çalışma raporu - Sosyal-İş
Transkript
çalışma raporu - Sosyal-İş
DİSK SOSYAL-İŞ SENDİKASI 10. OLAĞAN MERKEZ GENEL KURUL GÜNDEMİ 1. GÜN : 29 NİSAN 2000 SAAT 10.00 1) Yoklama ve Açılış 2) Genel Kurul Başkanlık Kurulu (Divan) Oluşturulması ve Saygı Duruşu 3) Genel Başkanın Açış Konuşması 4) Konukların Genel Kurula Sunuluşu ve Konuşmaları 5) Komisyonların Oluşturulması a) Hesap Tetkik Komisyonu b) Tahmini Bütçe Komisyonu c) Tüzük Değişikliği Komisyonu d) Genel Kurul Kararları Komisyonu 6) Genel Yönetim , Genel Denetim , Genel Disiplin Kurulu Raporlarının Görüşülmesi 7) Hesap Tetkik Komisyonu Raporunun Görüşülmesi 8) Kurulların Aklanması (İBRA) 9) Sendika Zorunlu Organlarına ve DİSK Delegeliğine Aday Olacakların Başvurularının Başlaması 10) Tüzük Değişikliği Komisyonu Raporunun Görüşülmesi 11) Tahmini Bütçe Komisyonu Raporunun Görüşülmesi 12) Genel Kurul Kararları Komisyonu Raporunun Görüşülmesi 13) Genel Yönetim Kuruluna Verilecek Yetkilerin Karara Bağlanması 14) Sendika Zorunlu Organlarına ve DİSK Delegeliğine Adaylıkların Kesinleştirilmesi II. GÜN : 30 NİSAN 2000 SAAT 10.00 15) SEÇİMLER a) Genel Yönetim Kurulunun 5 Asıl (Genel Başkan , Genel Sekreter ve 3 üye) ve 5 Yedek Üyesinin Seçimi b) Genel Denetim Kurulunun 3 Asıl ve 3 Yedek Üyesinin Seçimi c) Genel Disiplin Kurulunun 3 Asıl ve 3 Yedek Üyesinin Seçimi d) Üst Kurul Delegelerinin Seçimi 16) KAPANIŞ YER : Angora Hotel İstanbul Caddesi Soydaşlar Sokak No:16 Ulus - Ankara GENELYÖNETİM KURULU ÖZCAN KESGEÇ : GENEL BAŞKAN TAMER ATIŞ : GENEL SEKRETER METİN BAPİR : YÖNETİM KURULU ÜYESİ MÜCAHİT İZKUT : YÖNETİM KURULU ÜYESİ ALİ CANCI : YÖNETİM KURULU ÜYESİ GENEL DENETİM KURULU MUAMMER ÖZKAN : BAŞKAN ERSİN ATLI : YAZMAN ALİ ÜNAL : ÜYE GENEL DİSİPLİN KURULU AYFER KANTAŞ : BAŞKAN CEMAL TEZCAN : YAZMAN RAFET GÜNTEPE : ÜYE SUNUŞ Sendikamızın 10. olağan merkez genel kurulunu , normal süresinden yaklaşık birbuçuk yıl öne alarak yapıyoruz. Bunun iki temel nedeni var. Birincisi görece gelişen örgütlülüğümüzü , örgütümüzün yönetimine taşımak. Bunun için şube genel kurullarımızı da erkene alarak yaptık. İkincisi de hem 30 Haziran 2000 yılında yapacağımız , Konfederasyonumuz DİSK genel kurulu için ; DİSK tüzüğünden doğan zorunluluk hem de gerek sendikamız , gerekse DİSK için yeni dönemde , temsilde ve katılımda yenilenmeyi sağlamak ve savaşımımızda daha da güçlü olmak. Yeni bir binyılın eşiğindeyiz. Ülkemiz sorunları artarak büyüyor. Özellikle çalışanların sorunlarında ne yazık ki iyileştirmeler sağlayamadık. Demokratikleşme , örgütlenme , düşünce özgürlüğü , temel insan hakları gibi konularda sorunlarımız dağ gibi önümüzde yığılı. Ekonomik yapı ve bu alanda yapılmak istenilenler , geniş halk yığınlarını daha da yoksullaştırıyor. Gelir dağılımındaki korkunç eşitsizlik , yoksulluk sınırı altında yaşayanların sayısını hızla artırıyor. “Sosyal Devlet” tüm alanlarda terkedilmeye çalışılıyor. Bu alanlarda önümüzü görmemize yardımı olacağını umduğumuz bazı başat konulara ilişkin değerlendirmelere , raporun birinci bölümünde yer veriyoruz. Küreselleşme ve Emek , Küreselleşme ve 2000 Yılı Bütçesi , Sosyal Güvenlik , Demokrasi ve Medya alanlarındaki değerlendirmeler bu bölümde yer alıyor. Ayrıca Hükümetin 2000 yılı Uygulama programının , emekle yakından ilgili bazı ana başlıkları ile , IMF’ye verilen “Niyet Mektubu” nu da yayınlıyoruz. Ne yapılmak istendiğini ve ne ile nasıl mücadele edeceğimizi daha iyi kavrayabilelim diye. İkinci bölümde ise , daire çalışmalarımız ile , genel denetim ve genel disiplin kurulu raporları yer alıyor. Çalışma raporumuzu bilgi ve değerlendirmelerinize sunarken , üyelerimizden başlayıp işyeri sendika temsilcilerimizden tüm organlarda görev almış bulunan yöneticilerimize kadar bütün arkadaşlarımıza teşekkür ediyoruz. Aramızdan ayrılmış olan arkadaşlarımızı saygı ile anıyoruz. Sosyal-İş’in işkolumuzun sınıf ve kitle sendikal örgütü olma savaşımındaki sürecine , bu genel kurulumuzun da önemli katkı sağlayacağı inancı ile saygılar sunuyoruz. SOSYAL-İŞ GENEL YÖNETİM KURULU İÇİNDEKİLER Sayfa No - 8.Olağan Genel Kurul Kararları - 9. Olağan Genel Kurul Kararları - 1.BÖLÜM : BAZI BAŞAT KONULARA İLİŞKİN DEĞERLENDİRMELER - Küreselleşme ve Emek (Doç.Dr. Tülin Öngen) - Hükümetin IMF’ye Sunduğu Niyet Mektubu - Küreselleşme Sürecinde Yeni Mali Politikalar : 2000 Yılı Bütçesi (Prof.Dr.Sinan Sönmez) - 2000 Yılı Hükümet Uygulama Programı : Emekçileri Neler Bekliyor - Demokrasi ve Medya (Prof.Dr. Raşit Kaya) - Sosyal Güvenliğimiz Nereye (Özcan Kesgeç) - Ülkemizde Sendikal Örgütlenme Sorunları - 2. BÖLÜM : SENDİKAL ÇALIŞMALARIMIZ - Eşgüdüm Çalışmalarımız - Örgütlenme Çalışmalarımız - Toplu Sözleşme Çalışmalarımız - Eğitim , Basın-Yayın Çalışmalarımız - Mali Rapor - Genel Denetim Kurulu Raporu - Genel Disiplin Kurulu Raporu Sendikamız her dönem , Çalışma Raporlarına bir önceki dönem Genel Kurul Kararlarını anımsayarak başlamakta idi. Bu kez , aradan 6 yıl geçmiş olmasına karşın , gerek güncelliği koruması gerekse bu genel kurulumuzun çok yeni delegasyonuna ışık tutacağını düşündüğümüz Haziran 1994 tarihli 8. Olağan Genel Kurul Kararlarının da anımsanmasından sonra Haziran 1997 tarihli 9. Olağan Genel Kurul Kararlarını anımsatmak istiyoruz. SOSYAL-İŞ SENDİKASI 8. Olağan Genel Kurul Kararları (25 - 26 Haziran 1994) Genel Kurulumuz ; Bundan önceki bütün genel kurullarında alınmış olan kararlardan kalkarak , SOSYAL-İŞ’in kuruluşundan bugüne değin geçen 27 yılı aşkın süre içinde , ekonomik - demokratik mücadele alanındaki yerini belirleyen sendikal anlayışına , mücadeleci tutum ve geleneğine sahip çıktığını , anatüzüğünde belirtilen amaç ve ilkelerin yaşama geçirilmesi yönünden üzerine düşen görev ve sorumluluğun bilinciyle davranmış olduğunu saptar. 12 Eylül rejiminin ve sonuçlarının tümüyle tasfiye edilmesi ve bu bağlamda , 1982 anayasasının bütünüyle değiştirilip , demokratik ve özgürlükçü içerikte yeni bir Anayasanın yapılması gerek ve zorunluluğunu önemle vurgulayan ve demokrasi mücadelesinin başına alan genel kurulumuz, bu yöndeki mücadele , girişim ve çalışmalara Sosoyal-İş’in bütün gücüyle katılacağına olan kararlılığını belirtir. Öncelikleri yinelemeksizin aşağıdaki güncel konu ve hedefler için mücadele etmeyi karar altına alır. Bunların gerçekleşmesi yolunda tüm organ , birim ve üyelerini tüzüğünün öngördüğü esaslar çerçevesinde görevli kıldığını açıklar. 1 - KAMU ÇALIŞANLARININ (MEMURLARIN) SENDİKALAŞMASI ÜZERİNE Bugün ülkemizde kamu çalışanlarının -yaygın ve bilinen söyleyişle memurlarınsendikalaşması olgusu , yıllardır bilinçli olarak engellenmiş , saptırılmış ve biriktirilmiş bir sorunlar yumağı durumundadır. Saptırılan konunun başında “memur” tanımı yer almaktadır. Yalın ve basit bir anlatımla “memur” , kamu gücünü devlet adına doğrudan kullanan ile bu kullanıma doğrudan yardımcı olanların , diğer bir deyişle onlar olmazsa kamu gücünün kullanımında olanaksızlıklar ortaya çıkacağı yadsınamayacak olan çalışanların adı ve hukuksal statüsüdür. Devlet var olduğu sürece , sayısı Devletin niteliğine göre azalacak veya çoğalacak oranda “memur” da var olacak demektir. Başka Avrupa olmak üzere demokrasi ile yönetilen tüm ülkelerde ve konu ile ilgili uluslararası tüm platformlarda , “memur” denilince anlaşılan tanım ve kapsam böyledir. Ülkemizde ise bugüne kadar “memur” olarak tanımlanıp , bu hukuksal statü içine sokulan kamu çalışanlarının durumu , 1961 Anayasasına ve hatta 1982 Anayasasına bile aykırı olarak bilinen biçimde sürdürülegelmiştir. Bu anlayışın sonucu olarak , Ülkemizde idare hukukunun evrensel ilkelerine ve buna bağlı olarak gelişmiş olan uluslararası normlara da aykırı ve zıt bir “memur” tanımı oluşturulmuştur. Bu nedenle , Türkiye’de bu konuya ilişkin olarak yaşanan kaosa son vermek için öncelikle yapılması gereken iş “memur” u bu tanıma uygun kapsam içine almak olmalıdır. Memuru bu çerçevede tanımlama zorunluluğu vardır. Aksi durumda , aynı işi yapan iki insanın kamu kesiminde işçi ve memur olarak yanyana çalıştığı , aynı görevi gören insanların özel sektörde işçi statüsünde , kamuda ise memur statüsünde kabul edildikleri ve yıllarca işçi statüsünde çalışanların bir gecede memur veya bunun aksinin oluverme garabetlerinin yaşandığı hak , hukuk , adalet ve de mantık kurallarıyla bağdaşmayan bu yapı varlığını sürdürecektir. Bugün Türkiye’de işçi - memur ayırımı olarak bilinen sorun , ne fiziki ne de hukuki hiçbir ciddi ölçüte sığmayacak denli yozlaştırılmış durumdadır. Memur tanımı içinde düşünülemeyecek çalışanlara memur denilmek suretiyle , kategorinin kapsamını genişletmeyi amaçlayan uygulamanın , kamu çalışanlarını sendikasızlaştırmanın yöntemi olarak yapıldığını bilmeyen yoktur. Kol ve kafa emeği arasındaki farkın azaldığı ve giderek yok olmaya mahkum olduğu dikkate alınacak olursa , çalışanların örgütlenmesini engellemek ya da sendikal hakları farklı kullandırmak amacı ile başvurulan bu yol ve yöntemin çıkmaz bir yol olduğunu görmemek için kör olmak gerekir. Diğer bir saptırma da Avrupa Ülkelerinde memurların ayrı sendikalılaştığı ve ayrı sendika yasaları bulunduğu savıdır. Burada dikkat edilmesi ve önemle altının çizilmesi gereken nokta şudur : Memurların ayrı örgütlenmesi , yani işçilerle birlikte aynı sendikalarda örgütlenmemesi başka bir şeydir ; memurların YASA ZORU ile ayrı sendikalılaşma zorunda bırakılmaları ayrı bir şeydir. Olmaması gereken , memurların YASA ZORU ile , ayrı sendikalarda örgütlenmek zorunda bırakılmalarıdır. Böyle bir zorlama olmaksızın memurlar -ki memur tanımını yukarıda belirttiğimiz kapsamda anlamak gerekir- kendi özgür istençleri ile ayrı sendikalar oluşturuyorlarsa buna kimsenin diyeceği olamaz. Avrupa’da ülkelerin bir kısmında sendikalar yasası mevcut olmadığı gibi , çoğunda sendikalara ilişkin yasalar genel çerçevededir. Bugün Almanya’da Ülkemizde memur denilenlerin yüzde doksanı işçi sendikaları ile aynı örgütlülük içindedir. Türkiye’nin yeni onaylayıp kabul ettiği ve anayasaya göre yasa hükmünde olup , anayasaya aykırılığı dahi ileri sürülemeyecek olan 87 sayılı UÇÖ sözleşmesi ve özellikle de bu sözleşmenin 3. maddesi uyarınca , MEMURLARA YASA ZORU ile ayrı sendikalarda örgütlenmelerinin dayatılma olanağı yoktur. Öte yandan bugün yaşadığımız somut durumda kendilerine memur denilen kamu çalışanlarının sendikal işçi örgütlenmeleriyle bir ve birlikte olmaları , bu alanda verilen mücadelenin mesafe alması , ivme kazanması açısından da son derece önemlidir. Böylece , yıllardır farklı statü biçiminde bilinçli olarak sürdürülegelen yapay bölünme ortadan kalkacak , sınıfın sendikal hareketi ve mücadelesi nitelik ve nicelik yönünden güç kazanacaktır. Türkiye işçi sınıfının yarım asıra yaklaşan sendikal hareketi ; bu mücadele deneyimi ve birikimiyle , örgütlülüğüyle , kadrolarıyla ve maddi olanaklarıyla Türkiye’de kurumsallaşmış önemli bir güçtür. Bu kazanıma sahip çıkıp , katkıda bulunmak yeni ve ayrı oluşumların yapılanmasına gitmekten çok daha doğru bir yol olarak yeğlenmelidir. Bu konuda bir diğer saptırma da , memurların toplu sözleşme ve grev haklarının hiçbir ülkede işçilerle aynı olmadığının savlanmasıdır. Bunu ileri sürenler , tüm dünyada işçilerin toplu sözleşme ve grev yapma haklarını kullanırken sanki aynı yol , usul ve koşullara uydukları izlenimini özellikle yaratmaktadır. Türkiye’deki barajlar , grev yasakları , toplu sözleşme prosedürü gereğince uyulması zorunlu kurallar , bir işyerinde yalnızca bir sendikanın toplu sözleşme yapabilmesi , %49’un %51’e boğdurulması v.s. gibi çoğaltılabilecek örnekler aceba hangi ülkelerde vardır veya aynen geçerlidir. Bunları söyleyenler aslında , memurların toplu sözleşme ve grev haklarını tümden yok sayanlar ve buna bağlı imişcesine de memurların ayrı sendikalılaşması gerektiğini savunanlardır. Çalışanların toplu sözleşme hakkını yok sayan hiçbir uluslararası metin ve demokratik ülke yoktur. ILO bazı çalışanlar için özellikle de polis ve ordu mensupları için ülkelerin grev yasağı koyabileceğini kabullenmiştir ki bu çok özel bir istisnadır. Memurların toplu sözleşme yapma biçim ve yöntemlerinin kimi ülkelerde işçilerden farklı biçimde işliyor olması bu hakkı ortadan kaldırmadığı gibi , bu nedenle memurlara yasa zoru ile ayrı sendikalılaşmanın dayatılmasını gerekli ve haklı kılmaz. 87 sayılı sözleşmenin 3. maddesi ÇALIŞANLARIN -yalnız işçilerin değil- özgürce istedikleri sendikaları kurma ve üye olma haklarını güvence altına almıştır. Bir kez daha yineleyelim ki demokrasi ile yönetilen ülkelerde memur tanımı ve kapsamı kesinlikle bizdeki tanım ve kapsam değildir. Ayrıca , bugün yürürlükte bulunan 2822 sayılı Toplu-İş Sözleşmesi , Grev ve Lokavt Yasası ; 29 ve 30. maddeleri ile çok geniş bir işçiler ve çalışanlar gurubu için grev yasağı getirmiş bulunmaktadır. Grev yasağı içinde bulunan işçiler ile bulunmayan işçiler aynı sendikada örgütlü durumdadırlar. Sonuç olarak yukarıdan beri açıklanan nedenlerle GENEL KURULUMUZ ; 1- Ülkemizde “memur” tanımının kamu gücünü doğrudan kullanan ve onlara doğrudan yardımcı olanlar biçimine sokulmasını , 2- Tüm çalışanların , ister işçi ister memur olsunlar , kendi özgür istençleri ile aynı sendikalarda örgütlenmelerini , memurlara YASA zoru ile ayrı sendika zorunluluğunun dayatılamayacağını, bunun 87 sayılı ILO sözleşmesine aykırı olduğunu , 3- Öncelikli olarak ; 2821 ve 2822 sayılı yasalarda yer alan sendikal hak ve özgürlüklere ve ILO sözleşmelerine aykırı antidemokratik düzenlemelerin derhal kaldırılmasını ve ivedi olarak yine bu yasalarda yer alan “işçi” sözcüklerinin “çalışanlar” olarak değiştirilerek , tüm çalışanların aynı sendikalarda örgütlenebilmelerinin , toplu sözleşme ve grev haklarını kullanabilmelerinin yasal çerçevesine kavuşturulması zorunluluğunu saptar ve talep eder. 2- ÖZELLEŞTİRMEYE İLİŞKİN OLARAK SENDİKAMIZ SOSYAL-İŞ ; Sömürüsüz , baskısız , adil , eşitlikçi bir dünya ülküsünün sahibidir. Böyle bir dünyanın yaratılması için , bugünden , hemen , şimdi yapılması gerekenler olduğundan hareketle konumunu belirler. Ülkemiz için de tavrı böyledir. Özelleştirme girişimlerine de bu açıdan bakmakta , somut yaklaşımlarını da bu şekliyle belirlemektedir. GENEL KURULUMUZ ; kamunun , kamu iktisadi girişimlerinin tümü ile ortadan kaldırılmasını , kamunun ekonomik işletmecilikten tümü ile dışlanmasını öngören görüş ve uygulamaları içeren ÖZELLEŞTİRME’ye ideolojik olarak karşıdır. Zira bu tür özelleştirme girişim ve anlayışı özel olarak ekonomik değil , genel olarak ideolojik bir işlemdir. Öyle ki bu özelleştirmenin , serbest piyasa ile de ilgisi bulunmaz. Bir başka ifade ile ekonomide kamu varlığı , serbest piyasayı da dışlayan bir olgu değildir. Gelişen ve değişen ülke ve dünya koşullarında , kimi ekonomik alanlarda kamu işletmeciliğine gerek kalmamış olabileceği , kamunun bu alanlardan çekilmesi veya bu alanlara yatırım yapmamasının daha verimli ve rasyonel olabileceği yaklaşımı ile ; bugün ülkemizde yapılmak istenen ve yukarıda değinilen özelleştirme girişimi aynı şeyler değildir. Bu alandaki farklılığı net ve anlaşılır biçimde görmek ve göstermek bizim görevimizdir. “Sosyal Devlet” olmayı da özünde ortadan kaldırmayı amaçlayan bu ideolojik özelleştirme saldırısının bu boyutunu ; sosyal güvenliği bile özelleştirmeye yönelen anlayışı çok açık ortaya koymaktadır. Şu iyice bilinmelidir. Kamu açıkları , borçlar v.s. bugüne kadarki kötü yönetimlerin sonucu oluşmamış olsalar dahi , bunların giderilmesinin yolu , satma değil , vergi gelirlerini artırmaktadır. Vergilendirmeyi yaptırmayanlar , vergilendirmayi yapma durumunda bulunanların dayandığı toplum güçleridir. İşte bu da ülkemizde özelleştirmenin ideolojik boyutunu ortaya koymaktadır. Bugünkü Avrupa Birliğinin kuruluş sözleşmesi olan Roma Antlaşmasının 222. maddesi “Topluluk üyelerinin mülkiyet yapısı kendi bilecekleri bir iştir. Avrupa Topluluğu , üyelerindeki mülkiyet yapısına karışmaz.” demektedir. Bu , Dünya Bankasının “Türkiye Avrupa Topluluğuna girmek istiyorsa öncelikle KİT’leri tasfiye ekmek zorundadır.” sözlerinin gerçeği yansıtmadığının kanıtıdır. Özelleştirmenin bir diğer yüzü de demokrasiden uzaklaşmadır. Arjantin ve Meksika’yı örnek verenler de bunu bilmektedirler. Bunların ışığında GENEL KURULUMUZ ; özelleştirme girişimlerine , yukarıda değinilen ideolojik boyutu hep göz önünde bulundurularak , tek tek işletmeleri bu yapısallık içinde değerlendirip tavır almayı ve çözüm üretmeyi olması gereken tutum ve davranış olarak saptar ve kamuoyuna açıklar. 3- İŞSİZLER , EMEKLİLER , KADIN VE GENÇ İŞÇİLER İLE GÖÇMEN İŞÇİLER ÜZERİNE Ülkemizde bugün geçerli bulunan yasalar , emekli olan veya işsiz kalan sendikalı işçilerin , emekli oldukları ve işsiz kaldıkları durumlarda sendikalılıklarını sona erdirmektedir 2821 sayılı yasanın 25. maddesinin son fıkrası emekli olan işçinin sendikadaki görevini bile sona erdirmektedir. Hemen her şeyde , Avrupa’dan örnekler vererek söze başlayan kimi çevreler böylesi bir durumun Avrupa’da olmadığını bilmektedirler. GENEL KURULUMUZ ; Öncelikle emekli olan işçilerin ve işsiz kalanların sendika üyeliğinin devamını engelleyen düzenlemelerin kaldırılması için mücadele edilmesi gerektiğine işaret eder. Diğer yandan da işsizlerin ve emeklilerin özgün örgütlenmeleri ve örgütleriyle dayanışma içinde olmayı görevi sayar. GENEL KURULUMUZ ; Kadın işçilerin sendikal etkinliklere daha yoğun biçimde katılmalarının önemine dikkat çekerek, buna olanak sağlanması ve özendirilmesi yönünden , başta Genel Yönetim Kurulu olmak üzere SOSYAL-İŞ’in tüm organ , birim ve üyelerini görevli saydığını belirtir. 4- SENDİKAL BİRLİK ÜZERİNE - SENDİKAMIZ SOSYAL - İŞ ; işçi sınıfı ve emekçilerin her alandaki örgütlülüklerinin bölünmezliğini savunur. Bu alandaki ayrımcılığı ilericilik değil, gericilik olarak sayar. - SOSYAL-İŞ aynı anlayışla, çalışanların sendikal hareketteki bölünmüşlüğünü ortadan kaldırmayı görev bilir. İşkolundaki, ülkede ve dünyada, sendikaların tek örgütlülüğe ulaşmalarını diğer bir deyişle her işkolunda tek sendika, ülke düzeyinde tek konfederasyonda ve uluslararası düzeyde tek bir üst örgütte birliğin sağlanması gerekliliğini kendisi için amaç edinmiştir. Bunun için de, sendikal birliği sendikal hareketin evrensel gereklerini yerine getirme ve demokrasi dışında, hiçbir ön koşula bağlamaz. Tüm bunların ışığında GENEL KURULUMUZ ; - Birliğin, salt yönetimlerin pazarlığı ile gerçekleşemeyeceğini saptar. - Çalışanların sendika kurma ve sendika seçme özgürlükleri önündeki tüm engeller, antidemokratik yasal düzenlemeler kaldırılıp, çalışanların özgür istençleri ile tek örgütlülüğü sağlamaları yolu birliği oluşturacak yoldur. Bu nedenle SOSYAL-İŞ’ in bu yöndeki mücadelesinin, birlik için de mücadele anlamına geldiğine bir kez daha dikkatleri çeker. - Bu uğurda mücadele etmeyenlerin , güç ve işbirliğinden kaçınanların , ne kadar birlik sözü ederlerse etsinler , birlikten yana olmadıklarını anlatmaya ve ısrarla birliği savunmaya kararlılığını bir kez daha belirler. Genel Kurulumuz ; - Yasa zoru ile “tekliği” birlik olarak görmediğini yineleyerek açıklar. 5 - SENDİKAL BAĞIMSIZLIK ÜZERİNE Sendikalar ile siyasal partilerin , organik ilişki içinde bulunmaları dahil , ilişkilerin önündeki tüm kısıtlama ve yasakların kaldırılmasını savunan Genel Kurulumuz ; Ülkemizin ve sendikal hareketimizin bugünkü verili durumunda , sendikaların , devlet , hükümet ve sermaye sınıfı örgütleri karşısında vazgeçilemez olan örgütsel ve ideolojik bağımsızlığını , siyasal partiler karşısında da özenle korumayı , gerektiğinde emek-sermaye cepheleşmesinde emekten yana atılan adımlara destek vermeyi temel amaç ve ilke saydığını bir kez daha vurgular. 6- ILO (UÇO) SÖZLEŞMELERİ Uluslararası Çalışma Örgütü (ILO) nun çalışma yaşamına ilişkin konularda uyulması gerekli ASGARİ norm ve ölçüleri saptamış olduğuna dikkat çeken Genel Kurulumuz , bu çerçevede bile olsa ve çok geciktirilmiş olmasına karşın TBMM’nce onaylanan ILO sözleşmelerinin , iç hukuk kuralları olarak bir an önce uygulanması gerektiğine işaret eder. İç mevzuatın bu kurallara uyarlanması için , ayrıca yeni yasa düzenlemelerinin mutlak yapılması gerektiğini ileri sürerek onaylayan ILO sözleşmelerinin yürürlüğe konulmayıp , yıllarca bekletilmesi sonucuna varan tutum ve yaklaşımları kabul edilemez olarak niteler ve bir yandan ; sendikal hak ve özgürlükleri ve bütünüyle çalışma yaşamını , asgari ILO ölçülerine kavuşturmak yönünde mücadele ederken , öte yandan , Meclisce onaylanmış ILO sözleşmelerinin hemen yaşama geçirilmesi için ulusal ve uluslararası platformlarda her türlü çalışma ve girişimi yapmaya Genel Yönetim Kurulunu görevli kılar. 7- DEMOKRASİ VE DEMOKRATİKLEŞME ÜZERİNE Demokrasi tüm kurum ve kurallarıyla toplum yaşamında geçerlik kazanması ve demokratikleşme yönünde verilen mücadelenin güncelliğini koruduğunu ve daha da yakıcı önemde bir sorun olarak aşılması gerektiğini saptayan Genel Kurulumuz ; yaşadığımız dünyada düşünceyi suç sayan anlayış ve davranışları çağdışı olarak nitelediğini , görüş ve düşüncelerini açıklamaktan ya da yayınlamaktan dolayı kişinin kovuşturmaya uğramasını ve hapse mahkum edilmesini bir insanlık ayıbı saydığını , açıkça belirtir. Bu ayıbı paylaşmak istemeyen tüm demokratik kişi ve kuruluşları , bu tür çağdışı uygulamalara son verilmesi için birlikte etkin mücadele vermeye çağırır , içinde bulunduğumuz ve yaşadığımız koşullarda “herkese demokrasi , hemen şimdi demokrasi” şiarının daha da bir anlam ve önem taşıdığına dikkat çeken SOSYAL-İŞ 8. Olağan Genel Kurulu ; düşünce özgürlüğünün , düşünceyi açıklama ve örgütlenme özgürlüğü ile somutlanacağını , bu içerikten yoksun bir düşüncenin özgür sayılamayacağı yönündeki görüşünü yineleyerek teyid eder. Özellikle düşünce suçları için hemen bir genel af çıkarılması zorunluluğunu belirterek çağrıda bulunur. 8- LAİKLİK ÜZERİNE Laikliğin en temel ögesinin , ülke yönetiminin dinsel kurallara dayandırılamayacağı , egemenliğin tüm kaynağının halkın özgür istencinde olduğunu bir kez daha vurgulayan Genel Kurulumuz ; - Devletin dinde taraf olmaması gerektiğini , - Dinsel Kurumların Devlet Kurumları olmaktan çıkartılmasını , - Laik Devletin hiçbir din için ve hiçbir din adına din adamı yetiştiremeyeceği kuralından hareketle İmam-Hatip Liselerinin genel eğitim ve öğretim kurumları haline dönüştürülmesi gerektiğini ; Şeriatçı akımların , siyasal dini örgütlenmelerin tırmanmasına olanak sağlayan , destek veren 12 Eylül yasalarının bu bağlamda da ortadan kaldırılması gerektiğini belirler. SOSYAL-İŞ SENDİKASI 9. Olağan Genel Kurul Kararları (28 - 29 Haziran 1997) Sosyal-İş Sendikası 9. Olağan Genel Kurulu ; 1) 8. Olağan Genel Kurulunca alınmış bulunan kararların tümünün , bugün ülkemiz gündeminde , uğrunda savaşım verilmesi gereken konular olma durumunu hala korumakta olmasını , üzüntü ile saptayarak ; sendikamızın tüm üye ve organlarını bu alandaki savaşımı sürdürmekle , 2) Emeği en yüce değer sayan , insanı yaşamın ve yaşamın her alanının olduğu gibi ekonominin de merkezi gören , baskısız ve sömürüsüz bir dünyanın oluşmasını amaç edinen , barışı geri dönülemez biçimde kurup yetiştirme idealini temel alan , her türlü ayrımcılığı reddeden , ırk , cins , inanç ve düşünce farklılıklarına göre insanı farklı muameleye tabi kılma anlayışını yok etmeyi esas alan , insanın çevresiyle ve kendisi ile uyum içinde yaşamasını savunan ve bu en genel çizgileriyle “SOL” olan dünya görüşü , bir emek örgütü olarak sendikamızın yıllardır savunageldiği anlayıştır. Bir sendika için esasen aksi de düşünülemez. Sol , birlikle kazanır. Dağınık oldukça kaybeder. Bu tarihsel sürecin doğruladığı bir saptamadır. İşte bu gerçekliğin , toplumumuzda somutlanması için , sendika olmanın görev ve sınırları içinde ve bunun bilinciyle birlik için güçbirliğinin oluşması için her alanda mücadele edilmesinde sendika organlarını , görevli kılar. 1. BÖLÜM BAZI BAŞAT KONULARA İLİŞKİN DEĞERLENDİRMELER KÜRESELLEŞME VE EMEK Doç.Dr. Tülin ÖNGEN * 1. Küreselleşme Gerçeği ? Küreselleşme , çoğu kimsenin söyleminde yeni bir dünyanın kuruluşunu simgeleyen ve bu bağlamda geçmişten köklü bir kopuşu niteleyen sihirli bir sözcüktür. Küreselleşen dünyadan söz edildiğinde , genellikle , mevcut toplumsal , ekonomik ve siyasal yapıları köklü bir değişim süreci içinde olan , ortak çıkarlar ve ortak amaçlar etrafında giderek daha fazla bütünleşen bir uluslararası düzen kastedilir. Bu yeni düzen , onlara göre , kapitalizmi aşmış , dolayısıyla sınıflı toplumları ve sınıfsal çatışmaya dayanan siyasal mücadeleleri ebediyen geride bırakmış yeni bir çağın habercisidir. Bu savı desteklemek üzere post kapitalist ve post endüstriyel toplumlardan , post modern dönemden , bilgi çağından , post Fordist rejimlerden söz ederler. Bununla da yetinmeyip , 1950'lerde ortaya atılan , ancak dönemin gerçekliği içinde yeterli bir meşruiyet zemini bulamayan “ideolojilerin sonu” tezini yeniden ısıtıp , “tarihin sonu” nu bile ilan etmeye kalkışırlar. Burada , çoğu kez , bilimsel teknik devrimin sonuçları ve yarattığı olanaklar fetişleştirilerek , neredeyse bilimkurgu öykülerini andıran sanal bir dünya yaratılır. Bu sanal dünyanın göstergeleri gerçeklerin yerine ikame edilmek suretiyle ütopik , fantastik bir dünya resmedilir. Oysa , bu fantastik dünyasının perdesi aralanıp da reel dünyaya bir göz atıldığında , küreselleşme mitinin arkasında gizlenen gerçekler tüm çıplaklığı ile gözler önüne serilir. Bu gerçekler , küreselleşmenin , kapitalist sistemin uluslararası ölçekte yeniden yapılanmasından başka bir şey olmadığını , yani , coğrafi , askeri , siyasi ve ekonomik açıdan kapitalizmin bir dünya sistemi olmaya yöneldiğini açıkça gösterir. Bölgesel savaşlardan iç savaşlara kadar hemen her yerde boy gösteren çatışmalar ve sürekli değişen bir coğrafya , uluslararası ilişkileri ve güç dengelerini süper güçlerin çıkarları ve istekleri yönünde biçimlendirmeye çalışan askeri ve siyasi müdahaleler ile bu doğrultuda oluşturulan yeni ittifaklar , yeni bölünmeler ya da dünya ekonomisi ile ulusal ekonomilerde gündeme gelen yeni düzenlemeler , tamamen küresel ölçekteki böyle bir yeniden yapılanmanın ayaklarını oluşturur. Bunların yanısıra zaman zaman gündeme gelen yeni siyasal ve ekonomik örgütlenmeler , ulus devlet yapısında gerçekleştirilmeye çalışılan değişiklikler , gelişmeye ve ilerlemeye ilişkin yeni modeller , dolayısıyla eski paradigmalardan ciddi kopuşlar , var olan ideolojik ve politik düşünceler ile kurumlara yönelik radikal eleştiriler , toplumsal ilişkilerde ve yapılarda yeni anlayışlar , hatta moral , estetik ve sanatsal değerlerde bile gözlenen çözülmeler ve yeni arayışlar , hep bu sürecin birer parçası niteliğindedir. Oysa , bu olguların hiçbiri kapitalizmin aşıldığı ve yeni toplumsal formasyonların söz konusu olduğu anlamına gelmez. Çünkü , bunların hiçbiri ne yenidir ne de böylesine köklü bir dönüşüm iddiasını kanıtlayacak denli önemlidir. Her şeyden önce , kapitalizm , tüm tarihi boyunca her zaman son derece dinamik bir karaktere sahip olmuş , sürekli bir değişim içinde yeniden ve yeniden yapılanarak bugünlere kadar gelmiş bir sistemdir. Ayrıca , ister gelişmiş ülkeler , ister çevre ülkeler söz konusu olsun , bu değişikliklerin yığınlar açısından olumlu sonuçlar doğurduğu da söylenemez. Gündeme gelen değişiklikler , kapitalist üretim sisteminin ve toplumsal formasyonların yeniden yapılanmasıyla ilgilidir. Kapitalist sistem , yeni bir yola girmiştir ve bu yolu tüm toplumlara tek yol olarak dayatmaktadır. Çünkü , sermayenin hareket yasaları , mevcut ekonomik , toplumsal, siyasal yapıların ve ilişkilerin yeni sermaye birikim rejiminin , yeni sömürü tarzlarının gerekleri doğrultusunda değişmesini ve yeniden biçimlenmesini talep etmektedir. Bilindiği gibi 19. yüzyıla damgasını vuran ve daha çok gelişmemiş bölgelerin doğal kaynaklarının yağmasına dayanan klasik emperyalizm (eski sömürgecilik) daha sonra yerini özellikle 20. yüzyılın ikinci yarısına damgasını vuran yeni emperyalizme bırakmıştı. Bu yeni sömürgecilik rejimi , dünyanın geri kalmış bölgelerini Batılı emperyalistlerin birer pazarı haline getiren , çoğunlukla Soğuk Savaş dengelerine , Keynesci politikalara , sosyal devlet uygulamalarına , ulusal kalkınmacı büyüme stratejilerine dayanan tekelci rekabeti esas alıyordu. Şimdi ise bunun yerini emperyalistler arası rekabetin yeni biçimleri ve yeni bir uluslararası işbölümü yapısı almaktadır. İşte , küreselleşme , kapitalizmin tarihsel serüveninde yeni bir durağı temsil etmekte , dolayısıyla emperyelizmin yeni bir aşamasını nitelemektedir. Sömürgeceliğin bu yeni versiyonu, artık daha önceki sömürü modellerinde olduğu gibi ucuz hammadde ihracı , geri kalmış ülkeleri pazar paline getirme veya oralara sermaye ihraç ederek ve ucuz işgücünü kullanarak sömürüyü çoğaltma gibi yöntemlere dayanmak yerine daha çok teknolojik üstünlüğün yarattığı ürün ve işgücü farklılaşmasını veri alan yeni bir işbölümü yapısını ve bunun gerektirdiği bağımlılık biçimlerini öngörüyor. Buna göre , teknoloji , bilim ve hizmet üretimi ile bunu gerçekleştiren nitelikli işgücü (bilgi işçisi ) gelişmiş ülkelerde , buna karşılık niteliksiz ve ucuz işgücü ile buna dayanan meta üretimi gelişmemiş ülkelerde yoğunlaşacaktır. Böyle bir eşitsiz ve bileşik gelişme dinamikleri üzerinde yükselen küreselleşme olgusu , “karşılıklı bağımlılık” veya daha teknik ve nötr bir deyişle “mukayeseli üstünlükler yasası” gereğince ekonomik işbirliği gibi şık etiketlerle sunulmakla birlikte , gerçekte gelişmemiş çevre ülkelerini merkez ülkelerin ‘köyleri’ , emekçilerini ise ‘ırgatları’ haline getirmeyi hedefleyen bir program dayatır. O halde , küreselleşmeyi , hem ülkeler arasındaki hem de sınıflar arasındaki sömürünün ve bağımlılığın sürmesi , yeniden üretilmesi ve meşrulaştırılması işlevini görecek politikalar ve ilişkiler setini , gösterişli bir paket içinde sunan küresel bir proje olarak değerlendirmek daha doğru olacaktır. Küreselleşme olgusunun gerisindeki dinamiklere ve bunun yarattığı sonuçlarına baktığımızda , bu gerçeği görmek hiç te zor olmaz. Uluslararası kapitalizmin 1970’lerden başlayan ve giderek derinleşen krizi , artık , Soğuk Savaş' ın uluslararası düzenini , yığın üretimine ve tüketimine dayanan pazar koşullarını (Fordizm), bunun için zorunlu olan devlet müdahalesini (Refah Devleti) , başka bir deyişle devletin düzenleyici rolünü ve bunun sonucu olan kamusal harcama politikalarını , istihdam biçimlerini , sosyal ücret normlarını ve kolektif pazarlık düzeneklerini , kısaca sınıfsal çıkarlara ve taleplere dayanan toplumsal , ekonomik ve siyasal örgütlenmeleri (“örgütlü kapitalizm”) , temsil biçimlerini ve mücadele araçlarını (Temsili Demokrasi) kaldıracak güçte değildir. Daha önemlisi , birikim krizi tüm bu kurumların ve mekanizmaların tamamen tasfiyesini gerektirir. Çünkü , bunlar kapitalist birikimin ve sermayenin uluslararası dolaşımının önünde ciddi birer engel oluşturur. Ayrıca , Sovyet Bloku’nun çökmesi , dolayısıyla daha önce kurulmuş olan dengelerin altüst olmasıyla , uluslararası sermayenin önü hem ekonomik , hem de politik ve ideolojik açıdan açılmış bulunuyor. Uluslararası tekelci sermaye , artık yeni birikim ve pazar alanlarına daha kolay ulaşmayı arzuluyor ve bunun için de herhangi bir örgütlü güçle ve toplumsal muhalefetle karşılaşmayı istemiyor. Uluslararası sermayenin bu projesinin adı YDD ve bunun ideolojisi de yeni liberalizmdir. Küreselleşme , doğrusunu söylemek gerekirse , böyle bir projeden ve onun ideolojik ifadesi olan yeni muhafazakarlıktan başka bir şey değildir. Daha açık söylemek gerekirse , küreselleşme , uluslararası sermayenin sınıf çıkarlarını gerçekleştirmeyi ve güvence altına almayı amaçlayan bir dünya düzeninin ve bu doğrultuda küresel hegemonya arayışının biricik meşru ifadesidir. Eğer küreselleşmenin bu niteliği , yani sınıfsal özü görülmezse , ne emekçilerin bu oyundaki yeri ve ödeyeceği bedel anlaşılır , ne de bunun karşısında takınılacak tavır doğru bir biçimde tasarlanabilir. 2. Küreselleşen Dünyada Emeğin Durumu ? YDD , birikim krizini aşmak için , tüm kapitalist dünyaya yeni sermaye birikim stratejilerini yaşama geçirecek ve sosyal üretim ilişkilerini bu rejimle uyumlu hale getirecek yeni ekonomik , sosyal , siyasal düzenleyicisi kurumlar dayatır. Bunlar , uluslararası sermayenin stratejik organları olan Dünya Bankası ve Uluslararası Para Fonu’nun programlarında (Yapısal Uyum Programları) ve paketlerinde (İstikrar Paketleri) açıkça tarif edilir. Bunlarda , yeni birikim süreçlerinin öngördüğü üretim organizasyonlarına , çalışma ilişkilerine , istihdam biçimlerine ve emek pazarı koşullarına göre ekonomik ve sosyal yaşamın nasıl düzenleneceği gösterilir. Esneklik politikaları , özelleştirme operasyonları , yerelleştirme stratejileri , sendikasızlaştırma , yönetişim , uluslararası tahkim , tamamen yeni düzenleme tarzlarının enstrümanlarıdır. Böylece , ‘sermaye mantığı’nın eksiksiz yaşama geçmesi , dolayısıyla emek üzerindeki sermaye kontrolünün güçlenmesi beklenir. Örneğin , hükümetin IMF’ye sunduğu ve tam puan aldığı son niyet mektubunda bu projeye dahil olmanın kritik halkaları tüm fütursuzluğu ile yer alır. Bu mektupla taahhüt edilen maliye politikası , bütçe programı , gelirler politikası , para politikası , tarım politikası ve yapısal reformlar sepetine bakıldığında , enflasyonla mücadele adına öngörülen tüm önlemlerin , sermayenin borç ve faiz yükünden kurtarılması ve kredi olanaklarının artırılması , buna koşut olarak kamu kesiminin daraltılması , yani özelleştirmelere hız verilmesi ve kamudan özele kaynak aktarımının tüm kanallarının açılması , sosyal harcamaların en aza indirilmesi , dolayısıyla toplumsal tasarruf adına kitlelerin yaşam standartlarının düşürülmesi ve her türlü yasal veya sosyal güvenceden yoksun bırakılması amacına yönelik oldukları açıkça görülür. Küreselleşen dünyayla bütünleşmenin emekçi sınıflar açısından en önemli sonucu , her türlü sosyal güvenceden ve hak arama olanağından yoksun bırakılmalarıdır. Dünya pazarıyla bütünleşme , tümüyle pazar koşullarına tabi bir ekonomik yaşam , dolayısıyla hizmetler ve emekgücünün tamamı dahil tüm ekonomik ve sosyal üretim alanlarının ticarileşmesini öngörür. Bunun için eğitim , sağlık , sosyal güvenlik gibi ‘insanın yeniden üretimini’ sağlayan ve sosyal devlet şemsiyesi altında büyük ölçüde kamusal harcamalar eliyle yerine getirilen tüm alanlar ticarileşmekle kalmayacak , istihdam ve emek pazarı koşulları , savunma ve maliye dahil ulusal ekonomi politikaları , hatta siyasal ve ideolojik yeniden üretim , hukuk ve benzeri düzenleyici kurumlar ile toplumsal ilişkiler de uluslararası sermayenin karlılık gereklerine göre yeniden belirlenecektir. Çünkü , kapitalist ekonominin yasaları , pazarda ‘metasızlaştırma’ ya neden olan ve ‘yeniden proleterleştirme sürecinin’ önünü tıkayan tüm dinamiklerin ortadan kalkmasını gerektirir. Bunun için sözü edilen alanlarda kamu sektörünü tasfiye etmek ve bu sektörleri hızla ticarileştirmek (özelleştirme) , planlı ekonomi önceliklerinden vazgeçmek ve yatırım gereklerini tamamen pazar rasyonalitesine tabi kılmak (liberalizasyon) , uluslararası sermayenin küresel akışına sınır getiren tüm yasal ve siyasal kısıtlamaları ve korumacı politikaları terketmek (tahkim) , daha önemlisi de emek üzerinde daha güçlü bir kontrol kurmak amacıyla üretim , emek pazarı ve endüstriyel rejimde yeni düzenlemeler gerçekleştirmek (esneklik , taşeronlaştırma , işsizleştirme , sendikasızlaştırma ve mikro korporatizm) şarttır. Yapılan da tamı tamına bundan ibarettir. Örneğin esnekleştirme , emeği yalnızca pazarda ve işyerinde örgütlü sınıf bağlarından ve sosyal güvenlik şemsiyesinin güvencesinden yoksun bırakmakla kalmıyor , aynı zamanda çalışanları , patronların insafına ya da ataerkil , patriyarkal bağların (aile veya cemaat bağları) , hatta çoğu kez mafyötik ilişkilerin eline terkediyor. Bu olgu , sınıfsal aidiyetin ve bilincin yerine kişiselleşmiş ilişkilerin ve kimlik politikalarının öne geçmesinde etkili olduğu için ayrıca önemlidir. Böyle bir gelişme , özellikle Türkiye gibi paternalistik üretim biçimlerinin ve iş geleneklerinin yaygın olduğu ülkelerde sınıf hareketleri açısından özel bir önem taşır. Tüm bu gelişmeler , küreselleşmenin , uluslararası tekelci sermayenin yeni sınıf politikalarının bir gereği olduğunu açıkça gösterir. Çünkü , sermaye çıkarlarını temsil eden politikalar , küreselleşme adı altında , işçi sınıfının kazanılmış haklarını gasbetmeyi hedefleyen ve çalışanları örgütsüzleştirerek , atomlaştırarak , depolitize ederek tamamen sermayenin boyunduruğu altına alacak olan yeni endüstriyel düzenlemeler getirmektedir. 3. Küreselleşmeye Karşı Sınıf Tavrı ? Kapitalizmin içinde bulunduğumuz bu evresi , ne yazık ki , ne kadar aksi öne sürülürse sürülsün, emekçi sınıflara acımasız ve vahşi bir dünyadan başka bir şey vaadetmiyor. Ancak , bu demek değildir ki , bağımlı sınıfların bu dünyayı kabullenmekten başka yapacak bir şeyi yoktur. Emek her şeye rağmen alternatifsiz değildir. İşçi sınıfının bilimi , sınıflar mücadelesinin bugüne kadarki kazanımları ve insanlık tarihine malolan zaferleri hala bir kutup yıldızı gibi yerli yerinde durmakta ve insan iradesine yön vermektedir. Sosyalizmin , ne kadar yadsınmaya çalışılırsa çalışılsın , kapitalizmin alternatifi olduğu gerçeği tarihsel olarak insan belleğindeki yerini almış bulunmaktadır. İşte , emeğin tarihsel serüveni içinde küreselleşen kapitalizm yalnızca bir uğraktır ; sınıf mücadelelerinin tarihi içinde zorunlu bir duraktır. Çünkü , sermayenin küreselleşme doğrultusundaki hareketi kapitalizmin hareket yasalarının doğal bir sonucudur. Küreselleşme , baştan beri sermayenin doğasında bulunan , onun varlığının en önemli unsurunu oluşturan bir özelliktir. Sermayenin , dolayısıyla kapitalist üretimin olmazsa olmaz iki koşulu vardır. Bunlar , artı değeri çoğaltmak , yani emekgücünü olabildiğince sömürmek ve ürettiklerini satabilecek yeni pazarlar yaratmaktır. Bundan ötürüdür ki sermayenin küresel hareketi yeni bir olgu değildir. İkincisi , işçi sınıfının tarihsel mücadelesi başlangıcından itibaren emek ile sermaye arasındaki eşitsiz gelişmenin elverişsiz koşulları içinde gerçekleşmiş ve kazanımları buna rağmen gerçekleşmiştir. Bundan sonra da başka türlü olması olası değildir. Tüm sınıflı toplumlar gibi kapitalizm de , kendini ne kadar makyajlarsa makyajlasın , her zaman vahşi bir düzen olmuştur; daha az veya daha fazla vahşi olması , işçi sınıfının devrimci kapasitesini gerçekleştirme olanakları açısından önem taşımakla birlikte , emeğin daha az sömürüldüğünü veya tarihsel rolünden vazgeçtiğini kanıtlamaz. 20. yüzyılın işçi sınıfı , görünürde , zincirlerinden başka kaybedecek şeyleri olan bir sınıftır ; ancak doğrusunu söylemek gerekirse emekgücünden başka sahip olduğu bir şey de olmamıştır. Sahip oldukları kendi alınterinin karşılığıdır ve daha fazlasına sahip olacağının ya da elde ettiklerini sonsuza kadar koruyacağının herhangi bir garantisi de yoktur. Dahası , enerjisini, gücünü , yaratıcılığını kendi mutluluğu yerine kendini sömürenleri zenginleştirmek için harcamamış mıdır? İşçi sınıfı , sergilediği tüm edilgenlik ve boyun eğmişlik görüntüsüne rağmen her zamankinden daha az güçlü değildir. Buna karşılık küreselleşen sermaye egemenliği , bugün her zamankinden daha kırılgan bir zemindedir. Her şeyden önce emperyalistler arası çekişmeler, bu konudaki yaygın kanaatin tersine , varlığını tüm ciddiyetiyle korumaktadır. Öyle ki , alttan alta süren acımasız rekabetin yarattığı yeniden paylaşım dürtüsü YDD’nin temellerinde ciddi çatlaklara yol açabilecek niteliktedir. Ayrıca uluslararası sermaye , gerek sınıf içi gerilimleri çözme kapasitesi , gerekse bağımlı sınıflara verebileceği ödünler açısından bugün mevcut sınırlarının sonuna gelmiş durumdadır. Bu açıdan son derece istikrarsız bir yapıya sahiptir. Sermayenin , dünyanın hemen her yerinde üretimden uzaklaştığı , giderek daha fazla , paradan para kazanmayı hedefleyen spekülatif hareketlere yöneldiği bilinen bir gerçektir. Öyle ki mali sermaye her geçen gün biraz daha fazla parasal şişkinliğin kıskacına girmekte ve küresel ölçekte büyük bir çöküşün tehdidi altında bulunmaktadır. Ayrıca , sermayenin üretimden ve yatırımdan uzaklaşması , işsizlik ve yoksulluğu her geçen gün biraz daha artırıyor. Gelişmiş ülkelerde bile işsizlik oranları hızla yükseliyor. Kriz yalnızca çalışan sınıfları vurmakla kalmıyor , toplumsal piramidin en altındakilerini insafsızca eziyor ve onları her geçen gün biraz daha fazla sefalete sürüklüyor. Bu koşullar , Risk Toplumu adıyla kamufle edilmeye çalışılsa da , işsizlerin , yoksulların ve çocuk , genç , yaşlı , sakat gibi toplumsal olarak dezavantajlı konumda olanların çaresizliğini artırıyor. Daha kötüsü , bu çaresizliğin yarattığı öfke ve reaksiyonlarla nasıl baş edileceği bilinmiyor. Öte yandan bağımlı sınıflar , bir yandan işsizlik tehdidi , öte yandan esneklik politikaları aracılığıyla kendi içinde parçalanmayı sürdürüyor. Ayrıca , çalışanlar , gerek sınıf içi kutuplaşmanın yarattığı dinamikler , gerek uzlaşmacı sendikal politikaların etkisi ile daha geri konumlara itiliyor. Ancak yine de sınıf hareketleri yükseliyor ve toplumsal hoşnutsuzluk giderek daha geniş kesimlere yayılıyor. Ayrıcalıklı sınıf dilimlerinin önemli bir bölümü bile uzun dönemde kaybedeceklerini açıkça görüyor. Azgelişmiş ülkelerin sorunları daha da çözümsüz gözüküyor. Bir kere çevre ülkelerdeki egemen sınıflar , merkez ülke burjuvazileri gibi gerektiğinde ödün vererek veya uzlaşarak esneklik gösterme veya ayrıcalıklı dilimleri uzun süre yedeğinde tutma olanağına da sahip bulunmuyor. Onların seçenekleri , işsizlik kozunu kullanmakla ya da sınıf dışı bölünmelerin yarattığı çelişkileri körüklemekle sınırlı kalıyor. Oysa , bu kozlar çoğu kez geri tepme tehlikesini içinde barındırıyor. Merkez ülke olsun , çevre ülke olsun her ikisinde de egemen sınıflar , demokrasi çerçevesinde , gerek örgütlü işgücüne dayanan sınıf hareketlerinin yükselişini , gerek düzensiz emeğin reaksiyoner yönelimlerini kontrol altında tutabilecek herhangi bir stratejiye , geçerli bir plana sahip gözükmüyor. Geriye demokrasiden fedakarlık etmek kalıyor ki , gelişmiş ülkelerde bile bu yönelimin işaretleri zaman zaman kendini gösteriyor. Gerçekten , yeni birikim tarzının ve onun öngördüğü emek rejiminin , siyasal demokrasinin kurumlarıyla ve normlarıyla birarada bulunması son derece güç gözüküyor. Temsili demokrasinin krizine yol açan etmenlerin bir bölümü böyle bir güçlükten kaynaklanıyor. Dahası , bu istikrarsızlık yalnızca ekonomik alanla sınırlı kalmıyor ; aynı zamanda siyasal alana da yansıyor. Emperyalist politikaların ezilen ulusları ve yığınları kontrol altında tutabilmek için kışkırttığı toplumsal bölünmeler ve kimlik çatışmaları , üretilen yeni doktrinler ve stratejiler (uygarlıklar Çatışması , Düşük Yoğunluklu Çatışma , Yeşil Kuşak Projesi gibi) eliyle bir süre kapitalizmin temel çelişkilerini bastırsa da , sermaye egemenliğine dönük başka tehditleri gündeme getiriyor. Öyle ki , bunlar , ekonomik istikrarsızlık ortamında bir de siyasal istikrarsızlığa yol açıyor ve siyasal iktidarların bunlarla başetmedeki beceriksizliğini de yedeğine alarak pek çok ülke burjuvazisini derin bir hegemonya krizi ile baş başa bırakıyor. Bugün hemen hemen dünyanın her yerinde egemen güçlerin kendi toplumlarına olsun , insanlığın geleceğine ilişkin olsun olumlu bir şey vaad edecek durumda olmadıkları kimsenin meçhulu değil. İşçi sınıfı , nesnel olarak pek çok olumsuz koşulla karşı karşıya bulunsa da , kazandığı mevziler bir bir işgal edilmiş olsa da , hatta ehlileştirilmiş , toplumsal belleği , sınıf bilinci , gelenekleri , tarihsel referansları açısından büyük ölçüde yabancılaştırılmış olsa da , tümüyle çaresiz ve alternatifsiz bir durumda değildir. Bir kere , üretimin ve sermayenin uluslararasılaşması , küresel ölçekte bir birleşik emek süreci yaratmış bulunmaktadır. Her ne kadar emek , uluslararası bütünleşmeden uzak bulunsa da , nesnel olarak , uluslararası dayanışma olanağından tümüyle yoksun değildir. Bugün herhangi bir ürünün tek bir ülkeyle sınırlı kalmayacak kadar uluslararası bir üretim ve emek süreci içinde gerçekleşiyor olması , üretimden tüketim aşamasına kadar tüm alanlarda olası bir sınıf dayanışmasına pekala kapı açacak niteliktedir. Bunu kanıtlayan örneklerin (Toys R Us’a karşı yürütülen boykot) gösterdiği gibi böyle bir kolektif tavır pekala etkili olabilmektedir. Kuşkusuz , bu tür fırsatların kullanılması pek çok koşulun varlığına bağlıdır. Her şeyden önce , eldeki araçlardan ve kurumlardan daha fazla yararlanmanın koşulları yaratılmalıdır. Bunun için, sınıf içi bölünmeler ve onun yarattığı yapay çelişkiler aşılmalı , ortak çıkarlar ve değerler ekseninde örgütlenme , dayanışma ve mücadele yolları aranmalıdır. Çalışan sınıfların çıkarlarının ve politika üretiminin devletten yardım umarak , ona sırtını yaslayarak gerçekleşmeyeceği kesindir. Bu yolu gösterenlere , vesayetçilere , konformist sendika bürokratlarına ve danışmanlarına karşı dikkatli olunmalıdır. Militan ve ilerici sendikacılar , işbirlikçi ve uzlaşmacı tutumların , binilen dalı kesmek anlamına geldiğini reformistlere ve işbirlikçilere anlatmalıdırlar. Toplumsal uzlaşma aldatmasının , demokrasi fetişizminin , resmi ideoloji bayraktarlığının sınıfa ihanetten öteye gitmediği tarihsel deneyimlerle kanıtlanmıştır. Sendikaların birer lonca olmadığı , salt ekonomik veya mesleki çıkarların savunucusu olamayacakları , dahası burjuva siyasetinin gündemine hapsolan ve onun siyasi çıkar hesaplarına payandalık eden örgütler olmamaları gerektiği , tam tersine kendi sınıf gündemine ve çıkar perspektifine sahip bulunan , bu doğrultuda üyelerini eğiten , bilinçlendiren ve mobilize eden örgütler olarak işgörmeleri gerektiği bir kez daha hatırlanmalıdır , unutanlara da hatırlatılmalıdır. Öte yandan , bugün büyük ölçüde çekirdek bir işgücü tabanına dayanan , dolayısıyla giderek temelsizleşen ve sınıfın büyük bölümüne yabancılaşan örgütsel yapılar gözden geçirilmeli , özellikle düzensiz işgücünü , hatta işsiz yığınları kucaklayacak yeni sendikal yapılar ve stratejiler oluşturulmalıdır. Partilerüstü siyaset anlayışının çoğu kez politikasızlıkla veya oportünizmle sonuçlandığı , dahası sendikal politikaların bile çoğunlukla kariyerist yöneticilerin siyasal hesaplarına göre bilerlendiği bir ülkede , sendikaya siyaset bulaştırmama bahanesinin işçi sınıfının depolitizasyonuna hizmet etmekten öteye gitmediği artık kabul edilmelidir. Öte yandan ister sendika olsun , ister siyasi parti olsun , sınıf mücadelesinin yalnızca egemen sınıfların ideolojisine karşı çıkmaktan değil , kurulu düzene , yani resmi ideolojisiyle , uyguladığı ekonomik , siyasal , askeri ve tüm toplumsal politikalarıyla devlete ve devlet eliyle yeniden üretilen tüm hegemonya projelerine karşı çıkmaktan geçtiği akıldan çıkarılmamalıdır. İşçi sınıfı ve onun temsilcileri , yayılmacı dış politikalara , başka ülkelerdeki yoldaşlarına karşı savaşlara , her türlü iç savaşa , her türlü restorasyon projesine , sınıf dayanışmasını hiçe sayan tüm toplumsal birlik ve ulusal çıkar demogojisine karşı duyarlı olmak ve sınıfsal bir refleksle hareket etmekle yükümlüdür. Yoksa , kolay kolay ne kendi sınıf çıkarlarını gerçekleştirebilir , ne de toplumun ortak çıkarlarının gerçek savunucusu olduğunu öne sürebilir. Böyle bir sorumluluktan kaçmanın bedeli ise çok ağır ödenir. * Siyasal Bilgiler Fakültesi Kamu Yönetimi Bölümü Öğretim Üyesi HÜKÜMETİN IMF ' YE SUNDUĞU NİYET MEKTUBU T.C. BAŞBAKANLIK HAZİNE MÜSTEŞARLIĞI Sayı : B.02.1.HM.0.DEİ.02.00/500 Ankara , 9 Aralık 1999 Sn. Michel Camdessus Başkan , Uluslararası Para Fonu , Washington D.C.20431 Sayın Bay Camdessus , 1. Nisan 1999 seçimlerinden sonra oluşan hükümetin ekonomik programı Türkiye ' yi enflasyondan kurtarmak , büyüme ve toplumun bütün kesimleri için daha iyi yaşam standardı beklentilerini arttırmak gibi iddialı bir hedef üzerine odaklanmıştır. 2. Enflasyon , son 25 yıldır Türkiye ' nin ekonomik performansını farklı bir açıdan zayıflatmıştır. Bunun en belirgin etkisi , ekonomik büyümede yaşanan istikrarsızlıktır. Hızlı ekonomik gelişme dönemlerini aynı hızda ekonomik faaliyetlerdeki azalış dönemleri izlemiştir. Fakat enflasyonun ekonomik ve sosyal etkinlikleri daha da fazla olmuştur. Büyüme yanlızca istikrarsız olmamış aynı zamanda gelişmekte olan piyasa ülkelerinin en başarılılarının ortalamasının çok altında kalmıştır. Eğer AB ülkelerine göre mevcut gelir açığı kapanacak ise zaman içerisinde daha yüksek büyüme oranlarının sürdürülmesi gerekmektedir. 3. Enflasyon Türk Lirası ' na olan güveni sarsarak yüksek ve istikrarsız nominal ve reel faizlere de neden olmuş , bu da toplum üzerine dramatik sonuçlar ortaya çıkarmıştır. Spekülatif ve arbitraj faaliyetleri giderek daha fazla kaynağı çekmiş ve mali piyasalar ile kurumların işleyişlerini bozmuştur. Kamu sektörü kendi borçlarına yüzde 30 veya daha fazla reel faiz ödediği zaman , özel sermaye , istihdam yaratıcı faaliyetlerden mali yatırımlara kaymaktadır. Bankalar açtıkları krediler için daha yüksek reel faiz talep ettikleri zaman , kredi süreci bozulmakta ve dış sermaye elde etme olanakları sınırlı olan şirketler bundan zarar görmektedirler. 4. Dahası , bu yüksek reel faizler zayıf bütçe temel dengesi ile birlikte kamu finansmanını sürdürülemez bir yola sokmuştur. Devlet bankalarının görev zararı ve Merkez Bankası net varlık pozisyonları dahil olmak üzere tanımlanan kamu sektörü borcu 1998 sonunda GSMH ' nin yüzde 44'ü iken bu miktarın 1999 sonu itibarıyla GSMH ' nin yüzde 58'ine ulaşacağı tahmin edilmektedir. Bu durum Türkiye ' yi uluslararası mali piyasaların güvenindeki ani değişikliklere karşı zayıf hale düşürmektedir. 5. Sonuç olarak , yüksek enflasyon ortamı , yüksek reel faizler ve istikrarsız büyümeden en fazla zarar görenler , yüksek getiri sağlayan varlıklara yatırım yapamayan ve sadece çalışmaları karşılığı elde ettikleri gelirle geçinen toplumun daha düşük gelirli insanlarıdır. Enflasyon ve yüksek reel faizlerin azaltılması yanlızca uzun dönemde Türkiye ' nin büyüme beklentilerini yükseltmeyecek aynı zamanda ekonomik kaynakların daha eşit ve etkin olarak dağılmasına da öncülük edecektir. Enflasyonla mücadele programımızın hedefleri ve enflasyonla mücadele genel stratejisi : 6. Türkiye ' de yaşanan enflasyonun sürgit özelliği dikkate alındığında , 2000 - 02 yılları için enflasyonla mücadele hedeflerimizin belirlenmesinde enflasyonu aniden tek haneli rakamlara indirmenin güçlüğü ile geçmişteki uygulamalardan açıkça farklı olunacağının sinyalinin verilmesi ihtiyacının dengelenmesine büyük önem verilmiştir. Bize göre 2000 yılı enflasyon hedefimiz - 12 aylık TÜFE enflasyonunu Aralık 2000 sonu itibariyle yüzde 25'e ( TEFE enflasyonu yüzde 20'ye ) düşürmek - enflasyonla mücadele yolunda kademeli bir uygulamaya imkan sağlamakla beraber geçmiş uygulamalardan ( son 10 yılın TEFE ortalaması yüzde 80 civarındadır ve 1999 sonu itibarıyla yüzde 65 olacağı tahmin edilmektedir ) farklı olduğu konusunda açık bir sinyal göndermektedir. 2000 yılı enflasyon hedeflerimiz , TEFE ve TÜFE enflasyonunu 2001 yılı sonunda yüzde 10 - 12 ' ye ve 2002 yılı sonunda tek haneye ( yaklaşık yüzde 5 - 7 ) düşürmek için iyi bir başlangıç noktası teşkil etmektedir. 7. Programımız üç temel unsura dayanmaktadır: Programın başlangıcında kamu sektörü temel fazlasının mümkün olduğunca yüksek tutulması , yapısal reformlar ve tutarlı gelir politikaları ile desteklenmiş sıkı döviz kuru taahhütleri. Başlangıçta kamu sektörü temel fazlasının yüksek programlanması gereklidir. Çünkü kamu hesaplarındaki zayıflık yüksek enflasyonun arkasında yatan temel faktördür. Yapısal reformlara , mali ayarlamayı sürdürebilir kılmak , etkinliği arttırmak ve artan özelleştirme gelirleri sayesinde kamu borcunun azaltılmasını kolaylaştırmak için ihtiyaç vardır. Sıkı döviz kuru taahhüdü ve tutarlı gelir politikası , özellikle enflasyonla mücadelenin ilk aşamasında , enflasyon ve faiz oranlarının daha hızlı indirilmesi için gereklidir. 8. Programımızın gücü enflasyonla mücadele hedeflerimizin kredibilitesini arttırmakta ve bu yolla aynı anda hem enflasyonun düşürülmesi hem de büyümenin gerçekleştirilmesini mümkün kılmaktadır. Kamu sektörü temel mali pozisyonu sıkılaştırılırken , enflasyondaki düşüşe bağlı olarak artan güven , faiz oranlarındaki beklenen düşüş , özel kredi pazarının yeniden canlanması, sirkülasyondaki kamu borcu stoku üzerinden özel sektöre tahakkuk etmeye devam edecek olan önemli miktardaki faiz ödemeleri , Avrupa'daki ekonomik toparlanmanın güçlenmesi ve turizm gelirlerinin normal seviyelerine dönmesiyle iyileşen dış ekonomik ortam sayesinde büyüme teşvik edilecektir. 2000 yılında GSMH büyüme oranını , 1999 için eksi 2 olarak tahmin edilen büyümeden toparlanma etkisini de yansıtacak şekilde yüzde 5 - 5.5 aralığında tahmin etmekteyiz ( yıl içindeki büyüme muhtemelen daha düşük olacaktır ). GSMH büyümesinin 2001 - 02 yıllarında ise yüzde 5 -6 aralığında olması beklenmektedir. 9. Ekonomik faaliyetlerin hızlanmasıyla 1999'da GSMH ' nin yüzde 0.5'i olan cari işlemler açığının 2000 yılında artarak GSMH'nin yüzde 1.5 - 2'sine ulaşması beklenmektedir. Aynı büyüklükteki açıklar 2001 ve 2002 yılları için de beklenmektedir. Bu tür açıklar , Türkiye gibi yatırımı ve büyümeyi desteklemek için dış tasarruflara dayanmaya ihtiyaç duyan bir ülke için uygundur. Bu açıklar 1999 ' daki GSMH'nin yüzde 34'ü seviyesinden önümüzdeki üç yıl içerisinde biraz düşmesi beklenen net dış borcun GSMH'ye oranı ile sürdürülebilir niteliktedir. 10. Enflasyonla mücadele programımızın desteklenmesi için 2.892 milyon SDR tutarında (kotanın yüzde 300'ü) üç yıllık bir stand-by düzenlenmesi talep etmekteyiz. Bu kaynaklar , ödemeler dengesi ihtiyaçları için kullanılabilir uluslararası döviz rezervlerimizi arttıracak , uyum programımıza olan güvenin somut bir belirtisi olacak ve uluslararası kamu ve özel yatırımcıların desteğini hızlandıracaktır. Programın performansı ilk yılda 3'er aylık gözden geçirmeler , daha sonraki yıllarda ise yılda iki kere yapılacak gözden geçirmeler ile izlenecektir. MALİYE POLİTİKASI 11. Enflasyon , sadece , kamu finansmanı sürdürülebilir bir yola sokulabilir ve artık enflasyon vergisine başvurulmaz ise ortadan kaldırılabilir. Bu durum , bir yandan kamu borcunun azaltılması için özelleştirmenin hızlandırılmasını , diğer yandan kamu sektörü dengesinde önemli ölçüde bir fazla yaratılmasını gerektirmektedir. 1999 için bütçe hedefleri. 12. 1999 yılının ilk yarısında bütçe politikaları önemli ölçüde gevşetilmişken , yeni hükümet bütçe temel dengesindeki bozulmayı sınırlandırmayı başarmıştır. Deprem nedeniyle ortaya çıkan maliyetler hariç tutulduğunda 1999'un ikinci yarısındaki gelişmeler Yakın İzleme Anlaşması ile ortaya konulan hedefler ile uyumlu olmuştur. 1999'un kalanında bütçeye ilişkin gelişmeleri güçlendirmek için yatırım harcamalarında GSMH'nin yüzde 0.4'üne varan kesintiler yapılması kararlaştırılmıştır. Bu , 26 Kasım 1999 tarihinde kabul edilen vergi paketinin etkisi ile birlikte ( aşağıya bkz. ) 1999 yılında konsolide merkezi bütçe temel fazlasının 1 katrilyon TL'den ( GSMH'nin yüzde 1.2'si ) aşağı düşmesine imkan vermeyecektir. ( Performans kriteri ; Ek - A ) Deprem maliyetleri hariç ( yaklaşık GSMH'nin yüzde 0.8'i ) bu hedef temmuz başında Yakın İzleme Programı çerçevesinde belirlenen hedef ile tutarlıdır. 2000 yılı Bütçe Programı 13. Temel amacımız 1999 yılında GSMH'nin -2.8'i olan kamu sektörü temel fazlasını , 2000 yılı için GSMH'nin yaklaşık yüzde 1.5'i olarak tahmin edilen deprem harcamaları hariç , 2000 yılında GSMH'nin yüzde 3.7 ' sine yükseltmektedir. Kamu sektörü temel fazlası merkezi konsolide bütçeyi , bütçe dışı fonları ( BDF'ler ) , yerel yönetimleri , finans sektörü dışında faaliyet gösteren kamu teşebbüslerini , Merkez Bankası'nı ve kamu bankalarının görev zararlarını kapsamaktadır. Temel fazlanın bu seviyesi , orta vadede net kamu borcunun GSMH'ye oranını istikrara kavuşturmak için fazlasıyla yeterlidir. Ancak , enflasyon düştükçe ; geçmişte çıkarılan sabit faizli tahvillere ödenen reel faiz ödemelerinin artmasıyla faiz ödemelerinin GSMH'ye göre yükü geçici olarak artacaktır. Bu nedenle , 2000 yılında , kamu borç oranının büyümesini sınırlandırmak için önemli miktarda özelleştirme gelirlerine ihtiyaç duyulacaktır. 14. Bu bütçe hedeflerinin tutturulması bir dizi performans kriteri ve endikatif hedefler aracılığıyla izlenecektir: Konsolide kamu sektörü ( konsolide bütçe , dört temel Bütçe Dışı Fon , sekiz kamu iktisadi teşebbüsü , işsizlik sigortası fonu ve üç sosyal güvenlik kuruluşu dahil ) temel fazlası için özelleştirme gelirleri hariç 3'er aylık performans kriterleri belirlenecektir. Yıl sonu için taban , mali uyumun miktarını başlangıçta yüksek tutan çeyrek yıllık dağılımla 4.500 trilyon TL ( GSMH'nin yüzde 3.6'sı ) olacaktır. ( Ek B ). Özelleştirme gelirleri makroekonomik programımızda anahtar rolü oynadığından , temel fazla için özelleştirme gelirinin 3'er aylık endikatif hedeflerini de içeren yıllık ayrı bir performans kriteri belirlenecektir ( Ek B ). Özelleştirme gelirleri hariç , konsolide kamu sektörünün genel açığı için endikatif bir tavan belirlenecektir , böylece yalnızca temel dengedeki gelişmeler değil , aynı zamanda faiz ödemeleri de izlenecektir. 2000 yılında , piyasadaki devlet tahvillerinin faiz ödemeleri yükünde enflasyondaki düşüş nedeniyle oluşan geçici artışı kapsayan genel açığın 18.750 trilyon TL'yi (GSMH'nin yüzde 15'i) geçmemesi beklenmektedir , bu da GSMH'nin yüzde 7.4'ü oranında bir operasyonel açığa (enflasyondan arındırılmış açık ) denk gelmektedir. 15. Yukarıdaki rakamlar depremle ilgili bütçe harcamalarını kapsamamaktadır. Bu hesaplar özel bir raporlama sistemi ile izlenecek olup bütçe performans kriteri altında GSMH'nin yüzde 1.1'ine kadarlık bir harcama kabul edilecektir. Ayrı olarak izlenemeyecek olan depremle ilgili maliyetler dikkate alındığında ( ağırlıklı olarak GSMH'nin yüzde 0.2'sine ulaşacak vergi kayıpları ) , konsolide kamu sektörü temel dengesine gelen depreme ilişkin ek yük 2000 yılında GSMH'nin yaklaşık yüzde 1.25'i oranında olacaktır ( bu tutar Sosyal Yardımlaşma ve Dayanışma Fonu kanalıyla aktarılan GSMH'nin yüzde 0.25'i oranındaki ek miktarı hariç tutmaktadır ). Bu tavan , resmi dış finansmanın 2000 yılında mevcut 1.8 milyar doları aşması halinde , genel makroekonomik gelişmeler dikkate alınarak programın gözden geçirmeleri sırasında revize edilebelicektir. Bu harcamaların en etkin biçimde yapılması hedeflenecektir. Bu çerçevede , depremden hemen sonra uygulamaya konulan kredi sübvansiyonu düzenlemesinin maliyeti 2000 yılı bütçesinde tahsis edilen 50 trilyon TL ile sınırlı kalacaktır. 26 Kasım 1999 tarihinde parlamento ' da onaylanan vergi paketi bu hedeflerin tutturulmasını kolaylaştıracaktır. Vergi paketi , ek gelir ve kurumlar vergisi ödemeleri , ek yıllık motorlu taşıtlar ve emlak vergisi ödemeleri , cep telefonu faturaları üzerine uygulanacak bir vergi ve düzenleyici kurulların ( İMKB , SPK gibi ) yaratacakları gelir fazlalarından yapılan aktarımların arttırılmasını içermektedir. Ek olarak , bedelli askerlik uygulamasını başlatmış bulunmaktayız. Son olarak , 1 Aralık 1999 tarihinden önce çıkartılmış kamu kağıtları üzerine stopaj vergisi konularak bu kağıtları ellerinde bulunduranların 2000 yılında enflasyon ve faiz oranlarının düşmesi nedeniyle oluşacak beklenmedik karları azaltılmıştır. Bu önlemler ile , gelirler 2000 yılında GSMH'nin yüzde 2'si oranında artacaktır. Ayrıca , aşağıdaki gelir tedbirleri uygulamaya konulacaktır: Gayrimenkul sermaye iratları ve serbest meslek kazançları üzerine uygulanan stopajın yüzde 15'ten yüzde 20'ye çıkartılması , faiz ve repo gelirlerine uygulanan stopaj oranının yüzde 2 puan arttırılması ve ücret ve maaş kazananların vergi dilimleri ve özel istisna miktarlarının artışının hedeflenen enflasyon oranıyla sınırlandırılması yoluyla doğrudan vergi gelirleri GSMH'nin yüzde 0.3'ü oranında arttırılacaktır. Dolaylı vergilere ilişkin olarak standart yüzde 15 olan oranı ile diğer Avrupa ülkelerine nazaran çok düşük kalan KDV oranı GSMH'nin yüzde 0.5'i oranında gelir yaratması amaçlanarak yüzde 2 puan oranında arttırılacaktır. Ek olarak , 2000 yılında akaryakıt fiyatlarının belirlenmesinde Hazine onayı gerekli olacak ve harçlar , akaryakıt fiyatlarının hareketi ne olursa olsun bütçede hedeflenen tasarrufların ( GSMH'nin yaklaşık yüzde 0.4'ü ) tutturulmasını sağlamak üzere akaryakıt fiyatlarındaki değişikliğe bağlı olarak otomatik olarak ayarlanacaktır. Tütün ve alkollü içecekler üzerindeki ek KDV oranının , eğitim kesintileri , ücretler ve harçların arttırılmasını içeren diğer tedbirlerin GSMH'nin yüzde 0.4'ü oranında bir gelir sağlaması beklenmektedir. Son olarak , Bakanlar Kurulu 2000 yılının ilk üç ayı içinde 4444 Sayılı Kanun'un 2. maddesi , 2. paragrafında kendisine verilen yetkiyi 1 Temmuz 2000'den geçerli olmak üzere kullanacaktır ( GSMH'nin yüzde 0.4'ü kadar gelir toplanması beklenmektedir ). 17.1999 Bütçesi'ndeki Vergi Usul Kanunu'nun 279. maddesinin uygulamasının ertelenmesinin sona ermesiyle , kamu kağıtlarını ellerinde bulunduran ticari işletmelerin vergilendirilebilir karlarının hesaplanma yönteminin revizyonu sayesinde vergi geliri de artacaktır ( GSMH'nin yaklaşık yüzde 1.1'i kadar ). Son olarak , Marmara depreminden etkilenen bölgeler için sağlanan vergi kolaylığı sadece son artçı şoklardan en çok etkilenen Bolu ve Sakarya için 31 Aralık 1999 sonrasına uzatılacaktır. 18.2000 yılında personel giderlerinde yapılacak azaltma ve diğer cari harcamalardan yapılacak kesintilerden tatasarruflar dahil olmak üzere yatırım dışı kamu harcamalarından yapılacak kesintiler ile GSMH 'nin 0.3'ü tasarruf sağlanacaktır. ( Bütçe Kanunu'nun 54. maddesi kapsamındaki harcamalar dahil ). 19.2000 yılında bütçeye ilişkin gelişmeler , eylül ayında yasalaşan sosyal güvenlik ve reformundan olumlu etkilenecektir. Yasanın sosyal güvenlik fonlarının dengesini reformdan önceki trende göre 2000 yılında GSMH'nin yüzde 0.5'i oranında iyileştirmesi beklenmektedir. Aşağıda tartışılan gelir ve tarımsal politikalardan da aynı fayda beklenmektedir. Son olarak , bütün temel harcamalarda (personel ve sosyal güvenlik fonlarına yapılan transferler hariç) , 2000 yılı bütçe ödeneklerinden yüzde 2'lik bir kesinti yapılmasını öngören bir genelge Maliye Bakanlığı tarafından 2000 yılı Ocak ayı içerisinde çıkartılacaktır. 20. 2000 yılı mali paketindeki birçok tedbir tek defaya mahsustur. Trende göre yapılması gereken tasarrufun boyutu dikkate alındığında bu gereklidir. 2001 yılı için daha fazla kalıcı tedbir uygulamaya konulacak olup aşağıda tartışılan yapısal reformlardan da güçlü katkılar beklemekteyiz. 21. 16. ve 18. paragraflarda ( 16. paragrafın son maddesi hariç ) belirtilen tedbirlerin uygulamaya konulmasının yanı sıra 2000 yılı bütçesinin parlamento Bütçe ve Plan Komisyonu tarafından onaylanması da stand-by düzenlemesi konusundaki talebimizin IMF İcra Direktörleri Kurulu'na sunulması için önkoşullar olacaktır. 22. Yukarıdaki bütçe hedefleri , gerektiğinde 2000 yılı içerisinde düzeltici mali tedbirler uygulamaya konulmak suretiyle , sıkı sıkıya takip edilecektir. Enflasyonla ve döviz kuru taahhüdünün desteklenmesi için gerektiğinde , IMF uzmanlarıyla görüşülerek ek tedbirler de uygulamaya konulacaktır. 2000 Yılında Özelleştirme Gelirleri ve Borç Yönetimi 23. Mali uyum , faiz ödemeleri yükünü hafifletmek için daha aktif ve çeşitlendirilmiş bir borç yöntemi politikası ve özelleştirmenin hızlandırılması ile tamamlanacaktır. Kamu sektörünün iç borçlanma gereğini sınırlandırmak amacıyla aşağıda belirtilen adımları atarak 2000 yılı kamu sektörü özelleştirme gelirlerini GSMH'nin en az yüzde 3.5'ine ( 7.6 milyar ABD Doları ) yükseltme niyetindeyiz. Telekomünikasyon ve enerji sektörlerinden elde edilecek özelleştirme gelirleri ( 4.5 - 5.5 milyar ABD Doları ) doğrudan Hazine'ye aktarılacaktır. Özelleştirme İdaresi'nin elde edeceği nakit gelirlerin ( 3.1 milyar ABD Doları ) 0.9 milyar ABD Doları faiz ödemelerinde , işletme maliyetleri için ve KİT'lere transfer edilmek üzere kullanılacaktır. Geri kalan ( 2.2 milyar ABD Doları ) , Kamu Ortaklığı Fonu'na ( KOF ) Bütçe Dışı Fonlar'ın yatırımlarını finanse etmek üzere ( 400 milyon ABD Doları ) ve kalan 1.8 milyar ABD Doları Kamu Ortaklığı Fonu'nun Hazine'ye olan borçlarının azaltılmasında kullanılacaktır. Hangi kaynaktan olursa olsun elde edilecek ek özelleştirme gelirleri borç azaltımında kullanılmak üzere Hazine'ye aktarılacaktır. Bu hedeflere ulaşmak amacıyla , özelleştirme aşağıda belirtilen yasa değişiklikleri ile hızlandırılacaktır. 24. Ayrıca , kamu kesimi net dış borçlanması , IMF kaynakları hariç , deprem harcamaları için sağlanan dış destek dahil , GSMH'nin en az yüzde 2.5'ine ( 5.25 milyar ABD Doları ) ulaşacaktır. Diğer gelişmekte olan piyasalara kıyasla kamu sektörü borç kompozisyonunun iç kaynaklara aşırı bağımlı olduğunu düşündüğümüz için dış borçlanmayı Ek F ve G'de belirtilen genel üst sınırlar içerisinde ( performans kriteri ) söz konusu miktarın üzerinde arttırmaya çalışacağız. 25. İç borç yönetimi ile ilgili olarak 1999'da başlatılmış olan ve değişken faizli tahvil ihtiyaçlarına dayanan çeşitlendirilmiş borçlanma politikasına ağırlık vermeye ve böylece daha uzun vadeli ve sabit faizli kağıtlara ( ki düşen enflasyon ortamında dönem sonu getirisi çok yüksek olmaktadır ) dayalı borçlanmayı azaltmaya ve aynı zamanda faiz ödemelerinin yükünü zaman içinde düzgünleştirmeye devam edeceğiz. Genel olarak , 2000 yılı net kamu borcu / GSMH oranının 1999 sonuna oranla (GSMH'nin yüzde 58'i civarında ) aşağı yukarı sabit kalacağını tahmin etmekteyiz. Bunu üst sınır olarak görmekteyiz ve kamu borç oranında indirim sağlanmasına çalışacağız. 2001 ve 2002 Yılları Maliye Politikası 27. 2001 - 02 yıllarında maliye politikası , kamu sektörü iç borcunun GSMH'ye olan oranını en azından sabitleyerek 2000 yılında ulaşılan mali sonuçları pekiştirmeye yönelik olacaktır. Özelleştirme gelirleri ( aşağıda bkz. ) ve faiz oranlarına ilişkin olarak mevcut beklentilerimiz dikkate alındığında , 2001 ve 2002 yıllarında iç borç oranını istikrara kavuşturmak için kamu sektörünün 2000 yılı özelleştirme gelirleri , faiz gelirleri ve merkez bankasından kar transferleri ile deprem harcamaları hariç GSMH'nin yüzde 3.7'si civarındaki temel fazla hedefinin sabit tutulması gerekecektir. Bu hedeflere depreme ilişkin maliyetler azaldıkça ve 2000 yılında uygulamaya konan geçici tedbirler yerlerini kalıcı olanlara bıraktıkça ulaşılacaktır. 28. Toplam borcun GSMH'ye olan oranının 2000 yılı sonu için tahmin edilen yüzde 58 oranından küçük bir oranda azalarak 2001 yılında yüzde 56.5'e , 2002 yılında yüzde 54.75'e inmesi beklenmektedir. 29. Özelleştirme , özelleştirme gelirlerinin 2001 yılında en az GSMH'nin yüzde 3.25'ine ve 2002 yılında en az yüzde 2'sine ulaşması sağlanarak sürdürülecektir ( aşağıda bkz. ). Para ve Döviz Kuru Politikaları 30. Para ve döviz kuru politikalarımız iki düşünce ışığında yönlendirilecektir. Birincisi, enflasyonun indirilmesi ve faiz oranlarında hızlı düşüş , para ve döviz kuru gelişmelerinin daha çok önceden tahmin edilebilir hale getirilerek yerli ve yabancılar finansal yatırımın değeri üzerindeki belirsizliğin azaltılmasını gerektirmektedir. Bu , döviz kuru politikasında daha fazla ileriye dönük taahhütlere doğru bir değişikliği gerektirmektedir. Program çerçevesinde maliye politikasının güçlendirilmesi , uluslararası toplumdan sağlanan mali destek ile birlikte , uluslararası rezerv seviyemiz , söz konusu taahhüdün uygulamaya sokulmasını mümkün kılmaktadır. İkinci olarak , son yıllarda pek çok gelişmekte olan piyasa ekonomisini etkilemiş bir sorun olan - enflasyonun düşürülmesi için uygun olsa da - uzun vadede gereksiz katılıklara yol açabilecek para ve döviz kuru politikasına sıkışıp kalmaktan sakınılması gereği vardır. Bu nedenle , bu döviz kuru rejiminden şeffaf ve önceden ilan edilmiş bir çıkış stratejisine ihtiyaç bulunmaktadır. 31.Program altında , para ve döviz kuru politikası bu gerekliliklere uygun olacaktır. Daha açık olarak , döviz kuru politikası aşağıdaki özelliklere sahip olacaktır. Mevcut sepete karşı önceden ilan edilmiş döviz kuru yolu uygulamasına IMF İcra Kurulu toplantısından önce açıklanacaktır ( önkoşul ). Döviz kurunun izleyeceği yol , 1 Ocak-31 Aralık 2000 dönemi için ilan edilecektir. Bu süre zarfında TL , hedef TEFE oranına uyumlu olarak , Ek 1'de rapor edilen tablo uyarınca yüzde 20 oranında değer kaybedecektir. Günlük döviz kuru ayarlaması , her ay içerisinde sabit kalacaktır. Yeni döviz kuru sisteminin ilan edilmesi sonrasında , 1999 Aralık ayının geri kalanındaki değer kaybı , ayın ilk kısmı ile aynı oranda olacaktır. Her üç ay sonunda , döviz kuru yolunun daha önceden ilan edilmiş bölümünü değiştirmeden , döviz kuru takvimi ek 3 ay daha uzatılacaktır. Enflasyondaki düşüş sürecini devam ettirmek amacıyla , uzatılan 3 ay için devalüasyon oranı bir önceki dönemde ilan edilen orandan farklı olabilir. Bu rejimin uygulamaya başlanmasını takip eden ilk 18 ay içerisinde sözkonusu döviz kuru etrafında bir bant olmayacaktır. 1 Temmuz 2001'de merkez parite etrafında simetrik olarak giderek genişleyen bir bant uygulamasına geçildiğinde , daha esnek bir kur rejimine aşamalı bir geçiş başlatılacaktır. Bu bant , her yıl bir ucundan diğer ucuna yüzde 15 puanlık bir oranda genişleyecektir. Bandın toplam genişliği , Aralık 2001 sonunda yüzde 7.5'e , 2002 yılının Haziran ayının sonunda yüzde 15'e , 2002 Aralık ayı sonunda yüzde 22.5'e çıkarılacaktır. 32. Stand-by anlaşmasının ilk 18 ayında - bu dönem döviz kurunun izleyeceği merkezi yol etrafında bir bandın olmadığı dönemdir - para politikası şu kurallara dayanacaktır: Her çeyreğin sonunda , Merkez Bankası net iç varlıklar stoku , 1999 Aralık ayı düzeyini aşmayacaktır ( Değerleme değişikliklerine göre ayarlanmış olarak ) performans kriteri (Ek D) Her çeyrek süresince ve dini bayramların olduğu iki hafta dışında ( 8-10 Ocak , 16-19 Aralık 1999 ) net iç varlıklar genel olarak sabit kalacak olup gecelik faiz oranlarında aşırı dalgalanmayı engellemek için ve Ek D'de belirtilen net iç varlıklar tavanları korunurken her üç aylık dönem içerisinde sınırlı esnekliğe müsaade edilecektir. Buna göre net iç varlıklar stokunu , Aralık 1999 net iç varlıklar stoku seviyesinde ancak bir önceki üç aylık dönem sonundaki toplam para tabanının yaklaşık + / - yüzde 5'ine eşdeğerde kısa vadeli değişikliklere izin verecek şekilde genel olarak sabit tutmaya niyetliyiz. Son olarak , iç piyasasının esnekliğini arttırmak amacıyla Türk Lirası mevduat stokuna uygulananan munzam karşılığı oranı yüzde 8'den yüzde 6'ya çekilecek ve Türk Lirası mevduat üzerine yüzde 2'lik disponibilite zorunluluğu getirilecektir. Bu yeni disponibilite oranı sürekli bazda olmak yerine , zorunlu karşılık dönemindeki günlük verilerin ortalaması ile karşılanabilir. Yeni disponibilite oranında , Türk Lirası mevduat üzerine getirilen munzam karşılıklarında ve döviz tevdiat hesaplarına uygulanan munzam karşılık oranlarında yapılacak değişiklikler ancak IMF uzmanları ile istişare edilerek yapılacaktır. Türk Lirası mevduat için getirilen yeni disponibilite ve munzam karşılık toplamı 2000 yılı içinde değiştirilmeyecektir. 33. Bu çerçevede , kısa dönemli dalgalanmalar dışında tüm para tabanı , ödemeler dengesi yolu ile yaratılacak ve iç faiz hadleri tamamen piyasa tarafından belirlenecektir. Sermaye akımları , faiz oranlarında hızlı düşüşe imkan vermek ve sermaye girişlerini idame ettirecek büyük faiz oranı farklılıklarını engellemek üzere sterilize edilmeyecektir. Aynı şekilde, eğer döviz kuru üzerinde baskı oluşursa para piyasalarında hızlı faiz artışlarına yol açmak üzere sermaye çıkışları sterilize edilmeyecek olup Ek-E'de yer alan net uluslararası rezerv tabanına ilişkin kriterin tutturulmasına yardımcı olacaktır. Merkez Bankası tarafından ilan edilen İnterbank faiz oranları , gecelik para piyasası oranlarındaki hareketler ile uyumlu şekilde günlük olarak ayarlanacaktır. 34. 2001 yılının ikinci yarısı boyunca ve önceden ilan edilmiş döviz kuru yolu etrafında aşamalı olarak genişleyen bant uygulamaya konuldukça , tamamen döviz kuru üzerine oturmuş bir para politikasından enflasyon hedefine ulaşmak için daha fazla esnekliğe izin veren bir para politikasına aşamalı geçişe olanak sağlamak üzere net iç varlık politikasına daha fazla esneklik tanınacaktır. Gelirler Politikası 35. Gelirler politikası enflasyondaki düşüşe ve döviz kuru politikamızı desteklemek ve özellikle özel sektöre ücret ve fiyat artışlarını hedef enflasyon ile aynı oranda belirlemeleri hususunda yol göstermek açısından temel olacaktır. Bu amaca yönelik olarak memurların ücret artışları hedeflenen TÜFE enflasyon oranı ( 2000 yılında toplam yüzde 25 , yüzde 15'i Ocak 1'de ve geri kalanı Temmuz 1'de ) ile aynı olarak belirlenecektir. Bu artışların memurları , alım güçlerinde meydana gelecek azalmaya karşı korumaya yeteceğine inanıyoruz. Ancak , TÜFE enflasyonu 2000 yılının ilk altı ayında yüzde 15'i geçerse , Temmuz ayında memur maaşları ilk altı aylık TÜFE enflasyon oranı ve yüzde 15 arasındaki fark kadar daha ek olarak arttırılacaktır. 36. Asgari ücret artışları hükümet temsilcileri , sendika temsilcileri ve işveren temsilcilerinden oluşan Asgari Ücret Komisyonu tarafından belirlenmektedir. Ancak hükümet , 2000 yılındaki asgari ücret artışlarının hedeflenen enflasyon oranı ile aynı doğrultuda olmasını sağlamak için çalışacaktır. 37. Gelir politikası , memur maaşlarının beklenen enflasyonu ve bütçe dengelerini baz alacak şekilde reel olarak arttırılacağını düşündüğümüz 2001 ve 2002'de de önemli rol oynamaya devam edecektir. Yapısal Reform 38. Yapısal reform programımız 2000 yılında uygulanan bütçe uyum politikalarını orta vadede sürdürülebilir hale getirmeyi , kamu sektörü borcuna ilişkin faiz ödemelerinin yükünü düşürmeyi , şeffaflığı ve ekonomik etkinliği arttırmayı ve kamu sektörünün vukuu muhtemel yükümlülüklerini azaltmayı hedeflemektedir. Tüm bunlar düşük enflasyon ortamında yüksek büyümenin sürdürülebilmesini sağlayacak ortamın yaratılması için gereklidir. Programın ilk yılına ilişkin yapısal kriterler ( structural benchmarks ) aşağıda gösterilmektedir. Diğer kriterler ( structural benchmarks ) programın gözden geçirilmesi esnasında belirlenecektir. Kamu Mali Kesimindeki Yapısal Refomlar 39. Kamu mali kesimindeki yapısal reformlar , kamu finansmanını kuvvetlendirmeyi , orta vadede topluma daha iyi hizmet sunmayı , vergi yükündeki eşitsizliği gidermeyi ve kamu harcamalarındaki israfı azaltmayı hedefleyecektir. Bu amaçla , çabalarımız ilk önce dört ana alanda yoğunlaşacaktır : Tarım reformu , sosyal güvenlik reformu , kamu mali yönetimi ve şeffaflık ile vergi politikası ve idare Tarım Politikaları 40. Halihazırda uygulanmakta olan tarımsal destekleme politikaları , fakir çiftçilere destek sağlamanın en düşük maliyetli yönetimi değildir. Yapılan uygulama , piyasadaki fiyat sinyallerini bozarak kaynak dağılımını kötü etkilemekte , fakir çiftçilerden çok zengin çiftçilere fayda sağlamakta ve tarım alanındaki karar verme mekanizmasının birçok bakanlık ve kamu kurumu arasında dağılmasından ötürü husule gelen parçalı yapı nedeniyle tutarlı olmamaktadır. Bütün bunların ötesinde bu politikalar , son yıllarda ortalama olarak GSMH’ nin yüzde 3’ ü gibi bir maliyet ile vergi mükellefleri üzerine ağır yük getirmektedir. Reform programımızın orta vadeli amacı var olan destekleme politikalarını safhalar halinde ortadan kaldırmak ve fakir çiftçileri hedef alan doğrudan gelir desteği sistemi ile değiştirmektir. Bu , ilk öncelikle 2000 hasat yılı için bir pilot program uygulamaya konularak yapılacaktır. Bu pilot çalışmanın sonuçlarına göre , doğrudan gelir desteği sistemini 2001 yılında ülke çapına yaygınlaştıracağız ve bu sistemi 2002 yılı sonuna kadar tamamlamayı bekliyoruz. Bu sistem 2001 yılı Mart ayına kadar tamamlanacak olan çiftçi kayıt sistemi üzerine kurulu olacaktır. 41. Geçiş döneminde tarım politikaları rasyonalize edilecektir. Bu amaca yönelik olarak hükümet halihazırdaki destekleme politikalarının 2000 yılındaki uygulamasında belirleyici olacak ve doğrudan destek sistemi tam uygulamaya konmadığı takdirde 2001 yılı için de geçerli olacak olan aşağıdaki prensipleri ilan edecektir. 2000 yılı hububat destekleme fiyatları , destekleme fiyatları ve tahmin edilen dünya piyasa fiyatı arasındaki fark , tahmin edilen dünya c.i.f. piyasa fiyatının yüzde 35’ inden fazla olmayacak şekilde belirlenecek ve 2001 yılında bu fark daha da azaltılacaktır. Destekleme fiyatları ton başına 150 USD’ den aşağı olmayacaktır. İthal tarifleri , tarife dahil ithal fiyatı , yukarıda açıklanan destekleme fiyatından daha yüksek olacak şekilde ayarlanacaktır. Tahmin edilen dünya fiyatı Şikago Borsası’ nda ( Chicago Board of Trade ) kote edilen USA2HRW’ nin fiyatına bağlı olarak belirlenecektir. TMO tarafından yapılan hububat alım miktarını düşürmek ve TMO’ nun yüksek miktarlı stok tutmasından kaynaklanan zararlarını ortadan kaldırmak için hükümet , TMO iç satış fiyatlarının ( i ) TMO’ nun alış fiyatı artı satış zammına kadar olan maliyetinden ( stoklara zımni olarak uygulanacak faiz oranı dahil olmak üzere ) veya ( ii ) aynı kalitedeki hububatın ithal tarifesi dahil parite fiyatından , hangisi daha az ise o fiyattan daha düşük olmayacağını açıklayacaktır. Halen şekerpancarı kotaları 2000 yılı için tahsis edilmiş durumdadır. Şekerpancarı destekleme fiyatı hedeflenen enflasyon oranına göre arttırılacak ancak artış destekleme fiyatının açıklanacağı 2000 yılı Ağustos ayına kadar gerçekleşen 12 aylık TÜFE enflasyon oranının yüzde 75’ inden az olmayacaktır. 2001 - 02 yıllarında TŞFAŞ şekerpancarı üretimi desteğini şirketin zararı hükümet tarafından bütçe dengeleri gözetilerek belirlenen sabit bir miktarı geçmeyecek şekilde yürütecektir. Bu durum TŞFAŞ fabrikalarına fiyatları ve ücretciler ile yapılan anlaşmalardaki miktarı belirlemekte daha büyük serbesti sağlayarak fabrikaların daha ticari bazlı çalışmasına imkan verecektir. Eğer kotalar kullanılırsa , bunlar hedeflenen zararla tutarlı olarak belirlenecektir. Hükümet adına tarım satış kooperatifleri ve bunların kurduğu birlikler tarafından yürütülen sınai tarımsal ürünlere ilişkin destekleme alımlarına ilişkin olarak ise birliklere tam muhtariyet sağlayan taslak kanun 2000 yılı mart ayına kadar Parlemento’dan geçirilecek ( ilk gözden geçirmenin tamamlanması için yapısal kriter - structural benchmark - ) ve geçen seneden çiftçilere ödenmesi gereken gecikmiş ürün bedellerinin ödenmesi dahil yeniden yapılanmalarına ilişkin bir kısım maliyetlerini karşılamalarına yardım etmek için birliklere 410 trilyon TL verilecektir. Hükümet çiftçilere verilen kredi sübvansiyonunu safhalar halinde tedricen ortadan kaldıracaktır. Ziraat Bankası ve Halk Bankası tarafından verilen kredi sübvansiyonlarının toplam maliyeti 1999 yılı için tahmin edilen GSMH’ nin yüzde 0.6’ sına düşecektir. Bu amaçla Ziraat Bankası ve Halk Bankası sübvansiyon oranının belirlenmesinde aşağıdaki mekanizmayı ortaya koyacaktır ( bir önkoşul olarak ): i) Sübvansiyonlu faiz oranı referans oranına eşit hale gelinceye kadar düşürülmeyecektir ( referans oranı son üç aydaki 12 aylık - veya 12 aya en yakın vadeli - Hazine Bonosu ihaleleri ortalama faiz oranının 1.05 ile çarpılması ile hesaplanmaktadır ) ; ve ii) daha sonra sübvansiyonlu oran referans oranı ile aynı kalacak ; ve iii) referans oranı artmaya başlarsa referans oranının sübvansiyonlu oran üzerinde kalan yüzdelik farkı artmayacaktır. Kredi kullanıcılarına sabit faiz oranı ( kredi alındığındaki sübvansiyonlu kredi faiz oranı ) veya piyasada geçerli olan sübvansiyonlu orana eşit değişken faiz oranı arasında seçim hakkı verilecektir. Ziraat Bankası ve Halk Bankası tarafından verilen sübvansiyonlu kredi miktarındaki artış 2000 yılında yüzde 55’ i geçmeyecektir. Gübre ve diğer girdi sübvansiyonları 2000 ve 2001’ de nominal olarak sabit tutulacaktır. Sosyal Güvenlik Reformu 42. Yeni hükümet sosyal güvenlik reformuna ilişkin kapsamlı gündemin ilk parçasını tamamlamış bulunmaktadır. Eylül ayında Meclis’ te onaylanan reform : Asgari emeklilik yaşını sisteme yeni dahil olanlar için hemen 58 / 60 ve halihazırda sisteme dahil olanlar için ise 10 yıllık bir geçiş dönemi ile 52 / 56 olarak arttırmakta ; emekliliğe hak kazanabilmek için gerekli asgari prim ödeme süresini arttırmakta ; ortalama aylık bağlama oranını yüzde 80’ den yüzde 65’ e çekmekte ; emeklilik maaşının hesaplanmasındaki referans periyodunu tüm çalışma periyodu olarak arttırmakta ; emeklilik maaşını TÜFE’ ye bağlamakta; ve prime esas ücret tavanını yükseltmektedir. Reform yapılmadığı takdirde sosyal güvenlik sistemi açığının bu seneki GSMH’ nin yüzde 3 seviyesindeki boyutundan 2050 yılına kadar yüzde 16’ ya çıkması beklenmekteyken reform sonrası bu eğilim tersine dönecektir. Aşağıda açığın kısa vadeden orta vadeye kadar gittikçe küçüleceği tahmin edilmektedir. Hükümet bunu gerçekleştirmek için prime esas ücret tavanını 1 Nisan 2001’ de asgari seviyenin 4 katına , Nisan 2002’ de ise asgari seviyenin 5 katına çıkaracaktır. Hükümet , gelecek aylarda bir taraftan kapsamı , prim ödemeyi ve idari etkinliği arttırmak amacıyla idari reformlar yaparken diğer taraftan uzun vadeli tassarruf kaynaklarını çeşitlendirme açısından özel emeklilik fonlarına yönelik hukuki çerçeveyi oluşturarak sosyal güvenlik reformuna derinlik kazandırmayı planlamaktadır. Bu alanda kaydedilecek ilerleme gelecek program gözden geçirmelerinin konusu olacaktır. Kamu Mali Yönetimi ve Şeffaflık 43. Kamu mali yönetimi , hükümetin istikrar programının anahtarıdır. Bu amaçla , bütçe hazırlanmasını , uygulanmasını ve kontrolünü kuvvetlendirmek ; bütçe işlemlerinin şeffaflığını ve güvenebilirliğini arttırmak ; vergi sistemini ve idaresini iyileştirmek için önemli değişiklikler gerekecektir. 44. Bütçe çerçevesindeki değişiklikler bütçenin fiili kapsamının genişletilmesini gerektirmektedir. Bu amaçla , toplam 61 bütçe fonundan 20’ si 2000 yılı Şubat ayına kadar kapatılacak ( ilk gözden geçirme için yapısal kriter -structural benchmark- ) ; 2000 yılı Ağustos ayına kadar 25 fon daha kapatılacaktır ( üçüncü gözden geçirme yapısal kriter structural benchmark- ). Kalan fonlar 2001 yılı Haziran ayına kadar kapatılacaktır. Bu alanda 2001 yılında konsolide bütçeye tabi kuruluşlar için taahhüt bazında muhasebe ve raporlamaya geçilmesi ile de ilerleme kaydedilecektir. Ayrıca , 2001 yılında Hazine tek hesabına büyük defter esasına dayalı bir entegre finansal bilgi sistemi uygulamaya konacaktır. 45. Bütçe işlemlerinde şeffaflığı ve güvenilirliği arttırmak mali yönetimi iyileştirmek için gereklidir. Bu hususta ilk adım 2000 yılı bütçesine kamu bankalarının kredi sübvansiyon maliyetlerinin dahil edilmesi olmuştur. 1999 yılı sonuna kadar hükümet , başta devlet garantileri olmak üzere var olan tüm ihtiyari yükümlülüklerin bir stokunu çıkaracak ve bunu kamuoyuna duyuracaktır ( ilk gözden geçirme için yapısal kriter -structural benchmark- ) . 2000 yılı sonuna kadar hükümet , garantilerin kamu hesaplarına kaydedilmesine yönelik sistemi kuracak ve 2001 bütçesinde yeni garantilerin verilmesi üzerine açık limitler getirecektir ( beşinci gözden geçirme için yapısal kriter -structural benchmark- ). Bütçe dışı fonların faaliyet alanları ilk kuruluş amaçları ile aynı doğrultuda çalışmayanları belirlemek amacıyla 2000 yılı Mart ayı sonuna kadar gözden geçirilecektir. Bu yapılan çalışmayı baz alarak IMF uzmanları ile kaldırılması gereken bütçe dışı fonların listesi üzerinde bir anlaşmaya varılacaktır. Bu bütçe dışı fonların 2000 yılı Haziran ayına kadar ortadan kaldırılması üçüncü gözden geçirme için yapısal kriter (structural benchmark) teşkil edecektir. Bütçe içi veya dışında yeni fonlar oluşturulmayacaktır. 2000 yılında IMF Mali İşler Bölümü ( Fiscal Affairs Department ) hükümetin talebi üzerine bir mali şeffaflık raporu hazırlayacaktır. Türkiye’ nin kreditörleri nezdinde ve finansal piyasalardaki durumunu olumlu bir biçimde etkileyecek olan bu rapor bu alanda gerçekleştirilecek diğer reformlara temel teşkil edilecektir. Vergi Politikası ve İdaresi 46. Hükümet , vergi sistemini daha etkin ve adaletli hale getirmek amacıyla vergi sistemini iyileştirmek ve vergi uygulamasını güçlendirmek kararlılığı içindedir. Net ve basit yasa ve diğer mevzuatla desteklenmiş geniş tabanlı , düşük ve tahmin edilebilir marjinal vergi oranları üzerine kurulu bir vergi sistemi hem iç yatırımı teşvik etmek hem de yabancı sermaye çekmek için en iyi araçtır. Maliye Bakanlığı halihazırda vergi idaresi sistemine ilişkin tam otomasyon da dahil olmak üzere vergi idaresinin etkinliğini arttıracak birkaç iddialı projeye girişmiş bulunmaktadır. İkinci gözden geçirme boyunca , eğer gerekirse , 2000 ve 2001’ de uygulanmak üzere vergi sistemindeki gerekli değişiklikler belirlenecektir. Hükümet vergi aflarının mükelleflerin vergi ödemeye yanaşmasını engellediğinin farkındadır ve gelecekte yeni af çıkartmama kararlılığındadır. 47. Nisan 1999 itibarıyla GSMH’ nin yüzde 3’ üne ( yaklaşık yarısı kamu sektörü kuruluşlarına aittir ) tekabül eden gecikmiş vergi yükümlülüklerini azaltmak önceliklerimizden biri olacaktır. Bu amaçla hükümet 2000 Nisan ayı sonuna kadar üçer aylık bir izleme sistemini kuracaktır ( ikinci gözden geçirme için yapısal kriter -structural benchmark- ). Gecikmiş vergi yükümlülüklerinin 2000 yılının geri kalan kısmında net bazda düşürülmesine yönelik hedefler ikinci gözden geçirme sırasında belirlenecektir. Özelleştirme ve Sermaye Piyasası 48. Faiz oranlarının düşmesi ve ekonomik etkinliğin artması için özelleştirme gelirinin arttırılması şarttır. Bu amaçla Meclis Ağustos 1999’ da imtiyaz sözleşmelerinde uluslararası tahkime izin veren , ilgili yasaların devlet imtiyazının kapsamını tanımlamasına izin veren , sözleşmelerin gözden geçirilmesine Danıştay’ ın rolüne açıklık getiren , belli başlı anayasa değişikliklerini onaylamıştır. Bu önemli adımın üzerine , ( i ) Türk Telekom’ u Türk Ticaret Kanunu’ na tabi bir kurum yaparak özel sektör kuruluşu gibi hareket etmesini sağlayacak ve sabit hatlı telefonlarda en az 2002 yılı sonuna kadar istisna hakkını koruyacak ve (ii) telekominikasyon sektörü için düzenleyici bir organ tahsis edecek , hukuki tedbirler yürürlüğe konacaktır. Kanunun geçmesini takip eden üç-altı ay içinde bu organ tesis edilecektir. Türk Telekom’ un özelleştirilmesinden elde edilen tüm gelir satıştan kısa bir süre sonra Hazine’ ye transfer edilecektir. Telekominikasyon kanununun maddeleri bu tedbir ile tutarlı olacaktır. Yukarıdaki gereklilikler doğrultusundaki telekominikasyon kanununun ilgili Parlemento komisyonlarından geçmesi program için bir önkoşul olacaktır. Bu kanunun 31 Ocak 2000’ e kadar Parlemento’ dan geçmesi bir yapısal performans kriteri ( structural performance criteria ) olacaktır. Enerji sektöründeki özelleştirme , hem işletme haklarının devrine ilişkin sözleşmelerle gelir sağlamak hem de bu sektördeki yatırımı ve etkinliği arttırmak için hayati önemi haizdir. Bu nedenle , enerji sektörünü Türk Ticaret Kanunu’ na tabi olarak tanımlayan yasal değişiklikler Meclis’ ten geçirilecektir ( önkoşul ). Enerji sektöründe faaliyet gösteren kamu işletmeleri için bir mali iyileştirme planı hazırlanacak ve bu işletmelerin bütçeye olan olumsuz etkisini ortadan kaldırmak için gerektiğinde toptan ve perakende elektrik fiyatları zaman içinde yükseltilecektir. 49. 2000 yılı özelleştirme programı iddialı bir programdır ancak yıl içinde bu programdan 7.6 milyar USD’ lik ( nakit ) gelir elde etmeyi bekliyoruz. Bu gelirin ( i ) Ek bir GSM lisansı Türk Telekom’ a verilmek üzere GSM lisanslarının ( GSM satışları 2000 yılı ilk çeyreğinde gerçekleştirilecektir ) ve Türk Telekom’ un yüzde 20’ sinin bir stratejik yatırımcıya satışından ; ( ii ) elektrik dağıtımı ve enerji santrallarının işletme haklarının devrinden ( iii ) Ek 2’ de listesi bulunan şirketlerin Özelleştirme İdaresi tarafından satışından gelmesi beklenmektedir. Özelleştirme İdaresi , değiştirilmeyecek olan mevcut uygulama çerçevesinde , halihazırda portföyünde bulunan işletmelerin özelleştirilmesinde Özelleştirme Yüksek Kurulu’ nun onayına ancak özelleştirme işleminin tamamlanması anında ihtiyaç duyacaktır. 50. 2001 yılında özelleştirme gelirinden 6 milyar USD daha ( GSMH’ nin yüzde 2.75’i ) elde etmek amacıyla da ikinci program gözden geçirmesine kadar özelleştirilecek diğer bir grup şirketi tespit edeceğiz. Ağustos ayının sonuna kadar ise bu şirketlerin Özelleştirme İdaresi’ nin portföyüne eklenmesini sağlayacak kararların geçmesini sağlayacağız ( üçüncü gözden geçirme için yapısal kriter -structural benchmark- ). Elektrik ve gaz sektörlerinde düzenleyici çerçeveyi oluşturan kanun 2000 yılı içinde Meclis’ ten geçirilecektir. 2002 yılı özelleştirme gelirlerinin 4 milyar USD dolayında olması beklenmektedir. Özelleştirme gelirlerine ait bu hedefler kamunun borçlanma gereğinde meydana gelecek gelişmeler kapsamında program gözden geçirmeleri sırasında revize edilebilecektir. 51. İç borç yönetimi devlet kağıtları piyasasına piyasa yapıcılığı ( primary dealer ) sisteminin geliştirilmesi ile iyileştirilecektir. Piyasa Yapıcılar iki yönlü fiyat kote etmeyi ve Hazine ihalelerine katılmayı taahhüt edeceklerdir. Bu durum , Türk bono ve tahvil piyasasını birçok Avrupa Birliği ülkesindeki uygulamalarla uyumlu hale getirecek ve likiditesini arttıracaktır. Piyasa yapıcılığı uygulamasının başlatılması ikinci gözden geçirmenin tamamlanmasında yapısal kriter ( structural benchmark ) olacaktır. 52. Bu alandaki tedbirler faiz oranlarını düşürmeyi ve ekonomik verimliliği arttırmayı amaçlayan programımızın ayrılmaz bir parçasıdır. Hükümetimiz iktidara geldikten sonra bu alanda ilk önemli adımlar atılmıştır. Haziran 1999’ da Türkiye Büyük Millet Meclisi’ nce kabul edilen 4389 Sayılı Bakanlar Kanunu ile halen Hazine Müsteşarlığı ile Merkez Bankası tarafından paylaşılan düzenleme , denetim ve gözetim yetkisi Bankacılık Düzenleme ve Denetleme Kurumu’ na (BDDK) devredilmiştir. Eylül ayı sonu itibarıyla ticari bankaların yabancı para net genel pozisyon sınırı sermayenin yüzde 20’ sine indirilmiştir. Ancak yeni Bankalar Kanunu’ nun yetersiz olduğu bazı noktalar mevcuttur ve bankacılık gözetim çerçevesini daha sağlam bir temel üzerine yerleştirmek için birtakım acil değişikliklerin yapılması gerekmektedir. 53. Bankalar Kanunu , BDDK’ nin faaliyetlerindeki bağımsızlığını ve şeffaflığı arttırmak , temel ihtiyati düzenlemeleri güçlendirmek ve sorunlu bankalarla ilgili alınacak tedbirler ile bunların yeniden yapılandırılmaları için gerekli tüm araçları sağlamak amacıyla değiştirilecektir. Bankalar Kurulu , BDDK üyelerinin atanması hariç , düzenleme , denetim ve gözetim alanındaki tüm kararların dışında bırakılarak BDDK tam anlamıyla özerk hale getirilecektir. Özellikle bankalara lisans vermek ve bunları kaldırmak ve karşılık düzenlemelerini onaylamak yetkileri BDDK’ de olacaktır. Kanun , Kurul üyesi olarak aktif profesyoneller bulunmasını güçleştiren , Kurul üyelerinin görevlerinden ayrıldıktan sonra üç yıl süreyle bankacılık sektöründe kıdemli yönetici olarak çalışmasını yasaklayan maddeyi de kaldırmak üzere değiştirilecektir. Kurul üyeleri 2000 yılı Mart ayı sonuna kadar belirlenecek olup ( yapısal performans kriteri ) BDDK’ nin 2000 Ağustos’ u sonuna kadar tümüyle faaliyete geçmesi beklenmektedir ( yapısal performans kriteri ). 54. Bankalar Kanunu , bankaların ortaklarına ve müşterilerine doğrudan veya dolaylı olarak verecekleri kredilere ilişkin standartları güçlendirecek şekilde değiştirilecektir. Dolaylı kredi ilişkisi içinde bulunanlara verilebilecek toplam kredilere ilişkin sınır özkaynakların yüzde 75’ i seviyesinden 1 Temmuz 2000’ e kadar yüzde 70 seviyesine inecek ve daha sonra bu oran yüzde 25’ e ulaşana kadar her altı ayda bir yüzde 5 puan azalacaktır. Kanunda yapılan bu değişikliklere ek olarak , Kurul (Kurul atanıncaya kadar Ekonomiden Sorumlu Devlet Bakanı) Aralık ayında kredi karşılıklarına ilişkin yeni , daha sıkı ve 1 Ocak 2000’ den itibaren mevcut kredilerin yenilenmesi dahil tüm yeni kredilere uygulanacak uluslararası standartlarla uyumlu düzenlemeler çıkaracak , sermaye yeterliliği ve açık döviz pozisyonu oranlarının konsolide bazda uygulanmasını teminen yeni düzenlemeler yapacaktır. Karşılıkların vergiden düşülmesine izin verecek şekilde vergi düzenlemelerinde değişiklik yapılacaktır. Bu tedbirin uygulaması programın ikinci gözden geçirilmesi çerçevesinde tartışılacaktır. Sermaye yeterlilik oranları gereken asgari seviyenin altında olan bankaların , sermaye pozisyonlarını güçlendirmek için bir takvime bağlı program sunmaları ve bu programa uymaları zorunlu tutulacaktır. Üzerinde mutabakata varılan güçlendirici tedbirlerin yanı sıra bu kuralların ve buna benzer ihtiyati düzenlemelerin sıkı ve yeknesak biçimde uygulanmasına yönelik olarak 2000 yılında başlamak üzere Kurul ( Kurul kuruluncaya kadar Hazine ) , söz konusu tedbirlere ve bankaların bu tedbirlere uyumu / uyumsuzluğu hususunda üçer aylık dönemler itibarıyla rapor hazırlayacaktır. 55. Solvabilitesini yitirmiş bir bankaya el konulması bankaların davranışları bakımından önemli bir piyasa disiplini getirecek , BDDK’ nin bu durumdaki bankalara gecikmeksizin müdahale etmesi hem mevduat sahiplerinin hem de bankanın diğer alacaklılarının haklarının korunmasını sağlayacaktır. Dolayısıyla , Bakanlar Kanunu solvabilitesini yitirmiş tüm bankaların Tasarruf Mevduatı Sigorta Fonu (TMSF) tarafından devralınmasını zorunlu kılacak şekilde değiştirilecektir. Yapılacak yeni değişiklikler , Tasarruf Mevduatı Sigorta Fonu’ na sorunlu bir bankayı yeniden yapılandırıp tamamıyla veya bir bölümünü satmak veya kalan kısmını yürürlükteki kanunlar çerçevesinde tasfiye etmek konusunda yetki ve sorumluluk verecektir. 56. TMSF’ nin , sahibi bulunduğu bankalar hariç , bankalara kredi açmasına veya likidite desteği sağlamasına izin verilmeyecektir. 57. Bakanlar Kanunu’ nda paragraf 53 - 56’ ya uyumlu değişikliklerin Meclis’ te onaylanması ile paragraf 54’ te bahsedilen ihtiyati düzenlemeler alanında alınacak tedbirler IMF İcra Kurulu’ nun stand-by talebini görüşmesi için önkoşul olacaktır. 58. Yukarıda bahsedilen tedbirler halkın bankacılık sistemine olan güvenini arttıracak ve bu bankaların sürekli borçlanmalarıyla ( ve aşırı yüksek mevduat faizleri nedeniyle ) faiz oranları üzerinde ortaya çıkan borcu nitelikteki yukarıya doğru baskıyı ortadan kaldıracaktır. Ancak devlet bankaları da sistemdeki bu sorunların başka bir önemli kaynağıdır. Ziraat ve Halk Bankası’ nın uzun süreden beri devam eden sorunlarına , bu bankaların durumlarını kuvvetlendirecek bir şekilde çözüm getirilecek ve bunların nihai özelleştirme amacına paralel olarak piyasa kuralları çerçevesinde faaliyet gösterebilmeleri yönünde önlemler alınacaktır. Bu doğrultuda 2000 yılı içinde başlamak üzere belirli bir tarihe bağlı kademeli bir şekilde stratejik kurumsal planlar geliştirilecek , bu bankaların faaliyetleri yeniden yapılandırılacak ve finansal ve sermaye yapılandırılmaları tamamlanacaktır. Geçiş periyodunda , bu bankaların nakit yönetimini iyileştirirken faaliyetleri üzerine de finansal disiplin getirmek için 2000 yılı bütçesine sübvansiyonlu kredilerden doğan zararlarını karşılamak amacıyla nakit transferleri konulmuştur. Ayrıca , 1999’ da olduğu gibi 1999 sonu itibarıyla ödenmemiş görev zararlarının yüzde 15’ i TÜFE’ ye bağlı olarak faiz geliri getiren ve daha sonra nakit olarak ödenecek olan menkul kıymetlere çevrilecektir. 1999 sonu itibarıyla , menkul kıymete çevrilen kısmı hariç ödenmemiş görev zararı stokunun getirisi her üç ayda bir aylık Hazine bonosu faiz oranları ortalaması artı Ziraat Bankası için yüzde 35 , Halk Bankası için ise yüzde 21’ lik farka ( spread ) bağlı olarak hesaplanacaktır. Bu fark bankaların devlete parasız olarak sağlamakta oldukları hizmetin bedeli olarak görülecek ve gelecekte bu hizmetler daha uygun şekilde fiyatlandırılacaktır. Devlet bankalarının yöneticilerinin sıkı bütçe kısıtlaması koşulları altında bu bankaların karlılığını korumaları beklenmektedir. 59. Bankacılık sektörünü güçlendirme stratejimizin başarısı bir ölçüde kamuoyunun bu çabayı doğru anlamasına bağlıdır. Bu alandaki tedbir ve politikalarımızın tüm yönlerini kamuoyuna duyurma niyetindeyiz. 60. Gelecek yıl bankacılık sisteminin düzenlenmesi ile gözetim ve denetimi hususlarında ek önemli adımlar atacağız. ( i ) İhtiyati raporlama ve finansal bilgilerin açıklanmasına yönelik muhasebe standartları , ( ii ) piyasa riskini de içeren sermaye yeterliliği , ( iii ) iyileştirilmiş dahili risk yönetimi prosedürleri alanlarında uluslararası standartlara paralel yeni düzenlemeler getirilecektir. Bu değişiklikler , bankaların varlık değerlemelerinin daha iyi yapılmasına , daha anlamlı mali tabloların ortaya çıkmasına olanak sağlayacak , daha gerçekçi varlık değerlemesine bağlı olarak bankalara karşı düzeltici tedbirlerin zamanında alınmasını kolaylaştıracak ve bankaların kredi verme politikalarına gerekli disiplini getirecektir. 61. Özellikle , 2000 yılı Nisan ayı sonuna kadar muhasebe kurallarını , konsolide muhasebeleştirmeyi ve menkul kıymetlerin uygun olarak değerlenmesinin yapılmasını sağlayacak şekilde değiştireceğiz ( ikinci gözden geçirmenin tamamlanması için yapısal kriter ). Aynı zamanda 2000 yılı Haziran ayı sonuna kadar paragraf 54’ te bahsedilen sermaye yeterliliği ve yabancı para açık pozisyon limitlerine ilişkin kuralları tamamıyla uygulamaya geçirmeye niyetliyiz ( yapısal performans kriteri ). Ek olarak , söz konusu düzenlemelere 2000 yılı Haziran ayı sonuna kadar en sıkı şekilde uyulmasını temin etmek üzere , belirlenen sınırların üzerinde döviz pozisyonu tutulması ( yüzde 100 munzam karşılık zorunluluğu ) halinde uygulanacak cezaları hayata geçireceğiz 8 performans kriteri ). Dolaylı kredi limitlerine uyulması halinde mevcut cezaların uygulanmasına devam edilecektir. Son olarak , 2000 yılı Haziran ayı sonuna kadar dahili risk yönetim sistemleri düzenlemelerini yayımlama ve sermaye yeterliliği kurallarını piyasa risklerini dikkate alacak şekilde değiştirme niyetindeyiz ( üçüncü gözden geçirmenin tamamlanabilmesi için yapısal kriter ). Diğer Alanlar 62. Ticaret politikası alanında ise TBMM , Türkiye’ nin gümrük düzenlemelerini , Avrupa Birliği Gümrük Kanunu ile aynı hizaya getiren kanunu çıkarmıştır. Başka bir kanun ise Türk Ulusal Akreditasyon Konseyi’ ni de kurmakta olup bu husus ticarete ilişkin teknik engellerin kaldırılmasına ilişkin AB yasalarının uygulanmasında hayati bir adımdır. Üçüncü ülkelere uygulanan tarife oranlarında ise Türkiye’ nin hassas maddeler ( 12 basamak düzeyindeki 290 madde ) listesi kapsamında uyguladığı yüksek oranlar 1 Ocak 2001’ e kadar AB’ nin dış tarife oranları ile aynı seviyeye indirilecektir. 63. Türkiye , IMF Kuruluş Sözleşmesi Madde 8 yükümlülüklerini kabul etmiştir ve kambiyo sistemi cari işlemlere ilişkin ödemelerin yapılmasına sınırlama getirmektedir. Hükümet standby düzenlemesi dönemi sırasında , uluslararası cari işlemlere ilişkin ödeme ve transferlere bir sınırlama getirmeyecek veya ödemeler dengesi amaçlı olarak ithalata ilişkin yeni kısıtlamalar getirmeyecek ya da var olanları arttırmayacak , katlı kur sistemi uygulamaya başlamayacak veya değiştirmeyecek , Madde 8’ e aykırı ikili ödeme anlaşmalarına girmeyecek veya dış borçlarını zamanında ödememezlik etmeyecektir. 64. Türk hükümeti açıklanan politika ve tedbirlerin programın amaçlarının başarılması için yeterli olacağına inanmakta olup eğer gerekirse programı başarı ile sürdürebilmek için Fon ile düzenli temas ederek gerekli ek tedbirleri almaya hazırdır. İyi dileklerimizle , Recep Önal , Ekonomiden Sorumlu Devlet Bakanı ; Gazi Erçel , Merkez Bankası Başkanı. KÜRESELLEŞME SÜRECİNDE YENİ MALİ POLİTİKALAR : 2000 YILI BÜTÇESİ Prof. Dr. Sinan SÖNMEZ * 2000 Yılı Bütçesinin , bu bağlamda öngörülen maliye politikasının değerlendirilmesi , IMF ile imzalanan 18. stand-by anlaşmasının ele alınmasıyla yapılabilir. Türkiye hükümeti Aralık sonlarında imzalanmış olan anlaşmayla , zaten gündemde olan istikrar politikasını uygulamaya yeni yüzyıl başından itibaren geçeceğini ilan etmiş bulunmaktadır. İstikrar programının üç ayağını oluşturan maliye politikası , gelirler politikası ile para ve kur politikasının uygulanmasında dolaysız/dolaylı araç olması yönünden bütçenin büyüklüğü , bileşimi , stratejisi ve uygulaması önem kazanmaktadır. Ancak 1998 yılı ortalarında IMF ile imzalanmış bulunan Yakın İzleme Anlaşmasının içeriği ve kapsamı , IMF ile T.C. hükümetleri arasındaki “flört” ün yeni olmadığını gösterdiği gibi , Yakın İzleme Anlaşmasında belirtilen hedeflerin ve uygulamaya konulan politikaların Türkiye’nin “küreselci” (globalist) devlet olma pozisyonuna hızla çekildiğini de göstermektedir. Bu nedenle küreselci devlet olma süreci ile söz konusu Yakın İzleme Anlaşması’nın ele alınması , günümüzdeki durumun anlaşılmasına ışık tutacaktır. 1. Küreselleşme ve İstikrar Öncelikle belirtilmesi gerekli nokta , 24 Ocak 1980 kararlarıyla yürürlüğe konulan ve 12 Eylül darbesinden sonra yoğunluğu artırılan ve kapsamı genişletilen istikrar ve yapısal uyum politikalarının Türkiye ekonomisini sürüklemiş olduğu açmazın yeni istikrar paketiyle doğrulanmış olmasıdır. 24 Ocak Kararlarına dayandırdığımız politikalarla , dışa açılma ve “serbest” piyasa ekonomisi doğrultusunda adım adım devletin ekonomideki ağırlığı ve müdahalesi azaltılmış , faiz ve döviz kurlarında serbestliğe gidilmiş , finansal serbestleşme sağlanmış , kambiyo kontrolleri kaldırılmış , TL’nin kağıt üzerinde konvertibilitesi sağlanmış , ihracat özendirilmiş , vergilemenin yerine iç borçlanmaya gidilmiş , dış borçlar hızla artmıştır. Sonuçta yüksek enflasyon , artan işsizlik , reel sektöre yönelik yatırımlarda daralma , ithalata bağımlı ve tüketime dayalı istikrarsız büyüme oranlarının damgasını vurduğu , etkin kaynak dağıtımının sağlanamadığı , gelir bölüşümünün olabildiğince bozulduğu , spekülasyona açık , kayıtdışı ekonominin büyük boyutlara ulaştığı , borçluluğun üst sınırlara ulaştığı sağlıksız bir ekonomik yapı ortaya çıkmıştır. 24 Ocak modelinin iflası , aslında T.C. Merkez Bankası Başkanı Sn. G. Erçel’in 9 Aralık 1999 tarihinde yaptığı , para ve kur politikalarını açıkladığı 2000 Yılı Enflasyonu Düşürme Programı’nı sunuş konuşmasında resmen açıklanmaktadır. Sn. Erçel’in söz konusu politikaların hangi katmanlar üzerinde ne tür etkiler yarattığına ilişkin tespitleri, bulunduğu pozisyon nedeniyle önemlidir : “Toplumun büyük bölümü enflasyon altında ezilmektedir. Üretken yatırımlardaki yetersizlik , insanların düşük gelirli marjinal işlerde çalışmasına yol açmaktadır , bu da gelir dağılımının daha da bozulmasına neden olmaktadır”. Aynı tarihli , ekonomiden sorumlu Devlet Bakanı Sn. R. Önal ve Sn. G. Erçel imzalı IMF’ye verilen Niyet Mektubu’nda da” ... , yüksek enflasyon ortamı , yüksek reel faizler ve istikrarsız büyümeden en fazla zarar görenler , yüksek getiri sağlayan varlıklara yatırım yapamayan ve sadece çalışmaları karşılığı elde ettikleri gelirle geçinen , toplumun daha düşük gelirli insanlarıdır” (15. Madde) vurgulaması yapılmaktadır. Yukarıdaki alıntılar gerçekçidir. Ancak resmi otoriteler 24 Ocak modelini tamamen mahkum etmemektedir. Çünkü IMF’ye verilen Niyet Mektubunda ve diğer resmi açıklamalarda , raporlarda vurgulanan nokta , enflasyondur. Ekonomideki tüm sorunların enflasyondan kaynaklandığı görüşü ortaya konulmakta , enflasyonun giderilmesiyle tüm sorunların çözüme kavuşturulacağı gibi kolaycı bir çözüme soyunulmaktadır. Resmi otoritelerin giderek daha fazla angaje oldukları 24 Ocak modelini resmen mahkum etmeleri zaten beklenemezdi ! Nitekim Türkiye ekonomisinde son dönemlerde gerek ticari gerekse finansal alanda serbestleşme hızla sağlanmış , Anayasa’da demokratik hakların elde edilmesi konusunda yapılmayan değişiklik , özelleştirme ve tahkim konusunda hızla gerçekleştirilerek Anayasa’nın 47 , 125 ve 155. maddeleri değiştirilmiş , Anayasa değişikliğine dönük uyum yasaları olarak Danıştay ve İdari Yargılama Uyum yasaları , tahkimin geriye dönük işletilmesine olanak tanıyan 21 Ocak 2000 tarih ve 4501 sayılı yasa çıkarılmış , Yap-İşletDevret (YİD) yasasında değişiklik yapılarak uluslararası tahkim sürecine yerli sermaye katılmış , Sn. Başbakan’ın deyişiyle “Anayasa’da özel sektörcü değişiklikler yapılmıştır”. Gene dikkat çeken bir gelişme de ABD’li yatırımcılara, çok tartışılan “Çok Taraflı Yatırım Anlaşması” (MAI) düzeninde öngörülen ayrıcalıkları veren 07.12.1999 tarih ve 4485 sayılı “T.C. Hükümeti ile ABD Hükümeti Arasında Ticaret ve Yatırım İlişkilerinin Geliştirilmesine İlişkin Anlaşmanın Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun”un TBMM’de kabulüdür. Bu tür değişiklikler ve anlaşmalar Türkiye’nin Kasım 1999 sonlarında Dünya Ticaret Örgütü’nün düzenlediği “Millennium Round” öncesinde “küreselci” devlet olma yolunda hızlı adımlar attığını , fiyaskoyla sonuçlanan toplantının ardından da adımların sıklaştırıldığını göstermektedir. İlginç fakat raslantısal olmayan gelişme ise küreselleşme doğrultusunda pupa yelken yol alan Türkiye’nin ekonomik yapısında gerçekleştirilen değişikliklerin , IMF’nin stand-by anlaşması öncesinde ön koşul olarak ileri sürdüğü “yapısal dönüşümler” veya “reformlar” la özdeşleşmesidir. Küreselleşme politikalarının en büyük destekçisi ve koordinatörü olan IMF ' nin Türkiye için ileri sürdüğü ön koşullar , özellikle mevcut siyasal yönetim tarafından hızla yerine getirilmiş ve getirilmektedir. Yapılan düzenlemeler 24 Ocak modelinin ruhuna uygundur , daha doğrusu 24 Ocak modelinin yeni koşullarda , yeni boyutlar alarak sürdürülmesi söz konusudur. Bu nedenle de , son 20 yıllık uygulamanın ortaya çıkardığı olumsuz tablonun salt enflasyona bağlanması , bu bağlamda neden enflasyonist baskıların kırılmadığının gerçekçi biçimde analiz edilmemesi şaşırtıcı gözükmemektedir. Nitekim geçtiğimiz Sonbahar’da YASED’in İstanbul’da düzenlemiş olduğu “Türkiye’nin Yeniden Yapılandırılması ve Yabancı Yatırım Konferansı” nda Dünya Bankası Başkan Yardımcısı Johanness Linn’in Türkiye’nin son 20 yılda önemli reformları gerçekleştirdiğini , ekonomiyi dışarıya ve rekabete açma yolunda önemli mesafeler aldığını , geleceğin parlak olduğunu vurgulayarak aşağıda verdiğimiz saptamaları da şaşırtıcı değildir : “20 yıl önce başladığınız yolculuğun ikinci aşamasına geldiniz. Bu ikinci aşamada Türkiye’nin gerçekleştirmesi gerekenler şunlar: Makro - ekonomik istikrar , siyasi istikrar , sosyal sistemin reformu. İkinci safhada işiniz zor , ancak hükümetin yapısal ve kurumsal değişiklikler yapma konusunda kararlı olduğunu görüyoruz ve buna inanıyoruz”. Anımsayalım ; IMF’nin tarımı , sosyal güvenliği , enerjiyi , eğitimi , sağlığı piyasa ekonomisine açmayı öngören düzenlemeler , Seattle’de toplanan “Millennium Round” un da gündeminde yer almaktaydı. YASED’in toplantısında söz alan Türk siyaset adamlarının yabancı yatırımcılara özelleştirmelere katılmaları için enerji , petrol ve telekomünikasyon sektörlerinde yapılacak düzenlemelere ilişkin açıklamalar da gelişmenin yönünü işaret etmektedir. Bu sektörlerde kar payı yüksek ancak yeni pazar yaratma olanakları azalma sürecindedir. Son olarak Davos’ta toplanan Dünya Ekonomik Forum’una Başbakan’ın finansman aramak amacıyla yaklaşık 25 milyar dolar tutarındaki 53 projeyi taşıması da anlamlıdır. Davos doruğunda yabancı sermaye kamu hizmeti alanı da dahil olmak üzere , YİD ve Yİ yöntemiyle gerçekleştirilecek projeler , özelleştirilerek satılacak kamu işletmelerinden pay almak üzere davet edilmiştir. Yaptığımız anımsatmalar istikrar arayışında olan Türkiye’nin , yapısal düzenlemeler aracılığıyla hızla küreselleşme yörüngesine oturtulmuş olmasıdır. 2. İstikrar Süreci ve Bütçeler IMF ile yapılan stand-by anlaşması uyarınca uygulamaya konulan istikrar programının öncesini, 55. Hükümetin ( ANASOL-D ) IMF’ye verdiği taahhüt mektubunda ( Ekonomik Politikalar Bildirgesi ) ve ardından imzalanan “Yakın İzleme Anlaşması” nda aramak gerekiyor. Hükümet, IMF’den finansal destek almaksızın , bu kuruluş tarafından izlenip denetlenecek bir istikrar ve yapısal dönüşüm programını yürürlüğe koymuştur. 1997 yılı ortalarında iktidara gelen ANASOL-D hükümeti , ekonomiyi , bu bağlamda bütçeyi REFAHYOL hükümetinden miras aldığı bilinmektedir. REFAHYOL hükümetinin ne olduğu somut olarak anlaşılmayan ve hayali “olmaktan öteye gitmeyen bütçe gelirleri üzerine kurulu bütçe denkliğinin , yıl ortasında” hükümeti devralan yeni koalisyon hükümeti tarafından fiili hale dönüştürülmesi , ancak ve ancak çok iyimser bir beklenti olabilirdi. Nitekim 1997 yılı konsolide bütçesinin başlangıç ödeneklerinin yetersiz kalması üzerine yaklaşık 6,255 katrilyon TL tutarındaki ödeneğe 1,835 katrilyon liralık (% 29.3) ödenek eklenmiştir. Başlangıç ödeneğinin GSMH içindeki payı % 21.3 iken , yıl sonu ödeneğinin payı % 28.5’e çıkmıştır. Sonuçta bütçe açığının GSMH’ye oranı % 7.6 olmuştur. 1998 bütçesine ise ANASOL - D hükümeti bütünüyle damgasını vurmuştur. 1998 yılı , üç yıllık olarak öngörülen istikrar programının ilk dilimini oluşturmaktadır. Bu açıdan IMF ile yapılan Yakın İzleme Anlaşması çerçevesinde hükümetin taahhüt ettiği iktisat politikaları , yapısal “refom” lar ve hedefler üzerinde durmak , günümüzdeki gelişmeleri anlamak açısından yararlı gözükmektedir. Taahhüt Mektubunda (Ekonomik Politikalar Bildirgesi) enflasyonu düşürmek amacıyla : “(1) Bütçenin faiz dışı fazlası artırılacak ve bu artış enflasyonla mücadele sürecinde devam ettirilecektir , (2) Kamu ücretleri ve tarımsal destekleme fiyatları gibi bazı temel göstergelerin belirlenmesinde geçmiş enflasyon yerine hedeflenen enflasyon temel alınacaktır. (3) Para politikası enflasyondaki düşüşü destekleyici bir biçimde ve sıkı bir koordinasyon içinde uygulanacaktır , (4) Kamu finansmanı daha da güçlendirilerek , yapısal reformlar gerçekleştirilecektir. (5) İç borçlanma ihtiyacını düşürmek ve ekonomide etkinliği artırmak amacı ile özelleştirme hızlandırılacaktır. ‘(5. Madde). Taahhüt mektubunda’ Hükümetin 3 yıllık programı , 1997 sonunda % 90 olan toptan eşya fiyat enflasyonunun , 1998 sonunda %50’ye, 1999 sonunda % 20’ye ve 2000 yılı sonunda tek rakamlı bir orana düşürülmesini “öngörmektedir.” Bu amaçla , gerekli faiz dışı dengeyi sağlamak için sıkı maliye politikası uygulaması , kamu sektörü ücretleri ve tarımsal destekleme fiyatları için ileriye yönelik endekslemeyi , sıkı koordinasyon içinde ve enflasyonla mücadeleyi destekleyici para politikasını, ilave yapısal reformlar ve özelleştirmenin hızlandırılması politikaları izlemeye devam edecektir. Bu çerçeveyle uyumlu olarak , temel mali fazla 1999’a GSMH’nin yüzde 4.75’ine artırılacak ve kamu sektörü ücretleri ile tarımsal destekleme fiyatları yine hedeflenen enflasyon çerçevesinde belirlenecektir. 1999 yılında büyümenin yüzde 4.5 civarında kalması ve enflasyonun hızlı düşüşünün sürmesi beklenmektedir” ( 18. Madde ). Yukarıdaki saptamalar maliye politikası açısından değerlendirildiğinde , anti-enflasyonist etkinin yaratılması için kilit kavram , faiz dışı bütçe fazlasıdır. Çünkü konsolide bütçedeki reel harcamalardan (cari harcamalar ve yatırım harcamaları) kısıntı yapılarak , elde edilecek fazlanın borç faiz ödemesinde kullanılması planlanmaktadır. Nitekim 1998 yılı bütçe gerekçesi’nde belirtilen hedefler arasında “kamu harcamalarının reel olarak artırılmaması” yer almaktadır. Hedeflenen faiz dışı bütçe fazlası , faiz dışı bütçe harcamalarının % 21.3’üne eşittir. Faiz ödemeleri çıkarıldığında , toplam bütçe gelirlerinin % 17.7’sinin tasarruf edildiği gözlenmektedir. Demek ki , reel harcamalardaki kesintiler salt faiz ödemelerini gerçekleştirmeye yöneliktir , vergi gelirlerinin büyük bölümü faiz ödemelerine ayrılmaktadır. Kamu kesiminde istihdam edilen personele maaş ve ücret olarak yapılan ödemelerin toplam faiz ödemelerine oranı 1998 yılı itibariyle % 59.3’tür. 2000 yılı bütçesinde oran % 47’ye düşmüştür. Bu oranlar yaklaşık iki milyon çalışana yapılan ödemelerin toplam faiz ödemelerinin yarısına bile ulaşamadığını işaret etmekte , çok kısıtlı sayıda kuruluş ve kişilerin elde ettiği rant gözler önüne serilmektedir. Önemli bir nokta da , özelleştirme gelirlerinin 1998’de 2 Milyar dolarının ve 1999’da en az 3 milyar dolarının borç geri ödemesinde kullanılacağına ilişkin öngörüdür. Arta kalan miktarın en fazla 2 Milyar dolarının yatırımların finansmanı için kullanılacağı , bunun üzerindeki gelirlerin ise gene borç geri ödemesinde kullanılacağı belirtilmektedir. Taahhüt Mektubu’nda “Yapısal Politikalar” olarak : Telekomünikasyon ve enerji sektörleri için gerekli olan düzenleyici çerçeveye ilişkin yasal düzenlemelerin Aralık 1998 sonu itibariyle TBMM’ne sunulması ; 1 Temmuz 1998’den itibaren petrol ürünleri için otomatik fiyatlandırma sistemine geçilmesi ; İşe yeni başlayanlarda minimum emeklilik yaşının kadınlarda 57’ye , erkeklerde 60’a çıkarılması ve tüm haklardan yararlanabilmek için asgari prim ödeme süresinin kadınlarda 7200 gün , erkeklerde 9000 gün olarak belirlenmesi ; Mevcut çalışanlar için asgari emeklilik yaşının kadınlarda 50’ye , erkeklerde 55’e çıkarılması ; Aralık 1999 itibariyle , sağlık sisteminde kullanıcı katılım payı ve maliyet kontrol tedbirlerinin getirilmesi ve diğer bazı düzenlemeler yer almaktadır. IMF ile imzalanan Yakın İzleme Anlaşması uyarınca uygulamaya konulan programın “IMF uzmanlarınca 18 ay boyunca her 3 ayda bir izlenmesi” söz konusudur. İlki Ekim 1998 tarihinde olmak üzere IMF heyetlerinin yapmış oldukları denetleme ziyaretlerinin sonucunda yayımlanan sonuç bildirilerinde yapısal “reformlar” ın bir an önce gerçekleşmesi gerektiği sürekli vurgulanmıştır. IMF ile nihai olarak stand-by anlaşmasını hedefleyen , böylelikle dış finansman olanaklarına kavuşarak , çığ gibi büyüyen iç borçlanmayı dış borçlanmayla ikame etmenin yanısıra dış borç servisini sıkıntıya düşmeden gerçekleştirmek isteyen otoriteler , IMF’nin uyarılarını dikkate alarak , daha önce açıklanan yasal ve kurumsal düzenlemeleri gerçekleştirmişler , geri kalan alanlarda da “eksiklikleri” tamamlama sürecini hızlandırmışlardır. Türkiye’nin angaje olduğu 3 yıllık programın ikinci halkasını oluşturan 1999 yılına erken seçimler ve giderek ağırlaşan ekonomik kriz damgasını vurmuştur. Yeni bütçe önce 6 aylık geçici bütçe olarak yürürlüğe konulmuş , kriz makro ekonomide olduğu gibi , konsolide bütçede de hedeflerden tam anlamıyla sapılmasına yol açmıştır. Önce kısaca 1999 bütçesine göz atalım. 1999 yılı bütçesine bakıldığında , 1998 gerçekleşme tahminleri veri alınarak , yeni bütçenin küçük değişikliklerle hazırlanmış olduğu ortaya çıkıyor. Personel ödeneklerinin payı % 25.7 , yatırımlar % 6 ' da bırakılmış , transferler bütçenin %58.4 ' üne sahip olurken , faiz ödemeleri 2 puan aşağı çekilerek % 37.6 olarak belirlenmiştir. Bütçe açığının GSMH’ye oranı % 7 , faiz dışı bütçe fazlasının GSMH’ye oranı da % 4.3 olarak öngörülmüştür. TEFE ortalama artış hızı % 44.4 , yıl sonu oranı ise % 35 olarak belirlenmiştir. GSMH artışının % 3 olarak saptandığı yıllık programda , bütçenin öncelikli hedefleri arasında , bütçe harcamalarını kontrol altına almak suretiyle açıkları azaltmak ve faiz dışı fazla vermek suretiyle faizlerin bütçe üzerindeki yükünü azaltmak’da yer almaktadır ( 1999 Mali Yılı Bütçe Gerekçesi , s.5). Saptanmış hedefler bir önceki yılda da yaklaşık olarak çizilmiştir. 1999 yılı bütçe büyüklüklerine bakıldığında , hiçbir radikal değişikliğin olmadığı , istikrar programının bütünlüğü içinde böyle bir değişikliğin beklenmemesi gerektiği de açıktır. Gene faiz dışı bütçe fazlası doğrultusunda , özellikle çalışan kesimler üzerinde yoğunlaşan düşük ücret politikası , sosyal hizmetlerin giderek tasfiye edilmesi , kamu yatırımlarına daha az kaynak aktarılması , borç faiz ödemelerinde aksamaya yol açmaksızın borçlanma politikasının sürdürülmesi planlanmıştır. Bütçenin hazırlanma sürecinde ortaya çıkan kriz adeta bir kenara bırakıldığı için , gerek yıllık programda gerekse bütçede öngörülen hedefler yakalanmamış , önemli sapmalar ortaya çıkmıştır. Yıl boyunca gözlenen olumsuz gelişmeler dikkate alınarak yıl içinde büyüme ve enflasyon oranlarında düzeltmelere karşın , saptanan oranlara ulaşılamamıştır. Böylece IMF’ye verilen Taahhüt Mektubunda belirlenmiş olan enflasyon hızı da katlanmıştır. Veriler hükümetin 1999 yılında % 44.4 olarak belirlediği fiyat deflatörünün , % 60 'a , TEFE’de artış hızının yıl sonunda % 62.9 ' a , TÜFE’de ise % 68.8’e ulaştığını göstermektedir. Hükümetin % 3 olarak belirleyip , daha sonra % 1’e çektiği büyüme hızının ise resmi otoritelerce - % 2 olarak gerçekleşmesi öngörülmektedir. Ancak bu oranın da altına düşülmesi olası gözükmektedir. Çünkü ilk 9 ay sonunda GSMH - % 6.1 , GSYİH ise - % 5.1 azalmıştır. DİE’nin açıkladığı aylık sanayi üretim endekslerine göre sanayi üretiminin yıllık bazda % 5.2 gerilediği , imalat sanayiinde gerilemenin % 5.9’a , madencilikte ise % 8.6’ya ulaştığı görülüyor. İmalat sanayii kapsamında olan 22 alt dalın yalnızca 5’ inde üretim artışı kaydedilmiştir. Bütçe gerçekleşmeleri de hedeflerden uzaklaşıldığını işaret etmektedir. Bütçe açığı reel olarak büyümüş , bütçe açığının GSMH’ye oranı % 11.8 gibi çok yüksek bir orana ulaşmıştır. Transfer ödemelerinin payı % 60.7 olurken ( Ekim 1999 sonu ) , bu kalem içinde yer alan faiz ödemelerinin payı %64.1’e ulaşmıştır. Sosyal güvenlik kurumlarına yapılan transferlerin % 16 , KİT’lere yönelik transferlerin % 2,2’lik paylara sahip olduğu düşünülürse, toplam faiz ödemelerinin ortaya çıkardığı ağır mali yükün bütçe üzerindeki olumsuz etkisi görülmektedir. Nitekim faiz ödemelerinin vergi gelirlerine oranı % 72,4’e , tüm bütçe gelirlerine oranı da % 56,5’e yükselmiştir. Faizin GSMH’ye oranı ise % 12’nin üzerindedir. Bütçede faiz dışı fazla ciddi biçimde azalmış , tahminen GSMH’nin % 0.9’una inmiştir. Bunda özellikle vergi gelirlerindeki artışın yetersiz kalmasını önemli bir etken olarak görmek gerekmektedir. GSMH’ye oranı düşük olan vergilerin esas olarak KDV , ücretlilerden yapılan gelir vergisi kesintileri ve ATV (Akaryakıt Tüketim Vergisi) üzerine oturduğu gözlenmektedir. Beyana dayalı kurumlar vergisinin payı çok yetersizdir. Kayıt dışı işlemler , vergi bağışıklıkları vergi gelirini olumsuz yönde etkilemektedir. Anımsayalım ; Z. Temizel’in 12 vergi yasasında yeni düzenlemeler yapan vergi yasa taslağı 29 Ekim 1998’de yasalaşmıştır. Özellikle sermayeden gelen talepler üzerine çeşitli düzeltmeler yapıldıktan sonra yasalaşan (4369 sayılı yasa) taslak ve tasarı , 1999 yılı bütçe yasa tasarısıyla yeniden revize edilmiştir. Henüz değişiklikler uygulamaya konulmadan , 4369 sayılı yasanın yol açtığı etkilerin ekonomik durgunluk ve sermaye kaçışı biçiminde somutlaştığı ileri sürülmüştür. Sonuçta 57. Hükümet 4444 sayılı yasa ile geriye dönüş yapmış , faiz ve kar elde edenlere , sermayeye yeni ödünler verilmiştir. Kamuoyuna mali miladın 3 yıl ertelenmesi olarak açıklanan düzenleme ile menkul sermaye iradı (rant) sahiplerine büyük çıkar sağlanmıştır. 1999 yılı gerçekleşmelerine ilişkin bir saptamamızda yatırım harcamalarındaki azalış eğiliminin sürmesidir. Ekim 1999 sonu itibariyle yatırım harcamalarının toplam bütçe harcamaları içindeki payı % 4,3’e kadar gerilemiştir. 3. Yeni İstikrar Programı ve 2000 Yılı Bütçesi Önce yeni istikrar programının hangi koşullarda yürürlüğe konulduğunu anımsayalım. 55. Hükümetin IMF’ye verdiği taahhüt mektubunda belirlediği hedeflere ulaşılmamıştır. Üç yıl olarak öngörülen istikrar programının , henüz 1999 yılı dolmadan fiyaskoyla sonuçlandığı bilinmektedir. Ancak önemli olan nokta kısa sürede “yapısal reform” olarak adlandırılan değişikliklerin gerçekleştirilmesi ve Türkiye ekonomisinin tam anlamıyla , “serbest piyasa” olarak adlandırılan düzensizliğe , plansızlığa ve savurganlığa terkedilmesidir. Bir yandan küreselleşme yolunda hızlı adımlar atılırken ; “serbest piyasa” yı etkin olarak görmek gerekmektedir. Anımsayalım ; Serbest piyasa ekonomisinin gerekleri yerine getirilirken , ekonomideki bazı kronikleşmiş hastalıkların tedavisi gereği , bizzat IMF’nin kesin tavır koymasıyla kabul edilmiştir. Tedavi edilmesi gerekli hastalıkların başında yüksek enflasyon , başta konsolide bütçeninki olmak üzere yüksek kamu kesimi açıkları ve yüksek iç borçlanmanın geldiği kabul ediliyor. Niyet Mektubu ile istikrar programının söz konusu hastalıkları tedavi etmede kullanacağı araçlar ve ulaşılması planlanan hedefler ortaya konuluyor. Programa göre 2000 yılında , TÜFE bazında , enflasyonun 12 aylık artışı % 25 , 2001 yılında % 12 ve 2002 yılında % 7 olarak belirlenmiştir. TEFE bazında ise oranlar sırasıyla % 20 , % 10 ve % 5 olarak öngörülmüştür. Esas olarak anti-enflasyonist olma özelliğine sahip olan istikrar programında , başta enflasyon olmak üzere , ekonomideki diğer ciddi sorunların çözümünde , daha önce vurgulamış olduğumuz üzere 3 temel politika aracının kullanılması söz konusudur: Maliye politikası , para ve kur politikası ve gelirler politikası. Niyet Mektubunda bu olgu şöyle ifade edilmektedir; “Programımız üç temel unsura dayanmaktadır : Programın başlangıcında kamu sektörü fazlasının mümkün olduğunca yüksek tutulması , yapısal reformlar ve tutarlı gelir politikaları ile desteklenmiş sıkı döviz taahhütleri. Başlangıçta kamu sektörü fazlasının yüksek programlanması gereklidir. Çünkü kamu hesaplarındaki zayıflık yüksek enflasyonun arkasında yatan temel faktördür. Yapısal reformlara , mali ayarlamayı sürdürebilir kılmak , etkinliği artırmak ve artan özelleştirme gelirleri sayesinde kamu borcunun azaltılmasını kolaylaştırmak için ihtiyaç vardır. Sıkı döviz kuru taahhütü ve tutarlı gelir politikası , özellikle enflasyonla mücadelenin ilk aşamasında , enflasyon ve faiz oranlarının daha hızlı indirilmesi için gereklidir” (Madde 7 ). Bu saptamalar özellikle konsolide bütçede faiz dışı fazlanın sağlanması doğrultusunda , reel harcamaların azaltılacağını ve elde edilen fazlanın faiz ödemesine yönlendirileceğini işaret etmektedir. Nitekim 2000 yılı bütçesinde cari harcamaların payı % 29,4 ( personel % 21,2 ) , yatırımlarınki % 5 ile sınırlı tutulurken transfer ödemelerine % 65.5’lik bir pay ayrılmıştır. Toplam bütçe ödeneklerinin içinde faiz ödemelerine ayrılan pay % 44.9’dur (iç borç faizi %42.1). 1999 yılı bütçesi başlangıç ödeneklerine göre , cari fiyatlarla en büyük artış iç borç faiz ödemelerinde (%108.5) , en düşük artış ise personel ödeneklerinde (% 45.2) görülmektedir. Belirtmekte yarar var ; transfer harcamaları içinde faiz ödemeleri % 68.7’lik bir paya sahipken , KİT transferleri için % 2 , sosyal güvenlik kuruluşları için toplam % 11.7 (Emekli sandığı % 4.5 ; SSK % 2.6 ; Bağ-Kur % 4.6) dolaylarında paylar öngörülmüştür. Bütçede yer alan faiz ödemelerinin GSMH’ye oranı % 17 olarak belirlenmekle birlikte , oranın yıl sonunda % 20’yi aşması muhtemeldir. Faiz yükünün ağırlığını vurgulamak için dolar bazında bir değerlendirme yapalım : Konsolide bütçe ödenekleri 82 milyar dolar dolayındadır. Faiz ödemelerine ise 37 milyar dolarlık pay ayrılmıştır. 2000 yılı sonunda % 5.5’lik büyümeyle ulaşılması hedeflenen GSMH ise 218 milyar dolardır. Bu rakamlar ve oranlar Türkiye ekonomisine neden “rant ekonomisi” denildiğini gözler önüne sermektedir. İşte başta konsolide bütçe olmak üzere kamu kesiminde temel fazlaya ulaşılmak istenmesinin nedeni salt enflasyonist baskıyı kırmak değil aynı zamanda borç ödemelerini sürdürmektir. 2000 yılında konsolide bütçe temel fazlasının GSMH’nin % 3.9’una çıkartılması öngörülmektedir. Deprem harcamalarının faiz dışı fazladan çıkarılmasıyla , bütçede öngörülen faiz dışı fazla % 5.4’e ulaşmaktadır. Bütçenin faiz dışı fazlada bu düzeye ulaşması için GSMH’nin % 6.5’i oranında ek önlemlerin alınması gerektiği belirtilmektedir. Bu önlemlerin %5’inin gelirler , %1.5’inin ise harcamalar tarafında yapılması öngörülmektedir. Görüldüğü üzere yeni anti-enflasyonist programın ilk dilimini oluşturan 2000 yılının konsolide bütçesi , bütünüyle ( iç ) borç faizi ödemesi stratejisi üzerine kurulmuştur. Gelirler politikası bağlamında ele alınan ancak maliye politikasını da ilgilendiren kamu kesimi çalışanlarının ücret ve maaşlarının öngörülen veya beklenen enflasyona göre artırılması ilkesinin benimsenmesi , faiz ödeme stratejisinin bir sonucudur. Aslında gelirler politikasından kamu sektörü fiyatları , özel sektörün ürettiği mal ve hizmetlerin fiyatları , döviz kurları , işçi ücretleri, memur maaşları ve faizlerdeki artışların hedeflenen enflasyona göre ayarlanması anlaşılmalıdır. Ancak bunların bir bölümü programda yer almıyor , piyasanın kendi kendini düzenleyeceği varsayımı yapılıyor. 2000 yılı bütçesinde de maliye politikası ile gelirler politikasının yansıması gözleniyor. Faiz ödeme eksenine oturtulan bütçeye , özelleştirmeden elde edilecek gelirlerden bir bölümünün gelir olarak kaydedilmesi söz konusudur. Aslında 2000 yılında yaklaşık 7,6 milyar dolarlık özelleştirme gelirinin elde edileceği beklenmektedir. Bu gelirlerin önemli ölçüde iç borç stokunun aşağı çekilmesinde kullanılması söz konusudur. Maliye politikası bağlamında kamu kesimi dengesinde elde edilecek iyileşmenin sürekli olması için “yapısal reform” olarak nitelendirilen düzenlemelere devam edileceği de vurgulanmaktadır. Yetkililerin belirttiğine göre sosyal güvenlik alanından sonra , bankacılık sektörünün rehabilitasyonuna gidilmektedir. Sırada tarımsal destekleme politikaları ile kamu harcamaları “reformu” vardır. 4. Sonuç Yerine Türkiye ekonomisinin 1999 yılı sonunda en önemli karakteristikleri arasında yüksek enflasyon , önemli bütçe ve kamu açıkları , yüksek faizler ve ağır bir borç yükü bulunmaktadır. 2000 yılı ile birlikte uygulamaya konulan 3 yıllık istikrar programı , bir yandan döviz kuru çipasına dayalı ve para kurulu ögelerini barındıran bu bağlamda ekonomideki likiditeyi döviz rezervlerine bağlayan , böylece enflasyonist baskıyı kontrol altına almayı hedefleyen para ve kur politikasına dayanmaktadır. Diğer yandan temel amacı konsolide bütçe ve kamu kesimi genelinde faiz dışı fazlayı (temel fazla) hedefleyen , sıkı bir maliye politikasının uygulanması söz konusudur. Bu bağlamda vergi gelirlerinin , 1999 tahsilat rakamlarına göre cari fiyatlarla %70 oranında artarak 24,000 katrilyon TL’ye yükselmesi , bütçede faiz dışı fazlanın yaklaşık 1,000 katrilyon TL’den 6,833 katrilyon TL’ye yükselmesi , faiz dışı harcamaların yaklaşık 25,835 katrilyon TL civarında kalması , bütçe açığının 14,000 katrilyon dolaylarında olması (GSMH ' nin %11.5'i) öngörülmektedir. Yabancılaştırma şeklinde gerçekleşmesi öngörülen özelleştirmeler sayesinde vergi dışı gelirlerin % 125 oranında artacağı tahmin edilmektedir. Gelirler politikası ile de kamu kesiminde ücret ve maaş artışları ile tarım kesimindeki destekleme fiyatlarındaki artışların dizginlenmesi söz konusudur. Şimdi sonuç yerine bazı saptamalar yapalım : - 55. Hükümet tarafından IMF’ye verilen taahhüt mektubunda ön plana çıkarılan ana temalar ve uygulanacak politikalar ile 57. Hükümetin IMF’ye verdiği Niyet Mektubu’nda açıklanan ana temalar ve politikalar bir bütünü oluşturmaktadır. Hükümet yeni anti-enflasyonist istikrar programını uygulamadan önce IMF’ye “yapısal reform” lar konusunda verdiği taahhütleri büyük ölçüde yerine getirmiş ve tam anlamıyla “küreselci devlet” olma yolunda önemli adımlar atmıştır. - 55. Hükümetin Ekonomik Politikalar Bildirgesine göre yapılan temel değişiklik para ve kur politikasında gözlenmektedir. Bu politika da gerek uluslararası plan gerekse Türkiye uygulaması açısından özgün değildir. Birçok ülkede bu tür politikalar katı veya esnek biçimde uygulanmıştır. Türkiye’de ise 1995’te T. Çiller hükümeti IMF’ye aylık kur hedeflerini nominal olarak vermişti. O dönemde hedeflere ulaşılmamıştı. Yeni uygulamada güçlü bir rezerv birikimi ile hareket edildiği için , hedeflere ulaşma şansı vardır. Ancak bu rezervlerin sürdürülüp sürdürülmeyeceği yanıtlanması gereken bir sorun ve sorunsaldır ! - 2000 yılı açısından bakıldığında % 5.5’lik büyüme hızı , % 20 veya % 25’lik enflasyon oranı gerçekçi gözükmemektedir. - Nominal faizlerdeki belirgin bir azalmaya karşın , reel faizler çok yüksektir. Finansal kesim % 4 ile % 19 oranında değişen vergilere karşı çok ciddi bir tepki koymasının ardından sesini kesmiştir. Çünkü kamu kağıtlarından elde edilecek net getiri gene de çok yüksektir. Üstelik döviz üzerinden getiri ise tatmin edici bir düzeyde gerçekleşecektir. Nitekim G. Erçel’in para ve kur politikalarını açıklamasından sonra finans kesimi sesini çıkarmamaya başlamıştır. - Mevcut politikayla yetkililer maliyeti yüksek - iç borçlanmayı dış borçlanmayla ikame etmeyi ummaktadır. Mevcut durumda yaklaşık olarak 42 milyar dolarlık iç borç , 101 milyar dolarlık dış borç tutarı vardır. 1994 yılında yaşanan ağır finansal krizden sonra Türkiye , özellikle de kamu kesimi net dış borç ödeyicisi olmuştur. Yani kamu kesimi , var olan açığını kapatmak için iç piyasalardan borçlandığı gibi , dış borç servisini yerine getirmek için iç piyasaya baş vurmuş ve topladığı dövizlerle dış borcunu ödemeyi sürdürmüştür. 2000 yılında Türkiye’nin yaklaşık olarak 18 ile 20 milyar dolar arasında değişen dış borç ödemesi bulunmaktadır. Ancak yetkililer 2000 yılında 3.3 milyar dolar net dış borç kullanımının gerçekleşeceğini ileri sürüyorlar. Uygulanan istikrar programıyla iç borcun dış borçla ikamesi öngörüldüğü için , IMF’nin yeşil ışık yakması , IMF’nin öngördüğü düzenlemelerin yapılması ve uluslararası finans çevrelerinin Türkiye ekonomisine olan güveninin artması beklenmektedir. Böyle dış kaynakların gelmesiyle birlikte iç piyasada faizlerin düşeceği , ekonominin finansmanı sayesinde anti- enflasyonist önlemlerin etkili olacağı ileri sürülmektedir. Yukarıdaki saptamalar anti-enflasyonist istikrar programının “can damarının” dış kaynak kullanımı , bu bağlamda dış borçlanma olduğunu ortaya koymaktadır. Özgün olmayan bir dizi varsayıma dayanan istikrar programının çalışan kesimler açısından sıkıntılı günler getireceği kesindir. * Siyasal Bilgiler Fakültesi Öğretim Üyesi 2000 YILI BÜTÇESİ VE AB’ye İLİŞKİN BAZI GÖSTERGELER 1999 B. O. Cari Hizmet Ödeneği Personel Diğer Cari Yatırım Transfer Ödeneği Faiz İç Borç Faizi Dış Borç Sosyal Güv. Kruluş. Fonlar Diğer TOPLAM 9.237.234.0 6.887.450.0 2.349.784.0 1.340.592.7 16.565.640.5 10.300.000.0 9.500.000.0 800.000.0 2.350.000.0 845.460.0 3.070.180.5 27.143.467.2 2000 Bütçe Teklifi 13.850.000 10.000.000 3.850.000 2.352.000 30.766.000 21.133.000 19.803.000 1.330.000 3.600.000 1.390.000 4.643.000 46.968.000 Artış % 49.9 45.2 63.8 75.4 85.7 105.2 108.5 66.3 53.2 64.4 51.2 73.0 (Milyar TL.) 2000 Yılı Kons. Büt.Payı (%) 29.4 21.2 7.7 5.0 65.5 44.9 42.1 2.8 7.6 2.9 9.8 100.0 II Kuruluşların 1999 ve 2000 yılı ödenekleri ( Bin dolar ) 1999 TBMM 342.646 Cumhurbaşkanlığı 116.521 Sayıştay 50.959 Anayasa Mah. 4.210 Başbakanlık 974.000 DPT 38.799 Hazine 64.253.285 DTM 78.757 Danıştay 14.803 Yargıtay 20.509 Diyanet 834.589 Tapu Kadastro 168.550 Meteoroloji 60.713 Adalet 1.190.368 MSB 12.111.159 İçişleri 647.205 2000 241.166 28.461 38.241 2.336 769.837 28.783 54.442.313 51.309 9.801 14.024 534.927 117.831 42.610 750.162 8.599.792 435.109 Fark 101.480 88.060 12.718 1.874 204.163 10.016 9.810.972 27.448 5.002 6.485 299.662 50.719 18.103 440.205 3.512.000 212.096 Emniyet Jandarma Sahil Güvenlik Dışişleri Maliye MEB Bayındırlık Sağlık Ulaştırma Tarım Orman Çalışma Sos. Güv. San. ve Tic. Enerji Kültür Çevre Gümrük 2.799.000 1.959.676 76.944 559.048 28.861.421 10.298.591 432.555 3.203.495 240.314 664.072 194.053 88.287 175.529 114.033 376.108 65.908 142.741 1.948.101 1.385.663 69.132 352.326 16.213.572 6.965.343 410.388 2.203.378 157.462 492.340 155.769 59.400 129.532 96.092 251.434 48.920 113.233 851.000 574.000 7.812 206.722 12.648.000 3.333.000 22.167 1.000.000 82.852 171.732 38.284 28.887 45.997 17.941 124.674 16.988 29.508 III 15 AB ÜLKESİ GÖSTERGELERİ ( 1998 - 1999 ) ÜLKE AVUSTURYA KİŞİ BAŞINA NÜFUS GYSİH ENFLASYON DÜŞEN GYSİH ARTIŞ 1 Trilyon 423.8 23.947 dolar 59.5 milyon % 2.6 % 2.6 milyar dolar 217.9 milyar dolar 26.740 dolar 8.1 milyon % 2.4 %1 BELÇİKA 262.8 milyar dolar 25.670 dolar 10.2 milyon % 2.6 % 1.6 1 trilyon 236.9 milyar dolar DANİMARKA 173.8 milyar dolar 1.393 dolar 57.8 milyon % 2.1 %2 32.576 dolar 5.3 milyon % 1.8 % 2.4 FİNLANDİYA 145 milyar dolar 27.979 dolar 5.18 milyon % 3.8 % 1.7 NORVEÇ 160.1 milyar dolar 35.853 dolar 4.5 milyon % 2.2 % 2.1 İNGİLTERE GYSİH İTALYA PORTEKİZ 116.7 milyar dolar 11.621 dolar 10.04 % 2.6 milyon % 2.7 FRANSA 24.956 dolar 58.7 milyon % 2.7 % 1.1 İSPANYA 1trilyon 464.9 milyar dolar 576.8 milyar dolar 14.623 dolar 39.4 milyon % 2.9 % 2.3 İSVEÇ 252.4 milyar dolar 28.417 dolar 8.9 milyon % 3.3 % 1.7 İRLANDA 98.1 milyar dolar 26.510 dolar 3.7 milyon % 6.8 % 2.6 HOLLANDA 431.6 milyar dolar 27.200 dolar 15.9 milyon % 2.7 %2 2 trilyon 260.4 milyar dolar YUNANİSTAN 125.7 milyar dolar 27.337 dolar 82.7 milyon % 2.3 % 1.4 11.860 dolar 10.6 milyon % 3.7 %2 3.120 dolar 65 milyon % 5 % 80 ALMANYA TÜRKİYE 205 milyar dolar Kaynak : AB 2000 YILI HÜKÜMET UYGULAMA PROGRAMI : EMEKÇİLERİ NELER BEKLİYOR? 21 Kasım 1999 günlü 23883 mükerrer sayılı resmi gazetede “2000 yılı programının uygulanması , koordinasyonu ve izlenmesine dair” 13 Ekim 1999 gün ve 99/13414 sayılı Bakanlar Kurulu Kararı EKİ yayınlandı. Bu karar , 2000 yılı için ekonomik ve sosyal yaşama ilişkin olarak hükümet politikalarını ve tercihlerini açık bir biçimde ortaya koymaktadır. İşçiler ve emekçiler ile , onların örgütü sendikaların ve diğer demokratik kitle örgütlerinin bu programı öğrenmeleri ve irdelemeleri; kendilerini ve ülkemizi nelerin beklediğini bilmeleri açısından bir zorunluluktur. Bu program aynı zamanda Hükümetin hangi sınıf ve katmanların çıkarlarının savunucusu olduğunun da belgesidir. Bu belge , IMF’ye verilen niyet mektubu ve 2000 yılı bütçesi , BİR BÜTÜNÜ OLUŞTURMAKTADIR. Bu belgede yer alan kimi noktalar , özet ifadeler olarak şöyledir. • 1999 yılında , teknolojik gelişme ve küreselleşme süreçleri ile bağlantılı olarak ortaya çıkan standart dışı çalışma biçimlerinin - esnek çalışma - sosyal hakların özüne dokunmadan yasal düzenlemeye kavuşturulmasına yönelik çalışmalarda önemli bir gelişme kaydedilememiştir. 2000 yılında bu alandaki düzenlemeler yapılacaktır. • Özelleştirme programının temel amacı , dünya piyasalarına entegre olma , ekonomide verimliliğin ve maliyet yapısının rekabet edilebilir seviyelere getirilmesi ve serbest piyasa koşullarının sağlanmasıdır. Böylece , bir yandan sermayenin tabana yayılması ve teknolojik yenilenme sağlanırken , diğer yandan da kamu açıklarını azaltmak , kamunun mali piyasalar üzerindeki baskısını hafifletmek ve kamu borç stokunu düşürmek mümkün olabilecektir. • 2000 yılında 14.4 milyar doları anapara , 6.4 milyar doları faiz ödemeleri olmak üzere toplam 20.8 milyar dolar dış borç servisi gerçekleştirilecektir. Buna karşılık 13.9 milyar dolar orta ve uzun vadeli kredi kullanımı , 4.3 milyar dolar portföy yatırımı gerçekleşmesi öngörülmüştür. • Başta KİT’ler olmak üzere , genel ve katma bütçeli idarelere , SOSYAL GÜVENLİK KURULUŞLARINA , döner sermayelere ve yerel yönetimlere ait İŞLETMELERİN yeniden yapılandırılmaları esas olacaktır. • 2000 yılında transfer harcamaları için ayrılan 30.766 trilyonluk ödeneğin ; % 68.7’si FAİZ , %11.7’si SOSYAL GÜVENLİK KURULUŞLARINA ............ öngörülmüştür. Sosyal güvenlik kuruluşlarına ayrılan transferlerin GSMH (gayri safi milli hasıla) ya oranının %3.3’den % 2.9’a İNMESİ öngörülmüştür. Sosyal güvenlik kuruluşlarına bütçeden yapılacak transferlerin GSMH’ya oranının % 2.3’e GERİLETİLMESİ PROGRAMLANMIŞTIR. • ÖZEL SEKTÖR sağlık yatırımlarının teşvikine devam edilecektir. • ÖZEL SİGORTACILIK , mevcut sosyal sigorta sistemine ilave ve isteğe bağlı bir sistem olarak desteklenecek ve bu kapsamda ÖZEL SAĞLIK VE ÖZEL EMEKLİLİK SİGORTASI TEŞVİK EDİLECEKTİR. • SOSYAL GÜVENLİK KURUMLARININ SAĞLIK HİZMETLERİNİ SATIN ALMA YOLU İLE TEMİNİ SAĞLANACAKTIR. • DEVLETİN EKONOMİDE TİCARİ VE ÜRETİCİ FAALİYETLERDEN ÇEKİLEREK ASLİ GÖREVİNE DÖNMESİ TEMEL HEDEF OLARAK KABUL EDİLECEKTİR. • İşsizlik sigortasına ilişkin 4447 sayılı kanunun yürürlüğe girmiş olması nedeni ile , KIDEM VE İHBAR TAZMİNATI MÜESSESELERİNİN YENİDEN DÜZENLENMESİ ve KIDEM TAZMİNATI FONUNUN kurulması önem kazanmıştır. • 2000 yılının ilk altı ayı için memur maaşlarının % 15 oranında artırılması planlanmıştır. BÖYLECE PERSONEL GİDERLERİNİN GSMH İÇİNDEKİ PAYININ 1999 yılına göre 0.4 PUAN AZALARAK % 8.0 düzeyine DÜŞÜRÜLMESİ ÖNGÖRÜLMÜŞTÜR. DEMOKRASİ VE MEDYA Prof. Dr. Raşit KAYA * Türkiye’nin yaşamakta olduğu bunalımdan demokratik süreç içinde çıkılabilmesi için izlenebilecek yaklaşımları araştıran TÜBA Projesinde medyanın da önemli bir değerlendirme alanı olarak yer bulması oldukça kolay anlaşılabilir. Çünkü , medyanın işi doğrudan yaşam deneyimimiz ve denetimimiz dışında kalan olay , olgu ve oluşumları bize aktarmaktır. Bizler de kendi pratiğimiz dışında kalan ve giderek karmaşıklaşan bir dünyayı böylelikle algılar ve anlamlandırırız. Demek ki nasıl bir dünyada yaşıyoruz sorusunun ayırdına büyük ölçüde medya aracılığıyla ulaşabiliyoruz. Durum tanımlamasını yapan medya olduğuna göre nasıl bir dünyada yaşamak istiyoruz sorusuna yanıtımız da bu medyanın tanımlarından mutlaka etkilenecektir , hatta onun tarafından belirlenebilecektir. Günümüzde bireysel ve toplumsal yaşam içerisinde medyanın ağırlığı ve önemi çok artmıştır. Eski kitle iletişim araçlarının kullanım alanları genişlemiş , yeni gelişen araçlar günlük yaşam pratiklerine daha fazla nüfuz etmeye ve eskilere eklemlenmeye başlamıştır. İletişim teknolojilerindeki hızlı gelişme ile birlikte artan hızlı iletişim olanakları ve medyanın yaşamımızda kapladığı alanın genişlemesinin sonucu , değişen bir toplumsal kurum olarak medyanın içinde yaşadığımız tüm sosyal formasyonu geliştirip , karmaşıklaştırdığı artık yadsınamayacak bir gerçektir. Bu etkileşimin diyalektik bir ilişki olarak bireysel ve toplumsal tüm ilişkileri değiştirip , dönüştürmekte , bir anlamda yeniden kurmakta olduğu söylenebilir. Böylelikle çağdaş toplumun ayırt edici bir özelliğine ulaşılmıştır. Bu özellik kültürel üretimin esas itibariyle medya çerçevesinde gerçekleşmesi ve/veya medya aracılığıyla dağıtılmasıdır. Medyanın haber aktarmak olarak belirlenmiş olan geleneksel işlevi bu durumun sonucunda genişlemiş ve genel olarak tüm sembolik üretimleri kapsar hale gelmiştir. Sonuçta , salt haber aktarıcılığı yapanların yanısıra “türlü-çeşitli” sembolik üretimleri gerçekleştiren medya çalışanlarını da kapsar olmuştur. Daha yerinde bir anlatımla bunların yaptıkları üretimler de gazetecilik sayılmaya başlanılmıştır. İletişim alanındaki teknolojik ilerlemelerden beslenen ve genel olarak küreselleşme bağlamında yer alan bir söylem bu durumun hem günlük yaşama sunduğu olanakları hem de demokrasi çerçevesinde açabileceği yeni ufukları yoğun bir biçimde dile getirmektedir. Böyle görüşlere göre sözkonusu gelişmeler yeni bir tür demokrasiye geçişin olanaklarını sunmakta ; “teledemokrasi” gibi yeni demokrasi formlarından söz edilmektedir. Bu iyimserlerin aksine eleştirel yaklaşanlar artan sosyal kontrol ve manipülasyon olanaklarını vurgulamaktadırlar. Konuda geniş bir literatür ve ciddi bir tartışma oluşmuştur. Tüm bu tartışma ortamında herkesce kabul gören nokta kitle iletişim araçlarının demokratik bir yaşama katkı yapacaklarsa bunun toplum üyelerine doğrudan kendi yaşam deneyimleri dışında kalan olay ve oluşumlar hakkında doğru , yeterli ve yansız bilgi ile düşünce aktarımı yoluyla gerçekleşeceğidir. Kısaca , çağdaş toplumlarda demokrasinin olmazsa olmaz koşullarından birisi olarak özgürce yeterli enformasyonu sağlıyabilecek bir medyanın var olması gerektiği kabul edilmektedir. Oysa , medya üzerine yapılan araştırmalar bilgi ve düşünce aktarım işlevinin , tüm dünyada , medya etkinliği içerisinde ikinci plana düştüğünü göstermektedir. Artık , medya içerikleri , özellikle görsel-işitsel medyada esas itibariyle eğlenceye , eğlendirmeye hasredilmektedir. Çünkü , hakim anlayış çerçevesinde medyayı yönlendiren piyasa kurallarıdır. Demokrasiyi gözetecek bir medya belirli bir gazetecilik ve kamu yararı anlayışına dayanmak durumundadır. Piyasa kurallarına teslim edilerek yanlızca bu kaygıyla işletilen medya ise böyle bir gazetecilik anlayışına sahip olamamaktadır. Nitekim , doğru , yansız ve düzenli haberdar kılma işlevi , yalın fakat duruma çok uygun bir anlatımla , yerini “abesle ve sululukla dolu” , ya da “vurdulu - kırdılı” bir içeriğe bırakmıştır. Artık , medyanın enformasyon sağlama işlevi yerini “haber” ve “eğlence” sözcüklerinin birleştirilmesiyle oluşturulan “habeğlence” (ingilizcede “information” ve “entertainment” sözcüklerinden oluşan “infotainment”) işlevine bırakmıştır. Bu durumu günlük yaşam içerisinde “siyaset-dışı” nın (non-political) ağırlığının artışı olarak niteleyip , geçemeyiz. Bu , aynı zamanda kitlelerin siyasal yaşama katılımı bağlamında “siyasete karşı” (antı-political) bir gelişmedir. Çünkü , herşeyden önce siyasete hasredilen zamanın daraltılması ve kamusal ilginin siyasal boyutlar taşıyan sorunlardan uzak tutulması demektir. Demokrasi deneyiminde ileri mevzilerde yer alan ülkelerde bile siyaset - medya yurttaş ilişkisinin günümüzde yeniden ve demokratik bir işleyiş sağlayacak biçimde kurulması için gösterilen çabalar bu durumun çok ciddiye alınması gerektiğini göstermektedir. Yeni sağ düşüncenin sağladığı hegemonya altında , özelleştirme , deregülasyon ve tekelleşme gibi süreçlerle piyasa mantığına tümüyle teslim olan medyanın demokratik bir toplum için son derece sağlıksız olan işleyişini aşacak bir medya düzenine ulaşmak gerekmektedir. Medya günümüzde ideolojik denetimin ve yeniden üretimin başlıca aracı haline gelmiştir. Demokratik bir medya sisteminden yoksun olunduğu takdirde ve bu ölçüde medya bir yandan “ideolojiler öldü” türünden görüşler yaymaya çalışacak , öte yandan da var olan toplumsal yaşam ile mümkün olabilecek daha iyi bir yaşam tarzı arasındaki farkı muğlaklaştırarak , anlamsızlaştırarak buharlaştırmaya çalışacak ve ideolojik denetim işlevini böyle yerine getirecektir. Yaşanan bunalımların yapısal özellikler taşıdığı ortamlardan böyle işleyen medyaya gereksinim çoğalır. 1980 sonrası medya alanında Türkiye’de yaşanan gelişme ve dönüşümleri bu bağlamda anlamlandırabilir , değerlendirebiliriz. Bir yanda iç dinamikler diğer yanda ise küreselleşme olarak bilinen süreç 1990’lı yıllarda Türkiye’de medya alanını tümüyle farklı bir görünüme taşımıştır. Türkiye yoksul bir medya ortamından varsıl bir ortama geçmiştir. Buna karşılık toplumsal ve kültürel gelişmeye demokratikleşme yönünde katkıda bulunabilecek nitelikte bir medya ortamının oluşmadığını görmekteyiz. Önemli bir dönüşüm anlamına gelen medya ortamındaki değişmeleri ve sonuçlarını şöylece özetleyebiliriz : 1. Alanda mülkiyet konusunda önemli ve köklü değişiklikler olmuştur.Öncelikle radyotelevizyon alanında kamu tekeli kalkmış ve çok sayıda özel radyo ve televizyon kurulmuştur. Bunun kadar önemli başka bir gelişme de medya alanında faaliyet gösteren sermayenin niteliğinin değişmesidir. Esas itibariyle medya (basın) dışı alanlarda birikmiş sermaye medya alanına hakimiyet kurmuştur. Basın alanında mevcut sermaye gruplarından da ayakta kalabilenler varlıklarını basın dışı alanlara da yayılarak sürdürebilmişlerdir. Bu gelişmeyi getiren bir etmen doğal olarak medya kuruluşu sahibi olmanın sağladığı güç ve prestij ile medya organının baskı uygulamak için kullanılabilme potansiyelidir. Bir ikinci temel etmen ise bundan böyle medya alanına yapılan yatırımların eski durumun tam aksine çok yüksek karlılık oranı gerçekleştirebilmekte oluşlarıdır. Hızlı ve köklü teknolojik gelişmenin üzerinde durulmayan sözü pek edilmeyen ancak , çok önemli bir etkisi de budur. 2. Sözü edilen gelişmelerin bir başka sonucu Türkiye’de medya alanında tekelleşme eğilimi tüm olumsuz unsurlarıyla birlikte sınır tanımaz bir aşamaya ulaşmıştır. Tüm dünyada belirgin biçimde gözlemlenmekte olan tekelleşme hareketlerinin Türkiye’ye özgün boyutu bu gelişmelerin “Avrupa düzeyinde dev kuruluşlar” oluşturulması gibi bir retorikle gururla ilan edilebilmesidir. Bu durum tekelleşmenin olumsuz sonuçlarına karşı alınabilecek önlemleri baştan olanaksız kılmaktadır. 3. Yeni oluşan radyo - televizyon düzeni hukuksal ön düzenlemesi olmaksızın , Anayasa ve yasalara rağmen , kaotik bir biçimde gerçekleşmiştir. Bu gelişme radyo - televizyon alanında da, basın alanında da kural tanımazlığı kural haline dönüştürmüştür. Örneğin , RTÜK frekansları belirleme ve imtiyazları tahsis etme görevini yerine getirmemiştir , hala da getirememektedir. Yine yasanın tekelleşmeyi engellemek için öngördüğü hükümler yokmuş gibi davranılmaktadır. Basın alanında da promosyonu düzenliyen kurallar dikkate alınmadan etkinlikler rahatca sürdürülebilmektedir. 4. Ticari başarıyı sağlıyan herşey mubahtır anlayışıyla hareket eden medya kuruluşları siyasal yaşamın tıkanıklıklarla dolu ortamında bir tür özerk konum kazanarak zaman zaman yargı ve yürütme organları yerine kendilerini ikame eden bir tutum alabilmektedirler. 5. Medya kuruluşları ticari çıkarlarına doğrudan engel çıkarmadığı sürece düşünce ve düşünceyi açıklama özgürlüğü ile basın özgürlüğü konularına ilgilerini önemli ölçüde yitirmiş durumdadırlar. Buna karşılık alanda yasal kısıtlılıklar ve fiili engeller varlıklarını sürdürmektedirler. 6. Gazetecilik mesleği tümüyle tahrip olmanın eşiğindedir. Bir yanda ‘reyting’ yaptığı yada tiraj getirdiği varsayılan astronomik ücretli ancak çoğu kez basın yasasına göre yapılmış bir sözleşmesi -ve güvencesi- olmayan köşe yazarı yada yönetici görevdeki vedetlerin diğer yanda da düşük ücretli ve hiçbir güvencesi olmayan haber yapımcılarının yer aldığı meslek ciddi bir inandırıcılık bunalımı içindedir. Gazetecilik mesleğinin sendikal örgütlenmesi neredeyse tümüyle tasfiye olmuştur. Buna karşılık etkinlik alanlarına göre uzmanlaşmış dernek sayısı artmış; profesyonel örgütlenmeler mesleğin yapılış ve ahlaksal ilkelerinden çok dernek üyelerinin meslek dışı bireyci , hedonist çıkarlarını savunur hale gelmiştir. Sıralanan bu gelişmeler sonrası bir değerlendirme yapılırsa günümüzde Türk medyasını demokratik siyasal sürece katkı bağlamında , geneli itibariyle , ‘yararlılar’ safından çıkarıp , ‘zararlılar’ safına yerleştirmek durumundayız. Konunun önemini artıran bir başka etmen de Türkiye’de siyasal sistemin yapısı ve politik kültür itibariyle medyanın olumsuz etkilerini dengeleyebilecek ögelerin yetersizliğidir. Bu nedenle kitle iletişimi araçlarını demokratik , katılımcı bir siyasal-toplumsal yaşam için katkılarda bulunabilecek hale dönüştürecek önlemlerin acil olarak tartışmaya açılmasında daha fazla gecikilmemelidir. Kitle iletişimi alanında sorunların aşılabilmesi için ne tür önlemler alınabileceği düşünüldüğünde mutlaka şu iki konu göz önünde tutulmak zorundadır: 1. Kitle iletişimi alanında yapılacak düzenlemeler mutlaka genel bir demokratikleşme perspektifi içeren , demokratikleşmeye katkıda bulunmayı hedefleyen bir bakışla ele alınmalıdırlar. Kitle iletişim araçları demokrasiye katkılarını ancak sağlıklı demokratik bir toplumda yapabilirler. Dolayısıyla kitle iletişiminin demokratikleşmesi genel demokratikleşme sürecinden soyutlanamaz. Bu nedenle medyanın durumu birçok başka kurumla birlikte ele alınıp yeniden düzenlenmelidir. Medya tek başına demokrasiyi ne kurabilir ne geliştirebilir. Ama , demokratik işleyişe kavuşturulamayan medya demokrasi önünde ciddi engel oluşturur. 2. Bu genel perspektif yanında öncelikli bir başka konu da ‘gazeteci’ kavramı ile ‘gazetecilik mesleği’nin rehabilite edilmesidir. Bu amaçla gazetecilik mesleği yeniden tanımlanmalı , gazetecinin pratiğinin kitle iletişim alanındaki ticari amaçlı etkinliklerden ayırt edilebilen çok özel , kamusal nitelikli bir etkinlik olduğu ve bununla sınırlı kalması gerektiği kabul edilmelidir. Gazetecinin gazetecilik alanı dışında gelir getirici çalışmaları sınırlanabilmeli , buna karşılık medya yazı işleri yada program yapımcılarının düşünsel düzeyde bağımsızlığını sağlamayı amaçlayan iş güvenceleri geliştirilmelidir. * Ortadoğu Teknik Üniversitesi Öğretim Üyesi SOSYAL GÜVENLİĞİMİZ : NEREYE ? ÖZCAN KESGEÇ 1-SOSYAL GÜVENLİK : TANIMI VE GELİŞİMİ Sosyal Güvenliğin tanımı ve kapsamında , tüm sosyal kesimlerin birleştiği görülmektedir. Bunda bir sorun yoktur. Sorun , sosyal güvenliğin nasıl sağlanacağında ve / veya sağlanmasının gerekip gerekmediğinde ortaya çıkmaktadır. Çağdaş anlamda sosyal güvenlik ; herkesin sosyal ve ekonomik ihtiyaçlarını karşılayacak tarzda bugünlerinin ve yarınlarının güvence altına alınmasıdır. Sosyal güvenliği , ülkede yaşayanlar arasında hiçbir ayırım gözetmeksizin toplumun bütün fertlerinin ekonomik ve sosyal ihtiyaçlarını karşılayacak tarzda , kişilerin bugünlerini ve yarınlarını güven altına almayı hedef tayin eden bir sistemler bütünü olarak tanımlamak olanaklıdır. Nitekim sosyal güvenlik kavramı , çağımızda sadece çalışanlar için değil , tüm fertleri kapsayan biçimde algılanmıştır. Bu tanım ve kapsama göre sosyal güvenlik : - Bir toplumu oluşturan bütün fertleri , doğumlarından ölümlerine kadar tüm yaşamları boyunca ilgilendiren sosyal politikaların ve refah devleti anlayışının ulaştığı en önemli üst nokta , - Yurttaşları başkalarına muhtaç ve ihtiyaçların esiri olmaktan kurtarma , - Bir bireysel tasarruf sistemi değil , tam tersi , bireyi ve ailesini , sağlık , işsizlik, yaşlılık , emeklilik , ölüm v.b. nedenlerle uğradığı kayıplardan korumayı hedefleyen bir koruma programı , - Refahı artırmanın , geliri zenginden yoksula bölüştürmenin en etkin alanlarından biri , olma özellik ve niteliklerini taşıyan bir içeriğe ulaşmıştır. Onun için de ülkelerin kalkınma göstergesi , sosyal güvenliğe verilen önem ile ölçülmektedir. “Sosyal güvenlik” teriminin çok uzun bir geçmişi yoktur. İlk olarak 1936 yılında Amerika’da bu isimle anılan bir yasada kullanılmıştır. Buna karşın hızla yayılan ve gelişen bir süreç izlemiştir. Bunda da merkezinde insanın baş aktör olması yatmaktadır. Bu ise sosyal güvenliğin , bir sosyal politika alanı olduğunun anlaşılmasını zorunlu kılmaktadır. Yani sosyal güvenlik , salt “teknik” bir sorun değildir. Sosyal politika , kendi kaderine terk edilmiş gruplara yönelik bir politika olmaktan öte , kapsamındaki topluluğun ve giderek tüm toplumun sosyal gelişimini sağlama politikası olarak görülmektedir. Sosyal politika ; özü bakımından ,insana , yaşamın tüm güçlüklerine karşı bir koruma sunması ile kendini gösteren , bu anlamda ortaya çıkan sosyal sorunlara yetkili kamu makamlarının “müdahale” bütününü anlatan bir alandır. Sosyal güvenlik , kapsadığı hastalık , yaşlılık , işgöremezlik , işsizlik , bakım , analık , dul ve yetimlik , iş kazaları , meslek hastalıkları v.b. alanlar ile sosyal politikanın en somut ve insana yönelik çerçevesini oluşturmaktadır. Böyle olduğu için de TİCARİ bir alanın konusu olamaz. Bunun için sosyal güvenlik , İnsan Hakları Evrensel Bildirisinde yer alan TEMEL İNSAN HAKLARINDANDIR. Sosyal güvenlik bir yönü ile de EKONOMİK HAKLAR’dandır. Ekonomik haklar ise BİREY’İ TOPLUM’DAN alacaklı kılan ve DEVLET’e pozitif edimlerde bulunma zorunluluğu getiren haklardır. Ekonomik hakları , ekonomik özgürlüklerle karıştırmamak gerekir. Ekonomik özgürlükler , ekonomik hakların aksine , iktidarların negatif edinimini , yani bu alana hiç karışmamasını gerektirir. Sosyal Güvenlik , işte bu kapsam ve içerik çerçevesinde değerlendirilmelidir. Nitekim T.C.Anayasası HERKESİN sosyal güvenlik HAKKINA sahip olduğunu hükme bağlamıştır. 2 - TÜRKİYEDE SOSYAL GÜVENLİK KURUMLARI Sosyal güvenlik , 1- Sosyal Sigortalar , 2- Sosyal Yardım , 3- Sosyal Hizmet programlarından oluşmaktadır. Sosyal güvenlik kurumları da bu programa uygun olarak ve ülkelere göre çeşitlilik göstererek oluşmaktadır. Örneğin , kimi ülkelerde tüm sosyal programları doğrudan devlet bütçesinden karşılanmakta , kimilerinde primli sisteme dayalı uygulamalar yapılmakta , kimilerinde de her ikisinin birlikte uygulandığı karma modeller yer almakta , kurumlaşmalar da buna göre olmaktadır. Türkiye sosyal güvenlik sistemi , devletin finanse ettiği sosyal yardım ve hizmetlerden oluşan PRİMSİZsistem ile ilgililerin finanse ettiği PRİMLİ sistemden oluşan karma bir sistemdir. a) Primsiz Sistemin Temel Uygulamaları -1005 sayılı İstiklal Madalyası Almış Olanlara Yardım Yasası -4109 sayılı Muhtaç Asker Ailelerini Desteklemek İçinYasa -2150 (3292) sayılı Vatani Hizmet Tertibinden Kişilere ve Ailelerine YardımYasası -2330 sayılı Güven ve Asayişi Sağlarken Ölen ve Sakatlananlara Yardım Yasası -2022 sayılı 65 Yaş ve Üstündekilere Maaş Bağlanmasına İlişkin Yasa -3713 sayılı Terörle Mücadele Edenleri Korumaya Yönelik Yasa -168 sayılı Yabancı Ülkelerde Türk Kültürüne Hizmeti Geçenlere İlişkin Yasa -2629 sayılı Türk Amaçlayan Yasa Silahlı Kuvvetlerinde Görevli Bazı Personele Yardımı -3294 sayılı Fakir Yurttaşlara Yardım Yasası -3320 sayılı Konut Edindirmeye Yönelik Yasa -2022 sayılı Muhtaç Çocuk , Sakat ve Yaşlılara Sosyal Hizmet Vermeyi Amaçlayan Yasa -3359 sayılı Sağlık Hizmetlerine İlişkin Yasa -3816 sayılı (Yeşil Kart) Ödeme Gücü Olmayanlara Sağlık Hizmeti Vermeyi AmaçlayanYasa Ülkemizde bu yasal düzenlemelerin gereklerini çok çeşitli kuruluşlar yerine getirmektedir. Bu kuruluşların yurttaşlarca yeterince bilindiği de söylenemez. Ayrıca bunlar arasındaki eşgüdümsüzlük , hem hizmetlerin yeterince sağlanamamasını hem de yararlanma konumunda olanların yararlanamamasını doğurmaktadır. Tüm bunların güvenlik harcamalarımız içindeki payı ise % 2 civarındadır. b) Primli Sistem İle Hizmet Veren Sosyal Güvenlik Kurumları Genel olarak bu kurumlar , sosyal sigorta’lardan oluşmaktadır. Bir sosyal güvenlik kuruluşu olmasına karşın , bir sosyal sigorta kuruluşu sayılamıyacak olan T.C. Emekli Sandığı da , ülkemizde bu kategoride sayılmaktadır. Biz de burada belirtmekle yetinecek ve esas olarak “sosyal sigorta” kategorisinde Sosyal Sigortalar Kurumu’ (S.S.K.) nu geniş olarak ele alacağız. Bugün var olan sosyal sigorta kuruluşlarımız ve çerçevesini belirleyen yasalar şunlardır. -5434 sayılı T.C.Emekli Sandığı -4792 sayılı Sosyal Sigortalar Kurumu ve 506 sayılı Sosyal Sigortalar Yasası -1479 sayılı Bağ - Kur -2926 sayılı Tarımda kendi nam ve hesabına çalışanlar sosyal sigorta yasası -506 sayılı yasanın 20. maddesi uyarınca Banka , Sigorta ve reasürans şirketleri , Ticaret ve Sanayi odaları , borsalar ve bunların birlikleri bünyesinde Vakıf tarzında kurulan ve Bakanlıkça onanmış bulunan 22 sosyal sigorta sandığı. Bu sandıklar üyelerine EN AZ S.S.K. kadar uygulama yapmakla hükümlü bulunmaktadır. 3- SOSYAL SİGORTALAR KURUMU Türkiye “sosyal sigorta” sisteminin belkemiğini Sosyal Sigortalar Kurumu ve uygulamakla yükümlü olduğu 506 sayılı Sosyal Sigortalar Yasası oluşturmaktadır. Kapsadığı sigorta dallarının çeşitliliği , sağlık sigortasını tüm kolları ile doğrudan uyguluyor olması ve kurumsal yapısı ile S.S.K.ülkemizin başat sosyal sigorta kuruluşu durumundadır. Ülkemiz sosyal güvenliğinin ve sosyal sigorta sistemimizin çağdaş bir niteliğe kavuşmasının önündeki engelleri belirlemek , bu alanda ileri sürülenleri değerlendirmek açısından S.S.K. özelinde düşüncelerimiz ortaya konulmaya çalışılmıştır. Yineleyelim. Ülkemizde sosyal güvenliğin esas olarak “sosyal sigorta” sistemi içinde kurumsallaşarak sağlanması esas alınmıştır. 1945 yılında 4792 sayılı yasa ile İşçi Sigortaları Kurumu oluşturularak bu yeğleme temel politika olarak yasalaştırılmıştır. 1961 ve 1982 Anayasaları ile de “ANAYASAL” hak ve güvence haline getirilmiştir. a) Sigorta - Sosyal Sigorta Nedir ? Sigorta , ayrıcalıklı yada özel grupları kavrayan , önceden belirlenmiş risklere karşı , önceden belirlenmiş ödeme koşulları ile alınan primlerle yürütülen özel bir hizmet biçimidir. Ticaridir. İsteğe bağlıdır. Bireyseldir. Sosyal sigorta , sigortadan ayrılır. sigorta tekniğini kullanma dışında , hemen hemen tamamen Sosyal Sigorta ; zorunludur , eş ve çocukları anne ve babaları da kapsar , kamu hizmetidir , Devletin katkısını gerektirir , amacı tüm toplumu kapsamaktır. Primli bir sistemdir. Ancak toplum geneline yaygınlaştırıldığı zaman Dr.Nusret H. Fişek’in çok yerinde ifadesi ile , prim kavramı anlamını yitirir. Sosyal Sigorta , salt bir finansman kurumu olarak düşünülemez. Hizmet Kurumu olma özelliği de vazgeçilmez niteliğidir. Sosyal sigortalarda işletme iki sistemden birisine göre yapılır. i) Kapitalizasyon Sistemi : Fon sistemi de denir. Toplanan primlerin işletilip nemalandırılması yolu ile sigortalının geleceğini finanse etmesi esasına dayanır. ii) Repertisyon Sistemi : Dağıtım sistemi de denir. Bu sistem aktif sigortalılardan toplanan primin , pasif sigortalılara aktarılması esasına dayanır. Bütün bunlardan sonra şu saptama belleklere yerleşmelidir. Sosyal Sigortalar Kurumunu , özel sigorta kuruluşlarından ayıran en temel özelliği Onun “sosyal” niteliğidir. Nitekim 1964 yılında 506 sayılı yasa ile , İşçi Sigortaları Kurumu olarak adlandırılırken , “sosyal” , sözcüğü kurumun hem yayılım emellerini ve hem de içeriğini daha iyi anlatması bakımından yeğlenmiştir. Bu nedenle , sosyal sigortaların yürüttüğü tüm sigorta kollarına ilişkin hizmetlerin de “sosyal” bir karakterde olması , kaçınılmaz bir zorunluluktur. Bunun diğer somut bir göstergesi de sosyal sigortanın yürüttüğü sağlık sigortasının -sağlık hizmetlerinin- sosyal niteliğini ortaya koyan 506 sayılı yasanın 124. maddesidir. Bugün de yürürlükte olan bu madde “Kurum , sigortalıları sağlık durumlarını kontrol amacıyla , istediği zaman , sağlık muayenesine tabi tutabileceği gibi , koruyucu hekimlik bakımından koruyucu her türlü tedbiri alabilir.” demektedir. b) SSK’nın Bugünkü Durumu 1945 yılında S.S.K. , kurulurken , mali ve idari bakımdan özerk , özel hukuk hükümlerine tabi bir kamu kuruluşu olarak yapılandırılmıştır. 4792 sayılı kuruluş yasasının 1. maddesi bu düzenlemeyi taşır. Kuruluşundan sonraki süreçte Kurum , adım adım , özerk ve özel hukuk hükümlerine tabi yapısından uzaklaştırılmış , siyasal iktidarların egemen olduğu bir “Devlet dairesi” yapısına büründürülmüştür. Kuruma , görevi olmayan yükler yüklenmiş , kaynakları iktidarlarca ucuz kredi olarak kullanılmış , bütçeden hiçbir katkı yapılmamıştır. Kurum 1996 yılına kadar bütçeden hiçbir pay almadan , kaynakları kendi dışından talan edilmesine rağmen kendi yağı ile kavrulagelmiştir. Bugün 45 milyon yurttaşa çeşitli sosyal sigorta hizmeti vermektedir. 1980 sonrası , dünyada esen rüzgarlara koşut olarak , ülkemizde de özelleştirme , devleti küçültme , sağlık eğitim gibi alanları dahi kamu hizmet alanı olmaktan çıkarma “sosyal devlet”i tüm kazanımları ile birlikte yok etme politikaları uygulamaya konulmaya çalışılmıştır. Sosyal güvenlik de , özelleştirilmeye çalışılan kamu hizmeti olmaktan çıkarılmaya çalışılan alanların başında seçilmiştir. S.S.K.’ nın alacakları ödenmezken kaynaklarının sıfır faizle , tutulması zorla dayatılmıştır. 1996 yılından sonra kendi bütçesinden açık vermeye başlayan S.S.K.ve diğer sosyal güvenlik kurumlarına , bütçeden aktarılan paralar , “AÇIK, KARA DELİK” gibi sunulmaya başlanmıştır. Bu söylemin gerçek anlamını belirtmeden önce şu sorunun yanıtına bakmak , gerçeği daha iyi anlamaya yardımcı olacaktır. Bütçeden S.S.K.ya ayrılan aktarılan , katılan pay ne olmalıdır ? 1999 yılı Mali Yılı Bütçe Kanununa göre (1996 dan sonraki en son bütçeyi esas alıyoruz.) gelir bütçesi 17,950 katrilyon gider bütçesi ise , 27,186 katrilyon TL.dir. Sosyal transferlerin tutarı 1,425 katrilyon TL. , sosyal güvenlik ile ilgili ödemelerin tutarı ise 1,380 katrilyon TL.olup , S.S.K.ya yapılacak transfer ise 793 Trilyon TL. olacaktır. Görüleceği üzere bütçe giderlerinin % 5’i sosyal güvenlik harcamalarına ayrılmış olup , S.S.K.nın payı ise % 2.9 dur. Aynı yıl bütçesinde borç ödemelerine 10,300 katrilyon TL ayrılmış olup , bu ise bütçenin % 37.8’ini oluşturmaktadır. İç borçların giderlere oranı ise % 34.9 dur. Devlet bütçesinden % 2.9 pay alarak -- ki , bütçe katkısının 1996 dan başladığını yineleyelim -ülke nüfusunun % 48.2 sine sosyal güvenlik hizmeti veren S.S.K.ya yapılan katkıyı , açık ve/veya kara delik diye nitelendirmenin adı ; SOSYAL DEVLETE REDDİYE’den başka birşey değildir ve olamaz. Kamu haznedarlığı denilen , yani S.S.K.gelirlerinin 0 faiz ile banka hesabına yatırılmasını zorunlu kılan uygulama ile S.S.K.nın 1998 yılı kaybı 18 Trilyon TL.dir. Bunun adı S.S.K.kaynağını aktarmaktan başka birşey değildir. Bugün Türkiye’de , sosyal güvenliğe bütçeden yok denecek kadar az olan KATKI’yı bile çok görenlere , aşağıdaki tabloyu bir kez daha hatırlatmakta fayda var. Ülke Bütçeden Sosyal Güvenliğe Katkı Oranları ( % ) A.B.D -------------------- 29 ALMANYA -------------- 25 AVUSTRALYA ----------- 79 DANİMARKA ------------ 85 FİNLANDİYA ------------ 44 İNGİLTERE -------------- 55 İRLANDA ---------------- 61 İSVEÇ ------------------- 49 JAPONYA --------------- 22 KANADA ---------------- 61 c) Sözde Sosyal Güvenlik Reformu Yasası : Asıl Amaç Kendilerini “küreselleşen dünya” masalını yineleyerek , onun çarkının bir dişlisi olarak görenler, özelleştirme virüsünü ülkemizde yaygın ve salgın haline getirmeye çalışmaktadırlar. Sağlığın da bu anlayışın bir alanı haline getirilmesinde , 1982 ANAYASASI ile anayasal çerçevenin oluşturulduğunun vurgulanması önem taşımaktadır. 1961 Anayasasında yurttaşlar için bir HAK olan sağlık , 1982 Anayasası ile bir HİZMET haline getirilmiş , böylece sağlık , toplumca, -Devletçe- karşılanması zorunlu bir gereksinme olmaktan çıkarılmıştır. Çıkarılan sözde sosyal güvenlik yasası ile de , bu alanda daha somut adımlar atılmış , sosyal güvenlik kapsamında önemli bir yer tutan S.S.K. “sağlık sigortası” uygulamasının , özelleştirilmesinin önünün açılması amaçlanmıştır. Emeklilik yaşı yükseltilerek , prim ödeme gün sayısı dünya normlarının üstüne çıkartılarak , zaten yetersiz olan emekli maaşı oranı daha da düşürülerek , insanların S.S.K.dan kaçışı özendirilmiş ve bu alanın da “özel sigortaya” , kaydırılması amaçlanmıştır. Bugünün parası ile ortada 2 katrilyon düzeyinde emeklilik sigortası primi gelirleri vardır. Buna 5,2 katrilyon TL.tutarındaki S.S.K. bütçesinin büyüklüğü açısından bakıldığında ise , sosyal güvenliğin özelleştirilme iştahasını daha iyi anlamak kolaylaşmaktadır. Yine bu sözde reform yasası ile getirilen ve 01.06.2000 den geçerli olacak olan “işsizlik sigortası” ile oluşacak olan “fon” un ilk eldeki birikiminin 4-5 katrilyon TL.olacağı , fonun yönetiminin ve nasıl kullanılacağının belirsizliği , gözden kaçırılmaması gereken bir önemli noktayı oluşturmaktadır. Kısaca , S.S.K.’nın dünü ve bugün yapılmak istenenler , “Türkiye kapitalizminin” sermaye birikimini sağlama ve birikime el değiştirttrilmesi serüveninin de adı olmaktadır. Bütün bunlardan şu sonuçları çıkarmak olanaklıdır ; Sosyal güvenliği , bir kamu alanı görenler , bu alanın devletin görevi olduğunu savunanlar yani sosyal devleti gerekli ve zorunlu görenler saf tutmak zorundadır. Karşı safı ise bu alanı da, “bırakınız yapsınlar , bırakınız geçsinler” anlayışının sahibi olarak piyasanın vahşi ellerine bırakmak isteyenler oluşturmaktadır. Sorun ; salt bir “teknik” sorun değildir. Olayı böyle göstermek isteyenlerin tuzağına düşmemek gereklidir. Sosyal güvenliğin , bir hak olduğu , ticarileştirilemeyeceği temel yaklaşımı içinde sosyal devletin , sosyal güvenliğin tümden yok edilmeye çalışıldığı bu günlerde, artık ayrıntı haline gelen her türlü yeniden yapılanma önerileri tartışılabilir. Kaldı ki bu alanda yapılması gerekenler artık bilinmektedir. Pek çok çözüm üretilmiştir. Bu nedenle , sözde sosyal güvenlik reformuna karşı gösterilen sendikal ve sınıfsal tepki aslında tarihsel bir öneme sahiptir. Deprem ; Bir kez daha , sosyal devletin özenle korunması gereken bir kazanım olduğunu acı bir biçimde göstermiştir. Ama ne acıdır ki , deprem içinde “sosyal güvenlik yasa tasarısı” sosyal devleti yok edici bir biçimin ayaklarından biri anlayışı ile yasalaştırılmıştır. * * * ÜLKEMİZDE SENDİKAL ÖRGÜTLENME SORUNLARI GENEL DURUM 12 Eylül 1980’de gerçekleştirilen darbeye egemen olan otoriter devlet anlayışının izdüşümü olarak yürürlüğe konulan ve özellikle toplumsal yaşamı düzenleyen yasalar , aradan 17 yıllık bir sivil yönetim dönemi geçmesine rağmen , bugün hala varlıklarını sürdürmektedirler. Bu durum , Türkiye demokrasisi açısından esef verici bir duyarsızlığı gösterdiği gibi , sivil yönetim tarzının en temel kurumlarından biri olan parlamentonun siyasi iradesinin ne yolda seyrettiğini de açıkça göstermektedir. Milli Güvenlik Konseyi’nin Eylül 1980’den , ikdidarın sivil yönetime devredildiği Kasım 1983’e kadar hüküm sürdüğü dönemde çıkarılan yasal düzenlemelerin Anayasa Mahkemesi’ne götürülmesini engelleyen Anayasa’nın Geçici 15. maddesinin ilk fıkrasının KALICI hale gelmiş olmasını , siyasi kadroların izah etmeleri mümkün değildir. Başta Anayasa olmak üzere , anılan dönemde yürürlüğe konulan yasalardan , özellikle 2821 sayılı Sendikalar ve 2822 sayılı Toplu İş Sözleşmesi Grev ve Lokavt kanunlarında yer alan hükümler , gerçek demokrasilere özgü sendikal hak ve özgürlüklerle bağdaşmamakta , bu hak ve özgürlüklere dönük ciddi engel ve yasaklamaları da bağrında taşımaktadır. Belli aralıklarla kesintiye uğrayan ve müdahale gören siyasal , hukuksal ve toplumsal düzenimizde , çok boyutlu demokrasi sorunları ile karşı karşıya bulunduğumuz bir gerçektir. Şematik bir demokratik yapılanmanın varlığı. Anayasa’da bir takım hak ve özgürlüklere yer verilmiş olması , demokratik hak ve özgürlükleri içeren kimi uluslararası sözleşmelerin yürürlükte bulunması gibi olgular , demokratik bir işleyişi ifade etmekten uzaktır. Aslolan demokratik işlerlik ve demokratik kurumlaşmadır ki , ülkemizde eksik olan da budur. Yasalardan kaynaklanan bu engel ve yasaklamaların yanısıra , yasaların verdiği olanakları kötüye kullanan işverenlerce uygulamaya konulan bir dizi , sendikal örgütlenmeyi sekteye uğratan ve giderek ortadan kaldıran caydırıcı baskılar ve idari müdahaleler , var olan hakların dahi kağıt üzerinde kalmasına neden olmaktadır. İhlal ve müdahalelerin hakların özünü ortadan kaldıracak bir pervasızlığa ulaşmış olması , üzerinde önemle durulması gereken bir noktadır. İşçilerin , haksız ve adaletsiz uygulamalara karşı gösterdikleri en küçük insani bir tepki dahi , karşısında devletin güvenlik güçlerini bulmakta , yargı önüne yalnızca işçiler çıkarılmakta , işverenlerin yasaları ciğnemelerine karşı ise , sesiz , duyarsız ve tepkisiz kalınmaktadır. Kaldı ki, yasalardaki işverenlere dönük yaptırımlar öylesine komik ve hafiftir ki , istisnai olarak haklarında işlem yapılsa bile , bu hiç bir caydırıcı sonuç doğurmamaktadır. Sendikalaşmanın işçi yönünden bir cesaret işi olduğunu söylemek abartı sayılmamalıdır. Bundan cesaret alan işverenler , en küçük bir hak talebinin ve sendikalaşma girişiminin karşısında yaygın ve kitlesel işten çıkarmalara başvurmakta , binlerce işçiyi kapının önüne koymaktan çekinmemektedirler. Bilindiği üzere , ülkemiz çalışma hukukunda , hizmet akdi ile çalışan işçinin işten çıkarılması , yargısal bir denetime tabi tutulmamış , ILO’nun bu konuya ilişkin 158 sayılı sözleşmesi , Anayasa’nın 90. maddesi uyarınca yürürlüğe girdiği halde iç hukukumuza yansıtılmadığından , işçilere hala bir iş güvencesi tanınmamıştır. Bu sözleşmenin parlamentoda görüşülmesi sırasında, işverenlerin ve işveren örğütlerinin gösterdikleri tepkiler , sanırız belleklerdedir. Ülkemizdeki uygulamalar gözönüne alındığında , sendikal örgütlenme hak ve özgürlüğünün ancak iş güvencesi ile korunabileceği açıkça görülmektedir. Bugün işçi sendikalarının karşı karşıya bulundukları sorun ve sıkıntıların kaynağında , iş güvencesinin yokluğu yatmaktadır. O nedenle, iş güvencesi ya da başka bir deyişle işten çıkarmalara karşı yargısal denetim mekanizmasının hayata geçirilmesi, artık zorunlu ve ertelenemez bir hale gelmiştir. Bu aynı zamanda bir hukuk devleti olmanın da gereğidir. Çalışma hayatımızda , mali ve idari yönden çok büyük bir denetim ve yaptırım boşluğu yaşanmaktadır. Bu durum kayıt dışı ekonomiyi teşvik edip körüklemekte, ülkede sosyal damping boyutuna ulaşan uygulamaların yaygınlaşmasına neden olmaktadır. Sigortasız işçi çalıştırma, düşük ücret gösterme gibi, artık alışılagelmiş ve sıradanlaşmış uygulamalar, büyük oranda vergi ve prim kaybına neden olmaktadır. Vergi ve prim tahsilatındaki beceriksizlikler bütçe açığını büyütür ve SSK yı güç duruma getirirken, tüm ilgili ve yetkililer dahil, herkesin gözü önünde yaşanan bu hukuk dışılıklara, kimse dur diyememektedir. Ülkemizde sayıları hızla artan çocuk ve kadın işçilerle ilgili sorunların yanısıra, yabancı kaçak işçi çalıştırılmasının da giderek artması, sosyal damping tartışmalarını daha da körükleyecektir. Önümüzdeki dönemde tablonun daha da ağırlaşacağı görülmektedir. Dünya Ticaret Örgütü kapsamında yapılan tartışmalar ve AB içindeki gelişmeler “Sosyal Damping” in uluslararası ticarette önemli bir faktör haline gelmekte olduğunu göstermektedir. Bu yapısal bozukluk, alınan yetkilerin toplu sözleşmeye dönüştürülmesinin yollarını tıkamakta, toplu sözleşme yetkilerinin içini boşaltmaktadır. İşçi sendikalarının karşılaştıkları sorunlar arasında yetkili sendikanın belirlenmesi yöntemi, önemli bir yer işgal etmektedir. Mevcut yöntem karmaşık, güven vermeyen ve uzun süre alan bir yapıya sahiptir. Bunun sadeleştirilip hızlandırılması, ancak REFERANDUM’un benimsenmesi halinde mümkün olabilecektir. Bu yöntem, sorunu hem kökten çözebilecek hemde, çözüm süresini en aza indirebilecektir. İnsan haklarına ve sendikal haklara ilişkin uluslararası sözleşmelerin Türkiye tarafından onaylanmasının hiç bir anlam ifade etmediği bellidir. Bu sözleşmelerde öngörülen haklar toplumsal yaşama aktarılıp , bu haklara işlerlik kazandırılmadıkça , bu sözleşmelerin onaylanmasının , dışa dönük bir görüntü vermekten öte bir anlamı yoktur. Diğer bir çok uluslararası sözleşmelerde de yaşandığı gibi , Türkiye’nin 1993 ve 1994 yıllarında onaylamış olduğu çok önemli ILO sözleşmelerinin bugün iç hukukta hala bir yerinin olmaması , yukarıdaki saptamamızı doğrulamaktadır. Gelmiş-geçmiş hükümetlerin , insan hakları ve işkence konularındaki vaadlerini anımsamak bile , kanımızca , şu içinde bulunduğumuz düzenin niteliğini kavramak açısından yeterli bir ipucudur. Bu genel görünüm , hiç kuşkusuz , salt sendikal hakların çiğnenmesi sonucunu doğurmamakta, gelir dağılımının bozulmasından , siyasal ve toplumsal demokrasinin olması gereken şekilde kurumlaşıp işlerlik kazanamamasına kadar , bir çok olumsuzluğa neden olmaktadır. Bu görüşler ve saptamalar , 1994’den beri kurulan tüm hükümetlere , idari birimlere , işveren örgütlerine iletilmiştir. Tezlerimiz tüm çevrelerce haklı ve yerinde bulundukları halde , durumu iyileştirici adımlardan sürekli kaçınılmıştır. Ülkemizdeki diğer konfederasyon ve sendika yöneticilerinin kısa vadeli çıkarları nedeniyle katkı sağlamaktan özellikle uzak kaldıkları bu doğru tespitler , bugün artık mutlaka hayata geçirilmesi gereken bir noktaya ulaşmıştır. Türkiye’de faaliyet gösteren tüm işçi sendikalarının , sendikal hak ve örgütlenme alanında , çok yönlü sorunlarla karşı karşıya bulundukları bir gerçektir. Özel himaye gören bir konuma ve farklı bir sendikal anlayışa sahip olmadıkça , hiç bir sendikanın , bu sorunlardan şikayetçi olmaması mümkün değildir. Çünkü bu zorluklar ve sorunlar , toplumsal yaşamın içinde vardırlar ve bunlar kısmen mevcut hukuk düzeninden , kısmen de bu düzenin tanımış olduğu olanakları kötüye kullanan işverenlerin tutum ve davranışlarından kaynaklanmaktadır. 1- MEVCUT DÜZENLEMELERDEN KAYNAKLANAN SORUNLAR A- İşkolu ve İşletme Barajları a) İşkolu Barajı Bize göre , sendikal örgütlenme özgürlüğünün önündeki mevcut hukuk düzeninden kaynaklanan en önemli engel işkolu barajıdır. Kanuna göre , sektörde çalışan işçilerin en az %10’unu üye yapamayan bir işçi sendikasının toplu sözleşme yapma yetkisi yoktur. Bu da , örgütlenme ve toplu sözleşme haklarının özünü zedelemektedir. Öyle ki , bir işçi sendikası %10’luk işkolu barajını aşmış ve üyeleri adına toplu iş sözleşmesi yapma hakkına sahip olmuş olsa dahi , işkolunda çalışan işçi sayısında bir artış olması veya bir kısım üyelerinin çeşitli nedenlerle üyeliklerinin düşmesi ( istifa , emeklilik , ölüm , işkolu değişikliği vb. ) sonucu , bir anda toplu sözleşme yapma hakkını kaybedebilmekte , üyeleri bu sendikadan , arzuları hilafına ayrılmak zorunda kalmaktadırlar. İşkolu barajını aşamayan veya süreç içinde baraj oranının altına düşen bir sendikaya üye olan işçiler , niteliklerini ve sendikal anlayışlarını beğenmeseler de , barajı aşmış sendika hangisiyse o sendikaya üye olmak zorunda kalmakta veya öylesi bir sendikaya üye olmaktansa , sendikasız kalmayı yeğlemektedirler. Bu koşulun varlığı , Anayasamız sendikaların kurulmasını serbest bırakmış olsa da , daha baştan, iş kollarında yeni işçi sendikalarının kurulmasına engeldir. Bu da , sendikal rekabeti , sendikal örgütlülüğü ortadan kaldıran , sistemi , bir işkolunda bir veya birkaç sendikaya hapseden bir uygulamayı beraberinde getirmekte , sendikal örgütlülüğün sınırlarını daraltmakta, örgütlenme yönünden caydırıcı bir unsur teşkil etmektedir. Bir başka ifade ile sendika kurma hakkı'nı şekilde bırakmakta , özünde yok etmektedir. Tüm bunlar bir yana , her ne kadar , baraj sisteminin sarı sendikacılığı önlediği ve güçlü sendikaların oluşmasına imkan sağladığı ileri sürülüyorsa da , bu gibi gerçeklerin ne denli dayanaksız olduğu , 1980’lerdeki sendikalı oranı ve bugünkü gerçek sendikalı oranına bakıldığında gözden kaçmamaktadır. Şayet bu sistem güçlü sendikalar yaratmış olsaydı , günümüzde kayıtdışı çalışma kavramını da unutmuş olurduk. Kaldı ki , yasa zoru ile “güçlü sendikacılık” yaratma savı otoriter ve totaliter rejimlere özgüdür. Nitekim , Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı’nın yayınladığı işkolu barajı istatistikleri , sistemin , tekelci sendikalaşmaya dönük bir gelişim çizgisi gösterdiğine işaret etmektedir. DİSK ve üyesi sendikaların , 11 yıllık bir yasak döneminden sonra , sıkıyönetim askeri mahkemelerince verilen mahkumiyet kararlarının baraate dönüştürülmesi üzerine yeniden faaliyetlerine başlamaları sonrasında yaşadıkları ve bugün de hala yaşanmakta olan sorunların kaynağında işkolu barajlarının mevcudiyeti yatmaktadır. Koalisyon hükümetlerinin ortağı olduğu dönemlerde Sosyal Demokrat Halkçı Parti (SHP) ve birleşme sonrasında Cumhuriyet Halk Partisi (CHP)’nin Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanları , yaptıkları kanun değişikliği çalışmalarının kapsamı içine , işkolu barajı sisteminin kaldırılmasını da almışlardır ki , bu da eleştirilerimizi haklı kılmaktadır. Açıktır ki , baraj sistemi , ILO’nun , Türkiye tarafından onaylanan ve usulüne uygun olarak yürürlüğe sokulan 87 ve 98 sayılı sözleşmelerinde yer alan hükümlerle çelişmektedir. Bu bakımdan , ülkemiz hukuku açısından birbiriyle çelişen bu iki düzenlemenin , ILO sözleşmeleri doğrultusunda , teke indirgenmesi , yargısal tartışmalara bir son vereceği gibi , yargı erkinin bu konuya ilişkin tereddütlerini de ortadan kaldıracaktır. 2822 sayılı Kanun’un 12. maddesi , Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı'nca yayınlanan istatistiklere itiraz edilebileceğini öngörmüştür. Rakip sendikalarca veya işverenlerce yapılabilen bu itirazların yargılama süresinin uzaması ve bu itirazların birer bekletici mesele sayılması , işyeri yetkilerini geciktirmekte , hızla çözülmesi gerekli olan bu sorun , zaman zaman bir yılı aşkın bir sürede çözülebilmektedir. Bu da , toplu sözleşme bekleyen onbinlerce işçinin haklarını kullanmalarına engel olmakta , bu işçilerin üye oldukları sendikalara olan güven duygularını zedelemektedir. Bu uzama , giderek , işçilerin üye oldukları sendikalardan ayrılmalarına kadar varan sorunları gündeme getirmektedir. Öte yandan , sadece işkolu barajını aşmış olan işçi sendikalarının toplu sözleşme yapabilme yetkisine sahip olmaları , bu sendikalara üye olmuş ve fakat , süreç içinde bu üyelekten ayrılmak isteyen işçiler yönünden , o sendikada üye kalmaya zorlanmaları sonucunu yaratmaktadır. Bu durumdaki işçiler , sendikal anlayış ve uygulamalar yönünden tutarlı buldukları ama barajı aşamamış sendikalara istekleri hilafına üye olamamakta , bu da , işçinin her nasılsa bir kere üye olduğu , ama giderek hiç benimsemez hale geldiği bir sendikaya hapsolması sonucunu yaratmaktadır ki , Anayasanın 51. maddesinde tanınmış olsa da , sendika seçme özgürlüğü fiilen ortadan kalkmakta , işçiler , o sendikada üye kalmaya zorlanmaktadırlar. Şeklen var olan , ama kullanılması imkansız hale gelmiş bulunan bir özgürlüğün , hiç bir anlam ifade etmediği ve etmeyeceği açıktır. b) İşletme Barajı Kanun , birden çok üniteye sahip işletmelerde , toplu sözleşme yetkisinin , bu işletme kapsamındaki aynı işkolunda faaliyet gösteren ünitelerde çalışan toplam işçi sayısının yarıdan bir fazlasını üye yapan işçi sendikalarına verileceğini öngörmüştür. Bankalarda, kamu işletmelerinde ve özellikle işkolu barajına tabi olmayan orman işletmelerinde çok sayıda işçi çalıştırıldığı göz önüne alınacak olursa , bu işletmelerde bir sendikanın yetki alması çok zor olduğu gibi , bir kez yetkiyi alan sendikanın değiştirilmesi de imkansız gibidir. Bu gibi işletmelerde barajı aşmak , bazı işkolları yönünden işkolu barajını aşmak kadar zordur. Özellikle kamu işletmelerinin yaygın olduğu , “Tarım ve Ormancılık , Avcılık ve Balıkçılık” işkolunda , % 10 işkolu barajının aranmaması bu yüzdendir. Bu işkolunda yer alan kamu işletmelerinde işletme yetkisini alan bir sendikadan yetkinin bir başka sendikaya geçmesi tamamen olanaksızdır. Bu işkolunda kurulu diğer sendikaların bu işletmelerde örgütlenebilmeleri hemen hemen imkan dışıdır ve bu nedenle bu gibi işletmelerde sendikal rekabetten sözedilemez. Öte yandan bu sistem , işletme kapsamında yer aldığı için , üyesi olmadığı halde veya üye olmayı hiç düşünmediği halde , bir sendikanın almış olduğu yetki sonucu bağıtlanan toplu sözleşmeye , işletme kapsamındaki bir diğer ünitenin işçilerini mahkum etmektedir. Anılan işçiler istediği sendikanın değil , işletmenin sayısal olarak üstün gelen diğer ünitelerindeki işçilerin seçtiği sendikanın aldığı toplu sözleşme yetkisine tabi tutulmaktadır. Bu da örgütlenme ve sendika seçme özgürlüğünü zedeleyen bir durumdur. B- Yetki Sorunu Bugün uygulanmakta olan yetki prosedürü son derece karmaşık , itiraz halinde uzun süre sürüncemede kalan ve güven verici olmaktan uzak bir yapıya sahiptir. Sendika üyelikleri , istifalar ve işverenlerce bildirilen işçiler Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı'nda toplanmakta, yetki için başvuru yapıldığında , Bakanlık karşılaştırma yaparak çoğunluk sendikasını saptamaktadır. Bu yöntemin son derece sağlıksız olduğu ve büyük yanlışlar taşıdığı bizzat Bakanlık yetkilileri tarafından dile getirilmektedir. Gerçekten de , üyelik ve istifaların , işverenlerin bildirdikleri işçi sayısına göre değerlendirilmesi sistemdeki temel yanlışlığın kaynağıdır. Bakanlıkça yapılan incelemeler sonucunda verilen çoğunluk tespit kararına , hemen hemen tüm işverenlerce itiraz olunmakta , bu itirazların yargısal çözümü uzun zaman almaktadır. Gerek örgütlenme aşamasında ve gerekse çoğunluk tespit kararından sonra ve yargılama sırasında , işverenlerin uyguladıkları yığınsal işten çıkarmalar , sonuçta yargısal çözüm sağlansa da, yetkiyi işlevsiz ve etkisiz kılmaktadır. Öyle ki , yetki belgesi alınması aşamasına gelindiğinde , sendikanın bu yetki belgesini , toplu sözleşmeye dönüştürebilme gücü kalmamaktadır. Bu durum , yetkili sendikanın grev yoluyla hak elde etme olanağını da elinden almakta , sonuçta ne yazık ki , her şeyi göze alarak örgütlenen işçilerin işlerini kaybetmesine seyirci kalınmaktadır. Bu dramatik tabloya son verebilmenin tek yolu REFERANDUM’dur. Bu yöntemde , işçilerin sendikalara üye olup olmadıklarına bakılmaksızın , dolayısıyla da , Bakanlık ' ta üyelik ve istifa gibi belgelerin toplanmasına gerek kalmaksızın , bir işyerinde yetki alarak toplu sözleşme imzalamak isteyen sendikanın başvurusuna , diğer sendikalarca bir itiraz yapılması halinde , o işyerinde yetkili sendika , referandum yoluyla saptanacak , yani sonucu sandık tayin edecektir. Böylece sendikal örgütlenme ve sendika seçme özgürlüğü gerçek anlamda sağlanmış olacaktır. Bu yöntem , doğal olarak , üyelik ve istifa hallerinde noter koşullarını kendiliğinden ortadan kaldıracak ; üyelik koşulu , referandum yoluyla yetkili kılınan sendikanın bağıtlayacağı toplu sözleşmeden yararlanmak için aranacaktır. Bu da , amaçlanan gerçek anlamda güçlü sendikacılığı yaratacak , sendikal örgütlenmeye dönük acımasız işveren müdahalelerine bir son verecektir. C- Noter Şartı - İstifa Usulü Kanun , sendikaya üyelik ve sendikadan istifa için noter şartı öngörmüştür. Sendika üyelik fişleri ve istifanameler , noterlerce kimlik tespiti ve imza tasdiki suretiyle gerçekleşmektedir. Notere ödenecek olan harç ve tebligat masraflarının yanısıra , zaten çok düşük ücretle çalışan işçilerin , bir günlük yevmiyelerini feda ederek , üyelik veya istifa için notere gitmeleri son derece caydırıcı bir durum yaratmaktadır. Üzerinde durulması gereken diğer bir husus da , işçinin özel ihtiyaçlarını karşılayabilmek için işverenden izin alamadığı hatta işinin başından ayrılamadığı bir ortamda , üstelik gizli tutmak zorunda olduğu sendika üyeliği kaydını yaptırmak üzere notere gitme izni alamadığından , dilediği sendikadan istifa veya dilediği sendikaya üyelik kaydını yaptıramamasıdır. Bu da anayasadaki örgütlenme özgürlüğünü engellemektedir. Bir işyeri yetkisi için yapılan sendikal örgütlenme aşamasında , yüzlerce , hatta bazen binlerce işçinin notere götürülmelerindeki zorluklar , hatta imkansızlıklar , noterdeki yığılmalardan kaynaklanan sorunlar önemli ölçüde caydırıcı bir etkiye sahiptir. Dolayısıyla , sırf bu şart bile , örgütlenmenin önünde başlıbaşına önemli bir engel oluşturmaktadır. Maddenin ilk şeklinde üyelik fişlerinin noterlerce işverenlere de gönderilmesi öngörülmüştü. İstifalar hala gönderiliyor. Bu belgelerin , hiç bir mantıklı gerekçesi olmadığı halde işverenlere de gönderilmesini öngören mantık , bu kanunu düzenleyenlerin niyet ve amacını gözler önüne sermektedir. Bu tür uygulamaların amacı , işverenleri gelişmelerden haberdar etmek , kimin , hangi sendikaya üye olduğu , kimin üyesi olduğu sendikadan istifa ettiği hususlarında işverenleri resmen bilgilendirmektedir. Bunlar , gereken önlemleri bin an önce almaları yönünde işverenleri uyaran muhbir maddelerdir. Yukarıdaki ekonomik boyutundan başka , sendika üyeliğine getirilen bu şartın amacının “yetkili sendikayı belirlemede karşılaşılacak kargaşayı önlemek” olmadığı da apaçık ortadadır. Bir imza ile milletvekili olunabilen , devlet memuriyetinden istifa edilebilen bir ülkede , sendika üyeliğini noter şartına bağlamak , düpedüz sendikal hak gaspıdır. Belki de toplu sözleşme hakkından yararlanabilme aşamasına hiçbir zaman gelemeyecek üyeliklerin dahi , daha baştan noter şartına bağlanması , “yetkili sendikayı belirleme” savı ile açıklanamaz. Önemli bir sorun da , kanunun öngördüğü istifa usulünde yatmaktadır. Bir işçinin istifa ettiği sendikadaki üyeliği , notere başvurduğu tarihten itibaren bir ay sonra geçerli olmaktadır. Değişiklikten önce bu süre üç ay idi. Bir istifanamenin , hukuken , muhataba ulaştığı anda sonuç doğurması gerekli iken ve bunun için , üç aydan , bir aydan çok daha az , birkaç günlük bir süre yeterliyken , sendikasından istifa eden işçiyi, tebligat muhatabına ulaştıktan sonra bile , uzun sürelerle o sendikaya bağlı , yani istifa ettiği sendikanın üyesi saymak , hukuk ilkeleri bir yana , akıl ve mantığın kabul edebileceği bir usul değildir. Çünkü bu yöntem , istifa eden bir işçiyi , istifa ettiği sendikanın bir süre daha üyesi kalmaya zorlamaktadır. Bu usul nedeniyle öyle durumlar yaşanmıştır ki , bir işyerinde çalışan işçiler tümüyle bir sendikadan istifa ettikleri halde, istifanın geçerlilik süresi içinde Bakanlığa başvuran o sendika , kendisinden istifa eden işçiler adına o işyeri için toplu sözleşme yetkisi almıştır. Bu durumda örgütlenme ve sendika seçme özgürlüğünden hiçbir şekilde söz edilemez. Üyelik ve istifa koşulunun işçiler yönünden yüksek giderlere neden olduğu , bu durumun gerek sendikalar ve gerekse işçiler için örgütlenme arzusunu kırıcı bir rol oynadığı tartışmasızdır. Sorunun büyüklüğünü ortaya koymak açısından bir işçinin üyesi olduğu sendikadan istifa edip bir diğerine üye olmasının maliyetinin 12.000.000 TL. düzeyinde olduğunu belirtmek gerekir. Anayasa’nın 51. maddesinde her ne kadar , “sendikalara üye olmak ve üyelikten ayrılmak serbesttir , hiç kimse , sendikaya üye olmaya , üye kalmaya , üyelikten ayrılmaya zorlanamaz” deniyorsa da , işleyiş hiç de bu yazılanlar gibi yürümemektedir. D- Grev Yasakları veEngelleri Grev bugünkü haliyle , mevcut yasak ve engelleriyle , kağıt üzerinde kalan bir haktan başka bir şey değildir. Grev prosedürü , işverenin , ileride uygulanacak bir greve karşı etkin önlemler almasına olanak tanıyacak şekilde , çok uzun bir zaman alan , uyulmadığında yetkinin düşmesine yol açan bir çok bürokratik detayı içermektedir. Can ve mal kurtarma , cenaze ve tekfin , acil sağlık işleri dışında , bir çok işkolunda ve işyerinde ILO sözleşme ve ilkelerine aykırı olan grev yasakları kaldırılmalıdır. Örneğin Türkiye, dünyada bankacılık işkolunda grev yasağı bulunan üç ülkeden biridir. Diğer iki ülke , Bangaldeş ve Sri Lanka’dır. Öte yandan , 3218 sayılı Serbest bölgeler Kanunu ile , bu kanunun yürürlüğe girdiği 15.06.1985 tarihinden sonra kurulacak serbest bölgelerde , 10 yıl süreyle grev yasağı getirilmiştir. Bu hüküm de , bu bölgelerde çalışan işçilerin örgütlenme haklarını ortadan kaldıran önemli bir etkiye sahiptir ve Anayasa’ya da aykırıdır. Ülkemizdeki grev sırasında işyerinden hammadde çıkarılması , sokulması ve bu uygulamalar sonucu üretim faaliyetine devama olanak tanınması , grevleri kırmanın bir yolu olarak kullanılagelmektedir. Ciddi bir grev engeli de , uygulamada grev yasaklamasına dönüşen grev ertelemesidir. 2822 sayılı yasanın 33. maddesi , Bakanlar Kurulu’na genel sağlığı ve milli güvenliği bozucu nitelikte olduğu gerekçesiyle grev erteleme hakkını tanımaktadır. Ancak , Bakanlar Kurulunca ertelenen bir grevde taraflar erteleme süresi içinde anlaşamazlarsa , uyuşmazlığın Yüksek Hakem Kurulunca (zorunlu tahkim) çözülmesi öngörülmektedir. Bu hüküm 98 sayılı ILO sözleşmesine aykırı bulunmaktadır. Bakanlar Kurulu erteleme gerekçesi olarak genel bir formül kullanmakta , çoğu zamanda iktidardaki hükümetin politik görüşlerine göre grev ertelemesi yapılmaktadır. Grevin ne sebeple genel sağlığı ve milli güvenliği buzucu nitelikte olduğunun Bakanlar Kurulu kararında açıklanması , yargısal denetime olanak vermesi açısından zorunlu olmalıdır. Erteleme süresi sonunda , grev uygulaması yeniden başlayamadığından , buna grev ertelemesi yerine , grev ertelenmesi nedeniyle grevin son bulması deyimini kullanmak yerinde olur. Zira, erteleme deyimi , bir işi uygulamayı daha sonraki bir zamana bırakmayı ifade etmektedir. Bu nedenle , grev ertelemesi sonunda toplu-iş sözleşmesi imzalanmaz veya taraflar uyuşmazlığı özel hakeme intikal ettirmek konusunda anlaşamazlarsa , erteleme süresinin sonunda grev uygulamasını devam ettirme hakkı tanınmalıdır. Gerek 2822 sayılı Toplu-İş Sözleşmesi ve Grev Lokavt Kanunu , gerekse bu kanuna göre çıkarılmış bulunan “Grev ve Lokavtlarda” Mülkiye Amirlerince Alınacak Önlemlere İlişkin Tüzük” , uzun bir prosedür sonucu uygulanmaya başlanmış bir grevi etkisiz kılan yasaklayıcı , engelleyici hükümleri içermekte , idarenin , özellikle de kolluk güçlerinin , greve , hakkın özünü zedeleyici nitelikte müdahalelerine olanak tanımaktadır (Grev uygulanan bir işyerinde , çalışan işçilere , mal giriş çıkışına müdahale etme yasağı , belirli sayıdan fazla grev gözcüsü bulundurma , çadır , baraka kurma , döviz pankart asma , toplanma , sazlı , sözlü eğlence düzenleme ve propaganda yasakları vb.). Bu nedenlerle , örneklerini daha da çoğaltabileceğimiz , grev hakkının içini boşaltan , özünü zedeleyen , işlevsiz kılan , onu zorlayıcı bir silah olmaktan çıkaran bütün grev engelleri ve yasakları kaldırılmalıdır. E- Kamu Çalışanlarının Örgütlenme Olanakları Anayasa’nın 53. maddesi 1995 yılında değiştirilmiş ve kamu çalışanlarının sendika kurmalarına icazet verilmiştir. Açıktır ki , bu “icazet” sözcüğü , Anayasa Hukuku normları açısından “hak” kavramını karşılamaktan uzaktır. Oysa , bu maddenin değişiklikten önceki hali , kamu çalışanlarının sendika kurmalarını açıkça yasaklamamış olduğu için , özgürlük kuralı gereğince, kimi sendikalar kurulabilmiş ve faaliyete geçmişlerdir. Ne var ki , bu değişiklik , kamu sendikalarının kurulmasına olanak veriyor ise de , bu sendikaların toplu sözleşme yapabilme olanaklarını ve sendikal etkinliklerini en aza indirgemekte , grev hakkını tanımamaktadır. Bu durumda, Türkiye tarafından kabul gören ILO’nun 151 sayılı sözleşmesinde öngörülen kuralların bütünüyle yaşama geçirilmesi mümkün olamayacaktır. O nedenle de kamu çalışanlarının sendikal örgütlenmesine ilişkin özgürlük , sınırlı bir özgürlük olacaktır. Esasen , bize göre , Anayasa’nın 53. maddesinde yapılan değişiklik , 151 sayılı ILO sözleşmesinde öngörülen hakları sınırlamaya yöneliktir. Çünkü 151 sayılı sözleşme , Anayasa’nın 53. maddesinde yapılan değişiklikten önce onaylanmış ve yürürlüğe girmiştir. Sonradan yapılan Anayasa değişikliği , 151 sayılı sözleşmeye uydurulmak gerekirken , Anayasa değişikliğinin , bile bile , 151 sayılı sözleşmedeki hakları sınırlayıcı bir içerik taşımasının başka bir açıklaması olamaz. İkisi de Meclisin iradesidir. Meclis ilk iradesinden caymış , ikincisi ile ilk iradesini sınırlamıştır. Bu da , hep olduğu gibi , uluslararası sözleşmelerin onaylanmasına ilişkin Meclis iradesinin göstermelik olduğunu kanıtlayan bir durumdur. 2- İŞVERENLERİN SORUNLAR TUTUM VE DAVRANIŞLARINDAN KAYNAKLANAN A) İş Güvencesinin Yokluğundan Kaynaklanan Sorunlar Türkiye Cumhuriyeti , Anayasa’nın 2. maddesinde belirtildiği üzere , sosyal bir hukuk devleti olmasına karşın , benimsediği hukuk düzeni ve mantalitesi yönünden, güçlü karşısında güçsüzü koruyan bir ideolojiye sahip değildir. Bu bakımdan , her koşulda , devletin ekonomisi , devletin sosyalliğinin önüne çıkmış , emek-emekçi ihmal edilmiş , hatta ekonomiye feda edilmiştir. Bu yaklaşım tarzı , doğal olarak hukuk düzenimizi de o yönde etkilemiştir. Özellikle 1980 sonrası uygulamalar gözönüne alınacak olursa dünya genelinde olduğu gibi , Türkiye’de de sosyal devletin yerini , küreselleşme doğrultusunda , serbest piyasa ekonomisinin aldığı apaçık ortadadır. Ülkemizde , hizmet akdi ile çalışan işçiye bir iş güvencesi tanınmamıştır. Sendika temsilcilerine Sendikalar Yasası’nın tanıdığı güvence , sadece , hizmet akdinin sona ermesiyle sınırlıdır ve akdin devamı süresince işveren uygulamalarına karşı korumayı kapsamamaktadır. Türkiye , ILO’nun iş güvencesine ilişkin 158 sayılı sözleşmesini 1994 yılında onaylamış olmasına rağmen , bugüne kadar , bu sözleşme hükümlerini iç hukukuna yansıtabilmiş değildir. Bunda , tek tek işverenlerin , örgütlerinin ve sendikalarının tepkisi büyük rol oynamıştır. Oysa , bugün ülkemizde yaşanan örgütlenme sorun ve sıkıntıları , iş güvencesini zorunlu ve ertelenemez bir hale getirmiştir. İşverenlere tanınan akdi fesih yetkisi , öylesine sınırsız ve keyfi bir biçimde kullanılmaya başlanmıştır ki , sendikal örgütlenmelerin büyük bir bölümü , işten çıkarmalarla , daha başlar başlamaz eritilmektedir. Yargı alanında , işverenlerin akdi fesih yetkisine , toplu sözleşmeler yoluyla bile bir sınırlama getirilemeyeceği görüşü hakimdir. Adeta kutsal bir yetki gibi algılanan bu olanak , işverenlerin bunu bir baskı aracı olarak ve kötüniyetle kullanmaları sonucunu doğurmuştur. İşçi sendikalarının , işyerlerinde toplu sözleşme yetkisi alabilmek için , çalışan işçilerin yarıdan bir fazlasını üye yapmalarına ilişkin işyeri yetki barajını aşmaları yönündeki örgütlenme çalışmaları , doğrudan işverenlerin müdahalesiyle karşılaşmaktadır. Elebaşılar seçilip , diğer işçilere gözdağı vermek için işten atılan işçilere ve hatta işyerinin neredeyse tüm işçilerinin atılmalarına sistemin duyarsız ve ilgisiz kalması , örgütlenmeyi tökezletmekte , sendikalaşmada caydırıcı bir rol oynamaktadır. Sendikalaşmanın cesaret işi olduğunu söylemek bir abartı sayılmamalıdır. Bu tutum ve uygulamalar , yaşanılan , görülen ve görülmekte olan binlerce örnekleriyle , sosyal bir yaraya dönüşmüş bulunmaktadır. B) Alt İşveren ( Taşeron ) Uygulamaları Hemen hemen her işkolunda alt-işveren ( taşeron ) uygulamaları , Türkiye’de yaygın ve kötüye kullanılır bir tarzda hayata geçirilmektedir. Alt- işveren (taşeron) olarak , işverenin asıl işi dışında , uzmanlık isteyen işlerde , kurumlaşmış ve iş hacmi itibariyle sürekli işçi istihdam eden , yeri yurdu belli , muhasebe kayıtları düzgün ve yaptığı işte belli bir güvene ulaşmış bulunan taşeron kuruluşlara bir eleştiri getirmemiz sözkonusu değildir. Hatta bu gibi firmalar , ticari hayatta , yararlı ve gerekli de olabilirler. Buna karşılık , özellikle mafyanın kullandığı bir yöntem haline gelen taşeron uygulaması , İtalya ve Amerika’da , hükümetleri çeşitli önlemler almaya zorlamış bir olgudur. Türkiye’de 1980 yılından itibaren , 24 Ocak Kararlarıyla uygulamaya konulan ekonomik politikalar sürecinde , serbest piyasa ekonomisinin kıskacına girilmesi , rekabet açısından üretim maliyetlerinin azaltılmasını dayatmıştır. Bu dayatma da , beraberinde , bugünkü içi boş ve yasal konumundan uzak , bir tür alt-işveren (taşeron) uygulamalarını getirdi. Kimi özel sektör işverenleri ve kimi belediyeler gibi kamu kuruluşları , özellikle de tekstil , konfeksiyon ve deri sanayiinde faaliyet gösteren işverenler , sendikal örgütlenmelere ve toplu pazarlık sonucu sağlanan haklara karşı ; yozlaşmış , niteliği bozuk , kap-kaç , düzensiz , denetimsiz ve yasa tanımaz taşeron uygulamalarını , bir silah olarak çıkardılar. Bu uygulama , işçilerin örgütlenmesini ve bu yoldan ekonomik ve sosyal bazı haklara kavuşmalarını engellemenin bir yolu olarak görüldü. Bu yol , taşeron adı altında faaliyet gösteren firmaların uzmanlıklarından ve teknik kapasitelerinden yararlanmak ve böylece kalite ve üretim maliyetleri konusunda avantajlar sağlamak amacıyla değil , sendikal örgütlenmelerden sıyrılmak ve ucuz işgücü sağlamak amacıyla yaygınlaştırılmış bulunmaktadır. Taşeron adı altında faaliyet gösteren bu gibi firmalar , işsizliğin kol gezdiği ülkemizde , temin ettikleri işçiler vasıtasıyla hizmet götürdükleri işyerlerini sendikal örgütlenmelerden , dolayısıyla da , toplu sözleşme ve grev derdinden kurtarmak yönünden , özel bir misyon yüklenmiş durumdadırlar. Bu yanlış ve olumsuz amaçlı uygulamalar sonucunda, aynı işyerinde çalışan ve aynı işi yapan işçiler arasında , hatta aynı tezgahta iş yapan iki işçi arasında bile , çalışma şekil ve şartları bakımından farlılıklar oluşmakta , işçiler arasında bu yüzden sorunlar yaşanmaktadır. Bu da , dayanışmayı ortadan kaldıran bir unsur olarak göze çarpmaktadır. Bu firmalar , sigortasız olarak çalıştırdıkları işçilere çok düşük ücret ödedikleri yetmiyormuş gibi , bu işçileri devamlı kontrol altında tutarak sendikalaşmalarını önlemekte , böylesi bir gelişme söz konusu olduğunda , bu işçileri ve hatta tümünü , kapı önüne koymaktan çekinmemektedirler. Amerika Birleşik Devletleri Başkanı Clinton’un bile , toplumsal ve ahlaki sorunların kaynağı olarak gördüğü taşeron uygulamalarının bugünkü görüntüsü , çalışma hayatının içinde kanayan bir yaradır. Ve önlem alınmadığı takdirde , sendikal örgütlenme hak ve özgürlüğü diye bir kavramdan sözetmeye hiç kimsenin hakkı olmayacaktır. Sosyal bir devlette emekçi mutlaka korunmalıdır. Hele işler , böylesine çığrından çıkmış , herkesin gözüönünde cereyan eden , acımasız ve pervasız uygulamalara dönüşmüşse , bu koruma zaruret halini almıştır. O zaman , sosyal devlet buna mutlaka bir çare bulmak zorundadır. Örgütlenme özgürlüğü ile iş güvencesi arasındaki sıkı bağ gözardı edilmemeli , soruna bu bağlantı gözetilerek çözümler bulunmalıdır. C) Kayıtdışı Ekonomi Örgütlenme hakkının açıklanan biçimlerde engelleniyor olmasının doğurduğu sonuçlar sadece demokrasiye aykırılık ile sınırlı kalmamakta , ekonomik olumsuzluklara da neden olmaktadır. Örgütlenmenin engellenmesi sonucunda Kayıtdışı Ekonomi’ye kaçmak son derece kolay olmaktadır. Ülkemizde binlerce işyerinde işçiler sigortasız çalıştırılmakta , yabancı kaçak işçi istihdam edilmekte , şirketler eksik ücret göstererek gelir vergisi vb. yükümlülüklerden kaçmaktadır. Bu durumun en önemli sonucu sosyal güvenlik alanında ortaya çıkmaktadır. SSK’ya prim ödeyen 4.000.000 işçinin % 50’si için 30 günden daha az aylık çalışma süresi gösterilmektedir. Kayıtdışı Ekonomi’de 4.000.000 çalışan olduğu dikkate alınırsa , sosyal güvenlik krizinin kaynakları daha net olarak anlaşılacaktır. Kayıtdışı Ekonomi yaygın bir çocuk ve kadın emeği kullanımı üzerinde yükselmektedir. Tarafı olduğumuz Uluslararası Sözleşmeler 16 yaşından küçük çocukların çalıştırılmasını yasaklarken, ülkemizde yaygın bir şekilde tersine uygulamalar gündeme gelmektedir. Bunun en yaygın biçimi Endüstri Meslek Liselerinin belirli süreli staj zorunluluğunun kötüye kulanılmasında görülmektedir. Stajyer öğrenciler kimi zaman okul yöneticilerine yasadışı çıkarlar sağlanılarak uzun sürelerle istihdam edilmektedirler. Ayrıca İş ve İşçi Bulma Kurumu tarafından desteklenen kurslar da , kayıtdışı istihdam kaynağı olarak gündeme getirilmektedir. Bazı işyerleri kurs adı altında çalıştırdıkları işçileri kurs bitiminde işten çıkarmakta , böylece kayıtdışı istihdamı arttırmaktadırlar. Yabancı kaçak işçilik özellikle inşaat , tekstil ve tarım işkollarında , temizlik ve yüklemeboşaltma işlerinde yaygın şekilde kullanılmaktadır. Bu durum bir yandan ülkemizdeki işsizliğin artmasına neden olurken , diğer yandan sendikal örgütlenmenin önünde engel oluşturmaktadır. 3 - SONUÇ SOMUT ÖNERİLERİMİZ A - 1475 sayılı İş Yasası yönünden a - İş Yasası’nın 1. maddesinin son fıkrasında değişiklik yapılarak , amaca aykırı taşeron uygulamalarının yasaklanması ve bunun dışında kalan taşeronlarca çalıştırılan işçilerin , asıl işverenin işçilerinin yararlandığı tüm haklardan , asıl işveren de sorumlu olacak şekilde yararlandırılması. b - İş Yasası’nın 13. , 24. ve diğer ilgili maddelerinin , 158 sayılı ILO sözleşmesinde öngörülen iş güvencesine ilişkin hükümlerini içerecek çerçevede değiştirilmesi. B - 2821 sayılı Sendikalar Yasası yönünden a - Sendikalar Yasası’nın , sendikaların yapılanmalarına , genel kurullarına , organlarına , delege sistemine , tüzüklerine kadar varan müdahaleci düzenlemelerin 87 ve 98 sayılı ILO sözleşmeleri doğrultusunda yeniden düzenlenmesi , bu bağlamda sendika üyeliği ve istifalarda aranan noter koşulunun kaldırılması , istifa başvurusunun geçerliliği için , sadece istifa edilen kuruma ulaşmasının yeterli olması , sendikaların faaliyetten men edilmesine ilişkin hükümlerin yeniden gözden geçirilmesi. b - Sendikal Yapılanma ve işleyişin , demokratik ilkelere aykırı olmamak üzere , sadece sendikanın tüzüğüne bırakılması, C - 2822 Sayılı Toplu İş Sözleşmesi Grev ve Lokavt Yasası, a - İlgili Yasa’nın işkolu barajına ve işletme barajına ilişkin 12. maddesinin kaldırılarak referandum yönteminin hayata geçmesini sağlayacak yeni düzenlemelere gidilmesi , yetki ve itiraz prosedürünün , bu değişikliğe bağlı olarak yeniden ele alınması, b - Örgütlenme sırası ve sonrasında , işveren müdahalelerini ortadan kaldıracak caydırıcı yaptırımlara yer verilmesi, c - Grevlere ilişkin engelleyici ve grev hakkının özünü ortadan kaldıran hükümlerin hakkın özüne zarar vermeyecek bir şekle sokulması , d - Hak grevi yasağının kaldırılması ile ilgili yasaların demokratik işlerliğe kavuşturulması zorunludur. 2. BÖLÜM SENDİKAL ÇALIŞMALARIMIZ EŞGÜDÜM ÇALIŞMALARIMIZ Ülkemizdeki örgütlenme engellerine , notere , baraja tehditlere karşın sendikamızın bugün örgütlenmesi önemsenecek düzeydedir. Bu noktaya gelişimizin temelinde , yeniden faaliyete başladığımızdan buyana sendikamızın genel merkez , şube yöneticileri ve personelinin özverileri bulunmaktadır. Zaman zaman değişen sayısına karşın , aynı anda hem eşgüdüm , hem örgütlenme , hem mali işler hem de hukuk , toplu sözleşme , eğitim , basın-yayın dairelerinin çalışmalarında inanılmaz özveri gösteren ; gerektiğinde kişisel sorunlarını unutan , sendikamızın her türlü işinde 24 saatini esirgemeyen kadromuza mücadelenin içinden gelmeleri nedeniyle , kendileri beklemeseler de , teşekkür etmemiz gerektiğine inanıyoruz. Eşgüdüm dairemiz bu anlayış ile , Haziran 1997 tarihli genel kurulumuzdan bu yana (30 Mart 2000 itibariyle) sendikamıza gelen 1624 adet , sendikamızdan gönderilen 2086 adet evrak üzerinde işlem yapmış , gelen evrakların ilgili dairelere dağılımını yapmış , gerekli olanlara yanıtlar verilmiş , ayrıca diğer yazışmalar yapılmıştır. Tüm yazışmalarımız bilgisayar ortamında yapılmış , dosyalama işlemlerinde de bilgisayar ortamından yararlanılmıştır. Sendikamızın şubeleri ve temsilciliklerimizin gerek kendi aralarında , gerekse genel merkez ile eşgüdümü sağlanmaya çalışılmıştır. Geçtiğimiz dönem içinde , ülkemiz yasalarının örgütlenmeye getirdiği engeller nedeniyle dağılmış bulunan Eskişehir Şubemiz , yeni örgütlendiğimiz işyerleri içinden 22.12.1999 tarihinde yeniden oluşturulmuştur. İzmir Şubemize bağlı Denizli ilindeki örgütlülüğümüzün gereksinimi nedeniyle 13 Mayıs 1998’de Denizli’de İl Temsilciliği oluşturulmuştur Ancak burada örgütlü olduğumuz Denizli İç ve Dış Tic. A.Ş.’nin işyerlerini kapatması nedeni ile İl Temsilciliğimizin de kapanması zorunluluğu ile karşı karşıya kalınmıştır. Ankara , İstanbul , İzmir , Antalya ve Eskişehir Şubelerimiz Sendikamızın örgütlenme mücadelesini yüklenen şubelerdir. Sunuş bölümünde belirttiğimiz üzere , merkez genel kurulumuzu 1,5 yıl erkene almamız nedeniyle , şubelerimizin genel kurulları da buna bağlı olarak yaklaşık 2 yıl öne alınarak gerçekleştirilmiştir. “Gelişen örgütlülüğümüzü , örgütümüzün yönetimine taşımak” düşüncemiz şube genel kurullarımızda yansımasını bulmuş ve yeni , genç , aktif üyelerimiz yönetimlere seçilmişlerdir. Sendikamızın örgütlenmesinin , oluşan şube yönetimlerimizce daha da ileriye taşınacağına , yaklaşık 30 ildeki örgütlülüğümüzün , şube birimlerine kavuşturulmasına yönelik çabalarımızın önümüzdeki çalışma dönemi içinde de sürdürüleceğine inanıyoruz. HUKUK ÇALIŞMALARIMIZ Bu dönem çok yoğun bir biçimde dava açmak zorunda kaldığımız bir dönem olmuştur. Sendikamız tüzel kişiliği aleyhine açılan davalar ile yetki itiraz davaları ve üyelerimizin çeşitli alacakları ile ilgili davalar ve işyeri temsilcilerimizin işe iade davaları ile toplu-iş sözleşmeleri ile kazanım haline getirdiğimiz “iş güvencesi” , “sendikal tazminat” davaları da dahil olmak üzere izlenen dava sayısı 278’dir. Tüm bu çalışma ve çabalar için bu dönem de istediğimiz bir hukuk dairesi oluşturmamız ne yazık ki olanaklı olmamıştır. Dairemizin ücretli bir tek avukatı bile bulunmamaktadır. Tüm işler , yıllardır sendikal mücadelemize katkı veren değerli avukat arkadaşlarımızın özverili katkı ve çabaları ile yürütülmüştür. Bu açıdan bakıldığında ise çok zengin hukukçu kadrosuna sahip olduğumuz övünçle söylenebilir. Sendikamızın baş hukuk danışmanı Av. Erşen Sansal başta olmak üzere değerli avukat arkadaşlarımız Av. Nezahat Gündoğmuş , Av. Vedat Baranoğlu , Av. Hasan Şahin , Av. Boran Çiçekli’ye teşekkür borcumuz vardır. Bu dönem izlenen davalar ve durumları temel guruplar itibariyle şöyledir. İŞKOLU İSTATİSTİK DAVALARI - OCAK 1995 İSTATİSTİK DAVASI : 1995 Ocak istatistiklerinde yayınlanan Sendikamız üye sayısına ilişkin olarak yalnızca Tez Koop-İş Sendikasınca Ankara 6. İş Mahkemesinde açılan itiraz davası ; mahkemenin 5.3.1999 gün 1995/745 E. 1999/62 K. sayılı kararı ile AÇILMAMIŞ sayılmasına karar verilerek sonuçlanmış ve 1995 istatistiklerindeki üye sayımız kesinleşmiştir. - TEMMUZ 1995 İSTATİSTİK DAVASI : 1995 Temmuz istatistiklerinde yayınlanan üye sayımıza ilişkin olarak , sadece Tez Koop-İş Sendikasınca yapılan itiraz ; Ankara 8. İş Mahkemesinin 22.12.1998 gün ve 1995/2648 E. 1998/1459 K. sayılı hükmü ile AÇILMAMIŞ sayılarak karara bağlanmış ve üye sayımız kesinleşmiştir. - OCAK 1997 İSTATİSTİK DAVASI : 1997 Ocak ayı istatistiklerinde Sendikamız üye sayısı 28913 ve oranı %7.38 olarak ilan edilerek , sendikamız %10 barajının altına düşürülmüştür. Bu tespite ilişkin yaptığımız itiraz üzerine , Ankara 1. İş Mahkemesinin 25.12.1997 gün ve 1997/1412 E. 1997/2647 K. sayılı kararı ile üye sayımızın 39.500 ve oranının da %10.08 olduğu karar altına alınmış , bu karar Yargıtay 9. Hukuk Dairesinin 26.2.1998 gün ve 1998/3048 E. 1998/2718 K. sayılı ilamı ile ONANARAK kesinleşmiştir. - OCAK 1998 İSTATİSTİK DAVASI : Yine sadece Tez Koop-İş Sendikasınca 1998 Ocak ayı istatistiklerinde yayınlanan üye sayımıza da itiraz edilmiş , bu itiraz da Ankara 2. İş Mahkemesinin 16.7.1998 gün ve 1998/454 E. 1998/1137 K. sayılı kararı ile AÇILMAMIŞ sayılarak reddedilmiştir. - TEMMUZ 1998 İSTATİSTİK DAVASI : Bu dönem üye sayımıza da yine Tez Koop-İş’in yaptığı itiraz üzerine ; Ankara 8. İş Mahkemesince , 31.12.1998 gün ve 1998/292 D.İş E. 1998/10 D.İş K. sayı ile üye sayımız 42.402 , oranımız %10.07 olarak saptanmış ve bu karar da Yargıtay 9. Hukuk Dairesinin 25.2.1999 gün ve 1999/3232 E. 1999/3569 K. sayılı ilamı ile ONANARAK kesinleşmiştir. - OCAK 1999 İSTATİSTİK DAVASI : 1999 Ocak istatistiklerinde yayınlanan üye sayımıza ilişkin olarak , Tez Koop-İş Sendikasınca yine itiraz edilmiş , itiraz üzerine Ankara 6. İş Mahkemesince verilen 11.10.1999 gün ve 1999/16 E. 1999/1574 K. sayılı hüküm ile üye sayımızın 42.809 ve yüzdesinin de %10.1 olduğu kararı verilmiştir. Bu karar taraflarca temyiz edilmeyerek KESİNLEŞMİŞTİR. Temmuz 1999 ve Ocak 2000 istatistiklerine artık bir itiraz yapılmamıştır. Böylece şu anda sendikamızın işkolu istatistikleri ile ilgili olarak HİÇBİR DAVASI bulunmamaktadır. İŞYERİ YETKİ İTİRAZLARI Bu dönemde açılan işyeri yetki tespitine ilişkin davalar izlenerek sonuçlandırılmıştır. Bunlar aşağıdaki işyerlerini kapsamaktadır. 1) MUĞLA İL ÖZEL İDARE MÜDÜRLÜĞÜ : Bu işyeri ile ilgili olarak Bakanlıkça Sendikamıza verilen çoğunluk tespiti kararına karşı yapılan itiraz üzerine Aydın İş Mahkemesince 3.3.1999 gün ve 1998/531 E. 1999/152 K. sayılı karar ile lehimize verilen Bakanlık Kararı “üyelerin istifa etmiş olmaları” gerekçesi ile iptal edilmiştir. İstifaların yasaya uygun olarak Sendikamıza gelmediği gerekçesi ile yaptığımız temyiz başvurumuz da reddedilmiştir. 2) PTT BİRİKTİRME VE YARDIM SANDIĞI : Bu işyeri ile ilgili olarak , TİS yapmak üzere yaptığımız başvuru , Bakanlıkça 27.2.1998 gün ve 2613 sayılı yazı ile çoğunluğumuzun var olduğu biçiminde sonuçlandırılmıştır. Bakanlık tespitine işverenin yaptığı itiraz , Ankara 9. İş Mahkemesinin 11.6.1999 gün , 1998/534 E. 1998/368 K. sayılı kararı ile REDDEDİLMİŞ ve temyiz edilmeyerek kesinleşmiştir. 3) ETAM LİMİTED ŞTİ : Eskişehir’de kurulu bulunan bu işyeri ile ilgili olarak , Bakanlıkça 4.9.1995 tarihinde Sendikamıza verilen çoğunluk tespitine işverenin yaptığı itiraz halen devam etmektedir. 4,5 yıldır süren bu dava , toplu-iş sözleşmesi prosedürü ile ilgili yasal durumu ortaya koyması bakımından da ilginçtir. Dava Eskişehir İş Mahkemesinin 1997/149 E. nolu dosyasında derdesttir. 4) ALTIN PORTAKAL KÜLTÜR VE SANAT VAKFI : Bu işyeri ile ilgili olarak , Bakanlığın 8.1.1999 tarihli , sendikamıza verdiği çoğunluk tespitine işverence itiraz edilmiş , Antalya İş Mahkemesi 11.10.1999 gün ve 1999/66 e. 1999/607 K. sayılı kararı ile itirazı reddetmiştir. İşverence temyiz edilen mahkeme kararı Yargıtay 9. Hukuk Dairesinin 18.11.1999 gün ve 1999/17253 - 17596 Esas ve Karar sayılı ilamı ile onanarak yetkimiz 1 yıl sonra kesinleşmiştir. 5) ESKİŞEHİR ECZA KOOP : Bu işletme ile ilgili olarak 22.11.1999 günlü Bakanlık yazısı ile Sendikamıza verilen çoğunluk tespitine İŞVEREN SIRF UZATMAK İÇİN itiraz etmiş olup , dava Eskişehir İş Mahkemesinin 1999/522 E. sayılı dosyasında derdest bulunmaktadır. İŞYERİ SENDİKA TEMSİLCİLERİNİN İŞE İADE DAVALARI Gerek örgütlenme aşamasında , gerekse toplu-iş sözleşmesi bağıtlanmasından sonra işten çıkarılan işyeri sendika temsilcisinin İŞE İADESİ ile boşta geçen sürelerin ücretlerinin alınması sonucunu da doğuran davalardır. Çoğunluğu kazanılarak İŞE İADELER sağlanmıştır. 1) Tek Vakfı işyerinde çalışan İşyeri Sendika Temsilcilerimizin işten çıkarılmaları üzerine işe iade davası açılmıştır. Davalar sonucunda , Ankara 10. İş Mahkemesinin 18.3.1999 gün 1998/458E. 1999/94 K. sayılı kararı ile Hüseyin Özcan , Ankara 4. İş Mahkemesinin 9.12.1998 gün 1998/876 E. 1998/875 K. ile Mürsel Çakır , 98/879 E. 98/876 K. ile Derya Taşkıran , 98/877E. 98/876 K. ile Nurhan Özvarış , 98/875 E. 98/874 K. ile Gürses Aksakal , 98/880 E. 98/879 K. ile H. Bayram Çetin , 98/878 E. 98/877 K. ile İsmail Kibaroğlu haklarında İŞE İADE KARARLARI alınmıştır. 2) PTT Biriktirme ve Yardım Sandığı İzmir Pazarı işyeri sendika temsilcimiz ile ilgili olarak , mağazanın kapatılması bildirimi ile işten çıkartılan temsilcimizle ilgili olarak , kapatılmanın bildirildiği gibi yapılmadığı gerekçesi ile açılan işe iade davası Ankara 9. İş Mahkemesinin 7.10.1999 gün ve 99/1622 E. 99/1503 K. sayılı kararı ile süre yönünden reddedilmiştir. 3) PTT Biriktirme Yardım Sandığı Merkez Depo işyeri sendika temsilcimiz Tahsin Osan’ın işe iadesi ile ilgili dava Ankara 5. İş Mankemesinin 14.1.2000 gün ve 1999/2426 E. 2000/2 K. sayılı hükmü ile sonuçlanmış ve temsilcimiz İŞE İADE edilmiştir. 4) PTT Biriktirme ve Yardım Sandığı Ulus Misafirhanesi işyeri sendika temsilcimiz Salih Şahin ile ilgili işe iade davası da Ankara 2. İş Mahkemesinde 1999/2492 E. kayıtlı bulunmaktadır. 5) İçel Ecza Koop. işyeri sendika temsilcimiz M. Fatih Öner’in işten çıkartılması üzerine işe iade davası açılmış , bunun üzerine dava sonucu beklenmeden temsilcimiz işverence işlem yapılmamış olarak İŞE GERİ ALINMIŞ ve dava ortadan kalkmıştır. 6) AYEK Ecza Koop. işverenince yasa ve toplu-iş sözleşmesine aykırı olarak işten çıkartılan işyeri sendika temsilcilerimiz Salim Oynak , Necati Gümrükçü ve Özcan Tetik ile ilgili olarak İŞE İADE davaları açılmıştır. Davalar İstanbul 1. İş Mahkemesinde sırası ile 2000/134 , 2000/136 , 2000/135 Esasında kayıtlı olup ilk duruşma tarihi 2.5.2000’dir. ÜYELERİMİZLE İLGİLİ ALACAK DAVALARI Üyelerimizle ilgili , ihbar ve kıdem tazminatları ile eksik ödemelere ilişkin açılıp izlenen dava grubundan oluşmaktadır. 1) TEK VAKFI İŞYERİ İLE İLGİLİ DAVALAR : İşyerinin kapanması ile üyelerimize eksik ödenen ihbar ve kıdem tazminatı alacak davalarından oluşmaktadır. Bu kapsamda Ankara 9. İş Mahkemesinde 1998/1221 - 1331 Esasında 111 üyemiz için dava açılmış , davalar kazanılarak alacakları tahsil edilmiş ve üyelerimize dağıtılmıştır. Daha sonra 6 üyemiz için daha ek dava açılarak , kazanılan alacakları dağıtılmıştır. 2) KUZENLER MARKET İŞYERİ İLE İLGİLİ DAVALAR : Dengemek işyerinin Kuzenler’e devri ile ilgili olarak , üyelerimizin toplu-iş sözleşmesinden doğan alacakları ile , işten çıkarılan üyelerimizin ihbar ve kıdem tazminatlarına ilişkin alacakları için yürütülen İCRA işleminden oluşmakta olap izlenmektedir. 3) AYEK ECZA KOOP. İŞYERİ İLE İLGİLİ DAVALAR : İşyerinden çıkarılan işçilerin ihbar ve kıdem tazminatları ile toplu-iş sözleşmesinden doğan bir kısım alacakları ödenmemiş bulunan 51 üyemizin alacaklarının tahsili için açılan seri davalardır. İstanbul 7. İş Mahkemesinin 1999/1058 - 1108 Esasında görülmektedir. Bu davada 15.2.2000 tarihinde işverenin gayrimenkulleri için ihtiyati tedbir konulmuş ve tapuya işlenmiştir. Yine aynı işyerinde çalışan 39 üyemizin ödenmeyen toplu-iş sözleşmesi alacakları için dava açılmış olup izlenmektedir. Dava İstanbul 5. İş Mahkemesinde 1999/1279 - 1319 Esasında görülmektedir. 4) BEĞENDİK MAĞAZALARI İŞYERLERİ İLE İLGİLİ DAVA : Beğendik işyerleri ile ilgili olarak örgütlenme aşamasında tazminatsız olarak işten çıkarılan üyemiz Şerife Küçük ile ilgili olarak açılmış bulunan ihbar ve kıdem tazminatı ile sendikal tazminat istemli dava Ankara 5. İş Mahkemesinde 1999/2125 E. sayılı dosyada devam etmektedir. 5) PTT BİRİKTİRME VE YARDIM SANDIĞI İLE İLGİLİ DAVALAR : BYS işyeri üyelerimizden Mustafa Tıknazoğlu ile ilgili olarak Ankara 3. İş Mahkemesi 1999/2530 , Kemal Kuş ile ilgili olarak 1999/2531 Esaslarında kayıtlı ihbar tazminatı davaları devam etmektedir. 6) İÇEL ECZA KOOP İŞYERİ İLE İLGİLİ DAVALAR : İçel Ecza Koop. işyerinde üyelerimize Toplu-İş Sözleşmesi gereği uygulanması gereken ücret zamlarının tahsil edilmesi için açılan 32 adet dava İçel İş Mahkemesinde kayıtlı olup , devam etmektedir. 7) DEÇEMKO İŞYERİ İLE İLGİLİ DAVA : DEÇEMKO işyerinde iş akdi feshedilen üyemiz Şükrü Öztürk’e Toplu-İş Sözleşmesinin uygulanmamasından doğan ücret alacakları ile ihbarkıdem tazminatı farkları için Ankara 9. İş mahkemesinde görülen dava 22.4.1999 tarih 1999/125 K. sayılı karar ile sonuçlanmış ve üyemizin alacakları tahsil edilmiştir. Bu tür davalardan bazıları PİLOT DAVA niteliğinde olup , sonuçlanmaları durumunda , aynı durumda olan üyelerimizin dilekçeleri de hazır olup , davalar açılacaktır. SENDİKAL TAZMİNAT VE İŞ GÜVENCESİ TAZMİNATI DAVALARI Bu grup davalar , 2821 Sayılı Sendikalar Yasasının 31. maddesinde öngörülen sendikal hakların ihlaline ilişkin olanlar ile , 1475 sayılı yasadan doğan kötü niyet tazminatı ve toplu-iş sözleşmelerine koyduğumuz hükümlerden doğan iş güvencesi tazminatları istemlerinden oluşmaktadır. 1) TEK VAKFI ÜYELERİMİZDEN HÜSEYİN SERİNOĞLU ile ilgili sendikal tazminat davası : Bu dava 2821 sayılı yasanın 31. maddesi uygulaması açısından özellik gösteren bir süreç izlemiş olup , özelliği nedeni ile aşağıda Yargıtay 9. Hukuk Dairesi ve Yargıtay Hukuk Genel Kurulu Kararlarını da yayınlıyoruz. Tek Vakfı’ndan , kapatma gerekçesi ile çıkarılan üyelerimiz için “pilot” dava olmak üzere , üyemiz Hüseyin Serinoğlu adına 2821/31 uyarınca sendikal tazminat davası açılmış , Ankara 4. İş Mahkemesi 21.4.1999 gün ve 98/874 E. 99/102 K sayılı “Davalı vakıf başkanlığının , davacının çalıştığı işyerinden başka işyerlerinde mevcut olup zarar ediyorum gerekçesiyle ihaleye girmediği temizlik işinden dolayı çalışanların iş akdini feshetmesi aynı işin aynı sözleşme ve aynı sayıda işçi ile bir başka firmaya ihale sonrası verilmesinde ticari teammüllerine göre bir haklılıkta görülmemiştir. 1.2.1998 tarihinde yapılan sözleşme sonrası ihaleye girilmekle yeniden yapılan ihale sonrası 4.9.1998 tarihinde yapılan ihale ile 8 aylık süre için belirlenen bedel yaklaşık % 150’lik bir artışla tespit edilmiş olup , davalı vakfın işyerini kapatması ekonomik sorunlara bağlanamaz. Davalı vakıf -Başkan-larının çalışan işçilerin sendikalı olmamaları ve bu sendikanın işverenle toplu-iş sözleşme görüşmelerine yetki alınmasından dolayı işyerini kapatarak davacının iş akdinin feshine neden olduğunun ve davacının 2821 sayılı kanunun 31. maddesi uyarınca 1 yıllık ücreti tutarı tazminata hak kazandığının kabulü ile taleple bağlı kalınarak karar verilmesi gerekmiştir.” kararı ile sendikal tazminata hükmedilmiştir. Mahkemenin bu kararı aşağıda yayınladığımız ilginç Yargıtay Kararı ile bozulmuş , mahkemece 30.9.99 gün ve 99/1521 1467 Esas ve Karar sayılı kararla direnilmiştir. Direnme kararı Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun aşağıda yayınladığımız 10.11.1999 gün ve 1999/9 - 932 E. 1999/943 K. sayılı ilamı ile ne yazık ki kaldırılmıştır. T.C. YARGITAY 9. HUKUK DAİRESİ YARGITAY İLAMI ESAS NO : 1999 / 8858 KARAR NO : 1999 / 10579 MAHKEMESİ : Ankara 4. İş Mahkemesi TARİHİ : 21.4.1999 NO : 8/4/102 DAVACI : Hüseyin Serinoğlu adına Avukat Boran Çiçekli DAVALI : Tek Vakfı Başkanlığı adına Avukat Seyhan Akbulut DAVA : Davacı , sendikal tazminatın ödetilmesine karar verilmesini istemiştir. Yerel Mahkeme , isteği hüküm altına almıştır. Hüküm süresi içinde davalı avukatı tarafından temyiz edilmiş olmakla dosya incelendi, gereği konuşulup düşünüldü. YARGITAY KARARI TEAŞ Genel Müürlüğü personeli tarafından kurulduğu anlaşılan davalı Vakfın TEAŞ Genel Müdürlüğünün ihaleye çıkardığı temizlik işini üstlendiği birer yıllık sözleşmelerle bu işi gerçekleştirdiği ancak mahkemenin de kabulünde olduğu gibi davalı vakfın bir süreden beri zarar etmekte olduğu ve sonunda da yeniden ihaleye girmeyerek temizlik işine son verdiği ancak bundan bir iki gün önce davacı işçinin işine son verildiği ihale sonunda temizlik işinin bir firma tarafından üstlenildiği , dosya içeriğinden anlaşılmaktadır. Davacı işçi feshin sendikal nedene dayandığını ileri sürerek sendikal tazminat isteğiyle bu davayı açmış olup yargılama sonunda mahkemece iş müfettişi raporuna dayanarak sendikal tazminat isteği hüküm altına alınmıştır. İşyerinde toplu iş sözleşmesi prosedürünün davacının üyesi olduğu işçi sendikası tarafından başlatıldığı ve grev aşamasına kadar da sürecin devam edip bu konuda bir hayli mesafe kat edildiği de bellidir. Görüldüğü üzere toplu iş sözleşmesi prosedürü başlatıldığı dönemde davalı Vakıf ekonomik nedenle işini daraltmıştır. Bir bakıma işçilerin çalıştığı işyerini kapatmıştır. Burada işçinin menfaati ile işverenin menfaati karşı karşıya gelmektedir. Davalı Vakıf varlığını koruyabilmek için işyerini kapatma kararı aldığına göre onun iradesine üstünlük tanımak gerekir ki böyle bir sonucun iş hukukunda benimsenmesi olanağı yoktur. Açıklanan maddi ve hukuki olgular karşısında sendikal tazminat isteğinin reddine karar verilmesi gerekirken kabulü isabetsizdir . SONUÇ : Temyiz olunan kararın yukarıda belirtilen nedenle BOZULMASINA , peşin alınan temyiz harcının istek halinde ilgiliye iadesine , 10.6.1999 gününde oyçokluğu ile karar verildi. Başkan Üye Üye Üye Üye E.Ö.Özkul İ.Serim O.G.Çankaya B.Özkaya U.Öztürk ESAS NO : 1999/8858 KARAR NO : 1999/10579 KARŞI OY YAZISI İşyerinde yetkili bulunan Sosyal-İş Sendikası 22.1.1998 tarihinde Bakanlığa başvurarak işletme toplu iş sözleşme yapma yetkisi istemiş ve Bakanlıkça 20.2.1998 tarihinde yetki verilmiş olup , 28.2.1998 tarihli yazıyla sendika , işverene toplu görüşme çağrısında bulunmuştur. Davalı işveren , 4.6.1998 tarihinde ve arabulucu vasıtasıyla toplantılar devam ederken üstlenilen temizlik işinin sona ermesi ve işçilerin hizmet akıtlerinin feshi nedeniyle toplu sözleşme görüşmelerine katılmayacaklarını bildirmiştir. Davalı işveren temizlik hizmetine ilişkin son sözleşmeyi 1.2.1997 - 1.2.1998 tarihleri arası için imzalamış olup , sözleşmenin 21/b maddesinde vakfın sözleşmenin bitiminden itibaren yeni ihale sonuçlanıncaya kadar azami üç ay süreyle hizmeti devam ettirmesi zorunlu kılınmıştır. Vakıf Yönetimi TEDAŞ ve TEAŞ Genel Müdürlüklerine gönderdiği yazılarla sözleşmenin sona erme tarihini bildirmiş ve TEDAŞ Genel Müdürlüğü yeniden ihaleye çıkılacağını bildirmesine karşılık ihale açılmamış ve Başkent Elektrik Dağıtım Şirketinin temizlik işlerini yürüten şirkete hizmet gördürülmüştür. Davalı Vakıf işçilerinden sendikasız olan ve Sosyal-İş Sendikası üyesi olup ayrılanların yeni şirkette görevlendirildikleri belgelerden ve müfettiş raporundan anlaşılmaktadır. 28.3.1998 tarihine kadar Vakfı Kayyum olarak yürüten Av. Reşat Yalın iş müfettişlerine verdiği ifadesinde ; kendisiyle birlikte kayyum heyetinde yer alan ve aynı zamanda TEDAŞ Hukuk Müşaviri olan kişinin “Kurumun sendikayı istemediği ve işçilerin sendikadan istifa etmemeleri halinde temizlik hizmetinin vakıftan alınacağı” şeklinde bilgiler aktardığı gibi , bu kişinin kurum istemediği için toplu sözleşme görüşmelerine katılınmaması şeklinde öneriler getirdiğini ifade etmiştir. Yine iş müfettişlerince beyanına başvurulan Vakıf Müdür Vekili Nermin Güven’de : “... Kayyum döneminde sendikal faaliyetlerin ve toplu sözleşme görüşmelerinin normal olarak sürdüğünü , ancak oluşan yeni Yönetim Kurulu Üyeleri ve özellikle Kurum Hukuk Müşavirinin sendikalaşma faaliyetine karşı çıktığını ve işçilerin sendikadan istifa etmemeleri halinde Vakıf’ın temizlik işlerini bırakacağı ve işçilerin çıkarılacağı yolunda işçilerin uyarılmasının kendisinden istendiğini ...” ifade etmiştir. Mahkemece dinlenen davacı tanıkları ile halen işyerinde çalışan davalı tanığı Arif Aydın ; “İşveren bizleri işten çıkrdıktan sonra , önce TEDAŞ’ın temizlik işlerini yürüten Sur ve daha sonra Alpay Taahhüt ve Temizlik işlerinde çalıştık. Bu firmalar vaktin sendikalı işçilerini dışlayıp kendileri gibi sendikasızları işe aldı...” şeklinde beyanlarda bulunmuşlardır. İş Müfettişleri incelemesinde , tüm işçilerin hizmet akitlerinin feshinden sonra , vakfın eski işçilerinden 76’sının yeniden işe alınarak TEDAŞ ve TEAŞ binalarının temizliğinde görevlendirildikleri , bunlrdan 60’ının daha önce ve vakıf döneminde Sosyal-İş Sendikasına üye olmayanlar , 16’sının da sendika üyeliğinden istifa eden kişiler olduklarını ve vakıf bünyesinde halen çalıştırılan 39 işçiden 7’sinin sendikaya hiç üye olmayan , 32’sinin ise daha önce sendikaya üye olup istifa edenler olduğunu belirlemiştir. Yine iş müfettişleri bilançoların incelenmesinden , yıllar itibariyle reel anlamda bir zararın da sözkonusu olmadığını ve vakfın topyekün faaliyetlerinden kar elde ettiğini belirlemişlerdir. Yine bir kısım çalışanların (işyeri temsilcilerinin) açtıkları işe iade davalarında mahkeme vermiş olduğu kararlarla , fesihlerin haksız olduğunu kabul etmiştir. Dairemizin 14.9.1996 gün ve 1995/8053 esas , 1996/25757 sayılı kararında , “...işverenin yetkilisi tarafından sendikaya üyeliğinden istifaları istenen ve yetki görüşmelerinden sonra hizmet sözleşmeleri feshedilen işçiler sendikal tazminata hak kazanır...” denildiği gibi 11.11.1996 gün ve 1996/11042 esas , 1996/20779 sayılı kararda da ; “sendikanın toplu iş sözleşmesi yetkisine engel olmak için sendikalı işçilerin işten çıkarılıp sonraki dönemde geri alınması durumunda sendikal tazminata karar verilmelidir...” denilmektedir. Hukuk Genel Kurulu da 6.11.1996 gün ve 1996/9-645 esas , 1996/755 sayılı kararında , “... sendikanın yetki tespit isteminden sonra çıkartılma durumunda sendikal tazminata karar verilmesi” gerekliliğine işaret edilmiştir. Bütün bu anlatımlardan ; TEDAŞ ve TEAŞ işyerlerinin ve sosyal tesislerinin 1995 yılından beri temizlik ve bakım hizmetlerini yürüten işçilerin 1998 yılı başında Sosyal-İş Sendikasına üye olmalarıyla , bu sendikanın toplu iş sözleşme yapma yetkisi aldığı ve görüşmelere başlandığı sırada işçilerin sendika üyeliğinden istifaya zorlandıkları ve bir kısım işçilerin istifalarının sağlanmasına karşılık sendikanın yetkisinin ortadan kaldırılamaması karşısında inandırıcı olmayan zarar iddialarıyla tüm işçilerin iş akitlerinin feshi yönüne gidilmesi feshin sendikaya üye olunması ve üye olunan sendikanın işyerinde yetki alması nedeniyle yapıldığı açık olup , yukarıda beyanları aksettirilen Kurum Hukuk Müşaviri ve aynı zamanda Vakıf Yönetim Kurulu üyesi olan kişinin ve Vakıf Müdür Vekilinin beyanları karşısında ve olayların gelişiminden , aynı zamanda TEAŞ ve TEDAŞ üst düzey yöneticileri olan vakıf yöneticilerinin, yetki görüşmelerinden sonra ve sendikanın toplu iş sözleşmesi yetkisine engel olmak için sendikalı işçileri işten çıkardıkları ve aynı işleri baştanberi sendikasız ve üye olup sendikadan ayrılan işçilere yaptırmakla , Sendikalar Yasasının 31. maddesinde hüküm altına alınan sendikaya üye olma hürriyetine aykırı hareket ettikleri açık olup , mahkemenin bu hürriyetin teminata olan tazminatı hüküm altına almasında yasaya aykırı bir yön bulunmadığından hükmün ONANMASI , görüşündeyim. Üye U. Öztürk * * * T.C. YARGITAY Hukuk Genel Kurulu SAYI Esas Karar 1999 / 9-932 1999 /943 YARGITAY KARARI Mahkemesi : Ankara 4. İş Mahkemesi Günü : 30.09.1999 Sayısı : 1999 / 1521 E. 1999 / 1467 K. Davacı : Hüseyin Serinoğlu adına Sosyal-İş Sendikası vekili Av.Boran Çiçekli. Davalı : TEK Vakfı Başkanlığı vekili Av.Seyhan Akbulut Taraflar arasındaki “sendikal tazminat” davasından dolayı yapılan yargılama sonunda ; Ankara 4. İş Mahkemesince davanın kabulüne dair verilen 21.4.1999 gün ve 1998/874 E. 1999/102 K.sayılı kararın incelenmesi davalı vekili tarafından istenilmesi üzerine , Yargıtay 9. Hukuk Dairesinin 10.6.1999 gün ve 1999/8858 E. 1999/10579 K. sayılı ilamı ile ; ( TEAŞ Genel Müdürlüğü personeli tarafından kurulduğu anlaşılan davalı Vakfın TEAŞ Genel Müdürlüğünün ihaleye çıkardığı temizlik işini üstlendiği birer yıllık sözleşmelerle bu işi gerçekleştirdiği ancak mahkemenin de kabulünde olduğu gibi davalı vakfın bir süreden beri zarar etmekte olduğu ve sonunda da yeniden ihaleye girmeyerek temizlik işine son verdiği ancak bundan bir iki gün önce davacı işçinin işine son verildiği ihale sonunda temizlik işinin bir firma tarafından üstlenildiği , dosya içeriğinden anlaşılmaktadır. Davacı işçi feshin sendikal nedene dayandığını ileri sürerek sendikal tazminat isteğiyle bu davayı açmış olup yargılama sonunda mahkemece iş müfettişi raporuna dayanılarak sendikal tazminat isteği hüküm altına alınmıştır. İşyerinde toplu-iş sözleşmesi prosedürünün davacının üyesi olduğu işçi sendikası tarafından başlatıldığı ve grev aşamasına kadar da sürecin devam edip bu konuda bir hayli mesafe kat edildiği de bellidir. Görüldüğü üzere Toplu iş sözleşmesi prosedürü başlatıldığı dönemde davalı Vakıf ekonomik nedenle işini daraltmıştır. Bir bakıma işçilerin çalıştığı işyerini kapatmıştır. Burada işçinin menfaati ile karşı karşıya gelmektedir. Davalı Vakıf varlığını koruyabilmek için işyerini kapatma kararı aldığına göre onun iradesine üstünlük tanımak gerekir. Aksi halde iflasa gitmesinin beklenmesi gerekir ki böyle bir sonucun iş hukukunda benimsenmesi olanağı yoktur. Açıklanan maddi ve hukuki olgular karşısında sendikal tazminat isteğinin reddine karar verilmesi gerekirken kabulü isabetsizdir...) gerekçesiyle bozularak dosya yerine geri çevrilmekle yeniden yapılan yargılama sonunda ; mahkemece önceki kararda direnilmiştir. TEMYİZ EDEN : Davalı Vekili HUKUK GENEL KURULU KARARI Hukuk Genel Kurulu’nca incelenerek direnme kararının sürecinde temyiz edildiği anlaşıldıktan ve dosyadaki kağıtlar okunduktan sonra gereği görüşüldü. : Tarafların karşılıklı iddia ve savunmalarına , dosyadaki tutanak ve kanıtlara , bozma kararında açıklanan gerektirici nedenlere göre , Hukuk Genel Kurulu’nca da benimsenen Özel Daire bozma kararına uyulmak gerekirken , önceki kararda direnilmesi usul ve yasaya aykırıdır. Bu nedenle direnme kararı bozulmalıdır. SONUÇ : Davalı vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile , direnme kararının Özel Daire bozma kararında gösterilen nedenlerden dolayı H.U.M.K. nun 429. maddesi gereğince BOZULMASINA , istek halinde temyiz peşin harcının geri verilmesine 10.11.1999 gününde , oyçokluğu ile karar verildi. Birinci Başkanvekili 15.H.D.Başk. 19.H.D.Baş. 14.H.D.Bşk. A. İsmet Arslan Y. Akman Y.M.Günel E.Özdenerol 11.H.D.Bşk. 10.H.D.Bşk. 13.H.D.Bşk. 16.H.D.Bşk. I. Ulaş E. Aktekin K. Kadıoğlu O. Arslan 12.H.D.Bşk. 17.H.D.Bşk. 18.H.D.Bşk. G.Kaynak O. İzgiey N.Ertuğrul A.Nazlıoğlu Ç. Çetiner K. Öztekin M. Çetin H. Dinç S.Sapanoğlu N. Akman M.H. Surlu 20.H.D.Bşk.V. Onama U. Araslı M.Aygün Ş. Abik O.G. Çankaya A.E. Başçıoğlu A. Güneren B. Sınmaz Onama S. Öztuna A.İ. Özuğur Onama İ. Karataş H. Erdoğan Y. Özdilek G. Arıkan A. Özçelik U. Öztürk Onama C. Şat H. Karakış Onama Onama E. Ertürk A.N. Kaynak C.İ. Günay A. Yeniçeri Z.Akar M.E. Germeç M. Kılıçoğlu M.L. Tombaloğlu Ş. Saraç Kararlaştırıldı. Yz.İşl.Md. KARŞI OY YAZISI Davacı , davalı işverenin işçisi olup üye olduğu sendika 22.1.1998 tarihinde Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığına başvurarak işletme toplu iş sözleşme yapma yetkisi istemiş ve Bakanlıkça 20.2.1998 tarihinde yetki verilmiş ve toplu iş sözleşme görüşmelerine başlanmıştır. Davalı işveren Vakıf TEDAŞ-TEAŞ üst düzey yöneticileri tarafından , bu kurumların ve sosyal tesislerin temizlik işlerini de yapmak üzere kurulmuştur. Vakfın yöneticileri aynı zamanda kurumlarında üst düzey yöneticileridir. Vakfın faaliyetlerinde kararlılık değil , en ucuz biçimde bu hizmetin yapılabilmesi esas alınmıştır. Bu amaçla işyerinde asgari ücret uygulaması senelerdir yürütülmüştür. İşyerinin bir süre kayyumlar tarafından yönetildiği ve bu yönetim şeklinin 28.3.1998 tarihine kadar devam ettiği ve bu dönemde toplu iş sözleşmesi görüşmelerine bir kayyumun engelleme çabalarına karşı devam edildiği ve daha sonra bu görüşmelere arabulucunun davetine rağmen vakıf yöneticilerinin katılmadığı görülmektedir. Vakıf kayyum heyetinde yer alan ve aynı zamanda Kurum Hukuk Müşaviri olan kişinin diğer kayyumlara , kurumun sendika istemediğini ve sendikadan işçilerin istifalarının sağlanmaması halinde kurumun temizlik işlerinin vakıftan alınacağı şeklinde beyanları olduğunu kayyum Av. Reşat Yalın iş müfettişine ifade etmiştir. Yine müfettişe beyanda bulunan Vakıf Müdür Vekili Nermin Güven de “... Kayyum döneminde sendikal faliyetlerin ve toplu sözleşme görüşmelerinin normal olarak sürdüğünü ancak , oluşan yeni yönetim kurulu üyeleri ve özellikle kurum hukuk müşavirinin sendikalaşma faaliyetine karşı çıktığını ve işçilerin sendikadan istifa etmemeleri halinde vakfın temizlik işlerini bırakacağı ve işçilerin işten çıkarılacağı yolunda işçilerin uyarılmasının kendisinden istendiğini...” beyan etmiştir. Dosya içinde bulunan tutanaklarda , işverenin işçileri sendikadan istifa ettirmek çabasının somut örnekleri olup , bu tutanaklar Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından da değerlendirilmiş ve Vakıf yöneticileri hakkında ; “... sanıkların , müşteki sendikaya üye olan işçilerin sendikadan istifa etmeleri için çaba sarfettikleri ve bu yolda telkinde bulundukları ve daha sanra da işlerine son verdikleri...” gerekçesiyle yasaya muhalefetten dava açılmış ve davanın Ankara 15. Asliye Ceza Mahkemesinin 1998/1295 esasında devam ettiği anlaşılmaktadır. Sendikalaşma ve toplu iş sözleşmesi düzenine karşı olan Vakıf ve Kurum yöneticileri işyerinde toplu sözleşme uygulamasına geçileceğini anlayınca zarar ettikleri gerekçesiyle iş ve işçilerin işine son vermişlerdir. Yöneticilerin gerçek amaçlarının zararı engellemek mi yoksa toplu iş sözleşmesini yapmamak veya uygulamamak mı olduğunun açıklığa kavuşturulması gerekir. Yukarıda da belirtildiği gibi Vakıf , kurum tarafından sosyal tesislerin ve kurum binalarının temizlik ve diğer işlerinin karlılık değil mahiyet esaslarına göre yürütülmesi amacıyla kurulmuş ve buna karşılık devamlı zarar etmiştir. Zarar edilmesine karşılık hiçbir zaman yöneticiler tarafından işin bırakılması düşünülmemiştir. Şöyle ki ; sözleşme 1.2.1998 tarihinde sona ermesine karşılık gerek kurum ve gerekse Vakıf hiçbir zaman zarar gerekçesiyle sözleşmeyi yenilemeyeceklerini karşılıklı olarak deklere etmemişlerdir. Buna karşılık işçileri sendikadan istifa ettiremeyen ve uygulanacak sözleşmenin uygulanırlığını ortadan kaldırmak için vakıf yöneticileri tüm işçileri işten uzaklaştırmışlar ve kurum işyerlerinin temizliğini Başkent Elektrik A.Ş. nin taşeronu olan ve kendi telkinleri sonucu sendikadan ayrılan işçilerin de bu şirkette vaadleri gibi işbaşı yapmalarını sağlamışlardır. Vakfın sendikalı işçi istemediğinin diğer bir kanıtı da büro benzer görevlerde çlıştığı tespit edilen 39 işçiden 7 sinin sendikaya hiç üye olmayan 32 sininde sendikadan istifa edenler olduğudur. Şekilde vakıf yöneticilerinin gerçek amaçlarının sendikalı hiçbir işçinin çalıştırılmaması olduğu ortaya çıkmaktadır. Her ne kadar sendika grev kararı almış ve yetki düşmemiş ise de yapılacak bir sözleşmenin uygulanabilirliği hiçbir işçi bırakılmamak suretiyle önlenmiştir. Davalı vakıf zarar ettiğini ileri sürmüşse de işyerinde inceleme yapan iş müfettişleri bilançoların incelenmesinden , yıllar itibariyle reel anlamda bir zarar olmadığını ve vakfın topyekün faaliyetinden kar elde ettiğini ve vakıf yöneticilerinin vakıf paralarını repo yapma suretiyle değerlendirdiklerini tespit etmişlerdir. Hiçbir zaman kuruma karşı zarar ettiği gerekçesiyle sözleşmeyi yenilemeyeceğini beyan etmeyen vakfın , faaliyetlerinde karlılık değil en ucuz biçimde hizmet yapmayı esas aldığı ve dışarıya açılmadığı , yıllarca uygulanan işletmecilik-maaliyet-personel politikasının ucuz işgücü kullanımına dayandırıldığı , toplu iş sözleşmesinin bağıtlanması işçi ücretlerinin yükseltilmesi suretiyle işletmenin işveren ve kurum yönünden faydalılığı ve verimliliği ortadan kalkacağı için işyeri kapatılmış olup , gerçek amaç sendikal faaliyeti engellemek olduğundan davacının sendikal tazminata hak kazanmış olacağı görüşleriyle çoğunluk kararına katılmıyorum. Örnek nitelikteki mahkeme kararının onanması görüşündeyim. Utku ÖZTÜRK 9. Hukuk Dairesi Üyesi * * * 2) AYEK ECZA KOOP. işyeri üyelerimiz için üyemiz Özgen Altınkaya adına , toplu-iş sözleşmesi ile getirilmiş bulunan iş güvencesi tazminatı davası PİLOT olarak açılmış olup , İstanbul 7. İş Mahkemesinin 2000/8 E. nosunda derdest bulunmaktadır. 3) PTT BYS işyeri üyemiz Fatih Orhon adına pilot olarak kötü niyet tazminatı davası açılmış olup , Ankara 3. İş Mahkemesinin 1999/2529 E. devam etmektedir. SENDİKA TÜZEL KİŞİLİĞİ VE YÖNETİCİLERLE İLGİLİ DAVALAR 1) DENİZLİ BELTAŞ işyeri aleyhine , ödenmeyen aidat alacaklarımızla ilgili Ankara 8. İş Mahkamasinde 2000/3 Esas nosu ile dava açılmış , işveren davadan sonra borcunu ödemiştir. 2) İSTANBUL ECZA KOOP. işvereninin sendika üyesi olmayanlara da toplu-iş sözleşmesini uygulaması üzerine açılan “dayanışma aidatı” davası Ankara 4. İş Mahkemesinin 11.11.1999 gün ve 1998/1351 E. 1999/1761 K. sayılı kararı ile kazanılmış , işveren tüm aidat borçlarını ödemiş ve üye olmayanlardan dayanışma aidatı kesmeye başlamıştır. 3) AYEK işverenliğinin ödemediği Sendikamız aidatları için icraya başvurulmuş ancak işverenin itirazı üzerine , İTİRAZIN kaldırılması istemi ile İstanbul 8. İş Mahkemesinde 2000/47 E. ile dava açılmış olup , devam etmektedir. 4) İÇEL ECZA KOOP. işverenliği aleyhine , Sendikamız aidatlarını ödemediği için dava açılmış olup , dava Mersin İş Mahkemesinde devam etmektedir. 5) Sendikamız Genel Başkanı ve bir kısım Merkez Yöneticilerimizle ilgili olarak üyelik işlemleri nedeni ile Ankara 3. Ağır Ceza Mahkemesinde açılan 1996/25 E. nolu dava berratle sonuçlanmıştır. 6) 1995 yılında atanan Ankara Şubemiz Kurucu Yönetim Kurulunun 2821 sayılı yasanın 8. maddesi uyarınca ilan edilmediği gerekçesi ile açılan dava 7. İş Mahkemesi 10.2.2000 gün 1999/1950 E. 2000/27 K. sayılı hükmü ile ara kararı uyarınca yapılan ilan sonucu , dava konusu kalmadığı gerekçesi ile reddedilmiş ancak sendikamızca “gerekçe” yönünden temyiz edilmiştir. 7) TEK VAKFI işverenliği hakkında Sendikamızın “Sendikaya üye olma hak ve özgürlüğüne” karşı eylemleri nedeni ile yaptığı şikayet üzerine açılan kamu davası 15. Asliye Ceza Mahkemesinde 1998/1295 E. ile devam etmektedir. 8) Sendikamız ile Arkadaş Market işyeri arasında bağıtlanan toplu-iş sözleşmesinin “kapsam dışı” maddesinin İPTAL’i istemi ile üyemiz Sedef Çatak’ın açtığı dava , Ankara 6. İş Mahkemesinin 14.2.2000 gün ve 1999/1902 E. 2000/43 K. sayılı kararı ile “EDA DAVASI” açılması gerekir gerekçesi ile reddedilmiş olup , dava temyiz edilmiştir. Sendikamız bu davada “davalı taraf” olmasına karşın istem yönünde hareket etmiştir. ÖRGÜTLENME ÇALIŞMALARIMIZ 1) ÇALIŞMA VE SOSYAL GÜVENLİK BAKANLIĞI İSTATİSTİKLERİ Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı’nın her yıl Ocak ve Temmuz aylarının 17’sinde yayınlamak zorunda olduğu istatistiklerde , Türkiye’de sigortalı işçi sayısı ve bunun işkollarına dağılımı ile bu işkollarındaki sendika üyesi işçilerin sayıları bildirilir. Resmi Gazete’de yayınlanan bildiride yer alan sayıların , işverenlerin ve sendikaların Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı’na bildirdikleri işçilere ve üyelere dayandığı söylenir. Sendikaların üyelerini Bakanlığa bildirmemeleri düşünülemez. Ancak , zorunlu oldukları halde bütün işverenlerin buna uydukları da söylenemez. Bu nedenle söz konusu istatistiklerin doğruluğunda , daha baştan kuşku vardır. DİE ve SSK’nın yayınladığı istatistikler incelendiğinde ise bu durum , kuşkulu olmaktan da çıkmakta , güvenilmez olmaktadır. Türkiye’de çalışan işçilerin en fazla yarısının sayısal olarak yer aldığı istatistiklerde , emekli olan, ölen , işkolu değiştiren işçiler toplam sayıdan düşülemediği için , sendikaların üye sayısından da düşülememektedir. 1984 Şubat ayından buyana yayınlanan istatistiklerdeki bu rakamlar üst üste konulduğunda, bugün Türkiye’de sendikal örgütlülük oranında %68.45 gibi bir rakama , geri dönüşü olanaksız bir biçimde ulaşılmaktadır. Bunun doğru olmadığı biline biline , 1983 yılında çıkarılan yasalar ile getirilen ve Toplu Sözleşme yapmaya yetkili sendikanın “kolayca belirlenmesine yönelik” bu uygulamanın asıl amacının , 1983 yılında var olan sendikalar dışında hiçbir sendikaya yaşam hakkı tanımamak olduğu bütün çıplaklığıyla görünmektedir. Gerçek istatistiksel niteliğine kavuşturulması halinde bir anlam ifade edebilecek bu istatistiklerin, %10 barajı amacına yönelik bu biçimiyle yayınlanmasının , artık ele-güne karşı ayıptan öte bir anlam taşımadığını tekrarlayarak , Temmuz 1997’den itibaren 17 nolu işkolumuz işçi sayıları ile sendikamızın üye sayısına ilişkin Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı verilerini aşağıda görelim. Dönem İşkolu Üye % İşçi Sayısı Sayımız Oranı 17 Temmuz 1997 415.769 29.012 6.97 17 Ocak 1998 417.409 41.883 10.03 17 Temmuz 1998 421.054 42.435 10.07 17 Ocak 1999 423.105 42.698 10.09 17 Temmuz 1999 421.943 42.916 10.17 17 Ocak 430.708 43.239 10.03 17 Ocak 1997 (x) 2000 (x) : 1997 Ocak üye sayımız , kesinleşmiş yargı kararı ile 39.500 ve %10.8 olarak saptanmış , ancak bu durum Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı istatistiklerine ne yazık ki 1998 Ocak yansıyabilmiştir. 1994 Ocak ayı istatistiklerinde yayınlanan üye sayımızdan mahkeme kararıyla indirilen rakam 1996 Ocak istatistiklerindeki sayımızdan düşüldüğünden %10 barajının altına indirildik. Yeniden girişilen hukuk ve örgütlenme mücadelemiz sonunda yargı kararı ile 1997/Ocak istatistiklerinde yayınlanan biçimi ile Ocak 1998 istatistiklerinde tekrar barajı aştık. 2) TOPLU-İŞ SÖZLEŞMESİ BAŞLATILAN İŞYERLERİ YAPABİLMEK İÇİN YETKİ PROSEDÜRÜ 2822 sayılı yasanın , sendikaların toplu-iş sözleşmesi bağıtlama işlevini yok etmesini , siyasi iradenin istediği zaman istediği sendikaya Toplu Sözleşme yapmasını engelleme yetkisini veren hükümleri , somut olarak 1998 Ocak ayına kadar sendikamızın örgütlenmesinde , topluiş sözleşmesi bağıtlamasında engel oluşturmaya devam etmiştir. Bu nedenle , örgütlü olduğumuz işyerlerinde yetki prosedürü başlatılamamış , başka işyerlerinde örgütlenmemiz de zorlaşmıştır. 1997 yılının sonuna kadar tüm çabamız %10 işkolu barajını aşmak doğrultusunda yoğunlaştırılmıştır. Bu süreçte sendikamızın barajı aşma uğraşını kendi sorunlarının da önüne koyarak , özveriyle , barajı aşmada katkılarını veren sendikamızın tüm kadrolarına , personeline bir kez daha teşekkür ediyoruz. Gerek %10 barajını aşmak , gerekse toplu-iş sözleşmesi yapmak üzere örgütlenme mücadelesi veren sendikamız yargı kararı ile 1997 Ocak istatistiğinde aşmış olmamıza karşın 17 Ocak 1998 tarihinde yayımlanan Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı istatistiklerinde %10 işkolu barajını aşar aşmaz , örgütlü olduğu ve daha sonra örgütlendiği aşağıdaki işyerleri için yetki prosedürünü başlatmıştır. İşyeri Başvurma Tarihi Tespit Tarihi - Deçemko Vakfı - Ankara 19.01.1998 10.02.1998 - CHP İl Başkanlığı - İzmir 19.01.1998 13.05.1998 - Çankaya Belde Gıda San. ve Tic. A.Ş. - Ankara 19.01.1998 05.03.1998 - Div-Han Yard. ve Sosyal Hizmet Vakfı - Sivas 19.01.1998 06.03.1998 - Muğla İl Özel İdare Müd. - Muğla 19.01.1998 19.03.1998 - TMMOB Mimarlar Odası Ank. Şubesi - Ankara 19.01.1998 08.02.1998 - Dengemek Eğt. Gıda Paz. San. ve Tic.Ltd.Şti. - İstanbul 19.01.1998 03.04.1998 - TEK-VAKFI - Ankara 22.01.1998 10.02.1998 - PTT Biriktirme ve Yardım Sandığı - Ankara 11.02.1998 27.02.1998 - DİSK-Devrimci İşçi Sendikaları Konfederasyonu - İstanbul 12.02.1998 19.02.1998 - Beltaş İç ve Dış Tic. A.Ş. - Denizli 13.02.1998 16.03.1998 - İstanbul Eczacıları Üretim Temin ve Dağıtım Koop.-İstanbul 20.03.1998 30.04.1998 - İçel Eczacıları Üretim Temin ve Dağıtım Koop. - Mersin 22.06.1998 24.07.1998 - TODAİE (Türkiye ve Ortadoğu Amme İdaresi Enstitüsü) - 30.06.1998 23.07.1998 11.09.1998 22.10.1998 Ankara - Zihinsel Özürlüleri Koruma ve Yetiştirme Vakfı - İzmir - Sondoruk Özel Eğitim ve Tic. Ltd. Şti. - Denizli 11.09.1998 08.01.1999 - Arkadaş Market Gıda Paz. Tic.Ltd. Şti. - Ankara 16.10.1998 19.11.1998 - Devlet Malzeme Ofisi Genel Müdürlüğü - Ankara 02.11.1998 16.12.1998 - AYEK-Anadolu Yakası Eczacılar Koop. - İstanbul 03.11.1998 22.12.1998 - TES-KOOP-Tüm Eczane Sahipleri Koop. - İstanbul 23.11.1998 08.01.1999 - TEMS Sosyal Hizmetler San. ve Tic.Ld.Şti. - İstanbul 26.11.1998 30.04.1999 - Altın Portakal Kültür ve Sanat Vakfı İktisadi İşlet. - Antalya 16.12.1998 08.01.1999 - TMMOB İnşaat Mühendisleri Odası Ankara Şubesi - Ankara 29.01.1999 - Türk Eczacıları Birliği - Ankara 20.04.1999 03.06.1999 - Ankara Tabip Odası - Ankara 28.04.1999 14.05.1999 - Beltaş İç ve Dış Tic.A.Ş. - Denizli (2. Dönem) 03.05.1999 27.05.1999 - Ankara Eczacı Odası - Ankara 11.05.1999 12.07.1999 - Çankaya Belde Gıda San. ve Tic. A.Ş. - Ankara (3. Dönem) 03.09.1999 13.09.1999 - PTT Biriktirme ve Yardım Sandığı - Ankara (2. Dönem) 03.09.1999 16.09.1999 - Arkadaş Market Gıda Paz. Ltd. Şti. - Ankara (2. Dönem) 03.09.1999 13.09.1999 - TMMOB Mimarlar Odası Ankara Şubesi - Ankara (2. Dönem) 03.09.1999 13.09.1999 - Kuzenler Market İnş. ve Gıda San. Ltd. Şti. - İstanbul 03.09.1999 06.10.1999 - Çanakkale ve Çevre Köyleri Tarımsal Kalkınma Koop. Birliği 27.09.1999 18.11.1999 01.10.1999 22.11.1999 - Çanakkale - ES-KOOP - Eskişehir Eczacıları Ür. Temin ve Dağ. Koop. Eskişehir - Bursa Ecza Koop - Bursa Eczacıları Üretim Temin ve Dağıtım 12.11.1999 - Koop. - Bursa - Türk Amerikan Derneği - Ankara 06.12.1999 30.12.1999 Yetki prosedürü başlatılan ve çoğunluk tespiti yapılan yukarıdaki işyerlerinden aşağıda isimleri verilenlerde , işverenlik veya işkolumuzdaki diğer sendikaların herhangi bir itirazı olmaksızın yetki belgeleri alınmış ve Toplu Sözleşme Dairemizce işverenler görüşmeye çağrılmıştır. - Deçemko Vakfı - Ankara - TEK Vakfı - Ankara - TMMOB Mimarlar Odası Ankara Şubesi - Ankara - DİSK - Devremci İşçi Sendikaları Konfederasyonu - İstanbul - DİV-HAN Yardımlaşma ve Sosyal Hizmet Vakfı - Sivas - Çankaya Belde Gıda Sanayi ve Ticaret A.Ş. - Ankara - Beltaş İç ve Dış Ticaret A.Ş. - Denizli - Dengemek Eğitim Gıda Pazarlama Sanayi ve Ticaret Ltd.Şti. - İstanbul - İstanbul Eczacıları Üretim Temin ve Dağıtım Kooperatifi - İstanbul - CHP İzmir İl Başkanlığı - İzmir - TODAİE - Türkiye ve Ortadoğu Amme İdaresi - Ankara - İçel Eczacıları Üretim Temin ve Dağıtım Kooperatifi - Mersin - Zihinsel Özürlüleri Koruma ve Yetştirme Vakfı - İzmir - Arkadaş Market Gıda Pazarlama Ltd. Şti. - Ankara - Devlet Malzeme Ofisi Genel Müdürlüğü - Ankara - AYEK - Anadolu Yakası Eczacılar Kooperatifi - İstanbul - TES-KOOP Tüm Eczane Sahipleri Kooperatifi - İstanbul - Sondoruk Özel Eğitim ve Ticaret Ltd. Şti. - Denizli - Ankara Tabip Odası - Ankara - Beltaş İç ve Dış Ticaret A.Ş. - Denizli (2. Dönem) - TEB - Türk Eczacıları Birliği - Ankara - Ankara Eczacı Odası - Ankara - Arkadaş Market Gıda Pazarlama Ltd. Şti. - Ankara (2. Dönem) - TMMOB Mimarlar Odası Ankara Şubesi - Ankara (2. Dönem) - PTT Biriktirme ve Yardım Sandığı Genel Müdürlüğü - Ankara (2. Dönem) - Çankaya Belde Gıda Sanayi ve Ticaret A.Ş. - Ankara (3. Dönem) - Çanakkale ve Çevre Köyleri Tarımsal Kalkınma Koop. Birliği - Çanakkale Çoğunluk tespiti alınan işyerlerinden sadece üçünde , işveren yetki itirazında bulunmuştur. Bunlardan PTT Biriktirme ve Yardım Sandığı ( Ankara ) işyerinin birinci dönem yetkisine işveren itirazda bulunmuş , ikinci dönemde işbaşında olan işveren ise itirazda bulunmamıştır. Altın Portakal Kültür ve Sanat Vakfı ( Antalya ) işverenliği itirazda bulunmuş , yaklaşık 11 ay süren dava sonucunda 20.12.1999 tarihinde yetkimiz kesinleşmiş ve işverenlik görüşmelere çağrılmıştır. ES-KOOP - Eskişehir Eczacıları Üretim Temin ve Dağıtım Kooperatifi ( Eskişehir ) işverenliği çoğunlukta olduğumuzu bildiğini işçilere söylediği halde , sırf oyalamak ve işçilerin sendikadan uzaklaşmasını sağlamak umuduyla yetkimize itiraz etmiş ve davası halen devam etmektedir. İtirazda bulunan işverenlerin gerçek işveren olmayıp , bulundukları görevlere demokratik yollarla getirilen hukuki işveren olmaları , anlamakta zorlan(ma)dığımız önemli bir özelliktir. Geçtiğimiz dönem içinde yetki prosedürü için başvuru yaptığımız işyerlerinden ; TEMS Sosyal Hizmetler Sanayi ve Ticaret Ltd. Şti. ( İstanbul ) işyerinin işkolumuzda yer almadığı gerekçesi ile başvurumuz reddedilmiş , İnşaat Mühendisleri Odası Ankara Şubesi işyeri için yaptığımız başvuru ise işyerinin İnşaat Mühendisleri Odası İşletmesine bağlı bir işyeri olması nedeniyle başvurumuz reddedilmiştir. Bursa Eczacıları Üretim Temin ve Dağıtım Kooperatifi işyeri için yaptığımız başvuru Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı’nca halen incelenmektedir. Bu işyerindeki örgütlenme çalışmalarımızda yaşanan olaylara ilişkin Genel Sekreterimizce yapılan basın açıklamasını aşağıda yayınlıyoruz. BURSA ECZA KOOP. YÖNETİCİLERİ AYIP EDİYORSUNUZ “Son 1,5 yıl içerisinde örgütlendiğimiz Türkiye’de mevcut Eczacı Kooperatiflerinin tamamına yakınında ne örgütlenme aşamasında ne de Toplu-İş Sözleşmesi aşamasında bugüne kadar karşılaşmadığımız bir tavırla Bursa Ecza Koop.’ta karşılaştık. Bu işyerinde çalışan 200’ün üzerindeki işçi Anayasal hakları olan örgütlenme , sendikalılaşma haklarını kullandıkları için kendilerini “HUKUKİ İŞVEREN” olarak niteleyen yönetimin sert tepkisiyle karşılaştılar. İşveren , sendikalılaşma hareketini hisseder etmez ilk etapta 6 üyemizi , yeniden yapılanma gerekçesiyle işten atmış ve diğerlerine göz dağı vermek istemiştir. Ancak bunun böyle olmayacağını görünce de üyelerimizi tek tek Noter’e götürüp hatta işyerlerine Noter çağırmak suretiyle baskı ve tehdit ile istifa etmelerini sağlamaya çalışmıştır. Kooperatifin Balıkesir Şubesine İşletme Müdürü Recep Görmez ile Muhasebe Müdürü İsmail Beyaz’ı gönderip aynı senaryoyu orada da sahnelemeye başlamışlardır. “SENDİKA ÜYELİĞİNE DEVAM EDERSENİZ BU ŞUBEYİ KAPATIRIZ , HEPİNİZ ORTADA KALIRSINIZ” tehditlerinin doğaldır ki üyelerimiz arasında tedirginlik yaratacağını , “OKUYUP YALAMIŞ AYDIN” kimlikleriyle çok iyi bilmektedirler. Bursa’da ise Yönetim Kurulu Başkanı Yeşim Göksan işçileri toplayıp “BAKIN BALIKESİR’DEKİ ARKADAŞLARINIZ DOĞRU YOLU BULDU , UMARIM SİZ DE AYNI HAREKETİ GÖSTERİRSİNİZ” ifadeleri ile aba altından sopa gösterecek kadar ileri gitmiştir. Ancak Sayın Yönetim Kurulu , bilesiniz ki Sendikamız yasal prosedürünü tamamlamıştır. İşyerinizde isteseniz de istemeseniz de yetkiyi alıp Toplu-İş Sözleşmesini imzalayacağız. Bugün ya da yarın. Bundan kurtuluşunuz yok. Çabalarınız boşa gidecek ve siz yaptığınız ayıpla başbaşa kalacaksınız. Zira yine bilesiniz ki hiçbir güç örgütlü gücün önüne geçemez ona ket vuramaz. Sosyal bir oluşum olan bir kooperatif işçilerinin sendikalı olmasından korkmanın , hele kendini “SOSYAL DEMOKRAT” olarak tanıtan bir yönetimin korkmasının , mantıklı açıklaması yoktur. Bunun tek açıklaması korkulacak başka şeylerin var olduğudur , meydanı boş tutma arzusudur , işçilerin gözlerinin açılmasını önleme istekleridir. Sizler sosyal bir oluşum olan Kooperatifinizi kurarken ve de oraya üye olurken yani örgütlenirken eczacı olarak öz çıkarlarınızı korumak ve kollamak amacında değil miydiniz? Bunu kendinize en doğal hak görüyorsunuz ama işveren konumuna (patron) geldiğinizde sizin yönetiminizde çalışan işçilerin örgütlenmesine engel olmaya kalkıyorsunuz. Bunun hesabını da unutmayın ki kendi tabanınıza genel kurullarınız da vermek zorunda kalacaksınız. Her ne olursanız olun gerçek yüzünüzü herkes gördü ve daha da görecektir. YAŞASIN ÖRGÜTLÜ GÜCÜMÜZ KOOPERATİF ÖRGÜTLENMESİ. , YAŞASIN GERÇEK VE DEMOKRATİK YAŞASIN SENDİKA , YAŞASIN DİSK / SOSYAL-İŞ” 1970’li yıllardan itibaren sendikalı olan Devlet Malzeme Ofisi işyerinde , sendikamızın hiçbir girişimi olmadan , kendi aralarında görüşerek karar alan ve sendika değiştirip Sosyal-İş’i tercih eden 240 işçi , bu tavırlarıyla sendikamıza onur verdiler , gurur kaynağımız oldular. Her biri Türkiye’nin başka bir ucunda olan 22 işyerindeki işçiler , Sosyal-İş’te buluşmayı önce akıllarında gerçekliştirdiler. Daha sonra bu buluşmalar , çeşitli etkinliklerde fiili olarak da gerçekleştikçe , sendikal örgütlülüğün ayırdına ilk kez vardıklarını anladılar. Tekrar Hoşgeldiler. 3) ÖRGÜTLENMEYE ÇALIŞTIĞIMIZ İŞYERLERİ Sendikamızın kurulu bulunduğu 17 nolu işkolunda bulunan eğitim kurumları , süpermarketler gibi her türlü ticarethaneler , kooperatif , vakıf , dernek gibi büro üyelerinin tamamı örgütlenmemizde eşit öncelik taşıyan işyerleridir. İşkolumuzda mevcut tüm işyerlerinde , şubemiz bulunsun bulunmasın her bölgede örgütlenme ilişkileri sağlanmaya çalışılmaktadır. Henüz çoğunluk sayısına ulaşmaya çalıştığımız Ankara’da 2 süpermarket , 1 dersane ; İzmir’de 1 süpermarket ; Antalya’da bir Vakıfa ait işyerleri , Diyarbakır’da bir kooperatif işyerinde çoğunluğa ulaşmaya yaklaşılmıştır. Örgütlenme mücadelemizde , yanıbaşımızda sendikasız işyerleri bulundukça , sendikalılığımızın devamının olanaksız olduğunun bilincinde olan tüm üye, delege ve yöneticilerimizin , yaşamlarının her dakikasında örgütlenme ilişkileri arayışında olduklarına inanıyoruz. 4) YETKİSİ YENİ ALINAN İŞYERLERİ Çoğunluk sayısına ulaşarak Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı’na yetki için başvuruda bulunduğumuz işyerlerinden , çoğunluk tespitini aldığımız ve gerek itirazsız gerekse itirazın mahkemede sonuçlanması ile yetkimizin kesinleştiği - Çankaya Belde A.Ş. - Kuzenler Market Ltd. Şti. - Altın Portakal Kültür ve Sanat Vakfı - Çanakkale ve Çevre Köyleri Tarımsal Kalkınma Kooperatifler Birliği - Türk Amerikan Derneği işyerlerinde , daha önceden başlatılan Toplu-İş Sözleşmesi taslak hazırlıkları tamamlanarak işverenlere görüşme çağrısı yapılmış olup görüşmeler sürdürülmektedir. 5) KAYBEDİLEN ÜYELER - İŞYERLERİ VE NEDENLERİ Yeniden faaliyete başladığımız 1992 yılından bu güne , örgütlendiğimiz bazı işyerlerinde ne yazık ki üye kaybını yaşadık. Örgütlenmenin demokratik hak görüldüğü , engellenmediği ortamlarda sendikaların üye kaybı , kendi açılarından düşündürücüdür. Ülkemizde ise var olan “sendikalı olma özgürlüğü” ile 5-12 Milyon işçinin 800 bini sendikalılığını sürdürebilmektedir. Sendikalı işçi sayısının çoğunluğunu , sendikalı olmakta direnen işçiler oluşturmaktadır. 12 Eylül’ün örgütlenmeye karşı izlediği baskı politikaları ve yıllarca kafalara işlenen yanlış bilgiler yanında bu gidişe ayak uyduran , varlığının güvencesini bu sistemde bulan 12 Eylül’cü sendikacıların yarattığı güvensizlik , işçilerin sendikalardan uzaklaşmasına neden olmuştur. Bu durum , DİSK ve bağlı sendikaların yeniden faaliyete geçmesi ile bir umut kazanmıştı. Ancak gerek DİSK gerekse bazı sendikaları , örgütlenmenin önündeki yasal engelleri bir yana bırakıp , bir kısmı sadece barajı aşma çabasına giriştiler , bir kısmı ise bu “12 Eylül yasaları bizi bağlamaz , biz örgütleniriz” sanısına kapıldılar. Sendikamız her fırsatta , gerek DİSK içinde , gerekse kamuoyu önünde barajı aşma ile yıkma mücadelesinin ayrılamayacağını sürekli vurguladı. Geç kalınmış olsa da bir umut yeşerdi. Aralık 1997’de “Sendikal Haklar Ankara Yürüyüşü” düzenlendi. Katılanların kararlı tutumları , halkın coşkulu desteği ile gerçekleştirilen yürüyüşün başarısı örtülü hesaplara peşkeş edilince , yürüyüşten beklenen henüz gerçekleşmedi. Dünya’da ve ülkemizde yaşanan başka nedenler yanında yukarıda tekrarladığımız üzere örgütlenmenin önündeki engeller , işgüvencesinin bulunmayışı üye kaybının en önemli nedenleridir. Bazı işyerlerinde yetki başvurusundan sonra baskılar sonunda iş korkusu nedeniyle istifalarla karşılaşılmakta , bazı işyerlerinde yetki alındığı halde işçiler sendikaya üyelikten çekinmektedirler. Aşağıda üye kaybına uğradığımız işyerleri verilmiştir. İstanbul’da Bonus Ceylan A.Ş. (Dengemek) işyerleri kapatılmış buradaki 250 üyemizin ihbar ve kıdem tazminatları kuruşuna kadar alınmıştır. Denizli Belediyesi İç ve Dış Ticaret A.Ş. mağazalarını kapatmış , burada çalışan 80 üyemizin tüm alacakları tahsil edilmiştir. Ankara’da Çankaya Belde A.Ş. marketlerini kapatmış , işten çıkarılan 200 üyemizin tüm alacakları tahsil edilmiştir. Demir Çelik İşletmeleri Genel Müdürlüğü bünyesinde kurulu DEÇEMKO VAKFI işyerinde , vakfın kapatılacağı tehditlerine işçilerin inanmasının önüne ne yazık ki geçilememiş ve 18 üyemiz istifa etmiştir. PTT Biriktirme ve Yardım Sandığının 1999 içinde yapılan genel kurulunda MHP’li olduklarını açıkça ifade eden yönetimin işbaşına gelmesi ile yaklaşık 100 üyemiz istifa edince çoğunluk sayımız düşmüştür. Ancak burada daha önce yetki başvurusunda bulunulmuş ve yetki alınmıştır. Üye olarak kalan işçilerin kararlı tutumları sonucu , bu işyerinde önceki TİS kadar iyi olmasa da işgüvencesi bakımından Türkiye’de örneği az bulunan bir TİS bağıtlanmıştır. İzmir’de Zihinsel Özürlüleri Koruma ve Yetiştirme Vakfı işyerinde ikinci dönem TİS yürürlükte iken ekonomik sıkıntılar gerekçe edilerek TİS’nin uygulanmamasını isteyen işveren , işten atma tehditleriyle 19 üyemizi istifa ettirmiştir. İstanbul’da AYEK (Anadolu Yakası Eczacılar Kooperatifi) faaliyetini durdurduğundan 250 civarında işçi çıkarmıştır. Çıkarılan işçilerin alacakları yargıda izlenmektedir. İstanbul Bağcılar’da depremde hasara uğrayan TES-KOOP (Tüm Eczane Sahipleri Üretim Dağıtım ve Temin Kooperatifi) zorunlu olarak işçilerin çoğunluğunu , tüm alacaklarını ödeyerek işten çıkartmıştır. İşyeri kapandığı için işinden olan üyelerimizin bir çoğu , yeni başladıkları işyerlerinde sendikamızla ilişkilerini sürdürmektedirler. Çeşitli nedenlerle sendikamızdan istifa edenler yeniden üyeliğe kazandırılmaya çalışılmaktadır. 6) YÜRÜYÜŞ , MİTİNG , BASIN AÇIKLAMASI v.b. ETKİNLİKLER - 8-16 Aralık 1997 Sendikal Haklar Yürüyüşü * * * FOTOĞRAF * * * DİSK Başkanlar Kurulu’nun 3 Kasım 1997 tarihli toplantısında , “Türkiye’de sendikal örgütlenmenin önünde ciddi yasal engeller bulunmaktadır” tespitinden hareketle , bu engellerin tüm kamuoyuna duyurulması ve engellerin kaldırılması için “Sendikal Haklar Kampanyası” düzenlenmesi kararlaştırıldı. Bu kampanya çerçevesinde tüm Türkiye’de basın açıklamaları , afiş , bildiri dağıtımı çalışmalarının ardından İstanbul’dan Ankara’ya kadar “Sendikal Haklar Yürüyüşü” yapıldı. Yürüyüş 8 Aralık 1997 günü Merter’de DİSK Genel Merkezi önünden büyük bir kitle desteği ile başladı. Yağmur , kar ve soğuk demeden , geçilen tüm bölgelerde halkın büyük desteğini alan yürüyüş Ankara’da çok büyük bir karşılama ile Çalışma Bakanlığı önünde son buldu. Yürüyüşe sendikamızdan , Genel Başkan Özcan Kesgeç , Genel Sekreter Tamer Atış , Örgütlenme Daire Başkanı Ali Cancı , Ankara Şube Başkanı Metin Ebetürk ve Dengemek İşyeri Baştemsilcisi İbrahim Şahin başlangıç noktasından bitiş noktasına kadar aralıksız katıldılar. Yürüyüş devam ederken sendikamızdan yapılan basın açıklamasına aşağıda yer verilmektedir. DİSK’E BAĞLI SOSYAL-İŞ SENDİKASINDAN AÇIKLAMA Devrimci İşçi Sendikaları Konfederasyonu DİSK’in “İşimiz , Ekmeğimiz ve Geleceğimiz için SENDİKAL HAKLAR YÜRÜYÜŞÜ” Sosyal-İş Sendikası Üyeleri tarafından büyük bir coşkuyla destekleniyor. Bu destek ve taleplerin dikkate alınarak yasal düzenlemelerin acilen yapılması , sendikal örgütlenmenin önündeki yasal engellerin kaldırılması yönündeki taleplerini , TBMM Başkanı , Başbakan , Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı’na çektikleri telgraflarla dile getiriyorlar. İşkolu yetkisinde % 10 barajının kaldırılması , İşyeri yetki tespitinde referandum , Sendika üyeliğinde ve istifalarda noter şartına hayır , 2821 sayılı Sendikalar , 2822 sayılı Toplu-İş Sözleşmesi yasalarındaki anti-demokratik hükümlerin kaldırılması gibi ortak noktalarda birleşen ve bu taleplerinin gerçekleşmesi için verilen mücadeleye tam destek olduklarını belirtmektedirler. * * * - 21 Ocak 1998 Adapazarı’nda “Sendikal Hak ve Özgürlükler Kampanyası” çerçevesinde DİSK’in düzenlediği mitinge İstanbul Şube yöneticilerimiz katıldılar. - 24 Ocak 1998 KESK’in Ankara’da düzenlediği “Kamu Görevlileri Sendikaları Kanun Taslağı” ile ilgili basın açıklamasına Ankara’da bulunan yönetici , temsilci ve üyelerimizle DİSK olarak destek verildi. - 13 Şubat 1998 KESK’in Ankara’da düzenlediği “Ekonomik ve Demokratik Haklar” mitingine Ankara’da yönetici , temsilci ve üyelerimizin katılımıyla destek verildi. - 14 Şubat 1998 DİSK’in 31. Kuruluş Yıldönümü nedeniyle İstanbul’da Mecidiyeköy Kültür Merkezinde yapılan kutlama etkinliklerine İstanbul’da bulunan yönetici , temsilci ve üyelerimizle katıldık. - 3 Mart 1998 OLEYİS Sendikasına üye oldukları için İstanbul Çırağan Kempinski Palace Otel’de işten çıkarılan işçiler için yapılan protesto eylemine İstanbul Şubemizce destek verildi. - 4 Mart 1998 “Kamu Görevlileri Sendikaları Kanun Taslağı” nı protesto için Ankara’da KESK’in yaptığı etkinliklere Ankara’daki üyelerimizle destek verildi. - 12 Mart 1998 Birleşik Metal-İş Sendikasının Cam Kalıp işyerindeki grevinin 75. gününde İstanbul Topkapı’daki fabrika önünde çeşitli tarihlerde yapılan basın açıklamalarına İstanbul Şubemiz yöneticileri katıldılar. - 1 Mayıs 1998 İşçi sınıfının uluslararası birlik , mücadele ve dayanışma gününde sendikamız şubelerimizin bulunduğu İstanbul , İzmir , Antalya , Eskişehir ve Ankara’da düzenlenen 1 Mayıs kutlamalarına etkin biçimde katılmış , şubemiz bulunmayan yerlerde de üyelerimiz etkin biçimde katılmışlardır. - 9 Mayıs 1998 Türk-İş’e bağlı Harb-İş Sendikasının Ankara’da Abdi İpekçi meydanında , işten atılan temsilcileri için düzenlediği mitingi sendikamız üyeleri ile destekledi. Mitinge özellikle Tek Vakfı işyerimizden üyelerimiz ağırlıkla katıldılar. * * * FOTOĞRAF * * * - 16 Mayıs 1998 Ankara’da Türk-İş’in düzenlediği “İşsizliğe Hayır - Özelleştirme Talanına Son” mitingine Ankara’da bulunan yönetici , temsilci ve üyelerimizle DİSK olarak destek verildi. - 15-16 Haziran 1998 15-16 Haziran’ı anma etkinlikleri çerçevesinde 15 Haziran 1998 günü Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı önünde DİSK adına Genel Başkan Rıdvan Budak’ın yaptığı basın açıklamasına Genel Yönetim Kurulu Üyelerimiz , Ankara Şube Yöneticiler , temsilci ve üyelerimizle katıldık. Anma programı içinde 16 Haziran 1998 günü Ankara Sanat Tiyatrosu’ndaki etkinliklere Genel Yönetim Kurulu Üyelerimiz ile Ankara Şube yönetici , temsilci ve üyelerimizle katıldık. Her yıl anmak ile kutlamak arasında sıkışıp kaldığımız 15-16 Haziran 1970 , Türkiye işçi sınıfının şanlı başkaldırısının işçi sınıfınca doğru bilgilerle anımsanmayışındandır ki , ülkemizde bugün daha ağır yasal engeller , hükmünü sürdürebilmektedir. İşçi sınıfının sendikal örgütlenmesinin önüne konmak istenen engellere karşı , Türkiye işçi sınıfının 15-16 Haziran 1970’de gerçekleştirdiği şanlı direnişin nedenlerinin , bugün yeterince anlaşılabilmesi gereksiniminin olduğu inancındayız. Bu nedenle aşağıda vereceğimiz anımsatmaların , genç işçi sınıfı için , hatta bizzat yaşayanlar için bile gerekli olduğunu düşünüyoruz. Bugün 2821 (Sendikalar) ve 2822 (Toplu-İş Sözleşmesi , Grev ve Lokavt) sayılı 12 Eylül yasalarında bulunan ve her platformda karşı çıktığımız hükümler , 1970’li yıllarda da getirilmek istenmiştir. Bu girişimde bulunanlar general de değildirler. 12 Eylül’de olduğu gibi , sorun yine Türk-İş’in sorunudur ve görevi üstlenmiştir. 1960’lı yıllarda dönemin Adalet Partili (günümüzde DYP , ANAP , DTP , RP , MHP benzeri parti) Çalışma Bakanı Seyfi Öztürk “DİSK’in çanına ot tıkayacağız” demiş ve düğmeye basılmıştır. Parlamentoda bulunan zamanın AP ve CHP’li sendikacı milletvekillerinin imzasıyla TÜRK-İŞ’in destek ve isteğiyle TBMM’ne 274 sayılı Sendikalar Kanunu’nun bazı maddelerinin değiştirilmesi önerildi. 15-16 Haziran 1970’de işçi sınıfı , bu önerinin yasalaşmaması için büyük bir direniş başlattı. Çıkan olaylarda 3 işçinin hayatını yitirmesine karşın 29.7.1970 günü 1317 sayı ile bu öneri yasalaştı. 1317 sayılı yasanın 1. maddesi ile , 274 Sayılı Sendikalar Yasasının birçok maddesi değiştirildi. Bu değişikliklerle sendikal hak ve özgürlüklerin özü yok edildi. Bu yasa 12 Eylül’ün ürünü olan 2821 ve 2822 sayılı yasaların anasıdır / kaynağıdır. Burada yalnız bir maddesini ele alarak değerlendirdiğimizde , neden sendika kurma özgürlüğünün olmadığı daha açık bir biçimde anlaşılacaktır. 2822 sayılı yasanın 12. maddesinde yer alan , bir işçi sendikasının toplu-iş sözleşmesi yapabilmesi için kurulu bulunduğu işkolunda en az %10 üyeye sahip olma kuralı ile 1317 sayılı yasanın 9. maddesini karşılaştırarak inceleyelim : 274 sayılı yasanın 1317 sayı ile değiştirilen 9. maddesinin 2. bendinin (a) fıkrasında ; “Bir işçi sendikasının Türkiye çapında faaliyet gösterebilmesi için kurulu bulunduğu işkolunda çalışan sigortalı işçilerin en az 1/3’ünü.... temsil etmeleri gerekir” deniliyor ve aynı koşul konfederasyonlar için de getiriliyordu. Böylece DİSK ve bağlı sendikaların tamamına yakını ile bağımsız sendikaların tümü işlevsizleştiriliyor , biçim olarak kurulu sendikalar durumuna getiriliyordu. Bu yasa ve anlayışa göre 1/3 koşulunu sağlayamayan sendikalar varolabilecekler (!) isteyen işçiler yeni sendikalar kurabileceklerdi (!). Ancak bir gerçek vardı ki , o da şuydu : Mevcut sendikalar ve yeni kurulacak sendikalar 1/3 koşulunu gerçekleştirinceye kadar FAALİYETTE BULUNAMAYACAKLARDI. Bu anlayışın sahipleri şunu da savunuyorlardı : Bu yeni düzenlemede , sendika kurma hakkına aykırı bir yön yoktur ve güçlü sendikacılık dönemi başlayacaktır! Buna karşın , işçiler aydınlar , bilim adamlarının çoğunluğu , kamuoyu ise bu düzenleme ve koşula “HAYIR” diyorlardı. Çünkü gerçekleştirilmek istenenin TEK ve ZORUNLU SENDİKACILIK olduğunu görüyorlardı ; her işkolunda tek ve zorunlu bir sendika bulunmasının bir faşizan uygulama olduğunu tarihten de biliyorlardı. İşçi sınıfı , 15-16 Haziran’da hiçbir siyasal düşünce ve sendika , konfederasyon farklılığına bakmaksızın , bu uygulamaya karşı DEMOKRATİK DİRENME HAKKINI kullandı. Buna karşın yasa çıktı. TİP , 1317 sayılı yasanın birçok maddesinin yanı sıra , bu düzenlemenin de İPTALİ için Anayasa Mahkemesi’nde dava açtı. Anayasa Mahkemesi 8-9 Şubat 1972 gün ve E:1970/48 , K:1972/3 sayılı kararıyla , 1317 sayılı yasanın birçok maddesinin yanı sıra , söz konusu düzenlemeyi de iptal etti. Bütün bu açıklamalardan sonra , “Toplu-iş sözleşmesi yapmak için kurulu bulunduğu işkolundaki sigortalı işçilerin en az %10’unu üye bulundurma kuralı/önkoşulu sendikanın kurulmasına ilişkin konulmuş bir kuraldır” diyenlere/diyeceklere karşı , Anayasa Mahkemesi’nin sözü edilen yasa ve maddeyi iptal gerekçesiyle de ayrıca yanıt vermek olanaklıdır. 1317 sayılı yasanın düzenlenmesi de ilk bakışta yukarıdaki sav gibi gözüküyordu. “Bir sendikanın var olma nedeni değil , çalışmasıyla ilgilidir” deniyordu. Ne var ki durum , hiç de öyle değildir. Anayasa Mahkemesi’nin iptal kararında : “ ..................... 9. maddesinin 2 sayılı bendinin (a) fıkrası kuralı ilk bakışta sendikanın kurulmasına ilişkin bir kural olmayıp , işçi sendikasının Türkiye çapında görev yapabilmesi için konulmuş bir kuraldır. Bu kurala göre , belli işkolunda çalışan sigortalı işçilerin en az 1/3’ünü üye olarak kendisinde toplamış bulunmayan bir işkolu işçi sendikasının Türkiye çapında çalışmalar yapabilmesi yasaklanmıştır. Demek ki , yazılışı bakımından yorum yapılacak olursa , kuralın sendikaların kuruluşunu değil , yalnızca çalışma alanlarını sınırlandırmakta olduğu görülmektedir. Ancak , her kuruluşun ereği , o kuruluşun gelişmesi ve çalışması olduğundan , işçi sendikasının çalışma alanı için konulan bu sınırlandırma , ister istemez onun kuruluşunu da etkilemektedir ; gerçekten çalışma alanı kuruluşundan önce sınırlandırılmış bulunan bir işkolu işçi sendikası , daha kurulurken gelişemez durumda ortaya çıkmış bir sendika niteliğindedir ve çalışması belli alana sınırlı bulunan bir işkolu sendikasının genişlemesi olanağı yoktur. Çünkü onun çalışmaları belli alan içinde sıkışıp kalacaktır ve daha başka alanlarda sendika çalışmaları yaparak yeni yeni üyeler kazanması ve .......... etkili bulunan bir sendika durumuna gelmesi düşünülemez. Demek ki işkolu işçi sendikalarının çalışma alanı için konulan bu sınırlandırma , sonuçta onların kuruluşunu iyice etkilemekte ve onları ölü doğmuş duruma sokmaktadır” denilmektedir. Gerçekten de sözü edilen “ÇALIŞMA ALANI” , “FAALİYET” ibarelerinin yerine “TOPLUİŞ SÖZLEŞMESİ YAPMA” ibaresi konularak okunacak olursa durum daha da açıklık kazanacaktır. “Başka deyimle , bir sendika kurulduğu anda o işkolundaki sigortalı işçilerin 1/3’ünü üye yazamayacağından , ancak kurulduktan sonraki çalışmaları ile kendisini beğendirip üye sayısını artırabileceğinden , Türkiye çapında çalışma olanağı sağlanmayan sendika , yasanın 1/3 sigortalı işçi sayısında üye yazma koşulunu gerçekleştiremeyecektir ve böylece tartışma konusu koşul yüzünden , Türkiye çapında çalışan sendikalar kurulması önlenmiş olacaktır” diyen iptal gerekçesi , generallerin çıkardığı 2822 sayılı yasanın Anayasa Mahkemesi’ne götürülme olanağı olsaydı , kuşkusuz şöyle çıkacaktı :” .............. bir sendika kurulduğu anda o işkolundaki sigortalı işçilerin %10’unu üye yazamayacağından ......... toplu-iş sözleşmesi yapma olanağı sağlanmayan sendika , yasanın aradığı %10 sigortalı işçi sayısını üye yapma koşulunu gerçekleştiremeyecektir ve böylece tartışma konusu koşul yüzünden çalışan sendikalar kurulması önlenmiş olacaktır.” Bu açıdan , 1961 Anayasası ile 1982 Anayasası’nın işçilerin sendika kurma hakkına ilişkin olarak , düzenlemeleri arasında bir fark yoktur. 2822 sayılı yasanın 12. maddesinin bu düzenlemesi 1982 Anayasası’na da aykırıdır ve sendika kurma hakkının özünü zedelemekte , yok etmektedir. - 30 Haziran 1998 Ankara’ da Sheraton Otelinde işten çıkarılan Oleyis üyesi işçilerle ilgili olarak DİSK Genel Sekreteri Murat Tokmak tarafından yapılan basın açıklamasına Genel Yönetim Kurulu üyelerimiz , Ankara Şubemiz yönetici , temsilci ve üyelerimiz katıldılar. - 2 Temmuz 1998 Sivas katliamını protesto etkinliklerine Ankara’da yönetici , temsilci ve üyelerimizle katıldık. - 1 Eylül 1998 Dünya Barış Günü nedeniyle İstanbul ve Ankara’da düzenlenen etkinliklere yönetici , temsilci ve üyelerimiz katıldılar. - 19 Eylül 1998 Tekstil İşçileri Sendikasına üye oldukları için Çorlu’da Zümrüt Örme Sanayi işyerinde işten atılan işçileri İstanbul Şube Başkanı Ali Cancı ile İstanbul Ecza Koop. İşyeri Baştemsilcimiz Abdülhalim Okuyan ziyaret ederek dayanışma gösterdiler. - 20 Eylül 1998 Çalışma ve Sosyal Gücenlik Bakanlığı’nın başlattığı “ Sigortalı Çalış - Sigortalı Çalıştır” kampanyasının İstanbul / Merter’de Başbakan Yardımcısı Bülent Ecevit tarafından başlatılması toplantısına İstanbul Şubemiz yöneticileri katıldılar. - 3 Kasım 1998 Çetelerin Susurluk’ta açığa çıkmasının yıldönümünde sendikamızın merkez ve şube yöneticileri ile temsilci ve üyeleri düzenlenen tüm etkinliklere katıldılar. İstanbul’da DİSK tarafından DİSK Genel Merkezi önünde kitlesel bir etkinlik gerçekleştirildi. Aynı gün Ankara’da da “Çetelere Karşı Demokrasi İçin Birlikteyiz” mitingi gerçekleştirildi. - 9 Kasım 1998 İstanbul’da örgütlendiğimiz AYEK (Anadolu Yakası Eczacıları Kooperatifi) işyerinde işverenin örgütlenmeyi kırmak için yaptığı baskılar , işyerindeki üyelerimizin başlattığı uyarı direnişi birinci günde etkisini gösterince direniş sona erdirildi. - 12 Kasım 1998 KESK / Tüm Sosyal-Sen’in Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı bütçesi ile ilgili olarak Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı önünde yaptığı basın açıklamasına Ankara Şubemiz yöneticileri katıldılar. - 17 Kasım 1998 “Sendikal Hak ve Özgürlükler” kampanyası çerçevesinde Çorlu’da DİSK’in yaptığı etkinliklere İstanbul Şubemiz Başkanı katıldı. - 21 - 22 Kasım 1998 “Sendikal Hak ve Özgürlükler İçin Yeniden Yollardayız Kampanyası” gündemini görüşmek üzere DİSK Yönetim Kurulu kararıyla düzenlenen DİSK Bölge Temsilciler Kurullarının Ege ve Ankara toplantıları 22 Kasım 1998 günü gerçekleştirildi. Ege Temsilciler Kurulu’na Genel Yönetim Kurulu Üyesi İzmir Şube Başkanı Mücahit İzkut , İzmir Şubemiz Yöneticileri katıldılar. Ankara Temsilciler Kurulu toplantısına Sendikamız Merkez Yöneticileri ve Ankara Şube Başkanı Metin Ebetürk , Şube Sekreteri Nesimi Turgut ile İşyeri Temsilcilerimizden Veli Albayrak , Orhan Koç , Önder Kahraman , Mustafa Y. Altay , Mustafa Öztürk ve Hatice Ayrancı katıldılar. 5 Aralık 1998’de yapılan İstanbul Temsilciler Kurulu’na da Genel Yönetim Kurulu Üyesi ve İstanbul Şube Başkanı , tüm şube yöneticileri ile değişik işyerlerinden 20’ye yakın temsilcimiz katıldı. - 5 Aralık 1998 Konfederasyonumuzun da aralarında bulunduğu 12 kitle örgütü tarafından düzenlenen yerel demokrasi kurultaylarından Ankara Demokrasi Kurultayı “Seçimlerin ve Siyasi Partiler Yasasının Demokratikleştirilmesi” gündemi ile Ankara DSİ Konferans Salonunda toplandı. Toplantıya Ankara Şubemizin Başkanı ve Yöneticileri katıldılar. - 18 Aralık 1998 İstanbul’da örgütlü olduğumuz ve Toplu-iş sözleşmesi yürürlükte olan Dengemek Ltd. Şti. işverenliğinin Kartal’da yeni açtığı işyerinde (süpermarket) sendikamıza üye olan işçilerin işten atılması sonunda sendikamızın net tavrı ile yapılan kısa direniş sonucunda üyelerimizin işe başlatılması sağlanmıştır. - 4 Ocak 1999 Tes-Koop ( Tüm Eczane Sahipleri Kooperatifi ) işyerindeki örgütlenmenin başlangıcında , sendikalaşmanın engellenmesine yönelik işverenin tavrı nedeniyle üyelerimiz uyarı direnişi yapmak zorunda kaldılar. Birinci gün sağlanan başarı sonucunda direniş sona erdirildi. - 1 - 2 Şubat 1999 Sendikamızın Ankara Şube Başkanı Metin Ebetürk , PTT BYS Konya ve Kayseri işyerleri ile DMO Konya ve Kayseri işyerlerini ziyaret etti. Ziyaretler sırasında bu işyerlerinde işyeri sendika temsilciliği seçimleri yapıldı. - 2 Şubat 1999 DMO Isparta Bölge Müdürlüğü işyerini ziyaret eden Antalya Şube Başkanımız Metin Özboz , ziyareti sırasında işyeri sendika temsilciliği seçimine nezaret etti. Ayrıca yapılan çalışmalarda TİS taslağına ilişkin üyelerimizin görüşleri belirlendi. - 1 - 4 Şubat 1999 DMO İzmit , Tekirdağ , Bursa işyerlerini ziyaret eden Örgütlenme Daire Başkanımız Ali Cancı, bu ziyaretleri sırasında işyeri sendika temsilciliği seçimlerine nezaret etti. - 11 Mart 1999 Limter-İş Sendikası eğitim uzmanı Süleyman Yeter’in İstanbul Emniyet Müdürlüğü’ndeki sorgusu sırasında öldürülmesi Ankara Yüksel Caddesinde yapılan basın açıklaması ile protesto edildi. Basın açıklamasına yönetici ve üyelerimiz katıldılar. - 11 Mart 1999 Genel Başkanımız , Genel Sekreterimiz ve Genel Yönetim Kurulu üyelerimiz ile Ankara Şube Başkanımız DMO Genel Müdürü Sayın Musa Pişkin’e tanışma ziyaretinde bulundular. İşyeri temsilcilerinin de bulunduğu ziyarette , işyerinin sorunları ve Toplu-İş Sözleşmesi ile ilgili sohbet edildi. - 16 Mart 1999 Genel Sekreterimiz Tamer Atış DMO İstanbul Bölge Müdürlüğü işyerini ziyaret etti. - 17 Mart 1999 DİSK’in “Şiddeti ve Terörü Lanetliyoruz - Barışı ve Demokrasiyi Yaşatacağız” bildirisi işyerlerinde okundu. - 26 Mart 1999 Birleşik Metal-İş Sendikası’nın örgütlendiği Ankara Ersa Çelik işyerinde sendikalı oldukları için işten çıkarılan işçilerle dayanışma için Ankara Şubemiz yöneticisi ve temsilcilerimiz , direnişteki işçilere bir öğle yemeği ikram ederek ziyarette bulundular. - 8 Nisan 1999 Genel Sekreterimiz İzmir Şubemizi ve işyerlerini ziyaret etti. Sendikamıza yeni üye olan DMO İzmir işyerindeki üyelerimiz 1970 yılından itibaren sendikalı oldukları halde ilk kez bir sendika yöneticisinin kendilerini ziyaret ettiğine tanık olduklarını belirttiler. - 15 Nisan 1999 Ankara Şubemiz yönetici ve temsilcileri , direnişteki Ersa Çelik işçilerini bir kez daha ziyaret ettiler. - 28 Nisan 1999 1 Mayıs kutlamalarına kamuoyunu çağırmak için Ankara Yüksel Caddesi’nde DİSK Ankara Merkez Temsilciliğince yapılan basın açıklamasına yönetici ve temsilcilerimiz katıldılar. - 1 Mayıs 1999 Bu 1 Mayıs’ta yine sendikamız İstanbul’da , Ankara’da , bulunduğu her yerde yöneticileriyle , temsilci ve üyeleriyle , eşleriyle , çocuklarıyla 1 Mayıs kutlama alanlarında yerini aldı. Bu yıl Türk-İş ve Hak-İş’in kutlamaları salonda yapmaları nedeniyle , alanlarda DİSK ve KESK vardı. - 5 Mayıs 1999 Genel Başkan ve Genel Sekreterimiz İstanbul’da AYEK işyerinde üyelerimizi ziyaret ettiler. - 6 Mayıs 1999 68’liler Vakfı’nın düzenlediği Deniz Gezmiş , Hüseyin İnan ve Yusuf Aslan’ı anma törenine Ankara Şubemiz yöneticileri katıldılar. - 15-16 Hazıran 1999 15-16 Haziran’ı anma etkinliklerine özellikle Ankara , İstanbul , İzmir’de katıldık. Ankara Sanat Tiyatrosu’ndaki programa Genel Yönetim Kurulu üyelerimiz ve Ankara Şubemiz yönetici , temsilci ve üyeleri katıldılar. İstanbul’da yönetici , temsilci ve üyelerimiz DİSK’in düzenlediği panele katıldılar. - 19 Haziran 1999 KESK’in Ankara’da düzenlediği “Özelleştirme ve Memur Maaş Zamlarını Protesto” mitingini Ankara Şubemiz yönetici , temsilci ve üyelerimiz desteklediler. - 26 Haziran 1999 KESK’in Ankara’da düzenlediği “İnsanca Yaşama Mitingi” Ankara Şube yöneticileri ve temsilcilerince desteklendi. - 7 Temmuz 1999 ÖKP (Özelleştirme Karşıtı Platform) tarafından Başkent Elektrik Dağıtım A.Ş. önünde düzenlenen basın açıklamasına Ankara Şube yöneticileri , temsilciler ve üyeler katıldılar. - 8 Temmuz 1999 Sözde “Sosyal Güvenlik” yasa tasarısının protesto edilmesi ve kamuoyuna anlatılabilmesi için DİSK’in düzenlediği Merter - Tuzla arası yürüyüşe Sendikamız Örgütlenme Daire Başkanı katılmıştır. Kartal’da yapılan kitlesel basın açıklamasına Bonus işyerinden üyelerimiz geniş bir katılım sağlamışlardır. - 12 Temmuz 1999 Emekli-Sen’in 5. Kuruluş Yıldönümü nedeniyle SSK Genel Müdürlüğü önünde yapılan basın açıklamasına Ankara Şube Yöneticileri katıldılar. - 13 Temmuz 1999 Sözde “Sosyal Güvenlik” yasa tasarısı konusunda yapılacak etkinliklerin tartışılması gündemi ile DİSK Yönetim Kurulu kararıyla toplanan İstanbul Temsilciler Kuruluna Örgütlenme Daire Başkanı (İstanbul Şube Başkanı) Ali Cancı ile birlikte işyerlerinden temsilciler katıldılar. - 14 Temmuz 1999 Emek Platformu tarafından “Sosyal Güvenlik Yasa Tasarısı” nı protesto için yapılan mitinge Genel Yönetim Kurulu üyelerimiz , Ankara - İstanbul - İzmir Şubelerimizin yöneticileri , temsilcileri ve üyelerimiz ile oldukça yüksek bir katılım sağlanmıştır. Bu miting sonrasında siyasi partilerin genel merkezleri ziyaret edilmiştir. - 17 Temmuz 1999 Sosyal Güvenlik Yasa Tasarısı İstanbul Abide-i Hürriyet Meydanındaki mitinge İstanbul Şubemiz yönetici , temsilci ve üyeleri ile geniş katılım sağlandı. - 19 Temmuz 1999 DİSK ve KESK birlikte Koalisyonu oluşturan partilerin Ankara İl Örgütleri ziyaret edilmiş , bu ziyarete Sendikamızın Merkez Yöneticileri ile Ankara Şube Başkanı ve yöneticiler katılmışlardır. - 24 Temmuz 1999 Sözde “Sosyal Güvenlik” yasa tasarısı konusunda tüm sendikal örgütlerin bugüne kadar birlikte gerçekleştirdikleri çeşikli etkinliklerin ardından DİSK , KESK , TÜRK-İŞ ve HAK-İŞ başta olmak üzere diğer tüm sendikal örgütlerin , kitle örgütlerinin biraraya gelmesiyle Ankara’da son yılların en büyük mitingi gerçekleştirildi. Yaklaşık 500 binin üzerindeki kitle Kızılay’a sığmadı. Sendikamız olarak mitinge merkez ve tüm şubelerimizin yöneticileri ile işyerlerinden temsilci ve üyeleri ile eşleri ve çocuklarıyla katıldık. - 9 Eylül 1999 Genel Sekreterimiz Tamer Atış depremde hasar gören İzmit DMO işyerindeki üyelerimizi ziyaret ederek , sendikamızın geçmiş olsun dileklerini iletti , üyelerimizin gereksinimleri ile ilgili bilgi aldı. - 10 Eylül 1999 Genel Başkanımız , Genel Sekreterimiz ve Örgütlenme Daire Başkanımızla birlikte DMO İstanbul işyerinde üyelerimizi ziyaret ettiler. Ziyarette DMO İstanbul Bölge Müdürüne de tanışma ziyareti gerçekleştirildi. - 21 Ekim 1999 17 Ağustos depreminde Devlet Malzeme Ofisi İzmit işyerinde çalışan üyelerimizin konutları ve eşyalarının zarar görmesi üzerine , sendikamız üyeleri arasında başlattığımız dayanışma kampanyasında toplanan para , Genel Sekreterimiz , Mali Daire ve Örgütlenme Dairesi Başkanlarımız tarafından Devlet Malzeme Ofisi İzmit işyerindeki üyelerimize bizzat dağıtılmıştır. - 23 Ekim 1999 Canavarların katlettiği SBF öğretim üyelerinden , Cumhuriyet Gazetesi Yazarı Prof.Dr. Ahmet Taner Kışlalı’nın cenaze törenine Ankara’da bulunan yönetici , temsilci ve üyelerimiz katıldılar. - 3 Kasım 1999 Yolsuzluğun , çetelerin , katillerin , arka planda devleti soyan ve kullananların Susurluk’ta kamyona çarpmasının yıldönümünde , Ankara’da YKM önünde KESK tarafından yapılan “Bütçe ve Susurluk” basın açıklamasına Ankara Şubemiz yöneticileri katıldılar. - 12 Kasım 1999 DİSK Genel Sekreteri Murat Tokmak tarafından Ankara’da Emekli-Sen Genel Merkezinde 2000 Bütçesi’ne ilişkin basın açıklamasına Ankara Şubemiz yöneticileri katıldılar. - 20 Kasım 1999 DİSK ve KESK’in Ankara - Sıhhiye’deki “Yoksulluk ve Talan Bütçesine Hayır” mitingine Ankara Şubemiz yönetici , temsilci ve üyeleri ile katıldılar. - 4 Aralık 1999 KESK’in Ankara’da düzenlediği , “Sefalete Teslim Olmayacağız” mitingine Ankara Şubemiz yöneticileri , temsilci ve üyeleri katılarak destek verdiler. - 9 Aralık 1999 Ankara’da YKM önünde Nükleer Karşıtı Platform tarafından düzenlenen “Nükleer Enerji” konusundaki basın açıklamasına Ankara Şube yöneticileri ve temsilcileri katıldılar. - 24 Aralık 1999 Ankara’da Güvenpark’ta yine Nükleer Karşıtı Platform tarafından düzenlenen Nükleer Santrallara Karşı Güçbirliği basın açıklamasına Sendikamız Ankara Şube Yöneticileri katılarak destek verdiler. - 25-26 Aralık 1999 “Sigorta bildirim hakkını kullan - Sendikalı ol” adı altında başlatılması düşünülen kampanya konusunu görüşmek üzere DİSK Yönetim Kurulu’nca Bölge Temsilciler Kurulları toplantılarına İstanbul , Ankara , Kocaeli , İzmir ve Antalya’da Şube Başkanlarımız , Şube yöneticilerimiz ve temsilcilerimiz katıldılar. - 15 Ocak 2000 DİSK’in hazırladığı “Örgütlü Emek - Demokratik Türkiye” kampanyası İstanbul’da “2000’li Yıllarda Örgütlü Emek - Demokratik Türkiye” isimli broşürün dağıtılmasıyla başlatıldı. 18 , 19 ve 20 Ocak günlerinde de bildiri dağıtımı , basın açıklaması , işyerlerinde bildiri okunması etkinlikleri gerçekliştirildi. Şubelerimiz tüm etkinliklere olanakları ölçüsünde katıldılar. - 18 - 19 Ocak 2000 “Örgütlü Emek - Demokratik Türkiye” kampanyası Ankara’da da 18 Ocak 2000 günü Hilton Oteli önünde , 19 Ocak 2000 günü ise Y.K.M. önünde kitlesel basın açıklaması ile başlatıldı. Basın açıklamalarına Ankara Şube yöneticileri ve temsilcilerimiz katıldılar. 7) TÜRKİYE’DE , SENDİKAYA ÜYE OLMASI YASAK OLAN ÖĞRETMENLER VAR , VAR , VAR ...! Ülkemizde ve özellikle işkolumuzdaki genel örgütsüzlük yanında , bir alan var ki , tümüyle örgütsüzdür , örgütlenmesi yasaktır. Bu alanı , 625 Sayılı Özel Öğretim Kurumları Yasasına tabi eğitim kurumlarında çalışan öğretmenler oluşturmaktadır. 2821 Sayılı Sendikalar Yasası ile 12 Eylül maşalarınca özel öğretim kurumları öğretmenlerine sendika üyeliği yasaklanmıştır. Bu yasağa ilişkin sendikamızca yapılan ve aşağıda verilen girişimler bıkmadan , ısrarla izlenecek, yinelenecektir. Öğretmenlerin bu durumlarını yansıtan ve çeşitli yayın organlarında da yayınlanan Genel Başkan KESGEÇ’in bir makalesini aşağıda yineliyoruz. 625 SAYILI ÖZEL ÖĞRETİM KURUMLARI YASASI KAPSAMINDA ÇALIŞAN “İŞÇİ ÖĞRETMEN” LERİN SENDİKALILAŞMA KONUM VE HAKLARI 12 Eylül , pek çok alanda olduğu gibi , 625 sayılı yasaya tabi özel öğretim kurumlarında çalışan , hukuksal statüleri itibariyle “işçi” olan öğretmenlerin , sendikal haklarında da “garabet” yarattı. 1982 Anayasasını yapanlar , bu Anayasa ile kamuda çalışanlardan “memur” statüsünde olanlara “sendika” hakkını Anayasal bir yasak haline getirmek istiyorlardı. Bunu yaptıklarını sandılar ve buna inandılar. Yine onlar böylece , “memurların” çok önemli bir bölümünü oluşturan “öğretmen” lerin de sendikal haklardan yoksun olmalarını sağlamış oluyorlardı. Ancak , “öğretmen” lerden bir de “hizmet akdi” ile çalışan yani hukusal statüleri “işçi” olanlar vardı. Bunlar işçi sendikalarına üye olabiliyorlar , toplu-iş sözleşmesi bağıtlayabiliyorlardı. Örneğin DİSK’e bağlı SOSYAL-İŞ SENDİKASI’na üye öğretmenler bu yolla toplu-iş sözleşmesi bağıtlamışlardı. Bunlardan birisi olan İstanbul’da kurulu ÖZEL KÜLTÜR KOLEJİ öğretmenleri ve çalışanları gazete manşetlerine de geçen bir savaşım ile 1978’de Sosyal-İş ile toplu-iş sözleşmesi bağıtlamışlardı. 1982 Anayasasını yapanlarca böyle şey olamazdı. Statüsü ne olursa olsun , öğretmenin böyle hakkı olmamalıydı. İşte bu kafa ile , 12 Eylül’ün milli güvenlik konseyi 5.5.1983 günü kabul ettiği 2821 Sayılı Sendikalar Yasasının “sendika üyesi olamayacaklar” başlıklı 21. maddesinin 3. fıkrasına “8 Haziran tarih ve 625 Sayılı Özel Öğretim Kurumları Kanununa tabi okullarda öğretmenlik yapanlar” işçi veya işveren sendikalarına “üye olamazlar ve sendika kuramazlar” ı yerleştiriverdi. Ama ne olur ne olmaz ; işi iyice sıkıya almak lazımdı. Bunun için de 625 sayılı yasanın 32. maddesini 16.6.1983 günlü (2821’den 41 gün sonra) ve 2843 sayılı yasanın 19. maddesi ile değiştirerek , aynı yasağı buraya da koydular. Görev tamamlanmış (!) tüm öğretmenlerin “sendikal hak” belasından kurtulunmuştu! Ne var ki bu ülkede , ülkesini çağdaş haklarla donatmakta kararlı olanların savaşımı bitirilemiyordu. 1985’lerde 1982 Anayasasını yapanların niyetine ve isteğine karşın , “memurlara” sendika kurma hakkı konusunda 1982 Anayasasının “Anayasal bir yasak” getirmediği anlaşılıyordu. Tam aksine Anayasanın 90. maddesi uyarınca da Türkiye’nin onaylayıp yasa ile de kabul ettiği uluslararası sözleşmeler , memurların sendikal hakkının güvencesini oluşturuyordu. Ve bilindiği gibi , başta öğretmenler olmak üzere memurlar , sendikalarını kurmaya ve sendikalılaşmaya başladılar. Kamu çalışanları sendikaları , savaşımlarıyla bugüne geldiler. Bunlar olurken , “işçi öğretmenlerin” sendika yasağı sürüyordu. Yani “memur” olan öğretmenlerin sendika kurma ve üye olmaları yasal ve serbest , “işçi öğretmen” lerin ise yasaktı. Bu “garabet” sırıtıyodu. Kimse savunamıyordu. Uluslararası Savunma Örgütü pek çok şeyin yanı sıra , bu “garabetin” de ortadan kaldırılmasını ısrarla Türkiye Cumhuriyeti Hükümetinden talep ediyordu. Biz de ısrarla bu talebi dile getirenlerin arasındaydık. Nihayet , 4.4.1995 gün ve 4101 sayılı yasa ile , 2821 sayılı yasanın 3. fıkrasında yer alan bu yasak kaldırılarak bu “garabet” yasal olarak yok edildi. Ancak , 625 sayılı yasanın 32. maddesindeki yasak duruyor. Bize göre , 2821’de açıkça yer alan “625 Sayılı Yasaya Tabi Öğretmenler” ibaresi ile belirtilen yasak “madde gösterilerek , yasa adı belirtilerek” kaldırılmış olduğundan , 625’in 32. maddesindeki yasaklamanın kaldırılmaması , sonucu etkileyemez. Bu bir “nakise” , bir teknik “ayıp” olmaktan ötede bir anlam ifade etmez. Bugün asıl anlam ifade eden , 625’e tabi “işçi öğretmen”lerin bu haklarına karşın sendikasız oluşlarıdır. Üzerinde düşünülmesi ve tartışılması gereken asıl konu da budur. Ülkemizde , 625 sayılı yasaya tabi özel öğretim kurumlarında , (özel ilk-orta-lise , kolej) özel dersane ve kurslarda 100.000’i aşkın öğretmen çalışmaktadır. Bu çalışanların , bugünkü anayasal ve buna bağlı çıkarılacak olan “kamu çalışanları sendikaları” yasası kapsamında “memur sendikalarına” üye olma , bu yolla toplu-iş sözleşmesi yapma olanakları söz konusu değildir. “Memur” sendikalarının toplu-iş sözleşmesi hakkını alabilmek için savaşım verdikleri bu süreçte, bu hakkı var olanların , bu hakkı kullanmamalarının , kullanamamalarının ülkemiz için geçerli genel nedenleri , daha doğrusu zorlukları vardır. Ancak , herhalde bunlar , topluiş sözleşmesi hakkına kavuşma uğraşından daha da zor değildir. Ayrıca , bu “işçi öğretmenlerden” kimilerinin , kendilerinin var olan toplu-iş sözleşmesi yapma hakkını kullanmak için hiçbir şey yapmazken , “memur öğretmenlerin” sözleşme hakkına kavuşmak için savaşım (!) vermelerini kavramak oldukça zordur. Bugün “işçi öğretmenler”in sendikalara üye olma veya sendika kurma hakları ile toplu-iş sözleşmesi yapma haklarını kullanmaları için iki seçenek vardır. Birincisi : Türkiye’de 17 nolu işkolunda kurulu bulunan işçi sendikalarına üye olmak koşuluyla bu haklarını kullanmak. İkincisi : Kendileri 2821 sayılı yasa uyarınca bir sendika kurmak yoluyla bu haklarını kullanır duruma gelmek. Bugün bir işçi sendikasının toplu-iş sözleşmesi yapabilmesi için , 2822 sayılı yasada , kurulu olduğu işkolundaki işçilerin en az %10’unu üye yapmış olması gibi antidemokratik “baraj , önkoşul” düzenlemeleri olmasına karşın , “işçi öğretmenler” salt kendi grupsal örgütlenmeleri yoluyla kuracakları sendika ile bile bunu aşacak sayıya da sahiptirler. Bu baraj sayısı , 17 nolu işkolu için 1997/OCAK itibariyle 39.000 dir. Akla gelebilecek üçüncü şık ise , bu yazıda tartışmaya çalıştığımız , mevcut durumun sürmesi. Var olan sendika ve toplu-iş sözleşmesi yapma hakkını kullanmamaya devam. Bu haklar için mücadele söylemini de dilden düşürmeden , elden birakmadan. Biz , “işçi öğretmenlerin” var olan bu haklarını kullanmaları için , onların kararlarına bağlı olarak katkıya dün olduğu gibi bugünden hazırız. Yukarıda da sözü edilen garabet ve yasak 4.4.4101 sayılı yasa ile kalktı. Ancak 625 sayılı yasadaki hükmün duruyor olması , hukuken bize göre engel teşkil etmese de , çalışanların kafasını karıştırıyor ve engel teşkil ediyordu. Bu alandaki örgütlenmemize set çekiyordu. Durumu 12 Eylül 1995’de Başbakan’a aşağıdaki yazı ile ilettik. * * * Tarih Sayı Sayın Prof.Dr. TANSU ÇİLLER : 12 Eylül 1995 : Huk.D.202/2683 BAŞBAKAN 1) Hükümetinizce , 2821 Sayılı Sendikalar Yasasının bazı maddelerinin değiştirilmesine ilişkin yasa tasarısının , TBMM’nce 4101 kanun no ile kabul edilip , 8.4.1995 gün 22252 sayılı resmi gazetede yayınlanarak yürürlüğe girdiği malumlarınızdır. 2) 4101 sayılı yasanın 15. maddesi ile 2821 sayılı yasanın 21. maddesinde mevcut bulunan “8 Haziran 1965 tarih ve 625 sayılı Özel Öğretim Kurumları kanununa tabi okullarda öğretmenlik yapanlar”ın sendikalara üye olmalarını yasaklayan fıkra kaldırılmış bulunmaktadır. “Memur” addedilen öğretmenlerin sendika haklarının var olduğu , son anayasa değişikliği ile de anayasa güvencesine alındığı bir durumda , “işçi statüsünde bulunan ve hizmet akdi” ile çalışan öğretmenlerin sendikalara üye olmasının yasaklanmış olması bir garabet idi. Nitekim , hükümetiniz tasarısının gerekçesinde de bu belirtiliyor ve bunun ortadan kaldırılması gerekliliği ifade ediliyordu. Tasarının yasalaşmasından sonra da , bunu kaldırmakla övünülmüş ve ILO’ya da bu bildirilmiştir. 2) Durum ne yazık ki böyle değildir. Yapılan işlem eksik bırakılmıştır. 2821 sayılı yasada yapılmış olan değişiklik “işçi statüsündeki” öğretmenlere sendika hakkını getirememiştir. Zira ; 625 sayılı “özel yasada” bu yasak durmaktadır. 625 sayılı yasanın 32. maddesi , bu yasaya tabi kuruluşlarda çalışan öğretmenlerin sendika üyeliğini yasaklamaktadır. 2821 sayılı yasadan bu yasağı kaldıran hükümetinizin , 625 sayılı özel yasada yasağı koruyarak boş bir işlem yaptığı kuşkusuz akla uygun değildir. Bu durumu olsa olsa bir “zuhul” olarak değerlendiriyoruz. Gereğini acilen yerine getireceğinizi umuyor , bilgilerinize sunuyoruz. Saygılarımla. GENEL BAŞKAN ÖZCAN KESGEÇ GENEL BAŞKAN YRD. AKÇİN KOÇ Doğal olarak sonuç çıkmadı. Bu kez , 625 sayılı yasa ile ilgili TBMM’ndeki bir çalışmanın varlığını saptayarak , bu sırada da anılan garabetin giderilmesi için 22.11.1996’da TBBM’nde gurubu bulunan tüm siyasal partilerin başkanvekillerine aşağıdaki yazıyı gönderdik. Tarih Sayı Sayın CHP-DSP-ANAP-DYPVE RP : 22.11.1996 : Gen.Bşk.200/3097 TBMM GURUP BAŞKANVEKİLLERİ Bilineceği üzere , 2821 Sayılı Sendikalar Yasasının 21. maddesinde mevcut bulunan “8 Haziran 1965 tarih ve 625 sayılı özel eğitim kurumları kanununa tabi okullarda öğretmenlik yapanların” sendikalara üye olmalarını yasaklayan , özünde Anayasa ve 87 , 98 sayılı Uluslararası Çalışma Örgütü sözleşmelerine aykırı olan fıkra ; 8.4.1995 gün 22252 sayılı resmi gazetede yayınlanarak yürürlüğe giren 4101 sayılı yasanın 15. maddesi ile kaldırılmıştı. Böylece , hukuksal statüleri hizmet akdi olan ve 1475 Sayılı İş Yasası kapsamında çalışan , sayıları DİE 1995 rakamlarına göre 100 binlere yaklaşan , 625 sayılı yasaya tabi kurumlarda çalışan “öğretmen” lerle ilgili 2821 sayılı yasada mevcut yasak ortadan kaldırılmıştı. “Memur”ların sendikal haklara ulaşma yolundaki ülkemizde , işçi statüsündeki bu çalışanlarla ilgili garabet yok edilmek istenmişti. 4101 sayılı yasanın genel ve madde gerekçelerinde de bu açıkça yer almıştır. Ne var ki , aynı yasak 625 Sayılı Özel Öğretim Kurumları Yasasının 32. maddesine 1983 yılında yapılan bir değişiklikle konulmuş durumdaydı. 2821 sayılı yasadan 4101 sayılı yasanın 15. maddesiyle bu yasak kaldırılmasına karşın , özel yasa konumundaki 625 sayılı yasanın 32. maddesindeki yasak muhafaza edildiğinden , 4101 sayılı yasa ile getirilen düzenleme fiilen anlam ifade etmez durumdadır. TBMM’nin 2821 sayılı yasadaki yasağı kaldırıp , 625 sayılı özel yasadaki yasağı koruyarak , sözde yasağı kaldırmış özünde ise korumuş olmak gibi bir işlem yapmış olması kuşkusuz akla gelemez. Bu durumda ancak bir “zuhul” olabilir. Bu nedenle , bu “zuhul”ün ortadan kaldırılması için ; şu sıralarda Meclis Milli Eğitim Komisyonunda görüşülmekte olan ve Özel Öğretim Kurumlarının açılma yerleri ile ilgili olarak 222 sayılı İlköğretim ve Eğitim Yasası ile 625 Sayılı Özel Öğretim Kurumları Yasasına yapılacak eklemelerle ilgili yasa değişikliği görüşmelerinde veya konunun meclis genel kurulunda görüşülmesi aşamasında , gerekli duyarlılığın gösterilmesini talep ediyor ve umuyoruz. 22.11.1996 Bilgilerinize saygı ile sunarım. GENEL BAŞKAN ÖZCAN KESGEÇ Doğal olarak yine sonuç çıkmadı. Biz mücadeleyi bırakmadık. Daha sonra kurulan hükümetlerin ilgili bakanlıklarına da yazılar yazdık. Tarih Sayı :24 Temmuz 1997 :GB./16 Sayın Prof. Dr. NAMİ ÇAĞAN T.C. Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı Ülkemiz çalışma yaşamının ve özellikle de bu alanın temeli olan sendikal hak ve özgürlüklerin, evrensel ilkelere , temel insen haklarına , uluslararası çalışma örgütünün ülkemizce de yasa ile onanarak yürürlüğe sokulmuş ve hatta 1982 Anayasasına bile aykırı , yasaklayıcı , kısıtlayıcı , ve antidemokratik düzenlemelerle kuşatılmışlığın tarafınızdan çok kapsamlı bir biçimde bilindiğini biliyoruz. Acı ve üzücü olan bir nokta da 1983’lerden bu yana , bu saptamalara Bakanlığın ve görev yapan tüm sayın Bakanların katılmış olmasına karşın , bugüne değin hiçbir şeyin köklü bir biçimde değişmemiş olmasıdır. Sayın Bakan , Bildiğiniz bu kapsamdan en temel , örgütlenme hakkı ile doğrudan ilgili bir kaç konuyu dikkatlerinize , sendikemız özeli ağırlıklı olmak üzere sunmak istiyoruz. Bugün sendikal alanımızın örgütlülüğü zayıftır ve giderek zayıflamaktadır. 1966 yılı sonu itibariyle , SSK’lı işçilerin sendikalılaşma oranı %20.9’a düşmüştür. Kamu kesiminde çalışan SSK’lıların sendikalılaşma oranı %70 , özel kesimde çalışan SSK’lıların sendikalılaşma oranı ise %8.2’dir. Bu durumu fiilen çalışan işçi sayısı , çalışan nüfus sayısı bakımından düşündüğümüz zaman ise ülkemiz sendikal örgütlülüğünün perişanlığı daha da ortaya çıkmaktadır. Bunun böyle olmasının pek çok nedeni içinde , yasal düzenlemeler başta yer almaktadır. Bunun içinde de , toplu-iş sözleşmesi yapma hakkını kullanabilmek için getirilmiş bulunan %10 baraj ÖNKOŞULU gelmektedir. Bu önkoşul özünde “sendika kurma hakkını” fiilen yok etmektedir. Ekte bu konuya ilişkin bir broşürümüzü sunuyoruz. Yıllardır ILO Genel Kurulunda ve Aplikasyon Komitesinde kınandığımız bu durum , “mikroişletmeler” ülkesi olan memleketimizde önemini daha da artırmaktadır. Kaldı ki , mevcut uygulama zorunlu ve kaçınılmaz garabetlere yol açmaktadır. İstatistikler sağlıklı değildir , olması da olanaksızdır. Kaçak işçi sayısının , gösterilen işçi sayısından fazla olduğu bir yapıda başka türlüsü olamaz. Sendika üyeliği YASAK olan yüzbinlerin baraja esas olan sayı içinde olduğu bir sistem nasıl başka olabilir. Adaletsizlik ve işçilerin hak kullanmada eşitsizliği de kaçınılmazdır. Örneğin 1997/Temmuz istatistiklerinde 95 sendika yer almaktadır. Sendikamız Sosyal-İş’in yer aldığı 17 nolu işkolundaki işçi sayısı 415769 olarak ilan edilmiştir. SSK istatistikleri ile dahi örtüşmeyen bu rakam bir önceki altı ay içinde 24210 işçi artışını ifade etmektedir ki , dikkat çekicidir. Bu istatistikte 29012 üye ile yer alan sendikamız %6.97 oranı ile 95 SENDİKANIN 66’SINDAN FAZLA ÜYEYE SAHİPTİR. Bir başka ifade ile üye sayısı bakımından Türkiye’nin 29. sendikasıdır. %10 ÖNKOŞULUNU yerine getirmiş bulunan 49 sendikanın 23’ünden daha fazla üyeye sahiptir. Toplu-İş Sözleşmesi yapma hakkından yoksundur. Bugün maliyeti 700.000 TL olan Noter masrafı yaparak üye olma koşulu da bir önemli etkendir. İşgüvencesinin olmayışı da başlıca etkenlerdendir. 1997 Ocak döneminde 12500 üyemizin , üyelik fişleri , yönetmeliğe aykırı hiçbir yanı olmamasına , sendikamıza iade dahi edilmemesine rağmen , istatistiklere dahil edilmemiştir. Bu haksızlık bu dönemde de sürmüştür. Böyle bir uygulamaya maruz kalmış bir başka örnek de yoktur. Bu durum da keyfiliğin bir başka örneğini somutlamaktadır. Bu konuyu bilgilerinize özellikle de sunuyoruz. Sayın Bakan , 625 sayılı “özel öğretim kurumlarına “ tabi olarak çalışan ve sayıları 100 bini aşan “işçi öğretmenlerin” sendika üyesi olma yasağı garip bir biçimde sürmektedir. 12 Eylül yönetimince 2821 sayılı yasaya konulmuş olan bu yasak aynı zamanda da 625 sayılı yasanın 32. maddesine yerleştirilmiştir. Bu yasak 2821 sayılı yasadan 8.4.1995 günlü resmi gazetede yayınlanarak yürürlüğe giren 4101 sayılı yasa ile kaldırılmıştır. Ancak 625 sayılı yasanın 32. maddesinde aynen durmaktadır. Yargı da (ekte karar sunulmuştur) 625 sayılı yasada değişimlik yapılmadıkça , yasağı geçerle saymakta , 4101 ile kaldırılan bu yasağı devam ediyor görmektedir. Sayın Bakan , Bu konularda gerekli ve ivedi adımları atacağınıza inanıyoruz. Bakanlıkta yapılmış olan çalışmalara hız vereceğinize güveniyoruz... Başarı dileklerimizle , saygılarımızı sunuyoruz. ÖZCAN KESGEÇ GENEL BAŞKAN TAMER ATIŞ GENEL SEKRETER Tarih Sayı :29 Temmuz 1997 :20 Sayın HİKMET ULUĞBAY T.C. Milli Eğitim Bakanı Milli Eğitim Bakanlığı görevini üstlenmeniz nedeni ile kutlar , başarı dileklerimizi iletiriz. Sayın Bakan , Size bir “garabeti” iletmeyi ve bunun ortadan kaldırılması için çabalarınızı beklediğimizi belirtmeyi görevimiz sayıyoruz. Bilineceği gibi , 12 Eylül yönetiminin , danışma meclisinde bile görüştürmeyerek çıkardığı birkaç yasadan birisi de 2821 sayılı sendikalar yasası idi. Bu yasanın “SENDİKA ÜYELİĞİNİN YASAKLARINI” düzenleyen 21. maddesinde “8 Haziran 1965 tarih ve 625 sayılı özel eğitim kurumları kanununa tabi okullarda öğretmenlik yapanların” da sendikalara üye olmaları yasaklanmış idi. Hizmet akdi ile çalışan bu “işçi öğretmenlerin” sendikaya üye olmalarının yasaklanması , Anayasa’ya , 87 ve 98 sayılı ILO sözleşmelerine de aykırılık oluşturuyordu. Diğer yandan “memur öğretmenler” fiilen sendikalı olmuşlar , “işçi öğretmenler” ise yasaklılıklarını koruyorlardı. Takdir edersiniz ki , bu garabetti. 2821 sayılı yasadaki bu yasak , 8.4.1995 gün 22252 sayılı resmi gazetede yayınlanarak yürürlüğe giren 4101 sayılı yasanın 15. maddesi ile kaldırıldı. Ne var ki Sendikalar Yasasındaki bu düzenleme de yasağın kalkmasına yetmedi. Zira , 625 sayılı özel öğretim kurumları yasasının 32. maddesine , 1983 yılında aynı yasak monte edilmişti. Yasa koyucunun 2821’de yasağı kaldırarak , 625’de muhafaza yoluyla “aldatma”yı istediği kuşkusuz düşünülemezdi. Ancak uygulama ne yazık ki böyle oluyordu. Yargı da özel yasadaki “yasak”ı geçerli ve esas alıyordu. Sayın Bakan , Bugüne kadar bu garabeti ortadan kaldıramadık. 625 sayılı yasada kimi değişiklikler öngören bir değişiklik teklifi TBMM gündemindedir. En azından bunun görüşülmesi sırasında dahi bu eksikliği giderme olanağının olabileceğini düşünüyoruz. Bu konu yeni Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanımız Sayın Çağan’ın da dikkatlerine sunulmuştur. Durumu bilgilerinize sunar , katkı için emirlerinizi beklerken , saygılarımızı sunarız. ÖZCAN KESGEÇ GENEL BAŞKAN TAMER ATIŞ GENEL SEKRETER Bugüne kadar yaptığımız yazılı girişimlere yanıt alamayınca dönemin Başbakan Yardımcısı Sayın Bülent Ecevit’in çalışma yasalarına ilgi duyacağı umuduyla görüşme talebinde bulunduk. Tarih Sayı : 15 Nisan 1998 : Gen.Bşk. SAYIN BÜLENT ECEVİT Başbakan Yardımcısı SSK Yönetim Kurulunun , OYAK İNŞAAT A.Ş.’ye %25 ile ortak olma konusunda aldığı ve Bakanlar Kurulu kararı da gerektiren kararı ile ilgili olarak ayrıntılı görüşlerimizi sunmak , olumlu bulduğumuz bu karara desteğinizi istemek ; 625 sayılı Özel Öğretim Kurumları Yasasının 32. maddesinde “korunan” sendikalılaşma yasağı ile ilgili görüşlerimizi açıklamak için adıma ve Sendika Yönetim Kurulumuz adına sizinle görüşmek için bir randevu talep ediyorum. Saygılarımızla. ÖZCAN KESGEÇ GENEL BAŞKAN Yazılı yaptığımız bu randevu talebimize de , ne yazık ki yanıt alamadık. Buna karşın girişimlerimizi Bülent Ecevit hükümeti döneminde de ilgili bakanlıklar nezdinde sürdürmeye devam ettik , edeceğiz. Tarih Sayı :25 Şubat 2000 :Gen.Bşk.101/1-158 Sayın YAŞAR OKUYAN Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı Sayın Bakan ; Size bu başvuruyu yapmamızın nedeni , 2821 sayılı sendikalar yasasının 21. maddesi ile 12 Eylül döneminde getirilen bir hak gasbının , 4.4.1995 gün ve 4101 sayılı yasanın 15. maddesi ile, 2821 sayılı yasanın 21. maddesinin 3. fıkrasının SÖZDE kaldırılarak sürüyor olması garabetinin ortadan kaldırılmasını sağlama yönünde çaba harcayacağınıza olan inancımızdır. 1995 yılından buyana , bu garabeti iletmediğimiz hiçbir Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı ile Milli Eğitim Bakanı , ne yazık ki kalmamıştır. Bilineceği üzere , 2821 sayılı yasanın 21. maddesinin 3. fıkrası “8 Haziran 1965 tarih ve 625 sayılı Özel Öğretim Kurumları Kanununa tabi okullarda öğretmenlik” yapanların sendika kurmalarını ve sendikalara üye olmalarını yasaklamakta idi. Bu yasak , 2821’e paralel olarak 625 sayılı yasanın 32. maddesine de aynen taşınmış bulunmakta idi. “Memur” öğretmenlerin sendikalılaşmaları doğal olarak yasak değil iken , “işçi” öğretmenlere sendika hakkını yasaklamak tam garabet idi. 4101 sayılı yasa ile , bu yasak 2821 sayılı yasadan kaldırıldı. Uluslararası örgütlere bu arada da UÇÖ’ne durum “övünç” le bildirildi. Oysa yasak ortadan kalkmamış idi. Zira “özel yasa” konumundaki 625 sayılı yasanın 32. maddesinde yasak aynen duruyor ve 100 binleri bulan “öğretmenler” sendikaya üye olamama durumlarını sürdürüyorlar. Yargı’ca , özel yasaya öncelik verildiğinden , 2821’deki yasağın kalkmış olması hiçbir anlam ifade etmiyor. Sayın Bakan , Bu çelişkili ve garip durumun giderilmesine katkı sağlayacağınıza olan inancımı teyiden belirtir , saygılar sunarım. ÖZCAN KASGEÇ GENEL BAŞKAN Tarih Sayı :25 Şubat 2000 :Gen.Bşk.101/1-159 Sayın METİN BOSTANCIOĞLU Milli Eğitim Bakanı Sayın Bakan ; Size bu başvuruyu yapmamızın nedeni , 2821 sayılı sendikalar yasasının 21. maddesi ile 12 Eylül döneminde getirilen bir hak gasbının , 4.4.1995 gün ve 4101 sayılı yasanın 15. maddesi ile, 2821 sayılı yasanın 21. maddesinin 3. fıkrasının SÖZDE kaldırılarak sürüyor olması garabetinin ortadan kaldırılmasını sağlama yönünde çaba harcayacağınıza olan inancımızdır. 1995 yılından buyana , bu garabeti iletmediğimiz hiçbir Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı ile Milli Eğitim Bakanı , ne yazık ki kalmamıştır. Bilineceği üzere , 2821 sayılı yasanın 21. maddesinin 3. fıkrası “8 Haziran 1965 tarih ve 625 sayılı Özel Öğretim Kurumları Kanununa tabi okullarda öğretmenlik” yapanların sendika kurmalarını ve sendikalara üye olmalarını yasaklamakta idi. Bu yasak , 2821’e paralel olarak 625 sayılı yasanın 32. maddesine de aynen taşınmış bulunmakta idi. “Memur” öğretmenlerin sendikalılaşmaları doğal olarak yasak değil iken , “işçi” öğretmenlere sendika hakkını yasaklamak tam garabet idi. 4101 sayılı yasa ile , bu yasak 2821 sayılı yasadan kaldırıldı. Uluslararası örgütlere bu arada da UÇÖ’ne durum “övünç” le bildirildi. Oysa yasak ortadan kalkmamış idi. Zira “özel yasa” konumundaki 625 sayılı yasanın 32. maddesinde yasak aynen duruyor ve 100 binleri bulan “öğretmenler” sendikaya üye olamama durumlarını sürdürüyorlar. Yargı’ca , özel yasaya öncelik verildiğinden , 2821’deki yasağın kalkmış olması hiçbir anlam ifade etmiyor. Sayın Bakan , Bu çelişkili ve garip durumun giderilmesine katkı sağlayacağınıza olan inancımı teyiden belirtir , saygılar sunarım. ÖZCAN KESGEÇ GENEL BAŞKAN Henüz bir sonuç alamadık. Yazımıza ilgi gösteren veya ilgilendiğini belirten bir diyalog ne yazık ki gerçekleşmedi. Örgütlenme çabalarımız sürüyor. Önümüzdeki dönem , bu alanın örgütlenmesinin ısrarla takipçisi olunması gereken bir dönem olacaktır. Bu arada öğretmenlerin “kamu” sendikalarına da görev düşmektedir. Sosyal-İş’te bu örgütlerle işbirliğini geliştirme yollarını aramalıdır. - 8 Şubat 2000 KESK karafından düzenlenen “Kıyak Emekliliğe , Zorunlu Tasarrufların Gaspedilmesine , Enflasyonla Eritilen Ücretlerimize Karşı , Herkese Eşit Sosyal Hak ve Ek Ücret İçin” basın açıklamasına Sendikamızın Ankara Şube Yöneticileri katılarak destek verdiler. - 13 Şubat 2000 DİSK - Devrimci İşçi Sendikaları Konfederasyonu 13 Şubat 1967 tarihinde kuruldu. Türkİş’e üye Türkiye Maden-İş Sendikası , Türkiye Lastik-İş Sendikası , Türkiye Basın-İş Sendikası , Türkiye Gıda-İş Sendikası ve Türkiye Maden İşçileri Sendikalarının biraraya gelerek kurdukları DİSK , dünyadaki örneklerin aksine sol eğilimli sendikaların (Türk-İş tarafından) dışlanması (ihracı) sonucu doğmuştur. DİSK’in kuruluşu bu yıl da birlik coşkusuyla kutlandı. Ankara’da Kızılay’da yapılan basın açıklamasının ardından Yılmaz Güney Sahnesi’nde düzenlenen “Küreselleşme ve Emek” konulu bir panelde Prof. Dr. Sinan Sönmez , Doç. Dr. Tülin Öngen ile Genel Başkanımız Özcan Kesgeç günün önemine yaraşır düzeyde konuşmalarıyla izleyenleri doyurdular. TOPLU SÖZLEŞME ÇALIŞMALARIMIZ 1997 / OCAK ayından itibaren yargı kararı ile işkolu barajını aştık. Bunun , resmi gazetede ilan edilen istatistiklere 1998 / OCAK ayında yansıması-hayat bulması ile 17 Ocak 1998 gününden buyana yetkimiz kesinleşen işyerlerinden aşağıda isimleri verilenlerde toplu-iş sözleşmesi imzalanmış , bazılarında ise ikinci dönem toplu-iş sözleşmesi imzalanmıştır. - PTT Biriktirme ve Yardım Sandığı (iki dönem) - TES-KOOP. Tüm Eczane Sahipleri İlaç Temin Dağıtım ve Üretim Kooperatifi - AYEK Anadolu Eczacıları Kooperatifi - İçel Eczacıları Üretim Temin ve Dağıtım Kooperatifi - Ankara Eczacı Odası - Ankara Tabip Odası - Mimarlar Odası Ankara Şubesi (iki dönem) - Türk Eczacıları Birliği Merkez Heyeti - Zihinsel Özürlüleri Koruma ve Yetiştirme Vakfı (iki dönem) - Devlet Malzeme Ofisi Genel Müdürlüğü - Arkadaş Market Gıda Basın Yayın Kitapçılık ve Turizm Pazarlama Sanayi Tic. Ltd. Şti. - İstanbul Eczacıları Üretim Temin ve Daıtım Kooperatifi - Çankaya Belde Gıda Sanayi ve Ticaret A.Ş. - CHP İzmir İl Başkanlığı - Dengemek Eğitim Gıda Pazarlama Sanayi ve Ticaret Ltd. Şti. - DEÇEMKO - Demir Çelik - TODAİE - Türkiye ve Ortadoğu Amme İdaresi Toplu-iş sözleşmelerinde gerek hazırlık , gerekse işverenle görüşme aşamalarında üzerinde en fazla özen gösterdiğimiz , ısrarcı olduğumuz hükümler , iş güvencesine ilişkin hükümlerdir. Ücret almayı sürdürebilmenin temel dayanağı iş güvencesini , toplu-iş sözleşmelerimizin olmazsa - olmaz koşulu olarak ısrarla izlemekteyiz , izlemeye devam edeceğiz. Hemen her işyerinde işverenlerle yapılan toplu sözleşme görüşmelerinin daha başında karşılaştığımız temel sorun “kapsam” sorunudur. Daha doğrusu kapsam dışılıktır. Kapsam dışılığı ne sendikamız , ne de sendikamızın TİS görüşmelerinde bulunduğu işverenler keşfetmiştir. Bu ne yazık ki geçmişte kimi sendikacıların ve sendikal anlayışların işverenlerle birlikte Türkiye sendikal hareketine soktuğu bir virüstür. Sendikamız ; en doğal demokratik hakkını kullanarak sendikalı olan ve sendikası eliyle toplu sözleşmeden yararlanma hakkını kullanmak isteyen üyelerinin , toplu sözleşme kapsamı dışında bırakılmasına ısrarla karşı çıkmaktadır. Üyemiz olsun olmasın işçileri , işyerindeki konumları ne olursa olsun kapsam dışı kalmanın kendilerine güvence getirmeyeceği konusunda bilinçlendirebildiğimiz ölçüde , bu mücadelemizde başarıya ulaşabileceğimize inanıyoruz. Ve daha da önemlisi , kapsam dışından arta kalanlarla sendikal mücadelemizin varabileceği düzeyi iyi kavrayabilen sendikal kadroları yetiştirebildiğimiz ölçüde bu mücadeleyi kazanabileceğimize inanıyoruz. Ancak doğaldır ki , bu bir mücadele sürecidir. Ne sendikamız , ne konfederasyonumuz bir çırpıda bu sorunu yokedemez. Ülkemizde sendikal örgütlenmenin , toplu sözleşme yapmanın önünde bulunan yasal engeller yanında , yasalarda bulunmadığı halde fiilen sendika üyeliğinden uzaklaşılması ile sonuçlanan bu uygulamalara karşı hep birlikte karşı çıkılmalı , bir takım Sendikacıların , kapsam dışı uygulamasından beklentileri açığa çıkarılmalıdır. Gerçekçilik ilkemiz gereği işyerinde karşılaşılabilecek tüm sorunların çözümünü toplu sözleşmenin içinde aramalıyız. Bu düşüncelerimizi hayata geçirmeye çalıştığımız toplu sözleşmelerden örnekler verelim; Dengemek Ltd. Şti. ile imzalanan toplu-iş sözleşmesi ile asgari ücretin net 22 Milyon TL olduğu 1 Ocak 1998 tarihi itibariyle en az çıplak net ücret 85 Milyon TL’ye çıkartılmıştır. Sözleşmenin ikinci yılında Enflasyon + %5 zam uygulanan sözleşme ile ayrıca yılda 4 ikramiye, yakacak , öğrenim , ulaşım , yemek v.s. sosyal yardım ve tazminatlar sağlanmıştır. İşyerinde işçi çıkarma , işyeri kurulu kararı ile olanaklı hale getirilmiştir. İstanbul Ecza Kooperatifi işyerleri için imzaladığımız toplu-iş sözleşmesi ile 1 Temmuz 1998 tarihinden itibaren en az net ücret 80 Milyon TL’ye çıkarılmıştır. Sosyal yardımlarla birlikte aylık ortalama en düşük net ücret 152 Milyon’a yükselmiş , ikinci yıl zammı da enflasyon yüzdesi uygulandıktan sonra ulaşılan miktara %5 ek zam olarak belirlenmiştir. Bu işyerinde iş akitlerinin sona erdirilmesi işyeri kurulunun kararı ile uygulanabilmektedir. Bu toplu-iş sözleşmesinin en temel özelliğini şu nokta oluşturuyor ; Türkiye’de işverenler ve onların sendikal örgütleri TİSK başta olmak üzere MESS ve Tekstil İşverenleri Sendikası , Toplu-İş Sözleşmelerinde kazanılmış hakları ortadan kaldırmaya çalışırlarken , çalışma koşullarını ve iş güvencesini tümüyle kendi istekleri doğrultusunda yani kuralsızlığı dayatırlarken ; esnek çalışma adı altında , işçiyi istedikleri kadar çalıştırmak ve çalıştırdıkları kadar ücret ödemek isterlerken ; sosyal yardımları kaldırmak , yıllık izinleri düşürmek , işten çıkarmaları mevcut yasaları da aşarak tümüyle keyfiliğe dönüştürmeyi arzu ederlerken ; işte bu sözleşme bu genel akıma hayır deme özelliği ile ön plana çıkıyor ve direnç noktası oluşturuyordu. PTT Biriktirme ve Yardım Sandığı işyerinde bağıtladığımız Toplu-iş sözleşmesi ile işyerinde 1 Temmuz 1998 tarihi itibariyle en düşük net ücret 56 Milyon’a yükseltildi (Asgari ücret 22 Milyon iken). Ayrıca yılda 4 ikramiye ve çeşitli sosyal yardımlar ile birlikte yasal asgari ücretin artması halinde “eski ve yeni asgari ücret farkının” tüm ücretlere eklenmesi , çok önemli bir parasal kazanım olmuştur. Bu işyerinde TİS ile getirilen iş güvencesi maddesini yorumsuz olarak aynen veriyoruz. İŞ GÜVENCESİ a) İşletmenin veya işyerinin ekonomik durumu , teknolojik gerekler , işyerinin kapanması , işin , işyerinin ve işletmenin gerekleri bakımından zorunluluk bulunması hallerine dayalı, geçerli ve haklı bir neden ile Toplu-İş Sözleşmesinin 37. maddesindeki gerekler ve esaslar çerçevesinde (bu maddede işten çıkarmanın sıralaması belirlenmiştir.) işçilerin iş akitleri tazminatlı olarak işverence feshedilebilir. b) (a) bendindeki durumun söz konusu olduğu hallerde , işveren işçi çıkarma veya toplu işçi çıkarma nedenlerini , çıkarılacak işçi veya işçilerin sayısını taraf işçi sendikasına bildirir. Taraflar biraraya gelerek sorunu görüşür , başka çözüm olanakları bulunup bulunmadığını araştırırlar. Sorunu çözmeye elverişli ve işletme gereklerine uygun başka bir yol bulunamaz ise, ferdi veya toplu işçi çıkarmalarında , işten çıkarma esaslarını , çıkarılacak işçi sayısını , işten çıkarma tarihi ile dağılımını karara bağlarlar. Bu durumda sırası ile ; Sözleşmenin 37. maddesindeki ölçülere göre işçiler bu işleme tabi tutulur. c) İşveren (a) bendinde sayılan sebepler olmaksızın veya (b) bendindeki koşullara uymaksızın işçi çıkardığında işçinin yargıya başvurması sonucunda ilgili mahkeme tarafından işçinin bu sözleşmede belirlenmiş sebepler olmaksızın ve/veya (b) bendindeki koşullara uyulmaksızın işten çıkartıldığına karar verilmesi halinde işten çıkardığı her işçiye yasalardan ve bu toplu-iş sözleşmesinden doğan haklar dışında kıdemi 1 yıldan 5 yıla (dahil) kadar olan işçilere 3 aylık ; 6 yıldan 10 yıla (dahil) kadar olan işçilere 6 aylık, 11 yıl ve daha fazla kıdemi olan işçilere 9 aylık son brüt çıplak ücreti tutarında İŞ GÜVENCESİ TAZMİNATI ödemeyi kabul ve taahhüt eder. Bu kabul ve taahhüt , tazminatsız işçi çıkarmalarda da mahkemece , çıkarmanın tazminatlı yapılmasına karar verilmesi hallerini de kapsar. * * * TODAİE (Türkiye ve Ortadoğu Amme İdaresi Enstitüsü) işyeri çok az sayıda işçinin çalıştığı bir işyeridir. Bu işyeri sendikamız tarihinde ; sendikamızın ilk kez bir işveren sendikası (KAMU-İŞ) ile Toplu-İş Sözleşmesi görüşmesi yapmış olması ile yerini alacaktır. Devlet Malzeme Ofisi Genel Müdürlüğü ve bağlı işyerleri için KAMU-İŞ (Kamu İşletmeleri İşverenleri Sendikası) ile bağıtladığımız birinci dönem Toplu-İş Sözleşmesi genel olarak kamu işletmelerinde bağıtlanan diğer sözleşmelerle benzeşmekte ise de , disiplin kurulunun işleyişi , iş güvencesi ve çalışma esasları hükümlerinde işçi lehine farklı düzenlemeler yapılmış , parasal hükümlerde ise çok küçük de olsa (ayda 5 Milyon) ek bir ödeme sağlanmıştır. Çankaya Belde Gıda Sanayi ve Ticaret A.Ş. işyerinde 13.12.1999 tarihinde başlayan toplu-iş sözleşmesi görüşmelerinde süresi içinde anlaşmaya varılamamış olması nedeniyle yasa zoruyla devreye giren resmi arabulucu aşamasında da anlaşma sağlanamamış ve 8 Mart 2000 tarihinde Grev Kararı alınmıştır. Çankaya Belediyesi’nin % 99 hisse ile sahibi olduğu şirket yönetimi 13 Mart 2000 tarihinde Lokavt kararı almış ve noter aracılığıyla sendikamıza tebliğ etmiştir. Çalışma raporumuzun baskıya girdiği tarih itibariyle henüz bir anlaşma sağlanamamış olup Greve başlamaya en uygun zaman beklenmektedir. TEK VAKFI işyerinde örgütlenmesini tamamlayan Sendikamız , üyeleri adına toplu-iş sözleşmesi yapabilmek için yasanın öngördüğü prosedürü tamamlayarak Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı’ndan yetki aldı. Bu yetkiye dayanarak işveren TİS görüşmelerine çağrıldı ; ancak , işveren Vakıf Yönetimi , sendikamızın bu çağrısına uymadığından 2822 sayılı yasa uyarınca Çalışma Bölge Müdürlüğünden yer gün tespit toplantısı istenmiş , işveren düzenlenen bu toplantıya da gelmemiştir. Bu kez yine 2822 sayılı yasa uyarınca “arabulucu” seçimi için toplantı istenmiş , Çalışma Bölge Müdürlüğünde düzenlenen bu toplantıya da işveren tarafından katılan olmamıştır. Bu durumda , ad çekimi sonucu belirlenen “arabulucu” nun , tarafları biraraya getirip , toplu-iş sözleşmesi yapma girişimi de Vakıf yöneticilerinin ısrarla toplantılara katılmama ve hatta katılmayacaklarına ilişkin yazılı beyanları karşısında toplu-iş sözleşmesinin tarafların müzakeresi ile sonuçlandırılma şansı kalmamıştır. İşyerinde ağırlıklı olarak sağlık hizmeti verildiğinden ve yine grev yasağı kapsamında bulunan TEDAŞTEAŞ binalarındaki hizmetleri üstlendiğinden ve hatta kreş işletmesini de yürüten bu işyerinde Yüksek Hakem Kurulu’na başvurulmuştur. Tüm bu gelişmeler yaşanırken Vakfın ihale yolu ile aldığı temizlik işlerinde çalışan işçiler ile diğer çalışanları “Sendikadan istifa etmezseniz yeni dönemde ihaleyi almayacağız , sizleri işten çıkaracağız ; sendikadan istifa ederseniz ihaleyi alırız , işinize devam edersiniz” tehditlerini savurarak işçilerin örgütlülüğü kırılmaya çalışılmıştır. Üyelerimizin bu tehditlere itibar etmemeleri , savrulan her tehdidi , çok sayıda imza ile tutanak altına alarak sendikamıza iletmeleri sonunda tüm yasal önlemler alınmış , gerekli mercilere yazılı uyarılar yapılmıştır. Ancak işveren , sendika düşmanlığı ile kararan gözlerini budaktan esirgemez bir durumda , işyerinde çalışan ve sendikadan istifa etmeyen üyelerimizi işten çıkarmıştır. Ses kayıt cihazları ile tespit edilen tehdit konuşmaları , tek tek ya da topluca üyelere yönelik baskıları tespit eden tutanaklar birleştirilerek Ankara Cumhuriyet Savcılığı’na suç duyurusu yapılmıştır. Savcılık soruşturmasını sürdürmektedir. Ayrıca konu ile ilgili olarak Çalışma Bakanlığına yaptığımız başvuru sonunda Bakanlık iki müfettiş görevlendirerek , işyerini bu çerçevede teftişe almıştır. Konuyu bu aşamada Sendikamız Hukuk Dairesi ele almıştır. - Bunlar dışında ; Çoğunlukla işyerlerinde üyelerimizin tamamının toplu sözleşme kapsamında kalması sağlanmış, bunun sağlanmasında üyelerin soruna sahip çıkması önemli etken olmuştur. - İşyeri sendika temsilcilerine ve işyerinde çalışan sendika yöneticilerine yasaların üzerinde önemli iş ve işyeri güvenceleri getirilmiş , çoğunlukla işyerlerinde Temsilcilik Odası sağlanmıştır. - Hemen tüm işyerlerinde yapılan toplu sözleşmelerde , İşyeri Kurulları oluşturulmuştur. İşyeri Kurullarına iş ve işyerlerinin planlanması , izin kurulu , disiplin kurulu , uyuşmazlıkların çözümü gibi görevler yanında iş akitlerinin tazminatlı , tazminatsız sona erdirilmesi görevleri verilmiştir. Bununla birlikte işçilerin ferdi ve toplu olarak işten çıkarılmaları konusunda 158 sayılı ILO sözleşmesinin normları hayata geçirilerek , işten çıkarma , birtakım gerekçelere ve ölçütlere bağlı kılınmış , bu ölçütlerin uygulanmaması halinde “iş güvencesi tazminatı” getirilmiştir. Bu yolla , işçi çıkarmayı işverenin iradesine bırakan yasa ve yargıtay hükümleri aşılmış , işçi çıkarmanın maliyeti artırılmış , zorlaştırılmıştır. Toplu sözleşmelere yerleştirmeye çalıştığımız bu hüküm , son günlerde somut sonuçlarını vermiş ve toplu-iş sözleşmesindeki bu hükümlere aykırı olarak işten çıkarılan üyelerimize , yasal ihbar ve kıdem tazminatı tutarlarını katlayan iş güvencesi tazminatları yargıya dahi gidilmeksizin işverenden alınmıştır. Bu üyelerimizden Ferhan Aktaş 9 aylık ücreti (3.250.000.000 TL) tutarında , A. Evşen Çetin 6 aylık (1.577.000.000 TL) , Okan Aker , Serhat Kurnaz , Selma Karasu , Muharrem Uçar 3’er aylık ücretleri (600 - 700 Milyon) tutarında İş Güvencesi Tazminatı almışlardır. - Çoğunlukla işyerlerinde haftalık 40 saat çalışma süresi belirlenmiş , hafta tatili 2 güne çıkarılmıştır. - İşçi Sınıfının Birlik , Mücadele , Dayanışma Günü olan 1 Mayıs günü çoğunlukla tatil sayılmıştır. - İşyerlerinin çoğunluğunda yıllık ücretli izin süreleri , ihbar önelleri , fazla çalışma ücretleri , hafta tatili , ulusal bayram ve genel tatil günlerinde çalışma ücretlerinde yasal miktarları aşan düzenlemeler gerçekleştirilmiştir. - Toplu sözleşmelerin çoğunluğunda , işyerlerinde iş gruplandırması yapılarak , gruplara taban ücret uygulaması getirilmiştir. Böylelikle işyerinde yapılan eşit işlere eşit ücret alınması sağlanmaktadır. EĞİTİM , BASIN-YAYIN ÇALIŞMALARIMIZ Bu dönem Sendikamız barajı aşma , işyeri örgütleme , kadro oluşturma çabalarının yanında eğitim çalışmalarına da önem vermiştir. Ekonomik ve teknik birçok neden eğitim çalışmalarımızın gerekli ve yeterli düzeyde yapılmasını engellemiştir. Tüm zorluklara karşın sendikamızca aşağıda verilen birkaç eğitim programı düzenlenmiştir. Bunun yanında sendikamızın haberdar olduğu tüm panel , konferans , seminer v.b. toplantılara gerek yönetici gerekse temsilci ve üyelerimizin katılmalarını sağlamaya çalıştık. Ayrıca üyelerimizle yanyana olma olanağı bulduğumuz her alanı , organize bir eğitim programı olmasa da , bilgi ve deneyim aktarımı yoluyla eğitim alanı biçiminde değerlendirmeye çalıştık. Her toplu sözleşme taslak hazırlık çalışmasını da bu anlamda özellikle değerlendirmeye çalışmaktayız. 1994 Temmuz sayısından sonra ara vermek zorunda kaldığımız aylık yayın organımız Sosyalİş Gazetesini Temmuz 1998 tarihinde yeniden çıkartmaya başladık. Yukarıda değindiğimiz zorluklar nedeniyle arada aksamalar olsa da gazetemiz gerek üyelerimizin hiç karşılaşmasalar da birbirleriyle iletişimlerini sağlamakta gerekse işkolumuzdaki sendikamız işçilerine ulaşmaya çalışmaktadır. Eğitim Dairemizin , Basın-Yayın Dairemizin mevcut olanaklarıyla gerçekleştirilen etkinlikler aşağıda kronolojik olarak verilmektedir. - 13-14 Kasım 1997 ETUC ve DİSK’in birlikte oluşturdukları “Sendikal Hak İhlalleri Ulusal İzleme Komitesi” nce hazırlanan “Sendikacıların Eğitimi Projesi” çerçevesinde Denizli/Pamukkale Koru Motel’de düzenlenen eğitim seminerine Genel Yönetim Kurulu Üyemiz İzmir Şube Başkanı Mücahit İzkut katılmıştır. - 26 Kasım 1997 Calışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı Prof. Dr. Nami Çağan’ın çağrısı ile Bakanlıkta “Çalışma Yaşamının Demokratikleştirilmesi” amacı ile düzenlenen toplantıya Sendikamız Genel Başkanı Özcan Kesgeç katıldı. Toplantıda ; İş Yasası , Sendikalar Yasası , Toplu-İş Sözleşmesi -Grev ve Lokavt Yasası için Konfederasyonumuz görüşleri Genel Başkanımızca iletilmiş , yazılı olarak da sunulmuştur. Ancak bu çalışma ne yazık ki bu toplantı ile sınırlı kalmıştır. Bu çalışmalar yapılırken Türk-İş Başkanı Bayram Meral’in ILO Genel Kurulunda yaptığı konuşma nedeniyle Genel Başkanımızın yaptığı basın açıklamasına aşağıda yer verilmektedir. DİSK / SOSYAL-İŞ GENEL BAŞKANI ÖZCAN KESGEÇ , Türk-İş Genel Başkanı BAYRAM MERAL’in ILO Genel Kurulunda söylediklerini değerlendirdi. “SAYIN MERAL “ILO”DA SÖYLEDİKLERİNİ TÜRKİYE’DE DE SAVUNMALIDIR.” Sosyal-İş Genel Başkanı Özcan KESGEÇ’in konuya ilişkin açıklaması şöyle: “Türk-İş Genel Başkanı Sayın Bayram Meral , ILO - Uluslararası Çalışma Örgütünün genel kurulunda yaptığı konuşmada , “Türkiye’de işçilerin , ILO sözleşmelerinden etkili bir biçimde yararlanmak için büyük mücadeleler verdiklerini” söylemiştir. Sayın Meral ayrıca; “onaylanmış ILO sözleşmeleri iç mevzuatımıza yansıtılmamakta ve sürekli olarak ihlal edilmektedir. 158 sayılı sözleşme onaylanmıştır , ama iş güvencesi hala yoktur. 87 ve 98 sayılı sözleşmeler onaylanmıştır , ancak ülkemde temel sendikal hak ve özgürlükleri ihlal eden 1982 Anayasası ve diğer mevzuat hala yürürlüktedir .......”demektedir. Bu söylenenler doğrudur. Ancak doğru ve de iyi olmayan birşey vardır. O da Türk-İş’in ve Sayın Meral’in Türkiye’de bu söylediklerini savunmaması ve gereği için mücadele vermemesidir. Hatta Türkiye’de bunun aksini savunmasıdır. Sayın Meral ILO’da söylediklerini Türkiye’de de savunmalıdır. Çok yakın bir geçmişte , Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığınca , 18.9.1996 günü , 1475 , 2821 , 2822 ve 854 sayılı yasalarda değişiklik yapılmasına ilişkin olarak , işçi ve işveren konfederasyonlarının çağrılı olarak katılımı ile düzenlenen toplantıda , Türk-İş 158 sayılı ILO sözleşmesi ile kabul edilen işgüvencesinin , 1475 sayılı yasanın 13. maddesinde yapılacak düzenlemelerle sağlanmasına “ayrı yasal düzenleme gerekçesi ile” karşı çıkmıştır. ILO denetim organlarının 1985 yılından beri karşı çıktığı , her genel kurulda yinelenen , 1994 yılında , 1991-1992-1993-1994 eki ile ILO Uzmanlar Komitesinin tavsiye kararlarının ve sözleşmelerin uygulanması , kararları ile bir kez daha istediği 2822 sayılı yasada mevcut % 10 ve % 51 barajlarının 87 ve 98 sayılı ILO kararlarına aykırılığı nedeniyle kaldırılması taleplerine karşı çıkmış , bununla da kalmayarak barajları savunmuştur. Sayın Meral ve Sayın Kılıç imzalarını taşıyan 28.9.1996 günlü Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığına verilen Türk-İş yazısında bu barajların kalkmasının demokrasimizi kaosa sürükleyeceği gibi bir garabet bile ileri sürülebilmiştir. Artık , yurtdışında , Uluslararası Kuruluş ve Platformlarında savunamadıklarını , ülkemizde savunma kolaycılık ve ikiyüzlülüğünden kurtulma , yurtdışında bu toplantılarda söylediklerimizi ülkemizde de tüm alanlarda yaşama geçirme zamanı gelip de geçmiştir. * * * - 7-8 Şubat 1998 Gönen’de toplanan DİSK Genişletilmiş Başkanlar Kurulu toplantısına Sendikamız Genel Yönetim Kurulu Üyeleri Genel Başkan ile birlikte katıldılar. - 20-23 Nisan 1998 TÜRK-İŞ , DİSK , KESK , TMMOB ve Türk Tabipleri Birliği’nin birlikte düzenledikleri 3. Ulusal İşçi Sağlığı Kongresinde “İşçi Sağlığı ve SSK” konulu panele Genel Başkanımız Özcan Kesgeç konuşmacı olarak katılmış ve Ankara’da bulunan yönetici ve temsilcilerimiz toplantıya izleyici olarak katılmışlardır. Özcan Kesgeç paneldeki konuşmalarında SSK’nın bugünkü durumuyla ilgili bazı tespitlerde bulunmuş , siyasi iradenin SSK’yı getirdiği noktaları ortaya koymuştur. Sermayeye kredi aracı olarak yıllardır kullandırıldığını , bugün sömürülecek bir şeyi kalmayan SSK’nın ticarileştirilmek istendiğini belirterek SSK’nın 1945’deki kuruluş yasasında öngörülen yapısına kavuşturulmasının SSK için en iyi çözüm olacağını savunmuştur. - 4 -5 Mayıs 1998 İşçi Sağlığı ve İş Güvenliği Haftası nedeniyle İstanbul’da düzenlenen toplantılara İstanbul Şube Yöneticileri ve temsilcilerimiz katıldılar. - 26-27 Mayıs 1998 DİSK’in İstanbul’da düzenlediği “Sendikal Hak İhlalleri” konulu toplantıya İstanbul Şube Başkanımız ve Şube Yöneticileri katıldılar. - 29-30 Mayıs 1998 Fransız CFDT Konfederasyonu ile DİSK’in birlikte İstanbul Grand Otel Tarabya’da düzenledikleri “Demokrasi ve Toplumsal Gelişmede Sendikaların Rolü” Sempozyumuna İstanbul Şubemiz Yöneticileri ile temsilcilerimiz katılmışlardır. - 14 Haziran 1998 15 - 16 Haziran 1970 nedeniyle Genel Başkanımız Özcan Kesgeç’in yaptığı basın açıklamasına aşağıda yer verilmektedir. “TÜRKİYE’DE SENDİKAL HAREKET 15-16 HAZİRAN’IN 28. YILINDA , 15-16 HAZİRAN’IN KAZANIMLARINI KORUYAMAMIŞ OLMANIN EZİKLİĞİNİ TAŞIRKEN 15-16 HAZİRAN’I YARATANLARA LAYIK OLMA AZMİ İLE SAVAŞIMINI SÜRDÜRMEYE KARARLI OLDUĞUNU GÖSTERMEK GÖREVİ İLE KARŞI KARŞIYADIR.” DİSK / SOSYAL-İŞ Genel Başkanı Özcan Kesgeç , 15-16 Haziran 1970’in 28. yılı nedeniyle yaptığı açıklamada şunları söylemiştir. “İnsanlığın tarihi , hak ve özgürlüklerin kazanılıp , korunması için verilen savaşımlar tarihidir aynı zamanda. Bu kesitte emekçilerin alınteri , göznuru ve kanları vardır. 15-16 Haziran da bu zaman kesitlerinden birisidir. Türkiye işçi sınıfı ve sendikal hareketi , 15-16 Haziran 1970’de dar sendikal aidiyet dışında , onu aşarak , elinden alınmak istenen sendikal hak ve özgürlüklerine sahip çıkmanın demokratik savaşımını vermiştir. Sendikal hareketi “tekelci” , “tekçi” ve “belli görüşün” alanı haline getirmek , sendikalılaşmayı olanaksız kılacak kadar zorlaştirmak , sendika seçme özgürlüğünü ortadan kaldırmak , “DİSK’in çanına ot tıkamak” için yapılan yasal -ancak hukuksal olmayandüzenlemelere hayır diye haykırmanın adıdır 15-16 Haziran 1970. Bu haykırış toplumda da meşruiyet bulmuş ve hukuk dışı bu girişim yine hukukun zaferiyle , gerisin geriye gönderilmiştir. Ne acıdır ki , o gün geri teptirilen bu girişim 12 Eylül’le birlikte yaşamımıza aynı ile sokulmuştur. 12 Eylül’den bu yana 18 yıl geçmiş olmasına karşın hala tüm oluşumu ile yürürlüktedir. İşçiler o zaman gerçekleştirilemeyen sendika üyeliğini ve istifayı noterden yapma zorunluluğu ile karşı karşıyadır. Bu işlemin bugünkü parasal tutarının 3.5 milyon olduğunu söylemek bile yeterlidir. Toplu-İş Sözleşmesi yapabillme hakkını % 10 ÖNKOŞULUNA bağlayan düzenleme , 15-16 Haziran’a neden olan düzenlemeleri mumla aratacak kertede , antidemokratiktir. Sendikal örgütlülük zayıflamış , sahte rakamlar piyasayı kaplamıştır. Türkiye sendikal hareketi 15-16 Haziran’ın 28. yılında 15-16 Haziran’ın kazanımlarını koruyamamış olmanın ezikliğini taşırken , 15-16 Haziran’ı yaratanlara layık olma azmi ile savaşımını sürdürmeye kararlı olduğunu göstermek görevi ile karşı karşıyadır. Şayet “bin atlı akınlarda çocuklar gibi şendik” avuntusu ile geçmişin onurlu savaşımlarını anmak istemiyorsak , onlara layık olmak zorundayız. Bu ise uğrunda savaşım verilip kazanılanlara sahip olmak ve korumak ile olanaklıdır. Bu düşünce ve duygularla 15-16 Haziran mücadelesini verenleri saygı ile anıyor , Onlara layık olmak savaşımımızı sürdürmekte kararlılığımızı bir kez daha belirtiyorum. * * * - 17 Haziran 1998 16 Haziran 1998 günü yapılan ESK (Ekonomik Sosyal Konsey) toplantısında yapılan bir açıklama nedeniyle Genel Başkanımız Özcan Kesgeç’in yaptığı açıklamayı aşağıda yinelemekte yarar görmekteyiz. “EKONOMİK SOSYAL KONSEYDE TÜM SİGORTALI İŞÇİLERİN SENDİKALI OLMASI” KONUSUNDA MUTABAKAT SAĞLANDIĞINA İLİŞKİN AÇIKLAMA , SENDİKAL HAK VE ÖZGÜRLÜKLERİN ÖNÜNDEKİ ENGELLERİN KALDIRILMAMASI İÇİN YENİ BİR OYALAMADAN BAŞKA BİRŞEY DEĞİLDİR. DİSK / SOSYAL-İŞ Genel Başkanı Özcan KESGEÇ’in 16.06.1998 günlü ESK toplantısında mutabakata varıldığı söylenen “tüm işçilerin zorunlu sendika üyeliği” konusunda yaptığı açıklama şöyledir. “ 15-16 Haziran’ın28. yılında toplananESK’in toplantısında , tüm işçilerin sendikalı olmasını zorunlu hale getirme konusunda mutabakata varıldığı yolunda yapılan açıklamalar doğru ise, bu , Türkiye işçi sınıfı ve sendikal hareketi ile alay etmekten başka bir anlam taşımamaktadır. Şayet bu mutabakata “işçi temsilcileri” de evet demiş ise , bu da sendikal hak ve özgürlüklerin önündeki örgütlenme engellerinin devamına verilen mutabakattan başka hiçbir anlam taşıyamaz. Bu öneriyi yapanların ve mutabakata varanların Anayasanın 51. maddesini bilmedikleri düşünülemez. Anayasanın 51. maddesi ‘......... SENDİKALARA ÜYE OLMAK VE ÜYELİKTEN AYRILMAK SERBESTTİR. HİÇ KİMSE SENDİKAYA ÜYE OLMAYA , ÜYE KALMAYA , ÜYELİKTEN AYRILMAYA ZORLANAMAZ. .............. HERHANGİ BİR İŞYERİNDE ÇALIŞABİLMEK , İŞÇİ SENDİKASINA ÜYE OLMAK VEYA OLMAMAK ŞARTINA BAĞLANAMAZ.’ demektedir. ‘Zorunlu sendika üyeliğinin’ özünün tartışmasını bir yana bıraksak bile , Anayasanın bu maddesi ortadan kaldırılmadıkça , sigortalı işçinin sendikalı olması nasıl sağlanacaktır. Anayasanın bu maddesinin değiştirileceği söyleniyorsa , buna gülmekten başka bir yanıt olanağı yoktur. Türkiye’de sendikal alanın demokratikleşip güçlenmesini isteyenler samimi iseler yapılacak şey, barajları , noter şartını kaldırmak , yasa ile kabul edilmiş bulunan 158 sayılı ILO sözleşmesine uygun iş güvencesini hayata geçirmek , toplu-iş sözleşmesi yapma prosedürünü işler hale getirecek düzenlemeleri derhal yapmaktır. Bunlar , Anayasa değiştirmeye kalkmaktan daha gerçekçi ve geçerli çözüm yoludur.” * * * - 9 Temmuz 1998 Ören’de toplanan DİSK Genişletilmiş Başkanlar Kurulu toplantısına Sendikamız Genel Yönetim Kurulu üyeleri katıldılar. Üç gün süren toplantının sonuç bildirgesinde özetle “DİSK’in örgütlü toplumun yaratılması doğrultusunda bugüne kadar sürdürdüğü mücadele hattının geliştirilerek devam etmesi , bu doğrultuda hükümete ve TBMM’ndeki partilere uyarıda bulunulması kararlaştırılarak , duyarsızlığınız sürerse tüm işçi sınıfını harekete geçirecek eylemlere başlama kararının alındığı” belirtildi. - 13-15 Temmuz 1998 DİSK’in Kollektif Örgütlenme perspektifi çerçevesinde düzenlenen Şube Başkanları düzeyindeki eğitim programına İstanbul Şube Başkanımız Ali Cancı katıldı. Eğitim çalışmaları Edremit / Kalkım İliada Otel’de yapıldı. - 16-24 Eylül 1998 Konfederasyonumuz DİSK tarafından düzenlenen “Temsilci ve Kadro Eğitimleri” programına İstanbul Şubemizin tüm temsilcileri katıldılar. - 23 Eylül 1998 Konfederasyonumuzca İstanbul’da düzenlenen “Dünya’da Yaşanan Kriz ve Türkiye’ye Yansımaları” konulu tartışmalı toplantıya İstanbul Şube Yöneticileri katılmışlardır. Bu toplantıda Prof. Dr. Gülten Kazgan , Prof. Dr. Taner Berksoy , Prof. Dr. Eser Karakaş , Doç. Dr. Hayri Kozanoğlu ve Yrd. Doç. Dr. Fuat Ercan konuşmacı olarak bulunmuşlardır. - 8 Ekim 1998 Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı’nca bir yıl önce başlatılan “Çalışma Yasasının Demokratikleştirilmesi” çalışmalarının devamı çerçevesinde Bakanlık Müsteşarı Ahmet Şağar’ın başkanlığında bir toplantı düzenlendi. DİSK adına Genel Başkanımız Özcan Kesgeç’in katıldığı toplantıya Türk-İş , Hak-İş ve TİSK temsilcileri katıldılar. Toplantıda çalışma yaşamına ilişkin yasalardaki değişiklik önerilerinin hazırlanarak 4 Kasım 1998 tarihinde çalışmalara devam edilmesi kararlaştırıldı. Ne yazık ki bu çalışmalar da sonuçsuz kaldı. - 26-28 Ekim 1998 Düzenleyicileri arasında sendikamızın da yer aldığı “Türkiye Sorunlarına Çözüm Konferansı II” kapsamında Ankara DİE salonunda “Cumhuriyetin Kazanımları Konferansı” 41 sivil toplum kuruluşunun katılımıyla gerçekleşti. Sendikamız Genel Başkanı Özcan Kesgeç konferansa “Çağdaş Sosyal Güvenlik Sistemi” konulu bir bildiri sundu. Bildiri özeti aşağıda sunulmaktadır. “Her Türk Cumhuriyeti yurttaşının , sosyal güvenlik hakkı vardır. Bunu gerçekleştirmek de devletin görevidir. Anayasanın 60. maddesi ile düzenlenip , güvence altına alınmış olan bu husus ; aynı zamanda değişmez ve değiştirilmesi dahi önerilemez olan , Cumhuriyetimizin niteliklerinden birisi olan “Sosyal Devlet” in doğal gereğidir. Diğer yandan , İnsan Hakları Evrensel Bildirisi’nde de sosyal güvenlik , temel insan hakları arasında yer almış bulunmaktadır. Bir toplumu oluşturan bütün fertleri , doğumlarından ölümüne kadar bütün hayatları boyunca ilgilendiren , sosyal politikanın ulaştığı en önemli üst noktayı ifade eden sosyal güvenlik ; yurttaşları , başkalarına muhtaç olmaktan ve ihtiyaçların esiri olmaktan kurtarmaktır. Yaşam içinde , istek ve irade dışında oluşan , kişinin ve geçindirmekle yükümlü olduklarının gelir ve çalışma gücü kayıpları ile tehlike ve zararların önlenmesi , telafi ve tazmin edilmesi , sosyal güvenliğin kapsamını oluşturmaktadır. Sosyal güvenlik aynı zamanda gelir dağılımındaki adaletsizlikleri ortadan kaldırmanın da etkin araçlarından birisidir. Bu nedenlerle de , bir sosyal politika alanıdır. Teknik bir konu değildir. Bireyin tasarrufuna dayalı “sigortacılık” ile karıştırılmamalı , bu tür bir sigorta , sosyal güvenliğin yerine ikame edilmeye kalkışılmamalıdır. “Sosyal güvenlik” harcamalarını tümü ile bütçeden karşılayan ülkeler olduğu gibi , primli sistemle karşılayan veya karma model uygulayan ülkeler de vardır. Türkiye’de , sosyal güvenlik sistemimiz , bütçeden finanse edilen sosyal yardım ve sosyal hizmetler ile , primli sistemle yürütülen sosyal güvenlik kuruluşları olmak üzere karma bir modele sahiptir. Primli sisteme , devletin katkısı yoktur. Devlet katkısı olmayan ülke ise yok gibidir. Bugün nüfusumuzun %20 si hiçbir sosyal güvenlik kapsamına alınamamış durumdadır. İşsizlik sigortası , bakım sigortası gibi sigorta dalları hiç yoktur. Sosyal güvenlik sistemimiz tüm nüfusa ulaşma , olmayan sigorta kollarını uygulama , mevcut sigorta kurumlarını da etkinleştirme ve yetkinleştirme sorunları ile karşı karşıyadır. Yeni kurumsal arayışlar yerine , mevcut sistemi reforme etme , geliştirme sosyal güvenlik sistemimiz için temel politika olmalıdır. Bunun için de en başta , sosyal güvenlik kuruluşları arasında süreç içinde norm birliği sağlanarak ulusal tek bir sosyal güvenlik kuruluşu oluşması amaçlanmalıdır. SSK yeniden yapılanmalı , devlet vesayeti yerine devlet denetimi esas alınarak , sosyal tarafların yönetiminde söz ve karar sahibi olacağı demokratik bir yapıya kavuşturulmalıdır. Sosyal Sigortalara devletin bütçeden yapacağı katkı eşit ve sürekli hale getirilmelidir.” * * * - 6 Kasım 1998 DSP’nin sendika yöneticilerinin aynı zamanda milletvekili seçilebilmelerine olanak sağlayacak Anayasa değişikliği önerisi ile ilgili olarak Genel Başkanımız Özcan Kesgeç’in yaptığı basın açıklamasına aşağıda yer veriyoruz. “DSP’NİN SENDİKA YÖNETİM KURULU ÜYELERİNİN AYNI ZAMANDA MİLLETVEKİLİ SEÇİLMELERİNİ ENGELLEYEN ANAYASA DEĞİŞİKLİĞİ ÖNERİSİNİ DESTEKLİYOR , BUNA KARŞI OLANLARI KINIYORUZ.” Kamu Kurumu niteliğindeki Meslek Kuruluşları ile Sendika ve Konfederasyon Yönetim Kurulu Üyelerinin , aynı zamanda Milletvekili olmalarını engelleyen Anayasa maddesinin değiştirilmesine ilişkin DSP teklifi ile ilgili olarak , SOSYAL-İŞ Genel Başkanı Özcan KESGEÇ aşağıdaki açıklamayı yapmıştır. “Sendikamız , 1982 Anayasasının 12 Eylül’cü anlayış ve mantığı ile düzenlenmiş bulunan , antidemokratik birçok maddesinin kaldırılması için 1993 yılından beri ısrarlı bir talebin içinde bulunmaktadır. Bu düzenlemelerden birisi de Anayasanın 82. maddesinde yer almaktadır. Dünyada benzeri olmayan bir Demokrasi ayıbı ve garabet olan bu düzenleme ; Kamu Kurumu niteliğindeki Meslek Kuruluşları ve Sendika , Konfederasyon Yönetim Kurulu Üyelerinin aynı zamanda MİLLETVEKİLİ olmalarını yasaklamaktadır. Şirket ve Holdingler için öngörülmeyen bu yasak , TBMM’nde Meslek Kuruluşları ve Sendikalar gibi toplumun en örgütlü kesimlerinin temsilini engellemektedir. DSP’nin ve Onun Genel Başkanı Sayın Bülent ECEVİT ‘in bu yasağın kaldırılması için 1995 yılından bu yana sürdürmekte olduğu bu çabaları yakından izliyor ve destekliyoruz. Son olarak bu konuda DSP’nin verdiği değişiklik teklifinin Anayasa Komisyonunda DYP’si ve FP’nin engellemesi ile karşılışmış olması bizleri şaşırtmamış ancak yine de üzüntü ve tepkimize neden olmuştur. Demokrasiyi “kendileri” için lazım oldukça hatırlayan bu zihniyeti bir kez daha kamuoyunun önüne sererken , seçimlerde bunu asla unutmayacağız. TBMM’de bulunan Siyasal Partilerimizin bu yasaklar konusundaki tutum ve davranışları bizim onları değerlendirmedeki önemli ölçütlerimizden birisi olmaya devam edecektir. DSP’nin Sendika Yönetim Kurulu Üyelerinin aynı zamanda Milletvekili seçilmelerini engelleyen Anayasa Değişikliği önerisini destekliyor , buna karşı çıkanları , gereken tutum ve davranış içinde olmayanları kınıyoruz.” * * * - 27 Kasım 1998 PTT biriktirme ve Yardım Sandığı işyerinde bağıtlanan toplu-iş sözleşmesini kutlamak için işverenlikçe tüm işçilere verilen yemeğe sendikamız yöneticileri de davet edildiler. Yemek , Sendikamız Genel Başkanı Özcan Kesgeç , Haber-Sen Genel Başkanı İsmail Çınar ve PTT Biriktirme ve Yardım Sandığı Yönetim Kurulu Başkanı Süleyman Çiçek’in yaptığı birer konuşma ile başladı. - 8-9 Ocak 1999 “Türkiye’de Sendikal Hak İhlalleri” konusunda DİSK , ETUC (Avrupa İşçi Sendikaları Konfederasyonu) ve Avrupa Birliği desteği ile İstanbul Armada Hotel’de Uluslararası Sempozyum düzenlendi. Toplantıya Sendikamızdan Genel Başkan , Genel Sekreter , Genel Yönetim Kurulu Üyeleri , İstanbul ve Ankara Şube Yöneticileri ile İstanbul Şubemizden İşyeri Sendika Temsilcileri katıldılar. Genel Başkanımız , toplantıda yaptığı konuşmada ; %10 işkolu barajının Sendika kurma hakkını yokettiğini , ayrıca Türkiye’de sendikal ihlallerden öte garabet sayılabilecek yasaların bulunduğuna işaret ederek , bunlardan birinin 625 sayılı yasaya tabi Özel Eğitim Kurumları öğretmenlerine konulan sendika yasağı olduğunu belirtti. Toplantıda diğer konuşmacılarca dile getirilen önemli cümlelerden birkaçının aşağıda verilmesinde yarar görmekteyiz. SENDİKA HAKKI İNSAN HAKKIDIR. BÜTÜN HAKLAR AYNI ÖNEMDEDİR. HAKLAR ÜLKELERE GÖRE DEĞİŞMEZ VE BÖLÜNEMEZ. GERÇEK BİR SENDİKAL ÖZGÜRLÜK KADINLARIN , ÇOCUKLARIN EZİLDİĞİ BİR YERDE VAR OLAMAZ. ÖRGÜTLENME ÖZGÜRLÜĞÜ , KORKUYU AŞMAYI GETİRİR , EGEMENLER BUNU DİKKATE ALIR. ORTAK HAREKET EDEMEZSEK , SENDİKAL HAREKET KÜÇÜLÜR , İHLALLER ÇOĞALIR. TÜRKİYE’DE YASALARIN KENDİSİ , SENDİKAL HAKLARI İHLAL ETMEKTEDİR. TÜRKİYE’DE HÜKÜMETLER , SENDİKAL HAKLARI İHLAL EDEN İŞVERENLERE KARŞI TEDBİR ALMAMAKTADIR. - 29 Ocak 1999 Ankara Şubemizin kültürel etkinlikleri çerçevesinde Küçük Tiyatroda sahnelenen Nazım Hikmet’in “Yusuf ile Menofis” oyununu Sendikamızdan Genel Başkanımız , Genel Sekreterimiz ile üyelerimiz 120 adet bilet alarak eş ve çocuklarıyla birlikte izlediler. - 5 Şubat 1999 DİSK Başkanlar Kurulu toplanarak 18 Nisan 1999 Genel ve Yerel seçimlerine ilişkin çok önemli kararlar almıştır. Başkanlar Kurulunun 18 Nisan seçimlerine ilişkin görüş ve önerilerini aynen aşağıda tekrarlamakta yarar görüyoruz. (DİSK Başkanlar Kurulu Bildirisi) EMEKTEN VE DEMOKRASİDEN YANA SOL PARTİ VE ADAYLARI DESTEKLEYELİM “DİSK Başkanlar Kurulu”nun 5 Şubat Cuma günü Genel Merkez binasında yapılan toplantısında 18 Nisan 1999 , Genel ve Yerel seçimlere ilişkin görüş ve önerileri : 1) 18 Nisan 1999 tarihinde yerel ve genel seçimler birlikte yapılacak. Türkiye , şimdiden seçim atmosferine girmiş bulunuyor. Ancak , seçim ve siyasal partiler yasalarında , DİSK olarak toplumun önemli bir bölümünün de desteklediği değişiklik önerilerimizin hiçbiri gerçekleşmiş değil. Türkiye , 18 Nisan seçimlerine de , siyasal krizin önemli nedenlerinden birini oluşturan seçim ve siyasi parti yasalarıyla gidiyor. Siyasetin çok parçalı yapısı seçim sonrasında da sürecektir. Bugünkü seçim ve parti yasalarıyla gerçekleşecek seçimler adil ve demokratik olamayacaktır. Bu durumun , aylardan beri söylediğimiz gibi , bugün şikayetçi olduğumuz siyasal krizin seçim sonrasında da sürmesine yol açacağı açıktır. Dolayısıyla toplumun talep ettiği, temsilde adalet ve yönetimde istikrar sağlanamayacaktır. Bütün bu nedenlerden dolayı , seçimler Türkiye’nin birikmiş sorunlarına yeterli çözümler üretemeyecektir. Seçimler , varolan sorunları seçim sonrasına aktarmakla sınırlı kalacaktır. Bunun sonucu olarak da , Türkiye 19 Nisan sabahı yeni seçim tartışmalarıyla karşı karşıya kalacaktır. 2) Bu noktada DİSK olarak , sadece 18 Nisan’a endeksli yaklaşımların yeterli olamayacağını, soruna uzun vadeli bir perspektifle yaklaşmak gerektiğini düşünüyoruz. Türkiye’nin asıl ihtiyacı, her alanda adaletli özgür ve demokratik bir ülke olması ; Türkiye toplumunun , insan haklarının ve özgürlüklerinin güvence altında olduğu , sosyal adaletin ve hukukun üstünlüğünün tam olarak sağlandığı , eşitlik ve barışın egemen olduğu bir yaşam düzeyine kavuşmasıdır. Her düzeyde atılan adımların bu genel amaca hizmet etmesi gerekmektedir. Bu bağlamda , 18 Nisan seçimlerinin de bu hedefe giden yolda bir adım olarak değerlendirilmesi doğru olan yaklaşımdır. 3) DİSK son genel kurulunda , gerek seçim sürecinde gerekse genel olarak siyasal düzeyde solun birliğinin sağlanması ve bu doğrultuda seçimlerde sol ittifakın gerçekleşmesi için çaba göstermeyi karar altına almıştır. Bu konudaki çeşitli girişimlere DİSK azami desteği sunmuş , emekçilerin ve ezilenlerin ortak talepleri doğrultusunda ittifak yapılması çağrısını her fırsatta tekrarlamıştır. Ne yazık ki bugüne kadar bu konuda somut bir adım atılamamıştır. Türkiye demokrasisinin geleceği açısından son derece önemli olan bu konuda , bütün sol partileri kendi vicdanlarıyla başbaşa bırakıyoruz. 4) Konfederasyonumuz tüzüğü aşağıdaki görevi 4. maddesi ile belirlemiştir ; “Konfederasyonun amaç ve ilkeleriyle bu maddede sayılan görev ve yetkileri konularında siyasi partileri yönlendirmek , Konfederasyonun önerilerini benimseyen veya uygulamayı kabul eden ve diğer partilere göre Konfederasyonun görüşlerine , amaç ve ilkelerine daha yakın ve işçi sınıfı ile emekçi halkın çıkarlarını korumada daha yararlı politikaları savunan , uygulayan partiler ile organik bağ kurmamak kaydıyla ilişkileri geliştirmek , bu partilerin ülke yönetimi ve yerel yönetimlerde iktidara gelerek programlarını uygulayabilmeleri için çaba harcamak , gerektiğinde politikaları ve uygulamaları Konfederasyon amaç , ilke ve görevleriyle uyuşmayan partilere karşı tavır almak , karşı kampanyalar örgütlemek.” Bu maddenin yüklediği görev ve çerçevesi ve ilkeleri doğrultusunda , Tüzüğümüzün 3. maddesinde belirtildiği gibi ; Toplumcu , çoğulcu , katılımcı ve özgürlükçü temellere dayalı gerçek demokrasi ortamında işçi sınıfı ve emekçi halka yönelik her türlü sömürü ve baskıyı ortadan kaldırmayı , Tüm uluslararası antlaşmalar , sözleşmeler ve Uluslararası Çalışma Örgütü kararlarına dayalı sendikal hak ve özgürlükleri eksiksiz yaşama geçirmeyi , geliştirmeyi , çalışma ve yaşama koşullarını uygar ve çağdaş bir düzeye ulaştırmayı , Faşizme , cuntacılığa , oligarşiye , baskıya , zulme ve işkenceci tüm rejim ve dikta yönetimlerine karşı durmayı , Laik , Demokratik Cumhuriyeti , gerçek ve çağdışı içeriği ile savunmayı , Anayasa’yı 12 Eylül’ün antidemokratik ve yasakçı , tekçi anlayışından kurtarmayı , Sürmekte olan Kürt Sorunu’nu sadece askeri yöntemlerle çözmeyi değil , etnik kökeni ne olursa olsun tüm yurttaşların gönüllü birlikteliğini gerçekleştirecek yaklaşımlarla çözmeyi , bu çatışma ortamından yararlanmaya çalışan her türlü ırkçı anlayışa karşı koymayı , Çeteleri ve devlet içindeki uzantıları ile mücadele etmeyi , Siyasal islamcı ve şoven milliyetçi anlayışlara karşı durmayı , Genel affı içinde bulunduğumuz koşullarda toplumsal bir zorunluluk olarak gören , Düşünceyi açıklama ve örgütlenme özgürlüğünü eksiksiz sağlamayı , Yerel yönetimlerin demokratikleştirilmesini , “Sosyal Devlet” anlayışını benimseyip savunmayı , Sosyal güvenliği , temel insan hakkı olarak görmeyi ve ticarileştirilmesine olanak tanımamayı, Özelleştirme girişimlerine ve bu ortamda “Yeni Dünya Düzeni” dayatmalarına karşı koymayı temel anlayış olarak kabul eden , Demokrasi , örgütlü toplum , insan hakları , sosyal adalet , eşitlik , özgürlük ve barış ideallerinin ödünsüz savunuculuğunu yapabilecek ; Gücünü esas olarak temsil ettiği kitleden ve halktan alan ve bunun gereğini yerine getirebilecek; Toplumun ortak ve genel taleplerini siyasal alana yansıtabilecek ; İşçi sınıfı ve emekçi halkın çıkarlarından yana partilerin parlamentoya , sol adayların yerel yönetimlere girmesi için mücadele edeceğiz. Bu partilerin sol adayların seçim sürecinde savunduğu görüşleri seçim sonrasında da savunmaya devam etmesi , asıl başarının seçim sonrasında ortaya konacak performansta yattığı açıktır. Bu nedenle DİSK olarak , seçilen adayların çalışmalarının takipçisi olacağız. 5) Özellikle yerel yönetim seçimlerinde , Türkiye’nin önemli kentlerinin bundan önceki seçimlerde olduğu gibi emek ve demokrasi karşıtı adaylara terkedilmemesi için , sol partileri sorumlu davranmaya , ortak adaylar çıkarma doğrultusunda çaba göstermeye devam ediyoruz. Türkiye’nin bir beş yılını daha “sanatın içine tüküren” belediye başkanlarıyla geçirmeye tahammülü olmadığına inanıyoruz. 6) DİSK adı yolsuzluğa , çetelere , çağdışı ve antidemokratik akımlara bulaşmış , çalışmalarıyla ve düşünceleriyle emeğin ve demokrasinin karşısında yer alan parti ve adayların desteklenmemesi/seçilmemesi gerektiğini düşünmektedir. DİSK olarak kamuoyunu bu olumsuz nitelikleriyle öne çıkan parti ve adaylara oy vermemeye çağırıyoruz. 7) DİSK , siyasetin sadece seçimler , partiler ya da parlamentoyla sınırlı bir olgu olmadığına, siyasetin yaşamın her alanında da yapılması gerektiğine inanmaktadır. Bu noktada , toplumun örgütlü kesimleri , sendikalar , demokratik kitle örgütleri vb.toplumsal düzeyde gerçekleşen siyasetin ayrılmaz parçalarıdır. DİSK , siyasal mücadeleyi sürdürmeye , toplumsal muhalefet görevini yerine getirmeye , işçi sınıfının ve emekçilerin talepleri için emek ve demokrasi güçlerinin birliği için çaba harcamaya ve bu yolla parlamento ve partiler düzeyindeki siyaset üzerinde baskı gücünü sonuna kadar kullanmaya devam edecektir. Bu genel yaklaşımlar ışığında , 18 Nisan seçimlerinde DİSK olarak tüm emekçileri yukarıdaki düşünceleri benimseyen ve paylaşan partilere oy vermeye çağırıyoruz.” * * * - 29 Mart 1999 Ankara Şubemiz yönetici , temsilci ve üyeleri 205 bilet alarak “Özgürlük Oyunu” isimli tiyatro eserini hep birlikte izlediler. Altındağ Tiyatrosunda sahnelenen oyunun yazarının Sosyal-İş’in eski üyesi olması , ayrıca gurur kaynağımız olmuştur. - 20 Mart 1999 Sendikamız ile Ankara Enstitüsü Vakfı’nın “Kadının İnsan Hakları ve Yurttaşlık Eğitim Projesi” çerçevesinde birlikte düzenledikleri eğitim programının birinci aşaması başlatılmış ve programa , işyerlerinden 12 bayan üyemiz katılmıştır. Bu projenin temel amaçları şunlardır ; 1) Karar alma sürecinde kadınların daha çok yer almalarının önemi . 2) Kadınların merkezi ve yerel yönetimlerde görev almalarını özendirmek. 3) Kadınların siyasal ve kamusal yaşama kent ve ülke ölçeğinde daha çok katılmalarını sağlamak. 4) Merkezi ve yerel yönetimleri ve siyasal partileri , kadınların karar alma süreçlerine katılmalarına yönelik eşitlikçi yöntemler geliştirmeleri için özendirmek. 5) Katılanları insan hakları ve yurttaşlık konularında gerekli bilgilerle donatmak. Eğitim programının daha sonraki tarihlerde gerçekleştirilen 2. aşamasında aşağıdaki konularda çalışılmıştır. 1) İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi ve Kadının İnsan Hakları. 2) Çalışma Hukuku. 3) Sendikalı Kadın Kimliği. 4) Kadına Yönelik Şiddet Karşısında Hukuksal Yollar. 5) Örgütlenme ve Kadın. Kadın üyelerimize yönelik Eğitim çalışmalarımızın 1. aşamasına PTT Biriktirme ve Yardım Sandığı , Ankara Tabip Odası ve Tek Vakfı işyerlerinden toplanan 12 bayan üyemiz katıldı. - 5 Mayıs 1999 İşçi Sağlığı ve İş Güvenliği Haftası nedeniyle Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı tarafından düzenlenen “İşçi Sağlığı ve Güvenliğinin Yeniden Yapılanması” konulu paneli Ankara Şubemiz temsilci ve üyeleri izlemişlerdir. - 14-15 Mayıs 1999 Galatasaray Üniversitesi ile İstanbul Barosu tarafından İş Hukuku Sorunları ve Çözüm Önerileri Toplantıları çerçevesinde İstanbul’da düzenlenen “Türkiye’de Sendikal Örgütlenme , Uluslararası Dayanakları , Uygulaması ve Sorunları” konulu toplantıya İstanbul Şubemizin Yöneticileri ve tüm işyeri temsilcileri katılmışlardır. - 24-25 Mayıs 1999 ETUC , DİSK , KESK , TÜRK-İŞ ve HAK-İŞ’in birlikte Ankara’da gerçekleştirdikleri “Sendikalar ve Türkiye-Avrupa Birliği ilişkileri” konulu toplantıyı sendikamızın merkez yöneticileri , Ankara Şube yönetici ve temsilcileri izlemişlerdir. - 15 Haziran 1999 DİSK tarafından düzenlenen 15-16 Haziran’a ilişkin panele İstanbul Şubemiz yönetici ve temsilcileri katıldılar. “Uluslararası Sermayenin Politikaları ve Sendikal Hareket” konulu panele Prof. Dr. Türkel Minibaş ve Prof. Dr. İzettin Önder konuşmacı olarak katıldılar. - 29 Haziran 1999 Sosyal güvenliğimizi yok etmek isteyenlerce yapılmak istenen sözde “Sosyal Güvenlik Reformu” ile neyin amaçlandığına ilişkin Genel Başkanımız Özcan Kesgeç’in basın açıklamasını aşağıda aynen yineliyoruz. “GSMH (MİLLİ GELİRDEN) DAN SOSYAL GÜVENLİĞE KATKIYI “BÜTÇE AÇIĞI” OLARAK NİTELENDİREN ANLAYIŞ , SOSYAL DEVLETE REDDİYEDİR!” “Ülkemizde “Sosyal Güvenlik Reformu” yapıyoruz diyerek , bunu emeklilik yaşının yükseltilmesine ve prim ödeme gün sayısını yükseltmeye indirgeyen ve adeta emekli olmayı yasaklamak isteyenler , başka amaçlar peşindedirler. Türkiye’de bir “Sosyal Güvenlik Reformu” gereklidir. Ancak yapılmak istenen “reform” değil , sosyal güvenliği , sosyal güvenlik olmaktan çıkartarak , bu alanı da “bırakınız yapsınlar , bırakınız geçsinler” anlayışının zalim ve gaddar ellerine bırakmanın yolunu açmaktır. 1) Sosyal güvenliğe Devlet katkısı yani , ulusun ortak havuzu hazineden katkıda bulunmak , OLMAZSA OLMAZ KOŞULDUR. Bunun adı KATKI’dır. Açık değildir. Bu iki anlayışta olanların saf tutmaları gerekmektedir. Türkiye’de 1993 yılına kadar , SSK’ya hazineden “metelik” katkı yoktur. Oysa SSK’dan milyarlarca dolar götürme vardır. 2) Evet , Ülkemizde kuramsal olarak 38 ve 43 yaşında emekli olunabilir. Ancak bunun fiilen geçerliliği yoktur. Ortalama emeklilik yaşı fiilen 57’dir. 3) Ülkemizde var olan 5 bin gün prim ödeme gün sayısı , Avrupa normlarındadır. Bunu 7 veya 9 bin güne çıkarmak , emekliliği yasaklamak ile eşanlamlıdır. Avrupa örneğini ileri sürenler 9 bin gün prim ödeme gün sayısı olan ülke ve ülkelerin adını da vermelidir. 4) Emeklilikte bir yaş olmalıdır. Bu yaş ülkemiz gerçeğinde 50-55 dir. Esasen yaş yükseltmenin SSK’ya dahi somut yansıması en az 10 yıllık süreç işidir. 5) Avrupa Birliği’nde , Devletin Milli Gelirden Sosyal Güvenliğe katkısı %9 ila %33 arasındadır. Türkiye’de AÇIK diye ilan edilen %3’de içinde olmak üzere bu %5’dir. Katkının %10 olması halinde dahi katkının 7-8 katrilyon olması gerekmektedir ki , bir kaşık suda fırtına koparanlar bunu da görmezden gelmektedirler. 6) 506 Sayılı Sosyal Sigortalar Yasasında , ne denli iyi düzenlemeler yapılırsa yapılsın , tek başına anlamlı olmayacaktır. Zira bu yasayı uygulayacak olan kurum yani SSK Örgütü ulaştırıldığı bugünkü yasal yapısı ile “mefluç” olmuştur. SSK’nın yeniden düzenlenmesi 1945’teki kurulduğu zamandaki anlayış ve ruha kavuşturulması gereklidir. Yani gerçekten özerk ve özel hukuk hükümlerine tabi bir kuruluş olmalıdır. Devlet vesayetinden kurtulmuş , her yanı ve yönü ile Devlet denetimine tabi kılınmalıdır. Devletin sürekli ve düzenli prim katkısı ile donanmalıdır. Bunlar yapılmadan REFORMDAN söz edilemez. Gayri Safi Milli Hasıladan -Milli Gelirden-Sosyal güvenliğe katkıyı “bütçe açığı” olarak niteleyen anlayış , sosyal güvenliğe reddiyedir ! ” * * * - 17 Ağustos 1999 ve 12 Kasım 1999 (Deprem) Keşke tarih bu günleri unutsaydı , keşke zaman bu günleri unutturabilseydi. Deprem bir doğa olayı. Palto giymeye neden olan kar kadar beyaz bir doğa olayı. Depremin sonunu karartan, insan. Gözü para hırsı ile dönmüş , sömüren , ezen , soyan , çalan insan. Ve buna tüm olanaklarını sunan sistem , kapitalist sistem. Şimdiki adıyla yeni dünya düzeni. Marmara’da meydana gelen depremle ilgili olarak Genel Yönetim Kurulumuzun basın açıklamasını aynen yineliyoruz. “17.08.1999 günü saat 03.00 sularında meydana gelen İzmit merkezli ve Marmara Bölgesinde büyük hasara yol açan deprem , derin üzüntü yaratmış bulunmaktadır. “Deprem insanı öldürmez . İnsanları depremde evler öldürür.” gerçeğinin bir kez daha ne yazık ki Ülkemizde doğrulanmış olmasından üzüntü duyuyoruz. Bu konuda yıllardır söylenenlere kulak tıkayanları , sorumlulukları yerine getirmeyenleri bir kez daha kınıyor , depremde yaşamını yitirenlere rahmet dilemekle sorumluların kurtulmaması gerektiğini hatırlatıyor , yakınlarını kaybeden yurttaşlarımıza başsağlığı diliyoruz. Depremde açılan yaraların bir an önce sarılmasının toplumumuzun her kesiminin ortak istemi olduğuna inanıyoruz. Ancak sosyal devlet anlayışı ile sarılabilecek böylesine yaraların , insanlığın sosyal devlete zorunluluğunu bir kez daha gözler önüne sermesine karşın görmeyenleri uyarıyoruz.” * * * - 15-17 Eylül 1999 WHO (Dünya Sağlık Örgütü) ve ILO (UÇÖ - Uluslararası Çalışma Örgütü) işbirliği ile Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı tarafından , Ankara’da düzenlenen “Endüstride ve Diğer İşyerlerinde Sağlık , Çevre ve Güvenlik Yönetiminin Geliştirilmesi” konulu seminere Genel Sekreterimiz katılmıştır. - 20 Eylül 1999 Düzenleyicileri arasında sendikamızın da yeraldığı “Türkiye Sorunlarına Çözüm Konferansı III” ün Düzenleyici Kuruluşların Temsilcileri olarak Sayın Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel ziyaret edildi. Ziyarete Sendikamız adına Genel Başkan Özcan Kesgeç ile Genel Sekreter Tamer Atış katıldılar. 23 Kasım 1999 TEB Türk Eczacıları Birliği işyerinde bağıtladığımız toplu-iş sözleşmesini kutlamak üzere üyelerimiz yemek verdi. Sendikamız yöneticileri ve personelimizin de davet edildiği yemeğin lezzeti , örgütlü olmanın sonuçlarının alınmasının yarattığı sevinç ile bir kez daha arttı. * * *FOTOĞRAF * * * - 25 Eylül 1999 Sendikamız Genel Temsilciler Kurulu Ankara’da Keykan Otel’de toplandı. İşyerlerindeki sorunların tartışıldığı toplantıdan sonra yapılan eğitim çalışmalarında , işyerlerinde TİS uygulamasında karşılaşılan sorunlar ve çözümleri ; Yeni TİS’lerde izlenecek istemler ; Sendikamızın Örgütlenme Perspektifi konularında tartışmalı eğitim çalışması yapılmıştır. Ayrıca Siyasal Bilgiler Fakültesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Alparslan Işıklı “Küreselleşme , Yeni Dünya Düzeni Kavramları ve Sendikaların Bunlar Karşısında Konumu” konulu bir sunuş yapmış ve bunun üzerinde tartışılmıştır. * * * FOTOĞRAF* * * - 24 Kasım 1999 Öğretmenler Günü olarak kutlanan “bu gün” için Genel Başkan Özcan Kesgeç’in basın açıklamasını aynen yinelemekte yarar görüyoruz. “ÖĞRETMENLERİMİZ , ÖZELLİKLE DE ÖZEL OKUL VE ÖĞRETMENLERİ , ÖĞRETMENLER GÜNÜNÜZ KUTLU OLSUN !” DERSANE Bugün 24 Kasım 1999. Ülkemiz öğretmenlerinin yirminci yüzyıldaki son öğretmenler günü. Bugün onların övülme günü. Başımızın tacı , her derdimizin ilacı olduklarını belirtme günü. Bunları belirtme görevi de doğal olarak etkili ve yetkili yöneticilerimize ait. Emeği ile geçinen , üretip çoğaltan , yaşamı sağlayan halkın katrilyonlarının sömürücülere hortumlandığı bir düzende , öğretmenlerin yoksulluk sınırının altındaki yaşama vatanseverliğini ve faziletini gösterdiklerini haykırmak , elbette o yöneticilerimizin hakkı olmaktadır. Öğretmenlere ve de tüm çalışanlara 2000 yılı için reva gördükleri %15’lik ücret zammını , avantacıların-rantiyecilerin “hakkından” keserek , ne de fedakarlıklarla yaptıklarını , başka kimin anlatmaya hakkı vardır ? Etiniz , tırnağınız ile aldığınız sendikal örgütlülüğünüzü , çağcıl grevli , toplu sözleşmeli yasal bir çerçeveye oturtma savaşımınızı , böylesine kutsal bir günde dile getirmenize “canım ne gerek var , biz sizleri seviyoruz” diyerek günün mana ve ehemmiyetine uygun davranmak onlardan başka kimin hakkı olabilir ? Ulusal , laik , demokratik eğitim çabanıza , eğitim birliği savaşımınıza , mesleki yetkinlik uğraşınıza , eğitimin en temel insan hakkı olduğunun kökleşmesi için dirençli duruşunuza , izninizle sizlere “küreselleşme “ ve “globalleşme” dersleri vererek bu gününüzü daha da anlamlı kılacaklardır. Sayıları yüzbinleri aşan özel okul ve dersane öğretmenlerini adam yerine saymadıklarını , tümüyle özelleştirilmiş eğitim araçlarının da buna uygun olduğunu tabi ki söylemeyeceklerdir. Uluslararası Çalışma Örgütüne , 2821 Sayılı Sendikalar Yasasındaki , 625 Sayılı Yasaya tabi öğretmenler için konulmuş bulunan sendikaya üye olma yasağını kaldırarak , nasıl “demokratikleştiklerini” böbürlenerek yazıp anlatırken , 625 sayılı yasada bu yasağı bütün uyarılara karşın koruma ikiyüzlülüklerini sürdürmeye devam edeceklerdir. Bu güzel ve özel gününüzde daha neler sayayım sevgili öğretmenlerimiz. Hepinizin , özellikle de özel okul ve dersane öğretmenlerinin “öğretmenler günü” kutlu olsun. * * * - 21 Ocak 2000 DİSK’in İstanbul’da düzenlediği “Ülkemizin AB Adaylığında Uyum Sürecinin Çalışma İlişkilerine Etkisi” konulu toplantıya İstanbul Şubemiz Yöneticileri ve tüm temsilcilerimiz katılmışlardır. Bu toplantıda Prof. Dr. Bakır Çağlar , Prof. Dr. Taner Berksoy ve Prof. Dr. Kuvvet Lordoğlu konuşmacı olarak bulunmuşlardır. - 16-18 Şubat 2000 DİSK tarafından düzenlenen kuruluşunun 33. yılını kutlama çerçevesinde düzenlenen Temsilciler Kurulu Toplantıları “Küreselleşme Sürecinde Türkiye ve Sendikal Hareket” gündemi ile toplandı. İstanbul Anadolu Yakası Temsilciler Kurulu’na Temsilcimiz Satılmış Kelel katıldı. İstanbul Topkapı - Beyoğlu Temsilciler Kurulu’na İstanbul Şube Başkanı Ali Cancı , Şube Sekreteri Şahsuvar Tarla ile İşyeri Temsilcilerimizden Cafer Çelik , Turgay İnal , İlyas Battal , Recai Sakarya katıldılar. - 23-24 Mart 2000 DİSK Genşletilmiş Başkanlar Kurulu toplandı. Türkiye’nin Yönelimleri ve İzlenecek Politikalar; Emek Platformu ve Diğer Konfederasyonlarla İlişkiler ; İşveren Örgütleri ile İlişkiler; Uluslararası İlişkiler ve Yeniden Yapılanma ve Sendikalarımızın Görevleri konuları ile DİSK Genel Kurulu hazırlıkları ve DİSK’in daha etkin bir hale getirilmesine ilişkin görüşmeler yapıldı. - 28 Mart 2000 Sendikamız ile aynı işkolunda kurulu bağımsız Bil-İş (Bilgi İşlem İşçileri) Sendikası’nın düzenlediği “% 10 Barajının Sendikalılaşma Üzerine Etkileri ve Uluslararası Boyutu” konulu sempozyuma Genel Başkanımız Özcan Kesgeç DİSK adına konuşmacı olarak katıldı. 1968 yılında kurulmuş (32 yaşında) bir sendikanın , ülkemizde yürürlükteki yasalar nedeniyle toplu-iş sözleşmesi bağıtlayamamasının adeta isyanı sonucu düzenlenen paneli , Sendikamız Merkez Yöneticileri ile Ankara Şube yönetici , temsilci ve üyeleri izlemişlerdir. Panel , yeniden faaliyete başladığımız 1992 yılından buyana duyurmaya çalıştığımız bu antidemokratik durumun bir kez daha bilen ve bilmeyenlere duyurulması bakımından çok yararlı olmuştur. MALİ RAPOR (01.06.1997 - 31.03.2000) Genel Kurulumuzun Değerli Delegeleri ; Sendikamız Mali İşleri ; Sendikalar Yasası ve bu Yasalar çerçevesinde çıkartılmış tüzük , yönetmelik ve Sendikamız anatüzük , bütçe ve Genel Kurul Kararları doğrultusunda yürütülmüştür. Son derece kısıtlı olan gelirlerimiz içinde giderlerde azami tasarrufa özen gösterilmiş , bir önceki bütçede öngörülen Profesyonel Yönetici ve personel sayısının çok altında bir kadro ile işler yürütülmüştür. Gelirlerin öngörülen hedeflere ulaşamaması (Bunda başlıca neden Raporumuzun idari bölümünde anlatıldığı gibi işkolu barajını aşmamızdaki yasal engellerdir). Bütçe gelir-gider realizesi sağlanamamıştır. Sendikamız yine bu dönem içerisinde 5 kez denetlenmiş olup Yönetim Kurulumuza verilen raporla bu kitap içerisinde bilgilerinize sunulmuştur. Değerli Delegeler 01.06.1997 - 31.03.2000 tarihlerini kapsayan Gelir-Gider tabloları ve Bilanço düzenlenerek ekteki açıklamalar bilgilerinize sunulmuştur. 31.12.1997 Tarihli BİLANÇO AKTİF KASA HESABI 120.311.691 BANKALAR 1.008.795.167 AVANSLAR 123.593.695 ÇEŞİTLİ ALACAKLAR 4.388.000 DEMİRBAŞLAR 162.118.327 SABİT DEĞERLER 303.534.614 BİRLEŞİK GELİR HESABI AKTİFLER TOPLAMI - 1.459.068.269 263.673.225 PASİF ÇEŞİTLİ BORÇLAR EMANETLER BİLANÇO DEVİR HESABI 2.206.830.562 57.712.145 532.799.611 PASİFLER TOPLAMI 2.797.342.318 FARK 2.533.669.093 PASİFLER TOPLAMI 263.673.225 (31.12.1997 Tarihi İtibariyle) GELİR - GİDER TABLOSU Hesap İsmi Personel Ücretleri Personel Kıdem Tazminatı Gen.Mrk.Yönetici Ücretleri Hizmet Ödeneği Gen.Mrk.Yönt.Hakkı Huz. Gen.Mrk. Yollukları Şube Yönetici Yollukları Yönetici Hizmet Ödeneği Kırtasiye Haberleşme Mahkeme Noter Gen.Mrk. Genel Kurulu Şube Genel Kurulu Basın-Yayın (Gazete) Kiralar Isıtma,Aydınlatma,Tem.,Su,Aidat Bina,Oto vs. Vergi Oto Tamir Bakım Oto Akaryakıt İkram Temsil Ulaşım Sigorta Primi Vergi Basın-İlan Taşınır Taşınmaz Malz.Onarımı Diğer Faiz Eğitim Fonu DİSK Etkinlik Eğitim (Dergi-Gazete) Aidat Geliri Banka Faizi Mal Sat.Elde Edilen TOPLAM Gelir Gider Farkı TOPLAM Giderler Toplamı 53.165.970 112.375.200 417.854.910 269.758.165 400.000.000 125.224.000 42.200.000 21.460.102 25.281.648 208.065.300 49.816.000 81.133.720 358.986.715 77.015.155 6.000.000 357.000.000 60.051.750 5.700.000 335.675.000 334.986.000 32.451.500 31.000.000 24.080.000 87.725.283 3.829.009 50.000.000 2.300.000 17.015.000 48.575.700 3.000.000 77.000.000 65.965.000 3.784.691.127 3.784.691.127 Gelirler Toplamı 1.228.521.061 829.401.751 13.000.000 2.070.922.812 1.713.768.315 3.784.691.127 31.12.1997 Tarihli KESİN MİZAN HESAP ADI BORÇ ALACAK BAKİYE BORÇ Kasa Hesabı 4.811.691.119 4.691.379.428 120.311.691 Bankalar 5.213.253.411 4.204.458.244 1.008.795.167 Avanslar 504.014.230 380.420.535 123.593.695 Çeşitli Alacaklar Çeşitli Borçlar 4.388.000 BAKİYE ALACAK 4.388.000 1.313.064.726 3.519.895.288 2.206.830.562 Emanetler 197.326.798 255.038.943 57.712.145 Demirbaşlar 175.118.327 13.000.000 Sabit Değerler 303.534.614 303.534.614 Gelirler 2.070.922.812 2.070.922.812 Giderler 3.784.691.127 3.784.691.127 Yatırım Giderleri Cari Yıl Gel-Gid.Hes. 36.941.100 36.941.100 2.496.727.993 2.496.727.993 Bir.Gel.Hesabı Bilanço Devir Hesabı TOPLAM 162.118.327 1.459.068.269 1.459.068.269 3.797.691.127 4.330.490.738 532.799.611 24.709.365.384 24.709.365.284 4.256.410.587 4.256.410.587 31.12.1998 Tarihli BİLANÇO AKTİF KASA HESABI 35.721.943 BANKALAR 1.701.319.135 AVANSLAR 119.953.322 ÇEŞİTLİ ALACAKLAR 4.388.000 DEMİRBAŞLAR 607.265.230 SABİT DEĞERLER 303.534.614 AKTİFLER TOPLAMI 2.772.182.244 PASİF ÇEŞİTLİ BORÇLAR EMANETLER BİRİKMİŞ GELİRLER HESABI BİLANÇO DEVİR HESABI 1.000.000.000 553.022.324 3.110.378.481 532.799.611 PASİFLER TOPLAMI 5.196.200.416 FARK 2.424.018.172 PASİFLER TOPLAMI 2.772.182.244 (31.12.1998 Tarihi İtibariyle) GELİR - GİDER TABLOSU Hesap İsmi Personel Ücretleri Personel İkramiye Gen.Mrk.Yönetici Ücretleri Gen.Mrk.Yönt.Hakkı Huz. Şube Yönetici Ücretleri Gn.Mrk.Yönetici İkramiyeleri Şube Yönetici İkramiyeleri Gn.Mrk.Yönetici Yollukları Şube Yönetici Yollukları Konaklama Kırtasiye Haberleşme Mahkeme Noter Kiralar Isıtma,Aydınlatma,Tem.,Su,Aidat Oto Tamir Bakım Oto Akaryakıt Ulaşım Vergi Malların Bakım Onarımı İkram Temsil Eğitim Fonu Malların Sigortası Sigorta Primi Diğer Örgütlenme Arabulucu DİSK Aidat Eğitim (Dergi-Gazete) Seminer , Konferans Film , Fotoğraf DİSK Katılım Aidat Geliri Banka Faizi Diğer TOPLAM Gelir Gider Farkı TOPLAM Giderler Toplamı 1.173.961.617 361.936.460 3.017.491.243 720.000.000 1.237.199.788 842.804.174 371.963.556 815.740.000 345.261.338 106.859.750 227.175.500 1.072.413.296 59.018.000 111.753.360 1.234.346.000 438.282.391 332.835.149 875.568.000 180.400.000 79.677.815 110.980.000 384.601.393 53.500.000 10.500.000 68.261.000 1.616.592.982 1.482.776.000 650.000.000 267.510.000 437.652.000 565.290.000 138.620.800 16.662.500 25.000.000 19.432.634.112 1.651.310.212 21.083.944.324 Gelirler Toplamı 20.681.425.218 383.416.828 19.102.278 21.083.944.324 21.083.944.324 31.12.1998 Tarihli KESİN MİZAN HESAP ADI BORÇ ALACAK BAKİYE BORÇ Kasa Hesabı 20.109.589.112 20.073.867.169 35.721.943 Bankalar 50.357.664.570 48.656.345.435 1.701.319.135 Avanslar 893.093.695 773.140.373 119.953.322 Çeşitli Alacaklar 4.388.000 BAKİYE ALACAK 4.388.000 Çeşitli Borçlar 1.726.834.562 2.726.834.562 1.000.000.000 Emanetler 1.291.322.654 1.844.344.978 553.022.324 Demirbaşlar 628.118.327 20.853.097 Sabit Değerler 303.534.614 303.534.614 Gelirler 21.083.944.324 21.083.944.324 Giderler 19.432.634.112 19.432.634.112 Yatırım Giderleri Cari Yıl Gel-Gid.Hes. 36.941.100 23.471.021.396 Bir.Gel.Hesabı Bilanço Devir Hesabı TOPLAM 139.339.086.466 607.265.230 36.941.100 21.083.944.324 2.387.077.072 3.110.378.481 3.110.378.481 532.799.611 532.799.611 139.339.086.466 5.196.200.416 5.196.200.416 31.12.1999 Tarihli BİLANÇO AKTİF KASA HESABI 26.448.029 BANKALAR 18.345.260.627 AVANSLAR 571.219.974 ÇEŞİTLİ ALACAKLAR DEMİRBAŞLAR 54.388.000 1.645.915.230 SABİT DEĞERLER 30.862.385.000 BİRİKMİŞ GELİRLER HESABI 40.415.900.173 AKTİFLER TOPLAMI 91.921.517.033 PASİF ÇEŞİTLİ BORÇLAR 7.306.532.708 EMANETLER 2.564.024.059 BİLANÇO DEVİR HESABI 82.050.960.266 PASİFLER TOPLAMI 91.921.517.033 FARK PASİFLER TOPLAMI 91.921.517.033 31.12.1999 TARİHLİ BİLANÇO AÇIKLAMASI KASA HESABI : Günlük ihtiyaçların karşılanabilmesi için kasada bulunan miktardır. BANKALAR : Bilançomuzun Aktifinde görülen 18.345.260.627 TL ; - T.C. Ziraat Bankası Vadeli hesapta 11.000.000.000 - T.C. Ziraat Bankası Vadeli hesapta 7.000.000.000 - T.C. Ziraat Bankası Vadesiz hesapta - T. Halk Bankası Necatibey Şubesi 345.265.204 4.423 olmak üzere 4 hesapta toplanmıştır. AVANSLAR : Bilançomuzun Aktif bölümünde görülen bu hesap ; - 38.980.072 TL’si Antalya Şube - 122.115.245 TL’si İzmir Şube - 29.693.207 TL’si İstanbul Şube - 17.441b800 TL’si Ankara Şube - 25.989.650 TL’si Eskişehir Şube Avans olarak Şubelerde ( 234.219.974 TL. ) - 30.000.000 TL. Özcan Kesgeç - 25.000.000 TL. Tamer Atış - 25.000.000 TL. Metin Bapir - 20.000.000 TL. Av. Erşen Sansal - 40.000.000 TL. Av. Ethem Sel - 25.000.000 TL. Av. Nezahat Gündoğmuş - 22.000.000 TL. Av. Boran Çiçekli - 130.000.000 TL. Av. Vedat Baranoğlu - 20.000.000 TL. Derya Taşkıran olmak üzere toplam 337.000.000 TL. iş takip avansları olarak şahıslar üzerinde bulunmaktadır. ÇEŞİTLİ ALACAKLAR : Bu hesapta görülen toplam 54.388.000 TL’nin dağılımı ise şöyledir. - Ank. Elkt. Kur. 360.000 TL. - Esk. Elkt. Kur. 150.000 TL. - Esk. Su Kur. 182.000 TL. - İst. Şube Büro 2.500.000 TL. - İpregaz 1.250.000 TL. - İzmir Şube Mal. Sah. 50.000.000 TL. DEMİRBAŞLAR : Bilançomuzun Aktifinde yer alan 1.645.915.230 TL Genel Merkez ve Şubeler kullanımındaki kıymetler oluşturmaktadır. Dağılımı ise şöyledir. - Genel Merkez Demirbaşları 1.336.258.030 TL. - Şubeler 309.657.200 TL. .. Antalya Şube 25.882.400 TL. .. İzmir Şube 19.459.000 TL. .. İstanbul Şube 253.211.800 TL. .. Eskişehir Şube 11.104.000 TL. SABİT DEĞERLER : Bilançomuzun Aktifinde yer alan Sabit Değerler ; - Renault Laguna 13.427.069.375 TL. - Renault Eur. 19 6.501.633.375 TL. - Renault Eur. 19 6.501.633.375 TL. - Renault Brodway 4.351.048.875 TL - Esk. Şube Bürosu 81.000.000 TL. olmak üzere binek otomobiller ve Eskişehir Şubemiz kullanımındaki büro dan oluşmaktadır. Birikmiş Gelirler Hesabı : 40.415.900.172 TL Gelir-Gider arasındaki oluşan farktır. ÇEŞİTLİ BORÇLAR : Bilançomuzun Pasifinde görülen 7.306.532.708 TL Sendikamız otoları için Vakıflar Bankasına edinilen borcun bakiyesi olarak 7.301.540.708 TL ; Oyak Kaskoya da 4.992.000 TL olan borçtur. EMANETLER : Bu hesapta bulunan 2.564.024.059 TL Aralık ayı ücretlerden yapılan yasal kesintilerden ödenecek SSK Primi işçi hissesi , Gelir Vergisi , Damga Vergisi (Sendikamızın bunların dışında hiçbir kuruma borcu bulunmamaktadır). Tek Vakfı işçilerinin dava yolu ile alınan kıdem-ihbar tazminatlarından henüz Sendikamıza gelipde tahsilatta bulunmayanların alacağı , İşten çıkarılan bir personelimize ait kıdem tazminatı alacağı , Ankara Şube Başkanımızın Anatüzük gereği alacağı hizmet ödeneğinden oluşmaktadır. (31.12.1999 Tarihi İtibariyle) GELİR - GİDER TABLOSU Hesap İsmi Personel Ücretleri Personel İkramiye Sosyal Yardım Kıdem Tazminatı Personel Yollukları Gen.Mrk.Yönetici Ücretleri Şube Yönetici Ücretleri Gn.Mrk.Yönetici İkramiyeleri Şube Yönetici İkramiyeleri Şube Yön. Hiz. Ödenekleri Gn.Mrk.Yönetici Yollukları Şube Yönetici Yollukları Konaklama Kırtasiye Haberleşme Mahkeme Noter Şube Genel Kurulu Kiralar Isıtma,Aydınlatma,Tem.,Su,Aidat Oto Tamir Bakım Oto Akaryakıt Ulaşım Vergi Malların Bakım Onarımı İkram Temsil Eğitim Fonu Malların Sigortası Sigorta Primi Örgütlenme Arabulucu DİSK Aidat Diğer Mal Vergileri İlan Nakliye Trafik Cezaları Oto Vergi , Kasko Giderler Toplamı 5.795.776.579 1.363.811.028 1.225.150.348 750.625.668 26.250.000 10.850.397.586 4.222.362.629 2.401.723.593 1.659.961.207 290.462.704 1.899.485.000 201.550.000 24.000.000 770.583.330 2.594.807.401 2.640.981.000 355.357.250 906.733.200 3.278.210.000 656.048.250 797.668.028 1.888.652.850 422.495.000 170.956.764 506.469.000 815.573.700 320.830.000 27.000.000 276.925.000 3.103.955.042 15.000.000 86.987.500 3.241.358.000 164.285.000 20.010.000 2.760.000 4.250.000 153.400.000 1.599.774.347 Gelirler Toplamı Özel İşlem Vergisi Eğitim (Dergi-Gazete) Seminer , Konferans Film , Fotoğraf DİSK Katılım Temsilci ve Üye Yollukları Aidat Geliri Banka Faizi Diğer Mal Sat.Elde Edilen Gelirler TOPLAM Gelir Gider Farkı TOPLAM 1.000.000 1.505.645.000 2.307.425.100 205.611.000 20.000.000 234.700.000 91.608.438.084 4.834.982.092 750.337.715 1.887.465.386 99.081.223.277 59.807.008.104 39.274.215.173 99.081.223.277 99.081.223.277 31.12.1999 Tarihli KESİN MİZAN HESAP ADI Kasa Hesabı BORÇ ALACAK BAKİYE BORÇ 60.775.636.125 60.749.188.096 26.448.029 Bankalar 217.957.660.186 199.612.399.559 18.345.260.627 Avanslar 6.064.398.870 5.493.178.896 571.219.974 Çeşitli Alacaklar 54.388.000 BAKİYE ALACAK 54.388.000 Çeşitli Borçlar 25.991.012.792 33.297.545.500 7.306.532.708 Emanetler 13.995.989.835 16.560.013.894 2.564.024.059 Demirbaşlar 1.645.915.230 1.645.915.230 Sabit Değerler 31.084.919.614 222.534.614 Gelirler 99.081.223.277 99.081.223.277 Giderler 59.807.008.104 59.807.008.104 Cari Yıl Gel-Gid.Hes. 40.415.900.173 Bilanço Devir Hesabı 58.665.323.104 140.716.283.370 TOPLAM 615.539.375.310 615.539.375.310 30.862.385.000 40.415.900.173 82.050.960.266 91.921.517.033 91.921.517.033 (01.01.2000-31.03.2000 Tarihi İtibariyle) GELİR - GİDER TABLOSU Hesap İsmi BORÇ Personel Ücretleri Personel İkramiye Sosyal Yardım Personel Yollukları Gen.Mrk.Yönetici Ücretleri Şube Yönetici Ücretleri Gn.Mrk.Yönetici İkramiyeleri Şube Yönetici İkramiyeleri Gn.Mrk.Yönetici Yollukları Şube Yönetici Yollukları Kırtasiye Haberleşme Mahkeme Noter Genel Merkez Genel Kurulu Şube Genel Kurulu Kiralar Isıtma,Aydınlatma,Tem.,Su,Aidat Oto Tamir Bakım Oto Akaryakıt Ulaşım Vergi Malların Bakım Onarımı İkram Temsil Eğitim Fonu Sigorta Primi Arabulucu DİSK Aidat Diğer Mal Vergileri Oto Vergi , Kasko Özel İşlem Vergisi Eğitim (Dergi-Gazete) Film , Fotoğraf DİSK Katılım Aidat Geliri Banka Faizi 1.938.468.360 847.103.448 702.000.000 133.800.000 3.924.703.620 1.321.525.953 2.783.085.077 555.000.000 279.350.000 157.500.000 232.633.350 871.492.920 339.620.000 74.832.370 574.159.000 712.323.865 1.260.300.000 571.047.000 721.104.424 684.750.000 129.100.000 13.150.000 76.107.000 171.522.500 116.000.000 10.000.000 2.365.981.354 68.745.000 1.050.000000 34.955.000 84.790.000 147.225.000 25.100.000 292.900.000 153.105.000 322.810.000 ALACAK 260.150.000 2.250.000 27.750.000 17.803.534.944 2.088.124.290 BAKİYE BORÇ BAKİYE ALACAK 1.678.318.360 847.103.448 702.000.000 133.800.000 3.924.703.620 1.321.525.953 2.783.085.077 555.000.000 279.350.000 157.500.000 232.633.350 869.242.920 311.870.000 74.832.370 574.159.000 712.323.865 1.260.300.000 571.047.000 721.104.424 684.750.000 129.100.000 13.150.000 76.107.000 171.522.500 116.000.000 10.000.000 2.365.981.354 68.745.000 1.050.000.000 34.955.000 84.790.000 147.225.000 25.100.000 292.900.000 153.105.000 322.810.000 17.803.534.944 2.088.124.290 01.01.2000 - 31.03.2000 Tarihli GEÇİCİ MİZAN HESAP ADI BORÇ ALACAK BAKİYE BORÇ Kasa Hesabı 17.600.304.029 17.486.768.547 113.535.482 Bankalar 50.213.305.577 41.299.424.066 8.913.881.511 Avanslar 3.015.325.974 2.410.873.669 648.285.028 Çeşitli Alacaklar 54.388.000 5.850.873.912 7.751.132.708 Emanetler 5.291.403.694 7.944.635.609 Demirbaşlar 2.075.427.499 2.075.427.499 30.862.385.000 30.862.385.000 Gelirler 23.746.290.241 Cari Yıl Gel-Gid.Hes. 40.415.900.173 Bilanço Devir Hesabı TOPLAM 1.900.258.796 4.503.754 19.891.659.234 Giderler 290.150.000 2.657.735.669 19.891.659.234 23.456.140.241 40.415.900.173 82.050.960.266 179.125.604.099 43.832.723 54.388.000 Çeşitli Borçlar Sabit Değerler BAKİYE ALACAK 179.125.604.099 82.050.960.266 106.544.446.688 106.544.446.688 GENEL DENETİM KURULU RAPORLARI Rapor 1 OLAĞAN DENETİM RAPORU Kurulumuz 24 Ocak 1998 tarihinde Sendika Genel Merkezinde toplandı. YÖNETSEL DENETİM 1) 30.6.1997 - 31.12.1997 tarihleri arasında (21) Genel Yönetim Kurulu toplantısı yapıldığı , bu toplantıların Anatüzükte öngörülen periyotlar içerisinde yapıldığı ve kararların oybirliği ile alındığı görülmüştür. 2) 1.7.1997 - 31.12.1997 tarihleri arasında (124) adet gelen evrakın , aynı tarihlerde (125) adet giden evrakın kayıtlardan geçtiği gerekli işlemlerin yapıldığı , dosya planına uygun olarak klase edildiği görülmüştür. 3) Bu dönemde de üye kayıt işlemlerine devam edildiği , 17.1.1998 tarihinde yayınlanan Çalışma Bakanlığı istatistiklerinde işkolu barajının aşıldığı , bunun içinde denetim dönemi içerisinde yoğun çalışmaların yapıldığı , açılmış davaların titizlikle izlendiği ve sonuçlandırıldığı görülmüştür. Örgütlenme mücadelesinin önündeki en önemli engelin böylelikle aşılmış olması sevindiricidir. Bu konuda Sosyal-İş örgütünü kutluyoruz. 4) Sendikalar kanunu uyarınca Sendika Genel Yönetim Kurulu üyelerinin süresi içerisinde mal beyannamelerini düzenleyip Ankara 1. Noterliğine teslim ettiği , buna ilişkin belgenin karar defterine işlendiği görülmüş ve tarafımızdan imzalanmıştır. PARASAL DENETİM - Tüm gelir ve giderlerin ilgili hesaplara işlendiği , mahsup tahsil ve tediye fişlerinin iç yönetmelik gereği 3 yönetim kurulu üyesi tarafından imzalandığı , aylık olarak ayrı ayrı klase edildiği görülmüştür. Yıl sonu itibariyle Kat’i mizan ve Bilanço’nun çıkarıldığı Buna göre ; Kasa hesabının 120.311.691 TL Banka hesabının 1.008.795.167 TL (vadeli hesap) 1.000.000.000 TL (Vadesiz hesap) 8.795.167 TL olduğu Dönem içerisinde Gelirler toplamının 2.070.922.812 TL , Giderler toplamının ise 3.784.691.127 TL olduğu görülmüştür. Tüm sendika yönetici ve personeline teşekkürlerimizi iletiriz. MUAMMER ÖZKAN ERSİN ATLI ALİ ÜNAL BAŞKAN YAZMAN ÜYE Rapor 2 OLAĞAN DENETİM RAPORU Kurulumuz 11.7.1998 tarihinde sendika genel merkezininMithatpaşa Caddesi 54/4 adresindeki binasında toplanarak 01.01.1998 - 30.06.1998 tarihleri arası olağan denetimini yapmıştır. YÖNETSEL DENETİM 1) 01.01.1998 - 30.06.1998 tarihleri arasında Genel Yönetim Kurulu Tüzükte öngörülen süreler içerisinde olmak üzere 30 toplantı yaptığı tespit edilmiş , alınan kararların tüm kurul üyelerince imzalandığı görülmüştür. 2) 01.01.1998 - 30.06.1998 tarihleri arasında 257 adet gelen evrakın kayıtlara girdiği , bununla ilgili dairelerce gerekli işlemlerin yapıldığı , Aynı tarihler içerisinde değişik Dairelerden toplam 357 giden evrakın kayıtlarda olduğu ve tüm bunların dosya planına göre klase edildiği görülmüştür. 3) Bir önceki raporumuzda (1) belirtildiği gibi işkolu barajının sendikamızca aşılmasından sonra bu 6 aylık dönem içerisinde örgütlenme çalışmalarına hız verildiği ve bunun arkasından da Demir Çelik Vakfı (Deçemko) , Ankara Belde A.Ş. , İstanbul Dengemek A.Ş. , Mimarlar Odası Ankara Şubesi gibi Toplu-İş Sözleşmelerinin imzalandığı memnuniyet tespit edilmiştir. Ayrıca PTT Biriktirme ve Yardım Sandığı Vakfı ile İstanbul Ecza Kooperatifinde de yetki işlemlerinin tamamlandığı , toplu-iş sözleşmesi görüşmelerinin sürdürüldüğü görülmüştür. Yine bu dönemde örgütlenme programı içerisinde yer alan TEK-VAKFI işyerindeki örgütlenme işleminin başarı ile tamamlandığı , ancak işveren Vakıf yönetiminin ısrarla TİS görüşmelerine gelmediği , bununla da kalmayıp çalışanları sendikadan istifaya zorlamış olması ancak bunu başşaramayınca işçileri işten çıkarmak gibi yasal olmayan yollara başvurduğu görülmüştür. Sendikamız Sosyal-İş’in bu durum karşısında tüm hukuki yollarla işçilerin kayıplarını önlemenin yollarına başvurduğu görülmüştür. İşyeri Temsilcileri için açılan davalar diğer davalar gibi titizlikle takip edilmektedir. Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı’nın Müfettiş raporları olumlu yönde olup Cumhuriyet Savcılığı’na yapılan ihbar ve şikayet Savcılıkca takibe alınmış , soruşturması sürmektedir. PARASAL DENETİM 1998 Yılı Defter-i Kebir ve Yevmiye defterleri Yasanın öngördüğü zamanda ; Defter-i Kebir’in Ankara 15. Noterliğinin 26.12.1997 tarih 48550 yevmiye numarasıyla , Yevmiye defterinin Ankara 15. Noterliğinin 26.12.1997 tarih 48551 yevmiye numarasıyla tastik ettirildiği görülmüştür. Tüm gelir ve giderlerin bu defterlere bilgisayarda işlendiği , bilgisayar çıkış formlarının iç yönetmelikler ve tüzük gereği 3 Yönetim Kurulu üyesince imzalanarak ayrı ayrı dosyalarda klase edildiği , Harcamaların Genel Yönetim Kurulu kararına dayandırıldığı alınan belge ve faturaların usulüne uygun olduğu tespit edilmiştir. 01.01.1998 - 30.06.1998 tarihleri arasında Gelirlerin 3.628.409.559 TL Giderlerin 4.855.083.204 TL olduğu görülmüştür. Burada geçmiş dönemlerdeki gelirlerden farklı gelirin oluşması elbette ki işkolu barajının aşılması ile örgütlenme olanağının elde edilmiş olması arkasından da TİS’lerin imzalanarak üyelerden aidat toplanabilmesindendir. Ancak böyle işyerlerinin çoğalması ve üye sayısının artması ile Genel Merkez ve Şubelerin kadrolaşmasının sağlanması temennimizdir. Altıncı ay sonu itibariyle Bankalar hesabının 66.188.648 TL Kasa hesabının 106.411.314 TL olduğu tespit edilmiştir. Tüm sendika yönetici ve personeline teşekkürlerimizi iletiriz. MUAMMER ÖZKAN ERSİN ATLI ALİ ÜNAL BAŞKAN YAZMAN ÜYE Rapor 3 OLAĞAN DENETİM RAPORU Kurulumuz 13.02.1999 tarihinde Sendika Genel Merkezinin Mithatpaşa Caddesi 54/4 adresindeki binasında toplanarak 01.07.1998 - 31.12.1998 tarihleri arası olağan denetimini yapmıştır. YÖNETSEL DENETİM 1) 01.07.1998 - 31.12.1998 tarihleri arasında Genel Yönetim Kurulu Tüzükte öngörülen süreler içerisinde toplam 26 toplantı yaptığı ve kararların kurul üyelerince imza altına alındığı görülmüştür. 2) 01.07.1998 - 31.12.1998 tarihleri arasında 335 evrakın kayıtlara intikal ettiği , aynı sürede 487 evrakın kayıtlardan geçerek çıktığı tespit olunmuştur. 3) Bu dönemde İstanbul Ecza Koop - PTT Biriktirme ve Yardım Sandığı işyerlerinde işletme düzeyinde toplu-iş sözleşmeleri bağıtlandığı , İçel Ecza Koop - AYEK (Anadolu Yakası Eczacılar Kooperatifi) - TES KOOP (Tüm Eczacılar Kooperatifi) - Devlet Malzeme Ofisi - Antalya Altın Portakal Vakfı işyerlerinde örgütlenme ve yetki işlemlerinin sürdürüldüğü memnuniyetle tespit edilmiştir. 4) TEK VAKFI işyeri örgütlenmesinde işçilerin işten çıkarıldığı bir önceki raporumuzda belirtilmiş idi. Bu işyerleri ile ilgili olarak a) Temsilcilerin işe iade davası , b) Kıdem ve ihbar tazminatlarının eksik ödemelerine ait fark davası , c) Yöneticiler için Cumhuriyet Savcılığına suç duyurusu yapıldığı , d) Sendikal tazminat davası açıldığı bilinmektedir. Bunlardan Temsilcilerin işe iadelerine ilişkin davaların sonuçlandığı , temsilcilerin işe iade kararlarının alındığı , temsilcilerin işe başladığı , boşta geçen sürelere (8 ay) karşılık ücretlerinin ödetildiği memnuniyetle tespit edilmiştir. Diğer davalarında titizlikle takip edildiği görülmüştür. PARASAL DENETİM Tüm gelir ve giderlerin belgeleri ile birlikte muhasebeleştirildiği , Tahsil - Tediye ve Mahsup fişlerinin 3 Yönetim Kurulu Üyesi tarafından imza altına alındığı , harcamaların usulüne uygun olduğu görülmüştür. 1999 yılı muhasebe evraklarının (Defter-i Kebir - Yevmiye Defteri gibi) yasal süresi içerisinde noter tastiklerinin yaptırıldığı görülmüştür. 01.07.1998 - 31.12.1998 tarihleri arasında Gelirlerin 17.455.534.769 TL Giderlerin 14.577.550.908 TL olarak gerçekleştiği görülmüştür. Yıl sonu itibariyle de Gelirlerin 21.083.944.324 TL Giderlerin 19.432.634.112 TL olarak gerçekleştiği görülmüştür. Yine yıl sonu itibariyle Bankalar 1.701.319.135 TL Kasa 35.721.943 TL olduğu görülmüştür. Örgütlenme çalışmalarının hızlanması Ankara ve Ankara dışında yapılacak çalışmalar hızına yetişme bakımından araç gereç donanımının sağlanması gerekliliği ortadadır. Bu bakımdan Genel Merkeze en azından şimdilik 1 binek otonun alınması yönünde Genel Yönetim Kuruluna tavsiyede bulunulması Kurulumuz görüşü olarak ortaya çıkmıştır. Tüm sendika yönetici ve personeline teşekkürlerimizi iletiriz. MUAMMER ÖZKAN ERSİN ATLI ALİ ÜNAL BAŞKAN YAZMAN ÜYE Rapor 4 OLAĞAN DENETİM RAPORU Kurulumuz 24.09.1999 günü Sendika Genel Merkezi’nin Mithatpaşa Caddesi No.54/4 adresindeki binasında toplanarak 01.01.1999 - 31.08.1999 arasını kapsayan olağan denetimini yapmıştır. YAPISAL DENETİM 1) 01.01.1999 - 31.08.1999 tarihleri arasında Genel Yönetim Kurulu tüzükte öngörülen toplantı süreleri de gözönüne alınarak toplam (23) toplantı yaptığı ve kararların oybirliği ile alındığı , kararlar deftere yazıldıktan sonra üyelerce imzalandığı görülmüştür. 2) 01.01.1999 - 31.08.1999 tarihleri arasında (447) evrakın kayıtlara girdiği , aynı sürede (487) evrakın kayıtlardan geçerek gönderildiği görülmüştür. 3) Yönetici ücretleri enflasyonun ve günün koşullarının çok gerisinde kalarak reel alım gücünü yitirmiştir. Bu durumun bir nebze hafifletilebilmesi için diğer ücretli personele sağlanan sosyal yardımların yöneticilere de uygulanmasını ; ayrıca ücretlerin yeniden gözden geçirilerek günün koşullarına uygun hale getirilmesine kurulumuz oybirliği ile Genel Yönetim Kuruluna tavsiye etmektedir. PARASAL DENETİM Tüm gelir ve giderlerin belgeleri ile birlikte muhasebeleştirildiği tahsil - tediye ve mahsup fişlerinin 3 Yönetim Kurulu Üyesi tarafından imzalandığı , harcamaların usulüne uygun olarak yapıldığı görülmüştür. Sendikanın ihtiyacı olan 4 adet binek otonun banka kredisi ile satın alındığı , bu alanda gerekli piyasa araştırılması yapılarak en uygun koşullarla edinildiği görülmüştür. Otolardan 1 adedi örgütlenme çalışmalarında kullanılmak üzere İstanbul Şubesine gönderilmiştir. 31.08.1999 tarihi itibariyle Kasa 27.045.601 TL si Bankalar 13.203.826.751 TL si olduğu ve bu meblağın 13.000.000.000 TL sinin vadeli hesapta tutulduğu görülmüştür. Kurulumuz Genel Yönetim Kuruluna bulunduğu tavsiyelerin dikkate alınacağı inancı ile , tüm sendika yöneticileri ve personeline teşekkürlerimizi iletiriz. MUAMMER ÖZKAN ERSİN ATLI ALİ ÜNAL BAŞKAN YAZMAN ÜYE Rapor 5 OLAĞAN DENETİM RAPORU Kurulumuz 08-09 Nisan 2000 tarihinde Genel Merkezde (Mithatpaşa Caddesi 54/4 ANKARA) toplanarak 01.09.1999 - 31.03.2000 tarihleri arasını kapsayan olağan denetimini yapmıştır. YÖNETSEL DENETİM 1) 01.09.1999 - 31.03.2000 tarihleri arasında Genel Yönetim Kurulu Tüzükte öngörülen süreler içerisinde 24 toplantı yapmış olup alınan kararların tüzük ve yasalara uygun olduğu ve kurul üyelerince imza altına alındığı tespit edilmiştir. 2) Yine bu tarihler arasında (492) evrak kayıtlara girmiş ve (461) evrak kayıtlardan geçerek gönderilmiştir. Tüm evrakların dosya planı çerçevesinde klase edilerek muhafaza altına alındığı görülmüştür. PARASAL DENETİM 1) Tüm gelir ve giderlerin belgeleri ile birlikte Resmi Defterlere işlendiği , Tahsil - Tediye ve Mahsup fişlerinin Yönetim Kurulu Üyelerince imzalandığı ve harcamaların usulüne uygun olarak yapıldığı görülmüştür. 2) 31.12.1999 tarihi itibariyle Kasa Hesabının ............................. TL 26.448.029 Bankalar Hesabının ....................... TL 18.345.260.627 olduğu 31.03.2000 tarihi itibariyle Kasa Hesabı ................................ TL Bankalar Hesabı .......................... TL 113.535.482 8.913.881.511 olduğu görülmüştür. Tüm sendika yönetici ve personeline teşekkürlerimizi iletiriz. MUAMMER ÖZKAN ERSİN ATLI ALİ ÜNAL BAŞKAN YAZMAN ÜYE GENEL DENETİM RAPORU Sayın Delegeler Kurulumuz 24 Ocak 1998 tarihinde yaptığı ilk denetimden bu yana 31.03.2000 tarihine kadar Ana tüzükte öngörülen periyotlar içerisinde 24.01.1998 11.07.1998 13.02.1999 24.09.1999 ve 09.04.2000 tarihleri arasında 5 denetim yapmış olup bu denetlemelerde gerek alınan kararlarda ve gerekse yapılan harcamalarda tüzük ve yasalara uygun olarak gereken titizliğin gösterildiği , tasarruf ilkeleri göz önünde bulundurularak her türlü fatura , makbuz ve diğer belgeler usulüne uygun olarak kayıtlara geçirilmiş ve muhafaza altına alındığı görülmüştür. Tüm Sendika Yöneticilerine huzurunuzda teşekkürü bir borç bilir , Genel Kurulumuz tarafından aklanmasını dileriz. MUAMMER ÖZKAN ERSİN ATLI ALİ ÜNAL BAŞKAN YAZMAN ÜYE GENEL DİSİPLİN KURULU RAPORLARI Tarih : 01.03.1999 SOSYAL-İŞ SENDİKASI GENEL BAŞKANLIĞINA Genel Yönetim Kurulumuzun 26.01.1999 tarih Eş.D.201-71 sayılı yazısıyla , tedbirli olarak sendika üyeliğinden sürekli olarak çıkarılma cezası verilmesi istemiyle kurulumuza sevk edilen üyeler Hasan Yay ve Muhammet Mollaibrahimoğlu hakkında kurulumuzun 20.02.1999 tarih 2 sayılı toplantısında , Genel Yönetim Kurulumuzun istemi doğrultusunda karar verilmiş olup , karar örneği eklidir. Gereği bilgilerinize sunulur. Ayfer KANTAŞ Genel Disiplin Kurulu Başkanı Genel Disiplin Kurulu Kararı Genel Disiplin Kurulumuz sabah 11.00’de Genel Merkez’de toplanmıştır. Genel Yönetim Kurulumuzun 26.01.1999 tarih Eş.D.201-71 sayılı yazısıyla , tüzüğümüzün 8. maddesi uyarınca sendika üyeliğinden sürekli olarak çıkarılma cezası verilmesi istemiyle kurulumuza sevk edilen Hasan YAY ve Muhammet MOOLAİBRAHİMOĞLU ile ilgili olarak; İstanbul Şubemiz Disiplin Kurulu tarafından verilen karar , Genel Yönetim Kurulunca adı geçen kişilerden alınan yazılı savunmalar , kurulumuza sunulan 15.01.1999 tarih 76/2 sayılı karar , Disiplin Kurulu Başkanlığımızca adı geçenlerden alınan savunmalar , suça neden olan İşyeri Kurulu Kararı ile ilgili olarak Sendikamız Genel Başkanlığı ile işverenlik arasındaki yazışmaları içeren dosyanın Kurulumuzca incelenmesi sonucunda ; Adı geçen kişiler , Hasan YAY ve Muhammet MOLLAİBRAHİMOĞLU’nun kendilerine yöneltilen suçu işlemiş olduklarına ve bu davranışlarının sendikamız tüzüğünün (4.Madde) sendikanın amaç ve ilkeleri maddesine aykırı davranış olduğuna , bu nedenle Genel Yönetim Kurulunun 15.01.1999 tarih 76/2 sayılı kararında istenilen doğrultuda “Sendika üyeliğinden sürekli olarak çıkarma cezası” ile cezalandırılmalarına karar verilmiştir. Ayfer KANTAŞ Başkan İmza Cemal TEZCAN Yazman İmza Rafet GÜNTEPE Üye İmza Cemal TEZCAN’a ait muhalefet şerhi ; Yukarıda adı geçen Hasan YAY ve Muhammet MOLLAİBRAHİMOĞLU’nun kendilerine yöneltilen suçu işlemiş olduklarına katılmakla beraber bu suçun İstanbul Şube Yönetim Kurulu ile birlikte zincirleme yapıldığına inanıyorum. Ayrıca adı geçenlerin bugüne kadar yapmış olduğu sendikal faaliyetler göz önünde bulundurularak ihraç cezasının ağır bir ceza olduğuna inanarak bu karara katılmıyorum. Cemal TEZCAN İmza Rafet GÜNTEPE’nin karara ilişkin düşüncesi : Yukarıdaki kararda belirtilmiş olan suçun oluştuğuna katılmak ile birlikte karara neden olan suçun işlendiğinin daha da pekiştirilmesi , savunmalarında yazılı ifade edemedikleri başka noktalar var ise açığa çıkarılması , İşyeri Kurulunun Resmi görüşmeleri dışında işveren yetkilileriyle özel görüşmelerinin olup olmadığının tespit edilmesi gerektiği ve bu sayede ihraç kararının üyelere daha iyi anlatılabileceğine inandığımdan , söz konusu kişiler Hasan YAY ve Muhammet MOLLAİBRAHİMOĞLU ile bizzat yüz yüze görüşmeyi sağlamak istiyorum. Bundan sonra 26.02.1999 akşamına kadar Genel Disiplin Kurulu Başkanlığına yazılı bir bildirim göndermediğim takdirde yukarıdaki imzam 26.02.1999 tarihinde bu tarih itibariyle geçerlidir. Rafet GÜNTEPE İmza