Dergi - sosyal bilimler enstitüsü
Transkript
Dergi - sosyal bilimler enstitüsü
KARABÜK ÜNİVERSİTESİ 2 0 0 7 KARABÜK ÜNÝVERSÝTESÝ SOSYAL BÝLÝMLER ENSTÝTÜSÜ DERGÝSÝ KARABUK UNIVERSITY JOURNAL OF SOCIAL SCIENCES INSTITUTE BAŞLARKEN Batı Karadeniz'in cumhuriyet ve sanayi kenti olan Karabük'te kurulan üniversitemiz bilime, demokrasiye ve barışın önemine inanan, özgür düşünen, araştırmacı, girişimci, insan sevgisi ve saygısıyla dolu, ülkesini geleceğe taşıyacak bireyler yetiştirmeyi amaçlayan bir kurumdur. Misyonumuz araştırmak, çok çalışmak, uluslararası düzeyde araştırma ve yayın yapan öğretim üyelerinin önderliğinde, toplumsal bilince, genel kültür ve iletişim becerilerine sahip, küresel anlamda dünyanın her yerinde çalışabilecek başarılı meslek ve bilim adamları yetiştirmektir. Üniversitemiz henüz çok genç ve yeni olmasına karşın “az zamanda büyük işler başarmayı” amaçladık. Büyük önder Atatürk'ün “ufku görmek yetmez, ufkun ötesine de odaklanmak gerekir” sözünden esinlenerek, bilimin bayrağını sonraki nesillere emin adımlarla taşımayı ve kendi alanında en iyilerden biri olmayı ilke edindik. Bir yükseköğretim kurumuna üniversite niteliği kazandıran en önemli kriterlerden biri bilimsel araştırmalara yaptığı katkıdır. Bu dergi, bilime ve araştırmaya verdiğimiz önemin bir sonucu olarak bilimsel gelişmeye küçük de olsa bir katkı sağlaması için hazırlandı. İşte bu görevi üstlenen bir ekip tarafından hazırlanan bu yayının bilimsel üretime katkı yapacağını umuyor ve bu üretime ortak olmak isteyen bilim adamlarımızın bilimsel araştırma ve çalışmaları ile bizi desteklemelerini bekliyoruz. Prof. Dr. Burhanettin Uysal Karabük Üniversitesi Rektörü Karabük Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi iii BU SAYININ HAKEMLERÝ / REFEREES OF THIS ISSUE Prof. Dr. Belgin ELBÝR Ankara Üniversitesi Dil - Tarih Coðrafya Fakültesi, Ýngiliz Dili ve Edebiyatý Prof. Dr. Ýhsan BULUT Atatürk Üniversitesi Edebiyat Fakültesi, Coðrafya Bölümü Prof. Dr. Turhan KORKMAZ Zonguldak Karaelmas Üniversitesi Ý.Ý.B.F. Ýþletme Bölümü Doç. Dr. Lerzan GÜLTEKÝN Atýlým Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi, Ýngiliz Edebiyatý Doç. Dr. Servet KARABAÐ Gazi Üniversitesi Gazi Eðitim Fakültesi Coðrafya Eðitimi Anabilim Dalý Yrd. Doç. Dr. Faruk ATAAY Akdeniz Üniversitesi Ý.Ý.B.F. Kamu Yönetimi Bölümü Yrd. Doç. Dr. Mehmet ARI Abant Ýzzet Baysal Üniversitesi Ý.Ý.B.F. Kamu Yönetimi Bölümü Yrd. Doç. Dr. Murat YILDIRIM Karabük Üniversitesi Ý.Ý.B.F. Ýþletme Bölümü Yrd. Doç. Dr. Özcan SEZER Zonguldak Karaelmas Üniversitesi İ.İ.B.F. Kamu Yönetimi Bölümü v Karabük Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi İÇİNDEKİLER / CONTENTS Sayfa Winnie Verloc As A Tragic Heroine: From Stability To Explosion Trajik Bir Kadın Kahraman Olarak Winnie Verloc: Durgunluktan Patlamaya 1-22 Yrd. Doç. Dr. Mevlüde Zengin • İzmir'in Güneye Doğru Gelişimi: Gaziemir Development Of Izmir To The South: A Case Study From Gaziemir Yrd. Doç. Dr. Raziye Oban (Çakıcıoğlu) - Yılmaz Aşkın Feedback Trading Of Foreign Investors; An Empirical Survey On ISE Yabancı Yatırımcıların Geri Besleme Davranışlarının İncelenmesi: İMKB Üzerine Ampirik Bir Çalışma 23-36 37-46 Yrd. Doç. Dr. Serpil Tomak • Arend Lijphart'ın Demokrasi Tipolojisi ve Türkiye Örneği Arend Lijphart's Democracy Typology And The Case Of Turkey Arş. Gör. Engin Şahin • Sosyoloji ve Arap Dünyasındaký Geliþimi Çev. Doç. Dr. Hür Mahmut Yücer Karabük Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi 47-66 67-78 vii Karabük Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi Yıl,1 Sayı,1 s.s. 1-22, 2010 ISSN:1309-436X WINNIE VERLOC AS A TRAGIC HEROINE: FROM STABILITY TO EXPLOSION Yrd. Doç. Dr. Mevlüde Zengin Karabük Üniversitesi Fen Edebiyat Fakültesi, Ýngiliz Dili ve Edebiyatý Bölümü mzengin@karabuk.edu.tr ABSTRACT Winnie Verloc, in Joseph Conrad's Secret Agent, seems to be a minor character; yet the whole action is based on her story. Therefore, she becomes as important as the major character, Mr. Verloc. This essay aims to study Winnie Verloc as a tragic heroine in the melodramatic story bulking large in the novel. It has been observed that the seed of Winnie's tragedy has a double dimension. The first is man's repression which has pervaded Winnie's life, beginning from her childhood and lasting till the end of her life. In this respect, it has been pointed out that the four men become essential figures in her plight and thus their roles in her tragic situation have been defined. It has been viewed that Winnie, though sometimes tries to resist it, is subject to the repression, which makes her a tragic heroine. In Winnie's tragedy, the society in which she has been living and the social role attributed to women have been observed to be the second important reason for her tragic situation and this is essentially connected with the first cause.The idea put as a concluding remark is that Winnie shaped by the idealized conception of womanhood, and thus reflecting the typical Victorian woman in her character is actually a victim of the society, and her tragedy is a social tragedy. As a general remark in this study, it has been said that while giving shape to the woman, the society deprives women of humanistic values and drives them to amoral deeds, which causes the self-destruction of women. Key Words: Joseph Conrad, The Secret Agent, Winnie Verloc, tragic heroine, man's repression, social tragedy TRAJİK BİR KADIN KAHRAMAN OLARAK WINNIE VERLOC: DURGUNLUKTAN PATLAMAYA ÖZ Joseph Conrad'ın Casus adlı romanında Winnie Verloc ikincil derecede önemi olan bir karakter gibi gözükmekte fakat tüm olayların onun öyküsü üzerine kurulmuş olması onu romandaki ana karakter Bay Verloc kadar önemli bir karakter haline getirmektedir. Bu çalışmanın amacı romanda geniş bir yer Karabük Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi 1 WINNIE VERLOC AS A TRAGIC HEROINE: FROM STABILITY TO EXPLOSION kaplayan acıklı öyküde Winnie Verloc'u trajik bir kadın kahraman olarak irdelemektir. Burada Winnie'nin trajedisinin kaynağının iki yönlü olduğu gözlenmiştir. Birinci neden Winnie'nin çocukluğundan başlayarak ölümüne kadar hayatına yayılmış olan erkek baskısıdır. Bu bağlamda, Winnie'nin trajedisinde dört erkeğin önemli olduğuna işaret edilmiş ve onların Winnie'nin trajik durumundaki rolü belirlenmiştir. Winnie'nin bazen erkek baskısının karşısında durmaya çalışmasına karşın buna maruz kaldığı ve bunun da Winnie'yi trajik bir karakter haline getirdiği görülmektedir. Winnie'nin trajik durumunda, onun içinde yaşadığı toplumun ve toplumun kadına atfettiği rolün ikinci önemli neden olduğu ve bu nedenin de aslında ilk nedenle bağlantılı olduğu gözlenmiştir. Sonuç olarak ortaya konulan düşünce, ideal kadın kavramı ile şekillendirilen ve bundan dolayı tipik Viktorya Dönemi kadınını kişiliğinde yansıtan Winnie'nin aslında bir toplum kurbanı olduğu ve trajedisinin ise toplumsal bir trajedi olduğudur. Bu çalışmada daha genel bir sonuç olarak toplumun kadını şekillendirirken onu insani değerlerden yoksun bırakarak insanlık dışı edimlere sürüklediği, bununsa kadının kendini yok etmesine neden olduğu belirtilmektedir. Anahtar Kelimeler: Joseph Conrad, Casus, Winnie Verloc, trajik kadın kahraman, erkek baskısı, sosyal trajedi 1. Introduction Winnie Verloc is the heroine in The Secret Agent, among whose characters are a double agent, three anarchists, a scientist producing explosives for terrorist purposes, two British policemen, the Russian Embassy in London, a statesman, a lady from the upper middle class, a charwoman, a devoted mother who is infirm, and a young simpleton. Winnie's dominant role in the novel is a loving sister, who has a dim-witted brother. Winnie is a tragic heroine in the sense that she is both exposed to male repression and imposed to live in accordance with the society's idealized conception of womanhood. Her tragic story consists of a marriage with a secret agent, betrayal of the spouses, the demise of Stevie, Winnie's half-witted brother, in a botched bombing by Winnie's husband, the murder of the husband by the wife, another disloyalty to Winnie by another man and finally Winnie's suicide.Winnie can be considered to be the heroine of the novel in the conventional sense and it may be thought that the story is her story and that she is heroic; hence she wins and deserves the wholehearted sympathy of the reader. Joseph Conrad also considered his female figure, Mrs. Verloc a more important character than Mr. Verloc though the novel's title, 'the secret agent' referring to Mr. Verloc, makes him seem to be the most important character in the novel.In his 1920 “Author's Note” Conrad drew attention to his “conviction of Mrs. Verloc's maternal passion” and writes “at last the story of WinnieVerloc stood out complete from 2 Karabük Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi Mevlüde Zengin the days of childhood to the end […] This book is that story”.* (Conrad, 2000:277) Technically, as Walter S. Ryf points out, Winnie “was a minor, almost incidental person until she murdered Verloc, whereupon the interest shifted from him to her.” (1970:180). Yet Winnie's story bulks large in the novel and the whole action is based on her story because Mr.Verloc, the secret agent, is her husband and it is he who plots an anarchist activity, the bombing of the Greenwich Observatory (though the perpetrator is Mr. Vladimir, the First Secretary of the Embassy), and because Stevie, blown into many pieces in the outrage accidentally, is Winnie's half-idiot young brother. From the beginning till the end of the novel Verloc's deeds and his double even triple role as a spy are given along with his domestic life. Besides, as John Palmer notes, “morally, however, Conrad's deepest interest lies with Winnie and Stevie, the norms of male and female innocence, and Verloc's essential victims.” (118). This implies that Winnie is a victim of circumstances and she does not deserve her suffering. What differentiates Winnie from a pathetic character is that she always tries to resist her fate determined by a male-dominated society and thus she is far from being a totally-resigned figure. It is only when there is no way out for Winnie that she submits to overwhelming forces. In this essay it is aimed to explore Winnie's tragedy as a result of both man's repression over Winnie and the social role given to her. The two causes of her desperation, suffering and her fatal end are actually intermingled with each other. ____________________ *All the references to the novel will be made from this edition and from now on only page numbers will be given following the quotations. The late licensed victualler's [Winnie's father's] humiliation at having such a peculiar boy for a son manifested itself by a propensity to brutal treatment; for he was a person of fine sensibilities. (41) Later in the novel, after Winnie learns Stevie's demise, we are told Winnie's bitter memories about her father's anger and her suffering: She remembered brushing the boy's hair and trying his pinafores herself in a pinafore still; the consolations administered to a small and badly scared creature by another creature nearly as small but not quite so badly scared; she had the vision of the blows intercepted (often with her own head), of a door held desperately shut against a man's rage (not for very long); of a poker flung once (not very far), which stilled that particular storm into the dumb and awful silence whish follows a thunder-clap. And all these scenes of violence came and went accompanied by the unrefined noise of a deep vociferations proceeding from a man wounded in his paternal pride, declaring himself obviously accursed since one of his kids was a “slobbering idjut and the other a wicked she-devil.” (213). Yıl : 1 • Sayı : 1 • Haziran 2010 3 WINNIE VERLOC AS A TRAGIC HEROINE: FROM STABILITY TO EXPLOSION 2.Winnie'sTragedy Caused by Masculine Repression In The Secret Agent it is observed that brutal force has governed Winnie's world and masculine repression has been effective on her life, beginning from her childhood till she dies. Man's dominance over Winnie's life is created by four men. When Winnie was but eight years old, the family was exposed to the anger of the father due to the simple-minded son, and this has led Winnie to approach her brother with motherly instinct. Her sacrificial role of being Stevie's “guardian and protector” (168) began at that time. Conrad says “that ardour of protecting compassion exalted morbidly in her childhood by the misery of another child”(57). In this sense, Winnie's tragedy has been started at an early age by a man. At the end of the second part of the novel Conrad ironically writes: The cause of the second dramatic event in Winnie's life is also a man, her jilted lover's father. While Winnie was working in the boarding house with her widowed mother, she had a lover, “the butcher's son” seven years ago, before marrying the lodger, Adolf Verloc. She “had been walking out with obvious gusto with a steady young fellow, only son of a butcher”(42). But she had to split up with him because he seemed not to have the responsibility, which Verloc happily accepted. We see Winnie's vision of her young lover accompanied by a nice imagery, which seems to have probably emerged from Conrad's life as a mariner for long years: Affectionate and jolly, he was a fascinating companion for a voyage down the sparkling stream of life; only his boat was very small. There was room in it for a girl-partner at the oar, but no accommodation for passengers(213). On the contrary, Verloc “always with some money in his pockets” seemed Winnie to be the right man to marry though “there was no sparkle of any kind on the lazy stream of his life”. “His barque seemed a roamy craft, and his taciturn magnanimity accepted as a matter of course the presence of passengers.” (214). Winnie later explains Ossipion the reason for the split-up as suc That was the man I loved then […] his father threatened to kick him out of the business if he made such a fool of himself as to marry a girl with a crippled mother and a crazy idiot of a boy on her hands. But he would hang about me, till one evening I found the courage to slam the door in his face. I had to do it. I loved him dearly. (241) It is clear that Winnie is a tragic heroine due to her sacrificial role and because “beyond her mother and brother, she has no vision” (Newhouse, 1966:130). She did not maintain the resolution of marriage with Verloc happily because “it 4 Karabük Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi Mevlüde Zengin had cost her some effort, and even a few tears” (166) and, as Winnie's mother observed, after “that romance came to an abrupt end, […] Winnie went about looking very dull”(42). Her young lover can well be blamed for this case of Winnie's. Therefore, it would not be wrong to consider Winnie's life before she accepted Verloc's proposal to be the source of her present tragedy. Her exboyfriend did not have the means to provide for Winnie's half-witted brother, and her mother, whereas Verloc had, and this factor alone made Winnie decide in favor of Verloc, though the butcher's son was closer to her in age and more attractive than Verloc, and he had won her affection. It is also obvious that Winnie had a capacity to love and sexuality too, and she betrayed her own nature when she contracted this marriage of convenience. The case is also self-denial for Winnie's part. After marriage, her love as such was only for Stevie. Norman Sherry puts the matter as such: “All that she has of love and passion has flowed out to his half-witted brother” (1963:188). C. B. Cox also argues that “her wifely pretences hide a violent maternal passion for Stevie, exalted morbidly in her childhood by the oppression of their father” (1977:29). This is a betrayal of her husband. Winnie's tragedy caused by Verloc has a double dimension. The first and the most apparent one is due to Verloc's being caused Stevie's perishing in a botched bombing, and this anarchist deed leads to the murder of Verloc by Winnie, which makes her a murderess, and to the suicide of Winnie, “an ignorant bystander caught in the toils of fate”(Wright, 1966: 181). What Winnie does not know about her husband is that he is an imposter and a double agent working both for the Embassy of a foreign country and as a police informer. He has also a group of anarchist friends. What Winnie was told about them is that they are political friends. Winnie does not know, either, that it is a long time since Verloc served the five-year sentence which earned him a great reputation as an anarchist. Since his release he has sent his reports and sheltered behind his ownership of a shop selling mildly pornographic literature. Verloc, an agent provocateur working for Russian Embassy, is ordered, by Mr. Vladimir, the First Secretary of the Embassy, to bomb the Greenwich Observatory; it would be an attack to the middle-class's conviction of science. The real intention of Vladimir is to show the police's inefficiency before an anarchist activity and thus to make England make a law which would prevent the country from being a refuge for anarchists. Verloc chooses Stevie as the agent to carry out his plan for destroying the Greenwhich Observatory rather than do it himself or choose one of his anarchist friends; because he is a coward, and the affair is against the anarchists in the country and all the anarchists are inefficient. Verloc is, all the while “a humane man” (205) yet he preys on Stevie's devotion since Stevie is so sensitive against injustice and he is “in the conviction of being engaged in a humanitarian enterprise” (233) when he accepts to put the bomb at the gate of the Greenwich Observatory. Thus Verloc makes use of Stevie's feeble-mindedness. The lad fails to do that because he stumbles over the root of a tree and falls over and thus the bomb carried by him explodes. The boy is blown into many pieces. Exploring the Yıl : 1 • Sayı : 1 • Haziran 2010 5 WINNIE VERLOC AS A TRAGIC HEROINE: FROM STABILITY TO EXPLOSION case, Chief Inspector Heat observes the pieces of Steveie's body: “–a heap of rags, scorched and bloodstained, half concealing what might have been an accumulation of raw material for a cannibal feast.” (81). Winnie learns of her brother's death first from Heat showing the proof to Winnie – a piece of Stevie's overcoat with Verloc's address sewn on it – and then the details through the conversation between Heat and her husband on the evening of the day when Stevie died. The fact that her innocent young brother has been died is tragic enough for Winnie, but the facts about the dynamiting and the last condition of Stevie's dead body are even more tragic. She hears: “Blown to small bits: limbs, gravel, clothing, bones, splinters – all mixed up together […] they had to fetch a shovel to gather him up with.” (185). About half a dozen times these grim contents of the dynamite affair are referred in the novel. For instance, Winnie remembers pictorially in her pathetic situation: “A park – smashed branches, torn leaves, gravel, bits of brotherly flesh and bone, all spouting up together in the manner of a firework” and she thinks that “they had to gather him up with the shovel” (228). Conrad put Winnie in such a tragic situation that she is given no other choice than screaming or silence, and we are told: “instinctively she chose the silence” because she “temperamentally a silent person”(216). What makes Winnie desperate is not only the death of her brother but also the shattering of her illusions. “Winnie's discovery of Verloc's failed plot is a shock that shattered her complacent assumption that her husband would at least be a good provider.” (Wollaeger, 1990:144) When she last saw Stevie leaving the house with Verloc, she thought that they “might be father and son” (166). Winnie seems to be haunted by the idea that her illusion has cruelly been destroyed by Verloc, whom she had trusted with Stevie's future. This catastrophe enrages Winnie, who stabs her husband and afterwards by her fear of the gallows she leaves the house, intending to commit suicide by leaping from a bridge. On her way she meets Comrade Ossipion, an anarchist friend of Verloc's. She is once again betrayed by a man. Eventually Winnie commits suicide, leaping overboard in mid-Channel. The other side of Winnie's tragedy caused by Verloc , which is not as obvious as the first, but is felt throughout their marriage of convenience, is Winnie's subjection to Verloc. In other words, it is impossible to say that even if Stevie had not died, Winnie would have led a happy marriage with Verloc. Though the reader is told that Winnie's husband behaves decently towards her, it is felt that she is not leading a happy marriage of love with Verloc, she married him as she had doubts about her mother's and especially Stevie's future. Even Winnie's mother never understands “why Winnie had married Mr. Verloc” and thinks “her girl might have naturally hoped to find somebody of a more suitable age”(42). Obviously, they married because of Winnie's feeling of responsibility of keeping her family intact rather than love towards Verloc. Such a marriage can be seen as a metaphor for any cruelty. It is a pity for Winnie not to expect too much from her husband for her character has been constructed by the society. We see, in the following passage, that she has learned what to be expected or should not be expected from a husband: 6 Karabük Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi Mevlüde Zengin Confident of the power of her charms, Winnie did not expect from her husband in the daily intercourse of their married life a ceremonious amenity of address and courtliness of manner; vain and antiquated forms at best, probably never very exactly observed, discarded nowadays even in the highest spheres, and always foreign to the standards of her class (169). This way of thought of Winnie seems to be subjection rather than an acceptance. We know that when she was flirting with the young butcher's boy, he took her to the theatre for a few times, which Verloc never did.We also know that she was very happy at that time.Therefore, it can be asserted that Winnie, in her marriage life, has denied her identity. “Winnie's surrender to Verloc for her brother's sake is only possible because she is able to maintain her resolution of 'not looking too deeply into things'.” (Hay, 1963:256) Throughout seven years of marriage, Winnie has also turned to be a woman who is content with comparative isolation. It is told that after Verloc went out with Stevie to take him to Michaelis's, Winnie “found herself oftener than usual all alone” and “she had no desire to go out”(168). In this sense, as a woman, Winnie has become alienated from the society in which she lives. The reader may surmise that Winnie must suffer learning that her husband, with whom she has been married for seven years, and who seems to have an honest work in the shop, turns out to be a secret agent dealing with dishonest deeds, and that, in the final analysis, he is a sham. But there is no implication, in the novel, of Winnie's sadness at her husband's disloyalty to her about his real job because Winnie's marital tie with Verloc is not that of a marriage of love; theirs is a marriage of convenience. Winnie's conception of marriage amounts to security and confidence for Stevie “loyally paid for on her part” (214). Therefore, Winnie concentrates on just Stevie's perishing and Verloc's having betrayed her about Stevie. Murder is, in a sense, Winnie's response to man's repression. She instinctively perceives Verloc as “nothing” while looking at Verloc's dead body after she has stabbed him. Metaphorically, Winnie, who has been devalued by man, for the first time in her life, devalues man in the following scene: Nothing brings them [the dead] back, neither love nor hate. They can do nothing to you. They are as nothing. Her mental state was tinged by a sort of austere contempt for that man who had let himself be killed so easily. He had been the master of the house, the husband of a woman, the murderer of her Stevie. And now he was of no account in every respect. He was less practical account than […] that hat lying on the floor. He was nothing. He was not worth looking at. He was even no longer the murderer of poor Stevie (233). Yıl : 1 • Sayı : 1 • Haziran 2010 7 WINNIE VERLOC AS A TRAGIC HEROINE: FROM STABILITY TO EXPLOSION The fourth tragic situation of Winnie is her committing suicide, to which is, in effect, contributed by two men: Verloc and Ossipion. In this sense, she suffers from the men's egoistical and hypocritical nature and deeds. Through the end of the novel, we see Ossipion with his brutal role in her tragic story. It would be better to give here the concatenation of events which drove Winnie to suicide along with Ossipion's role in her tragedy because we last see Winnie with Ossipion in the novel. After Winnie stabs Verloc to death, she is terrified with the idea of being hanged with the gallows: Mrs Verloc was afraid of the gallows. She was terrified of them ideally […] that last argument of men's justice […] 'The drop given was fourteen feet' had been scratched on her brain with a hot needle […] No! that must never be. She could not stand that (234-235). Winnie's not being able to bear the thought of being hanged is a part of her impending tragedy. When she thinks of the noose, she hopes to escape it by drowning in the Thames instead. Winnie is a protagonist struggling against her tragic fate in the sense that she tries to get rid of her plight. However, she is not a pathetic figure.When she realizes that she has not immediate strength to reach the river, the thought of escaping abroad comes to her as a substitute. When she comes across Ossipion, the feeling of sympathy, even from a man she has disliked (because she has, for many times during her marriage, been exposed to Ossipion's “shamelessly inviting eyes, whose glance had a corrupt clearness”, (214) ) gives her hope. It is especially that fear of “men's justice” which ironically, propels Winnie into the power of another man. The irony here is that fearing “men's justice”, Winnie seeks a shelter from another man, who would drive her to suicide.The horror of the scaffold keeps flowing through her mind and she is so desperate that she slips “her hand under his arm” (238) and she walks almost amorously with Ossipion “arm in arm along the walls with a loverlike manner”(239). She begs Ossipion: “Save me. Hide me. Don't let them have me.” (246) Then she wants to be killed by Ossipion rather than being hanged. Later with the hope of life, Winnie abases herself by promising to be his slave and mistress. She is driven into self-abasement by desperation. She says: “Don't let them hang me.Tom! Take me out of the country. I'll work for you. I'll save for you. I'll love you […] I won't ask you to marry me” (252). As a tragic heroine Winnie tries to resist her tragedy. Her manners are not like those of a resigned person. “Hatred, dread of the scaffold, and hope of escape are tumultuously intermingled in Winnie's mind.” (Wright, 1966:196). Her last words show her wish of self-forgetfulness and yet her fear and helplessness: 'How could I fear to die after he was taken away from me so cruelly! How could I! How could I be such a coward!’ 8 Karabük Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi Mevlüde Zengin She lamented aloud her love of life, that life without grace or charm, and almost without decency, but of an exalted faithfulness of purpose, even unto murder […] 'How could I be so afraid of death! […] I tried to do away with myself. And I couldn't. (260) Winnie's trust is betrayed once again by a man. While he seems to be helping Winnie, Ossipion is actually thinking of getting Verloc's shop, savings and her widowed wife. Ossipion wrongs her, telling her that he has no money to buy tickets to escape and thus taking all the money she has. He buys two tickets and they get on the train. When Ossipion feels “the train roll quicker, rumbling heavily to the sound of the woman's loud sobs, and then crossing the carriage in two long strides”, he opens the door “deliberately” and leaps out of the train. (260) Winnie is not seen in the novel after she is deserted by Ossipion. We are told that Ossipion, who ten days before took all her money, is haunted by the newspaper summation of Winnie's death. The last sentence of the item of news headed “Suicide of Lady Passenger from a cross-Channel Boat”, reads thus: “An impenetrable mystery seems destined to hang for ever over this act of madness or despair” (267). We learn what has happened to Winnie through Ossipion's precise knowledge which he gets from the newspaper. Winnie seeming, “not to know what to do, is “helped on board” by the gangway of the steamer. As Winnie is weak, she is induced to lie down in ladies' cabin by a stewardess. On her return she cannot find Winnie there. Winnie is found in deck. She is so pale and ill that she could not speak a word. Then the steward and stewardess go away “to arrange for her removal down” as Winnie seems “to be dying”. (268) But they see that Winnie is not there when they come back. She is found nowhere.The only thing she leaves is her wedding ring. It is clear that Ossipion's desertion of Winnie fills her with unutterable dismay. When Ossipion also betrays her trust, Winnie can take the only free action left to end “the dread of the gallows and the fear of death” (255). Winnie is a tragic heroine not only while living but also after her death. The police investigating the case of outrage are unconcerned with the fate of Winnie. Though the Assistant Commissioner remarks that they are “in the presence of a domestic drama” (195), nobody cares for Winnie's despairing suicide and Ossipion's care seems to be coming from his pangs of conscience. As a conclusion, it can be said that Winnie's lot is so much the result of man's repression, which has been felt as a controlling power over her life and eventually in the shape of a fatal end. Though Winnie as a tragic heroine has tried to resist the repression in three cases [ her father's, her jilted lover's and, to an extreme extent, Verloc's] she has eventually become too weak to resist Ossipion's double-dealing; therefore, she commits suicide. Yıl : 1 • Sayı : 1 • Haziran 2010 9 WINNIE VERLOC AS A TRAGIC HEROINE: FROM STABILITY TO EXPLOSION 3.Winnie's Plight as a SocialTragedy The Secret Agent is a novel in which one can find the seed of the tragedy in the status quo of Winnie if one looks into the things closer contrary to Winnie, who confirms “in her instinctive conviction that things don't bear looking into very much”. (161) and whose motto is “things did not stand being looked into”. (159) Similar phrases are the often-repeated ones in the novel to characterize Winnie. If the reader looks 'inside' the things, a range of unstated moral criteria can be found behind the pitiful history of Winnie. Through the things Conrad left unsaid in the novel, the thing found out is a social tragedy. Irwing Howe argues that there is nothing to be admired in the sordid world of The Secret Agent, and thus the novel lacks “a moral positive to serve literary ends”. (1962:96) If the reader reaches the unspoken facts through Winnie's visible tragedy, s/he can construct the moral awareness, which Howe would like to see located in the characters in the novel. Then it would be clear that Winnie's melodramatic story was not put in the novel just to arise the sentiments of the reader towards Winnie. Conrad dealt with the critical issues such as pressures on women, the place of women in society and social roles of women to make a critique of the social condition. In the “Author's Note” he wrote: “I have never had any doubt of the reality of Mrs.Verloc's story.” (278) Of course, he did not mean the simple verisimilitude of the plot but the essential accuracy of a woman's life in society. “Conrad was aware of the female dynamic, and the questioning of the traditional, and largely passive, roles of women.” (Spittles, 1992:134). The period was unjust, repressive and consequently violent, even tragic for women. The time, in which the action in the novel is set, is the year 1886. We can predict this from the carved writing in Winnie's wedding ring “left lying on the seat” before she committed suicide. One hour after her suicide one of the steamers finds the ring, inside which th there is a date: “24 June 1879” (268). If we add seven years (the duration of the Verlocs' marriage) and 1879, the total adds up to 1886, the setting of the events in the plot. So it is clear that Winnie epitomizes the woman living in Victorian society. It can be observed that Winnie represents Victorian women in many ways if we have a short glance at the women's condition in the Victorian period: There was agitation for improved employment th opportunities for women in the 19 century. Women in the population who remained unmarried because of the imbalance in numbers between the sexes, […] had few employment opportunities, none of them attractive or p r o f i t a bl e [ … ] B a d wo r k i n g c o n d i t i o n s a n d underemployment drove thousands of women into prostitution, which became increasingly professionalized in the nineteenth century.The only occupation at which an 10 Karabük Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi Mevlüde Zengin ‘unmarried middle-class woman could earn a living and maintain some claim to gentility was that of a governess, but a governess could expect no security of employment, minimal wages and an ambiguous status, somewhere between servant and family member, that isolated her within the household (Abrams, 1996:931). Winnie's actions can be examined to trace the complex motives and forces behind them. Winnie's situation represents a classic Victorian/Edwardian situation in that she is trapped into a social fate over which male has control. The character of Winnie projects an image of many ordinary late Victorian women caught in a socio-economic trap: of dependency on a husband.Winnie with her elderly mother to care for takes another responsibility for her halfwitted brother, Stevie, which intensifies her burden in the society. The obvious way of accomplishing her aims, in Edwardian social context, is marriage to someone who will accept Winnie's responsibilities. In the mind of Winnie's mother, Verloc is the “ideal”(14). Winnie, marrying Verloc, is placed in a position of submission in order to fulfill her dutiful role. Even worse in order to get into this position Winnie has had to forego the possibility of a happy marriage. She explains her former situation to the bewildered Ossipion as such: 'I was a young girl. I was done up. I was tired. I had two people depending on what I could do, and it did seem as if I couldn't do any more. Two people – mother and the boy. He was much more mine than mother's. I sat up nights and nights with him on my lap, all alone upstairs, when I wasn't more than eight years old myself. And then – He was mine, I tell you. … You can't understand that. No man can understand it. What was I to do? There was a young fellow – ' The memory of the early romance with the young butcher survived, tenacious, like the image of a glimpsed ideal in that heart quailing before the fear of the gallows and full of revolt against death. (240-41) The passage makes clear that Winnie's fate is to sacrifice every desire of her for the sake of the others. It is clear that she has married Verloc not because of love but to provide financial security for her kith and kin. It shows that Conrad was completely aware of the social dynamic through which he lived, and he did not write in overtly topical manner nevertheless he dealt with the issues of the period. “They were in many ways uneasy times, with confidence and prosperity being undermined by uncertainty and doubts about the future.” (Spittles, 1992:138) Uncertainty had a physical basis in the social dynamic. “She became a quasi-mother whilst still a child, and in a sense, she becomes a metaphoric mother and protector to both her own mother and her brother.” (Spittles, 1992:136) A woman of Winnie's social class could do that at the time Yıl : 1 • Sayı : 1 • Haziran 2010 11 WINNIE VERLOC AS A TRAGIC HEROINE: FROM STABILITY TO EXPLOSION only through a marriage of convenience. In the novel, with the intrusion of Mrs. Neale, the charwoman, Conrad gives us the idea that if Winnie had not married a man with money, her situation would not have been so much different from that of Mrs. Neale, who is “victim of her marriage” and “oppressed by the needs of many infant children” (161), and who works “on all fours amongst the puddles, wet and begrimed, like a sort of amphibious and domestic animal living in ash-bins and dirty water” (164). The other choice as told by Winnie was to go “on the streets”. (241) It is the irony in Winnie's situation that she departs her young lover “the butcher's son” in order to protect Stevie and make his future guaranteed and then marrying Verloc, a man of intrigues as he is a secret agent, she is faced with the “mere butchery” organized by Vladimir and applied by Verloc. Eloise Knapp Hay also points out this irony: “The girl who sacrificed her love for a romantic butcher boy has taken instead a man who inadvertently butchers her brother” (1963:257). Winnie is a woman whose character was shaped by her social role. Victorian society was preoccupied not only with legal and economic limitations on women's lives but with the nature of woman itself. To understand the idealized conception of womanhood, we can have a look at The Subjection of Women (1869), a far-seeing essay written by John Stuart Mill, who was one of the intellectuals in Victorian life and society, and who portrayed the condition of women in the Victorian society. The object of his work “was to change law and public opinion so that the half of the human race might be liberated from slavery into the status of individuals”(Abrams, 1996:1033). In The Subjection of Women Mill argues that “what is now called the nature of women is eminently an artificial thing – the result of forced repression in some directions, unnatural stimulations in others” (1986:1060). In the novel in many instances, Conrad displayed the artificiality in Winnie's character. While Winnie directing her true love to her brother, her husband Verloc is deprived of true love and interest. It is observed that she approaches her husband in a habitual placid manner, taking the responsibility toward her husband just as a duty of a woman. For example, she tells her husband “You'll catch cold standing there” (57) and “You'll catch cold walking about in your socks like this”(158). She also feels responsible for the order of the house and the setting the dinner table whenever Verloc comes home, thinking that he must be hungry. Of the kind behaviors create artificiality in Winnie's manner towards her husband. But it must not be understood that Winnie purposely treats Verloc artificially; her artificiality is an unconscious one. She seems to have adapted artificiality to her nature unconsciously. Having such kind of qualities, Winnie seems to have been overburdened with the social roles which the Victorian society expected to see in women. In those times the role of women in society was strengthened by the literary works. For example Alfred Lord Tennyson's The Princess is merely one example to these writings. A part from the poem can be quoted here to show how women were regarded in Victorian England. In the poem the king voices a more traditional view of women's role: 12 Karabük Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi Mevlüde Zengin Man for the field and women for the hearth: Man for the sword and for the needle she; Man with the head and woman with the heart: Man to command and woman to obey. Winnie's acceptance of her social role shows how women regarded themselves as members of society. It is clear that her passive social role makes Winnie ignore “the inwardness of things”(138). She never questions her husband's secret work due to her philosophy. She is satisfied with what Verloc told her about his work. The only thing he mentioned is that “his work was in a way political” and then he warned her “to be very nice to his political friends” (15). In return for Winnie's attitude towards her husband, an attitude which was constructed by the society in which they lived, Mr. Verloc's is constructed by the society as well and is humiliating. He “loved his wife as a wife should be loved – that is, maritally, with the regard one has for one's chief possession” (160). Winnie's life with Verloc is totally a reflection of the social subordination of women in society. We know that she never reads newspaper and has no friend except for Mrs. Neale, the charwoman. It is seen that after she murders Verloc, Winnie longs to see “some friendly face” but she cannot “think of no one else but of Mrs. Neale” and thus she concludes: “Nobody would miss her in a social way”(236). She feels “she was the most lonely of murderers that ever struck a mortal blow”. (237) She would like to stay inside the circle of her own family. “Winnie is stolidly uninterested in anything beyond her home.” (Wright, 1966: 193) Hay points out that Winnie is “non-political”, “deprived of life's necessities” and that “in her unphilosophical way, Winnie is 'one of us' ”. (1963:239) While drawing Winnie's character, Conrad seems to have been in a continuous effort to make her a representative of the Victorian woman. For example, Winnie is “provided with a fund of unconscious resignation sufficient to meet the normal manifestation of human destiny”(212). She is a stereotype of the Victorian woman with her singleness of purpose, her domestic passivity, being a woman “of very few words” (215) and “of a philosophical reserve” (241); and even with her appearance: her “straight, unfathomable glance” (8), her physical neatness, her “full bust, in a tight bodice” and “broad hips” (12) are all the qualities suggesting the parallel between Winnie and the typical Victorian woman. Winnie's being domestic and her sensibility recall us an argument by Marry Wallstonecraft in A Vindication of the Rights of Women (1792), which is an unprecedented work with its warning to the society against the dangers of shaping the women with homely duties. Her argument is as such: the men […] have most earnestly labored to domesticate women […] to weaken their bodies and cramp their minds […] they persuaded the women, by working on their feelings, to stay at home, and fulfill the duties of a mother and mistress of a family […] I may be allowed to infer that reason is absolutely Yıl : 1 • Sayı : 1 • Haziran 2010 13 WINNIE VERLOC AS A TRAGIC HEROINE: FROM STABILITY TO EXPLOSION necessary to enable a woman to perform any duty properly, and I must again repeat, that sensibility is not reason (137). It can be asserted that Winnie being a devoted elder sister and daughter, because she has been deprived of the faculty of using her reason, becomes a tragic heroine.Wallstonecraft also shows that “women are denied political and domestic privileges; hence they have been forced to seek their ends by means of coquetry and cunning (Abrams, 1996:110). These are the very qualities of Winnie. After she ends the contract of the marriage with Verloc, she becomes “cunning” (229). Conrad, through his female character, reveals the danger of the deprivation in women's social life, and as a result of this, women's being weakened in the scene where Winnie, trying to be protected by the powerful Ossipion, displays coquettish behaviors in front of him, which is essentially an indignity of her.The inevitable result of Winnie's suffering from her social role is now put aside to be discussed in a later part of the study. In the novel it is observed that Winnie's mind has always been dominated by a single concern, which is the cause of Winnie's suffering and despair, and which also seems to be a device for Conrad's depiction of women in society. Among Winnie's fixed ideas are the sheltering of Stevie, Verloc's taking Stevie to kill, the gallows and that Ossipion would help her to escape from the gallows. As Winnie is haunted by the succession of these ideas throughout her life, she could not see the realities of the events which the reader notices. For example, she cannot reach a true judgement about her husband's attitude towards herself and Stevie. We are told that Verloc loves his wife “as his chief possession”(160). and that Verloc sees Stevie in the way “a man not particularly fond of animals” looks on “his wife's beloved cat”(42). She is so obsessed with the idea of Stevie that after Stevie died, she feels that her bond with her mother seems “to be broken” (236) and that, before Stevie dies, at every opportunity she talks about Stevie with her husband. In two bedroom scenes in the novel and in the scene where Verloc's returning from the Continent is mentioned, Winnie is viewed to be in an effort of making Stevie a good boy in the eyes of Verloc, without understanding his actual indifference to Stevie. She cannot see, either, that there is no real connection between Verloc's job and his personal life. At home, Verloc always eats with “his hat pushed off his forehead” as though he is in a public restaurant (162). Winnie is driven to kill Verloc as a result of her fixed ideas. In the scene revealing Winnie's plight, the reader sees Winnie having a fixed idea that “this man took the boy away to murder him. He took the boy away from his home to murder him. He took the boy away from me to murder him!” (216) Winnie does not to mean to murder Verloc at first. The other fixed idea of Winnie, Verloc's sickening “come here” (229) forces her to act “on an unformed and unconscious resolve which the web of earlier choices and dispositions had rendered inevitable” (Hay, 1963:258). After she murders Verloc, Winnie is seen 14 Karabük Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi Mevlüde Zengin being haunted by her likely death with the scaffold. This makes her maintain a wrong resolution: conniving with Ossipion. She tries to find some shelter from Ossipion, whom Winnie sees “like a radiant messenger of life” (239) and as “her savior” (260) but she misunderstands Ossipion's intentions as she is a woman “disinclined to look under the surface of things” (164). Victorian society demanded that wives completely sacrifice themselves for the benefit of their husbands and families. Having no child with Verloc, she directs all her interest to Stevie, who is the only one she takes extremely seriously. Besides, both Winnie and her elderly mother are always under the pressure of “keeping a watchful eye on poor Stevie”. The narrator says: “The endeavour to keep him from making himself objectionable in any way to the master of the house put no inconsiderable anxiety in these two women's lives” (41). The reason for Winnie's mother decision of leading her remaining life in an almshouse is for the sake of Verloc's comfort. The act of the-mother-in-law can be recognized as self-sacrifice because by doing this, she wishes to reduce her son-in-law's burden and thereby securing permanent provision for his son.Winnie's mother is very similar to Winnie in self-sacrifice.The following scene is worth recalling since it both shows that Winnie's mother is as a dutiful woman as Winnie is, and throws light on the relations of Winnie and her husband: The first sense of security following on Winnie's marriage wore off in time (for nothing lasts), and Mrs. Verloc's mother, […] had recalled the teaching of that experience which the world impresses upon a widowed woman. […] She reflected stoically that everything decays, wears out, in this world; that the way of kindness should be made easy to the well disposed; […] in considering the conditions of her daughter's married state, she rejected firmly all flattering illusions. […] the less strain put on Mr. Verloc's kindness the longer its effects were likely to last (145). In the sense that both Winnie and her mother defined by Hay as “two down-to earth women” (1966:235) behave towards Verloc in the way they are expected to by the society and thus they are the embodiment of the idealized womanhood in the Victorian Period. The central theme of the novel, as suggested by F. R. Leavis, is “insulation” (1962:231), which describes exactly the relationship between Winnie and Adolf Verloc. Connected with the theme of “insulation”, betrayal arises. Mr. Verloc, as a secret agent, betrays Winnie, firstly not telling the secrecy of his work and secondly by his humbug about Stevie; and Winnie is a woman who does not share her senses, wishes, intentions and so on with her husband. Yıl : 1 • Sayı : 1 • Haziran 2010 15 WINNIE VERLOC AS A TRAGIC HEROINE: FROM STABILITY TO EXPLOSION Their intimacy is no more than an imprecise accord: “It was a tacit accord, congenial to Mrs. Verloc's incuriosity and to Mr. Verloc's habits of mind, which were indolent and secret. They refrained from going to the bottom of facts and motives” (216). Since the husband and wife are insulated from one another, their marital relationship becomes a superficial and vague one. As “secrecy is obviously a degeneration of human intercourse and of communal life in general” (Najder; 1997:114), it can be asserted that it degenerates the Verlocs' marital intercourse.” Theirs is not actually a normal one though it is considered to be normal by the society. Therefore it can be claimed that Conrad turns upside down what is normal. The artificiality in their marriage can also be observed through Verloc's conducts. For example, he habitually eats his dinner wearing his hat and coat; it is a habit “investing with a character of unceremonious impermanency Mr. Verloc's steady fidelity to its own fireside” (156). After his return from the botched bombing, Verloc's behavior seems to be arbitrary and mechanical.When Winnie asks him to answer the door, Verloc is seen to obey “woodenly, stony-eyed, and like an automaton whose face had been painted red” (174). The arbitrary and the mechanical in Verloc's behavior is also explicit in Winnie when she is in the shock from the revelation of Stevie's death and stands up “as if raised by a spring”, at which Verloc remarks, “you are looking more like yourself”(220). Due to the fact that their marriage is based on insulation, they both have lived in an illusion throughout their marriage life. Mr. Verloc “had been […] always with no other idea than that of being loved for himself”(221). Winnie has lived in a dream world where she always wished to see Stevie and her husband like “father and son”(214). By analogy, the Verlocs' marriage with its lack of real communication parallels to the institution of the middle-class marriage in the Victorian period. It is not hard to guess that in a marriage of convenience private dreams are sacrificed for economic security and social convenience, which devalues women and dehumanizes man. If we turn to The Subjection of Women, we can see the other reasons for the devaluation of women in Victorian society: Men do not want solely the obedience of women, they want their sentiments […] All the women brought up from the very earliest years in the belief that their ideal of character is the very opposite to that of men; not self-will, and government by self-control, but submission, and yielding to the control of others. All the moralities tell them that it is duty of women, and all the current sentimentalities that it is their nature, to live for others; to make complete abnegation of themselves, and to have no life but in their affections. And by their affections are meant the only ones they are allowed to have – those to the men with whom they are connected, or to the children who constitute an additional and indefeasible tie between them and a man(Mill, 1996:1058). 16 Karabük Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi Mevlüde Zengin Winnie with her wifely duties, obedience to her husband, behavior out of her self-will, subordinate role and status, and being phlegmatic and stolid, selfsacrificed and self-abnegated is a socially constructed woman.What needs to be stressed here all these characteristics make her a complete tragic heroine. Winnie's self-abnegation is very obvious in her conduct of self-sacrifice for Stevie. Due to self-abnegation the problem of identity arises. Winnie has an identity before Stevie dies. She is his “guardian and protector” like a mother of a child. After her brother dies, she becomes a woman having no identity because the society has deprived her of having an identity of her own. When she learns of Stevie's death, she feels “as if being stripped from her” (Cox, 1977:29). Her identity has been shaped through her only ideal, Stevie. Winnie's tragedy comes from the fact that she has no ideals, except for her brother, to guide her. When he dies, her only ideal is shattered. It is precisely because she has “nothing to desire […] nothing to do” (230) that Winnie takes an irrevocable step: She stabs Verloc. She is also Mr.Verloc's wife.This identity given by the society is not her true identity, either because she married Verloc, making a “bargain” (229) in her inner life. According to Winnie, Mr.Verloc would be the benefactor for Stevie, Winnie and their mother, and in return for this, Winnie would become the faithful wife of Mr. Verloc. The widowed Winnie tells Ossipion that “she was a respectable woman” throughout their marriage and she also confesses that she has never loved him: “Love him! I was a good wife to him […] You thought I loved him! You did!” (240) After Stevie's death, Winnie feels that the bargain is over. In Winnie's inner world the idea flowing through is given as such: “There was no need for her now to stay there, in that kitchen, in that house, with that man – since the boy was gone forever. No need whatever.” (220) She also thinks: ““Now he had murdered Stevie he would never let her go. He would want to keep her for nothing”(224). As she has no brother to protect and she has no identity other than 'protector', she murders Verloc, her apparent benefactor. It is when Winnie ends her contract that she feels free. “Mrs. Verloc began to look upon herself as released from all earthly ties. She had her freedom. Her contract with existence, as represented by that man standing over there, was at an end” (220-221). Ironically, it is her freedom that compels Winnie to murder. Her act of murder is not a real act of independence because Winnie is freed from Verloc or the contract of marriage for the first time in her life. There is something converse between her freedom and its result.The void in her inner world caused by Stevie's death would only be filled with a free action. Winnie's act of murder is commented as “an irrevocable declaration of individual independence: an act of assertive energy” (Spittles, 1992:136). It is true that her response of murder is extreme, but it is metaphorically an expression of the frustration. Ironically, her freedom stemming from the isolation and detachment of herself from her husband and home deprives her of the support she needs to avoid moral failure; it makes her to act in an immoral way because there is something “imperfect in Mrs.Verloc's sentiment of regained freedom” (227). That the murder is the only way of Winnie's expression of her freedom and of her reaction to Stevie's death is Yıl : 1 • Sayı : 1 • Haziran 2010 17 WINNIE VERLOC AS A TRAGIC HEROINE: FROM STABILITY TO EXPLOSION really tragic for both Winnie as an individual and the society which constructs such individuals. The murder is her first action as a free woman, not simply a revenge for Stevie's death but because there is no longer any emotional or social constraint on her. During the act of murder Winnie's resemblance to Stevie gives us the idea of Winnie's acceptance of Stevie's death, an acceptance which is accompanied by the feeling of freedom. We are told: As if the homeless soul of Stevie had flown for shelter straight to the breast of his sister, guardian, and protector, the r esemblance of her face with that of her brother grew at every step, even to the droop of the lower lip, even to the slight divergence of the eyes. (229) When Winnie frees from her social fate and she conceives the act of a “free woman”, she does not act as a mere individual and, as Spittles remarks, her “energy springs partly from her being an archetype of female repression” (1992:137). Into that plunging blow […] Mrs Verloc had put all the inheritance of her immemorial and obscure descent, the simple ferocity of the age of caverns, and the unbalanced nervous fury of the age of bar-rooms (230). After the murder, Winnie regains the control of her own destiny that she has lost: Her wits, no longer disconnected, were working under the control of her will [… ] She had become a free woman with a perfection of freedom […] Stevie's urgent claim on her devotion no longer existed (228-230). Winnie's freedom ends when she feels that she is again in the protection of a man as she experienced when Verloc was alive. This shows that Winnie, as a widow now, needs to be saved by a man due to her social role. But paradoxically, when she finds a shelter from a man, her freedom is over.When Ossipion, in Verloc's shop, tells her that they should “get out” otherwise “they will lose the train”, Winnie probably feeling that Ossipion is exactly her saviour, obeys him; and Winnie is “no longer a free woman”(254). Here though she seems to accept the bondage of man willingly, to receive it is certainly her only choice both to escape from “the gallows” and to survive in a male-dominated society. In the final analysis, Winnie, being a murderess, has a moral failure. Killing someone is a failure in the moral sense but Winnie's unfaithfulness to her husband (in the sense of insulation and secrecy in their marriage), which 18 Karabük Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi Mevlüde Zengin has pervaded their marriage, is a moral failure as well. But the point which should be stressed here is that her moral failure is due to the society in which she lives. “The amorality of Winnie is merely a reflection of the amorality of the whole society of The Secret Agent” (Cooper, 1970:151). Winnie's murder of Verloc may also be commented by means of Wallstonecraft's idea of the cause of inhumanity: “When man neglects the duties of humanity, women will follow their example; a common stream hurries them both along with thoughtless celerity” (1996:137). Winnie, as a stereotypical Victorian wife, becomes a coldhearted woman imprisoned with the obsessions and could kill her husband. Though she has been shaped, by the society, to perform wifely duties, she does not hesitate to murder her husband. Her failure comes through her adopting the social role which has been given to her by the society; but when the time of crisis comes, the social role given to her turns out to be inefficient to direct the woman into the good. Therefore it can be said that the Victorian wifely ideal dehumanizes the woman and makes the woman her worst enemy causing her self-destruction.Winnie is essentially dehumanized by the society and deprived of the moral code, faithfulness. Conrad, in The Secret Agent, once again shows that 'fidelity', which is his great theme in his novels, is betrayed. In Conrad's novels “humanity is important; fidelity is the highest virtue” (Moser, 1957: 11). Conrad himself remarks: “Those who read me know my conviction that the world, the temporal world, rests on a very few simple ideas; so simple that they must be as old as the hills. It rests notably […] on the idea of Fidelity” (1923:xix). When fidelity is betrayed, there is nothing to do; there comes the tragic situation of human beings as has already been seen in Winnie's case. The social code, which has been imposed in Winnie as a woman, is so powerful that she could not resist it, which makes her a tragic heroine. 4. Conclusion At the end of this study exploring Winnie Verloc as a tragic heroine, it has been viewed that Winnie's tragedy stems from both man's repression, which has been pervasive in her life from childhood till death, and the social role given to Winnie as a woman in a male-dominated society. Winnie is a woman, whose life has actually been shaped by the men in her life including her father, her jilted lover and his father, her husband. Her husband Mr. Verloc and an anarchist friend of her husband's, Comrade Ossipion are also responsible for her fatal end. Winnie is also a woman who adopted her social role, to have wifely duties. For this reason, it has been pointed out that Winnie's character was shaped by the society in which she has lived. In The Secret Agent the instances revealing that Winnie epitomizes typical Victorian/ Edwardian woman have also been found. These instances have been held to display both that Winnie is totally a socially constructed woman and in what ways these qualities of Winnie have brought her suffering, despair and eventual suicide. Paradoxically, being an epitome of the idealized conception Yıl : 1 • Sayı : 1 • Haziran 2010 19 WINNIE VERLOC AS A TRAGIC HEROINE: FROM STABILITY TO EXPLOSION of womanhood, Winnie displays amoral actions such as insulation and secrecy just as her husband does throughout their marriage. After her brother's demise, she murders her husband, which is also amorality. It is clear that Winnie's amorality is Conrad's subversion of the pervading perception of the idealized women in the Victorian Period. So it can be said that Conrad's depiction of women in society is critical and pessimistic. In this sense, the author's perspective is reflective of a society which deprives women of real faithfulness and morality. Conrad characterizes Winnie as a passive typical Victorian woman to show that those who follow Victorian societal norms are eventually stripped of their humanity. As the stages of Winnie's destruction are fundamental, they have been studied as well. Winnie's passivity, subordination, the denial of her nature and personality, having a forced identity and thus having no identity of her own, insulation in her marriage, her selfsacrifice and self-abnegation are the significant elements of her impending tragedy. The abolition of Winnie's raison d'etre with Stevie's perishing, henceforth the abolition of her marital tie with Verloc, her murder of Verloc, the shattering of her illusions about Stevie, her conniving with Ossipion are all the reasons for her tragedy. Throughout the novel, Winnie is also seen to be haunted by such fixed ideas as the sheltering of Stevie and her elderly widowed mother, her faithfulness to Verloc in seven years of marriage in return for his protecting Stevie, her fear of men's justice and the gallows, her blind trust in Ossipion.These have been given as important factors plunging her into the inevitable suffering and death. In the study it has been noted that Winnie is not a pathetic figure since she tries to resist her fate and desperation to some extent. Winnie eventually not being able to cope with the social forces and hypocrisy suffers the most possible fate: committing suicide. In conclusion, it can be said that Winnie shaped by the idealized conception of womanhood is actually a victim of the society, and her tragedy is, in effect, a social tragedy. The society giving shape to women deprives women of humanistic values and drives them into amoral deeds, which causes the self-destruction of women; their social roles prevent them from becoming fully human. While studying the novel with its immediate social context we have naturally considered the novel one concerning the social and women's issues of the time. But Conrad seems to have done more than this because while writing about the concerns related with the condition of women in the society in the late Victorian Period, he prophetically saw that the pressures on women would last even in the next centuries. 20 Karabük Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi Mevlüde Zengin BIBLIOGRAPHY Abrams, M. H. et.al (ed.). (1996). The Norton Anthology of English Literature. London:W.W. Norton & Company. 1996. Conrad, Joseph. (1923). A Personal Record. NewYork: Doubleday and Page. Conrad, Joseph. (2000). “Author's Note”, The Secret Agent. Köln: Könemann, 273-279. Conrad, Joseph. (2000). The Secret Agent. Köln: Könemann, 2000. Cooper, Christopher. (1970). Conrad and the Human Dilemma. London: Chatto and Windus. Cox, C.B. (1977). Bibliographical Series on Writers and Their Work: Joseph Conrad. England: Longman Group Ltd., 1977. Goonetilleke, D.C.R.A. (1990). Joseph Conrad: Beyond Culture and Background, London:The Macmillan Press Ltd. Hay, Eloise Knapp. (1963). The Political Novels of Joseph Conrad: A Critical Study. Chicago and London:The University of Chicago Press. Howe, Irwing. (1970). Politics and the Novel. NewYork: Discus-Avan. Jones, Michael P. (1985). Conrad's Heroism: A Paradise Lost. Michigan: Umi Reserch Press. Leavis, F. R. (1967). The Great Tradition. London: Penguin. Moser, Thomas. (1957). Joseph Conrad: Achievement and Decline, London: Oxford University Press. Mill, John Stuart. (1996). “From The Subjection of Women”, The Norton Anthology of English Literature. (M. H. Abrams et. al. ed.). Volume II. London: W.W. Norton & Company, 1055-1066. Najder, Zdzislaw. (1997). Conrad in Perspective: Essays on art and fidelity. United Kingdom: Cambidge University Press. Newhouse, Neville H. (1966). Literature in Perspective: Joseph Conrad. London: Evan Brothers Ltd. Yıl : 1 • Sayı : 1 • Haziran 2010 21 WINNIE VERLOC AS A TRAGIC HEROINE: FROM STABILITY TO EXPLOSION Palmer, John A. (1968). Joseph Conrad's Fiction: A Study in Growth. Ithaca: Cornell University Press. Ryf, Robert S. (1970). Joseph Conrad. NewYork: Columbia University Press. Sherry, Norman (ed.). (1970). Conrad: The Critical Heritage. London: Routledge. Spittles, Brian. (1992). Joseph Conrad: Text and Context. London: The Macmillan Press Ltd. Wallstonecraft, Mary. (1996). “From A Vindication of the Rights of Women”, The Norton Anthology of English Literature, (M. H. Abrams et.al. ed.). Volume II. London:W.W. Norton & Company, 112-140. Wright, Walter F. (1966). Romance and Tragedy in Joseph Conrad. New York: Russell & Russell. Wollaeger, Mark A. (1990). Joseph Conrad and the Fictions of Scepticism. Stanford: Stanford University Press. 22 Karabük Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi Karabük Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi Yıl,1 Sayı,1 s.s. 23-35, 2010 ISSN:1309-436X İZMİR’İN GÜNEYE DOĞRU GELİŞİMİ: GAZİEMİR Yrd. Doç. Dr. Raziye OBAN Yılmaz AŞKIN (ÇAKICIOĞLU) Dokuz Eylül Üniversitesi Dokuz Eylül Üniversitesi Buca Eğitim Fakültesi Buca Eğitim Fakültesi Coğrafya Eğitimi ABD Coğrafya Eğitimi ABD raziye.oban@deu.edu.tr ÖZ Türkiye'de, bazı kentler yeni yerleşim alanlarının kentle bütünleşmesi sonucunda hızla büyümekte ve metropollere/anakentlere dönüşmektedir. İzmir, bu metropollerden biridir. Gaziemir ise, İzmir'in güneyinde önemli gelişim alanlarındandır. Bu yerleşim, 14. yüzyıldan günümüze daima yerleşilmiş bir alandır. Bu çalışmada, hızla büyüyen Gaziemir'in yerleşim alanının gelecekteki nüfus miktarı için yeterli olup olmadığı anlaşılmaya çalışılmıştır. Bu amaçla geçmişten geleceğe yerleşimin nüfus değişimi ve alansal gelişimi incelenmiştir. Bu incelemede veri değerlendirme aşamasında Coğrafi Bilgi Sistemi (CBS) kullanılmıştır. Coğrafi Bilgi Sistemi'nin kullanım amacı, yerleşimdeki mevcut nüfusu ve gelecekteki nüfusu belirlemek ve yeni gelişim alanına gereksinim olup olmayacağını tespit etmektir. Çalışma; sağlıklı kentsel gelişim açısından, yeni yerleşim alanlarının planlanmasında yetkililere önemli bilgi sağlayabilecektir. Anahtar Kelimeler: Gaziemir, kentsel gelişim, nüfus, nüfus projeksiyonu/izdüşümü, nüfus yoğunluğu, Coğrafi Bilgi Sistemi (CBS). DEVELOPMENT OF IZMIR TO THE SOUTH: A CASE STUDY FROM GAZIEMIR ABSTRACT During the resent years some urban areas fastly growth and convert into the metropolis areas due to the integration of the new settlement areas with the urban. Izmir is one of the metropolis areas of Turkey. Gaziemir district which is situated southern part of Izmir is the most popular settlement areas in terms of fast growing areas.This settlement is settled from 14 th century to the present time. In this study tried to understand the residential area of Gaziemir is enough or not for the population in the future. It is examined the growth of the population of settlement and urban spatial development. To determine the population growth and settlement enlargement Geographical Information System is used.The usage of the GIS is to determine resent development and future population growth and to fix new settlement area is necessary or not. Karabük Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi 23 İZMİR’İN GÜNEYE DOĞRU GELİŞİMİ : GAZİEMİR This study can be supplied valuable information to the decision makers in the planning of the new settlement district. Key Words: Gaziemir, Urban Development, population, projection of population, population density, Geographical Information System (GIS). Giriş Gaziemir, Ege Bölgesi'nde İzmir'in güneyinde bulunan bir yerleşmedir. Yerleşimin kuzeyinde Karabağlar, güneyinde Görece Köyü, batı ve kuzeybatısında Çatalkaya Dağı, doğu ve kuzeydoğusunda Nif (Kemalpaşa) Dağı uzanmaktadır. 59.722.000 m² yüz ölçüme sahip olan Gaziemir, orta yükseklikteki dağ kütleleri ve sırtlarla çevrili bir çöküntü ovasında kurulmuştur. Genç ve diri faylarla çevrelenmiş bu çöküntü ovası, Akdeniz ikliminin mikro klima alanlarından biridir. Deniz seviyesinden 114 m yükseklikte bulunan yerleşim, yağış bakımından yarı nemli, bir özelliğe sahiptir.Yıllık ortalama yağış 600-800 mm'dir. Bu oran, yüksek kesimlerde 1000-1250 mm'yi bulmaktadır (Telci, Mert, Gökçe, 2003; 4). Doğal bitki örtüsü, Akdeniz iklimine özgü kızılçam, kızılçamların tahrip edildiği yerlerde meşe, funda, laden, kekik, geven, zakkum gibi bitkilerden oluşmaktadır. Doğal koşulları bu şekilde belirginlik gösteren yerleşim, son yıllarda İzmir'in gözde alanlarından biri haline gelmiştir. Şekil 1: Gaziemir'in yer bulduru (lokasyon) haritası 24 Karabük Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi Raziye Oban - Yılmaz Aşkın Gaziemir, kara, hava ve demiryolu ulaşımı bakımından elverişli bir konumdadır. Öyle ki; yerleşim, İzmir'i Aydın'a bağlayan ana karayolu çevresinde gelişmiştir. Özellikle askeri alanın varlığı, Konak merkeze oldukça yakın bir konumda bulunması, hava alanı gibi etkenlerle cazibe merkezi olan yerleşim, son yıllarda hızla büyümektedir. 1990 yılı sonrasında Emlak Bankası evlerinin inşa edilmesi, bu cazibeyi daha da arttırmıştır. Sakin ve huzurlu yapısı yanı sıra doğal ortam güzellikleri de yerleşimin hızlı gelişiminde önemli rol oynamıştır. 2005 yılı sonrasında çeşitli spor tesislerinin de inşa edildiği Gaziemir, İzmir'in yerleşim için en çok tercih edilen gelişim alanlarından biri haline gelmiştir. Bu da bizi yerleşimdeki nüfusun tarihsel süreçteki seyrini izlemeye yöneltmiştir. Çünkü her yerleşim, sınırlı bir alana sahiptir ve bu alanın doğru kullanılması gereklidir. Bu nedenle, yerleşimde mevcut nüfusun, kentin alanına göre durumunun yanı sıra, gelecekteki seyri de sağlıklı bir yapılanmış çevre açısından oldukça önemlidir. Bu çalışmada, İzmir metropolünün önemli gelişim alanlarından biri olan Gaziemir'de, nüfusun tarihsel süreçteki gelişimi incelenerek son yıllardaki nüfus artışına göre yeni konut alanı ihtiyacının Coğrafi Bilgi Sistemi (CBS) yardımıyla tespiti amaçlanmıştır Yöntem ve Materyal Bu çalışma, Gaziemir ile ilgili çeşitli kaynaklar incelenerek, arazi gözlemleri yapılarak hazırlanmıştır. Tarihsel süreçte yerleşimdeki nüfus artışı ve kentsel gelişim incelenmiştir. Ayrıca, söz konusu çalışmalardan elde edilen veriler Coğrafi Bilgi Sistemi (CBS) kullanılarak değerlendirilmiştir. Çalışmada, Gaziemir'e ait 1/5000 ölçekli imar planları sayısallaştırılarak, yerleşimdeki kent içi arazi kullanım sınıfları belirlenmiştir. Daha sonra her arazi sınıfına ait poligonların izdüşüm alanı CBS yardımıyla m² cinsinden hesaplanarak veritabanı oluşturulmuştur. Bu veritabanına bağlı olarak konut alanlarının yüzölçümü saptanmıştır. Gaziemir'in 2000 yılına ait nüfus verileri ile veritabanından hesaplanan toplam konut alanı oranlanarak, birim konut alanına düşen nüfus yoğunluğu (kişi/100m²) ve kişi başına düşen konut alanı (m²) belirlenmiştir. Ayrıca 2010 ve 2020 yıllarına ait nüfus projeksiyonları/ izdüşümleri hazırlanarak, kentin gelecekte de birim konut alanına düşen nüfus yoğunluğunu ve kişi başına düşen konut alanı oranlarını koruyabilmesi için ne kadar konut alanına ihtiyaç duyulacağı tespit edilmeye çalışılmıştır. Veritabanındaki bu veriler tablo ve grafiklere dönüştürülerek, daha kolay anlaşılabilir bir hale getirilmiştir. Böylece, Gaziemir'de nüfus artışı ve kentsel gelişimin geçmişten günümüze yönü ortaya çıkarılmaya çalışılmıştır. Ayrıca yakın gelecekteki gelişmenin yönü tahmin edilerek planlama açısından önerilerde bulunulmuştur. Yıl : 1 • Sayı : 1 • Haziran 2010 25 İZMİR’İN GÜNEYE DOĞRU GELİŞİMİ : GAZİEMİR 1.Tarihsel Süreçte Gaziemir'de Nüfus Gelişimi 1.1.Osmanlı Dönemi Gaziemir (Seydiköy), 14. yüzyılın ilk yarısından itibaren yerleşilmeye başlanan bir alandır. Gaziemir'e ait ilk nüfus bilgileri Yavuz Sultan Selim dönemine ait bir mufassal tahrir defterine kadar uzanmaktadır. Buna göre, Osmanlı döneminde, 1512 yılında yapılan bir sayımla 171 haneli bir köy olan yerleşimde 914 nüfus tespit edilmiştir. Bu nüfus sayımları, daha ziyade erkek nüfusun sayılmasına ve hane başına düşen nüfus ile tahminlerin oluşturulmasına dayanmaktaydı. 1512 ve 1699 yılları arasında ise nüfus miktarında ne kadar değişim olduğu, eksik kayıtlardan dolayı tam olarak tahmin edilememektedir. Ancak o dönemde asker (nefer) sayısı esas alınarak yapılan tahminler düşünülürse, Tablo 1’de de görüldüğü gibi, iki tarih arasında, Seydiköy nüfusunun önemli bir düşüş gösterdiği söylenebilir. 1699 yılındaki bu belirgin düşüşün nedeni de, o zamandaki asayiş eksikliği sebebiyle köydeki nüfusun daha güvenli olan iç kısımlardaki diğer köylere gitmesi ile açıklanabilir (Telci, Mert, Gökçe, 2003; 9). Tablo 1: Gaziemir (Seydiköy)'de Osmanlı Dönemi Nüfus Gelişimi (1512-1928) Yıllar Nefer (asker) Hane (evli) Mücerret (bekâr) Toplam 1512 230 171 59 914 520-1566 217 149 65 - 1699 60 - - - 1889-1890 - 800 bina - 3435 (köy) 1889-1890 - - - 10 449 1883 - - - 11 797 1908 - - - 13 806 Kaynak: 1-Telci, Cahit, Mert Hasan, Gökçe Turan, (2003). Seydiköy'den Gaziemir'e Bir Kentleşme Süreci, s: 8-16, İzmir Büyükşehir Belediyesi Katkılarıyla Gaziemir Belediyesi Yay., İzmir. *18891890, 1893, 1908 nüfusları nahiye/belde olarak belirtilmiştir. 19. Yüzyılda yerleşimdeki nüfus, önemli bir artış göstermiştir. Bunda kuşkusuz güvenli ortamın sağlanması ve gayri Müslim tebaanın doğal koşullar (uygun iklim, tarımsal koşullar ve doğal güzellikler) nedeniyle buraya yerleşerek sayılarının artması da etkili olmuştur. Yerleşim, 1866 yılında çevresindeki Cumaovası (Menderes), Dereköy, Akçaköy, Akköy (Sandı), Çakallar, Görece, Çamurdere, Gölcükler, Şaşal, Keler, Bulgurca, Tahtacı, Künerköy (Künerlik), Dereköy (Oğlananası), Develiköy ve Bilveriç olmak üzere 16 köyü bünyesine alarak yeni bir idari düzenlemeyle İzmir'e bağlı bir nahiye olmuştur. Bu idari düzenleme de yerleşmede nüfus artışına yol açmıştır. 26 Karabük Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi Raziye Oban - Yılmaz Aşkın Gaziemir'de gelişmenin belirginlik kazanması ise 1908 yılından sonradır. Çünkü bu tarihte yerleşimde ilk belediye teşkilatı kurulmuştur. 1. 2. Cumhuriyet Dönemi (1950'ye kadar) Gaziemir, Yunan işgali sırasında tamamen harap olmuştur. Bu nedenle, İzmir'e bağlı bir nahiye merkezi olma özelliğini, daha önce kendisine bağlı bir köy konumunda olan Cumaovası'na (Menderes'e) kaptırmıştır. Çünkü Seydiköy nahiyesine bağlı 16 köyden en fazla nüfusa sahip olanı (1561) Cumaovası (Menderes). idi Nahiyenin nüfusu bu dönemde (1923) 4 295 olarak tespit edilmiştir. İlgili tablo incelendiğinde; Cumhuriyet'in kuruluşundan kentleşme hareketlerinin hız kazanmaya başladığı 1950'li yıllara kadar çok belirgin nüfus artışlarının olmadığı görülür. (Tablo: 2). Tablo 2: Gaziemir (Seydiköy)'de Cumhuriyet Dönemi Nüfus Gelişimi (1923-1950) Yıllar Nefer (asker) Hane (evli) Mücerret (bekâr) Toplam 1923 - 837 - 4 295 (belde) 1927 - 354 - 2 518 (köy n.) 1937 - - - 3 739 (köy n.) 1945 - - - 4 344 (köy n.) 1950 - - - 4 295 (köy n.) Kaynak: 1-Telci, Cahit, Mert Hasan, Gökçe Turan, (2003). Seydiköy'den Gaziemir'e Bir Kentleşme Süreci, s: 8-16, İzmir Büyükşehir Belediyesi Katkılarıyla Gaziemir Belediyesi Yay, İzmir. Tarıma dayalı ekonominin söz konusu olduğu bu dönemde yerleşimler demiryolu ya da tarımsal alanlara yakın bir düzen içerisindeydi. Ayrıca o dönemde yerleşim dokusu oldukça seyrek bir görünüm arz etmekteydi (Foto 1).Yine de bu dönem, kentsel gelişimin başladığı bir dönem olarak belirtilebilir. Çünkü tüm dünyada olduğu gibi ülkemizde de kentleşme hareketleri 1950'li yıllardan itibaren hızlanmaya başlamıştır. Gaziemir'de İzmir'e olan yakın konumu itibariyle doğal olarak bu gelişimden en hızlı etkilenen yerleşimlerden biri olmuştur. 1. 3. Gelişme ve Olgunlaşma Dönemi (1950'den günümüze kadar olan dönem) Yukarıda da vurgulandığı üzere bu dönem, tüm Dünya ve Türkiye'de olduğu gibi, İzmir'de ve dolayısıyla Gaziemir'de kentleşme hareketlerinin hız kazandığı bir dönemdir. Yunan işgalinin yaralarını sararak, güvenli bir ortama sahip olan Gaziemir, artık İzmir'in hızla gelişen banliyölerinden biri olma sürecine girmiştir. Öyle ki, daha önceleri özellikle 19. yüzyılda Levanten Yıl : 1 • Sayı : 1 • Haziran 2010 27 İZMİR’İN GÜNEYE DOĞRU GELİŞİMİ : GAZİEMİR ailelerinin sayfiye evlerinin bulunduğu bir dinlenme merkeziyken, ulaşım sorunlarının da giderilmesiyle Konak merkeze günübirlik gidiş gelişler için oldukça elverişli bir konuma gelmiştir (Çokbankir, 2001: 22-29). Böylece, yerleşmedeki nüfus, 1950 ve 1955 yılları arasında önemli bir sıçrama göstermiştir. Diğer önemli artışların 1960'lı ve 1980'li yılların sonrasında gerçekleştiği görülmektedir (Tablo: 3). Bu durum, ilk dönemde buradaki askeri yerleşimler ve İzmir-Aydın karayolu varlığı ile açıklanabilir. Ayrıca daha önce sözü edilen gelişimlere bağlı olarak yerleşimin yakın çevresinde gelişen sanayi alanları ve buna bağlı göçlerle ilgili artışlar söz konusudur. Gaziemir'in bu dönemdeki alansal gelişiminde özellikle Bulgaristan'dan gelen Türklerin rolü büyüktür. Gaziemir, 1990 yılı sonrasında, Emlak Bankası evlerinin inşa edilmesiyle modern bir yerleşim görüntüsü kazanmıştır. Böylece gittikçe büyüyen yerleşim, 1992 yılında ilçe statüsüne kavuşmuştur. Gaziemir, belediye tarafından inşa edilen sosyal tesislerle ve büyük alışveriş merkezleriyle, zamanla İzmir'in en gözde yerleşim alanlarından biri haline gelmiştir. Günümüzde Gaziemir, askeri alan, Adnan Menderes Hava Limanı, Ege Serbest Bölgesi, Kipa, Metro, Migros ve Tansaş gibi dev alış-veriş merkezleri, Kısık sanayisi, yerleşim alanları gerisindeki ormanlık yeşil alan varlığı ile dikkat çekmektedir. Son yıllarda sözü edilen İzmir Enternasyonel Fuarı'nın buraya taşınacağı ve büyük alış veriş mekânlarının inşa edileceği yolundaki gelişmelerle oldukça cazip bir yerleşim alanı olmuştur. Ayrıca ulaşım olanaklarının son derece düzenli ve hızlı halde geldiği, modern kentleşme örneği gösteren bir yerleşim olarak Gaziemir, İzmir'in aydınlık yüzünü temsil etmektedir. Bu da yerleşime olan ilgiyi daha da arttırmaktadır. Tablo 3: Gaziemir (Seydiköy)'de Gelişme ve Olgunlaşma Dönemi Nüfus Gelişimi (1923-2000) Artış Oranı (%) Yıllar Nüfus Artış miktarı (kişi) 1995 8.825 köy - - 1960 9.826 köy 1.001 11.34 1965 18.031 köy 8.205 83.50 1970 15.409 köy -2.622 -14.54 1975 18.995 köy 3.586 23.27 1980 25.183 köy 6.188 32.57 1985 - - - 1990 44.089 18.906 75.07 1997 68.634 24.545 55.67 2000 87 160 18.526 26.99 Not:1990 yılı nüfus artış oranı 1980 yılı köy nüfusu oranı dikkate alınarak hesaplanmıştır. Kaynak: 1-Telci, Cahit, Mert Hasan, Gökçe Turan, (2003). Seydiköy'den Gaziemir'e Bir Kentleşme Süreci, s:16-19, İzmir Büyükşehir Belediyesi Katkılarıyla Gaziemir BelediyesiYay. 2-DİE, Genel Nüfus sayımları ve Nüfusun Sosyal ve Ekonomik Nitelikleri (1950-2000). *1955-1980 nüfusları merkez nüfusu hariç tutularak, 1990-2000 nüfusları ise toplam nüfus esas alınarak verilmiştir. 28 Karabük Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi Raziye Oban - Yılmaz Aşkın 2. Gaziemir'de (Seydiköy) Kent İçi Arazi Kullanımı Gaziemir, Yunan işgali sırasında tamamen yakılıp yıkılmış, harap bir görünüm almıştır. İşgalden kurtuluşa bir geçiş dönemi olan bu süreçte, yerleşimde adeta nüfus kalmamıştır. Bu nedenle Gaziemir, nahiye merkezi olma statüsünü de kaybetmiştir. Ancak Cumhuriyet'in kurulmasından sonra bu harap görüntü ortadan kaldırılarak yeni yapılaşma faaliyetleri başlatılmıştır. Yerleşimin Cumhuriyet sonrasındaki ilk toplu nüfusunu mübadiller oluşturmuştur. Mübadillerin gelmesiyle yerleşim, eski harap görüntüsünden kurtularak yeniden modern bir kimlik kazanmaya başlamıştır. Bu süreç, Gaziemir'in planlı gelişiminin de başlangıcı olmuştur. Çünkü yeni yapılanma için bir plan hazırlanmıştır. Bu plan, dokuz caddenin birleştiği bir meydanda bulunan park ve çevresinde belediye, hükümet binası gibi resmi kurumların yanı sıra konut, mağaza ve dükkân gibi ticari mekânların da gelişim alanlarını kapsamaktaydı (Telci, Mert, Gökçe, 2003; 124). Söz konusu plan, Gaziemir'de Cumhuriyet sonrası ilk kentsel gelişim planı olup, günümüzdeki yapılanmanın temelini oluşturmaktadır Tablo 4: Kent içi arazi kullanım alanları dağılımı Kent İçi Arazi Dağılımı Toplam (m²) Konut Alanları 3 036 596 Park ve Dinlenme Alanları 1 126 672 Konut Dışı Kentsel Gelişme Alanları 637 849 Tesisler 2 391 733 Sanayi 2 501 175 Doğal Karakteri Korunacak Alanlar 5 503 191 Orman Alanları 5 742 540 Gaziemir'in en önemli konut bölgesini ise Emlakbank, Sosyal Konutlar ve Askeri konut alanları oluşturmaktadır. Oldukça modern bir görünümde olan bu yapılar, sosyal tesislerle de desteklenerek örnek gösterilebilecek bir kentsel alan oluşturmuştur. Son yıllarda çok sayıda kooperatif tarafından inşa edilen yeni konutların çevresinde, bahçe alanı ayrılarak fiziki doku yeşil alanla da desteklenmektedir. Hızla artan bu yapılaşma, nüfus artışının bir göstergesi olarak algılanabilir. Bu bağlamda, kentsel alanın sınırlılığı düşünüldüğünde, mevcut nüfusun ve gelecekteki nüfusun yerleşimin fiziki yapılanmasını Yıl : 1 • Sayı : 1 • Haziran 2010 29 İZMİR’İN GÜNEYE DOĞRU GELİŞİMİ : GAZİEMİR ne şekilde etkileyeceği, yeni gelişim planlamaları için önem kazanmaktadır. Bu yüzden öncelikle yerleşimdeki kentsel arazi kullanımının belirlenmesi gerekmektedir. Kentsel arazi kullanımının belirlenmesinde, “Konut alanları, park ve dinlenme alanları, konut dışı kentsel gelişme alanları, tesisler, sanayi bölgesi, doğal olarak korunacak alanlar ve orman alanları” gibi belli gelişim bölgeleri tespit edilmiştir. Gaziemir'de konut alanları, kentsel alan içerisinde diğer alanları zorlayacak bir gelişim sürecinde değildir . (Tablo:4) Şekil 2: Gaziemir'in kent içi arazi kullanım haritası (1/5000 ölçekli imar planlarının sayısallaştırılması ile elde edilmiştir). Öte yandan kentsel gelişimin anlaşılabilmesi açısından 30 yıllık aralıklarla çekilmiş fotoğrafların incelenmesi, nüfus artışı ve kentsel gelişim konusunda oldukça aydınlatıcı olacaktır (Foto1,2,3). 30 Karabük Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi Raziye Oban - Yılmaz Aşkın . Foto 1: 1940'lı yıllarda Gaziemir'den genel bir görünüm (Gaziemir Belediyesi fotoğraf arşivinden) Foto 2: 1970'li yıllardan sonra Gaziemir'den genel bir görünüm (Gaziemir Belediyesi fotoğraf arşivinden) Yıl : 1 • Sayı : 1 • Haziran 2010 31 İZMİR’İN GÜNEYE DOĞRU GELİŞİMİ : GAZİEMİR Foto 3: 1990'lı yıllardan sonra Gaziemir'den genel bir görünüm (Emlakbank Konutları) (Gaziemir Belediyesi fotoğraf arşivinden) Tablo 5: Çalışma sahasındaki konut alanları değişmediği takdirde, gelecekte birim konut alanına düşeceği tahmin edilen nüfus miktarları Yıllar Birim Konut Alanına Düşen Nüfus (kişi / 100 m²) 2000 2 869 989 949 2010 5 672 601 821 2020 11 211 995 27 Tablo 6: Hesaplanan konut alanı aynı kaldığı takdirde, 2010 ve 2020 yıllarında kişi başına düşeceği tahmin edilen konut alanı Yıllar Kişi Başına Düşen Konut Alanı (kişi / 100 m²) 2000 348 433 276 2010 1 762 859 498 2020 89 190 191 32 Karabük Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi Raziye Oban - Yılmaz Aşkın GAZİEMİR'İN YILLARA GÖRE NÜFUS ARTIŞI VE 2010 İLE 2020 TAHMİNLERİ 340463 350000 300000 250000 172254 200000 150000 87150 100000 44089 50000 4295 9826 15409 25183 0 1950 1960 1970 1980 1990 2000 2010 2020 Şekil 3: Çalışma alanının 1950-2000 yılları arası nüfusları ile 2010 ve 2020 yılı nüfus tahminleri (Gaziemir'de 1990-2000 yılları arası nüfus artış hızı ‰ 71) Sonuç Günümüzden yaklaşık 700-800 yıl önce kurulmuş olan Gaziemir, Osmanlı Döneminde Müslim ve Gayri Müslim tebaanın yerleşim alanı olan bir köy konumundadır. 1866 yılında ise çevresindeki köylerin bünyesine bağlanması ile genişlemiş ve nahiye haline gelmiştir.Yerleşimde, Cumhuriyete kadar olan dönemde dikkate değer ölçüde belirgin nüfus artışlarının gözlenmediği anlaşılmaktadır. Yunan işgali sırasında tamamen harap olan Gaziemir, İzmir'e bağlı nahiye merkezi olma özelliğini, daha önce kendisine bağlı bir köy konumunda olan Cumaovası'na (Menderes'e) kaptırmıştır. Ancak Cumhuriyet'in kurulmasından sonra, savaşın yaralarının sarılmasıyla ve nüfus mübadelesiyle Bulgaristan ve Yunanistan'dan gelen göçmen nüfusuyla yerleşim gelişmeye başlamıştır. 1950'li yıllardan itibaren de tüm dünyadaki kentleşme hareketlerinin etkisi burada da kendini göstermiş ve nüfus artışını hızlandırmıştır. 1960 yılına kadar köy statüsünde olan Gaziemir, 9 826 nüfusa sahiptir. 1975 yılına gelindiğinde ise % 193'lük bir artış endeksi ile 18 995'e yükselen nüfus, yeni kentsel gelişim alanlarının belirlenmesini zorunlu hale getirmiştir. Gaziemir'in nüfus artışında ve kentsel gelişiminde; İzmir-Aydın Karayolu yanında, Adnan Menderes Havaalanı, Karabağlar sanayi kuruluşları ve Kısık Sanayi Sitesi'nin etkisi büyüktür. Söz konusu etkilere bağlı olarak artan nüfus, 1990 yılına gelindiğinde 44 089 olmuştur. Bu nüfus artışı, yeni konut alanlarının belirlenmesini zorunlu kılmıştır. Yıl : 1 • Sayı : 1 • Haziran 2010 33 İZMİR’İN GÜNEYE DOĞRU GELİŞİMİ : GAZİEMİR Yeni konut alanlarından biri de 1990'lı yıllarda faaliyete geçirilen Emlakbank Konutları'dır ve bu konutlar planlı bir kentsel gelişim alanı olması bakımından örnek bir yerleşim sahasıdır (Foto 3). 2000 yılında nüfusu 87 160 olan Gaziemir'de, yeni konut alanlarının belirlenmesine ihtiyaç duyulmaktadır. Ancak üzerinde önemle durulması gereken nokta, kentin kuruluş yeri düşünüldüğünde, aşırı kentsel gelişim baskısı altında kalmadan yeni kentsel gelişim ve konut alanlarının tespit edilmesi gerektiğidir. Bu nedenle, CBS kullanılarak yapılan hesaplamalar doğrultusunda Gaziemir'de kişi başına düşen konut alanını ve oranını koruyabilmek için: • 2010'da konut alanları 6 001 903 m²' ye, • 2020'de ise 1 186 2864 m²' ye çıkmış olmalıdır (Şekil 7, 8). 34 Karabük Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi Raziye Oban - Yılmaz Aşkın KAYNAKÇA Çokbankir, E. (2001) .Geçmişten Günümüze Seydiköy-Gaziemir. İzmir: Etki Matbaacılık. DİE (2001). Genel Nüfus sayımları ve Nüfusun Sosyal ve Ekonomik Nitelikleri (1950-2000). GAZİEMİR BELEDİYESİ, Basın ve Halkla İlişkiler Müdürlüğü verileri ve www.gaziemir.bel.tr İTO (1998). İzmir İlçelerinin Ekonomik Profili ve Alternatif Yatırım Olanakları. İzmir: İTOYayınları.Yayın No: 54. İTO (2004). İzmir İlçelerinin Ekonomik Profili ve Alternatif Yatırım Olanakları. İzmir: İTOYayınları.Yayın No: 136, ISBN: 975-512-819. İTO (2004). 2003-2012 İzmir Strateji Planı. İzmir: İTO Yayınları. ISBN: 975512-774-7. Oban (Çakıcıoğlu), R. (2001). İzmir Anakent İlçelerine Bağlı Kır Yerleşmelerinin Kır-Kent Bütünleşmesindeki Konumları ve Yapısal Analizi (Basılmamış Yüksek Lisans Tezi). İzmir. Dokuz Eylül Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü. Oban (Çakıcıoğlu), R. (2003). İzmir Anakent İlçelerinde Kentsel ve Kırsal Nüfus Gelişimi. Sırrı Erinç Sempozyumu, İstanbul, 298-301. Oban (Çakıcıoğlu), R.; Aşkın, Y. (2005). İzmir Metropolü Gelişim Alanlarından Gaziemir'de Nüfus Artışına Göre Yeni Kentsel Gelişim Alan İhtiyacının CBS Yöntemiyle Hesaplanması. Ege Üniversitesi Coğrafya Bölümü Sempozyumları III, Bildiri Özetleri Kitabı. Bornova, 73. Oban (Çakıcıoğlu), R.; Aşkın, Y.; Gündüzoğlu, G. (2006). İzmir Metropolü Gelişim Alanlarından Gaziemir'de Kentsel Gelişim Alanlarının Depremsellik Bakımından CBS Yardımıyla Değerlendirilmesi. 4. Coğrafi Bilgi Sistemleri Bilişim Günleri Bildiriler Kitabı (4th GIS Days in Türkiye Proceeding)., İstanbul, 543-550. Telci, C., Mert H., Gökçe T., (2003). Seydiköy'den Gaziemir'e Bir Kentleşme Süreci. İzmir: İzmir Büyükşehir Belediyesi Katkılarıyla Gaziemir Belediyesi Yayınları. Yıl : 1 • Sayı : 1 • Haziran 2010 35 Karabük Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi Yıl,1 Sayı,1 s.s. 37-47, 2010 ISSN:1309-436X FEEDBACK TRADING OF FOREIGN INVESTORS; AN EMPIRICAL SURVEY ON ISE Yrd. Doç. Dr. Serpil Tomak Mersin Üniversitesi Sosyal Bilimler Meslek Yüksekokulu serpild@mersin.edu.tr ABSTRACT Studies in psychology and behavioral economics have found that decision making process is systematically affected from cognitive biases. These cognitive biases affect investor behavior and stock prices. In this context, understanding biases that affect decision making and trading behavior of investors are becoming more important. Trading behavior of foreign investor is a great concern especially in emerging markets. It has been stated that foreign investors follow positive feedback strategies which could destabilize financial markets. The trading behavior of foreign investors on the Turkish Stock Exchange (Istanbul Stock Exchange-ISE) are investigated in this study. It was found that foreign investors exhibit positive feedback trading patterns. But this trading behavior itself doesn't mean that they destabilize the local markets. Key words: foreign investor, positive feedback trading, negative feedback trading, herding, emerging markets. YABANCI YATIRIMCILARIN GERİ BESLEME DAVRANIŞLARININ İNCELENMESİ: İMKB ÜZERİNE AMPİRİK BİR ÇALIŞMA ÖZ Psikoloji ve davranışsal yaklaşımcıların yaptıkları çalışmalar karar verme sürecinin sistematik olarak bilişsel yanlılıklardan etkinlendiğini ortaya koymaktadır. Bu bilişsel yanlılıklar yatırımcı davranışlarını ve hisse fiyatlarını etkilemektedir. Bu anlamda, yatırımcıların karar verme sürecini ve işlem davranışlarını etkileyen yanlılıkları anlama önem kazanmıştır. Özellikle gelişmekte olan ekonomilerde yabancı yatırımcıların işlem davranışları ilgi odağını oluşturmaktadır. Yabancı yatırımcıların mali piyasaları istikrarsızlığa sevkeden pozitif geri besleme işlemlerde bulunduğu öne sürülmektedir. Bu çalışmada İMKB'de işlem yapan yabancı yatırımcıların davranışları analiz edilmektedir. Yabancı yatırımcıların yüksek düzeyde pozitif geri besleme işlemlerde bulunduğu saptanmıştır. Fakat, bu davranış örüntüsü tek başına yabancı yatırımcıların piyasaları destabilize ettiği anlamını taşımamaktadır. Anahtar Kelimeler: Yabancı yatırımcı, pozitif geri besleme, negatif geri besleme , sürü davranışı, gelişmekte olan piyasalar. Karabük Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi 37 FEEDBACK TRADING OF FOREIGN INVESTORS; AN EMPRICAL SURVEY ON ISE 1. Literatures on Herding and Positive FeedbackTrading People have a tendency to follow each other's behavior regardless of information about fundamentals. This phenomenon has been explained as various psychological biases. The studies on herding has shown that individual investors' herding be related to return, that is, individual investors feedback trade. There is an opposing view about herding and positive feedback trading of different investor groups. Some studies present evidence strongly suggesting that investors follow positive feedback strategies and they really herd in the market. Sirri and Tufano (1998) demonstrated that individual investors invested the stocks that had a strong prior performance. Alternatively, Odean (1998); Grinblatt, Titman and Wermers (1995) found evidence on investors are more likely to sell winners than losers (negative feedback traders). There has been little empirical survey on developed countries about herding. These studies are mostly on US market. In studies on developed countries weak levels of herding in stocks were found [Lakonishok, Shleifer and Vishny (1991); Grinblatt, Titman and Wermers (1995), Nofsinger and Sias (1999); Wylie (2000); Borensztein ve Gelos (2000)] whereas in developing countries find higher evidence of trading in herds [Christie and Huang (1995); Choe, Kho and Stulz (1998); Kim and Wei (1999); Chang, Cheng, and Khorana (1999)]. Lakonishok, Shleifer and Vishny (1991) found no evidence of substantial herding or positive feedback trading by pension fund managers, except in smaller stocks for US market. Regarding the Taiwan market Chen (2001) found that foreign investors herd more significantly than domestic investors. Wei, Liu, Yi and Su (1997) found that there was a significant herding effect of the institutional investors, especially between qualified foreign institutional investors (QFIIs) and domestic mutual fund companies in Taiwan stock market. Chae and Lewellen (2004) found that individuals were contrarians while institutions and foreigners are positive-feedback traders at both the aggregate and firm level in Korean stock market. All three groups demonstrated herd behavior. Cho, Kho and Stulz (1998), Kim and Wei (1999) and, Park and Park (2000) all have examined the 1997 Asian crises period and the impact of foreign investors on Korean stock markets. Cho, Kho and Stulz (1998) found evidence of positive feedback trading before the crises but in the crises period low level of herding effect and positive feedback trading level was found. Kim and Wei (1999) examined the same time period and found positive feedback trading in pre-crises and in-crises period. In the study of Park and Park (2000) foreign investors followed positive feedback trading during the crises period but they did not find any evidence that this trading behavior destabilized the Korean stock market. Batra (2003) 38 Karabük Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi Serpil Tomak analyzed the foreign institutional investors behavior during East Asian crises on a daily (January 2000-December 2002) and monthly basis (January 1994December 2002). Using LSV (1992) and Wermers (1998) measure, Batra (2003) found strong evidence of positive feedback trading on a daily basis but no evidence of positive feedback trading on a monthly basis. There is few emprical survey available on Turkish Stock Market. Elmas and Temurlenk (2009) found positive feedback trading both for local and foreign investors for the period of 2003-2007 using ISE-30 index data. Inversely, Akar (2010) found negative feedback trading patterns of foreign investors for the period of 1997-2007 on ISE-100 index values. Adabag and Ornelas (2004) found negative feedback trading patterns of foreign investors for the period of 1997-2004. Altay (2006) found strongly positive feedback trading for ISE especially on market down turns. For the reason of using different methodology and time periods, the results that is reached may vary. In this paper, narrowly the trading patterns of foreigners are analyzed for the last financial crises period using ISE-100 index values. We divide the whole period into three parts: before crises, in crises and after crises period trading behaviors. Generally VAR models and Granger Casuality Tests are applied in literature. And different from other studies for Turkish market, LSV measure is applied here. 2. Foreign Investors and Emerging Markets Emerging markets investment regulations and restrictions on foreign investment change from country to country. Trading behaviors (whether destabilize or not) of foreign investors is a great concern in many financial markets. Emerging markets trading rules changes from implementing no significant restrictions on income or capital to severely some restrictions. Sixteen emerging markets have no restrictions on the purchase of stocks while, fifteen other markets are restricted (See Bekaert, Harvey and Lundblad, 2003:278-279). The trading behavior of foreign investors is a great concern in many emerging countries. The centre behind the discussion of foreign trading pattern is determining the level of capital control.There are two opposing views on entrance to emerging stock markets. As a destabilizing factor, foreign entries should be restricted at some level. According to an opposing view, emerging markets should be permitted to free entry. For emerging markets foreign portfolio investments and capital inflow is important for managing financial risks and improvement of local capital markets. Foreign involvement of capital markets is needed for the liquidity of domestic securities markets, financing the growth of new businesses and decreasing financial system reliance on banks as intermediaries (worldbank), but the main issue here is the sudden withdrawn of short-term capital, short-term borrowings and portfolio equity. This sudden outflow of foreign equity leads to detorioration of the stability of financal system. The first negative impact of such a situation is to depretiation of local currency against the foreign currency. Yıl : 1 • Sayı : 1 • Haziran 2010 39 FEEDBACK TRADING OF FOREIGN INVESTORS; AN EMPRICAL SURVEY ON ISE The last financial crises of December 2000 and February 2001 had its nd worst financial impact on Turkey. In December 22 , 2000 overnight interbank rates have sharply increased to 110.8 % (three times) and reached the highest value of 210%. In spite of this event, the exchange rate of the Turkish TL against the US Dollar was not deteriorating. In February crises Central Bank of Turkey (CBT) had to give up floating the Turkish Lira. After the floating exchange rate regime, the fluctuations in exchange rates have risen dramatically. The exchange rate depreciated almost 40% in 10 days (Uygur,2001:23). On February, 19 th when the exchange rate was 686 500 TL/$, on 28 February it was reached to 960 000 TL/$ (see Figure 1). Foreign investors are permitted to trade freely without any limitiation or paying any cost in Turkey. The center of the hot arguments lies in it. It has been argued that foreign investors follow positive feedback strategies, and these strategies could destabilize asset prices by moving away from fundamental values thereby increasing price volatility and exacerbating the crises in financial markets. Besides, foreign investors (especially insitutional investors) enter financial markets with a larger demand and their demand have a larger effect on stock prices. That is why it is believed that such market comovement negative effect is weakened by implementing lower level of capital restrictions such as minimum holding period, tax on investment income, purchasing limits etc. The ISE is the only securities exchange market in Turkey. At the beginning of 2009, 307 stocks were listed on the ISE with the total trading value of 332 000 000 000 TL (261 000 000 000 $) and aggregate market values of 182 000 000 000 TL (120 000 000 000 $) (www.imkb.gov.tr).The ISE provides a trading environment not only for domestic investors but also for foreign participants. Foreign investors have shown an increased interest to ISE markets. Foreign investors take 67% number of stock ratio in Turkish stock market for the year of 2008. There are not is restrictions on foreign institutional and individual investments in securities listed on the ISE. With the Decree No. 32 in 1989, restrictions on the repatriation of capital and profits are removed. In other words, foreign portfolio investors trading in the Turkish securities markets freely flow without time limitiation or paying any cost. 40 Karabük Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi Serpil Tomak 3. Herding In order to compute herding level of foreign investors LSV measure is used. Implementing LSV herding indices (1992) as Kim and Wei (1999), herding is computed as follows: 1- H (i, j , t ) =| B(i, j , t ) B(i, j , t ) - p (i, t ) | - E | - p (i, t ) | B(i, j , t ) + S (i, j , t ) B(i, j , t ) + S (i, j , t ) N å 2- B(i, j , t ) j =1 p (i, t ) = N å N B(i, j , t ) + j =1 3- 4- H (i, t ) = H (i ) = å S (i, j , t ) j =1 1 N 1 NT N å H (i, j , t ) j =1 T N åå H (i, j , t ) t =1 j =1 H (i,j,t) is the herding index for investors in group i, on stock j, in month t, B (i,j,t) is the number of investors in group i that have increased the holdings of stock j in month t, S (i,j,t) is the number of investors in group i that have decreased the holdings of stock j in month t, p (i,t) is the number of net buyers in group i aggregated across all stocks in month t divided by the total number of active traders. H (i,t) is the herding index for investors in group i, on stock j, in month t, averaged across all stocks. H (i) is the herding index for group i, averaged across all months in the sample. In the literature feedback trading and herding level of investors are computed and analyzed together. Because of the lack of data limition, we couldn`t compute the herding index of foreign investors. Generally we can say that especially in crises period investors exhibit herd behavior. This trading behavior leads investors to trade losely. In order to identify if foreign investors trading behaviors have destabilizing effect or not, we need further information and detailed analysis. Yıl : 1 • Sayı : 1 • Haziran 2010 41 FEEDBACK TRADING OF FOREIGN INVESTORS; AN EMPRICAL SURVEY ON ISE 4. FeedbackTrading Momentum investment or positive (negative) feedback strategy is a tendency to buy (sell) past winners and sell (buy) past losers. There has been a strong argument on foreign investors about following positive feedback strategy and this trading strategy could have a destabilizing effect especially on the emerging markets. As we mentioned before, empirical survey on developed markets showed that positive feedback trading and herding level was weak as compared to emerging markets. In this study, we tried to identify the behaviors of the foreign investors and the previous month performance of the stocks comparatively for the three time periods: the whole sample (January,2000-June 2001), the pre-crises period (January, 2000-September 2001), the in-crises period (November,2000-June 2001). In order to analyze trading behavior of foreign investors for a given period, we follow the methodology used by Lakonishok, Shleifer and Vishny (1992), Kim and Wei (1999) and Park and Park (2000). Within this context each time period, we formed five approximately equally sized portfolios (stock months) from the best performing portfolio (20%) to the worst performing portfolio (20%) based on the previous month performance of stocks. The return of a stock i from month t-1 to t is computed as: - [ln P- i,t ln P i,t-1] - [ln ISE t - ln ISE t-1] - [ln e t - ln e t-1], where P i,t is the price of stock i, ISE t is the ISE index and e t is the exchange rate of the Turkish TL against the US dollar. When the return of every stock is computed, stocks that are registered after December 31, 1999 and are traded less than 10 months (no selling- buying activities) are excluded. That's why 177 listed stocks values are involved in computation. Following LSV (Lakonishok, Shleifer and Vishny-1992) method, we use three measures of investors' portfolio decisions; S-ratio, D-ratio and N-ratio; Sratio measure is used for scale-adjusted net purchase of shares in number, Dratio measure is used for scale-adjusted net purchase of shares in the dollar value, N-ratio measures the buyers' ratio (Park and Park, 2000: 8). These ratios computed as: Number of Shares Bought - Number of Shares Sold S-ratio = Number of Shares Bought + Number of Shares Sold Dollar Value of Shares Bought - Dollar Value of Shares Sold D-ratio = Dollar Value of Shares Bought + Dollar Value of Shares Sold 42 Karabük Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi Serpil Tomak Number of Buyers N-ratio = Number of Buyers + Number of Sellers The basic finding of scale-adjusted net purchase in number (s-ratio) and scale-adjusted net purchase of shares in the dollar value, are reported in Table 1 for the three time period. Because of data limitiation, the N-ratio couldn’t be computed. S-ratio helps to identify the trading direction of foreign investors. The table reports differences between the mean of the best performing portfolio (highest 20%) and that of the worst performing portfolio (lowest 20%) with a formal t-test in the sixth row for every period. Standart deviation is given in the parenthesis (See Table 1). 5. Results and Conclusion This research emprically examined the impact of foreign investors positive feedback trading behavior before, during and after-crises period. Foreign investors are positive feedback traders for the whole period. They are strongly positive feedback traders for the crises and after crises period. It means that they sell the best performing portfolio less aggresively than the worst ones. Inversely, before crises they sell best performing portfolio more aggresively than the worst ones. When we look at the Table 1, it is also possible to see this trend in D-ratio. However, the difference between the best and the worst performing portfolio is not statistically significant. Interestingly, during and after-crises period they are on the buy side in best performing portfolios and sell side in the worst ones. It is possible to see the trading pattern of foreigners for the five stock portfolios in Figure 2, but strong positive feedback trading patterns itself does not mean that foreign investors destabilize the market. In crises period investors behave in the same direction. This trading behavior leads investors to trade losely. As we mentioned before, to make strictly inferences the foreign investors trading behaviors have destabilizing effect, we need further information and detailed analysis. Yıl : 1 • Sayı : 1 • Haziran 2010 43 FEEDBACK TRADING OF FOREIGN INVESTORS; AN EMPRICAL SURVEY ON ISE BIBLIOGRAPHY Adabag, M.C. and Ornelas, J.R.H. (2004). “Behavior and Effects of Foreign Investors on Istanbul Stock Exchange”. Working Paper. 1-24. Akar, C. (2008). “Yabancılar Türkiye'de Pozitif Geri Besleme Hipotezine Uygun Davranışlar Gösterirler mi? ”. İMKB Dergisi. Yıl:10. Sayı 39. Altay, E. (2006). “Autocorrelation in Capital Markets: Feedback Trading in Istanbul Stock Exchange”. Journal of Financial Management and Analysis, Vol. 19. No. 2. 10-21. Batra, A. (2003). “The Dynamics of Foreign Foreign Portfolio Inflows and Equity Returns in India”. Indian Council for Resarch on International Economic Relations-ICRIER. Working Paper No:109.1-27. Bekaert, G., Harvey, C.R., and Lundblad, C.T. (2003). “Equity Market Liberalization in Emerging Markets”. The Journal of Financial Research. Vol.XXVI, No.3. 275-299. Borensztein, E.R., and Gelos,R.G. (2000). “A Panic Prone Pack? The Behavior of Emerging Market Mutual Funds”. IMF Working Paper.WP/00/198,1-32. Chae, J. and Lewellen, J. (2004). “Herding, Feedback Trading, and Stock Returns: Evidence from Korea”. NBER Working Paper. 1-35. Chang, E., Cheng, J., and Khurana, A. (1998). “An Examination of Herd Behavior in Equity Markets: An Emprical Perspective”. Working Paper. Georgia Instutite of Technology. Choe, H.,Kho, B., and Stulz, R.M. (1998). “Do Foreign Investors Destabilize Stock Markets? The Korean Experience in 1997”. NBER Working Paper 6661.1-39. Christie, W.G., and Huang, R.D. (1995). “Following the Pied Piper: Do Individual Returns Herd Around the Market?”. Financial Analysts Journal. July-August. 31-37. Development Brief Number 15, April (1993). Rising Portfolio Flows: Shortlived or Sustainable? Elmas, B. And Temurlenk, M.S. (2009). “Hisse Senedi Fiyatı-İşlem Hacmi Arasındaki Granger Nedensellik: İMKB'de Hisse Bazlı Bir Analiz“. Working Paper. 1-11. Grinblatt, M., Titman, S., and Wermers, R. (1995). “Momentum Investment Strategies, Portfolio Performance, and Herding: A Study of Mutual Fund Behavior”. The American Economic Review. 85,5. 1089-1105. Kim, W. and Wei, S. (1999). “Foreign Portfolio Investors Before and During A Crises”. NBER Working Paper 6968. 1-28. 44 Karabük Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi Serpil Tomak Lakonishok, J., Shleifer, A., and Vishny, R.W. (1991) “Do Institutional Investors Destabilize Stock Prices? Evidence on Herding and Feedback Trading”. NBER Working Paper 3846. 1-29. Lakonishok, J., Shleifer, A., and Vishny, R.W. (1992).“The Impact of Institutional Trading on Stock Prices”. Journal of Financial Economics, 32, 23-43. Nofsinger, J.R., and Sias, R.W. (1999). “Herding and Feedback Trading by Institutional and Individual Investors”.The Journal of Finance. LIV,6.2263-2295. Odean, T. (1998) “Do Investors Trade Too Much?”. American Economic Review. 89,5,1279-1298. Park, Y.C., and Park, I. (2000). “Who Destabilized The Korean Stock Market”. Working Paper. Second Draft, 1-64. Sirri, E.R., and Tuffano, P. (1998). “Costly Search and Mutual Fund Flows”. Journal of Finance. 53, 1589-1622. Uygur, E. ( 2001). “Krizden Krize Türkiye: 2000 Kasım ve 2001 Şubat Krizleri”. Türkiye Ekonomi Kurumu Tartışma Metni 2001/1. Ankara. Wylie, S. (2000) “Fund Manager Herding: A Test of the Accuracy of Emprical Results using UK Data”. Working Paper. Dartmouth University, 1-37. Figure 1:ISE Index and Exchange Rate of the Turkish TL against the US Dollar 25.000 1.800.000 1.600.000 1.400.000 1.200.000 1.000.000 800.000 600.000 400.000 200.000 0 20.000 15.000 10.000 5.000 Ja nu a M ry 2 ar 00 ch 0 M 200 ay 0 Se J 20 pt uly 00 e No mb 200 ve er 0 m 20 Ja be r 00 nu 20 a 0 M ry 2 0 ar 0 ch 0 1 M 200 ay 1 Se J 20 pt uly 01 e No mb 200 ve er 2 1 m be 001 r2 00 1 0 ISE-100 US$ Yıl : 1 • Sayı : 1 • Haziran 2010 45 Karabük Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi Yıl,1 Sayı,1 s.s. 47-66, 2010 ISSN:1309-436X AREND LIJPHART' IN DEMOKRASİ TİPOLOJİSİ VE TÜRKİYE ÖRNEĞİ Arş. Gör. Engin Şahin Fatih Üniversitesi Siyaset Bilimi ve Kamu Yönetimi Bölümü esahin@fatih.edu.tr ÖZ Arend Lijphar t, uzun dönem çalışmaları sonucu dünya demokrasilerini belirlemiş olduğu on kriter üzerinden sınıflandırmıştır. Lijphart'ın demokrasi tipolojisini şekillendiren bu kriterler; yürütme gücünün tek veya çok partili hükümetlerde toplanması, yasama-yürütme ilişkilerinde yürütmenin baskın olması veya dengenin kurulması, iki parti veya çok partili sistemler, çoğunlukçu seçim sistemi veya nispi temsil sistemi, çoğulcu çıkar grupları veya korporatizm, merkezi ve üniter devlet veya federal sistemler, yasama gücünün tek meclis veya iki mecliste toplanması, esnek anayasalar veya katı anayasalar, anayasa yargısı olan veya olmayan ülkeler, merkez bankalarının yürütme organına bağlı veya bağımsız olmasıdır. Lijphart, dünya demokrasilerini ikiye ayırmış ve benzer özellikler gösteren yanlarıyla bu tipoloji üzerinden çoğunlukçu ve çoğulcu demokrasiler sınıflandırmasına ulaşmıştır. Türkiye çoğunlukçu ve çoğulcu demokrasilerin her ikisinin özelliklerini bünyesinde barındıran bir ülkedir. Bu nedenle Türkiye'yi sadece çoğunlukçu ya da çoğulcu olarak tanımlamak yanlış olacaktır. Bu çalışmada, öncelikle Lijphart'ın demokrasi tipolojisinde kullandığı kriterler kendisinin seçmiş olduğu ülkeler örnek gösterilerek anlatılacaktır. Daha sonra bu kriterler üzerinden Türk demokratik yapısının çoğulcu ve çoğunlukçu tarafları ortaya konacaktır. Anahtar Kelimeler: Arend Lijpart, çoğunlukçu ve çoğulcu demokrasi, Türkiye'nin demokratik yapısı AREND LIJPHART'S DEMOCRACY TYPOLOGY AND THE CASE OF TURKEY ABSTRACT Arend Lijphart has classified the democracies over the ten criteria after his long-term studies. These criteria which shape the Lijphart's democracy typology are; the executive power of a single or multi-party Karabük Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi 47 AREND LIJPHART' IN DEMOKRASİ TİPOLOJİSİ VE TÜRKİYE ÖRNEĞİ systems, majoritarian electoral system or proportional representation system, pluralist interest groups or corporatism, centralized unitary system or federal system, the legislative power in unicameral or bicameral parliamentary, flexible or hard constitutions, with or without the constitutional jurisdiction, independent or depended central banks to executive power. Lijphart divides the democracies into two groups and has reached the classification of majoritarian and pluralist systems from similar characteristics over his typology. Turkey is a country that shelters both the features of majoritarian and pluralist democracy. Therefore, defining Turkish democracy as a only majoritarian or pluralist will be the wrong. In this study, firstly, the criteria that Lijphart has determined for his democracy typology will be explained by showing the example countries that he has chosen. Then, the majoritarian and pluralist sides of Turkish democratic structure will be asserted over these ten criteria. Key Words: Arend Lijphart, majoritarian and consensus democracies, democratic structure of Turkey 1.Giriş Arend Lijphart'ın 1999 yılında kaleme aldığı “The Patterns of Democracy (Demokrasi Motifleri)” adlı kitabı 36 farklı demokrasi örneğinin uzun dönem incelemeleri sonucu ortaya çıkmıştır. Lijphart yaklaşık yarım yüzyıl boyunca farklı ülkelerin demokrasiyi nasıl uyguladıklarını ve bu uygulama sonucunda oluşmuş siyasi ve idari yapıları incelemiştir. Lijphart, öncelikle batılı demokrasi örneklerinden 21 çağdaş demokrasiyi incelemekle çalışmasına başlamıştır. İlk çalışmalarında Japonya hariç diğer 20 ülke batılı ülkelerden oluşmaktadır. 1 Lijphart daha sonraki dönemde Latin Amerika, Karayipler, Afrika, Asya ve Pasifik coğrafyasından örnek ülkelerle toplamda 36 ülke demokrasisini 2 incelemiştir. Bu ülkeler Almanya, İsviçre, ABD, Avusturya, Kanada, Hollanda, Danimarka, Mauritius, Avustralya, P. Yeni Gine, İrlanda, Malta, Bahamalar, Barbados, Kosta Rika, İsrail, Trinidad, Yunanistan, Hindistan, Jamaika, İzlanda, Kolombiya, Lüksemburg, Botswana, Fransa, Venezüella, İngiltere, İsveç, Finlandiya, Portekiz, Belçika, İtalya, Japonya, İspanya,Yeni Zelanda, Norveç'tir. Lijphart ülkeleri incelerken temel bir sınıflandırma yöntemi kullanmış ve farklılıkları bunun üzerine inşa etmiştir. Lijphart'a göre demokrasiler ikiye ayrılır: 1 Lijpart'ın bu çalışması için bkz. Arend Lijphart,(1984), Democracies: Patterns of Majoritarian and Consensus Government in Twenty-one Countries,Yale University Press. 2 Arend Lijphart'ın bu çalışması hakkında incelemeler ve eleştiriler yapılmıştır. Örneğin Pablo Policzer,(2000), Book Review, The Patterns of Democracy: Government Forms and Performance in Thirty-Six Countries by Arend Lijphart Canadian Journal of Political Science / Revue canadienne de science politique, Vol. 33, No. 4, pp. 837-838. 48 Karabük Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi Engin Şahin 3 çoğunlukçu (Westminster ) ve çoğulcu (oydaşmacı-consensus) demokrasiler. Bu bağlamda incelemiş olduğu ülkeleri sınıfsal bir ayrıma tutmuş ve on ana başlık üzerinden ülkelerin demokrasilerini tasnif etmiştir. Bu on başlık ülkelerin çoğunlukçu veya oydaşmacı demokrasiye sahip olup olmadığı hakkında kriterleri yansıtmaktadır. Lijphart'ın ülkeleri kategorize ederken kullandığı on başlık şu şekildedir: 1) yürütme gücünün tek veya çok partili hükümetlerde toplanması, 2) yasama-yürütme ilişkilerinde yürütmenin baskın olması veya dengenin kurulması, 3) iki parti veya çok partili sistemler, 4) çoğunlukçu seçim sistemi veya nispi temsil sistemi, 5) çoğulcu çıkar grupları veya korporatizm 6) merkezi ve üniter devlet veya federal sistemler, 7) yasama gücünün tek meclis veya iki mecliste toplanması, 8) esnek anayasalar veya katı anayasalar, 9) anayasa yargısı olan veya olmayan ülkeler, 10) merkez bankalarının yürütme organına bağlı veya bağımsız olması (Lijphart, 2006:15-16). Lijphart, çalışmalarında Türkiye'ye yer vermemiştir. Türkiye Lijphart'ın sınıflandırmada kullandığı on kriteri de barındıran ve çoğunlukçu ve çoğulcu demokrasi özellikleri taşıyan bir ülkedir. Bu çalışmada öncelikle Lijpart'ın kriterleri vermiş olduğu örnek demokrasiler üzerinden anlatılacak sonrasında demokrasilerin kategorize edilmesi için kullanılan kriterler Türkiye bağlamında değerlendirilecektir. 2. Westminster (Çoğunlukçu) Ve Oydaşmacı (Çoğulcu) Demokrasiler Lijphart çoğunlukçu demokrasilere örnek olarak İngiltere,Yeni Zelanda (1996 yılına kadar) ve Barbados ülkelerini ele almıştır. Çoğulcu demokrasiyi anlatırken ise İsviçre, Belçika ve Avrupa Birliği'ni örnek göstermiştir. Bu ülkeleri ve birliği belirlemiş olduğu on kriteri üzerinden incelemiştir. Çalışmanın bu bölümünde İngiltere, Yeni Zelanda, İsviçre ve Belçika örnekleri üzerinde Lijphart'ın belirlemiş olduğu on kriter anlatılacaktır. 2.1. Yürütme gücünün tek partili ve dar çoğunluk hükümetlerinde toplanması İngiltere ve Yeni Zelanda gibi çoğunlukçu demokrasileri benimsemiş ülkelerde yürütme erki genelde tek parti hükümetlerinden oluşur. Koalisyon hükümetlerine pek nadir rastlanmaktadır.Yürütme gücünün tek partide olması belirlenen politikaların koalisyon hükümetlerine nazaran bir muhalif düşünceyle karşılaşmadan daha kolay uygulanmasını sağlamaktadır. Bu aynı zamanda daha güçlü bir iktidar demektir. Örneğin İngiltere'de en yakın koalisyon hükümeti 1940-45 yılları arasında Winston Churchill'in başbakanlığı döneminde yaşanmıştır. Bu yıllarda İşçi Partisi, Liberal Parti ve Muhafazakâr Parti'den oluşan bir hükümet İngiltere'de yürütme görevini üstlenmiştir (Lijphart, 2006:22). 1935 yılından 1990'lı yıllara kadar Yeni Zelanda'da kesinti 3 İngiliz parlamentosu Londra'daki Westminster Sarayı'nda toplanmaktadır ve bu nedenle çoğunlukçu demokrasilerde bu isimde kullanılmaktadır. Yıl : 1 • Sayı : 1 • Haziran 2010 49 AREND LIJPHART' IN DEMOKRASİ TİPOLOJİSİ VE TÜRKİYE ÖRNEĞİ olmadan tek parti hükümetleri kurulmuştur. İşçi Parti'si ve Ulusal Parti farklı tarihlerdeYeni Zelanda'da iktidar olmuşlardır (Lijphart, 2006:31). Lijphart, çoğulcu demokrasilere örnek ülkeleri İsviçre ve Belçika olarak vermiştir. Çoğunlukçu demokrasileri aksine çoğulcu demokrasilerde kurulan hükümetler geniş koalisyon hükümetleridir. Seçimlerde tek başına iktidar olmak için yeterli çoğunluğu sağlayamayan siyasi partiler koalisyon hükümetlerine katılarak iktidar olma yolunu seçmektedir. İsviçre'de yedi üyeden oluşan Federal Konsey çoğulcu demokrasilere güzel bir örnektir. 'Sihirli Formül (2:2:2:1)' olarak adlandırılan Konsey'de Almanca konuşan dört ya da beş, Fransızca konuşan bir ya da iki ve İtalyan'ca konuşan bir üye bulunmaktadır. İsviçre'de oluşan hükümetler hukuk sisteminde yazılı bir metin bulunmamasına rağmen farklı dillere göre yürütmede temsil edilmektedir.(Lijphart, 2006:44) Çoğulcu demokrasilere diğer bir örnek Belçika'dır. 1980 yılından sonra dört veya altı partiden oluşan koalisyon hükümetleri Belçika'da iktidar olmuşlardır. İsviçre ile karşılaştırdığımızda her iki ülke çoğulcu demokrasi sistemine sahip olmasına rağmen Belçika'da bakanlar kurulunda görev alacak olan bakanların eşit sayıda Fransızca ve Felemenkçe bilmeleri gerektiği anayasal bir hüküm haline gelmiştir (Lijphart, 2006:44). 2.2.Yasama- yürütme üstünlüğü Hükümet üstünlüğü kriteri esasında yürütme ile yasama kuvvetleri arasındaki dengeden bahsetmektedir. Yürütme erki uygulamak istediği politikalar çerçevesinde yasal dayanak ihtiyacı olduğunda yasamadan yani parlamentodan gerekli gördüğü yasama faaliyetini yapabiliyorsa yürütme yasama karşısında üstündür. Ayrıca sadece yasama faaliyeti ile sınırlı olmayıp parlamento kararlarında ve parlamento tarafından yapılan atamalarda yürütmenin istekleri paralelinde parlamentodan karar çıkması yürütmenin üstün olduğunun bir diğer göstergesidir. Lijphart'a göre çoğunlukçu demokrasilerde hükümetin parlamento karşısında bariz bir üstünlüğü vardır. Örneğin İngiltere'de hükümet Avam Kamerası'nda parti liderlerinden oluştuğundan yasa önergelerini parlamentodan geçirmeyi garantilemiştir. Lijpart'a göre: Hem normal durum, hem de normalden sapan örnekler göstermektedir ki yürütmenin üstünlüğüne yol açan şey parlamenter sistemden ziyade disiplinli iki parti sistemidir. Çok partili parlamenter sistemlerde genellikle koalisyon hükümeti şeklinde kurulan hükümetler çok daha az egemen olma eğilimindedir.(Lijphart, 2006:23) Başkanlık ve parlamenter sistem arasında kalan İsviçre örneğine baktığımız zaman bir üstünlük değil bir dengenin oluştuğunu görebiliriz. Federal Konsey'in parlamentodan geçmesini istediği bir yasa teklifi, parlamento tarafından kabul edilmediği takdirde Konsey üyelerinin istifa etmesi gibi bir durum söz konusu olmaz. Lijphart'a göre İsviçre çoğulcu bir demokrasi 50 Karabük Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi Engin Şahin olmasına rağmen yürütme üstün değil, güçlüdür. Belçika örneği de çoğulcu demokrasilerin yürütme gücünün yasama karşısında üstün olmadığını gösterir. 1980 ve 1995 yılları arasında kurulan altı koalisyon hükümetinin görev süresi ortalama iki buçuk yıl olması yürütmenin yasama karşısında üstün olmadığının kanıtıdır (Lijphart, 2006:45). 2.3.İki partili-çok partili sistem Lijphart demokrasileri sınıflandırırken belirlediği kriterlere göre çoğunlukçu demokrasiler iki partiden çoğulcu demokrasiler ise çok partili sistemlerden oluşmaktadır. İki partili sistemlerde, iki güçlü parti seçimlerde almış oldukları oy oranına göre iktidar olmak için yarışırlar.Yürütme erki büyük oranda bu partiler tarafından oluşturulur. Örneğin İngiltere'de siyasi hayatı Muhafazakâr Parti ve İşçi Parti'si idare etmektedir. Yeni Zelanda'da İşçi Partisi ve Ulusal Parti 1935'ten 1990'lı yıllara kadar değişik dönemlerde iktidar olmuşlardır. Çoğulcu demokrasilerde çok partili sistem hakimdir ve iktidar koalisyon hükümetlerinden oluşur. Tek başına hükümet olamayan siyasi partiler, koalisyonda hükümete ortak olmaya razı olurlar. Örneğin İsviçre'de 1995 yılında yapılan Ulusal Konsey seçimlerinde on beş parti parlamentoda sandalye kazanmıştır. Yürütme organı olan Federal Konsey'de ise dört siyasi parti bakanlık kazanmış ve hükümeti kurmuşlardır (Lijphart, 2006:46). 2.4.Çoğunlukçu (gayri nispi) nispi seçim sistemleri Çoğunlukçu demokrasilerde seçim sistemlerinde oy oranı gayri nispi sisteme göre hesaplanmaktadır. Çoğunlukçu seçim sistemlerinde seçim çevresinde geçerli oyların basit çoğunluğunu elde eden aday seçilmiş olur. Bu durum nadiren de olsa seçim sonuçlarında parlamento sandalyelerinin orantısız bir şekilde dağılımına neden olmaktadır (Günal, 2005:26). Örneğin İngiltere'de 1974 yılı seçimlerinde İşçi Partisi %39.3 oy oranı ile 635 kişiden oluşan parlamentonun 319 sandalye kazanmıştır. Liberaller aynı seçimlerde %18.6 oy oranı ile sadece 13 sandalye kazanmıştır. Dikkat edilirse Liberal Parti'nin oy oranı İşçi Partisi'nin oy oranının yarısına yakın olmasına rağmen parlamentoda elde ettiği sandalye sayıları arasında uçurum bulunmaktadır. (Lijphart, 2006:25) İngiltere'de olduğu gibiYeni Zelanda'da nispi çoğunluk sistemi orantısız sonuçlar ortaya çıkarmıştır. 1978 seçimlerinde Ulusal Parti %39.8 oy oranı ile parlamentoda 92 sandalyenin 51 ini kazanmıştır. İşçi Partisi ise %40.4 oy oranı ile sadece tek sandalye kazanmıştı. Benzer orantısızlık 1981 seçimlerinde de görülmüştür. Ulusal Parti %38.8 oy oranı ile 47, Toplumsal İtibar Partisi % 20.7 oy oranı ile sadece iki sandalye kazanabilmiştir (Lijphart, 2006:32). Görüldüğü gibi nispi çoğunluk sistemi parlamentoda sandalye dağılımında orantısızlıklara yol açmaktadır. İki partili çoğunlukçu demokrasilerde İngiltere ve Yeni Zelanda bu anlamda örnek teşkil etmektedir. Yıl : 1 • Sayı : 1 • Haziran 2010 51 AREND LIJPHART' IN DEMOKRASİ TİPOLOJİSİ VE TÜRKİYE ÖRNEĞİ Çoğulcu demokrasi sistemlerinde nispi temsil sistemi uygulanmaktadır. Bu sisteme göre siyasi partiler aldıkları oy oranları nispetinde parlamentoda temsil edilmektedir. Bu sayede parlamentoda sandalye dağılımında uçurum oluşması engellenmiş olmaktadır. Belçika ve İsviçre seçimlerinde nispi temsil sistemi kullanılmaktadır. Çoğulcu demokrasilerde çok partili sistemin olması ve siyasi partilerin toplumsal farklılıkları temsil etmeleri ve parlamentoda temsil edilebilmesi için nispi temsil sisteminin uygulanması kabul görmüştür. 2.5. Çıkar grubu çoğulculuğu- korporatizm Korporatizm, Latince vücut anlamına gelen corpus kelimesinden türemiştir. Korporatizmde toplum bireylerden ve bir ölçüde kurumlardan ayrı tutularak biyolojik bir yapı olarak ele alınır. 19. yüzyılda liberal ve sosyalist söylemlere karşı ortaya bir üçüncü yol olarak çıkan Korporatizm, geleneksel değerlerin korunmasını amaçlamış ve bu değerlerin modern değişimlere ayak uyduracak şekilde yeniden tanımlanmasını önemsemiştir. Bu bağlamda ileri sürülen iddialar korporatizmin düşünsel temellerini oluşturmuş ve korporasyonların ortaya çıkmasına neden olmuştur. Kutsal otorite, mutlakıyetçilik ve organik toplum Korporatizm felsefi temelini oluşturmaktadır. Korporatizm planlı bir ekonomik yapıyı amaçlarken bütüncül siyaset ve toplum modeli inşa etmesi çabası olarak tanımlanabilir. Bu noktadan anlaşılacağı üzere korporatizmde sosyal ve iktisadi hayata müdahale eden güçlü bir devlet öngörülmüştür. Korporatizmde devletin üstlenmiş olduğu temel rol sosyal ve kurumsal hiyerarşinin fonksiyonel denetimini yapması ve korumasıdır (Öztan, 2009:516-528). Korporatizm hakkında kısaca verdiğimiz bilgilerden sonra 4 Lijphart'ın korporatizmi çoğunlukçu ve çoğulcu demokrasilerde çatışma ve eşgüdüm söylemleri üzerinden tanımladığını ve sınıflandırdığını söylememiz gerekir. Çoğunlukçu demokrasilerde iktidarlar çoğunluğun elinde toplandığından çoğulcu demokrasilerdeki uyum eşgüdümün aksine rekabetçi ve çatışmacı iktidar muhalefet ilişkisi ortaya çıkar. Bu modelde iktidarların, işçi ve işverenlerin sosyo-politik konularda uzlaşma arayışı içinde olduğu söylenemez (Lijphart, 2006:26). Ayrıca Lijphart daha önce yayımladığı bir makalesinde toplum içindeki korporatizmin gelişmesini o toplumun oydaşmacılık derecesine paralellik gösterdiğini söylemiştir (Lijphart & Crepaz, 1991: 235). Lijphart'a göre “çoğunlukçu ve oydaşmacı demokrasiler arasındaki beşinci fark çıkar grupları sistemiyle ilgilidir. Çoğunlukçu demokrasinin tipik çıkar grubu sistemi; oydaşmacı modele özgü olan eşgüdümlenmiş ve uzlaşma eğilimli korporatizm sistemine karşılık, bağımsız grupların rekabetçi ve eşgüdümlü olmayan çoğulculuğuna dayanır.” (Lijphart, 2006:170). 2.6. Üniter- Federal devlet Lijphart'ın çoğunlukçu demokrasilere örnek olarak verdiği İngiltere ve Yeni Zelanda devletleri üniter ve merkezi yapıya sahiptir. Üniter devletlerde 4 Korporatizm tarihi ve geniş bilgi için bkz. Ayferi Göze,(1968), Korporatif Devlet: XIX ve XX' inci Yüzyıllarda Avrupa'da Korporatif Devlet Teorileri ve Korporatif Devlet Sistemleri, İstanbul, Fakülteler Matbaası. 52 Karabük Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi Engin Şahin karar alma mekanizmaları merkeze bağlıdır. Sınırlı fonksiyonlara sahip yerel yönetimler de merkezin kontrolü altındadır ve daha da önemlisi idari görevlerini yerine getirmek için ihtiyaç duydukları mali kaynak serbestîsi yeterli değildir. İngiltere'nin merkezi hükümet sisteminin güçlülüğünü vurgulayan Tony Blair İngiltere'yi “Batı dünyasının büyük devletleri arasında en merkeziyetçi yönetimi” şeklinde tanımlamıştır (Lijphart, 2006:28). Çoğulcu demokrasilere örnek olarak verilen İsviçre ve Belçika Devletleri federal yönetim sistemine sahiptir. Örneğin İsviçre'de iktidar merkezi hükümet ile yirmi kanton ve altı yarı-kantonun hükümetlerinden oluşmaktadır. Belçika 1993 yılına kadar üniter devlet yapısına sahipti. 1993 yılında federal yapıya dönüşen sistem üç coğrafi bölgeden oluşmaktadır. Bu bölgeler Brüksel (Başkent) Bölgesi, Flaman Bölgesi ve Valon Bölgesi'dir. Görüldüğü gibi Lijphart'ın örnek ülkelerden yola çıkarak yaptığı sınıflandırmasında federal sistemler çoğulcu, üniter sistemler çoğunlukçu demokrasi olarak ayrılmıştır. 5 2.7.Tek meclis- Çift meclisten oluşan parlamento Lijphart çoğunlukçu demokrasilerde parlamentonun tek meclisten ya da işlevsel olarak tek meclis gibi hareket eden iki meclisten oluştuğunu söylemektedir. Buradaki ayrımın nedeni ise çoğunlukçu demokrasilere verdiği örneklerin başında gelen İngiltere'nin iki meclisli parlamentodan oluşmasıdır. Bu iki meclis halk tarafından seçilen Avam Kamerası ve soyluların oluşturduğu Lordlar Kamerası'dır. Yasama yetkisinin tamamı Avam Kamerası'na verilmişken, Lordlar Kamerası'na ise sadece yasaları bir yıl süre ile geçiktirme yetkisi verilmiştir. Biçemsel olarak çift meclisten oluşsa da İngiltere işlevsel olarak tek meclisli parlamento gibi yasama faaliyetlerini sürdüren çoğunlukçu bir demokrasidir (Lijphart, 2006:28-29). Benzer bir şekilde 1950 yıllına kadar Yeni Zelanda iki meclisli parlamentoda oluşurken, geçen sürede gücünü kaybeden ikinci meclis feshedilmiş ve 1950 yılından itibaren yasama faaliyetleri tek meclisli bir parlamentoda yapılmaktadır (Lijphart, 2006:33). Çoğulcu demokrasilerde iki meclisli parlamentolar öngörülmüştür. Bunun temel nedeni ise devlet sistemindeki farkılılıklardır.Yukarı değinildiği gibi genelde çoğulcu demokrasiler federal sistemlere sahip ülkelerdir. Tek meclis yerine iki meclisli parlamentolarda ikinci meclislerde federal sistemdeki daha küçük devletlere veya azınlıklık gruplara daha iyi temsil hakkının verilmesidir (Lijphart, 2006:48). Örneğin İsviçre'de Ulusal Konsey temsilciler meclisi olarak halkı temsil eder. Bunun yanında Eyaletler Konseyi her kantonun iki, yarıkantonların ise bir temsilciyle temsil edildiği federal meclis konumundadır. (Lijphart, 2006:48) Belçika parlamentosu da iki meclisli temsilciler meclisi ve senato- parlamentoya sahip bir çoğulcu demokrasidir. 1993 yılında federal 5 Burada belirtmemiz gerekir ki yapılan bu sınıflandırmayı dünya demokrasilerinde genelendirmek yanlış olur. Yıl : 1 • Sayı : 1 • Haziran 2010 53 AREND LIJPHART' IN DEMOKRASİ TİPOLOJİSİ VE TÜRKİYE ÖRNEĞİ sistemin işlevsel olması ile beraber 1995 seçimlerinde seçilen yeni Senato iki kültürel dilsel grubu temsil etmektedir. Ancak Senato Fransızca ve Almanca konuşan azınlıkların temsil üstünlüğünü sağlamaya yönelik tasarlanmamıştır. Örneğin toplam 71 senatörün 41 Felemenkçe, 29 Fransızca ve 1 Almanca konuşan dilleri temsil etmektedir. Bu orantısızlık Belçika'da Senato'nun oluşturulma gayesine hizmet etmediğini göstermektedir (Lijphart, 2006:49). 2.8. Esnek- Katı anayasa “Olağan yasama süreci ile değiştirilemeyen, değiştirilmesi için diğer kanunların yapılmasına göre daha zorlaştırılmış özel bir takım usullerin öngörülmüş olduğu anayasalara katı anayasa denmektedir” (Erdoğan, 2007:36). Tanımdan da anlaşıldığı gibi katı anayasalar, maddelerinin değiştirilebilmesi için özel bir çoğunluk aradıkları takdirde katı anayasa olarak kabul görürler. Bu durumun oluşabilmesi için anayasa kendi içinde bunu belirtmiş olması ve yazılı olması gerekir. İngiltere anayasası yazısız bir anayasadır.6 Doğal olarak herhangi bir maddesinin değişmesi için özel bir çoğunluğa ihtiyaç yoktur. Ancak biçimsel olarak İngiltere'de esnek bir anayasa olmasına rağmen çok sık olarak anayasanın değiştirildiğini söylemek yanlış olacaktır. Lijphart, İngiltere'yi seçim sisteminden yola çıkarak çoğunlukçu demokrasi kategorisinde ele alırken anayasa maddelerinin çok sık değişmediği halde esnek ve yazısız bir anayasa olarak kabul etmiştir(Lijphart, 2006:29). Burada belirtmek gerekir ki anayasaların katı ya da esnek olması o ülkedeki demokratik sistemin çoğulcu ya da çoğunlukçu olmasıyla ilgisi yoktur. Lijphart İngiltere'yi yukarıda da belirttiğimiz gibi seçim sisteminden yola çıkarak çoğunlukçu demokrasi olarak tanımlamıştır. Daha sonrasında anayasasının katı ya da esnek oluşu baştan ortaya koyduğu demokrasi tipolojisinin sonucudur. Başka bir ifadeyle anayasanın kriter haline gelmesi çoğunlukçu demokrasiye etki eden değil, varolan bir çoğunlukçu demokrasinin içinde yer alması sonucu etkilenen haline gelmiştir. Yeni Zelanda İngiltere gibi yazısız anayasası olan çoğunlukçu bir demokrasidir. Yeni Zelanda anayasası 1852 ve 1986 tarihli kuruluş kanunları, 1956 ve 1993 tarihli seçim kanunları ve 1990 tarihli haklar bildirgesinden oluşmaktadır. Yeni Zelanda katı anayasa sayılabilecek hükümler içermektedir. Örneğin temel kanunların parlamentonun dörtte üç çoğunluğuyla ya da referandum sonucunda çoğunluk oyuyla değiştirilebileceği hükmü anayasada belirtildiği halde anayasa değişikliğini zorlaştıran bu madde parlamentonun normal çoğunluğu ile değiştirilebilir. Bu nedenle Yeni Zelanda esnek anayasa izleri taşımaktadır 7 (Lijphart, 2006:34). Lijphart'ın çoğulcu demokrasileri anlatırken vermiş olduğu örnek ülkelerden İsviçre ve Belçika Katı anayasalara sahiptir. Şöyle ki İsviçre'de anayasa değişikliği ancak referandumla yapılabilir.8 Belçika'da ise anayasa 6 İngiltere anayasası Magna Carta 1215, The Bill of Rights 1689 ve 1911 ve 1949'da parlamentodan çıkan kanunlardan oluşmaktadır. 7 Yeni Zelanda anayasası http://confinder.richmond.edu/confinder.html (16.02.2010) 8 İsviçre Anayasası md. 140. 54 Karabük Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi Engin Şahin değişikliği için iki meclisinde üçte iki çoğunluğunun desteği gereklidir. Ayrıca federal bölgelerin örgütlenmesi ile ilgili kanunlar anayasal statüdedir ve değiştirilmesi için üçte ikilik oy oranının yanısıra her iki mecliste Felemenkçe ve Fransızca konuşan grupların çoğunluğunun da onayı gerekmektedir.9 Lijphart'a göre bu kural Fransızca konuşan azınlığa etkin bir veto hakkı vermektedir (Lijphart, 2006:49). 2.9. Anayasa yargısı bulunması- bulunmaması Yasama tarafından icra edilen yasama faaliyetlerinin hukuk sistemi içinde en tepede bulunan anayasaya uygunluğu denetimini anayasa yargısı olarak tanımlamak mümkündür. 20. yüzyılın başından itibaren Avrupa devletlerinin birçoğu hukuk sistemlerinde anayasaların üstünlüğünü güvence altına alan ve yasama faaliyetlerinin anayasaya uygunluğunu denetleyen hukuk kurumları oluşturmuşlardır. Bu kurumların başında anayasa mahkemeleri gelmektedir. Anayasaya uygunluk denetimi yazılı bir anayasada olacağı için çoğunlukçu demokrasi örneği olan İngiltere'de parlamentodan kabul edilen kanunların anayasal denetimini yapacak bir kurum öngörülmemiştir ve 10 dolayısıyla anayasa yargısı mevcut değildir. Lijphart tarafından örnek olarak ele alınan diğer ülke Yeni Zelanda'da anayasa mahkemesi yoktur ve anayasa yargısı uygulanmamaktadır. Temsilciler meclisi yasama faaliyetlerinin anayasal olup olmadığını dikkate alarak yasama faaliyetlerini icra etmektedir (Lijphart, 2006:29,34). Çoğulcu demokrasi örnekleri olan İsviçre ve Belçika'da anayasa yargısı bakımından farklılık göstermektedir. İsviçre'de Federal Mahkemesi 1939 yılında yapılan referandumun sonucu olarak yargısal yorum hakkına sahip değildir. Belçika 1988 yılından itibaren Hakem Mahkemesi'nin yetkileri arttırılmış ve bir anayasa mahkemesi gibi kabul edilebilir duruma gelmiştir (Lijphart, 2006:50). 2.10. Bağımlı- bağımsız Merkez Bankası Merkez bankalarının bağımsızlığı konusu yürütüme organı ve merkez bankası arasında değerlendirilmelidir. Merkez bankalarının enflasyonu kontrol etmek ve fiyat istikrarını sağlamak için alacağı kararlarda yürütme organı ile arasındaki ilişkinin derecesi merkez bankalarının bağımsız olup olmadı gösteren bir unsurdur. Bu bağlamda, İngiltere'de Merkez Bankası bağımsız hareket etme yetkisine sahip değildir. 1989 yılına kadar olan dönemde aynı durum Yeni Zelanda için geçerlidir. Bu yıla kadar Merkez Bankası bağımsızlığı çok düşük bir ülke olarak kabul edilir. 1989 yılında çıkarılan Merkez Bankası Yasası ile Yeni Zelanda'da Merkez Bankası'nın hedeflenen enflasyon oranının ulaşılması konusunda yetkili tek kurum olarak kabul edilmiştir (Lijphart, 2006:34). 9 Belçika Anayasası md. 198. Bir önceki kriter olan çoğulcu demokrasilerde esnek-katı anayasa etmeni için söylediklerimiz burada da geçerlidir. Bir ülkede anayasa yargısının bulunup bulunmaması o ülkenin çoğulcu demokrasi olmasına etki etmez. Seçim sisteminden yola çıkarak çoğulcu demokrasi olarak sınıflandırılmış İngiltere'de Lijphart anayasa yargısının olmadığını görmüş ve anayasa yargısını etki eden değil etkilenen yani bir anlamda pasif kriter olarak kabul etmiştir. 10 Yıl : 1 • Sayı : 1 • Haziran 2010 55 AREND LIJPHART' IN DEMOKRASİ TİPOLOJİSİ VE TÜRKİYE ÖRNEĞİ Çoğulcu demokrasi olan İsviçre ve Belçika'da merkez bankaları bağımsızdırlar. Özellikle İsviçre Merkez Bankası dünyanın en güçlü ve en bağımsız merkez bankaları arasında kabul edilmektedir. Belçika'da durum nispeten farklıdır. Belçika Avrupa Birliği uyum sürecinde 1993 yılında imzalamış olduğu Maastricht Anlaşması gereği merkez bankasını bağımsız kılmıştır (Lijphart, 2006:50). 3.Türkiye Bağlamında LijphartTipolojisi Yukarıdaki bölümde anlattığımız Lijphart'ın demokrasileri katogarize ederken kullandığı on temel başlık, bu bölümde sırasıyla Türkiye üzerinden değerlendirilecektir. Bu sınıflandırma ile Türkiye demokrasi serüveni, siyasi yapısı ve anayasal organlarının çoğunlukçu ve çoğulcu yanları ortaya konmaya çalışılacaktır. Temel iddiamız Türkiye'nin, Lijpart'ın kriterleri bağlamında değerlendirildiğinde hem çoğunlukçu hem de çoğulcu demokrasi özelliklerine sahip bir ülke olduğudur. 3.1. Yürütme gücünün çok partili hükümetlerde toplanması Çoğulcu demokrasilerde parlamentoda farklı fikirlerin ve düşüncelerin temsil edilmesi çok sayıda siyasi partinin parlamentoda sandalye kazanabilmesi ile mümkündür. Çoğulcu demokrasiler içinde farklı din, dil, millet, barındıran toplumların tüm kesimlerinin temsil edilmesi için ortaya çıkan bir demokrasi şeklidir. Bu anlamda çok sayıda siyasi parti seçimlere katılıp seçim sonuçlarına göre aldıkları oy oranı nispetinde parlamentoda temsil edilir. Çok partili siyasi hayat seçime katılan her partinin hükümette yani yürütmede etkili olabilme şansı vermektedir. Doğal olarak seçim sonucunda kurulacak hükümetlerin iktidar olabilmeleri için kazanmaları gereken milletvekili sayıları genelde bir veya az sayıdaki partide tarafından kazanılmaz. Bu durumun minimize edilmesi için ortaya çıkarılan seçim barajı uygulamasını bir tarafa bırakırsak çok sayıdaki partinin bir araya gelerek koalisyon hükümetleri oluşturma eğilimleri/mecburiyetleri çoğulcu demokrasilerde daha çok rastlanan bir durumdur. Türkiye, cumhuriyetin ilan edildiği 1923 yılından günümüze altmış hükümet kurulmuştur. 1946 yılında çok partili hayata geçilmiştir. Seçime giren siyasi parti sayısı artmasına rağmen 1960 yılına kadar tek parti hükümetleri iktidar olmuştur. Çoğunlukçu seçim sisteminin kullanıldığı bu dönem Demokrat Parti'nin Türk demokrasi tarihinde yükselişine şahit olmuştur.11 2007 genel seçimleri ile beraber Türkiye'de kurulan altmışıncı hükümet Recep Tayyip Erdoğan'ın başbakanlığında Adalet ve Kalkınma Partisi hükümetidir. 19231946 yılları arası tek partili dönemde on dört, 1946-1950 arası çok partili hayata geçildiği dönemde dört tek parti hükümeti kurulmuştur. 1950-1960 yılları arasındaki seçimlerden lider parti olarak çıkan Demokrat Parti döneminde tek parti hükümetleri kurulmaya devam etmiş ve Adnan Menderes başbakanlığında 11 1950 seçimlerinde Demokrat Parti 416/487, 1954 seçimlerinde DP 503/541, 1957 seçimlerinde DP 424/610 milletvekili alarak tek başına iktidar olmuştur. Türkiye İstatistik Kurumu, (2008), Milletvekilliği Genel Seçimleri 1923-2007. Ankara, Türkiye İstatistik Kurumu Matbaası, ss. 10-12. 56 Karabük Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi Engin Şahin beş hükümet kurulmuştur. 1961 seçimleri ile Türkiye'de koalisyon hükümetlerinin kurulmaya başladığını görmekteyiz.12 1961 yılından 2007 genel seçimlerine kadar kurulan otuz yedi hükümetin sekizi tek parti hükümeti yirmi dokuzu koalisyon hükümeti olmuştur. Bu dönemde yirmi dokuz yılda yirmi dokuz koalisyon hükümeti kurulmuştur. 13 Çoğulcu demokrasilerde çok partili koalisyonlara getirilen eleştirilerin başında istikrarsız ve zayıf hükümetlerin göreve gelmesidir. Çok sayıdaki parti belli amaçlar etrafında ortak hareket edip koalisyon hükümetleri kursalar dahi, yapmak istedikleri siyasetin farklılaşması kurulmuş hükümetin kolayca dağılmasına neden olabilmektedir. Yukarıda Türkiye için verdiğimiz sayısal değerler bunu kanıtlar niteliktedir. Erdoğan Günal'a göre; “şu koalisyon hükümeti çok başarılı olmuştur diyebileceğimiz bir örnek bugüne değin yaşanmamıştır.” (Günal, 2009:194). Kemal Gözler parlamenter sistem için oluşmuş koalisyon hükümetlerinin zayıflığını şu sözlerle açıklamıştır: “Nihayet, parlâmenter sistem genellikle koalisyon hükümetlerine yol açar. Koalisyon hükümetleri ise güçsüz hükümetlerdir. Çünkü, koalisyon hükümetleri birden fazla partiden oluşmuştur. Bu partiler doğal olarak birbirinin rakibi durumundadır. Dolayısıyla bu hükümeti oluşturan partiler arasında şu ya da bu şekilde bir uzlaşmazlık vardır. Zaten aralarında fark olmasa iki ayrı parti olmazlardı. Bu partilerin oluşturduğu koalisyon hükümetlerinde gerçek anlamda üzerinde uzlaşılan zaten çok az konu vardır.” (Gözler, 2000:31). Bu bağlamda Lijphart'ın demokrasi tipolojisine göre Türkiye, yürütme gücünün yani hükümetin çok partili koalisyonlardan oluşması sonucu çoğulcu demokrasi olarak tanımlanabilir. 3.2.Yasama-yürütme ilişkilerinde yürütmenin baskın olması veya dengenin kurulması Yukarıda değindiğimiz gibi çoğunlukçu demokrasilerde parlamento ağırlıklı olarak sırasıyla iktidar olan iki siyasi partiden oluşmaktadır. Bu siyasi partilerden seçimleri kazanarak hükümet kuran aynı zamanda parlamentoda yeterli sayıda sandalye kazanmış ve bir yasama gücünü elde etmiş demektir. Doğal olarak çoğunlukçu demokrasilerde yasama ve yürütme arasındaki ilişkide yürütmenin baskın olduğunu söylemek yanlış olmayacaktır. Türkiye'de seçim sistemi çok sayıda siyasi partinin seçim barajını geçmesi halinde parlamentoya girmesine imkân vermektedir. Bu açıdan bakıldığında hükümeti kuracak olan siyasi partinin veya partilerin aynı zamanda parlamentoya giren diğer siyasi partilerden ciddi bir muhalefetle karşılaşması olası bir ihtimaldir. Yasama-yürütme ilişkisi açısından bu durum yasamanın baskın olduğu 12 Türkiye'de koalisyon kültürü için bkz. Osman Özsoy, (2000), Türkiye'nin Demokrasi Arayışı, Yedirenk Kitapları, İstanbul, s.47-59. 13 Bahsedilen bu dönemde hükümetler için bkz. Başbakanlık Personel ve Prensipler Genel Müdürlüğü, (2008), Türkiye Büyük Millet Meclisi'nin Kuruluşundan Günümüze Hükümetler, Ankara ve (Günal, 2009: 107-448) Yıl : 1 • Sayı : 1 • Haziran 2010 57 AREND LIJPHART' IN DEMOKRASİ TİPOLOJİSİ VE TÜRKİYE ÖRNEĞİ anlamına gelebilir.Ancak 1982 Anayasasında yürütme Cumhurbaşkanı ve Bakanlar Kurulu'ndan oluşmaktadır.Özellikle Cumhurbaşkanının görev ve yetkileri yürütmenin yetkisi içinde değerlendirildiğinde 1982 Anayasasının yürütmeyi ön plana çıkaran ve baskın hale getiren bir anlayışla hazırlandığı görülmektedir (Özbudun, 2005:61; Erdoğan, 2007:170).Özellikle tek parti iktidarları aynı zamanda parlamentoda sayısal üstünlüğü elde etmiş demektir.14 Bu nedenle yasama işlemlerinde ciddi bir muhalefetle karşılaşma ihtimalleri düşmektedir. Bu değerlendirmelerin ışığında Türkiye'yi yasama- yürütme ilişkileri bağlamında hem çoğulcu hem de çoğunlukçu demokrasi özellikleri barındıran bir ülke olarak tanımlamak yanlış olmayacaktır. 3.3.Çok partili sistemler Türkiye Cumhuriyeti kuruluşundan 1946 yılına kadar tek partili hükümet tarafından yönetilmiştir.15 1946 seçimleriyle beraber çok partili hayata geçen Türkiye, günümüzde yürürlükte olan 1982 Anayasasına göre parlamenter çoğulcu hükümet sistemini benimsemiştir. Türkiye'de çok sayıdaki siyasi parti seçimlere girebilmektedir. Ayrıca 1982 Anayasası siyasi partileri demokratik siyasi hayatın vazgeçilmez unsuru olarak tanımlamıştır. (1982 Anayasası md.68/2) Çoğulcu demokrasiler çoğulcu toplumların içinde barındırdıkları her kesimin temsil edilebilmesi için çok partili sistemi benimsemiştir. Bu nedenle Türkiye'de çoğulcu demokrasi özelliği göstermekte ve seçime giren siyasi partiler için herhangi bir sayı sınırlaması getirmemektedir. 3.4.Nispi temsil sistemi Nispi temsil sisteminde siyasal partiler seçimlerde aldıkları oy oranında parlamentoda temsil edilirler. Bu sayede her siyasal partinin parlamentoda sandalye kazanma şansı artmaktadır. Nispi temsil sistemi genel olarak Kıta Avrupasında yaygın olarak kullanılmaktadır. Demokratikleşme sürecindeki dinamizm ve etnik ve dinsel azınlıkların temsil edilme gayesi nispi temsil sisteminin yaygın olarak kullanılmasında önemli faktörlerdir. (Günal, 2005:30; Erdoğan, 2007:111-114) Türk demokrasi tarihinde seçimlere bakıldığında farklı dönemlerde çeşitli seçim sistemlerinin kullanıldığı görülmektedir. 1923 yılından 1946 yılına kadarki zaman diliminde beş seçim yapılmıştır. (1927, 1931, 1935, 1939, 1943) Bu dönem Cumhuriyet Halk Partisi'nin tek siyasi parti olarak seçimlere katıldığı 14 Örneğin 2002 genel seçimlerinde AK Parti % 34,3 oy ile 550 sandalyenin 363 ünü ve 2007 seçimlerinde % 46,6 oy ile 341 ini kazanmıştır. Bkz. Türkiye İstatistik Kurumu,(2008), Milletvekilliği Genel Seçimleri 1923-2007, Türkiye İstatistik Kurumu Matbaası, Ankara, ss. 26-27. 15 Bu tarihler arasında iki siyasi parti denemesi yaşanmış ancak bu partiler türlü gerekçelerle kapatılmıştır. Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası 17 Kasım 1924 tarihinde kurulmuş 3 Haziran 1925'te Bakanlar Kurulu kararıyla kapatılmıştır. Serbest Cumhuriyet Fırkası 12 Ağustos 1930 tarihinde kurulmuş, 16 Kasım 1930 tarihinde kapanmıştır. (Günal, 2009:75-88) 58 Karabük Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi Engin Şahin için 'Tek Partili Dönem' olarak adlandırılmaktadır. 1946 yılında yapılan 16 seçimlerde altı siyasi partinin seçimlere katılmasına izin veriliştir. Seçim Seçim sonucunda Cumhuriyet Halk Partisi 397, Demokrat Parti 61 milletvekili kazanırken, bağımsız 7 milletvekili seçilmiştir. 1946 -1960 arası dönemde dört genel seçim (1946, 1950, 1954, 1957) yapılmış ve çoğunlukçu seçim sistemi uygulanmıştır.17 Ergun Özbudun'a göre Türkiye'de tek turlu çoğunluk sisteminin uygulandığı bu dönemde seçimler, bir parti lehine ezici çoğunluklar yaratmış, muhalefetin yeterince temsiline imkân vermemiştir(Özbudun, 2005:261). 27 Mayıs 1960 askeri müdahalesi ile Türk demokrasisi kesintiye uğramıştır. 15 Ekim 1961 genel seçimleri ile demokrasiye geri dönen Türkiye'de nispi temsil sistemi uygulamasına başlanmıştır. “306 sayılı Milletvekili Seçim Kanunu ile getirilen sisteme göre siyasal partilerin bir seçim çevresinde elde ettikleri milletvekili sayısının hesaplanmasında “barajlı d'Hondt” yöntemi uygulanmaya başlanmıştır. Buna göre seçim çevresi barajı bir seçim çevresindeki geçerli oyların o çevreden çıkarılacak milletvekili sayısına bölünmesi ile bulunacaktır. Bu sayının altında kalan siyasal partilere milletvekilliği tahsis edilmeyecektir. Şayet hiçbir parti seçim barajını aşamazsa d'Hondt yöntemi barajsız uygulanacaktır.”(Gülay, 2005: 114) 1961-1980 yııları arasında beş (1961, 1965, 1969, 1973, 1977) genel seçim yapılmıştır. Türkiye'de 12 Eylül 1980 tarihinde askeri müdahale sonucu 1983 yılına kadar demokratik seçimlere tekrar ara verilmiştir. 1983 yılında yapılan seçimlerde farklı bir nispi temsil sistemi uygulanmıştır. Bu sisteme göre ülke genelinde seçim barajı %10 olarak belirlenmiştir. Ancak siyasi partilerin parlamentoda temsil edilebilmeleri için bu barajı aşmaları yeterli görülmemiştir. Bunun yanında seçim çevresi barajı getirilerek nispi temsil ile çoğunluk temsilin birleşimi gibi sayılabilecek bir karma sistem kullanılmıştır. 27.10.1995 tarih ve 4125 sayılı kanunla seçim sistemindeki çift baraj uygulaması siyasi partiler için teke düşürülmüş ve %10 olarak belirlenmiştir. Günümüzde Türkiye her ne kadar seçim barajı yüksekte olsa nispi temsil sistemi kullanan bir demokratik ülke olarak kabul edilir. Sonuç olarak 1950 yılından günümüze kadar yapılan genel seçimler için bir sınıflama yapılırsa 1946-1960 çoğunluk, 1961-1980 nispi temsil ve 1980 sonrası dönemi nispi temsil-karma sistem olarak ayrılabilir. (Günal, 2005:151) 18 19 20 21 16 1946 seçimlerine katılan siyasi parti sayıları hakkında farklı kaynaklarda değişik rakamlar verilmiştir. Bkz. (Günal, 2005:30 dipnot.57) 17 Seçim sonucunda partilerin aldığı oy ve temsil oranı ile kazandıkları milletvekili sayıları için bkz. (Günal, 2005: 107-112) 18 Türkiye'de demokrasiye yapılan askeri müdahaleler ve demokrasiye geri dönüş için bkz. Şükrü Karatepe,(2009), Darbeler, Anayasalar ve Modernleşme, İzYayıncılık, İstanbul. 1961-1980 yılları arasında yapılan genel seçim sonuçları için bkz. (Günal, 2005:115-126) 19 Türkiye'de 12 Eylül darbesi hakkında kapsamlı bir çalışma için bkz. Davut Dursun, (2005), 12 Eylül Darbesi, ŞehirYayınları, İstanbul. 20 Ergun Özbudun o dönem yürürlükte olan Türk seçim sistemini karma sistem olarak tanımlamıştır. Ergun Özbudun,(1993), Demokrasiye Geçiş Sürecinde Anayasa Yapımı, Bilgi yayınevi, Ankara, s.156. 21 Taha Parla'ya göre solidarist korporatizmin sınırlarını önemli ölçüde aşan faşizan uygulama örnekleri vardır. Örneğin 1935 İş kanunu, 1937 Bedeb Eğitimi Kanunu, 1938 Cemiyetler Kanunu, 1938 Basın Birliği Kanunu, 1938 Avukatlar Kanunu gibi ...(Parla, 1993:216) Yıl : 1 • Sayı : 1 • Haziran 2010 59 AREND LIJPHART' IN DEMOKRASİ TİPOLOJİSİ VE TÜRKİYE ÖRNEĞİ Lijphart'ın çoğulcu demokrasiler için bir özellik olarak kabul ettiği nispi temsil sistemi Türk demokrasi tarihinde farklı dönemlerde değişik şekilde de olsa kullanılmıştır. Bu bağlamda Türkiye çoğulcu demokrasi modeline uymaktadır. 3.5.Çoğulcu çıkar grupları veya korporatist çıkar grupları Türkiye Cumhuriyeti'nin korporatist yapısının tarihsel dayanakları bulunmaktadır. Bu dayanakların başında Cumhuriyetin kuruluş felsefesinde etkin rol oynamış ve düşünsel anlamda katkı sağlamış olan Ziya Gökalp gelmektedir. Gökalp'in liberalizm ve sosyalizme karşı çıkan muhalif tarafı korporatist düşüncede pozitif anlamda vücut bulmuştur. Gökalp'in korporatist düşüncesi sadece sosyal, kültürel ve iktisadi anlamda şekillenmemiştir. Aynı zamanda siyasi anlamda temsil edilebilirlik açısında farklı bir yaklaşımı vardır. Gökalp'e göre üç tür halkın temsilcisi seçilmesi gereklidir. Birincisi bölgesel sorunları bilen ve bölgede iyi tanınan mahalli milletvekilleri, ikincisi ülke genelinde iyi tanınan ve ulusal çıkarların bilincinde olan milli milletvekilleri, üçüncüsü ise doktorlar, öğretmenler, tacirler, mühendisler ve zanaatkârlar gibi mesleki grupları temsil edecek mesleki milletvekilleridir. (Çay, 1982:120-123; Parla, 1993:163) Bu açıdan bakıldığında iktidar, işveren ve işçi üçleminde şekillenen korporatist yaklaşım tarihselliği Cumhuriyetin kuruluş aşamasında başlamıştır. Taha Parla ise bu sürecin günümüzde tümüyle yok olmadığını ve etkilerinin sürdüğünü söylemektedir. Parla'ya göre “20. yüzyıl egemen Türk siyasal düşüncesi, hatta daha yüksek bir soyutlama düzeyinde Türk kamu felsefesi korporatisttir. İdeolojik ve kültürel yapılar gibi, tek parti döneminde yerleştirilen ve 1980'den sonrada başta 1982 Anayasası olmak üzere o döneme önemli geri dönüşleri temsil eden yeni düzenlemelere uğratılmış kurumlar yapılarda esas itibariyle korporatisttir.” (Parla, 1993:7). Parla'nın diğer bir ifadesiyle felsefi-ideolojik düzeyde egemen Türk siyasal zihniyetinin solidarist korporatist bir zihniyet olduğunu tek parti dönemi Cumhuriyet Halk Partisi'nin program ve tüzükleri, parti şeflerinin demeç ve yazıları, 1961 Anayasasının başlangıç bölümü ve silahlı kuvvetlerin 1 Ocak 1980 tarihinde verdiği muhtıranın ardındaki devlet ve toplum anlayışı ispatlar niteliktedir. (Parla, 1993: 214) Bu noktada bir farklılıktan bahsetmemiz anlamlı olacaktır. Lijphart'ın korporatist demokrasi anlayışında iktidar, işçi ve işverenler arasındaki uyum ve eşgüdüm kaçınılmaz bir gereklilik iken, Türkiye'de bahsettiğimiz korporatizm kavramında sosyo-politik konularda karar alma süreçlerinde iktidarın uyumdan daha çok yönlendirme ve denetleme işlevlerini gördüğünü söylemeliyiz. Ancak bu müdahaleler faşizan bir boyut kazanmamıştır. 22 22 Anayasa Mahkemesi kuruşlundan sonra değişik dönemlerde tartışma konusu olmuştur. Özelikle verdiği kararların siyasi sonuçları Mahkemeyi polemiklerin içine çekmiştir. Bu konuda Mahkemenin değişik kararlarındaki tutumu için bkz. Engin Şahin, (2010), Siyaset ve Hukuk Arasında Anayasa Mahkemesi, İz Yayıncılık, İstanbul ve Yusuf Şevki Hakyemez, (2009), Hukuk ve Siyaset Ekseninde Anayasa Mahkemesinin Yargısal Aktivizmi ve İnsan Hakları Anlayışı, YetkinYayınları, Ankara. 60 Karabük Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi Engin Şahin 3.6.Türkiye üniter bir devlettir “Üniter devlet, devletin, ülke, millet ve egemenlik unsurları ve keza yasama, yürütme ve yargı organları bakımından teklik özelliği gösteren devlet şeklidir”(Gözler, 2009:82). Türkiye Cumhuriyeti kuruluşundan günümüze kadar üniter bir devlettir. 1982 Anayasasının üçüncü maddesinde ülkesi ve milletiyle bölünmez bir bütün olarak tanımlanmıştır. Dolayısıyla, üniter devlet ifadesi anayasada yer almamasına rağmen, üniter devletin gereksinimi olan bütünlük anayasada yer almış ve Türkiye'nin üniter yönetim biçimi olarak kabullenilmesini sağlamıştır. Üniter devletlerde siyasi ve idari yönetim bir merkezden sağlanmaktadır. Merkezde bulunan merkezi hükümet ve onun hiyerarşik yapısı içinde yapılanmış taşra örgütü siyasi ve idari yönetimi sağlar (Eryılmaz, 2009:70). Lijphart üniter devlet yapısını çoğunlukçu demokrasilerin bir özelliği olarak kabul etmiştir. Bu bakımdan Lijphart'ın sınıflandırmasında Türkiye çoğunlukçu demokrasi özelliklerini barındıran bir demokrasidir . 3.7.Türkiye'de yasama gücü tek meclisli parlamentodadır Türkiye'yi parlamentonun oluşması bakımından 1961 ve 1982 Anayasalarına göre ayrı ayrı ele almamız gerekmektedir.1961 Anayasasında parlamento Millet Meclisi ve Senato olmak üzere iki meclisten oluşmaktadır. Millet Meclisi dörtyüzelli milletvekilinin genel oyla seçilmesinden teşekkül eder. Cumhuriyet Senatosu genel oyla seçilen yüzelli ve Cumhurbaşkanının atadığı onbeş üyeden oluşmaktadır. Bunun yanında, eski cumhurbaşkanları ve 13 Aralık 1960 tarihli ve 157 sayılı kanunun altında adları bulunan Milli Birlik Komitesi Başkanı ve üyeleri Senatonun tabi üyesidirler.(1961 Anayasası md. 63, 67,70) Lijphart'ın demokrasi tipolojisinde çoğulcu demokrasilerin bir özelliği olarak tanımlanan çift meclisli parlamentolar federal sistemle yönetilen ülkelerde yaygındır. Örneğin ABD, Belçika, İsviçre, Kanada gibi ülkeler çift meclisten oluşan parlamentolara sahiptir. Parlamentoların çift meclisten oluşmalarının temel nedeni federal devletlerde halkın nüfusa göre temsil edildiği millet meclislerinin yanında federe devletlerin temsil edildiği senatoların kurulmasıdır. Ancak Türkiye'de üniter bir devlet yapısı olmasına rağmen 1961 Anayasasına göre çift meclisin oluşturulmasının farklı bir nedeni vardır. Türkiye'de iki meclisli parlamentonun oluşturulması kanunların aceleye gelmeyeceği, daha iyi ve dikkatli görüşüleceği, meclislerden birinin yapacağı hataları diğerinin düzelteceği gibi gerekçelerle dayanmaktadır (Özbudun, 2005:256). Bu noktadan hareketle Türkiye'nin 1961 Anayasası döneminde çoğulcu demokrasi olarak kabul edilmesi gerekir. Yürürlükte olan 1982 Anayasasına göre parlamentodaki iki meclisli sistem kaldırılmıştır. 1995 yılına kadar dörtyüzelli milletvekilinden oluşan tek meclisli parlamento 23.07.1995 tarihli ve 4121 sayılı kanunla yapılan anayasal değişiklikten sonra beşyüzelli milletvekilinden oluşmaktadır. (1982 Anayasası md. 75) 1982 Anayasasında parlamentonun oluşum biçimine göre Lijphart'ın çoğunlukçu/çoğulcu demokrasi sınıflandırmasında Türkiye çoğunlukçu Yıl : 1 • Sayı : 1 • Haziran 2010 61 AREND LIJPHART' IN DEMOKRASİ TİPOLOJİSİ VE TÜRKİYE ÖRNEĞİ demokrasi özelliği göstermektedir. Görüldüğü üzere Türkiye son iki anayasasında hem çoğulcu (1961 Anayasası) hem de çoğunlukçu (1982 Anayasası) bir demokrasidir. 3.8.Türkiye Anayasası katı bir anayasadır Yukarıda bahsettiğimiz gibi anayasa maddelerinin değiştirilmesi için nitelikli çoğunluk şartını arayan anayasalar katı anayasalardır. Yürürlükte olan Türkiye Cumhuriyeti 1982 Anayasası katı anayasadır. (Gözler, 2007:51;Özbudun, 2005:59; Erdoğan, 2007:309) 1982 Anayasasının 175. maddesine göre anayasanın değiştirilmesi için TBMM üye tamsayısının en az üçte biri tarafından yazıyla teklif edilir. Anayasanın değiştirilmesi hakkında teklifler genel kurulda iki defa görüşülür. Değiştirme teklifinin kabulü Meclis üye tamsayısının beşte üç çoğunluğunun gizli oyuyla mümkündür. Bunun yanında Cumhurbaşkanı Anayasa değişikliklerine ilişkin kanunları bir defa görüşülmek üzere TBMM'ne geri gönderebilir. Meclis geri gönderilen kanunu, üye tamsayısının üçte iki çoğunluğu ile aynen kabul ederse Cumhurbaşkanı bu kanunu halk oyuna sunabilir. Ayrıca, Mecliste üye tamsayısının beşte üçü ile veya üçte ikisinden az oyla kabul edilen anayasa değişikliği hakkındaki kanun, Cumhurbaşkanı tarafından Meclise iade edilmediği takdirde halkoyuna sunulmak üzere Resmi Gazetede yayımlanır. Görüldüğü gibi 1982 Anayasası anayasa değişiklikleri için teklif edilme aşamasından değişikliğin parlamentoda kabul edilmesine kadar nitelikli çoğunluk aramaktadır. Ayrıca 1982 Anayasasının dördüncü maddesi anayasanın ilk üç maddesini değiştirilemez olarak kabul etmiştir. Bu itibarla da 1982 Anayasası katı bir anayasa durumundadır. Lijphart'ın demokrasi tipolojisinde katı anayasa sahip ülkeler çoğulcu demokrasilerdir. Bu anlamda Türkiye çoğulcu bir demokrasi özelliği taşımaktadır. 3.9.Türkiye'de anayasa yargısı mevcuttur Hukuk devleti gelişim sürecinde son ve en önemli merhale olarak tanımlanan anayasa yargısı anayasaya uyulmasını amaçlayan her türlü yargı işlemini amaçlamaktadır. Bunun yanında kanunların ve diğer bazı yasama işlemlerinin anayasaya uygunluğunun yargısal makamlar tarafından denetimi anlamına da gelmektedir.(Özbudun, 2005:367) Türkiye'de bu amaçla 1961 Anayasası ile Anayasa Mahkemesi kurulmuştur. Yürürlükte olan 1982 Anayasasında da Anayasa Mahkemesi detaylı bir şekilde düzenlenmiştir. (1982 Anayasası md. 146-153) 23 23 Anayasa Mahkemesi kuruşlundan sonra değişik dönemlerde tartışma konusu olmuştur. Özelikle verdiği kararların siyasi sonuçları Mahkemeyi polemiklerin içine çekmiştir. Bu konuda Mahkemenin değişik kararlarındaki tutumu için bkz. Engin Şahin, (2010), Siyaset ve Hukuk Arasında Anayasa Mahkemesi, İz Yayıncılık, İstanbul ve Yusuf Şevki Hakyemez, (2009), Hukuk ve Siyaset Ekseninde Anayasa Mahkemesinin Yargısal Aktivizmi ve İnsan Hakları Anlayışı, YetkinYayınları, Ankara. 62 Karabük Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi Engin Şahin Türkiye'de Anayasa Mahkemesi kanunların, kanun hükmünde kararnamelerin ve Türkiye Büyük Millet Meclisi İçtüzüğünün Anayasaya şekil ve esas bakımlarından uygunluğunu denetler. Anayasa değişikliklerini ise sadece şekil bakımından inceler ve denetler. Ancak, olağanüstü hallerde, sıkıyönetim ve savaş hallerinde çıkarılan kanun hükmünde kararnamelerin şekil ve esas bakımından Anayasaya aykırılığı iddiasıyla, Anayasa Mahkemesinde dava açılamaz. (1982 Anayasası md. 148) Ayrıca Anayasa Mahkemesi'nin kararları kesindir ve kararlara itiraz yolu kapalıdır. Bir ülkede anayasa mahkemesinin varlığı ve anayasa yargısının mevcudiyeti o ülkenin çoğulcu ya da çoğunluk demokrasi olarak kabul edilmesini sağlamaz. Bu noktada Lijphart öncelikle tanımladığı ülkelerin anayasa yargısına sahip olup olmadığını inceleyerek sonradan anayasa yargısı mevcudiyetini kriterleri arasına almıştır. Bu bağlamda örneğin çoğunlukçu demokrasi olarak kabul ettiği İngiltere'de anayasa yargısı olmadığı için anayasa yargısının mevcudiyetini çoğulcu demokrasinin bir özelliği olarak kabul etmiştir. Türkiye de 1961 yılından itibaren anayasa yargısını kabul ettiği ve anayasa mahkemesini kurduğu için bu özelliği ile çoğulcu demokrasi sınıflandırmasında yer almaktadır. 3.10.Merkez bankalarının yürütme organına bağlı veya bağımsız olması Türkiye Cumhuriyeti Merkez Bankası 11 Haziran 1930 tarihli ve 1715 sayılı Cumhuriyet Merkez Bankası kanunu ile kurulmuştur. Merkez bankalarının yürütme organından bağımsız para politikaları belirlediği İsviçre gibi ülkelerde hükümetlerin bankalar üzerinde etkin bir denetimi söz konusu değildir. Bu durumun tersi niteliğindeki hükümetin kontrolü altındaki veya merkez bankaları ile hükümetlerin karşılıklı ilişkilerinin güçlü olduğu ülkelerde merkez bankaları bir şekilde hükümetlerin kontrolü altına alınmıştır. Türkiye'de kuruluş amacı fiyat istikrarını sağlamak olan Merkez Bankası yürütme ile karşılıklı ilişki içerisindedir. Bunun en somut örneği Merkez Bankası başkanının Bakanlar Kurulu tarafından beş yıllığına seçilmesidir. Ancak bu ilişkiyi sadece yürütme organının inisiyatifindeymiş gibi göstermek yanlış olacaktır. Türkiye Cumhuriyeti Merkez Bankası fiyat istikrarını sağlamak için uygulayacağı para politikasını ve kullanacağı para politikası araçlarını doğrudan etki altında almadan kendisi belirlemektedir. (Türkiye Cumhuriyeti Merkez Bankası Kanunu md.4) bu bağlamda Lijphart'ın onuncu kriteri üzerinden Türkiye'yi çoğunlukçu veya çoğulcu demokrasi olarak tanımlamak yanlış olacaktır. 24 24 TCMB’nın Osmanlıdan Cumhuriyete kuruluş süreci ve gelişimi için bkz. Haydar Kazgan, Ö.Murat & K.Murat, (2000), Türkiye Cumhuriyeti Merkez Bankası, CreativeYayıncılık, İstanbul ve Mehmet Özdemir, (1997), Cumhuriyet’ten Bugüne Türkiye Cumhuriyeti Merkez Bankası Banknot Matbaası, Ankara. Yıl : 1 • Sayı : 1 • Haziran 2010 63 AREND LIJPHART' IN DEMOKRASİ TİPOLOJİSİ VE TÜRKİYE ÖRNEĞİ 4. Sonuç Arend Lijphart uzun dönem bilimsel çalışmalarını farklı ülkeleri ve demokratik sistemleri araştırmakla geçirmiştir. Bu çalışmalarda dünyanın değişik bölgelerindeki demokrasileri tarafsız bir şekilde karşılaştırmaya çalışmıştır. Demokratik sistemleri çoğunlukçu ve çoğulcu olmak üzere iki temel sınıfa ayırmıştır. Bu ayrımın çıkış noktası ise araştırılan ülkelerin seçim sistemleri ve bunun doğurduğu siyasi parti yapılanmasıdır. Daha sonrasında bu şekilde ayırdığı ülkelerin özelliklerinden diğer kriterleri belirlemiştir. Bu çalışmada Lijphart'ın incelediği otuz altı ülke demokrasisini sınıflandırmada kullandığı kriterleri ve ortaya koyduğu demokrasi tipolojisini Türkiye bağlamında değerlendirdik. Çalışmamızın başında da belirttiğimiz gibi amacımız Türkiye'yi Lijphart'ın sınıflandırmasında net olarak bir kategoriye koymanın yanlış olduğunu ortaya koymaktı. Nitekim yukarıda vermiş olduğumuz bilgiler çerçevesinde Türkiye'nin hem çoğunlukçu hem de çoğulcu demokrasi özellikleri taşıdığını anlattık. Türkiye'nin araştırılan bu ülkeler içinde yer almamasının temel sebebi Lijphart'ın düşünsel olarak oluşturduğu ve demokrasilere yaklaşımını ve gruplamasını belirleyen demokrasi tipolojisine göre - her ne kadar seçmiş olduğu ülkelerde kendi sınıflandırmasına uymayan tarafları belirtmiş olsa da- ülke seçmiş olmasıdır. Lijphart doğal olarak sınıflandırmasını benzer özellikler gösteren ülkeler üzerinden yapmıştır. Türkiye bu bağlamda siyasi yapısı itibariyle bir anlamda kendine özgü (sui generis) bir sisteme sahiptir ve sınıflandırmaya alınamamıştır. Ancak belirtmemiz gerekir ki Lijphart'ın ülke seçimini ve sınıflandırmasını eleştirenler de vardır. Örneğin David R. Herron'un eleştirisinde de Lijphart'ın incelediği ve karşılaştırdığı yirmi bir demokrasinin seçiminde problem olduğudur. (Herron, 1985:876) Toplumların kendi yapılarına göre devlet sistemleri şekillenmiştir. Devlet toplumu yöneten soyut bir aygıt olduğuna göre devlet sisteminin ve yönetim şeklinin oluşması aynı zamanda toplumun ihtiyaçlarına cevap verebilme zorunluluğundandır. Doğal olarak yönetim biçimleri de toplumlara göre oluşmuştur. Zaman içerisinde değişiklikler gösterse de siyasal kültürün şekillenmesinde ana faktör olan yöneten ve yönetilen ilişkisi ülkelere göre farklılıklar gösterir. Üst başlığı demokrasi olan siyasi sistemlerin alt başlıklarında çoğunlukçu ya da çoğulcu gibi sınıflandırmaların yapılmasının temel sebebi budur. Bu noktadan hareketle Türkiye'de kendi toplum yapısına göre siyasi sistemini ve anayasal organların birbiryle olan ilişkilerini düzenlemiştir. Ancak Türkiye'de tarihsel süreç içerisinde oluşan veya oluşturulan siyasi demokratik yapı altyapısal olarak değil üstyapısal olarak ortaya çıkmıştır. Yani toplum ihtiyaçlarının yanında merkezi ideolojinin de yönetim biçiminde ne denli öenmli bir etmen olduğunu gözardı etmek yanlış olacaktır. Sonuç olarak hem merkezi ideoloji hem de toplum yapısı Türk demokrasisini etkilemiş ve çoğunlukçu ve çoğulcu demokrasi kritelerini barındırmasına sebep olmuştur. 64 Karabük Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi Engin Şahin KAYNAKÇA Belçika Anayasası md. 198. Çay, Abdülhalûk, (1982), Makaleler VII, Ankara: Kültür BakanlığıYayınları. Dursun, Davut, (2005), 12 Eylül Darbesi, İstanbul: ŞehirYayınları. Erdoğan, Mustafa, (2007), Anayasa Hukuku, Ankara: OrionYayınevi. Eryılmaz, Bilal, (2009), KamuYönetimi, Ankara: OkutmanYayıncılık. Göze, Ayferi,(1968), Korporatif Devlet: XIX ve XX'inci Yüzyıllarda Avrupa'da Korporatif Devlet Teorileri ve Korporatif Devlet Sistemleri, İstanbul: Fakülteler Matbaası. Gözler, Kemal, (2000), “Türkiye'de Hükümetlere Nasıl İstikrar ve Etkinlik Kazandırılabilir?”, Türkiye Günlüğü, Sayı:62, Eylül, Ekim, ss.25-47. Gözler, Kemal, (2009), “Üniter Devlet ve Demokratik Açılım”, Türkiye Günlüğü, Sayı:99, Güz, ss.81-89. Günal, Erdoğan, (2005), Türkiye'de Seçim Sistemlerinin Siyasal Kurumlar Üzerindeki Etkileri, Ankara:Turhan Kitabevi. Günal, Erdoğan, (2009), Türkiye'de DemokrasininYüzyıllık Serüveni, İstanbul: KarakutuYayıncılık. Hakyemez, Yusuf Ş., (2009), Hukuk ve Siyaset Ekseninde Anayasa Mahkemesinin Yargısal Aktivizmi ve İnsan Hakları Anlayışı, Ankara: Yetkin Yayınları. Herron, David R.(1985), Book Review of Democracies: Patterns of Majoritarian and Consensus Government in Twenty-One Countries by Arend Lijphart, The American Political Science Review, Vol. 79, No. 3, pp. 876-877. İsviçre Anayasası md. 140. Karatepe, Şükrü, (2009), Darbeler, Anayasalar ve Modernleşme, İstanbul: İz Yayıncılık. Kazgan, Haydar Ö, Murat & K. Murat, (2000), Türkiye Cumhuriyeti Merkez Bankası, İstanbul: CreativeYayıncılık. Lijphart A. & Markus M. L. Crepaz, (1991), “Corporatism and Consensus Democracy in Eighteen Countiries: Conceptual and Empirical Linkages”, British Journal of Political Science, Vol. 21, No. 2, pp. 235-246. Lijphart, Arend, (1984), Democracies: Patterns of Majoritarian and Consensus Government in Twenty-one Countries, Yale University Press. Lijphart, Arend, (2006), Demokrasi Motifleri, Otuz Altı Ülkede Yönetim Biçimleri ve Performansları (Güneş Ayas & utku Umut Bulsun Çev..), İstanbul: SalyangozYayınları. Policzer, Pablo(2000), Book Review of Patterns of Democracy: Government Forms and Performance in Thirty-Six Countries by Arend Lijphart, Canadian Journal of Political Science / Revue canadienne de science politique, Vol. 33, No. 4, pp. 837-838. Yıl : 1 • Sayı : 1 • Haziran 2010 65 AREND LIJPHART' IN DEMOKRASİ TİPOLOJİSİ VE TÜRKİYE ÖRNEĞİ Özbudun, Ergun (2005), Türk Anayasa Hukuku, Ankara:YetkinYayıncılık. Özbudun, Ergun,(1993), Demokrasiye Geçiş Sürecinde Anayasa Yapımı, Ankara: BilgiYayınevi. Özdemir, Mehmet, (1997), Cumhuriyet'ten Bugüne Türkiye Cumhuriyeti Merkez Bankası, Ankara: Merkez Bankası Banknot Matbaası. Özsoy, Osman, (2000), Türkiye'nin Demokrasi Arayışı, İstanbul: Yedirenk Kitapları. Öztan, Gürkan, (2009), 19. Yüzyıldan 20. Yüzyıla Modern Siyasal İdeolojiler, (Ed. Birsen Örs), İstanbul: İstanbul Bilgi ÜniversitesiYayınları. Parla, Taha, (1993), Ziya Gökalp, Kemalizm ve Türkiye'de Korporatizm, İstanbul: İletişimYayınları. Şahin, Engin, (2010), Siyaset ve Hukuk Arasında Anayasa Mahkemesi, İstanbul: İzYayıncılık. Başbakanlık Personel ve Prensipler Genel Müdürlüğü, (2008), Türkiye Büyük Millet Meclisi'nin Kuruluşundan Günümüze Hükümetler, Ankara. Türkiye Cumhuriyeti 1961 Anayasası md. 63,67,70 Türkiye Cumhuriyeti 1982 Anayasası md.68/2, 75, 146-153, 148, 175. Türkiye Cumhuriyeti Merkez Bankası 1211 Sayılı Kanunu md.4 (25.4.2001 tarih, 4651 sayılı Kanun ile değiştirilen şekli) Türkiye İstatistik Kurumu,(2008), Milletvekilliği Genel Seçimleri 1923-2007, Ankara:Türkiye İstatistik Kurumu Matbaası. 66 Karabük Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi Karabük Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi Yıl,1 Sayı,1 s.s. 67-80, 2010 ISSN:1309-436X 1 SOSYOLOJÝ VE ARAP DÜNYASINDAKÝ GELÝÞÝMÝ Prof. Dr. Bilâl ARABÎ 2 Çev. Doç. Dr. Hür Mahmut YÜCER Karabük Üniversitesi Fen Edebiyat Fakültesi Sosyoloji Bölümü hurmahmut@hotmail.com Sosyoloji, günceli, sosyal yapýyý, sosyal iliþkileri araþtýrmaya devam ediyor. Güncel sosyal olaylarla iliþkisi olan en önemli olgu, geliþmedir. Bu olgu ayný zamanda iktisadi, sosyal ve siyasi meselelerle ilgilidir. Bu unsurlar, sosyolojinin temel araþtýrma alanýný oluþturmaktadýr. Bu haliyle sosyolojinin teorik yapýsýyla sosyal yapý arasýný ayýrmamýz mümkün deðildir. Arap sosyolojisi akademik varlýðýný, 1940-1960 arasý çeþitli Arap ülkelerindeki üniversitelerde göstermiþtir. Sosyoloji, Arap dünyasýnda ilerleme ve geliþmenin bir aracý olma yerine, hatta bütün alanlarda onu kurtarma ve toplumlarda katkýsýný artýrarak ilerleme ve hürriyet aracý olma giriþimlerine raðmen gerileme ve yerinde saymanýn bir sebebi oldu. Arap Topraklarýndaki Sosyoloji ile Meþgul Olanlar Topluluðu Baþkaný Dr. Abdulbasýt Abdulmuti diyor ki; “Sömürü, Arap toplumlarýný girebileceði bölgelere ayýrmak için çaba sarf etti, onlarý küçük devletlere ayýrdý, bölgeler arasýnda ve her bölgenin kendi içinde çekiþmeler meydana getirdi, gerilemeyi saðladý, Arap toplumlarýnýn kaynaklarýna el koydu. Genelde Arap ülkelerinde düþüncenin ve bilimin yapýsý, sömürünün çýkarlarýný korur ve onlara hizmet eder hale geldi.” Bu makâlenin orijinal adý, 'Ýlmü'l-ictima ve't-tenmiye fi'l-vatani'l-Arabî' þeklinde olup el-Usbûi'l sekafi's-sâlis, en-Nizâmü'l âlemi'l-cedîd, et-tenvîr, et-tenmiye/Üçüncü Kültür Haftasý, Yeni Dünya Düzeni-Aydýnlanma Geliþme isimli kitabýn 787-801 sayfalarý içerisinde yayýnlanmýþtýr. (Hazýrlayan: Cuma Hicazî, Dýmaþk Üniversitesi Beþeri Bilimler ve Edebiyat Fakültesi, Felsefe ve Sosyoloji Bölümü yay., 1998) 2 Prof. Dr. Bilal Arabi, 1957 yýlýnda doðmuþ, 1983'te Dýmaþk Üniversitesi sosyoloji bölümünde yüksek lisansýný, 1991'de Rusya Ýlimler Akademisi'nden 'SosyolojideYapýsal Fonksiyon Analizi ve Arap Ülkelerine Etkisi’ teziyle doktorasýný tamamlamýþtýr. 2003'de Kahire'de 'Sosyal Araþtýrmalarda Metot ve Teknikler’sertifikasý almýþ, 2008'de Profesör olmuþtur. Eðitim Sosyolojisi, Suriye'de Kadýn Haklarý ve Yerel Þiddet, Genel Sosyoloji gibi eserleri yanýnda, birçok Unicef projesine katkýda bulunmuþ, Suriye'de Çocuk ve Kadýn Haklarý isimli eseri ayný kurum tarafýndan yayýnlanmýþtýr. Kahire ve Cezayir gibi ülkelerde neþredilen birçok hakemli dergide makalesi bulunan müellif, kaleme aldýðý yazýlarla Arabic Encyclopedia'ya katkýda bulunmuþtur. Müellif, halen Þam Üniversitesi Sosyoloji bölümünde çalýþmakta ve 2007-2011 Dönemi Dýmaþk Ýl idare Meclisi üyeliði yapmaktadýr. (Çev.) 1 Karabük Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi 67 SOSYOLOJİ VE ARAP DÜNYASINDAKİ GELİŞİMİ Sosyologlarýn önde gelenlerin çoðunluðu, elleri Arap ülkelerinin üzerinde olan Fransa, Ýngiltere, Ýtalya gibi ülkelerin eðitim kurumlarýndan mezun olmuþlardýr. Bunlar, geri kalmýþ Arap toplumlarýnýn orta tabakasýndan olmakla birlikte, eðitimden üzerlerine düþen payý almýþlardýr. Onlar, toplumdaki deðiþimleri iç ve dýþ yapýlarý itibariyle kabule, cüzi reformlar yapmak için çaba sarf etmeye, pratikte ve uygulamada geliþmiþ batýnýn fikirlerini kabule hazýr idiler. Arap dünyasýndaki sosyolojinin kuruluþ dönemi (1940-1960 arasý), batý dünyasýndaki ekollerin, sosyoloji okullarýnýn kalkýnma dönemine rastlar. Bu durum Arap sosyolojisinin yoldan sapma, suç, batý ile ilgili baðlarý koruma gibi meselelerle meþgul olarak Arap kalkýnmasý ile ilgili asýl meselelerden ne kadar uzak olduðunun göstergesidir. Mýsýr sosyolojisi için, Kahire Üniversitesi sosyoloji hocalarýndan Dr. Muhammed el-Cevherî þu tespitte bulunmaktadýr. “Mýsýr Batý düþüncesini ve onun pratik uygulamalarýný ithal ederek yönünü kalkýnan diðer ülkelere çevirdi. Ancak fikirlerini batýdan olduðu þekliyle aldý. Bu aynen batýnýn teknolojisini almakta olduðu gibi, fikirlerini de ithal ettiði ülkelerde ortaya çýkan iktisadî ve sosyal problemlerin çerçevesini gözetmeksizin olduðu gibi almaya benzemektedir.” Arap dünyasýnda ilk sosyolojik ürünler, tercüme telif arasýnda birbirine karýþýk olarak ortaya çýkmýþtýr. Öncelikle saha araþtýrmasýndan uzak olarak ilk seviyede okul ve üniversite kitaplarý yazýlmasýna yönelinmiþtir. Arap sosyolojisi, sosyoloji ile ilk olarak Fransýz sosyolog Aguste Comte ve Emile Durkheim vasýtasýyla tanýþmýþtýr. Çoðu araþtýrmalar Durkheim'den iktibas edilmiþtir. Özellikle toplumun korunma ve muhafazasýnýn yolu pozitivizmden geçtiði fikri Durkheim'e dayanmaktadýr. Amerikan kültür emperyalizminin Arap toplumlarýna girmesiyle birlikte Parsons modeli (elvazifiyye-iþlevselcilik-functionalism) Arap toplumunu anlamak, yapýsal oluþum ve geliþmelerini korumak için geniþ bir çerçevede örnek yöntem olarak Arap sosyoloji fikrine dahil olmuþtur. Dil baðýnýn, yayýnlanacak olan araþtýrmalarý yönlendirmede çok büyük önemi vardýr. Mesela Fransýzlar Cezayir ve Fas'ý iþgal esnasýnda bu yöntemi uygulamýþlardýr. Arap ülkelerini, örnekleme olarak seçtikleri Fransýz kültürünün ürettiði ürünler ve fikirler üzerinden bu kültüre baðlamaya özen göstermiþtir. 68 Karabük Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi Hür Mahmut Yücer Arap ülkelerindeki sosyolojide pozitivizm önemli bir rol oynar. Finansör, finans kaynaklarý ile ilgili göstergeli çalýþmalarda, verilerle ilgili kontrol sahibidir; araþtýrma yöntemiyle ilgili yönlendirmelerde bulunur, araþtýrmanýn gidiþatý, sonuçlarý ve uygulanýþ kanallarý, çýkarýlan sonuçlardan istifadeyle ilgili doðrudan veya dolaylý kontrol sahibidir. Orantýsal olarak Sudan diðer Arap ülkelerine göre ekonomik ve sosyolojik kýstaslar açýsýndan geri kalmýþ Arap ülkelerinden biridir. Sudan'da dört tane üniversite vardýr, her birinde de sosyoloji bölümü bulunmaktadýr. Sudan'da sosyoloji bölüm baþkaný Dr. Haydar Ýbrahim, Sudan'daki üniversitelerin aldýðý maddi destek kaynaklarýyla ilgili kendisine sorulan bir soruyu þöyle cevaplamaktadýr: Sudan üniversitelerinin çoðunluðu baþka üniversitelerle ortak iþbirliðinden yararlanmaktadýr. Hartum Üniversitesinin sosyoloji bölümünün Norveç'teki Bergen Üniversitesi ile ciddi ve güçlü bir iliþkisi bulunmaktadýr. Bu üniversite Hartum Üniversitesindeki birçok projeyi desteklemektedir. Bu projelerden birisi Kýzýldeniz projesidir ki uzun seneler sürecek devasa bir çalýþmadýr. Yine Ford þirketinin desteklediði projeler bulunmaktadýr. Ford, Hartum ve Cezire üniversiteleri yanýnda Sudan'ýn güneyindeki Cuya üniversitesindeki bazý projeleri de desteklemektedir. Buna ilaveten Avrupa Ortak Piyasasý'ndan gelen bazý yardýmlar vardýr. Bazý Alman kuruluþlarýnýn bu hususta önemli rolü bulunmaktadýr. Mesela Frederic Ebert Vakfý açýk bir þekilde sosyolojik araþtýrmalarý desteklemektedir. Mevcut üniversitelerde araþtýrmalarý mümkün kýlacak resmi bir bütçe bulunmamaktadýr. Hatta þu anda Sudan hükümet bütçesinde araþtýrmalara öncelik verecek ve araþtýrmalarý kolaylaþtýracak ulusal ve uluslararasý kuruluþlardan gelenler hariç, resmi tahsisat yoktur. Açýkça görülmektedir ki Sudan'daki sosyoloji araþtýrmalarýnýn temelini dýþ yardýmlar oluþturmaktadýr. Arap bölgelerine genelleyebileceðimiz Sudan'daki sosyolojik araþtýrmalardaki yabancý yardýmlarýn trajik yapýsý ulusal Sudan sosyolojik araþtýrmalarýnýn kaybolduðu hakikatini yansýtýr. Bu durum ayný zamanda bilimin konumu, yani sosyolojik bilimsel kuruluþlarýn oluþumu ile ülkenin geliþmesi arasýndaki güçlü iliþkiyi gösterir. Cezayir, Suriye, Mýsýr, Kuveyt, Birleþik Arap Emirlikleri, Suudi Arabistan gibi gerçekte daha geliþmiþ ve daha zengin ülkelere bakýldýðýnda, bilimsel ve sosyolojik araþtýrmalarda kendi öz kurucu Ülkenin desteðini aldýklarý görülmektedir. Mesela Cezayir'de Bilimsel Araþtýrmalar Merkezi ve Ýlmî Yıl : 1 • Sayı : 1 • Haziran 2010 69 SOSYOLOJİ VE ARAP DÜNYASINDAKİ GELİŞİMİ Araştırmalar Merkezi gibi iki müessese tarafından ilmi çalışmalar yürütülmektedir. 1-Üniversiteler: Inebe, Kostantiniyye, Cezayir ve Vahran'da olmak üzere Cezayir'de dört üniversite bulunmaktadýr. Her üniversitenin kendine ait araþtýrma merkezi bulunmaktadýr. 2-Yine Cezayir'de kalkýnmaya uygulanan Ekonomik Araþtýrmalar Merkezi ve bu merkezde sosyoloji þubesi bulunmaktadýr. Ekonomik Araþtýrmalar Merkezi yabancý araþtýrma merkezleriyle anlaþmalar yapmýþtýr. Bunlarýn en önemlisi Dakar'da (Condesria) bulunan Afrika'da Sosyal Ýktisadi Araþtýrmalarý Geliþtirme Merkezi'yle yaptýðý ittifaktýr. Bu merkez Afrika'daki bütün araþtýrma merkezlerini bünyesinde barýndýrmaktadýr. Buranýn uygulamalý sosyoloji alanýnda Ýsviçre ve çoðunlukla da Fransa ile anlaþmalarý bulunmaktadýr. Ayný zamanda New york ve Teksas üniversiteleri ile de ittifaklarý bulunmaktadýr. Cezayir Bilimsel Araþtýrmalarý Kalkýndýrma ve Ulusal Komisyon baþkaný Prof Dr. Ali Kenz'e göre 'gözüken eksiklik, dýþ ülkeler seviyesinde Arap ülkeleri ile yeterli anlaþmalarýn yapýlmamasýdýr'. Kenz þu anda Cezayir'deki araþtýrmacýlar ve araþtýrmalar ile diðer Arap bölgelerini yakýnlaþtýrmaya çalýþmaktadýr. O, bilimsel araþtýrma bütçelerinin devlet tarafýndan finanse edilmesi gerektiðini vurgular ve devletin araþtýrma projesini onayladýktan sonra araþtýrma bütçesini sunmasý gerektiðini savunur. Bu bütçe, teknolojik hizmetleri (nakliye ve hizmet alýmý) ve proje bitene kadar araþtýrmacýnýn maaþýnýn % 30'una denk araþtýrma burslarýný kapsamaktadýr. Cezayir Araþtýrma gruplarý, Cezayir kurum ve kuruluþlarýyla anlaþmalar yapmaktadýr. Mesela Cezayir Demir Döküm Müessesesi ile bu kuruluþta mesleki araþtýrmalarda bulunmak amacýyla anlaþma yapmýþtýr. Prof. Ali Kenz, Cezayir'deki meslek gruplarýnýn durma (durgunluk, gerileme) fenomenini araþtýrdýðý gibi bunlarýn yeniden hayata kazandýrýlmasý olgusunu da araþtýrýyor. Kenz, 1970'lerdeki toplumsal araþtýrmalarýnda Cezayir'in kalkýnma ve kýrsal problemlerine yönelmiþtir. Çünkü bu dönemde Cezayir tarým devrimine önem vererek siyasi iktisat ile tanýnmýþtýr. 1980'lerde toplumsal araþtýrmalar daha fazla çeþitlenmiþtir ve gençlik, geliþme ve kadýnýn konumu ile ilgili daha çok projeler yapýlmýþtýr. Cezayir'de sosyolojik hareketlenmelerde üretim ve çalýþma hayatý ile ilgili araþtýrmalara önem verilmiþtir. Sosyolojik araþtýrmalarda takip edilen 70 Karabük Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi Hür Mahmut Yücer usulle ilgili olarak Prof. Kenz, ya doðmatik Marksist yöneliþler þeklinde ya da genel eleþtirel tarzda olduðunu söyler. Yine Amerikanvari geliþmeler de bulunmaktadýr. Buradaki araþtýrmalar teorik ve ideolojik çerçeveye bakmadan kendinden istendiði þekilde iþleri sonuçlandýrma eðilimindedir. Bunlarý sosyolojik araþtýrmalardan beslenenler olarak isimlendirmek mümkündür. Libya'daki Sosyal Bilimler Birliði Baþkaný ve sosyoloji profesörü Mustafa Ömer et-Teyr ilmi çalýþmalarýn Libya desteðine güvenerek yabancý komisyonlardan baðýmsýz olmasý gerektiðini vurgulamaktadýr. Ona göre ekonomik destek, bu araþtýrmalarýn uygulanmasýna engel deðildir. Çünkü Libya zengin bir ülkedir. Libya'da birçok üniversite, Arap Kalkýnma Koleji olarak adlandýrýlan araþtýrma merkezleri vardýr. Bunlarýn birinde 1970'lerde kurulmuþ sosyoloji bölümü bulunmaktadýr. Burada halihazýrda önceki nesillerden eðitimini Ýngiltere, Fransa ve Amerika'da tamamlamýþ sosyoloji hocalarý ders vermektedir. Ömer et-Teyr, “kendimi nispet ettiðim neslin çoðunluðu ABD'de eðitimini tamamlamýþtýr. Ýnce bir þekilde planlanmýþ Amerikan araþtýrma tekniklerine alýþtýk, fakat çerçevesi dahilinde çalýþtýðýmýz belli bir teoriyi takip etmemekteyiz.” Kiþisel olarak, deðiþim ve sapma çalýþmalarýnda sosyolojik reaksiyon teorisi ile bunun içindeki uygun teorileri tercih ederim. Buna ek olarak araþtýrma geliþtirme tekniklerine özen gösterir, onlarý öncelerim. Bu usulle çalýþýlan topluma uygun araþtýrma tekniklerinin geliþtirilmesini kastediyorum. Et-Teyr, 1970'lerde suç ve bozulan ahlâk gibi konulara açýkça önem vermiþtir. Yine mahkumlar, suç ve þiddet gibi konularda dersler vermiþtir. Ayný zamanda Libya'daki küçük þehirleri geliþtirme projeleri hakkýnda eser vermektedir. Sosyoloji araþtýrmalarýnýn siyasetle ilgisi konusunda et-Teyr; “Yönetime girmekten tabiatýyla korkulur, çünkü yönetime girmek araþtýrmalardaki objektiflikten mahrum býrakabilir. Araþtýrmacýnýn siyasetten uzak olmasý gerekir. Onun, baþka odaklarýn kullanabilmesi için bilimsel bilgiler ortaya koymasý gerekir. Sosyolojik araþtýrma yapanlarýn görevi kiþinin ne yediðine bakmaksýzýn yemek hazýrlayan garsonun görevine benzer.” Sanki sosyolojik vakýa, onunla iletiþime girmeden ve zorlanmadan dileyen kimseye sunulabilecek elde edilmesi kolay bir þeydir. Yıl : 1 • Sayı : 1 • Haziran 2010 71 SOSYOLOJİ VE ARAP DÜNYASINDAKİ GELİŞİMİ Bu görüþ, ABD'de eðitimini tamamlayanlara aittir. Bunlar olguyu ABD istatistikleri olarak görürler ki bu tasnifleri tanýmlamak ve onlarý sýnýflandýrmak objektif olarak mümkünmüþ gibi çalýþmalarýný yürütürler. Zira bilimsellik sosyolojik sahaya inildiðinde hiçbir þekilde konum edinmemeyi gerektirir. Yine Mýsýr'da Kahire, Ýskenderiye, Aynüþþems, Minye ve Ezher üniversitelerinde sosyoloji bölümleri bulunmaktadýr. Mýsýr 60 milyonluk nüfusu ve Arap ülkeleri içerisinde sosyoloji bölümünü ilk defa getiren bir ülke olarak Arap sosyolojisinde merkezi bir öneme sahiptir. Mýsýr'da ayný zamanda üniversitelere ilaveten 1956'da kurulan suç ve sosyal araþtýrmalar merkezi bulunmaktadýr. Sayýca az olan Arap araþtýrma merkezlerinin en eskisi olan bu merkez, etki ve çalýþan sayýsý bakýmýndan en büyüðüdür. Mýsýr Milli Sosyal ve Kriminoloji Araþtýrmalar Merkezi, araþtýrmalarý finansa etmektedir, ancak o maddi desteðin azlýðýný dillendirmektedir. Çünkü destekler onun görünen büyüklüðü ile sürekli deðiþen ücretler ve fiyatlarla orantýlý deðildir. Mýsýr sosyoloji hocalarýndan Dr. Semir Naim: “Yabancý finans kaynaklarý cömerttir. Fakat bunlar þüpheler içermektedir. Çünkü yabancý finans kaynaklarý ABD istihbarat birimleri gibi yabancý istihbarat birimlerine baðlýdýr. Yabancýlar bilgi, belge ve doküman toplamak amacýyla doðrudan deðil, özelde Mýsýr, genelde bütün Arap toplumlarýna çeþitli kurumlar aracýlýðýyla girmektedirler.” SURÝYE'DE Suriye'de dört üniversite vardýr. Bunlar içerisinde Lazkiye ve Dýmaþk 3 üniversitelerinde sosyoloji bölümü bulunmaktadýr. Bölüm ilk olarak 1979 yýlýnda Dýmaþk üniversitesinde kurulmuþtur. Eðitim dört yýldýr. Bu üniversitede master ve doktora programlarý bulunmaktadýr. Bu programlara bir yýllýk diploma 4 derecesinden sonra baþlanýlabilmektedir. Araþtýrmacýlar bu aþamalarda kendi tezlerini yazarlar. Sosyoloji araþtýrmacýlarýnýn bilimsel takibini üniversite yapar. Ülkedeki kamuoyu çalýþmalarýný yapacak özel sosyal araþtýrma merkezleri bulunmamaktadýr. Bazý araþtýrmalar, Çalýþma ve Sosyal Ýþler Bakanlýðý yahut Ýstatistik Kurumu tarafýndan gerçekleþtirilmiþtir. Bu rakam þu anda, devlet üniversitelerinde yediye, özel üniversitelerde ona çýkmýþtýr. Devlet üniversitelerin dördünde sosyoloji bölümü bulunmaktadýr. (Çev.)] 4 Suriye'de ve birçok Arap ülkesinde dört yýllýk üniversite eðitiminden sonra yüksek öðrenim adýyla bir yýllýk (diploma derecesi) bir eðitim merhalesi daha bulunmaktadýr. Bu merhaleyi Tamamlamayanlar yüksek lisans programýna katýlamamaktadýrlar.] 3 72 Karabük Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi Hür Mahmut Yücer Sosyoloji bölümü mezunlarının durumu, teorik eğitimin sosyal vakıdan ne kadar uzak olduğunu ifade etmektedir. Çünkü mezunların çoğunluğu eğitim kurumlarına yahut genel devlet memurluklarına giderler. Bölümde yapılan telif çalışmalarına gelince, bunlar genelde sınavlar sebebiyle (eğitim kurumları için) kaleme alınmış eserlerdir. Yoksa toplumsal gerçekliği anlamak ve onu uygulamak için yazılmış sosyal etkiletişim aracı değildirler. Kendisine akademik ve uzmanlık alanı olarak sosyolojiyi seçen dergilerin çoğuna bakacak olursak onların Kuveyt üniversitesi tarafından 1973Şubat 1989 döneminde neşredildiğini görürüz. Dergide 388 araştırma yazısı yer almaktadır. Bu yazılar sosyal bilimler, muhtelif iktisadi, psikolojik, siyaset ve teknik alanlarındadır. Bunlardan yalnızca 79 tanesi sosyoloji ile ilgilidir. Bu da dergideki yazıların % 20'sine tekabül etmektedir. 1973-1989 arası neşredilen 79 sosyolojik araştırmada, kadın konusu ve onun ev dışında çalışması en çok araştırma yapılan konudur. Bununla ilgili 10 civarında araştırma bulunmaktadır. Sosyolojik yöntem (usul) konusunu 8 araştırma ile ele alınmaktadır. Üçüncü sırada değişim konusunu 7 araştırma ile ele alınmaktadır. Dördüncü sırada 6 araştırma ile aile problemlerini, Sosyoloji ve gelişme konusunu 5 araştırma ile, Milliyetçilik ve Arap kimliğini 5 araştırma ile İbn Haldun'un sosyoloji içerisindeki yeri ile alâkalı 3 araştırma, İslâm sosyolojisi 3 araştırma ile ele alınmaktadır. Bunlara ilâveten demokratikleşme, bürokratikleşme yöntemi, değerlerin oluşumu gibi tekrarlanmamış konularda bulunmaktadır. İncelenen konuların toplamı 27'dir. Uzun yıllara yayılan derginin sayılarına bakıldığında, sosyoloji çalışmalarının tabiatıyla ve Arap topraklarındaki araştırmacıların fazlaca ilgilendiği konular hakkında bir fikir sahibi olunabilir. Dr. Seyyid Hüseyin ve Dr. Cüheyne el-İsa, yaptıkları ortak çalışma ile Arap topraklarında olduğu şekliyle günümüz ve gelecekteki sosyologların en önemli konularda ve sosyolojik yöntemleri hususundaki düşüncelerini ortaya koymuşlardır. Yıl : 1 • Sayı : 1 • Haziran 2010 73 SOSYOLOJİ VE ARAP DÜNYASINDAKİ GELİŞİMİ Bunlar Arap topraklarında doktorasını tamamlamış sosyoloji ile meşgul olanları tarama yöntemiyle anketlere dayanarak kamuoyu yoklaması yapmışlardır. Cevap vermesi istenenlerin toplamı 1980'e kadar 150'dir. Mayıs 1980'den Kanunisani 1981'e kadar sosyoloji ile meşgul olanlardan 46 kişi bu anketlere cevap vermiştir. Bu da çalışanların üçte birine tekabül etmektedir. Komisyon araştırma için bu sayıyı yeterli görmüştür. Anket, araştırma konusunu çeşitli yönlerden kapsayan çok sayıda soruyu ihtiva etmekteydi. Anket, eğitim seviyesi, mesleki, ailevi, sosyal tabaka gibi sosyolojik konular şekillendirmiştir. Bu araştırma Arap sosyolojisindeki yönelişlerde sosyolojik taraflara önem vermekteydi. Güncel olarak yaygınlık bakımından Arap ülkelerindeki önemli sosyolojik bakış açılarını temsil derecesi yüksek örneklerle göz önüne getirmektedir. Önemli Sosyal Nazariyeler Tekrarlar Yüzdelik Oran Geleneksel Yapýsal Ýþlevsellik 25 23,15 Yapýsal Fonksiyonel Deðiþiklik (Çatýþma Rolüne Vurgu) 28 25,93 Tarihsel Materyalizm 20 18,52 Sosyal Etkileþim 14 13,01 Sosyal Psikoloji 14 13,01 Ekoloji Teorileri 07 6,48 Toplam 108 100 Böylece fonksiyonellik (Parsons) ortak bir sosyal teoriyi oluþturur. Arap topraklarýnda bu araþtýrma, toplum üyelerinin gözünde yaygýn toplumsal bir nazariyeyi meydana getirir. Araþtýrmalarda bu % 48,08 olarak yorumlanýr. Araþtýrmacýlar, burada Arap sosyoloji bilginlerinin eðilimlerini gördükten sonra geliþmiþ Arap sosyolojisini ikame etmeye kadir olacak medhaller nelerdir, konusunu araþtýrmaya baþladýlar. Bunun için iki araþtýrmacý muhtemel üç unsuru þart koþmuþlardýr. Gelecek Arap Sosyolojisine Giriþte Baþarý Tekrarlar Yüzdelik Oran Yabancı Toplum Nazariyelerinden Bir Seçkiyle Başlama 14 30,43 Arap toplum gerçeğinden hareket etmek 25 54,35 İkisi birlikte 7 15,22 Toplam 46 100 74 Karabük Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi Hür Mahmut Yücer Sonuçta çoğunluk milli sosyolojinin kurulması için Arap toplum gerçeğinden hareket edilmesi gerektiğine inanmaktadır. İki araştırmacının çeşitli yönlerden Arap gerçeği hususundaki yorumları ve önemli unsurlar etrafında yaptığı çalışma bize önemli sonuçlar vermektedir. Bu iki araştırmacı, yaptıkları ankette uzmanlara Arap sosyolojisini kurmak için ona uygun birçok kavram sordular. Ortaya çıkan cetvel şöyledir: Kavramlar Tekrarlar Yüzdelik Oran İslâm 30 21,42 İnkılap (Devrim) 23 16,42 Milliyetçilik 21 15,00 Sosyal Tabakalaşma 26 18,45 Gelişme 25 18,00 Sömürü, Kültür Emperyalizmi 15 10,71 Toplam 140 100 Tabloya bakýldýðýnda, þu soruyu açýkça sorabiliriz: Sosyoloji bilimi kalkýnmadaki rolünü neden oynamýyor, kendi kiþisel kusurlarý nedeniyle mi! Arap sosyoloji araþtýrmalarýnýn muarýz kaldýðý en büyük problemlerin birisi finans kaynaklarýdýr. Bu problemin belirgin tarafý, finansa olan ihtiyaçtan ziyade istihdam ve gelir daðýlýmýndaki bozukluktur. Resmi açýdan sosyal araþtýrmalara az önem verilmesi, var olan eksikliði kullanan ve bütün yönlerden baðýmlýlýk yapan, sosyal geliþimi kötü gösteren bir çok tarzlar doðuran yabancý kanallarýn açýlmasýný saðlamaktadýr. Ýþte bu Arap sosyolojisinin karþýlaþtýðý en büyük sorunlardan biridir. Kahire Ulusal Suç ve Sosyal Araþtýrmalar Merkezi araþtýrmacýlarýndan Muhammed Ýzzet Hicazi, sosyoloji biliminin karþýsýndaki problemlerin en önemli sebeplerini aþaðýda verilen maddelerde göstermiþtir: 1-Arap ülkelerindeki sosyoloji ile meþgul olanlarýn çoðunluðu -bilerek veya bilmeyerek-halký temsil etmeyen grup ve topluluklarýn çýkarlarýna hizmet etmekteler. Ya da çalýþan sýnýflarý, çiftçileri, orta tabakanýn altýnda yaþayanlarý kale almamaktadýrlar. Bu da tam anlamýyla onlarýn toplumsal subjektifliklerinden kaynaklanmaktadýr. 2-Ülkemizdeki sosyologlarýn çoðunluðunun ideolojik eðilimleri muhafazakârlýk (sýký korumacýlýk) yönündedir. Bu akým var olan durumun deðiþtirilmesi için ortaya çýkan teþebbüslerle mücadele eder. Yıl : 1 • Sayı : 1 • Haziran 2010 75 SOSYOLOJİ VE ARAP DÜNYASINDAKİ GELİŞİMİ 3-Yukarıdaki iki sebebin tesiriyle sosyologlar, Arap insanının sorunlarıyla uğraşmak yerine var olan durumun değişmemesi için mücadele ederler. Bu iki husus araştırma plan uygulamaları ve metodolojik dizaynın hayata geçirilmesine de engeldir. 4-Sosyoloji ilmiyle uğraşanların ortaya koydukları çaba ile elde ettikleri sonuçlar arasında çok büyük uçurumlar vardır. Diğer taraftan sosyolojik siyasetle de aralarında uçurum vardır. Sosyoloji alimlerinin çalýþmalarý, toplumsal bilinci geliþtirme yönünde ve sosyal olguyu daha fazla birbirine yakýnlaþtýrmak deðildir. Arap topraklarý üzerindeki uzun zamandýr devam eden sömürge hakimiyeti sosyal, iktisadi, siyasi geliþmeye engel olmuþtur. Bu içerisinde sosyolojinin de bulunduðu sosyal ve fikri hayatýn bütün yönlerine yansýmýþtýr. Arap sosyologlarýnýn yaptýklarý teorik eleþtiriler sosyal gerçeklik ve yaþanýlan hayatla bir ilgisi yoktur. Özellikle de geçmiþ ile günümüz arasýnda büyük kayýplar vardýr. Onlarýn araþtýrmalarýnýn çoðunluðu toplumlarýn gerçekliðine ve somut problemlerine deðinmez. Öneriler 21. Yüzyýla girerken Arap kalkýnma metotlarýný anlamaya giriþte geri kalmýþlardýr. Kalkýnmayla olan iliþkisinde sosyoloji biliminin krizi Arap toplumlarýnýn krizlerinin özüyle ilgili olduðunu vurgulamamýz gerekir. Gerçekte Arap toplumlarý olaylarý okumada geri kalmýþlýkla boðuþmaktadýr. Ýlk olarak bunun sebebi, sosyologlarýn sosyal olaylarý araþtýrmaya erken girmemeleri ve eðitim göreviyle meþgul olmalarýdýr. Ýkinci yönden makam ve mercilerin sosyolojik araþtýrmalarýn verimli olacaðýna inanmamalarýdýr. Semir Nuaym, sosyolojinin Arap ülkelerinde her þeye benzediði görüþündedir. Ýmkanlar çoktur, ancak somut gerçeklik kötüdür. Sosyoloji araþtýrma merkezleri ile bilgi bankalarýnýn arasýnda bir iliþkinin olmadýðýný özellikle vurgulamýþtýr. Bu da birikmiþ bilginin kaybolmasý sonucuna götürmektedir. Arap topraklarýnda dýþarýyla olan iletiþim kendi aralarýnda olan iletiþimden daha güçlüdür. Hatta kitap ve dergiler kendi aralarýnda dolaþmamaktadýr. Arap dünyasýnýn geleceði, Arap toplumlarýndaki bütün duygularda köklü bir þekilde oluþan din olgusuna ýþýk tutmuþtur. Bunu tespit etmesine raðmen gerektiði þekilde onu inceleyip araþtýrmamýþtýr. Arap toplumlarýndaki din ve toplumsal deðiþme arasýndaki iliþkiyi baþarýlý, girift, farklý boyutlara sahip ayýrýcý vasýf olarak ele alabiliriz. 76 Karabük Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi Hür Mahmut Yücer Bundan dolayı İslâm dininin mekanizmalarının durum değerlendirme analizleri muhafazakarlığı destekleme ve sosyal değişim işlevine yardımcı olma şeklinde yorumlamamızı mümkün kılar. Suriye'de Dr. Hızır Zekeriya, “insanların sosyal konumlarıyla ilgili, mesken, ulaşım, ücretler, fiyatlar, işsizlik ve göç gibi günümüz eğilimleriyle ilgili araştırmalar….., işsizlik sorunları, üretim problemleri farklı sosyal gruplara destek vb. olgular ….., bunlarla ilgili araştırmalar yapılmamaktadır.” Zekeriya, bağımlılık düzeni (teb'iyye) (iç ve dış beraberce), Arap toplum gerçeğinde ana konuları araştırmayı istemez görüşündedir. Çünkü böyle bir araştırma, yaşanan acı tabloyu durdurmaya yardımcı olur, buna bağlı olarak değişim için çalışır. SOSYOLOJÝ KALKINMADA NASIL ETKÝN BÝR ROL OYNAR? Arap birliði tarafýndan 1985'te yayýnlanan 'Kapsamlý Toplumsal Kalkýnma Ýçin Arap Stratejisi' isimli çalýþma þuna iþaret etmektedir: Sosyoloji ve onun bölümlerinin geliþme yönünde bilinçlendirmesi ve bu yönlendirmenin keyfiyetinin kalkýnmada büyük rolü vardýr. Bu, sosyolojinin görevi, içeriði ve mantýðýnda sosyoloji ile meþgul olan çok sayýdaki çalýþaný ve bununla ilgili bölümleri göz önünde bulundurmadan köklü bir deðiþim ortaya koymayý gerekli kýlar. Arap ekolü olarak sosyoloji gerekli rolü üstlenmemiþtir. Hala baðýmlý (teb'iyye) ve tam anlamýyla Batý sosyoloji ekollerini taklit etmektedir. Bu ekoller bilgileri zehirli ve tehlikeli bir þekilde sunar. Çünkü bu ekoller, felsefesini, kültürünü düþman deðerlerini sadece Araplara deðil, kendilerinin dýþýnda ve üstündeki tüm medeniyetlere ihraç ederler. Arap toplumlarýnýn karþý karþýya kaldýðý biliþim emperyalizmi, diðer hakimiyet þekillerine dayanýr. Bu bahsettiðimiz emperyalizm türü, gücünü direkt kuvvetten almaz. O, bilimin ve onunla iþtigal edenlerin rolünü küçük düþürerek Arap üniversitelerinde planlanmýþ, ilmi boþluklarý hedefler. Arap birliði tarafýndan yayýnlanan bu araþtýrma bütün Araplarý kapsayýcý bir tarzdadýr. Araþtýrma sosyal kalkýnma fikrine önem veren 26 araþtýrmacý tarafýndan hazýrlanmýþtýr. Bu sebeple özünde, önemlidir. Özellikle baðýmlýlýðý artýran batý fikirlerinden etkileþimin durdurulmasý gerektiðine vurgu yapar. Bana göre sosyoloji, içinde bulunduðu durumu tedavi edecek imkan ve þartlar çerçevesinde Arap sosyal gerçekliðinden harekete geçmek zorundadýr. Arap sosyolojisinin yapýsýný bilmeden araþtýrmacýnýn dogmatik yolla Marks'ýn beþ aþamasýný yeni modern durum üzerinde tatbik etmesi mümkün deðildir. Yıl : 1 • Sayı : 1 • Haziran 2010 77 SOSYOLOJİ VE ARAP DÜNYASINDAKİ GELİŞİMİ Gerçekten bağımlılık, yabancı veri alımında, yerel sosyal yapıya olan diktasında ve sosyal araştırmadaki özerklikte ortaya çıkar. Bu sosyal gerçekliğe uygun ayrıştırmacı malzemenin icadıyla ve bunları sosyal araştırmanın kabul gördüğü şartları anlayarak onlar aracılığıyla tatbik etmedir ki bu, New York'daki evlilik problemlerini araştıran Amerikalı bir araştırmacının sormuş olduğu soruları Arapçaya tercüme etmek, bunları Şam'da sunmak veya buna benzer şekillerin hiç birisiyle yapmak mümkün değildir. Hakikatte Arap ülkelerindeki sosyoloji ilminin kendisinden beklenen rol ile ilgili yapýsal eksikliklerinden ayrý düþünülerek bir araþtýrma yapmak mümkün deðildir. Ýçinde barýndýrdýðý kusurlarý düzeltmek için beklenen ve oluþturulmak istenen kalkýnmanýn karþýlaþtýðý sorunlarla mücadele sosyoloji ilmi için tam bir savunma hattý oluþturmak gerekmektedir. Bu arzdan sonra Arap sosyolojisinin önünde duran bazý görevler vardýr. Onlarýn önemlilerini þöyle hatýrlayabiliriz. 1-Toplumsal yönelim: Farklý sosyolojik güçlerle toplumun sosyolojiye önem vermesi, pratikte onun etkisini artýracaktýr. 2-Arap gerçekliðinden hareket ederek ve toplumsal olgularý göz önünde bulundurarak mesken, ulaþým, iþsizlik, aile ve toplumsal ilgiler gibi günlük hayatýnda ve sorunlarýnda normal bir vatandaþý ilgilendiren problemleri ele almasý gerekmektedir. 3-Üzerinde ittifak edilmiþ bir terminoloji kurmak gerekmektedir. Özellikle Arapça terimlere sosyoloji ilmine uygun ve sosyolojinin bütün alanlarýný kapsayacak bilimsel bir dile önem vermek gerekmektedir. 4-Kapsamlý Arap kalkýnma projelerine sosyoloji kavramlarýnýn sokulmasý, özellikle de bununla ilgili konularda uzman sosyologlarýn çalýþmalara ortak edilmesi gerekmektedir. 5-Sosyoloji bölümünden mezun olanlarýn eðitim dýþýnda ve sosyal kurumlarýnda, kamuoyu yoklama müesseselerinde çalýþmasýný mümkün kýlacak sektörlerin oluþturulmasý. 6-Bu hassas alana yabancý müdahalelere engel olacak Arap bölgesinden resmi ve düzenli destek, cömert teþviklerin saðlanmasý. 78 Karabük Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi