Yine tüm ev halkı etrafımda toplanmış güler yüzle tek tek elimi sıkıp -küçük bir kız ise öperek- bana hoş geldin demek istiyorlardı. Kahve aynen bizim burada cezve içinde kaynatıp küçük fincanlarda içtiğimiz kahve gibiydi. Bir an bize ne kadar benzediklerini fark ederek iyice rahatladım. Biz neşe içinde anlaşmaya çalışırken ‘Kalispera’ sözünü işittiğimde şaşkınlıkla sesin geldiği yöne doğru döndüm. Benden on yaş kadar büyük olduğunu tahmin ettiğim, iyi giyimli yaşlı bir bey, gülümseyerek bana doğru geliyordu. Elimi sıkıp hoş geldin dedikten sonra yanımdaki koltuğa oturdu. Yunanca konuşurken biraz zorlansa da söyledikleri gayet iyi anlaşılıyor, o da benim söylediklerimi eksiksiz anlayabiliyordu.’ Hiç tahmin etmediği bir anda karşısına çıkan bu gerçek öykünün karşı konulmaz çekiciliğine kapılmış, büyükannenin anlattıklarını neredeyse kelimesi kelimesine küçük dudak kıpırtılarıyla sessizce tekrar ederek duyduklarının gerçekliğine inanmaya çalışıyordu. ‘Ne mırıldanıp duruyorsun öyle?’ Büyükanne anlatmayı kesip, bir süre torununun hayretten donakalmış yüzünü inceledi. Büyükannenin uyarısıyla bir an için içine düştüğü şaşkınlıktan kendini kurtarıp, aklındaki soruları sormaya fırsat bulabildiği için mutlu olmuştu. ‘Kimdi o büyükanne? Yoksa annenin bırakıp kaçmak zorunda kaldığı aşkı mı? Niye ayrılmışlar? Niçin onunla birlikte gitmemiş?’ ‘Yavaş ol bakalım. Heyecanlanma. Sandığın kişi değil. Ama oldukça yaklaştın.’ Büyükannenin anlatacaklarını karıştırıp, unutabileceği korkusuyla sorularını daha fazla uzatmadan dinlemeye karar verdiğini belli eden bir suskunlukla bir süre bekledi. Yaşlı kadının olayları kafasında bir süre toparladıktan sonra yeniden anlatmaya başlamasıyla rahat bir nefes almış, öyküyü sonuna dek kesmemeye kendi kendine söz vermişti. ‘Yanıma oturan kibar yaşlı bey, önce nasıl olduğumu, yolculuğumun nasıl geçtiğini sordu. Anlaşılan yanıma gelmeden önce nereden ve ne amaçla geldiğim hakkında bilgilendirilmişti. Hal hatır soran birkaç cümleden sonra, benim ve annemin ismini öğrenebilirse büyük ihtimalle yardımcı olabileceğini belirtirken heyecanı gözlerinden okunuyordu. Ben de gösterilen ilgi ve rahatça anlaşabileceğim bir kişiye rastlamanın mutluluğuyla her şeyi hızlı bir şekilde anlatmaya başladım. İsmimin Fotini olduğunu, annemin bu civarlarda bir evde doğup büyüdüğünü anlatırken beni merakla dinliyordu. Yüzündeki ifadenin acıyla karışık bir şaşkınlığa döndüğünü ilk kez annemin adının Despina olduğunu söylediğimde fark ettim. Bir süre sanki nefesini tutmuş, sonra çekinerek Yorgo’nun kızı mı? diye sormuştu. Bir an Smyrna’nınTılsımı Sayfa43 aradığımı bulmuş olmanın sevinciyle adamcağızın boynuna sarılacaktım. Ama onda benzer bir sevincin işaretleri yerine yaşlı yüzüne yayılan eski bir hüznün belirtilerini gördüğümde hem şaşırdım hem de ortada ters bir durum olduğunu düşünerek biraz korktum. Ama bu durum pek uzun sürmedi. Yaşlı adamın yüzündeki ifadenin yerini görmeyi umduğum sevince bırakması yeniden rahatlamama neden oldu. Bir anda etrafındakilere beni göstererek heyecanla bir şeyler anlatmaya başladı. Dinleyen herkesin yüzüne bir mutluluk ifadesi yayılıyor, sanki uzun süredir görmek istedikleri bir yakınlarına kavuşmuş gibi çığlık çığlığa yanıma gelip ellerimi tutuyorlardı. Gördüğüm ilginin giderek artmasından oldukça mutlu olamama karşın, ne olup bittiğini benim de merak ettiğim yüzümden belli olmuş olmalı ki yaşlı adam özür dileyerek bana da anlatmaya başladı. Annemi ve ailesini tabii ki tanıyorlardı. Her ne kadar onları tanıyan hayattaki tek kişi evin büyükbabası olan bu yaşlı adam olsa da, diğerlerinin de bizlerden haberdar olduğu belli oluyordu. Yaşlı adam annemi tanıdığında on yaşlarında olduğunu anlattı. Rumcayı da büyük oranda annemden öğrendiğini, kendisini oldukça güzel, alımlı ve çekici bir bayan olarak o an bile gözlerinin önüne hiç zorlanmadan getirebildiğini anlatması çok hoşuma gitmişti. Öldüğünü öğrenince bir süre sustu ve gözlerinde biriken yaşları sildi. O an ben de annemi sanki yeni kaybetmişim gibi ağlamaya başlamıştım. Hep birlikte, beni teselli etmeye çalıştıkları belli olan kelimeler ve yumuşacık tavırlarıyla ellerimden tutarak bir süre oyaladılar. Gördüğüm yakınlık hiçbir zaman sahip olmadığım böyle geniş bir ailenin içimde zaten var olan özlemini tekrar hatırlamama neden olmuştu. Yaşlı adam anlatacaklarının oldukça fazla olduğunu bu yüzden beni mutlaka misafir etmek istediklerini söyleyerek kalmam için oldukça içten bir ricada bulundu. Bir yandan ilk kez geldiğim bu yabancı evde misafir olma fikri doğru gelmezken, bir yandan da kısa bir süre içinde bu insanlarla geçirdiğim hoş deneyim ve yaşlı adamın anlatacaklarına olan merakım bir süre kararsız kalmama neden olmuştu. Ama aldığım bu nazik daveti, merakla yanıtımı bekleyen ev halkının yüzlerindeki kuşkuya yer bırakmayan içtenlikten dolayı reddedemedim. Konuşmamızı aralıklarla bizi dinleyenlere aktaran yaşlı adamın çevirisine bu sefer gerek kalmamış, verdiğim olumlu yanıt herkesçe anlaşılıp sevinçle karşılanmıştı. Benim için hazırlanan odaya yerleştikten sonra akşam yemeği için tüm aileyle birlikte masanın çevresine toplandık. Evin sahibi olan Dr. Kemal bey, adı Hamid Veli olan yaşlı adamın tek çocuğuydu. Eşi, küçük kızı ve teyzeleri ile birlikte yaşıyorlardı. Akşam yemeği ve tüm gece boyunca Hamid Veli beyle yan yana oturup sohbet ettik. Konuşmamız zaman zaman Yunanca açısından çıkmaza girince Kemal beyden de İngilizce olarak yardım alıyorduk. Bana kapısını çaldığım ilk evin annemlerin evi olduğunu ve ertesi gün gezdirmek için dostları olan şimdiki sahiplerinden izin alacağını söyleyerek söz verdi. Sohbet sırasında benim de Smyrna’nınTılsımı Sayfa44 kendimden ve annemden bahsetmem gerektiğini düşünerek, önce ben ailemizin göç ve göçten sonraki öyküsünü bildiğim kadarıyla anlattım. Öykümü hiç kesmeden dikkatle dinlemişti. Sıra kendisine gelince, babasının savaştan önce İzmir’de posta müdürü, annemin babasının ise kuru incir ticareti ile uğraşan oldukça zengin bir tüccar olduğundan bahsetti. Daha önce sıkı bir komşuluk ilişkisi bulunan iki ailenin İzmir’in Yunan ordusu tarafından işgali sonrasında eski ilişkilerini koruyamadıklarını, bunun da o zamanın zor işgal koşullarında anormal bir durum olamadığını anlattı. İşgalden sonra babası bir süre görevden alınmış fakat daha sonra tekrar aynı yerde ama daha düşük bir pozisyonda çalışmasına izin verilmişti. Hatta sırf o yıllarda işgal kuvvetleri emrinde çalışmak zorunda kalan diğer Türk memurlar gibi, işgal sonrasında yeni idare tarafından suçlanmasa da pek fazla kabul görmemiş, işinde ilerlemesine izin verilmemişti. Gerçi bu duruma ağabeyi Ziya beyin de azımsanamayacak derecede katkısı olduğunu kabul ediyordu. Ziya bey, kendisinden onbir yaş büyük, edebiyata ve eğlenceye düşkün, iyi giyinmeyi seven, oldukça yakışıklı bir delikanlıymış. İşgal yıllarında yabancı subaylarla kurduğu dostluklar sayesinde, davet edildiği eğlenceler ve alışık olduğu yaşamından taviz vermek zorunda kalmamış. Hassas bir kişiliği olan ağabeyini her şeye rağmen çok sevdiğini anlattı. Ama her gece dışarıda gezip, o zamanlar İzmir’in en meşhur eğlence yerlerinden çıkmayan Ziya beyin bu alışkanlıkları yüzünden babasıyla arası oldukça açıkmış. Ne yaptılarsa ağabeyinin geç vakitlere kadar gezip tozmasını hatta bazı günler gün ağarırken eve dönmesini engelleyememişler. İşte o günlerde Ziya bey, henüz on sekiz yaşında olan dünya güzeli bir kıza beklenmedik bir şekilde aşık olmuş. Sözün burasında biraz durup ne diyeceğini tarttıktan sonra alıştıra alıştıra bu kızın annem olduğunu anlattı. Çekindiğinin tam aksine, benim bu habere ancak aradığından fazlasını bulan birinin göstereceği bir sevinçle verdiğim olumlu tepki sonrasında öyküsüne daha rahat ve biraz da mutlulukla devam edebildi. Annem ile Ziya beyin kısa bir süre de olsa çocukluk arkadaşlığı, eski tanışıklıkları varmış. Ama biraz büyüdüklerinde, o yıllarda kız-erkek arkadaşlıkları, hele hele farklı milletlerden iseler hoş karşılanan bir durum olmadığı için görüşmeleri uzun süre sekteye uğramış. Ziya beyin annemi tekrar görüp beğendiği o günlerde, yazdığı bir şiirle de süslediği ilk mektubunu ulaştırmak henüz küçük bir çocuk olduğu için kendisine düşmüş. Aralarındaki aşk, sayfalar dolusu mektuplar, kordon boyunda birkaç gizli buluşma ve o zamanlar Ziya beyin müdavimi olduğu bir faytoncunun da yardımıyla annem ve sırdaşı olan bir genç kıza kılık değiştirmiş faytoncu olarak refakat ettiği bir iki gezintinin dışına çıkamamış. Ama mektupları taşıyan kişi kendisi olduğu için, ilişkinin sürdüğü yaklaşık bir yıl boyunca aralarındaki aşkın tüm bu olumsuzluklara rağmen giderek arttığına çok yakından tanık olmuş. Tüm bunlara rağmen, ordunun yenilgisiyle işgalin bitmesinden sonra bizimkilerin göçü bu aşka son noktayı Smyrna’nınTılsımı Sayfa45 koymuş. Sevdiği gittikten sonra, Ziya beyi de ne ailesi ne de dostlarından bir daha gören olmuş. İşgal yıllarında yabancı subaylar ve idarecilerle kurduğu dostluklar nedeniyle kaçıp saklandığını iddiaları yanında, Türk ordusunun İzmir’e girmesiyle yaşanan o karışıklık ve büyük yangında hayatını kaybettiği söylentileri de bir süre kulaktan kulağa dolaşmış. Aslında, neredeyse hiç yaşanmadan biten bir aşkın zavallı annemin kalbinde varlığını nasıl olup da ölene dek sürdürdüğünü anlamak zor. Belki de talihsiz kadının yaşamı boyunca karşılaştığı tek güzel macera buydu. Her şey bir yana, o günlerden anımsadığım en güzel anılar, o içten insanların iki gün boyunca beni misafir ederken rahat etmem için nasıl çırpındıkları idi. Bana annemin eski evini ve çevreyi o kısa süre içinde ellerinden geldiğince gezdirmişler, Hamit Veli bey de mahallede kalan eski evleri tek tek göstererek anımsayabildiği kadarıyla o günleri ve olayları anlatmaya çalışmıştı. Buna rağmen ayrılırken nedense o kibar beyin bana her şeyi anlatmamış olabileceği gibi bir hisse kapılmıştım.’ Dinlediklerinin etkisiyle sersemlemiş olan genç adam, büyükannenin anlattığı öykünün sonuna geldiğini anladığında uzun süredir sürdürdüğü sessizliğini artık tutamadığı bir şaşkınlık ifadesiyle bozdu. ‘Vay be! Sende neler varmış da haberimiz yokmuş büyükanne. Peki ama o zamandan sonra görüşmeye devam etmediniz mi? Neden bunlardan hiç birimizin haberi olmadı şimdiye dek?’ Anlattığı gerçek öyküyle yarattığı heyecanı görmekten oldukça memnun olan yaşlı kadın, bir yandan kahvaltı masasını toplamaya başlarken bir yandan da torununun haklı olarak yönelttiği soruları yanıtladı. ‘Birbirimize birkaç kez kart attık fakat ne ben bir daha oraya gittim ne de onlar buraya geldiler. Sanırım onca yıl sonra konuyu daha fazla kurcalamamanın hepimiz için en iyisi olduğunu düşünmüştüm. Ayrıca, bunun için ekonomik şartlarım da pek uygun sayılmazdı. Şimdiye dek sizlere niçin anlatmadığıma gelince, babanın bu konulara bakışı belli, ayrıca senin gibi merak eden birisi olmadıkça, mutlaka anlatılmasını gerektiren bir önemi olduğunu da hiç düşünmemiştim.’ ‘Birbirlerini bu kadar seviyorlarsa neden birisi diğeriyle birlikte gitmedi, ya da kalmadı acaba?’ Büyükanne nedenini açıklayamadığı her durum için kullandığı beylik sözleri bu sefer de yineleyerek öyküsüne son noktayı koydu. ‘Tanrı işlerini her zaman gizemli yollardan görmüştür oğlum. Eğer onun amaçlarına aracı olabiliyorsak ne mutlu bizlere.’ Smyrna’nınTılsımı Sayfa46 BÖLÜM VIII Kahvaltıdan sonra çocukluğunun en güzel günlerinin geçtiği mahalleyi dolaşmak için dışarı çıktığında her şeyin neredeyse hiç değişmeden yerli yerinde durduğunu görmek neşesini arttırmıştı. Top oynadığı sokaklar, altına sabun sürdüğü tahta kızaklarla kaydığı yokuşlar, dalları bahçesinden dışarı uzanan ağaçlardan meyve çaldıkları komşu evleri, hepsi sanki eski bir dostu selamlar gibi bir bir karşısına çıkıyordu. Eylül ayının sonları olmasına karşın, Selanik’te sık sık olduğu gibi yazdan kalma bir günün pek fazla ısıtmayan ama pırıl pırıl parlayan güneşiyle uzattığı gezintisi onu bir sokaktan diğerine taşıyarak Yedi Kule zindanlarına doğru götürdü. Karşısında Bizans’ın en parlak döneminde inşa edilen ve 19. yüzyılın sonlarından itibaren yaklaşık yüz sene boyunca hapishane olarak kullanılan bu muhteşem yapıyı görünce uzunca bir süre seyre dalıp, zavallı mahkum Stellaki’nin dertlerini unutmak için başladığı afyonlu nargileyle ilgili şarkısını mırıldanmaya başladı: beş yıl yattım Yedikule’de dertlerimden başladım nargileye üfle, em, çek, doldur, yak ama aynasızları kolaçan etmeyi de unutma2 Şarkıyı duyduğu ilk günden beri Stellaki’nin kim olduğunu hep merak etmişti. Dertleri neydi acaba? Afyonlu nargile yüzünden mi hapisteydi, yoksa hapiste mi nargileye alışmıştı? Hırsız mıydı, katil mi? Yoksa zavallı, bağımlı bir serseri mi? Karısı, çocukları var mıydı? Yaşamında hangi kararları vermek zorunda kalmıştı? Hapiste kaybettiği yıllar -belki de yaşamı- kendi seçimlerinin bir sonucu muydu yoksa sadece ‘kader’ dediğimiz, dışımızdaki dünyanın seçimlerinin karşı konmadan kabulü mü? Zavallı Stellaki… Bu kadar acı çekmişsin, hiç mi bir şeyler öğrenmedin? Hayatta en iyi öğretmen olan pişmanlık bunca acıya rağmen hiç mi kapını çalmadı? Yoksa afyonlu kafanla işitmedin mi? Stellaki’yi, dostu Vangelis’i ve Yedi Kule zindanlarında kendilerini kendileri yapan talihsiz tercihlerinin sebep olduğu acıları yaşayıp ölmüş ismini bile bilmediği nice insanların anılarını yaşatsın diye şimdi müze olan bu hüzünlü yapıyı tekrar görmek kendi sıkıntısını anımsamasına neden olmuştu. Dün gece dinlediği öykünün etkisinden de henüz kurtulmuş değildi. Seksen yıl önce aynı ülkenin iki çocuğu arasındaki aşk, farklılıkların birlikte yaşamaya engel oluşturduğunu düşünen insanlar tarafından açılan bir savaşla son bulmuş, aşıklardan birisi bile buna karşı Smyrna’nınTılsımı Sayfa47 koyan bir seçimde bulunmadığı için kadın aşkını yaşam boyu kalbine gömmek, erkekse bir daha bulunmamak üzere ortadan kaybolmak zorunda kalmıştı. Eve farklı bir yoldan dönmeye karar verdi. Sokaklarda karşılaştığı insanlardan hiç birisi kendisini tanımasa da, bazı evler sanki rüzgarla sallanan bahçe kapılarını heyecanla tıkırdatarak eski bir misafiri tekrar davet etmek ister gibi dikkatini çekmeye çalışıyorlardı. Büyükanne ile gittikleri komşu gezmelerini anımsadı. Yaşıtı çocukları olan evlere büyükanneyle yaptıkları gece misafirlikleri yaz tatillerinin vazgeçilmezleri arasındaydı. Ana Poli o denli ilginç bir yerdi ki, burada yaşayan insanlar gelenek göreneklere bağlılıkları ve alçak gönüllü yaşam tarzları ile Selanik’in diğer bölgelerinde yaşayanlardan oldukça farklıydı. Örneğin şu an önünde durduğu ev büyükannenin en sevdiği arkadaşlarından Gözlüklü Teyze’nin evi… Kadının adını anımsayamıyor muydu, yoksa hiç mi duymamıştı? O zamanlar gözünden hiç düşürmediği gözlükleriyle neredeyse büyükanne kadar sevimli ve bir o kadar da konuşkan olan kadına taktığı bu isim o kadar beğenilmişti ki daha sonra mahallenin tüm çocukları kadıncağızı bu isimle anar olmuşlardı. Gözlüklü Teyze de büyükanne gibi bir masal ustasıydı. Torunu ve misafir çocuklar evin altını üstüne getirdikleri sırada tatlılıkla onları sakinleştirmesini bilir, anlatmayı vaat ettiği yeni bir masalla evin sessizliğini ve düzenini yeniden sağlardı. Ne güzel masallardı onlar… Yıldızlarla kaplı gökyüzünün altındaki terasta büyükler çay ya da kahvelerini yudumlarken yere serili kilimler üzerinde neredeyse nefes bile almadan birbirinden güzel masalları dinleyen haylazlar birer meleğe dönüşürler, kendilerini masal kahramanları yerine koyarak hayallere dalarlardı. Bir an kapıyı açıp eve girmeyi düşündü. Kendini tanıttığında nasıl sevineceklerini, boynuna sarılıp hoş geldin diyerek sanki nasıl daha dün birliktelermiş gibi bıraktıkları yerden sohbete devam edeceklerini hayal etti. Ama eli daha kapının mandalına varmadan cesareti kırıldı. Belki de Gözlüklü Teyze’nin artık hayatta olmadığını, hem de yabancı birinden haber alacak, düşünü kurduğu bu güzel kavuşma anı küçük bir trajediye dönüşecekti. En iyisi girmemek diye düşündü, böylece Gözlüklü Teyze’nin artık hayatta olmadığı ve hala yaşıyor olduğu olasılıkları birlikte var olmaya devam edebilirdi. Yavaşça dönüp tekrar yola koyuldu. Yürürken büyükanne ve Gözlüklü Teyze ile ilgili anılar sağnak bir yağmur gibi belleğinin derinliklerinden gözlerinin önüne düşüyor, biraz önceki kötü düşünceleri bir bir silip yok ediyordu. Smyrna’nınTılsımı Sayfa48 Deniz kenarında hep birlikte yaptıkları gezintileri anımsadı. Büyükanne ve Gözlüklü Teyze denizin kıyısındaki kafelerde bir şeyler içip güneşin batışını seyretmeyi ne çok severlerdi. Birden, büyükannenin uzun süredir bu fırsatı bulamamış olabileceği geldi aklına. Çok önemli bir şey keşfetmiş gibi sevinçle öğleden sonra büyükanneyi Eski Kordon’a götürmeye karar vererek bir an önce eve varmak için adımlarını sıklaştırdı. Smyrna’nınTılsımı Sayfa49 BÖLÜM IX Bahçe kapısını açtığında büyükannenin sesi bahçeden bile duyuluyordu. Telefonla konuşurken sanki alete pek güvenmiyor da karşıdakine sesini olduğu yerden duyurmak istiyormuş gibi bağırırdı hep. Biraz dinleyince annesiyle konuştuğunu anladı. ‘Evet, evet, burada.’ ………. ‘Hayır. Çok iyi görünüyor.’ ………… ‘Ben de iyiyim kızım. Meraklanmayın. Bir şey olsa haber vermez miyim hiç?’ ……….... ‘Henüz bana da anlatmadı ama sanırım bir gönül işi. ’ …………. ‘Anlıyorum kızım. Ama biliyorsun küçüklüğünden beri ne zaman başı sıkışsa beni arar.’ ………….. ‘Sağlığı çok iyi, merak etme.’ ………….. ‘Söylerim yavrum. Sizi arayacak. Konstantin’e çok selam söyle, ikinizi de öpüyorum. Merak etmeyin.’ Aynı kentte yaşamalarına rağmen annesi ve babasıyla oldukça seyrek görüşüyordu. Yanan evin yerine yapılmış olan apartmanın bir dairesinde tek başına yaşamayı seçmiş, onlar da bu kararına saygı göstererek kampüse oldukça yakın bir mahalleden satın aldıkları yeni bir eve taşınmışlardı. Yangından sonra babası kendini tamamen işine ve ailesine vermişti. Gerek yangın, gerekse sonrasında oğlunun düştüğü zor durum için duyduğu sorumluluk nedeniyle karısının isteklerine karşı koyamamış ve tüm enerjisini kariyerinde ilerlemeye adamıştı. Kanada’da lisansüstü eğitimini tamamladıktan sonra döndükleri Atina’da yıllar içinde yükselerek profesör olmuştu ama yaşantılarındaki tüm bu olumlu gelişmelere karşın aralarındaki eski yakınlık yerini giderek daha mesafeli bir baba oğul ilişkisine bırakmıştı. Bu duruma neden olan her ikisinin davranışlarındaki -nedenini kendilerinin bile sorgulamadıkları- değişikliklerdi. Babası, belki olanlar nedeniyle kendisini sorumlu hissettiği için utanarak, belki de o talihsiz olay ve sonuçlarını isteyerek ya da istemeden ona karşı kullandıklarını ve kendi seçmediği bir yaşam tarzını dayattıklarını düşünerek, biraz kırgınlık biraz da kızgınlıkla araya mesafe koymuştu. Ama yangın gecesiyle ilgili, tam olarak anımsayamadığı bir şeylerin de bunda payının olabileceği fikri, aklının bir yerlerinden onu Smyrna’nınTılsımı Sayfa50 sürekli rahatsız edip duruyordu. Bu fikir onun da babasına karşı eskisi gibi yakın davranmasını engellemiş, aralarındaki mesafenin açılmasını önleyecek yaklaşımlardan istemeyerek de olsa kaçınmasına neden olmuştu. ‘Belki de bunların hepsi sadece birer kuruntu’ diye geçirdi aklından. Öyle ya, çocuklar büyür, kişiliklerini kazanırlar ve ebeveynleriyle olan ilişkileri de giderek kazandıkları bağımsızlık ölçüsünde sadeleşir. Üst kata çıkarken ahşap merdivenin gıcırtılarını duyan büyükanne geldiğini anladı. ‘Fotios, sen misin?’ ‘Evet büyükanne. Mahalleyi dolaştım biraz. Gelirken Gözlüklü Teyze’nin evinin önünden geçtim. Ama eve girmekten çekindim, belki de…’ Büyükanne ocağın üstüne yerleştirdiği tencerenin kapağını kapatıp, aklından geçeni anladığını belirten bir tebessümle yarım bıraktığı sözünü tamamladı. ‘Belki de öldüğünü düşündün öyle mi?’ Karşılık vermediğini görünce anlatmaya devam etti. ‘Hepimiz çok yaşlandık Fotios. Artık ne zaman ne olacağımızın belli olmadığı yaşları sürüyoruz.’ Büyükanne için aklına bile getirmek istemediği böyle bir olasılıkla ürpererek itiraz edecek gibi oldu ama yaşlı kadın konuşmasına fırsat vermeden sözlerine devam etti. ‘Gözlüklü Teyze’n artık eskiden bildiğin kişi değil ne yazık ki. Hayır, ölmedi ama tüm geçmişini ve anılarını yitirdi. Geriye kalan akıl kırıntıları arasında sık sık oluşan kısa devreler ise onu bir bitkiden bile daha acınacak hale soktu. Görmediğin iyi olmuş. Hem bunları bırak da annenle babanı daha sık ara, bak bizler bu gün varız yarın yok. Buraya geldiğinden bile haberleri olmamış. Sabahtan beri seni evden ve cep telefonundan arayıp bulamayınca telaşlanmışlar. Buraya geldiğini gazetedeki bir kızdan öğrenmişler.’ Sözün burasında biraz durup anlamlı anlamlı torununun yüzüne baktı. ‘Hiç kimsenin bilmediğini bilen bu kız kim bakayım?’ Büyükannenin olaylardaki hiçbir detayı kaçırmayan dikkatine hala şaşırabildiğini görünce neşelendi. ‘İnsaf yani büyükanne. Hiçbir şey gözünden kaçmaz mı senin? Ama şimdi değil. Bunları konuşmak için seni çok hoşlanacağın bir yere götüreceğim. Neresi olduğunu sorma, sürpriz. Ben de gidip odada unuttuğum telefonuma bakayım, başka arayanlar da olabilir.’ ‘Bak tabii. Olmazsa şaşarım zaten’ diye yüksek sesle arkasından laf sokuşturmayı da ihmal etmedi. Smyrna’nınTılsımı Sayfa51 Cep telefonunda beklediğinden fazlasını buldu. Annesinin yanında Alisha ve Eleni’nin yanıtsız aramalarını da görünce hem biraz heyecanlandı, hem de dayanılmaz bir merakla bir süre oturup ne yapması gerektiğini düşündü. Doğal olarak, önce Alisha’yı araması gerekiyordu. Numarayı bulup biraz çekinerek arama düğmesine bastı. ‘Alo. Fotios?’ ‘Benim Alisha. Nasılsın? Kusura bakma, biraz dolaşmaya çıkmıştım. Telefonum evde kalmış.’ ‘Büyükannen nasıl? Her şey yolunda mı?’ ‘Gayet iyi merak etme. Ama bir süre daha yanında kalmalıyım.’ ‘Sen rahat ol. Ben burada her şeyi ayarladım. Nasılsa öyküyü de teslim etmiştin. Gerektiği kadar kal, büyükanneyle ilgilen. Geçmiş olsun dileğimi de iletirsen sevinirim.’ ‘Seni özledim.’ Kısa bir sessizlikten sonra Alisha’nın sesi eskisi gibi cıvıl cıvıl gelmeye başlamıştı. ‘Ben de. Ama sana söylemekten çekindim. Dönmeni sabırsızlıkla bekliyorum.’ Bir an durakladıktan sonra çekinerek devam etti. ‘Bir de…’ ‘Evet? Söylesene ne oldu?’ ‘Eleni sordu seni. Büyükannenin rahatsızlığını ve gitmek zorunda olduğunu anlattım.’ Sesindeki çekingenliğin nerede olduğunu söylemek zorunda kalmasından mı, yoksa Eleni’nin öğrenmek istemesinden mi kaynaklandığını anlayamadı. Yine de Alisha’nın sesini duymak beklediğinden iyi gelmişti. Hayata karşı pervasız bir girişkenliği olan bu genç kadının onun karşısında takındığı tutukluk nedense hoşuna gidiyordu. İçinden gelen sıcak bir karşılığın dudaklarından dökülmesine karşı koymadı. ‘Önemli değil, mandalinam benim. Gazeteyle ilgili bir konudur. Aklını takma. Gelince, seninle çok gezeceğiz.’ Tam yerinde yaptığı riyakarlığı hem beğendi, hem de biraz utandı. Ama dün geceki öyküden yaptığı alıntının Alisha’nın hoşuna gittiği sesinden belli oluyordu. ‘Seni seviyorum. Büyükanneyi öp benim için.’ Telefonu kapatırken kapının eşiğinde büyükannenin alaycı bir gülümsemeyle kendisini seyrettiğini görünce bir açıklama yapmak zorunda olduğunu hissetti. ‘Dün geceki öykü… Beni oldukça etkilemiş anlaşılan.’ Büyükanne yüzündeki ifadeyi hiç bozmadan yanıtladı. ‘İşe yaradığını görmek sevindirici.’ Arkasını dönüp çıkarken anlamamış gibi yaptığı sürprizi de anımsatarak: ‘Haydi bakalım, bir an önce yemeğimizi yiyip beni nereye götüreceğini görelim.’ Smyrna’nınTılsımı Sayfa52 BÖLÜM X Telefonun yanıtsız çağrılar bölümüne girdiği her sefer Eleni’nin ismini görmesi heyecanının azalmasına değil de giderek artmasına neden olmuştu. ‘Bunca zaman sessizlikten sonra aramasının nedeni ne olabilir ki? Tam da Alisha’ya alışmaya başlamışken… Kıskançlık mı? Hayır. Hiç Eleni’nin tarzı değil… Yoksa, Kostas’la tekrar yaşanan bir hayal kırıklığı mı? Sanmam. Eleni gibi hiçbir zaman katıksız bir haklılığa erişmeden hüküm vermeyen biri için henüz çok erken. Öyleyse? Belki o da benim gibi biri. Artık istemese bile elindekileri kaybetmeyi kolay kolay göze alamayan bir kararsız. Aldığında değil de her zaman bıraktığında gözü kalan bir tatminsiz. Eğer böyleyse benim için de hala umut var demektir.’ Düşündükleriyle coşkusu iyice artmışken Alisha’nın biraz önceki sevincini anımsadı. Hiç de adil olmayan bir durumda dahi içten bir sevgiyi cesaretle açığa vuran ve bundan da hiç yerinmeyen o muhteşem gözler aklına geldiğinde utandığını hissetti. Aslında ne istediğini bilen, istediği için diğerlerini kolayca terk edebilme cesaretini hiç tereddütsüz yaşabilen insanlara öteden beri imrenirdi. Nasıl yapıyorlardı bunu? Çocukken bir keresinde hangisini istediğine karar veremediği oyuncaklardan birisi canlansa da kucağına atlayıverse diye düşündüğünü anımsadı. Oyuncakçı dükkanında geçirdiği süre o kadar uzun gelmişti ki, kararsızlığın verdiği baskı ile terlediğini gören annesi, hastalanıp fenalaştığını düşünerek oldukça telaşlanmıştı. Sonunda, kendine gelsin diye oturttukları sandalyede oyuncakçının kucağına koyduğu oyuncağı alıp çıktıklarını anımsadı. Seçmeyi sevmiyordu işte. Belki de seçimin, yani diğeri olanı reddetmenin sorumluluğu ağır geliyordu. Etrafında bu konuda iyi bir örnek olmadan yetişmiş olmasının da bunda payı vardı elbet. Her ne kadar annesinin böyle bir zayıflığı olmasa da, hiçbir zaman son kararı verecek konumda olmamıştı. Daha çok babası için bir yaşam koçuydu. Aile için doğru olanı seçip, uygulaması için babasına dikte ederdi. Adamcağız buna rağmen bazen bildiğini okusa da, bunu hiçbir zaman annesine açıkça karşı çıktıktan sonra yapmamıştı. ‘Haydi artık, ben hazırım.’ Büyükanne, yaşı için oldukça gösterişli ama zarif bir elbisenin üzerine sadece yazın çıkarttığı mantosunu geçirmiş, kapının önünde sabırsız bir ifadeyle bekliyordu. ‘Büyükanneme sözüm vardı ama sizin için erteleyebilirim güzel bayan’ Şaka da olsa beklemediği iltifat karşısında kendini tutamayıp hafif bir kahkaha atan yaşlı kadın, abartılı giyinmiş olabileceğini düşününce biraz mahcup oldu. ‘Yakışmamış mı? Değiştireyim istersen.’ Smyrna’nınTılsımı Sayfa53 ‘Olur mu hiç, büyükannelerin güzeli. Asıl benim senin yanına yakışmam gerek. Bekle biraz, giyinip geliyorum.’ Telefon edip çağırdıkları taksiyi uzunca bir süre beklemek zorunda kaldılar. En nihayet yola çıkabildiklerinde, bu kentte yaşam hep böyle telaşsız akıp gidiyor diye düşündü. İnsanlar burada günlük yaşamlarını Atina’daki gibi zamana karşı yaşamak yerine, zamanı günlük yaşamları için ölçü olarak kullanmayı yeğliyorlardı. Bir Atina’lı öğleye kadar işlerin ne kadarını bitirdim diye düşünürken, Selanik’li bir işi yapana kadar günün ne kadarının geçtiğini hesaplardı. Taksi şoförüne Eski Kordon’a gitmek istediklerini söyledi. Ana Poli’nin dışına çıktıklarında büyükanne tüm yol boyunca tek bir kelime bile etmemiş, sanki ilk defa görüyormuş gibi çevresini seyre dalmıştı. Belli ki uzun süredir Selanik’te değil de Ana Poli’de yaşıyordu. Yaşlı kadının küçük bir çocuğunkiler gibi parlayan gözlerindeki mutluluğu fark ettiğinde ne kadar isabetli bir karar verdiğini anladı. Deniz kenarında bir süre ilerledikten sonra taksiden indiler. Öğleden sonranın parlak güneşi ile dışarı fırlayan yüzlerce insan havanın serinliğine aldırmadan deniz kıyısındaki kafelerin dışarıdaki masalarını doldurmuş, bağıra çağıra, güle eğlene günün tadını çıkartıyorlardı. Çevrede bunca kaygısız ve neşe içinde cıvıldaşan insanları görüp de onlara katılmamak olur mu? Hesabı ödeyip kalkan bir çiftin masasına aceleyle seğirtti. Büyükanneyi denizi görecek şekilde sandalyesine yerleştirdikten sonra bir süre konuşmadan etrafı seyrettiler. Herkes mutluydu. Büyükannenin mantosuna rağmen üşüdüğünü hissettiği için, sipariş almaya gelen garsona biraz beklemesini işaret etti. ‘İçeri geçelim mi? Denizi oradan da görebilirsin.’ Uslu bir çocuk gibi hiç bir şey söylemeden yerinden kaktı. Dışarıdaki masalardan sadece cam bir çerçeve ile ayrılmış ve daha sakin olan bölümde yine deniz manzaralı bir masaya yerleştiler. İçeride kendilerinden ve birbirlerine iyice sokulmuş cilveleşen iki çiftten başka kimse yoktu. Bir süre havadan sudan sohbet ettiler. Büyükanne kahvesini yudumlarken kendisiyle bu kadar ilgilenildiği için oldukça mutlu görünüyordu. Fotios ise, dünya bir yana kendileri bir yana, aşklarını birbirlerine gözlerinden, iç içe geçmiş parmaklarından ve neredeyse birbirine değecek yanaklarından aktaran aşıkların masasına dikmişti gözlerini. Eleni’yi anımsadı. O da, şu masadaki kız gibi korkusuzca ve saldırgan bir mutlulukla bakardı ona. Portre çizen bir ressam gibi. Sanki kendi yaratmış da, yarattığı eserden oldukça hoşnut ve eserine aşık olmuş bir ressam gibi. Bir an, ağlayacağını sandı. Büyükanne denizi seyrederken, usulca çıkarttığı telefonunun yanıtsız çağrıları arasında Eleni’nin ismini tekrar görünce nabzının hızlandığını hissetti. Bir türlü arayamamıştı. Arayıp öğrenene kadar Eleni’nin onu Smyrna’nınTılsımı Sayfa54 özlediğini, yaptıklarından çok pişman olduğunu, ne yaparsa yapsın onu tekrar geri istediğini ve bir daha onu hiç terk etmeyeceğini söylemek için aradığını düşünebilirdi. Ya Alisha? Onu hiç tereddüt etmeden aramıştı. Sadece ne söyleyeceğini bildiği için değil ama… Söyleyeceğini zaten bildiği şeyleri Alisha’nın ağzından da duymak istemişti. ‘Giderek batıyorum’ diye düşündü. Telefonu tekrar cebine koymaya hazırlandığı sırada hiç beklenmedik bir şekilde gelen çağrının sesiyle korktu. Neredeyse düşürüyordu telefonu. Baktı, Eleni.. Telaşlandı. Açıp açmamaya karar veremedi bir süre. Korka korka düğmeye basıp, karşıda Eleni’nin yumuşak ama yine de buyurgan olabilen sesini duyduğunda bu sesi bir süredir ne kadar özlemiş olduğunu fark etti. ‘Fotios?’ ‘Benim… Yani, benim Fotios. Yani, merhaba Eleni, nasılsın?’ Heyecanlanmıştı. Ağzının kuruduğunu, konuşurken dilinin damağına yapışmaya başladığını hissetti. ‘Sabah seni aradım. Niçin yanıt vermedin? Bir şeyin yok değil mi?’ ‘Telefonu duymamışım. Yani, telefonu evde unutmuştum. Aslında, sabah etrafı dolaşmaya çıktığımda telefonu almamışım yanıma. Yani unutmuşum, istemeden…’ ‘İsteyerek nasıl unutulur ki, salak’ diye geçirdi içinden. Hiç beklemediği bir anda sesini işitince telaşlanıp saçmalamaktan kendini alamamıştı işte. Kendi kendine çok kızdı. Karşıda Eleni olmasa kesinlikle bir küfür savururdu. ‘Tamam Fotios, anladım. Üzülme.’ Sesi daha anlayışlı ve buyurgan olmaktan uzak bir tonda çıkmaya başlamıştı. Belki de biraz önceki haline kıs kıs gülüyordu. Terlemeye başladı. Derin bir nefes alıp boğazını temizledikten sonra sakin olmaya çalışan bir sesle karşılık verdi. ‘Aramanı hiç beklemiyordum da.. Yani, sabah aramıştın tabii, ama tekrar aramanı beklemiyordum, ondan şaşırdım. Yani, sen aramadan ben ararım diye düşünmüştüm.’ Saçmalamaya devam ettiğini fark edince sesi giderek kısıldı. ‘Ben hemen arayacaktım ama büyükanne ile ilgilenirken..’ Büyükanne ile göz göze geldiler. ‘bir türlü fırsat olmadı’ diye tamamlayabildi saçmalamasını. ‘Nasıl büyükannen? Umarım rahatsızlığı önemli değildir. Senin için yapabileceğim bir şey var mı?’ Sesindeki alaycı ton iyiden iyiye fark edilmeye başlamıştı. Hala onu düşündüğünü, Alisha’ya rağmen onu bir türlü unutmadığını, ne zaman istese elde edebileceğini de anlamış mıydı acaba? Belki de sesindeki alaycılık değil, onu her zaman istediğini, isteyeceğini anladığı için duyduğu memnuniyetin neden olduğu ve ona her zaman yakışmış olan ölçülü şımarıklığıydı. Teslim olmaya karar verdi. Smyrna’nınTılsımı Sayfa55 ‘Beni niçin aradın? Söylemek istediğin bir şey mi var?’ Çok mu dolaysız sormuştu? Birden pişman oldu. Ya şimdi vazgeçerse söyleyeceklerinden? Kısa bir sessizlikten sonra Eleni de kendisi gibi yelkenleri suya indirmiş bir tonda yanıtladı. ‘Konuşmamız gerek. Sen, ben ve onlar hakkında…’ Heyecanını saklamaya çalışarak ‘Onlar mı?’ diyebildi. Gerçekten anlamamıştı kimden söz ettiğini. ‘Kostas ve senin yeni küçük sevgilin.’ Sesi biraz sinirli gibiydi. ‘Alisha..’ ‘Efendim?’ ‘Alisha dedim. Yeni küçük sevgilimin adı.’ Utanmıştı. Bir süre konuşamadı. ‘Özür dilerim. Kostas ve Alisha hakında. Sen ve ben de tabii.. Büyükannene iyi dileklerimi ilet lütfen. Döndüğünde görüşürüz. Hoşça kal’ diyerek aceleyle kapattı telefonu. Telefon elinde, bir süre ekranına boş boş bakarak bekledi. Bakışlarını kaldırdığında neredeyse unutmuş olduğu büyükannenin meraklı gözleriyle karşılaştı. ‘Eee?’ ‘Meraktan çatlayacağım, anlat artık’ demek istiyordu. Anlattı. Önce kimi niçin sevdiğini anlattı. Sonra da olayları karman çorman etti. Sanki anlattıklarıyla aklından geçenler bir öykünün birbirini tamamlayan cümleleri idi. Sonra, ne yapması gerektiğini bilmediğini anlattı. Eleni’yi başka, Alisha’yı başka sevdiğini anlattı. Kendinden utandığını anlattı. Ama bunları anlatırken de hangi sıra ile anlattığını, neleri söyleyip neleri sadece aklından geçirdiğini fark etmedi. Buna rağmen, sözleri bittiğinde büyükannenin her şeyi anlamış olduğunu fark etti. ‘Sağol büyükanne. Beni her zaman anladın sen..’ Tahmin ettiğinden karışık bir durumla karşı karşıya kaldığını sezen yaşlı kadın, torununun bir karşılık, hiç olmazsa kısa vadeli bir çözüm için umutsuzca yardım beklediğini kavramıştı. Ne diyeceğini düşünürken bir yandan da kahve fincanının içine dalıp gitmişti. Birden, aklına bir şey gelmiş gibi başını kaldırıp konuşmaya başladı. ‘Bak yavrum. Ben artık çok yaşlandım. Deneyimlerim, duyduklarım ve bildiklerimin artık bu zamanda sürüp giden ilişkiler için açıklayıcı olabileceğinden bile emin değilim. En iyisi, ben sana eskiden olduğu gibi bir masal anlatayım, belki onun bir yardımı olur.’ Büyükanneden duymak isteyebileceği en hoş yanıt olduğunu düşünüp heyecanlandı. Başlamadan önce garsonu çağırıp birer tane daha kahve ve bira söyleyip merakla dinlemeye başladı. Smyrna’nınTılsımı Sayfa56 BÖLÜM XI Perugia’lı Ulveno ile Ansbach’lı Cristoph’un Öyküsü Şimdi sana anlatacağım zavallı ciltçi Ulveno’nun öyküsü eskiden beri dinleyenlerin yüreğini titreten, garip ama kıssadan hisse bir öyküdür. Dikkatle kulak ver. Bundan yüzyıllar önce şimdiki İtalya’nın Umbria denen bölgesinde Ulveno adında düşkün, sefil bir adam yaşarmış. Ömrünün neredeyse tümünü Perugia’da cilçilik yaparak geçirmiş olan bu zavallı, son yıllarını eski bir evde herkesten uzak, hasta ve muhtaç bir halde yaşayıp ölmüş. Bölgenin yerlileri bu öyküyü ara sıra ihtiyar adama iyilik olsun diye birkaç kap yemek götüren ve Ulveno’nun öldüğü gün kapı aralığından olaylara şahit olup sonra da aklını kaçırarak birkaç gün içinde hızla yaşlanıp ölen bir komşu kadından duymuş, öğrenmişler. O gün, yani ciltçi Ulveno’nun öbür tarafa göç ettiği günün akşam vakti, komşu kadın elinde yemek kaplarıyla kapıya vardığında içerden konuşmalar geldiğini duymuş. Ulveno geleni gideni olmayan kimsesiz bir ihtiyar olduğu için önce kadının garibine gitmiş, sessizce kapıyı itip içeri girdiğinde ise gördüğü manzara zavallı kadını o denli korkutmuş ki, olduğu yere çöküp oda kapısının aralığından istemeden olaylara şahit olmuş. Ulveno uzun süredir çektiği hastalık ve açlıktan dolayı bir çocuk kadar küçülmüş olan gövdesini yatağında son bir gayretle biraz doğrultarak, karşısında duran siyah pelerinli, uzun boylu ve ilahi bir sesle kendisine hitap eden birine korkudan çukurlarından fırlamış gözleriyle bakakalmış, yabancının dediklerini nefes bile almadan dinliyormuş. ‘Perugia’lı Ulveno’ diye başlamış söze yabancı. ‘Sana verilen zamanı yine sana sunulan fırsatlarla istediğin gibi tamamladın. Artık gitme vaktin geldi. Korkma ve giderken bu dünyada gördüklerine, yaşadıklarına şükret’ demiş. Bu sözleri duyan biçare adamın dehşetten kurumuş dudaklarından ise zar zor son bir istek dökülmüş: ‘Zamanın hakimi yüce efendim, ne olur şu zavallıya biraz merhamet edin de az bir süre daha verin. Her şey bitmeden önce bu dünyada yaşadıklarının son bir muhasebesini yapsın ve bu dünyada bir süre var olduğunu idrak ederek çıksın yola.’ Uzun boylu, siyahlar içindeki korkunç yabancı bir süre düşünüp razı gelmiş bu isteğe. ‘Senin bu isteğini kabul etmemek olmaz, benim de bağlı bulunduğum merci tam da böyle bir amacın olsun ister’ dedikten sonra eklemiş: ‘Şimdi yanına birlikte yola çıkacağın bir yol arkadaşını da bırakarak bir süre daha zaman vereceğim. Tanış onunla ve bu arada ben bir işimi daha görüp geleyim. Sonra hep birlikte çıkarız yola’ deyip, anında havanın içinde eriyerek kaybolmuş. Kadın ancak o zaman yabancının yanında getirdiği Ulveno ile aynı yaşlarda ama daha iyi yapılı, iyi giyimli adamı fark edebilmiş. Dikkat ettiğinde bu adamın yüzünün de Ulveno’nunki gibi soluk beyaz bir renkte olduğunu görmüş. Adam Smyrna’nınTılsımı Sayfa57 Ulveno ile aynı durumda olmasına karşın oldukça huzurlu, hatta mutlu bile denebilecek bir ifadeyle yatağa yaklaşarak ‘Nedir bu halin, bu güne bu durumda gelmek için başından neler geçti anlat da dinleyeyim’ demiş. Artık gerçeği kabullenip, korkusunu üstünden atmış olan Ulveno da yoldaşının samimiyetine öyküsünü anlatarak karşılık vermiş. ‘Saygı değer efendim; ben Tanrı’nın bana verdiği yılları bu şehirde sürekli çalışarak ama neredeyse mutluluğu hiç tatmadan geçirdim. Ne yazık ki, elime geçen fırsatları hep kaçırmış olduğumu şimdi daha iyi anlıyorum. Eğer her seferinde razı olduğumun aksine diğerini seçmiş olsaydım, şimdi sizin gibi huzurlu bir şekilde bu dünyayı terk eder, bu son anlarımda kısa bir süre de olsa burada var olmuş olduğuma ikna olurdum. Ben çocukluğumun büyük bir kısmını ve gençliğimi annesiz babasız akrabalarımın yanında büyüyerek geçirdim. Evlenecek çağa geldiğimde bizim burada sahaflık yapan Baglione ailesinden güzeller güzeli Monica ile tanıştım. Kitaplara olan düşkünlüğüm nedeniyle sık sık sahaflara uğramayı adet edinmiştim. Orada görüp beğendiğim bu güzel ile kısa sürede anlaşıp nişanlandık. Nişanlılığımız süresince ben de artık sahaf dükkanından çıkmaz olmuş yakın zamanda ailenin bir ferdi olacak biri olarak işlere de yavaş yavaş yardıma başlamıştım. Yeni gelen el yazmalarını yakınlardaki ciltçiye taşır, ciltlendikten sonra da alıp dükkandaki raflarda ait oldukları yerlere yerleştirirdim. Zaman içinde ciltçi dükkanına o kadar sık gidip gelir olmuştum ki sonradan ustam ve kayınpederim olacak olan ciltçi Antoniono’nun kızı ile de tanıştım. Caterina da son derece çekici, işveli ve bembeyaz tenli bir güzeldi. Onu görüp de başını çevirip bakmayacak bir delikanlı değil Perugia’da, Umbria’da bile bulunamazdı. Giderek artan samimiyet bizi farkında olmadan hiç beklemediğimiz bir maceranın içine taşıyıverdi. Bir gün, babası yok iken dükkanda birbirimize iyice yakınlaştık.’ Ulveno sözünün tam burasında karşısındaki yoldaşının hayretle kendisine gülümsediğini görünce durmuş. ‘Anladım, beni kınıyor ve alay ediyorsunuz efendim ama ne yapayım, hayatımın bu son anlarında her şeyi olduğu gibi gözden geçirmek zorundayım’ diye eksiklenmiş. Karşısındaki kibar adam da ne yaptığını anlayıp biraz da utanarak ‘Hayır, saygıdeğer dostum. Ben ne seninle alay ediyorum ne de seni kınıyorum. Sen öyküne devam et, sonra sana bu yanlış anlaşılan davranışımın nedenini açıklayacağım’ diye Ulveno’nun gönlünü almış. Açıklama karşısında rahatlayan Ulveno da son gayretiyle öyküsünü bitirebilmek için tekrar söze başlamış: ‘Böyle bir durumda takdir edersiniz ki hiçbir genç kendini tutarak utanç verici bir duruma düşmekten kurtulamaz. Bizde de öyle oldu. Ama kısa süre içinde güzel Caterina düştüğü durumdan sadece beni sorumlu tutarak üzerime düşeni yapmam konusunda sıkıştırmaya başlayınca ister istemez nişanı bozarak onunla evlenmek zorunda kaldım. Ama evliliğimiz boyunca ne Monica’yı ne de çok sevdiğim ve kendime çok uygun bulduğum sahaflık mesleğini aklımdan çıkarabildim. Perugia Smyrna’nınTılsımı Sayfa58 küçük bir kent. Olayın yarattığı skandal ise büyük oldu. Evlendikten sonra ben de mecburen kayınpederimin yanında ciltçilik işine başladım. Ustam Antoniono aslında işinin ehli bir adamdı. Mesleğini aslı Fransız olan ama ömrünü İtalya’da geçirmiş cilçilik sanatının piri Jean Grolier’den öğrenmiş çok yetenekli bir kişiydi. Öyle güzel ciltler yapardı ki, kitabı alanlar içinden çok dışının güzelliğine hayran olur, bazen kitabı okumayı bile unuturlardı. Kahverengi ya da siyah deri ciltlerin üzerine birbirinden güzel geometrik desenler mi istersiniz, arabesk figürler mi, akla gelebilecek ne kadar çarpıcı şekil varsa hepsini büyük bir sabır ve yetenekle işler, kapakların arasına yerleştirdiği en sıradan yazarların kitapları bile hemen alıcı bulurdu. Bana da öğretmek için çok uğraştı ama benim aklım sahip olduklarımdan çok kaybettiklerimle meşgul olduğu için o yetenekli adamın verdiklerini ancak bir yere kadar alabildim. Caterina ile evliliğimizden bir kızımız oldu. Benim mutsuzluğum ve ilgisizliğim ne evliliğimizle ne de kızımla ilgilenmeme olanak tanıdığı için o yılları zevk alarak yaşayamadım. Kızım evlilik çağına geldiğinde ise ne annesi ne de Antoniono usta hayattaydı. Çıkan talipleri içinden kızım genç ve yakışıklı bir çiftçiye aşık olup evlendi. Bense onun biraz ileri yaşta da olsa zengin bir kuyumcu olan Benito ile evlenmesini istiyordum. Bu fikrimi onlar evlendikten sonra bir gün evlerinde ağzımdan kaçırınca kocası beni kovdu ve bir daha da ne kendisi benimle görüştü ne de kızımı görüştürdü. İyice yıkılmıştım. Kendimi içkiye ve kumara verdim. Gün geçtikçe hem işler kötüye gitti, hem de elde avuçta ne varsa kaybettim. Sonra, zamanla daha da sefilleşerek düştüğüm bu durumda yıllardır sadece birkaç hayırsever insanın getirdikleri yiyeceklerle yaşamaya çalışarak bu güne ulaştım. Görüyorum ki halime gülüyorsunuz, ne deseniz haklısınız saygıdeğer efendim. Tanrı bilir ya, bu güne sizin olduğunuz gibi ulaşabilmeyi ne çok isterdim. Hayatımı gözden geçirince bir zamanlar bu dünyada var olduğumu düşündürecek bir kanıta rastlayamadım işte. Size hem imreniyor, hem de biraz kıskanıyorum sevgili bayım’ diye tamamlamış öyküsünü. Ulveno’nun acıklı yaşam öyküsü ile şaşkına dönmüş olan diğer adam, dinlerken gösterdiği tepkilerin yanlış anlaşılmasından dolayı mahcup bir şekilde: ‘İçtenliğim konusunda sizi temin ederek söze başlamak isterim sevgili yoldaşım’ diyerek Ulveno’nun gönlünü almış önce. ‘Ama siz de benim yerimde olsanız, başınıza gelen bu talihsiz olayları duyduğunuzda eminim en az benim kadar hayretler içinde kalırdınız. İzin verin de sizi üzen bu tavırlarımın nedenini açıklayayım’. Bu sözler üzerine bitkin ve sefil vücudunu ölüm döşeğinde son bir gayretle doğrultmaya çalışan Ulveno’ya içten bir merhametle yardım ettikten sonra anlatmaya başlamış. ‘Benim adım Ansbach’lı Cristoph’tur. Kuzeyde Bavyera adıyla bilinen bir bölgede yaşadım. Sizin öykünüzü dinlerken emin oldum ki, bizi son yolculuğumuzda bir araya getiren sadece bir rastlantı olamaz. Olsa olsa birbirimize anlatacaklarımızdan sonra çıkartılacak bir Smyrna’nınTılsımı Sayfa59 ders için bir araya getirildik diye düşüneceğim ama böyle bir dersin bu andan sonra bize ne gibi bir yararı olur onu da bilemiyorum. Eğer anlattıklarımızı duyan ve diğer insanlara aktarabilecek birisi olsaydı bu zannımdan emin olabilirdim. Neyse, konuya gelelim. Ben de çok küçük yaşta hem annemi hem de babamı kaybettim ve aynen sizin gibi akrabalarım tarafından yetiştirildim. Gençlik yıllarımda girip çıkmadığım iş, yapmadığım yaramazlık kalmadı. Sonunda, her zaman sevgi ve rahmetle andığım sevgili dayım beni kulağımdan tutup çok yakın bir dostu olan ve o zamanlar Ansbach kentinin en zengin kitap koleksiyonuna sahip sahafı Adolph ustaya çırak olarak teslim etti. Oldukça disiplinli ve sert bir adam olan ustam, ilk başlarda işin sıkıcılığına dayanamayıp birkaç kez kaçmaya kalkmama rağmen her seferinde beni bulup geri getirdi. Uzun süren uğraşlarından sonra isyankar doğama karşı gösterdiği anlayışlı tavrın da etkisiyle işimi sevmeye başlamıştım. İşten kalan boş zamanlarımı kitap okuyarak geçiriyor hatta bana göre kentin en bilgili ve akıllı insanı olan ustamla okuduğum konularda tartışmalara girip anladıklarımın doğruluğunu sınıyordum. Şimdi duyacaklarınızdan dolayı derin bir hayret içine düşeceğinize eminim, çünkü benim ustamın da, aynen sizin nişanlanmış olduğunuz güzel Monica’nız gibi, girdiği her yere ışıltılar saçan, melekler kadar güzel Engelbertina isminde bir kızı vardı. Böyle bir kız olur da o yaşlarda genç bir erkeğin ilgisiz kalması mümkün olabilir mi? Doğal olarak ben de Tanrı’nın özenerek yarattığı bu güzel kıza aşık oldum. Konumum nedeniyle sık sık görmek mutluluğuna eriştiğim bu melek de bana karşı ilgisiz kalmamış ve aramızda gelişen sevgi ve ilgi de fark edilir düzeye erişince ustam Adolph duruma el koyarak bizi nişanlamıştı. Düşünüyorum da, o zamanlar benden mutlu bir erkek yok gibiydi. Aşkımın verdiği güç ile işime daha bir sıkı sarılmış ustamın da izniyle dükkanın işlerinin neredeyse tümünü ben görür olmuştum. Her konuda kitapları ben araştırıp buluyor, pazarlıklarını ben yapıyor ve aldıklarımı elden geçirip gerekirse düzenledikten sonra konusuna ve alanındaki ciddiyetine uygun şekilde ciltlenerek kitaplıklarda uygun yerlere yerleştirilmesini sağlıyordum. Bu denli ortak bir kaderi paylaştığımıza belki de inanmakta zorluk çekeceksiniz ama sizi temin ediyorum anlattıklarımda ne bir abartma ne de en ufak bir yalan bulunmaktadır. İşte, biraz önce de bahsettiğim gibi işlerimin en önemlilerinden bir tanesi de kitapların ciltlenmesiyle bizzat ilgilenmek idi. Kitaplara karşı her gün gelişen ilgim ve sevgim onları koruyacak, yaşamlarını ve albenilerini mümkün olduğunca arttıracak giysilere sahip olabilmeleri için şehrin en ünlü ciltçi ustasıyla samimiyeti ilerletmeme neden olmuştu. Artık kabul etmekte zorlanacağından emin olduğum bir diğer rastlantıya bakın ki, bizim kentimizdeki bu ünlü cilt ustası Barnardo usta da aynen sizin saygıdeğer kayınpederiniz gibi mesleğinin inceliklerini İtalyan ülkesinde, üstad Jean Grolier’den öğrenmişti. Nadir insana bahşedilmiş olan yeteneğiyle deriyi dantel Smyrna’nınTılsımı Sayfa60 gibi işler, ciltlediği kitaplar üzerinde, içindeki nadide fikirlerle boy ölçüşebilecek güzellikler yaratırdı. Barnardo ustanın sanatındaki tartışılmaz üstünlüğü yanında, en az kabartma arabesk desenli ciltleri kadar güzel ve çekici bir kızı vardı. Güzel olduğu kadar iyi kalpli ve arkadaş canlısı olan bu kızla, dükkanlarına gidip geldikçe artan samimiyetimiz, bizi de sınırlarını iyi çizemediğimiz bir ilişki içine soktu. Son pişmanlık fayda vermez; ne yaptığımızın farkına vardığımızda benim için Engelbertina ve sahaflık hayallerimin sona erdiğini fark etmem çok zamanımı almadı. Ama eski ustam ve nişanlıma karşı düştüğüm bu alçaltıcı durumun utancından dolayı uzun süre insan içine çıkamadığımı da hatırlıyorum. Buna rağmen yaşamın bana getirdiği bu felaketten bir şekilde kurtulmam gerektiğine karar verdim. Bu durum benim seçimim sonucunda ortaya çıktığına göre sonuçlarına da katlanacaktım. Derhal Barnardo ustaya giderek kızıyla evlenmek için izin istedim. Benim kendi isteğimle evliliğe talip olmam aramızdaki soğukluğa anında son vermiş ve sonradan birlikte uzun yıllar mutlu bir evlilik hayatı sürdüğümüz sevgili karımla aramızdaki aşkın tohumlarını atmaya yetmişti. Olayların bu şekilde gelişmesinden dolayı kendimi her zaman şanslı bir insan olarak gördüm ve tüm yaşamım boyunca Tanrı’ya minnettar kaldım. Gördüğünüz gibi sevgili dostum, biraz önce acıklı öykünüzü dinlerken hiç istemeden kırılmanıza neden olan dikkatsiz tavırlarım, kendi yaşadıklarıma bu denli benzer bir hayat sürmüş ama benden daha bahtsız bir insanla karşılamamdan kaynaklanıyordu. Umarım, artık beni biraz da olsa hoş görebilirsiniz. Bununla birlikte, geriye kalan şu birkaç dakikamızda öyküme devam etmemi arzularsanız, sizi daha fazla şaşırtacağımdan da emin olabilirsiniz.’ Yoldaşının bu son sözleri üzerine yatağında güçlükle biraz daha doğrulan Ulveno ise, öykünün geri kalanını dinlemeye can attığını ancak bitkin bir el işaretiyle bildirebilmiş. Bunun üzerine, kalan zamanın azlığının farkında olan Ansbach’lı Cristoph hiç duraksamadan öyküsüne devam etmeye başlamış. Evlendikten sonra kayınpederinin yanında işe başladığını, durum böyle olunca sahaflık işini unutarak ciltçilik sanatını en iyi şekilde öğrenmeye niyet ettiğini ve zaman içinde işin inceliklerini kavradıkça bu seçiminden ne derece mutlu olduğunu bir bir anlatmış. ‘Kitapları ciltlemeden önce, onları anlattıklarına en yakışan desenlerle bütünleştirecek kapaklara karar vermek için hepsini okuyordum’ diye devam etmiş sözlerine. ‘İşime olan aşırı düşkünlüğüm giderek bir saplantı halini almaya başlamıştı. Sürekli olarak işi büyütmeyi düşünüyor ama bunun için gereken parayı nereden bulacağımı bilemiyordum. Bir gün özel notlarını ciltletmek isteyen oldukça iyi giyimli, kibar görünümlü bir beyefendi dükkana geldi. Kente yeni geldiğini ve işi gereği sürekli gezen birisi olduğunu söyleyerek, ilk bakışta ne olduğunu çıkartamadığım bir sürü şifreli yazı ile dolu kağıtları bırakıp gitti. Çıkarttığım işten o kadar memnun olmuştu ki, kentte kaldığı süre içinde dostluğumuz devam etti. Sonradan öğrendiğime göre, kendisi ülkedeki tüm Smyrna’nınTılsımı Sayfa61 zenginlerin oldukça yakından tanıdığı ve özel kumar partilerinin müdavimi olan bir kumarbazmış. İlgilendiğimi görünce bana da birkaç numara öğretmeyi kabul etti.’ Öykünün burasında Ulveno söze karışmaktan kendini alamamış: ‘Yoksa siz de mi kumar illetine bulaştınız? Ama anladığım kadarıyla, benim aksime, her konuda olduğu gibi kumarda da şansınız yaver gitmiş.’ Ulveno’nun sesindeki kırgınlığı hisseden adam daha fazla uzatmadan öyküsünü şu sözlerle tamamlamış: ‘Doğru tahmin ettiniz sevgili dostum. İstediğim parayı öğrendiğim birkaç numara ile daha deneyimsiz insanların katıldığı, daha az aristokrat kumar partilerinde kazanabileceğimi düşündüm. İşler ters giderse elimdekileri de kaybedebileceğimi bilmeme karşın, oynamaya başladım. Ama ne yazık ki, sonuç konusunda yanıldınız. Kaybettiğim parayı ödeyebilmek için sevgili kayınpederim dükkanı satmak zorunda kaldı. Bunun üzerine biz de o zamandan sonra eskiden bizim olan dükkanda işçi olarak çalışmaya başladık.’ Hiç beklemediği bu gelişme karşısında şaşıran Ulveno merakla sormuş: ‘Eşiniz ve çocuklarınız ne yaptılar? Sizi reddetmediler mi?’ Masumca sorulmuş olmasına rağmen bu sorulardan oldukça etkilenen adamcağız anlatmaya devam etmek zorunda kalmış: ‘Bizim hiç çocuğumuz olmadı ne yazık ki. Başvurduğumuz tüm hekimler bunun bir tedavisinin olmadığını, eşimin rahminin çocuk tutmaktan aciz olduğunu belirterek bizi geri çevirdiler. Ama ne ben eşimi bu yüzden terk etmeyi seçtim, ne de sevgili eşim ve kayınpederim biraz önce anlattığım hatam nedeniyle beni yüzüstü bıraktılar. Anlayacağınız, ben de size benzer bir şekilde yaşamımın son yıllarını yokluk ve zorluklar içinde geçirdim. Ama size bir konuda katılmıyorum. Hepimiz bu dünyaya bir şekilde fırlatılıp atılarak yaşamaya başladık ve önümüze çıkan imkanlar arasından yaptığımız seçimlerle özümüzü kendimiz oluşturup bu dünyada bir süre var olduk. Kendinize haksızlık etmeyiniz lütfen. Siz bile hiçbir şeyi seçmeyerek aslında bir seçim yapmışsınız ve neredeyse aynı olayları yaşadığımız halde iyi ya da kötü sonuçlarına katlanarak benden farklı bir insan olarak yolun sonuna ulaştınız. Aynı olaylar ama farklı tercihler sonunda özgün yaşamlar. Emin olun, bu dünyada siz de bir süre var oldunuz.’ Kapı aralığından olaylara bu ana kadar şahit olmak zorunda kalan zavallı kadın ise daha fazla dayanamayarak çığlık çığlığa koşar adım evi terk etmiş. Daha sonra eve gelenler evde zavallı Ulveno’nun cansız vücudundan başka anlatılanlara delil olabilecek bir şeye rastlamamışlar. Buna rağmen zavallı kadının dehşet içinde anlattığı bu öykü yüzyıllardır dilden dile dolaşır durur. Smyrna’nınTılsımı Sayfa62 Büyükanne masalı bitirdikten sonra sustu. Bir süre birlikte denizi seyrettikten sonra havanın yavaş yavaş kararmakta olduğunu fark ederek kalktılar. Hesabı ödeyip, çevirdikleri taksiye bindiklerinde birbirlerinin ne düşündüğünü merak etmeden sessizce etrafı seyretmeye başladılar. Eve dönerken hiç konuşmadılar. Smyrna’nınTılsımı Sayfa63 BÖLÜM XII Biz uyuyunca rüyalar uyanırlar. Franz Seraphicus Grillparzer (1791-1872) Kendini yatağa attığında yorgunluk ayaklarından çarşafa doğru kum gibi akıp gitmeye başladı. O kadar hoş bir duyguydu ki hiç direnmedi. Sanki uzun süre tuttuktan sonra çişini yaparken hissettiği gibi bir boşalmanın tüm bedenini yukarı doğru sardığını hissediyor, uyanıklıkla uyku arası bir durumda, duyduğu zevki uzatmanın yolunu düşünüyordu. Gözlerini açmak istedi ama göz kapakları tatlı tatlı direndiler. ‘Ne hoş bir yorgunluk… Ama uyursam sona erecek. Biraz daha diren. Biraz… daha…’ Yüzündeki tebessümü, bedeninden akıp giden yorgunluğu dışardan görüyordu. Bir süre zevk içinde kendini seyretti. Gözlerini açamıyordu ama artık açmak da istemiyordu. Uyumak istemediğini de fark etti. Uyanıktı ama biraz da uyuyor gibiydi. Şimdiye dek hiç yaşamadığı bu deneyim hoşuna gitti. Bu halini devam ettirmek istiyordu. ‘Çok zevkli bir şey’ diye geçti aklından. Sanki düş görüyor ama düş gördüğünü de biliyordu. İçerden gelen konuşmalar düşüncelerini bölmeye başlamıştı. Uyanmak istemediği için tüm dikkatini toplamaya çalıştı ama ne mümkün. Bu ilginç deneyimin, dağılan dikkati yüzünden kısa kesilebileceğini düşünerek sinirlendi. Bu saatte hangi densiz gezmeye gelip bu kadar gürültü yapar ki? Kaldığı yeri unutmasın diye gözlerini bile açmadan, odanın kapısını kapatmak için yatağından kalktığında her şeyi görmeye devam ettiğini fark edince hem çok şaşırdı, hem de hoşuna gitti. ‘Düş görmeye devam ediyorum herhalde, ne yaptılarsa uyandıramadı münasebetsizler’ Kapıya geldiğinde sesler daha net duyulmaya başlamıştı. Birkaç kadın kendilerini sohbetin çekiciliğine kaptırmış lafı birbirlerinin ağzından kapıyorlar, neşeli neşeli kıkırdıyorlardı. Tüm konuşulanları duymasına rağmen hiçbir şey anlamamıştı. Dikkatle dinlediğinde yabancı bir dilde değil de Yunanca konuştuklarını fark etti. Yine de ne konuştuklarını anlayamıyordu. Merakla koridora çıktı. Sesler mutfaktan geliyordu. Aralarında bir de erkek sesi fark etmişti. ‘Büyükanne’ Yanıt gelmeyince yineledi. ‘Büyükanne neredesin?’ İçerden bir çocuk neşeyle karşılık verdi. ‘Haydi Fotios, artık uyan. Yemek vakti.’ Koşarak mutfak kapısının önüne geldiğinde, masanın etrafında iki kadın ve bir erkeğin yemek yemekte olduklarını gördü. Büyükanne misafirlerine hizmet ederken, oldukça kısa olan boyu Smyrna’nınTılsımı Sayfa64 yüzünden zorluk çekmesine karşın mutluluğu yüzünden okunuyordu. Fırfırlı rengarenk eteği ve yakasında kocaman mavi kurdeleli beyaz gömleğiyle, yaklaşık yedi sekiz yaşlarında oldukça şirin bir kız olmuştu. ‘Kim bunlar büyükanne?’ Soruyu tamamladığı anda masada oturan kadınlardan birinin Eleni olduğunu fark etti. ‘Sen de nerden çıktın?’ Sesindeki şaşkınlık hepsini güldürdü. Diğer kadının da yüzüne dikkatle baktığında onu da tanıdığını fark edip korkmaya başladığını hissetti. Beline dek saldığı uzun saçlarının farklı bir güzellik kattığı bu tanıdık yüz, sevgi ve hasret dolu gözlerle kendisine bakarken, bir eliyle de boynundaki üçgen deri tılsımı okşuyordu. ‘Demek Fotios sensin. Gel yanıma otur lütfen.’ Büyülenmiş gibi itiraz etmeden dediğini yaptı. Kadın sevgiyle saçlarına dokunup adını tekrarlarken, karşıda oturan adamın da gülümseyerek baktığını fark edince, şirin giysiler içinde oradan oraya koşuşturan, mutluluk içinde konuklarını ağırlamaya çalışan büyükanneye endişeyle seslendi. ‘Büyükanne bu adam kim?’ ‘Ziya bey, yavrucuğum. Annemin bizi ziyaret edeceğini duyunca, onlar da gelmek istemişler. Ne güzel değil mi? Hem zaten eşi Eleni’yi sen de tanıyorsun. Hoş geldin desene. Hadi ama. Şaşkın şaşkın bakma öyle’ Çocuk da olsa büyükannenin bu rahatlığı sinirine dokunmuştu. Birden aklına hala düşte olabileceği geldi. ‘Şu an düş mü görüyorum?’ Sesi kararsızlık ve endişeyle oldukça düşük çıktığı için kimse ne dediğini fark etmedi. Yine sinirlendi. ‘Size, şu an düş mü görüyorum dedim.’ Beklenmedik çıkışı sohbeti bıçak gibi kesmişti. Herkes niye sinirlendiğini anlamadan şaşkınlıkla yüzüne bakıyordu. Ziya bey, daha önce tarih dergilerinde gördüğü eski moda Türk giysileri ve fesini düzelterek oldukça yumuşak ve anlayışlı bir sesle bir öneride bulundu. ‘Parmaklarını say istersen’ ‘Ne dediniz?’ Saçma bulunduğu belli olan önerisini daha resmi olmaya çalışarak yineledi. ‘Parmaklarınız, dedim. Elinizde kaç parmak var sayın lütfen’ Anlam veremediği bu öneriye iyice sinirlenmesine rağmen eline göz atmaktan da kendini alamadı. Smyrna’nınTılsımı Sayfa65 ‘Altı… Aman tanrım altı parmağım varmış’ Korku dolu gözlerle etrafına bakınırken büyükanne dahil herkes yeniden gülmeye başlamıştı. Ziya beyin giysilerini, fesini ve sesini oldukça net bir şekilde fark edebilmesine rağmen loş ışıkta yüzünün detaylarını görememişti. Halbuki diğerlerinin yüzleri her ayrıntısıyla fark edilebiliyordu. Karşısındaki bu çokbilmiş kişiyi iyice görebilmek için hırsla kalkıp elektrik düğmesini çevirdi. Ampulün yandığını görmesine rağmen ortalık daha fazla aydınlanmamıştı. Ziya beyin yüzünü, yine ancak bulanık bir şekilde görebiliyordu. Onlar gülmeye devam ederken çaresizlik içinde, ilk bakışta bile büyükannenin annesi olduğu anlaşılan esmer güzeli Despina’nın yanına oturdu. Genç kadın, ellerini sevgiyle elleri arasına alıp oldukça sıcak bir sesle açıklamaya çalıştı. ‘Sen Ziya beye bakma sevgili yavrum. O eskiden beri gizemli olmaya bayılır. Seni üzmek için söylemedi. Biz eskiden, böyle durumlarda kendimizi çimdiklerdik. Bunlar yeni moda yöntemler. Ziya bey, neydi bunların adı?’ ‘Gerçeklik testleri. Düş görmesine karşın, artık düşte olduğunun da farkında sanırım’ Duydukları korkusunun geçmesine yetmiş, rahatlayarak neşelenmesine bile neden olmuştu. Tek yapması gereken düşe devam edebilmenin bir yolunu bulmaktı. ‘Merak etme. Uyanacak gibi olursan, yani kendini yatağında hissetmeye başlarsan, ellerini ovuştur, tekrar düşe dönersin’ Ne düşündüğünü nasıl anlamıştı? Gülmekten kendini alamadı. Öyle ya düşteydi. Tüm bunları kendisi düşünüyor olmalıydı. Ama oldukça zevk alıyordu bu deneyimden. Sadece, Eleni ile yüzü olmayan Ziya beyin ilişkisi biraz canını sıkmıştı. ‘Değiştirsem mi acaba?’ diye düşündü kıskançlıkla. Sonra, düşünün akışını bozmaktan çekinerek biraz da merakla her şeyi oluruna bırakmaya karar verdi. ‘Ne de olsa sadece düş.’ ‘Haydi Fotios yemeğe.’ Şirin ama tanıdık yüzüyle büyükanneyi sıkıştırıp öpesi geldi birden. ‘Tamam büyükanne, hem sen büyüklerin işine karışma bakayım.’ Artık durum oldukça eğlenceli olmaya başlamıştı. Terslendiği için sessizce gözyaşı dökmeye başlayan büyükanneyi kucağına alıp öperek teselli etmeye çalışan Despina’yı seyrederken, büyükanneye biraz sert bir şekilde takılmış olabileceğini düşünerek yaptığından pişmanlık duydu. Sonra da, Despina’yı, bu sevgi dolu kadını terk ettiği için pek de iyi duygular beslemediği Ziya beye dönerek aklından geçenleri fütursuzca sordu. ‘Sizi ve Despina’yı çok merak ediyorum. Neden ayrıldınız? Yapabileceğiniz hiçbir şey yok muydu?’ Beklemediği soru ile şaşırma sırası Ziya beye gelmişti. Lokmasını yutup peçeteyle ağzının kenarını silerek zaman kazandıktan sonra yanıtladı. Smyrna’nınTılsımı Sayfa66 ‘Anlatacak çok şey var.’ Bir an duraksadıktan sonra Despinaya bakarak: ‘Değil mi Despina?’ Kadın duymamış gibi yapıp sessiz kalmayı tercih etmişti. Ortada Despina’ya yapılan bir haksızlık olduğunu hissederek Ziya beye tekrar sinirlendi. Bir yandan da eski olayları dinlerken kocasını kıskandığı her halinden belli olan Eleni’yi göz ucuyla süzmekten kendini alamadı. ‘Eden bulur, işte...’ ‘Siz niçin anlatmıyorsunuz? Çekindiğiniz bir şey mi var?’ Sesindeki düşmanca alaycılığı Ziya bey fark etmemiş gibiydi. ‘Sizin bilmediğiniz bir şeyi size nasıl anlatırım?’ Hala düşte olduğunu anımsayarak hak verdi. ‘Öyleyse bir yolu yok. Halbuki aranızda gerçekte neler olduğunu öğrenmemin belki bana da yararı olabilirdi.’ Kapıldığı umutsuzluğu fark eden Ziya bey biraz çekinerek sözünü kesti. ‘Bir yolu olabilir…’ Hiç beklemediği anda beliren bu çözüm umudu ilgisini çekmişti. ‘Nasıl?’ Yanıtını beklerken dikkatle tekrar incelemeye başladığı Ziya beyin yüzü yavaş yavaş kara kalem çizgi ile belirginleşerek tanıdık bir yüz haline geldi. Çizgiler giderek tüm bedeninin hatlarını dolaşıp karşısındakini bir çizgi roman kahramanı haline sokmaya başlamıştı. ‘Beni izle. Benimle gel, öğreneceksin.’ ‘Nereye?’ ‘Biliyorsun.’ Birden anımsadı. Artık tam anlamıyla bir çizgi karakter haline gelmiş olan Ziya beye ürpererek bakakaldı. ‘Sen… Sen Apulu’sun.’ Yavaş yavaş mutfaktaki herkes çizgi karakterler haline gelmeye başlamış, havada görünmez bir kara kalemin hızla çizdiği çizgilerle oluşan yenileriyle de ortalık oldukça kalabalıklaşmıştı. Aralarından son derece çirkin ve korkunç görünümlü bir erkek uzanıp Despina’nın boynundan aldığı deri tılsımı avucunun içine koyarken içine doğan dudaklarından dökülüverdi. ‘Sen de, Ölüler diyarından bir dost olmalısın.’ Tılsım avucuna değdiği anda son derece rahatsız edici bir ses uzaktan da olsa kulaklarını tırmalamaya başlamıştı. Yarattığı huzursuzluk verici duygu sanki ölümü hissettiriyordu. Ses birden kesildi, ardından gelen dinginlik ve sükunet ile bedeninden ayrılıp yükselmeye başladığını fark ettiğinde korkusu geçmişti. Tüm çevresini, kendi vücudunu ve biraz önceki kalabalığı artık yukardan seyrediyordu. Aralarında Alisha, Kostas, babası ve annesi, hatta Ulveno ve Cristoph’u bile fark etti. Hepsi gerçek görüntülerinden sıyrılmışlar, havada hoyratça gezinen kara kalemin çizgilerine teslim olmuşlardı. Birden, sonunda parlak bir ışık Smyrna’nınTılsımı Sayfa67 olan mavi bir tünele girdiğini fark etti. Artık düşünde ölüme doğru yol aldığına iyice inanmaya başlamıştı ki büyükannenin sesi giderek kuvvetlenip anlaşılır bir hale geldiğinde tekrar sıcak bedenine döndüğünü hissetti. ‘Haydi Fotios, son kez söylüyorum bak. Kalk artık, yemek soğuyor.’ Gözlerini açtığında, büyükannenin yaşlı yüzünü görmekten dolayı bu kadar mutlu olacağını hiç tahmin edemezdi. Yataktan fırlayıp, sevinçle her iki yanağından tekrar tekrar öperken aklından geçenleri kulağına fısıldadı. ‘Büyükanne, ben yarın sabah İzmir’e gidiyorum.’ Smyrna’nınTılsımı Sayfa68 BÖLÜM XIII Bu kadar kısa süre içinde ayrılması büyükanneyi hayal kırıklığına uğratmış olmasına rağmen büyük bir hevesle bavulunu hazırlamasına yardımcı olmuştu. Sanki uzun süredir düşünüp de çıkamadığı bir seyahate birlikte gideceklermiş gibi, planlar yapmasına yardım ediyor, genç bir kız gibi heyecanla İzmir’de olacakları hayal etmeye çalışıyordu. Yararı olur diye Despina’nın fotoğrafları ile Hamit Veli beyden gelen bir kartpostalı da yanına alması konusunda ısrar etmişti. Yarım bırakmak zorunda kaldığı araştırmanın torunu tarafından tamamlanacağı fikri ile yaşlı kadının kazandığı enerjiyi fark ettiğinde başlamış olduğu işi artık bırakamayacağını anladı. Adres kartta yazılı olmasına karşın, büyükanne yine de anımsayabildiği kadarıyla evin yerini tarif etmeye çalışmış, döndüğünde öğrendiği her şeyi eksiksiz anlatabilmesi için gereğinde not tutmasını dahi öğütlemekten geri kalmamıştı. Kahvaltıyı takiben, kısa bir telefon trafiğinden sonra otobüsle İstanbul’a, oradan da İzmir’e uçakla gitmesine karar verildi. Uzun uğraşlardan sonra gece saat 11’de hareket eden bir otobüste yer bulabildiklerinde serüvenin başladığına artık ikisi de ikna olmuşlardı. Pasaport işlemleri, yolculuk ve araştırma ile ilgili planları bütün günlerini aldı. Garaja gitmek için ayrılırken kadının gözlerinde fark ettiği merak ve mutluluk, kalkıştığı işin ani bir hevesten çok hem kendisi hem de çok sevdiği bu yaşlı kadın için tamamlanması zorunlu bir görev olduğunu hissettirmişti. Tahmininden de berbat geçen 10 saatlik bir yolculuktan sonra ulaştığı İstanbul’un, tahmin ettiğinden de göz alıcı, sanki büyükannenin bazı masallarındaki o farklı dünyadan izler taşıyan rüya gibi şehir olduğunu düşündü. Bu şehri gezmek için tekrar gelmeyi aklına koyarak, büyükanneyle yaptıkları plana sadık kalmak amacıyla bir an önce havaalanının yolunu tutması gerekiyordu. İzmir uçağına yer bulabilmesi pek kolay olmadı. Uzun süre beklemede kaldıktan sonra bilet bulabildiği 13.00 uçağı bir saatlik bir uçuştan sonra inişe geçtiğinde pencereden gördüğü manzara içinde tuhaf bir heyecan ve garipsediği bir tanıdıklık hissi uyandırmıştı. Büyük bir göl izlenimi veren muhteşem bir körfezin etrafına yerleşmiş olan kent, denizin boynuna asılı inci bir gerdanlık gibi duruyordu. Buna rağmen, İstanbul’la kıyaslandığında oldukça alçak gönüllü bir havası olduğunu fark etti. Tekerlekler yere değdiğinde, çıktığı yolculuğun amacına ne kadar ulaşacağını tahmin edemese de, burada geçireceği günlerden oldukça hoşnut kalacağını düşünüyordu. Ne olur ne olmaz diyerek cebinden çıkardığı nane şekerlerinden bir tanesini daha ağzına attı. Hava alanından aldığı bir turist rehberinden seçtiği otelin ismini –İzmir Palas- taksi şoförüne gösterdiğinde, adam mükemmel bir seçim yaptığını ima eden bir işaretle içini rahatlatmıştı. Smyrna’nınTılsımı Sayfa69 Yaklaşık yarım saatte ulaştıkları otel, kentin merkezinde 1. kordon denen, deniz kıyısındaki oldukça gösterişli bir bulvarın üzerindeydi. Odasına çıkıp körfezi tümüyle gözler önüne seren manzarayı görünce, bir an şaşkınlık ve hayranlıkla nefesini tutmak zorunda kaldı. Sonbaharın bu kentte hala güneşli ve oldukça sıcak olan öğleden sonrasında insanlar denize dek uzanan çimlerle kaplı gezinti alanlarında ya da yol boyu sıralanmış kafeler ve birahanelerin kaldırımlara taşmış masalarında günün tadını çıkartmaya başlamışlardı bile. Bir an önce kalabalığın arasına karışma isteğiyle hızlı bir şekilde yerleştikten sonra kendini dışarı attı. İnsana heyecan veren parlak Ege güneşinin altında gezinen, gürültülü bir şekilde etrafa aldırmadan koyu sohbetlere dalmış insanlarını serinletmek için denizden karaya esen hafif bir rüzgarın getirdiği iyot kokusunu zevkle ciğerlerine çektiğinde büyükannenin sözü geldi aklına. ‘İmbat’ demişti özlemle, ‘Annem hep anlatırdı, insanlar bu çok özel rüzgarın ten okşayıcı serinliğinde kendilerinden geçmek için her öğleden sonra deniz kıyısında gezmeye çıkarlarmış. Genç kızlar denize karşı durup gözlerini kapattıklarında, hayallerindeki sevgililerin yanaklarından başlayıp boyunlarına dek inen öpücüklerini anımsatan İmbat serinliği ile kıkır kıkır gülmekten kendilerini alamazlarmış.’ Acaba Ziya bey de Despina’yı İmbatın dudaklarıyla öpmüş müydü hiç? ‘Kuşkusuz’ diye gülümsedi, ‘İnsan bu kentte yaşar da sevgilisini ihmal edebilir mi? O etse, İmbat etmez.’ Sonbahar güneşinin altında bir süre gezdikten sonra birahanelerden birinde kalabalığın arasına karışıp hiç anlamadığı bir dilde sürüp giden sohbetlere kulak vererek körfeze karşı içtiği bir bira tüm yorgunluğunu alıp götürmüştü. Saatin beşi geçtiğini fark ettiğinde Kemal beyin evini aramak için artık kalkması gerektiğini düşündü. Taksi, yolculuğu sürpriz bir şekilde deniz kıyısını takip eden bulvarların birinden diğerine geçerek sürdüğü için, tadına doyulmaz bir manzarayı yol boyunca seyrederken, büyükannenin her iki kentin benzerliği hakkında söylediklerine hak vermemek elde değil diye geçirdi aklından. Gerçekten de otelin az ilerisindeki Atatürk heykelinin bulunduğu meydana beyaz kuleyi koysanız alın size Selanik’in eski kordonu. Her şey bu kadar benzer ise, insanların yaşam şekilleri de benzer olmalı diye düşündüğü sırada, şoför ‘Karantina’ diyerek yolun sağına yanaşıp durmuştu bile. Adresteki sokağı sorduğunu tahmin ettiği genç bir adam, eliyle caddeye inen yollardan birini işaret ederek yukarı doğru bir sağ bir de sol işareti yapmıştı. Tarif üzerine tırmanmaya başladılar, biraz önceki el işaretlerine uygun olarak döndükleri köşelerden sonra, az ilerde kendisinin de hemen fark ettiği, dört- beş katlı apartmanların arasında yalnız kalmış eski bir evin önünde durdular. Taksi gittikten sonra, bir süre evi seyretti. Girişteki süslemeli büyük demir kapı evin oldukça eski bir mimari örnek olduğunu kanıtlıyordu. Açılıp her iki yana yaslanmış tahta ızgaralı pancurları ve mavi boyalı çerçeveleriyle, kapının iki yanındaki geniş pencereler beyaz Smyrna’nınTılsımı Sayfa70 badanalı duvarların üzerinden insana gülümser gibiydi. Evin bahçesini çevreleyen yüksek duvarların işlevi ise, çevresindeki apartmanlar nedeniyle, sadece yoldan geçenlerin bakışlarına engel olmakla sınırlı kalıyordu. Zilin melodisi henüz sona ermeden açılan kapının ardından çıkan yirmili yaşlarında oldukça hoş bir kadın, kibar bir ses tonuyla muhtemelen kimi aradığını ya da kim olduğunu sordu. Birkaç saat boyunca hiç yabancılık çekmeden gezdiği kentte neredeyse unutmuş olduğu dil sorunu birden tekrar karşısına çıkınca şaşırmıştı. Sanki bunu hiç beklemiyordu. Kendini toparladıktan sonra tane tane telaffuz etmeye çalıştığı İngilizce sözcüklerle kendini tanıtarak, Kemal beyi aradığını söyledi. Genç kadın, oldukça akıcı bir şekilde karşılık vermişti. Evet, Kemal beyin eviydi. Bir dakika bekleyebilirse çağıracağını söylerken bir yandan da merakla onu yukardan aşağı süzmüştü. Kemal bey, akşamüzeri çat kapı gelen konuğuna pek de belli etmek istemediği bir isteksizlikle kapıya çıktı. Yaklaşık elli yaşında görünüyordu. Henüz bir söz edemeden, kızı olduğunu tahmin ettiği genç kadın kendisini göstererek konuştuklarını aktarmıştı bile. Söylenenleri dinlerken ev sahibinin yüzüne yayılan samimi tebessümü, ziyaretinin herhangi bir sorun yaratmadığına dair işaret olarak yorumladı. Ev sahibi Kemal bey oldukça meraklanmıştı. İçten bir nezaketle içeri girmesini teklif ettiğinde, işlerin bundan sonra herhangi bir sorun çıkmadan yolunda gideceğine inanarak sevinçle teklifi kabul etti. Evin içi belli ki elden geçmiş ama buna karşın orijinal mimarisinin ruhuna sadık kalınmıştı. Oldukça yüksek tavanları içeriye, dışardan belli olmayan bir ferahlık hissi veriyordu. Ortada, her iki yanı süslemeli tırabzanlarla destekli, geniş ve düz bir ahşap merdiven ise üst kata çıkışı sağlıyordu. Kemal bey misafirini alt kattaki salona aldı. Olanca nezaketiyle hoş geldiniz dedikten sonra evin içindekileri tanıştırdı. ‘Bu genç hanım benim kızım, Nur.’ Sonra yanında oturan yaklaşık kırkbeş elli yaşlarında ince yapılı, oldukça güzel ve zarif görünümlü hanımı işaret ederek: ‘Ve eşim Güneş’ Kısa bir sessizlikten sonra; ‘Nur sizin Yunanistan’dan geldiğinizi söyledi.’ ‘Evet ismim Fotios. Siz benim büyükannemi tanırsınız. Kendisi yirmi yıl kadar önce ülkenize yaptığı bir gezi sırasında sizi ziyaret etmiş.’ Kemal bey ve eşinin giderek heyecanlandıkları açıkça belli oluyordu. ‘Yoksa sizin büyükannenizin ismi Fotini mi?’ ‘Evet Kemal bey. Kendisi size en içten selamlarını iletmemi söyledi. Ziyaretinden sonra ilerleyen yaşı nedeniyle tekrar böyle bir geziye çıkamadığı için görüşemediğinizi, ama sizleri ve misafirperverliğinizi hiç unutmadığını anlattı bana.’ Smyrna’nınTılsımı Sayfa71 Bu arada, karşısındaki kibar insanları kuşkuda bırakmamak için anlattıklarına kanıt olarak cebinden çıkardığı İzmir manzaralı eski kartpostalı uzattı. Hepsinin duygulandıkları gözlerinden belli oluyordu. ‘Bana Kemal deyin lütfen, siz de izin verirseniz ben de size Fotios diye hitap edeyim.’ Elindeki kartpostala eski bir dostu anımsamaya çalışır gibi baktıktan sonra geri verdi. ‘Biz de büyükannenizi hiç unutmadık. Babam Hamit Veli bey kendisinin annesine ne kadar benzediğini anlatır dururdu. Ben de büyükannenizi son derece kibar bir hanımefendi olarak anımsıyorum. Nur belki unutmuştur, çünkü henüz dört ya da beş yaşlarındaydı.’ ‘Hayır, ben de anımsıyorum’ diye itiraz geldi Nur’dan. ‘Kendisini çok sevmiştim. Gittiğinde ne kadar ağladığımı unuttunuz mu? Daha sonra dedem bana o yaşlı bayanın annesini ve ailesini, büyük amcam Ziya beyi ve o yıllardan anımsadıklarını anlatmıştı uzun süre.’ Birden bir pot kırmış olabileceğini düşünerek sustu. Kemal bey ve eşi, büyük bir nezaketsizlik yapmış gibi kızlarına dik dik bakmışlardı. ‘Çekinmenize hiç gerek yok’ diye girdi söze. ‘Ben de bu eski öykünün peşine takılıp geldim zaten. Büyükannem bölük pörçük olarak annesinden duyduğu anıları naklederken haberdar oldum bu ilişkiden. Hamit Veli beyle yaptıkları sohbet annesiyle ve Ziya beyle ilgili ilginç bilgiler edinmesini sağlamış. Artık çok yaşlandı, belki de son günlerini yaşıyor. Öyküyü bildiği kadarıyla anlatırken fark ettim ki, ömrünün son günlerinde onu en mutlu edecek şey, annesinin belki de mutlu olduğu tek ilişki hakkında tüm gerçeği öğrenmek olacak. Neler oldu ve en önemlisi hiç bir araya gelemeden niçin ayrıldılar?’ Konunun bu kadar ani bir şekilde açılması ve kendisinin de fırsat bilip son derece pervasız bir şekilde üstüne gitmesi uzun süren bir sessizliğe neden olmuştu. Belki de çok acele etmişti. Henüz tanışma faslını bile doğru dürüst tamamlamamışken insanları sorguya çeker gibi tüm soruları ortaya dökmüş olmasının bu ülkenin geleneklerine aykırı olabileceği de sözlerinin en sonunda aklına gelebilmişti. Sessizliği bozan Nur’un alaycı sözleri oldu: ‘Yani, sadece büyükannen merak ediyor diye işini gücünü bırakıp, sonucunda ne elde edeceğini bile bilmeden, seksen yıllık ve o günlerin şartları düşünüldüğünde olağan bir nedenle sonlanmış olabilecek bir öykünün izini sürmek için mi buradasın?’ Mükemmel bir İngilizce… Sözleri takip etmek bile zor gelmişti ama ne demek istediğini ve içindeki alaycılığı rahatlıkla sezebilmişti. Kemal bey belki de, kızının yaptığı nezaketsizliği gidermek için, aceleyle söze girerek işin tatsız bir tartışmaya dönmesini önlemek istedi. ‘İnsanların geçmişleri ile ilgili öykülerin peşinden gitmesi bizde sadece takdir görmesi gereken bir davranıştır. Siz Nur’un sözlerini lütfen bir hayretin ifadesi olarak algılayın. Aslında dedesi henüz hayattayken kendisi de bu öykü ile oldukça ilgilenmişti. O günlerle Smyrna’nınTılsımı Sayfa72 ilgili her türlü anıyı dinleyebilmek için çoğu kez babamı geç vakitlere kadar uykusuz bırakmıştır.’ Söylediklerinden dolayı biraz mahcup olan genç kadın, ‘Siz benim kusuruma bakmayın. Arada bir bana böyle gelip giderler işte’ anlamında bir şeyler mırıldanarak kalktı. ‘Lütfen rahatsız olmayın. Ben kesinlikle alınmadım. Aslında pek haksız da değil. Ama bu konuda sizinle uzun uzun konuşmak isterim. Birkaç gün kalmayı ve aynı zamanda kenti gezmeyi planlıyorum. Bu arada bana zaman ayırabilirseniz çok mutlu olurum.’ Kemal bey konuğunun kalkmaya yeltendiğini görünce, ‘Biz de birazdan akşam yemeğine oturacaktık. Bu gece yemekte bizimle birlikte olursanız çok mutlu oluruz. Değil mi Güneş?’ Konuşmanın başından beri sessizce dinlemekte olan kadın zarafetine yakışan bir ses tonuyla ve tane tane vurguladığı kelimeleriyle bu teklife oldukça içten bir şekilde katıldı. ‘Lütfen bay Fotios, kalırsanız çok mutlu oluruz.’ Bu denli içten bir daveti reddetmenin kabalık olacağını düşünmesine rağmen, son derece yorucu geçen yolculuğun etkilerini artık tüm bedeninde hissetmeye başlamıştı. ‘Bu gece lütfen beni affedin. O kadar yorucu bir yolculuk geçirdim ki, korkarım bu halimle sizin de keyfinizi kaçırırım.’ Mazeretini haklı buldukları için fazla ısrar etmediler. Ama ayrılırken Güneş hanım ertesi gece mutlaka yemeğe beklediklerini ve başka bir mazeret kabul etmeyeceklerini söyledi. Kemal bey de kendisini oteline bırakmayı teklif ediyordu. Buna hiç gerek olmadığını taksiyle çok rahat bir şekilde gelebildiğine göre yine aynı şekilde dönebileceğini söylemeye çalıştı ama araya giren Nur’un sözleriyle tartışma sona ermişti. ‘Arabanın anahtarını alabilir miyim babacığım? Misafirimizi ben bırakmak istiyorum. Hem böylece biraz önceki kabalığımı da affettirebilirim belki.’ Otele doğru giderken Nur oldukça neşeliydi. Sürekli konuştu, sorular sordu. Otele vardıklarında işi, ailesi ve yaşadığı yer hakkında neredeyse her şeyi sorup öğrenmişti bile. Teşekkür edip arabadan ineceği sırada Nur’un ilginç teklifiyle durakladı. ‘Sana bu araştırmada ben de yardım edebilir miyim?’ ‘Araştırma mı gerekecek? Babandan öğreneceklerimin yeterli olacağını düşünmüştüm.’ ‘Sanmam. Bence iş daha karışık. Hem dedemin ailede en çok benimle konuştuğunu, benimle sırdaş olduğunu da hatırlatmak isterim sana.’ İş ilginçleşmeye başlamıştı. ‘Niçin yardım etmek istiyorsun?’ ‘Merak. Hem unutma, Despina senin büyük büyükannen ise, Ziya da benim büyük amcam.’ Smyrna’nınTılsımı Sayfa73 Bir anda, aradığından fazlasını bulmanın keyfiyle yorgunluğunun bir parça hafiflediğini hissetti. Anlaşmayı tamamlamak için elini uzatarak ‘Anlaştık’ dediğinde Nur motoru tekrar çalıştırmıştı bile. Arabadan inip kapıyı kapatırken Nur’un son sözlerine gülümsemekten de kendini alamadı. ‘Dikkat et Neo. Kırmızı hapı yutmak üzeresin.’ Smyrna’nınTılsımı Sayfa74 BÖLÜM XIV Telefonun sesiyle uyandığında bir süre nerede olduğunu çıkartamadı. Uykusunu tam olarak alamamış olmasına karşın, gözlerini açtığında karşılaştığı manzara ile aniden içine dolan sabah neşesi günün mükemmel geçeceğinin habercisi gibiydi. Sabahın parlak ışıklarıyla karşı kıyıya dek berrak bir gökyüzünün altında uzanan körfezde aceleyle yolcularını taşıyan şirin şehir hatları vapurları, arkalarında bembeyaz köpükten bir iz bırakarak neredeyse odanın içinden geçip giderken, çaldıkları düdükleriyle günaydın diyorlardı. İçinden gelen dürtüye uyarak yatağından onlara el salladı. Bir süre arkasına yaslanıp bu muhteşem manzarayı seyretmek istedi ama bir türlü susmak bilmeyen telefonun sesini kesebilmek için istemeye istemeye ahizeyi kaldırmak zorunda kaldı. ‘Günaydın. Sizin orada bu saatte hala uyur musunuz?’ Nur’un sesini hemen tanımıştı. Gözünü açtığından beri karşılaştığı bu ikinci sürpriz neşesinin katlanarak artmasına neden oldu. ‘Günaydın. Sesini duymak ne güzel. Ben de bu günü nasıl geçiririm diye düşünüyordum.’ ‘Hiç gerek yok. Kent turu için planlar yapıldı bile. Lobide bekliyorum. Hadi bakalım, biraz acele et.’ Heyecanla beklediği yaş gününde erkenden kalkan küçük bir çocuk gibi sevinçli bir acelecilikle giyinip sabah temizliğini yaptıktan sonra, asansörü bile beklemeden birer ikişer koşarak indiği merdivenlerden lobiye ulaştığında Nur oturduğu koltukta dergilerden birini karıştırmakla meşguldü. ‘Bugün benim için çok güzel başladı. Geldiğin için teşekkür ederim.’ Neşeyle gülümseyen genç kadın, kendinden emin dostane tavırlarıyla ve oldukça şık ama spor giysileri içinde dün gece olduğundan daha hoş görünüyordu. ‘Benim için de iyi bir bahane olacak. Ne zamandır gezmediğim yerleri tekrar görme fırsatını sayende yakalamış oldum. Hadi bakalım önce kahvaltıya gidiyoruz. Umarım kahvaltının alçak gönüllülüğü sende düş kırıklığı yaratmaz.’ ‘Bu sabah ne olsa yerim. Ama iştahım oldukça fazla. Baştan haber vereyim.’ Bu sabahki güzelliğine oldukça yakışan bir kahkahayla yerinden kalktı. ‘Merak etme. Gittiğimiz yerde istediğin kadar yiyebilirsin.’ Arabayla gideceklerini sanırken, Nur’un sahildeki bulvara sapıp sabah güneşi altında yürümeye başladığını gördüğünde yakınlarda bir yere gideceklerini anlamıştı. Bir süre havadan sudan sohbet ederek yürüdükten sonra, ortasında atının üzerinde denizi işaret eden Atatürk heykelinin yer aldığı, Selanik’te beyaz kulenin bulunduğu meydana benzeyen bir Smyrna’nınTılsımı Sayfa75 meydanın hemen yakınında, deniz kıyısında sıra sıra dizilmiş masalardan birine oturdular. Nur çevredeki kaldırımlarda küçük camekanlı arabalar içinde satılan yiyeceklerden satın alıp masanın üzerine koyduğunda yayılan mis gibi susam kokusunu hemen tanıdı. ‘Bunlar gevrek, bunlar poğaça, bunlar da boyoz ’ diye işaret ederken isimlerini Türkçe olarak söylemişti. Birlikte aldığı lezzetli küçük peynir parçaları ile gevrek, poğaça ve boyozları iştahla yerlerken garsonun renkli küçük tabaklar içinde önlerine koyduğu bardaklardan çaylarını da yudumlayarak Pasaport iskelesine yanaşan vapuru seyre daldılar. ‘Bizimkilerin bir zamanlar burayı neden bu kadar istediklerini anlayabiliyorum.’ İçinden geçen art niyetsiz bir duyguyu böyle pervasız bir şekilde açıkladığının farkına vardığında biraz mahcup olmuştu ama Nur’un içten yanıtı tekrar gülümsemesine neden oldu. ‘İstediğin zaman gel, ben sana kahvaltı ısmarlarım.’ Körfez vapurunun yanaşırken alt üst ettiği sularda çığlık çığlığa kısmetlerini arayan martılar denizin üzerinde seyri doyumsuz bir tablo oluşturuyordu. Aklına Ziya bey ve Despina’nın da buralarda gezmiş ve belki de o günlerde de var olan bu küçük iskeleye yanaşan vapurların peşindeki martıları onların gibi seyretmiş olabilecekleri geldi. ‘Despina’yı düşünüyorsun.’ Nur’un yüzüne oldukça şaşkın bir şekilde bakmış olmalıydı ki, genç kadın kendini gülmekten alamadı. ‘Merak etme, düşünceleri okumak gibi bir yeteneğim yok. Ama öyle belliydi ki, şu manzaraya daldığını görüp de seni buralara getiren olayları düşlediğini sezmek hiç de zor değil.’ Nur’un açıklaması içine su serpmişti. Yoksa, bir gün arayla iki tanesi gerçekten fazla gelecekti. ‘Bana onlar hakkında bildiklerinden biraz bahseder misin?’ ‘Nereden başlasam bilmem ki? En iyisi önce, büyük amcam Ziya bey hakkında bildiklerimi anlatayım. Ziya bey, yani Somuncuzade Ziya, bizim aile için çok muteber biri değil aslında. Ama küçük kardeşi, yani dedem Hamit Veli bey ailede kim ne derse desin biricik ağabeyini çok severmiş. Ziya beyin edebiyata düşkün, gününün standartlarına göre oldukça fazla kitap okuyan, dünyada olup biten hakkında bilgili, duygulu, hatta şiir yazma hevesi ile sık sık odasına kapanıp aşk şiirleri karalayan hevesli bir genç olduğunu anlatırdı. Buna rağmen, ailenin ağır başlı geçmişine hiç de uygun düşmeyen alışkanlıkları da varmış. Eğlenceye o denli düşkünmüş ki, her gece İzmir’de hangi semtte, hangi milletten insanlar toplanıp bir eğlence düzenlese aralarında mutlaka Ziya bey de olurmuş. Babasına göre insan mı yoksa yarasa kuşu mu belli değilmiş. Böyle bir adamın da doğal olarak oldukça geniş bir çevresi varmış. Her akşam, müdavimi olduğu bir faytoncu gizlice kapıya yanaşır, evden neredeyse Smyrna’nınTılsımı Sayfa76 koşarak çıkan Ziya beyi kaptığı gibi kentin neresinde bir alem varsa oraya alıp götürürmüş. Zavallı babası bir yandan ailenin adına gölge düşüren böyle bir oğulla ne yapacağını, bir yandan da onun bu serseri haline nasıl para yetiştireceğini düşünerek sinirlenir, bazen kendini tutamayıp oğlunun üstüne yürüdüğünde ise bütün aile adamcağızı sakinleştirmek için araya girmek zorunda kalırlarmış. Bu kadarla kalsa iyi, böyle bir yaşantının belki de doğal bir sonucu olarak, zaman zaman kavgalara da karışıp eve yara bere içinde döndüğünü de anlatırdı dedem. Hatta bir keresinde karıştığı bir kavgada kolundan bıçaklanmış da günlerce evden çıkamamış. Üstelik inanır mısın, bunların çoğu işgal yıllarında yaşanmış. Babası bir yandan işgal kuvvetleri tarafından oğlu tutuklanacak, diğer yandan da onun işine son verilecek diye korkar, Ziya beyi bu yaşantıdan vazgeçirmek için bıkmadan usanmadan binbir türlü dil dökermiş.’ Adamın biraz serseri ruhlu olduğunu duymuştu ama bu denli sorumsuz ve lümpen bir kişilikle karşılaşacağını da pek tahmin etmemişti doğrusu. Daha da önemlisi, Despina’nın böyle birine, hem de yaşamının sonuna dek süren bir aşkla nasıl bağlı kalmış olabileceğine de bir türlü aklı ermiyordu. ‘Despina’nın neden bu adama aşık olduğunu düşünüyorsun değil mi? Merak etme, yine sadece tahmin ettim. Ben de senin gibi şaşırmıştım ilk duyduğumda. Kendi ailesi içinde bile, küçük kardeşi hariç kimse tarafından iyi anılmayan birinin nasıl olup da genç bir kızın gönlünü çalabildiği bana da ilginç gelmişti.’ ‘Belki iyi yanları da vardı, kim bilir?’ Duruma mantıklı bir açıklama mı getirmeye çalışıyordu, yoksa büyük büyükannesinin karizmasını kurtarmaya mı çalışıyordu, kendi de anlayamadı. ‘Tabii ki varmış. Bir kere, adam oldukça yakışıklı, ağzı iyi laf yapan, dedim ya şiire meraklı, zamanına göre entelektüel bir gençmiş. Hemen her konuda bir fikri ve karşısındakini kolayca ikna edebilecek bir yeteneği olduğunu anlatırdı dedem. O zamanlar Hıristiyan da olsa henüz onsekizinde genç bir kızın aşık olabilmek için böyle bir erkekten ne gibi bir beklentisi olabilir ki?’ ‘Belki doğru ama yine de anlattığın gibi bir ortamda nasıl filizlenmiş bu aşk?’ ‘Bildiğim kadarıyla, sizinkilerle bizimkiler oldukça yakın oturuyorlarmış. Birinci karantina denilen denize yakın kısımda Rum aileler, ikinci karantina denilen yukarı kısımda ise Türkler yaşarmış. Bu iki ailenin evleri de her iki kısmın sınırlarında birbirlerine oldukça yakınmış. İşgalden önce, iki aile oldukça iyi tanışırlar hatta birbirlerinin bayramlarında ve özel günlerinde hediyeler verirler, görüşürlermiş. Anlayacağın bunlar daha çocukluklarından birbirlerini tanıyorlarmış. Herhangi bir sorunları olmayan iki dost aile imişler ama neden Smyrna’nınTılsımı Sayfa77 sonra aralarına bir soğukluk girmiş. Sorun tahmin edeceğin gibi, işgal ve işgalin getirdiği toplumsal baskılar.’ Bir an durup söyleyeceklerini tarttıktan sonra devam etmeden önce çekinerek sordu: ‘Alınmıyorsun değil mi?’ Genç kadının hassasiyetinin farkına vardığında, geçmişte olanları duymaktan rahatsız olmayacağı konusunda karşısındakini ikna etmesi gerektiğini anlamıştı. ‘Seksen yıl önce olanlarda ne benim ne de senin payın var. Herkesin bildiği şeyleri konuşmaktan niye alınalım ki? Değil mi?’ Nur’un da aynı fikirde olduğu anlaşılıyordu. Anlatacaklarıyla konuğunun rahatsız olabileceği fikrini kafasından atmış bir şekilde sözlerine devam etti. ‘İşgalden önce dedemin babası Somuncuzade Rüstem bey İzmir postanesinde müdür olarak görev yapıyormuş. Ailenin kökeni Darende’ye, daha da eskilere uzanırsak Bursa’ya dek dayanıyor. Oldukça geniş ve saygın bir aileye mensubuz anlayacağın. Zaten şu an bizim de soyadımız Somuncu. Bizimkiler uzun süre önce aile ocağından kopmuş, gelip İzmir’e yerleşmişler. Rüstem bey okuyup devlet kapısında yöneticilik bulabilen ilk kişi. O zamana dek sülalenin devletle hiç işi olmamış. İzmir’e yerleştikten sonra bizimkilerin de sülalenin geri kalanıyla pek ilişkilerini kalmamış aslında. Neyse, öyküye dönersek, işgal sonrasında her savaşta olduğu gibi bir sürü kötü olay yaşanmış. Yunan ordusu kente girdiğinde yerli Rumlardan birçoğu zaten uzun süredir gizli gizli yürütülmekte olan propagandanın da etkisiyle olsa gerek, işgal kuvvetlerini kurtarıcı olarak karşılamışlar. O günlerin şartlarında belki de pek fazla şaşırılmaması gereken bir durum. Ama bu durum Türkleri oldukça yaralamış. Bir gün öncesine kadar görüşen aileler birbirlerinin yüzüne bakmaz olmuşlar. Anlayacağın işgal, yüzyıllardır aynı topraklarda yaşayan insanların arasına ayrılık sokmuş.’ Her nekadar geçmişte olanları konuşmaktan çekinmeyecek kadar açık görüşlü olduklarını düşünseler de sohbet biraz kasvetli bir havaya bürünmüştü. Nur’un o günleri anlatırken belki de kendisini sıkıntıya sokacağını düşünerek bazı olayları elinden geldiğince es geçmeye çalıştığını fark etti. Karşısındakini rahatlatmak için onun da elinden geleni yapması gerekiyordu. ‘Bu yüzden, iki ailenin arası bozuldu sanırım.’ Nur bulduğu destekten memnun, rahatlamış bir şekilde anlatmaya devam etti. ‘Hem evet, hem hayır. Despina’nın babası Yorgo doğal olarak genel havaya uymuş ve belki de işi için yeni idareden daha fazla ayrıcalık alacağını da düşünerek işgal kuvvetleri ile yakın bir dostluk kurmuş. Bizimkiler de diğer Türk ailelerin yaptığı gibi kabuklarına çekilmişler. Smyrna’nınTılsımı Sayfa78 Hatta Rüstem beyin Posta İdaresindeki yöneticilik görevine de son verilmiş. Bir ara işine tümüyle son verilecekmiş ama komşuluk hatırına Yorgo’nun kendiliğinden araya girmesiyle, yeni atanan bir yöneticinin altında daha küçük bir memuriyette devam etmesine izin verilmiş.’ ‘Bu belki aralarını biraz düzeltmiştir.’ ‘Aslında aralarını biraz da olsa düzelten, belki inanmayacaksın ama, Ziya bey. Yorgo’nun bu jestine rağmen yine de ilişki eskisi gibi olmamış, ama işgal yıllarında Ziya bey onsekizini geçip de iyice kendini eğlence dünyasına kaptırınca işgal kuvvetlerinin subayları ve bazı küçük yöneticilerle dostluklar kurabilmiş. Bu durum Yorgo’nun da dikkatini çekince Ziya beyin girişkenliğinden de yararlanabileceğini düşünerek kendisine yazıhanesinde hesapları ve envanteri tutması için iş teklif etmiş. Oğlu Ziya’nın en sonunda bir iş sahibi olduğunu gören Rüstem bey de Yorgo ile yeniden, daha içten selamlaşır konuşur olmuş. İşte, Despina ile Ziya’nın aşklarının başlangıcı da, Yorgo’nun yanında işe giren ve aile ile yeniden yakın temasa geçen Ziya’nın girişimleri ile olmuş. Dedem, ağabeyi Ziya beyin, uzun süre sonra ilk kez gördüğü, artık çocukluktan kurtulup can yakıcı bir afet olan Despina’nın hayaliyle, nasıl birçok geceyi aşk şiirleri yazıp yana yakıla okuyarak geçirdiğini anlatmıştı. Zavallı çocuk. Saatlerce dinlediği, ağdalı bir dille yazılan şiirlerden doğal olarak o yaşta hiçbir şey anlamamış ama çok sevdiği ağabeyinin aşk sarhoşu haliyle epey eğlendiği de hiç aklından çıkmamış.’ ‘Ziya beyden Despina’ya ilk aşk mektubunu dedenin götürdüğünü duymuştum.’ ‘Sen de bu konuda epey bir şeyler öğrenmişsin bakıyorum.’ ‘Herhalde… Buraya geçerken uğramadım.’ Nur bir süredir sormak isteyip de soramadığı bir şey varmış gibi duraksadı bir süre. ‘Dün geceki kabalığımı tekrarlamak istemem ama seni buralara kadar sürükleyenin bahsettiğin neden olduğuna inanmak biraz zor geliyor. Bu öykünün peşine, kendine ait bir sebeple düşmüş olmayasın?’ Ne diyeceğini düşünüp tartma sırası kendisine gelmişti. Her şeyi anlatması gerekmiyordu belki ama en azından haklı olduğunu kabul edebilirdi. ‘Karar vermekte zorlandığım bir dönem geçiriyorum diyelim. Hem sen düşünce okuma yeteneğin olmadığından emin misin?’ Bilmeden önemli bir konuya parmak basmış olmalıydı ki, genç kadın biraz ciddi biraz da huzursuz bir şekilde yanıtladı. ‘O kadar değil ama bazı ufak tefek anormalliklerim olduğunu şimdiden öğrenmende fayda var.’ ‘Nasıl yani. Bir çeşit hastalık falan mı?’ Smyrna’nınTılsımı Sayfa79 ‘Sayılır. Yani aslında öyle. Bipolar bozukluk tanısı aldım. İlacımı aksatmadığım sürece pek yakınılacak bir durum olmuyor. Hem mesleğime de uygun.’ Son sözüne eklediği bir kahkahayla ortamı biraz yumuşatmayı amaçlamıştı sanki. Bu konuya nasıl olup da şimdiye dek girmediğini düşününce hem şaşırdı, hem de ilgisizliğinden dolayı biraz utandı. ‘Sahi, sen ne iş yapıyorsun?’ ‘Amerika’da dört yıl bilgisayar mühendisliği okudum. Okulu bitirdikten sonra yüksek lisans için de kalacaktım ama bu dert ortaya çıkınca bizimkiler bir süre ara vererek dönmemin daha uygun olacağını, biraz zorla da olsa kabul ettirdiler.’ ‘Zor günler geçirmiş olmalısın.’ Bu sözü neden söylediğini bilmiyordu. Belki de kendisine güvenip, herkese açılmayacak bir sırrına ortak ettiği için duyduğu yakınlığı ve anlayışı ifade etmek istemişti. ‘Kolay değildi. Önceleri tüm hareketlerimi kısıtlayan bir mutsuzluk dönemi şeklindeydi. Ama sonra giderek artan bir konuşma ihtiyacı, birbiri ardı sıra gelen çağrışımlar, daldan dala atlayan düşünceler ve uykusuzluk… Günlerce uyumadığım halde hiç yorgunluk hissetmezdim. O kadar enerji doluydum ve kendime güvenim tamdı ki aynı anda birkaç yerde olabileceğimi bile düşünmeye başlamıştım. Hatta birkaç kez bunu gerçekleştirdiğimi bile düşündüm. Kimse beni izlemezken aynı anda yapılması mümkün olmayan, hoşlandığım iki işi birden yaptığım konusunda yemin edebilirdim. Ama beni izlemeye başladıklarında onların makul gördükleri şekilde olasılıklardan sadece birini, üstelik onların makul gördüklerini yaşadığımın farkına varıyordum. Psikiyatristler beni ikna etmeseydi, belki şu an sana da bu iddiamı tekrarlıyor olabilirdim.’ Nur sözlerini bitirdikten sonra etkisini görmek için gözlerini yüzüne dikmiş dikkatle inceliyor biraz sonra vereceği yanıtın ne denli içten ya da ölçülüp tartılarak verilmiş olacağını anlamaya çalışıyordu. Sanki ‘Bak işte sana önemli bir sırrımı açtım, şimdi benim için ne düşünüyorsun?’ der gibi ağzından çıkacak sözcüklerin aralarında saklanacak gerçek düşüncesini sezmeye çalışıyordu. Genç kadının davranışının sık rastlanmayacak bir dostluk arayışı olduğunu düşündü. Yaşamı didik didik eden insanlara özgü bir dikkatle, belki de aralarındaki benzerliğin farkına ondan önce varmıştı. Konu öyle beklenmedik bir zamanda ve öyle dolaysız bir şekilde açılmıştı ki, söyleyeceklerini ağzından çıkmadan önce bir türlü içinden geldiği şekilde, düzeltmeden bilincine ulaştıramıyordu. Her ne kadar geçmişte benzer deneyimleri olsa da, bu gibi şeyleri gündelik yaşamın olasılıkları içinde görmediğinden, üzerinde fazlaca düşünmeden bir kenara itmiş, Nur gibi birlikte sunabileceği ikna edici bir nedeni de olmadığı için, uzun süredir diğer insanlarla paylaşmaktan kaçınmıştı. Şimdi de bu tavrını değiştirmek için istekli olmadığını fark etti. Ama karşısında oldukça zeki bir kadın Smyrna’nınTılsımı Sayfa80 vardı ve vereceği yanıtın istemese de bir mantık süzgecinden geçtikten sonra ağzından çıktığını anlayacaktı. ‘En iyisi sorularla devam etmek’ diye düşündü. ‘Gerçekten ikna edebildiler mi seni?’ ‘Sanırım. Üstelik, bu şekilde olması gerektiğine de inanıyorum artık’ ‘Nasıl yani? İstediğin birçok şeye aynı anda sahip olmanın neresi kötü ki?’ Nur’un dudaklarında muzip bir gülümsemenin belli belirsiz görünüp kaybolduğunu sezdiğinde kendini oyuna getirilmiş gibi hissetti. ‘Bu şekilde ifade edince güzel görünüyor tabii. Ama diyelim ki bende bir gariplik yok ve bunlar gerçek. Bunun benim aradığım şey olduğunu hiç sanmıyorum.’ ‘Değil mi?’ ‘Değil tabii. Sence doğduktan sonra her geçen gün biraz daha değişerek, biraz daha kendimiz olmuyor muyuz? Bunu planlasak da planlamasak da ölürken özel bir kişi olarak ölmüyor muyuz? Bunun farkında olup, yaşam boyu kendi seçimlerimizin zevkini sürmemek niye?’ ‘Hiç böyle düşünmemiştim. Bana daha çok, rastgele yaşıyormuşuz gibi geliyordu.’ ‘Rastgele sadece doğuyoruz.’ Kafasının hala karışık olduğu bir konuda kendinden oldukça genç bir kadının ahkam kesmesine sinirlenmeye başlamıştı. ‘Yaşamımızın gidişinde rastgele olan bir şey yok mu? Her şeyden sorumlu olmak, kusura bakma ama, bana biraz ağır geliyor.’ ‘Seçeneklerimizin çeşitliliği belki.’ Ortada bir yerde buluşmak heyecanını yatıştırmaya yetmişti. Biraz önceki gereksiz çıkışını unutturmak için aklına gelen ilk makul fikri söyleyiverdi. ‘Belki de, gittiğimiz yolu belirleyen seçimlerin hep belli bir nedeni vardır.’ Nur, hiç beklemediği bir şey duymuş gibi yüzüne hayretle bakakalmıştı. ‘İyi bir Hıristiyansın galiba.’ Son sözleri oldukça patavatsız bulduğunu belli eden bir ifadeyle bir süre sustu. Genç kadın her zaman olduğu gibi kendisini zor duruma düşüren bir şeyler söylediğinin farkına varmış, durumu düzeltmek için ne yapacağını düşünerek kıvranıyordu. ‘Seni kırmak istemedim inan ki. Herhangi bir dine vurgu yapmak da istememiştim. Sadece, bunun kaderci bir görüş olduğunu düşündüm hep. Tüm dinlerin vurgu yaptığı… Buna göre her hareketimizin nedenini geçmişteki bir olaya bağlamamız gerekir. Bu şekilde geriye doğru gidersek varabileceğimiz tek şey nedeni olmayan bir başlangıç olur ki buna ister Tanrı de istersen Big Bang.’ Smyrna’nınTılsımı Sayfa81 Nur’un içten çabası, iletişim için kendisinin de aynı içtenlikle yeterli gayreti göstermediğinin farkına varmasını sağlamış, biraz mahcup olmuştu. Giderek ilginçleşen sohbeti daha fazla huysuzluk yapmadan sürdürmeye niyet ettiğini gösteren bir gülümsemeyle arkadaşını rahatlattı. ‘Kendimizden tümüyle ve sadece kendimiz sorumluyuz yani?’ Nur karşısındakinin kırılmamış olduğunu görmekle rahatlamış ama yine de kontrollu bir şekilde yanıtlamıştı. ‘Öyle görünüyor. Yaşantımızı rastgele olguların ya da kaderciliğin boyunduruğundan kurtaran ve bizi sorumlu kılan şey sadece bizde var. Özgür irade ve bunu sağlayan bilinç. Yani, bedenimizden ayrı ama ona bağlı yaşayan bir güç.’ ‘Ruh demek istiyorsun herhalde. Ruhlara inanırmışsın gibi durmuyorsun.’ ‘İnanırım, ama sadece beden yaşadıkça yaşadıklarına da inanırım.’ ‘Ruhların şerefine…’ Çay bardağını kaldırıp Nur’unkine hafifçe vurdu. Son yudumlarını birlikte kafalarına dikerlerken bir yandan da kahkahalarla gülmeye başlamışlardı. Kahvaltıyı neşe içinde tamamlayıp kalktıklarında Nur bir sürprizi olduğunu söyleyerek aceleyle hesabı ödeyip az ilerideki meydana doğru hızlı adımlarla yürümeye başlamıştı. Bir yandan yürürken bir yandan da arkada kalan Fotios’u ‘Biraz acele et de şunu başkasına kaptırmadan yetişelim’ diye hızlandırmaya çalışıyordu. Merakla adımlarını sıklaştırıp Nur’a yetiştiği sırada meydanın diğer köşesine varmışlardı bile. Genç kadın deniz kenarında beklemekte olan oldukça süslü, koltukları deri kaplı, üzeri bir güneşlikle örtülü ve belli ki turistik amaçlı kordon gezintileri için hazırlanmış bir atlı arabaya doğru yöneldi. Sürücüyle bir şeyler konuştuktan sonra çocuksu bir hazla kendini arabaya atıp şaşkın şakın bakmakta olan misafirine eliyle binmesi için işaret ederken yarattığı şaşkınlığı da keyifle izliyordu. Araba bulvarın parke taşları üzerinde ilerlemeye başladığında yarattığı hafif sallantı, atların taşlarda yankılanan nal şakırtıları ve nereden geldiğini kestiremediği bir çıngırak sesiyle bütünleşen körfez manzarası ile olay kendisi için gerçekten bir sürpriz olmuştu. Sağ taraflarında dizili çeşit çeşit kafeler ve birahanelerin önünde güneşin tadını çıkaran mutlu insanlar ve sol yanlarında neredeyse elli metre ötelerinden geçen küçük körfez vapurlarının süslediği çarşaf gibi bir denizin arasında masalsı bir gezintiye çıkmış gibiydiler. Kendini tutamayıp vapurdaki insanlara yine el salladı. Yaptığı Nur’un oldukça hoşuna gitmiş olmalıydı ki, her iki elinin ikişer parmağını ağzına sokup oldukça kuvvetli bir ıslık çaldıktan sonra o da neşeyle vapurdakilere el sallamaya başladı. Gezintiden en fazla Nur’un keyif aldığı her halinden belli oluyordu. Smyrna’nınTılsımı Sayfa82 ‘Çocukluğumdan beri hiç fırsatım olmamıştı. İyi ki gelmişsin, sayende ben de unutulmaz bir gün geçiriyorum.’ ‘Eskiden sık sık yapar mıydınız bu gezintiyi?’ ‘Çocukken. Babam neredeyse her Pazar bizi kordonda gezmeye getirir, eve dönmeden önce de zamanla bir ritüel haline gelen fayton gezintisini benim huysuz ısrarlarıma meydan bırakmadan sanki kendi fikriymiş gibi teklif ederdi.’ Mutlulukla anımsadığı belli olan anılarını anlatırken gezintiden daha da fazla zevk almaya başladığı belli oluyordu. ‘Biz bu arabaya fayton diyoruz. Dünyanın birçok başka kentinde de örneklerine rastlayabilirsin belki ama faytonla Kordon gezintisi İzmir’de oldukça eski bir gelenektir. Senin de bundan mahrum kalmanı istemedim.’ Gözleri karşısındakinin alaycı yüz ifadesiyle karşılaştığında son söylediğinin pek inandırıcı olmadığını fark ederek gerçeği itiraf etmek zorunda kaldı. ‘Tamam, kabul ediyorum. Aslında ben istediğim için bindik.’ Gezinti başladığı gibi neşe içinde devam ediyordu. Burada da insanların kendisi gibi, çocukluk anılarının nostaljik albenisine kapıldıklarını görmekten mutlu olmuştu. Demek ki çocukluğa ait anılara takılıp kalmak sadece kendisi için değil, birçok insan için söz konusu olan, hatta belki de evrensel bir zayıflıktı. Bunun yaşama uyum göstermeyi engelleyen bir zayıflık olduğunu eski iş yerinde birlikte çalıştığı, her şeyi fazlaca ciddiye alan bir arkadaşından duyduğunu hatırlıyordu. İlk duyduğunda hoşuna gitmemiş olsa da sonraları arkadaşına hak vermişti. İlerleyen yaşına rağmen hala karşısına çıkan olasılıkları değerlendirme konusunda çekinik olmasını çocukluğunda bazı olaylara takılıp kalmış olmasına bağlıyor, her zaman ne istediğini bildiğini sanan insanların yaşam karşısında inatla ve inançla tercihlerini savunabilme cesaretlerine ise hayranlık duyuyordu. Aklına gelen her şarkının ritmine kusursuz bir şekilde uyabildiğini hayretle fark ettiği atların nal şakırtılarını dinleyerek, kendini faytonun sallantısına bırakıp başını geriye doğru yasladı. Denizin sabah rüzgarıyla burnuna dek getirdiği taptaze kokusunu derin bir nefesle ciğerlerine doldururken, bir süredir süren sessizliği bozmak için laf olsun diye, faytonun güneşliğinin iç kısmında gözüne çarpan arabesk harflerle yazılı kelimelerin anlamını sordu. Nur, süslü püslü yazılmaya gayret edildiği için okunabilirliği oldukça azalmış olan harfleri bir süre inceledikten sonra zorlukla birleştirerek ‘Murtakiyeli Murat’ diyebilmişti. Ardından, sürücüyle yaptığı kısa bir sohbetten sonra anlamını açıklamaya girişti. ‘Murat, sürücümüzün adı. Murtakiye ise İzmir’in bir semtinin eski ismi. Şimdiki ismi Kahramanlar. Murat orada doğup büyümüş.’ Smyrna’nınTılsımı Sayfa83 Açıklamayı, ne dendiğini anlamadan ama kendinden bahsedildiğinin farkında, gülümseyen bir yüzle izleyen sürücünün içtenliği hoşuna gitmişti. ‘Yassu’ diyerek ilgisine karşılık verdi. Bir süre daha çevirmen aracılığıyla sohbet ettikten sonra tur başladığı yerde sona ermiş, Murat yere atladığı gibi, ayağa kalktıklarında sallanan bu garip taşıttan inmeleri için ikisine de yardım etmişti. Nur’un ödemesine fırsat vermeden uzattığı elli Euro sürücünün oldukça hoşuna gitmiş olmalıydı ki, arkalarından uzun süre ‘Yassu, thank you!’ diyerek uğurlamayı da ihmal etmedi. Günün geri kalan kısmını yürüyerek yaptıkları kısa gezintilerle geçirdiler. Önce deniz kenarından Konak’a dek nasıl bittiğini anlayamadığı neşeli bir yürüyüş yapmışlardı. Meydana geldiklerinde Nur profesyonel bir turist rehberi edasıyla anlatmaya başladı. Ortada, kentin sembolü olduğunu söylediği bir kuleyi işaret ederek ‘Saat kulesi’ dedi. ‘1901 yılında Osmanlı İmparatorluğunun 34. padişahı olan II. Abdülhamid’in tahta çıkışının 25. yıldönümü için yapılmış. Bu yüzden ilk ismi Hamidiye Kulesi imiş. Mimarı İzmir’li bir levanten olan Raymond Charles Péré. En üstteki dördüncü kat, bugün artık çalışmayan çanın bulunduğu bölüm ve onun altında da kulenin dört yanına bakan dört saati görüyor musun? Saatler Alman İmparatoru II. Wilhelm’in hediyesi imiş. Bazıları, yapının savaş sonrası yıkılmış olan İzmir’deki Aya Fotini Kilisesi’nin çan kulesinden ilham alınarak yapıldığını da iddia ederler. Ama bizi ilgilendiren bir özelliği daha var.’ ‘Nedir?’ ‘Ziya bey kulenin açılışının yapıldığı gün doğmuş.’ Oldukça zarif, küçük kubbeli yapılarla çevrili ve kaideli narin sütunlar üzerinde yükselen ve kendisini buralara sürükleyen öykünün kahramanlarından biri ile günü gününe aynı yaşta olan bu tarihi yapıya, tüm öyküye tanıklık etmiş olduğunu düşününce, daha farklı bir gözle bakmaya başladı. ‘Kentin tarihi konusunda bu kadar bilgili olman çok hoş.’ Nur’un kendisi için planladığı geziye bir iltifatla karşılık vermek istemişti. ‘Bütün gece internette dolaştım durdum. Ama benim de oldukça hoşuma gitti.’ ‘Hazırlıklısın yani.’ ‘Elbette. Hadi bakalım geziye devam edelim.’ Meydana açılan dar bir sokaktan, hafta içi olmasına karşın oldukça kalabalık, tarihi bir alış veriş merkezi olan Kemeraltı’na girdiler. Sokağın her iki yanında sıralanmış yüzlerce dükkan ve mağaza arasında günlük gereksinimlerini biraz daha ucuza karşılamak için bakınan, pazarlık eden, sokak ortasındaki tezgahlarda satılan ucuz giysileri karıştıran insan kalabalığı arasından Nur’un alışkın hareketlerine ayak uydurarak sıyrılıp, bir büfeden nefis karadut Smyrna’nınTılsımı Sayfa84 şerbeti içtikten sonra, başka bir büfeden Nur’un güvenli olduğuna kefil olduğu, söğüş adında yassı bir ekmek içine sarılı et yemeği yediler. Oldukça yorulmuş olmalarına karşın Nur onu son olarak hoşuna gideceğinden emin olduğu bir yere daha götürmek için ısrar etti. Yaklaşık onbeş dakikalık bir yürüyüşten sonra deniz kıyısındaki bulvara paralel bir caddeden dar bir sokağa saptılar. Nur burasının dünyaca tanınmış bir şarkıcı olan Dario Moreno’nun bir zamanlar annesiyle birlikte yaşadığı evin bulunduğu sokak olduğunu anlattı. Sokağın sonunda bir anda tüm dikkati çeken ve tarihi bir yapıya ait olduğu belli olan bir giriş gördüler. ‘Burası asansör. 1907 yılında Musevi bir işadamı olan Nesim Levi tarafından, yukarıdaki semte merdivenlerle çıkmak zorunda olan halka kolaylık olsun diye yaptırılmış. İlk yapıldığında su gücü ile çalışıyormuş. Merak etme. Şimdi elektrikli. Haydi gel, yukarda nefis manzaralı bir restoran ve kafe var.’ Elli, belki de almış metre yükseklikte olduğunu tahmin ettiği muazzam kulenin tepesine kısa sürede varıp asansörden çıktıklarında gerçekten de kendilerini tüm körfezi ve kenti kuşbakışı gören bir açık hava kafesinde buldular. Nur, demir koruganlara en yakın masalardan birine yöneldiğinde garsonu çağırmıştı bile. Hemen iki soğuk bira ve patates kızartması istediler. Günün yorgunluğu ayaklarından akıp giderken hala ısıtmaya devam eden öğleden sonra güneşinden korundukları şemsiyenin altında yudumladıkları soğuk biralar ikisinin de güçlerini tazelemesine yardımcı olmuştu. Gözleri kuşbakışı seyrettikleri körfeze takılı, aklından geçen ilk cümleyi kendi kendine kısık bir sesle tekrar etti. ‘Bir şey mi söyledin?’ Nur’u yanıtlamak için sözlerini İngilizce olarak yinelemek zorunda kaldı. ‘Keşke Ziya beyin aşk şiirlerinden birisi elimizde olsaydı da, bu manzaraya karşı okusaydık. Belki onları biraz daha anlardık.’ Nur’un yüzünde muzip bir gülümseme belirmişti. ‘Aslına bakarsan, bir tane var bende.’ Sevinçle karışık bir şaşkınlıkla yerinden zıpladı. ‘Sahi mi? Niçin söylemedin?’ Nur oldukça olağan bir şekilde yanıtlamıştı. ‘Sormadın ki. Bu şiirin bir müsveddesini dedem Hamit Veli bey, ağabeyi evi terk ettikten sonra, odasında bir çekmecede bulmuş. Oldukça ağdalı eski Türkçe olarak yazılmış bir şiir.’ ‘Yanında mı?’ ‘Yanında sürekli eski Türkçe aşk şiirleri taşıyan birine benziyor muyum?’ Hayal kırıklığına uğramıştı. Oysa bu manzaraya karşı bir asırlık, üstelik büyük büyükannesine yazılmış bir aşk şiirini okumanın oldukça hoşuna gideceğinden emindi. Smyrna’nınTılsımı Sayfa85 ‘Ama aklımda.’ Söyleyeceği şeyi parça parça söyleyen arkadaşına kızsın mı, sevinsin mi bilemeden gülümsedi. ‘Hadi öyleyse, ne bekliyorsun?’ ‘Önce yazıldığı dilde dinle de ezgisini yakala. Sonra tercüme ederim.’ Kısa bir an dizeleri anımsamaya çalıştıktan sonra kendisinin de telaffuz etmekte zorlandığı belli olacak şekilde şiiri okumaya başladı: Fehva-yi ziyayı beraber derk edelim Aftab-ru rumiyle zamanı tayy edelim İntizar-ı ziyayı memnu ederek Kamet-i ömr racihi dübaredelim Şiirin bir önceki yüzyıla ait olduğunu bilmese bile ezgisinden tahmin edebileceğini düşündü. Sanki sabah bindikleri faytonun insana rehavet veren yumuşak sallantısı gibi, dinlerken düşüncelere ninni söylüyordu. ‘Dedem bunun bir rubai olduğunu söylemişti. Yani Osmanlı edebiyatında dört dize halinde, özel bir kalıpla yazılan şiir. Ben pek anlamam, ama yine dedem bunun pek iyi bir örnek olmasa da hevesli bir amatörün duygularını anlatabildiğini düşünüyordu.’ ‘Despina’nın anlaması pek mümkün değilmiş gibi gözüktü bana.’ ‘Ben de aynı fikirdeyim. Sanırım Despina’ya gönderdiklerinden değil bu. Aşk acısıyla kendi kendine karalayıp, okumuş durmuş herhalde.’ ‘Adamla alay etmesene…’ ‘Bakıyorum aynı taraftan oldunuz. Erkek dayanışması mı, aşık empatisi mi?’ Kötü yakalanmıştı. Bu kadının, ne kadar inkar etse de, düşünce okuma yetisi olduğunu düşündü yine. ‘Ne demiş anlatsana.’ ‘Dedemin çevirisini tam olarak anımsayabilecek miyim bilmiyorum. Sanırım şöyle bir şeydi: Ziya’nın anlamını beraber düşünelim Güneş yüzlü Rum güzeliyle zamanı aşalım Ziya’yı gözlemeyi-belki de beklemeyi- yasaklayarak Yaşam boyu, makbul olanı hep çift edelim’ ‘Sen bir şey anladın mı?’ ‘Bilmem. Belki de çok fazla bir şey aramamak gerek. Ne de olsa sadece şiire hevesli bir geçen yüzyıl aşığı. Kendilerine hiçbir olanak tanımayan zamanlarını terk edip barış ve anlayış dolu Smyrna’nınTılsımı Sayfa86 bir zamana gitmek istiyormuş gibi geldi bana hep. Ama dedem, bunun gizli bir anlamı olduğundan da bahsetmişti sanırım.’ Merakla sözünü kesti. ‘Neymiş?’ ‘Unuttum. Hem üstelik çocuktum o sıralar. Her şeyi anımsamamı bekleyemezsin. Belki de çok sevdiği ağabeyinin vasat aşk şiirine özel bir anlam yüklemişti, kim bilir?’ ‘Ben bir şeyler sezdim bu şiirde.’ ‘Bak sen şuna… Osmanlı dönemi şiiri eleştirmeni oldu birden.’ Alaycılığı, küçük görmeye çalışmaktan çok, sevecen bir üsluptaydı. ‘Neymiş bakalım bu gizli anlam?’ ‘Sanki, iki aşk arasında kalmış ama hiç birinden vazgeçmek istemiyor gibi…’ ‘Senin gibi mi?’ Soğuk bir rüzgar esmiş de tüyleri diken diken olmuş gibi hissetti birden. Genç kadın o kısa sessizlik anında gözlerinin içine dikkatle baktıktan sonra sözlerinin etkisinden kendisi de hoşlanmamış olmalıydı ki lafın sonunu ancak fısıldayarak getirebildi. ‘Bingo?’ ‘Bingo.’ Bir süre konuşmadan manzarayı seyrettiler. Neden sonra, sanki büyükanneyle sohbet ediyormuş gibi hissetti kendini. Eleni’yi ve Alisha’yı ve onlara söylemek isteyip de söyleyemediklerini, en önemli sırrını sadece bir gündür tanıdığı birine verirmiş gibi değil de, bir hekime neresinin ağrıdığını, neresine basınca canının yandığını anlatır gibi anlattı Nur’a. Genç kadını, yaşam boyu birlikte olduğu sırdaşı, kız kardeşi gibi hissetmeye başlamıştı. Sözleri bittiğinde sanki hiçbir şey söylememiş de, bir süre sessizce manzarayı seyrederken tüm bunlar sadece aklından geçmişti. Ama gözleri Nur’un yanaklarından süzülen gözyaşlarına takıldığında aklındaki her şeyi, hem de geldiği gibi yeni arkadaşına anlatmış olduğunun farkına vardı. Yarattığı etkiye kendisi de şaşırmıştı. Durumunun sandığından da zor olduğunu düşündü bir an. ‘Ne diyeceğimi bilemiyorum. İnsanın ruhuna dokunan bir yanı var bu öykünün.’ Sanki, öksürük yakınmasıyla gittiği bir hekim kendisini oldukça rahatsız eden ama pek de ciddiye almadığı rahatsızlığından ciddi bir sonuç çıkartmış da birazdan tüm yaşamını allak bullak edecek bir tanıyı yüzüne karşı söyleyecekmiş gibi rahatsızlık duydu birden. ‘Tüm bunlar sevdiklerimiz yüzünden geliyor başımıza.’ Nur yine anlaşılmaz kadını oynamaya başlamıştı. Olaya yabancılaşmış, sorun sanki başka birinin sorunuymuş da kendisi anlamakta zorluk çeken dert ortağıymış gibi merakla sordu. ‘Nasıl yani?’ Smyrna’nınTılsımı Sayfa87 ‘En zayıf anlarımızda albenileri ya da sevgileriyle yakalıyorlar bizleri. Bedelin en yüksek olduğu zamanda çıkıyor ortaya tüm teselliler. Üstelik onlara bu gücü biz veriyoruz. Seçmeyerek, ayrım gözetmeyerek.’ Hani biraz önce derdini anlatanın kendisi olduğunu bilmese, Nur’u kollarına alıp teselli etmeyi bile düşünebilirdi. Üstelik ilginç bir şekilde, Nur’u üzdükleri için Eleni ve Alisha’ya bir parça kızgınlık duymaya başladığını da şaşkınlıkla fark etti. ‘Çok saçma. Ne yaparsak yapalım, çoğu zaman yaşamın basit ve amaçsız döngüsünden kurtulamıyoruz. Biz bir anlam aradıkça karşılaştığımız dünyanın akıl almazlığı, saçmalığı daha da görünür kılıyor. Ama bazıları ne derse desin, aklımızın aldığının ötesinde sezdiğimiz olası bir anlam için, bir yandan yaşayıp giderken bir yandan da kendimiz olmak için sevdiklerimiz arasından seçimlerimizi yapmamız gerek.’ Nur’un sözleri konudan giderek sapmış, sanki rahatsız, acemi bir yazarın ilk romanından dünyaya gereksiz bir söylev şekline dönmeye başlamıştı. Aralarında oluşan samimiyete güvenerek ama yine de bir parça çekinerek sordu. ‘Bugün ilacını almış mıydın?’ Nur durumun farkına varmış, gülmeye başlamıştı. ‘Seni korkuttuysam çok özür dilerim. Aslında bu ilaçlarla alkol almam yasak ama bugün o kadar keyifliydi ki dayanamadım. Yarın hastaneye uğrayıp lityum düzeyimi ölçtürmem gerek.’ Gözlerinin içine endişeyle bakmaya başlayan adamın görünüşü o kadar komik gelmişti ki gülmemek için kendini zor tuttu. ‘Hadi, aşağıdan bir taksiye atlayıp eve gidelim artık. Bizimkiler yemeği hazırlamışlardır bile. Hem benimle yalnız kalmaktan da kurtulursun.’ Neşeyle koluna girip asansöre doğru sürüklerken güneş denizin üstünü usul usul kırmızıya boyamaya başlamıştı bile. Smyrna’nınTılsımı Sayfa88 BÖLÜM XV Eve girdiklerinde, Kemal bey misafirini her zamanki güler yüzüyle karşılamıştı. Yemekten önce salonda bir süre oturup gün boyu yaptıkları gezi sırasında kentin tarihi hakkında öğrendikleri ve Nur’un Ziya bey ve Despina ile ilgili anlattıklarından bahsettiler. Sohbet sırasında Güneş hanım zaman zaman Nur’un da yardımıyla masayı hazırlamaya devam etmiş her şeyi son bir kez kontrol ettikten sonra her zamanki zarif tavrıyla yemeğin hazır olduğunu bildirmişti. Masa gerçekten muhteşem görünüyordu. Büyükannenin sofrasında iştahla yediklerine oldukça benzeyen ot ve sebze yemekleri, çeşit çeşit mezeler ve ortada nefis kokusuyla, ızgarada ustaca pişirilmiş çipuralar ne denli acıkmış olduğunun zevkle farkına varmasına neden oldu. Güneş hanım yemekleri dağıtırken, Kemal bey de kaşla göz arasında buzdolabından alıp getirdiği rakıyı kadehlere doldurmuş, sonra misafirin şerefine birlikte kadeh kaldırmışlardı. Buna benzer neşeli akşam yemeklerini hayal meyal anımsar gibi oldu. Tartışmadıkları bazı akşamlar babası bir şişe şarap açar, biraz çakır keyif olduktan sonra annesiyle şarkılar söyleyip, kadını ardı arkası gelmeyen iltifatlara boğarak utanmasına neden olurdu. Bitmesini hiç istemediği gecelerdi. Yemeği uzattıkça uzatır, nadiren yakaladıkları bu büyüyü başka gecelerde de anımsayabilmek için onların o hafif içkili hallerini belleğine kazımaya çalışırdı. Artık çok uzaklarda kalan bu mutlu anları aklından geçirirken dalıp gitmesi Nur’un gözünden kaçmamıştı. Karşıdan kola dolu bardağını kaldırarak her zamanki neşeli tavrıyla takıldı. ‘Geri dön. Geri dön. Ne olur geri dön.’ Daha sonra İngilizce olarak da tekrarladığı sözleri, artık geride kalan mutlu anları hoyratça anımsatan bir ezgi eşliğinde söylemişti. Şarkı benliğine bir dalga gibi çarptı. Yarattığı etkinin söylenip bittikten sonra bile havada asılı kalan ezgisinden mi yoksa o kısacık içten çocuksu sözlerinden mi kaynaklandığını bir süre kavrayamadı. Ezgi, sözlerdeki o şiddetli isteği yalanlar bir umutsuzlukla akıp gitmişti kulaklarına. Ezgiyle sözlerin girişiminden geride kalan görüntü ise Eleni olmuştu. Daldığı düşüncelerden kurtulduğunda Nur’un her şeyi fark ettiğini düşündüren anlamlı ve muzip bakışlarıyla karşılaştı. Bir anda tüm ilginin kendi üzerinde yoğunlaşmasına neden olan sessizliği bozmak için asıl konuyu açması gerektiğini düşündü. ‘Bana Despina ve Ziya hakkında bildiklerinizi anlatacaktınız.’ Kemal bey rakısından büyükçe bir yudum aldıktan sonra yıllar içinde babasından dinlediklerini toparlamaya çalışarak bir süre düşündü. Smyrna’nınTılsımı Sayfa89 ‘İsterseniz, söze amcam Ziya beyden başlayayım. Nur’un da size bahsettiği gibi Ziya bey ailemiz içinde pek takdir görmüş birisi değil. Babamın anlattığına göre, aralarındaki yaş farkından dolayı anımsayabildiği ilişkileri amcamın ilk gençlik yıllarından başlıyor. Ama sonradan annesinin büyük oğluna özlemle geçirdiği yıllarda anlattıklarına bakılırsa Ziya bey çocukluğunda oldukça ağır başlı, akıllı ve daha o yaşlardan okumaya meraklı bir çocukmuş. Çevresindeki insanlara içtenlikle yaklaşır, kolay arkadaş edinir ve elinden gelen yardımı kimseden esirgemezmiş. Bununla birlikte, diğer çocuklardan oldukça farklı bir iç dünyasının olduğu daha o yıllardan herkesin dikkatini çekmeye başlamış. Zaman zaman çocukluğa özgü hayallerini abartılı bir şekilde anlatması nedeniyle önceleri düş dünyası zengin bir çocuk muamelesi görmüş ama yaşı ilerlemesine rağmen bu durumun devam etmesi aile içinde bir telaşa neden olmaya başlamış. Dedem Rüstem bey her ne kadar dindar bir adam olsa da oğluna çareyi tıbbın bulabileceği umuduyla öncelikle hekim hekim dolaşmış. Amcamı gören her hekim çocuklukta normal kabul edilebilecek olan hayal gücünün yarattığı iddiaların, ilerleyen yaşına rağmen hayatın gerçekleri ile uyuşmayan ısrarını doğuştan gelen bir dengesizliğe bağlamış. Ama verilen hiçbir telkine ya da ilaca olumlu yanıt vermediğini gördüğünde dedem, karısının da ısrarıyla amcamı nefesi kuvvetli hocalara, hatta şifa verdiği söylenen yatırlara dahi götürmüş. Ziya bey yıllar içinde gördüğü bu dolaylı ya da dolaysız baskılar sonucunda çareyi kendi içine kapanarak sürekli okumakta bulmuş. Oğullarının bir süredir mesnetsiz iddialarından vazgeçtiğini gören aile fertleri ise onun büyüdükçe iyileştiğine hükmederek sevinmeye başlamışlar. Ama ergenlik çağının ilerleyen dönemlerinde giderek başına buyruk, gezmek ve eğlenmekten başka bir kaygısı olmayan ve sorumluluklarına eskisi kadar değer vermeyen bir genç olup çıkmış.’ Kemal beyin kısa bir süre duraksamasından yararlanarak merak ettiği şeyi sorma fırsatını bulmuştu. ‘Aileyi bu denli rahatsız eden şeyin ne olduğunu biliyor musunuz?’ Kemal bey soruya nasıl yanıt vereceğini düşünürken Nur yine kendini tutamayıp araya girdi. ‘Düşlerinde gördükleriyle yaşadıklarını harmanlayıp anlatmaktan başka bir suçu yokmuş aslında zavallı çocuğun. Tek kusuru biraz uzun sürmesi. Aslına bakarsan, benden fazlaca bir farkı da yokmuş. Şimdilerde olsa bilgisayar mühendisi bile olabilirmiş anlayacağın.’ Herkesin güleceğini düşünmüş olmalıydı ki bardağını kaldırmıştı ama Kemal beyin ciddi bakışlarıyla karşılaştığında son cümlesini ancak tamamlayabildi. ‘Bana da ondan miras kalmış olmalı.’ Güneş hanım bir anda ortaya çıkan soğukluğu gidermek için henüz kimsenin dokunmamış olduğu bir tabağı uzatarak, ‘Bundan da bir parça almanızı öneririm. Kemal beyin ailesinin Smyrna’nınTılsımı Sayfa90 geldiği yerde oldukça sevilen bir yemektir. Adı Herise. Kavrulmuş un ve tavuk etiyle yapılıyor. Çok lezzetlidir.’ Pelte kıvamında ağzına yayılan tadın içindeki tavuk lezzetini şimdiye dek hiç karşılaşmadığı şekliyle algılamak hoşuna gitmişti. Çok beğendiğini söyleyerek teşekkür ederken sohbet boyunca sessizliğini koruyan ama gerektiğinde küçük bir müdahaleyle denetimi eline alabilen bu hoş kadının aile içinde denge unsuru olduğunu hemen anlamıştı. ‘Ziya bey aile tarafından bu nedenle mi hoş görülmüyor?’ Gecenin geri kalanında öykünün yarım kalabileceği hissiyle konuya geri dönmeyi istiyordu. ‘Aslında amcamın yaşamaya başladığı bu bohem hayattan çok bunu kimlerle ve ne zaman yaşadığını da hesaba katmak lazım tabii…’ Sözün burasında bir an bir tereddüt geçirdiğini hissettiği Kemal beyi desteklemek için yeniden söze girdi. ‘O yılların ülkeniz için zor yıllar olduğunu biliyorum. Bunun nedeninin o günün politikaları nedeniyle Yunan ordusu eliyle topraklarınızda gerçekleştirilen işgal olduğunun da farkındayım. Bu konuda bizim ülkemizde de, o zaman dahi yoğun eleştiriler olmuş. Ama sonuçta artık bunlar geride kalmış şeyler. Hem, üzerinde hiç savaş yaşanmamış toprak var mı ki yeryüzünde? Bence önemli olan, savaşlar arasında mümkün olduğunca uzun barış dönemleri yaşayabilmektir.’ Fikrine katılıp katılmadıklarını anlayamamıştı ama Kemal beyin bir parça da olsa rahatladığı konuya hemen geri dönmesinden belli oluyordu. ‘Evet. Dediğiniz gibi, işgal sırasında yaşananlar oldukça zor günlermiş. Aynı topraklarda uzun süredir birlikte yaşamakta olan insanların farklılıkları artık onların ayrılık nedenleri olmuştu. İşte o günlerde Anadolu’da yeni yeni oluşmaya başlayan direniş hareketlerine bölge halkından katılımların giderek artmaya başlamasına rağmen Ziya beyin yeni kurulan işgal idaresi ile, belki biraz da yanında işe girdiği Yorgo’nun himayesi sayesinde, ilişkiler kurarak yaşantısına bu şekilde yön vermesi çok kişi tarafından hoş karşılanmaz olmuştu. Gerçi, ailesi Ziya beyin her yakalandığında öldürülen direnişçiler arasında olmamasından pek yakınıyor gibi değildi ama bunu iyice ileriye götürüp sanki bir işbirlikçiymiş gibi görünmesinden de memnun oldukları söylenemezdi. Yaşadığı gece hayatı, katıldığı sonu gelmez eğlenceler hem ailesinde bir korku ve huzursuzluğa, hem de direnişçiler tarafından çok kez ölüm tehditleri almasına neden olmuştu. Zavallı babam, ağabeyini o kadar severdi ki, kim ne derse desin onun kimseye zararı olmayan, ince ruhlu ve barıştan yana bir insan olduğunu söyler dururdu. O zamanlar işgal güçleriyle yaşadığı iç içe hayatı o da onaylamıyordu ama onu bu hataya sürükleyen nedenin, insanlara karşı suç olarak gördüğü savaşa mutlaka barışçıl bir çözümle Smyrna’nınTılsımı Sayfa91 engel olunabileceğine olan inancı olduğunu anlatırdı. Ama Ziya bey bu yaşantısının bedelini az daha canıyla ödüyormuş.’ ‘Suikasta mı uğramış?’ Despina’nın o zamanlar kendilerine karşı tavır almamış olan bu barış yanlısı gence aşık olmasını anlayabiliyordu ama Ziya bey için çizilen tablo yine de içine pek sinmemişti doğrusu. Düşman topluluklar ya da aileler arasından çıkan aşıklarla ilgili birçok öykü, roman ya da tiyatro oyunu vardı ama Ziya bey nedense hiç de bir Romeo gibi gelmemişti ona. ‘Birkaç kez hem de. Hatta birinden yaralı olarak kurtulabilmiş.’ ‘Nur’un bahsettiği bıçaklanma olayı sanırım. Kim yapmış? Direnişçiler mi?’ ‘Bir gün sabaha karşı eğlenceden dönerken olmuş. Gerçi, babasına eğlencede çıkan bir kavgaya karışmak zorunda kaldığı için yaralandığını söylemiş ama sonradan böyle bir kavga olmadığını öğrendiklerinde itiraf etmek zorunda kalmış. O zamanlar, direnişçiler arasında kendine Kara Ali diyen birisi varmış. Bu adamın işi işbirlikçi olduğu düşünülen kişileri önce korkutmak, olmazsa ortadan kaldırmakmış. Gecenin karanlığında boynuna ve yüzüne doladığı bir paçavrayla açıkta kalan gözlerini kurbanına diker, suçunu söyledikten sonra sessiz bir şekilde işini bitirirmiş. İşte bizimki de geç vakit eve dönerken bununla karşılaşmış. Kara Ali, uyarılara aldırmadığını ve işbirlikçiliğe devam ettiğini söylerken arkadan yetişen bir arkadaşının da müdahalesiyle amcam hamleyi savuşturup yaralı olarak kurtulmuş.’ ‘Kimmiş yardım eden? Askerlerden birisi mi?’ Kemal bey rakıyı ve yemeği işaret ederek böyle giderse masadan aç kalkacağını hatırlatmaya çalışıyordu. Ev sahibini kırmamak için yeni kadehinden bir yudum alıp hızlı bir şekilde tabağındaki balığı da bitirdikten sonra öykünün gerisini beklemeye başladı. Kendisini bu halde gören Kemal bey ve Nur bir an için bakıştıktan sonra gülümsediler. Nur her zaman olduğu gibi yine içinden geçeni ağzından kaçırmıştı. ‘Hadi baba, devam etsene. Bak yemeğini de bitirdi bekliyor adamcağız.’ Kemal bey bir kez daha Nur’u bakışlarıyla susturduktan sonra biraz mahcup bir şekilde söze başladı. ‘Siz ona bakmayın. Fıratsını yakaladı mı bize de aynı şekilde davranır.’ Aslında Nur’un bu teklifsiz tavırları ve dizginlenemeyen espri anlayışı onun da hoşuna gitmeye başlamıştı. Karşılık vermeden gülümsemekle yetindi. ‘Hayır. Yardıma gelenler askerler değilmiş. Onlar sonradan gelmişler ama Kara Ali kaçmış tabii. Yardıma koşan Mümin adında, yine bizimki gibi işgal subaylarıyla düşüp kalkan bir Türk. Aslında eski bir subay. Çanakkale’de savaşmış ama mütarekeden sonra askerlikten ayrılıp memleketi olan İzmir’e gelmiş ve batılılar gibi giyinip, onlarla iş yapmaya başlamış, Smyrna’nınTılsımı Sayfa92 onlarla görüşüp, birlikte eğlenir olmuş. Bu yüzden adı halk arasında Gavur Mümin’e çıkmış. Eski subay arkadaşları gözlerine inanamıyorlar ama gördükleri karşısında da buna diş biliyorlarmış, hatta birkaç kez eski arkadaşlarından ölüm tehditleri bile almış. Ama savaş bittikten sonra ortaya çıkmış ki, aslında Gavur Mümin Atatürk’ün emriyle sadece birkaç kişinin bilgisi dahilinde bu göreve atanmış bir ajan. Anlayacağınız, Gavur Mümin fırsatını yakalamışken bizimkine yardım etmiş ve onun ilişkilerinden de yararlanarak bilgi toplama ağını genişletmiş. Ama savaşın sonuna doğru Yunanlılar hesabına çalışan bir Türk tarafından ele verilmiş ve yakalanıp Atina’da bir hapishaneye gönderilmiş. Savaştan sonraki esir değişimi sırasında Atatürk’ün, Yunan Genel Kurmay Başkanı General Trikopis’e karşılık, bir Türk Generalini değil de tüm protokolü çiğneyerek Gavur Mümin’i isteyip aldığı söylenir. Yani bizimkinin haberi olmadan da olsa, savaşta Türk kuvvetlerine yaptığı tek katkı bu.’ Despina’nın öyküsünü takip ederken karşılaştığı olaylar, yaşantıların ne denli kırılgan olduğunu fark etmesini sağlamıştı. Bütün bu insanlar, aşık olmuşlar, savaşmışlar, ölmüşler ve ayrı düşmüşler. Acaba kaçı kendi tercihlerini yaşamış kaçı başkalarının seçimlerine boyun eğmek zorunda kalmıştı. Ziya bey her esen rüzgarın önünde oradan oraya savrulmayı kendi mi istemişti? Ya Gavur Mümin? Komutanının emrine mi uymuştu yoksa yurtseverlik gibi, öğretilen bir üst düzey hiyerarşik kavramınkine mi? Belki de Ziya bey ve Gavur Mümin, ikisi de çok zeki insanlar olduklarına göre, en temel kavramlardan yola çıkarak tamamen özgür bir şekilde kendi seçimlerini yaşadılar. Ziya bey yaşamdan zevk almayı her şeyin üstünde tutarak, Gavur Mümin ise adalet kavramına hizmet eden seçimleriyle o günleri yaşamış olamazlar mı? Peki ya Despina? ‘Aşk. Sadece aşk olmalı onunki. Umarım öyledir.’ ‘Despina’yı düşünüyordum’ dedi. Bir süre kopup içine düştüğü sessizliği açıklamak istemişti. Kemal bey içtenlikle gülümseyerek ‘Ben de şimdi oraya geleceğim’ diye karşılık verdi. ‘Despina, Ziya beyden iki yaş küçük, babamın anlattığına göre güzelliği çevredeki herkesin anlata anlata bitiremediği ama zamanına göre oldukça başına buyruk, yani bu günün deyimiyle havalı bir kız. İkisi çocukluktan arkadaşlar aslında. Ama Ziya beyin onu asıl keşfi babasının yanında çalışmaya başladığı zamana denk geliyor. Zaten duygulu, edebiyata meraklı, ince ruhlu bir adamın böyle bir kızı görüp de aşık olmaması mümkün mü? Despina’ya gelince. O da tüm insanlar gibi, güzel bir yüze, bir gülüşe, yerinde söylenmiş tatlı bir söze ya da yasak aşkın çekiciliğine kapılmıştır herhalde.’ Despina için değil de kendi beklentilerine ters düştüğü için itiraz edecek oldu. ‘Nasıl yani? Tüm insanlar için aşkın nedeni bunlar mıdır?’ ‘Daha ne olsun genç adam? Doğru zamanda biri ya da birkaçı. Herkes için yeter de artar bile. Despina için de böyle oldu sanırım. Aslında bildiğimiz kadarıyla aralarında yaşanmış pek Smyrna’nınTılsımı Sayfa93 fazla bir şey de yok. Birkaç mektup, bir iki aşk şiiri ve birkaç kez fayton gezintisi. Birbirlerini öptüklerini bile sanmıyorum.’ Öyküyü muhtemelen defalarca dinlemiş olmasına rağmen, Nur kendini anlatılanlara kaptırmış, mırıldanıyordu. ‘Despina. Ne güzel bir isim. Anlamını biliyor musun?’ ‘Bekar bayan demek. Yani İngilizce’deki Miss.’ ‘Doğru. Ama başka bir yerde, Elf dilindeki anlamının bir an yanıp sönen ışık olduğunu okumuştum. Fakat doğrulayan başka bir kayda rastlayamadım. Keşke doğru olsaydı. Bu öyküye en yakışan anlamı bu olurdu herhalde. Düşünsenize. Ziya beyin Despina’sı. Işığın gönlünde bir an yanıp sönen bir başka ışık.’ Nur’un sözleri herkesin üzerinde kısa bir süre saygı duruşuna benzer bir etki yarattı. Yıllar önce henüz başlarken bitmek zorunda kalmış bir aşkın izini sürerken belki de her biri kendine ait bir anının bir an belirip kaybolan görüntüsüne dalmış, o görüntülerin içinde Ziya ile Despina’yı gördüklerini sanmışlardı. Sessizliği bozan yine Nur oldu. ‘Babacığım sende amcanın bir iki fotoğrafı vardı. Fotios’a gösterelim mi onları?’ Bir an duyduklarına inanamadı. Nur, sürprizlerle dolu olduğunu kanıtlayan bir çıkış daha yapmıştı. Kemal beye neredeyse yalvarır gibi bakarak Nur’un dile getirdiği isteği yineledi. ‘Lütfen Kemal. Görmeyi çok isterim.’ Kemal bey bir süre durumun keyfini çıkartarak yanıt vermeden onları süzdü. Gözleri Güneş hanıma takıldığında ise sanki sessiz bir emir almış gibi gülümseyerek yerinden kalktı ve içeriden bulup getirdiği iki fotoğrafla tekrar yerine oturdu. Fotoğrafları eline aldığında kalbi yerinden çıkacakmış gibi koşturuyordu. En sonunda Despina’nın yaşamının sonuna dek unutamadığı, belki de tek aşkının, neye benzediğini görebilecekti. İlk baktığı fotoğrafta Ziya bey yaklaşık yirmi yaşında, esmer, ince uzun yüzü, özenerek şekil verildiği bıyığıyla, zamanın batılı giysileri içinde oldukça yakışıklı bir genç olarak fotoğraf makinasının objektifinde hayal ettiği Despina’ya gülümsüyor olmalıydı. Düşünde gördüğü Ziya beyin artık bir yüzü vardı ve bundan sonra onu yüzüyle hayal edebileceğini düşünmek hoşuna gitmişti. Ayrıca, büyük büyükannesinin en azından zevkli bir kadın olduğunu da kabul etmek zorundaydı. Diğer fotoğrafa baktığında ise bir an nefesinin kesildiğini hissetti. Burada Ziya bey daha küçük, yaklaşık on beş yaşında olmalıydı. Yüzünde yine aynı çapkın gülümseme, hemen yanında üzerinde küçük bir çiçek saksısı bulunan yüksek bir sehpaya sağ elini dayamış, üstten birkaç düğmesi açık gömleğinin yakalarının arasında kendisine oldukça tanıdık gelen o üçgen deri tılsım ile sanki onu yıllar sonra görecek olan kendisi için poz vermişti. Bir an, farkında olmadan eli cebindeki cüzdanına gitti. Despina’nın Smyrna’nınTılsımı Sayfa94 fotoğrafını çıkartıp Ziya beyinkinin yanına tuttuğunda, ikisinin de boynunda gördüğü tılsımın birbirinin benzeri değil de aynı tılsım olduğunu hissetmişti. Uzun süre hareketsiz ve hiçbir söz etmeden fotoğraflara dalıp gittiğini gören ev sahipleri neler olduğunu merak edip yanına geldiklerinde onlar da kendisi gibi derin bir şaşkınlığa düşmüş olmalıydılar ki sessizliğini uzun bir süre paylaştılar. Sessizliği kimin bozduğunu tahmin etmek sizler için de zor olmamıştır herhalde. ‘Bak sen… Ziya bey cevşenini Despina’ya vermiş.’ Olay bu kadar basitti işte. Birbirinden habersiz iki yorum tam tamına çakışmıştı. Ama bu konuda büyükanneden dinlediklerini anımsayınca biraz keyfi kaçtı. ‘Despina, bu tılsımı kaçış sırasında kendisini korusun diye Ölüler Diyarından bir dostunun verdiğini söylermiş.’ Herkes aklındaki sorulara yanıt arayarak birbirinin yüzüne bakarken, Güneş hanım yanıtı bilen çalışkan çocuklar gibi gülümsüyordu. Her zamanki sakin tavrıyla anlatmaya başladı. ‘Ölüler diyarı… Eskiden İzmir’de bu isimde bir yer varmış.’ Kemal bey ve Nur aynı anda hayretle mırıldandılar. ‘Ben hiç duymamıştım.’ Kadın sanki sözü hiç kesilmemiş gibi anlatmaya devam etmişti. ‘Çok eski bir Ortodoks mezarlığı. Bugün Alsancak Stadının bulunduğu yerden başlayıp Fuarın 26 Ağustos ve Kahramanlar kapılarını birleştiren hatta dek uzanırmış. 1890’lı yıllarda adalardan bölgeye artan Rum göçü sonucunda İzmir-Aydın Demiryolu hattı ile Fuar arasında kalan kısım yeni yerleşimciler tarafından iskan edilmiş. İşte sizin bahsettiğiniz Ölüler Diyarı bu bölge. Yani ölüm kelimesinden köken alan, eski Mortakya veya Mortakiye semti, ya da Türklerin deyişiyle Murtakiye.’ Nur’un şaşkınlıkla kendisine baktığını fark ettiğinde aynı şeyi düşündüklerinden emindi. Tam ikisi de akıllarından geçeni söylemek için ağızlarını açmışlardı ki Kemal bey heyecanla araya girdi. ‘Şimdi anımsıyorum. Babam bana amcamın sürekli müşterisi olduğu bir faytoncudan bahsetmişti. Adı neydi? Mutakiyeli bir şey… Evet, evet. Murtakiyeli Murat.’ Kemal bey sözlerini tamamladığında ikisinin de yüzünde gördüğü benzer şaşkınlığın derecesinden biraz korkmuş olmalıydı ki eşine dönüp fısıldayarak sormak zorunda kaldı. ‘Ben şimdi ne dedim ki?’ Onları daha fazla merakta bırakmamak için, birbirlerinin ağzından lafı kaparak sabah yaptıkları fayton gezisini ve faytoncu Murtakiyeli Murat’ı karmakarışık bir şekilde anlattılar. Her şeyi sakince dinledikten sonra fikrini ilk belirten Güneş hanım olmuştu. Smyrna’nınTılsımı Sayfa95 ‘Gerçekten çok ilginç bir rastlantı. Belki sadece bir rastlantı ama sizin yerinizde olsam yine de bu adamı bulup konuşurdum.’ Herkes aynı görüşteydi. Ama hiç birisi, eğer Despina’nın boynundaki Ziya beyin cevşeniyse nasıl olup da onu Murat’tan almış olabileceği hakkında bir fikir yürütemiyordu. ‘Belki de Ziya beyinki değildir’ Kemal bey bu fikre katılmadığını belirten bir hareketle söze girdi. ‘Cevşen-i Kebîr, her biri Allah’ın isim ve sıfatlarından on tanesini ihtiva eden yüz bölümden ibaret uzunca bir duadır. Dünya âfetlerinden ve ahiret azabından kurtuluş için yazılıp kişinin üzerinde taşıması için deri bir kılıfa sarılır. Babama ve amcama anneleri vermiş. Bildiğim kadarıyla ikisi de annelerinin bu hatırasına çok değer verirlermiş. Yine bildiğim kadarıyla insanlar cevşenlerini çok sevdikleri kişilerden başka kimseye vermez ya da emanet etmezlermiş. Ben hala Despina’nın boynundaki cevşenin amcama ait olduğunu düşünüyorum. Ama bu Ölüler Diyarından bir dost meselesini de anlayabilmiş değilim doğrusu…’ ‘Emanet mi?’ Aklına gelen şeyi anlatmak için Despina’nın gelinlikle çekilmiş diğer fotoğrafını da cüzdanından çıkartıp masanın üzerinde diğerlerinin yanına yerleştirdi. ‘Bakın. Burada cevşen yok. Bu fotoğraf öbüründen yaklaşık bir ya da iki ay sonra çekilmiş. Ne diyorsunuz?’ Nur aklından geçenleri her zamanki gibi okumuştu sanki. ‘Büyükannende de yok mu? Dedeminki şimdi babamda.’ ‘Hayır. Büyükannem görmemiş bile.’ Bir süre düşündükten sonra da devam etti: ‘Demek ki…’ ‘Oralarda bir yerlerde kalmış’ diye tamamladı Nur sözün geri kalanını. ‘Ama bu cevşen denen şey madem o kadar değerli bir şey ve ona Ziya beyin verdiğini varsayıyoruz, neden oralarda bıraksın ki? Yaşamı boyunca unutamadığı ilk veya tek aşkının emanetini böyle kolayca kaldırıp atabilir mi? Bir şekilde saklaması gerekmez miydi sizce?’ Kemal bey Despina’nın gelinlikli fotoğrafına uzunca bir süre göz gezdirdikten sonra aklına gelenleri tane tane, sanki söylerken düşünüp buluyormuş gibi sıraladı. ‘Kadın evleniyor. Boynunda amcamın cevşeniyle kocasının yanına gidecek değil. Kaldırıp atamayacağını da varsayarsak, çok güvendiği birine vermiş olmalı. Belki de Ziya’ya geri versin diye.’ ‘Büyükannem, Despina ve annesi oraya gittiklerinde babasının ailesinden başka yakın tanıdıkları olmadığından bahsetmişti. Ziya beye kim geri verebilir ki cevşeni?’ Soru uzun süre yanıtsız kaldı, ta ki Güneş hanım yine en akla yakın olasığı dillendirene kadar. Smyrna’nınTılsımı Sayfa96 ‘Sözünü ettiğimiz yer Sakız adası değil mi? Ben Despina olsam, evlenmeden önce orada tanıdığım ve güvenebileceğim tek kişi…’ Hepsi nefeslerini tutmuş ağzından çıkacak sözleri sabırsızlıkla bekliyorlardı. ‘Evet. Tek kişi, beni evlendirecek olan köy papazı olurdu herhalde. Üstelik evlenmeden önce günah çıkartmaya gidip, ne yapması gerektiğini de söyleyerek o sırada emanet ederdim cevşenimi. Bildiğim kadarıyla günah çıkartma sırasında olanlar sonsuza kadar gizli kalır.’ Herkes sözlerini tamamlayıp tekrar yerine oturan ev sahibesinin yüzüne hayranlıkla bakakalmıştı. Sadece Nur itiraz etti söylenenlere. ‘Öyle bile olsa, bunun bize bir faydası yok. Papaz çoktan ölmüştür. Ölmemiş ya da, Despina belki öyle istemiş olabilir diye düşünelim, halefine emanet etmiş olsun. Ziya’dan başka kimseye vermeyeceklerine göre… Hem cevşeni bulsanız bile bize ne faydası olabilir ki? Göğsünüze mi takacaksınız? Yoksa açıp içindeki bilmem kaç satır duayı mı okuyacaksınız?’ Nur’un annesini kıskanmaya başladığını hissetti. Alçak gönüllü halinden hiç beklenmeyen bir zeka pırıltısı ile gecenin yıldızı haline gelmesini pek kaldıramamıştı anlaşılan. Güneş hanım Nur’un tavrından belki de biraz da zevk alarak sözlerine devam etti. ‘Ben olsam, Ziya beye son bir şey söylemek isterdim doğrusu. Papaz söyleyemeyeceğine göre?’ Masadaki herkes Güneş hanımın neyi ima ettiğini çok iyi anlamıştı. Ama Nur annesine karşı son bir denemeye niyetli görünüyordu. ‘Bunların hepsi cevşenin Ziya beye ait olmasına dayanıyor. Ya değilse? Ya Murtakiyeli Murat ile Despina’nın arasında bir şeyler var idiyse?’ Hiç de yabana atılacak bir varsayım olmasa da hepsi Nur’a çok ayıp bir şey söylemiş gibi bakakaldılar. Hepsi bu ilişkiyi o kadar içselleştirmiştiler ki böyle bir olasılığı bir ihanetmiş de bunu hiç birisi Despina’ya yakıştıramıyormuş gibi hep bir ağızdan reddettiler. ‘Olmaz öyle şey…’ Nur inatla karşı koyuyordu.’Neden?’ Uzun süre hiç kimse yanıt veremedi bu soruya. Artık sadece öykünün izini sürmek değil, büyük büyükannesinin karizmasını da korumak gibi garip ve çocuksu bir isteğe kapıldığını da hissediyordu yavaş yavaş. ‘Anlaşılan, benim yarın Sakız’a gitmem gerekiyor.’ Kemal bey daha önce gezmiş görmüş olduğunu belli eden bir tavırla işin zorluğunu anlatmaya koyuldu. ‘Adada bir sürü köy ve bir sürü kilise var. Hangi köyde, hangi kilisede, hangi papazı arayacaksın? Hiç gittin mi? Tanıdığın var mı?’ Smyrna’nınTılsımı Sayfa97 Kemal beyin son cümlesini duyduğunda içinden kopup gelen bir sevinçle, kendisini tutmasa neredeyse adamın boynuna sarılacak, yanaklarından öpecekti. ‘Tanıdık mı? Elbette var. Tomruk Dimitri. Eski dostum Papaz Dimitri’yi bulacağım orada.’ Şaşkın bakışlar altında kadehini neşeyle kafasına dikti. O gece ayrılmadan önce her şeyi ev sahiplerine anlatmış, aralarında iş bölümü yapmışlardı bile. Smyrna’nınTılsımı Sayfa98 BÖLÜM XVI Ertesi sabah saat yediye doğru Nur otelin kapısından girdiğinde, lobide kendisinden ve birkaç görevliden başka kimse yoktu. Bir gece önce içtiği üç kadeh rakının mahmurluğunu atmak için koyu bir kahve söylemiş, bir yandan da gideceği yerde araştırmaya nereden başlayacağına karar vermeye çalışıyordu. Kalkıp arkadaşını kapıda karşıladı. Ayaküstü biraz sohbet ettiler. Nur internete girip Sakız feribotunun saat dokuzda olduğunu öğrenmişti. Son bir kez pasaportunu kontrol ettikten sonra kapının önünde flaşörleri açık olarak bekleyen arabaya bindiler. Sabah serinliğinde deniz kıyısını takip eden bulvarları izleyerek kenti boydan boya geçtikten sonra Çeşme otabanına çıkmışlar, Nur otomobilin hızını saatte 120 kilometreye sabitlemişti. ‘Kırk dakikada Çeşme’de oluruz.’ Son hızla tırmandıkları tepelerden sabah güneşinin altında pırıl pırıl parlayan körfezi seyrederken günün heyecanının midesine bir yumruk gibi oturmuş olduğunu hissetti. Aniden planlanan bu yolculuktan eli boş dönme olasılığının yüksek olduğunu hissediyor, ama yine de kendisi ve büyükanne için kalkıştığı serüvende bu günün bir dönüm noktası olmasını tüm kalbiyle diliyordu. Nur huzursuzluğunu fark etmişti. Önemli bir sınavdan önce oğlunu sakinleştirmeye çalışan bir anne şefkatiyle yanında getirdiği kekten bir dilim uzattı. ‘Bir şeyler yemezsen kafan çalışmaz. Ayrıca, dün gece söylediklerime de pek aldırma. Despina’nın o yaşta öyle karışık ilişkiler yaşayabileceğine de pek inanmıyorum aslında.’ Büyük büyükannesinin Ziya beyden başkasıyla gizli bir ilişkisi olabileceği fikri ancak Nur gibi her şeyi önce iyice karıştırıp sonra da çözmeye çalışan bir fikir uçuşmaları üstadından beklenebilirdi. Kendini asıl rahatsız edenin aslında Sakız’daki araştırmasından eli boş dönebileceği düşüncesi değil de bu fikir olduğunu yüzüne bir kez bakıp da anlayan Nur’a ne söyleyeceğini bilemedi. Bundan niye bu kadar rahatsız olmuştu ki? Despina’nın ne yapmış olduğu seksen yıl sonra kendisini niye bu kadar ilgilendiriyordu? Sanki asıl istediğinin, öyküyü araştırmak değil de Despina’nın ismini korumakmış gibi hissetmesinin kendisini gülünç duruma düşürdüğünü fark etmişti. Aslında, düşündüğünün Eleni olduğunu da adı gibi biliyordu. Sanki Despina Ziya beye sadık kalmışsa, Eleni de eninde sonunda hatasını anlayacak ve ona geri dönmek için elinden geleni yapacaktı. Tüm bunların saçma sapan bir obsesyon olduğunu düşündü, ama büyükannenin evinde gördüğü düş bir türlü aklından çıkmıyordu. ‘Nerden başlamayı düşünüyorsun?’ Nur’un sözleriyle dalıp gittiği düşüncelerinden sıyrıldı. ‘Başlangıç için elimizde sadece Dimitri var.’ Smyrna’nınTılsımı Sayfa99 Bütün gece internette yaptığı araştırma sonucunda Nur hiç gitmediği Sakız adası hakkında oldukça fazla bilgi edinmişti. ‘Seninle gelmek isterdim ama orada yalnız olmak isteyebileceğini düşündüm. Hem vize almak için zaman da yok zaten. Bence, feribottan indikten sonra şehir merkezinden yaklaşık dört kilometre kuzeydeki Vrondados’a gitmelisin.’ ‘Niye? Ne var orada?’ ‘Bulabildiğim en yakın kilise tabii ki. Agios Markos. Eğer bir papazı arıyorsan işe başlamak için en uygun yer bir kilisedir.’ Araştırmayı birlikte yapmak için Nur’la anlaşmış olmasının ne kadar isabetli bir karar olduğunun tekrar farkına varmıştı. En azından başlangıç için uygun noktayı bulmuş olmanın verdiği keyifle yol boyu çeşitli fanteziler kurarak Çeşme’ye ulaştılar. Burası ülke içinde oldukça tanınmış bir yerdi. Sörf sporu için dünyada en uygun birkaç yerden biri olduğunu kendisi de duymuştu. Nur, nüfusun kış aylarında sadece yirmi beş bin kadar olmasına karşın, yazın iki yüz binin üstüne çıktığını anlatmıştı. Limana ulaştıklarında aceleyle seyahat acentesinin ofisine doğru yöneldiler. Bilet alıp işlemleri tamamladıklarında hala birlikte çay içebilecek kadar zamanları kalmıştı. Feribot tam zamanında hareket etti. Yaklaşık bir saat süren yedi millik yolculuğu sırasında Nur’un anlattıklarını ve önerilerini içinden sürekli tekrarlayıp durdu. Sakız limanından ayrılıp kentin içine girince Ege’nin tüm deniz kıyısı kasabalarına özgü cıvıltılı yaşamı burada da fark etmişti. Bir yanda güne huzurlu bir şekilde başlayabilmek için deniz kıyısında kahvesini yudumlayan akşamdan kalmalar, diğer yanda ise kalabalığın arasında müşteri kapmaya çalışan telaşlı satıcılar. Birbirinden şık kuyumcular, ilginç kitapçılar, pastaneler, kozmetik, elbise ve ayakkabı satan onlarca dükkan sezonun son turistleri içindeki potansiyel müşterilerini bekliyorlardı. Yakınlardaki bir duraktan bindiği taksi ile Vrondados’a ulaşması on dakika bile sürmedi. İçeri girmeden önce üç katlı evlerin arasına sıkışıp kalmış kilisenin bembeyaz duvarlarına, kemerli girişine ve oldukça yüksek ve üzeri şirin bir kubbe ile süslenmiş kulesine uzun uzun göz gezdirdi. Dimitri’yi hemen burada bulabileceği fikri yeniden heyecanlanmasına neden olmuştu. Yaşadığı dingin ve huzurlu yaşamın verdiği uyuşuklukla sorduğu soruyu anlaması zaman alan papaz, biraz ilerde, bahçedeki çiçekleri sulamakla meşgul uzun boylu sıska bir meslektaşını işaret ettiğinde düş kırıklığına uğradı. ‘Zaten bu kadar kolay olmamalıydı’ diye geçirdi içinden. Smyrna’nınTılsımı Sayfa100 Sıska papazın da adı Dimitri idi. Aynı isimde bir papazı aradığını söylediğinde, adam nadiren bulabildiği belli olan eğlence fırsatını kaçırmayarak gülümsemişti. ‘Bu adadaki papazların belki de yarısının adı Dimitri’dir. Nasıl bir Dimitri arıyorsun sen? Ben olmadığımı hemen anladığına göre bana hiç benzemeyen biri olmalı.’ Şakacı papaza aslında aradığı kişiyle yirmi yıldan fazla bir süredir görüşmediğini, ama anımsadığı kadarıyla oldukça kilolu ve şimdilerde yaşlı biri olması gerektiğini söyledi. Adam sanki yanıt dilinin ucundaymış gibi umut veren bir düşünme süresinden sonra kafasını sallayıp tekrar işine dönmüştü: ‘Böyle birini hiç anımsamıyorum’ Aslında bunu bekliyordu. Ama işlerin yolunda gidebileceği umuduyla beklentisini kısa bir süre de olsa yüksek tutmuş olduğunu fark etti. Yarım ağızla teşekkür edip gitmek için döndüğünde sıska papazın arkasından seslendiğini duydu. ‘Bir lakabı var mıydı bu Dimitri’nin?’ Olduğu yerde çakılıp kalmıştı. Bazan ne kadar aptal olabildiği geçti içinden. Yeniden artan umuduyla, heyecandan kuruyan ağzından sözlerin tane tane çıkmasına dikkat ederek ‘Dimitri’ diyebildi. ‘Papaz Tomruk Dimitri.’ Adamın yüzüne, sanki aradığı kişinin fotoğrafını görmüş gibi saf bir tebessüm yayıldı. ‘Şunu daha önce söylesene evladım. Tomruk Dimitri’yi herkes tanır. O hepimizin duayenidir. Ama burada değil, Mesta köyündeki Taksiarhis Kilisesi’nde.’ Sıska Dimitri’nin kendisinden daha akıllı olmadığını düşünürken, bir yandan da alaycı bir şekilde ‘Sizin lakabınız nedir acaba?’ diye sormamak için kendini zor tutmuştu. ‘Nasıl gidebilirim oraya?’ ‘Taksiye bin. Mesta’ya gitmek istediğini söyle.’ Öyle ya… Bir de adamla dalga geçmeye yeltenecekti az daha. Bu sefer içtenlikle tekrar tekrar teşekkür ettikten sonra aceleyle kilisenin çıkışına yöneldiğinde son kez arkasından seslendiğini duydu. ‘Papaz Sıska Dimitri’nin selamını söylemeyi de unutma.’ Bir yandan adımlarını sıklaştırırken, bir yandan da gülerek ‘Tam isabet’ diye düşündü. Taksi Sakız kasabasının son mahallesini de arkasında bıraktığında önlerinde kıvrıla kıvrıla uzanan dar bir yolu takip ederek ucu bucağı görünmeyen tarlaların arasından ilerlemeye başlamışlardı. Ne bir ağaç ne de bir insan. Sadece ara sıra karşıdan gelen bir otomobil doğanın içinde yalnız olmadıklarını anımsatıyordu. Oldukça rahatsız geçen kırk dakikalık bir yolculuktan sonra adanın güney-batısındaki Mesta köyüne ulaştılar. Yol boyunca şoför nerdeyse hiç susmamış, Sakız ve Mesta hakkında bedava rehberlik hizmeti sunmuştu. Mesta’nın orta çağdan hemen hemen hiç bozulmadan kalmış bir köy olduğunu, şu sıralar sona Smyrna’nınTılsımı Sayfa101 ermekte olan sezonunun en civcivli zamanlarında yerli yabancı turistlerin köyün dar sokaklarında dolaşarak beş yüz yıllık egzotik havayı koklamak için köye akın ettiklerini anlatmıştı. Sınırlarını oluşturan evlerin birbirine bitişik dış duvarları nedeniyle bir kale görünümü verdiği köyün girişine ulaştıklarında yolun geri kalanını yürüyerek gitmek için taksiyi durdurup parasını ödedi. Köyün giriş kapısından geçer geçmez kendini eski zamanları anlatan bir filmde oynuyor gibi hissetmişti. Yer yer kubbelerle birleşmiş gri taş evlerin iki yanını çevrelediği, kaldırım taşı döşeli dar sokaklarda yürürken içine çöken karamsarlığın, birden bire daldığı orta çağ havasından mı, yoksa belki de biraz sonra yüzleşeceği bilinmezlikten mi kaynaklandığını anlayamadı. Sokaklarda tek tük karşılaşıp selamlaştığı köy sakinleri için tarih olan bu sokakların aynı halleriyle, şu anda kendileri tarih olmuş eski sakinleri için de çok uzak geçmişin izleriyle dolu olduğunu düşünmek, zamanın sonsuzluğunda kendi ölümlülüğünün farkında olan insanoğlunun karşı karşıya kaldığı laneti hatırlatıyordu. Ama bu insanların birlikte yaşadıkları köpekleri, kedileri, inekleri ya da koyunları, zamanlarında aynı sokaklarda yürümüş olmalarına rağmen, kendi yaşam sürelerini aşan bir zaman algısına sahip olmadıkları için, sahipleri gibi ne tarihin, ne de günün birinde kendilerinin tarih olacaklarının farkına varabilmişlerdi. Zamanın var olmasını sağlayanın algılanabilmesi olduğunu, algılanabilmesinin de birbirini takip eden sonlar ve başlangıçlara muhtaç olduğunu biliyordu. Aynen Despina ve kendisi gibi. Ama yaşamların iç içe geçmişliği nedeniyle, Despina’yı tanımadan büyükanneye bakarak bu algılamanın mümkün olamayacağını da düşündü. Sonunda köy meydanına vardığında gözüne ilk çarpan Yeni Taksiarhis kilisesinin çan kulesi ve hemen altındaki çift yönlü taş merdivenlerle ulaşılan giriş kapısı olmuştu. Alt tarafı süslemeli, üstü parmaklıklı demir kapıyı ittiğinde kendini küçük bir avluda buldu. Önünde, demir halkalarla desteklenmiş sekiz beyaz sütunun taşıdığı bol kemerli bir giriş ve ardındaki üstü kapalı koridor, kilisenin ön cephesini boydan boya kat ediyorlardı. Koridorun arkasındaki açık mavi badanalı duvarı her iki yanında çok hoş demir parmaklıklı pencerelerin bulunduğu küçük bir tahta kapı süslemekte ve sütunların her iki yanında büyük saksıların içindeki çiçekler ise ortama daha da sevimli bir hava vermekteydiler. Avluda sütunların önünü döşeyen siyah beyaz çakıl taşlarından yapılmış, sekiz kollu yıldız, çiçek ve benzeri figürlerden oluşan mozaikleri incelerken omzuna dokunan bir el ürpermesine neden oldu. ‘Seni korkuttuysam özür dilerim evladım.’ Arkasını döndüğünde, Ortodokslara özgü siyah giysileri içinde oldukça yaşlı ve şişman bir papaz son derece misafirperver bir gülümsemeyle elini uzatmış, kendisine hoş geldin demeye hazırlanıyordu. Smyrna’nınTılsımı Sayfa102 Papazın elini sıktıktan sonra avluya bakan kemerli koridorda, duvara dayalı duran banklardan birine oturdular. ‘Kiliseyi beğendin mi? Köyün eski kilisesi nedeniyle adı Yeni Taxiarhis olsa da, bu da yaklaşık yüz otuz beş yıllık bir yapı. Sezon sonuna kaldığınıza göre, kalabalık içinde gezmekten pek hoşlanmıyorsunuz anlaşılan.’ Papazın arkadaş canlısı girişken tavrı hoşuna gitti. Bu sefer daha kolay iletişim kurabileceği bir kişiyle karşılaşmış olması, sorularına daha kolay ve detaylı yanıtlar alabileceği konusunda umudunu arttırmıştı. ‘Aslında, köyünüze gezmek için gelmemiştim.’ Bu söz üzerine şaşırdığı açıkça belli olan yaşlı papazın, belki de uzun süredir köye gezmek dışında bir amaçla gelen bir yabancıdan farklı bir öykü dinleyebileceği hevesiyle parlayan meraklı bakışlarına yanıt vermek için anlatmaya devam etti. ‘Papaz Dimitri’yi arıyorum. Tomruk Dimitri de derlermiş. Kendisini bulmama yardımcı olabilir misiniz?’ Papaz, kendinden istenen yardıma çok kolay bir şekilde karşılık verebilmenin zevkiyle yanıtlamıştı. ‘Bu adadaki tek Tomruk Dimitri benim. Size daha başka nasıl yardımcı olabilirim evladım? Sizi tanıyor muyum acaba?’ ‘Umarım tanırsınız efendim. Sizinle bundan yirmi beş yıl kadar önce Selanik’ten Atina’ya kadar birlikte yolculuk etmiştik. O zamanlar ben on bir, on iki yaşlarımdaydım. Uykudan uyandığımda düştüğüm gülünç durum hala gözlerimin önünde.’ Yaşlı adamın gözleri uzun zaman sonra çok eski bir dosta rastlamış gibi parlıyordu. Bir anda yanaklarını iki eli arasına alıp yıllar önce birlikte ilginç bir yolculuk geçirdikleri küçük Fotios’u görmeye çalıştı. ‘Nasılsın Fotios? Hoş geldin eski küçük dostum.’ Papazın böylece kendini kanıtlamış olan keskin belleğinin, araştırmasında belki de umduğundan fazla yardımcı olabileceğini düşünerek sevinmişti. ‘Umarım topraklarınızın satış işleri istediğiniz gibi sonuçlanmıştır. Oğlunuz nasıl? Hala Atina’da öğretmenlik mi yapıyor?’ Yirmi beş yıl önceki yolculukta Dimitri hakkında edindiği bilgileri sorulmadan ortaya dökmesinin nedeni yaşlı adamın güvenini kazanıp kendisinin o Fotios olduğunu kanıtlamak istemesindendi. Niyetini anladığı gülümsemesinden belli olan yaşlı papaz yine aynı kibarlıkla karşılık verdi. ‘Evet, sevgili dostum. Eşimi kaybettikten sonra oğlumun yanına dönmek yerine yaşamımı burada devam ettirme kararımın aramızda neden olduğu soğukluk, onun oldukça Smyrna’nınTılsımı Sayfa103 rahatlamasını sağlayan satıştan sonra tekrar düzeldi. Şimdilerde hemen hemen her yıl kısa bir süre de olsa ya onlar buraya geliyor ya da ben gidiyorum. Böylece, oğlumu ve torunumu görüp hasret giderebiliyorum.’ O zaman verdiği karardan ne denli mutlu olduğunu anlatırken birden aklına gelen soruyu biraz çekinerek ama merakla sormuştu. ‘Gezmek için değilse, ne amaçla buradasın? Beni aramak için buralara kadar geldiğine göre sana yardım edebileceğim bir konu olmalı.’ Olayların umduğundan da hızlı ve istediği yönde gelişmiş olmasından oldukça memnun, amacını, Despina’yı, büyükannenin anlattıklarını, cevşeni ve ardına düştüğü öykü hakkında tüm bildiklerini yaşlı papaza anlattı. ‘Büyük olasılıkla bu olayın detayları hakkında bir bilginiz yok ama seksen yıl önce bu adada gerçekleşen bir evlilik ve Despina’nın burada bırakmış olabileceği cevşenini bulabilmek için yardımını isteyebileceğim tek kişi sizdiniz.’ Papazın yüzü anlatılanları dinledikçe şekilden şekle girmiş, biraz önceki mutlu tebessümün yerini alan sıkıntı, yüzünün tüm çizgilerinde kendini belli etmeye başlamıştı. Tüm anlatılanları hiç sesini çıkartmadan dinledikten sonra bir süre sessizce düşünüp sanki bir şeyler gizliyormuş gibi sordu. ‘Cevşenin bu adada kaldığını nereden biliyorsun?’ Cüzdanından çıkarttığı Despina’nın iki fotoğrafını uzatarak açıklamaya çalıştı. ‘Bunlar, büyükannemin annesi olan Despina’nın bu adada bir ya da iki ay ara ile çekilmiş fotoğrafları. Gördüğünüz gibi sonradan çekilmiş olan gelinlikli fotoğrafta öncekinde görülebilen cevşen boynunda değil. Büyükannem de yaşamı boyunca cevşeni hiç görmemiş. Despina için çok değerli olduğunu tahmin ettiğim böyle bir şeyi kaldırıp atmış olmasını düşünemiyorum. Bunu kendine verenin İzmir’de kalmış olduğu da düşünülürse…’ ‘Burada birine emanet etmiş olmalı. Bu da olsa olsa bir papazdır diye düşündün.’ ‘Evet. Hangi köye sığındıklarını ve büyük dedemle hangi kilisede evlendiklerini dahi bilmiyorum. Belki gerekli araştırma için adadaki kilise kayıtları konusunda bana yardımcı olabilirsiniz diye düşündüm.’ Papaz bu konuda herhangi bir bilgisi olmadığı anlamına gelebilecek şekilde başını iki yana sallamış, ama bunu sözleriyle ifade etmemişti. Ortada anlayamadığı bir şeyler döndüğü hissine kapıldı. ‘Sizi sıkıntıya soktuysam özür dilerim. Ama sizin için böyle bir araştırmaya katılmanın bulunduğunuz pozisyon ya da sağlık durumunuz nedeniyle mümkün olmayabileceği fikrini de Smyrna’nınTılsımı Sayfa104 anlayışla karşılayabilirim. Sadece bana yardımcı olacak bazı isimler verip referans olsanız bile yeterli olabilir. Tabii, eğer bu da mümkünse…’ Papaz oturduğu yerden kalkıp, avluda sıkıntıyla ileri geri birkaç tur attıktan sonra durup yüzüne bakmaya başladığında, biraz sonra bir sürprizle karşılaşacağını hissetmişti. ‘Sana yardım edebilmek için yorulmama hiç gerek yok genç dostum.’ Bir süre daha düşündükten sonra neyi ne kadar anlatacağına karar vermiş olmalı ki sözlerine devam etti. ‘Aradığın köy Mesta ve aradığın kilise de burası. Despina 1922 yılında burada evlenmiş. Hatta küçük kızı da burada vaftiz edilmiş.’ Birdenbire ortaya çıkan çarpıntısı nedeniyle başı dönmeye başlamış, oturduğu yerde dik durabilmek için sırtını duvara dayamak zorunda kalmıştı. Aklına gelen soruyu ise sevinçten sıkışan nefesi nedeniyle ancak bölük pörçük sorabilmişti. ‘Siz… Bunları nereden biliyorsunuz? O sıralar papaz olmanıza imkan yok.’ ‘Evet. Ben Despina’yı hiç görmedim. Hatta o yıllarda henüz hayatta bile değildim. Ama buraya papaz olarak geldiğimde tanıştığım, artık hayatta olmayan çok sevdiğim eski dostum Peder Dositeos ile birlikte Tanrı’ya ve kilisesine yıllarca hizmet ettik. Tüm o süre boyunca ne Despina’dan ne de öyküsünden haberim vardı. Eski dostum, Despina’yı evlendirmiş ve senin de çok isabetli bir şekilde tahmin ettiğin gibi, Despina evlenmeden önce tüm öyküsünü ona anlatmıştı.’ Yaşlı papazın elini koynuna sokup çıkarttığı şeyi tanıyordu. ‘Yoksa bu… Despina’nın cevşeni mi? Ama sizde ne arıyor?’ ‘Despina bunu peder Dositeos’a vermiş. Sana anlatmaya iznim olmayan öyküsüyle birlikte. Öyküsünü ve cevşeni saklamasını ve ömrü yetmezse her şeyi sadece halefine anlatarak emaneti teslim etmesini rica etmiş. Aslında biz ne böyle bir emaneti saklamak için alır, ne de bize anlatılanları bir başkasına naklederiz. Ama Dositeos Despina’nın içinde bulunduğu durumu ve öyküsünü çok etkileyici bulmuş olmalı ki bu isteği kabul etmiş. Bana da ancak ölüm döşeğinde her şeyi anlatarak cevşeni teslim etti. Despina bunun sadece Somuncuzade Ziya bey veya ona iletilmek üzere kan bağı olan bir yakınına verilmesini istemiş.’ Anlaşılan bu kadar yaklaşmasına rağmen ne öyküyü öğrenebilecek, ne de birkaç adım ötedeki cevşene ulaşabilecekti. Düş kırıklığı içinde aklındaki son soruyu da sordu. ‘Bana bir şey anlatamayacağınızı biliyorum ve hatta cevşeni açıp açmadığınızı, orada herhangi bir nota rastlayıp rastlamadığınızı sormam da anlamsız olacak sanırım. Değil mi?’ Yaşlı adam kısa bir süre düşündükten sonra yanıtladı. ‘Doğru. Sana Despina’nın öyküsünü anlatamam. Ama…’ Smyrna’nınTılsımı Sayfa105 Son kelimeyi duyduğuna inanamamıştı. Doğru duyduğundan emin olmak için çekine çekine tekrarladı. ‘Ama?’ ‘Büyükannenin kendinden büyük bir kız kardeşi olup olmadığını biliyor musun?’ ‘Hayır büyükannem tek çocukmuş.’ ‘Nerede doğmuş?’ ‘Burada. 1923 yılında.’ Konuşmanın değişen yönü ilgisini çekmeye başlamıştı. ‘Bunları niye soruyorsunuz?’ Yaşlı papaz yapmak istediğinden artık emin olduğunu belli eden bir ses tonuyla konuyu açmaya başladı. ‘Büyükannenin doğru kişi olduğundan emin olmak için tabii ki… Bize anlatılanları anlatamayacağımız doğru. Ama yapmaya söz verdiğimiz bir işi de konu açığa çıkacak diye yapmaktan vaz geçemeyiz. Hele bunu isteyen eski dostum küçük Fotios ise…’ ‘Bana hiçbir şey anlatamayacaksanız ne yapmayı düşünüyorsunuz ki?’ Arkadan gelecek sözleri tahmin etmek bile istemiyordu. Biraz hafiflemiş olan aynı çarpıntı yine başlamış, başının dönmesi giderek artmıştı. Papaz tekrar yanına oturup, gözlerinin içine bakarak sözlerine devam etti. ‘Cevşeni ne ben ne de Peder Dositeos açtı. İçinde insanları kötülüklerden koruduğuna inanılan kutsal sözlerden ve Tanrı’nın adını anan dualardan başka bir şey var mı bilmiyoruz. İslam dinine ait olsa bile Tanrı’nın adını saygıyla anan her duanın bizleri kötülükten koruyacağına ve kalplerimizin üstünde taşınmaya layık olduğuna inancımızla Dositeos ve sonra da ben bu cevşeni yaşadığımız sürece söz verdiğimiz gibi yanımızdan hiç ayırmadık. Nereye gittiysek o hep bizimle birlikteydi. Şimdi, artık senin de onun korumasına ihtiyacın var. Bunu sana vermek benim görevimdir. Bu görevi söz verdiğimiz gibi başarıyla tamamladığımızı görse sevgili dostum Peder Dositeos da mutlu olurdu.’ Papazın, sözlerini tamamlarken boynundan çıkartıp bir süre elinde tuttuğu cevşeni avucunun içine bıraktığını hissettiği ilk anda neler olduğunu kavrayamadı. ‘Ne demek oluyor bu? Bana mı veriyorsunuz? Ama biraz önce demiştiniz ki…’ Sözlerini tamamlaması mümkün olmamıştı. Bir süredir bilincine uzaklardan varlığını hissettirmeye başlamış olan düşünce artık reddetmesine olanak tanımayan bir açıklıkla görünür hale gelmişti. Ziya bey, Despina, savaş, kaçış, Despina’nın evliliği, kocasının Despina ve büyükanneyi terk etmesi, küçük bir kızla yapayalnız yaşanan bir hayat, hepsi Smyrna’nınTılsımı Sayfa106 birden aklının önünden hızlı bir geçit yapmış ve artık anlam kazanmış olarak bilincindeki yeni yerlerine oturmuşlardı. Yaşlı papaz, yaşadığı şaşkınlığı anlayışla karşıladığını belli eden bir içtenlikle omuzlarından tutmuş destek olmaya çalışıyordu. ‘İnsanların yaşadıkları deneyimleri yargılarken adil olmaya çalış. Görünenin arkasında ne kadar farklı insanlar ve öyküleri olabileceğini de sakın unutma.’ Yirmi beş yıl önceki görüşmeleri sonrasında ayrılırken, Dimitri’nin söylediklerini aynen anımsıyordu. ‘Bunu bana ikinci kez söylüyorsunuz. Size tüm yaptıklarınız için teşekkür ederim. Ama izin verirseniz yıllar sonra ilk defa dua etmek için yalnız kalmak istiyorum.’ Papaz onu, binanın yüksek tavanından uzun zincirlerle sarkıtılmış avizelerin süslediği kilisenin iç salonunda, her yanı ikonalarla donatılmış son derece gösterişli bir mihrabın önüne getirip yalnız bırakmıştı. Aslında, istediği dua etmek değil, yalnız kalıp düşünmekti. Yarım saate yakın bir süre diz çökmüş durumda, onu buralara sürükleyen serüvenin başlangıcını, o ana dek öğrendiklerini, Eleni, Alisha, Nur, büyükanne, Despina, Ziya bey, Kostas ve kendini düşündü. Despina’nın sırrını öğrenmenin büyükanneyi nasıl etkileyeceğini hayal etmeye çalıştı. Büyük olasılıkla kendisi gibi hiçbir olumsuz duyguya kapılmadan ama bu büyük sürprizi hazmetmeye çalışacağı uzunca bir süreye gereksinim duyarak altından kalkmaya çalışacaktı. Hem, Kemal bey, Nur ve Güneş hanım gibi insanlarla akraba olma fikri de oldukça hoşuna gitmişti. Onların da duyduklarında çok sevineceklerini tahmin ediyordu. Tüm bu olayların bedelini, sadece Despina ve belki bir de Ziya bey ödemişlerdi. Şimdi, onların bu şekilde ayrılmalarının nedenlerini araştırmak için eskisinden daha büyük bir istek duyduğunu fark etti. Dışarı çıktığında oldukça rahat görünüyordu. Papaz, onun bu halini görünce memnun olmuş, akşam yemeğine kalması için ısrar etmeye başlamıştı. Sabah çok erken saatteki feribota yetişmek için gece geç vakit otele götürecek bir taksi ayarlanabileceğini de işitince, yaşlı adamın teklifini kabul edip eski dostuyla sohbet dolu bir gece geçirmeye karar verdi. Kararının yarattığı memnuniyet yaşlı papazın yüzüne kocaman bir tebessüm olarak yayılmıştı bile. Kiliseden çıkarlarken birden aklına gelen selamı unutmadan iletmek için arkadaşını durdurdu. ‘Bu arada; Agios Markos’tan Peder Sıska Dimitri size selamlarını iletmemi istemişti. Nerede yaşadığınızı ondan öğrendim.’ Yaşlı papaz aldığı selamdan mutlu olduğu belli olacak şekilde mırıldanmıştı. ‘Sonunda çiçek sulamaktan başka bir işe de yaradı demek.’ Smyrna’nınTılsımı Sayfa107 BÖLÜM XVII Sabah altı buçukta zar zor yetiştiği feribotta uyuyarak geçirdiği bir saate yakın süre, güne zinde başlamak için oldukça işine yaramıştı. Çeşme iskelesinde pasaport işlemlerini tamamladıktan sonra çalan cep telefonunda Nur’un adını gördüğünde şaşırdı. ‘Günaydın. Döndün mü?’ İçgüdüsel olarak etrafına bakındı. Nur’u göremeyince genç kadının tahmin yeteneğinin ne kadar gelişmiş olduğunu anımsayarak şakayla yanıtladı. ‘Nereden bildin? Yoksa, üzerime çip falan mı yerleştirdin?’ Nur sesindeki neşeli hali fark edince rahatlamış olmalıydı. ‘Küçücük bir adaya, ismini bildiğin bir papazı bulmaya gittin. Ben de dün gece burada, bizim yazlıkta kaldım. Rastladığım birkaç eski arkadaş yaza veda partisi yapıyorlardı.’ ‘Biraz geç değil mi? Daha çok, kışa merhaba partisi olmuş.’ Buluştuklarında asıl konuya girmeden önce birbirlerinin ruh hallerini anlamak için yapacakları gereksiz konuşmaları telefonda yapıyorlardı işte. Anlaşılan Nur da dünkü araştırmanın sonucunu ölesiye merak ediyor, her şeyi duymak için vakit kaybetmek istemiyordu. ‘Neredesin?’ ‘Dışarı doğru bak.’ Çıkışın az ilerisinde Nur’un el salladığını gördü. Kalabalığı yararak kendini dışarı attığında sanki uzun süre ayrı kalmış iki dost gibi kucaklaştılar. Genç kadının merakla parlayan gözlerinden birazdan önemli şeyler duyacağını fark ettiği belliydi. ‘Madem bu kadar merak ediyordun, neden dün gece aramadın?’ ‘Bir şeyler bulduğunu tahmin ettim. Ama yüz yüze dinlemek istedim. Hem böyle ayaküstü de olmaz. Gel seni kahvaltı için güzel bir yere götüreyim.’ Sezonun artık geride kalmış olması nedeniyle rahatlayan trafikte Ilıca’ya kadar yaklaşık on kilometrelik yolu kısa sürede almışlardı. Pırıl pırıl süt liman bir denizin kıyısında, kahvaltılarını buraya özgü, kumru dedikleri, içinde erimiş peynir, sosis, domates ve turşu bulunan simit ekmeğinden bir çeşit sandviç ve çayla yaptılar. Son lokmasını çiğnerken, kendinden tahmin edilemeyecek bir hızla kumruyu yiyip bitirmiş olan Nur’un sabırsız bakışlarıyla karşılaştı. ‘Doydun mu?’ Bunu sanki eleştirir gibi sormuştu. Arkadaşına daha fazla eziyet etmemek için son lokmasını bir yudum çayın yardımıyla yutmaya çalışarak anlatmaya başladı. Smyrna’nınTılsımı Sayfa108 ‘Tomruk Dimitri’yi Vrondados’ta değil, adanın öbür ucundaki Mesta köyünde buldum. Despina ve büyük dedem orada evlenmişler. Hatta büyükanne bile o kilisede vaftiz edilmiş.’ Duyduklarından onun adına oldukça mutlu olduğu belli olan arkadaşına vurucu hamleyi yapma sırasının geldiğini düşündü. Cebinden cevşeni çıkartarak salladığında Nur’un yüzü görülmeye değerdi doğrusu. Şaşkınlıktan açık kalan ağzını uzun bir süre kapatamamıştı. ‘Despina’nın cevşeni. Asıl sahibi kim sence?’ Nur bunu çok kolay bir soruyu yanıtlar gibi yanıtlamıştı. ‘Ziya bey.’ ‘Yani?’ Nur bu soruyu da anlamsız bulduğunu hissettiren bir omuz silkişiyle tamamladı. ‘Yani, benim büyük amcam.’ ‘Ve benim gerçek büyük dedem.’ Tam bitti derken ortaya çıkan bu son sürpriz, Nur’un uzun süre duyduğu şeye inanmaya çalışarak bakakalmasına neden olmuştu. ‘Ne oldu? Ben bile senin kadar etkilenmemiştim. Yoksa, benimle akraba olma fikri hoşuna gitmedi mi?’ Düştüğü şaşkınlıktan hızla toparlanan genç kadının yüzüne yayılan kocaman bir tebessüm duyduklarından ne kadar hoşlandığını her hangi bir söze gerek kalmadan anlatabiliyordu. ‘Saçmalama lütfen. Olur mu öyle şey? Tam tersine, bayıldım bu işe.’ Söylediklerinin bir şaka olmadığına hala inanmaya çalışan Nur’a adada başından geçen her şeyi tüm detaylarıyla anlattı. Cevşenin içinden çıkacak olanları görmeye can atmasına rağmen açmaya bir türlü cesaret edemediğini, bu işi onlarla bırakmasının en doğru hareket olacağını söyledi. Nur onun bu korkusunu anladığını gösteren içten bir gülümsemeyle yanıt vermişti. ‘Babamın bunu en iyi şekilde halledeceğinden eminim.’ Neredeyse bir asırlık bu emanet dönüp dolaşıp yine eski sahiplerini bulmuştu işte. Papazların onca senedir boyunlarında taşıdıkları halde hiçbir hasar görmemiş olmasına karşın, avucunda tutarken bile zarar vermekten korktuğunu fark ettiğinde bu ağır yükün sorumluluğundan kurtulmak için cevşeni Nur’a uzattı. ‘Bunu sizin almanızı istiyorum. Kemal bey benden daha iyi koruyacaktır. Hem asıl sahibinin de o olduğunu düşünüyorum. Bir uzmana açtırıp içindekini öğrendikten sonra tekrar eski haline getirtip saklamak isteyebilir. Ne de olsa sizlere verilmek üzere iade edilmiş bir emanet.’ Nur onun garip bir içgüdüyle cevşenden kurtulmak istediğini anladığı için itiraz etmeden alıp dikkatli bir şekilde çantasına yerleştirmişti. ‘Merak etme. Babamın bu işlerden anlayan bir tanıdığı mutlaka vardır.’ Smyrna’nınTılsımı Sayfa109 Yıllardır üzerine sinmiş ter ve kirin cevşeni kaplayan deriye verdiği o garip kokunun tedirgin edici rahatsızlığından kurtulmuş olması onu biraz rahatlatmıştı. Sözlerine kaldığı yerden devam ederken aklında takılı kalan konuya da değinmeden edemedi. ‘Ama Dimitri bana herhangi bir şey anlatamadığı için, Ölüler Diyarından bir dost meselesi açıklığa kavuşamadı.’ Nur konuyu fazla önemsemediğini belirten bir tavırla gülümsedi. ‘Bence bu küçük bir detay, kuzen. Hem daha araştırmaya yeni başladık.’ Çeşme’ye kadar gelmişken çevreyi görmeden dönmenin düşünülemeyeceğini söyleyen Nur’un önerisine uyarak tüm öğleden sonrasını gezerek geçirdiler. Ilıca’ya birkaç kilometre mesafedeki Alaçatı’ya girdiklerinde kendini Sakız’da gibi hissetti. Köyün içindeki eski taş evler korunmuş, etrafında yeni yapılan yazlıklar da yine aynı mimari örnek alınarak inşa edilmekteydi. Nur bu köyün tüm ülkeden yoğun turist aldığını, yazın dar sokaklarda insanların yemek yiyip rakı içtikleri masalar arasından yürümenin oldukça zor olduğunu anlattı. Mevsimin sona ermiş olması nedeniyle artık terk edilmiş sokaklarda köylülerden başkası göze çarpmıyordu. Küçük bir meydandaki kahveye oturup –kafe değil kahve demişti Nur- söyledikleri Türk kahvesini yudumlarken altında oturdukları dut ağacının artık yavaş yavaş kuvvetlenen rüzgarlarla dökülen yapraklarını düştükleri yere dek gözleriyle izleyerek başka hiçbir şey düşünmemeye çalışıyordu. İzmir’e dönerken bir mola da Urla İskele’de verdiler. Nur onun burayı da mutlaka görmesi gerektiğine inanıyordu. Savaştan kaçan Rumların bir kısmının gemilerle bu iskeleden tahliye edildiğini söylediğinde birdenbire gözlerinin önünde beliren kalabalığın arasında Despina’yı fark eder gibi olmuştu. Sanki telaşla çevresine bakınıyor, açıktaki gemilere yolcu taşıyan sandala binmeden önce insan seli içinde umutsuzca birini arıyordu. Aradığı kişinin annesi olduğunu düşünmedi bile. Olsa olsa Ziya beyi bekliyor olmalıydı. Nur’un da hemen hemen aynı şeyleri düşündüğünü belli eden sözleriyle dalıp gittiği hayalden koptu. ‘Despina gemiye buradan binmiş olmalı. Ziya bey neredeydi acaba?’ Bu soruya bir yanıt bulamayacaklarını bildikleri için bir süre hiç konuşmadılar. Her ikisi de, Despina’nın yaşamının en zor anında yaşadığı büyük düş kırıklığını bir an içlerinde hissettiklerini sanmışlardı. Annesiyle birlikte bindiği sandalda kendilerini Sakıza götürecek gemiye doğru yol alırken son bir kez baktığı iskelede Ziya beyi görmüş müydü acaba? Yoksa, büyükannenin doğumuna neden olan beraberliklerine rağmen artık birlikte olamayacaklarına karar vermişlerdi de, Despina arkasına bile bakmamış mıydı? Yolun geri kalan kısmı da yine aynı sessizlik içinde geçti. İkisi de yeni durumlarını ve bundan sonra yapacaklarını gözden geçiriyorlardı. Smyrna’nınTılsımı Sayfa110 Otele vardıklarında, biraz dinlenip banyo yaptıktan sonra geleceğini söyleyerek arabadan inmeye hazırlanıyordu ki, Nur üç saat sonra onu alabileceğini söyledi. Yeni akrabaları da olsa insanlara giderek yük olmaya başladığını fark ederek itiraz edecek oldu. ‘Seni bir şoför gibi kullanmaya başladığımı fark ettim.’ Genç kadın bu hassasiyeti saçma bulduğunu belirten bir gülümsemeyle yanıtlamıştı. ‘Ben halimden hiç yakınmıyorum. Birkaç gündür sanki bir romanda yaşıyor gibiyim.’ ‘Roman güzel mi bari?’ Nur içindeki hinliğe engel olamayarak biraz yüzünü buruşturup, eliyle ‘şöyle böyle’ anlamına gelen bir işaret yapmıştı. Kapıyı kapatırken göz kırparak, yanıttan pek alınmadığını belli eden bir ses tonuyla karşılık verdi. ‘N’apalım. Benim elimden gelen de bu.’ Smyrna’nınTılsımı Sayfa111 BÖLÜM XVIII İki saat kadar uyuduktan sonra kalkıp banyoya girdiğinde, günün yorgunluğunun ter gibi üzerinden akıp gittiğini hissetmişti. Körfeze bakan pencerenin önündeki koltuğa bornozunu dahi çıkartmadan serilip, son birkaç gündür yaşadıklarını düşünürken dünya öylesine sessiz ve her şey öylesine farklı gelmişti ki, bir anda hiç alışık olmadığı bir korkuya kapıldı. Sanki başka birinin bedeninde, hiç tanımadığı yepyeni duyguların hedefi olmuştu. Duyduğu rahatsızlığın dürtüsüyle aynanın karşısına geçip çıplak bedenini incelemeye başladı. Kollarına, bacaklarına, karnına ve göğsüne uzun uzun baktıktan sonra nedenini ayırt edemediği korkusu bir parça hafiflemiş ama yaptığından da utanmıştı. Kendi hakkında bu denli önemli bir bilgiye bu kadar uzun süre sonra ulaşan herkesin böyle bir tepki gösterebileceğini düşünerek kendini affetmeye çalıştı. Çıplak bedenini daha fazla görmek istemediği için hızlı hızlı giyirken, akşam yemeğinde konuşulacak olanları düşünüyor, biraz önceki gibi bir panik atağın kurbanı olmayı, kendini aptal durumuna düşürecek saçma sapan sözleri ağzından kaçırmayı hiç istemiyordu. Şimdiki gibi, biraz korku ve biraz da merakla karışık bu ruh hali, yeni bir öykü çizmeye karar verdiği günlerde serüvenin detayları aklının derinliklerinden baş gösterip onu sarmalamaya başladığında üzerine oturur ve ancak her seferinde olaylar ilerledikçe tasarladığından farklı bir yöne doğru gelişen örgünün kendine çizdiği yol iyice belli olduğunda sükun bulurdu. Çizgiler çoğu zaman düşündüklerinin dışında oluşturdukları şekillerle ona yeni fikirler armağan ederlerdi. Karakalem, kağıdın üzerinde gezinip kahramanın silueti belirmeye başladığında, onu çizen kendisi değilmiş gibi ortaya çıkacak olanı sabırsızlıkla beklerdi. Şimdi de, sanki başka birisi kendisini yeniden çiziyor, henüz içini doldurmadığı kocaman bir konuşma balonunu ağzına yerleştiriyordu. ‘Neden olmasın?’ diye düşünmekten kendini alamadı. İnsanlara söylemek istediklerini bir kurgunun içinde vermeye alışıktı ama bu sefer öngörülen bir kurgu yoktu. Bir defalığına da olsa, kendini tamamen olayların akışına bırakmak istiyordu. Her şeyi olduğu gibi çizecekti. Asıl merak ettiği ise karşılaşacağı olaylara göstereceği tepkinin ne olacağıydı. Bu serüvene nasıl birisi olarak girdiğini, serüven boyunca karşısına çıkan olayların sonunda nasıl biri olarak geri döndüğünü, hepsini ama hepsini olduğu gibi çizmeye karar verdi. Denize bakan pencerenin karşısına geçip, bu harika manzarayı çizeceği zaman gereksinim duyacağı tüm detayları aklının bir köşesine kazımaya çalıştı. Körfez sanki poz veriyordu. Akşamüstü güneşinin solgun ışığı altında kıpır kıpır dans eden dalgalarla denizin rengi biraz daha koyulmuş, gökyüzünün turuncusu ile oluşturduğu tezat ortama daha çekici bir hava Smyrna’nınTılsımı Sayfa112 vermişti. Pencerenin kenarından burnunu uzatan körfez vapurunu fark ettiğinde eski bir dostu görmüş gibi sevindi. Yaşlı vapur yavaş yavaş görüntüyü boydan boya doldurmuş, alımlı gövdesiyle biraz önceki tabloyu kusursuz bir şekilde tamamlamıştı. Hiç beklemediği bir anda odanın içini dolduran düdük sesine yine el sallayarak yanıt verdi. Geldiği gibi ağır ağır manzarayı terk etmekte olan emektar vapur belli ki bu körfezi karış karış gezmiş, gün içinde kentin orasından burasına koşuşturan insanları eski motorlarının titreşimleriyle sallayıp, arkasında bıraktığı bembeyaz köpükten bir izle oyalayarak inecekleri iskeleye tazelenmiş bir ruhla teslim etmişti. Kısacık körfez yolculuklarında kim bilir neler görmüş geçirmişti. Kim bilir kaç kişinin dertleştiği ya da sevinçlerini paylaştığı sohbetlere sessizce kulak kabartmış, onların umutları ve kaygılarıyla yoğrularak her gün biraz daha buralı olmuştu. Gerçekten de, sanki çok şey bilmenin verdiği bir ağır başlılıkla körfezin sularını yara yara yüzüyordu. Bacasını hafifçe geriye doğru eğmiş, bende daha çok iş var der gibi neredeyse kıyıyı yalayarak, burnunu daha dün yanı başında oturup kahvaltı ettikleri Pasaport iskelesine çevirmişti. Birden, onun yerinde olmak istediğini düşündü. Şimdiye dek köşe bucak kaçtığı aidiyet duygusunun aslında ne denli büyük bir huzur kaynağı olabileceğini bu küçük körfez vapurunu izlerken fark etmişti. Serildiği yumuşak koltuğun rehavetiyle göz kapakları yeniden kapanırken, yaşlı motorların ritmik gürültüsünü işitir gibi oldu. Hayalinde iyiden iyiye duymaya başladığı sesler önce çok tanıdık gelen ama bir türlü çıkartamadığı bir şarkının ezgilerini, sonra da uyaklarıyla insanı beşik gibi sallayan, yabancı dilde bir şiirin dizelerini andırmaya başlamıştı. Ardından, ezgiler ve dizeler içlerindeki anlamları dışa vurmaya başladığında emektar vapurun kendine bir şeyler söylemeye çalıştığını hissetti. Sanki bilgeliğin yolunun insanların öykülerini paylaşmasından geçtiğini anlatıyordu. Birden, son birkaç gündür başından geçenleri kendisi için önemli olan birisiyle paylaşmanın iyi geleceğini düşündü. Zihninde anlatacaklarını toparlarken bir yandan da Alisha’nın numarasını çevirmişti. Böyle karmakarışık duygular içindeyken onun sesini duymaya, fikrini almaya ve kendisini cesaretlendirecek yorumlarını dinlemeye ihtiyacı olduğunu hissetti. Telefon henüz ikinci kez çalıyordu ki karşıdan gelen biraz endişeli ama neşeli bir ses içindeki tüm sıkıntıyı süpürmüştü. ‘Alo, Fotios sen misin?’ ‘Nasılsın Alisha? Uzun süredir arayamadım, özür dilerim.’ ‘Seni çok merak ettim. Neler oldu? Bir şeyler öğrenebildin mi?’ Smyrna’nınTılsımı Sayfa113 ‘Selanik’ten ayrılırken söylediğim gibi birkaç gündür Türkiye’deyim. Birçok kez arayıp olan biteni anlatmayı düşündüm ama olaylar o kadar hızlı gelişti ki öğrendiklerim aklımı karmakarışık etmişti. Ne anlatacağımı bile bilmiyordum.’ ‘Hep aramanı bekledim Fotios. Ama büyükannenin öyküsünün senin için çok önemli olduğunun farkına varmıştım. Fakat bu gün de aramasaydın daha fazla dayanabileceğimi düşünmüyordum.’ Alisha’nın sesindeki sevinçle karışık endişeyi konuşmanın daha başlangıcında fark etmişti. İlişkinin henüz ilk günlerinde araya giren bu uzun ayrılık her ne kadar haklı sebeplere dayalı gibi görünse de, Eleni’yle olan geçmişini ve onunla henüz tamamlanmamış bir hesabı olduğunu bilen bu zeki kadının her şeye rağmen sürdürmeye çalıştığı ilişkisi için endişelenmediğini düşünmek saflık olurdu. Tüm bunlara rağmen metanetini koruyor, genç yaşından beklenmeyecek bir olgunluk ve gururla bir yandan tüm duygularını olanca dürüstlüğüyle ortaya koyarken bir yandan da ondan gelecek karşılığın ne olursa olsun ama özgürce verilmiş bir karar olması için elinden gelen hoş görüyü göstermeye çalışıyordu. Alisha’ya, giderek onun aşkına karşılık olmayan bir aşkla bağlandığını hissetti. Bu denli iyi özelliklerle donanmış bir kadının duygularına karşılık vermek yerine, onu tanımlayamadığı nedenlerle sevmeye başladığını fark etmek daha çok hoşuna gitmişti. Büyük bir istek ve heyecanla başından geçenleri, olayların kendisi üzerindeki etkilerini hiçbir şeyi atlamadan bir bir anlattı. Alisha’nın da dinlerken gizleyemediği hayreti, merakla sözünü keserek sorduğu soruları ve olanlara karşı takındığı olumlu tavrı tam beklediği gibi cesaret vericiydi. Hepsini dinledikten sonra ne kadar sürerse sürsün sonuna dek orada kalıp, araştırmaya devam etmesini istemişti. ‘Bizimkilere çalıştığımı söyle. Bir süre daha burada kalırsam iyi bir öyküyle dönebileceğimi düşünüyorum. Birkaç ay içinde, yayınlayabilecekleri ilginç bir serüvenleri olacak.’ ‘Sana ne kadar güvendiklerini bilirsin. Hele bunu duyduklarında seni uzun süre rahatsız etmeyeceklerine bahse girerim. Türkiye’den bir öykü. Bu onlar için gerçekten büyük sürpriz olacak.’ Alisha’nın cesaret veren destekleyici tavrı tüm olumsuz duygularını yok etmişti. İçinden gelen coşkuyla, bu tasarıyı onunla paylaşma isteği dudaklarından dökülüverdi. ‘Bir şartım var ama… Birlikte çizeceğiz.’ Alisha bir süre bir şey söyleyemedi. Belli ki teklif heyecanlanmasına neden olmuştu. ‘Kesinlikle varım. Senin öykünü çizmek çok hoşuma gidecek, eminim.’ ‘Tamam o zaman. En kısa zamanda tekrar arayıp seni olan bitenden haberdar edeceğim. Despina’nın öyküsünü herkesin öğrenmesini istiyorum. Ne olmuş olursa olsun.’ Smyrna’nınTılsımı Sayfa114 ‘Telefonunu bekleyeceğim, hoşça kal.’ Alisha’nın duymak isteği başka şeyler olduğunu da hissetmişti ama bir türlü aklından geçenleri seslendirememiş, aniden kapıldığı telaşla telefonu neredeyse yüzüne kapatmıştı. Yaptığından pişman, elindeki telefona boş boş bakarken oda telefonunun çaldığını işitti. Ahizeyi kaldırdığında Nur’un sabırsız sesi tekrar kendine gelmesine yardımcı olmuştu. ‘Hala hazırlanamadın mı? Bu gidişle haftalarca burada kalmak zorunda kalacaksın. Acele et lobide bekliyoruz.’ Hızla çoraplarını ve ayakkabılarını giyip aşağıya inmesi iki dakikadan fazla sürmemişti. Lobiye indiğinde onu ilk kucaklayan Güneş hanım oldu. Dinlediği öykünün etkisiyle oldukça duygusallaşmış, bakışlarını gözlerine dikerek son gelişmelerden nasıl etkilendiğini tahmin etmeye çalışıyordu. ‘Umarım öğrendikleriniz sizi de benim kadar mutlu etmiştir. Kemal ve Nur da aynı duyguları paylaşıyorlar. Kabul ederseniz, aramıza hoş geldiniz demek için bu gece sizi bizim için çok özel bir yere davet etmek istiyoruz.’ Gördüğü yakınlıktan etkilenmişti. Henüz birkaç gün önce tanıştıkları bir yabancıyı ön yargısız ve içtenlikte aralarına kabul etmekte herhangi bir sakınca görmeyen bu insanları o da içtenlikle kucakladı. Ortaya çıkan duygusal manzara lobideki herkesin dikkatini çekmişti. Tanık oldukları mutlu görüntünün uzun süreli bir ayrılıktan sonra aile içi bir kavuşma ile ortaya çıktığını tahmin eden izleyicilerin konuşmaları kısa bir süre de olsa kesilmiş, yüzlerine yayılan tebessümler onları da mutluluğa ortak etmişti. ‘Tüm bu olanlar arasında en güzel şey sizleri tanımaktı. Hele şimdi…’ Nur’un her zamanki sabırsız tavrı sözlerini tamamlamasına engel oldu.‘Hadi bakalım, kimse ağlamadan çıkalım. Taksi kapıda bizi bekliyor.’ Komik bir şey duymuş gibi hep birlikte gülüştüler. Otelden neşeyle çıkarlarken, Nur onu biraz geriye çekip gidecekleri yerle ilgili sırrı kulağına fısıldayıvermişti. ‘Gideceğimiz yere ilk kez annemin bana hamile kaldığını öğrendikleri gün gitmişler. Tahmin edeceğin gibi tüm rakıyı babam içmiş. O gün bu gündür özel geceleri hep orada kutlarlar.’ Duyduğu şey çok hoşuna gitmişti. O da Nur’a takılmaktan kendini alamadı. ‘Bu gece hep birlikte içeriz herhalde.’ Güneş hanım ve Kemal bey arkalarından patlayan kahkahaları büyük olasılıkla biraz önceki neşeli halin devamı sanmışlardı. Yaklaşık beş dakika süren bir yolculuktan sonra ikinci kordonda inip Bornova sokağına saptılar. Az ilerde iki katlı bir evden bozma meyhanenin kapısına geldiklerinde Nur anlatmaya başlamıştı bile. Smyrna’nınTılsımı Sayfa115 ‘Kulüp Ali, babama göre, İzmir’de en iyi balık pişiren yerlerden birisidir. Bina oldukça eski bir Rum evi. Biraz dökük bulabilirsin ama yemekleri tatmadan fikir yürütme.’ Kapıdan girdiklerinde birkaç garson ve patronları olduğu belli olan daha yaşlıca bir adam Kemal beyi karşılamak için gelmişler, uzun süredir tanıdıkları belli olan misafirleri ile kısa bir sohbete girişmişlerdi. Sol tarafta boy boy ve çeşit çeşit balıkların sergilendiği camlı buzdolabından birkaç müşteri balık beğenmeye çalışıyorlardı. Girişin hemen sağındaki büyük bir odanın içine kurulmuş geniş bir masanın üzerindeki muhteşem balık sofrasının etrafında ise kalabalık bir gurup geceye çoktan başlamış, içkinin etkisiyle patlayan kahkahaları sokaktan bile duyulmaktaydı. Odanın ilerisinde ahşap bir merdiven kıvrılarak yukarı kata çıkıyordu. Nur yukarıda birbiri ile bağlantılı üç oda daha bulunduğunu, sessiz bir ortam isteyen müşterilerin üst katı tercih ettiğini anlattı. Meyhane sahibi Ali bey onları alt kat koridorunun açıldığı bir başka odadan geçirdikten sonra çok geniş olmayan bir bahçeye çıkartmıştı. Bahçedeki masalar da içerdekiler gibi, koyu sohbetlere dalmış, zaman zaman şen kahkahalarla kadeh kaldıran kadınlı erkekli gruplarla doluydu. Sonbaharın ilk ayı geride kalmış olmasına rağmen hava hala bahçede oturmaya elverişli görünüyordu. İki insan boyu kadar yükseklikte beyaz badanalı duvarlarla çevrili olan bahçedeki iki küçük ağaç ortama doğal bir hava vermek için yeterli olmuştu. Bembeyaz örtülerin serili olduğu masalar arasındaki mesafeler o kadar azdı ki, sanki tüm bahçe bir masada oturmuş hep bir ağızdan sohbet eder gibi görünüyordu. Ali beyin gösterdiği dört kişilik masaya oturduklarında ne istedikleri bile sorulmadan bir anda tüm mezeler bir bir önlerine konulmaya başlamıştı bile. En sonunda büyük bir şişe rakı da gelince Kemal bey herkesin bardaklarını önüne toplayıp sanki bu işte eşitlik en önemli şeymiş gibi tümüne aynı seviyede rakı doldurmuştu. Anlaşılan bu gecenin şerefine Nur da bir kadeh içmeye niyetliydi. Rakılara su ve buz da koyup hep birlikte kadeh kaldırırken Kemal beyin söylediklerini yaşamı boyunca unutamayacağını düşündü. ‘Ailemizin yeni ferdi ve daha önemlisi dostumuz için kadeh kaldıralım. Onu bir daha kaybetmemek dileğiyle.’ Ortamın duygusallığına kapılıp bir ekleme yapmaktan kendini alamadı. ‘Despina ve Ziya bey için de. Aralarında ne geçmiş olursa olsun.’ Kadehler ağızlara varmadan tekrar kalkmıştı. Rakının boğazını yakan hoş tadı ile birlikte içine çektiği anason kokusunun daha ilk yudumda başını döndürmeye başladığını fark etti. O anın güzelliğini belleklerine kazımaya çalıştıkları kısa sessizliği bozan ise her zamanki gibi Nur olmuştu. ‘Fotios’un getirdiği cevşenden herhangi bir şey çıkacak mı acaba?’ Smyrna’nınTılsımı Sayfa116 Kemal bey Nur’un bu konuda anlattıklarını anımsadığında, cevşeni iade etmesinden duyduğu memnuniyet sesinden açıkça belli olmuştu. ‘Gösterdiğin hassasiyet beni çok mutlu etti. Amcamdan kalan bu emanete herhangi bir zarar gelmeden içindekilerin ortaya çıkartılıp sonra tekrar eski haline getirilmesi için yarın onu bu işlerden anlayan bir tanıdığıma götüreceğim. Ama bende zaten babamdan kalan bir eşi var. O yüzden, eğer istersen, daha sonra onu senin saklamanın uygun olacağını düşünüyorum.’ Kemal beyin, aralarındaki bağın kopmasını istemediğini anlamıştı. Bir şey söylemeden, teklifi kabul ettiğini belli edecek şekilde hafifçe başını salladı. Duygusallığın içki masasının kaldıramayacağı boyutlara ulaşmakta olduğunu fark eden Nur konuyu değiştirmek için tekrar araya girmişti. ‘Babacığım madem aramıza katılamaya niyetli, bari Fotios’a aileden de bahset biraz.’ Kemal bey kızının isteğini haklı bulduğunu belirten bir ifadeyle başını sallayıp, bir süre anlatacaklarını toparlamaya çalıştı. ‘Babam Hamid Veli beyin dedesi bundan yaklaşık 130 yıl önce kendine ayrı bir yol çizmek için Darende’deki büyük aileden ayrılıp Aydın sancağına göçen ilk kişi. Burada evlenmiş ve tek çocuğu olmuş. Dedem Rüstem beyden sonra ise ailenin Darende’deki kısmıyla ilişki tamamen kopmuş. Babamın ve benim orası ile neredeyse hiç temasımız olmadı. Bildiğim kadarıyla, oldukça dindar, sayılan ve sevilen bir aile imişler. Ne kadar doğrudur emin değilim ama babam soylarının çok önemli kişilere dek ulaştığını söylerdi. Babasının ise dinine bağlı bir adam olmasına karşın, çağın gereklerini yadsımayan ve çocuklarının yeni usullere göre çağdaş bir eğitim almasını savunan bir kişi olduğunu da anlatmıştı. Şimdi düşünüyorum da o zamanlar onlar gibi düşünen insanlar olmasaydı bu ülke belki de son şans olarak yakaladığı fırsatı kullanarak çağdaş yaşam tercihini bu denli ısrarlı bir şekilde hayata geçiremezdi. Dedemin bu fırsatı kurgulayanlara bir katkısı olmadığı yadsınamaz ama milletçe kabulünde önemli rolü olan insanlardan biridir bana göre. Yine babamın anlattığına göre, her ne kadar büyük oğlunu savaştan uzak tutmaya çalışmış olsa da, onun o zamanlar yaşadığı hayatı hiçbir zaman onaylamamış ve oğlunun yaptıkları yüzünden ölene dek başı eğik gezmiş.’ ‘Ziya beyi bu denli zevk düşkünü, sorumluluktan yoksun bir yaşama iten neymiş acaba? Despina’ya olan aşkı mı?’ Aralarındaki bağlantı nedeniyle Ziya bey için hoş görülür bir neden bulmaya çalıştığını fark etmek hoşuna gitmişti. Bir yandan adamın o zamanlar Yunan ordusuna yardım etmiş olmasını olumlu buluyor, bir yandan da kendi insanlarının yanında tavır almaktan kaçınmasını kabul etmekte zorlanıyordu. Ama biraz düşününce, Ziya bey o zamanlar ne yapmış ve Despina ile Smyrna’nınTılsımı Sayfa117 aralarında ne geçmiş olursa olsun, olanları olduğu gibi kabullenip bu insanlarla kurmuş olduğu dostluğu korumaya karar verdi. Kemal bey soruya tatmin edici bir yanıt verememişti. ‘Sanmıyorum. Gerçi neler olduğunu tam olarak bilmiyoruz ama Despina’yı her ne olursa olsun, hele böyle bir durumda bu kadar kolay terk edebilmesi ona duyduğu aşkın şiirlerindeki kadar köklü olmadığını düşündürmüştü bana. En son, 9 Eylül sabahı erkenden eve gelip gizlice birkaç eşyasını alarak ortadan kaybolmadan önce babamı uyandırarak öpmüş ve ilerde bir gün mutlaka ona tekrar döneceğine ya da sadece onun için yazılmış bir defter bırakarak her şeyi anlatacağına söz vermiş. Amcamı bir daha hiç kimse görmedi. Dedem onun Türk kuvvetlerinden kaçıp saklandığını ve hala hayatta olduğunu düşünüyordu. Zavallı adam oğlunu her ne kadar hiç affetmemiş olsa da uzun bir süre her yerde gizli gizli aramış. Ama polisin de kendisi gibi amcamın peşinde olduğunu düşündüğünden, o zamanlar bu işin peşine gerektiği kadar düşememiş. Gerçi zor da olsa gizli gizli faytoncusu Murtakiyeli’den Darende’deki aile büyüklerine dek sormuş soruşturmuş ama hiçbir ize rastlayamamış. Babaannemin son nefesini oğlunun adını anarak verdiğini anlatmıştı babam. Karısı öldükten sonra ise, dedem bir daha amcamın adını ağzına almamış, üstelik babamın da bu konuda konuşmasını yasaklamış.’ Kemal bey bir süre dalıp gittikten sonra gülümseyerek sözlerine devam etti. ‘Amcamın söz ettiği gibi bir defter bırakıp bırakmadığını uzun süre düşünmüştüm. Bıraktıysa bile neler anlatabilirdi ki? Başından geçen birkaç ilginç olay ya da kendini aklamaya çalıştığı birkaç bahaneden başka ne olabilir? Ama Despina ile ilgili bir şeyler bulma olasığı oldukça yüksek olurdu herhalde diye düşünmekten de kendimi alamıyorum şimdi.’ Her ne kadar Ziya beyin anılarını anlattığı bir defter bulabilme fikri bir parça heyecanlanmasına neden olsa da, daha o zamanlar yapılan araştırmalardan bile herhangi bir sonuç elde edilemediğini duymak umudunu kırmıştı. Rakıdan büyük bir yudum alırken gözleri bir an için Nur’un bakışlarına takıldı. Onun da gözlerinde aynı duyguları dışa vuran çaresizliği fark etmişti. ‘O zaman bile hiçbir şey bulamadılarsa, bunca zaman sonra biz ne yapabiliriz ki?’ Sesi düş kırıklığını olduğu gibi yansıtmış olmalıydı ki, Güneş hanım söze girdi. ‘Daha dün, seksen yıl öncesi ile ilgili ne kadar önemli bilgiler elde ettiğinizi unuttunuz galiba. Bilgi kaynaklarına ulaşabilme yönünden o zaman yapılan araştırmaya göre dezavantajımız olduğu doğru, ama eğer birine bile ulaşırsak üstünü örtecek herhangi bir korkunun artık kalmadığını da anımsatmak isterim.’ Smyrna’nınTılsımı Sayfa118 Her zaman olduğu gibi durumu en akıllıca özetleyen yine Güneş hanım olmuştu. Öyle ya, bu gün hala bazı izlere ulaşmak mümkünse, en azından hiç kimsenin bunları gizlemek için bir nedeni kalmamış olmalıydı. Bardağın dolu yanını gösterdiği için Güneş hanıma doğru kadehini kaldırırken içten bir gülümsemeyle de teşekkürü unutmamıştı. Nur annesinin bıraktığı yerden sözü alarak bundan sonraki araştırma için planlamayı yapmaya başladı. ‘Şimdi yapmamız gereken ilk iş, varsa böyle bir deftere bizi ulaştıracak ipuçlarını aramak olmalı.’ Nur’un planının uygulanmasının ne denli zor olacağı Kemal beyin yüzünden açıkça belli oluyordu. ‘Ben böyle bir defterin var olabileceğinden uzun süredir haberdardım. Fakat gerek amcamın bu sözünü tutacağına dair inançsızlığım, gerekse böyle bir defter olsa bile içindekilerin önemi ile ilgili görüşlerim nedeniyle pek üstünde durmamıştım. Şimdi ise, Fotios’un öyküsünü dinledikten sonra yeni bir araştırmanın harcanan emeğe değeceğini düşünüyorum ama nereden başlayabileceğimize dair en ufak bir fikrim bile yok.’ Nur önemli bir şey bulmuş gibi parmak kaldırmıştı. ‘Bence bizim bu konuda yardım almamız gerek. O günleri bilen ya da bu konuda araştırmalar yapan birileri vardır mutlaka. Örneğin bir akademisyen. Böyle birinin bize en azından yol gösterebileceğinden eminim.’ Güneş hanım ise başka bir yoldan gitmeyi öneriyordu. ‘Geçen gün rastladığınız faytoncunun isim benzerliğin bir rastlantı olup olmadığından emin olmanız lazım önce. Niçin ondan başlamıyorsunuz?’ Bir süre tartışıldıktan sonra her iki yoldan birlikte gidilmesine karar verilmişti ki, Kemal bey yan masadan yüksek sesle isminin söylendiğini duyunca dönüp bakmak zorunda kaldı. Masasından kalkan kırk beş yaşlarında uzun boylu ve esmer bir adam dostça bir şeyler söyleyerek Kemal beye sarılmış, masada oturan diğer altı kişi de Kemal beyi son derece sıcak bir şekilde selamlamıştı. Bir süre ayaküstü sohbet ettikten sonra, Kemal bey arkadaşını masaya davet etti. Tanıştırırken kendisi için, Yunanistan’dan gelen bir akrabaları olarak söz etmişti. Arkadaşının isminin Aydın olduğunu, üniversitede patoloji bölümünde öğretim üyesi olarak görev yaptığını anlatırken, dışarıdan bakan birisi için durumun sıra dışılığının farkında değilmiş gibi görünüyordu. Halbuki bu ayrıntı Dr. Aydın’ın ilgisini çekmişti. Kısa sohbetleri sırasında birkaç yıl önce yaptığı bir gezide ülkesini çok beğenmiş olduğundan söz açıp, kendisinin de İzmir hakkındaki izlenimlerini sorduktan sonra araya sıkıştırdığı birkaç soru ile Kemal beyle akrabalık ilişkileri hakkında detay almaya çalışmıştı. Konunun kendileri için bile tazeliğini Smyrna’nınTılsımı Sayfa119 göz önünde bulundurarak, sadece uzaktan bir akrabalık ilişkisinin bulunduğundan söz ettiğinde, ayrıntı vermeye pek hevesli olmadığını fark eden Aydın daha fazla ısrar etmenin kabalık olacağını düşünmüş olmalı ki, bir süre daha sohbet ettikten sonra iyi geceler dileyerek tekrar masasına dönmüştü. Kemal bey arkadaşını uğurladıktan sonra yerine otururken yan masadakiler hakkında bilgi vermeye başladı. ‘Bu gurubun neredeyse tümü doktor. Ben Bornova Anadolu Lisesinde son sınıftayken onlar da hazırlık sınıfındaydılar. Bir sene boyunca etüd ağabeyliklerini yapmıştım. Yani gece etüdlerinde başlarında durup kendim de ders çalışırken bir yandan da sınıfta düzeni sağlıyordum. Aynı meslekten olmamız nedeniyle daha sonra da sık sık görüştük. Birbirlerine o kadar düşkünler ki, liseden mezun olduktan sonra aynı Tıp Fakültesine girdiler ve o zamandan beridir zorunluluklar dışında pek ayrı düşmediler. Bildiğim kadarıyla yaklaşık yirmi senedir her ayın ilk Cuma gecesi burada buluşurlar, sohbet edip sarhoş olduktan sonra ayrı bir yerde buluşan eşleri gecenin sonunda arabalarla gelip bunları toplar götürür.’ Yan masadakilere alıcı gözle baktıktan sonra Kemal beyin anlattıklarına hak vermişti. İlerleyen yaşlarına rağmen o kadar içten ve çocuksu bir şekilde eğleniyorlardı ki, eşlerinin niçin başka bir yerde buluştuğunu anlamak zor değildi. ‘Oldukça neşeli insanlar. Bunca yıl boyunca sürekli birlikte olunup ne konuşulur ki? Bu olsa olsa başkalarını dışlayan bir dostlukla açıklanabilir herhalde.’ Kemal bey yorumu tamamen haksız bulmadığını belli eden bir tavırla da olsa itiraz etti. ‘Bildiğim kadarıyla hepsi toplumla çok sıkı ilişkileri bulunan kişiler. Hangisine giderseniz gidin ellerinden gelen yardımı esirgemezler. Hepsinin dışa dönük ve arkadaş canlısı bir yaşamı vardır. Ama söylediğin belki bir anlamda doğru, göründüğü gibi herkes bir yana kendileri bir yana. Neler konuştuklarına gelince, ben de masalarında birkaç kez bulundum. En çok birbirlerine çocukça takılmaktan hoşlanırlar. Bir de, tarih ve politika konusunda bitmek tükenmek bilmeyen iddiaları vardır. İçlerinde birkaç kişinin bu konuda oldukça fazla okuduklarına ve profesyonel düzeyde bilgili olduklarına tanık olmuştum. Ama ortaya bir konu atılınca masada bilen bilmeyen iddialaşır. Hemen her toplantıda genellikle yakın tarih konusunda birkaç iddia kağıt peçetelere yazılarak taraflarca imzalanır ve saklanır. Günün birinde hepsini ortaya döküp hesaplaşacaklarını söyler dururlar.’ ‘Bize de yardımcı olabileceklerini mi söylüyorsun? Bana kalırsa bunlar bir gurup çocuktan başka bir şey değil.’ Nur’un dalga geçmek için ağzından dökülen sözler Kemal beyin üzerinde oldukça ciddi bir etki yaratmış gibi görünüyordu. En azından başlangıç için bir fırsat olabileceğini düşünmüş Smyrna’nınTılsımı Sayfa120 olmalıydı ki ‘Neden olmasın?’ diyerek yanıtladı. ‘Kendileri yardımcı olamasa bile en azından bazı kaynaklara ulaşmamızı sağlayabileceklerinden eminim. Sen ne dersin?’ Bu öykünün peşine düştü düşeli şansı o kadar yaver gitmişti ki, Kemal bey bu kadar ümitli olduğuna göre itiraz etmek için herhangi bir neden göremiyordu. Ellerini iki yana açıp ‘Nasıl isterseniz’ diyerek onayladı. Birkaç dakika sonra Güneş hanım ve Nur’u masada bırakıp yan tarafta yerlerini almışlardı bile. Kemal beyin olanı biteni anlatması yaklaşık yirmi dakika sürdü. Bu süre içinde Türkçe konuşulduğu için biraz sıkılmıştı, ama masadaki herkes konuyu o kadar ilginç bulmuştu ki tüm konuşma boyunca neredeyse hiç nefes almadan dikkatle dinlemişler, hatta aralarından bazılarının birkaç kez not aldığını dahi görmüştü. Kemal beyin anlattıkları bittiğinde herkes İngilizce konuşmaya başladı. Kendisiyle ve büyükanneyle ilgili sorular sormuşlar, Despina’nın fotoğraflarını elden ele dolaştırarak dikkatle incelemişlerdi. İlk ipucu, Psikiyatri profesörü olduğunu öğrendiği Tunç’tan gelmişti. ‘Ben çocukluğumda Murtakiyeli adında birini tanırdım. Kendisi daha yaşlı olmasına karşın, Musti’nin, yani babamın bayramını kutlamak için her bayram bize ziyarete gelirdi. Musti o zamanlar Tariş adında bir şirkette yönetici olarak çalışıyordu. Sanırım, vaktiyle bu Murtakiyeli denen adamı Tariş’te bekçi olarak işe almış. Adam o kadar minnettar kalmıştı ki babamın bir dediğini iki etmez bizim her türlü ufak tefek işimizi hiçbir karşılık beklemeden görürdü. Yanlış anımsamıyorsam, Kahramanlar’daki Ege Mahallesi’nde, Romanlar için yapılmış eski bir toplu konutta oturuyordu. Belki hala hayattadır. Sizin için bu konuyu yarın Musti’yle konuşacağım. Sonucu en kısa sürede Kemal’e bildiririm.’ Tunç’un anlattıkları masadaki herkeste bir sevinç yaratmış, konuyu birden bire sahiplenen diğerlerine de ek motivasyon sağlamıştı. Arkeoloji bölümünde doktora yapmakta olduğunu öğrendiği Nezih ise, ertesi gün Tarih bölümden Ergin Tıraşçı adında bir arkadaşının yeni evine ziyarete gideceklerini söyleyerek, yakın Türk tarihi hakkında çalışmakta olan arkadaşından Kemal beyden dinledikleri ile ilgili bilgi almaya çalışacağına söz vermişti. Yarım saat kadar daha konu ile ilgili sohbet ettikten sonra kalkarlarken, masadaki herkes yardımcı olabilmek için elinden geleni yapacağını söyleyerek iyi geceler diledi. Masalarına döndüklerinde balıkları gelmişti. Nefis bir Laos iştah açıcı bir görüntüyle büyük bir tabağın içinde boylu boyunca yatmaktaydı. Tazelenen umutlarıyla, yan masada olan biteni Güneş hanım ve Nur’a da anlattılar. Birer kadeh daha rakının eşliğinde silip süpürdükleri balıktan sonra kahvelerini yudumlarlarken, her birinin aklı gelecek birkaç gün içinde karşılaşmayı umdukları yeni sürprizlerle doluydu. Smyrna’nınTılsımı Sayfa121 BÖLÜM XIX Ertesi gün öğleye doğru uyandığında kendini oldukça zinde hissediyordu. Gece ortaya çıkan gelişmeler moralini düzeltmiş, vaat edilen yardımlarla yeni ipuçlarına ulaşabileceklerine dair bir sezgi, bu sabah dünyayı daha parlak gösteren farklı bir heyecan vermişti. Daha çok içtikleri halde bir önceki sabah olduğu gibi akşamdan kalma bir hali yoktu. Tam tersine, içinin her türlü sorunu halledebilecek bir enerjiyle dolu olduğunu hissediyordu. Banyodan çıktığında cep telefonunda Nur’dan gelen bir aramayı kaçırdığını fark etti. Dilinde çok eskilerden artık klasikleşmiş bir şarkı Nur’u geri ararken aniden açılan telefonla şarkıyı bir süre birlikte söylemişlerdi. All you ned is love, love Love is all you need. ‘Bakıyorum bu gün neşen yerinde. Ama bende seni çok daha fazla keyiflendirecek bir haber var. Yarım saat kadar önce babamın arkadaşı Tunç aradı. Bu sabah annesiyle babasını kahvaltı için dışarı götürmüşler. Sohbet esnasında dün gece sizden dinledikleri öyküyü aktardıklarında, Murtakiyeli’nin on üç yıl önce öldüğünü öğrenmiş.’ ‘Bunun neresi iyi haber?’ ‘İyi tarafı şu ki, bunun bir evlatlığı varmış ve hala hayattaymış. Bu adam da Tunç’un babasını oldukça iyi tanıyormuş. Hatta babalığının hastalığı sırasında gördüğü destek nedeniyle bize elinden gelen her türlü yardımı yapacağından da emin. Anlayacağın kendisi olmasa da evlatlığının adresini bulduk. Üstelik görüşmeye son derece önemli bir referansla gidiyoruz.’ Sabahtan beri devam eden ruh halini bu iyi habere yordu. Duyduklarıyla sabırsızlanmış, Nur’un ziyarete ne zaman gideceklerini neden hala söylemediğini merak ediyordu. ‘Ne zaman gidiyoruz?’ ‘Bu ne acele? Bu gün cumartesi, bakalım adamın vakti var mı?’ ‘…….’ ‘Peki peki, tamam. Babama rica edeyim bir telefon etsin. Senin bu halini duyunca Tunç belki insafa gelir de hafta sonu tatilinin bir kısmını bize ayırır.’ Sabırsızlıkla geçen bir saatten sonra Nur onu lobide kahve içerken yakalamıştı. Gözlerinde neşeli bir pırıltıyla içeri daldığında sonucun beklediği gibi olduğunu tahmin etti. ‘Hadi bakalım gidiyoruz. Bugün şanslı günündesin. Tunç babamı kırmayıp bir iki saatini bize ayırabileceğini söylemiş. Alsancak’ta babasının evinden onu da alıp birlikte gideceğiz.’ Smyrna’nınTılsımı Sayfa122 Sevinçle yerinden kalkarken neredeyse masadaki kahveyi deviriyordu. Bir an yaptığının kabalık olabileceğinin farkına varıp, Nur’a kahve isteyip istemediğini sordu. Genç kadın, bu acelesini anlayışla karşıladığı belli olan bir gülümsemeyle yanıtlamıştı. ‘Başka zaman. Hem babam da arabada. Bizi bekliyor.’ Tunç’u Alsancak’taki evin önünden alıp gidecekleri mahalleye varmaları en çok on beş dakikalarını almıştı. Mahalle hemen bitişiğindeki semtten bir demir yoluyla ayrılmış, içlerinde farklı bir yaşam tarzının sürdüğü belli olan tek katlı eski evleri ve sokaklarında gerek giyimleri gerekse tavırlarıyla oldukça değişik görünen fakir ama mutlu insanlarıyla sanki kentten ayrı bir getto havasındaydı. Mahalleyi ortadan bölen geniş sokak, gelen geçen arabaların arasında nasıl olup da hiç birisinin herhangi bir kazaya sebep olmadığına şaştığı, sürekli koşarak oynayan çocuklarla doluydu. Yaşlılar ise yol kenarındaki kaldırımlara çektikleri sandalyelere oturmuşlar, çoğu ağzında birer sigara, gürültüye aldırış etmeden sanki denizi seyreder gibi uzaklara dalıp gitmişlerdi. ‘Ege mahallesine hoş geldiniz. Namı diğer Roman mahallesi. Yakın zamana kadar buradan geçmek için yürek isterdi. Fakat son yıllarda oldukça düzeldi ve dışardan ziyaretler arttı. Sanırım bizim de çekinmek için pek fazla bir nedenimiz olmamalı artık.’ Tunç’un mahalleye daha önce de geldiği ve eskiden kalan izlenimleri nedeniyle duyduğu huzursuzluğu yatıştırmak istediği sözlerinden belli oluyordu. Arabayı ana sokak üzerindeki kahvenin yakınındaki bir ara sokağa park ettiler. İyi giyimli dört kişinin indiğini gören birkaç yaşlı adam yerlerinden kalkıp karşılamaya gelmişlerdi. İçlerinden birisi, arabanın etrafına toplanan çocuklardan en büyük olanını yakalayıp sert bir sesle bir şeyler söyledi. Nur adamın büyük çocuğu ziyaretçilerin arabasına herhangi bir zarar gelmemesi için bekçi diktiğini fısıldamıştı. Adamlar hepsinin ellerini sıkıp hoş geldiniz anlamına geldiğini düşündüğü bir şeyler söyledikten sonra kahvede boşalttıkları bir masaya buyur ettiler. Henüz oturmuşlardı ki yaşlı bir garson hepsinin önüne birer bardak çay koydu. Etraflarında oturanların bakışları nedense daha çok Nur’un üzerinde yoğunlaşmıştı. Nur ne düşündüğünü fark edince biraz rahatsız ama gülümsemeye çalışarak nedenini anlattı. ‘Kahvelerde kadınların oturmasına pek alışık değiller. Her ne kadar son yıllarda bu gelenek yıkılmaya başladıysa da bu mahalle için henüz geçerli değil anlaşılan.’ Kemal bey ve Tunç adamlara bir şeyler anlatmaya başlamışlardı. Konuya hemen girmiş olduklarını, zaman zaman kendisini işaret etmelerinden ve ara sıra Murtakiyeli’nin adının geçmesinden anlayabiliyordu. Uzun süre konuştuktan sonra adamları razı etmiş olmalıydılar Smyrna’nınTılsımı Sayfa123 ki içlerinden birisi bağırarak sokakta oynayan çocuklardan birisini çağırmış, adam bir şeyler söyledikten sonra çocuk koşarak çıkmıştı. Nur heyecanla son konuşulanları kendisi için çevirdi. ‘Yaşlı adam Muratkiyeliyi çağırtıyor. Adam öldüğüne göre bu bizim faytoncu olmalı.’ Gerçekten de aradan henüz beş dakika bile geçmeden birkaç gün önce faytonuna bindikleri genç adam kahvenin kapısından girmişti. Kendisini çağırtan yaşlı adama doğru ne istediğini merak eden gözlerle bakarken masada onları da fark edince gülümseyerek hızla yanlarına geldi. Yarı İngilizce yarı Türkçe ama son derece candan bir tavırla hoş geldiniz diyordu. Bir süre sohbet edilip çaylar içildi. Nur sürekli konuşulanları kendisi için çevirmeye çalışıyordu. Murat önce kendisini niçin aradıklarını öğrenmek istemiş, faytonda bir eşyalarını kaybettiklerini sanarak, telaşla hiçbir şey bulmadığını söyleyip kendini savunmaya çalışmıştı. Aslında aradıklarının kendisi değil de, onunla adaş farklı bir Murtakiye’li Murat’ın oğlu olduğunu anlattıklarında rahatlayarak bir kahkaha atmış, ardından da aradıkları kişinin babası olduğunu söylemişti. Bir an herkes sustu kaldı. Hepsinin aklında olaylar birleşmiş yerli yerine oturmuş gibiydi. Tunç kendini tanıttıktan sonra, uygunsa babasıyla görüşmek istediklerini söylemesine rağmen adam bin dereden su getirip babasının çok hasta olduğunu, kimseyle görüşmesinin mümkün olmadığını söyleyip duruyordu. Bir an Nur’la göz göze geldiler. İkisi de çözümün ne olduğunu fark etmiş birbirlerine gülümsüyorlardı. Kimseye fark ettirmeden cüzdanından elli euro çıkartıp masanın altından Nur’a uzattı. Genç kadın yine aynı şekilde masanın altından parayı yanında oturan Murtakiyeli’nin avucuna sıkıştırdığında, adamın birden bire değişen tavrına kendilerinden ve belki de masadaki yaşlı adamdan başka kimse bir anlam verememişti. Hep birlikte sokağa çıkıp yaklaşık yüz metre kadar ileride dört katlı, duvarları rengarenk boyalı ve oldukça eski bir yapı olduğu belli olan bir toplu konuta doğru yürüdüler. Merdivenlerden çıkarlarken bir arada yaşayan bina sakinleri meraklı gözlerle onları seyrediyor, bağıra çağıra yollarını kesen çocuklardan bazıları da Murat’tan enselerine yedikleri birer tokatla çil yavrusu gibi dağılıyorlardı. Üçüncü katta koridor boyunca sıralanmış eski kapıların birinden teker teker içeri girdiler. Evi dolduran yoğun bir yanmış yağ kokusu insanın içini kaldırıyordu. Kapıda Murat’ın karısı olduğunu tahmin ettikleri orta yaşlı ama oldukça güzel bir kadın kocasıyla bir şeyler konuştuktan sonra bağıra çağıra evin içinde oynamakta olan sekiz on yaşlarında iki oğlanı kapı dışarı etmişti. Odanın içinden hemen yanındaki başka bir odaya geçtiler. Büyükannenin mutfağındakine benzer bir sedirde oturmakta olan yaşlı bir adam onları görünce baskına uğramış gibi bir telaşla yerinden Smyrna’nınTılsımı Sayfa124 kalkmaya çalışmıştı. Murat gülümseyerek bir şeyler söyledikten sonra yaşlı adamı sakinleştirerek tekrar yerine oturttu. Babası olduğunu öğrendikleri adam, misafirler kendisine tanıştırılırken rahatlamış görünüyordu. Oturduğu yerden kalkmadan herkesin elini tek tek sıkıp hoş geldiniz derken gözü ona ve söylenenleri çevirmekte olan Nur’a takılmıştı. Tanışma faslı bittikten sonra Tunç babasından bahsedip, selamını iletince yaşlı adamın gözleri doldu ve bin bir zahmetle de olsa yerinden kalkıp Tunç’u kucakladı. Anlaşılan Tunç’un babasının kendilerine yaptığı yardımı hala minnetle anıyordu. Bir süre sohbet ettikten sonra Kemal bey ve Tunç konuya girdiler. Nur’un, ‘şimdi olan biteni anlatıyorlar’ diyerek çeviriyi kısa kestiği uzun bir sohbetten sonra Murat ve babası oldukça hüzünlü görünüyorlar, ara sıra kaçamak gözlerle kendisini süzüyorlardı. Yaşlı adam bir süre düşündükten sonra, Nur’un rahatça çeviri yapmasına fırsat verecek bir hızda, bir yandan hatırlamaya çalışarak anlatmaya başlamıştı. ‘Benim babamın adı Murtakiyeli Murat’tır. Allah ruhuna huzur versin, kendisi asıl babam olmasa da bir babanın oğluna yapabileceği hiçbir şeyi benden esirgememiştir. Önce annemi sonra da babamı kaybedip küçük yaşta kimsesiz kaldığımda, kalan birkaç akrabam da bakamayacaklarını söyleyip beni sokağa atmışlardı. Sanırım yıl 1945’di. Henüz on yaşımdaydım. Sokaklarda bir başıma aç susuz ağlamaktan şişmiş gözlerle dolaşıp dururken beni buldu, yanına çırak aldı. O da kimsesiz, yalnız bir adamdı. Hiç evlenmemiş, bir aile sahibi olamamıştı. Hikayemi dinledikten sonra beni evlat edindi. Öyle resmi olarak değil tabii. Biz aramızda anlaştık baba oğul olmaya. Hasan olan ismimi değiştirip bana babasının adı olan Raşit ismini verdi. Sonra ben evlendiğimde de ölene dek bizimle oturdu. Ben de oğluma onun adını verdim. Ayrıca, üç kuşaktır aynı mesleği sürdürüyoruz. Ben de Murat da, onun hem adına hem mesleğine sahip çıktık.’ Yaşlı adamın hüzünlü öyküsü herkesi etkilemiş görünüyordu. Kısa bir sessizlikten sonra tane tane sanki babalığının anısına ters düşecek sözlerden sakınırmış gibi tekrar anlatmaya başladı. ‘Allah kendisine ve çocuklarına hep iyi günler göstersin, Mustafa bey babamı 1960 yılında Tariş’te işe soktuğunda hepimiz oldukça rahat ettik. Bir yandan o yaşına daha uygun bir işte daha çok para kazanıyor, bir yandan da ben elden geçirip yenilediğim faytondan eve üç beş kuruş getiriyordum. Bizi çok sevmesine rağmen geçmişiyle ilgili çok ketum davranırdı. Sizin sözünü ettiğiniz yıllarla ilgili pek fazla şey anlatmadı. Sadece işgal yıllarının insanlar için çok zor zamanlar olduğundan ve Allah’ın kimsenin başına böyle bir dert vermesini istemediğinden söz etmişti. İkinci savaştaki kıtlık zamanlarında dahi o günleri hatırlayıp haline şükrederdi.’ Smyrna’nınTılsımı Sayfa125 Kemal bey adamın nefeslenmesini fırsat bilip araya girdi. ‘Arkadaşı Ziya beyden, Despina’dan ve onların öyküsünden hiç bahsetmedi mi size?’ ‘Vallahi Kemal bey’ diye başlamıştı söze yaşlı adam, ‘Eğer Mustafa beyin oğlu Tunç beyle gelmemiş olsaydınız ben babamla ilgili bu anlattıklarımı dahi anlatmazdım. Ama mademki kendisi rica etmiş, size benim de duyup anlam veremediğim bazı şeylerden de söz edeceğim artık.’ Bu uyarıdan sonra adamın fikrini değiştirecek herhangi bir sözü ağızlarından kaçırma korkusuyla hepsi sus pus oldular. O ise yarattığı etkiden memnun, tekrar anlatmaya başladı. ‘Dediğim gibi babam o yıllarla ilgili konuşmayı pek sevmezdi. Ama Allah’ın işlerine de akıl ermez. Yıllar geçip yaşlandıkça daha çok konuşur oldu. Bir çeşit bunama babacığımı pençesine aldı ve o ciddi, kendini bilir adam son yıllarında artık ne kendini ne de bizleri tanır olmuştu. Sık sık Ziya bey ve Despina adında bir hanımdan söz ederdi. Ziya beyden çok mert bir adam olarak bahsettiğini hatırlıyorum. Zaman zaman uyukladığı yerden kalkıp bana doğru gelir ‘Merak etme Ziya bey emanetini verdim Despina’ya’ derdi. Emanet neydi, Ziya bey ile Despina kimdi hep merak etmiştim şimdiye dek. Şimdi anlıyorum ki sevgili babacığım dostuna söz verdiği önemli bir görevi yerine getirmiş. Hep böyleydi zaten, verdiği söze sadık bir adamdı.’ Bir süre durduktan sonra biraz çekingen bir ifadeyle sözlerine devam etti. ‘Ama hala anlam veremediğim bir şeyler var bu olaylarda. Bazen… Genellikle öğleden sonraları iyice yorulduğunda saldırganlaşır, eline geçirdiği bıçağı bana doğru sallarken, Ziya bey sonun geldi artık yediğin haltların hesabını vereceksin diyerek üstüme yürürdü. Kaç kez canımı elinden zor kurtardım. Uzun süre bıçakları kilitli bir dolapta tutmak zorunda kaldık. Ölürken son sözleri ise yüzüme bakıp beni Ziya bey sanarak af dilemesi olmuştu.’ Faytoncu Raşit’in son anlattıkları herkesin üzerinde şok etkisi yaratmış gibiydi. Kemal bey şaşkınlıktan ilk kurtulan kişi olarak son bir şey daha sormaya cesaret etti. ‘Babanızın çevrenizdekiler dışında görüşmeye devam ettiği bir tanıdığı ya da arkadaşı var mıydı? Gidip geldiği bir dostu? Eski bir tanıdığı?’ ‘Babam pek fazla arkadaşı olan birisi değildi. Yeni insanlar tanımaktan da pek hoşlanmazdı. Sanki herkesten saklanır gibi bir hayat sürdü ve öldü. Ama, Turgutlu’da ara sıra gidip geldiği bir çocukluk arkadaşı vardı galiba. Ben hiç görmedim, çünkü bize hiç gelmedi. Sanırım babam onu bizim fakir evimize davet etmekten çekinmişti.’ ‘Adı neydi hatırlıyor musunuz?’ ‘Adını hiç duymadım. Zaten bizi de hiç götürmedi oraya. Günü birlik gider gelirdi kendisi. Darendeli Hoca diye bilirdik biz onu.’ Smyrna’nınTılsımı Sayfa126 Nur’un attığı çığlık herkesin dönüp kendisine bakmasına neden olmuştu. Son cümleyi ancak şaşkınlığı geçip özür diledikten sonra çevirebildi. O andan itibaren herkesin kafası iyiden iyiye karışmış, bunca uyumsuz bilgi arasında hangisinin doğru hangisinin düş ürünü olduğunu düşünerek bir süre oldukları gibi kalmışlardı. Yaşlı adamdan öğreneceklerinin bittiğini anlayınca gitmek üzere kalktılar. Her biri tek tek elini sıkıp teşekkür ettiler. Murat onlara arabalarının yanına dek eşlik etmiş, almış olduğu elli euroyu yine kimseye belli etmeden Fotios’un avucuna sıkıştırmıştı. Bir an birbirlerine bakıp dostça gülümsediler. Mahalleden ayrılırlarken Murat da herkesle birlikte arkalarından uzun süre el sallamıştı. Smyrna’nınTılsımı Sayfa127 BÖLÜM XX Dönerken hepsinin kafası karışmış, son duyduklarını bildikleri ve umduklarına nasıl ekleyeceklerini kestiremeden geçmişin gizemleri arasında kaybolmuşlardı. Uzun süren sessizlik, Tunç’un arabasını almak için babasının evinin önünde inmesiyle bozuldu. Görüşmenin açıklayıcı olmaktan çok kafa karıştırıcı olduğunu o da fark etmişti. Ayrılmadan önce ziyaretin ne kadar işe yaradığını anlamak için Fotios’u yoklamaktan kendini alamadı. ‘Umarım bir yararı olmuştur.’ Kendilerine yardım için hafta sonu tatilinin bir kısmını ayıran bu kibar adama teşekkür edebilmek için arabadan o da indi. ‘Hem de çok. Hatta eminim, üzerinde bir süre düşündükten sonra daha da fazla ipuçları elde edeceğiz. Üstelik araştırmayı ilerletebileceğimiz yeni bir yön de keşfettik. Her şey için teşekkürler.’ Herkes Tunç’a uzun uzun teşekkür ettikten sonra vedalaşıp ayrıldılar. Kemal bey otelin önünde durmadan devam edince bir şeyler söyleyecek gibi oldu ama Nur babasının onu bırakmayı unutmadığını, annesinin akşam yemeğine getirmeleri için sıkı sıkıya tembihte bulunduğunu anlatınca bu niyetinden vazgeçti. Artık o da kabullenmişti bu ülkedeki misafirliğin gereklerini, hem evin oğlu gibi olmuştu neredeyse. Sonuçta, her ne kadar onlarla da ilgili olsa, tüm aile sanki işi gücü bırakmış kendisinin Selanik’ten buralara taşıdığı bir gizemin peşine istekle takılmışlardı. Bundan sonra da harekatın karargahı olacağı belli olan Kemal beyin evinde daha birçok toplantı yapılacağı belliydi. En iyisi fazla ses etmeden söylenenlere uyup, işin gidişatını bozacak uyumsuzluklardan kaçınmam gerek diye düşündü. Bu nedenle, Güneş hanımın fikrini bile sormadan planladığı akşam yemeğine gitme konusunu ağzını açmadan kabullenmiş, ekibin tam anlamıyla bir parçası olduğunu hissetmeye başlamıştı. Eve vardıklarında Güneş hanım masayı hazırlamış, heyecanla onları bekliyordu. Olan biteni en ince ayrıntısına dek anlattılar. Herkesin morali biraz düzelmiş gibiydi. Hepsi yeni edindikleri bilgilerle, Muratkiyeli’nin cevşeni Despina’ya Ziya beyin emaneti olarak teslim ettiğine inanmışlardı. Bu da onları, nedense herkesi bir süredir huzursuz eden başka bir erkek fikrinden uzaklaştırmıştı. ‘Her şeyi anladım da Murtakiyeli’nin ölmeden önce Ziya beye meydan okuyan sözleri neydi onları hiç anlamadım.’ Kemal bey öğleden sonra dinlediklerini defalarca aklından geçirmiş, kafasında kurguladığı öyküye hiç uymayan bu sözlerin nedenini anlamaya çalışıyordu. Smyrna’nınTılsımı Sayfa128 ‘Babacığım, belli ki adam o sıralar Alzheimer hastalığının pençesinde kıvranıyormuş. Her şeyi karman çorman etmiş olamaz mı? Öyle bir durumda söylenen tüm sözlerin gerçeklikle mantıklı bir bağlantısı olması şart mı?’ Kemal bey kızının getirdiği bu akılcı ve reddedilmesi neredeyse olanaksız açıklamayı duyduktan sonra rahat bir nefes alacaktı ki karısı aklından geçenleri dillendiriverdi. ‘Belki de o hiç tahmin etmediğiniz birisi.’ Herkes Güneş hanımın ne kastettiğini anlamıştı. Şüpheyle geçen kısa bir sürenin sonunda hep bir ağızdan itiraz ettiler. ‘Mümkün değil.’ Güneş hanım onları alaycı bir gülümsemeyle süzdükten sonra konunun daha fazla üzerine gitmeden otoriter bir sesle hepsini masaya çağırdı. ‘Hadi bakalım yemeğe. Bütün gün aç gezdiniz o yüzden kafalar çok iyi çalışmıyor… Hadi Fotios, sana da söylüyorum.’ Hep birlikte masanın etrafında yerlerini aldılar. Gün boyu açlıktan guruldayan midesini memnun edebilmek için tabağına her çeşit yemekten birer parça almıştı. Bir süre hiçbir şey düşünmeden sadece yiyip içmek istiyordu. Konuşmadan geçen bu süre içinde duyulan sadece çatal bıçak tıkırtıları olmuştu. Doymaya başladığını hissettiği sırada Kemal beyin telefonunun çaldığını işittiler. Heyecanla başlayan konuşmanın giderek canlılığını kaybettiğini hissetmesi gelen haberin pek iç açıcı olmadığını anlamasına yetmişti. Kemal bey telefonu kapatıp masaya döndüğünde beklediğini bulamamış olduğu yüzünden okunuyordu. ‘Arayan Mustafa’ydı. Cevşeni verdiğim, bu işlerden oldukça iyi anlayan bir dostum. İyi haber, cevşene hiç zarar vermeden açıp içindekileri okuyabilmiş. Kötü haber ise, içinde eski yazı ile yazılmış bildik duadan başka bir şey yok. Tekrar eski haline getirip Pazartesi günü iade edecek.’ Herkesin yüzündeki hayal kırıklığı herhangi bir söze gerek kalmadan duygularını açıklamaya yetiyordu. Demek ki eğer bir gün kendisini aramak için peşinden gelirse, Despina’nın papaza söylediklerinden başka Ziya beye iletilmesini istediği bir sözü yoktu. Belki de isterse onları arayıp bulmasını, becerebilirse tekrar sahiplenmesini, kendisiyle birlikte gelmeyen Ziya beye bırakmıştı. Onu hiç unutmamıştı ama anlaşılan bundan sonraki sorumluluğu da onun omuzlarına yıkmak istiyordu. Kemal bey tekrar çalan telefonunu pek de istekli olmayan bir tavırla açmıştı. Arayanın Nezih olduğu dışında konuşulanlardan bir şey anlamadı. Ama Güneş hanım ve Nur’un yüzlerinden ortada önemli bir şeyler olduğunu da sezebilmişti. Kemal bey telefonu kapattıktan sonra hayretten donakalmış ifadesiz bir yüzle olanları anlatmaya başladı. Smyrna’nınTılsımı Sayfa129 ‘Arayan Nezih’ti. Ergin beye durumumuzdan ve dün gece konuştuklarımızdan bahsetmiş. Anlaşılan ilgi çekmeyi de başarabilmiş. Adamın elinde o dönemle ilgili oldukça fazla miktarda belge ve mektup olduğunu söylüyor. Akşama kadar özel kütüphanesinde konuyu araştırmışlar. Ergin beyin aynı dönemle ilgili yaptığı başka araştırmalardan anımsayabildikleri ve kütüphanede bazı kaynaklardan edindikleri bilgileri toparladıklarında ilginç sonuçlara ulaşmışlar. Yorgo’nun İzmir Metropoliti Hristostomos ile çok yakın olduğunu ve işgal sırasında savaşa hazırlanan Türk birliklerinin konumları ile bölgedeki direnişçiler hakkında elde ettiği bilgileri onun üzerinden Yunan işgal kuvvetlerine aktardığını tahmin ediyorlar. Bu durumdan haberdar olan yeni Türk idaresi ise, savaşın son günlerine doğru Yorgo’nun kaçmasını önlemek amacıyla tutuklanması için gizli bir emir bile çıkartmış. Ama 9 Eylül’de kente giren Türk kuvvetleri iş yerine yaptıkları baskında adamı kendi deposunda asılı olarak bulmuşlar. Yani bu bilgi, Yorgo’nun direnirken öldüğü bilgisi ile çelişiyor.’ Nur anlatılanlara kendini kaptırmış, içinden geçenlerin dudaklarından dökülmesini önleyememişti: ‘Belki de direnirken yakalayıp buldukları yere astılar.’ ‘Sanmam. Mahkemeye çıkartıp itiraflarını aldıktan ya da kanıtları kayda geçtikten sonra cezalandırmayı tercih edeceklerini düşünüyorum.’ Fotios’un bu şekilde araya girmesi tartışmanın bir fikir jimnastiğine döndüğünü gösteriyordu. Herkes taraf tutmadan konuya yaklaşıyor, sorunun çözümü için fikrini çekinmeden ortaya atabiliyordu. ‘Ya da onu bulanlar düzenli kuvvetler değildi… Belki de Nezih’ten aldığınız bu bilgi doğru değil… Ama her ne olursa olsun, bu konuda daha fazla tahminde bulunmak için henüz yeterli veri olmadığı da belli.’ Güneş hanım konuyu açıklığa kavuşturmak için girişilen çabalara bilimsel sınırı çekmişti. Anlaşılan bundan sonra eldeki diğer verilerle ilgilenmenin daha doğru olacağını ima ediyordu. ‘Hepsi bu mu? Konuşmanıza kulak misafiri olduğumda sanki daha başka şeylerden de bahsettiniz gibi geldi bana.’ Kemal bey kızının uyarısıyla atlamış olduğu detayı hatırlayarak anlatmaya başladı. ‘Az daha unutuyordum. Nezih Kara Ali’den de bahsetmişti. Kendine bu adı takan bir kişinin, işgalin ilk yıllarında Celal Bayar’ın kurduğu direniş örgütüne girdiği ama bağlantısı dışında gerçek kimliğini bilen kimsenin olmadığından da söz etti. Bağlantısı olan kişi bir baskında Yunan askerleri tarafından öldürülünceye kadar Ankara’ya birçok işe yarar bilgi ulaştırdığını da düşünüyorlar. Ama oldukça muğlak olan bu kişi hakkında güvenilir bilgi çok az.’ ‘Kim olduğuna dair izi sürülebilecek bir ipucu da mı yok?’ Smyrna’nınTılsımı Sayfa130 Kemal bey, eşinin kulak misafiri olduğu telefon konuşmasındaki detayı kendisi de anımsayınca gülümsemek zorunda kaldı. ‘Bütün konuşmalarımı bu kadar dikkatli dinliyorsan yandık.’ ‘Hadi baba kendine bir şeyler çıkartmayı bırak da konuya dön lütfen.’ ‘Neyse, Nezih’in bu konuda söylediği son şey, Ergin beyin elindeki bir belgede adamın adının Kıpti Kara Ali olarak geçtiğiydi.’ Anlatılanları pür dikkat dinlemesine karşın son cümledeki bir kelimeyi kaçırmıştı. Kemal beyin sözünü biraz çekinerek de olsa kesmek zorunda kaldı. ‘Kıpti ne demek?’ Güneş hanım biraz önceki tahmininde haklı çıkmanın verdiği memnuniyetle eşine fırsat bırakmadan, her zamanki gibi kelimeleri tane tane telaffuz ederek açıklamaya koyuldu. ‘Kıpti, Mısır’ın eski halkına Araplar tarafından verilen isimdir. Yani Firavunların soyundan gelenlere. Ama Osmanlı’da Çingene ulusunu tanımlamak için de kullanılırmış.’ Açıklamayla birlikte biraz önce onların kapıldığı hayrete düşme sırası şimdi kendine gelmişti. Herkesin aklından geçeni seslendirirken, söylediklerine kendisi bile inanamıyordu. ‘Yani, Kara Ali ile Murtakiyeli aynı kişi mi? Çok saçma.’ Murtakiyeli gibi bir faytoncunun işe yarayacak bilgileri nasıl toplayabileceğine, yakın arkadaşı Ziya beye nasıl olup da bıçakla saldırıp yaralayacağına, böyle bir şeyi yapmış olsa bile niçin tekrar denemediğine ve Despina’ya Ziya beyin emanetini teslim etmek için elinden geleni ardına koymamasına anlam verememişti. Düşündüklerini anlattığında ne Kemal bey, ne Güneş hanım, ne de Nur’dan herhangi bir itiraz geldi. Anlaşılan herkes son bilgilerin uyumsuzluğu ile ilgili kaygılarını paylaşıyordu. ‘Çok saçma’ diye yineledi. ‘Ya bu bilgiler yanlış, ya da atladığımız bir şeyler var.’ Gecenin geri kalanında yapılan tüm tartışmalara, ortaya atılan yeni fikirlere rağmen akla yakın herhangi bir açıklamaya ulaşamamışlardı. Sonunda Nur’un teklifinde uzlaştılar. ‘Biz niçin bu tartışmayı bir kenara bırakıp, Darendeli Hoca hakkında bir araştırmaya girişmiyoruz? Bakalım adamın bizimle bir ilişkisi var mı?’ Kemal bey Nur’un önerisine aklına gelen yeni bir fikirle katkıda bulundu. ‘Ben yarın sabah Engin’i arayayım. Hani Kulüp Ali’de Tunç’ların masasında gördüğümüz iri yarı bir doktor vardı ya. Anımsadığım kadarıyla babasının ailesinin o zamanlardaki adı Kasaba olan Turgutlu ile ilişkisi vardı. Belki bize araştırmamızda yardımcı olabilecek birilerini bulabilir.’ Tüm gece yapılan ve hiçbir sonuca ulaşmayan tartışmalardan sonra, bu fikir oldukça akla yakın bir öneri olarak hemen kabul gördü. Ertesi gün buluşmak için sözleşip oteline dönmek Smyrna’nınTılsımı Sayfa131 üzere kalktığında, kalması için yapılan tüm ısrarları reddetmesi nedeniyle, Nur’un kendisini otele bırakmasına ses çıkartamamıştı. Yol boyunca Ziya beyi düşündü. Despina’yı gerçekten sevmiş miydi acaba? Yoksa Despina gibi onlar da sözde bir aşkın peşine takılmış, olayları olduğu gibi değil de umdukları gibi mi değerlendiriyorlardı? ‘Zavallı Despina’ diye geçirdi aklından, belki de o iki çapkın kahverengi gözün peşine takılmış, tüm yaşamını yalan bir aşkın anısı için harcamıştı. Aynen Alisha gibi. Cafe Diascouri’de onun yeşil gözlerinin içinde kendi yalancı gözlerini gördüğünde de aynı hislere kapılıp telaşlanmamış mıydı? Aklına gelen bu anı onu oldukça rahatsız etmişti. Durumu fark eden Nur telaşlandı. ‘Neyin var? Oldukça huzursuz görünüyorsun.’ ‘Sence ben Ziya’ya benziyor muyum?’ Nur bir süre fotoğraflardaki görüntüyü anımsamaya çalıştıktan sonra gülerek yanıtladı. ‘Hiç sanmıyorum… Belki sadece gözlerin.’ Smyrna’nınTılsımı Sayfa132 BÖLÜM XXI Uyanmış olduğunu fark ettiğinde günün ilk ışıklarıyla aydınlanan odanın tavanına ne kadar süredir bakmakta olduğunu anımsayamadı. ‘Belki sadece birkaç saniye’ diye düşündü. Oysa, göz kapakları üzerinde uykusuzluğun ağırlığını hala hissediyor olması, gece boyu uykuya dalıp dalmadığı konusunda bile şüphe duymasına yol açmıştı. Bir yandan da, bilincinin uzun süre bedeninden hatta kendi düşlerinden bile kopup başka bir yerlerde dolaştığını, tüm benliğini ele geçiren bu iç sıkıntısının da, geri dönerken beraberinde getirdiği bir ağırlık olduğunu hissediyordu. Sıkıntı hissinin giderek azalmasını beklerken tam tersine hızla arttığını fark etmek moralini bozmaya başlamıştı. Kalbinin çarpıntısını artık kulaklarında hissediyor, hızla büyüyen bir kitle gibi göğsünü sıkıştıran duygunun neden olduğu telaşla sıklaşan nefesi, başının dönmesine neden oluyordu. Bu garip endişe yerine korkuyu tercih edeceğini düşündü. Çünkü her korkusu için bir neden anımsayabiliyordu. Ama bu iç sıkıntısı sanki korkunun evrim geçirmiş hali, ya da nedensizlik kipi gibi bir şeydi ve daha can yakıcıydı. Zorla da olsa ayağa kalkmayı başarıp, titremesine bir türlü engel olamadığı bacaklarına yardımcı olmak için bir eliyle duvara tutunarak lavaboya ulaşmaya çalıştı. Ardı ardına hızla yüzüne çarptığı soğuk su bir parça da olsa kendine gelmesine yardımcı olabilmişti. Yüzünü kuruladığı havluya gömmüş bir şekilde tekrar yatağına ulaştığında sakinleşmeye başladığını hissetti. Oldukça sersemlemesine neden olan bu duyguyu daha önce yaşadığını hiç anımsamıyordu. Kalbini dörtnala kalkmış bir at gibi koşturan ve ölüm korkusunu andıran ama nedenini bir türlü çıkartamadığı bu endişe neredeyse tamamen kaybolmuştu ama biraz öncesini düşününce, yine sırtından soğuk bir yel geçer gibi oldu. Akşam yemeğinde içki içtiğini anımsamıyordu. Mide bulantısı ya da karnında ve göğsünde herhangi bir ağrı da hissetmediğine göre, organik bir nedene bağlı olamaz diye düşündü. Zihnini ne kadar zorlarsa zorlasın, sıkıntıyı ilk olarak hissetmeye başladığı ana ulaşamıyordu. Sanki bunda başka birinin parmağı varmış ya da duyduğu sıkıntı başka birininmiş de, aynı duyguları birlikte yaşamışlardı. Bir an, normalde farkına varılmasının mümkün olmadığı kadar kısa bir süre içinde zihninde belirip kaybolan bir görüntüyü yakalayıp aklında tutmayı başarabildi. Bir çift göz. Korku dolu ve insanın içine bakabilen bir çift gözdü aklının ağlarına takılan. Yüz yok, sadece gözler. Bir başkası için korkan, seven, endişelenen, çaresiz bir çift göz. Smyrna’nınTılsımı Sayfa133 Göğüs boşluğundaki tüm organları yerinden oynatan çarpıntısının tekrar başlayacağını sezince, korkusu merakına galip gelerek, başını şiddetle iki yana sallayıp unutmaya karar verdi. Aynı şeyi göze alamayacaktı. Otelin restoranında kendisi gibi erkenci birkaç kişiyle birlikte yaptığı mükellef bir kahvaltı moralini bir parça olsun düzeltmişti. Resepsiyon görevlisine yarım saat kadar deniz kıyısında olacağını haber verdikten sonra dışarı çıktı. Otel ile deniz arasındaki çimlerle kaplı bölgede bir süre durup etrafını seyrederken, sabah sporu yapanlar ve kıyıdaki banklara oturup denizi ve martıları seyreden insanların yüzlerindeki huzuru kıskanmadan edemedi. Böyle yaşayan insanları seyretmeyi seviyordu çünkü onları görmek dünyada karmaşa ve korkunun yanında mutluluk ve dinginliğin de bulunduğunu kanıtlıyordu. Bu huzur dolu ortamdan kendine de bir pay çıkartabilmek için boş bir banka doğru yönelmiş, bir yandan da bu insanların gördüklerine inandığı, manzaranın bir yerlerinde gizli olan ipuçlarını aramaya başlamıştı. Başının üzerinden neredeyse teğet geçen bir martının kuyruğuna takılan bakışları giderek yükselip gökyüzünde şekilden şekle giren bembeyaz bulut kümelerine ulaştığında, çocukken babasıyla yaptığı gezintilerde oynadıkları bir oyunu anımsadı. Bulut kümelerinin neye benzediği ile ilgili hiçbir zaman bir birini tutmayan tahminleri, onları her zaman eğlendirmiş olması yanında, zaman içinde daha iyi tanışmalarına da neden olmuştu. Bir gün babasına niye kendisinin gördüklerini göremediğini sorduğunda aldığı yanıtı bu gün bile anımsayabiliyordu: ‘Ben senin düşlerini hiç görmedim ki.’ Başkalarının düşlerini görmek… Eğer mümkün olabilseydi, bu gerçekten onun düşü mü olurdu hala? Ya da düşünün başkası tarafından görüldüğünü bilen kişi aynı düşü görmeye devam edebilir miydi? Üstünden geçip gitmekte olan bulutu bir kadın siluetine benzetti. Önüne düştüğü rüzgarın etkisiyle ortaya çıkan ufak tefek şekil değişiklikleri siluete sanki canlıymış havasını veriyor, bu da kendisinde izlendiği hissini uyandırıyordu. Daha dikkatli bakınca, biraz Alisha’nın, biraz da Eleni’nin hatları fark etti. Hangisi olduğunu anlamak için gözlerini kısarak başını biraz daha geriye attığında ise, sanki Nur’un yüzünü görür gibi olmuştu. ‘Beni yakaladın.’ Şaşkınlıkla yerinden fırladı. Yaramazlık yapan bir çocuk gibi utanmıştı. Oyun oynadığının anlaşılmasından çekindiği için hiç bozuntuya vermeden Nur’un elini sıkarak yanında yer gösterdi. ‘Evet, yakaladım.’ Nur, düşündüğü muzırlığı yapamadan fark edilmiş olmanın verdiği düş kırıklığını biraz yaşayarak, biraz da taklit eden sevimli bir tavırla oturdu. Smyrna’nınTılsımı Sayfa134 ‘Sürpriz yapacaktım.’ Sonra, kendini tutamayıp, gülerek itiraf etti. ‘Biraz da korkutmayı düşünmüştüm.’ Sadece gülümsemekle yetindi. Nur’un sessizce oturup o huzur veren manzarayı seyredebileceğini düşündüğünden daha uzun bir süre hiç konuşmadılar. Geçirdiği tatsız deneyimin etkisinden henüz kurtulmayı başarmıştı ki yüzünde dolaşan meraklı bakışları hissettiğinde bir açıklamaya yapması gerektiğini düşündü. Ama ne söyleyeceğini, söze nereden başlayacağını bilemiyordu. ‘Sanırım dün gece çok kötü bir şey oldu.’ Bir süre hiçbir şey söylemeden şaşkınlık ve merakla bakakalan Nur beklediği soruyu sormamıştı. ‘Sanır mısın?’ ‘Emin değilim. Yani tam olarak bilemiyorum. Çocukluğumdan beri zaman zaman olurdu. Bazen kendimi başka bir yerde hissederdim. Olmadığım bir yerde. Ama öyle basit bir duygu değil, geçtikten sonra da geriye gerçeklik hissini bırakan bir duygu. İnanç gibi. Olmadığını düşündüğün bir şeye inanmak gibi.’ Nur’un gözlerindeki düş kırıklığını gördüğünde günah çıkarır gibi sözlerine devam etti. ‘Biliyorum, sana o gün anlatmam gerekirdi bunu. Bana kendinden bahsettiğin gün. Ama yapamadım, çekinmiştim.’ ‘Benim gibi olmaktan mı korktun?’ ‘Tabii ki değil. Keşke senin gibi olsam. Keşke birileri de bana bunun nedenini anlatsa ve beni ikna etse.’ Nur’un gözlerinde beliren hoşgörü içinin rahatlamasına neden oldu. Kendine bile itiraf etmekte zorlandığı bu akıl dışı inancını paylaşabileceği tek kişinin Nur olduğunu düşünerek, geçirdiği deneyimi anlatmaya karar verdi. ‘Dün gece bir şey oldu. Ne olduğunu anımsayamıyorum. Ama verdiği sıkıntı hissini hala unutabilmiş değilim.’ Nur benzer deneyimleri nedeniyle psikiyatristinden öğrendiği belli olan en doğru soruyu sordu. ‘Ne olduğunu sanıyorsun?’ ‘Bence bir düş gördüm.’ ‘Hepsi bu mu?’ ‘Hayır. Sanki benim gördüğüm gerçekti. Ben, başka birisinin dün gece gördüğü düşü gördüm. Bundan neredeyse eminim.’ Nur’un merakla bakan gözlerinden ne soracağını anlamıştı. Smyrna’nınTılsımı Sayfa135 ‘Anımsamıyorum. Aklımda kalan sadece bir çift göz. Sanki ölmekte olan, çaresiz, sevgi dolu bir çift göz.’ Nur ancak aradan geçen uzun bir sessizlikten sonra anlatacaklarının bittiğinin farkına varabilmişti. ‘Sana iyi bir psikiyatrist önerebilirim.’ Konuyu daha fazla deşmenin gereksiz, belki de tehlikeli olduğunu düşünüyor olmalıydı ki, işi sulandırmaya niyetlenmişti. ‘İyi olduğundan emin misin?’ Nur ne demek istediğini anlamıştı. Gülerek karşılık verdi. ‘Adama haksızlık etme. Benim için elinden geleni yapıyor.’ Smyrna’nınTılsımı Sayfa136 BÖLÜM XXII O gün Pazar olduğu için tüm günü kendilerine ayırdılar. Kentin görülmeye değer yerlerini gezmek için ellerine geçen son fırsat olduğunu düşünerek, şehrin hızla büyüyen, oldukça fakir bir semti içinde neredeyse kaybolmakta olan Kadifekale’ye gittiler. Tüm körfezi ve şehri görebilen bir dağın üzerine kurulmuş bu eski kaleden geriye kalanları gezerlerken, Nur bir gece önce internetten toparladığı bilgileri profesyonel bir rehber gibi aktarmaya başlamıştı. Kentin beş bin yıllık bir tarihi olduğundan bahsetti önce. Truva savaşından sonra uzun süre sahipsiz kalan bölge daha sonra Erektidlerin eline geçmiş. Kral Tantanos’un MÖ 1400 civarında Amazonlara yenilmesinden sonra ise kent, Amazon Kraliçesi Smyrna’nın adıyla anılmaya başlamış. Kimileri ise yenilenin Kral Tantanos değil de, Amazonların o mağrur kraliçesi Smyrna olduğunu söylerlermiş. Güya Tantanos savaş sona erip de yaralı bir şekilde önüne getirilip atılan kraliçeyi zaferini taçlandırıp herkese ibret olsun diye kendi kılıcıyla öldürecekken gözleri Smyrna’nın boynundaki deri bir tılsıma takılmış. İşte o an karşısındaki tek memeli, yara bere içindeki düşmanına yıldırım aşkıyla vurulmuş. Onunla evlenip kraliçesi yapmış ve kente de çok sevdiği eşinin adını vermiş. Bazıları, kraliçe Smyrna’nın boynundaki tılsımın, çok daha önceleri Amazonların kraliçesi olan Hippolyte’ye babası Savaş Tanrısı Ares’in hediye ettiği ve Herakles’in öldürdükten sonra ondan çaldığı büyülü bir deri kemerin, dövüş sırasında kopup Hippolyte’nin avucunda kalmış bir parçasından yapılmış olduğunu söylerlermiş. Tantanos bu tılsımı görünce ne için savaştığını unutup can düşmanına ömrünün sonuna dek sürecek bir aşkla bağlanmış. İşte o günden beri de bu kentin adı Amazon kraliçesi Smyrna’nın adının değişik kültürlerdeki farklı okunuşlarıyla söylenir olmuş. Kale ise ilk kez yine burada, İskender’in generallerinden Lysmachos tarafından MÖ 4. yüzyılda yaptırılmış, ama bugüne kalan yapılar daha sonra bölgede hakim olan uygarlıkların elinden çıkan yapılarmış. Kaleyi gezdikten sonra, girdikleri kuzey kapısından çıktıklarında az ilerde iki katlı derme çatma bir binanın terasındaki kafeye oturup çay içmeye karar verdiler. Manzaraya karşı neşeli bir sohbetin ardından keyfinin geri geldiğini hissetmeye başlamıştı ki Nur’un telefonu çaldı. Kemal bey, Turgutlu’da yapacakları araştırma ile ilgili olarak Dr. Engin’in, babası ile bir görüşme ayarlayacağını iletmek için aramıştı. Yaklaşık beş dakika kadar sonra ise Dr. Engin aradı. Kısa bir konuşmadan sonra telefonu kapattığında Nur’un sevinci gözlerinden okunuyordu. Smyrna’nınTılsımı Sayfa137 ‘Sana bir sürprizim var.’ Ne olduğunu soramadan devam etti. ‘Dr. Engin bizi babasıyla bu öğleden sonra görüştürecek. O yıllarda henüz çocuk olmasına karşın bize yararlı olabilecek bir şeyler anımsayabileceğini düşünüyor. Çok şanslı bir adamsın.’ Bu sevinci paylaşmak ona da iyi gelmişti. O da oldukça heyecanlanmış, kendisini buralara sürükleyen amacı için onca gayret gösteren bu insanlara karşı hissettiği duyguların uzun süredir özlemini çektiği duygular olduğunu düşünmüştü. ‘Evet, çok şanslıyım.’ Nur bir an bir şey söyleyecekmiş gibi ağzını açmış ama hiç beklemediği bu dolaysız duygu ifadesi karşısında, benzer durumlarda kendisinden her zaman umulan o zirzopça tavrı gösterememişti. Başka bir şey konuşmadan kalktılar. Şehre inip öğle yemeğini ikinci kordonda bir çöp şiş lokantasında yedikten sonra Fuarı gezdiler. Öğleden sonra saat üçteki randevularına dek zaman geçirmeye çalışıyorlardı. Karşıyaka’ya doğru yola çıktıklarında saat neredeyse iki buçuk olmuştu. Yaklaşık onbeş dakikalık bir yolculuktan sonra Karşıyaka iskelesinin önünden Engin’i aldılar. Engin uzun boylu, iri yapılı ve oldukça neşeli, teklifsiz ama içten biriydi. Henüz iki gün önce tanışmış olmalarına karşın gösterdiği yakınlığı, babasıyla ayarladığı görüşmenin de rahat geçeceğine işaret olarak yorumladı. Kordondan Bostanlı’ya doğru giderlerken bu tarafın da en az karşı taraf kadar modern ve güzel yapılarla, parklar ve enfes bir kıyı şeridiyle bezenmiş olduğunu fark etti. Bir yandan etrafı seyrediyor bir yandan da Engin’in anlattıklarını dinliyordu. Kendisi gibi doktor olan babasını bugünlerde artan sağlık sorunları nedeniyle kontrol etmek için ziyarete gitmeyi planladığını, bu sırada Kemal beyden aldığı telefon üzerine onları da birlikte götürmeye karar verdiğini anlatıyordu. Ayrıca, babasının da bundan memnun olacağından, eski günleri anmanın kendisine iyi geleceğinden bahsederken, özellikle vurguladığı bir özelliği umutlarını oldukça arttırmıştı. ‘Biraz yaşlandı ama zehir gibi bir belleği vardır. 1930’lar ve sonrası ile ilgili anımsayabileceği çok şey olduğundan eminim.’ Beş on dakika içinde eve varmışlardı. Kapıyı açan, yaşına göre oldukça dinç görünen tombulca bir hanım Engin’in elinden kendini kurtarmayı başardıktan sonra son derece içten bir tavırla hoş geldiniz anlamına geldiğini düşündüğü bir şeyler söyleyip, onları da içeri davet etti. Gördüğü manzara çok hoşuna gitmişti. Büyükannenin söylediklerini anımsayarak, döndüğünde annesi ve babasını daha sık ziyaret etmeye karar verdi. Kim bilir ne kadar şaşıracaklardı. Bunun kendisine de iyi geleceğini fark etti. Onlara ihtiyacı olduğundan ve boşa geçen bunca yıl boyunca sürüp giden soğukluk ve ilgisizliğinin sorgulanmadan, hiç üzerinde Smyrna’nınTılsımı Sayfa138 durulmadan unutularak aynı şekilde karşılık göreceğinden emin olmasına birkaç dakika önce gördükleri yetmişti. Salona geçtiklerinde, oldukça uzun boylu ve yapılı bir adam olan babası oğlunun sesini duyduğunda okumakta olduğu gazetesini bırakıp ayaklanmıştı bile. Baba oğul bir süre birbirlerine sarılıp şakalaştılar. Tanışma faslının ardından Engin ve Nur’un çevirmenliği ile kendisine yöneltilen nezaket sorularını yanıtladı. Daha sonra Engin kendisi ve konu ile ilgili olduğunu anladığı uzunca bir konuşma ile durumu babasına anlatmaya çalışmıştı. Yaşlı adam dinlerken zaman zaman duygulanıyor, zaman zamansa şaşkınlıkla gözlerini açıp heyecanla anlatılanları takip etmeye çalışıyordu. Ara sıra Nur’un da yardımıyla aktarılan öykü bittiğinde kısa bir süre bir şey söylemeden arkasına yaslanıp uzaklara daldı gitti. Sonra oğluna dönüp alçak sesle bir şeyler söyledi. Engin, babasının bir elini avuçları arasına alıp, bir süre heyecanının geçmesini bekledikten sonra söylenenleri kendisi için çevirebilmişti. ‘Oldukça acıklı bir öykü olduğunu söylüyor, ama o zamanlar benzeri birçok öykünün daha yaşandığını dinleyerek büyümüş.’ Yüzünden, eski canlılığını tekrar kazandığı belli olan yaşlı adam bir şeyler daha söylemişti. ‘Şimdi sorularınızı yanıtlamaya hazırmış.’ ‘Bize o zamanlar Turgutlu’da yaşamış olabilecek biri hakkında bilgi verebilir mi? Darendeli Hoca adıyla bilinen biri hakkında.’ Soruyu duyan yaşlı adam yine heyecanlanmış, yanıtı ise oldukça uzun sürmüştü. Nur’un bile dinlerken yerinde oturmakta zorlandığını gördüğünde, anlatılanların sona ermesi için içindeki sabırsızlığı bastırmanın giderek güçleşmekte olduğunu fark etti. Sonunda, çeviriyi yapmaya başlarken, Engin de oldukça şaşırmış görünüyordu. ‘Bu isimden söz edildiğini oldukça iyi anımsıyor. Çocukluğunda bununla ilgili birçok söylenti duymuş. Anlatılanlardan aklında kaldığı kadarıyla, 1935 yılında geçen oldukça etkileyici bir aile dramı. O zamanki adıyla Kasaba’da bu isimde, herkesçe sevilen bir adam varmış. Hacı Zeynel Camii’nin imamı olan bu adam, aynı zamanda çok iyi bir cilt ustası ve hattatmış. Evinin bir odasında kurduğu atölyesinde Mushaf ve diğer kitaplara her biri birer sanat eseri olan ciltler yapar, bazı örneklerini o zamandan kalmış camilerin duvarlarında bugün bile görebileceğiniz sülüs yazı ile yazılmış tahtadan levhalar oyarmış. Din konusunda o kadar bilgiliymiş ki, zamanın müftüsü bile bazı konularda ona danışırmış. Hatta, bir hutbede Fatiha suresini yedi farklı şekilde yorumlamış da, ilk birkaçından başkasını cemaatten anlayabilen bir kişi bile olmamış. Smyrna’nınTılsımı Sayfa139 Bunca ilmine ve sanatına karşın, karısı ve küçük oğluyla oldukça alçakgönüllü bir yaşam süren bu adam halk arasında yayılmakta olan ününden giderek rahatsız olmaya başlamış, hatta birkaç kez Kasaba’yı terk edip memleketine dönmeye karar vermesine karşın araya giren hatırlı kişiler onu bu fikrinden vazgeçirmişler. Bir gece, yaşadığı evden gelen silah sesleriyle bütün mahalle uyanmış. Tüm aileyi katleden adamlarsa, çıkan kargaşada kaçıp kaybolmuşlar. Polisin yaptığı soruşturma da sonuçsuz kalınca olay zaman içinde unutulmuş, kapanmış gitmiş. O gece eve girenler gördüklerini birbirlerine anlata anlata olayı bir efsaneye çevirmişler ama aslının ne olduğu hiç anlaşılamamış. Kimileri olayın İngilizlerin başının altından çıktığı söylemişler. Babam, bunun da diğer birçok dedikodu gibi gerçekle bir ilgisinin olmadığını düşünüyor.’ Engin sözlerini tamamlayıp sustuğunda ortalığı oldukça uzun süren bir sessizlik kaplamıştı. Bir an Nur ile göz göze geldiler. Her ikisi de dinlediklerini hala anlamaya çalışıyorlar ama o ana dek kafalarında oluşturmaya çalıştıkları serüvenin neredeyse birbirine bağladıkları kopuk uçlarını şimdi iyice ellerinden kaçırmış olduklarını hissediyorlardı. Yine olan olmuştu işte. Bu konu hakkında kimden bilgi almaya çalışsalar, anlatılan her yeni öykü ile var olan bilgiler içinden çıkılmaz hale geliyordu. Ne ilgisi vardı şimdi İngilizlerin bu olayla? Hem de 1935 yılında. Bu adamlar, o zamanlar bu ülkeden çoktandır çekip gitmemişler miydi? Savaş biteli on yıldan fazla olmuştu. Koskoca İngiliz İmparatorluğu bu kadar süre sonra Turgutlu’da gizli bir operasyon mu düzenlemişti yani? Çaylarını bitirip gitmeye hazırlanırlarken, babasının Engin’e yeni bir şeyler fısıldadığını gördü. Ailece kapıya kadar geçirdikleri sırada Engin son duyduklarını da aktarmayı unutmamıştı. ‘Bu konuyu en iyi bilen kişi o zamanların müftüsü, şimdi hayatta olmayan Hasan Basri beymiş. Babam, onun akrabalarından biri ile evli olan şimdiki müftü Mehmet beyden de bu konuda bilgi edinebileceğinizi, hatta görüşmek için kendisini referans gösterebileceğinizi de söylüyor.’ Tekrar tekrar teşekkür edip çıktıklarında, bu ziyarette edindiği bilgilerin gerçekliği konusunda pek tatmin olmamıştı ama öğrendiği önemli bir şey vardı. Artık, bir an önce bu işi bitirip Atina’ya dönmeye can atıyordu. Smyrna’nınTılsımı Sayfa140 BÖLÜM XXIII Kemal bey ertesi sabah erkenden Turgutlu Müftülüğünden Mehmet beye telefonla ulaşıp Engin’in babasının da adını vererek onlar için randevu istemişti. Konuyu ana hatlarıyla öğrenen müftü ise heyecanını saklayamamış, söz konusu olaya bir zamanlar kendisinin de ilgi duyup araştırmış olduğunu belirterek elinden gelen her türlü yardımı yapacağına söz vermişti. Öğleden sonra saat ikideki randevu için Nur onu otelin önünden aldığında yoğun Pazartesi trafiğinden eser kalmadığını gördüler. Rahat bir sürüşle Bornova üzerinden Turgutlu’ya doğru yol alırken bir gün önceki görüşmeleri hakkında onlarca fikir üretmişler ama bir arpa boyu bile yol alamadıklarını görmek –bu deyimi Nur’dan öğrenmişti- heveslerini kırmıştı. Her bir görüşme onları başka birine yönlendiriyor fakat edindikleri her yeni bilgi konuya bir açılım getirmek şöyle dursun, kafalarının daha da karışmasına neden oluyordu. Üstelik sahip oldukları bilgi dağarcığı içinden hangisinin gerekli, hangisinin konu ile ilgisiz olduğunu ayırmak da giderek zorlaşıyordu. Belki de araştırma için takip etmeleri gereken yolu kaybetmişler, tamamen farklı bir öykünün peşine takılmışlardı. Turgutlu’ya vardıklarında, müftülüğe ulaşmak için birkaç kez durup yol sormaları gerekti. Oldukça eski bir geçmişe sahip olan şehrin içinde ilerlerken, o zamanları anımsatan herhangi bir yapıya rastlamamaları yadırgamıştı. Sanki her yer bir ara tümüyle yıkılmış sonra tekrar inşa edilmiş gibiydi. Belli ki bu insanların geçmişleriyle aralarındaki bağ hayatın zorlu koşullarına koşulsuz teslim olmuş, gündelik zorunluluklar kendilerini eskilerin anısına karşı dayatmıştı. Müftülükte oldukça iyi karşılandılar. Kısa bir beklemeden sonra Turgutlu müftüsü Mehmet bey odasının kapısına kadar çıkarak onları buyur etmişti. Müftü kelimesinin anlamını Nur’dan öğrendikten sonra karşısında hayalinde tasarladığı kişiye hiç uymayan, herhangi bir devlet memuru görünümündeki bu güler yüzlü adamı görmeyi yadırgamıştı. Kısa bir süre hal hatır sorulmasından ve tanışma faslından sonra, yaptıkları araştırmanın öyküsü ile ilgili olarak Mehmet beyin sorduğu soruları detaylı bir şekilde yanıtlamak zorunda kaldılar. Müftü özellikle, Despina’nın emanet ettiği cevşenin papazlar tarafından yıllar boyu kutsal bir emanetmiş gibi saklanmasından ve içeriği hakkında yapılan yorumlardan oldukça etkilenmiş görünüyordu. Onları kendisine getiren kısma ulaştıklarında ise sözlerini nazik bir şekilde keserek bildiklerini anlatmaya başladı. ‘Dr. Rasim beyin adını duyduğumda görüşme isteğinizi tereddütsüz kabul ettim. Kendisi buradan yetişmiş çok kıymetli bir insandır. Rasim bey hakkındaki bilgilerim, aslen buralı olan Smyrna’nınTılsımı Sayfa141 eşimin ailesi yoluyla olmasına karşın, zaman zaman ilçemize yaptığı ziyaretler sırasında şahsen de tanışmış ve görüşmüştük. İlgilendiğiniz konu hakkında anlattıkları büyük oranda gerçeği yansıtmasına rağmen bazı eksiklikleri de tamamlamak gerekecek. Darendeli, asıl adı Nuri olan zamanının oldukça sevilen ve sayılan bir din adamı. Eşim, Darendeli’nin karısının uzaktan bir akrabasının torunu oluyor. Evlilik yoluyla aileye girdikten sonra, işgal ve sonrasındaki Turgutlu, yani o zamanki adıyla Kasaba hakkında dinlediğim çoğu oldukça acıklı öyküler içinde ilgimi çekenlerden biri de bu olmuştu. Doğal olarak Darendeli’nin de bir din adamı, üstelik eşimin uzaktan da olsa akrabası olması olay hakkında daha fazla bilgi edinebilmemi kolaylaştırmıştı.’ Nur, adamın nefeslenmesini fırsat bilerek sorduğu soruyu daha sonra yanıtıyla birlikte kendisi için de çevirdi. ‘Darendeli’nin adının Nuri olduğundan emin misiniz?’ ‘Aslında bu da, diğer bir çoğu gibi kesin olmayan bir bilgi. Vefatından önce eşimin büyükannesinden dinlediğim kadarıyla bir seferinde karısına, bunun babasının değil de şeyhinin verdiği isim olduğunu söylemiş.’ Bir süre kendisini merakla izleyen gözlere dikkatle baktıktan sonra sorunun anlamını kavradığı anlaşılan sözleriyle öyküsüne devam etti. ‘Araştırmalarınız sonucu elde ettiğiniz bulguların peşine takılıp beni görmeye buralara kadar gelmenizden ve öykünüzdeki detaylardan anladığım kadarıyla bu soruyu sormanızın nedeni aslında onun başka birisi olduğunu ummanız. Belli ki, Darendeli’nin, dedenizin kardeşi Ziya bey olduğunu düşündüğünüz için şu anda birlikteyiz.’ İkisi de söyleyecek söz bulamadılar. Bir süredir birbirlerine bile itiraf etmedikleri düşünceleri en sonunda olaylara dışarıdan bakan biri tarafından dile getirilmişti işte. ‘Umutlarınızı kırmak istemem ama bu bana biraz zorlama gibi geliyor’ diyerek anlatmaya devam etti. ‘Ziya beyin işgal yıllarındaki yaşantısı nedeniyle savaş bittikten sonra ortadan kaybolmaya karar vermesi, yıllar sonra tekrar eskiden yaşadığı yerlere yakın bir yer olan Kasaba’ya yeni bir kimlikle dönmesi ve bir aile kurup yaşantısını burada sürdürmesi akla yakın olasılıklar. Ama Ziya beyin anlattığınız kişiliği ve eğilimlerinin, hatta almış olduğu eğitimin Darendeli Hoca’nın kimliğiyle örtüşmediğini de itiraf etmemiz gerekiyor.’ Nur’un çevirisi için müftünün zaman zaman verdiği aralardan birisi olan bu fırsattan yararlanarak o da bir soru sormak istemişti. ‘Darendeli buraya ne zaman yerleşmiş?’ Smyrna’nınTılsımı Sayfa142 ‘1929 yılında. Bizdeki kayıtlara göre işe müezzin olarak başlamış. Ana adı Fatma baba adı ise Adem olarak görünüyor. Kısa sürede fark edilerek, ihtiyaca binaen Hacı Zeynel Camiine imam-hatip olarak atanmış. Büyüklerden dinlediğim kadarıyla, cemaat tarafından sevilen sayılan birisi imiş. Vaazlarında hep aklın yolunu gösterir, yobazlar tarafından dinin çıkar amaçlı kullanımına karşı çıkarmış. Aynı zamanda usta bir cilt ve hat sanatçı olduğunu da biliyoruz. Yazdığı ya da tahtaya oyduğu bazı dini levhalar hala buradaki camilerin duvarlarını süslemektedir. Birçok kişinin evindeki Kuran-ı Kerim’ler onun yaptığı ciltlerin içinde bugüne dek hiç hasarsız ulaşabilmişlerdir. Bunlardan bir tane de bende var. Geleceğinizi duyunca görebilmeniz için kütüphanemden çıkartıp getirdim.’ Büyük bir itinayla masaya koyduğu Kuran’ın cildinin gerçekten dikkat çekecek ölçüde yüksek bir yeteneğin eseri olduğu belli oluyordu. Derinin büyük bir sabırla dantel gibi işlenmesi ile elde edilen desenler, koyu renkli deri tabakasının içine gömülmüş görünümüyle ve olanca alımlılığı ile hala ilk yapıldığı zamanki gibi göz kamaştırıcı bir görünüme sahipti. ‘Bu benim elimde olan tek örnek. Kaplamada koyun derisi kullanmış. Bu eserinde uyguladığı tarzın adı Zilbahar şemseli Yekşah cilt olarak bilinir. Tüm kapağı kaplayan kafes görünümündeki desenler Yekşah denen ucu sivri bir metalle deri üzerine bastırılarak yapılmıştır. Ama farklı tarzlarda yaptığı birçok örneği de buradaki bazı kişilerin evlerinde görmüştüm. Anlayacağınız, Darendeli sözünü ettiğiniz Ziya beyden oldukça farklı birisi.’ ‘Bize ailesinden ve ölümünden de bahsedebilir misiniz?’ Nur kendilerine dayatılan fikri kabul etmeye pek istekli görünmüyordu. Mehmet bey de bu durumu fark etmişti. Onları kırmamak için hiç nazlanmadan anlatmaya devam etti. ‘Bildiğim kadarıyla buraya yerleştikten ve kısa süre içinde imam-hatip kadrosuna getirildikten sonra eşimin akrabası olan Muhsine hanımla evlenmiş. Bir yıl sonra da bir oğulları olmuş. Hacı Zeynel Camiinin yakınlarında, bir odasını atölye olarak kullandığı üç odalı, bahçe içinde bir evde yaşarlarmış. Şimdi bu ev yok tabii. Çoktan yıkılıp arsasına birkaç apartman dikilmiş durumda. Ölümünden yaklaşık bir yıl önce çıkan kanun ile Darendeli soyadını almışlar. Ama şu anda Turgutlu’da bu soyadında hiç kimse yaşamıyor.’ Yakaladığı bir detayı adamcağızın gözüne sokmak ister gibi, çevirmesi için Nur’a bir nefeste söyleyivermişti. ‘Küçük bir oğlu olduğundan bahsetmiştiniz.’ ‘Bu konuyu ben de araştırdım. Muhsine hanımın, eşimin ailesi gibi birkaç uzak akrabadan başka hayatta olan tek yakını ablası imiş. O da kardeşinin ve eniştesinin ölümünden sonra, Smyrna’nınTılsımı Sayfa143 subay olan eşinin tayinini istemesi ile buralardan çekip gitmiş. Giderken oğlanı da yanlarında götürmüşler ama o da birkaç yıl sonra tüberküloz hastalığından vefat etmiş.’ Nur dinlediği öykünün etkisiyle oldukça sarsılmış gibiydi. Böyle bir adamın karısıyla birlikte öldürülmesine bir türlü akıl erdiremiyordu. ‘Cinayeti kimlerin işlediği hakkında bir bilgi yok mu? Böyle bir vahşeti nasıl biri yapmış olabilir?’ Biraz duraksadıktan sonra kendisinin de pek inanmadığı bir ayrıntı ile ilgili soruyu da ekledi. ‘İngilizlerle ilgili dedikodular doğru mu sizce?’ Müftünün yüzünde sıkıntılı bir ifade belirmişti. ‘Bu dedikoduyu ben de duydum. Ama siz de takdir edersiniz ki bunu düşündürecek herhangi bir neden bulmak mümkün görünmüyor. Benim tahminim, işlerine çomak soktuğu bazı yobazlar tarafından öldürülmüş, ya da öldürtülmüş olduğu şeklinde. Sözünü ettiğiniz dedikodunun, İzmir’den polise yollanan imzasız bir mektuptan çıktığı söyleniyor. Doğal olarak üzerinde pek durulmamış. Zaten soruşturma da kısa sürede tamamlanıp faili meçhul olarak kapatılıp gitmiş. Ölümünden sonra meçhul bir ziyaretçinin zaman zaman mezarına bir demet taze çiçek bıraktığı da rivayet edilir. Ama bizim milleti bilirsiniz, bu tip olayların ardından böyle şeyler üretmeye bayılırlar.’ Nur şaşkınlıktan kocaman açılmış gözleriyle çeviriyi yapmaya çalışırken, yüzündeki ifadeden onun da kendisi gibi Murtakiyeli’yi düşündüğünü anlamıştı. Bir an gelip geçen tebessümünü fark eden Nur da düşüncelerinin benzer olduğunu sezmiş gibiydi. ‘Çok zamanınızı aldık ama son bir soru daha sormak istiyorum. Anladığım kadarıyla, bize sizden fazla yardımı olabilecek ancak bir kişi olabilir, o da Muhsine hanımın ablası. Şimdilerde yaşadığını düşünmek saflık olur farkındayım, ama çocuklarına ya da ailesinden herhangi birine ulaşmamızı sağlayacak bir ipucu aklınıza geliyor mu?’ Mehmet bey yazmakta olduğu kağıttan başını kaldırarak sorusuna soruyla karşılık vermişti. ‘Adres olur mu?’ Karşısındakinin şaşkınlıktan yanıt veremediğini gören müftü, kağıdı uzatırken açıklamasına devam etti. ‘Geçen sene Muhsine hanımın ablasının torununun İzmir’e taşınmış olduğunu duyduk. Uzun yıllar ailesiyle Ankara’da yaşadıktan sonra avukat olup, İzmir’li bir meslektaşı ile evlenince gelip İzmir’de bir hukuk bürosu açmışlar. Buraya gelmediler. Dolayısıyla biz de hiç görmedik onları, ama buralı bir müvekkilinden adreslerini almıştım. Belki lazım olur diye.’ Smyrna’nınTılsımı Sayfa144 Kağıda göz atan Nur, adresin Pasaportta, ikinci kordonda yeni yapılmış modern bir iş merkezine ait olduğunu anlamıştı. Aceleyle kalkıp teşekkür ettikten sonra, kendisini de kolundan çekiştirerek odadan çıkartmaya çalışırken Mehmet bey arkalarından selendi. ‘Çocuklar bir şeyler öğrendiğinizde benimle de paylaşırsanız sevinirim. Dr. Rasim beye de selamlarımı iletin lütfen.’ O kargaşada doğal olarak bunların hiçbirini anlamamıştı. Niçin apar topar çıktıklarına bir anlam vermeye çalışırken bir yandan da Nur’un peşinden koşturmaya çalışıyordu. Ancak binanın dışına çıktıklarında durumun farkına varabilen Nur, neyse ki, ziyaretin son kısmını alelacele ve ayaküstü de olsa anlatma zahmetine katlanmıştı. Smyrna’nınTılsımı Sayfa145 BÖLÜM XXIV Dönüş yolunda Nur sürekli olarak konuştu. Dinledikleri öykünün aslında kendi varsayımlarına destek olacak kanıtlar da içerdiğini, mezar ziyaretçisi meçhul kişinin Murtakiyeli’den başkası olamayacağını, Darendeli’nin isminin gerçek ismi olmamasının ve memleketi dediği yerden oldukça uzak bir Ege kasabasına gelip yerleşmesinin ancak özel bir anlamı olabileceğini, bunun da aslında Darendeli’nin buralı birisi olmasıyla açıklanabileceğini anlattı durdu. Ziya beyin Darendeli olabilmek için gereken dönüşümü nasıl geçirmiş olabileceğine, niçin öldürüldüğüne, peşine düşen devlet idiyse tutuklamak yerine neden suikast yaptırdığına dair sorularını ise pek de inandırıcı olmayan yanıtlarıyla geçiştirmeye çalışmıştı. ‘İşte inanmak buna denir’ diye düşündü. Bilmiyor ama inanıyorsan bir şeyler seziyorsun demektir. Bir yerlerde, gerçeğin peşine düşüldüğünde sezginin de ona ulaşabilmenin vazgeçilmez bir parçası olduğuna dair bir şeyler okuduğunu anımsadı. Bilgi ile sezginin çeliştiği yerde ise insanoğlunun reddedilemez özgürlüğü başlıyordu. Serbest iradesiyle seçim yapma özgürlüğü. Anlaşılan, şu anı da içeren geçmişinde kendini hangi olasılığının eksik bir hali olarak düşünüyorsan, geleceğini ona göre şekillendirecek yola giriyorsun. Belki de kader denen şey, insanın kendisinin bile reddedemeyeceği bu özgürlüktü. İzmir’e yaklaştıklarında artık konuşacakları ve tartışacakları bir şey kalmamıştı. Nur eldeki bilgilerin gerçeğin ancak bir parçası olabileceğini ve gerçeğin herhangi bir parçasının ise tümünün anlamıyla çelişebilecek bir başka gerçeğe ya da olasılığa işaret edebileceğini aklına koymuş, inandığı yolda yürümeye kararlı görünüyordu. Ona imrenerek baktı. Bir yandan da, yanında böyle birini taşımanın yaşamı ne denli kolaylaştıracağını düşünüyordu. Biraz kafasını dağıtmak için radyoyu açtı. Hoparlörden yükselen ince bir keman sesi, duyduğu ilk anda bile içine bir huzursuzluğun girip yerleşmesine yetmişti. Bildik ezgiden yoksun, daha çok, bir öncekinin bittiği yerden başlayıp başladığı yerde bittiği hissini veren ardışık ses dizileriyle ve arada bir durup tekrar başlayan ritmiyle sanki çok sevilen birinin ölümünü anlatmaya çalışan, çok acılı birinin sesi gibiydi. İçindeki huzursuzluğun giderek büyüdüğünü hissetti. Bir önceki gece onu telaşlandıran, tüm sabahını neredeyse ölüm korkusuna eş bir nedensiz korkuyla geçirmesine sebep olan duygu yine tüm benliğini ele geçiriyordu işte. Keman ısrarla ağlıyordu sanki. Ölmekte olan sevilen, çektiği acının pençesinden kurtulmak için sonunun gelmesi ister gibiydi. Sanki kemanın sesiyle Tanrı’ya yalvarıyordu. ‘Yüce Tanrım. Kurtar artık beni bu acıdan. Bırak büyük ızdırabım geride kalsın. Artık yeter. Artık yeter.’ Birden yine o gözleri görür gibi oldu. Ölmekte olan ama öldüğü için Smyrna’nınTılsımı Sayfa146 değil de, geride bıraktığı sevdiği için endişelenen acılı gözler. Keman son nefesini de tüketip derin bir sessizliğe ulaştığında ardından kopan alkış, yüzünde aniden patlayan bir tokat etkisiyle kendine gelmesine yardımcı olmuştu. Bir yandan toparlanmaya çalışırken, bir yandan da göz ucuyla Nur’u kontrol etti. Neyse ki kendini yola kaptırmış, büyük olasılıkla bir sonraki adımı planlıyordu. ‘Böyle bestelerin yazılmasını yasaklamalı’ diye düşünürken, eserin ardından yapılan anonsun Türkçe olması nedeniyle, bestecinin adının Berg olduğundan başka bir şey anlayamamıştı. Motorun homurtusu sustuğunda, Pasaport’ta bir ara sokağa park ettiklerinin farkına vardı. Daha önce deniz kıyısında simit ve poğaça yiyerek çay içtiğimiz yerin hemen arkası olmalı diye düşündü. Birdenbire şehrin merkezinde durup park etmelerinin nedenini anlamaya çalışırken, Nur’un arabadan bile inmeden cep telefonuna sarılmış, müftünün yazıp verdiği adres notundaki telefon numarasını çevirmekte olduğunu gördü. Nota göz attığında telefon numarasının yanında yazılı olan ismin Sema Kaygılı olduğunu fark etti. Nur, merakla izlendiğinin farkına varmıştı. Muzip bir gülümsemeyle planını açıklayan ipucunu ele verdi. ‘Randevu almadan gitmek nezaketsizlik olur, değil mi?’ Yanıtını beklemeden telefonu açan kişiyle konuşmaya başladı. Sesinde şimdiye dek nadiren tanık olduğu bir yumuşaklık ve yüzündeki yapmacık mimiklerle karşısındakinden kısa süre içinde bir randevu almaya çalıştığı belli oluyordu. Konuşma ilerledikçe yüzündeki ifade giderek bir mutluluğa dönüşmüş, telefonu kapattığında ise istediğini elde etmiş olmanın gururuyla bu iş böyle yapılır der gibi göz kırpmıştı. ‘Avukat Sema bizi hemen kabul edecek. Cep telefonundan aradığımı görünce şaşırdı. Ben de önemli bir konuyu görüşmek için bir aile dostundan aldığımızı söyledim. Acele et, büroyu en geç saat altıda terk etmesi gerekiyormuş. Ancak bir saat vaktimiz var.’ Apar topar arabayı terk ettiler. Caddenin karşısına geçerken neredeyse eziliyorlardı. Nur’un hemen karşılarındaki binaya doğru yöneldiğini gördüğünde, bu canı tez kadının yaşam enerjisine hayran olmamak elde değil diye düşündü: ‘Muhtemelen şu an manik dönemini yaşıyor olmalı’. Binanın üçüncü katındaki büro oldukça sade ama bir o kadar zevkli döşenmişti. Kendilerini kapıda karşılayan sekreter, Nur ile konuşmalarının ardından bir süre beklemeleri için karşısındaki koltuklarda yer gösterdi. Gelenleri telefonla haber verdikten sonra olanca kibarlığıyla görüşme odasının kapısını açıp, Sema hanımın onları beklediğini söyleyerek içeri buyur ettiğinde söylenenleri kendisi bile anlayabilmişti. Avukat Sema beklediğinin aksine oldukça genç biriydi. Muhtemelen henüz otuzunda bile değildi ve oldukça şık bir etek-ceket takımın içinde son derece güzel görünüyordu. Genç ve Smyrna’nınTılsımı Sayfa147 güzel bir kadın olmasına karşın kendinden emin tavırları ile bir avukat olarak güvenilir bir seçenek olduğunu da belli ediyordu. Masanın karşısındaki oldukça rahat deri koltuklarda yerlerini aldıklarında Nur her zamanki heyecanıyla hızlı bir şekilde konuya girmişti. Kendilerini uzunca bir şekilde tanıttıktan sonra, yaklaşık on beş dakika sürecek olan hızlı bir anlatımla öyküyü özetlemeye başladı. O konuşurken vakit geçirmek için etrafı gözden geçirmeye karar vermişti. Avukatın masasının arkasında Atatürk’ün sivil giyimli, büyük boy bir resmi asılıydı. Resmi incelerken göz göze geldiklerinde, nedense olanlarda sanki kendisinin de payı varmış gibi bakışlarını kaçırma ihtiyacı hissetti. Bir duvarı boydan boya kaplayan kütüphane, çeşitli hukuk konularına ait olduğunu düşündüğü kitaplarla doluydu. Karşısında, duvarın yerinde odayı baştan sona kat eden cam nedeniyle ise, akşamın bu saatinde bile içerisi gün ışığıyla yeteri kadar aydınlık görünüyordu. Avukat Sema, başlarda anlatılanları oldukça ilgilenmiş ve güler yüzle dinlerken, ilerleyen dakikalarda suratına belli belirsiz bir hoşnutsuzluğun yerleştiği de gözünden kaçmamıştı. Ara sıra Nur’un sözünü kesiyor, zaman içinde giderek huzursuzlaşan ve sertleşen ses tonuyla anlatılanlara müdahale ediyordu. Kadının bu tavrı ilgisini çekmişti. Söylenenlerden bir anlam çıkarabilmek için çevresini izlemek yerine konuşulanlara daha dikkatli bir şekilde kulak vermeye başladı. Ama ne kadar gayret ederse etsin, bu değişik dilin şiirsel tınıları ve vurguları dışında sözcüklerden bir şey çıkartamıyor ara sıra duyduğu Despina, Ziya, Darendeli, Rasim, Mehmet gibi tanıdığı isimlerden başka kelimelerin anlamlarını çözemiyordu. Konuşmanın sonlarına doğru ortamın iyice gerilmiş olduğunu hissetti. Nur, kadını sakinleştirmek için elinden geleni yapıyor ama duyduklarına karşı anlaşılmaz bir tepki gösterdiği belli olan geç avukatın pek de nazik sayılmayan tavrına bir türlü engel olamıyordu. Kadın zaman zaman ona da bir göz attıktan sonra Nur’a dönüp oldukça sinirli olduğunu belli eden bir ses tonuyla, ikisini de neredeyse azarlıyordu. Görüşmenin sarpa sardığını düşünüp, büroyu terk etme vakitlerinin geldiğini anlatan bir bakış gönderebilmek için Nur’la göz göze gelmelerini bekliyordu ki, kadının oldukça gergin bir tavırla kalkıp kapıya doğru yürüdüğünü gördüğünde kovulduklarını anlamamak için artık aptal olmak gerekiyordu. Sekreter daha nazik bir tavırla onları büronun dış kapısına kadar geçirmişti. Olanlara bir anlam vermeye çalışırken, Nur’un epeyce sinirlendiğini hissetti. Her şeyi bir an önce öğrenmek istiyor ama o anın bu isteğini belirtmek için uygun bir zaman olmadığını düşündüğünden, ağzını açmaya bile cesaret edemiyordu. Asansörü beklerken Nur’un pek de iyi anlamlar içermeyen sözlerle ayağını birkaç kez yere vurduğunu gördü. Hiç beklemediği bir Smyrna’nınTılsımı Sayfa148 tavırla karşılaşmış, birbirlerine sinirlenen iki kadın arasında geçen konuşmalardan bihaber, oldukça aptal bir görünümde olduğunun da farkındaydı. Nur’un sakinleşmesini beklerken asansörün kapısının açıldığını ve içinden yetmiş yaşlarında beyaz saçlı, iyi giyimli iki adamın çıktığını gördüler. Öndeki adam Nur’un durumunu fark etmiş, meraklı gözlerle onları süzüyordu. Geri çekilip geçmeleri için yol verdikleri sırada arkadaki yaşlı adamla göz göze geldiler. Bir an birbirlerini tanıyormuş gibi bakıştıklarında, bu yaşlı adamı sanki kısa süre önce bir yerlerde görmüş olduğu hissine kapıldı. Bir yandan kim olduğunu anımsamaya çalışırken bir yandan da o huzursuz duygunun yine içinde bir yerlerde kendini belli etmeye başladığını fark etmişti. Ama daha ilginç olan, aynı duyguları yaşlı adamın merak ve hayretle açılmış gözlerinden de okuyabilmesiydi. Bir süre kendisine hayalet görmüş gibi bakan bu gözlere takıldı kaldı. Aniden terlemeye, sık ve derin nefesler almaya başlayan yaşlı adamı, gözlerini kaçırıp yanından geçmeye çalıştığı sırada ayağı tökezleyince, yere düşmesini önlemek için kucaklamak zorunda kalmıştı. Diğer yaşlı adam ve Nur’un da yardımıyla kaldırırlarken, fenalaşan yaşlı adam kendine sorulan sorulara yanıt vermek yerine tekrar kısa bir süre onun gözlerinin içine bakmış ama hemen tüm yüzünü saran bir hüznün çaresizliğiyle yine bakışlarını kaçırıp, muhtemelen teşekkür etmişti. Kol kola yürüyüp giden adamların Avukat Sema’nın bürosunun zilini çaldıklarını gördüler. Asansöre binerlerken, başlarından geçen o tatsız olaydan çok, yaşlı adamı ve göz göze geldikleri anda yüzünde beliren o tarifsiz hüznü düşünüyordu. Smyrna’nınTılsımı Sayfa149 BÖLÜM XXV Nur, binadan çıktıktan sonra sanki yanında kendisi yokmuş gibi sinirli ve dalgın bir şekilde bir başına yürüyüp, deniz kıyısındaki kafelere ait, kaldırımdaki masalarından birine oturmuş, elleri titreyerek bir sigara yakmıştı. Peşinden yetişip yanına oturduğunda karşı karşıya kaldığı tavrın etkisini üzerinden atmış gibi görünmüyordu. ‘Sen sigara içiyor muydun?’ Birlikte olduklarını ancak fark etmiş bir şaşkınlıkla özür diler gibi elini tutup sıkmıştı. ‘Seni bir an için unuttum, kusura bakma.’ ‘Ne oldu öyle içerde? Bana da anlatmayı düşünüyor musun?’ Yüzünden, boş ver der gibi bir anlam geldi geçti. Belli ki, biraz önceki tatsız olayın onu da huzursuz ettiği düşüncesi ayrıca canını sıkıyordu. ‘Aslında kadının neden bu kadar sinirlendiğini ben de anlamış değilim. Yaptığım şey, sadece bizim öyküyü anlatıp bazı sorular sormaktı. Ama Darendeli’nin büyük amcam Ziya bey olabileceğinden bahsedip, bir de ölümünün İngilizlerle herhangi bir ilgisi olup olamayacağını sorduğumda çok sinirlendi. Darendeli’yi, kişiliğinden biraz bahsetmiş olduğum Ziya beyle eş tutmama mı, yoksa İngilizlerle müphem bir ilişkiye dokundurmama mı kızdı anlayamadım. Ama nedeni ne olursa olsun böyle bir tavrı hak etmemiştik. Oldukça kaba ve kendini beğenmiş bir kadın.’ Gerçekten de, bu ülkeye ayak bastığından beri ilk kez bu denli nezaketsiz bir tavırla karşılaşmıştı. Şimdiye dek hep insanların yardım için ellerinden geleni esirgemediklerine tanık olmuştu. Belki de bu durum, olayın özüne iyice yaklaşmış olduklarına dair bir işaretti. Düşündüklerini Nur’a da söylediğinde aldığı yanıt umudunu kırmaktan başka bir işe yaramadı. ‘Belki de. Ama artık bu öze ulaşabilmemiz pek mümkün görünmüyor. O kadınla bir daha görüşebileceğimizi hiç sanmıyorum.’ Bir süre hiç konuşmadan denize karşı çaylarını yudumladılar. Ara sıra aklına gelen yeni bir fikri, daha Nur’a söylemeden işe yaramayacağını fark ederek kafasından uzaklaştırıyordu. Tam bir çözümsüzlük içinde olduklarını hissetti. Onca çaba belki de en can alıcı noktada bir kadının kaprislerine takılıp kalmıştı işte. Hesabı ödeyip ayaklandıkları sırada Nur’un telefonunun çaldığını duydular. Nur, yapmayı unuttuğu bir şeyi aniden anımsamış gibi yüzünü buruşturmuştu. ‘Babam olmalı. Döndüğümüzü haber vermeyi unuttum. Şehirlerarası yola çıktığımda beni hep çok merak eder. Bir sürü laf duyacağız şimdi.’ Smyrna’nınTılsımı Sayfa150 Cebinden çıkardığı telefona bir süre şaşkınlıkla bakakalmıştı. Sonra biraz merak biraz da kuşkuyla çağrıyı kabul eden tuşa basıp konuşmaya başladı. ‘Alo?’ Karşısındakini dinledikçe yüzünün gergin hatlarının gevşediğini, biraz önceki umutsuz ifadenin yerini ise mutluluk ve hoşgörünün aldığını izleyebiliyordu. Görüşme esnasında birkaç kelimenin dışında bir şey söyleyememiş, sadece dinlemekle yetinmişti. Telefonu kapattığında Nur’un gözlerindeki hayret onu biraz kokutmuştu doğrusu. ‘Bil bakalım ne oldu?’ ‘Ben falcı mıyım?’ ‘Avukat Sema. Bizden özür diliyor. Asansörden çıkan iki yaşlı adam vardı ya? Babası ve amcasıymış. Olanları duyunca çok üzülmüşler ve bu gece mutlaka onları Bornova’daki evlerinde ziyaret etmemizi istiyorlarmış.’ ‘Umarım kabul etmişsindir.’ ‘Elbette. Ne sandın? Ayağımıza kadar gelmiş bir fırsatı kaprisli bir kadının saçmalıklarına feda edeceğimi mi?’ ‘Biz yine de annenle babanı da alıp öyle gidelim. Bu olaydan sonra aranızda birkaç sakin kişinin daha bulunmasında yarar var.’ Nur aldığı yanıttan pek hoşnut olmasa da olayın gelişiminden duyduğu memnuniyet tepkisini oldukça yumuşatmıştı. ‘Ne yani? Tartışmayı ben mi çıkardım?’ Yol boyunca Nur’un kendini savunan açıklamalarını dinlemek zorunda kalmış, buna neden olan sözleri nedeniyle çenesini tutamadığı için kendi kendine içinden söylenip durmuştu. Smyrna’nınTılsımı Sayfa151 BÖLÜM XXVI Kemal bey ve Güneş hanım da olayları dinledikten sonra onlarla birlikte gelmelerinin uygun olacağı fikrini desteklemişler, bu da Nur’u biraz daha rahatsız etmişti. Üstelik öngörülerine tanıdığından beri oldukça değer verdiği bu hanımefendinin ‘Bence artık bu işin sonuna geldik sayılır’ şeklindeki sözlerini duyduğunda oldukça heyecanlanmış, Nur’un yemek boyu yaptığı surata rağmen bir an önce bitirebilmek için tabağındakilere neredeyse saldırmıştı. Gece saat dokuza doğru kendilerine verilen adrese vardıklarında Bornova’nın içini ilk kez görüyordu. Adının Büyük Park olduğunu öğrendiği kentin merkezindeki yeşillik alanın etrafında yeni görünümlü apartmanlardan birinin zilini çaldılar. Kemal bey asansörde kızına, onun da Sema hanımdan özür dilemesi gerektiği yolunda son telkinlerini yapıyordu. Akşamüzeri gördükleri iki yaşlı adam dairelerinin kapısına dek çıkmışlar, yanlarında Avukat Sema ve eşi de olduğu halde onları güler yüz ve neşeyle karşılamışlardı. İçeri girerlerken Nur’un endişeyle Sema hanımın yüzüne baktığını fark etti. Kadın, belki de Nur gibi babasından aldığı uyarı sonucunda sanki hiçbir şey olmamışçasına ve olanca kibarlığıyla ellerini sıkıp Nur’u da öperek hoş geldiniz diyordu. İkisi kapıda kısa bir süre karşılıklı bir şeyler konuştular. Muhtemelen akşamüzeri ortaya çıkan durum hakkında herkes kendi payına düşen hata için karşısındakinden özür diliyordu. Bu durum her iki tarafın da büyüklerini oldukça memnun etmiş olmalıydı ki yaşlı adamlar Kemal bey ve Güneş hanıma gösterdikleri özel ilgiyi daha bir arttırmışlardı. Salona geçtiklerinde evin oldukça hoş bir şekilde dekore edilmiş olduğunu fark ettiler. Eskiden kalma olduğu belli olan tahta oyma sehpa ve koltuklar belli ki elden geçmiş ve eski alımlılıklarına kavuşarak ortama oldukça farklı bir hava vermişlerdi. Duvarlar çeşitli yağlı boya tablolarla süslenmişti. Yine eskiden kalma olduğu belli olan, içinde çeşit çeşit kadehler ve süs eşyaları ile aynalı tahta oyma bir büfe ona büyükannenin evindeki misafir odasını anımsatmıştı. Tam üzerinde ise yaldızlı bir süslemeyle bezenmiş Arap harfleriyle yazılmış bir levha asılıydı. Evin Avukat Sema’nın tarzına hiç uymadığını düşünüyordu ki, yaşlı adamlardan birisi aklından geçenleri anlamış gibi oldukça akıcı bir İngilizce ile duruma açıklık getirdi. ‘Bu ev benim ve kardeşimin evi. Sema ile eşi üst katta oturuyorlar. Kardeşim eşini, yani Sema’nın annesini kaybettikten sonra birlikte yaşamaya başladık. Damadımız da aileye katıldıktan sonra, onların da ısrarıyla Ankara’daki yaşantımıza son verip hep birlikte olabilmek için geçen sene İzmir’e taşınmaya karar verdik.’ Smyrna’nınTılsımı Sayfa152 Bu açıklamanın ardından, herkes için de uygunsa, onun da sohbete katılabilmesi için konuşmaların İngilizce olarak devam etmesini önerdi. Yaşlı adamın önerisi oy birliğiyle kabul edilmişti. Kendisi için oldukça hoş olan bu sürpriz için herkese teşekkür etti. Yaşlı adam sohbete evdekileri tanıştırarak devam etmişti. Adının Nurettin, Hasan ismindeki diğer yaşlı adamın ise küçük kardeşi olduğunu, her ikisinin de Sema ve damatları Cemil bey gibi hukuk fakültesi mezunu olduklarını anlattı. Kardeşi mezun olduktan sonra serbest avukat olarak çalışmayı tercih etmiş, kendisi ise uzun yıllar Türkiye’nin dış temsilciliklerinde hukuk müşaviri olarak devlet görevinde bulunmuştu. Hatta iki yıl kadar Atina’da da görev yaptığını ekledi. Yurt dışı görevleri nedeniyle bir türlü evlenip bir aile kurma fırsatı bulamadığını söylerken sevgi dolu gözlerle Sema’ya bakmış, ailenin tek çocuğuyla ne denli gurur duyduklarını anlatmıştı. ‘Benim ailem kardeşim ve onun ailesi olmuştur. Bir de işim tabii ki. Sema ise hepimizin çocuğu olarak büyüdü. Tatillerinde sık sık benim yanıma gelir, birlikte unutulmaz geziler yapardık. Yaklaşık sekiz sene önce yaş sınırı nedeniyle emekli olduğumda, eşini henüz kaybetmiş olan kardeşimin evine taşındım. O zamandan beri de birlikteyiz. Sağ olsunlar, şimdi de Sema ve Cemil bizi hiç yalnız bırakmıyorlar.’ Sema hanım anlatılanlardan etkilenmiş, havadaki duygusallığı biraz dağıtabilmek için işi şakaya vurmaya karar vermişti. ‘İşimize yarıyorsunuz da ondan. Her gün birkaç saat büroya gelip bize dava dosyaları üzerinde yardım ederler. Şimdiye dek deneyimlerinden o kadar yararlandık ki, bundan sonra da yanımızda çalıştırmaya devam etmeyi düşünüyoruz. Üstelik maaş da almıyorlar, daha ne isteyelim?’ Herkesin birlikte attığı neşeli kahkahalar aradaki son buz parçalarını da eritmiş gibi görünüyordu. Sohbetin ilerleyen dakikalarında kendisiyle ilgili birçok soruyu yanıtlamak zorunda kaldı. İşinden, anne ve babasından, Atina’daki yaşantısından, büyükanneden, onun annesi Despina’dan ve büyükanneden dinlediği bu öykünün onu nasıl buralara dek alıp getirdiğinden bahsetti. Ortama ağır bir duygusallık hakim olmuştu. Daha fazla devam edemeyeceğini anlayan Kemal bey sözü ondan almış, kendi ailesinden ve geçmişlerinden, kendisiyle tanışmalarından sonra yaptıkları araştırmalardan detaylı bir şekilde söz ederek ev sahiplerinin güvenini kazanmaya çalışmıştı. Despina ve Ziya beyin aşklarının peşine hem büyükanne Fotini’nin belki de son arzusunu yerine getirmek, hem de savaştan sonra ortadan kaybolan amcalarının akibetini öğrenmek için düştüklerini anlatarak akşamüzeri ortaya çıkan yanlış anlama ve verdikleri rahatsızlık için özür dilemeyi de ihmal etmemişti. Nur ağzını neredeyse hiç açmıyordu. Kemal bey ve Güneş hanımı beraberlerinde getirmeyi akıl ettiği için Smyrna’nınTılsımı Sayfa153 kendi kendini tebrik etti. Yoksa bu iş Nur’a kalsaydı belki şimdi yine kapının önüne konulmuş olacaklardı. Söz sırasının yine kendilerine geldiğini, ama konuşmak için ağabeyinin tereddüt ettiğini gören küçük kardeş ilk kez söze girdi. ‘Sema’dan duyduğumuz kadarıyla anladık ki, ailemiz ve geçmişi hakkında oldukça bilgi edinmişsiniz. Ama bu bilgilere aslında kendi geçmişinizi araştırırken ulaştığınız konusunda ikna olduk. Bence ailemizin üzerinde her zaman bir kara bulut gibi gezinen bu gizemden kurtulmanın zamanı da artık geldi.’ Ağabeyine onaylamasını isteyen bir bakışla bakmıştı. Karşıdan herhangi bir yanıtın gelmemesini aynı fikirde oldukları anlamında yorumlamış olacak ki anlatmaya devam etti. ‘Ağabeyim, aslında benim ağabeyim değil, kuzenimdir. Yani söz konusu cinayette kocasıyla birlikte öldürülen teyzem Muhsine hanımın tek çocuğu.’ Hiç beklemedikleri bu sürpriz karşısında hepsinin nefesi tutulmuş, şaşkınlıkla bakakaldıkları ev sahiplerinin yüzlerinden, duyduklarının gerçek olup olmadığını anlamaya çalışıyorlardı. Nur artık kendini tutamamıştı. Aklında kalan bir detayı açıklığa kavuşturmak için sessizliği bozdu. ‘Ama ağabeyinizin, yani küçük çocuğun öldüğünü söylemişlerdi.’ Hasan bey bu soruyu bekler gibiydi. Bir süre nasıl açıklayacağını düşündükten sonra ağabeyine baktı. Adam hafifçe başını sallayarak kardeşini yine onaylamıştı. Belli ki onlar gelmeden önce ailece kararlaştırdıkları gibi artık bu sırdan tümüyle kurtulmak için gerekeni yapmaya devam edeceklerdi. ‘Bugün asansörün önünde karşılaştığımızda ağabeyimin oldukça heyecanlandığının farkına varmışsınızdır. Siz gittikten sonra olanları ve sizin anlattıklarınızı Sema’dan dinleyince heyecanı iyice arttı. Hatta bu geceki görüşmeyi istediğinde ilk önce oldukça tereddüt ettik. Yine aynı şeyler olur da, istenmeyen bir durumla karşılaşırız diye.’ Bir anda yaşlı adamın heyecanının nedenini sezer gibi olmuştu. Sözü kimseye bırakmadan Nurettin beye dönerek aklından geçen soruyu soruverdi. ‘Biz daha önce karşılaşmış mıydık?’ Nurettin bey sessiz kalıp soruya yanıt veremeyince söze tekrar kardeşi girdi. ‘Ağabeyim evvelki gece bir düş görmüş. Henüz dört yaşındayken babasının ve annesinin öldürüldüğü günkü baskında yatağın altına saklanıp kurtulan tek kişi o. Babası vurulup yere düştüğünde yatağın altında saklanan ağabeyimle göz göze gelmişler. Uzun yıllardır görmediği bu düşü tekrar gördüğünde bir şeyler olacağını sezdiğini söylemişti. Bugün ilk karşılaşmamızda ölmekte olan babasının endişe dolu gözlerini sizin gözlerinizde de görmüş. Smyrna’nınTılsımı Sayfa154 O anki heyecanı da bundan kaynaklanmış. Şimdi kendisi anlatamıyor ama o an gözlerinizin babasınınkilere tıpa tıp benzediğini fark etmiş. İşte bu yüzden Sema’ya anlatmış olduğunuz öyküden oldukça etkilendi ve bu gece sizi görmek ve dinlemek için asıl ısrar ondan geldi.’ Bir an gözleriyle Nur’u aradı. Bakışları karşılaştığında, evvelki gece yaşlı adamın gördüğü düşü onun da görmüş olduğuna artık Nur’un da inandığını fark etti. ‘Ağabeyimin çocukken ölümüne gelince… Annem ve babam cinayetin ardından olaylara bir anlam veremedikleri ve bu durumun ağabeyimin bundan sonraki yaşamı için de bir tehdit olabileceğini düşündükleri için tayin isteyip kendilerini unutturmak amacıyla oldukça uzak bir yere, Erzurum’a taşınmışlar. Hatta bununla da yetinmeyip, o zamanlar çocukları da olmadığı için ağabeyimi evlat edinmişler ve kendi çocukları gibi büyütmüşler. Babam onu muhtemel tehlikelerden korumak üzere veremden öldüğüne dair bir söylentin Turgutlu’daki akrabalara ulaşmasını da sağlamış. Sonra da ben doğmuşum. Zaman içinde olanlar ağabeyimin çocuk hafızasından da silinmiş gitmiş. Bize gerçeği ancak üniversite öğrencisi olduğumuz yıllarda anlattılar. Böylece biz de ağabeyimin zaman zaman çığlıklar içinde uyandığı düşlerin sırrına erebildik.’ Güneş hanımın öngörüsü yine gerçekleşmişti. Kadına minnet dolu gözlerle baktığında içinden geçenleri anladığını fark etti. Nur ise hala biraz önce duyduklarının etkisinde, hiç alışkın olmadıkları bir suskunluğa gömülmüş bundan sonra olacakları bekler gibiydi. Kemal bey, anlatılanları bir süre kafasında toparladıktan sonra biraz çekinerek de olsa asıl konuya girebilmişti. ‘Amcam, küçük kardeşine, yani babama sadece onun anlayabileceği, kendi hakkındaki gerçekleri anlatan bir defter ya da onun gibi bir şey bırakacağını söylemiş. Bununla ilgili düşüncelerinizi de öğrenmek isterim.’ Ağabeyinin yanıtlamasına fırsat vermeden söze giren küçük kardeş, olayların bazı yerlerde örtüşüyor olmasına rağmen bu konunun henüz tamamen spekülasyondan ibaret olduğunu vurgulamaktan da geri kalmamıştı. ‘Olayların bağlantısına, yani ailelerimiz arasındaki ilişkinin gerçekliğine dair elimizde hiç bir kanıt olmadığını anımsatmak isterim. Tabii, ağabeyimin gördüğü düş ile ilgili olanlar hariç.’ Bu son sözler, Nurettin beyin suskunluğuna bir son vermesine neden olmuştu. Kardeşinin fikirlerine katılmadığını belli eden bir hışımla ayağa fırladığında çayları dağıtmakta olan Sema hanımın elindeki tepsiyi neredeyse devirmesine neden oluyordu. ‘Bana bu anlatılanlar oldukça mantıklı geliyor. Belki bu bağlantının gerçek olduğuna dair herhangi bir kanıt yok ama olmadığına dair bir kanıt da yok. Anımsıyor musun babamın geçmişi ile ilgili vakti zamanında birlikte gizlice yaptığımız bir araştırmadan hiçbir sonuç elde Smyrna’nınTılsımı Sayfa155 edememiştik. Üniversite yıllarımızda, ne babamdan koka korka gittiğimiz Darende’de ne de Turgutlu ya da İzmir’de adamın geçmişine ışık tutabilecek bir kişiye rastlayabilmiştik. ‘Bu adam ağaç kovuğundan mı çıktı?’ diye soran sen değil miydin? Bence sezgilerimize de bir şans tanımak zorundayız. Baksana bu genç adam büyükannesinin öyküsünün peşinden ta buralara kadar gelmiş. Ona daha gayretli bir şekilde yardımcı olmaya çalışmalıyız. Bence birçoğumuzun sırlarının ortak bir yanı var.’ Bu çıkış ortada soğuk bir rüzgarın esmesine neden olmuştu. Küçük kardeş, ağabeyinin heyecanına artık karşı koyamayacağını anlamış, isteğini haklı bulduğunu ve kabul ettiğini belli eden bir şekilde sessizce başını sallamıştı. ‘Peki ama bunun için ne yapabiliriz ki?’ Verdiği karardan aldığı güçle yerinde duramayıp salonda gezinmeye başlayan Nurettin bey, bir yandan da sesli olarak düşünmeye başlamıştı. ‘Ziya beyin kardeşine kendisi hakkında gerçekleri anlatan bir defter ya da ona benzer bir şey bırakacağından söz ettiniz. Bu öyle hafife alınacak bir söz değil. Hele aileniz içinde Ziya beyi anlayan ve koşulsuz olarak seven tek kişi küçük kardeşi idiyse, bunun üzerinde durmak gerektiğini düşünüyorum. Babam eğer aslında Ziya bey ise, işgal yıllarındaki o onaylanamaz yaşantısı –ki bunu kabul etmek doğrusu bana da güç geliyor- onun savaştan sonra ortadan kaybolup, yeni bir kimlikle sade bir hayat sürmesi olasılığını kuvvetlendiriyor. Belki ailesine de zarar vermemek, belki de geçmişinden utandığı için hiç ortaya çıkmadı. Buralarda bir yerlere dönüp yaşamının sonuna dek onları uzaktan izleyip hasret giderdi. Bu varsayım, benim babamın bilinen bir geçmişinin olmamasına da uyuyor. Öldüğünü söylediği ve bizim de isimlerini annemden yani teyzemden öğrendiğimiz anne ve babasını Darende’de tanıyan bile yok. Ama ne yazık ki sözünü ettiğinize benzer bir doküman da yok elimizde. Sadece cinayetten sonra annemin yani teyzemin evden topladığı iki kitap ve bir de öldürüldüğü zaman bile okumakta olduğu bir Kuran. Ben, eğer babamsa Ziya beyin kardeşine verdiği sözü tuttuğuna inanıyorum. Ama görünen o ki, sözünü etiğiniz doküman bir şekilde kaybolmuş.’ Sema hanımın eşi Cemil ilk kez söze karışarak, biraz önce duyduğu bir ayrıntıya parmak basmıştı. ‘Kemal bey, siz amcanızın babanıza sadece onun anlayabileceği bir şeyler bırakacağını söylememiş miydiniz? Eğer bu varsayım gerçekse, demek ki aralarında belki de bizim bilmediğimiz bir anahtar sözcük var. Buna bağlı olarak bir yerlerde anılarını sakladığı yeri işaret ediyor olabilir.’ Smyrna’nınTılsımı Sayfa156 Kemal beyin de herkes gibi heyecanlandığı belli oluyordu. Ama bir süre düşündükten sonra ortaya çıkan düş kırıklığı sözlerine de yansımıştı. ‘Böyle gizli bir yer olsa ve biz de onu bulsak bile, bunca sene sonra artık o yerin olduğunu düşünmek bile zor bence.’ ‘Ya bu bir yer değil de bir şey ise?’ Damat oldukça dişli çıkmıştı. Kemal bey sorunun ardındaki imayı öğrenebilmek için oyuna devam etmeye karar vermiş görünüyordu. ‘Sizin tahmininiz nedir?’ ‘Bence amcamın elindeki kitaplara bir göz atmak gerek.’ Nurettin bey, Cemil’in bunca şişirdiği tahminin boş çıktığını görünce biraz dokundurarak da olsa söze girmeden edemedi. ‘Onlar sadece o zamanın bazı dergilerin ciltlenmiş hali. Babam sanırım benim için hazırlamış. Ben onları defalarca inceledim. Tabii ki bu amaçla değil ama babamdan kalan birkaç anıyı, siz de takdir edersiniz ki, onun kişiliğine biraz olsun ışık tutabilir ümidiyle tekrar tekrar gözden geçirmiş olmam gerekiyordu.’ ‘Belki bu yüzden farkına varmadınız.’ Nur Cemil’in fikrini oldukça ilginç bulmuş gibi görünüyordu. ‘Bence tekrar ve birlikte bakmamızda yarar var.’ Nurettin bey herkesin yüzünde ‘Neden olmasın?’ sorusunu fark ettiğinde kalkıp kitapları getirmekten başka bir çaresinin kalmadığını düşünmüş olmalıydı. Kucağında taşıdığı ciltleri sehpanın üzerine koyduğunda herkes dizlerinin üzerine çökmüş sehpanın etrafında yerini almıştı bile. Merakla parlayan gözlerine rağmen hiç kimse kitaplara dokunmaya cesaret edemiyordu. Nurettin bey ikisi de ayrı birer sanat eseri olan ciltlerin üsttekinden başlayarak dikkatle sayfalarını çeviriyordu. Nur’un çevirisinden öğrendiğine göre, ilk kitap, Darülbedayi adında o zamanlara ait bir sanat dergisinin örneklerini içeriyordu. Fasiküller, 1927’den başlayarak aralıklı olarak 1934 yılına dek devam ediyordu. İçlerinde neler yoktu ki? Ahmet Fehim adında, zamanın oldukça ünlü bir tiyatro oyuncusunun ölümü üzerine Selim Kudret’in yazdığı bir yazıdan tutun da, Behzat Haki’nin jübilesi ile ilgili bir yazıya ve hatta Muhsin Ertuğrul isimli çağdaş Türk Tiyatrosunun kurucu olarak kabul edilen bir ustanın tiyatro hakkında cahil ve seviyesiz yazılar yazanlara hadlerini bildiren zehir zemberek bir makalesine kadar ne ararsan var gibiydi. İkincisi cilt ise, Çocuk Sesi isimli bir derginin 1928’deki ilk sayısından başlayarak, aralıklı olarak, muhtemelen bulabildiği tüm sayılarından oluşuyordu. Dergilerde Ah Şu Yaramaz Kediler, Afrikalı Çocuklar Neler Yaptı?, Şarlo ile Ceki Koğan’ın maceraları gibi o yıllara ait birçok çizgi roman örneği göze çarpıyordu. Smyrna’nınTılsımı Sayfa157 Her iki ciltteki dergilerin tümünü dikkatle incelemelerine karşın, üstlerine düşülmüş herhangi bir not ya da işarete rastlayamamışlar, büyük bir hevesle başladıkları araştırma Nurettin beyin haklı çıktığı bir düş kırıklığıyla sonuçlanmıştı. Konu hakkında herkesin farklı bir yorum yaptığı sohbet esnasında, Sema hanım ikinci çayları dağıtıyordu ki Nur işin peşini bırakmaya pek niyetli olmadığını belli eden soruyu sordu. ‘Peki ya Kuran? Öldüğü sırada okumakta olduğundan bahsetmiştiniz hani?’ Nurettin bey şaşırmış görünüyordu. ‘Kuran’ın içine herhangi bir not düşmüş olabileceğini mi söylüyorsun?’ ‘Belki içine değil ama… Yine de görsek bir zararı olmaz sanırım.’ Yaşlı adam, sanki uzun süredir unutmuş olduğu bir şeyi anımsamış gibi hızla yerinden kalktığında herkes arkasından merakla bakakalmıştı. Elinde yine mükemmel bir şekilde işlenmiş bir cildin içindeki Kuran’la geri geldiğinde kimsenin konuşmasına fırsat vermeden aklına gelen şeyi anlatmaya başladı. ‘Cildin üst kapağının iç kısmında Osmanlıca bir beyit var. Ben ilk okuduğumda, kutsal kitabı koruyan cilt ve ciltçilik sanatını öven bir beyit olduğunu düşünmüştüm.’ İngilizce olarak söylemesine karşın, yaşlı adamın sözlerini anlayabilmek için Nur’un çevirisi ve açıklamasına ihtiyaç duymuştu. Nur açıklamayı bitirdiğinde, Nurettin bey özenle önlerine koyduğu Kuran’ın ona göre tersten açılan üst kapağının iç yüzünde oldukça süslü bir yazı ile yazılmış olan Arap harflerini okumaya başlamıştı. ‘Hamdolsun vakıf-ı sırr-ı kitaba San’at muhafız fehva-yı hitaba’ Herkes birbirinin yüzüne bir şeyler anlamak ister gibi bakıyordu. Onların bu hallerini oldukça komik bulan yaşlı adam bir süre zevkle gülümseyerek bu hallerini izlemiş, sonra şiirin Türkçe’ye ve kendisi için de İngilizce’ye açıklamalı çevirilerini yapmıştı. ‘Kitap, yani Kuran’ın sırrına sahip olana yani Allah’a övgüler olsun Sanat, yani dışındaki gerçekten bir sanat eseri olan bu cilt, Allah’ın kula seslenişinin anlamını içeren bu kitabı korumak için gereğinde kendini adayacak olan bir bekçidir diyor.’ Şiirin ezgisi oldukça hoşuna gitmişti. Nurettin beye bir kez daha okuttuktan sonra kendisi de tekrarlamak istedi. ‘Hamit ol-sun vakf sırr… Nasılsıldı gerisi?’ Herkes çabasını gülümsemeyle karşılarken Nur parmağını kaldırmış durmasını işaret ediyordu. Smyrna’nınTılsımı Sayfa158 ‘Ne dedin demin sen?’ Yanlış bir şey söylemiş olmaktan korkmuş, aynı sözleri tekrar etmekten çekiniyordu. Nur’un ısrarlı tavrı üzerine daha bir dikkatle isteneni yerine getirmeye çalıştı. ‘Ha-mit ols-un..’ Nur tekrar durmasını işaret etmişti. ‘İşte şifre burada. Şiirdeki sözler iki farklı anlam içeriyor. Dedem bunu görseydi, ismi nedeniyle bulmacayı hemen çözerdi.’ Nurettin bey dayanamayarak Nur’un sözünü kesmişti. ‘Dedenin adı neydi?’ ‘Hamit Veli. Ya da sadece Hamit. İsterseniz şiiri bir de şöyle okuyalım: Hamit olsun vakıf-ı sırr-ı kitaba – ya da buradaki son kelimeyi kitabın olarak düşününYani, Hamit bu kitapta gizli bir başka sırrın sahibi olsun Sanat muhafız fehva-yı hitaba Sanat belki de kardeşine seslenişinin anlamına, yani gizli notlarına bekçidir demek istiyor.‘ Herkes Nur’un söyledikleri karşısında ne diyeceğini bilemeden donmuş kalmışken, o ilk başta ancak Türkçe yapabildiği bu açıklamayı daha sonra zor da olsa, kendisi için İngilizce olarak da ifade etmeye çalışmıştı. Nurettin bey şaşkınlıktan ilk kurtulan oldu. ‘Yani?’ ‘Yani, size kabullenmesi zor gelecek ama bu kitabın, yani Kuran’ın cildinin bir kenarından sökülerek içine bakılması gerekiyor.’ Bu öneri Nurettin bey ve kardeşini yerinden hoplatmıştı. İkisi bir ağızdan itiraz ettiler. ‘Böyle bir sanat eserinin bu kadar dayanaksız bir yorumla hırpalanması kabul edilemez.’ Nur oldukça sakin görünüyordu. ‘Kabullenmenizin zor olacağını söylemiştim’ Yaşlı adam bir süre hiçbir şey söylemeden bir ileri bir geri gezindikten sonra, yorumunun o kadar da dayanaktan yoksun olmadığına hükmetmiş olacak ki birden durup Nur’a gülümseyerek baktı. ‘Kabul ediyorum. Bu gizemin çözümü için kabul ediyorum. Eğer işe yararsa buna değmiş olacak. Sen de bunu başarmış olan kişi olacaksın. Ama bu işi bu gece burada yapamayız. Bu eski sanat eserine zarar vermeyi göze alamam. Yarın, üniversitede Sanat Tarihi bölümünde, bu işlerden oldukça iyi anlayan bir tanıdığımdan yardım alacağım. Sonucu anında size bildireceğimden de emin olabilirsiniz.’ Smyrna’nınTılsımı Sayfa159 Söylenecek fazla bir söz kalmamıştı. Misafirliğin son gereklerini de yerine getiren kısa bir sohbetten sonra izin isteyip kalktıklarında her birisinin aklında ertesi gün karşılaşacakları sonucun yarattığı meraktan başka bir şey yoktu. Smyrna’nınTılsımı Sayfa160 BÖLÜM XXVII Otele vardığında gece yarısını geçmişti. Kafasında bin bir türlü düşünce, içinde ertesi gün olacakların belirsizliği ile bir süre körfezin ardındaki ışıl ışıl Karşıyaka sahilini seyre daldı. Gün boyu karşılaştığı onca şeye rağmen aslında yaşamın ne kadar sakin ve sessiz bir şekilde sürdüğünü fark etmek garibine gitmişti. Sanki o gün herkes bir sürü serüven yaşamış ama gece olup karanlık çökünce tüm bunların bir hesabı görülüp ertesi güne kaldığı yerden başlanmak üzere ara verilmişti. Gündüz yaşayan insanlar için gecenin sessiz karanlığı yeni olasılıkların doğum zamanı olmalı diye geçirdi içinden. ‘Sabah ola hayrola’ Kemal beyin bu sözünü çevirmek için Nur’un ne denli zorlandığı, o mükemmel İngilizcesinin ne denli yetersiz kaldığı aklına geldiğinde kendi kendine gülümsedi. Bir dili anlamanın en iyi yolunun onu konuşan insanları tanımak olduğunu biliyordu. Bu yüzden, Nur’un çevirisinin ötesinde, Kemal beyin ‘Artık daha fazla düşünmeyin, yatıp rahat bir uyku çekin’ demek istediğini de anlamıştı. Öneriye uyup yatmaya hazırlanırken cep telefonunun kapalı olduğunu fark etti. Son zamanlarda sıkça tekrarladığı bu hata artık canını sıkmaya başlamıştı. Telefonu şarj aletine takarken bir yandan Eleni ya da Alisha’nın aramış olabileceği düşünüyor, bir yandan da uzun süredir büyükanneyi ihmal etmiş olduğu fikriyle duyduğu pişmanlık yüzünden içi içini yiyordu. Eleni ve Alisha’nın isterlerse tekrar arayabileceklerini düşündü. Ama tüm bu olanlardan sonra büyükannenin fikrine ne denli ihtiyacı olduğunu hissettiğinde numarayı çevirmemek için kendine son anda engel olmuştu. Yaşlı kadını bu saatte uyandırmaya kıyamadığı için ertesi gün arayıp gönlünü almaya karar verdikten sonra soyunup yatağa girdi. Aklındaki tüm kargaşayı sıfırlayacağına inandığı derin bir uyku çekmeye hazırlanıyordu ki telefondan gelen kısa mesaj uyarısı ile fırladı. Mesajın babasından geldiğini görünce ortada tatsız bir durum olduğunu sezmişti. ‘Beni hemen ara.’ Bir süre hiçbir şey yapamadı. Daha önce babasından bir mesaj aldığını anımsamıyordu. Bunun da hayra alamet olmadığını düşünerek arama tuşuna basmadan önce uzun süreli bir tereddüt geçirmişti. Karşıdan telefonun açıldığını duyana dek odanın içinde sabırsızca dönüp durdu. ‘Fotios?’ ‘Evet baba. Ne oldu? Annem iyi mi?’ Smyrna’nınTılsımı Sayfa161 ‘Merak etme. Annenin bir şeyi yok. Bütün gün seni aradık nerelerdeydin?’ ‘Türkiye’deyim. Büyükanne söylemedi mi?’ ‘Türkiye’de mi? Ne işin var orada?’ Büyükanneden söz edilmemesi iyice kuşkulanmasına yol açmıştı. ‘Büyükanne ile konuşmadınız mı?’ Babası bir süre suskun kaldıktan sonra neredeyse ağlamaklı bir sesle, bir anda yatağın üzerine yığılıp kalmasına neden olan acı haberi verdi. ‘Büyükannen hastanede. Biz de yanındayız. Fotios, oğlum hemen gel. Sana ihtiyacımız var. O hiç iyi değil.’ Babasını ağlarken hiç anımsamıyordu. Ne olursa olsun soğukkanlılığını o ana dek hiç kaybetmemiş olan bu adam şimdi karşısında küçük bir çocuk gibi çaresizlikten ağlarken kendisinden yardım diliyor, bir an önce gelmesi için neredeyse yalvarıyordu. Babasının durumu onda sakinleştirici bir etki yaratmıştı. Duruma hakim olma sorumluluğunun kendine geçtiğini fark ettiğinden olmalı, babasını yatıştırıp daha fazla bilgi edinebilmek için biraz önceki telaşlı halinden sıyrılmayı başarabilmişti. ‘Baba, şimdi sakin ol ve bana olanları anlat.’ ‘Büyükannen dün gece fenalaşmış. Komşuları hemen üniversite hastanesine kaldırmışlar. Doktorlar, ağır bir inme geçirdiğini söylüyorlar. Tedaviye hemen başlamışlar ama neredeyse bir gün geçtiği halde hiçbir düzelme yok. Gözleri açık, bize bakıyor ama tanımıyor. Konuşmuyor. Anlamıyor. Yeni doğmuş bir bebek gibi Fotios. O akıllı kadın artık bir bebek gibi. Ne olur gel Fotios. Bir an önce gel. Sana çok ihtiyacımız var.’ Tekrar ağlamaya başlayan babasını yine sakinleştirici sözlerle avutmaya çalışırken onun bu halini daha çok sevdiğini fark etmişti. Hemen geleceğine dair söz verdikten sonra telefonu kapatıp ardından Nur’u aradı. Olanları özetleyip, alelacele bavulunu hazırlaması sadece birkaç dakikasını almıştı. Resepsiyonda çıkış işlemlerini henüz bitirmişti ki Nur annesi ve babasıyla otelin kapısında göründü. Anlaşılan onlar da yatmaya fırsat bulamamıştı. Herkesin şaşkın ve üzgün hali herhangi bir söze gerek bırakmayacak şekilde yüzlerinden belli oluyordu. Her biri sessizce sarılıp acısını paylaşmaya gayret ettiler. Bir yandan da Nur sabaha karşı dört buçuktaki İstanbul uçağında yer bulabilmek için, hava alanı yer hizmetlerinde çalışan bir tanıdıklarını vaktin oldukça geç olduğuna aldırmadan yardım istemek amacıyla aramaya çalışıyordu. Smyrna’nınTılsımı Sayfa162 Hava alanına ulaştıklarında saat bir buçuk olmuştu. Ayırtılmış olan yerin biniş kartını düzenletirken, Nur’un bir çırpıda anlattığı şeyler görevliyi etkilemiş olmalı ki kadıncağız bir yandan da İstanbul’dan Atina bağlantılı Selanik uçağına ait ayarlamalar için elinden geleni yapmaya gayret ediyordu. Sonunda, Türk Hava Yolları ile 4.30 da İstanbul’a ve 8.05’de Atina’ya, oradan da 13.45’de Egean Airlines ile Selanik’e uçması için biniş kartlarının tümü avucunun içindeydi işte. Öğleden sonra saat üç bile olmadan büyükanneye ulaşabilecekti. Nur’a yaptıkları için takdir ve minnetle baktı. O an genç kadının gözlerinde gördüğü endişe, olayların neden olduğu telaştan dolayı ayırtına varamadığı bir korkunun midesine taş gibi oturmasına neden olmuştu. Büyükanneyi kaybedebileceğinin ya da şimdiye dek yaşamına gizliden gizliye yön vermiş olan öykülerini bir daha dinleyemeyeceğinin henüz farkına varıyordu. Gözlerinden süzülen yaşları silerken hepsi birlikte ona sarılmışlar içindeki acının ve korkunun birazını alıp yükünü hafifletmeye çalışmışlardı. Belki büyükanneyi kaybediyordu ama yaşlı kadın gitmeden önce son numarasını da yapmış ona bundan sonraki yaşamı boyunca ilişkisini kopartmak istemeyeceği yeni dostlar, yeni akrabalar hediye etmişti. Artık, sınırların, vizelerin ve benzeri engellerin neden konulduğunu da anlamaya başlıyordu. Biniş saatine kadar birlikte oturup sohbet ettiler. Ayrılırlarken, ortaya çıkacak gelişmelerden kendisini an be an haberdar edeceklerine söz vermişlerdi. O da büyükanneye ne olursa olsun, onun dileğini yerine getirebilmek için sonuna kadar araştırmaya devam etme kararında olduğunu, gerekirse tekrar geleceğini belirterek aralarındaki bağı korumak istediğini söyledi. Smyrna’nınTılsımı Sayfa163 BÖLÜM XXVIII Kendi kendini yiyip bitirdiği, oldukça huzursuz geçen berbat bir yolculuktan sonra Selanik’e indiğinde büyükanneyle ilgili kaygıları dayanılmaz bir boyuta ulaşmış, neden olduğu sıkıntı ve türlü vehimlerle havaalanından hastaneye kadar geçen süreyi tam bir cehennem azabına çevirmişti. Nöroloji kliniğinin kapısında uzun süredir yolunu gözleyen anne ve babasına son zamanlarda sık sık düşünü kurduğu gibi istekle sarıldı. Her ikisi de başlarını göğsüne gömmüş ağlarlarken artık aileyi bir arada tutma görevinin büyükanneden kendisine geçtiğinin farkına varmıştı. Oysa bu durumdan en çok etkilenecek kişinin kendisi olması gerekiyordu. Ağlayan, sızlayan, hatta büyükannenin olası kaybının yarattığı bunalıma giren evin küçük oğlu olması gerekirken, nasıl olup da birdenbire çaresizlik içindeki yavrularını şefkatle kucaklayan bir baba olgunluğuna ulaşabilmişti? Birkaç gün önce gördüğü gibi onları uzun süre öpüp kokladı. Gösterdiği ilgi babasının sakinleşmesine, annesininse memnuniyet dolu bir hayretle bakakalmasına neden olmuştu. Halen yoğun bakımda olan büyükanneyi görebilmek için zorla da olsa izin alabildiğinde karşılaşacağı manzaraya hazır olup olmadığını bile bilmiyordu. İçeri girdiğinde ürkek bakışlarla büyükanneyi ararken heyecanı doruk noktasına ulaştı. ‘Ne yaptın büyükanne? Nasıl anlatacağım şimdi sana olanları?’ Genişçe bir salonun tüm duvarları boyunca sıralanmış hasta yatakları birbirinden perdelerle ayrılmış, hepsi tam ortada tüm hastalara hakim durumdaki hemşire deskine bakıyordu. Bir an korkup geri dönmek istedi. Ama onca dil döküp razı ettiği görevli hemşirenin acele etmesini işaret eden ısrarlı bakışları karşısında boyun eğmekten başka çaresi de kalmamıştı. Sırayla önlerinden geçtiği hastaların cesaret kırıcı durumlarını izlerken, hemşire birkaç adım ötesinde durup henüz sadece ayakucunu görebildiği bir yatağı işaret ettiğinde olduğu yere çakılıp kaldı. O kısa mesafeyi geçmek düşündüğünden de zor gelmişti. Yatağın içinde başı hafifçe yükseltilmiş halde yatan büyükanneyi, koluna takılı serumlar ve göğsünden monitöre uzanan kablolar olmasa, hasta ziyaretine gelmiş de çok yorulduğu için boş bir yatağa bir süreliğine uzanmış sanmak işten bile değildi. Bakışları tavanda sabit bir noktaya takılı, diğer hastalarda gördüğü o çaresiz durumla hiç ilgisi olmayan bir görünümde, sanki seslense geldiğini fark edip boynuna sarılacak gibiydi. Daha dikkatle incelediğinde yüzünde alışık olduğu ifadeyi göremedi. Ona o hoş mimiklerini veren kaslar yer çekiminin kuvvetine karşı koyamamış, yüzü olduğu gibi boş bir ifadesizliğin derinliklerine sarkmıştı. Sol elini avucunun içine aldığında hiçbir dirençle karşılaşmadığını fark etti. İşte o an, her ne kadar daha iyi gözükse de büyükannenin de diğer hastalar gibi oldukça ciddi bir durumda olduğunu kavradı. Smyrna’nınTılsımı Sayfa164 Dışarı çıkarken gözlerinde biriken yaşları silmiş, yüzüne takındığı tebessümle kendine büyükannenin durumuyla ilgili olumlu bir görüşe sahip olduğu izlenimi vermeye gayret etmişti. Babası onun bu halini görünce umutlandı. ‘Nasıl? Daha iyi, değil mi?’ Babasına büyükannenin içerdekiler arasında en iyi durumdaki hasta olduğunu, beyin damarlarında oluşan tıkanıklığın ilaçlarla giderildiğini ve zaman içinde her şeyin daha iyiye gitmesinin beklendiğini anlattı. Tüm söylediklerini tek bir cümleye sıkıştırmış olduğundan, bilgilerin doktorlardan yorumların ise kendisinden geldiği fark edilmemişti. Bir süre birlikte oturup sohbet ettikten sonra çok yorgun göründüklerini söyleyerek onları büyükannenin evine gönderdi. Bekleme salonunda yerini aldığında, başından geçen ilginç serüvenin bedeninde biriktirdiği gerginlik ayaklarından süzülüp akmaya başlamıştı bile. Kafası tamamen boşalmış, ne İzmir’den her an gelebilecek önemli haberin merakı ne de büyükannenin durumu ile ilgili endişeleri zihnini uzun süre meşgul edebilecek durumdaydı. Oturduğu yerde dalıp gittiği kısa uykudan telefonunun titreşimiyle uyandı. Alisha döndüğünü öğrenince oldukça sevinmiş fakat büyükannenin durumuyla ilgili verdiği kısa bilgiden sonra sesindeki mutluluk neredeyse ağlamaklı bir hüzne dönüşmüştü. Onu da annesi ve babasına yaptığı gibi olumlu beklentileriyle avuttu, ardından birkaç güzel sözle bir süre oyaladıktan sonra telefonu kapattı. Zemin kattaki kafeteryada kahve içip gazetelere göz atarken, içindeki huzursuzluğun o an yaşadıklarıyla hiçbir ilgisinin olmadığını gayet iyi biliyordu. Sadece Eleni. Onu görmeyi, ona dokunmayı ve öğrendiği her şeyi ona anlatıp, eskiden olduğu gibi başını kucağına koymayı hayal etti. Çok değil, bir yıl öncesine kadar yaptığı gibi saçlarını karıştırdığını, burnunu, dudaklarını ve gözlerini okşayarak yüzünü elleriyle görmeye çalıştığını hissediyordu. Onu ne kadar özlediğini, aslında onu terk etmeyi hiç istemediğini, çok pişman olduğunu ve uzun süredir dönmesini beklediğini söyleyen sesini duyar gibi olmuştu. Gözlerinde biriken iki damla yaş tüm yaşadıklarına karşı duygularının özeti gibiydi. Gazeteyi katlarken büyükannenin bir zamanlar ruhunun bam teline dokunan bir sözünü anımsadı. ‘Ne seninle ne de sensiz.’ Nasıl bir yaşam deneyimi böyle bir sözü damıtabilirdi ki? Bunun tek bir kişinin başarabileceği bir şey olamayacağının yavaş yavaş farkına varıyordu. Yaşantılarımızın anlam kazanabilmesi için başka insanların yaşamlarına, onların fark ettiği nüanslara, kısacası onların öykülerine de ihtiyacı olduğunu kavramıştı. Buna karşın, acaba kaçımız kendi yolumuzda aceleyle yürüyüp giderken kazara ayağımıza dolanmazsa başkalarının öykülerinin farkına varıyoruz? Smyrna’nınTılsımı Sayfa165 Etrafa aldırmadan gözlerini sildi. Saat neredeyse akşamın sekizi olmuştu ama Nur’dan hala bir haber yoktu. Arayıp büyükanneyi de sormamıştı. Bu durumun onlara hiç uymayan bir tavır olduğunu düşündüğü için merakı giderek arttı. Neler olup bittiğini anlamak için telefon etmeyi düşünüyordu ki, titreşimiyle neredeyse yerinden zıpladığı çağrının Nur’dan geldiğini görmek içini rahatlattı. ‘Alo, Fotios nasılsın? Büyükannenin durumu nasıl?’ Sesinde o ana kadar aramamış olmasını açıklayacak, ama bir türlü söyleyemediği bir şeylerin gizemi seziliyordu. ‘Ben iyiyim. Ama büyükannenin durumu henüz ciddiyetini koruyor. Size anlattığım gibi, beyin damarları ile ilgili bir durum. Bekliyoruz.’ ‘Annenle baban nasıl?’ ‘Babam kötü. Onları büyükannenin evine gönderdim. Dinlenmeleri gerek. Nöbeti ben devraldım.’ ‘Lütfen onlara da hepimizin geçmiş olsun dileklerini ilet. Merakla haberlerini bekliyoruz. Ne olur bizi sık sık arayıp durumdan haberdar et.’ ‘Merak etme. Bundan sonra isteseniz de peşinizi bırakmam. Olanları ise henüz annemle babama anlatmadım. Her şeyi öğrenene kadar beklemeyi düşünüyorum.’ ‘Çok beklemen gerekmeyecek.’ Nur’un son sözleri nedense anlamlarının gerektirdiği coşkuyu yansıtmıyordu. ‘Ne oldu? Yoksa?’ ‘Hayır. Tam tahmin ettiğimiz gibi cildin her iki kapağının içinden büyük amcamın dedeme yazdığı notlar çıktı. Bu zamana dek arayamamamın nedeni de bu. Sana nasıl anlatacağımı bilemedim.’ ‘Ne var notlarda? Ne olur, daha fazla meraklandırma beni.’ ‘Bence kendin okumalısın. Pek özetlenecek gibi değil. Yaklaşık üç saattir İngilizce’ye çeviriyordum. Yeni bitti. Şu anda e-posta kutunda olmalı. Okuduktan sonra lütfen beni ara.’ Nur’un tavrı itiraz kabul edecek gibi değildi. İster istemez boyun eğdi. ‘Fotios?’ ‘Evet?’ ‘En çok neye üzülüyorum biliyor musun?’ ‘Neye?’ ‘O kadar istediği halde büyükannenin olanları öğrenemeyecek olmasına. Umarım iyileşir. Çünkü tüm bunları öğrenmeyi en çok o hak ediyor.’ Smyrna’nınTılsımı Sayfa166 Nur’un son söyledikleri aklında çok ilginç bir fikrin belirmesine neden olmuştu. Sesinde gizleyemediği bir sevinçle yanıtladı. ‘Sen merak etme. Benim aklıma bir çözüm geldi galiba.’ Smyrna’nınTılsımı Sayfa167 BÖLÜM XXIX Ziya Bey’in Öyküsü Çok sevdiğim biricik kardeşim, Hamit’im. Birlikte yaşadığımız güzel günlerden sonra, kaderimde senden ayrı yaşamak zorunda kalacağım bambaşka bir ömür de varmış. İnsan bir ömrü tamamladığında ölmeli, yepyeni bir hayata eskinin anılarıyla geçmek onu acılarla bezemekten başka bir işe yaramıyor. Fazladan yaşadığın günlerin sunduğu nefese şükretmekten çok, artık soluyamadığın bir havanın özlemiyle boğuluyorsun. İnsanoğlunun bildiği, kazandıklarına şükretmek değil kaybettikleriyle kavrulup kahrolmak galiba. Seni her zaman özledim. Sizleri bırakıp gitmek zorunda kaldığımdan beri yaşadığım hiçbir gün yok ki sabah uyandığımda yanı başımda seni görmeyi, o güzel yüzüne bakmayı, ağabeycim diyen sesini duymayı, kırmızı yanaklarını öpüp koklamayı umarken hayal kırıklığıyla en derin üzüntülere kapılmayayım. Ama insan her gün seçimleriyle yeniden var oluyor. Hoşlansan da hoşlanmasan da, bir gün sonra olmayı hayal edebildiğin kendinin bu gün sende eksik olan kısmını tamamlayacak seçenekten başkasına yönelmek mümkün değil. Kaybettiklerini ise kazandıklarının değerine eklemekten başka bir şansın yok. Umarım beni bağışlayabilirsin. Sizlere yaşattığım zorluklar, utançlar ve mutsuzluklar için affınıza sığınıyorum. Öykümü öğrendikten sonra, eminim yapmak zorunda olduklarımı yaptığım için beni sevmekten vazgeçmeyeceksin ama yine de içinde bana karşı bir kırgınlığın kalacağını biliyorum. Fakat ne olursa olsun, seni her zaman sevdiğimi, yaşadığım her dakika özlediğimi unutma sakın. Sevgili kardeşim, söz verdiğim gibi başımdan geçenleri yazarken her şeyi anlatabilecek kadar zamanımın kalıp kalmadığını bile bilmiyorum. Tek istediğim, canımı almak için beni arayanların amaçlarına ulaşmadan önce sana verdiğim sözü tutabilecek ve yan odada oturan eşim ve küçük oğlum Nurettin’i emniyetli bir yere emanet edebilecek fırsatı bulabilmemdir. Evet, küçük bir yeğenin var. Senin gibi kapkara gözlü, kırmızı yanaklı, cıvıl cıvıl masum bir çocuk. Eğer bu Mushaf’ın eline geçmesini sağlayabilirsem bu sayfalara ulaşabileceğine de eminim. Öğrendiklerini ona da anlatıp anlatmama kararını ise sana bırakıyorum. Sevgili Hamit’im, beni hep havai, vurdumduymaz, neşeli bir insan olarak bildiniz ve sevdiniz. Aslında öyleydim de. Ama bir yandan da yaşadığım hayattan, yaptığım serseriliklerden utanıp sıkıldığınızı da biliyorum. Zavallı annemle babamı ne çok üzdüm. Ama sen sevginle her zaman ve her şekilde beni hoş gördün, bunu gözlerinden okuyabiliyordum. Buna rağmen bir gün ‘Ağabey, onlarla gezme. Senin hakkında kötü şeyler söylüyorlar, çok üzülüyorum’ Smyrna’nınTılsımı Sayfa168 dediğinde kahrolmuştum. Sana her şeyi anlatmak istedim. Ama ağzımdan dökülen terslenmeye engel olamamıştım. Ne kadar alınıp ağladığını hala anımsıyorum. Ne olur beni affet. Sevgili kardeşim, işgalin ilk günü olanları görmedin ama eminim hepsini duymuşsundur. Ben oradaydım. Gazeteci Osman Nevres beyin öldürülmesini, bu arada çıkan kargaşada 50-60 kadar masum insanın katledilişini ve Albay Süleyman Fethi beyin Zito Venizelos diye bağırmayı reddettiği için süngülenişini izledim. Savaşta yenilen bir milletin topraklarına yapılan ilk işgal hareketi değildi bu elbette. Karşılık görünce yapılan ilk katliam da değildi. Farklı olan, onca yıldır birlikte yaşayan insanların bir kısmının komşularına yapılan bu muameleyi hoş görmesi ve desteklemesiydi. Sanki her şey orada olanların dışında birilerinin düzenlediği çılgın bir oyun gibiydi. Bir kısmı gücün kendilerinden yana görünen aldatıcı büyüsü ya da korkusu altında sarhoş olmuş, bağırıp çağırıyor, bir kısmı da ölüyordu. Eski Roma’daki bir arenada ölen ve sağ kalan iki zavallı esirle onları çılgınca alkışlayan, ertesi gün yine aynı yoksulluklarına dönecek insanların görüntüsü geldi gözlerimin önüne. İmparatorsa muhtemelen, locasında kıs kıs gülüp eğleniyordu. Hayatımda verdiğim en kolay karar olmuştu. Ne bir aidiyet duygusu, ne hak ne de hukuk. Sadece, o an yapılması gereken o kadar belliydi ki. Reddetmek, ya da kuşku duymak imkansız gibi görünüyordu. Üstelik yapmak istediğimi sizler için veya o gün ölen, eziyet gören zavallılar için de yapmayacaktım. Sadece kendim için. Bilirsin öteden beri insanın hayatını bir başkası için feda etmesine hep karşı çıkmışımdır. Ama gün gelip de kendin için bir şey yapman gerektiği hissine kapılırsan sakın vazgeçme, korkma ya da kuşkuya düşme. Çünkü bu bize öğretilmeyen bir şey, şansın varsa bunun için savaşma fırsatı karşına çıkacaktır. O gün gördüklerimin etkisiyle sersemlemiştim. Eve dönüp erkenden yatıp uyudum. Ertesi gün devam eden olaylar beni iyice korkutmuştu ama bir yandan da bir gün önce verdiğim kararın içimde bir yerlerde direndiğini hissediyordum. Birkaç gün evde gizlendikten sonra gizlice dışarı çıkıp eskiden beni her gün evden kaçıran sevgili dostum Murtakiyeliyi buldum. Günün erken saatinde beni görünce şaşırmıştı. Bir süre alemlere gidemeyeceğimizi söyleyip sıvışmak istedi ama yakasını bırakmadım. Son zamanlarda benden gizli bazı işler çevirdiğinin de farkındaydım. Biraz ağzını arayınca döküldü. Meğer işgalden kısa süre önce işgalin gerçekleşeceğini duyan bazı kişilerin kurduğu bir örgüt için ufak tefek bazı işler yapıyormuş. Getir götür işleri gibi şeyler. Beni de bu insanlarla tanıştırmasını istedim. Önce karşı çıktı. Bunun çok tehlikeli bir iş olduğundan, cephede savaşmanın bile bundan emniyetli olacağından dem vurarak beni vazgeçirmek istedi. Annemi, babamı ve seni düşünmeliymişim. Bu işlerin benim gibi hayatın tadını çıkartmaya düşkün, kibar beyefendilere göre olmadığını Smyrna’nınTılsımı Sayfa169 söylediğinde, istediğimi yapmazsa onu ihbar etmekle tehtit etmekten başka çarem kalmamıştı. Buna inandı mı hiç bilmiyorum, ama beni bizzat bu işin başında bulunan Galip Hoca ile görüştürecek bir aracıya götürebileceğini, daha fazlasının ise elinden gelmeyeceğini söyleyerek konuyu kapattı. Birkaç gün Murtakiyeliden haber almadım. Merak içinde olayların giderek yatışmasını izlerken bir gece Murtakiyelinin faytonunun evin az ilersinde durduğunu fark ettiğimde sevincimden deliye dönmüştüm. O gece Tilkilikte boş bir dükkanda Nebil bey ve Galip Hoca ile buluştuk. Galip Hoca aklı başında, takkesi sakalı yerinde bir din adamı gibi görünüyordu. Önce benim kim olduğumu, neden bu işe girmek istediğimi sorguladılar. Anladığım kadarıyla benim hakkımda topladıkları bilgi onlar için tehlikeli biri olabileceğimi düşündürmüştü. Ama bir yandan da yaşadığım hayatın özellikleri onları çeker gibiydi. Bana güvenmekte zorlanacaklarını açık açık söylediler. Fakat tüm tehlikelerini bilmeme karşın yine de bu işe girmek istersem, sadece Nebil beyle irtibat kurabileceğimi söyleyip, kendileri için elde edeceğim bilgileri onun yoluyla aktarmamı şart koştular. Beni Nebil bey ve Galip Hoca’dan başkası tanımayacaktı. Bunun benim için de iyi olacağını, açığa çıkma ihtimalimi de azaltacağını anlattılar ama ben anlamıştım, asıl korktukları benim gibi birinden gelebilecek ihanetti. Hiç alınmadım. Her türlü şartı kabul ediyordum. İnsanların uğruna ölümü göze aldıkları bir konuda benimle yöntem hakkında tartışmayacaklarını biliyordum. Üstelik uzun süredir sürdürdüğüm yaşantı göz önüne alındığında bunun gibi oldukça riskli bir işe girmek için nedenlerimi açıklamakta yeterli olduğum da söylenemezdi. Neden olarak ne milliyetimi ne de bizzat bana yapılan bir haksızlığı öne sürebiliyordum. Başkaları için kendini feda etmeye hazır bir insan görüntüsü vermediğim de düşünülürse haklı olarak beni anlamakta güçlük çekiyorlardı. Söyleyebildiğim tek şey bu durumda yapılacak başka bir şey ve tutulacak başka bir taraf olmadığıydı. Bu açıklama her ne kadar bana çok şey ifade etse de karşımdakileri ikna etmeye yetmiyordu. Bu da bana güvenmelerini zorlaştırıyordu. Ama Galip Hoca sonunda beni anladı. Her ne kadar aynı nedenlere sahip olmasak da aynı tarafta aynı içtenlikle savaşabileceğimizi bir şekilde sezmişti. Benden önceki hayatıma devam etmemi, hatta mümkün olursa tanıdığım Levantenler yoluyla işgal kuvvetlerinin subayları ve memurlarıyla da ilişki kurmamı istediler. Gözümü hep açık tutacak, öğrendiğim her şeyi hiç vakit kaybetmeden Nebil beye aktaracaktım. Bu iş uzun süre böyle devam etti. Ta ki Nebil bey bir baskında işgal kuvvetlerinin askerleri tarafından vurulup öldürülene dek. Galip Hocayı ise bir daha ne gördüm ne de hakkında bir şey duydum. İhtimal o da bir yerlerde vurulup gitmiştir. Smyrna’nınTılsımı Sayfa170 Yeni görevime kısa sürede uyum sağlamıştım. Eskiden yaşadığım eğlence hayatına geri dönmekte gecikmedim. Hem de ne dönüş. Tanıdığım birçok önemli kişinin peşine düşüp, onlarla yine eğlencelere ve sohbetlere gitmek için elimden gelen her türlü riyakarlığı yapmaktan çekinmedim. Ama kısa sürede faydasını görmüştüm. Önceleri pek yüz vermeyen işgal subayları, tanıdığım Rum ya da diğer Levantenlerin de etkileriyle benimle oturup kalkmaya, yiyip içip eğlenmeye başladılar. Elbette sorup soruşturmuşlar, eski yaşantımı ve ailemi öğrenince belki benden yararlanabileceklerini de düşünerek aralarına kabul etmişlerdi. Önceleri pek fazla bir bilgi elde edemedim. Subaylar her ne kadar benimle yiyip içseler de, ne harekatlarla ilgili bir şeyler anlatıyorlar ne de ben onlara bunlarla ilgili sorular sorabiliyordum. Sonunda eski aile dostumuz Yorgo’nun, babamın yaralanmış gururuna karşı belki bir diyet olarak yaptığı yardımlar imdadıma yetişti. Hem onun postanede daha altta da olsa bir kadroda görevine devam etmesini sağlamış, hem de beni ticarethanesinde işe alarak çok daha etkili kişilerle tanışmama ön ayak olmuştu. Onun yoluyla Genel Vali İstiryadis’in çok sevdiği yeğeniyle tanışıp arkadaş oldum. Oğlan yeni fethettikleri topraklarda amcasını ziyarete gelmiş ama çevreyi bilen tanıyan bir dostu olmadığı için de sıkıntıdan patlamak üzereydi. Yorgo beni öyle övdü öyle allayıp pulladı ki ikimizin arkadaş olmasında herhangi bir sakınca görmediler. Sık sık şehri gezmeye çıkıyor, korumaların eşliğinde çeşitli eğlencelere katılıp günümüzü gün ediyorduk. Gel zaman git zaman sıkı fıkı dost olduk. Sohbetler bazen öyle koyulaşıyordu ki doğal olarak evde konuşulanlardan da haberim olabiliyordu. Yunanlıların bazı planları ile ilgili ağzından kaçırdıklarını hiç zaman geçirmeden Murtakiyeli yoluyla Nebil beyin kulağına fısıldayıveriyordum. Bir gün laf arasında, kısa süre önce şerefine birlikte kadeh kaldırdığımız bir baskının hem de çok yakından tanıdığım Türk muhbirinin adını söyleyiverince, kendime örgütten bağımsız ve gizli yeni bir görev daha biçtim. Gecenin karanlığında yol kesip can alan Kara Ali olmuştum bir anda. Haber aldığım tüm işbirlikçileri bir fırsatını kollayıp hallediyordum. Bu durum hem işgal subayları hem de bizim örgüt içinde büyük bir telaşa neden olmuştu. Nebil beyden olanları araştırmak için emir bile aldım. Doğal olarak hiçbir şey bulamamıştım. Yunanlıların Kara Ali için kurdukları özel araştırma ekibi ise her infazımdan sonra etrafımdaki çemberi yavaş yavaş daraltıyordu. Ama gerek o sıradaki durumum, gerekse Kara Ali’yi ben ve Murtakiyeliden başka kimsenin bilmemesi bizi bir süreliğine de olsa korudu. Kurbanımı kıstırdığım karanlık köşede işimi bitirdikten sonra, faytona atlıyor üstümü başımı bir köşede değiştirip doğruca bir eğlenceye gidiyordum. Valinin yeğeninin en yakın dostundan şüphelenmek kimsenin aklına gelmiyordu. Ama bir gün Nebil bey pusuya düştü ve vuruldu. Artık örgütle herhangi bir bağlantımız da kalmamıştı. Ne ben ne de Murtakiyeli Nebil bey ve Galip Hocadan başkasını tanıyorduk. Smyrna’nınTılsımı Sayfa171 Galip Hoca da sır olup gittiği için tüm uğraşlarımıza rağmen yeni birine ulaşamadık ve bir başımıza kaldık. Zaman zaman edindiğim önemli haberleri iletecek birinin olmaması sinirlerimi giderek daha fazla bozmaya başlamıştı. Bir gün akşamüzeri Yorgo’nun yanındaki işim uzun sürdüğü için çıkmakta geciktim. Anlaşılan Yorgo benim halen orada olduğumdan habersizdi. Yazıhanesinde birisiyle konuşmakta olduğunu işittim. Rumcayı oldukça iyi anlayıp konuşmama rağmen hiçbir şey anlayamıyordum. Biraz dikkat edince İngilizce konuşulduğunun farkına vardım. Yorgo bir süre çat pat konuşmaya çalışmış fakat çok da iyi beceremediğini görünce ikisi de Türkçe konuşmaya başlamışlardı. Köşeye sinip konuşulanlara gizlice kulak misafiri oldum. Karşısında oldukça genç bir adam, Turgutlu civarında bir köyde Türklere silah sevkiyatı olacağından bahsediyor, olayın detaylarını Yorgo’ya not ettiriyordu. Önce büyük bir öfkeye kapıldığımı anımsıyorum. Yorgo’nun da bu işlere bu denli girmiş olmasının yarattığı hayal kırıklığı neredeyse her şeyi berbat etmeme neden olacaktı. Ama kendimi tuttum. Despina’yı düşündüm. Durumumu düşündüm. O an açığa çıkmanın son derece akılsızca bir davranış olacağına kendimi zor da olsa ikna ederek gözetlemeye devam ettim. Genç adam sevkiyat ile ilgili detayları tamamladıktan sonra Anadolu’da Türk kuvvetlerinin dağılımlarıyla ilgili bazı detayları anlatmaya başlamıştı. Bilgilerin çok gizli olduğunu ve Mısır’daki bir bağlantıları üzerinden oldukça dolaylı bir şekilde şifreli olarak aktarıldığını söylediğinde her şeyi anlamıştım. ‘İngiliz istihbaratı’ diye düşündüm. Sonunda sahneye çıkmışlardı yine. Biraz sonra, arkası dönük olan genç adam hafifçe döndüğünde kapı aralığından gördüğüm yüzü çok iyi tanıdığımın farkına vardım. İzmir’de oldukça iyi tanınan İngiliz kökenli bir Levanten ailenin küçük oğluydu. Aile her ne kadar toplantılara ve davetlere katılsa da, dışarıya karşı işgal kuvvetleriyle içli dışlı oldukları izlenimini vermemeye çalışıyordu. Bu İngilizlerin taktiklerine her zaman hayranlık duymuşumdur. Konuşmanın sonunda genç adam Yorgo’ya bu bilgilerin işgal kuvvetlerine de iletildiğini, fakat Aya Fotini Kilisesi’ne bağlı paramilislere haber verilmeyebileceğini düşündükleri için bölgedeki ve Anadoluda’ki bağlantılarına da ulaştırılmak üzere bizzat kendilerini bilgilendirmek için geldiğini anlatmış, bu görüşmeden işgal kuvvetlerinin bile haberi olmaması gerektiği hakkında da sıkıca tembihlemişti. Anlaşılan işgal kuvvetleri ile bunlar arasındaki ufak tefek fikir ayrılıklarının farkına varmışlar, gerektiğinde onlara yaptıramayacaklarını bunlara yaptırmak için gerekli ilişkileri kuruyor ve sağlamlaştırıyorlardı. Smyrna’nınTılsımı Sayfa172 İşte o an tüm hayatımı etkileyecek kararı verdim. Geldiği gibi sessizce çıkan genç adamı akşam karanlığında izleyip sıkıştırdığım sakin bir köşede tek bir bıçak darbesiyle cezalandırdım. Her şey gürültüsüz bir şekilde halledilmişti. Ama ertesi gün çıkan gazeteler olayın hiç de bu şekilde kapanmayacağını haber verir gibiydi. Her ne kadar propaganda olmasın diye olayı adi bir cinayet gibi göstermeye çalışsalar da, şüphelinin Kara Ali olduğu halk arasında fısıltı ile yayılmaya başlamıştı bile. İşte o zaman, İngilizlerin peşimi hiçbir zaman bırakmayacaklarının farkına vardım. Kimliğim bilinmediği için henüz güvendeydim ama bundan sonra hareketlerime daha fazla dikkat etmem gerekiyordu. Bir yandan da kısa bir süre sonra gerçekleşecek baskını iletebileceğim yeni bir bağlantıyı bulabilme telaşına düşmüştüm. Ama güvenliğimi tehlikeye atmadan böyle birini nasıl bulabileceğimi de bir türlü akıl edemiyordum. Birkaç gün sonra Yorgo benimle görüşmek istediğini söyledi. Yazıhanesinde havadan sudan konuşurken konu dönüp dolaşıp kısa süre önceki cinayete gelmişti. Birlikte, olayın ne kadar vahşice işlenmiş bir cinayet olduğundan bahsederken ağzımı aradığını fark etmem uzun sürmedi. Birden telaşlanmıştım. Akşam olanları Murtakiyeliye anlattığımda, eğer varsa hakkımdaki bir şüpheden kurtulmanın en akıllıca yolunun benim de Kara Ali ile karşılaşmam olduğunu söyledi. Fikir hoşuma gitmişti. Yaşantım dikkate alınırsa o zamana dek hedef olmamam bile şüphe nedeni sayılabilirdi. Plana göre Murtakiyeli bir seferliğine Kara Ali olacaktı. İstiryadis’in yeğeniyle çıktığım bir eğlence gecesinden dönerken Kara Ali yoluma çıkacak öldürücü olmayan bir darbe ile beni yaralayacaktı. Ölmemiş olmamın şüpheleri tam anlamıyla gidermeyeceğini biliyorduk ama daha iyisi de elimizden gelmiyordu. Hemen o gece planı uygulamaya koyduk. Geç vakte kadar süren Kraemer Palas’taki eğlencede birçok kişiyle konuşup sohbet ettim. Biraz sonra olacaklara rağmen oldukça sakin ve neşeli davranabiliyordum. Hatta uzun süredir toplantılarda gördüğüm halde o gece ilk kez tanıştırıldığım Mümin beyle uzun süre şakalaşıp vakit geçirme fırsatını da elde etmiştim. Bizi tanıştıran İstiryadis’in yeğenine şimdi bunun için ne kadar teşekkür etsem azdır doğrusu. Mümin bey de benim gibi işgal kuvvetleriyle dostluğu ilerletmiş, onlarla düşüp kalkan bir gençti. Hatta onlara bilgi sağladığı yönünde dedikodular bile vardı. Bu yüzden adı halk arasında Gavur Mümin’e çıkmış, birkaç kez kıl payı atlattığı suikastler bile onu bu yaşantısından vazgeçirememişti. Bir ara onu da listeye almayı düşündüm. Gece sona erip dışarı çıktığımızda eve kadar yürümek istediğimi söyleyerek onlardan ayrıldım. Yaklaşık yüz metre kadar yürümüştüm ki, karşıma planladığımız gibi yüzü gözü sarılmış bir şekilde Murtakiyeli çıktığında onun bu haline güleyim mi yoksa biraz sonra Smyrna’nınTılsımı Sayfa173 başıma geleceklerden dolayı korkayım mı bilemedim. Murtakiyeli kaşla göz arasında bıçağını çekip bana doğru hamle yapmaya hazırlandığında bıçağın doğru hedefi bulması için gözlerimi kapatmış dua ediyordum. Ama henüz otelin önünde İstiryadis’in yeğeniyle ayaküstü sohbet etmekte olan Mümin bey olayın farkına varmış, bağırarak bize doğru koşmaya başlamıştı bile. Murtakiyeli gelenleri görünce telaşla bıçağı savurdu. Sağ omzuma yakın bir yerde, göğsüm ve kolumda planladığımızdan daha ağır, hatırı sayılır bir yara açmış, kaşla göz arasında gerisin geri koşup kaybolmuştu. Canım gerçekten çok yanıyordu. Koşup gelen Mümin bey, İstiryadis’in yeğeni ve korumalar bir yandan beni omuzlayıp kaldırırlarken bir yandan da karanlığa sıkılan birkaç kurşuna rağmen gözden kaybolan Kara Ali’nin peşinden bakakalmışlardı. Telaşa kapılan Murtakiyeli yüzünden neredeyse ölüyordum ama sonuç beklediğimizden de iyi olmuştu. Ölmeden kurtulabilmemin ise su götürmez bir nedeni ve şahitleri vardı artık. O gece Fransız hastanesinde yaralarıma dikiş atılıp, sarıldı. Tüm itirazlarıma rağmen beni eve yakın bir yere kadar bırakmakta ısrar ettiler. Ailemin beni onlarla bu kadar sıkı fıkı görmek istemeyebileceği fikrini anlayışla karşılıyorlardı ama eve kadar sağ salim ulaşmam da onlar için oldukça önemliydi. Birkaç gün evden çıkamadım. Babamla ettiğimiz kavgaları hatırlıyor olmalısın. Ama daha sonra gerek Yorgo gerekse işgal kuvvetleri subayları tarafından tam bir kahraman gibi karşılanmıştım. Bir süre tüm ilgi benim üstümdeydi. Her toplantıda başköşeye oturtuluyor, geçirdiğim nefes kesici olayı en ince detayına dek tekrar tekrar anlatarak rolümün gereğini yapmaya gayret ediyordum. Olayla ve Kara Ali ile ilgili sorulara her seferinde aynı yanıtları verebilmek için mümkün olduğunca gerçeğe sadık kalmaya çalışmıştım. Bu nedenle bir ara kendimi kaptırıp, Kara Ali’nin Çingene şivesiyle konuştuğuna dair bir detayı bile ağzımdan kaçırdım. Bir süre yüzlerce zavallı Çingene benim yüzümden işkence ve eziyet çekmişti. Bu konuda gördüğüm ilgi nedeniyle tanıştığım bir Amerikalı gazeteci, Mister Harry, benimle bir röportaj yapmış, her ne kadar işgalcilerin hoşuna gitmeyecek bile olsa bu ilginç olayı ve Kara Ali ile ilgili gizemli söylentileri ülkesinde yayınlatmayı düşündüğünü söylemişti. Sonraları, ben, Mümin bey, Mister Harry ve İsiryadis’in yeğeni birbirinden ayrılmayan bir gurup olduk. Bunlardan en çok ilgimi çeken Mümin beydi. Onda farklı bir şeyler olduğunu sezmiştim. O da benim gibi İstiryadis’in yeğeniyle çok fazla ilgileniyor, zaman zaman dikkatimi çekecek ölçüdeki ısrarıyla oğlandan işgal kuvvetleri ile ilgili bilgi sızdırmaya çalışıyordu. Bu arada benden şüphelendiğini belli eden bakışları ve laf çarpıtmalarına bakarak aradığım yeni bağlantıyı bulmuş olabileceğimi düşündüm. Çaresizlikten, riskli bir deneme yapmaya karar verdim. Haber aldığım baskın henüz gerçekleşmemişti. Bir ara yalnız kaldığımızda sanki İstiryadis’in yeğeninden duymuş da ağzımdan kaçırmışım gibi konuyla ilgili önemli Smyrna’nınTılsımı Sayfa174 bilgileri söyleyiverdim. Bir süre sonra ise, baskına giden işgal askerlerinin baskına uğradığı duyulduğunda Mümin beyin de ben gibi biri olduğundan hiç şüphem kalmamıştı. Buna rağmen kimliğimi açıkça ortaya koymak istemediğim için öğrendiklerimi onun yanında hep ağzımdan kaçırır oldum. Şimdi düşünüyorum da, bence o da benim ne olduğumu biliyordu. İkimiz de birbirimizden habersiz gününü gün eden işbirlikçiler gibi görünmeyi tercih ediyor, bu konuyu aramızda bile olsa açmamaya gayret gösteriyorduk. Hayatın garip cilvesine bak ki, o gurupta olduğu gibi görünen sadece İstiryadis’in yeğeni olan o masum oğlanmış. İşgalin sonlarına doğru, hem Mümin beyin hem de Mister Harry’nin Yunanlılar tarafından tutuklanıp Atina’ya gönderildiğini duyduğumda şaşkınlıktan dona kalmıştım. Mister Harry’nin aslında Kemal adında bir Türk olduğunu öğrenince Mümin beyin bize tercümanlık yapmaya çalıştığı günler gözümün önüne gelmiş, bir yandan onlar için üzülürken bir yandan da nasıl olup da hiçbir şeyin farkına varmadığımı düşünüp hayıflanmıştım. Kim bilir sonları nasıl oldu? O günlerde tek yaşadığım bunlar değildi elbette. Senin de bildiğin gibi, aklımı başımdan alan, güzeller güzeli Despina’ya olan aşkım da diğer yandan beni yiyip bitiriyordu. Ona yazdığım şiirleri, götürdüğün mektupları unutmadığına eminim. Birkaç kez faytonda yan yana oturup koklaşmanın dışında bir şey olmasa da ona olan tutkum, yapmakta olduğum iş konusunda sık sık kuşkuya düşmeme neden oluyordu. Birleşmemizin ne denli zor olduğunu ikimiz de bilmemize rağmen ne o benden vazgeçebiliyordu ne de ben ondan. Tek umudumuz benim onlar arasında elde ettiğim saygınlık ve kabuldü. Bazen sırf buna bağlı olarak evlenmemizin mümkün olacağını hayal ediyor, durumu daha da sağlamlaştırmak için neler yapmamız gerektiğini planlıyorduk. Anlayacağın, durumum tam bir içler acısıydı. Bir yandan bunları planlarken bir yandan da bunu imkansız kılacak bir düzen değişikliği için her gün hayatımı ortaya koyuyordum. Hiç düşünmek istemesem de bir gün son seçimi yapmam gerekeceğini biliyor, ama o gün geldiğinde neyi seçeceğimi hayal bile edemiyordum. Sonunda hem istenen hem de istenmeyen o günler geldi. Türk ordusu beklenmeyen yengiler elde etmiş batıya doğru ilerliyordu. Mümin bey yakalanmadan önceki son görüşmemizde, Yorgo’nun faaliyetlerinin Ankara’da dikkat çektiğini, tutuklanması için karar çıkabileceğini de bir yerlerden duyduğunu, sanki Yorgo’yu uyarmamı istermiş gibi fısıldadığında aslında bir emir aldığımı fark etmiştim. O günlerde Yorgo ile pek görüşemiyorduk. Yunan ordusunun geri çekilmesinin yarattığı telaşla Aya Fotini’deki toplantılara her gün gidip gelir olmuş, işleriyse tümüyle benim üstüme yıkmıştı. Paramilislerin orada silah depoladığını ve gereğinde Metropolit Hrisostomos’un liderliğinde direnmek için planlar yapıldığını artık sağır sultan bile duymuştu. Ne yapacağımı bilemiyordum. Bazen, artık yapacağımı yapmış olduğumu, sırrımı geçmişime gömüp Smyrna’nınTılsımı Sayfa175 hayatımda aşık olduğum tek kadınla, ailesini de alıp Yunanistan’a sığınmanın en uygun yol olduğunu düşünür olmuştum. Sekiz Eylül günü Türkler Manisa’ya ulaştığında artık işin sona erdiği belli olmuş, çoktandır sürüp gitmekte olan tahliye işlemleri hız kazanmıştı. İzmir’den kalkan gemilerde yer bulamayan binlerce insan ise, korkuyla sırtlandıkları birkaç parça eşyalarıyla yollara düştü. Herkes telaş içinde, gemilere, balıkçı teknelerine, hatta sandal bile olsa bulabilecekleri herhangi bir deniz aracına kapağı atabilecekleri Urla, Karaburun ve Çeşme gibi iskelelere ulaşmaya çalışıyordu. Sabah erkenden silahımı alıp Yorgo’nun iş yerine doğru yola çıktım. Bazı evrakı yok etmek için o saatlerde orada olacağını biliyordum. İçeri girdiğimde beni gördüğüne sevinmişti. Bana İzmir’i terk etmeyi düşünmediğini gerekirse direneceklerini anlattı. Ama Despina ve karısının gitmesini istiyor, kızına olan ilgimi fark ettiği için onları sadece bana emanet edebileceğini, istersem benim de onlarla giderek Yunanistan’da yeni bir hayat kurabileceğimizi söylüyordu. Ona masanın önündeki sandalyeye oturmasını işaret ettim. Karşısına geçip belimdeki tabancayı çıkarttığımda her şeyi anlamıştı. Kısa sürede tüm öykümü özetledim. Beni ihanete uğramış çaresiz birinin donuk yüz ifadesiyle dinliyor, gözlerinin nemlenmesine engel olamıyordu. Kendisini tutuklamak için emir aldığımı söylediğimde omuzlarının çöküşünü görmek içimi sızlattı. Sanırım işin ciddiyetini ilk kez o an kavramıştı. Gözlerinden süzülen yaşlara aldırmadan yeni kurulan İyonya Devleti’ni savunmak için Metropolit Hrisostomos’un önderliğinde ne kadar umutsuzca da olsa direnmeye hazır olduklarını ama hiçbir şey yapmadan teslim olmayı düşünmek bile istemediğini anlattı durdu. Kurulalı daha beş hafta bile olmayan bu devletin Yunan ordusundan ayrılıp kendi saflarına katılan subay ve askerlerle güç de olsa savunulabileceğine, Türk kuvvetlerinin şehrin girişinde durdurularak bölge için bir özerklik kopartılabileceğine dair saçma sapan söylevini sürdürürken bunları beni kandırmak için uydurup uydurmadığını anlamaya çalışıyordum. Ama hayır. Giderek yalvarmaya varan ses tonundan ve artık tutmaya bile gayret etmediği gözyaşlarından belliydi ki bu zavallı da peşine takıldığı hayalin esiri olmuş, en az iki haftadır fiilien varlığı dahi söz konusu edilemeyecek o gülünç İyonya Devletinin başkentini savunmak için sözü beni bile saflarına davet etmeye dek vardırmıştı. Belli ki benim de içinde bulunduğum umutsuz durumun farkındaydı. Buna rağmen niçin hala son bir gayretle Türkler için çalıştığımı anlayamıyordu. Anlattıklarını hiç tepki vermeden dinlediğimi görünce vazgeçmek zorunda kaldı. Bir an kurtulmak için bana saldıracağını ve hiç istemediğim halde onu benim vurmak zorunda kalacağımı sandığımda telaşlanmıştım. Evet, onu tutuklayıp teslim etmek istiyordum ama bunu nasıl yapacağımı henüz planlamamıştım bile. Ama Despina’nın babasını öldüren kişi olmak da istemiyordum. Neyse ki böyle bir şeye Smyrna’nınTılsımı Sayfa176 kalkışmadı. Bir süre sessizce oturduk. Ben onunla ne yapacağımı düşünürken o da hiçbir şey yapamadan teslim olmayı içine sindirmeye çalışır gibi görünüyordu. Bir anda toparlanıp son bir deneme yapmaya karar verdi. Despina’yı koruyup buradan kaçmasına yardım edecek kadar onu sevdiğimin farkında olduğunu söyleyerek, bana bir zorluk çıkartmazsa bundan sonra ailesine göz kulak olup olmayacağımı sordu. Olumlu yanıt aldığında biraz önce yaptığı planı hala uygulayabileceğimi, isterse kendisini depoya kilitleyip yerini bildiren bir mektubu en geç ertesi gün İzmir’e ulaşması beklenen Türk yetkililere iletmesi için güvendiğim birine bırakabileceğimi anlattı. Fikir bana da mantıklı gelmişti. Böylece hem aldığım emri yerine getirecek, hem de beni bambaşka biri olarak tanıyan Türk subaylarına Mümin beyin de yokluğunda asla kanıtlayamayacağım gerçek kişiliğim nedeniyle alacağım kesin olan cezadan –belki de ölüm cezasından- kurtulacaktım. Nasıl olsa biz gittikten sonra Murtakiyeli bir yolunu bulup bizimkilere Yorgo’nun yerini bildiren notu ulaştırır diye düşünüyordum. Artık ne yaptığımı bilecek halde değildim. Bana söylenen mantıklı gelebilecek her öneriyi uygulamaya hazır gibiydim. O yüzden belki şimdi olsa kabul etmeyeceğim, Yorgo’nun da ailesi için duyduğu korkuyla ortaya atıverdiği bu öneri neredeyse kendi kendine uygulamaya konmuş oldu. Akşamüzeri Despina ve annesini Yorgo’dan getirdiğim bir mektupla zor da olsa ikna edip Murtakiyelinin faytonuyla yola çıkardık. Yolda başlarına bir şey gelmemesi için ben de belimde silahımla eşlik ediyordum. Kaçmak için İzmir’den kalkan gemilerde artık yer bulamayacağımıza göre, amacım ertesi gün Urla İskele’den Sakız’a gideceğini öğrendiğimiz bir takaya yetişebilmekti. Planımı anlattıktan sonra Murtakiyeli’nin bir koşu gidip ensesinden tutup getirdiği eski kulağı kesiklerden berduş bir Türk balıkçı, kan kardeşi olan Kilizmanlı Kaptan Mikhael’in fırsat bu fırsattır diyerek ertesi sabah Urla İskele’den yapacağı yükleme sırasında yer kapabilmemiz için bize bir mektup vermeyi biraz zorla da olsa kabul etti. Doğal olarak, zahmeti karşılığında ona da biraz bahşiş vermemiz gerekmişti. Kan kardeşinin mektubuna rağmen Mikael’e de yüklüce bir miktar ödeme yapmamız gerektiğinin de farkındaydık. Neyse ki, Despina ve annesinin yanlarına aldıkları altın ve mücevherler her türlü ihtiyacımızı karşılayabilecek düzeyin bile üstünde görünüyordu. Karanlık çöktüğünde Urla’ya neredeyse varmıştık. Geceleyin kalabalığın arasında kalmak istemediğimizden Murtakiyelinin bir tanıdığının terk edilmiş bir çiftlik evinde sabahı etmeye karar verdik. Birkaç lokmadan oluşan akşam yemeği herkesin boğazına düğümlenmişti. Despina babasının neden daha sonra gelmek istediğini bir türlü anlayamıyor, hiçbir açıklamayı mantıklı bulmuyordu. Babasının yazısını tanımasa mektuba da inanmayacak Smyrna’nınTılsımı Sayfa177 başına bir şey geldiğini düşünerek babasını bırakıp İzmir’i terk etmeye yanaşmayacaktı. Annesi ise daha sakin duruyordu. Sanki eşini bir daha göremeyeceğini sezmiş, kızını kuşkulandırmamak için ters anlaşılabilecek herhangi bir şey söylememeye gayret ediyordu. Bunu Despina’ya babası için korkacak herhangi bir şey olmadığını, işlerini tamamladıktan sonra belki şu anda yola çıkmış bile olabileceğini, Urla’da ya da en fazla Sakız’da bir araya gelebileceklerini anlatmaya çalışmasından fark etmiştim. Kadın kocasından çoktan vazgeçmiş, kızının bir delilik yapıp işleri bozmasından korkar gibiydi. Yemekten sonra erkenden yatmaya karar verildi. Murtakiyeli ve ben dışarıda faytonda nöbetçi kalacaktık. Gecenin geç bir saatinde Murtakiyelinin beni dürtmesiyle yerimden fırladım. Evden çıkıp sessiz adımlarla bize doğru gelen Despina’yı işaret ediyordu. Sen git ben kalırım der gibi gülümseyerek başını salladı. Tabancayı ona bıraktıktan sonra Despinayı çevirip rahatça konuşabileceğimizi düşündüğüm az ilerdeki ahıra doğru götürdüm. Babasının merakından uyuyamadığını söyleyip kendisinden sakladığım bir şey olup olmadığını soruyordu. Yalan yere ettiğim bin bir yeminle ikna ettikten sonra benim de onlarla gitmemi istedi. İşte o an yaptığımın farkına varmıştım. Eğer onlarla birlikte gidersem hayatımı bir yalan üstüne kuracak ve mutlu olmaya çalışacaktım. Aslında, bunu pek umursadığım söylenemezdi. Her şeyi unutabileceğimi ve hiç pişmanlık duymadan mutlu bir hayata başlayabileceğimi düşünüyordum. Orada, Despina beni gelmeye razı etmek için ne gerekirse yaptı. İkimiz de o kısacık süre içinde savaşı ve tüm dertlerimizi unutmuş, birbirini delice arzulayan bedenlerimizin dürtüsüne uyarak düşlediğimiz yeni yaşantımıza adımımızı çoktan atmıştık. Birbirimize korkunun ve yarınından emin olmayan insanların duyabileceği umutsuzluğun sürüklediği bir pervasızlıkla sarıldık. Gecenin o zifiri karanlığında sadece birbirine bastırdığımız çıplak bedenlerimizle yatıştırmaya çalışıyorduk endişelerimizi. Sanki Despina bunun elimizdeki son fırsat olduğunu anlamıştı da ellerimin utangaçlığını, dudaklarımın çekingenliğini bir an önce aşmak ister gibi kulağıma beni sevdiğini fısıldayıp durdu uzun süre. İpek gibi teninin içimde yaktığı ateşe karşı koymanın imkansız olduğu o andan sonra ise anımsayabildiğim tek şey uzun bir süre boşlukta düşmeye benzer bir duyguydu. Tüm yaşantım boyunca ağırlığını hissettiğim vücudum yer çekiminin esaretinden kurtulmuş, sanki hafif bir esintinin önünde kah yükselip kah alçalarak zihnimin etrafında dolanıyor, neden olduğu baş dönmesiyle beni bu dünyanın üstüme yığdığı tüm ağırlıklardan da azad ediyordu. Yere sanki bir tüy gibi kondum. Ruhumu ve bedenimi ayrıştırıp sonra tekrar bir araya getiren bu deneyimi ne ondan önce yaşamıştım ne de bir daha ondan sonra. Hem hoşuma gitmişti, hem de korkmuştum. Ama hiç unutmadım. Despina ise kollarımda geçirdiği dakikalar boyunca bundan sonraki mutlu yaşantımızdan ve düşlediği bol çocuklu geniş bir aileden Smyrna’nınTılsımı Sayfa178 bahsetti durdu. Bir süre sonra kalkıp gitmesine yakın kararımı kesinleştirmek için söylediklerini hala unutmadım. ‘Bizimle gel. Şimdiye dek yaptıklarını, ulaşmaya çalıştığın şeyleri düşün. Aileni terk etmenin zor olduğunu biliyorum ama olmaya çalıştığın şeyin arkasından gitme cesaretinin olduğunu da biliyorum.’ Son söyledikleri kafamı iyice karıştırmıştı. Hele gitmeden önce o güzel gözlerini gözlerime dikip ta içime baktığında gözbebeklerinin içinden gördüğüm o kahverengi gözler sanki benimkilerdi. Geleceğimi gördüğümü sandım bir an. Hala o kararsız ve ne yapacağını bilmeyen adam zamanın ötesinden bana bakıyordu sanki. Korktum ve kaçtım oradan. Murtakiyelinin yanına döndüğümde allak bullak olmuştum. Bundan sonra ne olacağını, bunca işi kimin için yaptığımı, kendim için değilse bunca tehlikeye neden atıldığımı yanıtlayamıyordum. Murtakiyelinin, İngilizlerin hala beni aradığını, Despina’yla gitmemin daha iyi olacağını da söylemesi üzerine iyice telaşlanmıştım. Onlara daha fazla zarar vermek istemiyordum. Nasıl olsa beni bulacaklardı. O sırada yanımda Despina’nın olmasını göze alamayacağımı fark ettim. Hala gerçekten bana mı ait olduğunu bilmediğim ani bir kararla cevşenimi çıkartıp sabah olduğunda Despina’ya vermesi için Murtakiyeliye emanet ettim. Şimdiye dek beni koruduğu gibi bu zor yolculukta onu da her türlü tehlikeden esirgeyeceğini umuyordum. Gideceğimi anlayınca Murtakiyeli beni vazgeçirmeye çalıştı ama kafamda ok yaydan çıkmıştı bir kere. Faytonu alıp İzmir’e doğru yola çıktım. Yol boyunca çektiğim ızdırabı anlatamam. Artık Yorgo’nun cezasını çekmesinin de önemli olduğuna inanmıyordum. Nasıl olsa aslında tüm dünyanın inançlarına ters olan bir plan, üzerlerine çöken uyuşukluktan hiç beklenmedik bir anda silkinip kalkabilmiş bazı insanların gayretiyle alaşağı olmuş ve her şey benim de kabul edebileceğim bir seyre oturmaya başlamıştı. Bence makul olan gerçekleşmişti. Beni en çok ilgilendiren de buydu zaten. Bu arada, gelip geçici bir çılgınlığın, saçmalığın sürdüğü zaman içinde birçok insan ölmüştü. Çok fazla suçlu vardı ve en önemlileri ise hiçbir zaman cezalandırılamayacaklardı. Ha bir eksik ha bir fazla diye düşünüyordum. Yorgo’nun ölümü neyi halledebilirdi ki. Zamanında yetişebilir ve becerebilirsem, Despina’nın hatırı için onu da kurtarmaya karar verdim. Sabah ilk işim sana uğramak oldu, biliyorsun. Bir süre kenar bir mahallede saklandım. Bulabildiğim eski püskü birkaç kıyafetle kılık değiştirip, bilgi toplamaya çalıştım. Depoya gittiğimde ise bir gün önce askerlerin, kilitli olan alt kattaki mahzenin kapısını kırıp girdiklerini ve kendini asmış olan Yorgo’nun cesedini çıkarttıklarını öğrendim. Artık her şey gerçekten bitmişti. Smyrna’nınTılsımı Sayfa179 Birkaç gün sonra başlayan yangın giderek kenti sarmış, ortaya çıkan kargaşada kenti terk etmem kolaylaşmıştı. Ayrılmadan önce, neredeyse yarısı yanıp kül olan şehrime baktığımda duymam gereken hüznü duyamadığımı anımsıyorum. Sanki Ermeni mahallesinden başlayıp İzmir’in hiç alışık olamadığı güney rüzgarının da etkisiyle güzelim Frenk mahallesini yalayıp yutan, Kordon’a dek her yeri kapkara bir kabusa dönüştüren o uğursuz yangın içimdeki tüm duyguları da yakıp yok etmişti. Kendimi yapayalnız hissediyordum. Adeta ruhu ölmüş ama içi boşalmış bedeni nedense dünyada kalmak için direnen bir gulyabani gibiydim. Tekrar bir insan olmak, kalan günlerimi kendim olarak yaşayabilmek için bu içi boşalmış cesedi yeni bir ruhla doldurmak gerekiyordu. Ne yaptığımı bilmeden günlerce dağlarda dolaştım. Sonunda saklanabileceğim tek yere, babamın memleketine gitmeyi akıl edebilmiştim. Kaçmam gerekiyordu. Hem Türklerden hem de İngilizlerden. Saklanarak yaptığım haftalar süren bir yolculuktan sonra Darende’ye ulaştım. Dergaha gittiğimde şeyhe kim olduğumu anlatmak oldukça zor olmuştu. Uzun süre sorguya çektikten sonra aileden olduğuma inandı. Öykümü dinledikten sonra ise beni koruması altına almaya karar verdi. Kimseye kim olduğumdan bahsetmemişti. Ama bir tek şartı vardı. Madem buraya gelmiştim, madem eskisine bir sünger çekip yeni bir hayata başlamak istiyordum, artık bambaşka birisi olmaya da hazır olmalıydım. Orada yıllarca kaldım. Dergahta her türlü hizmete koştum, kimliğimi silip cemaatin bir parçası oldum. Zaman içinde bana iyice ısındılar. Hat sanatını, ciltçiliği hep orada öğrendim. Ben de huzur bulmuştum. Ama gördüğüm yoğun din eğitimine rağmen hiçbir zaman onlar gibi olamayacağımı da seziyordum. Kuşku duymadan yaşamak elimde değildi. Ben de, aldığım bu eğitimi insanlarla inançları arasındaki çapulcuları aradan çıkartmak için kullanmaya karar verdim. Şeyhim bana Nuri ismini vermişti. Durumumu ve niyetimi fark ettiğini biliyordum ama hiçbir zaman bunu söze dökmedi. Sanki yapmak istediğimi onaylar gibiydi. Şüphelerime ise karışmak istemiyor, sadece amacıma yardımcı olması için beni herkesten fazla bilgiyle donatmaya çalışıyordu. Ayrılmak için izin istemeye gittiğimde bir şey demedi. Sadece alnımdan öpüp dikkatli olmamı tembihledi. Amacım İzmir’e dönmek sizleri görmekti ama Kasaba’dan öteye gidemedim. Burada yerleştim evlendim, küçük bir oğlum oldu. Burada yaşadığım yıllar boyunca yeni bir hayatım oldu. Eskilerden sadece Murtakiyeli ile görüşüyordum. Zaman zaman ziyaretime geliyor gizlice sohbet edip geçmiş günleri anıyorduk. Sizden haberleri de o getiriyordu sağ olsun. Polisin beni aradığını İzmir’e gelmemin çok tehlikeli olduğunu söyleyip durduğu için buradakileri ve sizleri tehlikeye atmamak için yanınıza gelmeye hiç cesaret edemedim. Nasıl olsa Kasaba’da Smyrna’nınTılsımı Sayfa180 yeni kimliğim, yeni görüntüm ve yeni ailemle güvendeydim. Bir tek seni özlüyordum. Her sabah seni görmek hevesiyle açtığım gözlerim gerçeğin farkına varınca yaşlarla doluyordu. Bir süre sonra eşim de bende bir gariplik olduğunu sezmişti. Ona hep Darende’de kaybettiğim ailemi düşünüp üzüldüğümü anlattım. Zavallı ne çok kahroldu benim için. Birkaç gün önce Murtakiyeli yine geldi. Bu sefer kararlaştırdığımız tarihten erken gelmişti. Bir gariplik olduğunu sezmiştim ama kiralık bir çingenenin yeni adımla beni aradığını anlattığında uzun süredir unutmuş olduğum belanın en nihayetinde beni bulmak üzere olduğunu da anlamıştım. Devletten korunma isteyecek halim de yoktu. Bunun er geç başıma geleceğini biliyordum. Demek ki tüm aile Türkiye’den göçmüş olsalar dahi paranın gücü ile dışarıdan bile intikamları peşinde koşabiliyorlardı. Kaderime razı olmak çok fazla vaktimi almadı. Sadece karımı ve oğlumu korumak için plan yaptık. Birkaç gün sonra onları bir süreliğine bir bahaneyle yakınlardaki bir akrabalarının yanına göndereceğim. Katillerimi ise burada tek başıma beklemek istiyorum. Onlara herhangi bir zarar gelmeden bu hesap kesilsin de ödeşelim artık. Sevgili kardeşim, kalan sayılı saatlerimde sana öykümü aklımda kaldığınca anlatmaya çalıştım. Umarım beni affedersiniz. Umarım Despina da affeder. Bu sayfalar eline geçerse yeğenine ve yengene sahip çık. Kısmet olmaz da ulaştıramazsam artık hepsi Allah’a emanet. Seni herkesten çok seven ağabeyin Ziya. Smyrna’nınTılsımı Sayfa181 BÖLÜM XXX Büyükannenin yoğun bakımda kaldığı iki gün içinde Ziya beyin öyküsünü tekrar tekrar okudu. Olayları onun gözünden görmeye o kadar gayret etti ki sonunda tüm bunları yaşayanın kendisi olduğunu sanmaya başladığında zamanın geldiğine karar verdi. Planını uygulaması düşündüğünden de kolay olacaktı çünkü durumunda iyi yönde herhangi bir gelişme olmamasına karşın bir kötüleşme de gözlenmediği için büyükanneyi servisteki bir odaya çıkartmaya karar vermişlerdi. Yoğun bakımda yatağa ihtiyaç olmalı diye geçirdi aklından. Hastaneye gitmek için giyinirken artık Ziya bey gibi düşünüp, onun gibi davranmaya başlamıştı. Yapmayı düşündüğü şeyin büyükanne için ne müthiş bir sürpriz olacağını düşündükçe yerinde duramıyordu. Hastaneye büyükanneyi taburcu edecekmiş gibi neşeyle girdi. Durumunun ne olacağını, ya da o halde daha ne kadar yaşayabileceğini bilmiyordu ama emin olduğu bir şey vardı ki o da bu öyküyü öğrenmeden büyükannenin gitmesine izin vermeyeceğiydi. Büyükannenin nakledildiği odaya girdiğinde annesiyle babası şaşkınlıkla bakakalmışlardı. Bin bir zahmetle taşıdığı paketi açıp eski aynayı çıkarttığında ise kendisinden bir açıklama beklendiğinin farkına varmıştı ama bunu hemen o anda yapamaya niyetli gibi görünmüyordu. ‘Bu bizim büyükanne ile aramızda bir şey. Lütfen şimdi gidin ve bir süre bizi yalnız bırakın. Size daha sonra anlatırım.’ Oğullarının, üzüntüsü nedeniyle ne yaptığını bilmediğini düşünüyor olmalıydılar. İkisi de böyle bir durumda ne söylenebileceğini, konuyu sorularla daha fazla deşmenin ne kadar uygun olacağını kestiremeden, istemeye istemeye de olsa dediğini yapmak zorunda kaldılar. Onlar gittikten sonra, hasta yatağının yanı başına çektiği masaya aynayı dikkatlice yerleştirdi. Büyükannenin başı ile kendi oturacağı koltuğun arasındaki mesafenin tam ortasını hesaplayarak aynaya ait son ayarlamaları da yapmıştı. ‘Bu da işe yaramazsa yapabileceğim başka bir şey kalmayacak. Kusura bakma büyükanne.’ Hafifçe yanağından öptükten sonra alnına düşmüş olan bir tutam saçı düzeltti. Şimdi daha güzel görünüyordu. Yerine geçip oturdu. Önce gözlerini kapatıp Ziya beyi düşündü. Despinayı, Murtakiyeliyi, savaşı ve İzmir’den kaçışı hayal etmeye çalıştı. Kısa bir süre sonra, kapalı olan gözlerinin önünde sanki eski bir film oynamaya başlamıştı. Öyle ki son zamanlarda seyrettiği üç boyutlu filmlerin yarattığı gerçekliğin ötesinde bir inandırıcılık beklentilerini bile aşmıştı. Gördüğü her kahramanın duygularını da algılayabiliyor, korkularını, arzularını ve kararsızlıklarını bire bir yaşayabiliyordu. Zaten ezberinde olan öyküyü baştan sona aklından geçirmeye başladı. İlginç bir şekilde, büyükannenin de öyküye Smyrna’nınTılsımı Sayfa182 tepki verdiğini hissediyordu. Yaşadığı şaşkınlığı, üzüntüyü ve heyecanı fark edebiliyordu. Öylece, belki birkaç saat boyunca Ziya beyle Despina’nın öyküsünün içinde yaşadılar. Her şey bittiğinde, gözlerini açmadan hemen önce yüzünde büyükannenin o tanıdık nefesini ve yanağına hafifçe kondurduğu minnet öpücüğünü hissetmişti. Heyecanla fırladı. Yanı başında ayakta görmeyi umduğu büyükannenin hala yatağında boylu boyunca uzanmış yattığını görünce düş kırıklığına uğramıştı. Ama yüzündeki o anlamsız ifadenin kaybolmuş ve dudaklarına belli belirsiz bir gülümsemenin oturmuş olduğunu fark ettiğinde ise planladığı şeyi başarmış olduğunu düşünerek rahatladı. Her şey yolunda görünüyordu. Sadece gözlerini açtığından beri büyükannenin göğsünün inip kalkmadığını görmek onu biraz rahatsız etmişti. Yaklaşıp kulağını uzattığında gerçeğin farkına varabildi. İlk şaşkınlığı atlatıp kendine gelmesiyle birlikte hemşire çağrı ziline basmıştı. Odaya dolan doktor ve hemşirelerin çabalarını izlerken büyükannenin yüzündeki gülümsemeye takılıp kalan gözlerinden yaşlar süzülmeye başladı. Orada, o kargaşanın içinde tüm sesler kaybolmuş, tüm görüntülerse gözyaşları nedeniyle giderek silikleşirken olanlara yabancılaşmış, sadece ne hissettiğini anlamaya çalışıyordu. Belki bir eksiklik, bundan sonrası için biraz endişe ve terk edilmişlik duygusu vardı ama üzülmüyordu. Büyükanne güzel ve uzun bir hayat yaşamış, gitmeden önce son isteğine de ulaşmıştı. Sonuçta, bu da bir sonbahar günü biten başka bir öyküydü işte. Odadan çıkarken kendisiyle gurur duyuyordu. Bundan sonra yaşayacağı her günün bedelini ödemeyi içine sindirmiş, kaybettiklerini kazandıklarının değerine eklemeye niyetli bir şekilde sevdiği kadının yanına doğru yola çıktı. ‘ Güle güle büyükanne. Yol gösterdiğin için teşekkürler.’ SON 1 Muammer Ketencoğlu’nun izniyle kendisinin İzmir Hatırası isimli albümündeki ‘Elmam mandalinam benim’ isimli geleneksel Rum aşk şarkısından alınmıştır. 2 En eski hali 1930’da Stellakis Perpiniadis tarafından plağa alınmış bir Vangelis Papasoglou bestesi. Türkçe çevirisi(Ekşi Sözlük’de)’nden değiştirilerek alınmıştır. Smyrna’nınTılsımı Sayfa183