17 Nisan Çarşamba Toplantısı - Se-Yap
Transkript
17 Nisan Çarşamba Toplantısı - Se-Yap
17 Nisan 2013 Çarşamba Toplantısı Dijital Çağın Yeni Yapım, Dağıtım ve Gösterim Modelleri Konuşmacılar: Kemal Ural – Tiglon, Mustafa Efe – Cinetech, Yamaç Okur – Yapımcı – Se-Yap Yönetim Kurulu Üyesi Moderatör: Serkan Çakarer Serkan Çakarer: Merhaba, hoş geldiniz. Bir süredir sektörde dijital sinema konusu fazlaca konuşulan bir konu haline geldi. Meslek birliği olarak bu konuda bir çarşamba toplantısı yapmıştık. Bu toplantı biraz daha teknik tarafı ağırlıklı bir toplantı olmuştu. DCP konusunu detaylı tartışmıştık. Ancak bu işin bir de sektörel tarafı var. Konu yapımcıları ve dağıtımcıları yakından ilgilendiriyor. Avrupa’da birçok ülkede hızlı bir dönüşüm sürüyor. Artık kopya üretilmiyor. Bu haftaki toplantıyı dijital dünyada yapım, dağıtım, gösterim olarak belirledik. Sinema salonları tarafını çok bilmiyoruz. Öncelikle sinema salon işletmecileri açısından size sormak istiyorum Mustafa Bey, konuya nasıl bakıyorsunuz? Önümüzdeki bir yıl neler olmasını bekliyorsunuz. Nasıl bir dönüşüm olacak? Mustafa Efe: Dijital dönüşüm deyince bu sadece projeksiyon makinesini kapsayan bir değişim değil. Bu bir server, sinema yönetim sistemi, bir şov kütüphanesi ve tamamında dijitalleşen bir yönetim biçimi anlamına geliyor. Yatırımı sadece dijital projeksiyon noktasında düşünmemek gerekiyor. Birtakım yazılımlar, yönetim sistemlerini bu dönüşümün kapsamına giriyor. Dijital dönüşümün bizim açımızdan duygusal bir tarafı da var. Makine dairesinde çalışanlarımız olmayacak artık. Sistem tamamen bilgisayar üzerinden yönetilen sisteme dönüşüyor. İlk yıl, kalifiye personel ve yatırım bedelleri açısından oldukça zorlu olacak. 2013 sonuna kadar, temsil ettiğim şirket adına söyleyebilirim yatırımlarımızın tamamını dijitale çevireceğiz. Yeni yatırımlarımız da tamamen dijital olacak. Bu dönüşümün bize getireceği en önemli avantajlardan biri, bizi inşaat yükünden kurtaracak olması. Makine dairelerinin konforunu sağlamak önemli bir maliyetti. Bu maliyetler ortadan kalkınca sinema salonu yatırımcısının daha az personelle daha profesyonel çalışabilme şansı olacak. Dijitalleştikçe ki bu sizleri ilgilendiren kısım, hizmet kalitesi artacak. Şu an insana bağlı olarak çalışan sitem, örneğin ara verilmesi, ışık, seansların başlaması gibi adımlar düşünüldüğünde hizmet kalitesi artacak. Ses ve görüntü kaybı azalacak. Kemal Ural: Yapımcılarla en çok tartıştığımız konu bu. Gösterimlerde birçok sorun yaşanıyor. Fragman oynamadan film girmiş, ses gitmiş gibi pek çok sorun iletiliyor bize. Bu konuda yapımcı da sinema salon işletmecisi de haklı. Konuk: Gösterimle ilgili sorunların iyi bir makinistle çözülebileceğini düşünüyorum. DCP konusuyla bu tür sorunların bağlantısını tam anlayamadım. Kemal Ural: Eelbette, haklısınız. Ancak kalifiye personel her zaman yüksek maliyet demektir. Konuk: DCP daha mı ucuz, bence değil. Serkan Çakarer: Yatırım konusunu biraz açalım isterseniz. Mustafa bey, şirketiniz kaç salon temsil ediyor, kaç sinemanız var? Biraz da yeniliklerden bahsedelim. Oluşabilecek teknik sıkıntılar neler olabilir? Mustafa Efe: Beyefendinin söylediği çok doğru ancak 35 mm. film bildiğiniz gibi mekanik bir cihazda oynatılıyor. Bir film bandı var ve bant bazı parçaların içinden geçerek çalışıyor. Düşünün ki bazı filmleri defalarca, haftalarca gösteriyoruz. Malzemenin ilk günkü gibi kalması mümkün değil. İyi bir makinistiniz olsa da mümkün değil çünkü sistemin işleyişi zaten filmi yıpratıyor. Filmleri birleştirirken bazı sıkıntılar doğabiliyor. Mekanik cihazların hasar görme olasılığı yüksek. Tamiri, bakımı ustalık istiyor. Elektronik cihazlar mühendislik istiyor. Yazılımı var, yazılımcılar bu konularda çalışıyor. Personel bulma sorunu da yaşamayacağız. Okulu var, oradan personel istihdam edeceğiz. Konuk: Merhaba, masada yapımcı, dağıtımcı ve sinema salonu işletmecisi var. Film yapma sürecinin dijitalleştiği süreçlerde, yapım, post prodüksiyon, gösterim konularında biz ülke olarak neredeyiz? Ne tür avantajlar elde edeceğiz? Serkan Çakarer: Sinema işletmecisi tarafından başlamayı isteme sebebim hiç bilmediğimiz taraftan başlamaktı. Değişimin artı ve eksilerini soru cevap bölümünde daha detaylı konuşma olanağımız olacak. Bence şimdi biraz Türkiye’nin durumuyla ilgili rakamsal bilgi alabilir miyiz? Mustafa Efe: Türkiye’de 2012 yılının sonunda 2134 tane çalışan salon var, içlerine belediyelerin yaptığı gösterimler, küçük salonlar da dahil. 588 tane gösterim alanı var. 357 sinema var. 1935 tane düzenli film gösteren sinema salonu var. Şu an itibarıyla 362 tane dijital salon var. Dijital salon oranımız %17. Kemal Ural: 2134 adedin altındadır. Bendeki rakamlar biraz farklı ama büyük farklılıklar yok. Dijital salon oranı %17-18 arasında. Yamaç Okur: Bu salonların ne kadarı AVM sinemaları? Kemal Ural: Bu rakamı şu an söyleyemem ama isteyenlere bulabilirim. AVM sineması olup olmamasını çok kritik görmüyorum. Mars grubu için bu oran %25 örneğin. Şirket olarak hala yeni sinema açıyorlar. Diğer bazı gruplar, Torium gibi yeni sinema açıyorlar ve dijital yatırımlar yapıyorlar. Dijitalleşmek güç kazandırır. Serkan Çakarer: Yatırım yapan taraf sinema salonu işletmecisi. Salon işletmecileri için bu süreci belirleyen şey nedir? Film alabilmek için mi, maliyet düşürmek için mi yapıyorsunuz? Türk filmleriyle ilgili DCP oynatamama sorunu da var. Sanal kopya bedelinin belirli olmama sorunu var. Kemal Ural: Sadece VPF (Virtual Print Fee) yani sanal kopya bedeli değil, örneğin Tepenin Ardı filmi vizyona girdiği dönemde sinemalar müsaitti. Üç dört sinema salonunda oynadı. Zaten en fazla on veya onbeş sinemada gösterime girebilirdi. Dijital oynatan sinemalar bu filmden sanal kopya bedeli istemediler. Çünkü henüz sistem tam oturmuş değil. Filmlerin vizyona girememesinin çok temel sebebi, birkaç özel örnek dışında ikişer tane dijital salon var. Sinema salonlarında gösterim programları öyle gidiyor ki iki salonu on iki ay boyunca kapatıyor. Serkan Çakarer: Bu %17 oranının yıl sonuna kadar değişeceğini düşünüyor musunuz? Mustafa Efe: Bizi bu yatırıma itecek asıl sebep 35mm. kopya bulamamak olacak. Yatırımı ilk sinema salonu işletmecilerinin yapma sebebi bu. Biz önlemlerimizi aldık. Bazı uygulayıcılarla (integrator) görüşüyoruz. Türkiye’ye gelecek model şöyle, şirket olarak sizler gidip makinelerinizi alacaksınız. Makineler VPF anlaşmasına dahil edilecek, stüdyodan para uygulayıcı tarafından sizin adınıza alınacak ve yıllık olarak size ödenecek. Bunu uygulayıcılar söylüyorlar. Üç uygulayıcı şirketin adı geçiyor. Yabancı şirketler. Türkiye’de henüz uygulayıcı şirket bulunmuyor. Bz bu noktada ne yaparsak yapalım ilk etapta ciddi bir finansmanı bu işe aktarmalıyız. Yatırımınızın geri dönüşümü beş yıldan önce olamayacağı için beklemek zorundasınız. Özkaynak yatırımının beş yıl içinde geri dönüşünü alabilirsiniz. Yamaç Okur: Ne kadarlık bir maliyetten bahsediyoruz? Mustafa Efe: 60-70 bin TL. Bir salona dijital projeksiyon, server, istenirse küçük bir üç boyut sisteminin kurulma maliyeti yaklaşık bu kadar. Salonun kapasitesi de önemli tabi. Ses sisteminin de Dolby Dijital olduğunu kabul edelim. Serkan Çakarer: Kemal biraz seni dinleyelim. Dağıtımcı Türkiye’de yapımcıyla sinema salon işletmecisi arasında bir konumdadır. Biz filmi yapıyoruz sonra Kemal'e gidiyoruz ve filmin dağıtımını istiyoruz. Görülüyor ki önümüzdeki günlerde dijitalleşme sebebiyle dağıtılacak bir şey kalmayacak. Dağıtımcılar mevcut sistemde ne sıkıntılar yaşıyorlar? Önümüzdeki bir yıl için neler öngörüyorsun? Kemal Ural: Öncelikle bağımsız filmlerin en büyük sorunu salon bulmak değil. Bazı filmler üzerinden örnek verebilirim. Örneklemedeki amacım sadece ticari taraf üzerindendir. Bağımsız filmlere A tipi film diyelim. A tipi filmlerin en büyük derdi seyirci bulmak. Tüketici bulan, müşteri bulan her şey bir dağıtım mecrası bulur. A tipi film üretenler değişik yöntemler uyguluyorlar. Salon kiralıyorlar örneğin, böylece filmi seyirciyle buluşturuyorlar. Tabi günümüzde değişen pek çok şey var. Son zamanlarda kapanan sinemaların artması, A tipi filmlerin İstinye Park, Kanyon gibi AVM sinema salonlarında rekabet içine girmelerine sebep oluyor ki bu çok zor bir durum. Sinema işletmecisi seyircinin tercihini bilir ve ona göre hareket eder. A tipi filmlerin seyirci adedine göre hareket eder. Sinemacıların da sosyal sorumluluğu var elbette. Ancak bu sosyal sorumluluğu finanse edemez. Bir hafta 100 kişi yapan filmi ikinci hafta oynatamaz. Çünkü orada kullanılan emeği finanse edemez. Demek ki en önemli derdimiz seyirciye ulaşmak. Burada dağıtımcının da etkisi var ama biz dağıttık diye film 50 bin kişi yapmaz. VPF konusunun uygulaması belli olmadığı için henüz bu konuda bir şey söyleyemiyorum ama elbette ödenecek. Piyasa koşulları bunu gerektirecek. Serkan Çakarer: VPF – Sanal kopya bedeli nedir, anlatır mısın? Kemal Ural: Sanal Kopya Bedeli (VPF) henüz Türkiye’de çalışmıyor. Sizler filminizi 35 mm.’ye basarken belli bir maliyetiniz vardı. Eski rakamlarla tahmini 1000 USD civarında. Sinema işletmecisi dijital dönüşüm için 60-70 bin TL civarında bir para harcıyorsa bunun bir karşılığı olmalı elbette. 35 mm. film bir salonda üç hafta oynamalı. Dijital sistemle bu süre biraz daha kısa tutulabiliyor. A tipi filmlerde bir haftaya kadar süreyi kısaltmak mümkün. Sanal kopya bedeli (VPF) karşılığı çalışma mantığında böyle işliyor. Ancak şu an bu ödeme kimseye verilmiyor. Ama verileceği zaman bir uygulayıcı sistemi kullanılacak. Türkiye’de henüz uygulama başlatılamadı. Birileri sinema salonlarına dijital sistem kuracaktı sonra sanal kopya bedeli alınacaktı. Serkan Çakarer: Örneğin, 50 kopya ile filmi çıkarmak istiyoruz. Tanesine 700 USD diyelim. 50 kopya için bedeli ne zaman kime ödemem gerekiyor? Kemal Ural: Türkiye’de pek çok uygulama dünyadakiyle paralel olmuyor. Polonya’dan bir örnek vereyim. 40000 seyirciyi biz 2000 salonla alırken Polonya 800 salonla alıyor. Bunun sebepleri içinde nüfus, ekonomik güç, pek çok faktör var. Türkiye’de 2000 salonluk bir seyirci kapasitesi yok aslında. Bu yüzden dijitalleşmeye geçemeyen sinema salonları kapanabilecek. Mevcut fazla hacim zaman zaman operasyonları zorlaştırıyor. Ama avantaj da sağlıyor. Anadolu’da bir şehirde film gişe sağlayabiliyor. Bu bedel her şekilde alınacak ama kimin toplayacağını henüz bilemiyorum. Serkan Çakarer: Eskisi gibi çekle ileri vadeli ödeme olabilecek mi? Daha açık şöyle sorayım, bu para ödenmeden film gösterilemeyecek mi? Bu ödeme, ülkelere göre değişmekle beraber bir defa ödenecek bir bedel değil sanırım. İngiltere'de model şöyle, ilk hafta 700 USD, ikinci hafta tutarın %70 i kadar ödenmesi gibi bir uygulama var değil mi? Mustafa Efe: Evet böyle değişik modeller var. Diyelim filmin gösterim programını üç haftalık yaptınız. Eğer bir hafta oynarsa 500 poundun 200 poundu alınıyor. Serkan Çakarer: O zaman sorumu şöyle düzenleyeyim. 700 USD ödendiğinde film ne kadar süreyle gösterilecek? Konuk: İngiltere’de soktuğun kopyalar için birinci hafta 500 pound ödüyorsun, ikinci hafta için daha düşük, üçüncü ve dördüncü haftalarda alınan bedeller daha düşük oluyor. Kemal Ural: Henüz Fox hiç bir kurumla anlaşma imzalamadı. Nasıl olacağını bilemiyorum. Bu arada üç boyutlu filmler için sanal kopya bedeli yok. Gözlük bedelleri bilet dışına alındı, gözlük büfeden ayrıca satılıyor. Bu şekilde formüle edildi. Konuk: Ben 30 sinemalık bir gruba filmimi verdim diyelim, belli bir süre sonra farklı sinemalarda oynatmak istedim. Bu durumda sanal kopya bedeli nasıl ödenecek? Serkan Çakarer: Orada şöyle bir problem var. Dördüncü haftadan sonra sanal kopya bedeli kalkıyor. Oysa bu sistemle filmlerin vizyonda kalma süresi kısalıyor. Kemal Ural: Ülkemizdeki tek dezavantaj sinema salon sayısının çok oluşudur. Yoksa onun dışında A tipi filmlere bir dezavantaj getireceğini düşünmüyorum. Yeni sinemaların 9-10 salonla kurulması zorunlu artık. Yazın bu salonları dolduramayacağı için bazı sinemalara bu sanal kopya bedelini veremeyeceğim. Uygulamanın akışı belli değil. Ben aynı zamanda sinema salon işletmeciliği yapıyorum. 35mm. kopya limitliydi. Şimdi limitli olmayan bir işten bahsediyoruz. Cevahir AVM’deki sinemadan DCP’yi bana gönder yükleyeyim diyebilir. O noktada ben sanal koya bedeli istemiyorum sen bana filmi ver denilebilecek mi? Rekabet kurulu açısından bu problem olacak mı? Konuk: Kapasitelere göre belirleniyor zaten, salon adedine göre belirlenecek. Serkan Çakarer: Şimdi biraz Yamaç'a söz vermek istiyorum. Yapımcı olarak kafanda oluşan sorular nedir? Üretim sürecinde avantajlar ve dezavantajlar nelerdir sence? Konuk: Kemal beyin son bahsettiği konu, tüm operasyonun dijital olarak gerçekleşeceğini anlattı ve avantajlarından bahsetti. Burada dağıtımcı yapımcı ilişkisinden kaynaklı sinema salonları üzerinde hâkimiyetimiz olmamasından dolayı sistemin geri dönüşlerinde kontrol mekanizmaları artırılacak mı? Dağımtımcının server'ına bir şifreyle bağlanıp filmlerimizin durumunu öğrenebilecek miyiz? Anlattıklarınızdan dağıtımcının anlık kararlarına göre şekillenecek bir olay gibi duruyor o bakımdan süreci nasıl izleyeceğiz? Kemal Ural: Kontrol etmek istediğiniz bilgiler nedir? Seyirci adetleri mi? Konuk: Dağıtımcılar olarak bazı istatistiksel verilerin yer alacağı bir veri tabanını paylaşıma açma olanağı verecek mi? Kemal Ural: Bu bahsettiğiniz tam olarak dijital projeksiyon ve sistemle ilgili değil. Ama üzerinde durulan bir konu. Mustafa Efe: Ben bir ekleme yapayım. İntegratörle yani uygulayıcıyla VPF anlaşması yapmak istiyorsanız, sinema işletmecileri kendilerine denetlenebilir bir yazılım kurmak zorundalar. Küçük sinema işletmelerinin bu anlaşmaları kendi başlarına yapmaları, yazılım maliyetini karşılamaları mümkün değil. İntegratörler bu yazılımları 99 yılından bu yana yazdırıp geliştirmiş durumdalar. Bir integratörle sinema işletmecisi VPF anlamında anlaşırsa serverlar kuruluyor ve buradan her türlü seans oynama bilgisi stüdyolara gidiyor. Siz bu sistemden yararlanmak isterseniz VPF ödemenizi, anlaşılmış olan integratör üzerinden yapıyorsunuz. O zaman integratör bana bu konuda rapor ver demiş oluyorsunuz. O da kendi veri tabanından bu bilgileri veriyor. Konuk: Bu integratör kim? Mustafa Efe: Şirketler. Yabancı şirketler. Konuk: Peki böyle şirketler mi kurulacak? Yamaç Okur: Yapımcı muhatap olmayacak ama bu şirketlerle. Sinema salonu muhatap olacak. Sinema salonuyla dağıtımcı arasında bir kurum olacak. Normalde yapımcının geliri gişe gelirinden dağıtımcının ödediği paradır. Paraları dağıtımcı toplar. Bu sebeple ana para kaynağıdır. Bazı durumlarda reklam bedelleri, 35mm kopya bedelleri dağıtımcıdan gidiyor. Avrupa’daki modellerde hep dağıtımcıdan kesiliyor. Öncelikle biraz geciktiğim için özür dilerim. Bir geçiş süreci içinde olduğumuz açık. Ancak TR de sistem yapımcılar üzerinden yürüyemediği için bir şeyler değişiyor ve bizler geç bilgi sahibi oluyoruz. Ana sinemalara bakıldığında bir sorun görülmüyor. Türkiye’de dağıtımcılar ve sinema salonlarına bakıldığında da bir birliktelik olmadığını görüyoruz. Mustafa Efe: Çünkü Kemal beyin, UIP, veya WB’un temsil ettiği stüdyolar anlaşma şartları birbirinden farklı. Tüm kurumları aynı noktaya taşımak bir pazarlık konusudur. Bu yüzden Kemal bey’in Fox stüdyosunun talepleriyle UIP’ın Universal'ı daha farklı şeyler isteyebiliyor. Kemal Ural: Çok farklı olduğunu düşünmüyorum. Anlaşmalarda haksız rekabeti önleyen maddeler oluyor. Mustafa Efe: Uygulamada farklılıklar var. Örneğin, paranın alınış şekli. WB ilk taslak sözleşmelerini gönderdiğinde en önemli nokta şuydu. Siz paranızı veya filminizi biz sağladığımız sürece bizden oynamak durumundasınız. VPF anlaşmasıyla salonunuzu dijitale döndürdüysek biz film sağlayabildiğimiz sürece siz orada bunu oynamak zorundaydınız. Şimdi başka şirketlerle görüşme yapabiliyoruz. Bir integratörle çalıştığınızda bu sıkıntı ortadan kalkıyor. Yamaç Okur: Belirsizlik ortamında bizler film yapıyoruz. Türkiye’de geçen yıl 64 civarında film yapıldı. Dağıtım sürecinde bizlerin yaptığı filmlerden Warner, UIP, Tiglon'un major kanadı sayısı çok değil. Diğer tarafta daha çok bağımsız filmlerde bu sıkıntılar ortaya çıkacak. Mutlaka farklı dağıtım modellerinin çıkmasının gerektiğini düşünüyorum. Çünkü bir grup Türkiye’deki salonların %25 ine hakimdir. Hacimsel olarak. Aynı grup yapımcılık yapıyor, sinema reklamına el atmış durumda. Bahsedilen bağımsız filmler için uygulamaların ve ödenecek bedellerin farklı olması gerekiyor. Gişe rakamı yüksek bir filmle bağımsız bir filmin aynı VPF’yi ödemesini beklememek lazım. Almanya'da bu tarz filmlerin girdiği bir dağıtım kanalı var. Ödenen rakamlar daha düşük. Türkiye’de böyle bir sistem olmadığı ve üç dört ayda da olamayacağı için bir hareketlenme var. Dağıtımcılar tek tek salonlara gitmeye başladılar. Bu sebeple alternatif bir dağıtım modelinin şart olduğunu düşünüyorum. 2000 salondan mevcut stüdyolar 35 mm yi kestikleri an ki çok uzak bir tarih değil. Salonlarda belli tarz filmleri izlemeye başlayacağız. Bizlerin, yapımcıların ve meslek birliklerinin yapması gereken Kültür ve Turizm Bakanlığı Sinema Genel Müdürlüğü’ne alternatif destekleme sisteminin oluşturulması konusunda baskı yapmak. 5224 sayılı kanun bu tarz destekleri de kapsıyor. Tasarı halindeki kanunun bu konularda aktif olması gerekiyor. Sinema genel müdürlüğü önümüzdeki dönemde bazı salonlardan bilet almayı düşünüyor. Avrupa’da dijitalleşme için kamu desteği veriliyor ve bu noktada VPF oranı da düşecek. Bütün bu yenilenmeler için organize örgütlü kişilere ihtiyaç var. Se-Yap olarak bu toplantıyı yapma amacımız da bu. Türkiye’de gerçek yapımcı sayısı çok az olduğundan lobi tarafında eksik kalıyoruz. Üretim tarafına geleyim, 2007 yılından bu yana şirket olarak 9 adet uzun metraj film yaptık. Bağımsız bir şirket için önemli bir sayı. Bu filmlerden 3 tanesi 35 mm., diğer 6 tanesi dijital olarak hazırlandı. Son iki yıldır çektiğimiz filmlerin hepsi dijital. Çok ciddi bir değişiklik oldu. Dijitalleşme sürecine bakıldığında maliyetleri düşürdüğünü söyleyebiliriz. Post prodüksiyon tarafına baktığımızda yurt dışına da bakıldığında hala bizde maliyet pahalı. Öte yandan filmi bir hard diskle yurt dışına götürebiliyorum. Serkan Çakarer: 5224 sayılı kanuna dayalı destekler için imzalatılan sözleşmlerde şöyle bir madde var. Destek alan film vizyona giremezse filmin parasını iade etmesi gerekiyor. Önümüzdeki dönemde vizyon sorunları artabilir. Yamaç Okur: Türkiye’de bir sinema kurumu yok. Dolayısıyla uzmanlık sorunu var. Yeni kanunla sinema üzerinde ciddi bir denetim sistemi çalışmaya başlayacak. Genel bir yazılımla her salona bir yazılım yüklenecek ve rakamsal olarak takip edilecek. Kemal Ural: Örneğin Yozgat’da kentin potansiyeli varsa ama mevcut sinemanın ekonomisi yetersizse kapansın. Mars grubu anadolu’da birçok noktada sinema açtı. Seyirci, dağıtımcı, yapımcı memnun. Serkan Çakarer: Biz çok memnun değiliz. Bakanlığın desteklediği bir sürü film var. Vizyon sorunu yaşayacaklar. Bu durum yapımcılarda da bir daralma söz konusu olabilir. Bu sistemde teorik olarak 64 film vizyona giremez. Kemal Ural: Bence girer. Bir sürü yolu var. Serkan Çakarer: James Bond mesela, 500 salonda mı oynuyor, artık 1000 salonda oynamaya başlayacak. En büyük tehlike bu. Kemal Ural: Örneğin Mustafa bazı salonlarında oluşan bir haftalık boşluklarda A tipi dediğimiz filmleri oynatarak seyirciyle buluşturuyor. Hatta bunu kış sezonunda bile yapabiliyor. Ama ilerde bunu yapması mümkün olmayabilecek. Bursa gibi illerde film vizyona giremeyebilecek. Yamaç Okur: Benim bahsettiğim model için bir sponsor olması lazım her şeyden önce, öte yandan meslek birliklerinin oluşturacağı modellere bakanlık destek verebileceğini söylüyor. Kemal Ural: Kütahya’da ne olacak, 12 ay boyunca James Bond oynayacak bu durumda. Çünkü o desteklerin Kütahya’ya inmesi mümkün değil. Yamaç Okur: Yeni dağıtım stratejileri düşünmeli. Ana akım film yapımcıları bu tartışmada ne taraftalar, nasıl bakıyorlar? Kemal Ural: Onları çok ilgilendirmiyor. Bu bedeli ödemeye hazırlar diye düşünüyorum. Serkan Çakarer: Aynı anda 30000 merkezde film aynı tarihte vizyona girecek. Büyük bir yapımcının filmi istediği tarihte vizyona girebilecek mi? Amerikan filmiyle çakıştığında örneğin tercih neye göre yapılacak? Kemal Ural: Ana film sağlayıcınızı devre dışı bırakamazsınız. Fox’un sağladığı filmlerle benim şirketim hayatını sürdürdüğüne göre bu önemli. Öte yandan 4 aylık periyodlarda program yapmak çok zor. Bu rekabetin şartları zor. Serkan Çakarer: Dijitalleşme sezon süresinin uzamasında pozitif etki yapar mı sizce? Kemal Ural: Çok emin değilim. Serkan Çakarer: Dilerseniz soru cevap bölümüne geçelim. Konuk: En çok kafama takılan şey dijital kopyalama. Ortaya çıkan hard disci salon kendi hard diskine kopyalıyor. Bildiğim kadar bir kodlama yapılıyor o kodlama için nereye bedel ödeniyor bilmiyorum. Yamaç Okur: DCP’yi yapan bir takım post prodüksiyon şirketleri var. DCP bir format. Şifreli veya şifresiz olabilmektedir. Şifreyi zaman zaman yükletmek gerekiyor. Bedeli yüksek değil. Fiyatlamada sıkıntı yok. Ancak teknik tarafta sorunlar var. Projeksiyonlar bir değil. Farklı tipte markalar var. Şifre burada sorun yaratıyor. Ben örneğin son dönem festivallerine şifresiz DCP gönderdim. Vizyon için durum farklı. Dikkatli olmak gerekiyor. Mustafa Efe: Sistem çok avantajlı. Kemal beyle anlaşıyoruz, iki hafta film oynayacaksa iki haftalık bir şifre veriliyor. Daha sonra ben bunu kötü amaçla kullanamıyorum. Aralarda göstermek, başka bir yere satmak gibi bir durum mümkün olmuyor. Bu sebeple oldukça güvenli. Konuk: İki hafta sonra gösterime devam etmek istediğimde ne yapacağım. Tekrar şifre almam gerekecek. Mustafa Efe: Çok kolay bir işlem. Bir e-mail ile yeniden şifreleme yapılabiliyor. Ahmet Hızarcı: Filminiz bir kere şifreleniyor. Şifreli veya şifresiz arasında fark yok. Ticari dağıtıma giren filmin şifresi olmak zorundadır. Sadece festival gösterimlerinde şifresiz olabilir. Her sinema her makine için ayrı şifreleme yapılıyor bu biraz zaman alıyor. Yoksa başka bir sakıncası yok. Yamaç Okur: Yapımcı tarafından bakıldığında sinema salonlarının teknik açıdan çok zayıf olduğunu belirtmem lazım. Salonlarda çalışan makinistler sisteme ayak uydurmaya çalışıyor ancak zorlanıyor. Ama inanıyorum ki iki üç yıla kadar bu konu düzelecektir. Konuk: Sistem Sony tarafından kuruluyorsa bu dijital sistemin teknik desteği de onlar tarafından sağlanacak. Bu konunun yatırımcıyı ilgilendiren bir unsur olduğunu sinemacıyı çok bağlamadığını düşünüyorum. Mustafa Efe: Hatta internet bağlantısıyla uzaktan erişimle sorunu çözüyorlar. Serkan Çakarer: Geçiş sürecinin hızlı olacağını ve bazı karışıklıkları beraberinde getireceğini düşünüyorum. Konuk: Yapımcıya faydasının olmadığını düşünüyorum. Serkan Çakarer: Avrupa’da bu değişimden zarar görenler dağıtımcılar oldu. Yamaç Okur: Her şekilde maliyet 35 mm.’den düşük dolayısıyla her şekilde yapımcının avantajı olacaktır. Serkan Çakarer: Elindeki filmi alıp dünyanın bir yerinde post prodüksiyon yaptırabiliyorsun. Yamaç Okur: Son filmimiz “Tepenin Ardı” üzerinden gidelim. Salonlara girebilmek için 35 mm. basmak lazım ama maliyetli. Ayrıca film dijital üretilmiş ve bu bir risk. Bu risk de yapımcıya ait. DCP olarak girince gelirinizi görebiliyorsunuz. Maliyet belli çünkü. Diğer tarafta 35 mm.’e aktarma maliyetini de çıkarmanız lazım. Mustafa Efe: VPF ile ilgili eklemek istediğim bir şey var. Türkiye’de nasıl işleyecek bilemiyorum yapımcılar açısından. Stüdyoyla bir VPF anlaşması imzalasak da bunun bir süreci var. Sonsuza kadar böyle devam edecek değil. Bizim hesaplarımıza göre beş yıl içinde biz bu paraları almış olacağız. Dijital projeksiyon parasının çıkarılmasıyla süreç bitecek. Şu an sinemaların imzalayacağı sözleşmelerde cihazın parası çıktığı anda stüdyoların hepsi VPF ödemelerini kesiyor. Konuk: Sektör içerisinde olduğunuz için konuları derinlemesine tartışabiliyorsunuz. Ben 26 yaşımdayım, diyelim bir film yapmak istiyorum. Bu gelişmelerden heyecan duymalı mıyım? Kerem Kurdoğlu: Evet, film üretim süreci dijitalleşmeyle demokratikleşti. İyi bir resim yapmak için kağıt kalemden başka bir şeye ihtiyaç yoktur. Film yapmak da neredeyse aynı duruma geldi. Laptopunla film montajı yapabiliyorsun artık. Çıkan ürünü de girişimcilikle gösterime sokabilirsin. Serkan Çakarer: Dijital sinema çekmenin önemli artıları var. Ama sonrasında gösterim yapabilecek miyiz sorusunu da unutmamak lazım. Konuk: Elbette amacımız gösterim, zaten ben de bu noktada ürünümüz kayıp olur mu diye endişeleniyorum. Kemal Ural: Bu yapacağınız ürüne bağlı. Yamaç Okur: Kültür Bakanlığı desteklerinden sinema salonlarının ve dağıtımcıların da faydalanması lazım. Serkan Çakarer: Türkiye’de ticari film yapılmıyor denmesinin sebeplerinden bir tanesi sistemin yönetmen veya yapımcı üzerinden yürüyor olması. Aslında film yapım sürecine televizyonlar, dağıtımcılar aktif olarak girse onlar da söz hakkına sahip olacaklar. Böylelikle endüstrileşme sağlanmış olacak. Konuk: Dijitale geçiş sinema salonu için bir yatırım sürecidir. Yatırım süreci karşılığında bir finansal çözüm oluşmuştur. Yurt dışında da bu finansal çözümü getiren integratör denilen kurumdur. Bu kurum yapımcıdan belirli bir ücret alarak işini tamamlar doğru mu? İlk sorum bu finansal çözüme aday bir kurum Türkiye’de var mı? İkinci sorum, yurt dışındaki uygulamalarda bu kurum birden fazla olabiliyor mu? Üçüncüsü fiyat farklılığı oluşabiliyor mu? Mustafa Efe: Türkiye’de integratör yok. Stüdyoyla sinemacıyı buluşturacak bir uygulayıcı yok. Yurt dışında birçok firma var. Üç yabancı firmayla görüşmeler devam ediyor. Stüdyoların vereceği paralar netleşti gibi. 650 USD deniyor. Stüdyoyla direkt anlaşma yapamayan sinemaların integratörlere bir komisyon vermesi gerekiyor. Eskiden bunlar bir fondu. Makine üretiyorlardı. Şimdi uyguladıkları yöntem sen yatırımını yap ben paranı stüdyodan alayım şeklinde. Beni muhatap alır. Ama sizi muhatap almaz. Bunun karşılığında alacakları paralar için pazarlık imkanı var. Kemal Ural: Bu süreçte aracının aracısı olacaktır. Çünkü bir takım firmalar sadece dil sorunundan bu yabancı şirketlerle iletişim kuramayacaklardır. Serkan Çakarer: Bu şirketlerle anlaşma yapınca bazı kriterler konuyor size. O zaman stüdyolara olan yükümlülüklerinizi nasıl idare edeceksiniz? Mustafa Efe: O zamanlar bu şirketler makineleri kendisi alıyordu. O yüzden o şartları koyması gerekiyordu. Şimdi makineyi kendiniz alıyorsunuz. Stüdyo yükümlülüklerinizin muhatabı oluyor. Türkiye’de Mars grubu dışında bu stüdyolarla iletişimi yürütebilecek, yazılım bedelini karşılayabilecek başka şirket olmadığını düşünüyorum. Serkan Çakarer: Pahalı olduğu için mi? Mustafa Efe: Sürekli raporlama isteniyor. Stüdyo bir software yazdırmanızı istiyor. Verileri onun üzerinden çekiyor. Yamaç Okur: Dağıtımcı bu noktada nerede? Kemal Ural: Yabancı stüdyoların Türkiye’deki temsilcisi pozisyonuna gelecek tahmin ediyorum. Tahsilat yapacağız, paraları ödeyeceğiz. Çok da fazla bilmiyorum. Uygulandıkça görebileceğiz. Yamaç Okur: Yasa koyucunun ve meslek birliklerinin bu tartışmalarda olması şart. Mustafa Efe: Sinemacı filmden kazanacağı paraya bakıyor. Bizim lokasyonlarımız iyi noktalarda. Bu sebeple bir sorun yaşamıyoruz. Yeni projemizde 16 salonlu bir sinema yapıyoruz. İki salonunu art house filmlere ayırmayı planlıyoruz. Şirketimizin sahibi bir AVM yatırımcısı. Aynı zamanda sinema işletmecisi. Gelir kaynağımızın temelini sinema salonlarımız oluşturmuyor. Bu yüzden daha geniş düşünmemiz mümkün olabiliyor. Bu tip yatırımcılar söyleşilere, galalara, AVM’yi destekleyen art house filmlere destek veriyorlar. Tanıtım halkla ilişkiler anlamında. Bizim gibi yatırımcılar size alternatif dağıtım konusunda yardımcı olabilirler. Serkan Çakarer: Kemal Ural, Mustafa Efe ve Yamaç Okur’a, sizlere çok teşekkür ediyoruz.