Önsöz / Giriş - Yordam Kitap
Transkript
Önsöz / Giriş - Yordam Kitap
Giriş GİRİŞ1 Alf re d o S a a d-Fil ho ve Debora h John ston İçinde yaşadığımız neoliberalizm çağı, dünyadaki milyarlarca insanın yaşamını iktisat, siyaset, uluslararası ilişkiler, ideoloji, kültür ve bunun gibi çok farklı alanlarda fazlasıyla etkiliyor. Neoliberalizm, bir kuşaktan daha kısa sürede o kadar yaygın ve etkili bir hal almış, yaşamın son derece önemli yönleriyle öylesine iç içe geçmiştir ki, doğasını ve tarihsel önemini değerlendirmek zor olabilir. Oysa, bu tarz bir değerlendirme hem düşünsel hem de siyasi nedenlerle elzemdir. Elinizdeki seçki, neoliberalizmi eleştirel bir yaklaşımla çok farklı açılardan ele alan, konuyla ilgili aktivistler, öğrenciler ve sosyal bilimciler için araştırma gündemini ana hatlarıyla ortaya koyan 30 bölümden oluşuyor. Kuramsal, uygulamalı ve tarihsel bölümler olmak üzere üç grupta toplanmış olmalarına karşın, bu seçkide yer alan makaleler bazı önemli özellikleri paylaşıyorlar. Öncelikle, neoliberalizmin kökenlerini, doğasını ve sonuçlarını radikal ekonomi politiğin bakış açısından inceliyorlar. İkincisi, Marksçı, post-Keynesçi ve Kaleckici gibi düşünce okulları dahil olmak üzere farklı geleneklerden gelmelerine karşın, hem içerik hem de yaklaşım açısından birbirleriyle yakından ilişkililer. Bu 1 Bu çalışmanın araştırma asistanlığını etkili bir biçimde yerine getiren Daniel Ayliffe, Francesca Campagnoli, Ana Maria Miranda, Walter Schmidt ve Maria Laura Tinelli’ye minnettarız. 13 14 Alfredo Saad-Filho - Deborah Jonnston ortak noktalar, çağdaş ekonomi politiğin canlılığını, kapsadığı düşünce okulları arasında süregelen diyaloğun genişliğini ve derinliğini, ayrıca bu okulların birbirlerini karşılıklı olarak besleme potansiyelini gösteriyor. Üçüncüsü, bu makaleler neoliberalizmin radikal, yani konunun özüne inen bir eleştirisini sunuyorlar. Neoliberalizmin, gücü ve zenginliği dünyanın dört bir tarafındaki seçkin grupların ellerinde yoğunlaştıran, özellikle de her ülkedeki finans gruplarının çıkarlarına ve uluslararası boyutta ABD sermayesine fayda sağlayan hegemonik projenin bir parçası olduğunu ortaya koyuyorlar. Dolayısıyla, küreselleşme ve emperyalizm, neoliberalizmden bağımsız olarak incelenemez. Bu savlar aşağıda kısaca açıklanmıştır. NEOLİBERALİZME YÖNELİK YAKLAŞIMLAR Neoliberalizmi tamamen kuramsal bir yaklaşımla tanımlamak pek çok nedenden ötürü olanaksızdır. İlkin, neoliberal deneyimlerin (aşağıda açıklanacağı gibi) sahip oldukları önemli ortak noktalara rağmen, yöntemsel olarak bakıldığında neoliberalizm bir üretim tarzı değildir. Sonuç olarak, örneğin “feodalizm” ya da “kapitalizm” ile ilgili çalışmalarda beklenebileceğinin aksine, bu deneyimlerin açıkça tanımlanmış bir değişmez özellikler kümesini içermesi zorunlu değildir. Neoliberalizm, değişen derecelerde karmaşıklık gösteren, geniş bir toplumsal, iktisadi ve siyasi olgular yelpazesinin üzerinde yükselmektedir. Finansın artan gücü ya da demokrasinin altının oyulması gibi bazı olgular hayli soyut bir nitelik taşırken, özelleştirme ya da yabancı devletlerle yerel sivil toplum kuruluşları (STK’lar) arasındaki ilişki gibileri ise görece somut niteliktedir. Bununla birlikte, gerektiğinde uluslararası şantaj ve askeri güçle de desteklenen, yerel düzlemdeki siyasi, iktisadi, hukuki, ideolojik ve medya kaynaklı baskıların bir bileşkesi aracılığıyla yeni egemenlik alanlarına fütursuzca tecavüz eden, yoksulları ezip geçen, hak ve yetkileri zayıflatan, direnişi bozguna uğratan bu canavarı tanımak zor değildir. İkincisi, 7. ve 9. bölümlerde tartışıldığı gibi neoliberalizm, Giriş emperyalizm ve küreselleşmeden ayrı düşünülemez. Basmakalıp (ya da anayolcu) söylemde emperyalizm diye bir şey ya yoktur ya da daha yakınlarda gururla söylendiği gibi “Amerika’nın Külfeti” olarak sunulur: Dünyayı uygarlaştırma ve Kutsal Üçlü’nün, yani yeşil yüzlü Dolar Tanrısı ile onun hem vekilleri hem de geçici rakipleri olan Mukaddes Avro ile Aziz Yen’in bütün dünyayı takdis etmesini sağlamak. Din değiştiren yeni müritler, yenilenmiş bir uluslararası havaalanı, yepyeni bir McDonald’s şubesi, iki lüks otel, 3.000 STK ve bir Amerikan askeri üssü kazanırlar. Bu teklifi reddetmek olmaz; –aksi takdirde ... 2 . Buna karşılık, küreselleşme genellikle rekabetin artmasına, refahın yükselmesine ve demokrasinin bütün dünyaya yayılmasına yol açan, kaçınılamaz, amansız ve cömert bir süreç gibi gösterilir. Aslında, fiilen var olduğu haliyle (bkz. Saad-Filho 2003) küreselleşme adı verilen süreç, neoliberalizmin uluslararası yüzünden başka bir şey değildir: Başını Amerikan yönetici sınıfı ile yerel düzlemde egemen olan kapitalist koalisyonlar arasındaki ittifakın çektiği emperyalist bir proje olarak gücünü katlamış, dünya çapında bir birikim ve toplumsal disiplin stratejisi. İçeride neoliberalizmi, dışarıda emperyalist küreselciliği merkeze alan bu hırslı iktidar projesi, her ülkede farklı toplumsal, iktisadi ve siyasi ittifaklar tarafından uygulanır; ancak yerel finansal çıkarlar ile kendisi de finans dünyasının egemenliği altında olan Amerikan yönetici sınıfının çıkarları elbette baskın olacaktır. Üçüncüsü, neoliberalizmin tarihsel çözümlemesi çok katmanlı bir yaklaşımı gerektirir. Neoliberalizmin geçmişe uzanan, çeşitli kökleri bulunmaktadır ve ortaya çıkış tarihi tam olarak saptanamaz. 3. bölümden 6. bölüme kadar olan kısımda gösterildiği gibi neoliberalizm, aralarında Adam Smith, neoklasik iktisat, Avusturya Okulu’nun Keynesçilik ve Sovyet tarzı sosyalizm eleştirisi, parasalcılık [monetarizm] ile parasalcılığın yeni klasik ve “arz yönlü” çocuklarının da olduğu çeşitli kaynaklardan gelen anlayışları tek potada kaynaştırır. Savaş sonrası dönemin dünya düzeninin parçalanmasıyla birlikte bunların etkisi de çok hız2 Çağdaş sömürgeciliğin farklı yönleriyle ilgili seçkin bir değerlendirme için bkz. Panitch ve Leys (2004). 15 16 Alfredo Saad-Filho - Deborah Jonnston lı şekilde arttı: Dünya genelinde hızlı bir büyümenin yaşandığı “altın çağ”ın 1960’ların sonlarına doğru nihayete ermesi; Bretton Woods sisteminin 1970’lerin başlarında çökmesi; zengin ülkelerde “Keynesçi uzlaşma” politikasının 1970’lerin ortasına doğru aşınması; Sovyet blokunun 1980’lerde çözülmesi; 1980’li ve 1990’lı yıllarda yaşanan ödemeler dengesi krizlerinin ardından yoksul ülkelerdeki kalkınma alternatiflerinin göçmesi. 1. ve 2. bölümler, alternatiflerin göçmesinin, muhafazakâr görüşler ile ABD’li seçkinlerin ve onların temsilcilerinin çıkarları arasında bir bireşim [sentez] oluşması için alan açtığını gösteriyor. Bu bireşim, Ronald Reagan ile Margaret Thatcher’in sağladığı saldırgan popülist muhafazakârlık tenceresinde, finansın sunduğu malzemeyle pişirildi. Finans, 1979’da ABD Federal Rezerv Sistemi 3 başkanı Paul Volcker’in önderliğinde yapılan “darbe”den sonra dünya genelinde baskın hale geliyordu.4 Neoliberalizm, gerek ikna ederek gerekse zor kullanarak her yere yayıldı. Ancak, neoliberalizmin yükselişiyle ilgili fazlasıyla doğrusal olan anlatılardan uzak durulması gerekiyor. Örneğin, İngiltere’de Thatcher’in parasalcı iktisadi platformunun ana unsurları önceki İşçi Partisi hükümeti tarafından belirlenmişti; Thatcher’in tek yaptığı bunları yaygınlaştırmak ve zorlayıcı bir mantıksal temele oturtmak oldu. Ayrıca, süt hırsızı 5 Thatcher’in, Reagan’ın vantriloklarının ve mallarını ABD İmparatorluk Sarayı civarında dolaşarak satan entelektüel fahişelerin ortaya attığı prüten iddialar ile bu neoliberal yönetimlerin siyasi uygulamaları arasında çözümü imkânsız bir gerilim bulunuyor. Örneğin, (Reagan’ın vekili pére 6 3 ABD Federal Rezerv Sistemi, ABD’de Merkez Bankası işlevlerini yerine getiren banka sistemidir. –çev. 4 Citibank’ın başkan yardımcısı M.J. Horgan, Fed’in politika değişikliğinden bu yana “dünyanın değiştiği”ni iddia ederken, ABD Federal Rezerv Sistemi’nin gelecekteki başkanı Alan Greenspan, Volcker’in politika değişikliğinin “II. Dünya Savaşı’ndan beri gerçekleştirilen en önemli para politikası değişikliği” olduğunu belirtiyordu (Business Week, 5 Kasım 1979, s. 91; 22 Ekim 1979, s. 67). 5 İktidara gelmesinin ardından okullarda öğrencilere ücretsiz süt verilmesi uygulamasını sona erdirmesi nedeniyle Thatcher’e “süt hırsızı” denmektedir. –çev. 6 pére (Fransızca): baba. –çev. Giriş George Bush’un deyişiyle) Reagan’ın “büyü iktisadı” 7 kutsal yazıların muhafızları için kabul edilemez olacaktı. Tarih, bakir iktisadi ve siyasi modellerin sömürge konumundaki ülkelere dayatılmasının daha kolay olduğunu göstermiştir, çünkü içeride çatışan çıkarların varlığı ve sınırlı gücün yol açtığı karmakarışık sonuçlar, tarihin istenildiğinde yeniden başlatılmasına izin vermez. Bu konunun en iyi örneği, tarımsal liberalizmin bakışımsız [asimetrik] uygulamaları hakkında 14. bölümde yapılan tartışmadır. Dolgun maaşlı danışmanları, Dolar Tanrısı’nın yerli halkın iradesini kolayca yola getirebildiği uzak ve önemsiz ülkelere paraşütle indirmek görece kolaydır. Bu arınma ayini yerlileri neredeyse birer medeni haline getirecektir! Ancak, cahil kitleler ve bu kitlelere önderlik eden acımasız liderler Dolar diplomasisini ve (yeni) kurallara göre oynamayı reddederlerse eğer, giderek daha uzak mesafelerden etkili olacak şekilde konuşlandırılabilen kitle imha silahları el altında kullanıma hazır tutulmaktadır. Her ülkenin farklı olduğu ve tarihsel çözümlemenin dikkat çekecek ölçüde zengin ayrıntıları ortaya çıkaracağı doğru olsa da, genel görünüm açıktır. Neoliberalizmin en temel özelliği, (finansal) piyasanın buyruklarını dayatmak amacıyla yurtiçindeki süreçte devlet gücünün sistemli kullanımıdır ve bu, uluslararası ölçekte “küreselleşme” tarafından yeniden üretilmektedir. 22., 23. ve 30. bölümlerde sırasıyla ele alınan ABD, İngiltere ile Doğu ve Güneydoğu Asya vakalarının gösterdiği gibi neoliberalizm, kapital(izm)i korumak ve emeğin gücünü azaltmak amaçları doğrultusunda gelişen, kapitalizme özgü bir örgütlenmedir. Bu örgütlenme, dış baskıların yanı sıra, iç kuvvetlerin dayattığı toplumsal, iktisadi ve siyasi dönüşümler aracılığıyla gerçekleştirilir. İç kuvvetler, finans dünyası, önde gelen sanayiciler, ticaret adamları ve ihracatçılar, medya baronları, büyük toprak sahipleri, yerel siyasi liderler, en üst kademelerdeki kamu görevleri ve ordu mensupları 7 “Büyü iktisadı” deyişi (voodoo economics), Reagan’ın iktidara geldikten sonra arz yönlü iktisat politikaları uyarınca kapsamlı bir gelir vergisi indirimine gideceği, denk bütçe politikasına bağlı kalacağı ve savunma harcamalarını artıracağı vaatlerine karşı kullanılan eleştirel bir deyimdir. Bunun ancak “büyü” yapılarak sağlanabileceğini ifade eder. –çev 17 18 Alfredo Saad-Filho - Deborah Jonnston ile bu kesimlerin düşünsel ve siyasi vekilleri arasındaki koalisyondan meydana gelir. Merkezden yayılan “küresel” ideolojilerle yakından bağlantılı olan bu gruplar, metropolden gelen taleplere hızla intibak etme eğilimi gösterirler. Bu grupların çabaları, dünya genelinde güç ilişkilerinde çoğunluğun aleyhine olacak önemli bir kaymaya yol açmıştır. Şirketlerin iktidarı kuvvetlenirken finans rakipsiz bir etkiye sahip olmuş ve siyasi yelpaze sağa doğru kaymıştır. Sol partiler ve kitle örgütleri içten içe güç kaybederken, işçi sendikaları işsizlik yüzünden suskunlaşmış ya da etkisiz hale gelmiştir. Dış baskı biçimleri arasında ise şunlar sayılabilir: Batı kültürü ile ideolojisinin yayılması; neoliberal değerlerin çığırtkanlığını yapan devlet kurumları ile sivil toplum kuruluşlarına dış destek sağlanması; neoliberal programı teşvik etmek amacıyla dış yardım, dış borç yükünün hafifletilmesi ve ödemeler dengesi desteği konularının utanmazca kullanılması; gerektiğinde diplomatik baskı, siyasi huzursuzluk ve askeri müdahale. Örneğin, 24. bölüm, Avrupa Birliği’nde yönetici konumda bulunan iktisadi ve siyasi güçlerin, bütünleşme sürecini neoliberalizmin hegemonyasını sağlama almak amacıyla nasıl araçsallaştırdıklarını gösteriyor. Doğu Avrupa’nın, Batı Avrupa tarzı bir neoliberalizme doğru sürüklenenlerle Rusya’nın iş dünyası oligarşisi modelini takip eden ülkeler arasında iki parçaya bölünmesini inceleyen 25. bölüm, bir önceki bölümde anlatılanları tamamlayıcı niteliktedir. Kısacası, neoliberalizm her yerde toplumsal çatışmaların hem sonucu, hem de bu çatışmaların yapıldığı mücadele alanı olarak ortaya çıkıyor. Siyasi ve iktisadi gündemi belirleyip olası sonuçları sınırlamanın, beklentileri belli bir yönde etkilemenin yanı sıra varsayımlarını, yöntemlerini ve sonuçlarını sorgulayanlara zorlu görevler dayatıyor. Bununla birlikte neoliberal kuram zaman içinde değişmiştir. Neoliberal kuram kendisine yöneltilen, dünyanın dört bir yanında yoksulluğu ve toplumsal altüst oluşları artırmış olduğu yolundaki en güçlü eleştirilerin üstesinden gelmek amacıyla bu insan yiyen canavarı güzelleştirme çabası içine girmiştir. İdeolojik esinler taşıyan yeniden biçimlendirme çabalarına önemli miktarda kaynak aktarılmasına rağmen, yapılan düzeltmelerin ikna Giriş edici olamamasında neoliberal projenin özünün değişmeden kalmasının payı hiç de azımsanamaz. 15. bölüm bu konuyu yoksulluk ve bölüşüm bağlamında ele alırken, 21. bölümde pek çoklarının “insani yüzlü neoliberalizm” olarak gördüğü “Üçüncü Yol” gündemi tartışılıyor. ÇOK YÖNLÜ BİR İKTİDAR PROJESİ Neoliberalizm, görece uzun bir refah devresinin sonunda sermaye birikimi sorunlarına finans dostu bir çözüm sundu. 1., 22. ve 30. bölümler, huzursuz işçi sınıfının, enflasyonu önleyici ve üretkenliği artırıcı önlemler kisvesi altında daraltıcı maliye ve para politikalarıyla sosyal hakları tırpanlamaya yönelik geniş kapsamlı girişimlere başvuran neoliberalizm tarafından disiplin altına alındığını göstermektedir. Neoliberalizm, devletin kaynakları dönemler arası (yatırım ile tüketim arasındaki denge) ve sektörler arası (yatırım, istihdam ve üretimin bölüşümü) olarak tahsis etme gücünün, uluslararası düzlemde giderek bütünleşen (ABD önderliğindeki) finans sektörüne aktarılmasını akla uygun hale getirdi. Böylece 11. ve 15. bölümlerde gösterildiği gibi, neoliberalizm yüklü miktarda kaynağın yerel zenginlerin yanı sıra ABD’ye aktarılmasını kolaylaştırdı. Neoliberal küreselcilik asla bir “iktisadi düzenlemelerden arındırma” modeli değildir ve genellikle “özel teşebbüs”ü teşvik etmez. Neoliberalizm, müdahale etmeme ideolojik bahanesiyle toplumsal yaşamın her alanında kapsamlı ve saldırgan müdahalelerde bulunur. Finansın öne çıkmasına, uluslararası seçkinlerin bütünleşmesine, bütün ülkelerde yoksulların tabi kılınmasına, ABD’nin çıkarlarına evrensel olarak rıza gösterilmesine dayanan özgül bir toplumsal ve iktisadi düzenleme biçimini dayatır. Son olarak, neoliberalizm birikim sürecinin hızlanmasını desteklemez. Küresel seçkinlerle onların uzantılarının güçlerini ve yaşam standartlarını geliştirmesine karşın, ezici çoğunluk açısından yıkıcıdır. Ülke içinde, “piyasa ilişkileri”nin yayılması, gıda, su, eğitim, çalışma, toprak, konut, tıbbi bakım, ulaşım ve kamusal imkânlara erişim haklarının yanı sıra (16. ile 18. bö- 19 20 Alfredo Saad-Filho - Deborah Jonnston lümler arasında gösterildiği gibi) toplumsal cinsiyet ilişkilerini de ayaklar altına alır. Yasalar, çoğunluğu disiplin altına alacak, örgütlenme haklarını sınırlayacak ve neoliberalizmin sonuçları karşısında seslerini yükseltip alternatif ler üretmelerini güçleştirecek şekilde değiştirilir. Aynen Fransa, Hindistan, İtalya, İsveç, İngiltere ve ABD gibi “eski demokrasiler”de olduğu gibi, Bolivya, Ekvador, Nijerya, Güney Afrika, Güney Kore ve Zambiya gibi “yeni demokrasiler”de de polis, mahkemeler ve silahlı kuvvetler protestoları bastırmak amacıyla hazırda bekletilir. 20. bölüm, küresel sermayenin, toprağa el koyma ve üzerinde yaşayan insanları sömürme hakkını kullanarak demokrasiyi her yerde sınırladığını gösterirken, 8. bölüm ise neoliberalizme eşlik eden, “varlıklara sistemli biçimde el konulması” sürecini gözden geçirmektedir. Son olarak, küresel kârların giderek daha büyük bir kısmı başta ABD olmak üzere zengin ülkelere doğru pompalanmaktadır. Bu aktarımlar, gerek yerli seçkinlerin gerekse Amerikan seçkinlerinin olağanüstü boyutlara ulaşan tüketim düzeylerini desteklemesi gereken çevre üzerindeki baskıyı artan sömürü oranları yoluyla ağırlaştırır. Başka bir deyişle, neoliberalizm çoğunluğun giderek daha fazla sömürüldüğü hegemonik bir sistemdir. 12. bölüm, yoksul ülkelerin yaşam standardının yükseleceğini söyleyen neoliberal vaadin gerçekleşmediğini ortaya koyarken, 13. bölüm dış yardımların bu sömürü sürecine nasıl hizmet ettiğini tartışmaktadır. Kitabın bu ve diğer bölümleri, iktisadi büyümeye ve yoksulluğun azaltılmasına katkıda bulunması muhtemel politikaların uygulanmasının bizzat neoliberalizm tarafından engellendiğini iddia etmektedir. 28. bölümde, Güney Asya örneğinde olduğu gibi neoliberalizmin politika söylemini kaçınılmaz biçimde daralttığı savunulmaktadır. Her ülkenin kendi içindeki (ve ülkeler arasındaki) iktidar ilişkilerinde yaşanan kayma, bu sömürü gündeminin en önemli belirleyicisi olsa da tek etken değildir. Başta ucuzlayan uluslararası taşımacılık, iletişimin ve bilgisayarlı muhasebenin gücü ve internet olmak üzere, teknolojik değişimlerin, “esnek” üretimin, üretim zincirleri ile finansal piyasaların uluslararası ölçekte daha fazla bütünleşmesinin ve bunun gibi etkenlerin de sömürü günde- Giriş minin oluşmasına katkısı olmuştur. Bu maddi değişimler, mevcut toplumsal değişimleri teşvik ettikleri kadar, onlardan etkilenmişlerdir de. NEOLİBERALİZMİ AŞARKEN Sahip olduğu güce, dünya ekonomisinde yaratmış olduğu dönüşümlere ve küçük bir azınlığın yaşam standardını sürekli artırmayı başarmış olmasına rağmen, neoliberalizm sermaye birikimi için verimli bir zemin değildir. Neoliberalizmin egemenliği altında iktisadi büyüme oranları düşmüş, işsizlik ve eksik istihdam yaygınlaşmış, gerek ülkeler arasındaki gerekse ülkelerin kendi içlerindeki eşitsizlikler keskinleşmiş, çoğunluğun yaşam ve çalışma koşulları hemen her yerde kötüleşmiş ve çevre ülkeler iktisadi istikrarsızlıktan çok büyük zarar görmüştür. Başka bir deyişle neoliberalizm, azınlık iktidarının ulusları yağmalayıp çevreyi talan ettiği küresel bir sistemdir. Neoliberal sistem, sürekliliğini sağlayacak maddi temeli yaratıp kendini yeniden üretmesinin önündeki direnci ezerek iktisadi, siyasi ve toplumsal değişimleri biçimlendirir. 26. ve 30. bölümler arasında Latin Amerika, Sahra Altı Afrikası, Güney Asya, Japonya ve Doğu ile Güneydoğu Asya’da süren krizler tartışılmaktadır. Bu bölümlerde neoliberal politikaların her yerde istikrarsızlığı artırdığı savunulurken, 10. bölüm ticari dışa açıklığın büyüme için iyi olduğu yolundaki neoliberal merkezi hipotezin kanıtlanması için yeterli kuramsal ve görgül [ampirik] kanıt bulunmadığını ortaya koymaktadır. Öte yandan neoliberalizm kendi varoluş koşullarını da tahrip etmektedir. Süreklilik arz eden bir iktisadi büyüme ve yaşam standartlarının yükseltilmesi konularındaki kalıcı başarısızlığı yalnızca çoğunluğun hoşgörüsünü tüketmekle kalmaz, aynı zamanda tartışmayı bulandırıp yol açtığı yıkıcı sonuçları meşrulaştırmak amacını taşıyan neoliberal yalanlar ağını da açığa çıkarır. Söz verilen “verimlilik kazanımları”nı bir türlü gerçekleştiremeyen bitip tükenmez “reformlar” mantrası8, neoliberal devletlerin yanı sıra bu devletlerin söylemleri ile sözcülerinin meşruiyetini 8 Sürekli tekrarlandığında ruhani güçlerin uyandırılmasını sağlayan kutsal söz. –çev 21 22 Alfredo Saad-Filho - Deborah Jonnston de ortadan kaldırır. Devletin giderek büyüyen mali kısıtları ortadayken, merkez ülkelerde yaşam standartlarının iyileşmesini destekleyen tüketici kredilerinin patlaması, neoliberal iktisadi politika araçlarının en önemlisi olan faiz oranlarıyla oynanması olanağını sınırlandırır. Neoliberal hegemonyaya başarıyla meydan okuyan halk hareketlerinin ortaya çıkması son derece önemlidir. 19. bölümde ortaya konduğu gibi Arjantin, Bolivya ve Ekvador’da yaşanan son toplumsal patlamaların yanı sıra başka yerlerde ortaya çıkan daha sınırlı toplumsal hareketler neoliberalizmin asla yaralanamaz olmadığını göstermektedir. Elinizdeki kitap, bu savları ayrıntılarıyla ele alıp kanıtlamakta; tefekkür, eleştiri ve mücadeleden oluşan bir gündeme işaret etmektedir. KAYNAKÇA Panitch, L. ve C. Leys (der.) (2004), The New Imperial Challenge: Socialist Register 2004. Londra: Merlin. Saad-Filho, A. (2003), “Introduction”, Anti-Capitalism: A Marxist Introduction içinde. Londra: Pluto Press [Kapitalizme Reddiye: Marksist Bir Giriş, çev. Emel Kahraman ve diğerleri, Yordam Kitap, 2007].