2. Cilt - Nevşehir Hacı Bektaş Veli Üniversitesi
Transkript
2. Cilt - Nevşehir Hacı Bektaş Veli Üniversitesi
NEVŞEHİR ÜNİVERSİTESİ KAPADOKYA ARAŞTIRMA VE UYGULAMA MERKEZİ (NEVKAM) 1.Uluslararası NEVŞEHİR TARİH VE KÜLTÜR SEMPOZYUMU BİLDİRİLERİ 16-19 Kasım 2011, Nevşehir 2 Cilt Editör Yrd. Doç. Dr. Adem ÖGER 1. Uluslarası Nevşehir Tarih ve Kültür Sempozyumu Bildirileri Nevşehir Üniversitesi Yayınları: 2 Editör Yrd. Doç. Dr. Adem ÖGER ISBN: 978-605-4163-02-1 (tk) 978-605-4163-05-2 (2.cilt) 1. Baskı Nisan, 2012 / Ankara Kapak ve Sayfa Tasarımı Grafik-Ofset Matbaacılık Reklamcılık Sanayi ve Ticaret Ltd. Şti. 1. Cadde 1396. Sokak No: 6 06520 (Oğuzlar Mahallesi) Balgat-ANKARA Tel : 0 312. 284 16 39 Pbx Faks : 0 312. 284 37 27 E-mail : grafiker@grafiker.com.tr Web : grafiker.com.tr Baskı, Cilt Ofset Yayıncılık Ltd. Şti. Kazım Karabekir Caddesi Ali Kabakçı İşhanı 85/3 İskitler-ANKARA Tel : 0 312. 384 00 18 Faks : 0 312. 342 16 52 DESTEKLERİ İÇİN Nevşehir Valiliği’ne, Nevşehir Belediyesi’ne, TÜBİTAK’a, Avanos Belediyesi’ne, Başdere Belediyesi’ne, Çat Belediyesi’ne, Derinkuyu Belediyesi’ne, Göre Belediyesi’ne, Gülşehir Belediyesi’ne, Göreme Belediyesi’ne, Hacıbektaş Belediyesi’ne, Kavak Belediyesi’ne, Mustafapaşa Belediyesi’ne, Uçhisar Belediyesi’ne, Ürgüp Belediyesi’ne TEŞEKKÜRLERİMİZLE İÇİNDEKİLER BİLDİRİLER (Bildiriler Alfabetik Olarak Sıralanmıştır) Banu DAVUN - Betül AYTEPE Seramik Sanat ve Tasarım Eğitiminde Müze ve Atölye Uygulamaları ........................................................................................ 5 Bekir KABAKÇI Nevşehir Damat İbrahim Paşa Külliyesi Kurşunlu Camii Kalemişi Çalışmalarının, Kompozisyonu Oluşturulan Etmenler Açısından İncelenmesi .................................................................... 23 Beyhan ASMA Rusya - Türkiye Turizminin Vazgeçilmez Köprüsü: Kapadokya ........................ 45 Birnaz ER - Zeliha SARIKAYA HÜNEREL Turistik Bir Bölge Olan Nevşehir İlinin Yöredeki El Sanatlarına Katkısı .............. 63 Buket KÖREMEZLİ Karamanlıca Yazılmış İlk Roman Temeşa-i Dünya ve Cefakâr u Cefakeş’te Kullanılan Zarf-Fiiller .................................................... 77 Burcu BAŞARAN Geleneksel Nevşehir Kıyafetlerinden Faydalanarak Tasarlanan Turistik Amaçlı Giysiler.................................................................. 91 Carmela CRESCENZI - Giorgio VERDİANİ - Sergio Di TONDO Kültürel Miras İçin Araştırmalar ve İnteraktif Multimedya Belgeler ................ 111 Catherine JOLIVET LEVY Tokalı Kilisesinin Gözden Geçirilmesi: Yeni Kilisede İsa’nın Vaizlik Döngüsü Üzerine Yeni Düşünceler ..................... 131 Celal Gülşen - Taner DURAN Yükseköğretim Öğrencilerinin Başarılarına Takım Çalışmasının Etkisi ............ 143 Chiara BORDINO Tanrı’nın Yaşadığı Bir Yer. Nevşehir Bölgesi’nde Hristiyan Kilisesinin Gelişimi (IV-XIII Yüzyıllar Arası) ve Bu Kilisenin Görsel Sanatlardaki Rolü........................................................... 161 Cihan ÇAKMAK Karamanlı Türkçesine Genel Bir Bakış Denemesi .......................................... 185 Çağatan TAŞKIN - Cem Okan TUNCEL Destinasyon Pazarlaması ve Marka Kent Oluşturma Stratejileri: Nevşehir İli İçin Marka Kent Temelli Bir Turizm Stratejisi Önerisi .................... 209 Çetin PEKACAR- Filiz Meltem ERDEM UÇAR Nevşehir Ve Diğer Anadolu Ağızlarında Fiillerin Teklik 3. Şahıs Çekimlerinde /N/ Sesi ..................................................................... 225 Çiğdem DİRİK- Ahsen ARMAĞAN Nevşehir’in Basına Yansıyan İmajı ve Markalaşma Sürecinde Nevşehir........... 237 Deniz ULUKUŞ- Osman TURGAY Ürgüp, Derinkuyu ve Hodul Dağı (Nevşehir) Arasında Kalan Bölgenin Floristik Özellikleri ................................................. 261 Dilek HERKMEN Nevşehir Ağızlarındaki Süreklilik Tasvirî Fiillerinin Tarihî ve Çağdaş Lehçelerle Mukayesesi .................................................................... 271 Dilek YEŞİLTUNA Popüler Kültür ve Film Turizmi ..................................................................... 287 Dimitrios KATSIKAS- KAPPADOKIS Azız George Neapolıtıs (1730-1797) Biyografisi ve Mucizeleri ...................... 307 Doğan ATILGAN Nevşehir’de Kültür ve Kütüphaneler ............................................................ 329 Duygu EREN - Hediye LİMON - Yusuf KARAKUŞ Nevşehir Turizminin İstatistiksel Olarak Değerlendirilmesi (1982-2011) ......... 353 Efkan UZUN Şeyhülislâm Ürgüplü Mustafa Hayrî Efendi (1867-1922) .............................. 375 Elif Esra ÖNEN Tarihsel Bir Roman: Kapadokya Kahramanı Yağışoğlu Yaşar ......................... 391 Elif ŞENEL Neşet Günal’ın Eserleri Çerçevesinde Sanatta Yöresellik Kavramı Üzerine Bir Tartışma ....................................................... 399 Emin ERDEM KAYA Nevşehir İli Ürgüp İlçesinde “Nahıl Övme” Geleneği .................................... 425 SERAMİK SANAT VE TASARIM EĞİTİMİNDE MÜZE VE ATÖLYE UYGULAMALARI THE MUSEUM AND STUDIO APPLICATION IN THE EDUCATION OF CERAMIC ARTS AND DESIGN Banu DAVUN* - Betül AYTEPE** ÖZET Araştırma, Nevşehir Üniversitesi, Avanos Meslek Yüksekokulu Seramik, Cam ve Çinicilik Programına devam etmekte olan birinci sınıf öğrencilerin Seramik Sanat ve Tasarım Eğitimi ile Seramik Atölye derslerinde uygulanmak üzere Müze Eğitimi ve Estetik Eleştiri yöntemiyle özgün seramik uygulamalar gerçekleştirmek amacıyla yapılmıştır. Müze eğitimi ve estetik eleştiri yöntemiyle desteklenmiş özgün seramik uygulamalarla daha önce ilköğretim ve lise programı dışında kapsamlı bir sanat eğitimi almamış yüksekokul öğrencilerinin sanatsal gelişim ve estetik yetileri kazanmalarına katkıda bulunmak, beş duyuya hitap eden özgün sanatsal uygulamalara aktif katılımlarıyla kendilerini özgürce ifade etmelerine olanak sağlamak, müzede bulunan eski uygarlıkların sanatını tanıtmak, kısaca disiplinler arası sanat eğitimi bilincini oluşturmak bakımından önemlidir. Araştırma Avanos Meslek Yüksekokulu Seramik, Cam ve Çinicilik programı birinci sınıfa devam eden sekiz öğrenci ile yapılmıştır. Seramik Sanat ve Tasarım Eğitimi dersi kapsamında öğrenciler Nevşehir ilinde bulunan TC. Kültür ve Turizm Bakanlığı’na bağlı Nevşehir Arkeoloji Müzesine götürülmüşlerdir. Müzede yer alan tarihi dönemlere ait pişmiş topraktan yapılmış antik eserlerin dönem itibariyle yapımı, tekniği, dekorları hakkında bilgiler verilmiştir. Öğrencilerin her birine soru-cevap şeklinde müzedeki eserlere ilişkin sanat eleştirisi yapılmış, incelenmiş ve uygulama kapsamında karakalem çizim* Yrd. Doç. Dr., Nevşehir Üniversitesi, Güzel Sanatlar Fakültesi, Görsel İletişim Tasarım Bölümü, e-posta: bdavun@nevsehir.edu.tr ** Öğr. Gör., Nevşehir Üniversitesi, Avanos Meslek Yüksekokulu, El Sanatları Bölümü, Seramik, Cam ve Çinicilik Programı, e-posta: aytepe@nevsehir.edu.tr 1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u 5 Banu DAVUN - Betül AYTEPE ler yaptırılmıştır. Bu uygulamadan sonra öğrenciler seramik atölyelerinde seçtiği döneme ait, estetik eleştiri ve çizimleri esas alarak önce eserin aynısını çamur malzemeyle elle şekillendirme yöntemi kullanarak uygulamışlardır. İkinci aşamada yine müzede seçtiği eserinden yola çıkarak biçimde ve tasarımda yorumlamalar yapmış, özgün seramik çalışmalarıyla ikinci uygulamalarını gerçekleştirmişlerdir. Yapılan çalışmalar karşılaştırılarak, değerlendirmeleri yapılmış ve çeşitli öneriler verilerek bundan sonra yapılacak araştırmalara rehber olabilecek şekilde literatür ışığında tartışılmıştır. Anahtar Kelimeler: Seramik Sanat ve Tasarım Eğitimi, Müze Eğitimi, Estetik Eleştiri, Disiplinler arası Sanat Eğitimi. ABSTRACT The research was applied on the first grade students of Nevsehir University, Avanos Vocational School of Higher Education, Ceramic, Glass and Tile Programs in order to perform original ceramic application with museum education and aesthetic criticism method in their education of ceramic arts and design and workshop lessons of ceramic. Contributing the artistic and aesthetic development of the higher education students that have not taken comprehensive art lessons in their elementary and high school education with the museum application and aesthetic criticism method, allowing them to express themselves to active participation of original artistic practices that appeal to the five senses, introducing them of the ancient civilizations in the museum and in the summary, developing the interdisipliner art education training is important. The research was applied on the eight first grade students of Nevşehir University, Avanos Vocational School of Higher Education, Ceramic, Glass and Tile Programs. As part of the Education of Ceramic Arts and Design lessons, students were taken to the Nevsehir Archeology Museum which is under the Ministry of Culture and Tourism in the Nevşehir Province. In the museum, some information about the ancient handworks and their creation history, technics and sceneries were given to students, also art criticism and charcoal drawing under the application was given in the question-answer form. After these applications, students have chosen some ancient phase and designed their handwork about this phase with mud which based on the aesthetic criticism and drawings. Then, students have remarked their phases’ method and design, and effectuated their genuine ceramic works. 6 1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u Seramik Sanat ve Tasarım Eğitiminde Müze ve Atölye Uygulamaları In conclusion, these studies have been compared, rewieved and discussed with some suggestions in the literature for the guide and lead the other works. Key Words: The Education of Ceramic Arts and Design, Education of Museum, Aesthetic Criticism, Interdisipliner Art Education. 1. Giriş Araştırmanın konusunu Nevşehir Üniversitesi, Avanos Meslek Yüksekokulu Seramik, Cam ve Çinicilik Programına devam etmekte olan birinci sınıf öğrencilerinin Seramik Sanat ve Tasarım Eğitimi ile Seramik Atölye derslerinde uygulanmak üzere, Disiplinler arası Sanat Eğitimi kapsamı içinde yer alan Müze Eğitimi ve Estetik Eleştiri yöntemiyle gerçekleştirilmiş özgün ve uygulamalı çalışmalar oluşturmaktadır. Müze eğitimi ve estetik eleştiri yöntemiyle desteklenmiş Sanat ve Tasarım Eğitimi dersiyle gençlerin sanatsal gelişim ve estetik yetileri kazanmalarına katkıda bulunmak, beş duyuya hitap eden uygulamalara aktif katılım sağlanarak kendilerini özgürce ifade etmelerine olanak vermek, müzede bulunan eski uygarlıkların sanatını tanıtmak, kısaca sanat eğitimi bilincini oluşturmak amacıyla yapılmıştır. Uygulamalı olarak çalışılan araştırmanın evrenini, 2010-2011 öğretim yılında Nevşehir Üniversitesine bağlı Avanos Meslek Yüksekokulu Seramik, Cam ve Çinicilik Programına devam etmekte olan birinci sınıf öğrencileri oluşturmaktadır. Bu evren içinden seçilen sekiz öğrenci örneklemi oluşturmak üzere belirlenmiştir. Araştırma grubuna dahil olan öğrenciler lise programı dışında kapsamlı bir sanat eğitimi almamış yüksekokul öğrencileridir. Bu çalışmayla, yurt genelinde Meslek Yüksekokullarının sanatla ilgili bölümlerinin programlarında yer alan Sanat ve Tasarım Eğitimi dersleri incelenmiştir. Gençlere verilecek Sanat eğitimi programının oldukça önemli bir adımını oluşturan Sanat ve Tasarım Eğitimi ders programı içeriği incelendiğinde teorik anlatımların yanı sıra desen, strüktür, boyama çalışmaları, renk bilgisi vb. iki ya da üç boyutlu uygulamaların kurumlarda sistemli ya da sistemsiz olarak yürütülmekte olduğu görülmektedir. Sanat eğitiminin sadece dar ve kısıtlı çerçevede kalması, öğretim görevlisi eksikliği ya da sistemli bir eğitimin uygulanamaması sonucu gençlerin sanatsal gelişimi istenen düzeyde olamamaktadır. Bu da bu okullarda öğrenim gören gençlerin sanat eğitiminden beklentilerimizi önemli ölçüde azaltmaktadır. Eği- 1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u 7 Banu DAVUN - Betül AYTEPE timde yeni arayışlar, bireylerin yaratıcılığının geliştirilmesine yöneldiğinde, eski öğretim yöntemleri yerine daha çağdaş, kalıcı ve aktif öğretim yöntemleri karşımıza çıkmaktadır. Bu aşamada sanatla ilişkilendirilen Gestalt psikolojisine göre yaratıcılığın eğitilebilir olduğu, görme olayının objeleri mekanik olarak kaydeden bir duyu olmadığı, görmenin beyin gücü ile gerçekleştiği, gibi birçok önemli gerçeğin ortaya çıkmasını sağlamıştır. Bu nedenle gençlerin sanat eğitiminde bu gerçekler doğrultusunda yeni arayışlar ve yaklaşımlar uygulanmaya başlanmıştır. Nitekim genç, sanat eğitimi sürecinden geçerken, diğer bilimsel aşamalarda olduğu gibi “sezer, düşünür, araştırır, dener ve çözüme varır” (Gökaydın, 2002: 31). Sistemli bir şekilde planlanmış, estetik, estetik eleştiri, sanat tarihi, müze eğitimi ve sanatsal uygulamaları kapsayan eğitim sonucunda lise programı dışında kapsamlı bir sanat eğitimi almamış yüksekokul öğrencilerinden bu ders için beklenen sanatsal gelişim ve estetik yetileri kazanmaları hedeflenmiştir. Sanat ve Tasarım Eğitimi dersi öğrencinin estetik duyarlılığını geliştiren, kendi güçlerinin farkındalığını sağlayan, sosyal alışkanlıklarını, yaşam sevgilerini geliştiren, yaratıcı yapıcı ve düşünen bireylerin oluşmasını sağlamada önde gelen ve gerekli olan bir eğitim sistemidir. Bu konuda bir araştırma yapılması, bu çalışmanın sonraki yapılacak araştırmalara zemin olması ve eğitimcilere rehberlik etmesi bakımından önemli olduğu düşünülmektedir. 2. Anadolu’da Yaşamış Çeşitli Medeniyetler Anadolu’da M.Ö. 2000-1800 yılları arasında özellikle Nevşehir ve Aksaray civarında yerel Bruşanda Krallığı bulunuyordu. Bu krallıkların yakınlarında Asur Ticaret Kolonileri (Karum) kuruluyordu. Orta Anadolu’da Hattiler, Hititler yaşamış ve dini nitelikli tapınaklar, potern denilen geçitler, heykeller, kabartmalar, kil tabletler, pişmiş topraktan önceleri geometrik motifli sonradan insan ve hayvan tasvirli mühürler, çömlekler gibi pek çok kültürel miras bırakmışlardır (Şahin, 2006: 99-101). Torosların kuzeyinde bulunan engebeli platoda yer alan Kapadokya Antik Bölgesi Nevşehir, Kayseri ve Niğde illerini içine almaktadır. Hititlerden itibaren burada Bizanslılar (Doğu Roma) gibi birçok medeniyet önemli kültür merkezleri kurmuşlardır. Özellikle din saldırılarına karşı korunmak için direnmişler, Ihlara Göreme Zelve, Derinkuyu, Kaymaklı gibi yerlerde tüf 8 1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u Seramik Sanat ve Tasarım Eğitiminde Müze ve Atölye Uygulamaları kayaları oyarak kiliseler, şapeller ve yer altı şehirleri inşa etmişlerdir. Bu yerlerin duvarlarına fresco tekniğinde dini tasvirler resmedilmiştir. Erken Hıristiyanlık dönemi bu tasvirlerde, resimlerin simetrik, statik gruplar halinde mistik halleri doğunun, doğacı nitelik ve pastoral dekor içinde resmedilmeleri, Helenistik etkinin sonucudur. Yunan ve Roma sanatında heykellerde vurgulanan klasik estetiğe karşı Hıristiyan sanatında ideallerin ifade edildiği estetik daha çok resim alanına yönelmiştir (Şahin, 2006: 192-197). Anadolu’da yaşayan Lidyalılar, Frigyalılar gibi uygarlıklar ölülerini Tümülüslere, taştan yapılı mezar odalarına gömerek, yanlarına birçok kıymetli ölü hediyeleri koyarlardı. Bu Tümülüslerde ele geçen mermer heykellerde doğu ve batı sanatından etkilerin olduğu görülmüştür. Siyah ve kırmızı figürlü, iki kulplu üzerlerinde geometrik bezemeli ve hayvan tasvirli yüksek konik bir ayağa sahip toprak vazolar dönemin özelliğini yansıtmaktadır (Şahin, 2006: 109). Eski İlkçağ Kültürlerinin anlatımları tabletler, taş kabartmalar, idoller, Ana Tanrıça motifleri sanatçının biçimlerinden yararlanarak yeni yorumlar getirmesini sağlayabilmektedir. Böylesine zengin bir kültürden yararlanarak, konu olarak seçilmesi ve sanatçıya yol göstermesi önemlidir. 3. Gençlerin Sanat Eğitimi Bilimin bir dalı olan, sanat eğitimi sanatın, estetiğin, sanat tarihinin eğitimi ve öğretimiyle ilgili bütün konuları araştıran sorulara yanıt arayan, bulan bir bilim dalıdır. Diğer bilim dalları gibi felsefe, estetik, psikoloji, sosyoloji, tarih vb. alanlarla ilişki kurarak sorunlara çözüm getirmektedir. Sanat eğitimi yalnız kuramsal sorunlarla değil, sanatın ve estetiğin yaratıcı düşünceden, ürün vermeye ve eleştiriye kadar uygulamadaki tüm sorunları ve bunların çözümleriyle de ilgilenir. Bireyin görsel algı ve görsel biçimler yaratma yetileri bakımından gelişmesindeki etkin yöntemleri araştırır ve saptanan amaca göre en uygununu bulur. En önemli işlevlerinden birisi yaratıcılığı geliştirmesidir. Gerek çalışma biçimi gerek kullanılan araç gereç bolluğu ve öğrenciye sağladığı çalışma özgürlüğü sayesinde yaratıcılığın ilerlemesinde önemli bir yere sahiptir. Sanatta öğrenme gerçek bir yaratıcı süreçte ve çalışmalar bütünü içinde gerçekleşir. Bunun için; gereci nitelikleri ve olanaklarıyla öğrenmek, gerece biçim verirken estetik bütünlüğü sağlamak, kendi çalışmalarına olduğu kadar diğer çalışmalara da eleştirel bir tavırla yaklaşmak önemlidir (Kırışoğlu, 1989: 73-74). 1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u 9 Banu DAVUN - Betül AYTEPE Gençlerin sanat eğitiminde yaş grubunun özelliklerini incelediğimizde Yavuzer’e göre (2005: 31-52), özellikle 15 yaşından sonra başlayan artistik ifade devriyle hem anlatım, hem de kişilik kazanarak perspektif ve soyut kavramların geliştiği görülmektedir. Gördüğünü gerçeğe uygun yapma yerine iyi bir bütünlükle bir eser yapma çabası hakimdir. Bundan dolayı bazı sanat konuları, sanat tarihi ve sanat estetiği bu devirde kolaylıkla verilir. Anlatım çeşitlenir, güçlenir. Romantik, Realist, Sembolik, Dekoratif anlatım biçimlerine girerler. Tercihleri söz konusudur. Sanat çalışmalarına yeterli görüp beğendiği her hangi bir kişinin etkisiyle başlarlar. Bu devreye ulaşabilenlerden bazıları sanatçı kişiliğine bu etki kabuğunu kırarak ulaşmaktadırlar. Bu devirde dikkat edilecek en önemli nokta öğrencinin etki altında kalmaması için kendi eğilimleri içinde geliştirmek, yön verebilmek ve rehberlik etmektir. Hiçbir basamakla diğeri arasında kesin bir sınır yoktur. Sanatçı ve sanat eseri incelemenin amacı sanata karşı ilgi uyandırmak takdir duygusunu geliştirerek sanatla bir bağ kurulmasını sağlamaktır. Sanat eseri ile karşı karşıya gelmek estetik etkileşimi sağlamaktadır. Duyumlarımızla algıladığımız sanat eseri karşısında kuşkusuz en yoğun olarak çıkarsızca uyanan etken, estetik heyecandır. Estetik heyecanın ilk koşulu olan duyum imgeleri uyandırmazsa ve aklın değerlendirmelerinden geçmezse heyecan bir anlık olur ve geçici kalır. Bir tablodan bir senfoniden beklediğimiz yalnızca çizgilerin renklerin sözcüklerin ya da seslerin soyut bir düzenlemesi değil ama bu düzenle sanatçının bir ruh anını sonrasızlaştırmasıdır. Bu bakımdan eksiksiz estetik heyecan, duyusal hazzın biçimsel ve duygusal hazlarla birleşmesidir (Yetkin, 1979: 47). Sanat yapıtlarını tanıtma, kuramsal bilgi aktarımını destekleyecek slaytlar, CD’ler gibi çeşitli görsel malzemelerle tanıtılarak eser hakkında sorular yöneltilmesiyle öğrenci estetik sürece dahil edilmektedir. Ezberci, aşırı ussal, ve bilgi yüklenmesine dayalı bilgisel eğitim sistemleri öğrencilerin okul yaşamından zevk almamasına, yaparak, yaşayarak kendi deneyimlerine dayalı duyuşsal ve sezgisel öğrenmenin bir tarafa atılmasına neden olmaktadır. Böyle sistemlerin karşısında yaratıcı uygulamalar eğitim sisteminde alternatif bir öğretim yöntemi ve öğrenim alanı sunmaktadır. 3.1. Eğitim Ortamı Olarak Müze Anadolu Türk Sanatı, minyatür, çinicilik, el sanatları, mimari yapılar gibi birçok alanda oldukça zengin kültürel ve tarihi mirasa sahiptir. Dolayısıyla ülkemize topraklarda bulunan müze sayısı da oldukça fazladır. 10 1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u Seramik Sanat ve Tasarım Eğitiminde Müze ve Atölye Uygulamaları Müzeler, kültür ve bilim tarihine ait eserleri toplayıp, koruma, sergileme işlevini yerine getirirken yayınları hazırladıkları eğitim programları Sanatsal ve kültürel etkinlikleri ile toplumun eğitimine büyük katkıda bulunmaktadır. Çağdaş müzeler gelen ziyaretçilerin eğlenirken öğrendiği, öğrenmekten zevk aldığı kültür merkezleridir. Okulun devamı olarak sanat eğitimi içinde müzede yapılan tüm etkinlikler ve uygulamalar tarih bilincinin estetik beğeninin oluşmasını düşünmeyi ve öğrenmeyi sağlamaktadır. Müze ortamları eşsiz sanat eserlerini görme, seçilmiş eserler üzerinde sanata ilişkin bilgileri öğrenme, inceleme ve karşılaştırma olanağı sağlanabilen zengin örnekler sunarlar. Tıpkıbasımlar vasıtasıyla, öğrencilerin esere aşina olup olmadıklarına bakılmaksızın, zaman zaman özgün sanat eserlerini görme fırsatını elde etmelerini sağlamaktadır. Özgün sanat eserlerinin bulunduğu en iyi kaynaklar ise sanat galerileri müzeler, yörede yaşayan sanatçılar ve özel koleksiyonculardır (Buyurgan ve Mercin, 2005: 106). Müzeler ve sanat galerileri günümüzde okul dışı sanat eğitimi merkezleri olarak görülmektedir. Özellikle sanat müzeleri; koleksiyonlarında estetik, eğitsel, tarihi, bölgesel, görsel, değerli ve çeşitli objeleri esas alarak artistik değerleri öne çıkaran çalışmaların olduğu sergiler gerekçesiyle sanat eğitiminin vazgeçilemez mekânlarıdır (Çakmak, 2002: 20). Gençler için müze çevre ilişkisini içeren güncel konular kapsamındaki organizasyonlarda kendilerini ifade edip yaratıcı öğrenme konuları ile ilgili programlar hazırlanmaktadır. Çünkü insan öğrendiklerinin büyük çoğunluğunu bakıp görüp tanıyarak öğrenir. John Berger’in de belirttiği gibi “Görme konuşmadan önce gelmiştir. Çocuk konuşmaya başlamadan önce bakıp tanımayı öğrenir.... Yalnızca baktığımız şeyleri görürüz. Bakmak bir seçme edimidir. Bu edimin sonucu olarak gördüğümüz nesne -her zaman elimizle dokunabileceğimiz bir nesne anlamında olmasa da ulaşabileceğimiz bir alana getirilmiş olur.” (Berger, 2002: 7). Bu ifadeye göre, sözcüklerden önce gelen ve sözcüklerle tam olarak ifade edilemeyen görme olayının sadece biyolojik tanımın ötesinde hayatımızın daha ilk günlerinde etrafımızı çevreleyen dünyayı algılamamıza, anlamlandırmamıza yardımcı olan oldukça önemli bir süreç olduğu görülür. Sanat yapıtı karşısında bir üst dil olan eleştiri, sanatın yapısını, kültür alanları içindeki yerini, insan açısından işlevini ve anlamını araştıran, güzelin ve güzel sanatların doğasını, yapısını işleyişini inceleyen, estetik ölçütlere dayalı katı mantıksal değerlendirmelerin yanı sıra, yapıtın eleştirmen- 1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u 11 Banu DAVUN - Betül AYTEPE de uyandırdığı duyguları izleyicilere iletmeyi amaçlayan, öznel yorumlamalara kadar çok farklı yaklaşımları dile getiren bir değerlendirmedir (Ersoy, 2002: 81-82). Müzede yapılabilecek diğer etkinlik ise, sanat eleştirisi ile bir sanat eserini yakından incelemektir. Sanat eleştirisi bir sanat araştırması ve ayrıca sanata duyarlı biçimde tepki verme sürecidir. Feldman bir sanat yapıtını tartışmak için yöntem geliştiren ilk sanat eğitimcisidir. Öznel sanat eleştirisi sanat eserinde gözlemlenen ve duyusal bilgiden doğan, anlamlar oluşturan özelliklere ilişkin ipuçları üzerinde yoğunlaşır. Sanat eleştirisinin amacı tanımlamalar çözümlemeler yorum ve bilgiye dayalı yargılar geliştirmektir. Bağlam içinde inceleme ise, eserin bulunduğu çevre ve koşulları içinde araştırılmasıdır. Müze Eğitimi öğrencilere okulların verdiği estetik ve etik mantığını daha açık biçimde kazandırır. Estetik mantığı uygulamaları, bir sanat müzesinde onların yaptığı çalışmaları tanımlamak için kullandıkları sanatsal terimlerden dolayı daha ivedi biçimde görülebilir. Fakat Dewey’in estetik deneyim kavramı, nesnelere bağlı olarak sınırlandırılamaz ve başka müze türlerinde aynı ölçüde uygulanmaz. Müze eğitim programı yaşam boyu öğrenme kavramına uygundur. Öğrenciler açısından sadece müzede gezmekle sınırlandırılamaz. Müze eğitim programları ve müze dışı eğitsel etkinlikler bir bütündür. Halk eğitimiyle toplumu aydınlatma bilginin yaygınlaştırılmasını sağlama gibi görevleri de vardır. Müzelerin eğitim açısından gerekliliği ve getirdiği yararlar değişik aktarımlarla ifade edilir. Buna göre temel eğitimde ve yaşam boyu eğitim sürecinde yaşantılara dayalı çok yönlü öğrenme ve yaşam alanları olarak müzelerin etkin kullanımını içermektedir. Batılı pek çok ülkede çocuklara ve yetişkinlere programlı olarak bilim, kültür ve sanat kursları düzenlenmektedir. İlk, orta, üniversite düzeyinde, derslerin bir kısmının uygulama amaçlı yararlanılmasında bir araç ya da ortam olarak kullanılmalıdır. Örneğin sanat tarihi, resim, grafik, seramik, heykel, estetik, tarih, mühendislik gibi dersler müzelerde oluşturulacak mekânlarda farklı öğretim materyalleriyle ve teknikleriyle gerçekleştirilebilir (Buyurgan ve Mercin, 2005: 96-97). Müzelerde rehberli turlar dışında resimli konferanslar dokunma oturumu, drama ve sanat eseri karşısında estetik eleştiri etkinlikleri de düzenlenmektedir (Abacı, 1996: 42-48). “Bireylerin sanata, sanatçıya, sanat eserine saygıyı öğrenmeleri, sanatsal yetenek ve yaratıcılıklarının ortaya çıkarılması ve geliştirilmesi, duygulu, 12 1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u Seramik Sanat ve Tasarım Eğitiminde Müze ve Atölye Uygulamaları nazik ve zevkli birer yurttaş olmaları gerçek anlamda verilecek sanat eğitimiyle mümkün olacaktır. Bu amacı gerçekleştirmede okulların ve sanat kurumlarının yanı sıra müzelerde etkili olmaktadır” (Özsoy, 2008: 295). Bir toplumun kültür düzeyini o toplumun yetişmiş sanatçılarının ve sanattan anlayan, değer yargıları gelişmiş kişilerin çokluğu belirler. Bu nedenle sanat toplumların kültürel gelişimlerinin göstergesidir. Gençlerin sanat eğitiminde kültür aktarımını sağlayacak en önemli sanat ortamları sergi ve müzelerdir. Eserle karşı karşıya gelerek etkileşim çoğalacaktır. Sergi, müze vb. etkinliklere gitmekten zevk alan bireyler sonuçta sanatı seven, takdir eden, sanatsal yaşamdan pay almasını bilen bir toplumu oluşturur. Eğitim boyutunda sanat programlarının niteliği bütün öğrencileri ilgilendirmektedir. Bu programlar öğrencilerin görsel sanatlarda fikir ve duygularını ifade etmeleri için olanak sağlarken, aynı zamanda yaratıcılıklarını da geliştirmelerinde yardımcı olması amaçlanarak, uygulama sürecinde çeşitli kavram ve teknikleri de öğrenmelerini sağlamaktadır. Bu konuya değinen Boydaş’a göre: “Nitelikli sanat programında öğrenciler, algısal, yorumsal ve çözümsel yetilerini genişletirler. Görsel imgelerle anlam bulmayı öğrenirler, sanat eserlerinin estetik niteliğini tespit etmeyi öğrenirler. Görsel sanatların dilini doğru kullandıkları için fikirlerini de eksiksiz ifade ederler, estetik yargılara varmak ve savunmak için yetilerini geliştirirler. Nitelikli sanat programında öğrenciler, kendi kültürlerinin temel teşkil ettiği geniş kültürel yapıyı anlar ve bu yapıya daha duyarlı hale gelirler” (Boydaş, 2004: 8). Yaratıcılık eğitimi açısından çağın gereklerine uygun, nitelikli ve en son teknolojik yeniliklere uyum sağlamak için kendini her adımda yenileyen, öğrencinin bireysel gelişim basamaklarına uygun ve onları geliştirmeye yönelik kapsamlı görsel sanat eğitimi programlarına her zaman ihtiyaç vardır. El Sanatlarının tanımını yapacak olursak bir elle ya da araç kullanarak herhangi bir gerecin, malzemenin ürüne dönüştürülmesidir. Tasarım, temel sanat eğitimi programının büyük bir bölümünü oluşturmaktadır. Yaratıcılığın koşulu ya da kuralı çok yönlü bir Temel Sanat Eğitimi programından geçmektedir (Güner, 1996: 81). Sanat insanın günlük yaşamı içerisinde kültürel bir boyut kazanarak yaşama biçimi veriyor. Toplumun kültür ve estetik beğenide çağdaş bir bütünlüğe erişmesinde sanat eğitiminin etkisi çok büyüktür (Telli, 1990: 7). 1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u 13 Banu DAVUN - Betül AYTEPE 3.2. Konu ile İlgili Alan Araştırmaları Bu bölümde kapsamlı bir literatür taraması sonucunda, yurtdışında ve yurt içinde yapılan araştırmalar incelenmiştir. Bu araştırmalardan bazıları aşağıda yer almaktadır. Crocket’in (1958: 34-35) makalesinde, Sanat eleştirisinin psikoanalizi yer almaktadır. Bazı resimler sanatçının içinde bulunduğu zorlukları yansıtmaktadır. Bir resmi eleştirirken resmi yapan sanatçı hakkında bilgi sahibi olmak doğru yorum yapılmasına ve o yapıtın nasıl ortaya çıktığını anlamak açısından kolaylık sağlayacaktır. Herkesin bir resme bakışı farklıdır, kimisi bir tablodaki dağ, köprü gibi objelere bakarken kimisi bu objeleri oluşturan doku ve çizgilere dikkatle bakar hatta hissettirdikleriyle ilgilenirler. Bir sanat eserini tanımlamak kolay değildir. Genel olarak sanat eleştirisinin keskin sınırları yoktur, bir eleştiri bir diğerine benzemez. Montero’nun (2006: 231-233) çalışması estetik algı üzerine yapılmış bir makaledir. Montero’ya göre, “Güzellik, çirkinlik gibi estetik özellikler görme ve işitme algıları ile hissedilir. Tatma, dokunma ve koklama algıları ile estetik algılama yapılamaz. Mekâna bağlı resim-heykel gibi plastik sanatlar, tiyatro-bale gibi zaman ve mekâna bağlı müzik sadece duyma ve görme duyuları ile algılanabilir ve bu duyular ile algılama yaparak estetik deneyim kazanır ve sonuç olarak insan algıladığı sanat eseri ile ilgili estetik yargıya varır. Ata’nın (2002). “Müzelerle ve Tarihi Mekânlarla Tarih Öğretimi: Tarih Öğretmenlerinin ‘Müze Eğitimi’ne İlişkin Görüşleri” konulu doktora tezi araştırmasında Tarih bölümündeki sanat tarihi derslerinin, tarih öğretmeni adaylarının, görsel kaynak ve müzeyi, öğretimde etkili kullanmaya yönelik hazırlayamadıkları tespit edilmiştir. Ayrıca, gezi-gözlem ile yapılan bir dersin daha kalıcı olduğu belirlenmiştir. Tarih öğretmenlerine lisans eğitiminde müzelere ilişkin bir ders konması; tarih derslerinde müze ve tarihi yerlere yapılan gezilerin yıllık programlarda zorunlu hale getirilmesi ve müzelerde okul müze işbirliği bağlamında tarih öğretmenlerine hizmet içi eğitim verilmesi gibi bazı öneriler sunmuştur. Bu çalışmaların genel bir analizini yapacak olursak; Estetik eğitim gençlerin eğitiminde önemli bir yere sahiptir. Sanat eğitimi almış bireyler, bilişsel, duyuşsal, psikomotor, fiziksel ve sosyal olduğu kadar akademik anlamda da diğerlerine göre daha başarılı olurlar. Özellikle, kritik düşünme becerileri, estetik yargı ve değişik iletişimleri geliştirmek için sanatı kullanan ye- 14 1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u Seramik Sanat ve Tasarım Eğitiminde Müze ve Atölye Uygulamaları nilikçi eğitim programlarının eğitim sistemi içerisinde yer alması tavsiye edilmektedir. 4. Yöntem Bu araştırma müze ve atölye uygulamaları olarak iki aşamada gerçekleştirilmiştir. İlk kısımda Nevşehir Üniversitesi Avanos Meslek Yüksek Okulu, Seramik, Cam ve Çinicilik programında okuyan birinci sınıf öğrencileriyle Nevşehir Müzesine gezi yapılmış, öğrencilerin tarihi dönemlerle ilgili bilgi alması, orada sergilenen dönemleri incelemeleri istenmiştir. Öğretim elemanları tarafından eserler hakkında genel bilgiler verilmiş, pişmiş toprak ürünlerin şekillendirme ve fırınlama yöntemleri anlatılmıştır (Fotoğraf 1). Fotoğraf 1. Öğrencilere Müzede Verilen Eğitim. Bu bilgiler ışığında, her öğrencinin bir dönemi ve o döneme ait olan pişmiş toprak ürünü seçmesi istenmiştir. Öğrencinin seçtiği eserin, karakalemle etüdünü yapmaları sağlanmış ve böylece eseri tanıması, bağ kurması hedeflenmiştir (Fotoğraf 2). 1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u 15 Banu DAVUN - Betül AYTEPE Fotoğraf 2. Müzede Etüd Çalışması. Bu süreçte öğrenciye bir sanat yapıtı ile ilgili bağlamsal sanat eleştirisi soruları yöneltilmiş ve soru cevap şeklinde tartışma gerçekleştirilerek öğrencinin uygulamaya bilinçli başlaması hedeflenmiştir. Sorular aşağıdaki gibidir. Seçtiğiniz ürünün adı nedir? Ürün ne zaman nerede yapılmıştır? Ürün nasıl yapılmıştır? Hangi amaçla yapılmıştır? Ürünün bugünde önemi aynı mıdır? Sanatçısı ya da ustaları belli midir, kimlerdir? Ne gibi tarihi olaylar ürünün yapıldığı zamanı etkilemiştir? (Savaş, din vs.) • Ürün hangi öyküyü aktarmaya çalışmıştır? • Bu araştırma çalışması sizin düşüncelerinizi nasıl değiştirdi? • Bu ürünü daha iyi değerlendirebilmek için başka ne gibi sorular sorarsınız? • • • • • • • İkinci kısımda, etüdünü yaptığı eserin reprodüksiyonunu çamurla şekillendirmesi için atölye uygulamalarına geçilmiştir. Öğrenci eserin gerçeğini 16 1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u Seramik Sanat ve Tasarım Eğitiminde Müze ve Atölye Uygulamaları önce, müzede üç boyutlu görmüş, ardından karakalemle çizerek formun hatlarını tanımaya çalışmış, çamurla maketini oluşturmuş ve son olarak üç boyutlu şekillendirme ile en uygun seramik şekillendirme yöntemini seçip uygulayarak sonuca ulaşmıştır. Yeni bir bakış açısı kazandırmak için atölye uygulamasında yine aynı obje üzerinden farklı bir tasarıma geçilmesi istenmiştir. Her öğrenci daha önce müzede seçip, reprodüksiyonunu yaptığı ürününden yola çıkarak, özgün tasarımlar üretmek için yoğunlaştırılmıştır. Seramik Sanat ve Tasarım Eğitimi dersinde aldıkları temel sanat eğitimini birleştirerek temel tasar ilkeleri ışığında özgün yorumlar tasarlamış ve seçilen bir tasarımın uygulaması yapılmıştır. 3.1. Estetik Eğitim Modelinin Hazırlanması ve Uygulanması Atölye çalışmalarında, uygulamaya geçmeden önce çalışmanın çıkış noktası önemlidir. Bu araştırmanın çıkış noktası müzede bulunan çeşitli dönemlere ait pişmiş toprak ürünlerdir. Her öğrenci müzedeki bir eserden yola çıkarak eserin aynısını üç boyutlu şekillendirmiştir. Ardından yine o eserden esinlenerek farklı yorumlamalar getirmesi istenmiş, ortaya özgün tasarımlar çıkarılması ve yine bu tasarımların üç boyutlu uygulamalarının yapılması sağlanmıştır. Atölye uygulamaları bir dönemlik ders müfredatı içerisinde tamamlanmış ve her öğrenci ikişer adet ürün yapmıştır. Uygulamaya geçmeden önce kilden yapılacak modelin karakalem-renkli çizimleri gerçekleştirilmiş ve teknik resimleri oluşturulmuştur (Fotoğraf 3). Fotoğraf 3. Karakalem-Renkli Çizim ve Teknik Resim Uygulamaları. Çizim: Esra ATIŞ. 1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u 17 Banu DAVUN - Betül AYTEPE Çizim: Hacer DEMİR. Çizim: Feride ŞİMŞEK. Büyük boyut uygulamalara geçilmeden önce her çalışmanın maketi yapılmıştır. Belirlenen ölçüler doğrultusunda, tasarımlar hangi seramik şekillendirme yöntemine uygunsa, o yöntemi kullanarak reprodüksiyonları tamamlanmıştır (Fotoğraf 4). Fotoğraf 4. Atölye Uygulamaları. 18 1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u Seramik Sanat ve Tasarım Eğitiminde Müze ve Atölye Uygulamaları Müzedeki pişmiş toprak ürünler kırmızı kilden yapıldığı için öğrenciler de ilk ürünlerini kırmızı kilden çalışmıştır. Çalışmalar kontrollü bir şekilde kurutulmuş, 1000°C’de fırınlanmıştır (Fotoğraf 5). Fotoğraf 5. Kırmızı Kilden Yapılan İlk Çalışmalar. Esra ATIŞ, Hacer DEMİR, Feride ŞİMŞEK, Meral POLAT. Şaban TOPUZ, Kadir KARAKUŞ, İbrahim YONCA, İclal TEOMAN. İlk yaptıkları çalışmalarından esinlenerek ikinci aşamada, özgün yorumlar yapmaları istenmiştir. Özgün yorum yapabilmeleri Seramik Sanat ve Tasarım Eğitimi dersinde aldıkları temel tasarım ilkelerini kullanabilme, perspektif, ışık-gölge, kompozisyon düzenleme, yeni fikirler ortaya koyabilme vs. becerisiyle bütünlük oluşturmaktadır. Her öğrenci aldığı bilgiler ışığında, reprodüksiyonunu yaptığı ilk çalışmasından yola çıkarak artistik tasarımlar uygulamaya çalışmıştır (Fotoğraf 6). Fotoğraf 6. Özgün Yorumlar. Esra ATIŞ, Hacer DEMİR, Feride ŞİMŞEK. 1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u 19 Banu DAVUN - Betül AYTEPE İbrahim YONCA, Kadir KARAKUŞ, Şaban TOPUZ, İclal TEOMAN. 5. Sonuç Seramik, Cam ve Çinicilik programındaki birinci sınıf öğrencilerin çoğunluğu seramik, cam, çini, sanat, estetik, teknik resim vs. eğitimi almamış olmasına rağmen ortaya çıkan ürünlerin oldukça başarılı olduğu gözlenmiştir. Eğitim programında verilen derslerin birbiriyle bütünlük gösterdiği anlaşılmış ve öğrencilerin aldıkları dersleri bir arada kullanabildikleri ortaya çıkmıştır. Bu araştırma ile öğrencinin çok yönlü düşünebilme özelliği kazanmasını, farklı bakış açısı ile vizyonlarının gelişmesini desteklemiştir. Soru-cevap yöntemi, bir sanat eserinde öncelikle neye dikkat edilmesi gerektiğini fark etmelerini sağlamış ve bilinci artırmıştır. Bir objeye bakarak aynısını uygulamak kolay olmamakla birlikte, öğrencinin ilk çalışmaları oldukça başarılı sonuç vermiştir. Doğru görmeyi ve doğru bakmayı algılamışlar, şekillendirme yöntemlerini oldukça dikkatli uygulamışlardır. 6. Öneriler Programların benimsediği eğitim yaklaşımları zamana, ihtiyaçlara ve teknolojik gelişmelere paralel olarak değişebildiğinden, özellikle gençler için çok boyutlu bir yaklaşım gerekliliği ortaya çıkmaktadır. Projelerle desteklenmiş daha ileri ve gelişmiş araştırmalar yapılması için kamu kurumları ya da üniversitelerin işbirliğinde çalışmalar yapılabilir. Sanat ve estetik eğitimin öneminin, eğitimciler ve öğrenciler ön planda olmak üzere toplumun tüm kesimlerine kitle iletişim araçları yoluyla yayılması, bu konuda (sanat müzesi, sanat galerileri vb.) yatırımlar yapılması ve toplumun farkındalığının arttırılması sağlanabilir. Eğitimde nitelik önemlidir. Artistik kabiliyetlerini, yaratıcı düşüncelerini harekete geçirecek şekilde atölyelerin işlevsel malzemelerle düzenlenmesi, öğrencilerin kullandığı malzemelerin kaliteli olması sağlanabilir. Gençlerin içinde bulunduğu çevrenin (ev, okul) estetik olarak düzenlenmesi, estetik yargı gelişimlerini arttırdığı yönünde görüşler bulunmaktadır. 20 1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u Seramik Sanat ve Tasarım Eğitiminde Müze ve Atölye Uygulamaları Eğitim ortamları estetik olarak düzenlenebilir. Okullarda Sanat Eğitimi kuramda, yöntemde ve uygulamada çağdaş bir düzeye getirilmelidir. Gençlerin plastik sanatların birçok dallarında kendilerini geliştirmelerine olanak sağlanabilir. Müze, Sanat Galerileri, Bilgisayar Teknolojisi gibi kitle iletişim araçları, gençlerin sanat eğitiminde etkin bir rol oynamalı, Bu çalışmalarda kamu kurumları ile birlikte üniversite ve Yüksekokullar sürekli işbirliği içerisinde olmalıdır. Öncelikle anlatım tekniği kullanılmaktadır. Buna göre sanat eserinin yapıldığı yıl, dönem, teknik, akım, yapan kişi, eserde anlatılmak istenen yorum ve eserin yapıldığı döneme ait sosyo-kültürel özellikler tarihsel gelişim süreci içerisinde soru cevap şeklinde anlatılabilir. Anlatımın görsel anlamda kalıcı ve etkin olabilmesi için imkanlar dahilinde tepegöz, CD, data-show, slayt ve video kaset gibi teknolojik eğitim materyalleri kullanılarak sanat eserlerine ait resim, planlar, çizim ve yapı özellikleri gösterilebilir. Gerek yurt içi ve gerek yurtdışı sanat tarihi gezileri yapılabilir. Gezilerin kapsamına tarihi yerler, arkeolojik kazı alanları, müzelerin gezileri dahil edilebilir. Her alanda eğitimin etkileşimli olması gerekir. Bunun en önemli aracı, öncelikle müzelerdir. Sanat eserlerinin bulunduğu yerleri yerinde görmek ve incelemek açısından bu geziler oldukça yararlıdır. Dönemler arası üslup, anlayış ve ekoller hakkında görüş alabilmek için sanatçılarla veya uzmanlarla röportajlar yapılabilir. Kaynaklar Ata, B. (2002). Müzelerle ve Tarihi Mekânlarla Tarih Öğretimi: Tarih Öğretmenlerinin “Müze Eğitimine” İlişkin Görüşleri. Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi, Gazi Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü. Berger, J. (2002). Görme Biçimleri. Çev. Yurdanur Salman, İstanbul: Metis Yayınları. Boydaş, N. (2004). Sanat Eleştirisine Giriş, Ankara: Gündüz Eğitim ve Yayıncılık. Buyurgan, S. ve Mercin, L. (2005). Görsel Sanat Eğitiminde Müze Eğitimi ve Uygulamaları, Ed.: Vedat ÖZSOY, Ankara: Görsel Sanatlar Eğitimi Yayınları 2. Çakmak, C. (2002). Günümüz Türkiyesi’nde Örgün Sanat Eğitiminde Müzelerin Yeri. Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi, Dokuz Eylül Üniversitesi Eğitim Bilimleri Enstitüsü. Ersoy, A. (2002). Sanat Kavramlarına Giriş, İstanbul: Yorum Sanat Yayıncılık. 1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u 21 Banu DAVUN - Betül AYTEPE Güner, G. (1996). Tasarımda Evrenselleşme, İTÜ 2. Ulusal Tasarım Kongresi Bildiri Kitabı (Ed: Nigan Bayazıt) İstanbul: Güzel Sanatlar Matbaası, 81. Kırışoğlu, O. (1989). Sanat Yazıları 2 H.Ü. GSF Yayınları: 7 Gençlerin Sanat Eğitimi Ankara: Özgün Matbaacılık Montero, B. (2006). Proprioception as on Aesthetic Sense, The Journal of Aeshetics and Art Criticism Spring. 64 (2), p.231-242. Özsoy, V. (2003). Görsel Sanatlar Eğitimi, Ankara: Ümit Ofset. Şahin, T. E. (2006). Arkeoloji ve Sanat Tarihi, Ankara: Dikey Yayıncılık. Telli, H. (1990). Ortaöğretim kurumlarında Resim İş Öğretimi ve Sorunları Türk Eğitim Derneği Bilim Dizisi, (Ed. İnci San), Ankara: Şafak Matbaacılık, 8, 7. Yetkin, S. K. (1979). Estetik ve Ana Sorunları, İstanbul: İnkılap ve Aka Basımevi. Internetten Alınan Kaynaklar Crocket, C. (1958). Psychoanalysis in Art Criticism. The Journal of Aeshetics And Art Criticism. Publication of American Society for Aesthetics September 17 (1), p.34-35. http://www.jstor.org/ adresinden 02.06.2007 tarihinde alınmıştır. 22 1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u NEVŞEHİR DAMAT İBRAHİM PAŞA KÜLLİYESİ KURŞUNLU CAMİİ KALEMİŞİ ÇALIŞMALARININ, KOMPOZİSYONU OLUŞTURULAN ETMENLER AÇISINDAN İNCELENMESİ ANALYZING OF HAND CARVED WORKS COMPOSITION IN NEVŞEHİR DAMAT IBRAHIM PASHA QULLIYE –SOCIAL COMPLEXKURŞUNLU MOSQUE Bekir KABAKCI* ÖZET Damat İbrahim Paşa tarafından 1726 yılında yaptırılmış olan külliye, cami, medrese, hamam ve sübyan mektebinden oluşmakta, mimarı Mimar Mehmet Ağadır. Lale dönemi mimarisi ve motifleriyle süslenmiş olan Kurşunlu Camii İstanbul’daki örneklerine yakın bir zarafette inşa edilmiştir. 18. yüzyıl eseri olan cami, Osmanlının her alanda olduğu gibi sanatta da batıdan etkilenip klasik üsluptan uzaklaşmaya başladığı bir dönemdir. Bu etkilenme büyük oranda kalem işi çalışmalarında da görülmüştür. Kalem işi çalışmaları, kamuya açık en geniş mekânlardan olan mimari yapılarda uygulandığı için, camiler toplumların kültür ve medeniyetinin en büyük vitrini konumundadır. Geçmişten gelen bu engin miras, ait olduğu dönemin sosyal yapısı da göz önünde bulundurularak kompozisyonu oluşturan etmenler açısından incelenmiştir. Grafik tasarım ilke ve elamanlarından olan bu etmenler çizgi, biçim, renk, perspektif, denge, ritim, zıtlık ve uyum şeklinde sıralanabilir. Tezyini çalışmalarının kompozisyon kurgusunda çıkış noktası olan bu etmenlerden hangi ölçüde faydalanıldığı, motiflerin kendi içinde ve bir bütün olarak tamamında izleyici üzerindeki denge, ritim, zıtlık, çizgi, uyum ve renk açısından etkisi, sanatkârının sanat anlayışını * Yüksek Lisans Öğrencisi, Selçuk Üniversitesi, Ahmet Keleşoğlu Eğt. Bil. Enstitüsü, e-posta: bekir.kabakci@manas.edu.kg - bekirkabakci68@gmail.com 1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u 23 Bekir KABAKCI ve ufkunu irdeleyip, sanatındaki titizliği üzerinde çizgi, perspektif ve biçim yönünden ele alınmıştır. Anahtar Kelimeler: Kurşunlu Camii, Kalem işi, Kompozisyon, Grafik tasarım ilke ve elamanları. ABSTRACT The qulliye – social complex that was built in 1726 by Damat Ibrahim Pasha, includes mosque, madrasah, bath and primary school of which architecture is Mimar Mehmet Ağa. Kurşunlu Mosque that has been ornamented with Tulip Era architecture and motives has been built in close elegancy to examples in Istanbul. The mosque is work of 18th century in which Ottoman people affected from West for art as it is common in every field and Ottoman people began to far away from classical methods. This affection is seen most commonly in hand carved works. Hand carved works is applied in the widest architectural places where are open to public, the mosques are at the biggest display case of societies’ culture and civilizations. This wide inheritance arriving from past has been examined regarding composition considering social structure of its belonging period. Those elements, graphic design, principles and components can be counted as line, style, color, perspective, balance, contradiction and conformity. Those elements that are output point of adorning works at composite structure have been benefited in what dimension, the analyze understanding and horizon of artist regarding balance, rhythm, contradiction, line, coherency, and color has been considered in respect of line, perspective and style aspects accuracy of artist. Key Words: Kurşunlu Mosque, Hand carved, Composition, Graphic design principles and components. 1- Külliyenin yapılışı ve kalemişleri: Nevşehir`deki Damat İbrahim Paşa tarafından yaptırılan külliye; camii, medrese, imaret, sıbyan mektebi, hamam, kervansaray, çeşmelerden oluşmaktadir. Külliye içinde yer alan Kurşunlu Camii 1726’da tamamlanmış olup, caminin hemen yanında külliyeye ait medrese, kütüphane ve imarethane ile hamam bulunmaktadır. 1718-1730 arasında tamamlanan ve farklı fonksiyonlar taşıyan yapılar, şehri canlı bir kültür alanı haline getir- 24 1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u Nevşehir Damat İbrahim Paşa Külliyesi Kurşunlu Camii Kalemişi Çalışmalarının, Kompozisyonu Oluşturulan Etmenler Açısından İncelenmesi miştir. Topografyanın elverdiği ölçüde bazen simetrik bir düzen bazen de farklı açılara göre yerleştirilen yapılar içinde en önemlisi, oldukça geniş bir dış avlunun orta kesiminde yer alan Kurşunlu Camii’dir (Resim 1-2). Lale Devri’nin mimari özelliklerini taşıyan yapıda kullanılan malzemelerin önemli bir kısmı İstanbul’dan getirtilmiş olup dönemin İstanbul’daki örneklerine yakın bir zerafetle inşa edilmiştir. Kalemişleri dönemin karekteristik özelliğini yansıtmaktadır. 1726 yılında tamamlanan camiin mimarı Mehmet Ağa’dır. Külliye içinde yer alan medrese, bugün kütüphane olarak kullanılmaktadır. (wow.turkey, 2011). Külliyede en çok bezemeye yapılan yerler camii ve medrese başodasıdır. Buralarda kullanilan bezeme türleri en çok kalemişi ve taş olmak üzere, ahşap, vitray, alçı ve çok az sayıda da çini bezemedir. Bezemede kullanılan motiflerin çoğu genellikle Lale Devri natüralist üslupta çiçek, kıvrık sap, rumi, palmet ve yaprak çeşitlerinden kurgulanmıştır. (Aktuğ: 1993, 51), (Resim 3). 2- Kurşunlu Camii kalemişlerinin, tasarım öge ve ilkeleri açısından incelenmesi: Camideki kalemişlerine geçmeden önce kompozisyonu oluşturan etmenlerin belirtilmesi gerekmektedir. Kompozisyonu oluşturan temenler; çizgi, renk, denge, ritim, zıtlık, uyum şeklinde sıralanabilir. Külliyede yoğun bir şekilde kullanılan kalemişi çalışmaları harim kısmında, son cemaat yeri ve şadırvanda görülmektedir. Harim kısmında kalemişleri, kubbe, kubbeye geçiş unsurları, pencere kenarları, mahfillerin altındaki tavanda, giriş kapısının üstündeki duvarda ve son cemaat yerindeki kubbelerde görülmektedir. Ana kubbede sekiz adet pencere bulunmasından dolayı kalem işleri sekizgen bir göbek ve buradan kubbe eteğine uzanan şemselerden oluşan 32 adet ışınsal bir merkezi kompozisyon üzerine tasarlanmıştır. Kompozisyon, göbek kısmında yaklaşık 50cm. genişliğinde lacivert zemine beyaz renkle İsra Suresi ilk ayetinin bir bölümü yazılmıştır. Yazının iç ve dış kısmına kırmızı ve mavi zemin üzerine yanyana ters simetrili arasuyu uygulanmıştır. Siyah zeminli mukarnaslı geçişten sonra mavi rengin çoğunlukta olduğu sarı, kırmızı renkler ve beyaz zeminde çalışılmış genişliği yaklaşık 35cm. olan, yaprak, goncagül ve hatayilerden oluşan ikinci bir arasuyu uygulanmıştır. Kenarsuyu deseni ise, tek renk kırmızı zemine rumi çeşitlerinden bir tasarım yapılmıştır. Pencere üstleri ve aralarına uzanan ışınsal kompozisyonlar dörderli ve beşerli şemselerden oluşmaktadır. 1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u 25 Bekir KABAKCI Zemindeki renk dengesini ve vurguyu artırmak için siyah, kıırmızı, beyaz ve lacivert renklerden oluşan kompozisyonda şemse aralarına zencireklerden arma çalışılmıştır (Resim 3-4). Kubbede kompozisyon kurgusu ve tezyini elemanlardan iki farklı şemse uygulanmıştır. Birinde, sadece rumi çeşitlerinden ¼ oranında simetrik kompozisyon, diğer şemsede ise yaprak, penç, kıvrım sap ve hatayi çeşitlerinden helezonik kompozisyon tasarlanmıştır (Resim 5). Zemin rengi beyaz olan şemsede hatayi, penç, kıvrım sap ve yaprak motifleri mavi renkle, gölgeleri ise kırmızı ve sarıya boyanmıştır. Zemini siyah renkli şemsede ise, hatayi, kıvrım sap, yaprak ve penç gibi süsleme elemanları beyaz, gölgelerinde ise sarı ve kırmızı renkler kullanılmıştır. Rumilerden oluşan şemselerde zemin mavi, kırmızı ve gri den oluşan üç farklı renkte boyanmıştır. Mavi zeminli şemsede kapalı form kırmızı, kırmızı zeminli şemsede ise kapalı form mavi, her iki şemsede rumiler beyaz, gölgeleri sarı tahrirler siyah renkle çalışılmıştır. Üçüncü şemsede, zeminin tamamı gri, rumiler sarı, tahrirler ise kırmızıdır. Pencere kenarlarında yaklaşık 20cm. genişliğinde kırmızı ve mavi renkle çalışılmış zemin üzerine, rumiden ve palmet motifinden oluşan dikine simtrik ulama bordür uygulanmıştır. Bu tür kompozisyonların başlangıç ve bitiş yerleri tam olarak belli olmadığı için sonsuzluğu temsil etmektedir. Kubbe kompozisyonu bu bordürle sınırlandırlmıştır. Pencere bordürü üzerine kenarsuyu kompozisyonundan yanyana simetrik natüralist üslupta hatayi yaprak ve sap motifleriyle ½ simetrik tepelik çalışılmıştır. Aynı kompozisyonun pencere aralarına da uygulanmış olmasıyla kubbedeki kurgu bütünlüğü sağlanılmıştır. Kırmızı, sarı, mavi, lacivert gibi sıcak ve soğuk renkler arasında denge sağlanılmaya çalışılmıştır (Resim 6). Mimari yapılarda duvara uygulanan renklerin insan psikolojisi üzerindeki etkilerini kalemişi çalışmalarınındaki yansımalarına değinmek gerekmektedir. Kalemişlerinde kullanılan renkler mekanın felsefesine ve insan psikolojisi üzerindeki etkisine dikkat edilerek uygulanmalıdır. Becer`e (2005: 60) göre, “Sarı rengin mekanı olduğundan daha küçük ve yakın göstermesi” mavi rengin ise “mekanıa uzaklık, sınırsızlık ve serinlik” hissi vermesi etkilerinden faydalanılarak kalemişi çalışmasında uzaklıkyakınlık, soğuk-sıcak dengesinin sağlanılmaya çaılşıldığı düşünülmektedir. Ayrıca simetri ile kompozisyonda denge desteklenmiştir. Sekiz tane aslan göğsüne Allah, Muhammet, Hasan, Hüseyin ve dört halifenin isimleri lacivert zemin üzerine beyaz renkle yaklaşık 70cm. çapında 26 1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u Nevşehir Damat İbrahim Paşa Külliyesi Kurşunlu Camii Kalemişi Çalışmalarının, Kompozisyonu Oluşturulan Etmenler Açısından İncelenmesi daire şeklinde yazılmıştır. Dairesel kompozisyonun etrafına yine aynı şekilde yaklaşık 20cm. genişliğinde kırmızı zemine üçiplik rumi kompozisyonu çalışılmış. En dış kısma ise, tığ motifi çalışılmıştır. Aslan göğsünün köşebentleri boş bırakılarak doluluk-boşluk etkisinden faydalanılarak denge oluşturulmuştur. Aslan göğsünün sınırlarını, üçgen kısmın kemerle birleştiği noktadan itibaren yaklaşık 7cm. boşluk bırakıldıktan sonra 40cm. genişliğe yakın beyaz zemin üzerine mavi, kırmızı ve sarı renklerden, kıvrım yaprak, sap ve hatayi çeşitlerinden oluşan kenarsuyu deseni çalışılmıştır (Resim 7). Yatay ve dikey çizgilerle dinamik bir etki yaratılmış zeminin koyu renk hakimiyetiyle bu etki desteklenmiştir. Kullanılan tüm desenlerin kurgusunda ritmik tekrarlardan faydalanılmıştır. Bu tekrarlar yanyana, ardışık, ½ ve ¼ oraninda simetri şeklinde kullanılmıştır. Kemerlerde beyaz zemin üzerine, yarım kubbe ve mihrap üstü yarım aynalı tonoz örtüde kullanılan şemselerin aynısı çalışılmıştır. Bu şemselerde kırmızı ve mavi renkle zemin çalışılmış, rumiler beyaz bırakılmıştır. Hatayi, sap ve yapraklardan oluşan siyah zeminli şemsede ise, sarı ve kırmızı renkler uygulanmıştır. Rumili şemse dikine ½ oranında kemerlerin kenar kısımlarına karşılıklı yapılmıştır. Ortaya ise siyah zeminli hatayi ve yapraklardan oluşan şemse ise kenarlardaki şemselerin arasına kaydırılarak ortalanmış bu şekilde hareketlilik sağlanarak siyah rengin etkisiyle de alandaki vurgu oluşturulmuştur. Kemer altlarında ise, kenarlara ana kubbedeki mavi ve kırmızı zemin renginden oluşan arasuyu deseni çalışılmıştır. Arasularının ortasına yaklaşık 60cm. genişliğinde zemini beyaz ve siyahtan oluşan ayrılma rumi, palmet, hatayiler ve yapraklardan kurgulanmış ardışık simetrili sazyolu deseni uygulanmıştır. Rumi ve palmet motifleri altın sarısı, gölgeleri ise kırmızı renge boyanarak beyaz zemin paftalanmıştır. Yaprak ve hatayiler mavi ve kırmızıya boyanmıştır. Siyah paftalı kısımdaki hatayi ve yaprakların gölgeleri kırmızı ve sarıyı boyanmıştır. Aşağıdan yukarıya doğru çalışılan sazyolu deseni kemerlerin altını tamamen doldurmuş olup, caminin içindeki etkisi dikkat çekmektedir (Resim 8-9). Tasarımda çizgi en basit ve en direkt yoldur. Görsel anlatımda ilk anlatım unsurudur. Kalemişinde desen tasarımı, celvel, tahrir ve kontürler değişik yapıda çizgilerle elde edilmektedir. Çizgilerin yapısına ve yönüne göre insan psikolojisi üzerinde önemli etkileri vardır. Arıkan’a (2008: 11) göre, “Biçimsel açıdan çizgi; düz çizgi, eğik çizgi, kırık çizgi.. Düz çizgi durağan bir etki yaratabilirken, buna karşılık eğik ve kırık 1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u 27 Bekir KABAKCI çizgiler canlılık, hareket, hız etkileri yaratabilmektedir. Keskin açılara sahip bir çizgi huzursuz edici duygular yaratırken, düzgün eğrileri olan bir çizgi keyif verici neşeli duygular yaratabilir. Yatay bir çizgi sükûnet verici olarak algılanırken, yukardan aşağıya doğru bir çizgi hüzün verici olarak algılanabilir”.Tepecik’e(2002: 32) göre, “Eğri ve helezonik çizgiler ise dinamizm ve enerjiyi temsil eder”. Kompozisyonlarda kullanılan çizgiler kıvrımlı helezonik, kırık ve eğik çizgilerle mekana; canlılık, hareket, hız ve dinamizm katmıştır. Buna karşılık düz, yatay ve dikey çizgilerle; saygınlık, durağanlık ve sukunet sağlanıp denge kurulmaya çalışılmıştır. Yarım kubbelerin göbek kısımlarına beyaz zemin üzerine mavi ve kırmızı renklerle hatayi, kıvrım sap ve yaprak motiflerini kullanarak yaklaşık 35cm. genişliğinde yarım daire şeklinde desen uygulanmıştır. Yaklaşık 20cm. genişliğinde beyaz renk mukarnasla rahatlatılmıştır. Bunların dışına kırmızı zeminli yaklaşık 17cm. genişliğinde üçiplik ayrılma rumi ve palmet motiflerinden kompoze edilmiş bordür kullanılmıştır. Dairesel, siyah ve altın sarısı renkte cetvellerle kenarları sınırlandırılan desenin hemen akabinde göbekte kullanılan renk ve motif ögelerinin aynısından oluşan kenarsuyu (başlık) deseni çalışılarak, renk olarak göbekteki desenle uyum sağlanmıştır. Desenin bitimi......000.... kalın kenar kontürleriyle ve tığ motifleriyle sağlanmıştır. Pencere üstlerine ve aralarına ise, ışınsal şemseli kompozisyon uygulanmıştır. Bu kompozisyonda pencere üstlerine tek şemse, aralarına ise ikişer şemse, üçer tane arma konmuştur. Pencere kenarlarına ve kubbe eteklerine zemini kırmızı yaklaşık 15cm. genişliğinde hatayilerden ve yapraklardan oluşan dikine ulama bordür uygulanmıştır. Sarı ve mavi renklerin uygulandığı desen mavi renklerin çoğunlukta olduğu yarım kubbede renk ve kompozisyon dengesi açısından bütünlüğü sağlamıştır. Pencere aralarına ve tacına rumilerden oluşan yanyana simetri kenarsuyu deseni beyaz üzerine mavi renklerden çalışılmış, kırmızı ile kapalı form oluşturulmuştur. Böylece sıcak ve soğuk renklerin dengesi ve uyumu sağlanmaya çalışılmıştır. Kompozisyonda, aşağıdan yukarı doğru tasarım yapılarak hüzünlü verici bir etki yaratılmıştır. Buna karşılık olarak düzgün eğrili çizgilerle keyif verici ve neşeli bir etki yaratılmaya çalışılmıştır. Özellikle şemse, arma ve kenarsuyu desenlerinin dış kontürlerinde sıkça kullanılan düzgün eğrili çizgiler dikkat çekmektedir. Ana kubbe ve aslan göğüslerindeki sıcak renklerin baskınlığı, yarım kubbelerde mavi rengin hakimiyeti ile caminin genel kompozisyonu içinde renk dengesi oluşturulmaya çalışılmıştır (Resim 9). 28 1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u Nevşehir Damat İbrahim Paşa Külliyesi Kurşunlu Camii Kalemişi Çalışmalarının, Kompozisyonu Oluşturulan Etmenler Açısından İncelenmesi Yarım kubbe ve aslan göğüslerinin hizasında bulunun üçlü pencerelerde, ana kubbede yazının etrafına uygulanan bordürün aynısı kullanılmıştır. Yarım kubbe ve üçlü pencerelerin bulunduğu kademede mavi rengin egemenliği dikkat çekmektedir. Ana kubbe pencere tacı deseni burada da kullanılmıştır. Pencere aralarına ise, kemerlerde kullanılan siyah zeminli şemseler çalışılmıştır. Pencere aralarındaki boşluklara Yasin suresinden ayetler yazılmıştır. Yazıların hemen alt kısımları pencere üstlerindeki kavisli kısımlara benzetilmiş olup, buralara beyaz zemine mavi, kırmızı ve sarı renkle hatayi ve yapraklardan oluşan basit desenler çalışılmıştır. Benzer bir desen de pencere köşelerine siyah zemin üstüne uygulanmıştır (Resim 10-11). Mihrabın üzerindeki yarım aynalı tonoz örtüsündeki bezemede, kubbe bezemelerine benzer kompozisyon tasarlanmıştır. Mihraba dik vaziyette dikdörtgen göbek deseni, mavi, siyah ve kırmızı renklerin ortak dağılımıyla dengelenmiş, sarı renkle desteklenmiştir. En içte mavi zemine lacivert ve kırmızi ile helezonik kompozisyonda hatayi ve yapraklardan oluşan motifler kullanılarak desen oluşturulmuştur. Altın sarısı renkle boyanan mukarnasla geçiş sağlanmış. Mukarnaslı zeminin dışına, siyah zemine ikili sarmal kompozisyonla hatayi, goncagül ve yapraklardan oluşan motifler kullanılarak yaklaşık 25cm. genişliğinde arasuyu çalışılmıştır. Sarı, kırmızı ve mavi renklerle desteklenerek renk ve çizgi yönüyle hareketli bir kompozisyonla tamamlanmıştır. Dışlarına çekilen sarı ve siyah cetvellerin etkisi beyaz boşlukla vurgulanmıştır. Kenarsuyu deseni, kırmızı zeminde mavi kapalı formla tamamlanmıştır. Rumilerden oluşan kompozisyon sade tutularak içteki hareketlilik yumuşatılıp denge kurulmaya çalışılmıştır. Pencere aralarına ve üstlerine inen ışınsal kompozisyon desen, renk ve kullanılan motif yönüyle yarım kubbelerdeki kompozisyonun hemen hemen aynısıdır. Yarım kubbelerde ve mihrap üstü aynalı tonozlu kısımda yapılan çalışmalar kompozisyon, desen ve renk olarak büyük oranda biribirine benzer şekilde olması dikkat çekmektedir. Her iki mekanda mavi ve kırmızı renklerin baskınlığı görülmektedir. Bunları siyah ve sarı renkler takip etmektedir. Pencere aralarına sarı ve mavi renklerden oluşan tığ deseni caminin içini boydanboya dolandırılarak bu kademedeki desenleri adeta bitiş çizgisi niteliğini taşımaktadır. Motifin cetvel çizgisi siyah ve kırmızı renkle çekilerek vurgu artırılmıştır. Dikey kompozisyon kurgusunun hakim kılınmasıyla saygınlık vurgusu elde edilmiştir. Yatay desenler ve çizgilerle, mekanda durgunluk ve sükunet sağlanılmaya çalışılmıştır. Kıvrımlı ve helezonik çizgilerle hareket, hız ve dinamizm etkisiyle keyif verici bir hale sokulmuş, aynı zamanda 1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u 29 Bekir KABAKCI zıtlık elde edilmiştir. Bu şekilde mekandaki renk, çizgi ve kompozisyonda uyum sağlanmıştır (Resim 12-13-14). Caminin harim kısmında ikinci kadame ve alt kademedeki tüm pencere desenleri camiinin ana kubbesinde yazının etrafındaki ve pencerelerindeki arasuyu desenlerinin aynısı olup (Resim 4-6-10-11), sadece giriş kapısının üstünde bulunan taş kesme, bordür, köşebentler ve tepelik kompozisyonu farklılık göstermektedir. Burada taş kesme birbirine geçmeli, değişik geometrik şekillerle tasarlanmıştır. Kahverenginin değişik tonlarıyla uygulanan çalışma, alana farklı bir etki katmıştır. Kemerin etrafını dolanan arasuyu, kırmızı zemin üzerine lacivert kapalı formla çalışılmış, desen üçiplik iki adet kompozisyonun palmetlerle yanyana birleştirilmesinden oluşmuştur. Kenarlarına siyah ve altın sarısı renkte cetvel çekilmiştir. Köşelere ise, beyaz zemin üzerine hatayi, yaprak ve saplardan oluşan helezonik kompozisyon tasarlanmıştır. Tasarım elemanlarının tamamı mavi renkle boyanmış, kırmızı ile desteklenmiştir. Beyaz zemin alanın tamamında rahatlatıcı bir etki uyandırdığı düşünülmektedir. Tepelik kompozisyonda ise, mavi zemine rumi, hatayi, kıvrım sap ve yapraklardan oluşan ½ oranında yanyana simetrik bir desen uygulanmıştır. Rumiler sarı renge boyanarak kompozisyonda paftalama yapılmıştır. Hatayi ve yapraklardaki gölgeler kırmızı renkle yapılmıştır. Kapının hemen üstünde altı köşeli dairesel, hatayi ve yapraklardan madalyon uygulanmıştır (Resim 15). Son cemaat yerinde beş adet küçük kubbe bulunmaktadır. Kubbelerin göbek deseninde beşgen ve altıgen yıldızlardan geometrik şekiller, ayrıca arasuyu deseni ile tığ motifi kullanılmıştır (Resim 16). Asırlar boyu ayrıntılarda çok kullanılmış desen türlerinden biri hiç süphesiz geometrik süslemelerdir. Türkler, kendi gelenek ve yorumlarıyla yoğurarak özgün bir süsleme tarzı oluşturmuşlardır. Geometrik motiflerin sınırları katı çerçevelerle çizilmemiştir. Bu sebepten başlangıç ve bitiş noktası görülmemektedir. Uygulandığı satıh sınırlı olmasına rağmen yöneldiği her istikamete sonsuzluğa doğru hareketine devam edip, geriye dönüşleri, tekrarları ve hamleleriyle ebediyeti çağrıştırmaktadır (Sezgin: t.y., 123). Geometrik şekillerin dışında, yaprak, hatayi ve tığlardan altıgen kompozisyon üzerine desen tamamlanmıştır. Daire, üçgen, baklava dilimi ve altı köşe yıldızlardan oluşan, mavi, lacivert, sarı ve kırmızı renklerle çalışılmıştır. İki farklı geometrik ve arasuyu deseni çalışılmış olup, arasuyu bordürün birisi yanyana simetri, palmet ve ayrılma rumiden yaklaşık 17cm. genişliğin- 30 1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u Nevşehir Damat İbrahim Paşa Külliyesi Kurşunlu Camii Kalemişi Çalışmalarının, Kompozisyonu Oluşturulan Etmenler Açısından İncelenmesi de siyah ve kırmızı zemin üzerine çalışılmış. Kenar cetvelleri siyah renkle çekilmiş. Bordür dışında ise, kırmızı renkten tığ motifi çalışılmıştır (Resim 17-18). Diğer kubbede ise, altıgen geometrik yıldız deseninden sonra siyah zemine yaprak ve hatayilerden oluşan yaklaşık 14cm. genişliğinde ardışık ulama bordür uygulanmıştır. Bordürde zemin renginin dışında sarı ve kırmızı renkler kullanılmıştır. Her iki farklı kubbe deseni tasarımında tığlar göbek ve etek kısımlarında desen ve renk olarak aynıdır. Kubbe eteklerinin birinde, siyah zemin üzerine ardışık ulama rumi ve palmet motiflerinden yaklaşık 18cm. genişliğinde bordür çalışılmıştır. Diğer kubbede ise, göbekte kullanılan arasuyunun aynısı uygulanmıştır. Yatay çizgilerin hakim olduğu küçük kubbelerde, yanyana simetrik kompozisyon çoğunluktadır. Yatay kompozisyon ve çizgilerlerin çokluğuyla durgunluk ve sükunet hakim kılınmıştır (Resim 19-20). Şadırvanda sekizgen kompozisyon üzerine ışınsal şemşe modeli uygulanmıştır. Motiflerin tamamında kırmızı rengin hakimiyeti dikkat çekmekte olup, mavi, siyah ve sarı renklerle çalışma tamamlanmıştır. Ana kubbede yazının kenarlarına kullanılan arasuyu desenin tekrarı burada da kullanılmış. En içte mukarnaslı kısımdan sonra 10cm. kalınlığında siyah bir şerit çekilmiş, içine ve dışına kırmızı cetvet çekilmiştir. Aynı çalışma, yaklaşık 25cm. genişliğinde beyaz zemine üzerine, mavi ve kırmızı renklerden, hatayi, goncagül ve yapraklardan oluşan bordürün dışına uygulanmıştır. Bunların dışında 10cm. eninde tığ deseni çalışılmıştır (Resim 21). Sekizgen kurgunun etrafına 16 tane kenarsuyu deseni gri zemine kahve tonunda tek renkten, palmet ve yaprak çeşitlerinden oluşan kompozisyon çalışılmıştır. Bunları karşılayan 16 tane simetri ekseni üzerine 8 adet ikişer şemse birer arma, sekiz adette birer şemse ikişer armalı desen çalışılmıştır. Şemseler yaklaşık 90cm. boyunda, 50cm. eninde, penç ve yaprak çeşitlerinden gri zemine kahve renkli, armalar ise mavi çalışılmıştır. Kubbe eteğine,son cemaat yerindeki küçük kubbelerin göbeğine kullanılan bordürün aynısı uygulanmıştır. Bordürün üzerine yanyana simetrik 32 adet kenarsuyu deseni çalışılmıştır. Rumilerden oluşan kompozisyonda, zemin kırmızı, kapalı form siyah, rumiler ise beyaz renktir (Resim 22-23 ). 3- Sonuç Nevşehir Damat İbrahim Paşa Külliyesi Kurşunlu Camii’nde yapılmış olan kalemişi desenlerinde motifler estetik açıdan sanatın kurallarına uygun şekilde çizilmiştir. Kompozisyon ve motifler dönemin karekteristik özelliği 1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u 31 Bekir KABAKCI yansıtmaktadır. Mekanda genellikle lacivert, siyah ve kiremit kırmızısı gibi koyu renklerin hakim kılınmıştır. Kalemişlerinde sıcak-soğuk renk dengesi; kırmızı, sarı, kahve renklerine karşı, lacivert ve mavi renklerle eşit oranda kullanılarak elde edilmiştir. Ana kubbe ve aslan göğüslerinde koyu renkler, aşağıya doğru indikçe açık renkler daha çok kullanılmıştır. Hava perspektifi ve renk dengesinin sağlanılmasında böyle bir yol izlenildiği düşünülmektedir. Canlılığı ve verimliliği temsil edip, dinlendirici bir etkisi olan yeşilin, sıva üstü kalemişlerinde kullanılmaması dikkat çekmektedir. Renk uyumu yönüyle, harim kısmundaki mimari unsurları ayrı ayrı değerlendirmek gerekirse, renklerde yoğun bir hareketllilik dikkat çekmektedir. Dar alanda kompozisyonu oluşturan desenler, renk ve süsleme elemanlarındaki zenginlik, caminin içindeki kalemişlerinin tamamında çok çeşitliliğe neden olmuştur. Çeşitliliğin yoğun olması izleyenin gözünü yorduğu, özellikle siyah rengin çok kullanılması gereğinden fazla vurgu yapılmış olduğu düşünülmektedir. Osmanlıda kalemişi çalışmalarındaki bozulmalar 19yy.’ın ilk çeyreğinde II. Mahmut’un Ermeni ustalara “Nakkaşlık” müsadesi vermesiyle başlamıştır. Kurşunlu Camii’ndeki kalem işleri bu tarihten çok önce yapılmasına rağmen çekilen cetvel, kontür ve tahrirlerde dönemin karekterini yansıtan işçilik hassasiyeti ve titizliği görülmemektedir. Bu durum, camideki kalemişlerinin değişik dönemlerde yapılan restore çalışmalarından kaynaklandığı kuvvetli ihtimallerdendir. Mekandaki doluluk-boşluk ilişkisi mimari yapının fiziki durumuna göre olması gereken yoğunlukta yapılmıştır. Renkler miktar ve ton olarak, caminin ışık alma oranı dikkat edilerek kullanılmış, böylece caminin iç aydınlığında ferahlık sağlanmıştır. Kullanılan desen ve kompozsiyonların dış kontürlerinin hemen hemen tamamında tığ motifi kullanılmış. Tığın bu kadar abartılı şekilde kullanılması izleyicinin gözüzü tırmalamakta ve yormaktadır. Bazı alanlar sade olarak bırakılarak, gözü yoran bu yoğunluğu dengeleme adına daha iyi olacağı düşünülmektedir. Kalemişi çalışmalarında, geçmişten günümüze tarihi bir vesika niteliğindeki bu tür yapılar, toplumların kültür ve medeniyetinin en büyük aynası konumundadır. Sanatın ve sanatkarın kendi dönemi içindeki geldiği noktayı görebilmede önemi büyüktür. Günümüz camilerinde de yoğun bir şekilde yapılan kalemişi çalışmalarının, gelecek kuşakları sanatsal bir miras olarak bırakma adına bu tür eserlerin incelenerek, günümüz kalemişi sanatına ışık tutabilme adına önem arz etmektedir. 32 1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u Nevşehir Damat İbrahim Paşa Külliyesi Kurşunlu Camii Kalemişi Çalışmalarının, Kompozisyonu Oluşturulan Etmenler Açısından İncelenmesi Kaynaklar Aktuğ, İlknur (1993). Nevşehir Damat İbrahim Paşa Külliyesi. Ankara: Kültür Bakanlığı Yayınları. Arıkan, A. Gani (2008). Grafik Tasarımda Görsel Algı. Konya: Eğitim Akademi Yayınları. Becer, Emre (2005). İletişim ve Grafik Tasarım. Ankara:Dost Kitabevi Yayınları. Nevşehir-Damat İbrahim Paşa Külliyesi http://wowturkey.com/forum/. viewtopic php?t=38071, Erişim Tarihi: 11.9.2011 Sezgin, Uğur (Tarih belirtilmemiş). XVIII. Yüzyılda Nevşehir ve İlçelerindeki Osmanlı Dönemi Dini mimari Eserleri. Yüksek Lisans Tezi, Yüzüncü Yıl Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Sanat Tarihi Ana Bilim Dalı, Van. Tepecik, Adnan (2002). Grafik Sanatlar Tarih-Tasarım-Teknoloji. Ankara: Detay Yayınları. Resim 1 1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u 33 Bekir KABAKCI Resim 2 Resim 3 34 1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u Nevşehir Damat İbrahim Paşa Külliyesi Kurşunlu Camii Kalemişi Çalışmalarının, Kompozisyonu Oluşturulan Etmenler Açısından İncelenmesi Resim 4 Resim 5 Resim 6 1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u 35 Bekir KABAKCI Resim 7 Resim 8 36 1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u Nevşehir Damat İbrahim Paşa Külliyesi Kurşunlu Camii Kalemişi Çalışmalarının, Kompozisyonu Oluşturulan Etmenler Açısından İncelenmesi Resim 9 Resim 10 1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u 37 Bekir KABAKCI Resim 11 Resim 12 38 1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u Nevşehir Damat İbrahim Paşa Külliyesi Kurşunlu Camii Kalemişi Çalışmalarının, Kompozisyonu Oluşturulan Etmenler Açısından İncelenmesi Resim 13 Resim 14 1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u 39 Bekir KABAKCI Resim 15 Resim 16 40 1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u Nevşehir Damat İbrahim Paşa Külliyesi Kurşunlu Camii Kalemişi Çalışmalarının, Kompozisyonu Oluşturulan Etmenler Açısından İncelenmesi Resim 17 Resim 18 1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u 41 Bekir KABAKCI Resim 19 Resim 20 42 1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u Nevşehir Damat İbrahim Paşa Külliyesi Kurşunlu Camii Kalemişi Çalışmalarının, Kompozisyonu Oluşturulan Etmenler Açısından İncelenmesi Resim 21 Resim 22 1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u 43 Bekir KABAKCI Resim 23 44 1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u RUSYA - TÜRKİYE TURİZMİNİN VAZGEÇİLMEZ KÖPRÜSÜ: KAPADOKYA RUSSIA - TURKEY TOURISM`S ESSENTIAL BRIDGE: CAPPADOCIA Beyhan ASMA* ÖZET Dillere destan Kapadokya, Pers dilinde Katpatuk; “Güzel Atlar Ülkesi” anlamına gelir. Rusya vatandaşlarının yurtdışı tatil mekânları arasında birinci sırada Türkiye gelmektedir. 1999’da Rusya’dan Türkiye’ye giden turist sayısı 438.719 iken 2010’da ise 1 milyon 765 bin 951 kişi olmuştur. Türkiye’nin Rusya’dan sağladığı turizm geliri yaklaşık olarak 1,5 milyar dolar seviyesinde tahmin edilmektedir. Buna göre Türkiye Rus turistlerin en çok tercih ettikleri ülke sıralamasında ilk sırada yer alır. Son 15–20 yılda gelişen turistik ilişkilerSoçi’nin pabucunu dama atarak “Rus tatil beldesi” olarak adlandırılmaya başlanan Kapadokya-Nevşehir’e Rus turist akını yüzyıllardır komşu olan iki ülke halklarının yakınlaşması bakımından siyasi-diplomatik ilişkilerin beceremediğini gerçekleştirmiştir. Artık Ruslar için Türkiye Türkler için Rusya “Kaf Dağı’nın ardında” bilinemez yerler değildir. Hiç kuşkusuz, Rusya’dan Türkiye’ye gelen turist sayısını artırmak ve her iki ülke arasındaki turizm, bilim ve eğitim alanındaki işbirliğini geliştirmek amacıyla düzenlenen Kapadokya Tanıtım Günleri başlamış, etkinlik dolayısıyla Rusya’dan 200’e yakın tur operatörü, gazeteci ve bilim adamı Nevşehir’e gelmiştir. Bu etkinlik çerçevesinde, Kapadokya bölgesinin sosyo-ekonomik alanda gelişimini sağlamak amacıyla çeşitli çalışmalar yapılmış ve bu çerçevede Rus turistleri Kapadokya’ya çekmek için böyle bir organizasyon düzenlenmiştir. Rus tur operatörlerinin Kapadokya’nın eşsiz güzelliği ve turizm altyapısına hayran kalmışlar, önümüzdeki yıllarda Türkiye ve Kapadokya’ya gelen Rus turist sayısında önemli artışlar yaşanacaktır. Kapadokya Meslek Yüksek Okulu ile Rusya arasındaki * Doç. Dr., Erciyes Üniversitesi, Edebiyat Fakültesi, Rus Dili ve Edebiyatı Bölümü, e-posta: beyas@erciyes.edu.tr 1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u 45 Beyhan ASMA işbirliğinin önümüzdeki yıllarda artarak gelişmesi beklenmektedir. Kapadokya turizm ile 45 yıl önce tanışmış, o yıllarda yeterli altyapı olmadığından aradan geçen süre zarfında Kapadokya hızla gelişmiş ve turist sayısında oldukça fazla bir artış yaşanmıştır. Ancak geçen bu süreye karşın halen Kapadokya hakkında bilinmeyenler mevcuttur. Kapadokya tarihi ve kültürel açıdan gerçekten çok önemli değerleri bünyesinde barındırmaktadır. Bu değerler Ruslar için de oldukça önemlidir. İnanç turizmi açısından son derece önemli olan ve özellikle Hıristiyan değerleri çok fazla olan bu bölgeye sadece Hıristiyan turistler gelmemekte Japonya ve Çin gibi Uzakdoğu’dan da çok fazla turist gelmektedir. Rusya’nın sahil ve deniz turizmi ile başlayan Türkiye ile sıcak ilişkileri Kapadokya ile birlikte kültür, inanç ve kayak turizmi ile devam edecektir. Anahtar Kelimeler: Kapadokya, Nevşehir, Turizm, Türkiye, Rusya. ABSTRACT Legendary Cappadocia, Katpatuk in Persia, “Land of Beautiful Horses” means. Turkey ranks first among foreign citizens in Russia at resorts. The number of outbound tourists from Russia to Turkey in 1999 was 438,719 in 2010 was 1 million 765 thousand 951 people. Russia provided the tourism income of Turkey is estimated at approximately 1.5 billion dollars. Accordingly, the Russian tourists in Turkey in the first place ranking is the most preferred country. Checkers developing tourist relations with the last 15-20 years of Sochi shoe throwing, “the Russian resort town” began to be known as the influx of Russian tourists in Cappadocia-Nevşehir centuries, the peoples of the two countries closer in adjacent carried out in terms of political-diplomatic relations. Russia to Turkey for the Turks, the Russians no longer “Behind Mount Kaf” is not known where. Without a doubt, increase the number of tourists from Russia to Turkey and tourism between the two countries, cooperation in the field of science and education in order to improve the Cappadocia Promotion Days began, from Russia to the event so close to 200 tour operators, journalists and scientists Nevsehir ‘e was. Within the framework of this activity, in Cappadocia, various efforts were made to ensure the development of socio-economic field and in this context such an organization designed to attract Russian tourists in Cappadocia. Russian tour operators and tourist infrastructure, admires the unique beauty of Cappadocia, in the coming years there will be significant increases in the number of Russian tourists coming from Turkey and Cappadocia. Cappadocia Vocational High School of cooperation between Russia and the de- 46 1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u Rusya - Türkiye Turizminin Vazgeçilmez Köprüsü: Kapadokya velopment is expected to increase in the coming years. Cappadocia had met with tourism 45 years ago, in those years is not enough infrastructure developed rapidly and the number of tourists in Cappadocia during the intervening period have increased a lot. But the unknowns about this time, but is still available in Cappadocia. Cappadocia is incorporates the historical and cultural values are really important. These values are also very important for the Russians. Which is extremely important in terms of tourism, especially the Christian faith and Christian values that are too many tourists in this area just do not come from too many tourists from the Far East such as Japan and China. Starting with the Russia’s coastal and marine tourism in Cappadocia, Turkey and the warm relations with the culture, beliefs, and will continue to ski tourism. Key Words: Cappadocia, Nevşehir, Tourism, Turkey, Russia. Giriş Kapadokya bölgesi, doğa ve tarihin dünyada en güzel bütünleştiği yerdir. Coğrafik olaylar Peribacaları’nı oluştururken, tarihi süreçte, insanlar da, bu peribacalarının içlerine ev, kilise oymuş, bunları fresklerle süsleyerek, binlerce yıllık yaşlı medeniyetlerin izlerini günümüze taşımıştır. Roma İmparatoru Augustus zamanında Antik Dönem yazarlarından Strabon 17 kitaplık ‘Geographika’ adlı kitabında (Anadolu XII,XIII,XIV) Kapadokya Bölgesi’nin sınırlarını güneyde Toros Dağları, batıda Aksaray, doğuda Malatya ve kuzeyde Doğu Karadeniz kıyılarına kadar uzanan geniş bir bölge olarak belirtir. Bu günkü Kapadokya Bölgesi Nevşehir, Aksaray, Niğde, Kayseri ve Kırşehir illerinin kapladığı alandır. Daha dar bir alan olan kayalık Kapadokya Bölgesi ise Uçhisar, Ürgüp, Avanos, Göreme, Derinkuyu, Kaymaklı, Ihlara ve çevresinden ibarettir. Kayalara oyulmuş geleneksek Kapadokya evleri ve güvercinlikler yörenin özgünlüğünü dile getirirler. Bu evler 19. yüzyılda yamaçlara ya kayaların yada kesme taştan inşa edilmişlerdir. Bölgenin tek mimarı malzemesi olan taş yörenin volkanik yapısından dolayı ocaktan çıktıktan sonra yumuşak olduğundan çok rahat işlenebilmekte ancak hava ile temas ettikten sonra sertleşerek çok dayanaklı bir yapı malzemesine dönüşmektedir.Kullanılan malzemenin bol olması ve kolay işlenebilmesinden dolayı yöreye has olan taş işçiliği gelişerek mimari bir gelenek halini almıştır. Gerek avlu gerekse ev kapılarının malzemesi ahşaptır.Kemerli olarak yapılmış kapıların üst kısmı stilize sarmaşık veya rozet motifleriyle süslenmiştir.Yöredeki güvercinlikler 19. yüzyılın sonları, 18. yüzyılda yapılmış küçük yapılardır. İslam resim sanatını göstermek açısından önemli 1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u 47 Beyhan ASMA olan güvercinliklerin bir kısmı manastır veya kilise olarak inşa edilmişlerdir. Güvercinliklerin yüzeyi yöresel sanatçılar tarafından zengin bir bezemeler, kitabeler ile süslenmişlerdir. Kapadokya’ya gelen hemen herkesin aklına ilk gelen soru Kapadokya’daki evleri, kiliseleri, yeraltı şehirlerini kimlerin yaptığı olur. Kapadokya bölgesinde önemli bir Hıristiyan kültürünün geliştiği doğrudur ama Kapadokya kültünün kökenleri Hıristiyanlıktan binlerce yıl öncesine gider. Kapadokyada turizm amaçlı geziye açılmış olan yerlerin büyük bölümü kiliselerdir ve bu yerler hıristiyanlık tarihine ait net izler taşır. Bu noktada sanatın kültürün gelecek tarihlere aktarılmasındaki önemi birkez daha karşımıza çıkar çünkü Kapadokya’nın bir Hıristiyan bölgesi olduğuna dair oluşan izlenimin en büyük nedeni hemen her yerde bulunan kiliselerin ve kilise duvarlarına çizilmiş fresklerin günümüze kadar ulaşmış olmasıdır. Aslında bölgede fresklerden daha da önemli bir sanat vardır ki Kapadokya tarihinin Hitit dönemine kadar uzandığının en basit ispatıdır. Bu sanat Avanos’un hala önemli gelir kaynaklarından biri olan testi yapımıdır. Bölgedeki el sanatları ticareti geleneğinin en az 5000 yıllık bir geçmişi vardır. Tabiî ki o zamanlar topraktan yapılan eşyalar süs eşyası olmasının ötesinde gündelik ihtiyaçlar için de yaygın olarak kullanılmaktaydı. Günümüze ulaşan tarihsel kalıntıların büyük çoğunluğunun Hıristiyan kültürüne ait olması ve bölgemize gelen turistlerin de genellikle Hıristiyan olması nedeniyle bu kapsamdaki kültürün ticari olarak ön plana çıkartılıyor olması normal karşılanabilir. Ama bence bu kültürün göz ardı edilmesinin bir nedeni de bizim 1071 öncesi Anadolu Tarihine fazla ilgi duymamamız. Hâlbuki Türkler Anadolu’ya geldiklerinde binlerce yıldır orada yaşayan toplumlar bir anda buharlaşıp kaybolmadılar. Sahip olduğumuz kültürün ve yaşam tarzımızın kökenleri mutlaka 1071 öncesine de bir şekilde uzanıyor. Bu binlerce yıllık kültürün sahipsiz bırakılmadan kendi kültürümüzün bir parçası olduğu bilincinin yaygınlaştırılması gerekiyor. Aksaray’da Ihlara vadi yerleşiminin bir uzantısı olan Aşıklı Höyük’te yapılan arkeolojik çalışmalar Kapadokya Bölgesi’nin kerpiçten yapılmış ilk mahallelerini ortaya çıkarmıştır. Yerleşik yaşamın en güzel ve en karmaşık mimari örnekleri olan bu evlerin duvar ve tabanlarında sarı, pembe kil duvar sıvaları kullanılmıştır. Ölülerini evlerinin tabanlarına hocker tarzında, yani dizleri karınlarına çekik olarak gömmüşlerdir. Asılı Höyük’te araştırma yapan Prof. Esin’e göre yerleşim yerindeki mahallelerin sıklığı, yapıların çokluğu Akeramik Neolitik evre için sanıldığından daha yoğun bir nüfusun varlığını göstermektedir. Höyük’te ele geçen yüzbine yakın obsidiyenden 48 1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u Rusya - Türkiye Turizminin Vazgeçilmez Köprüsü: Kapadokya yapılmış çeşitli aletlerin Anadolu’da benzerleri yoktur. Taştan çok iyi bir şekilde işlenmis yassı baltalar, kemikten bızlar, keskiler, bakır, akik ve çeşitli taşlardan yapılmış süs eşyalarının yanısıra az pişmiş kilden figürinler de ele geçmiştir. Aşıklı Höyük arastırmacıları, bu Höyük’te ele geçen bir iskelete dayanarak dünyada bilinen en eski beyin amelıyatının (trepanasyon) 2025 yaşlarındakı bir kadına uygulandığını belirtmektedirler. Tarihte Kapadokya Anadolu Eski Tunç Çağı’nda madencilikte doruk noktasına erişmiştir. M.Ö. 2000-1750 yılları arasında Kuzey Mezopotamya’da yaşayan Assurlu tacirler Anadolu’da ticari koloniler kurarak ilk ticaret örgütünü oluşturmuşlardır. Bu ticaretin merkezi Kayseri’deki Kültepe, Kanis - Karum’dur. Zengin altın, gümüş ve bakır kaynaklarına sahip olan Anadolu, tunç alaşımı için gerekli olan kalay bakımından fakirdi. Tacirlerin beraberlerinde getirdikleri kalay, çeşitli kumaşlar ve kokular bu ticaretin ana malzemeleriydi. Hiç bir zaman politik üstünlüğe sahip olmayan tacirler yerli beylerin himayesi altındaydılar. Assurlu tacirler sayesinde Anadolu’da ilk defa yazı görülür. ‘Kapadokya Tabletleri’ olarak adlandırılan Eski Assurca yazılmış çivi yazılı metinlerden, tacirlerin geliş yolları üzerindeki beylere %10 yol vergisi verdikleri, borçlu olan halktan %30 oranında faiz aldıkları, Anadolu krallarına sattıkları mal üzerinden %5 vergi verdikleri anlaşılmaktadır. Yine bu tabletlerde Assurlu tacirlerin Anadolulu kadınlarla evlendikleri ve nikah sözleşmelerinde Anadolulu kadınların haklarını koruyacak maddeler bulunduğu görülmektedir. Assurlu tacirler yazıdan baska silindir mühürler, madencilik, tapınak ve tanrı fikirlerini de Anadolu’ya getirmişlerdir. Böylece Anadolu’nun yerli sanatı, Mezopotamya sanatının etkisi altında gelişerek kendine has yeni bir sanat anlayışını ortaya koymuştur. Bu sanat daha da gelişerek Hitit sanatının temelini oluşturmuştur. M.Ö. II.binin başlarında Avrupa’dan Kafkaslar üzerinden gelerek Kapadokya Bölgesi’ne yerleşen Hititler, daha sonra yerli halkla kaynaşarak imparatorluk kurmuşlardır. Dilleri Hint-Avrupa dil grubundandır. Başkentleri Hattuşaş (Boğazköy) olan Hititlerin önemli şehirleri Alacahöyük ve Alişardır. Kapadokya Bölgesi’nde bulunan bütün höyüklerde Hititlere ait kalıntılara rastlamak mümkündür. Bunun yanı sıra Hitit İmparatorluk Dönemi’nde özellikle Kapadokya Bölgesi’nde stratejik açıdan önemli geçitlere ve su kenarlarındaki yüksek kayalara rölyef olarak işlenmiş anıtlar bulunmaktadır. 1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u 49 Beyhan ASMA Frigler’in Orta Anadolu’nun önemli kentlerinin hemen hepsini yıkarak Hitit İmparatorluğu’nu ortadan kaldırılmasından sonra Orta ve Güneydoğu Anadolu’da Geç Hitit Krallıkları ortaya çıkmıştır. Kapadokya Bölgesi’ndeki Geç Hitit Krallığı ise Kayseri, Niğde ve Nevşehir’i içine alan Tabal Krallığı’dır. Bu döneme ait Gülşehir-Sivasa (Gökçetoprak), AcıgölTopada, Hacıbektaş-Karaburna Köyü’nde Hitit Hiyeroglifi yazılmış kaya anıtları bulunmaktadır. Kimmerler’in Frig egemenliğine son vermesi sonucu Anadolu’da Medler (M.Ö. 585), daha sonra da Persler (M.Ö. 547) görülür. Persler bölgeyi ‘Satrap’ adını verdikleri valilerce yönettiler. Eski Pers dilinde Katpatuka olarak adlandırılan Kapadokya bölgesi, ‘Cins Atlar Ülkesi anlamına gelmekteydi. Persler, Zerdüşt dinine bağlı olduklarından ve ateşi kutsal saydıklarından bölgedeki volkanları özellikle Erciyes ve Hasandağı’nı kutsal saymışlardır. Persler, Kapadokya’dan geçerek başkentlerini Ege’ye bağlayan, ‘Kral Yolu’nu geliştirmişlerdir. Makedonya Kralı İskender M.Ö. 334 ve 332 de Pers ordularını arka arkaya bozguna uğratarak bu büyük imparatorluğu yıkmıştır. Pers İmparatorluğu’nu yıkan İskender Kapadokya’da büyük bir dirençle karşılaştı. İskender, komutanlarından Sabiktas’ı bölgeyi denetimi altına almakla görevlendirince, halk buna karşı çıktı ve eski Pers soylularından Ariarathes’i kral ilan etti. Çalışkan bir yönetici olan I. Ariarathes (M.Ö. 332-322) Kapadokya Krallığı’nın sınırlarını genişletti. İskender’in ölümüne kadar barış içinde yaşayan Kapadokya Krallığı, Roma’nın bir eyaleti olduğu M.S. 17 yılına kadar varlığını korumak için Makedonyalılarla, Pontuslularla, Galatlarla, Romalılarla mücadele etmiştir. M.S. 17’de Tiberius Kapadokya’yı Roma’ya bağlayarak bölgedeki kargaşaya son verdi. Romalılar bölgeyi ele geçirdikten sonra batıya bir yol yaparak Ege’ye ulaşımı sağladılar. Bu yol hem askeri hem de ticari açıdan önemliydi. Roma egemenliği sırasında, yöreye gerek saldırı gerekse göç biçiminde doğudan gelenler oldu. Romalılar bu yeni gelenlere karşı ‘Lejyon’ adını verdikleri askeri birlikleriyle karşı koydu. İmparator Septimus Severus döneminde ekonomik bakımdan oldukça canlanan Kapadokya’nın merkezi Kayseri, daha sonraki yıllarda İran’dan gelen Sasaniler’in saldırılarına uğradı. Gordianus III bu saldırılara karşı şehrin etrafını surlarla çevirtti. Bu sırada Anadolu’da yayılmaya başlayan ilk hıristiyanların bir kısmı büyük şehirlerden köylere göç etmeğe başladılar. Kayseri’nin önemli bir din merkezi haline geldiği 4. yüzyılda, kayalık Göreme ve çevresini keşfeden hıristiyanlar, Kayseri Piskoposu da olan Aziz Basil’in dünya görüşünü benimseyerek kayalar içinde 50 1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u Rusya - Türkiye Turizminin Vazgeçilmez Köprüsü: Kapadokya manastır hayatını başlattılar. Roma Imparatorluğu’nun ikiye bölünmesiyle Kapadokya Doğu Roma İmparatorluğu’nun etkisi altıinda kaldı. 7. yüzyılın ilk yıllarında Kapadokya’da Sasanilerle Bizanslılar arasında yoğun savaşlar oldu. Sasaniler bölgeyi 6-7 yıl kadar ellerinde tuttular. 651’de Halife Osman Sasanileri yıkınca bölge bu kez Arap-Emevi güçlerinin akınlarına uğradı. Uzun süredir devam eden mezhep çatışmaları III. Leon’un müslümanlıktan etkilenerek ikonları yasaklamasıyla doruk noktasına ulaştı. Bu durum karşısında bazı hıristiyan ikon yanlısı kesişler Kapadokya’ya sığınmaya başladılar. İkonoklasm hareketi yüz yıldan fazla sürdü (726-843). Bu dönemde birkaç Kapadokya Kilisesi ikonoklasm etkisinde kaldıysa da ikondan yana olanlar burada rahatlıkla gizlenip ibadetlerini sürdürdüler. Selçuklu Türkleri’nin Anadolu’ya girmesiyle yeni bir dönem başlar. İran ve Mezopotamya bölgesindeki zaferlerinin ardından 11. yüzyılın ikinci yarısında Türkler Anadolu’ya hızla yerleştiler. 1071 yılında Malazgirt ovasında Bizans İmparatoru Romanos Diogenes, Selçuklu Hükümdarı Alparslan karşısında büyük bir yenilgiye uğrar ve esir alınır. 1080 yılında Süleyman Şah Konya’yı başkent yaparak Anadolu Selçuklu Devleti’ni kurar. 1082 de Kayseri Türkler’in eline geçer. Aksaray, Niğde gibi şehirler imar edilir. Fethedilen yerlerde birçok kervansaray, cami, medrese ve türbe gibi eserler yapılır. Anadolu’nun Selçuklu Türkleri tarafından fethi, Patrikhane’nin Kapadokya Bölgesi’ndeki idari etkinliğini etkilememiş, ancak 14. yüzyıldan sonra sayı ve statülerini azaltmıştır.Kapadokya Bölgesi, Osmanlı Dönemi’nde de oldukça sakindi. Nevşehir, Damat İbrahim Paşa Dönemi’ne kadar Niğde’ye bağli küçük bir köydü. 18. yüzyıl başlarında özellikle Damat İbrahim Paşa zamanında Nevşehir, Gülşehir, Özkonak, Avanos ve Ürgüp’te imar hareketleri gelişmiş; camiler, külliyeler, çeşmeler yaptırılmıştır. Özkonak kasabasının merkezinde Osmanlı Padişahı Yavuz Sultan Selim’in doğu seferi sırasında (1514) yapılmış köprü, Nevşehir’deki erken Osmanlı yapısı olması açısından önemlidir. Osmanlı Dönemi’nde de Selçuklu Dönemi’nde olduğu gibi yörede yaşayan hıristiyanlara karşı hoşgörülü davranılmıştır. Ürgüp/Sinasos’taki 18. yüzyıla ait Konstantin-Eleni Kilisesi, Gülşehir’deki 19. yüzyıla ait Dimitrius adına yapılan kilise ve Derinkuyu’daki Ortadoks Kilisesi buna en güzel örnektir. Kapadokya’nın Konum ve Turistik Önemi Pers dilinde “Güzel Atlar Ülkesi” anlamına gelen ve Türkiye’nin en önemli turistik bölgelerinden biri olan Kapadokya, 60 milyon yıl önce Hasan Dağı 1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u 51 Beyhan ASMA ve Güllüdağ’dan püskürtülen lav ve küllerin oluşturduğu tabakaların yıllarca rüzgar ve yağmur tarafından aşındırılmasıyla ortaya çıkmıştır. Her yıl yerli ve yabancı binlerce turistik bu büyülü ve egzotik bölgeyi görmek için akın ettiği Kapadokya Bölgesi; Avanos, Ürgüp, Göreme, Ihlara Vadisi, Selime Köyü, Çavuşin, Güllüdere Vadisi, gibi turistik yerleri de içine alır. Tarih, kültür ve inanç turizmi açısından dünyanın sayılı örnekleri arasında yer alan Kapadokya’da kiliseler, yer altı şehirleri, mezarlar gibi görülmesi gereken önemli tarihi yapılar da mevcuttur. Kapadokya’ya gidenlerin mutlaka görmeleri gereken başlıca turistik bölgeler şunlar; Mükemmel bir tekniğin ürünü olarak inşa edilen yeraltı şehirleri Kapadokya’da görülmesi gereken yerlerdendir. Kapadokya Bölgesi’nde turistlerin en çok ilgi gösterdiği yeraltı şehirleri ise; içerisinde şarapüretimi yapılan su kuyuları ve ahırlar bulunan Derinkuyu, Hititler tarafından yapılan Kaymaklı, Mazı köyünde derin bir vadide yer alan Mazı, apartman düzeninde inşa edilen Özkonak, Acıgöl’deki yamaçta yer alan Tatlarin, Kaymaklı kasabasında yer alan ve geniş bir alana yayılan Özlüce (Zile) ve henüz tamamı tepsi edilemeyen Gülşehir’deki Sivasa Gökçetoprak’tır. Dünyanın nadir yerlerinde görülen ancak en yoğun olarak Kapadokya Bölgesi’nde karşımıza çıkan Peribacaları tam anlamıyla doğal bir sanat eseri gibi sıralanmaktadır. Volkanik dağlardan yayılan lavların zamanla aşınması sonucu bugünkü şekillerini alan Peribacaları gizemli yapılarıyla ziyaretçilerin büyük dikkatini çekmektedir. Bölgedeki Peribacaları en yoğun şekilde Avanos - Uçhisar - Ürgüp üçgeni arasında kalan vadilerde, Ürgüp Şahinefendi arasındaki bölgede Nevşehir Çat kasabası civarında, Kayseri Soğanlı vadisinde ve Aksaray Selime köyü civarında bulunmaktadır. Öte yandan Zelve Vadisi de Kapadokya’daki peribacalarının en yoğun olarak yer aldığı yerlerdendir. Kapadokya’nın en eski ve en uzun süre kullanmış yeri olan ve Hıristiyanlığın bölgede yayılmaya başladığı yer olan Zelve’nin içinde manastırlar, kiliseler yer almakta. Zelve Vadisi’ndeki peribacaları sivri uçlu ve geniş gövdelidir. Kapadokya’da tarih öncesi dönemden kalan ve geçmişe ışık tutan höyükler de Kapadokya’yı ziyaret eden turistlerin görmesi gereken yapılardan. En bilinenleri Bakır Çağı’na ait Alacahöyük ve dünyanın en eski peyzaj resminin bulunduğu Çatalhöyük olan ve yapılan arkeolojik kazılar sonucunda ortaya çıkarılan höyüklerden Suluca Karahöyük, Acemhöyük ve Topaktı Höyük de önemlilerindendir. 52 1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u Rusya - Türkiye Turizminin Vazgeçilmez Köprüsü: Kapadokya Kapadokya’ya gidenlerin mutlaka görmesi gereken yerlerden biri de Göreme’de yer alan ve içinde kaya içine oyulmuş manastırlar, kiliseler, şapeller, yemekhaneler, mutfaklar ve yaşam alanlarının bulunduğu Açık Hava Müzesi’dir. Göreme Açık Hava Müzesi olarak ziyarete açık olan bölgedeki kiliseler, manastırlar ve şapeller şunlardır: Tokalı Kilise, Rahibeler Manastırı (Kızlar Manastırı), Yılanlı Kilise (Aziz Onup/ırius Kilisesi), Elmalı Kilise, Aziz Basil Şapeli, Karanlık Kilise, Çarıklı Kilise, Azize Barbara Şapeli, Kadir Durmuş Kilisesi, Yusuf Koç Kilisesi, El-Nazar Kilisesi, Saklı Kilise, Kılıçlar Kilisesi, Meryem Ana Kilisesi (Kuşluk Kilisesi), Azize Catherine Şapeli, Aziz Eustathius Şapeli, Yamalı Kilise ve Eğri Taşı Kilisesi. Kapadokya’nın en güzel manzaraya sahip yeri olan Uçhisar Kalesi, Kapadokya’nın en önemli turistik yerlerinden. Kapadokya’nın zirve noktası olan kale bölgenin her yerinden görülen en büyük ve en güzel peri bacasının olduğu yerdir. Kalenin zirvesinden benzersiz Kapadokya manzarasınıseydebilirsiniz. Kapadokya turuna çıkan tatilcilerin gün batımına yakın vakitlerde Göreme’deki Kızılçukur’a mutlaka gitmeleri ve peri bacalarının güneş batarken oluşan görüntüsünü izlemeden geri dönmemeleri tavsiye edilir. Doğal güzellikleri ve tarihsel özellikleriyle Kapadokya’nın bir başka dikkat çeken noktası da Ortahisar. Kapadokya’nın ilk ve Tek Etnografya Müzesi’nin yer aldığı kasabada yer alan Ortahisar Kalesi de bölgenin önemli tarihi yapılarındandır. Hıristiyanlığın yayılmaya başladığı yer olması bakımından 250’den fazla kilisenin yer aldığı Kapadokya bölgesinde tarihin önemli devirlerinin izlerini taşıyan çok sayıda ibadethane meraklı ziyaretçilerini beklemekte.Bunların en önemlileri; Ürgüp’teki Pancarlık Kilisesi, Ortahisar’daki Üzümlü Kilisesi, Özkonak’taki Belha Manastırı, Vaftizci Yahya Kilisesi, Güllüdere Vadisi’ndeki Güllüdere Kilisesi ve Zelve Vadisi’ndeki Aziz Jean Kilisesi’dir. Kapadokya’nın tarih boyunca ev sahipliği yaptığı medeniyetlerin kültürel izlerinden parçalar taşıyan müzelerde tarihe daha yakından tanıklık edebilirsiniz. Ziyaretçilerine büyülü bir atmosfer sunan Zelze Açıkhava Müzesi’nde birbirinden ilginç yeryüzü oluşumlarını, farklı şekillerdeki peribacalarını güvercinlikleri, manastırları, kaya evleri ve kiliseleri keşfedebilir, Kapadokya insanının kültür ve yaşam şeklinin cansız mankenler eşliğinde anlatıldığı Ürgüp ilçesine bağlı Ortahisar beldesindeki Kapadokya Kültür ve Yaşam Müzesi’ni gezebilir, Nevşehir il merkezindeki 15 bin 342 tarihi eseri ile bölge tarihine ışık tutan arkeoloji ve etnografya müzesini dolaşabilirsiniz. 1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u 53 Beyhan ASMA Vadisiyle ünlü olan Kapadokya’nın bir diğer önemli bölgesi olan Ihlara, Aksaray ili sınırları içinde yer alır. Hasandağı’nın volkanından püskürtülen lavların akarsu aşındırması sonucunda oluşan Ihlara Vadisi, 14 kilometre uzunluğundadır. Ihlara’dan başlayıp Selime’de son bulan vadinin yüksekliği 100-150 metre civarındadır. Yorucu bir yolculuk sonunda keşfedebileceğiniz Ihlara Vadisi boyunca uzanan onlarca kilise bölgenin tarihi geçmişinin izlerini taşımaktadır. Günümüze kadar varlığını koruyabilmiş en önemli kiliseler Ağaçaltı, Pürenliseki, Kokar, Yılanlı, Aziz George (Kırkdamaltı) ve Sümbüllü’dür. Bağcılık ve şarapçılığın çok gelişmiş olduğu Kapadokya’da şarap tadım mahzenlerine düzenlenen turistik turlarla yıllanmış şarapların tatlarına dilediğiniz gibi bakma imkanı bulabilmektesiniz.Bölgede yöreye özgü Emir üzümlerinden üretilen beyaz şaraplar oldukça meşhurdur. Turizm Nedir? Turizmin Amaçları Nelerdir? Turizm, dinlenmek, eğlenmek, görmek ve tanımak gibi amaçlarla yapılan geziler ve bir ülkeye veya bir bölgeye gezmen çekmek için alınan iktisadi, kültürel, teknik önlemlerin, yapılan çalışmaların tümüdür. Turistik gezi, insanların sadece bir yerden bir yere gitmesi değil kültürel, iktisadi ve toplumsal olarak da iletişim içinde olmalarıdır. Turizm sayesinde insanlar hem diğer ülkelerin güzelliklerini görmüş bilgi edinmiş olurlar hem de gittikleri ülkeye gördükleri yerler karşılığından para kazandırırlar. Yani turizm ziyaret edilen ülkenin ekonomisine de çokça katkı sağlar. Turizm sözcüğü ilkin XIX. Yüzyılda bazı İngilizlerin Avrupa’ya yaptığı yolculuklar için kullanılmıştır. İkinci dünya savaşından sonra bu eylem, dünya çapında yaygınlık kazanınca, turizm sözcüğü de dilden düşmez olmuştur. Eskiden yalnız zengin ve aylak kimselerin yaptığı bu geziler, ulaşım kolaylıklarının sürekli olarak gelişmesi (hız, konfor, güvenlik... vb) ve kısa zamanda herkesin tatil yapmasını sağlayan toplumsal gelişmeler (oteller, moteller, kampingler, tatil köyleri vb) sonucunda gittikçe çoğalmıştır. Turistlerin barınmaları, eğlenip dinlenmeleri için yapılan oteller, moteller, pansiyonlar, plajlar, lokanta ve gazinolar, kampingler, eğlence yerleri, spor ve avcılık tesisleri, kaplıcalar, hep birer turizm kurum veya kuruluşudur. Bu kurumların sayısı, konforu, personelinin güler yüzlülüğü, buralara ulaşım kolaylığı turist akımını arttırır. Turizmi arttıran bir başka bir etmen de tarihi anıtların çokluğudur. Eski kent harabeleri, ünlü anıtlar (camiler, kiliseler, açık hava tiyatroları, müzeler vb...) her zaman insanların ilgisini çekmiştir. Bunların 54 1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u Rusya - Türkiye Turizminin Vazgeçilmez Köprüsü: Kapadokya yanı sıra doğa güzellikleri de önemli bir ilgi kaynağıdır. Türkiye çeşitlilik gösteren doğal güzellikleri ve zengin tarihi kalıntılarıyla önemli bir turizm potansiyeline sahiptir. Ilıman kuşakta yer alması nedeniyle 4 mevsimin belirgin yaşandığı ülkemizde özellikle Akdeniz ve Ege kıyılarında deniz turizmi gelişme göstermiştir. Çeşitli uygarlıklara ev sahipliği yapmış olması da tarihi turizmin gelişmesinde önemli paya sahiptir. Milli parklar, çeşitli yer şekilleri ve bitki türlerinin bulunduğu Türkiye’de doğa turizmi son yıllarda deniz turizmi kadar ilgi görmeye başlamıştır. Uluslar arası düzenlenen festivaller ve fuarlarda ülkemizdeki turizm çeşitliliğini dışarıya sunmamızda etkili olmaktadır. Turizmin Türk Ekonomisine Katkıları Turizm gelirlerinin ülke ekonomisine katkısı özellikle dış ticaret gelirleri açısından büyük önem taşır. İspanya, İtalya gibi birçok ülke dış ticaret açığının kapanmasında turizm gelirlerinden yararlanmaktadır. Türkiye’ye son yıllarda gelen turist sayısının artmasına bağlı olarak turizm gelirinin ekonomiye katkısı artmıştır. Dış ticaret gelirlerimizin yaklaşık % 15-20’siturizmden sağlanmaktadır. Dünyada değişen turist talebine uygun büyük bir potansiyele sahip bulunan Türkiye, artık sıradan bir turistik varõş noktası olmaktan çıkıp, bütün varlık ve kurumlarıyla Akdeniz ve Avrasya’nın en önemli bir turizm ülkelerinden biridir. Deniz, güneş, kum gibi geleneksel turizm denince akla ilk gelen üç unsur açısından bakıldığında, Akdeniz’de sıradan bir ülke konumunda olan Türkiye, tarih, kültür, sanat, doğal güzellikler, gastronomi, folklor, sıcak ve sevecen insanlara söz konusu olduğunda, aynı coğrafyada eşsiz bir üstünlüğe sahiptir. Diğer bir deyişle Türkiye 21.inci yüzyılın farklı renk ve tatlar arayan, değişen turist profilinin talep ettiği tüm özellikleri barındırmaktadır. Ülkemizin bu eşsiz potansiyelini, sürdürülebilirlik özelliğini göz ardı etmeden, turizmin hizmetine taşıyabilmek, ciddi, bilinçli ve bilimsel çalışma ve planlamayı gerekli kılmaktadır. Ekonomik, sosyal, kültürel, çevresel gelişmelerin izlenmesi, dış dünya ile verimli ilişkiler, turizm varlıklarının rasyonel kullanımı ve turizm gelirlerinin maksimizasyonu ancak turizmde etkin bir planlama ile sağlanabilir. Tüm bu çalışmalar kamu ve sivil inisiyatifin ortaklığı ile yürütülmelidir. Günümüze değin tanıtım, nitelik ve niceliğin saptanması, planlama ve benzeri tüm fonksiyonları tek başına yürüten kamu otoritesi, artık bu işlevleri sivil inisiyatifle ortaklaşa yürütmelidir. Bu dönüşümü sağlama sorumluluğunu üstlenmiş bugünün 1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u 55 Beyhan ASMA tüm sektör yöneticileri (siyasi irade, turizm bürokrasisi ve sektör kuruluşları) sivil yerel inisiyatifin itici gücünü doğru formüle eden bir yapılanmayı geciktirmeden hayata geçirmek zorundadır. Bir parçası olmayı hedeflediğimiz Avrupa Birliği ilkeleri bağlamında da, sivil inisiyatiflerin önemi, sivil toplum örgütlerinin ağırlığı, tüm politikaların oluşumu ve yönlendirilmesinde etkilerini göstermektedir. Artan rekabet ortamında, ülke geleceğinin en önemli ekonomik ve sosyal sektörü turizmde seri kararlar alabilmek ve gecikmesiz uygulayabilmek için, zaman oldukça kısadır. Burada doğru ilkelerle kurgulanmış bir plan sürecinin sektöre öncülük etmesi kaçınılmazdır. Planlama sürecinde güçlü yerel sivil inisiyatiflerin aktif olarak yer alması amaçlanmaktadır. Öte yandan ülkesel ve yerel boyutta sivil inisiyatif oluşturmak sorumluluğunu üstlenen sektör kuruluşları, vizyon geliştirmek ve kamu işbirliği içinde uygulanabilir projeler üretmek zorundadır. Bu noktada yerel envanterin saptanması, yerel değerlendirme ve yerel tanıtma için projeler geliştirilmelidir. Bu projelerin üretiminde, merkezi yönetimden tabana yöneltilen şekilde değil, tabandan merkeze yönelen bir sistem ile oluşturulmasına özen gösterilmeli ve yerel sahiplenme esas alınmalıdır. Turizmin çok yönlü ve dinamik bir endüstri ve hizmetler sistemi olması, sektörle ilgili geliştirilecek plan ve politikalarda devletin ilgi ve desteğini gerekli kılmaktadır. Turizm sektöründeki unsurların ülkesel ve yerel boyutta bir bütünün ayrılmaz parçaları olduğu gerçeğinden hareketle, sivil inisiyatiflerin güçlenebilmesi ve etkinleşebilmesi için gerekli yasal yapının oluşturmasında ve uygulanmasında Kamu yönetiminin etkin bir rol üstlenmesi gerekmektedir. Yenilik ve çeşitlilik talebi artmaktadır. Deniz, kum, güneşten oluşan talebin yerini kültür, tarih,sağlık, kongre, yatçılık, eğlence, heyecan motifleri almakta, kıyı turizminin yerine tüm ülkenin, sezonluk seyahatler yerine yolun tümüne yayılan turizm hareketi gelişmektedir. Uzun mesafeli deniz aşırı seyahatlerde artış görülmektedir. Tüketicinin bilgilendirilmesi ve korunması, artık evrensel değer ve sistemlere bağlanmakta, kalıcı ve dengeli bir turizm gelişimi için tüketicilerin sürdürdüğü kampanyaların etkisi artmaktadır. Destinasyon seçimi ve rezervasyon sürecinde internet hızla önem kazanmaktadır. Destinasyon seçimi ve rezervasyon sürecinde internet hızla önem kazanmaktadır. Turizmin ekonomik, sosyal kültürel ve ekolojik etkileri üzerinde daha yüksek bilinç ve duyarlılık egemen olmakta, parası ve zamanı daha fazla, zor tatmin olan, meraklı ve seçici turist kitlesi önem kazanmaktadır. Gelişen turist yapısıyla birlikte kalite, saniter altyapı, çevre, konukseverlik beklentileri artmaktadır. Bu süreçte, dünya turizmindeki değişimleri Türk turizmine aktaracak projeler 56 1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u Rusya - Türkiye Turizminin Vazgeçilmez Köprüsü: Kapadokya kilit öneme sahip bulunmaktadır. Bu projelerin başında Turizm Master Planı gelmektedir. Turizm Master Planı, turizmde ürün çeşitliliğine gidilmesi, önceliklerin saptanması, uygulamanın mekân ve zamana yayılması ve bu süreç içinde yer alacak aktörlerin tanımlanması, fonksiyonlarının belirlenmesinde yol gösterici olacaktır. Master plan ile turizmde bölgesel inisiyatifin güçlendirilmesi desteklenecektir. Bu noktada yerel envanterlerin yapılması, değerlendirilmesi ve yerel tanıtım için proje geliştirilmesi önem kazanmaktadır. Türk turizmi, Akdeniz çanağında tesislerin fiziki kalitesiyle uluslararası standarda en üst seviyede ulaşmıştır. Ancak varış noktasında toplam kalite kavramının geliştirilmesi ve yerleştirilmesine ihtiyaç duyulmaktadır. Turizm bölgelerindeki ekonomik yapının, sivil yerel inisiyatifin, halkın ve bireylerin sektöre sahip çıkması sağlanmalı, bu yönde gerekli bilinç yaratılmalı, turizm yöresi belediyeciliği geliştirilmelidir. Sektörde hizmetler zincirindeki kalite standardının genelde düşük olması, rekabeti engelleyen önemli faktörlerden biridir. Düşük fiyatlara rağmen talep yetersizliğinin temel nedeni, arz edilen turizmin talep edilen turizm olmamasıdır. Türk turizminin acilen gereksinim duyduğu değişimlerden bir diğeri de yeniden yapılanmadır. Dünya turizminde değişen talep yapısı Türkiye’ye büyük avantaj sağlamıştır. Geleneksel deniz, kum, güneş odaklı talep yapısından, geniş bir yelpazeye yayılan ve birçok değişik unsuru içeren talep yapısına geçiş, Anadolu’nun sektöre sağladığı ortak kültür mirası arzı ile örtüşmektedir. Bu noktada turizmdeki mevcut idari yapının yetersizliği kendini göstermektedir. Merkez ağırlıklı bir yönetim şekli yerini, sivil toplum örgütlerinin yerel öncelik kullandığı bir yönetim tarzına bırakmalıdır. Bu konudaki çağdaş yapılanmanın esasları ve işbölümü saptanırken, devletin koordinasyon sağlama, standart belirleme ve denetleme işlevlerini yerine getiren, diğer işlevlerini ise özel sektör meslek örgütlerine devreden bir yapıya kavuşturulması gereği dikkate alınmalıdır. Turizmde sivil ağırlık kazanması, yurtdışı sivil örgütlerle yakın ilişkilerin kurulmasını, dolayısıyla ülke tanıtımı ve pazarlamasında önemli adımların atılmasını sağlayacaktır. Türk turizminin en büyük eksikliklerinden biri olan tanıtma konusunda yapılması gereken işlerin başında, turizm sektörünün ekonomik, sosyal, politik öneminin kamuya ve kamuoyuna anlatılması gelmektedir. Turizmde gerekli adımların atılmasında tüm kesimlerin sektör konusunda bilinçlendirilmesine ihtiyaç vardır. Tanıtma konusunda kamu ve özel sektör birlikte çalışmalıdır. Tanıtma ülke imajı ve sektörel tanıtma olarak iki temel kavramla ele alınmalıdır. Ülke imajı, siyasi, ekonomik, sosyal, kültürel, teknolojik ve yönetimsel boyutlarıyla Türkiye imajının geliştirilmesini ifade 1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u 57 Beyhan ASMA eder. Ülke imajı konusunda örgütlenme ve kaynak yaratma fonksiyonları ağırlıklı olarak kamunun sorumluluğunda olmalıdır. Tanıtmanın diğer kolu olan sektörel tanıtma, sektörel bazda turizm ürününün geliştirilmesini ve ülkeye yönelik turizm talebini arttırmayı hedeflemektedir. Sektörel tanıtma kendi içinde ikiye ayrılmaktadır. Bunlardan ilki Türkiye’nin toplam turizm varlığını ve potansiyelini ortaya koyan sektörel tanıtmadır. Burada sivil insiyatif ağırlıklı olarak söz sahibidir. Sektördeki sivil toplum kuruluşları, meslek örgütleri, yerel yönetimler ve ticari birimler ortak sorumluluk ve katkıya sahiptirler. Sektörel tanıtmanın ikinci unsuru ise, turistik yöre ya da ürün bazlı tanıtmayı hedef alan bölge-ürün tanıtmasıdır. Sektördeki ticari birimler kendilerini tanıtırken ülkeyi ve bölgelerini de tanıtmış olmaktadırlar. Ülke imajı ile ilgili politika ve strateji, kamu, üniversite ve özel sektörün oluşturacağı Ulusal Tanıtma Konseyi tarafından belirlenmelidir. Sektörel tanıtma ise özel sektör ağırlıklı olarak, kamu-sivil toplum örgütlerinin bir araya gelmesiyle oluşturulacak kurul tarafından üstlenilmelidir. Avrupa Birliği’ne uyum sektörün önemli konularından biridir. Avrupa Birliği, turizmi Avrupa kimliğini oluşturma açısından son derece önemli bir katalizör olarak görmekte, bu nedenle sürecinde olduğumuz bu dönemde, Avrupa Birliği’ne uyumda gerekli düzenleme ve yapılanma için eğitim ve koordinasyona ihtiyaç vardır. Mevzuat uyumunun başarıya ulaşması, merkezi idare ve yerel yönetimler ile sivil toplum örgütlerinin uyum sürecine aktif katılmaları ile mümkün olacaktır. Diğer yandan Avrupa Birliği’nin özellikle Akdeniz ülkelerindeki yatırım projelerine sağladığı finansal destek programları yakından izlenmeli, yerel ölçekte projelerin geliştirilmesine önem verilmelidir. Rusya Federasyonunun Türkiye İmajı Rusya Federasyonunda Türkiye imajı en uygun tatil destinasyonu şeklindedir. Yapılan araştırmaya göre, Rusların %47’si tatil için en uygun ülkenin Türkiye olduğunu belirtmiştir. Türkiye uygun fiyatlı, kaliteli tesisleri olan, özgün tarihi ve kültürel değerleri olan ve medeni bir hedef olarak algılanmaktadır. Türkiye ile ilgili çağrışımlar güneşli (37,8%), doğulu (36,4%), eğlenceli (27,7%), pitoresk (21,2%), dostane (19,6%), rahatlatıcı (18,2%), karşıtlıklar ülkesi (17,8%), Akdenizli (15,8%) ve kendine özgü olmasıdır (14,9%). Yapılan araştırmada, ankete katılanların %48’i daha önce Türkiye’yi ziyaret etmiş ve bir daha ziyaret etmek istemektedir. %30’u ise gitmediğini ancak gitmek istediğini belirtmiştir. 58 1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u Rusya - Türkiye Turizminin Vazgeçilmez Köprüsü: Kapadokya Türkiye’de tatil yapanların %59,4’ü Türkiye tatillerinden kesinlikle memnun kaldıklarını ifade etmektedir. Memnun kalmadığını belirtenlerin oranı %7dir. 1. Otel kalitesi 2. Servis kalitesi 3. Sıcak İklim 4. Doğal güzellikler 5. Vize kolaylığı 6. Eğlence imkânları 7. Uygun fiyat Türk-Rus Turizm İlişkilerinde Turizm Noktası Kapadokya Kapadokya, inanç ve kültür turizmi ile Ruslar’ı bölgeye çekmek için çalışıyor. Yılda 400 bin turist çeken, peribacaları, yeraltı şehri ve pek çok kilisesi bulunan bölge, Rusya’nın önemli kahramanları ve sembollerinin Kapadokya kökenli olmasını avantaja çevirmek istiyor. Önemli bir Hıristiyanlık merkezi olan Kapadokya’yı daha çok Uzakdoğulu turistlerin ziyaret ettiğini belirten iş çevreleri, Türkiye’de deniz turizmini tercih eden 2 milyon Rus turistin 150 binini bölgeye çekmeye çalışacak. Geçtiğimiz günlerde Kapadokya Turizm Meslek Yüksekokulu’nun düzenlediği Türk-Rus Kapadokya Tanıtım Forumu için bölgeye gelen din adamları, turizm operatörleri, Rusya Seyahat Acenteleri Birliği (RATA), Rusya Kiliseler Birliği, Rusya Turizm Akademisi öğretim üyeleri ve bazı Rus milletvekillerinden oluşan 150 kişilik heyete Kapadokya tanıtıldı. Forumda Rusya’nın Kapadokya için önemli bir pazar olduğuvurgulandı. Türkiye Uluslararası İlişkiler ve Stratejik Analizler Merkezi (TÜRKSAM) Başkanı ve Kapadokya Turizm Meslek Yüksek Okulu Dış İlişkilerden Sorumlu Müdür Yardımcısı Sinan Oğan, Kapadokya’nın şu anda göç veren bölgeler arasında olduğunu ancak sahip olduğu turizm potansiyeli ile göç alan bir bölge olması gerektiğini söyledi. Okullarının Kapadokya’nın kalkınma programı çevresinde kurulduğunu belirten Oğan, “Kapadokya’nın tarihi turistik yerlerinin kimlerle alakalı olduğunu, bölgeye nerelerden daha çok turist çekebileceğimizi araştırınca Rusya’nın önemli kahramanlarının ve sembollerinin Kapadokya kökenli olduğunu gördük ve Rus turistleri çekmek için bölgesel çalıştay gerçekleştirdik. 2006’da 40’a yakın bilim adamını davet ettik. Turizmden organik tarıma kadar uluslararası uzmanlar getirdik. İkinci olarak Kapadokya’nın Türk-Rus ilişkilerindeki yeri ve önemini ortaya koymak için ortak konferans düzenledik. Böylece bilimsel altyapıyı tamamladık. Ayrıca Rus televizyon- 1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u 59 Beyhan ASMA cularını getirip bölgede çekim yaptık. Tanıtım programları Rusya’da yayınlanıyor. Burada konferansa katılan insanlar ülkelerine döndükten sonra bölgemizin lobisini yapar duruma geldiler. Medyada çok ciddi haberler çıktı. Rus acenteler bölgemize turist getirmek için çalışıyor. Çalışmalarımızın geri dönüşümünü almaya başladık. Türkiye’ye gelen yıllık 2 milyon Rus turistin sayısı giderek azalıyor. Rusya’ya farklı turizm çeşitleri ile hitap edilmeli. Türkiye’nin Rusya için ayırdığı reklam bütçesi 15 milyon dolar sadece Antalya’nın tanımı için kullanılıyor. Zaten tanınan Antalya yerine bu bütçe Ruslar’ın gezebileceği farklı yerlerin tanıtımı için kullanılmalı” dedi. Nevşehir Valisi M. Asım Hacımustafaoğlu, Türk-Rus Kapadokya Forumu’nun Nevşehir’de gerçekleştirilmesinin ve Rus yetkililerin Kapadokya’ya gelmesinin bile Kapadokya turizmi için büyük önemi olduğunu kaydederek, “Tarihi kiliseleri, doğal oluşumları, yeraltı şehirleri, ören yerleri ile Kapadokya bir dünya markası. İslamiyet ve Hıristiyanlık için önemli bir merkez. Kapadokya ve Nevşehir yılda ortalama iki milyon turisti ağırlıyor. Bundan sonra Rus turistleri de Kapadokya’ya bekliyoruz. Kapadokya çok sayıda uygarlığa beşiklik etmiş. Türkler ve Müslümanlar için bölgemiz önemli bir inanç merkezidir. İç Kapadokya olan bilinen ve Nevşehir içinde olan bölgemizde, zamanında barınma ve ibadet yeri olarak kullanılmış 300’e yakın yeraltı şehri var. Ürgüp ilçemiz yakınlarında Sobesos adında bir antik kentimiz var. Peribacalarımızın sayısı milyon ile ifade ediliyor” diye konuştu. Turizmde, istenilen seviyede gelişim etkin pazarlama faaliyetlerini gerektirmektedir. Etkin ve etkili pazarlama ise ülkeyi ziyaret eden turistlerin sorunları teşhis edilerek ve beklentileri karşılanarak sağlanır. Türkiye için çok önemli bir pazar olan Rusya Federasyonu, Türk turizmi sektörü için neredeyse can simidi haline gelmiştir. Son on yılda Rusya, Türkiye’ye turist gönderen ikinci ülke konumundadır.Rusya,Almanya’dan sonra ikinci büyük turizm pazarıdır. Rusya’dan Türkiye’ye gelen bir turistin kişi başına harcaması yaklaşık 900 dolardır.Bu miktarın önümüzdeki yıllarda artacağı beklenmektedir. 1900’lü yıllarda Kapadokya’ya gelen Rus turistler, bu dönemde alışveriş ve inanç turizmi amaçlı gelmişlerdir. Erciyes’e yönelikte tatil turları son iki yılda büyük artış göstermiştir. Rusları Kapadokya ve çevresine yönlendiren bilgi kaynakları genelde, televizyon ve yazılı basın, internet yayınlarıdır. Yapılan araştırmalar göre de; Türkiye Rusya’da tatil için en popüler ülke olmuştur. Bu arada Rusya son 11 Eylül olaylarından sonra teröre az duyarlı ülkeler arasında yer almıştır. Rusya, Türkiye ve Türkiye’nin turistik değerleri hakkında olumlu yönde bilgilere sahip bir ülkedir. 60 1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u Rusya - Türkiye Turizminin Vazgeçilmez Köprüsü: Kapadokya Kaynaklar Aslantaş, Hülya, (2002), “Türkiye’nin Turizm Stratejisi ve Tanıtım Politikaları’’, 2.Turizm Şurası Bildiriler, 2. Cilt Turizm Bakanlığı, Ankara. Denizer, Dindar, (1992), Turizm Pazarlaması, Ankara: Yıldız Matbaacılık. Doğan, Selcen, (2002), “Yabancı Yayın Organlarında Yer Alan Türkiye Haberlerinin Türk İmajına ve Türkiye Turizmine Etkileri’’, 2. Turizm Şurası Bildiriler, 2.Cilt, Turizm Bakanlığı, Ankara. Erol, Mikdat, (2003), Turizm Pazarlaması, Bursa: Etkin Kitabevi. İncakara, Ahmet, (2001), Anadolu’dan Yeni Turizm Olanakları ve Bölgesel Kalkınmadaki Yeri, İstanbul: İstanbul Ticaret Odası Yayınları, No:28. İlkin, A. ve M. Z. Dinçer, (1991), “Turizm Kesiminin Türk Ekonomisindeki Yeri’’ Ankara: TOOB Yayını. Kazak, Nazmi, (2001), Genel Turizm, Ankara: Detay Yayıncılık. Köse, Filiz, (2005), “Rusya Pazarı, Değerlendirme Raporu’’, Kültür ve Turizm Bakanlığı Tanıtma Genel Müdürlüğü Medya inceleme Şura Müdürlüğü. Öztürk, Emin, (1992), “21. Yüzyıla Doğru Türkiye’nin Tanıtımı’’ Turizm Yıllığı, Ankara: Kalkınma Bankası Yayını. Sevgür, Ayşe, (2002), ”Türk Turizmi İçin Tanıtma Projesi’’, 2.Turizm Şurası Bildiriler, 2.Cilt, Turizm Bakanlığı Ankara. Tolungüç, Ahmet, (1990), “Türkiye’nin Dış tanıtım ve Turizmi Sorunları’’, Ankara: Ankara Üniversitesi Basın Yayın Yüksekokulları Yayını. Tunç Azize ve R. P. Şahbaz, (1998), “Türk Turizminin Gelişmesine Alternatif Çizim Önerisi: Bölgesel Tanıtım Gazi üniversitesi Ticaret ve Turizm Eğitim Fakültesi Dergisi, Sayı 1:57-69. www.haberrus.com/pid=1789 www.kulturturizm.gov.tr www.turizmdebusabah.com www.turizmgazetesi.com www.tutav.org.tr www.word_tourism.org 1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u 61 TURİSTİK BİR BÖLGE OLAN NEVŞEHİR İLİNİN YÖREDEKİ EL SANATLARINA KATKISI THE CONTRIBUTION OF THE CITY OF NEVŞEHIR, A TOURISTY REGION, TO THE HANDICRAFT ARTS IN THE AREA Birnaz ER* - Zeliha SARIKAYA HÜNEREL** ÖZET Turizm, bütün sektörlerle doğrudan veya dolaylı olarak etkileşim halinde olan bir etkinlik alanıdır. Gelişmekte olan Türkiye için turizm çok önemli bir ekonomik kaynaktır. Bir ülkede turizmin gelişebilmesi için turistik faaliyetlerin oldukça çeşitli olması gerekir. El sanatları da bir ülkenin turizmine ve gelişmesine katkı sağlayan önemli kültür varlıklarımızdan biridir. Bir şehrin sanatsal yönü o şehrin turizm etkinliklerini güçlendirir, gelen turistlere şehrin kültürü ve sanat anlayışı hakkında bilgi verir. Turizmi güçlü olan bir yörenin yerel halkı ekonomik yönden kalkınırken bir yandan da kültürünü tanıtıp, sahip olduğu bu değerlerin gelişmesine katkı sağlar. Nevşehir ilinin sahip olduğu tarihi ve doğal miras, turizm için büyük bir potansiyel oluşturmaktadır. Kültürel etkinlikler bir şehre dinamizim kazandıran etmenlerdir. El sanatları ise bir şehri kültürel yönden tanıtmanın en iyi yollarındandır. El sanatları bir şehrin tarihi, kültürü ve sanat anlıyışı hakkında bilgi verir. Nevşehir ili el sanatları yönünden zengin bir ildir. İlde gerçekleştirilen en önemli el sanatı çömlekçilikdir. Türkiyede çömlekçilik sanatında Nevşehir ili ilk sırayı alır. Çömlekçiliğin yanı sıra Nevşehir ili turizmine katkı sağlayan bir diğer el sanatı ürünleri ise, halı (kilim) dokumacılığı, el yapımı bebek üretimi ve oniks taşı işlemeciliğidir. * Öğr. Gör., Dumlupınar Üniversitesi, Kütahya Meslek Yüksekokulu, El Sanatları Bölümü, e-posta: birnazer@hotmail.com ** Öğr. Gör., Gazi Üniversitesi, Ankara Meslek Yüksekokulu, El Sanatları Bölümü, e-posta: zelihasarikaya@hotmail.com 1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u 63 Birnaz ER - Zeliha SARIKAYA HÜNEREL Bu bildiride Nevşehir ili turizmine katkı sağlayan el sanatlarımızdan; çömlekçilik, halı (kilim) dokumacılığı, el yapımı bebek üretimi ve oniks taşı işlemeciliği hakkında bilgi verilecek, ürünler fotoğraflarla belgelenerek nevşehir yöresindeki el sanatları ürünlerinin turizme olan etkileri hakkında bilgiler verilecektir. Anahtar Kelimeler: El sanatları, Turizm, Sanatsal Turizm, Nevşehir El Sanatları. ABSTRACT Tourism is a field of activity which is in an interaction with all other sectors directly or indirectly. Tourism is a very significant economic source for a developing Turkey. In order to develop tourism in a country, tourism activities should be so various. Handicraft arts are one of the significant cultural assets of a country that can contribute to the tourism and development of a country. The artistic side of a city reinforces the tourism activities of that city, informing the visitors about the understanding of the culture and art of that city. While the inhabitants of a region with strong tourism makes the people develop economically, it also introduces its culture by contributing the values it has to develop. The history and natural inheritance the city of Nevşehir has makes a great potential for tourism. Cultural activities are the factors that put dynamism into a city. Handicraft arts are one of the ways to introduce a city culturally. Handicraft arts give information about the history, culture and perception of art of a city. The city of Nevşehir is a rich city in terms of handicraft arts. The most important handicraft art made in the city pottery. Nevşehir is the first place in the art of pottery in Turkey. Besides pottery, other handicraft arts making a contribution to the tourism of Nevşehir are tapestry, hand-made doll production and onyx stone carving. In this paper, pottery, tapestry, hand-made doll production and onyx stone carving, some of the handicraft arts that contributes to the tourism of Nevşehir, will be introduced, and the items will be documented with photos and information will be given about their contribution to tourism in the region of Nevşehir. Key Words: Handicraft Arts, Tourism, Artistic Tourism, Nevşehir Handicraft Arts. 64 1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u Turistik Bir Bölge Olan Nevşehir İlinin Yöredeki El Sanatlarına Katkısı 1. Giriş Turizm, ‘dinlenme, eğlenme, görme, tanıma vb. amaçlarla yapılan gezi’ ve ‘bir ülkeye veya bir bölgeye turist çekmek için alınan ekonomik, kültürel, teknik önlemlerin, yapılan çalışmaların tümüdür. (http://tdkterim.gov.tr/ bts/) Bu tanımdan da anlaşılacağı gibi turizm, ekonomik sosyal ve kültürel bir değer olarak görülmektedir. Günümüzde turizmin yarattığı ekonomik, sosyal ve kültürel etkiler giderek önem taşımaktadır. Turizmin bu rolü, dünyada ve ülkemizde turizme verilen değeri artırmakta, turizm olanakları çeşitlilik kazanmakta, yeni yerler yeni turizm türleri insanların ilgisini çekmektedir. Turizmi çekici hale getirecek unsurlar da çeşitliliği doğurmaktadır. Kıyı turizminde, yayla turizminde, termal turizmde, kırsal turizmde yapılan tüm aktiviteler içinde kültürel unsurlar bulunmaktadır. Bu turizm türlerine katılırken yapılan aktiviteler, sunulan yemek ve müzikler, görülen kıyafetler ya da yerel halkla kurulan ilişkiler, kültürlerarası etkilenmeler kültürel turizm ile ilgilidir. Bu nedenle, turizmin kültürlerin birbirini anlamasına yardımcı olması gibi bir fonksiyonu vardır. Özellikle son yıllarda amaçsız gezmenin yerini artık bilinçli bir kültürel turizmin aldığı bilinmektedir (Emekli, 2005). Ülkemizde kıyı turizmiyle başlayan turizm hareketleri zamanla çeşitlenmiş, kültürel ağırlıklı ziyaretler ve diğer turizm türleri ile yeni yapılanmaya gidilmiş, mekânsal çeşitliliğe uğramıştır. Alternatif turizm politikaları üretilerek, turizm türlerini çeşitlendirme açısından yayla turizmi, kırsal turizm, köy turizmi, eko turizm, termal turizm, kültürel turizm, inanç turizmi gibi turizm türleri ve rafting, trekking, kuş gözetleme, atlı doğa yürüyüşleri, yamaç paraşütü, mağaracılık, avcılık gibi turistik etkinlikler öne çıkmaktadır. Kültürel turizm, giderek yaygınlaşan, milletler ve ülkeler arasındaki anlaşmayı sağlamada sıradan turizmden çok daha etkin bir süreçtir. Kültür mirasına ilişkin yaklaşımlar ülkeden ülkeye, bölgeden bölgeye, değişebileceği gibi kültür mirasının türüne, niteliğine, mekân özelliklerine, tarihçesine, turizmdeki moda anlayışlara göre de değişebilmektedir (Emekli, 2003). Turizmin kıyı bölgelerine yığılması yerine ülkenin hemen her yerine yayılmasını sağlayacak, geçmişi seçicilikten uzak bir şekilde tanıtacak olan kültürel turizmin belirli niteliklere kavuşması için çok yönlü çabalar sarf edilmektedir. Bu nedenle dünyada son 20 yıl içinde kültür mirası ve bunun bir sektör olarak ele alınması giderek önem kazanmış, bu konuda yalnızca yeni uygulama türleri değil, yeni kavramlar da gelişmiştir (Herbert, 1995,7). 1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u 65 Birnaz ER - Zeliha SARIKAYA HÜNEREL Kültürel turizm kavramı ile ülke-bölge toprakları üzerinde/altında bulunan ve geçmiş dönemlerden beri süregelen birikimi içeren her türlü maddi kalıntı ile sözel geleneğin, bunlara zarar vermeden toplumun yararlanabileceği değere dönüştürülmesi, insanların birbirini daha iyi tanımasının, ortak değerlerden oluşan kültürel ve doğal mirasın korunması ve bu miras bilincinin yükseltilmesiyle gerçekleşeceğine inanılmaktadır. Bu amaçla, kültür varlıklarını ya da kültür mirasını ortak ilkeler doğrultusunda evrensel boyutta korumak amacıyla oluşturulan önemli uluslararası kuruluşlar ve sözleşmeler vardır. UNESCO kültürel mirasın korunmasını hedefleyen kuruluşların başında yer almaktadır (Emekli, 2005). Kültür turizmi, gelir sağlayıcı etkisinin yanında, kültürel değerlerin korunması açısından da üzerinde durulan bir turizm şeklidir (Öztürk ve Yazıcıoğlu, 2002). Çünkü kültür turizmi sayesinde turistik bir ürün haline getirilen somut ve somut olmayan kültürel değerler bir taraftan korunurken, diğer taraftan bu sayede geleneksel kültürü tekrar canlandırmaya da katkı sağlayabilmektedir (Gülcan 2010). Geçmişte birçok medeniyete ev sahipliği yapan Anadolu’da, sayısız uygarlıklar varlıklarını sürdürmüştür. Bu uygarlıklar sayesinde Anadolu zengin kültür ve sanat birikimine sahip olmuştur. Sahip olunan kültürel zenginlikler içinde örf, adet, tarih, müzik, resim, din, mimari yapı, el sanatları ve giyim tarzı da dikkate değer özellikler sunmaktadır. Bu kültürel zenginlikler içerisinde el sanatlarının ayrı bir önemi vardır. El sanatları bir kültürü birçok yönden tanıtabilme özelliğine sahiptir. El sanatları bir kültürü, örf ve adet, yeme içme kültürü, sanat anlayışı, giyim tarzı, inanışları, yaşam biçimleri, ekonomik olanakları gibi birçok yönden tanıtır. Bu nedenle bir coğrafyayı kültürel açıdan tanıtmanın en iyi yollarından birisi de el sanatlarıdır. Günümüzde turizm olanaklarını artırma konusunda çalışmalar yapılmaktadır. Yapılan çalışmalarda el sanatları alternatif turizm olarak değerlendirilmekte ve ilgi görmektedir. El sanatları, kültür mirasını korumaya yönelik, geleneksel değerleri tanıtmaya ve yaşatmaya özen gösteren, kültürler arası yakınlaşmayı sağlayan önemli bir unsurdur. El sanatları kültürel iletişimi sağlayarak, kültürlerin birbirleriyle olan benzer ve ayrıcı özelliklerini belgeleyen kanıt niteliğindedir. El sanatları ürünleri bölgelerin coğrafik, ekonomik ve kültürel özellikleri ve ihtiyaçları doğrultusunda ortaya çıkar. Bir bölgeye özgü olan el sanatı 66 1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u Turistik Bir Bölge Olan Nevşehir İlinin Yöredeki El Sanatlarına Katkısı ürünler, bölgenin sahip olduğu koşullara göre şekillenir. Eğer bir bölgede soğuk iklim mevcutsa, orada soğuktan korunmaya yönelik ürünlerin üretilmesi yoğunluk kazanır. Hayvancılık gelişmişse dokumacılık ön plandadır. Bir bölgede turistik ürünler, bölgenin sahip olduğu kültürel özelliklere göre tasarlanır ve üretilir. Üretilen ürünler bölgenin kültürel özelliklerini temsil edecek şekilde sembol niteliğinde üretilir. Böylece hem turistlerin ziyaret deneyimleri artar hem de hediyelik eşya satışı bu ürünler etrafında şekillenir. Sonuç olarak el sanatları da turizm içerisinde ayrı bir önem kazanarak hem bölge hem de ülke ekonomisine katkı sağlamış olur. Turizm ve el sanatları olumlu kültürel ve ekonomik sonuçlar doğurabilecek bir işbirliği içerisindedir. El sanatı ürünler, turistlerin alışverişinde ayrı bir yer tutmaktadır. Türkiye’de turistik el sanatı ürünler dekoratif ve geleneksel niteliklidir. Bu ürünler arasında dokuma, çömlek, doğal taşlar, seramik, çini, ağaç oyma ürünler, altın ve gümüş ürünler, tezhip ve minyatür vs. vardır. Turizmin yoğun olduğu yerlerde el sanatı ürünler daha fazla üretilmekte ve satılmaktadır. Türkiye’ye gelen turistlerin geleneksellik ve özgünlük arayışları el sanatı ürünlerin önemini artırmıştır. Bu sayede yöre halkı sahip olduğu el sanatlarına ve geleneklerine sahip çıkarak devam ettirtme çabası göstermektedir. Bu devinim diğer yörelerde de örnek alınarak ve el sanatları kaybolmaya yüz tutmaktan kurtarılarak gelecek kuşaklara aktarılması sağlanmaktadır. Bu devinim sayesinde ekonomik gelir elde edilmekte ve kırsal kalkınma sağlanmaktadır. Böylece büyük sermaye gerektirmeden üretilebilen el sanatı ürünler sayesinde işsizlik oranı azalmakta ve ek gelir getirici kaynak sağlanmaktadır. Turizm sayesinde el sanatlarına gereken önem verilmekte ve ülkenin var olan kaynakları verimli bir şekilde kullanılmaktadır. Bu sayede bölgelerde kaybolmaya yüz tutan el sanatları canlandırılmaya çalışılmaktadır. Bu çalışmalar sonucunda turistik ürünler geliştirilmekte ve kaliteli ürün üretme arayışı başlamıştır. Bu durum el sanatı ustalarının kaybolmasını önlemekte, yeni ustaların yetişmesine katkı sağlamakta ve mesleki eğitimi destekleme ve geliştirme ihtiyacını ortaya çıkarmaktadır. Türkiye’nin giderek artan turizm potansiyeline büyük katkı sağlayan turistik yörelerden birisi de Nevşehir ildir. Nevşehir ili yerli ve yabancı turistler tarafından en fazla ilgi gören turistik yerler arasındadır. 1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u 67 Birnaz ER - Zeliha SARIKAYA HÜNEREL Nevşehir, sahip olduğu doğal ve kültürel güzellikler bakımından, UNESCO tarafından hem kültürel hem de doğal miras kapsamında dünya Miras Listesine alınan yerlerden birisidir. Nevşehir yöresinde turizm olgusunun ortaya çıkısı ve gelişmeye başlaması 1960’lara rastlar. Göreme çevresi, Ürgüp, Avanos, Ortahisar, Kaymaklı, Derinkuyu, Soğanlı vadisi, Ihlara vadisi ve çevresi 1973 yılında alınan kararlarla ‘Turizm gelişim alanı’ olarak belirlenmiştir. Kapadokya’da turistlere kültür turizmi, vadi turizmi, atlı doğa turizmi, inanç turizmi, kongre turizmi ve kıs turizmi gibi olanaklar sunabilen eşsiz bir bölgedir (Nevşehir Belediyesi 2005). Kapadokya’daki, Peri bacaları, vadiler, kaplıca ve içmeler ile mesire yerleri yörenin doğal turistik değerlerini oluştururken; Yeraltı şehirleri, kaya kiliseleri ve manastırlar, kaleler, höyükler, kervansaraylar ve hanlar külliyeler, medrese ve camiler müzeler ise tarihi ve kültürel turistik değerleri temsil etmektedir. 1.1. Nevşehir İli El Sanatı Ürünler Nevşehir ili el sanatları yönünden zengin bir ildir. Ürgüp ve Avanosta halıkilim dokumacılığı, Avanosta çömlekçilik, Hacı Bektaş ilçesinde oniks taş işlemeciliği, soğanlı köyünde Soğanlı Bebekleri ilin el sanatları ürün yelpazesini oluşturmaktadır. Turizm olanaklarının yüksek olduğu Nevşehir ilinde el sanatları yöre halkı için bir geçim kaynağı olmuş ve geleneksel olan sanatları bu sayede yeniden canlanmıştır. Nevşehir ‘de satışa sunulan el sanatları ürünleri daha çok halı-kilim; çanak, seramik ve oniks taşından yapılmış aksesuar ağırlıklıdır. El sanatları ürünlerini turistik eşya olarak satan mağazalar Avanos, Ürgüp, Uçhisar, Göreme, Ortahisar, Nevşehir, Derinkuyu, Çavuşin ve Soğanlı Köyü’ndedir. Avanos’ta yaklaşık olarak, 13 adet halı ve kilim satış yeri, 47 adet çanak ve seramik atölyesi ve bunlara ait satış yeri bulunmaktadır. Ürgüp’te yaklaşık olarak, 32 turistik eşya satış yerinin 24’ünde halı ve kilim satışı yapılmaktadır. Ürgüp’te bir El Sanatları Çarşısı da mevcuttur. Uçhisar’da yaklaşık olarak, 6 adet halı satış yeri, 4 adet oniks taşı satış yeri bulunmaktadır. Göreme’de yaklaşık olarak, 6 adet turistik eşya satış yeri vardır. Bunların üçünde halı ve kilim satılmaktadır. Ortahisar’da yaklaşık olarak, 1 adet halı satış yeri, 2 adet oniks taşı satış yeri bulunmaktadır. Nevşehir kent merkezinde 2 adet Derinkuyu’da 1 adet halı ve kilim 68 1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u Turistik Bir Bölge Olan Nevşehir İlinin Yöredeki El Sanatlarına Katkısı satış yeri vardır. Çavuşin’de 1 adet oniks taşı satış yeri bulunmaktadır. Soğanlı Köyü’nde köylüler tarafından yol üzerine kurulan tezgâhlarda el yapımı bebekler satılmaktadır. (www.nevsehir.gov.tr/nevsehir/sosyokulturel-yapi) 1.1.1. Çömlekçilik Nevşehir ilinde yapılan el sanatı ürünlerinden birisi de çömlekçiliktir. Çömlekçilik ilde en fazla ilgi gören el sanatıdır. Nevşehir ilinde çömlekçilik Avanos ilçesinde yapılır. Avanos volkanik bir arazi üzerine kurulmuştur. İlçe çevresinin nitelikli kil yataklarıyla çevrili olması ve Kızılırmak’tan gelen nitelikli çamur sayesinde yörede kaliteli çömlekçilik yapılabilmektedir. Avanos çömlekçiliği ilçe merkezinde yapılmaktadır. Avanos’ta çömlekçilik geleneksel yöntemlerle yapılmaktadır. Bu nedenle turistler ilçeyi büyük bir ilgiyle ziyaret etmektedir. Çömlekçiliğin yapıldığı atölyelere “işlik” veya “çanakhane” denilmektedir. Bu atölyeler güneş almayan mekânlardır. Çömlek yapım tezgâhları kapıya yakın yerlerde bulunur. Bu el tezgâhlarına “çıkrık” adı verilir. Çömlek yapımında kullanılacak çamur hazırlanırken, çamur teknelerinde, toprak suyla karıştırılarak istenilen kıvama gelene kadar bekletilir. Elde edilen yatağın türüne göre hazırlanan çamurlar, silisli, gevşek, yumuşak veya yağlı, sert ya da milli olarak isimlendirilirler. Çamur türlerine göre üretilen kaplar, fırında pişirilerek sanat eserine dönüştürülür. Bölgedeki turizm hareketliliğinden kaynaklı çanak-çömlek ustaları, daha çok turistik hediyelik eşyaların yapımına yönelmiştir. Bu eşyalar arasında dekoratif testiler, şamdanlar, ofis malzemeleri, su testileri, küllükler, şekerlikler, yemek kapları vs.bulunmaktadır. Avanos’ta turizm kaynaklı ticaret ilçenin en önemli geçim kaynağıdır. Bölgeye gelen turistler hem el yapımı çömleklerden satın almakta ve kendileri de çömlek yapımını deneme olanağına sahiptirler. Bölgeye gelen turistlerin çömlek yapımına ilgi duymalarının en büyük nedenlerinden biri de geleneksel niteliği bozulmayan, çıkrık adı verilen, çamur tezgâhının eski formunda olmasıdır. Ahşap formlu tezgâh turistlerin ilgisini çekmektedir. Son yıllarda Avanos çömlekçiliğine yeni bir boyut kazandırmak ve turistik hediyelik eşya satışındaki düşüşü önlemek adına rapido tekniği geliştiril- 1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u 69 Birnaz ER - Zeliha SARIKAYA HÜNEREL miştir. Bu teknikle, üretilen çömlekler rapido kalemiyle desenlendirilmektedir. İnce bir işçilik olan rapido tekniği yerli ve yabancı turistler tarafından ilgi görmektedir. Ancak başka alternatiflerden yoksun olunması sebebiyle çömlek atölyelerinde Kütahya çinileri de satılmaktadır. Fotoğraf No1: Çömlek yapımı Fotoğraf No3: Rapido tabak (İşçen, 2003) Fotoğraf No2: Çömlek yapımı Fotoğraf No4: Kütahya Çini Vazo 1.1.2. Dokumacılık Nevşehir ilinde dokumacılık Bizans dönemine kadar gitmektedir. Geçmişteki popülerliğini yitiren dokumacılık, ildeki turizm hareketliliğinden sonra tekrar canlanmıştır. 70 1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u Turistik Bir Bölge Olan Nevşehir İlinin Yöredeki El Sanatlarına Katkısı Daha önceleri çeyiz ve genel kullanım amaçlı dokunan halıcılık günümüzde yerini turizm amaçlı üretime bırakmıştır. Halı dokumacılığı en çok Ürgüp ve Avanos ilçelerinde yapılmaktadır. İlde Avanos halısının yanı sıra diğer bölgelerin yöresel halıları da satılmaktadır. Bunlar, Hereke, Milas ve Kayseri halılarıdır. Ürgüp’te, halıcılığın devamını sağlamak, turizm olanaklarını artırmak ve el sanatlarını devam ettirmek için şehir merkezine Kültür Bakanlığı tarafından kurulmuş halı dokuma atölyesi bulunmaktadır. Bu sayede hem yöre kadınlarına iş olanağı sunulmuştur hem de dokumacılık sanatı devam ettirilmektedir. Yöreye gelen turistler halı dokuma atölyesine uğramadan gitmezler, halı satın almasalar bile Geleneksel Türk sanatları hakkında bilgi edinmektedirler. Ayrıca ilçelerde özel halı dokuma atölyeleri de bulunmaktadır. Bu atölyeler de turistlerin uğrak yerleri arasındadır. Dokuma ürünleri her zaman her kesimce ilgi gören bir el sanatıdır. Dokumalar yöreye özgü olsun olmasın her turizm bölgesinde halı satışı yapılmaktadır. Bu işletmeler Türkiye’deki her yöreye özgü halıları bulundurmaktadırlar. Nevşehir’de Yöre halkı dokumacılıktan istediği geliri elde edemese de ilçelerde ve il merkezlerinde gerek devlet tarafından gerekse özel işletmeler tarafından dokuma atölyeleri kurulmaktadır. Turistlerin dokumalara olan bu ilgisi sayesinde dokumacılık sanatı yaşatılmaya çalışılmaktadır. Turistler tarafından ilgi gören el dokuma ürünleri ise, heybeler, halılar, kilimler, yastık, masa ve koltuk örtüleri gibi ürünlerdir. Halı dokumacılığı en çok Ürgüp ve Avanos’ta, kilim dokumacılığı ise Kozaklı ve Gülşehir’de yaygındır. Avanos’ta çubuk desenli, parçalı kilim dokumacılığı da yapılmaktadır. Fotoğraf No5: Halı dokuma atölyesi (İşçen, 2003) Fotoğraf No6: Hereke halısı 1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u 71 Birnaz ER - Zeliha SARIKAYA HÜNEREL Fotoğraf No7: Hereke halısı Fotoğraf No8: Avanos Halısı (İşçen, 2003) 1.1.3. Soğanlı Bebekleri Kapadokya Bölgesinde bir vadi içinde yer alan Soğanlı Köyü, M. S. 4. yüzyıldan itibaren çeşitli uygarlıklara öncülük yapan Hıristiyan aleminin Kapadokya’daki merkezlerinden biri olmuştur. 7. ve 8. yüzyıllarda da önemini sürdürmüştür. Soğanlı Köyü, Yeşilhisar ilçe merkezine 15 km. mesafede, kaya kiliseleri ve mağaraların bugünkü evler ile iç içe girdiği bir yerleşim yeridir. Yaklaşık 25 km uzunlukta olan Soğanlı Vadisi, yer sarsıntısı sırasında çökmelere uğramış ve çöken alan doğal etkilerle daha da derinleşerek vadi ve platoları meydana getirmiştir. (http://www.soganli.com/soganli-bezbebek) Kapadokya bölgesinin giriş kapısı olarak da bilinen Soğanlı Köyü, köyün simgesi haline gelen Soğanlı Bez Bebekleri ile ünlüdür. Köylü kadınlar tarafından yapılarak bütün Kapadokya bölgesinde satılan ve Soğanlı Bebeği adı ile ün yapan bu bebekler, köyün en önemli gelir kaynaklarından biridir. İlk olarak Kayseri iline bağlı Soğanlı köyünde yapılan bez bebekler, turistler tarafından hediyelik eşya olarak ilgi görmeleri üzerine Nevşehir’de de yoğun olarak yapılmaya başlandı. Geleneksel giyim kuşam kültürüne uygun olarak köylü kadınlar ve genç kızlar tarafından evlerde yapılan Soğanlı Bez Bebekleri turistlerin yoğun ilgisi üzerine bir sektör haline gelerek turistik hediyelik eşya niteliği kazanmıştır.Soğanlı Bebeklerinin yapımı oldukça kolaydır. Bebeklerin yüzleri, 72 1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u Turistik Bir Bölge Olan Nevşehir İlinin Yöredeki El Sanatlarına Katkısı gazoz kapaklarının kaplanmasıyla yapılır. Yüz hatları kalemle boyanmaktadır. Bez bebeklerin vücudu, tahtadan yapılan iskeletin pamukla sarılmasıyla oluşturulur. Bebeğin giysileri ise yöresel kumaşlar kullanılarak çeşitli yapılmaktadır. Fotoğraf No9: Soğanlı Bebek (İşçen, 2003) Fotoğraf No10: Soğanlı Bebek (İşçen, 2003) Fotoğraf No11: Soğanlı Bebek (İşçen, 2003) 1.1.4. Oniks-Taş İşlemeciliği Yunancada “onyks” olarak kullanılan ve tırnak anlamında kullanılan bu kelime Türkçeye “oniks” olarak girmiştir. Türkçede oniks kelimesi hem bir tür mermer hem de kalsedon türlerinden yarı değerli bir taş türü olan akiğin bir çeşidi için kullanılmaktadır. Gerçek oniks, büyük ölçüde silisyum minerallerinden oluşan bir tür akik taşıdır. İç yapısı lifli ve hareli olan bir türü “kedi gözü” olarak adlandırılır ve takı yapımında kullanılır. Bu taşa benzediği için mermer türlerinden biri de oniks olarak adlandırılmıştır. Karışıklığı önlemek için oniks ve oniks mermeri olarak ifade etmek daha doğrudur. Oniks mermeri dekoratif hediyelik eşya yapımında kullanılmaktadır (İşçen, 2009) Oniks-Taşı konut, ibadethane, mimari süslemelerinde kullanılmasının yanı sıra takı ve süs eşya yapımında da kullanılmaktadır. Özellikle Hacıbektaş çevresinde yoğun olan oniks taşı, sarı, pembe, kırmızı, beyaz renklerdedir. Damarlı taş adı verilen birden fazla rengi içeren çeşitleri de bulunmaktadır. Üzerine çeşitli motifler işlenen ve biçimlendirilen oniks taşı kişisel süs eşyası ve ev aksesuarı yapımında kullanılır. Geçmişte, özellikle Hacıbektaş dergâhına bağlı kişiler arasında Teslime Taşı olarak bilinen kolyelerin yapımında kullanılmıştır. (http://www.nevsehir.gov.tr/nevsehir/sosyo-kulturel-yapi) Nevşehir’ oniks taşı atölyeleri küçük işletmelerdir. Bu işletmelerde fazla kişi çalışmaz. Üretim genellikle kış aylarında yapılır ve yaz aylarında ise üreti- 1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u 73 Birnaz ER - Zeliha SARIKAYA HÜNEREL len ürünlerin satışı yapılır. Ancak atölyelerde yaz aylarında gelen turistlere gösteri amaçlı üretim de yapılmaktadır. Fotoğraf No12: Oniks Taşı Fotoğraf No13: Oniks Taşı Fotoğraf No14: Oniks Taşı (İşçen, 2003) (İşçen, 2003) (İşçen, 2003) 2. Sonuç Kültürel mirasın korunarak gelecek kuşaklara aktarılmasında, toplumun her kesiminin yararlanabileceği düzeye getirilmesine katkı sağlamada ve doğru kültür bilincinin oluşturulmasını sağlamada kültürel turizmin rolü oldukça büyüktür. Sayısız uygarlığa ev sahipliği yapan Anadolu topraklarında bulunan yerel kültür ürünleri, kültürel turizm kapsamında değerlendirilmektedir. Nevşehir ili turizm potansiyeli yüksek olan bir ildir. İle her yıl yerli ve yabancı turistler tarafından yoğun ilgi gösterilmektedir. Bölgenin sahip olduğu doğal, kültürel ve tarihi zenginlikler, bölgenin sahip olduğu turizm olanaklarını artırmaktadır. Turizm olanakları sayesinde il ekonomik ve kültürel açıdan gelişmektedir. Turizm ve el sanatları olumlu kültürel ve ekonomik sonuçlar doğurabilecek bir işbirliği içerisindedir. El sanatı ürünler, turistlerin alışverişinde ayrı bir yer tutmaktadır. Türkiye’de turistik el sanatı ürünler dekoratif ve geleneksel niteliklidir. Bu ürünler arasında dokuma, çömlek, doğal taşlar, seramik, çini, ağaç oyma ürünler, altın ve gümüş ürünler, tezhip ve minyatür vs. vardır. Turizm sayesinde el sanatlarına gereken önem verilmekte ve ülkenin var olan kaynakları verimli bir şekilde kullanılmaktadır. Bu sayede bölgelerde kaybolmaya yüz tutan el sanatları canlandırılmaya çalışılmaktadır. Bu durum el sanatı ustalarının kaybolmasını önlemekte, yeni ustaların yetişmesine katkı sağlamakta ve mesleki eğitimi destekleme ve geliştirme ihtiyacını ortaya çıkarmaktadır. 74 1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u Turistik Bir Bölge Olan Nevşehir İlinin Yöredeki El Sanatlarına Katkısı Ancak bir yörede turizm olanaklarının yüksek olması el sanatları açısından bir avantaj olduğu kadar dez avantajdır. Çünkü ortaya çıkan ekonomik kaygı geleneksel değerlerin yitirilmesine de sebep olmaktadır. Az emekle daha ucuz maliyetli ürün üreterek daha fazla kazanmak isteği el sanatı ürünlerin, kültürel kimliği yansıtıcı rolüne gölge düşürmektedir. Üreticiler tarafından yapımı kolay olan ve daha fazla kazanç getiren ürünlerin üretiminin tercih edilmesi geleneksel ürün yapımının terk edilmesine ve kaliteli üretimden uzaklaşılmasına sebep olmaktadır. İldeki turizm hareketliliğinden ekonomik gelir elde etmek için yöresel el sanatlarını kalkındırmak yerine kazanç getirici ürünlere yönelip, bunları en ekonomik şekilde üretme kaygısı, geleneksel ürünlerin üretiminde yozlaşmayı beraberinde getirmektedir. Yöredeki el sanatlarını geliştirip devam ettirmek ve bunu alternatif turizm olanakları içerisinde değerlendirmek yerine farklı bölgelerdeki el sanatlarını daha yoğun olarak bulundurmak Nevşehir ili el sanatlarının gerilemesine sebep olmaktadır. Kaynaklar Bilgin, Nuran (1992). Toplumda Değişen Beğeni ve İstekler Doğrultusunda Avanos Toprak Kap Sanatının Bugünkü Durumuna Dair Bir Yaklaşım, Kamu Ve Özel Kuruluşlarla Orta Öğretimde, Üniversitelerde El Sanatlarına Yaklaşım Ve Sorunları Sempozyumu Bildileri, İzmir. Emekli Gözde (2005). Avrupa Birliği’nde Turizm Politikaları Ve Türkiye’de Kültürel Turizm Ege Coğrafya Dergisi, 14 99-107, İzmir. Öztürk, Yüksel ve Yazıcıoglu, İrfan (2002). Gelişmekte Olan Ülkeler için Alternatif Turizm Faaliyetleri Üzerine Teorik Bir Çalışma, Ticaret ve Turizm Eğitim Fakültesi Dergisi, Ankara. Gülcan Bilgehan (2010). Türkiye’de Kültür Turizminin Ürün Yapısı ve Somut Kültür Varlıklarına Dayalı Ürün Farklılaştırma İhtiyacı, İşletme Araştırmaları Dergisi 2/1 99-120. Gülcan Bilgehan (2010). Türkiye’de Kültür Turizminin Ürün Yapısı ve Somut Kültür Varlıklarına Dayalı Ürün Farklılaştırma İhtiyacı, İşletme Araştırmaları Dergisi 2/1 99-120. Kızılırmak İsmail ve Kurtuldu Hüseyin (2005). Kültürel Turizmin Önemi Ve Tüketici Tercihlerinin Belirlenmesine Yönelik Bir Çalışma. Ticaret ve Turizm Eğitim Fakültesi Dergisi Sayı: 1. Ankara. Herbert, David, (1995). Haritage, Places, Leisure, and Tourism, Haritage, Tourism and Society. Mansell Publishing, s: 1-20 London. 1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u 75 Birnaz ER - Zeliha SARIKAYA HÜNEREL Nevşehir Belediyesi (2005). (www.nevsehir.gov.tr/nevsehir/sosyo-kulturel-yapi) İşçen, Yavuz ( 2010). Avanos’ta Halıcılık. Peri Bacası Dergisi, Ağustos, Nevşehir. İşçen, Yavuz (2010). Avanos’ta Çömlekçilik. Peri Bacası Dergisi, Mayıs. Nevşehir. İşçen, Yavuz (2009). Kapadokya’da Oniks Mermeri İşlemeciliği. Peri Bacası Dergisi, Ağustos, Nevşehir. Öter, Zafer (2010). Türk El Sanatlarının Kültür Turizmi Bağlamında Değerlendirilmesi, Millî Folklor Dergisi, Yıl 22, Say, 86, Ankara. Temizkan, Saadet Pınar (2005). Turistlerin Alışveriş Davranışı: Kapadokya Örneği, Mustafa Kemal Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Yayımlanmamış Yüksek Lisans Tezi, Hatay. Türk Dil Kurumu, http://tdkterim.gov.tr/bts/ http://www.nevsehir.gov.tr/nevsehir/sosyo-kulturel-yapi http://www.soganli.com/soganli-bezbebek 76 1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u KARAMANLICA YAZILMIŞ İLK ROMAN TEMEŞA-İ DÜNYA VE CEFAKÂR U CEFAKEŞ’TE KULLANILAN ZARF-FİİLLER VERBAL ADVERBS USED IN ‘TEMAŞA-I DÜNYA VE CEFAKÂR U CEFAKEŞ’ THE FIRST NOVEL WRITTEN IN KARAMANLIDIKA Buket KÖREMEZLİ* ÖZET Karamanlıların menşeileri henüz kesin olarak tespit edilememiş olsa da Karamanlılar Türkçe konuşan Ortodoks Hristiyanlar olup konuştukları dil, Karamanlıca ismini almaktadır. Karamanlılar Balkan, Kırım, Suriye, İstanbul ve Anadolu’nun birçok yerinde yaşamış, Anadolu kültürü ve hristiyanlık unsurlarıyla yazdıkları eserleri günümüze kadar taşımışlardır. Anadolulu Ortodoks Hristiyanlar, Karamanlılar, 1924 mübadelesiyle Yunanistan’a yerleşmiş ve bugün neredeyse Karamanlıca konuşan kimse kalmamıştır. Grek alfabesiyle yazılmış eserlerin başlangıcı olarak İstanbul’un fethi neticesinde İstanbul Patriği seçilen Gennadios’un Yunanca yazdığı itikatname (bağlılık yemini) kabul edilmektedir. Roman olarak ise Temaşa-i Dünya ve Cefakâr u Cefakeş kabul edilmektedir. Karamanlıca için önemli bir roman olan Temaşa-i Dünya ve Cefakâr u Cefakeş çalışmamıza konu olmuştur. Eser ilk kez Evangelinos Misailidis tarafından 1871–1872 yıllarında basılmıştır. Eseri 1988 yılında ikinci basıma hazırlayan isimler ise Vedat Günyol ve Robert Anhegger olmuştur ve eseri “Seyreyle Dünyayı” olarak günümüz Türkçesine çevirmişlerdir. Bu çalışmamızda yazılı kültür ürünü olması açısından önemli bir yere ve Karamanlı Türkçesi ile yazılmış ilk roman olma özelliğine sahip Temaşa-i Dünya ve Cefakâr u Cefakeş’te kullanılan zarf-fiil ekleri incelenmiştir. Karamanlı Türkçesindeki zarf fiil eklerinin günümüz Türkçesi ve çeşitli ağızlardaki kullanımlarıyla gösterdiği benzerlikler, * Öğr. Gör., Kapadokya Meslek Yüksekokulu, e-posta: buket.koremezli@kapadokya.edu.tr 1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u 77 Buket KÖREMEZLİ kitabın yazıldığı dönem Türkçesinin Temaşa-i Dünya’nın diline olan etkileri örneklerle açıklanmaya çalışılmıştır. Bu çalışmamızın konu üzerine yapılacak diğer çalışmalara katkı sağlamasını ümit ediyoruz. Anahtar Kelimeler: Karamanlıca, Karamanlı edebiyatı, Zarf-Filler. ABSTRACT Although the origins of the Karamanlides have not been specifically determined, it is known that Karamanlides were Turkish-speaking Orthodox Christians, and their language was named Karamanlidika. Karamanlides lived in various parts of Balkans, Crimea, Syria, Istanbul and Anatolia, and they carried the works they wrote intertwined with Anatolian culture and Christianity through our time. Anatolian Orthodox Christians, Karamanlides, settled in Greece in accordance with the 1924 population exchange and today, there is nearly no Karamanlidika speaking people left. The first example of works written in Greek script is accepted to be the oath of allegiance by Gennadios who was elected as the Patriarch of Istanbul in the aftermath of Istanbul’s conquest. And as a novel, ‘Temaşa-i Dünya ve Cefakâr u Cefakeş’. A very important novel for Karamanlidika, ‘Temaşa-i Dünya ve Cefakâr u Cefakeş’ is the subject of this study. This novel was first published by Evangelinos Misailidis in 1871-1872. And the people who prepared it for the second edition were Vedat Günyol and Robert Anhegger; and they also translated this work into modern Turkish with the title of “Seyreyle Dünyayı” (Watch the World). In this study, verbal adverb suffixes used in ‘Temaşa-i Dünya ve Cefakâr u Cefakeş’ which was the first novel written in Karamanli Turkish and which has a very important place as it is a product of written culture have been inspected. The similarities between the verbal adverb suffixes in Karamanli Turkish and modern Turkish and its various dialects, together with the effects of Turkish used in the era in which this novel was written to the language of ‘Temaşa-i Dünya’ have been explained with examples. We sincerely hope that this study will contribute to other studies conducted on this subject. Key Words: Karamanlidika, Verbal Adverbs, Karamanian literature. Karamanlılar Karamanlıların tarihi hala yazılmamıştır, bununla birlikte menşeileri de hala araştırılmakta olan bir konudur. Karamanlıların menşei hakkında birçok fi- 78 1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u Karamanlıca Yazılmış İlk Roman Temeşa-i Dünya ve Cefakâr u Cefakeş’te Kullanılan Zarf-Filler kir ortaya atılmıştır. Karamanlıca konuşan topluluğun Bizans döneminden kalma Hristiyan Türkler oldukları bu fikirlerin ilkini oluştururken; Türkçe konuşan Ortodoksların aslında eski Yunanlıların torunları oldukları görüşü de ikinci bir görüştür. Bu iki fikir, yapılabilecek en kapsamlı gruplandırmayı oluşturmaktadır. Macar bilgin Janos Eckmann, Ortodoks Hristiyanların Balkanlar, Kırım, Suriye, İstanbul ve bilhassa Anadolu’nun muhtelif yörelerinde dağınık olarak yaşamış olduklarını ve bunlardan Türkçe konuşanlarının Karamanlı; dillerinin ise Karamanlıca ismini aldığını belirtmiştir. Ayrıca Eckmann, Karamanlıcayı Anadolu’nun çeşitli bölgelerinde Türk- Yunan toplumların değişmesine kadar, özellikle Orta Anadolu’da (Kapadokya’da) oturan Türkçe konuşan Ortodoks ve Karamanlıların diyaleği olarak tanımlamıştır. (Eckmann 1989: 89) Karamanlı adının ise bir boydan mı veya yer isminden mi geldiği ve bir boydan ise hangi boydan geldikleri hakkında kesin bir şey söylemek zordur çünkü Türkçe yazan bu Ortodokslara ne zamandan beri Karaman dendiği hakkında belli bir tarihî veriye ulaşılamamıştır. Eckmann bu konuda “Hristiyanlığı kabul etmiş Türklerin soyundan gelen Karamanlılar, XVI. Yüzyılda Karaman beyliğinin himayesine girdiği için Karamanlı adını almış, daha sonra da Anadolu’da yaşayan bütün Hristiyan Türkler ve Karamanlı beyliğinin dışında yaşayanlar için de “Karamanlılar” adının kullanıldığını belirtmiştir. (Eckmann 1989: 89) Karamanlılar 1924 mübadelesiyle Orta Anadolu’dan Yunanistan’a gönderilmişler Ve Yunanistan’a giden çoğu Karamanlı orada Türkçeyi unutmuştur. Karamanlıca yaşlılar arasında konuşulmaya devam etse de genç kuşak Türkçeyi hemen hemen hiç bilmemektedir. 1924 yılında 1 milyon nüfusa sahip olan Karamanlıların sayısı bugün iyice azalmış ve büyük çoğunluğu Türkçeyi tamamen unutmuştur. (Ağca 2006/11: 3–18) Karamanlı Edebiyatı Yunan harfleriyle yazılmış Türkçe eserler başka bir deyişle Karamanlıca eserler zengin bir edebiyat oluşturmaktadır. Bugünkü sayılarına göre Karamanlıca eser sayısı 752 olarak tespit edilebilmektedir. Bu eserlerden çoğu Hristiyanlıkla ilgili dinî ve ahlakî öğretileri anlatan ve Yunancadan tercüme eserlerdir. Karamanlı edebiyatını oluşturan eserler sayıları fazla olmamakla birlikte bazı bibliyografya çalışmalarında toplanmıştır. İlk bibliyografik çalışma Hüdaverdioğlu (Theodotos)’a aittir. Bir diğer çalışma ise R. Pere Severien Sa- 1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u 79 Buket KÖREMEZLİ laville ve Eugine Dallaegio’nun Theodotos’un eserinin daha kapsamlı hale getirilmesiyle oluşmuş olan bir bibliyografik çalışmadır. Bu eser üç ciltten oluşmakta ve 1584- 1900 yılları arasında yazılmış olan eserleri kapsamaktadır. Bibliyografik çalışmaların sonuncusu ise Evangelia Balta tarafından hazırlanmıştır. Evangelia Balta tarafından hazırlanmış olan bu eser daha önceki çalışmalar arasında kapsamı en geniş olan bibliyografik çalışma olmakla beraber bu eserde Karamanlıca eserlerin sayısı 752 olarak tespit edilmiştir. Karamanlıca yazılmış ilk eser İstanbul’un fethi neticesinde İstanbul Patriği seçilen Gennadios’un yazdığı İtikatnâme kabul edilmektedir ve eserin yazıldığı dönem 18. yüzyıla rastlamaktadır. 19. yüzyıla gelindiğinde Karamanlıca yazılmış eserlerin sayısında artış olmuştur. Karamanlıca asıl eserlerini ise 19. yüzyıl sonu 20. yüzyıl başlarında vermiştir. Çoğunluğunu dinî kitapların oluşturduğu Karamanlı edebiyatında dindışı eserler 19. yüzyılda artış göstermekte olup dindışı basılmış ilk eser Büyük İskender Risalesi olarak kabul görmektedir. Dinî nitelik taşımayan kitaplar arasında kültür kitapları, hukuk kitapları, lügatler ayrıca 1872–1909 yılları arasında basılmış olan halk edebiyatı niteliğinde eserler; Köroğlu hikâyeleri, Nasreddin Hoca hikâyeleri, atasözleri, Şah İsmail ve Âşık Garip hikâyeleri de vardır. Bununla birlikte Karamanlı edebiyatını oluşturan eserler içinde gazetelere, mecmualara, tercüme eserlere rastlamak da mümkün. Tercüme edilmiş kitaplar için anılması gereken isim Antalyalı Seraphim’dir. Antalyalı Seraphim Karamanlı Edebiyatı için önemli bir isim olup birçok kitabı tercüme etmiştir. Karamanlı Edebiyatı için önemli bir diğer isim ise Evangelinos Misailidis’tir. Misailidis öncelikle Gazetayı Anatolia isimli bir gazete çıkarmış ardından ise 1871 yılında dört ciltten oluşan Temaşa-i Dünya ve Cefakâr u Cefakeş isimli kitabı yazmıştır. Kitabın ilk cildinin basımı 1871 yılında yapılmış olup ikinci, üçüncü ve dördüncü ciltlerin basımı 1872 olarak bilinmektedir. (Misailidis 1988: 653.) Biz de bu makalemize konu olarak, Karamanlıca eserlerdeki zarf- fiiller üzerine çalışmanın yeterli seviyeye ulaşmamasından ötürü, Temaşa-i Dünya’daki zarf- fiiller olarak belirlemiş bulunuyoruz. Araştırmamızda Temaşa-i Dünya’da kullanılan zarf- fiiller tespit edilmeye çalışılmış ve böylelikle bu konuda yapılacak daha sonraki çalışmalara kaynak olması amacı güdülmüştür. 80 1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u Karamanlıca Yazılmış İlk Roman Temeşa-i Dünya ve Cefakâr u Cefakeş’te Kullanılan Zarf-Filler Karamanlıcada Kullanılan Zarf- Fiiler Zarf fiiller Türkçenin karakteristik eklerinden biri olup Eski Türkçeden beri kullanılagelen ve kullanım alanı geniş eklerden biridir. Türkçede kullanılan zarf-fiiller üzerine çeşitli çalışmalar yapılmıştır. Karamanlıcada kullanılan zarf-filler üzerine kapsamlı bir çalışmanın yapıldığını söyleyemeyiz. Ancak Karamanlıcadaki zarf-fiiller alanında Thury, Kowalski, Deny ve Eckmann gibi birkaç Türkoloğun kısmî çalışmalarından bahsedilebilir. Karamanlıca zarf-fiiller konusunda, yapılan çalışmalara ilk örnek Janos Eckmann’ın bir çalışması gösterilebilir. Bir diğer önemli çalışma ise Hayrullah Kâhya tarafından yapılmıştır. Kâhya’nın çalışması Karamanlıca Zarf-fiil Eklerinden Örnekler ismi altında verilmiştir. Bizler de bu çalışma ile Karamanlıcada kullanılmış zarf-fiiller konusunda yapılacak araştırmalara katkı sağlamayı amaçlamış bulunuyoruz. Zarffiillerin Karamanlıcadaki kullanımı üzerine yapılan bu çalışma için Temaşa-i Dünya romanını seçtik ve kitapta geçen zarf- fiil eklerini birer ikişer cümle ile örneklendirdik. Ayrıca örneklerin ağız özelliklerini yansıtan ifadeler olmasına özen gösterdik. Temaşa-i Dünya ve Cefakâr u Cefakeş’teki Zarf- Fiil Örnekleri Zarf-fiiller, hareket hâli ifade eden fiil şekilleridir. Zarf-fiiller hareket hâlinden başka, bilhassa bazıları devamlılık, zaman ve sebep gibi zarf fonksiyonlarını da ifade eder. Zarf-fiiller, şahsa ve zamana bağlı olmayan soyut bir hareketi belirtirler. İncelediğimiz metinden örneklerle en sık kullanılan zarf-fiiller şunlardır: 1. –a zarf- fiili Eski Türkçe döneminden beri dilimizde kullanılan ekin Karamanlıca bir metin olan Temaşa-i Dünya’daki kullanımı genellikle birleşik fiil yapma şeklindedir. Metindeki birleşik fiil (yeterlilik fiili, tezlik fiili ve süreklilik fiili) kullanımında görülen zarf- fiil örnekleri şunlardır: “Bunda da kabahat atalardadır ki vakti ile hüsn-ü terbiyesinde ve tahsil-i ulûmunda kusur edüp, rütbe ve liyakatından özge bir kıza alâka etmenin encamı harabiyet oldugunu tarif edememişler.” (88/14). 1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u 81 Buket KÖREMEZLİ “Bazı karı kısmında parayı görüşün, damarı gevşeyiveriyor.” (135/32) “Artık hacet kalmadı, çocuğu teslim eyle, zira büyük bir zata can veledi edeceğiz dedikleri anda, Çaça Kiriakula’nın lehçesi bozulup, dizbağları çözülerek oraya yığıla kalmış.” (244/8) 2. –arak, -erek Çok işlek zarf-fiil eklerinden biri olan –arak/-erek eklendiği fiile devamlılık fonksiyonu katmıştır. Türkiye Türkçesinde olduğu gibi incelediğimiz metinde de oldukça sık kullanılmıştır. Metinden bazı örnekler şunlardır: “Ben artık Fener’deki evi terk ederek, göçü Galata’ya kaldırdım ve yüksek kaldırımdan denize nazır bir güzel ev isticar ederek (kiralayarak) Sultana ve çocuklar ve Vasiliki hepimiz de oraya sakin olduk”. (114/32) “Cümle halk Allah ömürler versin, Allah ocağına zeval vermesin, deyü çağırışarak, cümlesi ondan defoldular gittiler.” (126/14) 3. –alı, -eli Devamlılık bildiren bir zarf- fiil ekidir. Genellikle beri edatıyla kullanılmaktadır. Ayrıca ek –dan, -den çıkma/ayrılma hâl ekini de alabilmektedir. İncelediğimiz metinde Osmanlı Türkçesinde olduğu gibi “-dan beri” kalıbıyla kullanılmıştır. “Anadolu’da mektepler icad olalıdan beri bazı Allah’tan korkmaz din kavaflarından boyası açıklamış ve hrisovulon tabir ettikleri tirşe kağıt (parşömen) üzerinde Rum İmparatorlarının tasdiknamesi ile makbul olmuş ayia lipsanadanmaadası ifadesi kabule şayan (değer) görülmediğinden, varan taklit keşişlerden ayia lipsanalarını tasdik eder hrisovulonlar teftiş etmeye başlayışın, hoşafın yağı kesilmiş.” (59/17) 4. –dı ise İ- fiilinin şart hâli, yani –dı+ise kalıbı zaman bildiren bir zarf-fiildir. Bu şekil “-dığı zaman, -ınca, -dıkda” gibi zarf-fiillerle aynı anlamı karşılar. (Kahya 2008: 131-152) “Doğrusunu söyleyin, Allah kerimdir çaresini buluruz, ne ettiniz bu çocuğu, telef mi ettiniz? dedim ise, Estağfurullah! 82 1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u Karamanlıca Yazılmış İlk Roman Temeşa-i Dünya ve Cefakâr u Cefakeş’te Kullanılan Zarf-Filler Allah göstermesin ki lekesiz kana girdim, fakat bir gün ansızdan nabedid oldu (kayboldu), çaldılar mı, kuyuya mı düştü, ne oldu bilmeyiz dediler.” (246/21) “Arap yüzbaşı beni gördü ise, niyeti tebdil eyledi ve hava hoş esmeğe başlamış olmağ ile, biz ambarda Kaptan Yani ile görüşürken, birden Timur aldırıp yelkenleri küşat ederek, Mısır yolunu tutmuş, baktık ki gemi dolu yelken ile gidiyor.” (203/20) Ekin metinde iki şekline rastlanmıştır. Bunlardan biri görülen geçmiş zaman ekinden sonra i- fiilinin şart halinin gelmesiyle oluşan –dI+ise kalıbı; bir diğeri ise görülen geçmiş zaman ekinin yerine öğrenilen geçmiş zaman ekinin gelmesiyle oluşan kalıptır. Her iki kalıp da metinde oldukça sık kullanılmıştır ve her ikisi de zaman bildirmektedir. Metinde kullanılan –mış ise kalıbına örnekler ise şunlardır: “Hiddetle sual etmiş ise, “affedin efendim, şeytana uydum” cevabını vermiş.” (119/16) “Kızın bekâr olduğunu anlamış ise, kokona ben de yeni dul kaldım, istersen kızını alırım trahoma ve cehiz istemem, Allahın verdiği ikimize de yetişir deyüp, nihayet kandırmış.” (188/19) 5. –dığı birle Ek, zaman ve çabukluk anlamı taşımaktadır. “-dığı gibi” ile aynı anlamı karşılamaktadır. İncelediğimiz metinden örnekler şunlardır: “Korkumdan kızın kolunu kaptığım birle taşra sıçradım ise, Pappas, cinler kovalıyor kıyası ile, Soson Kirie ton Laon su! (Tanrı, halkını koru!) okuyarak bir şamatadır kopardı.” (100/10) “Kir Silvestros benim Sultana’ya zir-i himayeye alıp, baındırdığım için teşekkür birle kâffe-i familyanın bir mahalde oturması için Beyoğlu’nda bir konak isticar edeceğini vaad ederek gitti.” (298/29) 6. –dıkça, -dikçe Eski Türkçede kullanılmayan bu ek, -dık sıfat-fiiline –ça ekinin gelmesiyle oluşmuş bir kalıptır. Eklendiği fiile süreklilik anlamı katmaktadır. Metinde sık kullanılan eklerdendir. Metinden örnekler şunlardır: 1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u 83 Buket KÖREMEZLİ “Efendim, bir kelp dört gâvura bedeldir, onun için bu dükkândaki gâvurların cümlesini de telef etmedikçe buradan bir adım ileri gideceğimiz yoktur.” (125/27) “Kokona, paranız sizin olsun, bende para çok elhamdüllah, istersen kocaya yol vereyim, ancak seni bırakmam dedikte, ben çıldırma derecesine gelüp, hemen denize atlayacağım onda, birden beni yakalayıp kamaraya indirdiler.” (203/27) 7. –dıkta, -dikte Osmanlı Türkçesindeki –dığında eki ile aynı fonksiyona sahip bir zarf-fiil ekidir. Aynı zamanda “-dığı zaman, -ınca, -dığında” zarf-fiil ekleriyle aynı anlamda kullanılmaktadır. “Tavşan nam Haydut ise refikleri ile bile cadde üzerinde bir tepede gizli oldukları halde, davul zurna sedasını işittikte, pusudan çıkmışlar.” (422/1) “İskender, Diogenis’in şu vazifesizliğinden ve dervişane tedbirinden hoşlanmakla, Ey Diogeni, dile benden her ne dilersen vereyim dedikte, Diogenis cevaba ayaz edüp, Mikron tu iliu metastithi yani şunu dilerim ki, güneşimden bir miktar şöyle çekil de, veremeyeceğin şeye bari mani olma demiş.” (369/28) 8. -diğinde, -dığında Ekin incelediğimiz metinde zaman zarfı olarak kullanıldığı görülmektedir. “–dığı zaman” kalıbıyla aynı alamı vermektedir. Metinden seçtiğimiz örnekler ise şunlardır: “Tamir ettirmek bahanesi ile birkaç dahi yüzük ve küpe alarak, ondan gitmiş ve altı ay geçüp görünmediğinden, keyfiyeti Babıâli’ye bildirmişler.” (188/19) “Ve beni gördüğünde ulan şu âdem ne zevzek imiş, keçiye can, kasaba yağ kaygısı fehvasınca, bana can, buna bilmem ne kaygısı deyü hiddetlenmiş imiş.” (98/5) 9. –dıktan sonra Anlam bakımından –madan önce zarf-fiilinin zıttı olduğu anlaşılan bir zarf-fiil ekidir. –dık sıfat-fiil ekinin üzerine –dan çıkma/ayrılma ekinin gelmesiyle genişlemiş bir ektir. İncelenen metinde genellikle ardından sonra kelimesini almıştır. 84 1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u Karamanlıca Yazılmış İlk Roman Temeşa-i Dünya ve Cefakâr u Cefakeş’te Kullanılan Zarf-Filler “Ve onda bir miktar eğlenip çıbık (çubuk), kahve içtikten sonra bazı mükâlemede bulundular ise de, bir acaip lisan söylediklerinden bir şey anlamadım.” (288/23) “İki taraftan haylice nüfus telef olduktan sonra, nihayet Kula’lı Veli ağa nam bir zat gelebe edüp, bizi deruhde eyledi (üstüne aldı).” (280/3) 10. –ı, -i, -u, -ü Yardımcı fiil yapmakta kullanılan ek, kimi yerlerde zarf olarak da bulunmaktadır. Yardımcı fiil olarak; “Meğer bir müddet evvel sıcaklık (ahbaplık) yapıverdiğim Yeniçeri ağası beni görüp tanımış imiş.” (115/14) Zarf görevinde; “Telefine on dakika kalmış, hâlâ Pithias görünmemiş ise de, Damon canım, bir an evvel işinizi bitirin o gelmeyecek deyü cellatları teşvik eder imiş.” (87/6) “Be ey mübarekler beni vekil etseniz ne olur deyü sayıklar idim ve gören âdemler beni divâne zannederler idi.” (82/19) 11. –ınca, -ince İncelediğimiz metinde örneği az bulunan bir zarf-fiil ekidir. Ekin yerine aynı anlamı taşıyan diğer zarf-fiiller kullanılmıştır. “Ve bana şöyle geldi ki, sıcaklık tesir etmiş olmalı da benim için yanıp tutuşmakta olmalı bak beni görünce de nasıl bozuldu diyor idim.” (98/3) Ekin kendinden sonra gelen bir edatla birlikte daha sık kullanıldığı bilinse de incelediğimiz metinde örneğine rastlanmamıştır. 12. –ışın, -işin –ınca, -ince fonksiyonunda kullanılan bir zarf-fiil ekidir. Anadolu ağızlarında sık görülen ek Karamanlıcada da oldukça çok kullanılmıştır. Ünlülerle biten kelimelere –(y)ışın şeklinde, ünsüzle biten kelimelere ise –ışın şeklinde gelmiştir. İncelediğimiz metinde her iki şekilde de kulanım mevcuttur. 1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u 85 Buket KÖREMEZLİ “Bereket versin, İstanbul’da ayakta su satıcı her saat beher mahalde ekdik olmadığından, anide ondan geçen bir sucudan bir kadeh su alarak yüzüne serptim, bir miktar aklı başına gelişin, ne olduğunu sual ettim.” (251/18) “Zavallı âdem gûya mezhebimizin şerefe ihtiyacı var idi gibi, doğru soluğu Simav’da almış ve haraçcı ile buluştuğu yerde İslamlara küfretmeye başlayışın, bunu onda telef etmişler.” (121/13) 13. –ıp, -ip, -up, -üp Türkiye Türkçesinde eskiden beri en işlek eklerden biridir Yüklemi hareket hâli bakımından tamamlar. Karamanlı Türkçesinde de oldukça geniş bir kullanımı vardır: “Üsküdar çorbacıları benden sonra derhal kandılapti’yi (zangoç) gönderip, çaça Kiriakula’yı celp ve çocuğu sual etmişler.” (243/31) “Ne hikmettir ki, bazı defa umur-i politikada olduğu misilli, hususu umur-u diniyede mesnet için elyak (en layık) âdem aramayup, âdem için mesnet ararlar.” (260/5) 14. –ken/ iken —ken zarf-fiilinin kullanımı Türkiye Türkçesindeki ile aynıdır. Karamanlıcada da Türkiye Türkçesinde olduğu gibi ince haliyle kullanılmış, ekin kalın hali incelediğimiz metinde bulunmamıştır. Fiilin bildirdiği hareketin yapıldığı anı bildirir: “Vakti ile bir âdem vefat edüp dört evlât ile haylice emlâk ve eşya bırakmış olmağ ile , tereke tahriri (yazma) zımnında müvella (görevli) celp ederek, malları bölüşür iken , sıra eşekliğe geldikte, büyük bir oğlan asayı dikip, ben kebir veledim (büyük evladım) babamdan miras kalmış olan eşekliği kimseye vermem demesinin üzerinde, küçük oğlan ben sagir (küçük) veledim, ancak eşeklik bana düşer deyü iddiaya kalkışmış ise de, başka türlü çaresi bulunmadığından eşekliği dört karındaşa taksim etmiştir.” (250/10) 15. –madan, -meden Eski Türkçede –madın şeklinde kullanılan ek, Eski Anadolu Türkçesinin sonlarına doğru –madan şekline geçmiştir. Ek, fiile “öncelik” anlamını katmaktadır. 86 1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u Karamanlıca Yazılmış İlk Roman Temeşa-i Dünya ve Cefakâr u Cefakeş’te Kullanılan Zarf-Filler Karamanlı Türkçesinde pek sık kullanılmayan ek, zaman bildiren bir zarffiildir. “Bu hiyanet ve hayasız delikanlı, yevmiye hanemizden eksik olmayıp, nihayet valideme alaka etmiş olmağ ile, bir gün utanıp arlanmadan, nihayet ifade-i meram ve fiil-i şeniayı (kötü işi) bilâ perva icraya kıyam eylemişse de, validem ehl-i ırz olup, şu terk-i edep cesaretinden veleh (şaşkınlık) getirmiş.” (30/4) 16. –makla Karamanlıcada tarz ve durum bildiren zarf-fiil eklerinden biri de –makla ekidir. Bu ek, -mak ve ile edatıyla oluşmuş bir şekildir. Eski Türkçe ve Osmanlı Türkçesinde bulunmayan bu şekle ağızlarda da rastlanmamıştır. (Ağca 2006/11: 3–18) “Büyüdükçe güzelliğim ve ferazetim feyiz bulmakla (anlayışım artmakla), cümlesi de, ne şeytan ve ne akıllı çocuktur bu, bakasın ki bu bir büyük zat olacaktır derler imiş.” (34/5) 17. –mazdan evvel Fiile, –madan zarf-fiil ekiyle aynı anlamı (öncelik anlamını) katmaktadır. -mazdan zarf-fiil şekli kendinden sonra daima evvel kelimesini almıştır. “Gözlerim ile gördüm ve hatta mükâlemelerinden anlayabildiğime göre, siz nikâhlanmazdan evvel bunların münasebeti var imiş, işte madde bu merkezdedir.” (30/33) 18. –maksızın, -meksizin Eski Anadolu Türkçesinde olmayan ancak Osmanlı Türkçesinde oldukça sık kullanılmış ve günümüz Türkçesine Osmanlı Türkçesinden gelmiş bir zarf-fiil ekidir. “–maksızın” zarf-fiil eki “-madan” zarf-fiiliyle aynı anlam ve fonksiyondadır: “Bir muhalif fırtuna zuhur ederek, bizi Rodos limanı içine soktu ise, öbür bağlı olan on bir esirleri boğup denize atmaya vakit kalmaksızın, Rodos kale muhafızı tarafından üzerimize felukalar gönderilerek ve limanının ağızı gemiler ile ihata olarak, cümlemizi de güzelce onda tutup bağladılar.” (204/25) “Hemen o gece pappas getürüp güya koca yağması var idi gibi, teftiş ve tecessüs etmeksizin nikâhlanmışlar.” (188/19) 1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u 87 Buket KÖREMEZLİ Sonuç Bazı ufak farklılıklara rağmen Temaşa-i Dünya’daki çoğu şekil, Türkçenin yazı dilinde ya da ağız dilinde geçmektedir. Eserdeki her yapı, kalıp Türkçenin yapısına uygun şekilde türetilmiş ya da çekime sokulmuştur. Bu, açık bir şekilde Karamanlıcanın Türkiye Türkçesine ait bir ağız olduğunu göstermektedir. Metinden verilen örnekler de Eser incelememiz neticesinde, eserde kullanılan zarf- fiillerin tespit edilmesinden yola çıkarak Karamanlıcadaki zarf-filler hakkında ayrıca şunları söyleyebiliriz: 1. –a zarf-fiili genellikle birleşik fiil yapmaktadır. 2. Zarf fonksiyonlarından aynı işlevi gören –ınca, -dıkda/-dıkta, -dığı zaman, -dı ise eklerinden bazıları sık bazıları hemen hemen hiç kullanılmamıştır. –ınca/-ince, –dığı zaman zarf fiil ekleri çok az kullanılmış; -dıkda/-dıkta ve –dı ise ekleri oldukça çok kullanılmıştır. Ayrıca dıkda/-dıkta ekinin ses uyumu açısından ünsüz uyumuna uymadığı gözlemlenmiştir. Kimi yerde ünsüz uyumuna uyulmuş kimi yerde bu kurala uyulmamıştır. Dönemin dil özelliklerine bakıldığında ekin iyelik eki almış örnekleri de mevcuttur. Ancak incelediğimiz metinde iyelik eki almış örneklere pek rastlanmaz. 3. Bilindiği üzere bugün çoğunlukla birleşik fiil yapmada kullanılan –ı/-i/u/-ü zarf-fiil eki, incelediğimiz metinde hem birleşik fiil yapma hem de zarf olarak karşımıza çıkmaktadır. Günümüz ağızlarındaki gibi şekliyle ise yalnızca de- fiiline gelip zarf olarak kullanılmıştır. Ayrıca de- fiiline gelen –ı zarf-fiilinin kullanımı genellikle –ü şeklinde karşımıza çıkmaktadır. 4. –(y)ışın/-(y)işin zarf fiili Karamanlı Türkçesinde ve aynı sahadaki ağızlarda kullanılmaktadır. Ayrıca incelediğimiz metinde –ınca, -ince çok az kullanılmış, yerine yine –(y)ışın/-(y)işin zarf- fiili oldukça sık kullanılmıştır. 5. –ıp/-ip zarf fiili kimi yerlerde dönem özelliğini taşıyarak –up/-üp şekillerinde de kullanılmıştır. Genel olarak bakıldığında ise Türkiye Türkçesiyle kullanım bakımından hiçbir farklılık göstermez. 6. –ken/ iken zarf- fiili kimi yerde ek olarak kimi yerde iken şeklinde kullanılmıştır. İncelenen eserde günümüzdeki gibi bir kullanım alanı vardır. 7. Karamanlı Türkçesinde, Eski Türkçe ve Osmanlı Türkçesinde kullanıl- 88 1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u Karamanlıca Yazılmış İlk Roman Temeşa-i Dünya ve Cefakâr u Cefakeş’te Kullanılan Zarf-Filler mamış bir zarf- fiil eki mevcuttur. –makla zarf- fiil eki ağızlarda da yer almamaktadır. 8. Fiile öncelik anlamı katan eklerden –madan ve –mazdan/-mazdan evvel şekilleri sıkça kullanılmıştır. -mazdan zarf-fiil şeklinden sonra daima evvel kelimesi gelmektedir. 9. Dönem Osmanlı Türkçesinde sıkça kullanılmış olan –maksızın zarf fiili, incelenen metinde de oldukça sık karşımıza çıkmaktadır. Kaynaklar Ağca, Ferruh; Karamanlı Türkçesinin Morfolojisi, Yüksek Lisans Tezi, Erciyes Üniversitesi Soysal Bilimler Enstitüsü, 1999. Ağca, Ferruh; “Hristiyan Karamanlı Türkleri ve Karamanlı ağzı Üzerine”, Türkbilig, 2006/11:3–1. Anzerlioğlu, Yonca; Türkiye’de Ortodoks Türkler (XVI. yy.- XX. yy.), Hacettepe Üniversitesi Doktora Tezi, Ankara 2002. Baykurt, Cami; Osmanlı Ülkesinde Hristiyan Türkler, İstanbul 2007. Diehl, Charles; Bizans İmparatorluğu Tarihi, Çev: Cevdet R. Yularkıran, Kanaat Kitabevi, İstanbul 1939. Dilçin, Cem; Yeni Tarama Sözlüğü, TDK, Ankara 1983. Eckman, Janos; “Anadolu Karamanlı Ağızlarına Ait Araştırmalar” Ankara, DTCF Dergisi, Cilt VIII, Sayı: 1–2, 1950, s. 165–200. ---------------------; “Yunan Harfli Karamanlı İmlâsı Hakkında”, Türk Dili ve Tarihi Hakkında Araştırmalar, F. Köprülü’nün Doğumunun 60. Yıldönümünü Kutlamak İçin, Ankara 1950, s. 28–31. ---------------------; “Karamanlıca’da Birkaç Gerundium Terkibi”, Türk Kültürünü Araştırmaları Dergisi, s.26. Ankara. ---------------------; “Karamanlı Türkçesinde –Maca Ekli Fiil Şekli”, TDAY, Belleten, 1953, II. Baskı, Ankara, 1988. Balta, Evangelia; “Karamanlıca (Karamanlidika) Basılı Eserler”, İstanbul, Tarih ve Toplum, XI, sayı: 62, s. 57–59. ----------------------; “Karamanlidika Additions (1584-1900)”, BibliograpieAnalytique, Athen. ---------------------; “Karamanlı Kitapların Önsözleri”, Çev: H. Milas, Tarih ve Toplum, sayı: 74, s. 18–20, İstanbul. Ergin, Muharrem; Türk Dili, İstanbul, 2001. Eröz, Mehmet; Hristiyanlaşan Türkler, Ankara 1983. 1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u 89 Buket KÖREMEZLİ Ekincikli, Mustafa; Türk Ortodoksları, Ankara 1998. Gabaın, A. Von; Eski Türkçenin Grameri, Ankara 2000. Galanti, Avram; Ankara Tarihi, İstanbul 1950. Güngör, Harun; Türk Bodun Bilimi Araştırmaları, Kayseri 1998. ----------------------; “Karamanlıca Üç Kitabe”, Türk Dünyası Tarih Dergisi, İstanbul 1989, c. III, sayı: 34. Eyice, Semavi; “Anadolu’da Karamanlıca Kitâbeler (Grek Harfleri ile Türkçe Kitâbeler), Belleten, Ankara 1975, c XXXIX, sayı: 153. Kahya, Hayrullah; Grek Harfli Osmanlı Türkçesi Bir Eser: İspat-ı Mesihiye Üzerinde Dil İncelemesi, Fatih Üniversitesi Yayımlanmamış Yüksek Lisans Tezi, İstanbul 2003 -----------------------; “Karamanlıca Zarf-Fiil Eklerinden Örnekler”, Selçuk Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi Edebiyat Dergisi, sayı: 19, s.131–152, Konya 2008. -----------------------; “Karamanlıca Bir Esere Göre Karamanlıcada Arapça ve Farsça Kelimeler”, Turkish Studies (International Periodical For The Languages, Literature and History of Turkish or Turkic), Volume 3/3 Spring 2008, s. 480. -----------------------; Karamanlıca Bir Kitap Yeni Hazne ve Dil Özellikleri (İmlâ Özellikleri ve Ses Bilgisi), Turkish Studies (International Periodical For The Languages, Literature and History of Turkish or Turkic), Volume 3/6 Fall 2008, s. 365. -----------------------; Karamanlıca Bir Zarf-Fiil Eki: {-IncAs}, Turkish Studies (International Periodical For the Languages, Literature and History of Turkish or Turkic), Volume 4/3 Sipring 2009, s. 1242. 90 1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u GELENEKSEL NEVŞEHİR KIYAFETLERİNDEN FAYDALANARAK TASARLANAN TURİSTİK AMAÇLI GİYSİLER TOURISTIC GARMENTS DESIGNED USING TRADITIONAL NEVŞEHİR DRESSES Burcu BAŞARAN* ÖZET Türk kültür tarihinde yer alan milli giysilerimiz, Türk milletinin yaratıcılığının, ince zevkinin, köklü kültürünün, sabır dolu el emeğinin ve göz nurunun ürünüdür. Geleneksel Nevşehir giyimleri de malzemesiyle, kesimiyle, süslemesiyle önemli ve zengin örneklere sahiptir. Turizmin oldukça önemli olduğu Kapadokya bölgesinde yapılan kültür, inanç, spor, kongre, doğa, eğlence ve termal turizmi her yıl yerli ve yabancı yüz binlerce turisti çekmektedir. Bölgeye gelen turistlerin oluşturdukları ekonominin önemli bir kısmını da aldıkları turistik eşyalar oluşturmaktadır. Yapılan araştırmalarda turistlerin hafif ve fazla yer kaplamayan, yörenin özelliklerini taşıyan eşyaları tercih etmeleri, bölgenin geleneksel giyimlerinden esinlenerek tasarlanan giyim eşyalarının turistik açıdan değerlendirilebileceği fikrini ortaya çıkarmıştır. Yapılan bu araştırmada Nevşehir’in geleneksel giyimlerinden örnekler verilmiş ve bu giysilerden faydalanarak tasarlanmış güncel turistik giyim eşyası tasarımları oluşturulmuş, çalışmanın devamı olabilecek öneriler dile getirilmiştir. Anahtar Kelimeler: Turizm, Nevşehir kıyafetleri, Çağdaş tasarımlar. ABSTRACT Our national clothes which make up a part of Turkish culture history are the product of the creativity, sophistication, deep-rooted * Arş. Gör., Selçuk Üniversitesi, Mesleki Eğitim Fakültesi, Uygulamalı Sanatlar Eğitimi Bölümü, e-posta: sezerburcu81@hotmail.com 1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u 91 Burcu BAŞARAN culture and patience requiring handicraft of Turkish nation. Traditional Nevşehir clothes with their materials, cut, ornaments provide prominent and rich sample of Turkish dress. Capadocia with its culture, belief, sport, congress, entertainment and thermal tourism attracts hundreds of thousands of both domestic tourists and foreign tourists. The souvenirs tourists purchase account for a significant share of this tourism economy in the area. The fact that the studies carried out reveal that tourists mostly prefer light objects which are not bulky and which features the characteristics of the region led to the idea that garment designs inspired from the traditional clothes in the region can be appraised for touristic purposes. In this study, samples of traditional clothes from Nevşehir were presented and modern touristic garments were designed based on these samples. Finally, suggestions for further studies were made. Key Words: Tourism, Nevşehir dresses, Modern designs. 1. Giriş Nevşehir, Kayseri, Niğde illeri arasında yer alan Kapadokya, üç milyon yıl kadar önce faal olan Hasan ve Erciyes yanardağlarının püskürttüğü lavların, yıllarca su ve rüzgarlarla aşınarak ‘peri bacaları’ olarak adlandırılan şekillerin meydana geldiği fantastik bir coğrafyadır. Bölgenin kolay şekil alabilen kaya yapısı, Kızılırmak Nehri, önemli bir kanyon olan Ihlara Vadisi’ni oluşturan Melendiz Çayı yüzyıllarca insanların yerleşmesi için bu bölgede cazibe kaynağı olmuştur. Neolitik Çağ ile bölgeye başlayan yerleşim, Erken Bronz Çağı, Hititler, Tabal Krallığı, Pers İmparatorluğu, Alexander ve Diadochi, Kapadokya Krallığı, Romalılar, Bizanslılar, Selçuklular, Osmanlılar ve günümüz Türkiye Cumhuriyeti’ne kadar uzanan pek çok devlet, beylik, imparatorluk, krallıklara yurt olmuştur (Oral, Başarır: 1995,184-185). Kapadokya Bölgesinin en güzel ve en çekici şekillerinin yer aldığı Nevşehir ili, coğrafi özellikleriyle, yüzyıllardan beri birikerek gelen kültürüyle, bağcılığı ve şarabıyla, el sanatlarıyla, özellikle çömlekçiliği ile ve son yıllarda önem verilmeye başlanan alternatif turizm olanaklarıyla yerli ve yabancı binlerce turisti kendisine çekmektedir. Nevşehir, Ürgüp, Hacıbektaş müzeleri, Kaymaklı ve Derinkuyu yer altı şehirleri, Göreme, Çavuşin ve Zelve açık hava müzeleri, Uçhisar kasabası, Ortahisar Kalesi, Ürgüp, Avanos ve Acıgöl ilçeleri en çok tanınıp ziyaret edilen yerlerdir. Bunların 92 1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u Geleneksel Nevşehir Kıyafetlerinden Faydalanarak Tasarlanan Turistik Amaçlı Giysiler dışında bölgede yine pek çok coğrafi, tarihi ve kültürel yapılar bulunmakta, çevrede daha turizme açılmamış onlarca yer altı şehrinin var olduğu bilinmektedir. Ekonomisi güçlü olan ülkeler sürekli geliştirdikleri bilişim sistemleri, otomobil ve savaş teknolojileri gibi ürünlerinin ihracatından elde ettikleri yüksek gelir sonucunda, ellerine giderek daha fazla para geçen vatandaşları, monoton buldukları çevrelerinden ayrılarak doğal güzelliklere sahip ülkelere dinlenme, eğlenme, gezip, görme ve kültürünü tanıma amaçlı olarak ziyaret etmektedirler. Özellikle günümüzde artan teknoloji, sanayinin gelişimi, ulaşım ve haberleşmenin hızı ve kolaylığı, yükselen refah seviyesi çok sayıda insanın seyahat etmesine olanak sağlamıştır. Gerçekleşen bu gelişmeler turizmi ekonomik ve ticari açıdan çok yükseklere taşımıştır. Turizm ekonomik etkilerinin yanı sıra toplumsal ve kültürel açıdan da büyük öneme sahiptir. Turizm bir toplumun dünya görüşünü, başka ülke insanları hakkındaki görüşlerini etkileyen sosyal ve kültürel bir olaydır. Turistler gittikleri bölgedeki halkın kültürünü, düşünüş ve davranışlarını, giyimlerini, hayat tarzlarını, kişisel ilişkilerini ve tüketim davranışlarını etkileyebilmekte ve tüm bunlardan etkilenebilmektedir (Ünlüönen, Tayfun: 2003, 2). Türk kültür tarihinin önemli bir parçası olan milli giysilerimiz milletimizin ince zevkinin, köklü kültürünün, yaşayışının, yaratıcılığının ve el emeğinin göstergesi olan zenginlik kaynağımızdır. Geleneksel Nevşehir giysileri de yöredeki kültür birikimini ve çeşitliliğini gösteren değerli örneklerdir. Ülkemizin ve kültürümüzün tanıtılması için bu tip kültürel öğelerimiz turizm açısından da vazgeçilmez kaynaklar olmaktadır. Bölgeye gelen turistlerin oluşturduğu ekonominin bir kısmını da aldıkları hediyelik eşyalar oluşturmaktadır. Yapılan araştırmalarda turistlerin satın alırken hafif ve fazla yer kaplamayan, yörenin özelliklerini taşıyan eşyaları tercih etmeleri, yörenin geleneksel giyimlerinden esinlenerek tasarlanan giyim eşyalarının turistik açıdan değerlendirilebileceği fikrini ortaya çıkartmıştır. Özbağı v.d.’nin bu yönde yaptığı, kapsamında Ürgüp ve Göreme’nin de bulunduğu bir araştırmada; satıcıların genellikle yörelerde yapılan ürünleri tercih ettikleri, turistlerin küçük veya orta büyüklükte ve hafif ürünleri almak istedikleri, en çok kültürel değerleri yansıtmasına, özgün ve yöresel olmasına dikkat ettiklerini, dokuma türlerinin en çok alınanlar arasında olduğunu, ekonomik güçlerinin alım davranışlarını etkilediğini ve yörelerde yeterince el sanatı ürünün olmadığını tespit etmişlerdir (Özbağı v.d.:2007, 107,108,109,111,114). 1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u 93 Burcu BAŞARAN Yapılan bu çalışma; bir turizm yöresi olan Nevşehir ilinin kültürel değerlerinden giyim kuşamın tanıtılması, yapılacak yeni araştırmalara kaynak olması, fikir vermesi ve milli değerlerimize sahip çıkılması, geleneksel giyimimizin güncel olarak ne şekilde değerlendirilebileceği, tasarım yaparken esin kaynağı olarak alınabileceğini göstermek ve önemini vurgulamak amacıyla yapılmıştır. 2. Yöntem Hazırlanan bu çalışma Kapadokya bölgesi içinde yer alan Nevşehir ilinin kadın giyim kuşamıyla sınırlı tutulmuştur. Literatür taraması yapılarak konuyla ilgili kaynaklara ve giyim kuşam görsellerine ulaşılmıştır, görsellerin içerisinden geneli temsil edecek olanlar tercih edilerek seçilmiştir. Ayrıca Nevşehir müzesinde bazı fotoğraflar çekilerek bunların bir kısmı çalışmada kullanılmıştır. Yapılan turistik amaçlı giysi tasarımlarında sadece örnek resimlerden elde edilen fikirlerden esinlenilmiş, üretime ve turistik amaçlı satışa uygun tasarımlar yapılamaya çalışılmıştır. 3. Geleneksel Nevşehir Kadın Giyim Kuşamı Farklı kültür yapılarına sahip topluluklardan oluşan bölge insanının yapısı, giyim kuşam kültürüne de farklılıklar olarak yansımıştır. Hacıbektaş, Acıgöl, Gülşehir, Kozaklı ilçeleri giyim kuşamı göçebe Türkmen kültüründen yerleşik hayata geçiş aşamasını yansıtır. Avanos, Ürgüp ve Nevşehir’in merkezinde ise yerleşik tarım toplumunun etkisi kıyafetlerde görülmektedir. Göçebe hayatta giyilen entarilerin yerini yerleşik hayatta şalvar(dimi), göçebe Türkmen giyimlerinde görülen kırmızı ve yeşil gibi doğanın renklerinin yerini, gri, siyah, kahverengi ve bordo gibi koyu renkler almıştır. Hacıbektaş ilçesinde Bektaşilik inancına dayalı olarak farklı kıyafet tipi görünmektedir (Sevindik: 2009, 52). Kadınlar fes üzerine parlak renkli kumaşlar bağlamaktadırlar ayrıca bu bölgede ortaya çıkan derviş giyimi de yine bu inancın etkisiyle oluşmuştur. Kadın giysileri özellikle baş süslemeleri ve renklerde, genç kızlık, gelinlik, orta yaş ve yaşlılık dönemine göre farlılıklar göstermektedir. Günlük giyimde kadınlar vücut hatlarını belli etmeyen, rahat çalışma imkanı veren, bol kesimli kıyafetleri tercih etmişlerdir. İç giyim olarak göğüslük üzerine, yakasız, uzun kollu, kaput bezinden göynek ve altına uzun, paçalı don giyilmiştir. İç giyimin üzerine kumaş arasına pamuk konularak kapitone ile 94 1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u Geleneksel Nevşehir Kıyafetlerinden Faydalanarak Tasarlanan Turistik Amaçlı Giysiler yapılan uzun kollu, yakasız, üç düğmeli pamuklu hırka giyilmiştir. Bunun üzerine ise yün veya pamuk ipliğinden ördükleri kolsuz kazağı giymişlerdir. ‘Küstü’ adı verilen düşük kalite kumaştan yapılma kıyafeti de çalışma sırasında giysilerin üzerinden giymişlerdir. Altta ise geniş, iç kısımları cepli şalvar (dimi) giyilmiştir. Bele kuşak bağlanmış, önlük (dizlik) giyilmiştir. Yemeni veya tülbentle başlarını örtmüşlerdir. Genç kızların başörtüleri beyaz ve bağlama biçimleri yüzü açıkta bırakan ‘tatav’ denilen örtme biçimidir. Nişan ve evlilikle beraber yüzlerini kapatan ‘yişmanma’ denilen örtünme biçimine dönüşmektedir. Örtülerin rengi yaş ilerledikçe koyulaşmakta, oyalar ve süslemeler sadeleşmektedir. Yaşlı kadınlar ise oyasız örtü altına penessiz fes giymekte, siyah veya beyaz renkli örtüleri tercih etmektedirler. Yas günlerinde siyah örtü kullanan Nevşehir kadını, nişanlanıp evlendikten sonra dışarıya çıkarken başörtülerinin üzerine ‘çarşaf’ veya ‘çar’ denen koyu renkli örtüleri bağlamaktaydılar. Motifli veya motifsiz el örgüsü çoraplar giyilmiş, kışın ‘mest’(lapçın) denen deri ayakkabılar, yazın ise naylon ayakkabılar giyilmiştir. Özel günlerde iki tip giyim çeşidi benimsenmiştir. İlkinde; boğma şalvar denilen, geniş paçalı ve geniş peyikli şalvar üzerine pamuklu yelek, ‘üçetek’ veya ‘üçpişli’ denilen, genellikle kutnu kumaştan yapılan, uzun entari üzerine ise ‘fermane’ veya ‘salta’ denilen kollu veya kolsuz ceket giyilmekteydi. Bele şal kuşak, boncuk örgüsü kuşak veya gümüş kemer takılmaktaydı. İkinci tarzda; peyikli, dar paçalı, işlemeli şalvar üzerine aynı renk ve kumaştan bel altına inen, uzun, işlemeli ceket giyilmekteydi. Bordo ve mavi renk kadife kumaştan yapılan giysi takım olarak giyilmekte ve ilk tarza benzer aksesuarlarla tamamlanmaktaydı. Baş süslemesinde saçlar ince belikler halinde örülür, önde zülüf bırakılırdı. Üç sıra penesli tepelikli fes giyilir, fesin üzerine oyalı yazma veya pullu kıvrak denilen şifon örtü bağlanırdı. Özel günlerde giyilen kadın ayakkabısına ‘ışılak galiga’ adı verilirdi. Gelinlere boğma şalvar üzerine, pamuklu yelek ve üçetek, onun üzerine de salta giydirilir, başına tepelikli fes giydirilip, üzerine kırmızı duvak takılırdı (Sevindik: 2009, 53,54,55). Ayrıca fes, ‘cıngıl’ denilen fes kancası (alınlık) ile süslenir, boyun altından geçerek kulak hizasından fese ‘dulukçalık’ Bunun dışında gelinlere bindallı ve iki parçadan oluşan işlemeli gelinlik de giydirilmekteydi. 1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u 95 Burcu BAŞARAN 3.1. Geleneksel Nevşehir Kadın Giyim Kuşamı Örnekleri Resim 1. Bindallı Gelinlik (Sevindik: 2009, 55). Resim 2. Bindallı Gelinlik Nevşehir Müzesi. Resim 4. İki Parça İşlemeli Gelinlik Nevşehir Müzesi. Resim 5. İki Parça İşlemeli Gelinlik Nevşehir Müzesi. 96 Resim 3. Günlük Giyim (Anonim: 1973). Resim 6. Özel Gün Üçetek Giyimi (Anonim: 1986, 133). 1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u Geleneksel Nevşehir Kıyafetlerinden Faydalanarak Tasarlanan Turistik Amaçlı Giysiler Resim 7. Özel Gün için Salta Giyimi (Özder: 1999, 196). Resim 8. Günlük Üçetek Giyimi (Anonim: 1990, 21). 1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u 97 Burcu BAŞARAN Resim 9. Özel Gün Ceketli Takım Giyimi Ön (Anonim: 1986, 131). Resim 10. Özel Gün Ceketli Takım Giyimi Arka (Anonim: 1986, 132). Resim 11. Genç Kız Salta Giyimi (Anonim: 1973, 142). 98 1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u Geleneksel Nevşehir Kıyafetlerinden Faydalanarak Tasarlanan Turistik Amaçlı Giysiler Resim 12. İşlemeli Özel Gün Ceketi (Sevindik: 2009, 52). Resim 14. Pamuk Sırınmış Hırka (Sevindik: 2009, 53). Resim 13. İşlemeli Özel Gün Saltası (Sevindik: 2009, 52). Resim 15. Fes Üzerine Baş süslemesi (Özder: 1999, 169). Resim 16. Boncuklu Kuşak (Sevindik: 2009, 55). 1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u 99 Burcu BAŞARAN Resim 17. İşlemeli Deri Ayakkabı (Anonim: 1986, 132). Resim 19. Tepelikli ve Penes Dizili (Özder: 1999, 172). Resim 18. Gümüş Tokalı Kemer (Anonim: 1986, 133). Resim 20. Penesli Gümüş Tepelik (Özder: 1999, 182). Resim 21. Gümüş Tokalı ve Gümüş Kemer, Gümüş Penesli Tepelik, Gümüş Takılar (Anonim:1986, 131). 100 1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u Geleneksel Nevşehir Kıyafetlerinden Faydalanarak Tasarlanan Turistik Amaçlı Giysiler Resim 22. Telkari Taş Kakma Gümüş Tepelik (Özder: 1999, 178). Resim 23. Telkari Taş Kakma Gümüş Pullu Tepelik (Özder: 1999, 174). 3.2. Geleneksel Nevşehir Kadın Giyim Kuşamına Toplu Bakış 3.2.1. Başa Giyilenler Fes: Kalıpta şekillendirilmiş, bordo renkli keçeden yapılma fes giyilmektedir. Fesin üzerinde gümüş telkarili, pullu, penesli veya kakma taşlı olabilen tepelik takılmıştır. Fesin önü maddi duruma göre altın, gümüş veya imitasyon olabilen peneslerle(madeni para) süslenmektedir. Fesin üzerine süsleme amaçlı olarak ‘cıngıl’ (alınlık) denilen fes kancası, yanlara ‘yanaklık’ denilen gümüş zincir süsleme ve ‘dulukçalık’ denilen boynun altından geçip kulak hizalarında tutturulan madeni zincir takılmaktadır. Fesinde üzerine kadının sosyal statüsüne, bulunduğu yerleşim yerine, kullanacağı güne ve yaşına göre değişik bağlama şekillerinde farklı örtüler bağlanmaktadır. Baş Örtüleri: Başörtüsü olarak renkli yemeniler, beyaz tülbentler ve yazmalar kullanılmaktadır. Yazmalar genellikle uçuk pastel renklerin hakim olduğu, Türk motifli, kenarları oyalı, özellikle boncuk oyaları tercih edilmektedir. Yörede en yaygın baş bağlama biçimi ‘kefiye’dir. Omuzdan aşırılarak örtünün bele kadar inip bele bağlandığı da görülmektedir. Örtünün üzerine kaymaması için ‘çelki’ denen bant bağlanmaktadır (Erden vd.: 1999, 332). Nevşehirli kadınlar nişanlandıktan ve evlendikten sonra dışarıya çıkarken örtülerinin üzerine ‘çarşaf’ veya ‘çar’ denen koyu renkli örtüleri bağlamaktadırlar (Sevindik: 2009, 54). Tepelik: Gümüş veya pirinçten çok farklı modellerde, telkari, penesli, pullu, işlemeli, taş kakmalı olabilen tepelikler feslerin üzerinde hemen hemen tüm baş süslemelerinde kullanılmaktadır. 1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u 101 Burcu BAŞARAN 3.2.2. Vücuda Giyilenler Göynek: İç giyim olarak yakasız sıfır kollu ‘içlik’ denilen göynek giyilmektedir. İç Donu: Diz kapağına kadar uzun iç donu giyilmektedir. Belleme: Pamuklu kumaş arasına pamuk sırınarak dikilmiş ‘belleme’ denilen hırkalar giyilmiştir (Erden v.d.: 1999, 332). Dimi(Şalvar): Genellikle sık pamuklu bezden mamul, bel kısmı uçkurlu, bol, paçaları geniş, içleri cepli olan veya beli ve paçası fazla bol olmayan ‘dimi’ denilen şalvar türü giyilmektedir. Üçetek: Eteği üç parçaya ayrılan, genellikle kutnu kumaş türü kullanılan, günlük ve özel günlerde giyilen, önü açık, uzun bir entari türü olan üçetek giyilmektedir. Ceket: Özel günlerde genellikle bordo ve mavi renkte kadifeden yapılan, üzeri işlemeli, kalça altına kadar inen, şalvarı veya eteğiyle takım oluşturularak giyilen ve gümüş kemerle tamamlanan ceketler giyilmektedir. Salta(Fermane): Boyu genellikle bele kadar olan, önü açık, işlemeli kısa ceket türü olan ‘salta’ özel günlerde ve günlük olarak giyilmektedir. Önlük: Üçetek üzerine, saltayla beraber giyilen önlük, bele bağlanmaktadır. Dizlik: Üçeteğin üzerine siyah ve nakışlı dizlik bağlanmaktadır (Erden v.d.:1999, 332). Küstü: Düşük kalite kumaştan yapılan ‘küstü’ adı verilen giysi çalışma esnasında giysilerin kirlenmemesi için giysilerin üzerinden giyilmektedir (Sevindik: 2009, 53). Kemer: Boncuk işlemeli, kumaş üzeri işlemeli, gümüş veya gümüş tokalı, sim veya kordon işlemeli, pirinçten kemerler kullanılmaktadır. 3.2.3. Ayağa Giyilenler Çorap: Yöresel motifli veya sade, elde örülmüş yün çoraplar giyilmektedir. Ayakkabı: Sade veya önü tokalı, motifli deri ayakkabılar ve naylon ayakkabılar giyilmektedir. Işılak Galiga: Üst kısmı deriden, tabanı köseleden yapılma, iki parçadan oluşan, özel gün ve dışarı ayakkabısına ‘ışılak galiga’ denmektedir. İçe gi- 102 1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u Geleneksel Nevşehir Kıyafetlerinden Faydalanarak Tasarlanan Turistik Amaçlı Giysiler yilen ‘mest’ kısmı, mestin içine girdiği hafif topuklu kısım dışarı ayakkabısıdır (Sevindik: 2009, 55). 4. Geleneksel Nevşehir Kıyafetlerinden Faydalanarak Tasarlanan Turistik Amaçlı Giysiler Resim 24. Turistik Bluz, Kemer ve Şalvar Tasarımı Resim 25. Turistik Elbise, Kuşak ve Fes Tasarımı 1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u 103 Burcu BAŞARAN Resim 26. Turistik Şal ve Şalvar Tasarımı 104 Resim 27. Turistik Elbise Tasarımı 1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u Geleneksel Nevşehir Kıyafetlerinden Faydalanarak Tasarlanan Turistik Amaçlı Giysiler Resim 28. Turistik Uzun Yelek ve Kemer Tasarımı Resim 29. Turistik Ceket, Kemer ve Pantolon Tasarımı 1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u 105 Burcu BAŞARAN Resim 30. Turistik Etek ve Şal Tasarımı 106 Resim 31. Turistik Elbise, Bolero, Kemer ve Tepelik Tasarımı 1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u Geleneksel Nevşehir Kıyafetlerinden Faydalanarak Tasarlanan Turistik Amaçlı Giysiler Resim 32. Turistik Bluz, Tayt Tasarımı Resim 33. Turistik Elbise ve Kemer Tasarımı 5. Sonuç ve Öneriler Yüzyıllardır tarihin ve kültürün beşiği olan Kapadokya yöresinde yer alan Nevşehir ili günümüzde bu köklü tarih ve kültür birikimiyle, çok özel coğrafi yapısıyla önemli bir turizm kenti haline gelmiştir. Turistik açıdan yerli ve yabancı pek çok insanın ilgisini çeken bölge, Türkiye’nin önemli turistik cazibe merkezlerinden birisi olmuştur. Bölgeyi ziyaret eden yerli ve ya- 1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u 107 Burcu BAŞARAN bancı turistler tarihi ve kültürel açıdan yöreyi tanımak istemekte, coğrafi şekilleri gözlemlemekte, yörede konakladıktan sonra ayrılırken beraberlerinde buranın özelliklerini, kültürünü ve tarihini yansıtan hatıra eşyalarla yaşadıkları yerlere dönmektedirler. Yapılan araştırmalarda turistlerin hediyelik eşya seçerken genellikle yörede üretilen, yörenin tarih ve kültür özelliklerini yansıtan, özgün tasarımlı, küçük veya orta büyüklükte ancak hafif olan eşyaları, bunların içerisinde de özellikle dokuma türlerini tercih ettikleri tespit edilmiştir. Bu çerçeveden bakıldığında köklü kültürümüzün ve ince zevkimizin ürünü olan geleneksel giyim kuşamımız, turistik hediyelik eşya üretimi açısından bize ilham kaynağı olacak en zengin hazinelerimizdendir. Nevşehir ilinin geleneksel giyim kuşamı da yöreye has özellikler taşıması, yörenin kültür ve tarih birikimini yansıtması, yöre halkının ince zevkinden ve el emeğinden oluşması bakımından turistik amaçlı yeni giysi tasarımları oluşturmada kesiminden, kumaşından, süsleme ve işlemelerinden, aksesuarlarından bize esin kaynağı olabilecek en güzel örneklerdir. Nevşehir ilinin kadın giyim kuşamının araştırılıp, ele alınan örneklerden faydalanılarak yapılan giysi tasarımı modellerinin yanı sıra araştırma sonucunda dile getirilen öneriler aşağıda sıralanmıştır. • Geleneksel giyim ve aksesuarlar bilimsel yöntemlerle detaylı olarak incelenip, belgelenmeli, kataloglar yapılmalıdır. • Eski giysi ve aksesuarların doğru yöntemlerle saklanması için halk bilinçlendirilerek buna yönelik yayınlar yapılmalıdır. • Geleneksel giyimlerin kaybolmaması için ilgili eğitim kurumlarında röprodüksiyonları yapılarak saklanmalı, yine eğitim öğretimde kullanılarak öğrencilere tanıtılmalıdır. • Eldeki örnekler ideal koşullarda müzelerde sergilenmelidir. • Geleneksel giysilerin özelliklerini vurgulayan yeni yorumlarla modaya uygun yeni tasarımlar yapılıp, üretilmelidir. • Turistik olarak kültürümüzü tanıtıcı özelliklere sahip, turistlerin satın alabileceği giysiler tasarlanmalı, atölyeler ve butikler açılmalıdır. • Proje biçiminde, turistik mekanlarımızda, uluslar arası düzeyde tekstil, giysi ve aksesuar tasarımı kolonileri oluşturulmalıdır. • Uluslar arası okullar arasında öğrenci değişimi yapılarak tasarım programlarında kültürel aktarım sağlanmalıdır. 108 1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u Geleneksel Nevşehir Kıyafetlerinden Faydalanarak Tasarlanan Turistik Amaçlı Giysiler Kaynaklar Anonim. (1973) Nevşehir İli Yıllığı. Tisa Matbaası Ofset ve Tipo Tesisleri, 142. Anonim. (1973) Yöresel Türk Kadın Kıyafetleri/Costumes Locaux Feminins Turcs. Ankara: Akbank Kültür Yayınları. Anonim. (1986) Historical Costumes of Turkish Women. İstanbul: Ali Rıza Başkan Güzel Sanatlar Matbaası, 131-133. Anonim. (1990) Nevşehir’90. İzmir: Senbil Ofset, 21. Erden, Bilge, Şenol, A., Tezsever, S., Kartal, K. (1999) Türk Halk Oyunları Giysileri. Ankara: Milli Eğitim Basım Evi, 332. Oral, Saime, Başarır, A. (1995) Alternatif Turizmin Önemi, Türkiye’de Alternatif Turizm Çeşitleri ve Kapadokya’da Uygulanabilirliği. Kapadokya’nın Turistik ve Kültürel Potansiyeli ve Pazarlama Sorunları: Hafta sonu Semineri II. Nevşehir, 179-194. Özbağı, Tevhide, Çetintaş, V., Ülgen, N., Karaöz, B., Toktaş, P. (2007) Turizm Amaçlı Geleneksel El Sanatları Üretim Projesi. Mesleki Eğitim Fakültesi Dergisi, 2/2, Ocak 2007, 101-117. Özder, Lale. (1999) İç Anadolu Bölgesi Geleneksel Kadın Başlıkları. Ankara: Ekip Grafik, 169, 172, 174, 178, 182, 196. Sevindik, Hüseyin. (2009) Nevşehir Yöresi Giyim-Kuşam Kültürü. Geçmişten Geleceğe Nevşehir Kültür ve Tarih Araştırmaları Dergisi, 4/12, Ağustos 2009, 51-56. Ünlüönen, Kurban, Tayfun, A. (2003) Turistlerin Yerli Halkın Tüketim Davranışlarına Etkileri Üzerine Ampirik Bir Araştırma. Muğla Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi, 10, Bahar 2003, 1-18. 1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u 109 KÜLTÜREL MİRAS İÇİN ARAŞTIRMALAR VE INTERAKTİF MULTİMEDYA BELGELER FROM THE SURVEY TO THE INTERACTIVE MULTIMEDIA DOCUMENTATION FOR CULTURAL HERITAGE Carmela CRESCENZİ* - Giorgio VERDİANİ** - Sergio Di TONDO*** ÖZET İnsanın geniş Kültürel Miras Varlığı kendini tüm dünyada etkileyici yapılarla ve zengin uzun hikâye ve gelenek örnekleriyle gösterir; yapılar bazen neredeyse orijinal halleriyle muhafaza edilir, fakat bazen kalıntı haline getirilir. En kötü durumda bile terk edilmiş bir yere olan derin hayranlık gözlemciye anıtın ait olduğu zamanı hatırlatabilir. Paralel şiirsel bir dille “vizyon” kullanmak yerine “rezonans” kullanarak iletişim kurar. Bu şekilde gerçek bir görüntüyü elde etmeyi amaçlayan herhangi bir ciddi belge işlemi iki temel şartla karşılaşmaya muktedir olmalıdır: gerçeği doğruluk ve ayrıntı düzeyi yüksek detaylarla yeniden oluşturma yeteneğini ve mekânın orijinal ruhu ve halini iletme yeteneğini. Dijital araştırmalardan gelen araçları multimedia yaklaşımı ile birleştirip kullanarak herhangi üç boyutlu ve/veya taşınabilir çözümlere tam uyumlu yüksek kalite ve yüksek performanslı çözümler üretmek mümkündür. Bu nedenle, gerçek, kapsamlı bir multimedia deneyimi şüphesiz ki hassasiyet ve kültürel çaba meselesidir. Bizim geçmişteki anıtsal arkeolojik alan üzerine dijital araştırmalarımızın yanı sıra kaya anıtları üzerine gerçekleştirdiğimiz son çalışmalarımız sağlam bir algısal sonuç üretmeyi amaçlayan ne kadar farklı teknik çözümler olabileceğini açıkça göstermektedir. Bu sunumda Hadriyan’ın Roma’ya yakın Villa in Tivoli anıtsal alanı üzerine deneyimimiz lazer tarayıcı ankete ve gelişmiş görüntü esaslı ilerlemeye dayalıdır, aynı zamanda Ortahisar’da Hallaç ve Balkan kayalık alanlarında geliştirdiğimiz interaktif panoramik görüntü özel yaklaşımımız tüm detaylarıyla farklı ama genellikle önerisel çağrışımlı bir dil içinde birleşmiş dünyada herhangi bir kulla* Dipartimento di Architettura, e-mail: carmela.crescenzi@unifi.it ** Disegno Storia Progetto, e-mail: giorgio.verdiani@unifi.it *** Facolta di Architettura di Firenze-Italy, e-mail: sergioditondo@inwind.it 1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u 111 Carmela CRESCENZİ - Giorgio VERDİANİ - Sergio Di TONDO nıcının anında görebileceği yeni bir medya yaklaşımında ele alınan iki paralel türdeki arkiteknonik kalıntılar gösterilerek sadece teknik özelliklerle değil mekanın derin anlamını gözlemci ve meraklısının ilgisine ileterek sunulacaktır. Sunumdaki grafik eserler Claudio Agostini, Filippo Fantini, Mirco Pucci tarafından gerçekleştirilir. Anahtar Kelimeler: Kültürel miras, Multimedia, Dökümantasyon ABSTRACT The wide Human Cultural Heritage Patrimony, manifest itself all around the world with impressive constructions and rich sample of a long story and tradition, the building sometimes are preserved in almost their original state, but sometimes they are reduced to ruins. Even in the worst condition the deep fascination coming from an abandoned place is capable to recall in the observer the time the monument comes from. Using a parallel to the poetic language, it communicate using the “resonance” instead than using the “vision”. In this way any serious documentation operation aimed to produce an image of the real must be capable to face a confrontation with two main terms: the capability to reproduce reality with accuracy and high level of detail and to communicate as much of the original mood, of the original sense of the place as it can. Using the tools coming from the digital survey and combining it with multimedia approach, it is possible to produce high quality and high performance solutions, fully compliant with any immersive and/or portable solution. Thus, creating a real, pervasive multimedia experience is undoubtedly a matter of sensibility and cultural effort. Our past experiences in digital survey on monumental archaeological site as well as the recent studies we brought on rupestrian monuments show clearly how different technical solutions can be aimed to produce a robust perceptive result. In this contribution, our experience on the monumental area of the Hadrian’s Villa in Tivoli, near Rome, based on laser scanner survey and advanced image based processing, as well our development of interactive panoramic view in the rupestrian site of Hallaç and Balkan in Ortahisar, will be presented with the whole details about our specific approach, showing how two parallel kind of architectonic remains, different but commonly united in a suggestive evocative language can be treated with new media approach in order to bring them immediately available at the sight of any user around the world, communicating not only with technical features but bringing the deep sense of the place to the attention of the curious and the observer. The graphical works in the presentation are realizations from Claudio Agostini, Filippo Fantini, Mirco Pucci. Key Words: Cultural heritage, Multimedia, Documentation 112 1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u From The Survey to the Interactive Multimedia Documentation for Cultural Heritage Part 1 – Introduction The wide Human Cultural Heritage Patrimony, manifest itself all around the world with impressive constructions and rich sample of a long story and tradition, the building sometimes are preserved in almost their original state, but sometimes they are reduced to ruins. Even in the worst condition the deep fascination coming from an abandoned place is capable to recall in the observer the time the monument comes from. Using a parallel to the poetic language, it communicate using the “resonance” instead than using the “vision”. In this way any serious documentation operation aimed to produce an image of the real must be capable to face a confrontation with two main terms: the capability to reproduce reality with accuracy and high level of detail and to communicate as much of the original mood, of the original sense of the place as it can. Using the tools coming from the digital survey and combining it with multimedia approach, it is possible to produce high quality and high performance solutions, fully compliant with any immersive and/or portable solution. Thus, there is a continuous need to look back to the real object, to its cultural background and to think to the final user of the multimedia product. The main task of any multimedia product is to evocate the real object and to communicate its features, this process can not merely based on details and colors, but it must offer a qualitative approach, where the inner value of a place or of a monument can be revealed increasing the desire to see the real one in the observer. Here in this paper, a range of experiences about the use of digital media for knowledge and dissemination will be presented, the three researches have the same solid, Cultural Heritage oriented, approach. They show a way about how to build rich contests with the aim of multimedia, sharing and contributing to the knowledge of monuments using contemporary digital tools. Part 2, From laser scanner survey to multimedia presentation, image based processing in the Hadrian’s Villa1 Obviously the Hadrian’s Villa is not a rupestrian architecture, it’s a meaningful masterpiece of genius from the Roman Imperial Age, but the 1 Responsible for the research in 2007 and 2008 survey campaigns: prof. Giorgio Verdiani, coordinator for the laserscan survey of all the survey missions: prof. Giorgio Verdiani. Topographical survey coordinator arch. Francesco Tioli. Main Team unit for all the survey campaigns: Francesco Tioli, Giorgio Verdiani, Sergio Di Tondo, Filippo Fantini, Mirco Pucci. Alessandro Peruzzi (Area3D s.r.l.), Alessandro Blanco. The survey campaigns were hosted inside The Museography Workshop: “Premio Piranesi” takes place in Villa Adriana each September since the 2003. Workshop director prof. Luca Basso Peressut, Workshop coordinator prof. Pier Federico Caliari. All the operations and researches in the Hadrian’s Villa are done in full agreement with the responsible for the Hadrian’s Villa area, dott. Benedetta Adembri from the “Soprintendenza Archeologica del Lazio”. The graphical works in the presentation are realizations from Sergio Di Tondo, Filippo Fantini, Mirco Pucci. 1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u 113 Carmela CRESCENZİ - Giorgio VERDİANİ - Sergio Di TONDO large ruins, the still readable architectures, consumed by time, offer a similar problem then the carved monuments when a survey is needed, so the experience matured there is usable in both the context. Figure 1 – Integrated survey of the Small Baths in the Hadrian’s Villa, Tivoli, Italy, the two scanner laser units (2007: Faro 8080HE / 2008: Zoller+Fröhlich 4500) and the Leica total station, All the survey data gathered were aligned on the same topographical network. Now a day the tools for documentation and survey are more powerful than ever, laserscan surveys, high resolution digital photography, diagnostic readings, powerful tools for the representation, interactive three dimensional developments suitable for different needs… all this gives a great series of opportunities and at the same time it creates a great challenge for any scholars. One of the main complex environments is the one about the graphical representation and the development of versatile 3D digital models capable to fill the gap between the data representation -as it is coming straight from the laserscan survey- and the need to have a 3D digital model more close to the direct perception of the real. In facts it is well known that the raw data directly gathered during a survey campaign offers the best correspondence between the real geometrical shape of an architecture piece or of an archaeological monument and its representation, but at the same time these data appear quite far from the perception of the real. 114 1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u From The Survey to the Interactive Multimedia Documentation for Cultural Heritage Starting from the digital survey of some meaningful archaeological monuments in the Hadrian’s Villa in Tivoli, near Rome, we have developed and applied a series of workflows aimed to produce a high quality representation result without losing accuracy and with the full exploiting of the original high quality surveys. This is done mixing an approach based on the laserscan digital survey with the use of image based processing: the appliance of advanced tools and procedures previously developed for video gaming allows exploiting the original complexity of the gathered data to enhance the simplified version of the distribution models. Figure 2 – Horizontal and vertical sections extracted from the Pointcloud of the Small Baths, the sliced parts received a graphical filling to bring these representation more close to traditional drawings, the lower horizontal section is a “looking up” view of the vault system (M. Pucci). At the same time, our accurate study about the use of texture mapping put in evidence certain solutions to avoid low quality in realistic rendering which are still frequent situations in laserscan survey result. We had applied a clear example of this procedures in the Small Baths inside the Hadrian’s Villa, this area is among the most interesting and well preserved buildings of the imperial house. 1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u 115 Carmela CRESCENZİ - Giorgio VERDİANİ - Sergio Di TONDO The richness of this building is impressive, the number of technical and architectural solutions shows a very high quality and very advanced choices. The overall condition of the building is still very good, it is really well preserved if we think to the fact that it has been exposed for centuries to thieves, plundering and left without any maintenance. Actually, the whole survey of the Small Baths is complete. All the internal and almost all the external surface are documented by laserscan survey. For some parts there is a double survey, different in time and different in the aspect of the area (before the excavations and after). All the laser scanner survey is brought on as a system referenced over a solid topographical survey: working each time with this kind of integration it is quite easy to combine the models coming from different kind of laserscan in different times in a coherent combination. We had to face three main question coming from the research in the Hadrian’s Villa: how to manage the huge amount of data coming from the survey; how to process the information keeping the best quality starting from the pointcloud but adding at the same time an high level of perception to the resulting model, creating them like enhanced classical drawing or making the digital space not easily recognizable from a real photo; and how to use the developing of the model and the developing of the digital reconstruction a real moment of research and confrontation with the archaeologists. The very first data treatment applied to a laser scanner survey session is, obviously, the registration and the optimization of the gathered data, this is done with clear and well known procedure. The really interesting part starts immediately after the completion of this phase. For first, the data post processing is aimed to produce plan views, sections and fronts, all in orthographic projection. This set of drawings allows a traditional reading of the monument and an easy interpretation of elements and issues. They are the perfect base to start an analysis. Later, while the two dimensional “classical” treatment still goes on, the research team go back to the pointcloud, starting to extract a set of three dimensional surfaces to digitally built a virtual model where surfaces and continuous elements take the place of the transparent pointcloud. A meaningful need is to produce high quality models very near to the real geometric shape of the Small Baths but also very close to their aspect as it appear to the sight. This is not possible in the pointcloud, while it will always appear more like a sort of “too technical” image; we need a meaningful enhancement toward a photographic aspect to obtain a more pleasant representation, but this must be done without losing accuracy. 116 1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u From The Survey to the Interactive Multimedia Documentation for Cultural Heritage A spectacular use of this kind of digital models is the creation of high quality images for visualization. The most important thing in this process is to choose the right level simplification of the surface mesh and its right level of detail according to the use. From static image, to animation, to virtual exploration, it’s a matter of working with the right tools and procedures. In the workflow of the post processing from the pointcloud to the model aimed to rendering or analysis the first step is the optimization of the point sets, this is done removing any improper group of points and (if the model is being built for rendering purpose) the decimation of the points. In the case of the Small Baths, a specific mesh is built for each room. In the creation of the mesh a great importance is given to the “weight” of the produced polygonal model, this is strictly linked to the number of faces. A high number of faces can produce a hard to manage result, while a small number of elements can bring to poor results. In our experience a good and effective solution is the realization of a double model, one with a more complex surface and the other with an simplified one, where “simplified” means reduction of the polygons but means also optimization. The first surface model will be named “High Poly” and the other will be named “Low Poly”. Obviously the difference is in the overall number of faces. Starting from here the two models will work together; the High poly will be used to produce a “Normal Map” to enhance the perceptive result of the Low Poly model, without any need to overload the application. So we will have a “virtual” level of detail coming from the high poly model applied –combined– on the low poly model. Figure 3 – On the left: the concept used by the “normal mapping” to enhance the appearance of simplified surfaces. On the right: an example about the process applied for realization of the digital surface model of the Small Baths. 1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u 117 Carmela CRESCENZİ - Giorgio VERDİANİ - Sergio Di TONDO Figure 4 – A series of rendering showing the Octagonal Hall and the Laconium, the points of view are taken from the three dimensional digital model with the textures and the normal mapping applied, the lighting is simulated using an unbiased rendering engine (M. Pucci). As told before, there will be a series of models, more or less one for each room of the Small Baths and a separated set to describe the external parts; the borders between models will be treated in a dedicated part of the process to put all the parts together in an accurate general result, a great attention is always reserved to the welding of the boundary between each model. A very important and time consuming phase of the work is the generation of the right links system between the 3D model and its specific texturing: the connection is to be done between a 2D element like a bitmap image (usually in Tiff format) and a 3D model (usually a polygonal model), so a specific set of tools is needed. The classical solution of UV mapping can work greatly in combination of the Normal Maps procedure, giving back a high realistic model. For the Small Baths: there was a separate campaign dedicated to the texturing, waiting the right lighting conditions and using a proper lens and camera to have a full mapping of all the masonry surfaces. After a first post processing on all the shots, a camera matching process has involved the pictures and the 3D surface digital model. The 118 1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u From The Survey to the Interactive Multimedia Documentation for Cultural Heritage overall result, treated in the “baking” process, has been applied to the final rendering model using a classical UV linking system. In the section crossing the frigidarium and the octagonal hall , the background based on the pointcloud has been replaced. Instead of the point generated fronts, there are the photographic fronts made with a digital rendering process. The 3D surface digital model used to create the rendering sources is the low-poly one, where the normal maps processing and the texturing based on the camera-matching operations give their best to enhance the overall result. This effective result clearly shows how a correct procedure in modeling and texturing can produce high quality imaging from a laser scanner survey, with no lost of quality and/or details, bringing the graphical language back to a level really linked to the real, original architecture. Part 3, bringing back the workflow from digital survey to multimedia in the rupestrian environment: the Elephant Stone in Sardinia, Italy2 In the northern part of Sardinia, the main Italian island, near Castelsardo, there is an unique volcanic stone: the natural forces worked on it giving to the stone a strange elephant shape; the ancient humans worked on it carving sepulchers for their deaths; probably causing some parts of the stone to fall down, giving it the particular shape. After this “initial” sepulchral use, the stone was lost and forgotten, disappearing in the Mediterranean vegetation. In the contemporary age, after centuries when the monument was laying beneath bushes and earth deposited on it, the works for a new road brought back to light the stone. Since its first find, it become clear how this monument it’s a mix of natural and architectonic events and it’s a very interesting case study for any real surveyor because it has a shape almost impossible to survey with traditional measuring solutions. The Stone of the Elephant is a huge pyroclastic stone; probably it is rolled down the hill to stop exactly where it is now after some massive eruption. 2 Responsible for the research in 2007 and 2008 survey campaigns: prof. Giorgio Verdiani, coordinator for the laserscan survey of all the survey missions: prof. Giorgio Verdiani. The main idea about this research came out in 2006, all the operation were developed under the author supervision, the original survey team was composed by Francesco Tioli (Topographical survey), Sergio di Tondo, Federico Piras and Giovanni Guccini, the main part about post processing treatment and data elaboration was made by Federico Piras and Giovanni Guccini, the 3D printing and data optimization were developed by Filippo Susca. The project reached its mature phase in 2009. Later we have extended the operative area taking care about the geological aspects and enlarging the subject study to all the monumental stones in the Sardinia Island; this was done thanks to the collaboration from Stefano Columbu, geologist researcher from the Cagliari University. The state of the research and the approach suggested to manage these incredible monuments was presented during the Euromed2010 conference in Cyprus. 1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u 119 Carmela CRESCENZİ - Giorgio VERDİANİ - Sergio Di TONDO The special shape of the stone was created through the centuries by the weather agents; the action of the wind, of the water, and the chemical reaction in the volcanic stone caused a progressive erosion, giving a kind of “sponge” skin to the original boulder. It is not possible to say exactly when the stone acquired the actual shape, while it is possible to suppose that the works conducted by the ancient men produced the falling of some large parts of the stone, this hypothesis can be supported by the fact that the higher level tombs have a more simple, almost incomplete look, like they have been left undone because of the fallen part. Overall the result caused by this event brought it, without any intention, to get the shape that recall the one of an elephant. The stone is characterized by a series of ancient tombs carved in the stone on two levels, a large part of the stone is fallen on the ground probably a very long time ago, and it is not possible to say if this fracture happens during the cut of the tombs or later. Figure 5 – A) The Elephant stone in the November 2006 during the survey campaign operated using the Leica HDS 3000 Laserscan. B) View of the pointcloud from the digital laser scanner survey in grayscale, showing the lowest tomb shape. C) From the same pointcloud, view of the elephant shape of the rock in false colors. D) Orthographic views of the aligned pointclouds grayscale visualization based on the reflectance values (G.Guccini, F.Piras). 120 1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u From The Survey to the Interactive Multimedia Documentation for Cultural Heritage The group of the lower graves is the more interesting one in this monument; this is due to the presence of a double engraved taurine head in the main tomb. The presence of this impressive sculptures and the fine artwork of carving demonstrate the high value of this place for the prehistorical men who worked to use this strong presence to make it a part of their own tradition and culture. To face this work it was chose to use a Leica Geosystem HDS 3000 panoramic scanner, based on the time of fly technology. In the 2006, at the time of the survey, it was a good choice for this work, and this was for two reasons: for first this scanner was capable to gather a very accurate set of points from a very short distance and this was a very important feature to allow the survey of the inner parts of the graves. Secondly this scanner was also capable to gather a very accurate result from a long distance, so it was possible to place the scanner on the hill in front of the stone and take the survey of the upper parts of the elephant stone with the same quality of the all the rest of the monument. To allow an high quality result in the overall operation the laser scanner survey was supported by a complete topographical survey, aimed to build a specific network of all the special targets placed on the monument and absolutely necessary for a clean reconstruction of the single scans. It is important to remember that the use of a topographical survey is not only fundamental because of the high level of accuracy in the registration process and for the better and easier scanning planning; it is important because when the topographical network is planned a series of permanent points are placed on the ground around the monument. These special points can remain placed in the site for many years; so if there is the need for a new survey, for example if it happens that a part of the monument is damaged, or for simple monitoring aim needs, it is possible to have a really accurate comparing of the two surveys according to points which are external to the monument. In facts it would be possible to reply a new survey from any new position of the laser scanner and there will be no need to have a complete new survey while also a single part of the monument can be measured again. The first part of the work over the data treatments clearly showed that an approach developed with a small simplification of the model was capable to give a good looking result, but it was interesting only for shape analysis and monitoring purposes. The time consuming rendering and the impossibility to use the high resolution model for real time access creates the need to face the modeling process in a new and specific way. 1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u 121 Carmela CRESCENZİ - Giorgio VERDİANİ - Sergio Di TONDO Figure 6 – A) Multi-resolution layout of the 3D model. The variations of the model from the high resolution version (on the right) to the low resolution version (on the left), each single model was obtained with a simple variation of the level of detail operated on a single multi-resolution model. B) Application of normal map, displacement map and UV map (G.Guccini, F.Piras). So a different approach was chosen, no more direct modeling from the pointcloud, but a process starting from a new rebuilt and optimized polygonal model and then a reconstruction based on the subdivision surface modeling. The further steps in modeling produced a variable resolution model, capable to switch gradually from a full resolution representation to a lower polygon representation, crossing all the intermediate steps of the representation. The keywords for this process of variable simplification were: edge loop modeling and Re-Topology modeling. To greatly enhance the representation two advanced digital modeling and texturing solutions were adopted, the classical texture Unwrap procedure based on the photographical documentation and a specific Normal Mapping procedure based on the information coming from the high resolution model in itself. In this way a whole new model was produced, not aimed 122 1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u From The Survey to the Interactive Multimedia Documentation for Cultural Heritage to monitoring or accurate information extraction, but greatly suitable for multimedia and representation. Fig. 7 – Digital 3D reconstruction of the Elephant Stone and of the area around as it is now a day. The low resolution model is rendered in realistic lighting using the advanced, specific texturing and normal maps coming from the high resolution model (G.Guccini, F.Piras). The strange and original shape of the Elephant Stone gives no guaranties about the health status of this monument: if a small part should get lost it will not be easy to verify the real damage. A complete survey of the shape of the stone was never done before, so it was decided to go there and to produce a meaningful case study, facing the not surveyable stone with contemporary laser scanner technology and with bringing a well eradicated research experience to meet a difficult subject. The work was done according to common integrated digital survey procedures. The whole survey required only two days to be completed, producing an accurate laser scanner survey integrated by a topographical network. 1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u 123 Carmela CRESCENZİ - Giorgio VERDİANİ - Sergio Di TONDO Figure 8 – A) The final heavy paper 3D model: an example of “3D printing systems for home and small office solutions”. B) Assembling of the model, focusing sections in the tomb’s level, this model assembly offers the opportunity to quickly disassemble some parts (G.Guccini, F.Piras, F. Susca). The further treatment of this survey was oriented to the creation of a versatile, dynamic digital model, bringing the main benefit to allow a wide series of operation to take place, going from image rendering to 3D printing this kind of model shows its capability to fulfill complex needs. At 124 1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u From The Survey to the Interactive Multimedia Documentation for Cultural Heritage the same time the evolved solution for texturing and detail enhancement allows a very high level of perceptible realism. This works perfectly with physical lighting as well to produce interactive models. At the same time The quality of the 3D printing can be chosen according to the printing scale and the printing technology. The digital tools make it easier and more versatile than ever before. In this way, these particular monuments will be treated like they deserve, like any other monument from the Earth Heritage, giving to the “monumental witnesses” their right value and preserving their memory from the risk of deterioration and decay, creating the right conditions for knowledge and protection. The creation of a repository of knowledge based on accessible criteria and three-dimensional access, will in time allow to repair or even to rebuild them, if necessary, even when the monument should be seriously damaged. In the past years the rapid prototyping technologies had a big diffusion, coming from automotive and aerospace environment they opened to a wider range of users thanks to specialized providers who were able to produce real shapes based on CAD data. There are many different technologies related to the accuracy, costs and final use. SLS, SLA, FDM, 3D print etc... are abbreviations for different process but they are based on the same general concept to build a 3d volume by thin layers overlapping using several materials. The technologies for 3D printing have lately become more and more affordable, offering a wide range of solutions, suitable for many operating environments, while, at the same time, the introduction of technologies based on low cost materials allows the production of models with cost effective results. The two main groups of technologies for physical 3D model production starting from 3D digital models, are the group of the subtractive systems (the older ones) and the additive systems (introduced in the last years). The systems which use the subtractive method, start from a piece of material (usually rock, marble, wood, foam or other materials compliant with the machine) and remove part of the block of material based on the digital 3D model using a series of tools (a drill, a mill etc.). The systems which use additive technologies really “print” the model in the 3D space, depositing a series of layers or droplets of unshaped raw material (usually resins based on chalk or plastic etc.) based on a series of cross sections derived from the 3D digital model. In the additive process almost all types of materials are able to be used only in the quantity needed for the model production. 1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u 125 Carmela CRESCENZİ - Giorgio VERDİANİ - Sergio Di TONDO Part 3, Cultural Rupestrian Heritage In The Circum-Mediterranean Area. Multimedia for its diffusion and knowledge3 Core of the project is communication. Communication in its two meanings of “community”: in its ancient and fundamental of the “pool” things and “join together” to events, meaning that calls on community social structures; in its metaphor of “making common” ideas and thoughts that do not have the community as center, but individuals as interlocutors individually thought. To attract consensus and interest, engage new generations (not only in the sense of young people) need to communicate and communicate with the image that focuses a plurality of interests, the same features that characterize a “ culture “, not only the past, but that current in continuous training. To Inform - to Persuade - to Suggest - to Emotion - to Interact are the basic principles to bring to completion the project we have just proposed. To meet the prerequisites website http://www.rupestrianmed. eu will support both the spread of individual initiatives, and the activity of individual researchers who will share the knowledge. Figure 9 – The homepage of the CHRIMA website, as updated in the October 2011 3 For more information about the CHRIMA research project please consult the web page http:// www.rupestrianmed.eu/, project coordinator: prof. Carmela Crescenzi, all the graphical samples in this paragraph come from the research work of Claudio Giustiniani. 126 1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u From The Survey to the Interactive Multimedia Documentation for Cultural Heritage The site, created for a global spread of cultures and rupestrian to promulgate and connect the various initiatives of the network and other media, has a grassroots organization in development and likely to vary according to the demands of the various disciplines that contribute to creating new entries and completeness of existing ones. The project was born and will grow up with the contribution of all participants different voices, with different and varied knowledge, from interaction of multiple disciplines. The heterogeneity expressed by project will use the media in its dual interpretation of a physical instrument and physical -mechanical instrument -. Immediacy the media, old and new (books ... television, internet), are the means of communications, but they are actually distribution instruments (media), then the transmission or communication instrument (medium) is the “message “with its expressive and representative ways with relational skills of human cognitive and perceptual processes. For example singular and unique in their expression pat-terns are depicted on rock-paintings are the media of the distant past of which we do not have unique interpretation codes (of comprehension). Keeping in mind that one of the research goals is the diffusion of “rupestrian culture”, so communicate it, you need to ask to whom and for whom the work is done. Having to reach more users with different interests and levels of preparation and dialogue, tools and models necessary for use are diverse, understanding and relationships. The cultural media that wants to tell are handwork or graphical, iconic and aniconic sign, a story to reveal written in architecture by subtraction and parallel to the history subdial. The story of a cross culture that takes place over time without interruption, through the civilizations, peoples and their territories. To meet the needs of the project it was built a web site (www.rupestrianmed.eu), offering a relational database, with iconic and textual interface that makes use of different media according to the needs and skills of the researchers who contribute to the enrichment of the database. This presents a wealth of arguments that relate the phenomenon of living in a cave. It is not intended to restrictive and exclusive scope architectural elements and artistic expressions, but is related to the characteristics (biotic, abiotic and limiting) reference (bearing related) rocky habitat. The dossiers of individual artifacts and monuments have a textual description and references. They are associated with icons that indicate the acquisition of the documentation of the plan, paintings, drawings, photographs, graffiti, inscriptions, restoration, multimedia processing and text-depth. 1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u 127 Carmela CRESCENZİ - Giorgio VERDİANİ - Sergio Di TONDO Figure 10 – Panoramic interactive view of the Hallaç site, Ortahisar (C. Giustiniani). The heterogeneity of the public who want to involve (scholars and students of different levels), requires different tools for the graphic and multimedia description, both to understand the continuity of living in a cave, both for the representation of the architecture and the environment. The representation, in all its modalities, is one of the most useful tools for the documentation of monuments already ruined by the passing of time and that are destined to destroy. The acceleration of degradation is clear: in the environments of the monastery of Hallaç (Ortahisar – Cappadocia), in a few years, there has been a loss of quality of the drawings and the integrity of the rock appears more compromised. In 2007 the village of Zelve was accessible, while in 2010 was closed to the public and now is only passable in the valley. Failing to safeguard and restore the abundance of cave sites, any form of documentation, even if only photographic or aimed at a simple survey, it would be desirable in order not to lose the memory of the legacy left to us over the centuries. To document in a quick, affordable, and effective way these monuments the choice of photographic survey seems the most interesting solution, the use of a simple common tool like a digital photographic camera allows to avoid the moving of complex and expensive tools like a laser scanner, moreover this is a renounce 128 1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u From The Survey to the Interactive Multimedia Documentation for Cultural Heritage to the level of accuracy of the overall result and to its versatility, but the high level of detail and the high multimedia vocation it is possible to obtain from a panoramic interactive view, allow to read minimal details and at the same time allows to produce easy to use and to interpreter visualizations. Figure 11 – Panoramic interactive view of the Hallaç site, Ortahisar (C. Giustiniani). Some software, exploiting the ownerships projective of the photo, can recreate three-dimensional reality with a good visual surrender, allowing to appreciate quality environmental and single elements with sure effect and involvement. In this way it is possible to create full panoramic view, not easy to reproduce on paper, but really effective in the task to communicate the sense of a place using digital multimedia tools. The possibility to create “light weight” visualizations allow to bring this product directly on the Internet for sharing making them easy to find and to navigate. The Internet based approach of many personal devices allows the direct use of this kind of images directly on a netbook, a tablet or a mobile telephone. Part 4, Conclusions According to our past experience the best way to approach a monument is to face it with correct tools, the large use of digital survey and of ad- 1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u 129 vanced digital photography today represent a double effective tool to document and disseminate a large set of information about a place. Thus, panoramic photography and digital metric survey are not similar at all, nor in the procedures, nor in the kind of result, they are absolutely different, but both, if used with intelligent will can bring to the production of precious and easy to use multimedia products. This kind approach will produce in time two great versatile results: first of all the dissemination using multimedia web based systems of the images of the rupestrian settlements, making even more interesting, complete and desirable the direct visit to these places not only as simple tourists. The second and important result will be the one to contribute to the overall documentation of these important and impressive monument, preserving a rich and detailed image of the realty as it was at the moment of the survey. This will be not a melancholic issue, it’s a point of strength to allow preservation and possibility of intervention if any destructive evolution will come in time. TOKALI KİLİSESİNİN GÖZDEN GEÇİRİLMESİ: YENİ KİLİSEDE İSA’NIN VAİZLİK DÖNGÜSÜ ÜZERİNE YENİ DÜŞÜNCELER TOKALI KILISE REVISITED: NEW CONSIDERATIONS ON CHRIST’S MINISTRY CYCLE IN THE NEW CHURCH Catherine JOLIVET-LEVY* ÖZET Tokalı Kilisesinin yeni bir yaşam alanına dönüştürülmesi hususunda yapılması gereken ilk şey ikonların ve efsanelerin seçimidir. İnsanın ötesinde mucizevi birisi, Tanrı tarafından gönderilen çift başlı Jerus’un, inanç için 10. yüzyılda Hristiyan olmayanlarla mücadelelerine bakılması, onlardan çıkarımlar elde edilmesi gerekmektedir. Bu doğa dışı akım, mezhep olayları, zamanın doğasına, Tanrı için bir inkar sapkınlığı içinde ele almaya kadar gidiyor. Ayrıca, Tokalı Kilisesinin dekor özellikleri Aziz Basil döngüsünde kompozisyon olarak onaylamamızı gerektiriyor. Anahtar Kelimeler: Tokalı kilisesi,Dekor, Nevsehir. ABSTRACT The first thing that should be done for turning the Tokalı Church into a new living space is the selection of icons and legends. It is necessary to take into consideration double-headed Jerus’, who is a supernatural one beyond man and who is sent by God, struggles for faith against non-Christians in the 10th century. This unnatural trend goes down to approach the sect incidents within time, nature and even denial of God. Furthermore, the design characteristics of the Tokalı Church require us to accept it as a composition with in St. Basil’s Cycle. Key Words: The Tokalı Church, Decoration, Nevsehir. * Ecoles Pratique des Hautes Etudes (Sorbonne)-Paris, e-mail: catjolivet@yahoo.fr 1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u 131 Catherine JOLIVET-LEVY It is not necessary to introduce here Tokalı kilise, which is not only one of the best known and remarkable monuments in Cappadocia1 but also one that ranks among the finest in the entire Byzantine world. Everyone knows the sophistication of the structure, the quality and the ambitious nature of the paintings, which left a lasting and tangible mark, symbolizing the power and prestige of the patrons who commissioned them (Fig. 1). In accordance with Guillaume de Jerphanion, Nicole Thierry, Ann Wharton Epstein and others2, I agree with a dating of the New Church’s paintings around the middle of the tenth century, despite the tentative attribution to the 13th century by German scholars (Marcell Restle, Hanna Wiemer-Enis, Rainer Warland)3. Within the allotted time, I shall limit myself to some observations on the cycle of Christ’s public life depicted in the New Church. The iconographic programme of the nave is largely devoted to a Christological cycle, which, compared to the traditional “Archaic” programme, introduces several innovations (Fig. 2). The development of the Ministry cycle, narrated in a continuous frieze along the north, east and south walls of the nave, represents one such innovation, as all the scholars, starting with Jerphanion, have already noted; during this period, this sequence is usually much more restricted, in Cappadocia4 as in the Byzantine churches of other regions; the Public life cycle is in fact missing in the mid-byzantine churches of Constantinople known to us through textual sources (except the Raising of Lazarus which is part of the Dodekaorton cycle). Instead, scenes of this cycle, and in particular miracles, are de1 For beautiful photographs of the paintings, see C. Jolivet-Lévy / A. Ertug, Sacred Art of Cappadocia. Byzantine Murals from the Sixth to 13th Centuries, Istanbul 2006. 2 G. de Jerphanion, Une nouvelle province de l’art byzantin. Les églises rupestres de Cappadoce, Paris 1925-1942, t. I, fasc. 2 (chap. IX), N. Thierry, La peinture de Cappadoce au Xe siècle. Recherches sur les commanditaires de la Nouvelle Église de Tokalı et d’autres monuments, Constantine VII Porphyrogenitus and His Age, Athènes 1989, p. 217-233, A. Wharton Epstein, Tokalı kilise. Tenth-Century Metropolitan Art in Byzantine Cappadocia [Dumbarton Oaks Studies XXII], Washington 1986. 3 M. Restle, Byzantine Wall Painting in Asia Minor, Greenwich 1967, I, p. 35-37, p. 111-116 (n° X); II, fig. 98-123, H. Wiemer-Enis, Die Wandmalerei einer kappadokischen Höhlenkirche: Die Neue Tokalı in Göreme [Europäische Hochschulschriften: Reihe 28, Kunstgeschichte, 175], Francfort 1993, Ead., Zur Datierung der Malerei der Neuen Tokalı in Göreme, Byzantinische Zeitschrift 91, 1998, p. 92-102, R. Warland, Das Templon der Neuen Tokalı Kilise in Göreme, Kappadokien, Lithostrôton. Studien zur Byzantinischen Kunst und Geschichte. Festschrift für Marcell Restle, éd. B. Borkopp / T. Steppan, Stuttgart 2000, p. 325-332. 4 An exception is Pancarlık kilise (St Theodoros), whose Christ’s Ministry cycle shows some similarities with Tokalı kilise. 132 1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u Tokalı Kilisesinin Gözden Geçirilmesi: Yeni Kilisede İsa'nın Vaizlik Döngüsü Üzerine Yeni Düşünceler picted - and sometimes they are very numerous - in manuscripts, as for instance in the Homilies of Gregory of Nazianzus, Parisinus graecus 510 (879-882), where both Sirarpie der Nersessian and Leslie Brubaker have associated this sequence with the defence of Orthodoxy and condemnation of heretics5. Up to now, the only reason put forward for the detailed cycle of Tokalı kilise, is the requirement to fit an unusually vast space, and to adapt the paintings to the sprandel spaces of the eastern arcade. Indeed, the detailed Christological cycle is undoubtedly related to the ambitious enterprise of the New Church, attested by the scale of the transverse nave, the refinement of its architectural decoration, the complexity of the iconographic programme, its high aesthetic quality and also the materials used (gold and silver leaf on the halos of Christ and the Virgin, blue pigment made of lapis lazuli). But the privileged location of this cycle, in the eastern part of the church, close to the bema (sanctuary), the most sacred space, thereby enjoying a good visibility for the believers, invites speculation as to other explanations. To propose a new hypothesis, I have considered, in light of the exegesis of the Church Fathers, the choice of the episodes depicted, the iconography of the individual scenes, the captions inscribed into the pictures, and the integration of the cycle within the whole decoration of the church. It is clear that this iconographic programme was designed by someone, probably a member of the Clergy, who was very well versed in the theological content of the episodes. The cycle of the Public life in Tokalı kilise counts sixteen scenes - among them nine miracles - depicted in an order which is neither chronological nor liturgical. It starts on the north wall of the nave (Fig. 3) with a small rather traditional sequence dedicated to the Baptism of Christ, including the previous episodes devoted to John the Baptist: the angel appearing to John in the desert, and his meeting with Jesus. Following the Baptism, we have the Temptation of Christ and the Calling of the apostles (first Matthew, then Peter, Andrew, James and John). At the end of the wall, the Marriage at Cana marks the beginning of the cycle of miracles, which 5 S. der Nersessian, The Illustrations of the Homilies of Gregory of Nazianzus Paris. gr. 510 : A Study of the Connections between Text and Images, Dumbarton Oaks Papers 16, 1962, p. 195-228; L. Brubaker, Vision and meaning in ninth-century Byzantium : image as exegesis in the homilies of Gregory Nazianzus, Cambridge 1999, p. 86-90, 262-273. 1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u 133 Catherine JOLIVET-LEVY are depicted in the spandrel spaces of the eastern arcade (Fig. 4). The first two, for the most part eroded away, narrate the Healing of the two blind men of Jericho and the Healing of the leper. Then we see the miraculous healings of the man with the withered arm, on the south wall (Fig. 5), the man suffering from dropsy (left corner), the officer’s son, the daughter of Jairus and the paralytic. The cycle of Miracles ends with the Raising of Lazarus. In the center of the eastern wall, between the Healing of the leper and the Healing of the man with the withered arm, the Widow’s mite is set, which is not a miracle. The cycle of Baptism (Fig. 6) includes, as in the former cycles of Cappadocia, the angel appearing to John in the desert, and the meeting of John with Jesus coming to the Jordan river to be baptized. The first picture has no title but rather a quote from Luke’s gospel (3. 2): “The word of God came to John son of Zechariah”. The second image - John greeting Christ, who asks him to baptize him - includes their dialogue, which resulted in the recognition and proclamation of Jesus’ divinity by John: “Baptize me according to the flesh”, “I need to be baptized by you, and you do come to me”. John’s words are borrowed from the evangelical text (Matthew 3, 13), but it is not the case for Jesus’s words (“Baptize me according to the flesh”), which have been inspired by the liturgical readings for the feast of Epiphany which celebrates Christ’s baptism at the beginning of January. This may be an indication, confirmed by numerous other examples, of the role of clerics for the choice of the captions inscribed into the pictures6. As a manifestation of the divine nature of Christ, a theophany, the scene of the Baptism (Mt. 3. 13-17; Jn. 1. 29-34) is larger than the other scenes around it. The usual title (“the baptism of Christ”) is replaced by the words of God from Matthew 3. 17, proclaiming Jesus’ divine nature: “This is my beloved son in whom I am well pleased.” The alignment of Christ, the dove of the Holy Spirit and the hand of God, expresses the Trinitarian signification of the theophany, which is underlined by the rituals (triple declaration of faith, triple abjuration, triple immersion). Christ 6 They were memorized or possibly recorded in some kind of “model-book” ; see I. Hutter, The Magdalen College “Musterbuch”. A Painter’s Guide from Cyprus at Oxford, in Medieval Cyprus, éd. N. Patterson Sevcenko et Ch. Moss, Princeton 1999, p. 117-129, and more generally R. W. Scheller, Exemplum. Model-Book Drawings and the Practice of Artistic Transmission in the Middle Ages (ca. 900 - ca. 1470), Amsterdam, 1995. 134 1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u Tokalı Kilisesinin Gözden Geçirilmesi: Yeni Kilisede İsa'nın Vaizlik Döngüsü Üzerine Yeni Düşünceler blesses the water, which once sanctified, cleanses humanity of its sins, as is made clear in the liturgy. After the Baptism comes the third Temptation of Christ (Mt. 4. 8-10), a very seldom depicted episode at this time. On the left, before the “very high mountain” referred to in the text, a small grey devil, with wings and upright hair, is painted in profile. The words of the protagonists provide the captions for the scene. The partially naked creature addresses Christ with the following words from Matthew 4. 9: “All these things I will give you, if only you will bow down and worship me.” Jesus turns away with vehemence and replies, according to Matthew 4. 10: “Away from me, Satan!” The Church Fathers saw Christ’s struggle with Satan as analogous to the struggle of the Church against heresy. In the illuminated manuscript of Gregory of Nazianzus, Paris. gr. 510, the three temptations are pictured on folio 165, to accompany a sermon wherein Gregory posited his definitions of orthodox doctrine in opposition to the great heresy of his own day, Arianism. The third temptation shows Christ standing frontally, while Satan strides and gestures towards a gold casket representing the glory of all kingdoms of the world: though the positions of Satan and Christ are reversed, the composition resembles the wallpainting in New Tokalı kilise. This scene which shows Christ refusing “the kingdoms of the world, and the glory of them”, is joined, regardless the chronology of events, to the Calling of Matthew, the tax-collector, who decided to abandon everything to follow Christ7: they form a thematic pair. In the manuscript gr. 510, folio 87 v., the Calling of Matthew illustrates (with other scenes) the 18th sermon of Gregory delivered on the death of his father: the image is used to allude to his conversion to Christianity, but also to his behaviour: a rich man (as the publican of the Gospel), Gregory’s father made a good usage of its wealth by practising philanthropy. The Calling of Matthew, narrated in Matthew 9. 9, is followed by Christ calling the four apostles, Peter, Andrew, James and John, at the sea of Galilee, an event which took place before, according to the account of 7 Let’s note that the caption, «about Matthew the tax-collector», is the title of the liturgical reading on November 16th; sometimes inscribed in miniatures of manuscripts (as in the illustrated Four Gospels Harley 1810 in the British Library), this kind of title does not occur usually in wall-painting. Its frequent use in the scenes of the Public life, in the New Church, suggests an influence of liturgical readings, and perhaps of an illustrated manuscript or model-book. 1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u 135 Catherine JOLIVET-LEVY Matthew 4. 18-22 (Fig. 7). Both episodes, distant from each other in the gospels and unrelated, have been connected here, as in exegesis and homilies of Church Fathers, and as in the manuscript of the Homilies of Gregory of Nazianzus, owing to their common meaning on the theme of conversion. Christ’s calling concerns everybody, be they rich or poor. Serving as a prelude to the cycle of Miracles, these scenes already manifest recognition (by the future apostles) of the wisdom and power of Christ. Christ calling the apostles at the lake illustrates the account of the two first synoptic gospels Matthew 4.18-22 and Mark 1. 14-20, but the texts inscribed in the picture are from Luke 5. 10 and 5. 8: “Behold,” Christ announces to the fishermen, “from now on you will be fishers of men” (Lk. 5. 10), and the words of Peter: “Depart from me, for I am a sinful man” (Lk. 5. 8). These captions thus underline the fact that the calling of Christ is directed to everybody, including the most modest and the sinners; furthermore the event took place in Galilee, a region of blended population and considered by the Jews to be full of pagans. Then start the miracles. Christ’s miraculous works are an important part of the Ministry cycle at Tokalı kilise, just as they are an important part of Christ’s life (Fig. 8). Christian authors view them as works of love and mercy performed to show compassion for sinful and suffering humanity, and as a promise of salvation for all the believers: poor and rich, women and men are the beneficiaries of Christ’s actions in the gospel narratives. But first of all, these miracles are viewed as acts of power and omnipotence, as signs revealing the divine power of the human Jesus. They attest to his divinity and to the dual natures of Jesus as God and Man: as a human he carries out miracles showing his divinity. For this reason, they are often mentioned by the Christian authors to allude to the struggle of the Orthodox Church against heresies, and the Sabbath miracles are associated with invectives against the Jews. The Wedding at Cana (Fig. 9) and the miraculous turning of water into wine (Fig. 10), depicted at the north-eastern corner, is related only by John (2. 1-11). It is the first miracle to be performed by Christ, the first sign revealing his divine power, and here the first miracle depicted. Its location at the junction of the north and east walls conveys its pivotal role in the Ministry of Christ. The rather unusual iconography highlights the signification of the scene: instead of the bride and groom, usually depic- 136 1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u Tokalı Kilisesinin Gözden Geçirilmesi: Yeni Kilisede İsa'nın Vaizlik Döngüsü Üzerine Yeni Düşünceler ted (as, for instance, in the Old Tokalı church), we actually see, besides Christ and the Virgin, the four apostles from the preceding scene, sitting around a semi-circular table. The presence of the apostles points out the signification of the miracle expressed at the end of John’s account: “There Jesus showed his glory, and his disciples put their faith in him”. In this first sign operated by Jesus, the Church Fathers saw a strong symbolic dimension. The transformation of water into wine, which is depicted around the corner of the nave (Christ blesses the water jars, changing the water into wine), was interpreted at length. It is first viewed as the announcement of the passage from old to new covenant: at Cana, the water used for the purification of the Jews and the fulfillment of the requirements of the law, becomes the new wine of the wedding banquet, symbol of the final union between God and humanity. The miracle announces the mystery of Easter, through the symbolism of wine, poured in abundance, as will the blood on the cross, and Mary is present at the wedding feast as at Calvary. The wedding at Cana has also a strong eucharistic symbolism, expressed in the New Church by the iconography: the chalice depicted at the centre of the table, the shape of this table which resembles the table of the Last Supper, the presence of the apostles. It is in accordance with the location of the scene in the north-eastern corner of the nave, close to the north apse. The turning of water into wine is a clear allusion to the changing of wine into blood of Christ, in the Eucharistic sacrament. The Healing of two blind men (Mt 20. 29-34), carried out at the entrance to Jericho, on the path that will lead Jesus to Jerusalem where he will die, takes place at the end of Jesus’ ministry: it is the last personal healing, just before the entry into Jerusalem (Fig. 11). The title inscribed in the image “about the healing of two blind men” - is borrowed from the title of the gospel passage read on the 7th Sunday of Matthew. The miracle attests not only to the divine power of Christ, called by the messianic title “son of David”, but also to the power of the faith who saved the blind. Their cure is seen as the fulfillment of the prophecy of Isaiah 29.18: “And in that day (...) the eyes of the blind shall see out of obscurity and out of darkness», as the revelation of the knowledge of God to all those who for one way or another are blind. Blindness refers to spiritual blindness and healing shows that the true light is Christ. The illustration of the Homilies of Gregory of Nazianzus, in the manuscript Paris. gr. 510, confirms 1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u 137 Catherine JOLIVET-LEVY the significance that can be attributed to this miracle. At folio 310v are grouped a series of episodes not mentioned in the text they are meant to illustrate: the Healing of the man with the withered arm, the Healing of two men born blind, and, on the following register, the Healing of the bent woman and the Parable of the withered fig tree. The text of Gregory is the first letter written to Kledonius in order to condemn the heresy of Apollinarius8. The three miracles depicted on folio 310v function as visible proof of the dual nature of Christ. Jews are also included in the condemnation of the heresy of Apollinarius: at the end of his letter, Gregory compares the heresy of Apollinarius to a “second Judaism” and Photius also sees in Apollinarius an imitator of “the madness of the Jews and their false teaching.” The same ideas could have inspired to the designer of the iconographic programme of Tokalı kilise the choice of this miracle. The Healing of the leper (Fig. 12) opens in Matthew 8. 1-4 a narrative section of miracles that introduces the next section on the Mission of the Apostles. The image has no title, but the inscription of the dialogue between the leper and Christ, as reported by the Synoptics: “Lord, if you choose, you can make me clean. I do choose. Be made clean!” Purified, the leper gets the forgiveness of sins, and the scene symbolizes the divine power of spiritual and moral healing. But the healing of the leper was also interpreted from a perspective anti-heretic: Romanos, in the sixth century, observes that it proves the error of the Arians by revealing the divinity of Christ; Photius, in the ninth century, deals with the healing of the leper in a speech against heresies and uses the miracle to curse the Jews. The illustrator of the manuscript Paris. gr. 510 introduces this miracle (with others), on folio 170, to demonstrate the divinity of Christ and the victory over heresies, and to attack the Jews. None of the miracles represented on this folio9 is mentioned in the sermon of Gregory, which is his 27th homily “Against Eunomians” (or Anomoeans), an Arian heretical sect that was fought also by Basil of Caesarea. The scenes have been chosen for their anti-heretic meaning, and they function as a pictorial exegesis of the polemical text of Gregory of Nazianzus. A similar signification can be attributed to the Healing of the leper in Tokalı kilise; 8 Apollinarius was a bishop of Laodicea (Syria) in the fourth century; as an opponent of Arianism, he emphasizes the divinity of Jesus, denying the existence of a human soul in Christ’s human nature. 9 The Healings of the leper, of the man with dropsy, of the demoniacs, of the centurion’s servant, and of Peter’s mother-in-law; Christ walks on water. 138 1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u Tokalı Kilisesinin Gözden Geçirilmesi: Yeni Kilisede İsa'nın Vaizlik Döngüsü Üzerine Yeni Düşünceler the scene is located close to the central apse, where the Crucifixion and Resurrection scenes are depicted, as well as the portrait of St. Basil. The episode of the Widow’s mite10 (Fig. 13) and the Healing of the leper, two mirrored compositions placed on either side of the apse (Fig. 14), display also the desire to maintain a balance between the sexes, an arrangement traditionally observed in the cycles of miracles: the forgiveness of sins and salvation, purpose of the action of Christ on earth, is provided impartially to both male and female. The leper cleansed as the poor widow will share in the salvation promised by Christ and made possible by his death on the cross, shown in the central apse. But the widow’s offering can also receive an interpretation anti-heretical: it illustrates, in the Parisian manuscript, folio 316, the second letter of Gregory to Kledonius, against the heresy of Apollinarius, considered a “second Judaism.” The next two scenes form a thematic pair: the cure of the man with the withered arm11 (Fig. 15) and that of the man with dropsy12, two miracles performed on Sabbath, a day when, according to the Pharisees, it was forbidden to heal. Placed along side each other because of their common meaning, they participate in the general condemnation of the attitude of the Pharisees with regard to Sabbath13. In the miniature of the Parisinus graecus 510, the Healing of the man with the withered arm is one of the events selected to illustrate the first letter to Kledonius, already referred to, although the event is not mentioned in the sermon. As for the Healing of the man suffering from dropsy, it is often used in anti-Jewish polemic, and in the Paris. gr. 510 it is included in the miniature folio 170 to provide a visual exegesis to Gregory’s sermon “Against Eunomians”, emphasizing the divinity of Christ and challenging the Jews. The next pair of miracles shows the Healing the officer’s son and the Healing of the daughter of Jairus14; their association indicates that the de10 11 12 13 14 The captions are inspired from Mk 12. 41-44: «the two lepta of the widow «, and the Jesus’ words «amen amen I tell you, this poor widow has put more than all the others». Mt. 12. 9-13 (Monday of the 5th week of Matthew), Lk 6. 6-6-10 (Saturday of the 4th week of Luke), Mk 3. 1-5 (1st Saturday of Lent). Lk 14. 1-6 (Saturday of the 3rd week of Luke). The titles of the the two compositions are taken from the liturgical gospel : “about the man with the withered hand” and “about the healing of the dropsy”. Healing of the officer’s son : Jn 4. 46-54, reading on Monday of the 3rd week after Easter; Raising of Jairus’s daughter: Mt 9.18-26 (Saturday of the 6th week of Matthew), Lk 8. 40-56 (7th Sunday of Luke) et Mk 5. 21-43 (Friday of the 14th week of Mark). 1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u 139 Catherine JOLIVET-LEVY signer intended to maintain the balance of male and female (Fig. 5). Both miracles involve not poor people (as the widow or the man with dropsy), but children (boy and girl) of important persons - an officer, a nobleman with royal connections, and the synagogue ruler - and they take place, as does the next miracle (Healing of the paralytic), in the same place (Capernaum). The texts inscribed in the former scene are “about the officer”, and “Go, your son lives”. The narrative of the gospel presents this healing as the gift of life, a sign and anticipation of eternal life, and emphasizes the conversion of the nobleman and his family. As for the synagogue ruler, Jairus, he is part of the elite of society, but he also represents the Jewish people. The Healing of the Paralytic15 is another miracle which was performed in Capernaum, and it is also liturgically associated with the story of Jairus’ daughter: their narratives are read respectively on Sunday and Saturday of the sixth week of Matthew. As it is often the case, the image shows the end of the story, when the cured paralytic leaves, his mat on his back. The miracle reveals the power of God to an audience of Pharisees and scholars of the law. It is also a lesson about faith and forgiveness (“your sins are forgiven”, says Christ), that Jesus sought to teach. Commentators have often given an anti-Jewish interpretation to this miracle - and the scene has been selected in the gr. 510 to illustrate on folio 316 the second letter of Gregory to Kledonius against the heresy of Apollinarius. Finally, the cycle ends with the Raising of Lazarus, whose feast is on Saturday just before Palm Sunday (Entry into Jerusalem): it has deliberately been placed in the centre of the register to emphasize its importance, but it is useless to discuss it here. Then the cycle of the Passion starts with the Entry into Jerusalem (Fig. 5). This tentative explanation of the cycle of Christ’s public life in Tokalı kilise as an anti-heretic imagery is supported by the emphasis in the south part of the church on subjects related to the mission of the apostles: the Pentecost, the Mission of the Apostles and Saint Peter ordaining the first deacons (Fig. 16). It has been argued that they have been depicted to celebrate missionary work that was going on at that time and to exalt 15 Mt 9. 2-8 (6th Sunday of Matthew); Mk 2. 1-12 (2nd Sunday of Lent); Lk 5, 17-26 (2nd Saturday of Luke). The title of the image is: “about the healing of the Paralytic”. 140 1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u Tokalı Kilisesinin Gözden Geçirilmesi: Yeni Kilisede İsa'nın Vaizlik Döngüsü Üzerine Yeni Düşünceler the proselytizing politics of the emperors striving for the universality of Christianity. The presence in the northern part of the church of an exceptional cycle devoted to St. Basil of Caesarea has to be explained in the same context (Fig. 17). The dispute over the possession of the church of Nicaea, that emperor Valens had assigned to the Arians, was narrated in five episodes (Fig. 18). Despite three days and three nights of prayers, the Arians fail to open the doors of the church, while the Orthodox succeeded in one night. As a result of this miracle, they were given the church. This account therefore underlined the victory of Orthodoxy over heresy. Furthermore, the church - Tokalı kilise - was probably dedicated to St. Basil (shown in the center of the main apse and two other locations), and St. Basil is known as one of the main opponents to Arianism, considered, in medieval times, to be the paradigmatic heresy, the reference case for all forms of heresy. Of course, in the tenth century, the time of the great heresies (Nestorianism, Monophysism, Monothelism) is over; but they have become the religions of populations close to Cappadocia, as Armenians and Syrians - and the Byzantine reconquest in the East in tenth century made Syrians come back into the Empire. Various heretic and judaizing sectarian groups, who denied the union of both natures into the incarnated God, persisted in Asia Minor16: iconography could confirm their supposed persistence in Cappadocia in 10th century. But of course this reading of the paintings is by no means exclusive, and the polysemy of images, especially in such a sophisticated monument as Tokalı kilise, allows other readings17. 16 See G. Dagron, in Histoire du Christianisme, t. 4. Évêques, moines et empereurs (610-1054), p. 226-234. 17 For instance, we find in several episodes the theme of wealth: the Temptation of Christ, renouncing all the treasures of the world that offered him the devil, the Calling of Matthew, the publican who renounces his gainful occupation as a tax-collector to follow Christ, the episode of the poor Widow’s mite. These subjects could have had a special resonance for the sponsors or the designers of the iconographic programme. 1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u 141 YÜKSEKÖĞRETİM ÖĞRENCİLERİNİN BAŞARILARINA TAKIM ÇALIŞMASININ ETKİSİ EFFECT OF TEAM WORK ON THE SUCCESS OF THE STUDENTS OF HIGHER EDUCATION Celal GÜLŞEN* - Taner DURAN** ÖZET Çağdaş eğitim sistemlerinin en önemli unsurlarından biri olan ‘Takım Çalışması’na olan gereksinim, öğrenen okullarda olmazsa olmazlardan biri olarak karşımıza çıkmaktadır. Bireyin var olan potansiyelini ortaya çıkarmasında aktif rol üstlenen, tek başına yapamadığı veya elde edemediği hedeflerini işbirliğiyle aşmaya çalıştığı takım çalışmaları, eğitim sürecinde beklenen hedeflere ulaşmayı sağlamada da önemli bir gereklilik olarak görülmektedir. Bu gereklilikten hareketle Nevşehir Üniversitesi Ticaret ve Turizm Eğitim Fakültesi öğrencilerinin başarılarına takım çalışmasının etkisini araştırmak önemli görülmüştür. Bu öneme binaen de 2010-2011 öğretim yılında Nevşehir Üniversitesi Ticaret ve Turizm Eğitim Fakültesinde öğrenim gören öğrencilerin başarılarına takım çalışmasının etkisini ortaya koymak amacıyla böyle bir araştırma yapılmasına ihtiyaç duyulmuştur. Genel tarama modeli kullanılarak yapılan araştırma kapsamında, öncelikle araştırmanın hedeflenen amaca ulaşabilmesi için ilgili literatür taraması yapılmış ve elde edilen veriler yardımıyla görüşlerin belirlenmesi için, Kara (2006) tarafından geliştirilmiş olan 45 maddelik anket (ölçek) kullanılmıştır. Anket, evren olarak seçilen Nevşehir Üniversitesi Ticaret ve Turizm Eğitim Fakültesinde öğrenim gören öğrencilerin tamamına uygulanmıştır. Ayrıca örneklem alınmamıştır. Ankete katılan öğrencilerin önermelere katılım derecelerini belirlemek amacıyla ‘’Beşli Likert Ölçeği’’kullanılmıştır. Araştırmaya katılan öğrencilerin görüşleri, Nevşehir Üniversitesindeki “takım çalışmalarının düzeyi”, “takım çalışmalarının eğitim öğretime etkisi”, “takım çalışmasının yönetimde etkisi”, “takım çalışmalarının öğrenciler * Yrd. Doç. Dr., Nevşehir Üniversitesi, Fen Edebiyat Fakültesi, Eğitim Bilimleri Bölüm Başkanı, e-posta: celalgulsen@gmail.com ** Nevşehir Üniversitesi, Ticaret ve Turizm Eğitim Fakültesi, e-posta: tanerduran30@gmail.com 1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u 143 Celal GÜLŞEN - Taner DURAN üzerinde etkisi” olmak üzere_dört farklı boyutta ele alınarak frekans (f) ve aritmetik ortalamalara (x) göre değerlendirilerek yorumlanmıştır. Araştırma sonucunda, Nevşehir Üniversitesi Ticaret ve Turizm Eğitim Fakültesi Öğrencilerinin “Yükseköğretim Öğrencilerinin Başarılarına Takım Çalışmasının Etkisi”ne yönelik ankette, genel ortalama olarak _ “çok” (x=3,54) düzeyinde katılım gösterdikleri görülmüştür. Anahtar Kelimeler: Üniversite, Eğitim, Takım Çalışması, Başarı. ABSTRACT The need for “Team Work”, one of the most important elements of contemporary education systems, is really essential in learning schools. Team work in which an individual tries to reach the targets that s/ he could not achieve alone, and plays an active role in revealing existing potential of him/her is seen as an essential necessity in accomplishing targets expected in the process of education. Thus, studying the effect of teamwork on the success of the students at the Faculty of Commerce and Tourism Education of Nevşehir University is considered necessary. Therefore, a study to find out the effect of teamwork on the success of students at the Faculty of Commerce and Tourism Education of Nevsehir University in the academic year 20102011 is felt necessary. In the scope of the study carried out through general screening pattern, in order for the study to reach the target, first relevant literature review is made and to reach ideas using obtained data a 45-item survey(scale) developed by Kara (2006) is used. The survey is conducted on each student studying at the Faculty of Commerce and Tourism Education at Nevşehir University, who are selected as the population. Sampling is not performed additionally. “5 Point Likert Scale” is used to determine the extent of students’ opinion of the statements. The opinions of the students taking part in the survey are assessed _ and interpreted according to frequency (f) and arithmetic mean (x) within four different parts as “level of teamwork”, “effect of teamwork on education”, “effect of teamwork on administration”, and “effect of teamwork on students” at Nevsehir University. As a result of the research, in the survey “The Effect of Team Work on the Success of University Students” by the students of the Faculty of Commerce and Tourism Education at Nevsehir Univer_ sity, their participation as general average is “high” (x=3,54). Key Words: University, Education, Team Work, Success. Giriş Çağdaş eğitim sistemlerinin önemli öğelerinden birisinin de, öğrenen bireyi sosyal yönden geliştirirken, karşı tarafın fikirlerine saygı duymayı sağla- 144 1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u Yükseköğretim Öğrencilerinin Başarılarına Takım Çalışmasının Etkisi yacak beceriler kazandırmak ve sorumluluk almaya isteklendirmek olduğu vurgulanmaktadır. Öğrencilerin sorumluluk almaya isteklendirilmesinde ise, işbirlikçi öğrenmeye ağırlık verilmesi gerektiği üzerinde durulmaktadır. İşbirlikçi öğrenmede, birey, içinde bulunduğu grupta elde ettiği başarıyı birbiriyle paylaşır, birbirini etkileyerek öğrenmenin etkili bir şekilde gerçekleşmesini sağlayıcı bir ortam oluşturulması için çaba sarf eder. Eğitimde işbirlikçi öğrenme, takım çalışması yapılmasını gerekli kılmaktadır. Takım denildiğinde daha çok birbiriyle iyi ilişkiler kurabilen bir işi yapmada en usta olan kişilerin bir araya gelmesi, kendi yöneticilerini kendilerinin seçmesi, birlikte dayanışma içinde çalışması kastedilmektedir (Kara, 2006; Ölçüm, 1998). En basit şekilde takım, “ortak bir amaç ve yardımlaşma için birliktelik, üyelerini geliştiren ve değiştiren güç,” olarak tanımlanabilir. Takım olgusundan söz etmek için “en az iki kişinin varlığı, üyelerarası iletişim, bilinçli topluluk, her üyenin amaçların gerçekleştirilmesine katkısı, amaçlara ulaşma konusunda anlaşma, eylem biçimi üzerinde birleşme, üyeler arasından grubu yöneltmek üzere seçilen kişi (lider) konusunda anlaşma” gibi bazı temel özelliklerin bulunması gerekir: (Doğan, 2002; Erdoğan, 1996; Kara, 2006; Sabuncuoğlu ve Tuz, 1995; TDK, 2011). İnsanlar, pek çok sorunu tek başlarına çözemezler, güçlerini birleştirmek zorunda kalırlar. İnsanlar, güçlerini bir liderin önderliğinde, takım bilincine ulaşarak birleştirdiklerinde, bir üstün güce (synergy) ulaşırlar. Bir örgütün, ürününü üretmekten sorumlu tüm takımlar, sorun çözme güçlerini böylesine artırdıklarında ise, örgütsel etkililiği istenen düzeyde gerçekleştirebilirler. Takım çalışmalarında, ortak bir amaca inanmak ve yönelmek, işbirliği havası içinde ortak çaba harcamak, üyelerin güvenini ve desteğini kazanmış ortak bir lidere inanmak, üyelerin moral düzeylerini olumlu yönde etkileyecek çalışma koşullarını sağlamak, bir takımı başarıya götüren, örgütsel etkililiği arttıran faktörler olarak gösterilmektedir (Başaran, 2000; Kara, 2006; Sabuncuoğlu ve Tuz, 1995). Takım üyelerinin farklı çevreden, farklı kültürden gelmiş olduğu unutulmamalıdır. Bununla birlikte bir takımda yer alan üyelerin yapması gereken etkinlikler aşağıda verilmektedir (Kara, 2006): ¾ İşgörenler tartışmayı başlatmalı, ¾ Düşünceleri ve bilgileri araştırabilmeli, ¾ Amaçlara erişebilmek için öneriler getirmeli, ¾ Fikirler üzerinde ayrıntılı ve açık olmalı, 1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u 145 Celal GÜLŞEN - Taner DURAN ¾ Görüşlerini özetleyebilmeli, ¾ Birlik duygusu ile hareket etmeli, ¾ Çalışmaları sahiplenmeli, ¾ İşgörenler yaratıcı olmalı, ¾ Zor konularda doğru çalışma takımı içerisinde yer almalı, ¾ Takımın duygularını açıklayabilmeli, ¾ Takım ile beraber hareket edebilmeli, ¾ Bilgi, doküman ve kaynakları referans olarak kullanmalı, ¾ Övgüyü de şikayeti de kabul etmeli, ¾ İşgörenlerde üyelik bilinci gelişmiş olmalı, ¾ İşgörenler eşgüdümlenmeli, ¾ Işgörenler hedef için güdülenmeli, ¾ İşgörenler arasında çatışma olmamalı, ¾ İşgörenler arasında güven olmalı, ¾ İşgörenler birbirlerine inanmalı, ¾ İşgörenler birbirlerini tanımalı, ¾ İşgörenlere takımın hedefleri ve iş cazip gelmeli, ¾ İşgörenlerin karara ve çözüme katılması sağlanmalı, ¾ İşgörenler arasında iş ile ilgili aykırılıklar olmamalı, ¾ Çatışma ortamında işbirliği yapmalı, ¾ İşgörenler kendilerini ve diğer üyeleri geliştirmeli, ¾ Karşılaşabilecekleri engelleri aşabileceğine inanmalı, ¾ Takım lideri her işgörenin yeni düşünce ve yöntem yaratacağına inanmalı, ¾ İşgörenler etkilemeye ve etkilenmeye açık olmalı, ¾ İş ile ilgili toplanan bilgiler işgörenlerce bilinmelidir. Yukarıda vurgulanan etkinliklerin eğitim örgütlerinde uygulanabilmesi, eğitimde takım çalışması konusunu karşımıza çıkarmaktadır. Eğitim örgütlerinde takım çalışmalarının yapılmasına yönelik çeşitli yasal düzenlemeler yapılmakla birlikte uygulamada bazı sıkıntılar görülmektedir (MEB, 2001, MEB, 2011). Eğitim Kurumlarında Takım Çalışması Eğitim sistemlerinde geçmişten günümüze çoğu iyi niyetli çeşitli reform çalışmaları yapılmasına rağmen, siyasi boğuşmalar nedeniyle birçoğu 146 1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u Yükseköğretim Öğrencilerinin Başarılarına Takım Çalışmasının Etkisi amacına ulaşamamış ve bazı bürokratik düzenlemelerden öteye gidememiştir (Gülşen, 2009). Eğitim sistemlerinde son dönemlerde yapılan iyileştirme faaliyetlerinde ise, eğitimde kalite geliştirme çalışmalarının ön plâna çıkarıldığı görülmektedir. Okullarda yapılacak kalite çalışmalarında, tüm çalışanların katılımını sağlayacak takım çalışmaları, kalite geliştirmenin temel taşı olarak görülmektedir. Bu nedenle okulların takım çalışmasına yönlendirilmesi bir ihtiyaç olarak ortaya karşımıza çıkmaktadır. Eğitim kurumlarında takım çalışmalarına kurul toplantıları ve bölüm toplantılarında gereken önemin verilmesi gerekli görülmektedir. Takım çalışmalarının, okulların tüm etkinliklerinde sürekli olarak işlevsel kılınması kurumun verimliliği açısından büyük önem taşımaktadır (Ünal, 1998). Toplam kalite yönetimi çalışmaları ile takım çalışmasının yararları kavranmaya başlanmıştır. Problem çözme ekipleri, kriter ekipleri ile daha etkili takım çalışmaları uygulamaları görülmeye başlanmıştır (MEB, 2011). Amacına uygun olarak eğitim kurumlarında takım çalışması yapıldığında birçok faydasının olduğu görülecektir. Takım çalışması yapan eğitim kurumlarında bazı olumlu gelişmelerin olması beklenmektedir. Bu olumlu gelişmeleri okula/kurama ve çalışanlara/öğrenciye faydalar olarak ayrı ayrı inceleyebiliriz (Kara, 2006; MEB, 2011). Takım Çalışmalarının Okula/Kuruma Yararlarını aşağıdaki şekilde sıralayabiliriz: ¾ Çalışanlar arasında işbirliğini geliştirir, ¾ Çalışanların okul/kurumun sorunlarına karşı duyarlılıkları artar, ¾ Hizmet kalitesinde gelişme sağlanır, ¾ Devamsızlıklar azalır (sevk, rapor gibi), ¾ Okul/kurumda fark edilmemiş sorunların görülmesini ve çözümünü sağlar. Takım Çalışmalarının Çalışanlara/Öğrencilere Yararlarını ise aşağıdaki şekilde sıralayabiliriz: ¾ Çalışanların/öğrencilerin düşüncelerini ifade edebilecekleri bir ortam yaratır, ¾ Çalışanlarda/öğrencilerde okul/kuruma karşı ait olma duygusunu geliştirir, ¾ Çalışanların/öğrencilerin liderlik yeteneklerini geliştirir, ¾ Çalışanların/öğrencilerin çalışma alanları ile ilgili faaliyetlerde etkin rol almalarını sağlar, ¾ Çalışanlarda/öğrencilerde iş doyumu sağlanır. 1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u 147 Celal GÜLŞEN - Taner DURAN Takım çalışmalarının faydaları bulunmasına karşın, uygulama aşamasında bazı durumlarda bir takım sıkıntılarının bulunması da doğaldır. Bireyci kültürlerde takım ruhunun oluşturulmasının güç olmasına karşılık, ortaklaşa davranışı öne çıkaran toplumcu kültürlerde bunun başarılması daha kolaydır. Bireyci kültürlerde ben kavramına vurgu yapılırken, toplumcu kültürlerde biz kavramı önem kazanmaktadır. Okul yöneticisi, okulda bütünleşmeyi sağlamaya dönük, ortaklaşa davranışı öne çıkaran ortak bir kültürün oluşmasına ve sürdürülmesine öncülük etmelidir” (Ölçüm ve Yaman, 2004; Şişman, 2002). “Eğitim insandaki gizil güçleri geliştirmek ve onu olabildiğince yetkinleştirmek olarak algılandığında, bireyin duygu ve düşüncelerine karşılık vermeyen bir eğitsel etkinliğin yararlı olması beklenemez. Bu anlayış tüm okul örgütünün bir takım ruhuna sahip olmasının önemine işaret etmektedir. Okul bir emir komuta ya da ast üst ilişkileri örgütü değil, bir paylaşım ve dayanışma birimidir. Dolayısıyla insan ilişkileri açısından “ben-sen” ikiliği ve karşıtlığı yerine “biz” duygusu yerleştirilmedikçe etkili bir eğitsel ortam sağlanamaz. Bu açıdan eğitim yöneticilerinin etkili liderlik özellikleri göstermeleri ve durumsal değişkenleri dikkate almaları gerekir. Öğrenci, öğretmen ve yöneticilerin amaç ve süreçler üzerinde odaklanmaları, eğitsel etkinlikleri daha yararlı ve kalıcı sonuçlara ulaştıracaktır. Bu nedenle öğretmen, yönetici ve öğrencileri örgüt içinde birbirlerine daha çok yaklaştıracak toplantılar gibi etkinliklere yer verilmelidir (Gülşen vd, 2010). Okulun bir parçası olduğunu düşünen öğrenci ya da öğretmen, kendisini takımın başarısızlığından sorumlu hisseder. Aynı şekilde takım ruhu örgütsel başarılardan haz ve kıvanç duymaya yol açar. Buna göre birey ancak parçası olduğunu düşündüğü bütüne yönelir ve bu süreçte gönül gücüyle çaba gösterir. Bir kararın etkileyeceği birey ve gruplar, o kararın alınmasına ne kadar çok katılırlarsa, uygulanmasına da o kadar çok katılmaktadırlar. Toplam kalite yönetimi yaklaşımında insanın rolü de, onun bu gönül gücünü ortaya çıkartmak ve herkesi takımın bir organı haline getirmek olarak karşımıza çıkmaktadır. Çağdaş okullarda tüm olarak okulun bir takım haline gelmesine çalışılmaktadır. Bu anlayışta okulun, alt sistemlerinin toplamından daha fazlasını ifade ettiği kabul edilir. Bunun gereği olarak da bireylerarası işbirliği, etkileşim özendirilir. Takım haline gelebilmiş örgütlerde sinerji anlayışı hakimdir. Bu kavram da çalışanların işbirliği ve etkileşime girmesini, birbirlerinden öğrenmelerini gerektirir. Takım haline gelebilmiş bir okulda çalışanların topyekün bir takım halinde hareket etmeleri sağlanır. Takımda bir başına hareket etme, “ben görevimi yapayım da başkaları ne yaparsa yapsın” yaklaşımları kabul 148 1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u Yükseköğretim Öğrencilerinin Başarılarına Takım Çalışmasının Etkisi görmez. ”Herkes kendinden sorumlu” anlayışı yerine, “birimiz hepimiz, hepimiz birimiz” yaklaşımı egemendir” (Gülşen, 2009; Kara, 2006). Eğitimde biz duygusunu yerleştirecek olan işbirliğine dayalı öğrenme diye de nitelendirebildiğimiz takım çalışmalarında, birçok olumlu gelişmenin gözlenebileceği doğaldır. Eğitimdeki takım çalışmalarıyla öğrencilerin düşünme becerileri geliştirilmektedir. İşbirlikçi öğrenme yönteminde, pasif bir şekilde bilgisayar ekranından bilgi okuma ya da öğretmenin sunduğu bilgiyi dinleme yerine, birlikte çalışan öğrenciler öğrenme sürecine bağlanmış olurlar. Birlikte çalışan öğrenci çiftleri en etkili iletişim formunu ortaya koyar, üçlü grup ve daha büyük gruplarda öğrenciler çiftler halinde çalışırken bir kişi, öteki partneri araştırma altındaki problemi tartışırken dinler. Her ikisi de, partnerinin yorumları ve sorularını cevaplayarak ve daha hızlı geri bildirim alarak, onları tartışarak, kendi fikirlerini formüle ederek değerli problem çözme yeteneklerini geliştiriyorlar. İşbirlikçi öğrenme eleştirel düşünceyi teşvik eder ve tartışma boyunca öğrencilerin fikirlerini açıklamalarına yardım eder. İkili, üçlü grup ya da daha fazlasının içinde tartışma ve müzakerenin seviyesi, bir öğretmenin tartışmaya rehberlik ettiği geniş hacimli bir sınıfa iştirak edenlerden çok daha fazladır. Öğrenciler, tartışmaya iştirak etmek için uzun bir süre beklemek zorunda kalmaksızın, fikirleri ve cevapları hakkındaki sorular ya da acil geri bildirim alırlar. İşbirlikçi öğrenmenin bu yönü bütün sınıfın tartışmasını engellemez. Tartışmanın seviyesi daha memnun edici olur. İlaveten, öğretmen geçici olarak bir grubun tartışmasına katılabilir ya da öğrenciler tarafından ortaya çıkarılan kavram ya da sorunların izahına ya da grup üyeleri tarafından yapılan sorulara kısa süreli katılabilir. İşbirlikçi öğrenme sınıf içinde ve sınıf dışında öğrencilerin yeteneklerini ve pratiklerini arttırmaktadır. İşbirlikçi öğrenme aktiviteleri ile eğitimin temel görüşü olan bilgi kazanma ve üretme yeteneklerinin kazanılması kolaylaştırılabilir. Eleştirel düşünme yeteneklerini geliştirmek için öğrenciler temel bilgiye ihtiyaç duyarlar. Bu temel yetenekleri elde etmek bir dereceye kadar hafıza çalışması ve tekrar gerektirir. Bu bireysel olarak yapılmaya çalışıldığında sıkıcı olur. Bu süreçte öğrenciler birlikte çalışırsa, tekrar etme yerine, daha eğlenceli ve ilginç bir öğrenme süreci olur. İşbirlikçi öğrenme sözlü iletişim becerilerini geliştirir. Öğrenciler çiftler halinde çalışırken bir partner öteki dinlerken kendi cevabını açıklar, soru sorar ya da ötekinin duyduğu şey hakkında yorumlarını sorar. Birinin cevabını açıklaması, işbirlikçi sürecin çok önemli bir parçasıdır ve daha yüksek 1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u 149 Celal GÜLŞEN - Taner DURAN düşünme yeteneği sunar. Öğrenciler gruplarda çalışırken sözlü olarak kendilerini ifade ederken, bir probleme yaklaşmanın uygun yollarını görür, bir problem hakkında yalnız başına düşünme yerine bir grup olarak düşünmeyi öğrenir, gruptaki acemi öğrencilerin probleminin çözümüne iştirak edebilirler. Bunu yaparken öğrenciler yüksek seviyede eleştirel düşünme seviyesi de kazanırlar (Kara, 2006). Takım çalışması esasına dayalı olan işbirlikçi öğrenme, öğrenme sorumluluğu alma, keşfedici ve etkin bir öğrenme ortamı da yaratmaktadır. İşbirlikçi öğrenmenin büyükçe bir merkezi (odak noktası) öğrencilerin öğrenme sürecine aktif bir şekilde katılmalarıdır. Her ne zaman iki ya da daha fazla öğrenci bir soruyu cevaplamaya ya da bir problemi çözmeye teşebbüs etse, öğrenciler keşfedici öğrenme sürecine karışırlar. Öğrenciler birbirleriyle etkileşime girerler, bilgilerini ve fikirlerini paylaşır, ilave bilgi arar, düşündüklerinin sonuçları hakkında karar alır ve bulgularını tüm sınıfa sunarlar. Onlar eşlerine ders verebilir ya da ders alabilirler. Öğrenciler, sınıfın şekli ve tarzı ile ilgili öneriler boyunca, sınıfın yapısının oluşumuna yardım etme fırsatına sahiptirler. Bu, konferans formatındaki derste ya da öğretmen öncülüğündeki tüm sınıf tartışmalarında bile erişilemeyecek bir öğrenci yetiştirme seviyesidir (Ölçüm ve Yaman, 2004). İşbirlikçi öğrenmede öğrenciler birbirlerine yardım ederler ve grup içinde okuyucu, kayıt tutucu gibi farklı roller alırlar. Öğrencilerin yeterli kılınması, öğrencide olgunluk ve öğrenme süreçlerinde sorumlulukları besleyen bir ortam yaratır. Öğretmen yönetici olmak yerine kolaylaştırıcı olur ve öğrencide pasif takip edici yerine iştirak etmeye gönüllü olur. İşbirlikçi öğrenme, öğretmen adaylarına etkili öğretme stratejilerinin eğitimini sağlar. Öğretmen adayları işbirlikçi öğretime dayalı bir eğitim süreci sonrası mesleğe başladıklarında, yöntemin önemli faydalarını ve öğrencilerin etkileşimini gözlemleyerek, kendi becerilerini de ilave ederek kendi derslerinde uygulamaya gayret edeceklerdir. İşbirlikçi öğrenme, öğrencilerin, öğretmenleri bilginin tek kaynağı olarak düşünmelerinden vazgeçmelerine de yardımcı olmaktadır. İşbirlikçi öğrenme, öğrenci merkezli felsefeden hareket eder, öğrenciyi öğrenme sürecinde sorumluluk almaya teşvik eder ve sınıf dışında da grup halinde enerji harcamaya teşvik eder. Öğretmen bir uzman olmaktan ziyade, rehber ve kaynak olarak hizmet verir. Öğretmen bu durumda pasif değildir. İşbirlikçi öğrenme, büyük oranda öğretmen tarafından hazırlık ve planlama gerektirir. Sonuçta öğretmen ve öğrenci seviyesinde yükselmeler görülür. Ayrıca 150 1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u Yükseköğretim Öğrencilerinin Başarılarına Takım Çalışmasının Etkisi öğrencilerin bir bilgiyi kendi kendilerine elde edebilmeleri yeteneğine sahip olması da motivasyon düzeyini yükseltir. İşbirlikçi öğrenme yarış temelli olmaktan ziyade öğrenme temelli yaklaşımı teşvik ettiği için yapıcı yaklaşıma da uyar. Bunun neticesinde öğrencilerin araştırma yapmalarına ve derslere devam oranlarına olumlu etki gözlenir. Öğrenciler kendi yapıları ve çözümlerini bir kez formüle etti mi, öğrenciler eleştirel düşünürler. İşbirlikçi teknikleri, metin kitabı ya da öğretmen tarafından sunulan materyali yeniden üretmek yerine birlikte, cevaplar üretmeye çalıştıklarında ve soruları kendi dilleriyle tanımlama işine aktif bir şekilde katıldıklarında yapıcı (etkileyici) yaklaşım oluştururlar. İşbirlikçi sürecin temeli olan etkileşim, öğrenciyi süreçleri kontrol edebileceği bir pozisyona yerleştirir ve öğrencileri özel vazifelerinin ürünü için tam sorumluluk almaya teşvik eder. Öğrenciler takım yönetimi, anlaşmazlıkların çözümü ve sosyal yetenekler oluşturma eğitimi alırlar. Kontrol öğrenci ile beraberdir çünkü öğretmen yönetmen değil, kolaylaştırıcı(rehber)dır. Öğrenciye, gruplarının ürününün ne olacağına ve nasıl iş yapacaklarına karar vermeleri için bolca imkan verilir. Öğretmenleri ile tanışarak onlar ile bireysel ilişkiler kuran öğrenciler ve sınıf dışında projelerde çalışan öğrenciler daha iyi sonuçlar alırlar ve okulda kalmaya meylederler. Öğrencilerin problemlerini anlayan ve öğrencilerini tanıyan (bilen) öğretmenler bu problemlerle ilgili yollar bulabilirler. Bu öğretmenler öğrencilerine yardım etme yollarını formüle etmede büyük bir avantaja sahiptirler. Öğrenciler, genellikle öğrencilerini tanımak için zaman harcayan öğretmen tarafından etkilenirler ve bu onları daha iyi performans için cesaretlendirir; bunun öğrencide ilave faydaları olur; öğrencinin notu yükselir, öğrenciler daha uzun hatırlama gerçekleştirirler ve bilgiyi daha iyi transfer ederler. Derse devam ile dersteki başarı arasında çok güçlü pozitif bir ilgileşim vardır” (Şimşek, 2006).Takım çalışması temelinde işbirliğine dayalı bir eğitim sisteminde eğitimin kalitesinin yükseleceği kaçınılmaz bir gerçeklik olarak görülmektedir. Bu kadar olumlu etkileri olduğu gözlenen bir anlayışın eğitimin bütün aşamalarında uygulanması beklenmektedir. Yüksek öğretim kurumlarında da bu beklentinin yüksek düzeyde gerçekleşmesi için çaba gösterilmesi, eğitim sistemlerinin iyileştirilmesi çabalarının bir gayreti olarak görülmektedir. Yüksek öğretimde özellikle öğretmen yetiştiren kurumlarda öğrenim gören öğrencilerin, meslek yaşamlarında da öğrenci merkezli bir anlayış benimsemeleri için takım çalışmasına ağırlık verilmesi daha da önemsenmelidir. Bu öneme binaen eğitim fakültesi öğrencilerinin takım çalışmalarına bakışlarını öğrenmek amacıyla böyle bir araştırma yapılması gerekli görülmüştür. 1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u 151 Celal GÜLŞEN - Taner DURAN Yöntem Araştırmanın Amacı Bu araştırma; “Yükseköğretim Öğrencilerinin Başarılarına Takım Çalışmasının Etkisi”ni öğrenmek amacıyla yapılmıştır. Araştırma Modeli Araştırmanın yürütülmesinde genel tarama modeli kullanılmıştır. Nevşehir Üniversitesi Ticaret ve Turizm Eğitim Fakültesi öğrencilerinin “Yükseköğretim Öğrencilerinin Başarılarına Takım Çalışmasının Etkisi” konusundaki görüşlerini belirlemek amacıyla “Takım Çalışması” anketi kullanılmıştır. Araştırmanın Evren ve Örneklemi Araştırmanın evrenini, Nevşehir Üniversitesi Ticaret ve Turizm Eğitim Fakültesi’nde 2010-2011 eğitim ve öğretim yılında öğrenim gören öğrenciler oluşturmaktadır. Evrenin tamamına ulaşıldığı için ayrıca örneklem alınmamıştır. Ticaret ve Turizm Eğitim Fakültesi öğrencilerinin ankete katılım frekans (f) ve yüzde (%) dağılımları Tablo 1’de gösterilmiştir. Tablo 1. Örneklem Grubunun Ankete Katılım Frekans (f) ve Yüzde (%) Dağılımları. Ankete Örneklem Grubu Nevş. Ünv. Ticaret ve Tur. Eğt. Fak. Öğrencileri Cevap Verenler f % 96 76,19 Cevap Vermeyenler f % 30 23,81 TOPLAM f % 126 100 Veri Toplama Aracı ve Geliştirilmesi Araştırmanın kuramsal verileri, alanyazın taraması yapılarak ve ilgili uzman görüşleri alınarak belirlenmiştir. Görüşlerin belirlenmesi amacıyla da Kara (2006) tarafından geçerlik ve güvenirliği test edilmiş olan “Beşli Likert Ölçeği’’ ile geliştirilmiş 45 maddelik “Takım Çalışması” anketi uygulanmıştır. Verilerin Toplanması, Çözümlenmesi ve Yorumlanması Araştırmada kullanılan anketle elde edilen verilerin yorumlanmasında evrenin tamamına ulaşıldığı için değerlendirmelerde sadece yüzde (%), aritmetik ortalama () ve frekans (f)’lara yer verilmiştir. Araştırmaya katılan öğrencilerin görüşleri, Nevşehir Üniversitesindeki “takım çalışmalarının düzeyi”, “takım çalışmalarının eğitim öğretime etkisi”, “takım çalışmasının yönetimde etkisi”, “takım çalışmalarının öğrenciler 152 1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u Yükseköğretim Öğrencilerinin Başarılarına Takım Çalışmasının Etkisi üzerinde etkisi” olmak üzere dört farklı boyutta ele alınarak değerlendirilmiş ve tablolara yerleştirilerek yorumlanmıştır. Bu yorumlama yapılırken ölçekteki aralıkların eşit olduğu düşüncesinden hareket edilmiştir. Ölçeğin seçenekleri, sınırları ve ağırlık dereceleri Tablo2’deki şekilde belirlenmiştir. Tablo 2. Anketteki Önermelere Katılım Derecelerine Verilen Ağırlıklar ve Bu Ağırlıkların Sınırları. Ağırlık 1 2 3 4 5 Seçenek Hiç Az Orta Çok Tam Sınırlar 1.00–1.79 1.80–2.59 2.60–3.39 3.40–4.19 4.20–5.00 Bulgular, Tartışma ve Yorumlar Araştırma sonucunda aşağıdaki bulgular elde edilmiştir. Elde edilen araştırma sonuçları tablolara yerleştirilerek Ticaret ve Turizm Eğitim Fakültesi öğrencilerinin görüşlerini ışığında dört alt grup/problem halinde ele alınarak Tablo:3, Tablo:4, Tablo:5 ve Tablo:6’da değerlendirilerek yorumlanmıştır. Tablo 3. Ticaret ve Turizm Eğitim Fakültesi öğrencilerinin “Üniversitedeki Takım Çalışması” ile ilgili Görüşleri. Sıra SORULAR No 1 Üniversitemizde takım çalışmaları gereklidir. 2 Üniversitemizde takım çalışmaları yeterli düzeydedir Okulumuzda yaratıcı ve faydalı takım çalışmaları 3 yapılmaktadır. 4 Okulumuzda takımlar arasında sağlam bağlar vardır. 5 Okulumuzda takımın içinde yaratıcılık teşvik edilir. 6 Takım çalışmaları ile okuldaki çatışmalar en alt düzeye iner. Okulumuzda Kalite Yönetimi kapsamında öğrencilerin 7 problemlerini çözmeye yönelik oluşturulan öğrenci temsilcilikleri öğrencilerin önerilerini dikkate almaktadır. f _ x 96 3,42* *Hiç(1):1.00-1.79 Az(2):1.80-2.59 Orta (3): 2.60-3.39 Çok(4): 3.40-4.19 Tam(5):4.20-5.00 Tablo 3 incelendiğinde; ankete katılan öğrencilerin “Üniversitedeki Takım _ Çalışması” ile ilgili önermelere genel aritmetik ortalama olarak “çok” (x =3,42) düzeyinde katılım gösterdikleri görülmektedir. Öğrenciler yükse- 1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u 153 Celal GÜLŞEN - Taner DURAN köğretimde takım çalışmasının yapılmasının gerekli olduğuna, okullarında yararlı takım çalışmalarının yapıldığına ve öğrencilerin takım çalışmalarına katıldıklarına “çok” düzeyinde katılım göstermektedirler. Tablodaki _ önermeler içerisinde en yüksek katılımın gerçekleştiği önerme “tam” (x=4,59) düzeyinde katılımın gerçekleştiği “Üniversitemizde takım çalışmaları gereklidir.” önermesi olmuştur. Tablo 4. Ticaret ve Turizm Eğitim Fakültesi öğrencilerinin “Takım Çalışmasının Eğitim Öğretime Etkisi” ile ilgili Görüşleri. _ Sıra SORULAR x f No 1 Takım çalışmaları okulların yapısına uygundur Takım çalışmaları ile dayanışma ve iletişim sağlanarak daha 2 verimli çalışma elde edilir Takım çalışmaları eğitim öğretimde kalitenin artmasına katkı 3 sağlar. Takım çalışmaları ile fakültemizde zamandan tasarruf 4 sağlanmaktadır. 5 Takım çalışmaları ile kişisel gelişime fırsat verilir ve teşvik edilir. 6 Takımlar, işlerin yapılmasını daha kolay hale getirir. Öğrencilerin yeteneklerinden daha fazla yararlanmak için 7 takım çalışmaları en uygun yöntemdir 8 Takım çalışmaları öğrencilerin derse katılmalarına imkân verir Takım çalışmalarında öğrenciler yeteneklerini deneme fırsatı 96 3,69* 9 bulurlar. 10 Takım çalışmalarında üyelere fikirlerini uygulama fırsatı verilir. 11 Takım çalışmaları ile karşılıklı saygı geliştirilir. Takım çalışmaları, takım yanında bireysel başarıyı da 12 geliştirmeye yardım eder. 13 Takım çalışmaları okuldaki demokratikleşme sürecini hızlandırır. Takım çalışmaları öğrencilerin derslerden daha fazla 14 hoşlanmalarını sağlar Takım halinde çalışmak, öğrencilerin enerjisini ve başarısını 15 arttırır. Takım çalışmalarında öğrenciler hedefe ulaşmak için 16 birbirlerine destek olurlar. *Hiç(1):1.00-1.79 Az(2):1.80-2.59 Orta (3): 2.60-3.39 Çok(4): 3.40-4.19 Tam(5):4.20-5.00 Tablo4 incelendiğinde; ankete katılan öğrencilerin “Takım Çalışmasının Eğitim Öğretime Etkisi” konusundaki önermelere genel ortalama olarak _ “çok” (x=3,69) düzeyinde katılmaktadırlar. “Takım çalışmasının eğitim öğretime etkisi” yönündeki görüşleri “çok” olarak desteklemektedirler. 154 1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u Yükseköğretim Öğrencilerinin Başarılarına Takım Çalışmasının Etkisi Önermeler içerisinde ayrıntılı değerlendirme yapıldığında_ise, öğrencilerin en yüksek düzeyde katılım gösterdikleri önerme, “tam” (x=4,19) düzeyinde katılımın gerçekleştiği “Takım halinde çalışmak, öğrencilerin enerjisini ve başarısını arttırır.” önermesi _ olmuştur. En az düzeyde katılımın gerçekleştiği önerme ise, “orta” (x=3,08) düzeyi ile “Takım çalışmaları okulların yapısına uygundur” önermesi olmuştur. Bu sonuçlara bakarak öğrencilerin üniversitelerde takım çalışmasının eğitim ve öğretime etkisinin “çok” olduğunu; ancak takım çalışmasının okulların yapısına uygun olmadığını, yapılan takım çalışmalarının okulların yapısına yeterli düzeyde önem verilmeden yapıldığını belirttikleri görülmektedir. Genel değerlendirme yapıldığında ise, üniversitelerde takım çalışmalarının eğitim öğretim üzerindeki etkisinin çok düzeyinde olduğunu düşündükleri görülmüştür. Tablo 5: Ticaret ve Turizm Eğitim Fakültesi öğrencilerinin “Takım Çalışmasının Yönetime Etkisi” ile ilgili Görüşleri. _ Sıra SORULAR x f No 1 Takım çalışmaları öğretim elemanlarını motive eder. 2 Takım çalışmaları yöneticileri motive eder. 3 Takım çalışmaları okulda her bireye sorumluluk bilinci verir. Öğrenciler arasında takım çalışması yapılması okulumuzun 4 kendisini geliştirmesine yardımcı olmaktadır. Okulumuzda yapılan takım çalışmaları okul yönetiminin 5 planlamasına katkı sağlar. Okulumuzda yapılan takım çalışmaları okulun örgütsel 6 yapısını kurmada etkilidir. Başarılı yöneticiler başarılı takımlarla çalışarak öğrenci 7 başarısını olumlu olarak etkilemektedir. Okulumuzda yapılan takım çalışmaları işgörenin 96 3,84* 8 eşgüdümlenmesinde etkilidir. Takım çalışmaları ile yönetim ve öğrenciler arası iletişim 9 sorunlarına etkili çözüm getirilir. Takım çalışmaları ile öğretmenlerin daha disiplinli çalışması 10 sağlanır. Okulumuzda yapılan takım çalışmaları okulumuzun 11 denetleme sürecini olumlu etkilemektedir. Yöneticilerimiz, öğrenci temsilciliklerinin önerilerini dikkate 12 alarak iyileştirme yaparlar. 13 Yöneticilerimiz okuldaki takım çalışmalarını desteklemektedir. Okulumuzda yapılan takım çalışmaları yönetsel iletişimi 14 olumlu etkilemektedir. *Hiç(1):1.00-1.79 Az(2):1.80-2.59 Orta (3): 2.60-3.39 Çok(4): 3.40-4.19 Tam(5):4.20-5.00 1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u 155 Celal GÜLŞEN - Taner DURAN Tablo 5 incelendiğinde; ankete katılan öğrencilerin “Takım Çalışmasının Yönetime Etkisi” konusundaki önermelere genel ortalama olarak “çok” _ (x=3.84) düzeyinde katılmaktadırlar. “Takım çalışmasının yönetime etkisi” yönündeki görüşleri “çok” olarak desteklemektedirler. Önermeler içerisinde ayrıntılı değerlendirme yapıldığında ise,_ öğrencilerin en yüksek düzeyde katılım gösterdikleri önerme, “tam” (x=4.29) düzeyinde katılımın gerçekleştiği “başarılı yöneticiler başarılı takımlarla çalışarak öğrenci başarısını olumlu olarak etkilemektedir.” önermesi olmuştur. En az düzeyde _ katılımın gerçekleştiği önerme ise, “orta” (x=3.00) düzeyi ile “yöneticilerimiz, öğrenci temsilciliklerinin önerilerini dikkate alarak iyileştirme yaparlar.” önermesi olmuştur. Bu sonuçlara bakarak öğrencilerin üniversitelerde takım çalışmalarının yönetimde önemsenmesi ve kullanılması gerektiğini düşündüklerini; ancak üniversitelerde yöneticilerin öğrencilerin isteklerine gereken önemin verilmediğini ve bunu dikkate alarak iyileştirmelerin yapılmadığını belirttikleri görülmektedir. Genel değerlendirme yapıldığında ise, üniversitelerde takım çalışmasının yönetimde etkisinin çok olduğu görülmektedir. Tablo 6. Ticaret ve Turizm Eğitim Fakültesi öğrencilerinin “Takım Çalışmasının Öğrenciler Üzerinde Etkisi”ile ilgili Görüşleri. Sıra SORULAR No 1 Takımlar, daima yapabileceklerinin en iyisini yaparlar Takım çalışmaları ile öğrenciler arasında karşılaşılan disiplin 2 sorunlarına etkili çözüm getirilir. Okulumuzdaki öğrenciler birbiriyle kolay ve sıkça iletişim 3 kurarlar. 4 Okulumuz öğrencileri, okul kurallarına uyarlar 5 Okulumuz öğrencileri, derslere devamsızlık yapmazlar 6 Okulumuz öğrencilerinin derslere katılımı yeterli düzeydedir 7 Okulumuz öğrencilerinin okula geç kalma sorunu yoktur Okulumuz öğrencileri, birbirlerine karşı saygılı davranmaktadır 8 f × 96 3,21* *Hiç(1):1.00-1.79 Az(2):1.80-2.59 Orta (3): 2.60-3.39 Çok(4): 3.40-4.19 Tam(5):4.20-5.00 Tablo 6 incelendiğinde; ankete katılan öğrencilerin “Takım Çalışmasının Öğrenciler Üzerinde Etkisi” konusundaki önermelere genel ortalama ola_ rak “orta” (x=3,21) düzeyinde katılmaktadırlar. Takım çalışmasının öğ- 156 1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u Yükseköğretim Öğrencilerinin Başarılarına Takım Çalışmasının Etkisi renciler üzerindeki etkisinin “orta” düzeyde olduğunu düşünmektedirler. Önermeler içerisinde ayrıntılı değerlendirme yapıldığında ise, _ öğrencilerin en yüksek düzeyde katılım gösterdikleri önerme, “çok” (x=3.86) düzeyinde “Takım çalışmaları ile öğrenciler arasında karşılaşılan disiplin sorunlarına etkili çözüm getirilir.” önermesi olmuştur. En az düzeyde katılımın _ gerçekleştiği önerme ise, “az” (x=2,44) düzeyinde ile “Okulumuz öğrencileri, derslere devamsızlık yapmazlar.” önermesi olmuştur. Bu sonuçlara bakarak öğrencilerin takım çalışmasının öğrenciler üzerinde olumlu olduğunu düşündüklerini; ancak devamsızlık üzerinde herhangi bir etkisinin olmadığını düşündükleri görülmektedir. Genel değerlendirme yapıldığında ise, takım çalışmasının öğrenciler üzerinde etkisinin “orta” düzeyinde olduğunu düşündükleri görülmüştür. Tablo 7. Ticaret ve Turizm Eğitim Fakültesi öğrencilerinin “Takım Çalışmaları” İlgili Önermeler Konusundaki Görüşlerinin Genel Ortalamaları. Grup Sıra No 1 2 3 4 SORULAR “Üniversitedeki Takım Çalışması” İle İlgili Görüşleri İçeren Maddeler “Takım Çalışmasının Eğitim Öğretime Etkisi” İle İlgili Görüşleri İçeren Maddeler “Takım Çalışmasının Yönetime Etkisi” İle İlgili Görüşleri İçeren Maddeler “Takım Çalışmasının Öğrenciler Üzerinde Etkisi İle İlgili Görüşleri İçeren Maddeler GENEL ARİTMATİK ORTALAMA Madde sayısı _ x 7 3,42 16 3,69 14 3,84 8 3,21 3,54 *Hiç(1):1.00-1.79 Az(2):1.80-2.59 Orta (3): 2.60-3.39 Çok(4): 3.40-4.19 Tam(5):4.20-5.00 Anketinin alt bölümler olarak ayrı ayrı değerlendirmesi yapıldığında ise, öğrencilerinin “Üniversitedeki Takım Çalışmasına _ İlişkin” düşünceleri içeren önermelere genel ortalama olarak “çok” (x=3,42) düzeyinde katıldıkları görülmüştür. “Takım Çalışmasının Eğitim Öğretime _Etkisine İlişkin” yönündeki önermelere ise genel ortalama olarak “çok”(x=3,69) düzeyinde katılım gösterdikleri görülmüştür. “Takım Çalışmasının Yönetime _ Etkisine İlişkin” düşünceleri içeren önermelere genel olarak “çok” (x=3,84) düzeyinde katılmışlardır. “Takım Çalışmasının Öğrenciler Üzerinde _Etkisine İlişkin” yönündeki önermelere ise genel ortalama olarak “orta” (x=3,21) düzeyinde katılım gösterdikleri görülmüştür. 1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u 157 Celal GÜLŞEN - Taner DURAN Sonuçlar ve Öneriler Araştırmada varılan genel sonuçlar şunlardır: 1. Öğrencilerin üniversitelerde takım çalışmalarının gerekli olduğunu düşünmektedirler. 2. Yükseköğretimde takım çalışmasının eğitim ve öğretime etkisinin olumlu olduğunu; ancak takım çalışmasının okulların yapısına uygun olmadığını yapılan takım çalışmalarının okulların yapısına yeterli düzeyde önem verilmeden yapıldığını belirtmektedirler. 3. Yükseköğretimde takım çalışmalarının yönetim tarafından önemsenmesi ve kullanılması gerektiği; ancak üniversitelerde yöneticilerin, öğrencilerin isteklerine gereken önemi vermediği düşünülmektedir. 4. Öğrenciler okulda kalite yönetimi kapsamında öğrencilerin problemlerini çözmeye yönelik oluşturulan öğrenci temsilciliklerini yeterli düzeyde desteklenmediğini belirtmektedirler. Araştırmada varılan sonuçlar doğrultusunda şunlar önerilebilir: 1. Yükseköğretimde takım çalışmalarının yapılmasını temin edecek, yapılan çalışmaların gelişmesini teşvik edecek düzenlemeler (eğitimöğretim, müfredat, öğretim ilke ve yöntemler vb.) yapılmalıdır. 2. Üniversitelerde takım çalışmasına mevcut durumdakinden daha fazla önem verilmelidir ve takım çalışmalarına ilişkin etkinlikler arttırılmalıdır. 3. Yükseköğretimde kalite yönetimi kapsamında öğrencilerin problemlerini çözmeye yönelik oluşturulan öğrenci temsilcilikleri yeterli düzeyde desteklenmelidir. 4. Araştırmanın daha genel sonuçlara ulaşabilmesi için ilgili değişik kesimlerin de görüşlerine başvurulmalıdır. Kaynaklar Başaran, İ.E., 2000, Eğitim Yönetimi Nitelikli Okul, Feryal Matbaası, Ankara. Cafoğlu, Z., 1996, Eğitimde Toplam Kalite Yönetimi, Avni Akyol Ümit Kültür ve Eğitim Vakfı, İstanbul. Doğan, E., 2002, Eğitimde Toplam Kalite Yönetimi, Academyplus Yayınevi, Ankara. Erdoğan, İ., 2004, “Okul Ortamında Performans Geliştirme ve İnsan Kaynakları Yönetimi”, Özel Okullar Birliği Yayınları, Özel Okullar ve Eğitim Yönetimi Sempozyumu, 25-27 Ocak 2004, Antalya. 158 1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u Yükseköğretim Öğrencilerinin Başarılarına Takım Çalışmasının Etkisi Gülşen, C. (2009). “Eğitim Denetiminde Kalite Yönetimi”. Milli Eğitim Dergisi. Yıl:38, Sayı:182, Sf:149-167. Gülşen, C, vd. (2010). Kuram ve Uygulamada Sınıf Yönetimi. Anı Yayıncılık. Ankara. Kara, M. (2006). Eğitimde Takım Çalışması ve Okul Başarısı (İstanbul Okullarında Ampirik Bir Çalışma), Yayınlanmış Yüksek Lisans Tezi, Yeditepe Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, İstanbul. MEB.(Milli Eğitim Bakanlığı), 2001, “T.C. Millî Eğitim Bakanlığı Personel Genel Müdürlüğü Yönetimi Değerlendirme ve Geliştirme Dairesi Başkanlığı MEB Taşra Teşkilâtı Toplam Kalite Yönetimi Uygulama Projesi Kılavuzu”, MEB Yayınevi, Ankara. MEB, (2011). www.meb.gov.tr. (ET:10.09.2011). Ölçüm Ç. M. 1998, İlköğretim Okullarında Takım Çalışması, Alfa Basım Yayım Dağıtım, İstanbul. Ölçüm Ç. M. ve Yaman, E. (2004). “Kaliteli Okulda Etkin Yönetim Anlayışının Bir Göstergesi: Takım Çalışması”, Marmara Üniversitesi Atatürk Eğitim Fakültesi Eğitim Bilimleri Dergisi, Sayı:19, s.43-54, İstanbul. Sabuncuoğlu, Z. ve Tuz, M. (1995), Örgütsel Psikoloji. Ezgi Kitapevi, Bursa. Şişman, M., 2002, Öğretim Liderliği, Pegem A Yayıncılık, Ankara. TDK (Türk Dil Kurumu). (2011). “Türkçe Sözlük”. www.tdk.gov.tr. (ET:10.09.2011). Ünal, S., 1998, “Takım Kurma ve Yönetme Süreci”, Marmara Üniversitesi Atatürk Eğitim Fakültesi Eğitim Bilimleri Dergisi, Sayı:10, s.287-297, İstanbul. 1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u 159 TANRI’NIN YAŞADIĞI BİR YER. NEVŞEHİR BÖLGESİ’NDE HRİSTİYAN KİLİSESİNİN GELİŞİMİ (IV-XIII YÜZYILLAR ARASI) VE BU KİLİSENİN GÖRSEL SANATLARDAKİ ROLÜ A LAND DWELT BY GOD. THE DEVELOPMENT OF CHRISTIAN CHURCH IN THE REGION OF NEVŞEHIR (IV-X CENTURIES) AND ITS ROLE IN VISUAL ARTS Chiara BORDINO* ÖZET Bu çalışmanın amacı, görevleri Hristiyanlığı dört bir yana yaymak olan ve M.S. V. yüzyılda bunun için çok çaba gösteren başlıca Hristiyan yazarlar zamanından, Bizans hükümdarlığının hakim olduğu yüzyılların da sonrasına kadar olan dönemde, Nevşehir Bölgesi’ndeki Hristiyan Kiliseleri’nin gelişimini, yazılı kaynaklar ve kullanılan malzemeleri inceleyerek ortaya çıkarmaktır. Nevşehir Bölgesi’nde, hatta daha genel anlamda Kapadokya’da yer alan ve yüzyıllar öncesine dayanan keşiş kiliselerinin tüm özellikleri ile gözler önüne serilmesi, bölgede Bisanz döneminde son derece gelişen olağanüstü güzellikteki sanat ile ilişkisinin tam olarak ne olduğunu anlamada çok faydalı olabilir. Konuyla ilgili olarak çalışmada farklı özellikler ele alınacaktır: rahiplerin, keşişerin bölge toprakları üzerinde dolaştıkları yerler, papazların konakladığı mekanların bölge topraklarında yayılımı ve bu kişilerin, eserlerin yapılmasını emreden, finansman sunan kişilerle aralarındaki ilişkiler; ikonografik çalışmalarda Kapadokya’da mevcut olan teolojik düşüncelerin etkisi; gerçek inancın, Hristiyanlık içinde mevcut olan sapkınlıklara karşı savunulması ve aziz rahiplerin tanıtılması ile Hristiyan olmayan işgalcilerin etkileri. Bu araştırma, Tuscia Üniversitesi’nin, 2006 yılından beri Nevşehir Bölgesi’nde yürüttüğü kayalık resimlerle ilgili çalışmalar çerçevesinde gerçekleştirilecektir. (Bakınız M. Andoloro’nun ve P. Pogliani’nin bu Sempozyum’daki katkıları). * Researcher at University of Tuscia, Department of Sciences of Cultural Heritage, Viterbo, Italy, e-mail: chiara.bordino@unitus.it 1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u 161 Chiara BORDINO Anahtar Kelimeler: Bizans, V. yüzyılın Hristiyan Yazarları, Rahipler, Keşişler, Kayalık Resim, İkonografi. ABSTRACT From the time of Church Fathers to the subsequent centuries of the Byzantine era, the paper aims to investigate written sources and material evidence in order to retrace the development of Christian Church in the region of Nevşehir. A clearer focus of the several faces of Church in Nevşehir and more generally in Cappadocia will be useful for a better understanding of its role in the extraordinary artistic flowering that occurs in the region in the Byzantine era. Concerning this, several aspects will be considered: the spread and circulation of bishops, presbyters and monks on the territory and their role in artistic patronage; the influence of Cappadocian theological reflection on the elaboration of iconographic programs; the defence of orthodoxy against christian haeresies and non Christian invaders through the representation of the series of saints bishops. This investigation will be conducted within the context of the study of rock paintings in the region of Nevşehir that Tuscia University is carrying out since 2006 (see also M. Andaloro and P. Pogliani in this Symposium). Key Words: Byzantium, Church Fathers, Bishops, Monks, Rock painting, Iconography. Within the research project of the University of Tuscia in Cappadocia, presented in this symposium by Maria Andaloro and Paola Pogliani1, we’re carrying out studies on written sources and material evidence in order to reconstruct the development of Christian Church in Cappadocia in the Byzantine era and its role in the realization of cave churches and pictorial decorations. Christianity grows in Cappadocia in really ancient times, in the Apostolic age (I a.D.)2. The first Epistle of Peter (1,1) mentions the Christian commu1 For the research mission of Tuscia University in Cappadocia, see ANDALORO 2008, ANDALORO 2009 a, ANDALORO 2009 b, ANDALORO 2010, ANDALORO 2011 a, ANDALORO 2011 b, ANDALORO 2011 c. See also the contributions of Maria Andaloro and Paola Pogliani in these proceedings. 2 For the beginning of Christianity in Cappadocia, see KOSTOF 1972, pp. 6-8; THIERRY 2002, pp. 61-63. 162 1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u A Land Dwelt By God. The Development of Christian Church in the Region of Nevşehir (IV-X Centuries) and its Role in Visual Arts nities of Cappadocia, along with those of Bithynia and Galatia. Caesarea (Kayseri) was bishopric since the 2nd century. In the 3rd century it was a metropolitan see and an important centre for theological reflection at the time of the bishops Alexander and Firmilianus. In the 4th century Cappadocian Church lived a golden season, being in a position of power never gained again. The metropolis of Caesarea was the ecclesiastical centre of the Diocese of Pontus and also the Mother of Armenian Church: Bishop Leontius of Caesarea consecrated St. Gregory the Illuminator, sending him to baptize and evangelize the Armenian King Tiridates and his people3. Meanwhile, an articulated system of dioceses had been established. The Council of Nicaea of 325 (first ecumenical council) was attendend by five cappadocian bishops: the bishops of Cesarea, Tyana, Kybistra, Komana, Parnassos. Each of them was accompained by five chorepiscopoi, rural bishops, who were intermediaries beetween episcopal sees and countryside4. In the second half of the century Cappadocia becomes one of the most important regions of the Christian world, thanks to the three Cappadocian Fathers, Basil of Caesarea, Gregory of Nazianzus, Gregory of Nyssa5. Bishops and figures among the most important of the Early Christian Church, they were actively engaged in theological debates, exegesis of the Holy Scriptures, Christian preaching; they’re venerated as saints in both Western and Eastern Church, and with their writings they’ve transmitted an outstanding theological and doctrinal heritage to all Christendom. Basil, M metropolitan of Cesarea, appointed his brother Gregory bishop of Nyssa, diocese that he established after losing control on many bishoprics due to reform of Emperor Valens, who, in 372, divided Cappadocia into two smaller provinces: Cappadocia Prima, whose metropolis was Caesarea, and Cappadocia Secunda, with metropolis Tyana6. The acts of ecumenical councils and the Notitiae Episcopatuum (i.e. documents that provide the list and hierarchical rank of bishoprics in a region) allow us to reconstruct the evolution of the system of dioceses in the 3 4 5 6 GAIN 1985, pp. 6-7. HILD-RESTLE 1981, pp. 112-113. GAIN 1985; THIERRY 2002, pp. 65-67; VAN DAM 2003; MÉTIVIER 2005. HILD-RESTLE 1981, pp. 112-113; MÉTIVIER 2005, pp. 41-42. 1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u 163 Chiara BORDINO provinces corresponding to the territory of present-day Cappadocia, from 5th to 9th century: province of Cappadocia Prima: metropolis: Caesarea; suffragan sees (under the control of metropolitan bishop): Nyssa (4th century), Basilica Therma (5th century), Kamulianai (6th century), Theodosiupolis Armenias, Kiskisos; province of Cappadocia Secunda: metropolis: Tyana; suffragan sees: Kybistra, Phaustinopolis, Sasima; province of Cappadocia Tertia (founded by Justinian): metropolis: Mokissos; suffragan sees: Nazianzus, Koloneia, Parnassos, Doara. Province of Armenia Secunda: metropolis: Melitene; suffragan sees: Arka, Kukusos, Ariaratheia, Komana, Arabissos7. From the 7th to 9th centuries no further development of the episcopal structure could take place in Cappadocia, since the region had to fight with recurrent invasions ad attacks by Arabs. The conformation established in the previous centuries remained formally unchanged; anyway, not in every time and not in all dioceses the Church was able to maintain a real control on the territory; sometimes the bishops were forced to live outside the province8. The Notitiae Episcopatuum issued in the 10th century by Emperor Leo VI and by the Patriarch Nicholas Mystikos (901-907) record a considerable increase of dioceses in Cappadocia I, while the situation did not change substantially in Cappadocia II and III. Cappadocia I had now fifteen suffragan sees: Nyssa, Basilica Therma, Dasmendron, Kamulianai, Kiskissos, Euaissa, Seberias, Ariaratheia (Kase), Aipolioi, Aragena, Hagios Prokopios, Sobesos Tzamandos, Siricha. It is important to notice that some of these are located in the territory of cave churches, monasteries and buildings (Haghios Prokopopios, Sobesos, Tamisos), as well as some newly founded bishoprics in other cappadocian provinces: Balbissa in Cappadocia II and Matiane, near the settlement of Göreme, in Cappadocia III9. 7 8 9 HILD-RESTLE 1981, pp. 112-114. IBID., pp. 114-115. IBID, pp. 116 ff. 164 1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u A Land Dwelt By God. The Development of Christian Church in the Region of Nevşehir (IV-X Centuries) and its Role in Visual Arts We have briefly traced the evolution of the system of diocesis. Aiming to investigate the different faces of the Church in Cappadocia in the Byzantine age, we must nevertheless take account also of another important component, that is, monasticism. In the 4th century Basil founded the monastic system of the region, establishing a rule that would have been the most followed in Eastern Christianity. This rule, although admitting moderate forms of asceticism, was based essentially on cenobitism, the most perfect form of monastic life in Basil’s opinion. The life of monks was marked by work and prayer, obedience and poverty. Monastic communities were subordinate to the authority of the Bishop, so as to integrate the monastic system in the structure of the Church10. Sources of the subsequent centuries provide us very few news about the development of monasticism in Cappadocia. We know that Cappadocian monks played an active role in founding Palestinian monastic communities11. Sabas, leader of the palestinian monasticism, was born in Cappadocia. In the Middle Byzantine Period eminent monks or nuns belong to families of the cappadocian aristocracy: among them, Irene of Chrysovalantou (9th century)12 and Michael Maleinos, uncle of Nicephorus II Phocas13. The sources so far considered allow us to reconstruct the evolution of the Episcopal structure and of the monastic system in Cappadocia in the Byzantine period, but offer us few evidence about the role actually played by bishops, priests and monks in patronage and attendance of cave churches. For this it is essential to link the study of the sources with survey and direct observation of monuments. First of all we must consider the distribution of cave churches and monastic settlements in the territory. Studies of ecclesiastical topography led notably by Frederick Hild shows that churches and monastic settlements were located near major civic centres, Urgup, Avcilar, Sovis, Ortakoy, Avanos, Niğde, Nevşehir, and of the main arteries of the region’s highway system14. In addition to that, within the survey that we are conducting since 2006 10 11 12 13 14 PATRICH 1995, pp. 28 ff.; CREMASCHI 2001; KOSTOF 1972; RODLEY 1985. PATRICH 1995, pp. 39, 45, 47-48, 68, 227. STAVRAKAS 1978, p. 104; TETERIATNIKOV 1996, p. 191. PETIT 1902; TETERIATNIKOV 1996, p. 191. HILD 1981; TETERIATNIKOV 1996, pp.184-187. 1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u 165 Chiara BORDINO in the region of Nevşehir, and that in the last campaign was particularly focused on the territory of Göreme Open Air Museum, we aim not only to study the individual monuments and their pictorial decorations, but also to reconstruct the general context in which they are placed, investigating the dynamics of the progressive spread of churches and monastic settlements and trying to understand relationships between churches, monasteries and rock buildings with civil function15. We are conducting this survey also taking account of more recent studies, due to american scholars, like Robert Ousterhout and Veronica Kalas, which are particularly attentive to the extent of civil architecture in Cappadocia, and tended to reduce the importance of monastic presence, interpreting as aristocratic residences cave buildings which had previously been identified as monasteries16. Other channel to be considered for the study of religious patronage in Cappadocia is that of the portraits and inscriptions that mention the role of purchasers and donors in the paintings of rock churches. Here the direct observation of monuments has to be placed side by side to wideranging studies of Nicole Thierry and Catherine Jolivet Levy17 and filings of donor portraits and inscriptions made by Natalia Teteriatnikov and Lisa Bernardini18. A general consideration in this regard reveals a mixed role of civil society and religious patronage (monks, priests, deacons) and the existence of close relations between secular and monastic communities, with the first ones supporting even economically, the monks coming from Cappadocian aristocracy and middle class. Among the many possible cases, we remember here two inscriptions that are object of study in our mission: the dedicatory inscription of the Forty martyrs Church in Şahinefendi, which mentions the patron, abbot Makarios, and the painter, the monk Etius19; 15 16 TETERIATNIKOV 1996, pp.184-187; 230-232. See MATHEWS-DASKALAKIS MATHEWS 1997; OUSTERHOUT 1997; KALAS 2004; OUSTERHOUT 2005; KALAS 2006; KALAS 2007; KALAS 2009. 17 THIERRY-THIERRY 1963; THIERRY 1983; THIERRY 1994; THIERRY 2002; JOLIVET-LÉVY 1991; JOLIVET-LÉVY 2001 (2002). 18 BERNARDINI 1992; TETERIATNIKOV 1996, pp. 187-224. On portraits of donors in Cappadocian painting see also LAFONTAINE-DOSOGNE 1963; SCHIEMENZ 1976; JOLIVET-LÉVY 2001 (2002), pp. 55-90. 19 DE JERPHANION 1925-1942, texte vol. II.1, pp. 158-159; RESTLE 1967, vol. I, p. 159. English translation by Chiara Bordino. 166 1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u A Land Dwelt By God. The Development of Christian Church in the Region of Nevşehir (IV-X Centuries) and its Role in Visual Arts «Ἀνεκενίσθυν ὁ πάνσεπτως να[ό]ς [οὗτος] τὸν τοῦ Χ(ριστοῦ) μαρτήρον μ’, δηὰ σινδρ[ομῆς] τοῦ δούλου τοῦ Θεοῦ Μακάρει εἰερομο(νά)χ(ου), ἀντ’ἀδι [κημάτων] αὐτ[οῦ, χι]ρὶ Ἐτίου μο(νά)χ(ου), ἔτους ͵ςψξε’, ἐνδ(ικτιῶνος) ε’, ἐπὴ βασυλέος [Θεοδώρου Λάσκαρι]» This most august Temple of the Forty Martyrs of Christ was renovated by abbot Makarios, in expiation for his sins, at the hand of Aetius monk, in the year 6725, 5th indiction, at the time of emperor (Theodore Lascaris) (picture 1). Picture 1. Şahinefendi, Forty Martyrs Church, dedicatory inscription. and that of saint Basil in Mustapaşa, which names the patron Nicander, perhaps belonging to military aristocracy, and the priest Constantine, in addition to the painter, whose name is missing20: 20 DE JERPHANION 1925-1942, texte vol. II.1, p. 109. English translation by Chiara Bordino. 1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u 167 Chiara BORDINO Κοσμος Ν]ικαντ[ρου δαπ]α[νη σ]εβ(α)σμ[ιος] κ(ε)νοτα τ[υ]χη τυς ενδο[ξου] υκησας, ηκον υπαρχη του σεβας[μ]ηου ξυλου. Κ(υρι)ε παντοτε φυλατε [τ]ω σω δουλ[ω Νικαντρω?] κ(ε) Κοσταντηνο πρεσβυτερον χαρησε αυτους αφεσην αμαρτηον χαρη [σε κ]ε ελεος κε) βοηθηαν το σο δουλο ζουγραφο. The venerable decoration that, at the expense of Nicander, renews the walls of this glorious residence, consists of an image of the Holy Wood. Protect your servant Nicander and priest Constantine always, oh Lord.Grant them forgiveness of sins and give your compassion and your help to thy servant, the painter (picture 2). Picture 2. Mustafapaşa, Church of saint Basil, dedicatory inscription, detail. Considering now specifically the paintings, I should like to suggest some food for thought about the role of the Church in the elaboration of the iconographic programs. It seems that Cappadocian bishops and presbyters were very actively involved in ideating pictorial decorations, supported by a deep, original and long lasting tradition of theological reflection and biblical exegesis. 168 1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u A Land Dwelt By God. The Development of Christian Church in the Region of Nevşehir (IV-X Centuries) and its Role in Visual Arts Cappadocian church had to face specific problems and conditions, and, although it maintained relations with the Patriarchate of Constantinople, to whom authority it was subjected, it was also able to develop a considerable autonomy, thanks to the distance from Byzantium. All these circumstances had consequences in artistic production. Many issues would be implied, and we cannot dwell on them here; we mean to focus on one element, the glorification and commemoration of local early Christian church. This attitude developed little by little from the early Christian times to the subsequent centuries of the byzantine era, and it was particularly strong and aware in 10th century. The theological school of Caesarea is supposed to be the birthplace of this attitude, which we can find both in literary works and in pictorial decorations. Cappadocian Church boasts its really ancient origins referring particularly to the figure of the Apostle Peter. Already in previous centuries there was an early and wide diffusion, in this region, of the many apocryphal writings concerning Peter or attributed to him, like the Gospel, the Preaching, the Apocalypse and the Acts21. The commentary on the Apocalypse by Andrew of Caesarea, written in the 6th century, quotes the apocryphal Acts of Peter22. Little by little a legendary tradition takes hold, according to which Peter was the first bishop of Caesarea, after having been Bishop of Antioch and before leaving for Rome. In the first half of 10th century this legend is upheld by Arethas (860-930), bishop of Caesarea, in a letter addressed to Eustathius, Bishop of Side23: Πέτρος σοι, βέλτιστε, τῶν τοῦ Χριστοῦ ἀποστόλων ὁ πρόκριτος καὶ τῆς κατὰ Χριστὸν πίστεως ὁ θεμέλιος, τὴν τῶν μεταθέσεων ἐμπεδοῖ ἀταξίαν, ἐξ Ἀντιοχείας δῆθεν τῆς Συρίας εἰς τὴν Καππάδοσσαν Καισάρειαν μεταβαίνων κἀντεῦθεν εἰς τὴν ἐπὶ Θύμβριδι Ῥώμην; ἀλλ’ὦ περιττὲ τὴν πολυπλανεστάτην σοφίαν, εἰ πρὸς τὰ 21 22 NORELLI 1991; THIERRY 2002, p. 62. Andrew of Caesarea, Commentary on Apocalypse, XXXVII, in MIGNE 1857-1866 (PG), vol. 106, 340. See VOUAUX 1922. 23 Arethae archiepiscopi caesariensis Scripta minora, recensuit L. G. Westerink, Lipsiae, 1968-1972, vol. I, 1968, 298.9-14-299.1-3. English translation by Chiara Bordino. The role of Arethas in transmitting the tradition of Peter first bishop of Cesarea is affirmed also by C. Jolivet and N. Thierry, although without mentioning the letter to Eustathius: THIERRY 2002, p. 62, n. 4; JOLIVET-LÉVY 2001 (2002), p. 246. 1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u 169 Chiara BORDINO ἀρχαΐζοντα τῆς ἡμῶν πίστεως ἀναλάμενος καὶ τὰς οἱονεὶ κρηπῖδας τῆς μετὰ ταῦτα ἀσφαλεστέρας ἐποικοδομῆς κατολιγωρεῖς. So, my excellent friend, does Peter, first among the Apostles of Christ and foundation stone of the faith in Christ, support you in your insubordination about changing episcopal see, because he moved from Antioch of Syria to Caesarea in Cappadocia and later to Rome on Tyber? Your extraordinary wisdom actually leads to many mistakes, if, wandering in this way among the antiquities of our faith, you disregard the fundamentals of the safe construction which is based on them. Extolling the link with the Apostle, Caesarea of Cappadocia presented itself as a new Rome, alternative and not inferior to the old one and to Byzantium. The exaltation of Peter is evident even in paintings. First of all we remember how in the complex iconographic program of Tokalı Kilise Peter has, in some scenes of Acts of the Apostles painted on the ceiling (the Sending out the Apostles on a mission and the Consecration of the first deacons), a leading role, which is not expressly attributed to him in the text of the Acts24. Secondly, we may focus on the representation, quite rare in Cappadocia, of the martyrdom of Peter and Paul in the vault of the north bay of the Church of Balkan Dere n. 4 near Ortahisar (pictures 3-4)25. Peter, naked, wearing only a white cloth around his waist, stands in front of Emperor Nero in the western part of the vault, holding a big cross and being accompanied by two executioners. A long inscription states that the saint, declaring himself unworthy to be crucified like his master, is asking to be crucified upside down on an inverted cross. This painting follows the narrative of the apocryphal Acts of the Martyrdom of Peter and Paul, 24 DE JERPHANION 1925-1942, vol. I, pp. 355-356; WHARTON EPSTEIN 1986 pp. 76-77; THIERRY 2002, p. 62; JOLIVET-LÉVY 2001 (2002), 259-260. Peter has a leading role also in the Great Dovecote of Cavuşin, where he is represented at the foot of the cross of Christ, receiving Jesus forgiveness for denying him, according to an apocryphal tradition echoed by Christos Paschon, mediaeval drama on the Passion of Christ attributed to Gregory of Nazianzus. See JOLIVET-LÉVY 2001 (2002), p. 246. 25 DE JERPHANION 1925-1942,vol. II.1, pp. 53-56; JOLIVET-LÉVY 1991; JOLIVET-LÉVY 2001 (2002), p. 312. 170 1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u A Land Dwelt By God. The Development of Christian Church in the Region of Nevşehir (IV-X Centuries) and its Role in Visual Arts although the inscription does not quote accurately the text of the Acts26. The scenes of the martyrdom of the Apostles painted in the Balkan Dere have certainly a funerary meaning27, but they are also connected to a strong purpose of celebration of the local church, as it’s evident considering overall the iconographic program. In the south arm of the church are depicted three episodes from the life of St. Basil: the baptism of Joseph the Jew and his family by the hand of dying saint Basil, the death and entombment of Basil (pictures 5-7)28. These scenes are taken from an apocryphal Life of Basil attributed to Amphilochius of Iconium, but probably composed in the 8th century by a Cappadocian monk29. On the same source was based the cycle of stories of saint Basil depicted in the northern part of west wall and in the northern wall of Tokalı Kilise, although a different selection of episodes took place here, focusing on the fight against Arian heresy and on the victory of orthodoxy30. The scenes depicted in Balkan Dere and Tokalı Kilise prove the existence in Cappadocia, at least from 10th century, of a biographical cycle of Saint Basil which had been devised in Cesarea and was an illustrious model for other paintings in cave churches of Cappadocia31. Returning to Balkan Dere No 4, the exaltation Early Christian Church is also confirmed by the representation of bishop saints in the apse. Series of Church Fathers in the lower part of the apses are very frequent starting from 9th century32. Basil of Caesarea has generally a place of honour, next to John Chrysostomus, because of liturgical reasons: they are the authors of the two liturgies used in the Byzantine world33. Beside them we can often see bishops who distinguished themselves in the defense of orthodoxy against heresies, like Gregory of Nazianzus, Epipha26 27 28 29 30 31 32 33 DE JERPHANION 1925-1942,vol. II.1, pp. 54-55. The martyrdom of saint Peter and Paul is painted also in the Kubbeli Kilise of Soğanli: see JOLIVET-LÉVY 2001 (2002), p. 312. JOLIVET-LÉVY 2001 (2002), pp. 312-313. DE JERPHANION 1925-1942,vol. II.1, pp. 52-53; WALTER 1978, pp. 245-247; DE JERPHANION 1931, p. 541. Besides bibliography indicated in the previous footnote, see: HARRELL 2001, pp. 134-141; VAN DAM 2003, pp. 162-169. For the text of the apocryphal life of saint Basil attributed to Amphilochius of Iconium, see: COMBEFIS 1644; BARRINGER 1980. DE JERPHANION 1925-1942,vol. I.2, pp. 358-366; WALTER 1978, p. 245; DE JERPHANION 1931, p. 535-541; WHARTON EPSTEIN 1986, pp. 77-78. WHARTON EPSTEIN 1986, p. 37. WALTER 1982, pp. 171 ff.; JOLIVET-LÉVY 2001 (2002), pp. 139-141. JOLIVET-LÉVY 2001 (2002), p. 139; THIERRY 2002, p. 66. For the liturgy of saint Basil, see SCAZZOSO 1975; GRIBOMONT 1983. 1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u 171 Chiara BORDINO Picture 3. Ortahisar, Church of Balkan Dere n. 4, Martyrdom of Peter. 172 1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u A Land Dwelt By God. The Development of Christian Church in the Region of Nevşehir (IV-X Centuries) and its Role in Visual Arts Picture 4. Ortahisar, Church of Balkan Dere n. 4, Martyrdom of Paul. 1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u 173 Chiara BORDINO Picture 5. Ortahisar, Church of Balkan Dere n. 4, Basil baptizing Joseph the Jew and his family. 174 1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u A Land Dwelt By God. The Development of Christian Church in the Region of Nevşehir (IV-X Centuries) and its Role in Visual Arts Picture 6. Ortahisar, Church of Balkan Dere n. 4, Death of Basil. nius of Salamis, Proclus of Constantinople, or in performing miracles, like saint Nicholas of Myra. The theme can assume then more specific declinations, depending on the meaning attributed to the iconographic program. In some cases is particularly evident an aim to celebrate the local Church through the depiction of bishop saints of the 4th century, intent that goes beyond the common devotion for local saints. Thus, in the apse of the Balkan Dere No 4, the three great Cappadocian Fathers, Basil, Gregory of Nyssa and Gregory of Nazianzus, starting from left, open the series of bishops (picture 8). Contrary to what one might believe, it’s not common to find them depicted together and in close position in the cave churches of Cappadocia. Another noteworthy example can be seen in the Church n. 4 of Göreme, which we visited whitin the survey conducted in the Open Air Museum during our last campaign34. 34 RESTLE 1967, vol. I, pp. 40, 106-107; JOLIVET-LÉVY 1991, pp. 87-89. 1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u 175 Chiara BORDINO Picture 7. Ortahisar, Church of Balkan Dere n. 4, Entombment of Basil. 176 1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u A Land Dwelt By God. The Development of Christian Church in the Region of Nevşehir (IV-X Centuries) and its Role in Visual Arts Basil is painted in the wall to the right of the apse (picture 9), and, very close to him, at the beginning of the northern wall, there’s a panel with three saints named Gregory: Gregory of Nazianzus, Gregory of Nyssa and Gregory the Wonderworker (picture 10), who evangelized the area of Pontus at the beginning of 4th century and was highly venerated in Cappadocia35. In the lower part of the apse we find, as usual, figures of bishops. Most of them are no longer identifiable, but we can still recognize, thanks to the inscription, saint Leontius, bishop of Cesarea in the first half of the 4th century, who consecrated St. Gregory the Illuminator, sending him to evangelize the Armenia. Leontius appears quite frequently in the paintings of the region from 10th century36. Picture 8. Ortahisar, Church of Balkan Dere n. 4, apse, Basil of Cesarea, Gregory of Nyssa, Gregory of Nazianzus. 35 36 VAN ESBROECK 1999; THIERRY 2002, p. 63. JOLIVET-LÉVY 1991, p. 89; JOLIVET-LÉVY 2001 (2002), p. 140. 1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u 177 Chiara BORDINO Picture 9. Göreme, Church n. 4a, wall to the right of the apse, Basil of Caesarea. 178 1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u A Land Dwelt By God. The Development of Christian Church in the Region of Nevşehir (IV-X Centuries) and its Role in Visual Arts All these paintings were done in the first half of the 10th century, at a time when Cappadocian Church was strongly turning her attention to the Early Christian era, and particularly to the Church Fathers of 4th century. Arethas is undoubtedly without comparison for the extent of his cultural interests: pupil of patriarch Photius, in close relations with Constantinople, he had collected a remarkable library, including works of authors of the first centuries of Christianity37. Picture 10. Göreme, Church n. 4a, southern wall, Gregory of Nazianzus, Gregory of Nyssa, Gregory Thaumaturgus (Wonderworker). But besides him other figures belonging to the milieu of Cesarea showed a deep interest in Cappadocian bishops of Early Christian Age. Basilius Minimus, bishop of Caesarea at the half of 10th century, who took this epithet to distinguish himself from the illustrious predecessor, wrote Scholia to the Orations of Gregory of Nazianzus, dedicating his work to emperor Constantine VII Porphyrogenitus38. We can suppose deep relations between written sources and pictorial decorations also for other themes, which will be object of future investigation within the Tuscia University research mission in Cappadocia. 37 38 DVORNIK 1953, pp. 92-93. CANTARELLA 1925-1926; SCHMIDT 2001. 1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u 179 Chiara BORDINO BIBLIOGRAPHY ANDALORO 2008 M. Andaloro, Rock Paintings of Cappadocia: Images, Materials and State of Preservation, in XXV International Symposium of Excavations, Survey and Archaeometry (Kocaeli, 28 May - 1 June 2007), Ankara 2008, pp. 163-178. ANDALORO 2009 a M. Andaloro, Project on the Rock Paintings in Cappadocia. The Church of the Forty Martyrs in Şahinefendi (Report 2007), in The XXVI International Symposium of Excavations, Survey and Archaeometry (Ankara, 26-30 May 2008), Ankara 2009, pp. 187-200. ANDALORO 2009 b M. Andaloro, a cura di, L’Università della Tuscia in Cappadocia – Kapadokya’ daki Tuscia Universitesi, in La Cappadocia e il Lazio rupestre. Terre di roccia e pittura/ Kapadokya ve kayalik Lazio bolgesi. Kayalarin ve resmin topraklari, Catalog of the exhibition, (Rome, 18 June – 3 July 2009), Rome 2009, pp. 108-115. ANDALORO 2010 M. Andaloro, Project on the Rock Paintings in Cappadocia. The Church of the Forty Martyrs in Şahinefendi (Report 2008), in The XXXI International Symposium of Excavations, Survey and Archaeometry (Denizli, 25-29 May 2009), Ankara 2010, pp. 517-533. ANDALORO 2011 a M. Andaloro, The project on the rock paintings in Cappadocia and the Church of the Forty Martyrs in Şahinefendi. Analyses and Restoration (Report 2009), in The XXXII International Symposium of Excavations, Survey and Archaeometry (Istanbul, 24-28 May 2010), Ankara 2011, pp. 155-172. ANDALORO 2011 b M. Andaloro, Committenti dichiarati e committenti senza volto: Costantino, Niceforo, Leone nella Tokalı Kilise in Cappadocia, in Medioevo: i committenti, XIII convegno internazionale di studi dell’Associazione Italiana Storici dell’Arte Medievale (Parma, 21-26 settembre 2010), Milano, 2011, pp. 67-86. ANDALORO 2011 c M. Andaloro, International Symposium of Excavations, Survey and Archaeometry (Malatya, 23-27 May 2011), in press. BARRINGER 1980 R. Barringer, The Pseudo-Amphilochian Life of St Basil: Ecclesiastical Penance and Byzantine Hagiography, in “Theologia”, 51, 1980, pp. 49-61. BERNARDINI 1992 L. Bernardini, Les donateurs des églises de Cappadoce, in “Byzantion”, 62, 1992, pp. 118-140 180 1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u A Land Dwelt By God. The Development of Christian Church in the Region of Nevşehir (IV-X Centuries) and its Role in Visual Arts CANTARELLA 1925-1926 R. Cantarella, Basilio Minimo. Scolii inediti con introduzione e note, I, in “Byzantinische Zeitschrift”, 25, 1925, pp. 292-309; 26, 1926, pp. 1-34. COMBEFIS 1644 Pseudo-Amphilocius, Vita Sancti Basilii, ed. F. Combefis, SS. Patrum Amphilocii Iconiensis, Methodii Patarensis et Andreae Cretensis Opera omnia, Paris 1644, p. 155-177 (= BHG n° 247). CREMASCHI 2001 L. Cremaschi, La vita comune secondo Basilio, in Basilio tra Oriente e Occidente: Convegno Internazionale “Basilio il Grande e il Monachesimo Orientale”, Cappadocia, 5-7 ottobre 1999 Comunità di Bose, Magnano, 2001, pp. 93-110. DVORNIK 1953 F. Dvornik, The Patriarch Photius and Iconoclasm, in “Dumbarton Oaks Papers”, 7, 1953, pp. 69-97. GAIN 1985 B. Gain, L’église de Cappadoce au IVe siècle d’après la correspondance de Basile de Césarée (330-379), Roma, 1985. HARRELL 2001 C. L. Harrell, Considerazioni su Basilio nel monachesimo bizantino, in Basilio tra Oriente e Occidente: Convegno Internazionale “Basilio il Grande e il Monachesimo Orientale”, Cappadocia, 5-7 ottobre 1999 Comunità di Bose, Magnano, 2001, pp. 129-141. HILD 1981 F. Hild, Il sistema viario della Cappadocia, in Le aree omogenee della Civiltà Rupestre nell’ambito dell’Impero Bizantino: La Cappadocia, Atti del quinto convegno internazionale di studio sulla civiltà rupestre medioevale nel mezzogiorno d’Italia (Lecce–Nardò, 12–16 ottobre 1979), a cura di C. D. Fonseca, Galatina 1981, pp. 115–123. DE JERPHANION 1925-1942 G. De Jerphanion, Une nouvelle province de l’art byzantin. Les église rupestres de Cappadoce, Paris 1925-42. DE JERPHANION 1931 G. De Jerphanion, Histoires de Saint Basile dans les peintures cappadociennes et dans les peintures romaines du Moyen Age, in “Byzantion”, 6, 1931, pp. 535-58. GRIBOMONT 1983 J. Gribomont, Basilio (liturgia – CPG 2905), ad vocem, in Dizionario Patristico e di Antichità Cristiane, a cura di A. Di Berardino, Roma, 1983, vol. I, p. 489. HILD-RESTLE 1981 F. Hild, M. Restle, Kappadokien (Kappadokia, Charsianon, Sebasteia und Lykandos), Tabula Imperii Byzantini 2), Wien, 1981. 1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u 181 Chiara BORDINO JOLIVET-LÉVY 1991 C. Jolivet-Lévy, Les églises byzantines de Cappadoce: le programme iconographique de l’abside et de ses abords, Paris 1991. JOLIVET-LÉVY 2001 (2002) C. Jolivet-Lévy, La Cappadoce médiévale: images et spiritualité, Saint-Léger-Vauban 2001, trad. it. L’arte della Cappadocia, Milano 2002. KALAS 2004 V. Kalas, Early Explorations of Cappadocia and the Monastic Myth, in “Byzantine and Modern Greek Studies” 28, 2004, pp. 101-19. KALAS 2006 V. Kalas, The 2004 Survey of the Byzantine Settlement at Selime-Yaprakhisar in the Peristrema Valley, Cappadocia, in “Dumbarton Oaks Papers” 60, 2006, pp. 271-93. KALAS 2007 V. Kalas, Cappadocia’s Rock-Cut Courtyard Complexes: A Case Study for Domestic Architecture in Byzantium, in Housing in Late Antiquity: from Palaces to Shops, ed. by L. Lavan, L. Özgenel, and A. Sarantis, Leiden, 2007, pp. 393-414. KALAS 2009 V. Kalas, Challenging the Sacred Landscape of Byzantine Cappadocia, in Negotiating Secular and Sacred in Medieval Art: Christianity, Islam, and Buddhism, ed. by A. Luyster and A. Walker, Aldershot, 2009, pp. 147-173. KOSTOF 1972 S. Kostof, Caves of God. The monastic environment of Byzantine Cappadocia, Cambridge Mass. – London, 1972. LAFONTAINE-DOSOGNE 1963 J. Lafontaine-Dosogne, Nouvelles notes cappadociennes,in “Byzantion”, 33, 1963, pp. 121-183. MATHEWS-DASKALAKIS MATHEWS 1997 T. Mathews, A.C. Daskalakis Mathews, Islamic Style Mansions in Byzantine Cappadocia and the Development of the Inverted T-Plan, in “Journal of the Society of Architectural Historians”, 56, 1997, pp. 294-315. MÉTIVIER 2005 S. Métivier, La Cappadoce, IVe-VIe siècle : une histoire provinciale de l’Empire romain d’Orient, Paris, 2005. MIGNE 1857-1866 J. P. MIGNE, Patrologiae cursus cumpletus.Series Graeca (PG), Parigi, 1857-1866. NORELLI 1991 E. Norelli, Situation des apocryphes pétriniens, in “Apocrypha”, 2, 1991, pp. 31-83. 182 1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u A Land Dwelt By God. The Development of Christian Church in the Region of Nevşehir (IV-X Centuries) and its Role in Visual Arts OUSTERHOUT 1997 R. Ousterhout, Questioning the Architectural Evidence: Cappadocian Monasticism, in Work and Worship at the Theotokos Evergetis 1050-1200, ed. by M. Mullett and A. Kirby, Belfast, 1997, pp. 420-431. OUSTERHOUT 2005 R. Ousterhout, A Byzantine settlement in Cappadocia, Washington D.C., 2005 (Dumbarton Oaks studies, 42). PATRICH 1995 J. J. Patrich, Sabas, leader of Palestinian monasticism : a comparative study in Eastern monasticism, fourth to seventh centuries, Washington D.C. 1995. PETIT 1902 L. Petit (ed.), Vie de saint Michel Maléinos suivie du traité ascétique de Basile le Maleinote, in “Revue de l’Orient Chrétien”, 7, 1902, pp. 543-603. RESTLE 1967 M. Restle, Byzantine Wall Painting in Asia Minor, Recklinghausen 1967. RODLEY 1985 L. Rodley, Cave monasteries of Byzantine Cappadocia, Cambridge 1985. SCAZZOSO 1975 P. Scazzoso, Introduzione all’ecclesiologia di San Basilio, Milano, 1975, pp. 144-170. SCHIEMENZ 1976 G. P. Schiemenz, Herr, hilf deinem Knecht. Zur Frage nimbierter Stifter in den kappadokischen Höhlenkirchen, in “Römische Quartalschrift für christliche Altertumskunde und Kirchengeschichte”, 71, 1976, pp. 133-174. SCHMIDT 2001 Basilii Minimi in Gregorii Nazianzieni orationem XXXVIII commentarii, editi a Thomas S. Schmidt, Turnhout, 2001. STAVRAKAS 1978 S. Stavrakas, The Byzantine provincial elite: a study in social relationships during the ninth and tenth centuries, University of Chicago, 1978. TETERIATNIKOV 1996 N. Teteriatnikov, The liturgical planning of Byzantine churches in Cappadocia, Rome, 1996. THIERRY-THIERRY 1963 N. Thierry, M. Thierry, Nouvelles églises rupestres de Cappadoce, Région du Hasan Dagi, Paris 1963. THIERRY 1983 N. Thierry, Haut Moyen Age en Cappadoce. Les églises de la région de Cavushin, I, Paris, 1983. 1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u 183 Chiara BORDINO THIERRY 1994 N. Thierry, Haut Moyen Age en Cappadoce. Les églises de la région de Cavushin, II, Paris, 1994. THIERRY 2002 N. Thierry, La Cappadoce de l’Antiquité au Moyen Age, Turnhout 2002. WALTER 1978 C. Walter, Biographical scenes of the Three Hierarchs, in “Revue des études byzantines”, 36, 1978, pp. 233-260. WALTER 1982 C. Walter, Art and ritual of the Byzantine Church, London, 1982. WHARTON EPSTEIN 1986 A. Wharton Epstein, Tokalı Kilise. Tenth-century metropolitan art in Byzantine Cappadocia, Washington DC 1986. VAN DAM 2003 R. Van Dam, Becoming Christian : the conversion of Roman Cappadocia, Philadelphia, 2003. VAN ESBROECK 1999 M. van Esbroeck, Le martyre géorgien de Grégoire le Thaumaturge et sa date, in “Le Muséon “, 112, 1999, pp. 129-185. VOUAUX 1922 Les Actes de Pierre, introduction, textes, traduction et commentaire par Léon Vouaux, Paris, 1922. 184 1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u KARAMANLI TÜRKÇESİNE GENEL BİR BAKIŞ DENEMESİ A GENERAL OUTLOOK ON KARAMANLI TURKISH Cihan ÇAKMAK* ÖZET Esas yurtları Kayseri, Nevşehir, Niğde, Konya, Isparta, Burdur ve Antalya olan Karamanlı Türklerinin ve Karamanlı Türkçesinin bugüne kadar Türkoloji çalışmalarında çok fazla üzerinde durulmamıştır. Karamanlı Türkleri tıpkı Ermeniler, Yahudiler ve diğer gayrimüslim topluluklar gibi Osmanlı İmparatorluğu içerisinde uzun yıllar yaşamış Ortodoks Hıristiyan dinine mensup; fakat ana dili Türkçe olan bir topluluk idi. Son yıllarda Atatürk’ün kurmuş olduğu Türk Dil Kurumu gerek Ermeni harfli Kıpçak metinlerinin gerekse Grek harfli Karamanlı Türkçesi metinlerinin araştırılması için bu alanda çalışmak isteyen öğrencilere burs desteği sağlayarak teşvik etmektedir. Bu bakımdan son yıllarda Karamanlı Türkçesi üzerindeki çalışmalarda bir artış olmuştur. Bu çalışmamızda Karamanlı Türkçesi hakkında etraflıca bilgi verildikten sonra ilerleyen süreçte bu konuda ne gibi çalışmalar yapılabileceği üzerinde durulacaktır. Anahtar Kelimeler: Karamanlılar, Karamanlı Türkçesi, Grek alfabesi. ABSTRACT Not many studies have been carried out on Karamanlı Turks, a community belonging to Orthodox Christianity although having Turkish as their mother tongue, whose motherland is Kayseri, Nevşehir, Niğde, Konya, Isparta, Burdur and Antalya that lived within the borders of the Ottoman Empire in the same way as the Armenians, the * Arş. Gör., Çankırı Karatekin Üniversitesi, Edebiyat Fakültesi, Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü, e-posta: cihancakmak1818@gmail.com 1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u 185 Cihan ÇAKMAK Jews and other non-Muslim communities and their native tongue Karamanlı Turkish. In the last few years, Turkish Language Institution, founded by Mustafa Kemal Ataturk, has been encouraging the students who want to study both Kipchak texts written in Armenian alphabet and Karamanlı Turkish written in Greek alphabet by providing scholarship for them. In this study first of all we aim to give detailed information about Karamanlı Turkish then mention what kind of studies could be made on Karamanlı Turkish from now on. Key Words: Caramanians, Karamanlı Turkish, Greek alphabet. 1. Giriş Bilindiği gibi Osmanlı İmparatorluğu idaresi altında Ortodoks kilisesine ve Ortodoks inancına mensup Sırp, Arnavut, Boşnak, Grek, Bulgar ve Rumen gibi pek çok etnik unsur bir arada yaşamaktaydı. İşte bu unsurlardan biri olan Karamanlılar, Osmanlı İmparatorluğu içerisinde Grek harfleriyle Türkçe yazan, yazmakla kalmayıp aynı zamanda Türkçe konuşan ve Türkçe ibadet eden Hıristiyan bir topluk olması münasebetiyle dikkat çekmektedir. Bugün özellikle Orta Anadolu’da izlerini gördüğümüz Karamanlılar Lozan Antlaşmasıyla Yunanistan’da yaşayan Müslüman Türklerle mübadeleye tabi tutulmuşlar fakat arkalarında Grek harfleriyle Türkçe yazmış oldukları pek çok eser bırakmışlardır. 1.1. Karamanlılar Karaman1, XVIII. yüzyıla kadar Osmanlı Devleti’ne bağlı bir yerleşim yeridir. Bu ilin sınırları içine Konya, Akşehir, Niğde, Aksaray, Nevşehir, İçel, Ereğli, Ermenek, Antalya ve Fethiye de girmekteydi. Bu sınırlar içinde yaşayan halkın büyük çoğunluğu Müslüman Türk olmakla birlikte; Türkçe’den başka bir dil bilmeyen ve Türkçe’yi Grek harfleriyle yazan, gelenek ve görenekleri bu bölgede yaşayan Türklerle aynı olan Ortodoks Hıristiyan topluluk da 1 “Larende şehrinde, daha doğrusu bugün Karaman adı verilen şehrin bulunduğu noktada , ilk ne zaman kimlerin yerleştiği konusunda kesin bir bilgimiz yoktur. Fakat, Hititler dönemindeki Lalanda, Lanta ve Laranta’nın Larende olarak lokalize* edilmesi, burada en az MÖ 2000’lerden beri insanların yaşadığını kanıtlamaktadır.” (Gümüşçü: 2001, 67). *lokalize: Yerleşme yerlerinin tespit edilmesi. (Gümüşçü: 2001, 47). 186 1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u Karamanlı Türkçesine Genel Bir Bakış Denemesi vardı. Bu topluluğa “Karamanlı”, konuştukları Türkçeye de “Karamanlı Türkçesi” ya da “Karamanlıca” denmektedir. Karamanlılara Osmanlı arşiv belgelerinde “Zimniyân-i Karaman” ya da “Karamaniyân” denmektedir. Karamanlılar ise kendilerine “Anadolu Hıristiyanı” veya “Anadolulular”, konuştukları dile de “Yavan Türkçe”, “Sade Türkçe”, “Anadolu lisanı” derler (Ekincikli: 2002, 236). 1453 yılında İstanbul’un fethiyle Ortodoks Hıristiyan dünyasının merkezi Osmanlı idaresi altına geçmiştir. Doğu Roma İmparatorluğu’nun yıkılmasıyla tarihe karışan Ortodoks kilisesi Osmanlı İmparatorluğu’nun hoşgörülü yönetimi altında yeniden hayat bulmuştur (Ekincikli: 1996, 12). Karamanlılar aslında XI. yüzyılda Bizans tarafından Anadolu’da özellikle Toros dağlarına yerleştirilen paralı askerlerdi. Bunlar tıpkı Bizans ordusu içindeki diğer paralı askerler olan Peçenek ve Kuman Türkleri gibi Türk boylarından biriydi. Daha sonra Ortodoks Hıristiyan inancını kabul eden Karamanlıların çoğu bugün Lozan Antlaşmasında imzalanan mübadele ile Yunanistan’da yaşamaktadırlar (Kahya: 2008, 131). “XIV.-XX. yüzyıllar arasında yazılı belgeler bırakan Karamanlılar, bir görüşe göre Türklerin İslamiyeti kabulünden önce Anadolu’ya gelen ve Bizans ile sıkı münasebetleri sonucunda Hıristiyanlaşan Türklerin torunlarıdır. Türk halkı kendi ırkından olmayan ve Rumca konuşan Hıristiyan-Ortodoks halka Rum, kendi ırkından olup Türkçe konuşan Hıristiyan-Ortodoks halka ise Karamanlı diyerek iki topluluk arasındaki farkı çok açık bir şekilde vurgulamıştır.” (Sertkaya: 2004, 1). “Karamanlıların isimlerinin kökeni konusunda Abdulkadir İnan, Karaman İsminin İntişar Sahasına Dair başlıklı makalesinde Karamanlıların 24 Oğuz boyunun Salur boyundan olduklarına dikkat çekmektedir. İnan’ın belirttiğine göre Oğuzların Türkistan’da özellikle Sirderya’nın kuzeyinde bulundukları dönemde Karamanlılar, Salurların önemli bir şubesini oluşturmaktaydılar. Nehirlerin, destanlardaki kahramanların, Şamani ruhlardan bazılarının isimlerinde ve bazı kabilelerin küçük oymaklarında Karaman ismine rastlanmaktadır. Örneğin, Kazak, Kırgızların Kiçiyüz heyetindeki Bayoğlu kabilesinin Tana şubesine bağlı Karaman adında ufak bir oymak vardır. Ayrıca Orta Yüz heyetinde de Argın kabilesinde Karaman bir şubedir. Eski Oğuz yaylalarının kuzeyinde bugün Samara denilen yerdeki iki nehrin isimleri Ulu Karaman ve Kiçi Karaman iken, Kazak Kırgız Şamani ilahilerinde Karaman bir ruhun ismi olarak, XVI. yüzyılda da Kalmuk kah- 1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u 187 Cihan ÇAKMAK ramanlarından birinin adı olarak karşımıza çıkabilmektedir.” (Anzerlioğlu: 2009, 140’tan: İnan: 1968, 8-9). 1.2. Karaman ve Karamanlı Adı Eckmann’a göre Karamanlı adı 1553-1555 yıllarında İstanbul Macar Elçiliğinin azası olan ve Anadolu’nun büyük kısmını gezen Hans Dernschwam’ın günlüğünde kayıtlı olan Caramani, Caramanos (=i hali), Caramanier kelimelerinden gelmektedir (Eckmann: 1988, 89). “İstanbul’da Yedikule yakınlarında bir mahallede oturan ve Caramanos denilen bu insanlar Dernschwam’a göre Karaman’dan gelmişlerdir. Ortodoks Hıristiyan’dırlar. Hiç Yunanca bilmemekte ve Türkçe konuşmaktadırlar. Yine Dernschwam’a göre I. Selim, Karamanlılar’ı İstanbul’a göndererek Yedikule ile Samatya arasında güzel ve büyük bir kilisesi olan Rum mahallesini oluşturmuştur.” (Anzerlioğlu: 2009, 137’den: Dernschwam: 1992). “Türk Ortodokslarına ne zamandan beri ‘Karamanlılar’ dendiği hakkında kesin bilgilere sahip değiliz. ‘Karamanlıca’ adı verilen ve ‘Grek harfli Türkçe’ yazının kullanılmaya başlamasını, şayet Türk Ortodokslarına, ‘Karamanlılar’ adının verildiği tarihi kabul edersek, o zaman Fatih Sultan Mehmet dönemini esas almamız gerekecektir. Gerçi Selçuklular dönemine ait, yazarı bilinmeyen, fakat XIII. yüzyılın ikinci yarısında yazılan bir kaynakta; ‘Yaranşahrda iki kilisenin inşa edildiği, bunlardan birinin Romalıların kilisesi diğerinin de Karamanlıların kilisesi olduğu’” belirtilmektedir (Ekincikli: 2002, 236’dan: Scher: 1907, 222). Yunan harfli ilk Türkçe gazeteyi çıkaran Evangelinos Misaelidis Karamanlı adlandırmasının esas olarak Anadolu’nun Karaman vilayetinden gelenleri ifade etmek için kullanıldığını belirtmektedir. “Anadolululara Karamanlı ismi tâ Sultan Murad Han-ı Gazi hazretlerinin asrından sehven İstanbul’un Karamanından dolayı kalmıştır. Şöyle ki, Anadolu’dan İstanbul’a gelen taşçı, duvarcı, sıvacı ustalarının ve amelenin cümlesi Büyük Karaman ile Küçük Karaman’da otururlar idi. Ve devlet ebniyesine (binalarına) veyahut onun bunun binasına ustalar iktiza ettiğinde, ‘gidin birkaç nefer Karamanlı usta getirin’ derlerdi, yani Karamanda oturan ustalardan demek idi. Ve ustaların kaffesi Anadolulu olduklarından vakit geçerek, İstanbullular kaffe-i Anadoluluları Karamanlı zanneylediler. Ve böylelikle bu isim kalmış ise de yanlıştır, asıl Karaman İstanbul’dadır.” (Anzerlioğlu: 2009, 137138’den: Anhegger: 1979-1980). 188 1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u Karamanlı Türkçesine Genel Bir Bakış Denemesi Dilleri Türkçe fakat Ortodoks Hıristiyan olan bu halkın yerleşim yerleri dikkate alınarak Karamanlı denmesi bugün yaygın olan bir görüştür. “Semavi Eyice’ye göre dilleri gibi bazen adları bile Türkçe olan bu Ortodokslara Orta Anadolu’nun Karaman bölgesinde rastlandığından dolayı Karamanlı Rumlar adı verilmektedir. Yine benzer bir görüşü ifade eden Speros Vryonis de Karamanlıların her ne kadar Anadolu’nun birçok yerinde yaşadığını belirtse de, çoğunluğunun Anadolu Türkmen Beylikleri döneminde Karamanoğulları beyliğinin hüküm sürdüğü topraklarda yaşadığından dolayı bu isimle anıldıklarını belirtmektedir.” (Anzerlioğlu: 2009, 138’den: Eyice: 1962, 369). Karaman adının Peçenekler arasında da şahıs ismi olarak kullanımı tespit edilmiştir. Akdes Nimet Kurat, Rus ve Bizans kroniklerinde yer alan Peçenek başbuğlarının isimlerinin Kataleym, Suldüz ve Karaman olduğunu belirtmektedir. Bunun yanında Gyula Moravcsik’in Byzantino Turcica adlı eserinde Karamanos adlı bir Peçenek başbuğunun adı zikredilmektedir. Tüm bu bilgiler ışığında Karaman adının Anadolu dışında hem İç Asya’da hem de Balkanlar’da yaşayan Türk toplulukları arasında yaygın olarak kullanıldığı anlaşılmaktadır (Anzerlioğlu: 2009, 141’den: Kurat: 1937, 52). Harun Güngör, Karamanlılar adının ortaya çıkışı hususunda şu değerlendirmede bulunmaktadır: “Anadolu’nun diğer yörelerinde yaşayan Rum halka ‘Rum’ denmesine rağmen Karaman bölgesinde yaşayan Rumlara diğer Rumlardan ayrı olarak ‘Karamanlı’ adının verilmesi, onların diğer Rumlardan ayrı bir özelliğe sahip olmalarından kaynaklanmaktadır. Çünkü bu bölgede yaşayan Ortodoks Rum halkı sadece Türkçe konuşuyor, Türkçeden başka bir dil bilmiyordu.” (Güngör: 1989, 97). “Türkçe konuşan Ortodoksların genel bir ifadeyle Karamanlılar olarak adlandırılmaları bir kenara bırakılacak olursa bu insanların kendilerini nasıl isimlendirdikleri sorusunun cevabının da oldukça ilginç olduğu görülür. Konuyla ilgili olarak incelenen hemen hemen tüm kaynaklarda Karamanlılar için çoğunlukla Türkofon Ortodokslar tabiri kullanılmaktadır.” (Anzerlioğlu: 2009, 148-149’dan: Balta: 1990, 84; Ekincikli: 1998, 117; Anhegger: 1988, 159). Karamanlılar tüm değerlendirmelere rağmen kendilerini ne Türk ne de Rum olarak adlandırmışlardır. Karaman kitaplarında bu topluluk “Anadolu Hıristiyanları”, “Anadolu Ortodoks Hıristiyanları”, “Yunan dilini bilmeyen Anadolu Hıristiyanları” veya sadece “Anadolulu” olarak kaydedilmiştir (Eckmann: 1991, 21). 1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u 189 Cihan ÇAKMAK 1.3. Karamanlıların Yaşadıkları Bölgeler Karamanlılar tarih boyunca özellikle Anadolu’nun İç ve Güney bölgelerinde takriben Trabzon-Fırat-Toros-Silifke hattından batıya düşen kısmında, Karadeniz Bölgesi’nde, Ortadoğu’da başta Suriye civarında, Baserabya’da, Balkanlar’da ve Kırım’da yoğun olarak varlıklarını sürdürmüşlerdir (Eckmann: 1950, 165). Ünlü Türk seyyahı Evliya Çelebi Seyahatnamesinde Alanya ve Antalya civarında bu tür Hıristiyanlarla yani Karamanlılarla karşılaştığını şöyle dile getirmektedir: “Alanya-Kadim eyyamdan beru Urum (Rum) keferesi bir mahalledir, cümle üç yüz haraçtır (üç yüz hane); amma asla urum lisanı bilmeyub, bâtıl Türk lisanı bilürler. Antalya…ve dördü Urum keferesi asla urumca bilmezler. Batıl Türk lisanı üzre kelâmet ederler.” (Eröz: 1983, 33’ten: Turan: 1948, 71). Karamanlılar Anadolu’nun Nevşehir, Kayseri, Niğde, Karaman, Isparta, Burdur, Aydın, Antalya, İzmir, İstanbul, Trabzon, Ankara, Konya ve Karadeniz’in sahil kesimlerinde yoğun olarak varlık göstermişlerdir. Tarih Araştırmacısı Soysü’ye göre ise, Karamanlılar 1924 yılına kadar kendi öz topraklarında kalmışlardır. Kendi topraklarına ek olarak Aksaray, Ihlara Koyağı, Peristrama, Ürgüp, Göreme, Derinkuyu, Akşehir, Ereğli, Ermenek, İçel ve Fethiye’de yaşadıklarını belirtmiştir. (Aygil: 2003, 72’den: Soysü: 1992). Janos Eckmann Anadolu toprakları dışında da Karamanlıların yaşadığını belirtir. Hatta buna örnek olarak bugün Gagauz topraklarında Karamanköy adında bir yerleşim yerinin bulunduğunu belirtmiştir (Anzerlioğlu: 2009, 148). 1.4. Köken 1.4.1. Karamanlıların Etnik Menşei Hakkındaki Görüşler Karamanlıların menşei hakkında farklı görüşler vardır. Bu görüşleri şu şekilde sıralayabiliriz: Karamanlıların etnik kökeniyle ilgili sorular bugün hâlâ açıklığa kavuşmamıştır. Karamanlılar büyük olasılıkla Bizans ordusunda asker olarak görev yapmışlardır. Bunun yanı sıra söz konusu halk mülteci ya da esir olarak Bizans İmparatorluğunun Küçük Asya Eyaleti’nde yerleştirilmiş, Hıristiyanlığı kabul etmiş Türklerin soyundan gelmektedirler. 14. yüzyılda bu Hıristiyan 190 1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u Karamanlı Türkçesine Genel Bir Bakış Denemesi Türklerin büyük çoğunluğu Karaman Beyliğinin himayesine girdiği için daha sonra bütün Hıristiyan Türkler ve daha önce Karamanlı Beyliğinin dışında yaşayan halk da Karamanlı adını almıştır. (Eckmann: 1988, 89). Janos Eckmann’a göre Karamanlıların menşeiyle ilgili yaygın iki nazariye bulunmaktadır: Bunlardan birincisine göre Karamanlılar Türkleşmiş Rum’lardır. İkincisine göre ise Selçuklular zamanında Bizanslılarla olan sıkı münasebetler sonucunda Türklerin bir kısmı Hıristiyanlığı kabul etmiştir. Karamanlılar da bunların torunları olup aslen Türk’türler. Pek çok görüş bu ikinci nazariyeyi desteklemektedir (Eckmann: 1950, 165’ten: Dmitriev: 1928). Evangelia Balta da Karamanlıların etnik kökeni konusunda iki farklı görüşün hakim olduğunu belirtir: “Bunlardan birincisine göre bu topluluklar Yunan kökenlidirler ve zorla ya da Batı Anadolu’nun kıyılarında yaşayan ve Yunanca konuşan öteki Ortodoks Hıristiyanlardan uzak ve kopuk kaldıklarından Türkçe konuşmaya mecbur kalmışlardır. Diğer bir görüşe göre ise bu topluluklar Türk soyundan gelmedirler; bu insanlar Anadolu ele geçirilmeden önce Bizans toprakları içine girip yerleşmişler ya da Bizans ordusuna paralı asker olarak katılmışlar ve -yeni efendilerinin dillerini benimsemeden- dinlerini değiştirmişlerdir.” (Balta: 1990, 83). Mustafa Ekincikli, Türk Ortodokslarının menşei konusunda farklı görüşler bulunduğunu ifade ettikten sonra şu değerlendirmede bulunmaktadır: “Millî Mücadele’nin sonuna kadar Anadolu’da Müslüman Türklerden tamamen farksız bir şekilde yaşayan ve Rumca bilmeyen bu Ortodokslar, acaba ana dillerini unutmuş, Türkleşmiş Hıristiyanlar mıdır? Yoksa ırken Türk olup da sonradan Hıristiyanlığı kabul etmiş, lisanen değilse bile hissen Rumlaşmış insanlar mıdır? Bu görüşlerden biri diğerine göre henüz üstünlük sağlayabilmiş değildir. Ancak biz Türk Ortodokslarının kimliğini ortaya çıkarırken ikinci görüşe ağırlık vereceğiz. Tarihi olarak Türk Ortodokslarının Türk menşeli oldukları söylenebilir. Bilindiği gibi XI. yüzyıla kadar, Orta Asya’dan Batı’ya doğru gelişen Türk fütuhatının istikameti, Hazar ve Karadeniz’in kuzeyindeki bozkırlardan Tuna boylarına doğrudur. IV. yüzyıldan itibaren bu istikameti takip eden Türk boyları, ilk numune Batı Hunları olmak üzere Avrupa’da kavimler göçüne sebep olmuşlardır. Bulgarlar, Avarlar, Peçenekler, Uzlar, Kıpçaklar (Kuman) hep bu yolu takip ederek Balkanlar’a, Bizans ülkesine gelen Türk boylarıdır. Bu Türk boyları ilk göründükleri zamanlarda Bizans’ı meşgul etmişler, fakat zamanla 1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u 191 Cihan ÇAKMAK eski güçlerini kaybederek bu imparatorluğun nüfuzu altına girmişlerdir. Bizans’ın bu Türk boylarına karşı uyguladığı siyaset; önce gelenleri daha sonra gelenlerle savaştırmaktır. Bu Türk boyları, siyasî bir güç olmaktan çıkınca da Bizans İmparatorları tarafından sistemli bir şekilde Hıristiyanlık tesirinde bırakılarak eritildiler. Bizans’ın tesiri altına giren bu Türkler ya Anadolu’da sınır muhafızı olarak yerleştirildiler veyahut da paralı asker olarak orduda çalıştırıldılar.” (Ekincikli: 2002, 233). Karamanlıların menşei konusunda İstiklal Savaşında Milli Mücadele saflarında yer almış, Papa Eftim adıyla bilinen fakat Atatürk tarafından yaptığı hizmetlerden dolayı “Baba Eftim” ismiyle taltif ettiği Papa Eftim2’in oğlu Türk Ortodoks Kilisesi Patriği Selçuk Erenerol şu ifadeleri kullanmaktadır: “Bizler Orta Asya’dan gelen Selçukilerdeniz. Selçukluların bir kısmı İslamiyeti bir kısmı da Hıristiyanlığı seçmişlerdi. Anadolu’da Türkler asırlardan beri, hatta Alparslan Gazi’nin Anadolu’ya girmesinden binlerce yıl önce yerleşmişlerdi. Kafkaslar üzerine gidenler Romanya, Moldavya gibi ülkelerde Gagauz Türklüğünü oluşturmuştur. Babam Papa Eftim Anadolu çocuğudur. Aslen Akdağ-Madenli, annem ise Ankaralı’dır. Beş kardeşimin dördü Anadolu’da ben İstanbul’da doğdum.” (Öztürk: 1996, 87; Rüşen: 1994). Türkler arasındaki Hıristiyanlık faaliyetleri Balkanlar ve Orta Asya’da yoğun bir şekilde yürütülmüştür. Bu bölgedeki Hıristiyanlık faaliyetlerinin yoğun 2 “Papa Eftim 1300 (1884 -1885) yılında Ankara Vilayeti Yozgat Sancağı Akdağmadeni kasabası İstanbulluoğlu Mahallesi’nde doğmuştur. Küçükken kilise okulunda eğitim gören Eftim, 1918 yılında Ankara’ya giderek babasının mesleği olan manifaturacılığa başlamış ve 1911 yılında da evlenmiştir. Küçük yaştan itibaren dine karşı büyük bir ilgi duymuş ve bu ilgisinin sonucunda da manifaturacılığın dışında 1912 yılında kilise bünyesinde diyakoz* olarak göreve başlamıştır. Diyakozluğu 1915 yılında papazlık takip etmiş ve Kayseri Metropolidi Nikolaos tarafından takdis edilerek aynı yıl Eftim Akdağmadeni’ne papaz olarak atanmıştır. Daha sonra ise 1918 yılında Keskin Metropolit vekili olmuştur.” (Anzerlioğlu: 2009, 262-263’ten: Ergene: 1951, 5-6). *diyakoz: Hıristiyanlıkta papazın yardımcısı olan din adamı. (Türkçe Sözlük: 2005, 543). “Papa Eftim işgale uğrayan Anadolu topraklarındaki gelişmeleri yakından takip etmiştir. Papa Eftim Anadolu’daki direnişe katılarak Milli Mücadele boyunca ve daha sonra Cumhuriyet Türkiye’sinde Fener Patrikhanesi’nin Türkler ve Türkiye devleti aleyhine giriştiği tüm faaliyetlerin karşısında yer almıştır. Papa Eftim bu kararını takiben işgale karşı Müslümanlar kadar Hıristiyanların da rahatsız olduğuna dikkat çekmiş ve iki noktayı özellikle vurgulamıştır. Bunlardan birincisi Anadolu’da yaşayan Ortodoksların dilleri, âdetleri ve kültürleriyle Türk olduklarını ispatladıklarıdır. İkincisi ise Fener Patrikhanesi’nin bu gerçek karşısında takındığı Helenleştirme politikası ve bağlı olduğu devlete karşı giriştiği ihanetlerdir. Papa Eftim, Millî Mücadeleye katıldığı andan itibaren sürekli olarak Ortodoks halkın dikkatini Fener Patrikhanesi’nin geçmişten itibaren Osmanlı idaresi ve sonrasında TBMM hükümetine karşı takip ettiği aleyhtar siyasete çekmeye çalışmış ve Anadolulu Hıristiyanların Millî Mücadeleye tüm gayretleriyle destek vermeleri gerektiğini ve Müslüman Türklerle aynı soydan geldiklerini hatırlatmıştır.” (Anzerlioğlu: 2009, 266). 192 1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u Karamanlı Türkçesine Genel Bir Bakış Denemesi bir şekilde yürütülmesi buradaki Türk boyları arasında Hıristiyanlığın daha fazla kabul görmesinden anlaşılmaktadır (Ekincikli: 2002, 233; Ekincikli: 1998, 44). Balkanlara Karadeniz’in kuzeyindeki hattı izleyerek gelen Bulgar, Avar, Peçenek, Uz (Kuman), Kıpçakların millî bilinç yerine kabile şuuruna sahip olmaları, Bizans İmparatorluğu’nun işine gelmiş, asırlarca bu Türk boylarını birbirine kırdırarak düşman etmiştir. Bugün Rusya da özellikle 1991’de SSCB’nin dağılmasının ardından aynı yöntemi kullanarak Türk boylarını birbirinden ayırmış ve onları Hıristiyanlaştırmak için yoğun çaba sarf etmiştir (Eröz: 1983, 3). Faruk Sümer, Karamanlıların köklerinin Anadolu’daki Türk olmayan kavimlerden oluştuğunu, fakat bunların zaman içinde dillerini unuttuklarını ve Türkçe konuşmaya başladıklarını belirtir. Taşıdıkları Türkçe adlar, konuştukları dil, şeriyye sicilleri ve tahrir defterlerinin incelenmesine dayanarak Karamanlıların Türk menşeli olduklarını savunan bilim adamları da bulunmaktadır. Dmitriyev ve Talat Tekin gibi bilim adamları Karamanlıların Türk kökenli olduğunu kabul etmektedirler. (User: 2006, 87-88’den: Cami, Osmanlı Ülkesinde Hıristiyan Türkler ve Bizans İmparatorluğu’na Dahil Olan Turanî Akvam, İstanbul 1932’den naklen M. Şakiroğlu, “a.g.m.”, 236.s.; Mehmet Eröz, a.g.e., 28-29.s., F. Sümer, “Anadolu’ya Yalnız Göçebe Türkler mi Geldi?”, TTK-B, XXIV,s. 93-96, Ankara 1960, 575-576.s., H.F. Turgal, “Anadolu’da Gregoryen ve Ortodoks Türkler”,Ülkü, c. IV, sayı 22, 173-182.s.; T. Tekin “Tarih Boyunca Türkçenin Yazısı”, Ulusal Kültür, I/2, 1978, 29.s.) “Selçuklular, XI. asırda Anadolu’ya geldiklerinde, burada, Hıristiyanlaştıkları halde Türklüklerini koruyan Bulgar, Avar, Peçenek, Uz ve Kıpçak Türkleriyle ve onlardan çok daha uzun zaman evvel yerleştirilmiş Hun zümrelerinin torunlarıyla karşılaşmışlardır. Ortodoks Hıristiyan inancını benimsemiş bu zümreler, Selçuklularla birlikte Anadolu’nun Türkleşmesine katkı sağlamışlardır. İşte bu zümreler dikkate alındığında, N. Dmitriyev’in, Selçuklular devrinde Bizanslılarla sıkı ilişki içinde olan Türklerden bir kısmının Hıristiyanlığı benimsediği ve Ortodoks Karamanlıların da bunların torunları olduğu şeklindeki teorisine karşı, Selçuklulardan çok daha eski tarihlerde Bizans İmparatorluğu’nda iskan edilen Türk topluluklarının söz konusu zümreyi oluşturdukları şeklinde bir teori geliştirmek daha gerçekçidir. Zira tarihî kayıtlarda Selçukluların Hıristiyanlaşmasıyla ilgili hiçbir kayıt yoktur. Anadolu’da yüzyıllar sonra, Osmanlı-Arap alfabesinin dışında 1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u 193 Cihan ÇAKMAK bir alfabeyle son derece zengin ve gelişmiş bir edebî miras bırakacak olan Hıristiyan Türkler, muhtemelen daha VI. asırda Anadolu’da paralı asker olarak iskan edilen, buna karşılık dillerini unutmayan, dolayısıyla millî kimliklerini kaybetmeyerek Bizans asimilasyonundan kendilerini tecrit eden Bulgar, Avar, Peçenek, Uz ve Kumanların torunlarıdır.” (User: 2006, 8788’den: Kafesoğlu: 1993, 172; Eröz: 1983, 23; Eckmann: 1950, 165). Mustafa Ekincikli Karamanlıların kimliği üzerinde yazmış olduğu makalesinde şu sonuca varmıştır: “Türk Ortodoksları, ‘ana dillerini unutmuş eski Anadolu Rumları’ değildirler. Çünkü; Rumca basit bir konuşma dili değildir ki kolayca unutulabilsin. Ayrıca Türk Ortodoksları, Anadolu’da Müslüman Türklere nispetle küçük bir azınlık oluşturuyorsa bile kendi ana dillerini unutmayacak derecede bir yoğunluğa sahiptirler. Diğer yandan, Türk hâkimiyeti, hiçbir zaman kendi idaresi altındaki milletlerin ana dillerini unutturmaya çalışmamıştır. Göz ardı edilemeyecek bir başka önemli husus, Anadolu’da yüzyıllardan beri Türk hâkimiyeti altında yaşayan bir takım Ortodokslar vardır ki onların ana dilleri Rumca’dır. Eğer Türk hâkimiyeti Türk Ortodokslarına zor kullanarak ana dillerini unuttursaydı, bunların da Rumca bilmemeleri gerekirdi. Hâlbuki böyle bir uygulama tarihimizde görülmemiştir. Türk Ortodoksları, Bizans döneminde Anadolu’ya gelip yerleşmiş Bulgar, Avar, Peçenek, Uz ve (Kuman) Kıpçak’ların bakiyeleridir. Tarihî olarak Türk ırkından oldukları isbat edilen Türk Ortodokslarının ‘hissî’ olarak ne derece Türkleşip Türkleşmedikleri tartışmaya açıktır.” (Ekincikli: 2002, 238-239).Karamanlıların kimliğini belirlemek için mensup oldukları din ve Grek harfleriyle yazmış oldukları Türkçe eserler belirleyici olmaktadır. Evangelia Balta, Karamanlılar için Türkofon Ortodoks tabirini kullanır. Balta’ya göre Karamanlıların kimliğinin tespitinde kullanılacak iki temel veri olan din ve dil faktörleri yetersiz ve birbiriyle çelişen bir durum göstermektedir. Balta’ya göre mevcut Karamanlıca kitapların önsözlerinden hareketle etnik kimlik konusunda bir sonuç elde edilebilir. Eldeki kaynaklar incelendiğinde ilk yayınlanan ve dinî içerikli eserlerde Hıristiyanlar, Anadolu Hıristiyanları sözcüklerinin kullanıldığı görülmüştür. Daha sonra yazılan eserlerde buna bir de Ortodoks kelimesi eklenmiştir (Balta: 1990, 82). Sonuç olarak Karamanlıların menşei hakkındaki tartışmalar bugün hâlâ tam olarak netlik kazanmış değildir. Bu konuda iki baskın görüş hâkimdir. Bir görüşlerden birine göre Karamanlılar Rum kökenlidir. Diğer bir görüşe göre ise Karamanlılar Türk menşeli olmakla birlikte Hıristiyanlaştırılmış bir topluluktur. 194 1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u Karamanlı Türkçesine Genel Bir Bakış Denemesi Kısaca özetleyecek olursak Karamanlılar Yunan değildi. Kullandıkları dil ise Türkçe idi. Yani Karamanlıların konuştuğu dil hemen yakınında oturan Müslüman komşusunun kullandığı dilin aynıydı. Karamanlılar günlük konuşma dillerinin yanı sıra kiliselerinde ibadetlerini de Türkçe yapmışlardı. Ayrıca gelenek, görenek, yaşam tarzları ve alışkanlıkları da Müslüman Türklerden farklı değildi (Anzerlioğlu: 2009, 248). 2. Dil ve Edebiyat 2.1. Alfabe 2.1.1. Grek Alfabesi “Grek alfabesi, Kuzey Sami yazısından gelişen yazı sistemlerinden biridir. Yunanlılar, sıkı ticarî ilişkiler içinde bulundukları Fenikelilerin mallarını belirlemede bazı işaretler kullandıklarını görüp bu işaretleri öğrenerek, takriben M.Ö. 1000 yıllarında Grek yazısını kullanmaya başlamışlardır.” (User: 2006, 91’den: Malay: 1987, 8; Diringer: 1968, 359). Kendisinden gelişen farklı alfabelerle yazı tarihinde önemli bir yer tutan Grek alfabesi, ünsüz çatılı bir yazı sistemi olan Sami alfabesini, modern anlamdaki alfabeye dönüştürmüş ve bu yazıya estetik şeklini vermiştir. Antik devirde Etrüsk, Likya, Frigya, Lidya ve Karya alfabelerine, Mısır Kıptî yazısına kaynak teşkil eden, modern Latin ve Kiril alfabelerinin de atası olan Grek alfabesi, ticaret, din ve savaş yollarıyla Avrupa’nın tamamında ve Asya’nın büyük bir bölümünde yaygınlaşmıştır (User: 2006, 91). 2.1.2. Karamanlı-Grek Alfabesi Türkler tarih boyunca Göktürk, Uygur, Soğut, Mani, Brahmi, Çin, Arap, İbrani, Süryani-Estrangelo, Grek, Kiril ve Latin alfabelerini kullanmışlardır. İncelememize konu olan Karamanlılar da Grek harfli Türkçe ile çok sayıda mezar kitâbesi ve matbu eser ortaya koymuşlardır. “Türkçenin veya Türkçe kelimelerin yazımında kullanılan ilk alfabelerden biri de Grek (Yunan) alfabesidir. Bugünkü bilgilerimize göre Grek harfleriyle yazılmış en eski Türkçe kelimeler Ural nehrinin Türkçe adı olan Yayık ile eski Türklerin cenaze töreni anlamında kullandıkları yoğ kelimesidir. Bunlardan Yayık adı ilk olarak ünlü İskenderiyeli astronom, matematikçi ve coğrafyacı Ptolemais tarafından II. yüzyılda Δάιζ (Dayıks; kelime sonundaki -s Grekçe nominativus ekidir) olarak kaydedilmiştir. Aynı adı Bizanslı Menandros Protektor VI. yüzyılda Δαίχ (Dayih veya Dayik) şeklinde yazar. Göktürklerin cenaze töreni anlamında kullandıkları yoğ kelimesi ise 576 yılında Gök- 1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u 195 Cihan ÇAKMAK türk hakanı Ektel’e gönderilen Bizans elçilik heyeti başkanı Valentinos’un Bizans’a dönüşünde yazdığı raporunda δοχια (dohia) biçiminde kaydedilmiştir. Burada hi ve yota (hi), Türkçenin ğ sesi için kullanılmış olmalıdır. Kelime sonundaki -a ise Grekçe ektir.” (Tekin: 1977, 105-106). “Bizans tarihlerinin Türklerle ilgili bölümlerinde ve Batı Hun birliğine dahil Bulgar Türklerinden kalma dil yadigarlarında da Grek harfleri ile yazılmış Türkçe kişi adları, ünvanlar ve belirli bazı kelimeler (12 hayvanlı Türk takvimindeki hayvan adları ve sayılar gibi) vardır. Grek alfabesiyle yazılmış eski Tuna Bulgarları kitabelerinde (IX. yüzyıl) zikrolunan Omurtag, Tervel vb. gibi Türkçe hükümdar adları ile Bayan, Boyla, Bagatur vb. gibi Türkçe ünvanlar bunlar arasındadır.” (Tekin: 1977, 107). “Osmanlıcanın veya Türkiye Türkçesinin Grek alfabesiyle yazılmış en eski örnekleri XVI. yüzyıla aittir. Grek harfleri ile yazılmış en eski Osmanlıca (Türkçe) metin İstanbul patriği ünlü Gennadios Scholarios’un Fatih Sultan Mehmed’in emri üzerine hazırlamış olduğu Hıristiyan İtikatnamesidir. Patrik Gennadios’un bu İtikatname’nin Grekçe metnini 1455 veya 1456 yılı başlarında hazırladığı biliniyor. Bu İtikatname Vertoria (Karaferye) kadısı Ahmed tarafından Türkçe’ye çevrilmiştir. Daha sonra Arap harfli Türkçe İtikatname çevirisi Grek harfleri ile de yazılmıştır.” (Tekin: 1977, 107). Karamanlıların ana dillerinin Türkçe, kullanmış oldukları alfabenin ise Grek harfleriyle olmasını Osman Fikri Sertkaya şöyle açıklamaktadır: “Türklerin başlangıçtaki dinî inançları, bugün için, meçhulümüzdür. Bilinen devrelerden itibaren ise Şamanist, Budist, Maniheyist, Musevî, Nestoriyen (Süryani), Hıristiyan, Müslüman vs. olan Türkler, değiştirdikleri din gereğince o dine uyan alfabeyi kullanmışlardır. İşte Tengriist Türklerin Köktürk, Budist Türklerin Uygur ve Brahmi, Maniheyist Türklerin Mani, Musevî Türklerin İbrani, Müslüman Türklerin Arap, Hıristiyan Türklerin ise Latin, Ermeni, Kiril, Grek… vs. gibi yazıları kullanmalarını, bu değişen din faktörü ile açıklamak istiyoruz. Bu izah tarzı aynı zamanda Karamanlıların Türkleşmiş Rum olduğu görüşünün yanlışlığını da ispat etmektedir.” (Sertkaya: 2004, 2). Grek alfabesi, Anadolu’nun çeşitli bölgelerinde Hıristiyanlığın Ortodoks mezhebine mensup olan Karamanlı toplumu tarafından XVIII. ve XX. yüzyıllar arasında kullanılmıştır. Grek alfabesinin kullanımının bilhassa Karamanlılar arasında bu kadar geç bir tarihte başlamış gibi görünmesine rağmen, Grek Alfabesiyle Türkçe kişi, yer ve kavim adlarının kaydedilmesi çok daha eski tarihlere gitmektedir (User: 2006, 85). 196 1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u Karamanlı Türkçesine Genel Bir Bakış Denemesi Karamanlı-Grek alfabesinin Grek harfli yazımı ile ses karşılıklarını aşağıdaki tabloda şu şekilde göstermek mümkündür:3 Tablo 1. Karamanlı-Grek Alfabesi. Ses karşılıkları a b c ç d e f g ğ h, k· ı i j h· l m n ñ o ö p r s ş t u ü v y z Karamanlı-Grek Alfabesi Harfler Aα μπ, π, ππ, μ τζ, δζ, ντζ, τ̃ζ, τ̇ζ τζ, δζ, ντζ, τσ, τ̃ζ, τ̇ζ ντ, τ, δ, ττ, Εε Φφ, Υυ Γγ, γκ, γγ, κ̇ Γ Χχ Ιι, ει, υ, η Ηη, Ιι, ει, η Ζζ, σ, τζ Κκ, κκ, γκγ, χ Λλ Μμ Νν γκ, γχ, γ, νγ, γγ, γν, νγγ Ο ο, Ω ω Ο ο, ιο, εο, õ, ο̇ Ππ, ππ, χ Rρ Σς, σ, σσ ς, σ, σσ, σ̇, σ̃, σσι Ττ, ττ, δ, δ̇ Ου ον, ον̃, õν, ιου, ιõ, ο̇υ Ββ, υ Ιι, γι, γ, η, ιγ Ζζ, σ Türkçenin 31 sesinden c, ç, h, ı, j, ö, ş ve ü harflerini Yeni Yunan alfabesinde göstermek mümkün değildir. Bunun dışında Grek alfabesiyle yazılmış 3 Tablo 1 için bakınız. USER, Hatice Şirin (2006), Başlangıcından Günümüzü Türk Yazı Sistemleri, Ankara, Akçağ Yayınları. 1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u 197 Cihan ÇAKMAK eski metinlerde çoğu zaman b, d ve g harfleri p (ϖ), t (τ, υ), ve k (χ) ile gösterilmiştir (Eckmann: 1950, 172). “Grek alfabesi, Karamanlı Türkçesinin ses sistemini tam olarak yansıtmamaktadır. Bu alfabe, Türkçedeki dar-düz damak ünlüsü ı’yı, dar-yuvarlak ön damak ünlüsü ü’yü, geniş-yuvarlak ön damak ünlüsü ö’yü, sedalı ve sedasız diş-damak patlayıcıları c ve ç’yi, sedalı ve sedasız diş-damak sızıcıları j ve ş’yi ve sedasız arka damak sızıcısını karşılayan harf değerlerine sahip olmadığı için, söz konusu sesler farklı harf birlikleriyle ve diyakritiklerle temsil edilmişlerdir. c ünsüzü τζ, j ünsüzü ζ, ş ünsüzü σ ve ς, ı ünlüsü ι, ει, η, ve ν harfleri ve harf birlikleriyle, ö ünlüsü ο, ü ünlüsü de ον ile yazılmıştır. Bununla beraber, söz konusu harf birlikleri ve ayırıcı işaretlerin (diyakritik) kullanılışı, bölgeden bölgeye değişmiş ve neticede ortaya son derece istikrarsız bir imla çıkmıştır. Bu seslerin yanında Grek alfabeli Karamanlı Türkçesi metinlerinde b için hem μϖ hem ϖ, d için hem ντ hem τ harflerinin kullanılması, χ’in hem k hem de h seslerinin karşılığında kullanılması, imladaki karışıklığı iyice arttırmıştır.” (User: 2006, 91-92’den: Eckmann: 1950, 27-31). Tüm bunlara ek olarak Karamanlıcada, Yunan alfabesinde bulunmayan harfler vardır. Örneğin epsilon (Ψ) ve ksi (Ξ) gibi Grek harfleri Karamanlıcada yoktur. Çünkü Türkçede bu harflerin temsil ettiği ses bulunmamaktadır. Karamanlıcada bazı sesleri karşılamak üzere özgün harfler de yaratılmıştır. Karamanlı alfabesine Latinceden C, Kiril alfabesinden ise Δ harfleri girmiştir (Korat: 2003, 67). Karamanlıların kullandıkları Grek alfabesiyle ilgili nihai olarak şunlar söylenebilir: Karamanlıların Grek alfabesini kullanmalarının en önemli nedenlerinden biri dinî gerekçeleridir. Bunda kilise önemli bir rol oynamaktadır. Yunan harfleriyle Türkçe yazmanın diğer bir önemli gerekçesi de Karamanlılar arasında örgün eğitimin olmayışıdır. Yerel topluluklar ve dinî cemaatler kendi eğitimini kendileri veriyordu. Bunda Osmanlı İmparatorluğunda dil ve yazı çeşitliliğinde herhangi bir baskının olmaması, aksine tam bir özgürlüğün hâkim olması etkendir (Korat: 2003, 67). Grek alfabesi; Hıristiyanlığın Ortodoks mezhebine bağlı olan Karamanlılar tarafından XVIII. ve XX. yüzyıllar arasında kullanılmıştır. Sınırlı sayıda ve dar bir bölgede kullanılmasına karşın söz konusu alfabeyle çok sayıda eser yazılmıştır. Bu alfabe, Göktürk yazısı dışındaki diğer tarihî Türk alfabeleri gibi, Türkçenin sahip olduğu seslerin tamamını karşılamada yeterli olmamıştır. Grek alfabesi ise kullanıldığı coğrafya itibariyle Anadolu, Suriye, 198 1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u Karamanlı Türkçesine Genel Bir Bakış Denemesi Balkanlar, Baserabya ve Kırım’ın bazı bölgelerindeki Ortodoks Hıristiyan Türkler ve Rumlar tarafından sınırlı bir bölgede kullanılmıştır. Bu noktada din ve inanç sistemlerinin alfabe seçimindeki belirleyiciliği etkili olmuştur. Tarihî süreçteki siyasî olaylar ise (Lozan Antlaşması’yla yürürlüğe giren Mübadele yasası), Grek alfabesinin Türkler ve Türkçe konuşan Rumlar tarafından kullanılmasına son vermiştir (User: 2006, 92). 2.2. Karamanlıca Karamanlıca, XVI. yüzyıldan XX. yüzyılın başlarına kadar Grek alfabesinin kullanılmasıyla yazılan Türkçedir. Karamanlıcanın ilk dönemlerinde bilhassa konuşma dilinin fonetik özellikleri Orta Anadolu lehçesiyle, son dönemlerde ise Osmanlıca ile benzerlikler gösterir (Korat: 2003, 65). Anadolu’daki Ortodoks Hıristiyanların konuştukları Türk ağzı, Karamanlı Türkçesi veya Karamanlıca olarak adlandırılmıştır. Lozan Antlaşması’nın ardından mübadeleye tabi tutulan Karamanlı Ortodoks Türkler, Türkiye’den ayrıldıkları tarihe kadar yüzlerce mezar kitabesi, el yazması ve matbu metin bırakmışlardır (User: 2006, 89). Karamanlıcanın nasıl bir dil olduğunu ilk kez Jacob ele almıştır. Jacob, Karamanlıcanın klasik dile çok yakın bir dil olduğunu ifade etmiştir (Eckmann: 1950, 168’den; Jacob: 1898). Bu iddia Eckmann’a göre Karamanlıca eserlerdeki hususiyetler incelendiğinde kısmen doğrudur (Eckmann: 1950, 168). Karamanlıcada müşterek bir yazım birliği yoktur. Yaşanılan bölgeden bölgeye harflerin kullanımları, stilleri değişiklik gösterebilir. Bazen sadece bir bölgede kullanılan ve o bölgeye has harf stiline rastlanabilir4 (Korat: 2003, 65). Bu bakımdan Karamanlıca eserlerin dil ve imlâsı standart bir dil özelliği taşımamaktadır. Karamanlıca yazılmış eserlerin pek çoğu tercüme eser oldukları için mütercimlerinin dil ve imlâ anlayışlarını yansıtmaktadırlar. Bunun yanında mütercimlerin farklı coğrafyalarda ve farklı zamanlarda yaşamış olmaları onların kendi aralarında da bir birlik oluşturamamalarına sebep olmuştur. Bu mütercimlerin esas gayesi ortaya koydukları eserlerin 4 Buna örnek olarak Niğde’nin Yeşilburç köyü Ayios Theodoros Kilisesi yazıtı çok tipiktir. Söz konusu kitabede “i” harfi haç işareti ile gösterilmiştir. Bunun yanı sıra yerel söyleyiş özellikleri de dikkat çekicidir. Örneğin Sille yazıtında “şefaati ile” ifadesi “şefaatıylan” şeklinde gösterilmiştir. “Hak taala” yerine “Hak taale” yazılmıştır. Bir diğer örnek ise Kayseri Endürlük’teki yazıtta “bin” sayısı, aynı yörede yaşayan Kayserililer gibi nazal n söylenişi ile Binn (ΒΙΓΓ) şeklinde kaydedilmiştir (Korat: 2003, 65). 1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u 199 Cihan ÇAKMAK dili değil içeriğidir. Bu yüzden mütercimler hitap ettikleri topluluğun kendilerini anlayabilecekleri sade ve anlaşılır bir dil kullanmayı tercih etmişlerdir. Zira bu dinî kitapların çoğu okunmak için değil dinlenmek için kaleme alınmıştır (Kılıçarslan-Kahya: 2009, 730). Karamanlıların yazılı eserlerinde, kitabelerinde ve mezar taşlarında Türkçe kelimelere yer vermelerinin yanında bilhassa karındaş gibi Eski Türkçe kelimelere de yer vermiş olmaları son derece dikkat çekicidir. Alanya’nın Tepe Mahallesi’nin Hıdırellez Mevkiinde bulunan Agios Georgios Kilisesi’nin 1873 yılında tamir edildiğini anlatan kitabe buna örnek olarak gösterilebilir.5 Abdülkadir Baykurt Cami yazılarında Karamanlılardan geniş bir şekilde bahseder. Cami’ye göre İstanbullular Karamanlılar’ı ayırt etmek için Karamanlı Rum tabirini kullanarak onları diğer Rum ahaliden ayırırlardı. Cami, bu Hıristiyan topluluğun son derece duru bir Türkçe kullandığını ve ibadetlerini yaptıkları kiliselerinde dinî ritüellerini yine sade bir Türkçe ile yapmalarıyla dikkati çektiklerini belirtmektedir (Aygil: 2003, 73-74’den: Cami: 1932, 5-6). Sonuç olarak bugün Yunanistan’da birinci ve ikinci kuşak Karamanlı toplumu içinde Türkçe hâlâ canlı bir şekilde varlığını sürdürmektedir. Üçüncü kuşak içinde konuşulanları anlayanların yanı sıra az sayıda da olsa Türkçe konuşabilen insanların yaşadığı bilinmektedir (Anzerlioğlu: 2009, 171). 2.3. Karamanlıca Eserler Karamanlıca eserlere XV. ve XVII. yüzyıllar arasında yazma olarak rastlanmaktadır. Matbu eserler ise XVIII. yüzyılın başlarından itibaren yazılmaya başlamıştır. Karamanlı Türkçesine tercüme edilen bilinen en eski eser ise İstanbul’un fethinden sonra ilk Ortodoks patriği olan Gennadios’un “İtikadname” adlı eseridir. Bunun yanı sıra Karamanlıca metinler içinde Adalia (Antalya)’lı Serapheim (Serafim)’in tercüme ettiği eserler büyük bir yekûn tutmaktadır (Sertkaya: 2004, 2). 5 Kitabenin günümüz Türk harflerine çevrilmiş şekli şöyledir: “1. Agios Georgios kilisesi kadîmden burada bulunur. 2. Şimdi bu tarihte Aziz kilise yeniden 3. Ortodoks Hıristiyan karındaşlarımız kuvveti ile 4. yapılmıştır. Biz de Kilise’nin tarihinin 5. bilinmesi için bu tarihi yazdırmışızdır. 6. Alanyalı Manuloğlu Sabba 1873 Abril 23.” (Gönüllü: 1996, 24). 200 1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u Karamanlı Türkçesine Genel Bir Bakış Denemesi “Karamanlıca basılan ilk kitap 1718 yılında neşredilmiştir. O zamandan itibaren çeşitli Avrupa ülkelerinde Karamanlıca diyaleği ile yazılmış pek çok eser yayınlanmıştır. Karamanlıca kitapların en önemli koleksiyonu Atina’daki Millî Kütüphanede (National-bibliothek) ve Yunan Bilim Akademisi Kütüphanesinde (Bibliothek der Griechischen Akademie der Wissenschaften) bulunmaktadır. Karamanlıca kitapların ilk listesi (yeni basımlı 71 kitapla birlikte 54 eser) S. A. Chudaverdoğlu-Theodotos tarafından bir araya getirilmiştir. Karamanlidika adında düzenlenen büyük bir katalog Türkçe olup, Yunan alfabesiyle basılmış olan eserlerin analitik bir bibliyografyası son zamanlarda Atinalı âlimler S. Salaville ve E. Dalleggio tarafından başlatılmıştır. İlk cildi 1584-1850 yıllarındaki 113 eseri tasvir eden 1958 yılında Atina’da neşredilen bir katalog Karaman Edebiyatı hakkındaki bilgimizi esaslı bir şekilde zenginleştirecektir.” (Eckmann: 1988, 90). Grek harfleriyle yazılan Karamanlıca metinler incelendiğinde eserlerin, 1850’ye kadar genel olarak dinî konuları içerdiği görülür. Yayınlar, XIX. yüzyılın ortalarından itibaren giderek çeşitlenir. Aralarında gazete, dergi, tarih, coğrafya, gramer, sözlük (Osmanlı Türkçesi-Yunanca), ders kitabı, hukuk kitabı, çeviri romanların da bulunduğu din dışı eserler ortaya konulmaya başlamıştır (User: 2006, 90’dan: Stathis: 1994, 2055-2063). “Grek harfli Karamanlı Türkçesi kitaplar XVIII. ve XIX. yüzyıldan kalmadır. Bunların içinde en eskisi, ilk baskısı 1718’de İstanbul’da (diğer baskıları: Amsterdam 1743, İstanbul 1803 ve 1883) yapılmış olan Gülzar-ı iman-i Mesihi adlı din kitabıdır. XVIII. yüzyıl başlarından XIX. yüzyıl sonlarına kadar yani iki yüz yıl içinde İstanbul, Venedik, Atina, Viyana, Leipzig, Amsterdam, Bükreş gibi şehirlerde basılmış Karamanlıca kitapların toplam sayısı 500’ü aşar.” (Tekin: 1977, 107-108). “Karamanlı ağzıyla çok sayıda sözlük, din, felsefe, tıp, ticaret ve bilim eseri ortaya konmuştur. Bu gelenek, Lozan’da 30 Ocak 1923’te imzalanan ‘Türk ve Rum Ahalinin Mübadelesine Dair Mukâvelenâme ve Protokol’ün yürürlüğe girdiği güne kadar aralıksız olarak devam etmiştir.” (User: 2006, 86). Karamanlılar Yunanca bilmedikleri için dinî ve din dışı konulu eserlerini Grek alfabesiyle yazmışlardır (Tekin: 1977, 107). Bu topluluk sadece matbu eserler yazmakla kalmamış, cenazelerini gömdükten sonra diktikleri mezar taşlarına, ibadetlerini yerine getirdikleri kiliselere ve su içtikleri hayratlara da kitâbeler yazmışlardır (User: 2006, 90). Karamanlıca eserlerin yazılmasındaki en önemli ve birincil amaç dinî akidelerini yerine getirmek isteyen fakat Yunanca bilmeyen Anadolulu Or- 1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u 201 Cihan ÇAKMAK todoks Hıristiyanlara dinî inanç ve ritüellerinin öğretilmesidir (KılıçarslanKahya: 2009, 730). Karamanlı dili, Grek harfleriyle yazılmış eserlerde olduğu gibi bir birlik göstermemektedir. Fakat burada da bir edebî dil ve çeşitli ağızların varlığı söz konusudur. Janos Eckmann incelemiş olduğu metinlerden hareketle Karamanlıca eserleri dil bakımından şöyle sınıflandırmıştır: “I. Doğrudan doğruya edebî Türkçe ile yazılmış eserler: Bu eserler aslen Arap harfleriyle yazılmış Türkçe eserlerin Yunan harfli neşirleridir. Bu guruba giren eserler nispeten yeni olmakla birlikte transkripsiyon sistemleri genellikle doğrudur. Ayrıca kelimelerin vurgusunu göstermesi bakımından da faydalıdır. Rumlar için yazılmış olan Türkçe gramer ve sözlükler bu tür eserlere örnek olarak gösterilebilir. Bu tür eserlerde Arap alfabesiyle yazılmış olan metin bir de Yunan harfleriyle tekrar edilerek yazılmıştır. Bunlara ek olarak XIX. yüzyılın sonları ile XX. yüzyılın başlarında İngiliz Mukaddes Kitap Şirketi tarafından yayımlanmış olan Yunan harfli Türkçe Mukaddes Kitap Tercümeleri de bu grupta yazılmış eserler içinde değerlendirilebilir (Eckmann: 1950, 167). II. Halk unsurları ile az çok karışık bir yazı dili ile yazılmış eserler. Bunlar arasında türlü kademeler vardır: a. Dili edebî Türkçeye yakın olmakla birlikte halk ağızlarına ait bazı fonetik özellikleri (eksik vokal uyumu: anler, arzuler, oğlı, güni, yoktır, oldı, kurtıl-, bulın-, doldır-, kalup, yetisüp, nufuzlı,; et-, de-, eşit-, ver-, gece oo it-, di-, işit-, vir-, gice; ses boşluğu: bean, temie, tek tük asimilasyon ve disimilasyon ses hadiseleri: şeher, mimkin, muhasere, vb.) içeren metinler. Bunların dışında Anadolu Hıristiyanlarına Yunanca’yı öğretmek amacıyla Türkçe kısmı da Grek harfleriyle yazılmış sözlükler de bu gruba dahildir. Bu sözlükler esas olarak edebî dille yazılmış olmakla birlikte bazı ağız özellikleri ile ağızlara da ait az da olsa kelimeleri de içermektedir. b. Bu gruba dahil edilen metinler a grubunda sayılan özelliklerinden başka, sadece Karamanlıca metinlerde karşılaşılan bazı özellikler göstermektedir. Örneğin; Arapça isim ve sıfatlara –lik ve –li eklerinin getirilmesi gibi: aflık, mübarekli. c. Bu metinlerde ağız hususiyetleri bundan önce sayılan gruplardan daha çoktur. Fakat sentaks bakımından bu metinler Türk sentaksından fazla farklılıklar göstermemektedir. 202 1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u Karamanlı Türkçesine Genel Bir Bakış Denemesi III. Karamanlı halk dili veya ona çok yakın bir dille yazılmış eserler bu gruba girmektedir. Bunlar dil bakımından tam bir birlik teşkil etmezler. Fakat temelde aynı ağız özelliklerini taşırlar.” (Eckmann: 1950, 167-168). Özetle söyleyecek olursak Karamanlılar hem dinî ve hem de din dışı konulu çok sayıda matbu eser ortaya koymuşlar ve bu eserlerde Türkçe düşünüp Türkçe yazmışlardır. 3. Karamanlı Türkçesinin Türk Dili Tarihi İçindeki Önemi Karamanlı Türkçesi Türklerin tarih boyunca kullandıkları pek çok alfabe içinde Grek harfleriyle Türkçe yazılması bakımından büyük önem taşımaktadır.6 Karamanlıların kullandığı Grek alfabesi tıpkı Latin alfabesinde olduğu gibi seslerin tespit edilmesi noktasında büyük önem taşımaktadır. Çünkü Arap alfabesinin kullanıldığı o devirlerde a ile e’nin ya da o, ö, u ve ü harflerinin okunuşunda bazı zorluklar yaşanıyordu. Fakat Grek alfabesinde söz konusu harfler net olarak ortaya konmuştur. Yazıldığı dönemin halk dilini yansıtması ve bölgeden bölgeye söyleyiş farklılıklarının ortaya konulması bakımından da özel bir yere sahip olan Karamanlıca metinler ciddî bir şekilde ele alınmalı, ses hususiyetlerinin7 yanında geniş kapsamlı bir grameri ve sözlüğü hazırlanmalıdır. 4. Sonuç Toplumun mensup olduğu inanç sistemi ve siyasî yapı her zaman dil ve özellikle de alfabe üzerinde etkili olmuştur. Bir başka ifadeyle dil ve alfabeyi toplumun bağlı olduğu siyasi yapı ve dinî itikatlerden bağımsız düşünmek mümkün değildir. Bu bağlamda Karamanlılar da bağlı oldukları Ortodoks-Hıristiyan dininin ve kilisenin etkisiyle Grek alfabesini benimsemişlerdir. Genel olarak bugüne kadar yapılmış çalışmalarda Karamanlı Türkçesinin belli özellikleri üzerinde durulmuştur. Dolayısıyla bu alanda yapılmış çalış6 Türkler tarih sahnesinde var oldukları süreç içerinde Göktürk, Uygur, Soğut, Mani, Brahmi, Tibet, Süryani-Estrangelo, Grek, İbrani, Kiril, Arap ve Latin alfabelerini kullanmışlardır. Daha geniş bilgi için bk. USER, Hatice Şirin, Türk Yazı Sistemleri, Akçağ Yayınları, Ankara, 2006. 7 Karamanlıcanın ses hususiyetleri Janos Eckmann tarafından ele alınmıştır. Ayrıntılı bilgi için bk. ECKMANN, Janos (1965), “Anadolu Karamanlı Ağızlarına Ait Araştırmalar I, Phonetica”, Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi Dergisi, Ankara, Ankara Üniversitesi Yayınları, C. VIII, s. 165-200. 1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u 203 Cihan ÇAKMAK malar bir bütünlük arzetmemekte ve Karamanlı Türkçesi hususunda kısmi bilgiler içermektedir. Çalışmamızda Karamanlılar ve Karamanlı Türkçesi hakkında derli toplu bilgi verilmeye çalışılmış, bundan sonra, Karamanlıların dil ve kültürlerini muhafaza etmeleri ve canlı tutmaları için ne gibi çalışmalar yapılabileceği üzerinde durulmuştur. Bu konuda yapılması gereken çalışmalar şu şekilde sıralanabilir: 1. 1950’lerde Janos Eckmann’ın başlattığı çalışmalarla son yıllarda ulusal ve uluslararası düzeyde Karamanlı ağzının ele alındığı çok sayıda sempozyum düzenlenmiştir. Bu çalışmaların artması ve her yıl düzenli olarak Karamanlıların dillerinin, ağız özelliklerinin, kültürlerinin, gelenekgöreneklerinin ve Karamanlıca eserlerin konu edildiği sempozyum, kurultay ve çalıştaylar düzenlenmelidir. 2. Karamanlıca yazmaların ilim âleminde kapsamlı bir şekilde tanıtıldığı akademik çalışmalar yapılmalıdır. 3. Karamanlı Türkçesiyle kaleme alınmış gazete ve dergilerin tanıtımına ağırlık verilmelidir. 4. Karamanlıca konusunda yapılan yayınların kaynakçalarının hazırlanması sağlanmalıdır. 5. Slav harfli Karamanlıca eserlerin katalogları hazırlanmalıdır. 6. Karamanlı Türklerinin başta dilleri olmak üzere, tarih, kültür, gelenek ve göreneklerinin araştırılacağı Karamanlı Türkleri Araştırma Merkezi kurulmalıdır (Stathis: 1989, 60). 7. Karamanlı Türkçesi daha önce ifade edildiği gibi bölgeden bölgeye değişiklikler göstermekte ve dilciler tarafından bir ağız olarak kabul edilmektedir. Bu bakımdan Karamanlı ağzıyla ilgili bugün hayatta olan kişilerle birebir görüşerek derlemeler yapılmalı ve söz konusu ağzın kelime zenginliğini gösteren bir Derleme Sözlüğü hazırlanmalıdır. 8. Lozan Antlaşmasıyla mübadeleye tabi tutulan ve bugün Yunanistan’da birinci, ikinci ve üçüncü kuşak Karamanlı Türkleri Türkiye’ye düzenli olarak davet edilmeli, bu sayede Karamanlıların geçmişle olan kültürel bağlarının devam ettirilmesi sağlanmalıdır. 9. Yunanistan’a götürülmüş binlerce Karamanlıca eserin tekrar Türkiye’ye getirilmesi sağlanmalı, bu eserlerin yeterli maddî kaynağın bulunması suretiyle incelenmesi ve kataloglanması için projeler oluşturulmalıdır (Hazar: 2008, 345). 204 1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u Karamanlı Türkçesine Genel Bir Bakış Denemesi 10. Türk Dil Kurumu son yıllarda gerek Ermeni harfli metinlerin gerekse Grek harfli metinlerin incelenmesinde özellikle Üniversitelerde lisansüstü öğrenim gören öğrencilere burs desteği sağlamaktadır. Söz konusu burs desteği başka kamu kuruluşları tarafından da desteklenmeli ve bu alandaki çalışmalar bu sayede bir artış göstermelidir. 11. Türkiye Cumhuriyeti Devleti Başbakanlık’a bağlı kısa adı TİKA olarak bilinen Türk İşbirliği ve Kalkınma Ajansı son yıllarda bilhassa Orta Asya’daki Türk Cumhuriyetlerinde ve Balkanlarda (Bosna Hersek, Kosova, Makedonya, Karadağ vb.) önemli projelere imza atmıştır. Aynı şekilde geçmişte yoğun olarak Anadolu’nun iç kesimlerinde yaşamaktayken Lozan Antlaşmasıyla bugün Yunanistan’da yaşayan ve hâlâ dillerini muhafaza eden Karamanlı Türklerinin yaşadıkları bölgelerde çalışmalar yapılmalı, tam nüfusları tespit edilmeli ve yoğun olarak yaşadıkları bölgelerde kültür merkezleri kurulmalıdır. 12. Karamanlı Türklerinin başta inanç ritüelleri olmak üzere, gelenekgöreneklerinin, yaşadıkları coğrafyaların, kullandıkları alfabelerin vb.nin anlatıldığı belgesel filmler çekilmeli ve bu kültür bizden sonraki kuşaklara aktarılmalıdır. Kaynaklar Anhegger, R. (1979-1980), “Hurûfumuz Yunanca. Ein Beitrag zur Kenntniss der Karamanish-Türkischen Literatür”, Anatolica, no. VII, s. 159. Anzerlioğlu, Yonca (2003), Karamanlı Ortodoks Türkler, Ankara, Phoenix Yayınları. Aygil, Yakup (1995), Hristiyan Türklerin Kısa Tarihi, İstanbul. Aygil, Yakup (2003), Turanlı Hristyanlar, İstanbul, Ant Yayınları. Balta, Evangelia (1989), Karamanlidika, Atina 1987 (Pinelopi Stathis, Karamanlıca, Çev. Bülent Berkol), Tarih ve Toplum Dergisi, S. 62, (Şubat), İstanbul, s. 59-60. Balta, Evangelia (1998), “Karamanlıca Kitapların Dönemlere Göre İncelenmesi ve Konularına Göre Sınıflandırılması”, Müteferrika, S. 13, İstanbul, s. 1-7. Balta, Evangelia (1990), “Anadolu’lu Türkofon Hıristiyan Ortodoksların ‘Ulusal Bilinç’lerini Araştırmaya yarayan Kaynak olarak Karamanlıca Kitapların Önsözleri”, Tarih ve Toplum Dergisi, 13/74 (Şubat), İstanbul, s. 84. Baykurt, Cami (1932), Osmanlı Ülkesinde Hıristiyan Türkler, İstanbul. Dernschwam, H. (1992), İstanbul ve Anadolu’ya Seyahat Günlüğü, (Çev. Prof. Dr. Yaşar Ören), Kültür Bakanlığı Yayınları, Ankara, s. 78. 1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u 205 Cihan ÇAKMAK Dırınger, D. (1968), The Alphabet A Key to the History of Mankind, vol. I, New York, 1..s. Duman, Mustafa (1989) “Karamanlıca, Yunanca, Ermeni Harfli Türkçe ve Ermenice Nasrettin Hoca Kitapları”, Tarih ve Toplum Dergisi, XVI, S. 92, İstanbul, s. 61-64. Eckmann, Janos (1950), “Yunan Harfli Karamanlı İmlâsı Hakkında”, Türk Dili ve Tarihi Hakkında Araştırmalar, Ankara, s. 27-31. Eckmann, Janos (1951), “Karamanlıca –işin’li Gerundium Hakkında”, Türk Dili Araştırmaları Yıllığı-Belleten, Ankara, s.14-15. Eckmann, Janos (1953), “Karamanlı Türkçesinde –maca Ekli Fiil Şekli”, Türk Dili Araştırmaları Yıllığı-Belleten, Ankara, s.45-48. Eckmann, Janos (1965), “Anadolu Karamanlı Ağızlarına Ait Araştırmalar I, Phonetica”, Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi Dergisi, Ankara, Ankara Üniversitesi Yayınları, C. VIII, s. 165-200. Eckmann, Janos (1965), Philologiae Turcicae Fundamenta II, Wiesbaden: s. 819835. Eckmann, Janos (1988), “Karamanlıca’da Birkaç Gerundium Terkibi”, (Çev. Müjdat Kayayerli), Türk Kültürü Araştırmaları, S. XXVI, 2, Ankara, s: 89-94. Eckmann, Janos (1991), “Karaman Edebiyatı”, (Haz. Halil Açıkgöz), Türk Dünyası Edebiyatı I, Türk Dünyası Araştırmaları Vakfı Yayınları, İstanbul, s. 20-38. Ekincikli, Mustafa (1998), Türk Ortodoksları, (1. baskı), Ankara, Siyasal Kitabevi. Ekincikli, Mustafa (2002), “Türk Ortodokslarının Kimliği Üzerine Bir Değerlendirme”, Türkler Ansiklopedisi, C. 6, (Edit. Hasan Celal GÜZEL, Prof. Dr. Kemal ÇİÇEK, Prof. Dr. Salim KOCA), Ankara, Yeni Türkiye Yayınları, s. 233-239. Ergene, Teoman (1951), İstiklal Harbinde Türk Ortodoksları, İstanbul. Eröz, Mehmet (1983), Hristiyanlaşan Türkler, Türk Kültürünü Araştırma Enstitüsü, Ankara. Eyice, Semavi (1962), “Salaville Severien ve Dalleggio, Eugine, Karamanlidika, Bibliographie analytique d’ouvrages en langue Turque imprimes en caracters Grecs I, 1584-1850, Belleten, C. XXVI, S. 102, (Nisan), Ankara, s. 369. Eyice, Semavi (1975), “Anadolu’da Karamanlıca Kitabeler” (Grek harfleriyle Türkçe Kitabeler)”, Belleten, C. XXXIV, S. 153, (Ocak), Ankara, s. 25-48. Eyice, Semavi (1977), “Rum Harfleri ile Türkçe (Karamanlıca) Bir Nevşehir Salnamesi (Yıllığı)”, İstanbul Üniversitesi İktisat Fakültesi, Fındıkoğlu Armağanı, İstanbul, s. 77-102. (4 resim ile) Eyice, Semavi (1980), “Anadolu’da Karamanlıca Kitabeler” (Grek harfleriyle Kitabeler) II” Belleten, C. XLIV, S. 176, (Ekim), Ankara, s. 683-696 (9 resim ile). Gönüllü, Ali Rıza (1996), “Alanya’da Karamanlıca (Grek alfabeli Türkçe) Bir Kitabe”, Yesevi, Aylık Sevgi Dergisi, S. 28, (Nisan), İstanbul. 206 1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u Karamanlı Türkçesine Genel Bir Bakış Denemesi Güler, Ali (1998), “Yunanistan’da Etnik Gruplar I: Dil Grupları”, Avrasya Dosyası, C. IV, S. 1-2, Ankara, s. 12-21. Gümüşçü, Osman (2001), XVI. Yüzyıl Larende (Karaman) Kazasında Yerleşme ve Nüfus, Ankara, Türk Tarih Kurumu Yayınları. Güngör, Harun (1984), “Karamanlıca (Grek Alfabeli Türkçe) Bir Kitabe”, Türk Dünyası Araştırmaları Vakfı Yayınları, S. 33, İstanbul, s. 95-101. Güngör, Harun (1989), “Karamanlıca Üç Kitabe”, Türk Dünyası Tarih Dergisi, C.III, S. 34, İstanbul, s.29-31. Güngör, Harun (2000), “Niğde-Nevşehir Yöresinde Karamanlıca Kitabeler”, Türk Dünyası Tarih Dergisi, (Aralık), S. 168, İstanbul, s. 44-46. Gürsel, Korat (2003), “Karanlıktaki Dil: Karamanlıca”, (Foto: Şebnem Eraş), Atlas Dergisi, S. 125 (Ağustos), s. 56-74. Hazar, Mehmet, ÖZDEM, Oğuz (2008), “Grek Asıllı Karamanlı Türkçesi Alfabesinin Kullanımı Üzerine”, Turkish Studies, Vol. 3/6, Fall, s. 337-353. İnan, Abdulkadir (1968), Makaleler ve İncelemeler, Ankara, Türk Tarih Kurumu Yayınları. Kafesoğlu, İbrahim (2005), Türk Millî Kültürü, İstanbul, Ötüken Yayınları. Kahya, Hayrullah (2003), “Grek Harfli Osmanlı Türkçesi Bir Eser: İspat-ı Mesihiye Üzerinde Dil İncelemesi”, Fatih Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Basılmamış Yüksek Lisans Tezi, İstanbul. Kahya, Hayrullah (2008), “Karamanlıca Zarf-fiil Eklerinden Örnekler”, Selçuk Üniversitesi, Fen-Edebiyat Fakültesi, Edebiyat Dergisi, S.19, Konya, s. 131-152. Kahya, Hayrullah, (2008), “Karamanlıca Zarf-Fiil Eklerinden Örnekler”, Selçuk Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi Dergisi, S. 19, Konya, s. 131-152. Kahya, Hayrullah (2008), “Karamanlıca Bir Esere Göre Karamanlıcada Arapça ve Farsça Kelimeler”, Turkish Studies, Volume 3/Spring, s. 480-501. Kılıçarslan, M., Kahya, H. (2009), “Yunanca-Osmanlıca/Karamanlıca Bir Sözlük: Leksikon Ellinoturkikon”, Turkish Studies, Vol.4/4, Summer, Erzincan. Korkmaz, Zeynep (1977), Nevşehir Yöresi ve Ağızları I. Cilt Sesbilgisi (2. baskı), Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi Yayınları, Ankara: 230.s. Kurat, Akdes Nimet (1937), Peçenek Tarihi, İstanbul. Kurat, Akdes Nimet (1972), IV-XVIII. Yüzyıllarda Karadeniz’in Kuzeyindeki Türk Kavimleri ve Devletleri, Ankara. Malay, Hasan (1987), Epigrafi (Yazıtbilim), İzmir, Ege Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Yayınları, İzmir, s. 8. Moravcsık, Gyula (1953), Byzantino Turcica, II, Sprachste der Türkvölker in den Byzantine Quellen, Leiden, s.151. Öztürk, İbrahim (1996), “Niğde’de Yaşamış Türk Ortodokslar ve Onlardan Kalan Üç Kitabe”, Niğde Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi, S.1, Niğde, s. 81-87. 1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u 207 Cihan ÇAKMAK Sertkaya, Osman Fikri (2004), “Grek Harfleriyle Yazılmış Anadolu Karamalı Ağzı Metinleri Üzerine”, Journal of Turkish Studies, 28/II, Günay Kut Armağanı IV, s. 1-21. Soysü, Hale (1992), Kavimler Kapısı-I (Gagauzlar ve Karamanlılar Bölümleri), Kaynak Yayınları, İstanbul. Şahin, Alpay (2000), “Karamanlides”, Milliyet, 17 Ekim 2000. Şakiroğlu, Mahmut (1974), “S. Salavielle ve E. Daleggio, Karamanlidika, Bibliographie analytique D’ourrages en Alngue Turque Imprimes en caracteres Grecs,III, 1866-1900”, Belleten, C. XXXVIII, S. 149-152, s.758. Tekin, Talat (1977), Tarih Boyunca Türkçenin Yazımı, Ankara, Simurg Yayınları. Turan, Osman (1948), “Selçuk Devri Vakfiyeleri”, Belleten, XII/45, Evliya Çelebi Seyahatnamesi, IX, Ankara, s.71. User, Hatice Şirin (2006), Başlangıcından Günümüzü Türk Yazı Sistemleri, Ankara, Akçağ Yayınları. User, Hatice Şirin (2002), “Türklerde Alfabe ve Kimlik”, Türkler Ansiklopedisi, C.III, Ankara, s. 740-753. Uzunçarşılı, İsmail Hakkı (1988), Anadolu Beylikleri ve Akkoyunlu, Karakoyunlu Devletleri, Ankara, Türk Tarih Kurumu Yayınları. Ansiklopediler Türkçe Sözlük (2005), Ankara, Türk Dil Kurumu Yayınları. Türkler Ansiklopedisi (2002), (Edit. Hasan Celal GÜZEL, Prof. Dr. Kemal ÇİÇEK, Prof. Dr. Salim KOCA), Yeni Türkiye Yayınları, Ankara. Büyük Larousse, cilt II, s. 9392. 208 1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u DESTİNASYON PAZARLAMASI VE MARKA KENT OLUŞTURMA STRATEJİLERİ: NEVŞEHİR İLİ İÇİN MARKA KENT TEMELLİ BİR TURİZM STRATEJİSİ ÖNERİSİ CITY MARKETING AND “CITY-BRANDING” STRATEGIES: A “CITY-BRANDING” BASED TOURISM STRATEGY PROPOSAL FOR NEVŞEHİR Çağatan TAŞKIN* - Cem Okan TUNCEL** ÖZET Uluslararası turizm pazarı, ülkelerin pazar paylarını koruma ya da arttırma amaçları için yoğun çaba gösterdikleri önemli bir ekonomik girdi kapısı haline gelmiştir. Günümüzde turizm, ülkelerin kalkınmasında artık çok daha önemli bir rol oynamaktadır. Ülkeler bunun için, gerek hükümetler düzeyinde gerekse yerel yönetimler düzeyinde turizm stratejileri geliştirmektedirler. Destinasyon pazarlaması kavramı da söz konusu stratejilerin etkinliğinin arttırılması açısından oldukça önemlidir. Belirli destinasyonların ayırt edici özelliklerinin ön plana çıkartılarak, potansiyel hedef pazarlara ya da pazar bölümlerine sunulması, günümüzde yaygın olarak kullanılan bir “destinasyon pazarlaması” stratejisidir. Ancak, hemen her alanda olduğu gibi, turizm sektöründe de rekabet yoğundur. Giderek artan, çeşitlenen turist ihtiyaç ve istekleri ile yaşanan yoğun rekabet ülkelerin ve kentlerin yöneticilerini daha etkin stratejiler geliştirmeye zorlamaktadır. Bunu gerçekleştirmenin yolu da kentin marka değerini ölçmekten geçmektedir. Bu makalenin amacı, Nevşehir ili özelinde marka kent oluşturmayı kültür endüstrileri bağlamında açıklamak ve marka değeri ölçümünün kent markalaşmasındaki önemini vurgulamaktır. Anahtar Kelimeler: Turizm Pazarlaması, Marka Kent, Kültür Endüstrisi, Marka Değeri Ölçümü, Nevşehir. * Arş.Gör., Dr., Uludağ Üniversitesi, İİBF, İşletme Bölümü, e-posta: ctaskin@uludag.edu.tr ** Arş.Gör., Dr., Uludağ Üniversitesi, İİBF, İktisat Bölümü, e-posta: cotuncel@uludag.edu.tr 1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u 209 Çağatan TAŞKIN - Cem Okan TUNCEL ABSTRACT International tourism market, where countries are competing to keep or increase their market shares, has become an important economic income source. Today, tourism has a vital role in the development of countries. That’s why; countries develop tourism strategies both in government and municipality levels. “Destination marketing” is very important for increasing the efficiency of these strategies. Promoting a destination to the target market by mentioning the specific characteristics of this destination is a commonly used “destination marketing” strategy. Besides, competition is severe in tourism sector like in many other industries. Severe competition forces countries and cities to develop more efficient strategies. One of the ways of achieving this goal is to measure the brand equity of the destination. The purpose of this paper is to explain creating a brandcity in a culture industry context for Nevşehir and to mention the importance of brand equity measurement in destination branding. Key Words: Tourism Marketing, Brand-City, Culture Industry, Brand Equity Measurement, Nevşehir. 1. Giriş “Rekabet sadece ürünler ve firmalar arasında gerçekleşmez. Ülkeler ve şehirler de birbirleriyle rekabet eder.” Philip Kotler Küreselleşme çağında kentler, dünya ekonomik sisteminin bir alt birimi olarak küresel ölçekte rekabet edebilmek için, yatırımları ve turizm faaliyetlerini kendilerine çekebilecek farklı stratejiler izleme yoluna gitmektedirler. Küreselleşmenin getirdiği sonuçlara bağlı olarak kentlerin birer ekonomik, sosyal ve kültürel figür olarak öne çıkışları oldu. Bu gerçek ile birlikte kentlerde sanki birer ekonomik işletme imiş gibi çağın sert rekabet ortamı içinde yer almaktadırlar. Bu rekabet sürecinde yarışın ön saflarında yer alamayan kentler, barındıkları işletmelerin ticari ve sınaî rekabette geri kalmalarına katkı koydular Uluslararası turizm pazarı, kentlerin pazar paylarını arttırma amaçları için yoğun çaba gösterdikleri önemli bir ekonomik girdi kapısı haline gelmiştir. Günümüzde turizm, ülkelerin kalkınmasında artık çok daha önemli bir rol oynamaktadır. Ülkeler bunun için, gerek hükümetler düzeyinde gerekse yerel yönetimler düzeyinde turizm stratejileri geliştirmektedirler. “Marka kent” olgusu da kentlerin birer cazibe merkezi haline gelmesinde özellikle son on yıllık dönemde öne çıkan temel strateji olmuştur. Küreselleşmenin tüm hızıyla yaşandığı son yirmi yılda küresel sermayeyi cezbedebilen ve yeni teknolojilerin ortaya çıkardığı iletişim imkânlarını barındıran 210 1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u Destinasyon Pazarlaması ve Marka Kent Oluşturma Stratejileri: Nevşehir İli İçin Marka Kent Temelli Bir Turizm Stratejisi Önerisi kentler uluslararası rekabetten galip çıkmaktadırlar. Şöyle ki küresel sermaye sınır gözetmeksizin kendisine daha iyi imkânlar sunan kentlerde yatırım yapmakta diğerlerini ise dışlamaktadır. Şu halde ulusal kalkınmanın yolu kentlerin kalkınmasından yani markalaşmasından geçmektedir. Bu bağlamda kentler, küresel sermaye akımlarından ve bunun yanında küresel turizm pazarından daha fazla pay alabilmek için kentte yer alan farklı aktörlerin ve paydaşların işbirliği ile kente özgü farklı unsurları ön plana çıkaracak markalaşma stratejileri uygulamaya koymaktadırlar. Bu stratejiler içerisinde başat unsur kimi durumda tarih ve kültür, kimi zaman doğal çevre, kimi zaman da coğrafi ürün ya da o kentin sahip olduğu üretim yetenekleri olabilmektedir. Buna ek olarak bazı kentler içerisinde karma, eşdeyişle birden fazla faktöre dayalı strateji izleme olanağı mevcuttur. Bu çalışmanın amacı, Nevşehir ili özelinde marka kent oluşturmayı kültür endüstrileri bağlamında açıklamak ve kentsel politika üreten her kesim, bir başka ifade ile kentsel yönetimin paydaşlarına yönelik politika önerilerinde bulunmaktır. 2. Küreselleşme ve Kentlerarası Rekabetin Yükselişi Küreselleşme süreci ile birlikte kapitalizmin mekânsal dönüşümüne bağlı olarak bölge ve kentlerin dünya ekonomisinin bir alt sistemi olarak etkinliği ve önemi artmıştır. Bu süreç içerisinde dünyada sanayinin küresel olarak örgütlenmesi dönüşüme uğramaktadır. Bilimsel ve teknolojik gelişmeler Thomas Friedman’ın kullandığı metafor ile tanımlanırsa “düzleşen dünyada” ekonomik gelişmenin en temel itici gücünü oluşturmaktadır. Friedman iletişim teknolojilerine bağlı olarak gelişen yeni küreselleşme evresini şu şekilde tanımlamaktadır:2000 dolaylarında yepyeni bir döneme girdik: Küreselleşme III. Küreselleşme III dünyayı hem küçük boydan minik boy’a getirmekte hem de oyun alanını düzleştirmektedir (Friedman,2006:4). Küreselleşme dünyayı düzleştiren bir süreç olmanın yanında küresel üretim sisteminde yerel ekonomilerin konumlanmasını da dönüştürmektedir. Dünya sanayi üretiminde gelişmekte olan ülkelerin payı artarken tüm dünya küreselleşme ve yerelleşme çelişkisi içinde birleşik olarak değişmektedir. Örneğin Global Metro Monitor raporunda yayımlanan verilere göre ekonomik değer ve istihdam bakımından dünyanın en büyük 150 kent ekonomisi 53 ülkede bulunmaktadır. 2007 yılında Dünya GSMH’nin % 46’sı bu 150 kent tarafından üretilirken ile dünya nüfusunun % 12’ye yakın kısmı da bu kentlerde yaşamaktadır. (The Brokings Institution; 2010:9) Bu dönemde kentler dünya ekonomisinin başat aktörleri konumuna gelmekte ve ulusal ekonominin bir alt sistemi olmaktan çıkarak doğrudan dünya ekonominsin bir parçası olmaktadırlar. 1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u 211 Çağatan TAŞKIN - Cem Okan TUNCEL Küreselleşme sürecinde kentler, ülkelerindeki ve dünyadaki yatırımları, alıcıları ve turistleri kendisine çekmek için birbirleriye rekabet etmektedir. Kentin paydaşlarına daha yüksek yaşam kalitesi sunmak için dünyadaki tüm kentler ile rekabet edebilmek için farlı stratejilere gereksinim duymaktadır. kentler ve bölgeler, rekabet üstünlüğü sağlayabilmek için ekonomik ve/veya ekonomi dışı faktörlerin farklı birleşimlerini bir araya getirme becerisini sergileyebilmek zorundadırlar..Kentler bir çekim merkezi haline gelebilmek için sahip oldukları taklit edilme olanağı zayıf olan kaynak ve özelliklerini ön plana çıkararak bir rekabet stratejisi geliştirmeye başlamışlardır. Artık şehirlerde kaynaklarını daha etkili kullanmak, yaranabilir mekânlar yaratmak, cazibe merkezi haline dönüştürebilmek amacıyla pazarlamayı kullanmaktadırlar. Küresel rekabet ortamında giderek küresel sistemin bir alt unsuru haline gelen kentler için temel amaç daha fazla ilgi çekmek ve turizm faaliyetleri ve sinai ve hizmet yatırımları bakımından tercih edilebilir olmaktır. Yani şehre ziyaretçi sayısını artırmak, yatırım isteklerini teşvik etmek ve şehirde oturanların sorunlarını anında çözümleyecek hizmet sektörlerinin varlığı yoluyla değer oluşturmak anlamına gelmektedir. Bu kapsamda fikrilerin, sermayenin ve yerel bilginin yeni kaynakları yerel politikaların uygulanmasına yönelik olarak harekete geçirilmektedir.Bu anlamıyla kent pazarlaması özel sektör ile işbirliği ahinde sürdürülen kamu planlamasına stratejik bir yaklaşım olarak düşünülebilir (Helbrect,1994:528). Kent pazarlaması, kente yönelen yatırımların ve turizm faaliyetlerinin arttırılması yanında, kent toplumunun gelişmesi, yerel kimliğin güçlenmesi ve dışlanmışlığı engelleyecek toplumsal güçleri harekete geçirilmesi amacıyla kentin rekabetçi üstünlüğünün tesisi olarak anlaşılabilir (Kavaratzis,2004:70). Kentlerin kültürel varlıkları ve tarihlerine, doğal özelliklerine, sahip oldukları özgün ürünlere ve yetkinliklere dayanarak marka kent olmak için caba harcamaya başlamışlardır. 1990’ların başında ağırlık kazanan marka kent kavramı da, markalaşması hedeflenen kentin öncelikle kendi halkına, daha sonra da küresel alanda tüm bireylere daha iyi şartlar sunması amacına yönelmektedir. Bu bağlamda, bir kent, uluslararası platformda bir ya da birkaç alanda en bilinen olmak, tercih edilmek, markalaşmak istiyorsa, öncelikle kendi sınırları içinde yaşayan insanlar için yeterli olabilmeli, ekonomik, kültürel, sosyal açıdan tüm açıklarını kapatabilmelidir. Bu nedenle rekabette kendine iyi bir yer bulmak isteyen bir kentin, yeni türden endüstrilerin gerektirdiği bilim, teknoloji ve ar-ge altyapısını hazırlaması gerekmektedir. Dolayısıyla yaşanabilir bir kent; parklar, eğlence mekânları gibi bir donanım yanında ar-ge merkezleri, teknoparklar ve bilim müzelerine de sahip olmalıdır. 212 1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u Destinasyon Pazarlaması ve Marka Kent Oluşturma Stratejileri: Nevşehir İli İçin Marka Kent Temelli Bir Turizm Stratejisi Önerisi Bölgesindeki diğer üretim merkezleri ile ticaret yapma imkânına sahip olan ve üretim yelpazesini genişletip girişimcisinin önündeki engelleri kaldırabilen, tarihi ve kültürel mirasını iyi koruyarak bunu iyi sunabilen kentler küresel rekabet güçlerini ve ekonomik ağırlıklarını artırabilmektedirler. Dolayısıyla marka kent yaratma çalışmaları içinde yapılan stratejik planlarda turizm ya da kültüre yer vermenin yanında ticaret ve sanayiye de gereken önemi vermek gerekmektedir. Böylelikle her alanda sürdürülebilir bir rekabet edilebilirlik ile markalaşma çalışmasına bütünsel bakmakta fayda vardır. Küreselleşen ve giderek yaratıcığa ve fikir üretmeye dayalı hale gelen ekonomik yapı içersinde rekabetin anahtarı bilgiyi ve yaratıcılığı denetleme gücüne bağlı hale gelmektedir. Bu bilgi ekonomisi çağında ekonomiyi yaratıcı ekonomi olarak tanımlayan Howking’e göre bu yaratıcı ekonominin temek sanayileri artık yaratıcı sektörler olmaktadır (Howkins ,2005) Bu yaratıcı sektörler ise Araştırma ve Geliştirme, Yayımcılık, Yazılım, TV ve Radyo, Tasarım, Müzik, Film, Oyuncak ve Oyunlar, Reklamcılık, Mimarlık, Sahne Sanatları, Zanaatkârlık, Video oyunları, Moda, Sanat faaliyet alanları olmaktadır (Howkins, 2001, 116). Tablo 1 ‘de sunulduğu gibi yaratıcı endüstrilerin payı özellikle gelişmiş ülkelerde hızla yükselmekte ve bu ülkelerdeki iktisadi büyüme sürecinin ve refahın temel taşıyıcı gücü haline dönüşmektedir. Tablo 1: Yaratıcı Ekonominin Temel Endüstrileri (Milyar Dolar, 1999). Sektör Ar-Ge Yayımcılık Yazılım TV ve Radyo Tasarım Müzik Film Oyuncak ve Oyunlar Reklamcılık Mimarlık Sahne Sanatları Zanaatkârlık Video oyunları Moda Sanat Toplam Küresel $545 506 489 195 140 70 57 55 45 40 40 20 17 12 9 $2240 A.B.D. $243 137 325 82 50 25 17 21 20 17 7 2 5 5 4 $960 A.B.D.’nin Payı %44.6 %27.1 %66.5 %42.1 %35.7 %35.7 %29.8 %38.2 %44.4 %42.5 %17.5 %10.0 %29.4 %41.7 %44.4 %42.8 Kaynak: Florida, 2002: 47. 1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u 213 Çağatan TAŞKIN - Cem Okan TUNCEL Yaratıcı sınıf, kent markalama sürecinde önemli bir aktördür. Yaratıcı sınıf kavramı bir kısım planlamacılar, pazarlamacılar, reklâmcılar tarafından kullanılan yeni bir terimdir. Ekonomide yaratıcılığa olan ihtiyaç bu sınıfın ortaya çıkmasını ve yükselmesini sağlamıştır. Bilim adamları, mimarlar, mühendisler, sanatçılar, müzisyenler, eğitimciler ve yeni teknolojiler, yeni fikirler, yeni içerikler üreten daha birçok iş kesiminden kişiler yaratıcı sınıfı oluşturur (Florida,2002) Yaratıcı endüstriler de çalışan bu sınıf temel olarak ekonomiye entelektüel sermayesini aktararak var olmaktadır. Bu yaratıcı sınıfların varlığı kentin rekabet gücünün en önemli bileşeni haline gelmektedir. Yaratıcı sınıfların varlığı kentin ekonomik ve sosyal yaşamı üzerinde yaratacağı dönüştürücü etkiye bağlı olarak kentin marka değerinin sürdürülebilir olmasının da başat gücü haline gelecektir. Kentlerin değişim ve dönüşümü daha karmaşık kavramları içermeye başladığından beri yetenekli ve yaratıcı insan olan ihtiyaç artmıştır. rekabet basıksından sıyrılmak ve küresel ölçekte rekabet etmek isteyen şehirler basit ve taklit edilebilir ürünlere odaklanmaktan vazgeçmişler bunun yerinde daha sofistike ürünlere yönelmeye başlamışlardır. Yaratıcı sınıf bilim, mühendislik, mimarlık ve tasarım, eğitim, sanat, müzik, gösteri sanatları alanında yer alan iktisadi faaliyetlerle ile yeni fikirlerin yeni teknolojilerin doğmasına neden olan insanlardan oluşmaktadır. Bunlar ister sanatçı ister mühendis ister yazar ister müzisyen ister bilgi işlem uzmanı olsun hepsinin ortak paydası yaratıcılığa, farlılığa liyakate ve kişiliğe değer vermeleridir. Kentselleşme, modern binalar ve kültürel yapılar sayesinde kentler küllerinden doğarak değişim içine girerler. Böylece yenilik, sanat ve yaratıcılık yaygınlık kazanmaya başlarlar. Bu sayede öğrenciler, girişimciler, entelektüeller, sanatçılar, yöneticiler ve siyasiler arasında karşılıklı etkileşim olur, bu da yaratıcılığın, ekonomik başarının, güçlü kurumların, yeni fikirlerin yaratıcısı olur. Bir kente yaratıcı kent olarak tanımlanabilmesi için dört temel şart bulunmaktadır (İlgüner ve Asplund,2011:320): 1. Kentin sanat ve kültür altyapısına sahip olması gerekmektedir. Kent sanat ve kültür faaliyetlerini destekleyecek vizyona ve kurumsal mimariye sahip olmalıdır. 2. Kent yaratıcılığın teknolojinin öne çıktığı yaratıcı sanayilere dayalı bir ekonomik yapıya sahip olmalıdır. Bunun için sanat ve kültürel miras, medya eğlence endüstrileri, moda, turizm, yaratıcı teknoloji yoğun hizmetler, yazılım ve bilgi ve iletişim sektörleri desteklenmelidir. 214 1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u Destinasyon Pazarlaması ve Marka Kent Oluşturma Stratejileri: Nevşehir İli İçin Marka Kent Temelli Bir Turizm Stratejisi Önerisi 3. Kent yaratıcı sınıf ile güçlü işbirliği bağlarına sahip olmalıdır. Kent fikir üretebilen yaratıcı insanları kentin yaşam ve çalışma alanına çekmek için stratejiler geliştirmelidir. 4. Yaratıcı kentler yaratıcılığın bir kültür olarak geliştiği kentler olmalıdır. Yaratıcı kent kavramı hem yaratıcı ekonomi hem de yaratıcı sınıf kavramlarından daha geniş kapsamlıdır. Yaratıcı bir kent içinde ister kamu ister özel sektör olsun tüm kent paydaşları için yaratıcılık ve fikir üretme rutin bir faaliyet olarak ortaya çıkmaktadır. Bu nedenle kent sürekli gelişmek için tamamen farklı grupların bir araya geldiği yaratıcı yenilikçi yanlardan yararlandığı bir dinamik geliştirmelidir. Tablo 2’de de sunulduğu gibi kentler farklı unsurlarını öne çıkararak ve geliştirerek birer çekim merkezi haline gelmektedirler. Yaratıcı kentler bu nedenle hem küresel yatırımları, hem küresel beyinleri hem de turistleri çekebilen birer kent konumuna yükselmektedir. Yaratıcı kent liginde yer alan farklı kentler farklı karşılaştırmalı üstünlüğe sahip olmakla birlikte hepsinin ortak özelliği üstünlük faktörünü destekleyecek kurumsal mimariye sahip olmaları olamaktadır. Tablo 2: Yaratıcı Kentler Ligi. Şehir Edinburg Iowa City Melbourne Dublin Bologna Ghent Glasgow Sevilla Berlin Buenos Aires Kobe Montreal Nagoya Shenzhen Şangay Seul St. Etienne Ülke İngiltere A.B.D. Avustralya İrlanda İtalya Belçika İngiltere İspanya Almanya Brezilya Japonya Kanada Japonya Çin Çin G.Kore Fransa Aswan Mısır Başlık Edebiyat Şehri Edebiyat Şehri Edebiyat Şehri Edebiyat Şehri Müzik Şehri Müzik Şehri Müzik Şehri Müzik Şehri Tasarım Şehri Tasarım Şehri Tasarım Şehri Tasarım Şehri Tasarım Şehri Tasarım Şehri Tasarım Şehri Tasarım Şehri Tasarım Şehri Folklor ve El Sanatları Şehri 1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u 215 Çağatan TAŞKIN - Cem Okan TUNCEL Kanazawa Japonya Santa Fe A.B.D. Icheon G. Kore Chengdu Popayan Ostersund Çin Kolombiya İsveç Lyon Fransa Bradford Sydney İngiltere Avustralya Folklor ve El Sanatları Şehri Folklor ve El Sanatları Şehri Folklor ve El Sanatları Şehri Gastronomi Şehri Gastronomi Şehri Gastronomi Şehri Medya Sanatları Şehri Film Şehri Film Şehri Kaynak: İlgüner ve Asplund,2011:320. Son olarak, marka kent olmanın amacı; cazibeyi arttırarak ziyaretçi akışını hızlandırmak, işletmelerde yatırımı canlandırmak, halkı ve öğrencileri söz konusu kentte yaşamaya ikna etmektir. Bu nedenle marka kent olabilmek turizm faaliyetlerinin yanında yaratıcı endüstrilere sahip yaşam alanlarını da geliştirebilmek ile olanaklı olacaktır. 3. Destinasyon Pazarlaması ve Kent Markalaşması Destinasyon pazarlaması, bir yerin öz niteliklerine uygun olarak oluşturulan bir destinasyon kimliğinin seçili hedef kitlelere dönük olarak etkin iletişim çalışmaları ile daha çekici hale getirilmesini amaçlar. Destinasyon pazarlamasının yönetiminde, o destinasyonda yasayan, destinasyonu iyi tanıyan ve destinasyonun geleceği hakkında bir takım hayalleri ve beklentileri olan özel ve/veya tüzel kişilikler bulunduğundan bu pazarlama türü, destinasyonu rakiplerinden farklılaştırmak için daha esnek, hızlı ve yaratıcı çözümler sunabilme ve olası riskleri en aza indirebilme potansiyeline sahip bir stratejidir. Bunun yanında destinasyon pazarlaması, mikro düzeyde ve tek bir yer bazında yapıldığı için, ürünün özü, temel işlevleri ve yardımcı işlevleri konusunda tüketiciyi daha fazla bilgilendirir ve satın alma kararı üzerinde daha etkili olabilir. Bu tip bir pazarlama stratejisi ile, ülkenin bir bölgesi ile ilgili olarak ortaya çıkan olumsuz bir durumun diğer bölgeleri de etkilemesinin önüne geçilebilir. Dünyadaki yoğun turizm rekabeti içerisinde her gün çok özgün nitelikleri olan, yeni destinasyonlar sahneye çıkmaktadır. Birbirine benzer turizm ürünleri sunan birçok ülke bu tip rekabetten olumsuz etkilenmektedir. Akdeniz çanağında bulunan 216 1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u Destinasyon Pazarlaması ve Marka Kent Oluşturma Stratejileri: Nevşehir İli İçin Marka Kent Temelli Bir Turizm Stratejisi Önerisi ve turizmde yeni olan Tunus, Cezayir gibi ülkelerin turistlere temel üründe çok cazip fiyatlar sunabilme ihtimalinin yüksek olduğu düşünüldüğünde, Türkiye için gelecek yıllarda rekabetin daha da şiddetleneceği beklenmelidir. Turizm sektöründe iyi bir başlangıç ve sağlam adımlarla ilerleme için destinasyonların kendilerini sürekli olarak yeniden gözden geçirmesi gerekmektedir. Destinasyonlar geçmişlerini, tarihlerini ve kültürel değerlerini yeniden keşfedip, yeni bir kimlik ve vizyonla dünyanın karsısına çıkmalıdırlar. Turizm sektöründe, globalleşmenin getirdiği yoğun rekabet ortamında yapılmayanı yapmanın, henüz girilmemiş fakat belli potansiyele sahip, küçük ve niş pazarlara girmenin daha kolay ve karlı olacağı yapılan tahminler arasındadır. Bu bağlamda, destinasyon bazında turizmi geliştirme ve pazarlama faaliyetlerinin ilgili bölge, yöre ve kentlere önemli fırsatlar sunduğu açıktır. Destinasyonlar, öncelikle ziyaretçilerine sundukları temel fayda ya da değeri öne çıkaracak ve rekabet güçlerini artıracak politikaları geliştirmek durumundadır. Pazarlamaya konu tüm ürünler için olduğu gibi bir destinasyonun da bunları gerçekleştirmesinde, marka çok önemli bir yere sahiptir. Destinasyonlar, potansiyel olarak, dünyanın en büyük turizm markalarıdır. Destinasyonlar, genellikle üzerinde bulundukları coğrafi alanın marka adı altında temsil edilmektedir (Afrika, Fransa, New York, Kapadokya vb. gibi). Destinasyonun sunduğu temel değerin ifade edilmesi ve diğerlerinden farkının ortaya konabilmesi markalaşma ile mümkün görünmektedir (Yavuz, 2007: 40-41; Yavuz, 2009: 58-59). 3.1.Markalaşma Markalama yazınında, marka kavramının birçok tanımı mevcuttur. Marka tanımlarının bu denli çeşitli olmasının iki temel sebebi mevcuttur. Bunlardan birincisi, marka ya da markalama konusunun ele alındığı zaman dönemi, ikincisi ise marka tanımını yapan işletme paydaşının bakış açısıdır. Marka kavramını açıklayan farklı yaklaşımların olmasının, bir anlamda farklı felsefelerin varlığından ve paydaşların farklı bakış açılarından kaynaklandığı söylenebilir. Örneğin marka kavramı, tüketici bakış açısı veya işletme bakış açısı ile tanımlanabilir. Ayrıca markalar amaçları yönünden veya özellikleri açısından açıklanabilirler. Aşağıda marka tanımına ilişkin ilgili yazında bulunan farklı yaklaşımlar incelenmektedir. Örneğin, Amerikan Pazarlama Birliği’nin 1960 yılındaki işletme odaklı marka tanımı şöyledir (Wood, 2000: 662): 1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u 217 Çağatan TAŞKIN - Cem Okan TUNCEL “Bir satıcının veya bir grup satıcının ürün veya hizmetlerini tanımlayan ve rakiplerinkinden ayırt eden isim, terim, işaret, sembol veya tasarım ya da bunların birleşimine marka denir.” Bu tanım ürün ya da işletme odaklı bir yaklaşımın sonucu olup, ürünün görülebilir özellikleri üzerine vurgu yapmaktadır. Yazında bu tanım söz konusu açılardan eleştirilmiştir. Bu eleştirilere rağmen, 1988 yılında ilgili yazına biraz değişmiş olarak girmiştir. Söz konusu değişmiş marka tanımı aşağıdaki gibidir (Wood, 2000: 662): “Bir satıcının ürün veya hizmetini tanımlayan ve rakiplerinkinden ayırt eden isim, terim, tasarım, sembol veya herhangi bir özelliğe marka denir.” Orijinal tanımdan farklı olan temel nokta, “herhangi bir özellik” kelimeleridir. Çünkü bu kelimeler göz ile görülemeyen veya görsel olmayan (örneğin imaj) özellikleri de içermektedir. Bu tanımın önemli bir yönü, markanın farklılaştırma temel amacına odaklanmasından ileri gelmektedir. Tüm markalar, farklılaştırma stratejilerinin son derece önemli olduğu bir pazar çevresinde faaliyetlerini sürdürürler. İşletmenin faaliyet gösterdiği pazar tekel yapıda da olsa, işletmeler gelecekte oluşabilecek farklı rekabet koşullarına karşı markalarını konumlandırmayı seçebilirler. Bu tanımın diğer bir özelliği de, tüketiciden çok işletme bakış açısına sahip olmasıdır. Tüketici odaklı bir marka tanımı ise yazında şöyle yer almaktadır: “Tüketicinin satın aldığı ve tüketiciye tatmin sağlayan çok sayıda özellikle ilgili işletmenin vermiş olduğu vaatlerdir.” Bir markayı oluşturan özellikler, gerçek ya da hayali, akılcı veya duygusal, somut veya soyut olabilir (Akın ve Avcılar, 2007: 40). 3.2.Marka Kentler ve Turizm Stratejisi Bir kentin markalaşması konusuna, markalaşmanın nedenleri ya da sonuçlarının çeşitlendirilmesinden önce, “marka” olgusunun farklılık yarattığı gerçeğinin açıklanması ile başlanmalıdır. Ayırt etmek/edilmek, diğerlerinden ayrıştırıcı niteliklerle ön plana çıkmak, bir analiz konusuna özne olmak ya da incelenmeye emsal gösterilmeye değer bulunmak, herkes ve her şeyin elde etmek ve ulaşmak istedikleridir. Şüphesiz ki, bu niteliklere sahip olan her ne ise “diğerleri”nden daha önemli olacak ve değerli kılınacaktır. Diğerlerine göre değeri ile farklılaşmak, marka olmanın en önemli kıstasıdır. Dolayısıyla, başarılı bir marka, satın alıcısına ya da ilgilinin ihtiyaçlarını en iyi karşılayacak şekilde ilgili ve değer katılmış olarak algılanan, tanımlanabilir bir ürün, hizmet, kişi ya da yerdir. Dahası bu başarının nedeni, rekabet halinde bu değer- 218 1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u Destinasyon Pazarlaması ve Marka Kent Oluşturma Stratejileri: Nevşehir İli İçin Marka Kent Temelli Bir Turizm Stratejisi Önerisi leri sürdürebilmesidir. Bu bağlamda, “yer” unsuru kapsamında kentler de, diğerlerinden ayrılarak, insanlar tarafından değer katılmış olarak algılanabilir. Yani kentler de, bir marka olarak algılanabilir. Bunu marka olgusunun dört düzeyi olan “faydacı işaret, ticari işaret, sosyo-kültürel işaret, ürünün efsanevi değerlerini gösteren işaret” kapsamında analiz etmek mümkündür (Önal, 2009: 4–5). Buna ek olarak markalaşma stratejisi izlerken kültürel miras, doğal yapı, çevre, özgün çıktı ve yerleşik beceri gibi unsurlardan bir ya da birkaçı üzerine yoğunlaşılabilir (İlgüner ve Asplund, 2011: 278). Örneğin Paris sahip olduğu kültürel miras ile bir turizm merkezi, Rio sahip olduğu doğal çevre ile bir eğlence merkezi, sahip olunan beceriler ile Güney Almanya otomotiv, Londra ise bir finansman merkezidir. Kimi durumda ise, coğrafi işarete sahip olan ürün kenti ve bölgeyi uluslar arası platformda temsil etmektedir. Örneğin, “Champagne” olarak bilinen alkollü içki aslında, Fransa’nın “Champagne” bölgesine aittir (İlgüner ve Asplund, 2011: 295). Kentlerin “uluslararası bir marka olma” çabaları öncelikle ekonomik nedenlere dayanır. Aslında kent için uluslararası bir kimlik ile sabit sermaye yatırımlarını ve dolaşımdaki sermayeyi (ulaştırma, turizm, kültürel etkinlikler vb. gibi) çekmek, neredeyse evrensel bir ekonomik kalkınma stratejisi haline gelmiştir. Ulusal ve kentsel ekonomilerin, refaha ve zenginliğe ulaşmalarını yani kalkınmalarını sağlayacak her zaman geçerli bir reçete yoktur. Ancak gerekli eylemlerin sistematik bir yöntemle yapılmasına ihtiyaç vardır. Bir kentin markasının güçlü bir marka haline getirilmesi için öncelikle o kentte marka olmayı destekleyecek değerlerin ve niteliklerin bulunması gerekir. Bu nedenle kentlerin marka olmasında önemli bazı noktaların dikkatle irdelenmesi gereklidir. Bir şehrin iyi bir markaya sahip olması için gerçekten var olmasa bile ayırıcı bir özelliğe sahip olması gerekmektedir. Kent markası, şehrin görünüşü, kent insanlarının deneyimi ve inançları ve davranışlarını da kapsamaktadır. Her türlü kentsel gelişimi tamamlamışta olsa marka olamayan kentler vardır; bunun sebebi de söz konu ek değere sahip olmamalarıdır. Genel anlamda duygusal bir bağ anlamına gelen ek değer; şehre gelen turistlerin, iş adamlarının, vb. şehirde bulundukları süre içerisinde yaşadıkları deneyimler, kişilerin kenti algılama biçimleri, kente inanma, kentin kişiye ifade ettikleri anlamına gelir. Algılama, kentin kişiye ne anlatmak istediği anlamına gelir, örneğin İstanbul denince akla kozmopolit ve tarihi bir şehir gelir. Kente inanmak, kişinin kentten bir şekilde yararlanacağına inanması anlamına gelir. Kentin ne ifade ettiği kişiden kişiye değişmekle birlikte, güçlü bir marka haline gelmiş bir kent hemen hemen herkese aynı şeyi ifade eder. 1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u 219 Çağatan TAŞKIN - Cem Okan TUNCEL 4. Nevşehir İli İçin Marka Kent Temelli Bir Turizm Stratejisi Önerisi: “Marka Değeri Ölçümü” Türkiye’de kentsel ölçekte marka kent projesi ilk kez “Türkiye Turizm Stratejisi 2023” çalışması ile birlikte gündeme gelmiştir. Türkiye Turizm Stratejisi 2023, “turizm gelişim bölgeleri”, “gelişim koridorları” ve “gelişim ana aksları”, “turizm kentleri”, “eko-turizm bölgeleri” ve “marka kentler” üzerine oturmaktadır. Turizm gelişiminin sürdürülebilir kılınmasında, markalaşma stratejisinin bir araç olarak kullanılacağı belirtilmektedir. Kentsel ölçekte markalaşma, Türkiye turizm stratejisinde temel kabullerden bir tanesidir. İç turizmin çeşitlendirilmesi ve tüm yurda yayılması ana politikası çerçevesinde kültür turizmine önem verilerek, marka kentlerin oluşturulmasına çalışılacağı ifade edilmektedir. Kentsel ölçekte markalaşma stratejisi; “Zengin kültürel ve doğal değerlere sahip kentlerimizin markalaştırılarak, turistler için bir çekim noktası haline getirilmesi” amacına yönelmektedir. Bu amaç doğrultusunda 2023 hedefleri şu şekilde sıralanmaktadır (Tek, 2009: 172-173): - Ankara, İstanbul, İzmir ve Antalya’da şehir turizmini geliştirmeye yönelik plan ve projeleri yaşama geçirilecektir. - Adıyaman, Amasya, Bursa, Edirne, Gaziantep, Hatay, Konya, Kütahya, Manisa, Nevşehir, Kars, Mardin, Sivas, Şanlıurfa ve Trabzon illerinde kültür turizmi canlandırılarak marka kültür kentleri oluşturulacaktır. - İç ve dış turizmde kültür turizmi hareketini artırmak için her yıl Kültür ve Turizm Bakanlığı tarafından bir şehir “Kültür Turizmi Kenti” olarak ilan edilecektir. - Tarihi, kültürel ve mimari özelliği olan yapıların ve ören yerlerinin restorasyonu yaptırılacaktır. - Yöresel etkinlikler uluslararası standartlara uygun biçimde geliştirilecektir. - Kültürel ve sanatsal gösterilerin sergileneceği tesisler ve mekânlar yapılacaktır. - Yerel halkın soyut ve somut kültürel mirasın değeri ve korunması konusunda bilinçlendirilmesi sağlanacaktır. - Şehirlerimizin zengin kültürel mirasını vurgulayan ulusal uluslar arası düzeyde tanıtım ve pazarlama yapılması sağlanacaktır. Sıralanan hedeflere ulaşmada, mimari, ulaşım sistemi, kültürel akslar, fiziksel-sosyal düzenlemelerin gerekliliğine vurgu yapılmaktadır. Kentsel ölçekte marka kentlerin haricinde, Kültür ve Turizm Bakanlığı’nca planlama çalışmaları devam eden beş turizm kentine ek olarak 10 yeni turizm kentinin turizm sektörüne kazandırılacağı ifade edilmektedir. Yukarıda belirtildiği üzere benimsenen turizm stratejisi, çok yönlü, çok çeşitli, 220 1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u Destinasyon Pazarlaması ve Marka Kent Oluşturma Stratejileri: Nevşehir İli İçin Marka Kent Temelli Bir Turizm Stratejisi Önerisi kapsamlı, farklı stratejilerin yer aldığı, çok düzeyli (ulusal, bölgesel, yerel, nokta bazlı), çok renkli ve zengin bir içeriğe sahip görünmektedir. Ancak bu karakteristik nitelik aynı zamanda her şeyi yapmak isterken, hiçbir şey yapamama riskini de barındırır görünmektedir (Tek, 2009:173). Kültür turizmi dendiğinde Nevşehir’in önemli ve çeşitli turizm değerleri mevcuttur. Bunlar “müzeler ve ören yerleri” ve “diğer tarihi yapılar” olmak üzere iki grupta incelenebilir (http://www.nevsehirkulturturizm.gov.tr): • Nevşehir müzesi, Ürgüp Müzesi, Hacı Bektaş-ı Veli Müzesi, Hacı Bektaş Arkeoloji ve Etnografya Müzesi, Göreme Açık Hava Müzesi, Rahibeler ve Rahipler Manastırı, Aziz Basil Şapeli, Elmalı Kilise, Azize Barbara Şapeli, Yılanlı (Aziz Onuphrius) Kilise, Yemekhane, Karanlık Kilise, Azize Catherine Şapeli, Çarıklı Kilise, Tokalı Kilise, Paşabağları ve Zelve Ören Yeri, Çavuşin Kilisesi, Açıksaray Harabeleri, Aziz Jean Kilisesi, Özkonak Yeraltı Şehri, Kaymaklı Yeraltı Şehri, Derinkuyu Yeraltı Şehri, Mazı Yeraltı Şehri, Özlüce Yeraltı Şehri, Tatlarin Kilisesi ve Yeraltı Şehri, Tağar (St. Theodore) Kilisesi, Kırk Şehitler Kilisesi, Pancarlı Kilisesi, Mustafapaşa (Sinasos). • Nevşehir Kalesi, Uçhisar Kalesi, Ortahisar, Medrese, Kütüphane, İmaret, Sübyan Mektebi, Hamam, Taşkınpaşa Külliyesi, Cami, Sekizgen Kümbet, Altıgen Kümbet, Medrese, Beylik Hanı, Sarıhan (Avanos) Belirtildiği üzere, Nevşehir ili kültürel varlıkları açısından oldukça zengin bir destinasyondur. Nevşehir ilinin kültürel açıdan marka bir kent olabilmesi için izlenecek temel strateji “Nevşehir kent markası değerinin ölçümü”, bir başka ifade ile Nevşehir destinasyonunun hedef kitlesini oluşturan “turistlerin belleklerindeki konumunun tespiti” olmalıdır. Marka değeri denildiğinde akla en basit haliyle herhangi bir markanın “algısal değeri” gelmelidir. Marka değeri hakkında çalışmalar yapan araştırmacılar arasında Aaker ve Keller önde gelmektedir. Aaker’e göre marka değeri, “işletmenin tüketicilere sunduğu ürün ve hizmetlerin değerini arttıran veya azaltan, markanın isim veya sembol gibi ayırtedici özelliklerine bağlı varlık ve yükümlülüklerden oluşan bir kümedir”. Keller ise daha tüketici odaklı bir marka değeri tanımı yapmıştır. Keller’e göre marka değeri, “tüketicilerin bir markanın pazarlanmasına verdikleri tepkiler üzerindeki, marka bilgisine bağlı fark etkisi” olarak tanımlanabilir. Öz bir ifade ile, marka değeri rekabet gücü sağlayacak şekilde markanın pazardaki gücünü yansıtır. Dolayısıyla da işletmeler açısından yaşamsal öneme sahiptir (Koçak ve Özer, 2004: 1-2). Bacasız sanayi olarak da adlandırılan turizm sektörü; ulaşım, iletişim ve bilgi teknolojilerinde yaşanan gelişmelerin de etkisiyle gerek ülkelere gerekse 1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u 221 Çağatan TAŞKIN - Cem Okan TUNCEL de çeşitli destinasyonlara önemli bir gelir kaynağı olan büyük bir pazar haline gelmiştir. Turizm pazarından alınan payın arttırılması ise müşteri odaklı, etkin turizm stratejilerinin oluşturulmasına ve uygulanmasına bağlıdır. Nevşehir ili için, etkin turizm stratejilerini oluşturmada, öncelikle Nevşehir destinasyonu, daha sonra Kapadokya, Ürgüp, Göreme vb. turizm destinasyonları için “marka değeri” ölçümü yapılarak, “destinasyon marka değerini” oluşturan unsurlar arasındaki ilişkilerin modellenmesi son derece önemlidir. Modelleme sonucunda elde edilecek bulgular, bölgesel turizm stratejilerine yön veren paydaşlara hem kaynakların tahsisinde hem de sürdürülebilir rekabetçi turizm stratejilerinin oluşturulmasında önemli bilgiler sağlayacaktır. Destinasyon marka değeri en geniş anlamda; “marka bilinirliği”, “marka imajı”, “marka bağlılığı”, “algılanan kalite” ve “fiyat” boyutlarından oluşmaktadır. Yapılacak marka değeri ölçümü ile belirtilen boyutlardan hangisinin destinasyon markalamasına katkısının daha fazla olduğu ortaya konabilecektir. Böylece, destinasyon markalaması için etkin stratejik amaçlar da belirlenmiş olacaktır. Özetle, Nevşehir destinasyonu ve Kapadokya, Ürgüp, Göreme gibi marka bilinirliği yüksek destinasyonların marka değeri ölçümü, Nevşehir kentinin paydaşlarına destinasyon pazarlaması için bir yol haritası sunmuş olacaktır. 5. Tartışma ve Sonuç Küreselleşme çağında kentler, dünya ekonomik sisteminin bir alt birimi olarak küresel ölçekte rekabet edebilmek için, yatırımları ve turizm faaliyetlerini kendilerine çekebilecek farklı stratejiler izleme yoluna gitmektedirler. Kentlerin birer cazibe merkezi haline gelmesinde son on yıllık dönemde öne çıkan en temel strateji “marka kent” olgusudur. Bu bağlamda kentler, küresel sermaye akımlarından ve bunun yanında küresel turizm pazarından daha fazla pay alabilmek için kentte yer alan farklı aktörlerin ve paydaşların işbirliği ile kente özgü farklı unsurları ön plana çıkaracak markalaşma stratejileri uygulamaya koymaktadırlar. Bu stratejiler içerisinde başat unsur kimi durumda tarih ve kültür, kimi zaman doğal çevre, kimi zaman da coğrafi ürün ya da o kentin sahip olduğu üretim yetenekleri olabilmektedir. Buna ek olarak bazı kentler içerisinde karma, eşdeyişle birden fazla faktöre dayalı strateji izleme olanağı mevcuttur. Nevşehir bölgesi birden fazla faktöre dayanabilecek bir markalaşma stratejisi üretebilme potansiyeline sahip olmakla birlikte, kültür endüstrilerine dayalı markalaşma stratejisi izlemelidir. Ancak, etkin markalaşma stratejileri oluşturmanın temel yolu markalaşmış ya da marka olmaya aday destinasyonların (Örneğin, Nevşehir destinasyonu, Kapadokya destinasyonu, Ürgüp destinasyonu, Göreme destinasyonu 222 1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u Destinasyon Pazarlaması ve Marka Kent Oluşturma Stratejileri: Nevşehir İli İçin Marka Kent Temelli Bir Turizm Stratejisi Önerisi gibi) marka değerlerinin ölçülmesi, bir başka ifade ile “destinasyon marka değerini” oluşturan unsurlar arasındaki ilişkilerin modellenmesidir. Modelleme sonucunda elde edilecek bulgular, Nevşehir ilinin turizm stratejilerine yön veren paydaşlara hem kaynakların tahsisinde hem de sürdürülebilir rekabetçi turizm stratejilerinin oluşturulmasında önemli bilgiler sağlayacaktır. Kaynaklar Akın, Murat ve Avcılar, Mutlu Yüksel (2007), “Tüketici Temelli Marka Değeri Kavramı”, Pazarlama Dünyası, Yıl:21, Sayı:1, ss. 39–46. Aktuğoğlu, Işıl Karpat (2005), “Pazarlama Stratejileri İçinde Marka Değeri ve Önemi”, TMMOB Makine Mühendisleri Odası, Marka Yönetimi Sempozyumu, Gaziantep, ss. 323–328. Bayram, N. (2004) Sosyal Bilimlerde SPSS ile Veri Analizi. Ezgi Kitabevi, Bursa. Bernstein Aaron (2005) “Talent: Will America Lose Out?” BusinessWeek, http:// www.businessweek.com/magazine/content/05_20/b3933044_mz005.htm Body, C. (2005). “A Rose by any other Name May Smell as Sweet but “Group Discussion” is not another Name for a “Focus Group” nor should it be”. Qualitative Market Research: International Journal, Vol: 8, No: 3, pp. 248 – 255. Eroğlu, Hüsrev (2007), “Şehirlerin Markalaşması” Yerel Siyaset, Kasım Sayısı, ss. 65–68. Fielding, N. (1993), “Qualitative Interviewing”. İç: Gilbert, N. Researching Social Life. London: Sage Publication, USA. Florida R L, (2002), The rise of the creative class and how it’s transforming work, leisure, community and everyday life Basic Books, New York. Friedman, Thomas (2006), Dünya Düzdür: Yirmi Birinci Yüzyılın Kısa Tarihi, Boyner Yayınları, İstanbul. The Brokings Institution (2010) Global Metro Monitor: A Preliminary Overview of 150 Global Metropolitan Economies in the Wake of the Great Recession Brookings Metropolitan Policy Program (Erişim:10.03.2010) http://www. brookings.edu/~/media/Files/rc/reports/2010/1130_global_metro_monitor/1130_global_metro_monitor.pdf http://www.nevsehirkulturturizm.gov.tr. Howkins, John (2005), “The Creative Economy: Knowledge-Driven Economic Growth” Asia-Pacific Creative Communities: A Strategy for the 21st Century Senior Expert Symposium Jodhpur, India, pp. 22–26. Howkins, John (2001), The Creative Economy: How People Make Money from Ideas Penguin, USA. İlgüner, Muhterem ve Asplund, Christer (2011), Marka Şehir, 1. Basım, Markating Yayınları, İstanbul. 1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u 223 Çağatan TAŞKIN - Cem Okan TUNCEL Kavaratzis, Michalis (2004), “From city marketing to city branding: Towards a theoretical framework for developing city brands” Place Branding ,Vol: 1, No:1, pp. 58–73. Keyman, F. ve Lorasdağı B. K. (2010), Kentler: Anadolu’nun Dönüşümü, Türkiye’nin Geleceği, Doğan Kitabevi, İstanbul. Koçak, Akın – Özer, Alper (2004), “Marka Değeri Belirleyicileri: Bir Ölçek Değerlendirmesi”, 9. Ulusal Pazarlama Kongresi, Ankara, ss. 1–15. Kutanis, Rana Özen ve Kayaalp, Esma Görkem (2005), “Tüketiciler İçin Logo Önemli Mi?”, TMMOB Makine Mühendisleri Odası, Marka Yönetimi Sempozyumu, Gaziantep, ss. 21–26. Luo, Sarah (2011) “Innovation Economy: Wealth Embedded in Ideas— An Interview with John Howkins, Father of Creative Industry” China IP Magazine. 14.4.2011 http://www.chinaipmagazine.com/en/journal-show.asp?id=674 Neuman, W.L. (2003), Social Research Methods: Qualitative And Quantitative Methods. Boston: Pearson Education. Önal, Hilal (2009), Kent Politikaları Analizi, Bursa’nın “Marka Kent” Hedefi Anholt Indeksi’ne Göre Bir Değerlendirme, (Yayınlanmamış Çalışma) Bursa (Teksir) Özdemir, Şuayip, Karaca, Yusuf (2009), “Kent Markası Ve Marka İmajının Ölçümü: Afyonkarahisar Kenti İmajı Üzerine Bir Araştırma” Afyon Kocatepe Üniversitesi, İ.İ.B.F. Dergisi, Cilt:11, Sayı: 2, ss. 113–134. Patton, M.Q. (2002), Qualitative Research and Evaluation Methods. Third Edition. Thousand Oaks: Sage Publications. Pratt, Andy C. (2008), “Creative cities”. Urban Design, No: 106, pp. 35–38. Selvi, Murat Selim (2007), Marka Yönetimi, Detay Yayıncılık, Ankara. Tek, Murat (2009), “Kamu Yatırımlarında Turizmin Yeri, Türkiye Turizm Stratejisi 2023’de Marka Kentler Projesi: Eleştirel Bir Değerlendirme”, Anatolia:Turizm Araştırmaları Dergisi, Cilt:20, Sayı:2, 2009, ss. 169-184. Ulueren, Serife Deniz (2007), “Antalya Büyükşehir Belediye Başkanı Menderes Türel: Hedefimiz Antalya’yı Marka Kent Yapabilmek”, Kent ve Yasam, No:23. UNCTAD (2008), Creative Economy Report. Yavuz, Mehmet Cihan (2007), Uluslararası Destinasyon Markası Oluşturulmasında Kimlik Geliştirme Süreci: Adana Örneği, Çukurova Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Adana, 2007. Yavuz, Mehmet Cihan (2009), Kent Markalaması: Adana Marka Kimliğinin Geliştirilmesi, Adana Ticaret Odası, Adana, 2009. Yıldırım, A. ve Şimşek, H. (2005), Sosyal Bilimlerde Nitel Araştırma Yöntemleri, Seçkin Yayınevi, Ankara. Wood, Lisa (2000), “Brands and Brand Equity: Definition and Management”, Management Decision, Vol:38, Issue: 9, 662–669. 224 1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u NEVŞEHİR VE DİĞER ANADOLU AĞIZLARINDA FİİLLERİN TEKLİK 3. ŞAHIS ÇEKİMLERİNDE /N/ SESİ THE SOUND /N/ IN THE INFECTION OF 3RD PERSON SINGULAR IN THE LOCAL DIALECTS OF NEVŞEHİR AND OTHER ANATOLIAN DIALECTS Çetin PEKACAR* - Filiz Meltem ERDEM UÇAR** ÖZET Türk dilinde /n/ türemesi ile ilgili pek çok durum ve olay vardır. Buna ait türeme olaylarından bir kısmının sebebi aydınlatılmış, bir kısmı ise belirsizliğini korumaktadır. Henüz aydınlatılamayan /n/ türemesi olaylarından biri de, bazı Anadolu Ağızlarında fiillerin teklik 3. şahıs çekimlerinde görülen /n/ sesidir. Bu çalışmada Nevşehir ve diğer Anadolu Ağızlarında fiillerin teklik 3. şahıs çekimlerinde ortaya çıkan /n/ sesinin türeme olup olmadığı üzerinde durulacaktır. Anahtar Kelimeler: Nevşehir ağzı, Anadolu Ağızları, Ünsüz türemesi, N türemesi, Son ses türemesi, Teklik 3. şahıs. ABSTRACT There are many examples and cases of the epithesis of /n/ sound in Turkish Language. The cause of some of these cases has been clarified while there exist some examples which remain unclarified yet. For example, one of the hitherto unclarified cases of the epithesis of /n/ sound is the one observed in the infection of 3rd person singular in some Anatolian dialects. This study focuses on whether the /n/ sound emerging during the infection of the 3rd person singular in the local dialects of Nevşehir and other Anatolian dialects is a case of epithesis or not. Key Words: Turkish, Nevşehir Dialect, Anatolian Dialects, Epithesis, Epithesis of Sound n, Final Phoneme Epithesis, 3rd Person Singular. * Prof. Dr., Nevşehir Üniversitesi, Fen Edebiyat Fakültesi, e-posta: pekacar@nevsehir.edu.tr ** Dr., Nevşehir Üniversitesi, Fen Edebiyat Fakültesi, Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü, e-posta: filiz.ucar@nevsehir.edu.tr 1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u 225 Çetin PEKACAR - Filiz Meltem ERDEM UÇAR 0. Giriş: Ses Türemesi, /n/ Türemesi, Son Ses /n/ Türemesi Ses türemesi, seslerin özelliklerine ve birbirleriyle etkileşimlerine bağlı olarak kelimenin aslında bulunmayan bir sesin sonradan ortaya çıkması olayıdır. Ünlü ve ünsüz türemesi biçiminde kendini gösteren bu ses olayının seslerin türediği yere göre ön ses türemesi (ön türeme), iç ses türemesi (iç türeme) ve son ses türemesi (son türeme) olarak üç çeşidi bulunmaktadır. Türkçede ses türemesi üzerine bir çalışma yapan Janos Eckmann, /n/ sesinin ortaya çıkışını şu sözlerle açıklar: “Diş sesinin boğumlanması tamamlanmadan önce damak perdesi inerek ağız yolunu kapadığı için, akciğerden gelen hava burundan geçmek zorunda kalınca bir burun sesinin türemesine sebep olur.” (Eckmann: 1988, 11-22). Eckmann’ın ünsüzlerin boğumlanma hareketleri sırasında senkronizmin bozulmasına bağladığı /n/ türemesi örnekleri, yukarıda da bahsedildiği gibi Anadolu ağızlarında sık sık karşımıza çıkar. Kelimenin aslında bulunmayan ve çeşitli sebeplerle ortaya çıkan seslerden biri de /n/ sesidir. Türkçede /n/ türemesi ile ilgili pek çok durum ve olay vardır. Buna ait türeme olaylarından bir kısmının sebebi aydınlatılmış, bir kısmı ise hâlâ belirsizliğini korumaktadır. Henüz aydınlatılamayan /n/ türemesi olaylarından biri de, bazı Anadolu Ağızlarında fiillerin teklik 3. şahıs çekimlerinde görülen /n/ sesidir. Bu bildiride, Nevşehir ve diğer Anadolu ağızlarında fiillerin teklik 3. şahıs çekimlerinde (geldidin “O geldiydi.”, kóylü odadaydın “köylü odadaydı” vb. örneklerde olduğu gibi) ortaya çıkan /n/ sesinin türeme olup olmadığı üzerinde durulacak, kökeni aydınlatılmaya çalışılacaktır. 1. Fiil Çekiminde Görülen /n/ Sesi ile İlgili Görüşler ve Örnekler Türk dilinde fiillerin teklik 3. şahıs çekimlerinde ortaya çıkan /n/ sesi üzerine başlı başına bir çalışma yapılmamıştır. Ancak ses türemesi olayını ele alan bazı çalışmalarda ve ağız çalışması niteliğindeki bir kısım lisans ve lisansüstü tezlerde gerek teklik 3. şahıs fiil çekiminde gerekse diğer kelime türlerinde ortaya çıkan /n/ türemesi olayına değinilmiş ve bu konuda farklı görüşler ileri sürülmüştür. Konuyla ilgili olarak burada sadece fiil çekiminde ortaya çıkan /n/ sesi ile ilgili çalışmalardan tespit edilebilenler özetlenmiştir.1 1 Burada verilen örneklerin bazılarının anlamları, ilgili araştırmacının kendi yayınında da olmadığından maalesef yazılamamıştır. 226 1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u Nevşehir ve Diğer Anadolu Ağızlarında Fiillerin Teklik 3. Şahıs Çekimlerinde /n/ Sesi Zeynep Korkmaz, Nevşehir ağızlarında kelimelerin son seslerinde oluşan /n/ sesinin anorganik bir türeme olmayıp herhangi bir morfolojik şekle benzetme yolu ile getirildiğini ya da herhangi bir ekin kalıntısı olabileceğini ifade eder. Ancak bu konuda kesin bir yargıya varabilmek için yeteri kadar malzemenin Türk dilinin bütün dallarında izlenmesi gerektiğini de belirtir. Korkmaz’ın /n/ türemesi ile ilgili verdiği örneklerden konumuzla ilgili olanlar şunlardır: idi / idin: geldidin “geldiydi.” (27-8); diller idin “derler idi.” (13-1) vb. (Korkmaz: 1994a, 102). Görüldüğü gibi bu örneklerdeki /n/ sesi, fiillerin görülen geçmiş zaman 3. şahıs çekimlerinde ortaya çıkmıştır. Aynı durumun Güneybatı Anadolu ağızlarında da görüldüğünü ifade eden Korkmaz, şu açıklamalarda bulunur: “Ünsüz düşmesi, ünsüz benzeşmesi, hece kaynaşması gibi ses olaylarından bilhassa anlaşılacağı üzere, boğumlanma bakımından basitleşme niteliği gösteren Güney-Batı Anadolu ağızları, herhangi bir yapı fonksiyonu bulunmayan ve boğumlanmada fazla emeği gerektiren parazit ünsüzlere dayanıklı değildir. Bununla beraber, çoğu birinci şahıs zamir -n ve -m’sine ait olmak üzere, benzetme ile meydana gelmiş az sayıda türemeli kelimeler de vardır.” Korkmaz’ın bahsettiği kelimelerin bizim konumuzla da ilgili olanları şunlardır: var ıdın “var idi” (Manisa, Denizli); evelden idin “evvelden idi” (Denizli), yoğ udun “yok idi” (Denizli) vb. (Korkmaz: 1994b, 82-83). Leyla Karahan, Çalış Beldesi (Haymana) ağzı üzerine yaptığı çalışmasında “Yörede tespit ettiğimiz en ilgi çekici ünsüz türemesi, teklik 3. şahıslarda -DI ekinin sonunda karşımıza çıkan /n/ türemesidir. Bu türemeyi İç, Batı ve Kuzeybatı Anadolu Ağızlarında soruşturma yoluyla dağınık olarak tespit ettik.” açıklamalarıyla bu ses olayına işaret eder: akrabamızıdın (VIII/1), varıdın (VIII/2), yoğudun (VIII/2), olmasaydın (VIII/1), neneydin (VIII/3) (Karahan: 2003, 41-61). Ünsüz türemeleri ile ilgili yapılmış kapsamlı çalışmalardan biri de Aylin Koç’a aittir. Koç, çalışmasında Türkiye Türkçesi, Türkiye Türkçesi Ağızları ve Çağdaş Türk Lehçelerindeki kelime sonunda ortaya çıkan ünsüz türemesi olayını ayrıntılı olarak ele almıştır. /n/ türemesi bahsine de geniş bir şekilde yer veren Koç, alıntı ve Türkçe kelimelerin sonundaki /n/ türemesinin Türkiye Türkçesi, Türkiye Türkçesi Ağızları ve Çağdaş Türk Lehçelerindeki görünümlerini örnekleriyle incelemiş; ek fiilin görülen geçmiş zaman teklik 3. şahıs çekimlerinde ortaya çıkan /n/ türemesi konusuna da değinmiştir. Çalışmada, özellikle Adana, Osmaniye, Muğla ve Nevşehir ili ağızlarında görüldüğü belirtilen söz konusu ses olayına Boyama/Hayta, 1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u 227 Çetin PEKACAR - Filiz Meltem ERDEM UÇAR Aşçılar, Sarıtekeli ve Tekeli Yörük ağızlarında da rastlandığı ifade edilmiştir: diller idin “derler idi” (Nevşehir), döüşüllerdin “döğüşürler idi” (Adana, Osmaniye), gibiydin “gibi idi” (Muğla), var ıdın “var idi” (Manisa), yoğ udun “yok idi” (Denizli Tavşanlı yöresi) vb. (Koç: 2010, 47-67). Emin Eren, Zonguldak-Bartın-Karabük illeri ağızlarında, görülen geçmiş zamanın teklik 3. şahıs çekiminde bir /n/ sesinin türediğini ifade eder: hanım oldun “hanım oldu” (11-25), vardın “vardı” (19-65), zevkliydin “zevkliydi” (27-4), mahallemizdeydin “mahallemizdeydi” (28-63) vb. (Eren: 1997, 46). Hüseyin Kahraman Mutlu, Balıkesir ve yöresi ağızlarında, bazı zarf ve edatların sonu ile ek fiilin görülen geçmiş zaman teklik 3. şahıs çekiminde /n/ türemesi görüldüğünü, özellikle çekim sırasında görülen /n/ türemesinin bölgede, Türkmen ağızları dışında çok yaygın olduğunu ifade eder. Çepni ağzından örnekler: ağlardın “ağlardı” (II.3.88), boludun “boldu” (II.4.187), dillerdin “derlerdi” (II.4.194), gelirdin “gelirdi” (II.12.3), içebilirdin “içebilirdi” (II.4.149), isdelleridin “isterlerdi” (II.9.43), oturudun “otururdu” (II.4.148), öyleydin “öyleydi” (II.12.132), sıkardın “sıkardı” (II.9.203), vardın “vardı” (II.1.242), yapardın “yapardı” (II.3.65), yinmezdin “yenmezdi” (II.3.89). Manav ağzından örnekler: alırdın “alırdı” (III.8.38), bakımıdın “bakımıydı”2 (III.16.124), derlēdin “derlerdi” (III.7.98), satarlādın “satarlardı” (III.8.155), senedin “seneydi” (III.16.19), vādın “vardı” (III.16.47) (Mutlu: 2008, 192-193; 2010, 42). Ebru Silahşör, Amasya merkez ağzı üzerine yaptığı çalışmasında çok sık rastlanmamakla birlikte hikâye birleşik zamanın teklik 3. şahsı ile çekimlenmiş şeklinde ve cevher fiilin görülen geçmiş zaman teklik 3. şahıs çekiminde bu ses türemesinin görüldüğünü belirtir: yaparıdın, alularıdın, varıdın (Silahşör: 2010, 47-84). Hale Bozalan, hazırladığı yüksek lisans tezinde Bergama merkez ilçe ve köylerinde yaşayan yörüklerin ağızlarındaki fiillerin ve ek fiilin teklik 3. şahıs çekimlerinde ortaya çıkan /n/ sesine dikkat çeker: oludun “olurdu” (26/23), vādın “vardı” (23/60) (Bozalan: 2008, 64). Huriye Tokat, Bodrum’un Çömlekçi köyü ağzı üzerine yaptığı bitirme tezi niteliğindeki çalışmasında, bu yörede, görülen geçmiş zamanın teklik 3. şahıs çekiminde bir /n/ türemesi görüldüğünü dile getirir: yetişidin 153, diyidin 512, vardın 741, bağlarlardın 1678, görügdurdun 1915 (Tokat: 2008, 16). 2 bakımıdın “bakımıydı”: Bu örneğin anlamı yanlış yazılmış olmalı. 228 1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u Nevşehir ve Diğer Anadolu Ağızlarında Fiillerin Teklik 3. Şahıs Çekimlerinde /n/ Sesi Şakir Madran, bitirme tezi olarak hazırladığı çalışmasında Aydın’ın Bozdoğan ilçesine bağlı Kavaklı Köyü ağzında, görülen geçmiş zamanın teklik 3. şahıs çekiminde /n/ türemesinin görüldüğünü ifade eder: olūdun “olurdu” (2322), gidēdin “giderdi” (2373), durūdun “dururdu” (2381). Çalışmada bu ses olayının sebebi teklik 2. şahsa benzeme olarak açıklanmıştır (Madran: 2010, 26). Hakan Akca, Ankara ili ağızları üzerine yaptığı çalışmada konuyu “Kelime Sonunda Ünsüz Türemesi” başlığı altında incelemiştir: “Ankara ili ağızlarında meydana gelen dikkat çekici bir türeme ise fiillerin ve ek fiilin bilinen geçmiş zaman III. teklik şahıs çekimlerinde sonda meydana gelen /n/ türemesidir. Bu türeme I. ve II. ağız gruplarında âdeta kurallıdır. III. ağız grubunda ise nadir görülür: yohdun (I/36-12) “yoktu”, kóylü odadaydın (I/36-12) “köylü odadaydı”, kópäkler bōşurdun (I/36-14) “köpekler boğuşurdu”, yıardın (I/44-40) “yığardı”, ābim vardın (II/70-43) “ağabeyim vardı”, ahıllıymışdın (II/79-13) “akıllıymıştı”, çalacaklarmışdın (II/79-23) “çalacaklarmıştı”, derlerdin (II/89-32) “derlerdi”, gidellēdin (II/99-57) “giderlerdi”, gäldi midin (II/99-81) “geldi miydi”, anaşid vardın (III/106-58) “anarşist vardı”, balıh olurdun (III/106-75) “balık olurdu” (Akca: 2009, 207-208). Son olarak Mehmet Dursun Erdem ve Ramazan Bölük tarafından Kaş ağzı üzerine yapılan çalışmada, fiillerin hikâye birleşik zamanının ve isimlere gelen cevher fiilin görülen geçmiş zaman teklik 3. şahıs çekimlerinde sık sık /n/ sesinin türediği ifade edilir: edellerdin, olurdun, örürdün, varıdın, verilerdin, yakardın (Erdem, Bölük: 2011, 411-452). Yukarıdaki çalışmaları gözden geçirdiğimizde /n/ sesinin, fiillerin hikâye birleşik çekiminde ve i- ek fiilinin görülen geçmiş zaman 3. şahıs çekimlerinde ortaya çıktığı kolayca göze çarpmaktadır. Bunlara mukabil Emin Eren’in Zonguldak-Bartın-Karabük illeri ağızlarında tespit ettiği hanım oldun “hanım oldu” (11-25) örneği ilgi çekicidir. Çünkü bu örnekte i- ek fiili değil, ol- “olmak” fiilinin basit çekimi söz konusudur. Bazı tarihî ve çağdaş Türk lehçelerinde ol- fiilinin i- ek fiili gibi kullanıldığını biliyoruz. Burada gördüğümüz örnek, böyle bir kullanıma örnek teşkil ediyor olabilir. Dolayısıyla bu ağzın söz konusu olay açısından daha ayrıntılı incelenmesi gerekir.3 Diğer bütün örneklerde /n/ sesi, fiillerin hikâye birleşik çekiminde ve i- ek fiilinin görülen geçmiş zaman 3. şahıs çekimlerinde ortaya çık3 Belki de bu örnekteki kullanılış hanım oldun “hanım oldu” biçiminde değil de, “hanım olurdun” anlamını verecek şekilde hanım oludun (<ol-ur-du-n) biçiminde idi. 1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u 229 Çetin PEKACAR - Filiz Meltem ERDEM UÇAR maktadır. Bilindiği gibi hikâye birleşik çekimi, aslında i- ek fiilinin görülen geçmiş zaman çekimi ile yapılır. Öyleyse bildirimize konu olan /n/ sesinin, bütün örneklerde i- ek fiilinin görülen geçmiş zaman çekiminde kullanıldığı hükmüne varabiliriz. Bu olayın özellikle Güney, Batı ve Orta Anadolu ağızlarında görüldüğü de not edilmelidir. Yukarıda zikredilen çalışmaların büyük çoğunluğunda söz konusu /n/ sesinin ortaya çıkışı ile ilgili tatmin edici bir açıklama yapılmamış; bu ses, genellikle türeme sesi olarak izah edilmiş veya teklik 1. ve 2. şahıs zamirlerindeki /n/ sesine benzeme yoluyla oluştuğu düşünülmüştür. Mevcut açıklamalar arasında Zeynep Korkmaz’ın ve aşağıda değineceğimiz üzere, Gürer Gülsevin’in görüşleri dikkat çekicidir. Z. Korkmaz, Nevşehir ağızlarında kelimelerin son seslerinde oluşan /n/ sesinin anorganik bir türeme olmayıp herhangi bir morfolojik şekle benzetme yolu ile getirildiğini ya da herhangi bir ekin kalıntısı olabileceğini ifade eder. Ancak bu konuda kesin bir yargıya varabilmek için yeteri kadar malzemenin Türk dilinin bütün dallarında izlenmesi gerektiğini de belirtir. Kanaatimizce konumuz olan /n/ sesi ile ilgili bu görüş, gerçeğe en yakın olan görüştür. Yani fiil çekimi sırasında ortaya çıkan bu /n/ sesi, türeme ses veya yardımcı ses değildir; herhangi bir sese ya da eke benzeme yoluyla da oluşmamıştır. Bu sesin ortaya çıkma sebebini, dilin yazılı olmayan dönemlerinde aramak gerekir. 2. Fiil Çekiminde Görülen /n/ Sesinin Kökeni Kanaatimizce fiil çekiminde görülen /n/ sesi, Çağatay Türkçesi ve bu yazı dilinin devamı niteliğinde gelişip şekillenen Özbek ve Yeni Uygur Türkçeleri dışındaki hemen bütün Tarihî ve Çağdaş Türk Lehçelerinde, isimlerde iyelik ekleri ile hâl eki arasında düzenli olarak kullanılan ve araştırmacılar tarafından zamir n’si, pronominal n, zamir ünsüzü, iyelik zamiri n, adıl n’si, zamircil n, zamirsel n, yardımcı konsonant n, yardımcı ünsüz n, türeme ünsüzü n gibi farklı terimlerle adlandırılan /n/ sesi ile ilişkilidir. Bu ilişkinin açıklanmasına geçmeden önce, meşhur adı zamir n’si olan dil ögesi ile ilgili görüşleri gözden geçirmekte fayda var. “Zamir n’si” hakkında bugüne kadar yerli ve yabancı Türkologlar tarafından çoğu birbirine benzeyen, bazen de farklılık gösteren görüşler ileri sürülmüştür. Bu görüşlerden belli başlıları aşağıda özetlenmiştir. Muharrem Ergin, yardımcı konsonanat, yardımcı ses, zamir n’si ve pronominal n olarak adlandırdığı /n/ sesinin türeme ses olduğu görüşündedir. Ergin 230 1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u Nevşehir ve Diğer Anadolu Ağızlarında Fiillerin Teklik 3. Şahıs Çekimlerinde /n/ Sesi bu görüşünü şu sözlerle ifade eder: “n sesi, yalnız iyelik ekleri ve ki aitlik eki ile isim çekim ekleri arasında kullanılan yardımcı sestir. Tabiî iyelik eklerinin de ancak vokal ile bitenlerinden sonra gelir. Kendisinden sonra gelen isim çekim eki, vokal veya konsonant ile başlayabilir. Demek ki n yardımcı sesi, iyelik ekli kelimelerde iki vokal arasında veya bir vokal ile bir konsonant arasında kullanılır... Bu n sesi aslında pronominal n yani zamir n’si, zamir çekimlerinde de görülen türeme n sesidir. Fakat Türkçenin bilinen devirlerinden bugüne kadar hep yardımcı ses karakterini taşımıştır.” (Ergin: 1990, 137). Talat Tekin, bu /n/ sesinin Ana Altaycaya ait bir özellik olduğunu, yani 3. şahıs iyelik ekinin kökeni ile ilgili olduğunu dile getirerek bu konuda şunları kaydeder: “Ana Türkçede isimleri bağımsız olarak izleyerek iyelik ifade eden 3. kişi zamiri *in, yalın hâlde, Moğolca ve Mançu-Tunguzcada olduğu gibi, sonundaki /n/ fonemini yitirmiş ve ekleşmiş olmalıdır. Yalın hâlde, başka bir deyişle söz sonu durumunda, yiten bu /n/ fonemi çekimde yeniden belirir. Aslında bu olay, söz içinde /n/ belirmesi değil, *in zamirindeki /n/ foneminin son ses durumunda yitmesidir. Bu bakımdan, çekimde 3. kişi iyelik ekinden sonra korunmuş olan bu /n/ fonemini kaynaştırma ya da geçiş sesi saymak yanlıştır. Zaten Türkçede iki ünlü arasındaki boşluğu doldurmak için kullanılan biricik ses /y/dir. Bu açıklamalardan anlaşılacağı gibi, Türkiye Türkçesinde ünsüzle biten isimlere eklenen 3. kişi iyelik ekini, bir ses biçim birimi olarak (morphophonemically) {-I} biçiminde yazmak yanlış olur; ekin bu türü {-I(n)} şeklinde yazılmalıdır” (Tekin: 2003, 131-138). Görüldüğü gibi Tekin’e göre teklik 3. şahıs iyelik eki, aslında Ana Altayca iyelik ifade eden 3. şahıs zamiri *in’den başka bir şey değildir.4 Gürer Gülsevin, 3. şahıs iyelik eki üzerinde yapılan incelemelerin sonucuna göre bu ekin +(s)I(n)+ biçiminde olduğunu, ünlü ile biten kelimelerde, başta s’nin, isim hâl eklerini alınca da sonda n’nin ortaya çıktığını söyler. 4 Ana Altaycadaki in zamiri hakkında birçok çalışma yapılmıştır. Bunları özetlersek; Altay dil ailesine mensup olan dillerden bugünkü Moğolca, Mançuca ve Korecede teklik 3. şahıs zamiri *i’dir (Poppe: 1987, 214; Möllendorff: 1892, 6; Choi: 1991, 191-196). Poppe, Moğolcada teklik 3. şahıs zamiri *i’nin yalın hâliyle hiçbir metinde geçmediğini, yalnız çekimli şekillerde görüldüğünü ifade eder: *i (yalın hâl), *inu (ilgi hâli), *imadu(r) (yönelme-bulunma hâli) gibi. Ayrıca bu zamir, Klasik Öncesi Moğolcada (Pre-Classical Mongolian) teklik 3. şahıs iyelik eki olarak kullanılmıştır (Poppe: 1987, 214). Bu zamirin Mançucada da yalın hâli *i biçimindedir. Ancak bazı çekimli şekillerinde /n/ sesi ortaya çıkmaktadır: *i (yalın hâl), *ini (ilgi hâli), *inde (bulunma hâli), *inci (çıkma hâli) gibi (Möllendorff: 1892, 6). Bu konuda daha fazla bilgi ve değerlendirme için Choi’ye bakılabilir (1991, 191-196). 1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u 231 Çetin PEKACAR - Filiz Meltem ERDEM UÇAR Ekin sonunda ortaya çıkan /n/ sesinin, ekin aslında olan bir öge olduğunu ispata dair Eski Anadolu Türkçesi metinlerinden tespit ettiği örnekleri sıralar (Gülsevin: 1990, 187-190). Gülsevin’in makalesine aldığı sekiz örnekten ikisi aşağıdadır: c Aliyi resulün pehlivān-ın kıldı. (Behcetü’l-Hadāik, 2:42-B, 10/XIII. yy) Bana sensüz cihān mülk-in gerekmez. (Yusuf ve Zeliha, 46, 2/XIV. yy.) Han Woo Choi, “Ana Altayca İyelik zamiri *n” başlıklı makalesinde, bu konuda daha önce Ramstedt, Poppe, B. H. Kim, W. Huh, S. N. Lee, Gronbech, B. Laufer, Schiefer, Castren, Tekin vb. tarafından yapılan çalışmaları değerlendirdikten sonra kendi görüşlerini şu şekilde dile getirir: “Daha önce Poppe (1965: 194)’nin yalnız ‘oblique stem’ demekle yetindiği ve daha sonra T. Tekin’in Ana Altayca 3. kişi zamiri olarak tasarladığı *in, bence tek morfem olmayıp Ana Altayca 3. kişi zamiri *i ile iyelik zamiri *n’den, iki morfemden oluşmaktadır... Sonuç olarak, Ana Altayca iyelik zamiri *n, Altay dillerinin başta kişi zamirleri olmak üzere bazı zamirlerinin çekimlerinde kendini korumuş ve büyük ihtimalle, Altayca genitif eki *-n’ye gelişmiştir.” (Choi: 1991, 191-196). Efrasiyap Gemalmaz, teklik ve/veya çokluk 3. şahsı ekleşerek temsil etmiş olan bir iyelik sıfatının kalıntısı olabileceğini düşündüğü /n/ ünsüzü için şunları söyler: “Nitelenen hâli eki, üzerine doğrudan diğer hâl eklerini aldığında lehçe ve ağızların birçoğunda ‘zamirsel (=pronominal n) n’ adı verilen bir sesin, bu ekle hâl eki arasında yer aldığı görülmektedir. Bu ‘n’ sesinin; Türkçenin genelinde, bilinen tarihi boyunca herhangi bir ses bütünlüğü ile işaretlenmemiş olduğu için bugün /ø/ ile gösterebileceğimiz teklik ve/veya 3. şahsı ekleşerek temsil etmiş olan, tarihin karanlık devirlerinde işaretli olduğunu düşündürebilecek bir iyelik sıfatının, yani ‘...+(y) A ait olan’ anlamındaki bir sıfat fiilin (= participe) kalıntısı olması kuvvetle muhtemeldir.” (Gemalamaz: 1996, 165-172). Cengiz Alyılmaz ise konu ile ilgili görüşlerini şu sözlerle ifade etmiştir: “Söz konusu n ünsüzünün Türkçenin hem önceki dönemlerinde, hem de günümüzde değişik lehçe, şive ve ağızlardaki kullanımları, bu ünsüzün basit bir türeme ünsüzü veya yardımcı ünsüz olmadığını açıkça ortaya koyar niteliktedir. Zira bu ünsüz, üzerine belirtilen/nitelenen/tamlanan eki almış bir isim veya isim soylu kelime veya kelime grubunun hâl kavramı ifade eden görevli bir eleman (ek, ek+ek, ek+edat, edat)’la birlikte kullanımı sı- 232 1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u Nevşehir ve Diğer Anadolu Ağızlarında Fiillerin Teklik 3. Şahıs Çekimlerinde /n/ Sesi rasında ortaya çıkmakta ve iyelik eki 3. teklik ve/veya çokluk şahıs eklerini karşılamaktadır. n ünsüzü, bu fonksiyonuyla Türkçenin üzerine herhangi bir hâl eki almamış tamlamalarında işaretsiz /+ø+/ olarak karşımıza çıkan iyelik eki 3. teklik ve/veya çokluk şahıs eklerinin Türkçenin karanlık dönemlerinde (belki de Ana Altayca döneminde?) n ünsüzü ile karşılanmış olabileceğini düşündürmektedir.” (Alyılmaz: 1999, 403-415). Yukarıda özetlediğimiz açıklama ve yorumlara bakıldığında; teklik 3. şahıs iyelik ekinden sonra görülen /n/ sesini, türeme hatta yardımcı ses olarak nitelendiren görüşler de bulunmakla birlikte son yapılan çalışmalarda bu sesin basit bir türeme sesi ya da yardımcı ses olmayıp bir görev elemanı özelliği taşıdığı ve Ana Altayca *in zamirinden geldiği yaygın olarak kabul edilmiştir. İsim çekiminde ortaya çıkan /n/ sesi, gerek Türkiye Türkçesi ve diğer Çağdaş Türk Lehçelerinde, gerekse Altay ailesine mensup öteki dillerdeki fiil çekimlerinde ortaya çıkmaz. Ancak, bu sesi yukarıda da belirttiğimiz Orta, Güney ve Batı Anadolu’daki bazı ağızlarda ek fiilin görülen geçmiş zaman teklik 3. şahıs çekiminde görmekteyiz. Kanaatimize göre iyelikli isimlerin çekiminde ortaya çıkan /n/ sesi gibi bu ses de Ana Altaycadaki iyelik ifade eden teklik 3. şahıs *in zamirinin (veya Choi’nin görüşüne göre iyelik zamiri *n’nin) bir kalıntısıdır ve i- ek fiilinin görülen geçmiş zaman teklik 3. şahıs çekiminde kendini göstermektedir. Türk dilinde fiillerin görülen geçmiş zaman çekimlerinde şahısları göstermek için iyelik ekleri kökenli eklerin kullanıldığı (gel-di-m, gel-di-n/-ŋ vb.) göz önünde bulundurulunca, bildirimize konu olan /n/ sesinin, Ana Altayca iyelik ifade eden 3. şahıs zamiri *in morfeminin bir kalıntısı olduğu iyice kesinleşmiş olur. 3. Sonuç Ses türemesi, seslerin özelliklerine ve birbirleriyle etkileşimlerine bağlı olarak kelimenin aslında bulunmayan bir sesin sonradan ortaya çıkması olayıdır. Kelimenin aslında bulunmayan ve çeşitli sebeplerle ortaya çıkan seslerden biri de /n/ sesidir. Türkçede henüz aydınlatılamayan /n/ “türemesi” olaylarından biri de, daha çok Orta, Güney ve Batı Anadolu ağızlarında, i- ek fiilinin görülen geçmiş zaman 3. şahıs çekimlerinde ortaya çıkan /n/ sesidir. Zannedildiğinin aksine bu ses, türeme ünsüz veya yardımcı ses değildir; herhangi bir sese ya da eke benzeme yoluyla da oluşmamıştır. Aslında bu ses, iyelikli isimlerin çekiminde ortaya çıkan ve genellikle zamir n’si diye 1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u 233 Çetin PEKACAR - Filiz Meltem ERDEM UÇAR adlandırılan /n/ sesi gibi, Ana Altayca iyelik ifade eden 3. şahıs zamiri *in morfeminin bir kalıntısıdır. Dolayısıyla “gel-di-m” çekimindeki “-m” eki nasıl teklik 1. şahsı gösteriyorsa veya “gel-di-n/gel-di-ŋ” çekimindeki “-n/ -ŋ” eki teklik 2. şahsı gösteriyorsa, Türkiye Türkçesi Ağızlarında i- ek fiilinin çekiminde görülen son ses /n/ ünsüzü de teklik 3. şahsı gösteren bir ek durumundadır. Gülsevin’in Eski Anadolu Türkçesi metinlerinden tespit ettiği +in biçimindeki 3. şahıs iyelik ekine benzer olarak başka tarihî veya çağdaş Türk lehçe veya ağızlarında i- ek fiilinin veya başka fiillerin görülen geçmiş zaman teklik 3. şahıs çekimlerinde buna dair örnekler bulunması, burada ifade etiğimiz görüşü destekleyecektir. Öte yandan söz konusu /n/ sesinin 3. şahsı gösterecek şekilde sadece i- ek fiilinin çekiminde görülmesi, başka fiillerin çekiminde kullanıldığına dair örnek bulunmaması da dikkatten kaçmamaktadır. Bunun sebebini i- ek fiilinin kullanım sıklığında aramak doğru olacaktır. Bilindiği gibi Türkçede birleşik kip çekiminde kullanılan bu fiil, doğal olarak öteki fiillere göre daha sık olarak görülen geçmiş zaman (hikâye) ekini almaktadır. Aynı zamanda bu fiil, isimlerin yüklem çekiminde de kullanılmak bakımından öteki fiillere göre kullanım sıklığı bakımından avantajlı durumdadır. Bu sebeple 3. şahsı gösteren /n/ sesi, sadece i- ek fiilinin çekiminde, adeta onun bir parçası hâline gelme şansına erişmiş görünmektedir. Bu konuda bir başka soru da şudur: Bu /n/ sesi neden görülen geçmiş zaman ekinin çekiminde kullanılıyor da şart çekiminde kullanılmıyor? Bunun sebebini, şart ekinin (-sA) yaşında aramak gerekir. Bilindiği gibi şart eki Eski Türkçe döneminde kip eki hâline gelmiştir. Oysa bildirimize konu olan /n/ sesi, Anadolu Ağızlarına, Eski Türkçeden çok önceki dönemlerden miras kalmıştır. Kaynaklar Akca, Hakan (2009), Ankara İli Ağızları (inceleme-metinler-dizin), Gazi Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Türk Dili ve Edebiyatı Ana Bilim Dalı, Yayımlanmamış Doktora Tezi, Ankara. Alyılmaz, Cengiz (1999), “Zamir n’si Eski Bir İyelik Ekinin Kalıntısı Olabilir mi?”, Türk Gramerinin Sorunları II, Ankara: TDK Yayınları, s. 403-415. Bozalan, Hale (2008), Bergama Merkez İlçe ve Köylerinde Yaşayan Yörüklerin Ağız İncelemesi, Trakya Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Türk Dili ve Edebiyatı Ana Bilim Dalı, Yüksek Lisans Tezi, Edirne. 234 1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u Nevşehir ve Diğer Anadolu Ağızlarında Fiillerin Teklik 3. Şahıs Çekimlerinde /n/ Sesi Choi, Han Woo (1991), “Ana Altayca iyelik Zamiri *n”, Türk Dilleri Araştırmaları 1991, s. 191-196. Eckmann, Janos (1988), “Türkçede D, T ve N Seslerinin Türemesi”, TDAY- Belleten 1955, s. 11-22. Erdem, Mehmet Dursun, Ramazan Bölük (2011), “Kaş (Antalya) Ağzı Ses Özellikleri Üzerine”, Turkish Studies – International Periodical For the Languages, Literature and History of Turkish or Turkic, 6/1, s. 411-452. Eren, Emin (1997), Zonguldak-Bartın-Karabük İlleri Ağızları, Ankara: TDK Yayınları. Gemalmaz, Efrasiyap (1996), “Türkçede İsim Tamlamalarının Derin Yapısı”, Atatürk Üniversitesi Türkiyat Araştırmaları Enstitüsü Dergisi, Sayı: 4, s. 165172. Gülsevin, Gürer (1990), “Eski Anadolu (Türkiye) Türkçesinde 3. Kişi İyelik Ekinin Özel Kullanılışı”, Türk Dili, Sayı: 466, s. 187-190. Karahan, Leyla (2003), “Türkiye Türkçesi Ağızlarında ş > s Değişmesi Çalış Beldesi (-Haymana) Ağzı”, Türkiyat Araştırmaları Dergisi 13, s. 41-61. Koç, Aylin (2010), “Kelime Sonunda Ünsüz Türemesi”, Türkiyat Araştırmaları Dergisi 28, s. 47-67. Korkmaz, Zeynep (1994a), Nevşehir ve Yöresi Ağızları, Ankara: TDK Yayınları. Korkmaz, Zeynep (1994b), Güney-Batı Anadolu Ağızları Ses Bilgisi (Fonetik), Ankara: TDK Yayınları. Madran, Şakir (2010), Kavaklı Köyü (Aydın-Bozdoğan) Ağzı (Metin-Gramer- Sözlük), Muğla Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi Türk Dili ve Edebiyatı bölümü, Bitirme Tezi, Muğla. Möllendorff, P. G. Von (1892), Manchu Grammar with Analysed Texts, Shanghai. Mutlu, Hüseyin Kahraman (2008), Balıkesir İli Ağızları (İnceleme-Metinler-Sözlük), Gazi Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Türk Dili ve Edebiyatı Ana Bilim Dalı, Yayımlanmamış Doktora Tezi, Ankara. Mutlu, Hüseyin Kahraman (2010), “Balıkesir Tahtacı Türkmenleri Ağzının Fonetik Özellikleri”, Diyalektolog 1, s. 21-46. Poppe, Nicholas (1987), Introduction to Mongolian Comparative Studies, Helsinki. Silahşör, Ebru (2010), “Amasya Merkez Ağzının Ses Bilgisi Özellikleri”, Diyalektolog 1, 47-84. Tekin, Talat (2003), “Üçüncü Kişi İyelik Eki Üzerine”, Makaleler 1 Altayistik, (hzl. Emine Yılmaz, Nurettin Demir), Ankara: Grafiker Yayınları, s. 131- 138. Tokat, Huriye (2008), Çömlekçi Köyü (Bodrum) Ağız Özellikleri, Muğla Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü, Bitirme Tezi, Muğla. 1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u 235 NEVŞEHİR'İN BASINA YANSIYAN İMAJI VE MARKALAŞMA SÜRECİNDE NEVŞEHİR THE IMAGE OF NEVŞEHİR IN THE MEDIA AND NEVŞEHİR IN THE PROCESS OF BRANDIZATION Çiğdem DİRİK* - Ahsen ARMAĞAN** ÖZET Küreselleşme bir yandan dünyada tüm dengeleri değiştirirken, bir yandan da iletişim ve ulaşım olanaklarıyla birlikte ülkeler arası mobiliteyi artıran ve kıyasıya rekabet ortamı yaratan bir süreç olarak işlemektedir. Bu rekabet ortamında yerelin önemi giderek artmakta ve yerel kendisini daha çok markalaşma yoluyla ön plana çıkartmak istemektedir. Günümüzde sadece kurumların, ürünlerin ve hizmetlerin değil, kentlerin de markalaşma yolunda rekabete girdikleri görülmektedir. Kentler açısından markayı gereklilik haline getiren unsurları Hanna ve Rowley şu şekilde ifade etmektedir: “Uluslararası medyanın artan gücü, uluslararası seyahat maliyetinin düşmesi, tüketicilerin harcama gücünün artması, sunulan hizmetler açısından şehirlerarası benzerliklerin artması ve insanların farklı kültürlere olan ilgisinin artmasıdır.” (Özdemir, Karaca: 2009,115) Nevşehir’inde markalaşma yolunda zengin olanakları olan bir kent olduğu düşünüldüğünde bu konu ile ilgili atılacak adımlar daha önemli hale gelmektedir. Nevşehir doğal dokusu, sosyo-ekonomik düzeyi, kültürel çeşitliliği ve çoğulculuğu, mimari yapısı, sanat yapıtları, yerel gelenek ve görenekleri, gündelik yaşam biçimiyle birlikte davranış örüntüleri, alışkanlıkları ve etkileşim kalıpları ile dünya ülkelerinin dikkatini çekmeye aday bir kent konumundadır. Bu nedenle Nevşehir, markalaşma sürecinde farklı olanaklarını ve özgünlüğünü gündeme getirmek durumundadır. * Yrd. Doç. Dr., E. Ü., İletişim Fakültesi, Gazetecilik Bölümü e-posta: cigdem.batu@ege.edu.tr ** Doç. Dr., E. Ü., İletişim Fakültesi, Gazetecilik Bölümü e-posta: ahsen.armagan@ege.edu.tr 1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u 237 Çiğdem DİRİK - Ahsen ARMAĞAN Bu noktadan hareketle bu çalışmanın temel amacını; a-) Nevşehir’in kültürel zenginliği ve gündelik yaşam pratiklerinin basında nasıl temsil edildiği ve kamusal yaşamda nasıl bir imaj yaratıldığının saptanması, b-) Nevşehir’in bir marka kent olabilmesi sürecinde günümüz kıyasıya rekabet ortamında ayrıcalığını ortaya koyabilecek özelliklerinin ve izlenecek yol haritasının nasıl olabileceği konusunda bir model geliştirilmesini içermektedir. Bu bağlamda; basında yer alan Nevşehir ile ilgili haberler Van Dijk’in söylem analizi yöntemi ile irdelenecektir. Anahtar Kelimeler: Nevşehir, Kültürel zenginlikler, Gündelik yaşam, Basın, Marka kent. ABSTRACT Globalization, while changing all balances in the world, is also a process that creates a competition based environment and increases intercountry mobility via oppotunities of communication and transportation. In this competitive environment, the importance of the ‘local’ is getting higher and the ‘local’ wants to show itself up by rather brandization. Today, it can be seen that not only institutions, products and services but also cities are in competition in the path to brandization. Hanna and Rowley state the elements which make brandization a necessity for cities as follows: ‘Increasing power of international media, the decrease in international travelling costs, increasing spending power of consumers, the rise in similarities among cities as for the services provided and the increase in people’s interest in different cultures’ .”(Özdemir, Karaca: 2009,115) Considering that Nevşehir is also a city which posseses rich opportunities for brandization, the steps to be taken in this issue becomes more important. Nevsehir, with its natural texture, socio-economic level, cultural diversity and pluralism, architectural structures, works of art, local customs and traditions, behavioural patterns together with daily life style, habits and interaction forms, is a canditate city to attract the attention of most countries in the world. Therefore, Nevşehir has to bring forward its different possibilities and genuineness in the process of brandization. Setting off from this point, the main purpose of this study includes; a) Determining how Nevşehir’s cultural wealth and daily life practices are represented in the media and what the image in public life is, b) Developing a model for Nevşehir’s specific characters that 238 1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u Nevşehir'in Basına Yansıyan İmajı ve Markalaşma Sürecinde Nevşehir can prove its distinction in today’s severely competitive environment and a road map which will enable Nevşehir to become a ‘brand city’ Within this context the news in the press about Nevşehir will be analyzed by Van Dijk’s method of discourse analysis. Key Words: Nevşehir, Cultural wealth, Daily life, The media, Brand city. Giriş Teknoloji ve iletişimde yaşanan baş döndürücü gelişmeler ile birlikte, bir yandan ulus ötesi kavram ve kurumlar iç içe geçerken, diğer yandan da yerel kültürler, kimlikler ve farklılık algıları pekişmekte ve bu bağlamda, kıyasıya rekabet ortamında kentler, devletlerden daha fazla ön plana çıkmakta ve markalaşma yolu ile dünya ekonomik, sosyal, siyasal sisteminde kararları yönlendirici temel birimler haline gelmektedir. Aslında her kent özgün bir marka olarak düşünülebilse de önemli olan kent markalaşmasını dışa açabilmenin avantajlarını yaşayabilmek ve rekabette önemli bir paya sahip olabilmekten geçmektedir. Marka kentlerin görünürlük kazanabilmesi ve pazarlanmasında temel bileşen olarak medya en önemli aktör konumundadır. İletişim ağlarının her yerdeliği, bilgiye anında ulaşım ve sosyal medyanın interaktif etkileşime olanak sağlanması kent markalaşma sürecini kolaylaştırmaktadır. Bu nedenle bu çalışmanın kuramsal kısmında; marka olgusu ve kent markalaşma sürecinin evrelerine ve özelliklerine değinilmiş, uygulamada Nevşehir özelinde odaklanılmıştır. Nevşehir’in markalaşma sürecindeki konumunu belirleyebilmek için; ulusal gazetelerde nesnel, öznel ve davranışsal örüntülerinde nasıl temsil edildiğine bakılmış ve çözüm önerileri geliştirilmiştir. 1. Marka Nedir: Liberal sistemin giderek tüm ülkeleri kuşattığı, günümüz tüketim toplumlarında kültürünün haz ve zevk odaklı hale gelmesi ve öznenin kurgulanarak tüket ve at ideolojisini içselleştirmesi, bu alanda özneyi motive edecek markalaşma sürecine daha fazla ivme kazandırmıştır. Ayrıca günümüzdeki iletişim teknolojisi ve ağlarını yaygınlığı ve sosyal medyanın interaktif iletileri ile dünya yüzündeki herkesin her şeye anında ulaşması, seçicilikte markayı olmazsa olmaz bir olgu olarak pekiştirmektedir. Gün geçtikçe küreselleşen kıyasıya rekabet ortamında, yerel sesini duyurma çabasına odaklanmakta ve kişiler bölgeler ulusal kentler markalaşma yolu ile farkındalığını ortaya çıkarmakta ve uluslar arası arenaya açılmaktadır. 1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u 239 Çiğdem DİRİK - Ahsen ARMAĞAN Türk Patent Enstitüsü epistemolojik olarak markayı; bir kurumun mal ve hizmetlerini başka bir kurumun mal ve hizmetlerinden ayırt etmeyi sağlaması koşulu ile, kişi adları dahil, özellikle sözcükler, şekiller, amblemler, sayılar, ürün biçim ve ambalajları gibi çizimlerle de görüntülenebilen veya benzer biçimde ifade edilebilen, baskı yolu ile yayımlanabilen, çoğaltılabilen her türlü gösterge, simge ve imge olarak tanımlamaktadır (http:// turkpatent.gov.tr). Markalar her dönemde hep var olmuştur ve gelişim süreci içinde, iktidarın, gücün, prestijin göstergesi olarak farklılığı simgelemede ve kullanım alanında kaliteyi sembol ve simgelerle betimlemiştir (Moon ve Millison, 2003: 30-37). Okay’ında ifade ettiği gibi(2000: 50), markalar aslında nesne, obje yada özneye atfedilen bir kimliktir onun kültürel değerlerini özetleyen bir bütünlüktür. Aynı zamanda kendiside özgün bir değer yaratma gücüne sahiptir. Marka, sadece bir ürün ya da bir hizmeti diğer bir ürün ya da hizmetlerden ayırt etmek ya da farklılaştırmak için kullanılan bir olgu değil, aynı zamanda ünlü bir sanatçı, siyaset veya bir bilim adamını ve onların yapıt ve dolaşıma soktuğu düşün ürünlerini, bir ülkeyi, bir bölgeyi ve bir kenti betimlemek içinde kullanılan nesnel, öznel ve eylemsel bir göstergedir. Markalar nesnel olduğu kadar öznel değer taşırlar ve hedef kitlelerin sosyal psikolojik olarak algı ve tutumlarına da seslenirler. Markalar sadece yasal bir tescil işlemi olarak görülmemelidir. Bunun ötesinde ve art alanında sunulan bir kalite ve performans simgesi olarak algılanmalıdır. Hedef kitlenin ayırtına varmada ve talep potansiyelini kamçılamada prestij yetisine de sahiptirler (Perry ve Wisnom 2003,12). Markalar, öznelere, bölgeye, nesneye, kente değer katarak; güvenirlik pompalayarak ve özdeşim yaratarak karşılaşılan risk faktörlerini minimize etme gücü yaratırlar (Zengin ve İldeniz 2003,12). Günümüzde markayı güçlü kılan en temel iki özelliğin başında: a) Markanın tüketicinin belleğinde yarattığı farkındalığı b) Marka ile ilgili algılamalara bağlı kuvvetli imajdır. Güçlü marka yaratmanın ilk adımı, ona kimlik kazandırmakla başlar (http:// gokcankaraali.blog.com). İkinci adım, ona soyut ve somut özellikler atfeden anlam yaratmaktır. Üçüncü adım ise marka hazzı ve arzusu oluşturmak ve tüketici ile arasında kopmaz bağlılık kurmakla gerçekleşebilecektir. 240 1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u Nevşehir'in Basına Yansıyan İmajı ve Markalaşma Sürecinde Nevşehir Marka yaratacağı marka değeri ile kendi kurumuna, bölge, kişi ya da bağlı olduğu kentle kendi kimliğini sağlamlaştırma ve imajını pekiştirmeye katkı yaratabileceği gibi, günümüz hızlı rekabet koşullarında öncelikli konuma yerleşmeye, pazar payını korumaya, fiyat tutarlılığına, güvenliğe, müşteri sadakatine, daha fazla kaliteye odaklanmasına itibar ve ün yaratmasına da katkı sağlar (http://marketingpower.com). Markanın hedef kitleye de sağlayacağı pek çok fayda vardır. Örneğin; kalite, talep kolaylığı, olumsuz durumlarda tüketici haklarını koruma, fiziksel, finansal, sosyal-psikolojik, işlevsel ve zaman kaynaklı riskleri miniminize etmede önemli bir etmendir (Çiftçi; 2007:69). Tüketici imgesinde markanın temel anlamı, sorumluluk, saygınlık ve güçlü kişiliği imlese de bir kısım tüketici için sağlamlık, konfor, lükse öykünme, gösteriş gibi anlamları da ön plana çıkarabilmektedir. Hangi mecrada (kişi, bölge, kent, ulus) olursa olsun marka oluşturmak hedef haline geliyorsa, stratejik planlama yapmak ve stratejik karar sürecini çok iyi yönetmek gerekmektedir. Bu sürece iyi bir durum analizi yapmak ve hedef pazarı belirlemekle işe başlanmalıdır. Aeker’e göre; pazarlama tekniğinin özünde marka değerinin içeriğini açıklamak ve bilgiyi sağlamak yolu ile, temelde tüketiciye, satın alma kararında, güven düzeyini sağlama ve onlarda doyumu arttırma itkisi de ön planda gelmektedir. Bu nedenle işe ilk adım olarak; • Müşteri analizi ile yani müşteri potansiyeli, motivasyonu, gereksinimlerinin saptanması ile başlanmalıdır. Ayrıca bu evrede rekabet analizinde; yani marka imajını, kimliğini, değerlerini, güçlü ve zayıf yönlerinin ne olduğu irdelenmelidir. Kişisel analizler bunu takip etmelidir. • İkinci adım; marka kimliğinin • belirlenmesidir. a) Ürün olarak markanın kapsamı; katkıları, kullanımı, kalitesi ve ülke menşei vb. b) Organizasyon olarak marka kapsamı; yeniliği, ilgi yaratması, etkinliği, güvenirliği vb. c) Kişi olarak marka kapsamı; kişiliği etik ilkeleri, adil, yenilikçi, enerjik ve girişimciliği vb. d) Sembol olarak marka kapsamı; görsel imge ve simgeler, sloganlar vb. özellikler araştırılmalı ve belirlenmelidir. 1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u 241 Çiğdem DİRİK - Ahsen ARMAĞAN • Üçüncü adımda; değer önerileri yer almaktadır. Bunlar fayda sağlayacak unsurlardır. İşlevsel, duygusal, ilişkisel ve iletişimsel faydalara dair değerler sistemine ilişkin önerilerdir. • Son adım; marka kimliğinin yerleştirilmesidir. Daha sonra bunu hedef kitle ile ilişkiler ve konumlandırıp uygulama aşaması izler. Uygulamayı izleme ve sürekli hale getirme ise geri bildirim alınarak düzenlenir. 2. Marka Kent Nedir: Fiziksel bir mekan olduğu kadar psiko-sosyal etkinlik ve özellikleri içeren kentler, yeni kent algılarının inşasında da önemli roller üstlenmekte, kültürel, sosyal, siyasal ve sembolik anlamlarla yüklü olarak kabuğunu kırarak dışa açılmakta ve dünya kenti kavramı ortaya çıkmaktadır. Bir cazibe merkezleri olarak bu kentler ulus devletin ötesinde bir anlam kazanmakta ve kendi markasını yaratma yoluna giderek farkındalığını pazarlamaktadır. Şahin (2010, 8-9) Kavaratzis’in, kent markalaşmasına uzanan tarihsel süreci üç evreye ayırdığını ifade etmektedir. Bu evrelerden ilki kent pazarlama etkinliği, ikinci evre kent pazarlama karmasına yönelim, üçüncü evre ise kent markalaşma süreci olarak ifade edilmiştir. Birinci evrenin endüstrileşme sürecinde yaşanan ve şirket sahiplerinin yatırım yapmaları için, tanıtım politikası eşliğinde davet edildiği dönemi kapsar. İkinci evrede, ilk evreye ilave kentin alt yapı ve kamu hizmetlerinin sağlandığı dönemdir. Hizmetlerin sağlanmasına koşut olarak, yaratıcı kültürel endüstrinin oluşması, ekonominin gelişmesi ve turizmin büyümesi sağlanmış, kentlere ilişkin olumsuz imgeler istendik imajla yer değiştirmiştir. Üçüncü evre yani kentlerin markalaşmaya geçme evresinde, günümüz ve geleceğin mesleklerine sahip insan kaynaklarının yetiştirilmesi, küresel rekabet ortamında iş fikirlerin, özel taleplerin karşılanma sürecidir. Bireylerin, iş adamlarının gereksinimini karşılayarak, dış kamuoyuna pozitif imge sunmak bireylerde psikolojik ve duygusal çağrışımları yaratmak bu evrenin özelliği haline gelmiştir (Şahin 2010, 9). Simon Anhold’a göre bir kent markasını şekillendiren altı öge söz konusudur (http://xtypo-rounded.2, global market). Turizm, ihracat, yönetişim, yatırım ve göç, kültür, kültürel miras ve halktır. 242 1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u Nevşehir'in Basına Yansıyan İmajı ve Markalaşma Sürecinde Nevşehir Büyük bir şehir olmak ya da coğrafi avantaja sahip olmak, kendi kaynakları ile büyüyebilmek, dönüşebilmek, kişi başına düşen geliri arttırabilmek, çevre temizliğine önem vermek, lüks yapılara ya da çalışan kamu kuruluşlarına sahip olmak, milyonlarca nüfusa sahip olmak markalaşma açısından gerekli görülse de yeterli şart değildir. Sadece bu özelliklere sahip olma o kenti markalaştırmaz. Öncelikli olarak marka kent kimliğinin, kent imajının ve kent değerlerinin oluşması ve bir bütünlük içinde markalaşmaya adım atılması gerekmektedir. 3. Kent ve Marka Kimliği Nedir: Kentlerinde sahip oldukları olanaklar, donanımlar ve kendi iç dinamikleri ile tıpkı bireyler gibi kimlikleri vardır. Kent kimliği; kentin imajını etkileyen ve kendine özgü nitelikleri bünyesinde barındıran fiziksel, kültürel, politik, tarihsel, sosyo-ekonomik, sosyo-psijik ve normatif etkenlerle şekillenmiş, kamusal alanda, içinde barındırdığı yurttaşların yaşam biçimlerinin belirlediği, sürekli gelişen ve sürdürülebilir kent kavramlarını yaşatan, geçmişten geleceğe uzanan, büyük bir sürecin ortaya çıkardığı anlam yüklü bütünlüktür (Şafak, 2010, 392) (http://solencol.com/biohtm). Bir kentin kimliğinden söz edildiğinde kentte yaşayanların, onda bulundukları değerler sisteminden ve kente yüklenen idealleştirmeden söz edilmiş olmaktadır. Örneğin Floransa sanat, Paris kültür, Viyana klasik müzik, Vatikan din kenti olarak çağrışım yapar (Çizgen; 1994, 36). Aktaşın’da (http://haber7.com) ifade ettiği gibi, kent kimliği statik değil dinamiktir. Bu nedenle kimlik kavramının süreklilik, dayanıklılık, bütünsellik ve gerçeklik ve akışkanlık temelinde değerlendirilmesi gerekmektedir. Bir kent markasının yaratılması, bir ürün ya da hizmete ilişkin marka yaratmadan daha fazla bütünsel çabayı gerektiren bir süreci ifade etmektedir. Bu nedenle de kent markasının yaratılmasında olmazsa olmaz olan ve ilk aşamayı ifade eden kent kimliğinin yaratılması ile işe başlanmalıdır. Bunu kentsel pazarlama çalışmaları takip etmelidir. Açık bir anlatımla; kentteki tüm paydaşların ortak, tutarlı, güvenilir ve bağlayıcı vizyon oluşturmaları; mevcut durumu betimleyen kaynakların, rekabet üstünlükleri ve zayıflığını belirleyen durum analizi yapmaları; tüm taraflarca benimsenebilecek marka stratejilerini açık ve net olarak belirlemeleri; marka konumlandırma, çalışma ve uygulamalarına yer vermeleri; iletişim eylem planlarını saptamaları ve uygulamaları; yatırımcı ağ bağlantı örüntülerinin sağlanması gerekmektedir (http://xtypo-rounded.2). 1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u 243 Çiğdem DİRİK - Ahsen ARMAĞAN Küresel rekabet ortamında kendi farklılığını ortaya koyarak yerini alabilmek için, kent marka kimliğini oluştururken kentsel pazarlama stratejilerine de yer vermek durumundadırlar. Kentsel pazarlama stratejileri; kentleri cazip hale getirmek, kent sosyoekonomik ve sosyo-kültürel yaşamına canlılık sağlamak, kentin güçlü ya da zayıf taraflarını saptayarak sürdürülebilir kentsel kalkınma için seferber olarak, kente pozitif değer katmakla ve kaynak akışı sağlamakla; ürün, hizmet temelli markalar yaratmakla belirlenebilir. Başarılı kentsel pazarlama stratejileri geliştirip uygulayan kentler gözlemlendiğinde şu ortak özellikler dikkatleri çekmektedir (Cushman, 2002). Haberleşme, teknoloji ve iletişim sektörlerinde öncü oldukları, dengeli üretim ve istihdam ilişkisi, yenilikçilik, bilgi temelli üretim, kültürel ve sanatsal aktiviteler yoğunluğu, iyi bir çalışma yönetimi (suç, uyuşturucu, alkol, şiddet), çevrecilik bilinci, ulaşım kolaylığı, yeni firmalar ve teknoloji, alt yapı ve hizmet sektörlerinin varlığı, kentin uluslar arası statüsü gibi temel etmenlerin varlığı bu kentlere markalaşma ve pazarlama yolunda itki kazandırmıştır. 4. Kent Marka İmajı: Kent markalaşmasının ikinci bileşeni ise kent marka imajının oluşturulmasını içermektedir. Her kentin kendine özgü bir imajı vardır. O kente ilişkin düşünülenin, hissedilenin özeti ve kente ilişkin yaratılan çağrışımların, izlenimlerin, algıların ve atfedilen tutumların tümü kent imajını imler. Kent imajı, girişimcilerin alacakları kararları, turizm potansiyelini, rekabet önceliğini ve yapılacak iç ve dış yatırımları etkiler. Pazarlama, halkla ilişkiler, reklam ve iletişim araç ve ağlarının etkinliği, kent algısını olumlu kılma enstrümanlarıdır. Abraham (2004,370) bir kentin açık imajı (kalıp yargıların kırıldığı) olabileceği gibi kapalı imajının da olabileceğini ifade etmektedir. Bu nedenle kent imajının oluşturulması için mevcut imajın ve hedef kitle özelliklerinin analiz edilmesini ve imaj yönetiminin oluşturulmasını önermektedir. Bu konuda kamuoyunun, yönetim kademeleri, STÖ, medyanın işbirliği zorunlu görülmektedir. 5. Kent Marka Değeri: Kent marka değeri, hedef kitlenin kente ilişkin bir marka ile özdeşleştirdiği ve diğer markalardan ayırt edebildiği, o markaya atıfta bulunduğu soyut 244 1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u Nevşehir'in Basına Yansıyan İmajı ve Markalaşma Sürecinde Nevşehir ve somut değerler bütünüdür. Güçlü ve itibarlı bir kent markası yaratmak, rekabet avantajı yaratmak demektir. Sonuç olarak; kent markası yaratabilmek için, kent marka kimliğinin, kent marka imajının ve değerlerinin açık ve net belirlenmesinin yanında kent markalaşma süreci için stratejik plan ve program yapmak bir zorunluluktur. Daha sonra, bu sürece katkı sağlayacak kişi ve kurumlar konsensusa ulaşmalı, bunu konumlandırma çalışmaları ve projeler izlemelidir. Ayrıca bir iletişim planı hazırlanarak, tasarım ve uygulamaları gerçekleştirilmeli ve süreç danışmanlığı ve denetimi ile alınan geri bildirimler sürekli kılınmalıdır. Marka kent olabilmek için kenti dışarıya açmak, yatırımcıların, turistlerin, alıcıların taleplerini sürekli ve artan bir ivme ile kente çekmek ve ilgi uyandırmakla olanaklıdır. Bu da onlarda; algısal dönüşüm ve zihinsel tatmin yaratıp kenti merak ettirerek, fiziksel ve hizmetsel, kentte keyifle yaşanılacak bir ortam yaratarak, kültürel ve duygusal tatminlerini ön plana alıp onlara misafirperver davranarak, kendi kültürünü dayatmadan onların kendi kültürel özelliklerine uygun hizmet vermekle ve ekonomik tatminlerini kamçılayacak sanayi, ticari ve bürokratik işlemleri kolaylaştırarak olanaklı olacaktır. 6. Yöntem Nevşehir’in basına yansıyan imajı ve markalaşma süreci ile ilgili bulgulara ulaşabilmek için ulusal basından Hürriyet gazetesi seçilmiştir. Çalışmada 2010 yılının tamamı ve 2011 yılının ilk altı ayına ait olmak üzere toplam 1.5 yıllık süre içinde Hürriyet gazetesinde yer alan haberler incelenmiştir. Sonuçta Nevşehir ve ilçeleri ile ilgili 119 haber analiz edilmiştir. Yapılan çalışmada öncelikle markalaşma yolunda Nevşehir ve ilçeleri ile ilgili nesnel göstergeler, soyut göstergeler ve gündelik yaşam pratikleri her haberde tek tek incelenmiştir. Sonuçlar tablo haline getirilerek yorumlanmış ve ayrıca Nevşehir ve ilçeleri ile ilgili haberlerden bazıları seçilerek sadece haber başlığı bazında söylem analizi yapılmıştır. 7. Analiz ve Bulgular Çalışmaya konu olan Nevşehir ile ilgili toplam 119 haber taranmıştır. 1.1.2010 ve 30.06.2011 tarih aralığı temel alınmış ve ulusal basından Hürriyet gazetesinde yer alan Nevşehir ili ve ilçeleri ile ilgili haberler tek tek analiz edilmiştir. 1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u 245 Çiğdem DİRİK - Ahsen ARMAĞAN Markalaşma yolunda Nevşehir’in nasıl bir yol izlemesi gerektiği ile ilgili durumu saptayabilmek için haberler kendi içinde ayrıma tabi tutulmuş; nesnel, soyut ve gündelik yaşam pratikleri başlığı altında kategorileştirilerek irdelenmiştir. Nesnel kriterler olarak şu kavramlar ele alınmıştır: “Üniversite, planlı şehirleşme, tarihsel zenginlik, ulaşım olanakları, iletişim olanakları (e-ticaret, internet kullanımı vb.), eğitim olanakları, yerel yönetim faaliyetleri, çevre temizliği, folklor turizm, sağlık altyapısı, sanayitarım-ticaret sektörleri, kültürel etkinlikler, sportif aktiviteler, sanat yaşamı, sivil toplum örgütleri”. Soyut göstergeler olarak ele alınan kriterler şu şekildedir: “Çevre bilinci, özgürlük ve eşitliğe yönelim, güvenlik ve güvenlik güçleri, gelişmişlik, modernleşme, dışa açıklık, dinsel eğilim, siyasal eğilim ve simgelere yönelimdir.” Gündelik yaşam pratikleri başlığı altında ise “geleneksel davranış, sosyalsiyasal ve toplumsal yaşama katılım, samimi davranış, yardımseverlik, girişimci ruhlu olma, misafirperverlik, cömertlik, yenilikçi ve değişime açık olma ve şiddete yönelim, trafik kazası, kaçakçılık ve diğer yüz kızartıcı suçlar” kavramları incelenmiştir. Ayrıca Nevşehir’in imajını etkileyen ilçelerden hangisinin daha fazla katkı sağladığını saptayabilmek için ilçeler bazında da ayrım yapılmış ve irdelenmiştir. Nevşehir ve ilçeleri ile ilgili nesnel, soyut ve gündelik yaşam pratikleri ile ilgili göstergeler sırasıyla Tablo-1, Tablo-2 ve Tablo-3 de ele alınmıştır. 246 1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u 1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u 70 16 8 1 1 7 2 3 4 2 3 10 1 1 12 4 - 1 4 4 3 2 1 1 4 6 1 1 1 1 2 2 7 5 5 7 2 3 1 1 11 2 5 1 1 2 NEVŞEHİR ACIGÖL AVANOS DERİNKUYU GÜLŞEHİR HACIBEKTAŞ KOZAKLI ÜRGÜP *Toplam 52 haberde rastlanan nesnel göstergeler yukarıdaki tabloda yer almaktadır. NESNEL GÖSTERGELER ÜNİVERSİTE PLANLI ŞEHİRLEŞME TARİHSEL ZENGİNLİK ULAŞIM OLANAKLARI İLETİŞİM OLANAKLARI EĞİTİM OLANAKLARI YEMEK KÜLTÜRÜ YEREL YÖNETİM FAALİYETLERİ ÇEVRE TEMİZLİĞİ FOLKLOR TURİZM SAĞLIK ALTYAPISI SANAYİ-TARIMTİCARET SEKTÖRLERİ KÜLTÜREL ETKİNLİKLER SPORTİF AKTİVİTELER SANAT YAŞAMI SİVİL TOPLUM ÖRGÜTLERİ TOPLAM TABLO-1 Nevşehir'in Basına Yansıyan İmajı ve Markalaşma Sürecinde Nevşehir 247 Çiğdem DİRİK - Ahsen ARMAĞAN İncelenen 119 haberden nesnel göstergeler ile ilgili olarak toplam 52 haberde toplam 70 adet nesnel göstergeye rastlanmıştır. Bu haberlerde Nevşehir’in nesnel göstergelerinden en fazla payı turizmin aldığı görülmektedir. İncelenen haberlerde nesnel göstergeler açısından ikinci sırayı sanayitarım ve ticaret sektörleri ile ilgili haberlerin aldığı gözlenmektedir. Bu durum özellikle tarım sektörünün gelişmesi ve belli ürünleri (patates v.b) ön plana çıkması ayrıca ticaret ve sanayi sektörü ile ilgili olarak da yatırımları çekip markalaşması açısından önemli bir göstergedir. Nevşehir ile ilgili nesnel göstergelerden üçüncü sırayı tarihsel zenginlik ve sanat yaşamı almaktadır. Gerek sanat aktiviteleri gerekse tarihi dokusu ile ilgili göstergeleri içeren haberlerin medya da yer alması markalaşma yolunda önemli bir adım teşkil etmektedir. Diğer nesnel göstergelerden önemli birisi olan yemek kültürün oldukça geri planda kaldığı görülmektedir. İncelenen haberlerde yemek kültürü ile ilgili haberlere az rastlanmış bu nedenle bu tarz haberlerin medyada daha fazla yer almasının sağlanması gerekmektedir. Nevşehir’in tanıtımına katkıda bulunacak yemek kültürünün medyada sıkça yer alması yerli ve yabancı turistleri çekmesi açısından önemlidir. Nevşehir tavası, ağpakla, soğanlama, ayva dolması vb. lezzetlerin medyada yer bulması markalaşma yolunda Nevşehir’e katkı sağlayacak unsurlardandır. Taranan haberlerde nesnel göstergelerle ilgili olarak üniversite, ulaşım olanakları, eğitim olanakları, yerel yönetim faaliyetleri, sivil toplum örgütleri, kültürel etkinlikler ve sportif aktiviteler ile ilgili daha az nesnel göstergeye rastlanmıştır. İncelenen haberlerde nesnel göstergelerden en dikkat çekici olanlarından birisi olan “çevre temizliği” ile ilgili hiçbir göstergeye rastlanmazken, aynı şekilde “folklor” ile ilgili gösterge de bulunamamıştır. Kent kimliğinin bir parçası olan ve kent imajına katkıda bulunan çevre temizliği ve folklorik özelliklerin oldukça geri planda olması dikkat çekicidir. Oysa Nevşehir’in bu özellikleri ile temsil edilmesi markalaşmasında temel katkı unsurlarındandır. Nesnel göstergeler ilçeler bazında ele alındığında en fazla nesnel göstergenin Avanos ilçesi ile ilgili olarak yer aldığı en az göstergenin ise Derinkuyu ilçesi ile ilgili olarak yer aldığı, taranan haberlerde Nevşehir’in 248 1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u Nevşehir'in Basına Yansıyan İmajı ve Markalaşma Sürecinde Nevşehir Acıgöl ilçesi ilgili olarak ise hiçbir nesnel göstergenin olmadığı görülmektedir. İncelenen haberlerde en fazla nesnel göstergeye sahip olan Avanos ilçesinde birinci sırayı yerel yönetim faaliyetlerinin aldığı, ikinci sırayı sportif aktivitelerin aldığı daha sonra tarihsel zenginlik, ulaşım ve iletişim olanakları ve turizm ile ilgili göstergelerin aldığı belirlenmiştir. İncelenen haberlerde Nevşehir’in Avanos ilçesini nesnel gösterge sayısı açısından Ürgüp ilçesi takip etmektedir. Ürgüp ilçesi ile ilgili olarak da en fazla turizm ile ilgili nesnel göstergeye rastlanmış daha sonraki sıraları tarihsel zenginlik, sanat yaşamı, eğitim olanakları, yerel yönetim faaliyetleri ile ilgili nesnel göstergeler almıştır. Nevşehir’in ilçelerinden Gülşehir ile ilgili taranan haberlerde çok az nesnel gösterge bulunmaktadır. Bu göstergeler ise yerel yönetim faaliyetleri, sağlık altyapısı ve sanayi ve ticaret sektörleri ile ilgili göstergelerdir. Derinkuyu ile ilgili olarak ise sadece tarihsel zenginliği ile ilgili bir nesnel göstergeye rastlandığı gözlenmiştir. Hacıbektaş ilçesi ile ilgili olarak taranan haberlerde yerel yönetim faaliyetleri, kültürel etkinlikler ve sanat yaşamı ile ilgili göstergelere rastlanırken, Kozaklı ilçesi ile ilgili olarak da ulaşım olanakları, turizm, sağlık altyapısı ve sanayi- ticaret ve tarım sektörlerine rastlanmıştır. Özetle ele alınan haberlerde en fazla Nevşehir ili ile ilgili nesnel gösterge yer almaktadır. 1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u 249 250 1 GELİŞMİŞLİK - 1 1 1 1 - * Toplam 13 haberde saptanan soyut göstergeler yukarıdaki tabloda yer almaktadır. TOPLAM SİMGELERE YÖNELİM 20 5 DİNSEL EĞİLİM SİYASAL EĞİLİM 3 DIŞA AÇIKLIK MODERNLEŞME 10 1 - 1 1 1 1 NEVŞEHİR ACIGÖL AVANOS DERİNKUYU GÜLŞEHİR HACIBEKTAŞ KOZAKLI ÜRGÜP GÜVENLİK, GÜVENLİK GÜÇLERİ ÖZGÜRLÜK VE EŞİTLİĞE YÖNELİM ÇEVRE BİLİNCİ SOYUT GÖSTERGELER TABLO-2 Çiğdem DİRİK - Ahsen ARMAĞAN 1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u Nevşehir'in Basına Yansıyan İmajı ve Markalaşma Sürecinde Nevşehir Tablo-2 de yer alan soyut göstergeler bazında haberler tarandığında toplam 13 haberde soyut göstergeye rastlanmıştır. Soyut göstergeler söz konusu olduğunda da incelenen haberlerde en fazla Nevşehir ili ile ilgili soyut göstergeye rastlanmıştır. Bu göstergelerden birinci sırayı güvenlik ve güvenlik güçleri ile ilgili göstergeler alırken ikinci sırayı dinsel eğilim üçüncü sırayı dışa açıklık ve daha sonra gelişmişlik ve özgürlük ve eşitliğe yönelim almıştır. Özellikle güvenlik ve güvenlik güçleri ile ilgili soyut göstergelerin fazlaca olması ve güvenlikle ilgili olumsuz haberlerin medyada yer alması markalaşma yolunda Nevşehir’in imajını zedeler niteliktedir. Soyut göstergeler açısından taranan haberlerde Nevşehir’in Acıgöl, Gülşehir ve Hacıbektaş ilçeleri ile ilgili göstergeye rastlanılmamıştır. Avanos, Derinkuyu, Kozaklı ve Ürgüp ile ilgili olarak sadece 1’er nesnel soyut bulunmuş bu göstergelerinde özgürlük ve eşitliğe yönelim, güvenlik güçleri ve dışa açıklık olduğu tespit edilmiştir. 1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u 251 252 1 5 1 1 2 1 1 2 7 24 45 GİRİŞİMCİ RUHLU OLMA MİSAFİRPERVERLİK CÖMERTLİK YENİLİKÇİ VE DEĞİŞİME AÇIK OLMA ŞİDDETE YÖNELİM TRAFİK KAZASI, KAÇAKÇILIK, HIRSIZLIK ve DİĞER YÜZKIZARTICI SUÇLAR TOPLAM *Toplam 61 haberde rastlanan nesnel göstergeler yukarıdaki tabloda yer almaktadır. 8 5 1 YARDIMSEVERLİK 3 1 1 SAMİMİ DAVRANIŞ - 5 2 3 SİYASAL-SOSYALTOPLUMSAL YAŞAMA KATILIM 14 3 3 3 - 3 3 NEVŞEHİR ACIGÖL AVANOS DERİNKUYU GÜLŞEHİR HACIBEKTAŞ KOZAKLI ÜRGÜP GELENEKSEL DAVRANIŞ GÜNDELİK YAŞAM PRATİKLERİ TABLO-3 Çiğdem DİRİK - Ahsen ARMAĞAN 1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u Nevşehir'in Basına Yansıyan İmajı ve Markalaşma Sürecinde Nevşehir İncelenen 119 haberden gündelik yaşam pratikleri ile ilgili göstergeler incelendiğinde ise toplam 61 haberde göstergeye ulaşılmıştır. Ancak bazı haberlerde gerek soyut göstergeler gerekse nesnel göstergeler gündelik yaşam pratikleri ile birlikte var olmuştur. Nevşehir ile ilgili gündelik yaşam pratikleri incelendiğinde en fazla işlenen suçlarla ilgili yaşam pratiklerine rastlanmıştır. Gündelik yaşam pratiklerinden gerek trafik kazası, kaçakçılık, hırsızlık ve yüz kızartıcı suçlar gibi göstergeleri içeren haberler gerekse şiddet haberleri birinci sırada yer almaktadır. Medyada bu tarz göstergeleri içeren haberlerin fazlaca yer alması marka kent olma yolunda Nevşehir’in imajını zedeleyici bir unsur teşkil etmektedir. Bu nedenle bu tarz haberlerin sayıca azalması onun yerine tanıtımını arttıracak onun olumlu özelliklerini ön plana çıkartacak haberlerin daha fazla medyada yer bulması Nevşehir’in markalaşmasına katkıda bulunacaktır. Bu noktada bu konu ile ilgili olarak taranan haberlerden seçilen bazı haberler haber başlıkları bazında söylem analizine tabi tutulacak ve olumlu ve olumsuz haberlerin imaja ve marka kent olma hedefine nasıl katkısının veya zararının olduğu tespit edilmeye çalışılacaktır. Gündelik yaşam pratikleri ile ilgili Nevşehir’in Avanos ilçesinin öne çıktığı gözlenmektedir. Özellikle yardımseverlik ile ilgili göstergeleri içeren haberler sayıca fazla iken aynı oranda trafik kazası, hırsızlık ve kaçakçılık haberlerine de rastlanmıştır. Nevşehir’in Avanos ilçesini gündelik yaşam pratikleri ile ilgili göstergeler açısından Hacıbektaş, Gülşehir ve Ürgüp izlemektedir. İncelenen haberlerde gündelik yaşam pratikleri ile ilgili göstergeleri en fazla siyasal-sosyal ve toplumsal yaşama katılım konusunda olması yöre halkının farkındalığı ve bilinç düzeyi ile ilgili önemli bir bulgu olarak karşımıza çıkmaktadır. İncelenen haberlerde özellikle ilçeler bazında girişimci ruhlu olma, misafirperverlik, cömertlik, yenilikçi ve değişime açık olma ile ilgili göstergeye rastlanamamıştır. Özellikle misafirperverlik göstergesinin haberlerde fazlaca yer alması marka kent olması yönünde ve kenti görmeyi planlayan yerli ve yabancı turistler üzerinde olumlu etki yapacaktır. Özetle ifade etmek gerekirse incelenen haberlerde en fazla Nevşehir ili ile ilgili göstergelere rastlanmıştır. Çoğunluğun nesnel göstergeler, daha sonra gündelik yaşam pratikleri son olarak da soyut göstergelerle ilgili olduğu gözlenmiştir. İlçeler bazında ele alındığında ise taranan göstergeler bazında Nevşehir’in imajına katkı yapan ilçelerin Avanos ve Ürgüp olduğu görülmüştür. 1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u 253 Çiğdem DİRİK - Ahsen ARMAĞAN Özellikle nesnel göstergeler söz konusu olduğunda Avanos’un haberlerde en fazla nesnel göstergeye sahip olduğu, Nevşehir’in Acıgöl ilçesinin ise taranan haberlerde nesnel göstergeler açısından hiçbir şekilde yer almadığı dikkat çekmiştir. Soyut göstergeler açısından ele alındığında yine taranan haberlerde Nevşehir ilinin ön planda olduğu tespit edilmiş ilçeler bazında ise Avanos, Derinkuyu, Kozaklı ve Ürgüp’ün çok az nesnel gösterge ile Nevşehir’e katkı sağladığı, Acıgöl, Gülşehir ve Hacıbektaş’ın ise soyut göstergeler açısından Nevşehir’in imajına katkı sağlayamadığı tespit edilmiştir. Gündelik yaşam pratikleri söz konusu olduğunda ise Nevşehir’in gündelik yaşam pratikleri ile ilgili göstergelerde ön planda olduğu dikkat çekmektedir. Nevşehir’in ilçelerinden ise en çok Avanos’un gündelik yaşam pratikleri ile ilgili göstergeler açısından medyada yer aldığı gözlenmektedir. Derinkuyu ve Kozaklı ile ilgili ise gündelik yaşam pratikleri ile ilgili taranan haberlerde hiçbir göstergeye rastlanmamıştır. Bu bağlamda bakıldığında ilçelerinde gerek nesnel, gerek soyut, gerekse gündelik yaşam pratikleri ile ilgili göstergeleri içeren olumlu haberlerle medyada daha fazla yer alarak Nevşehir’in imajını desteklemeleri gerekmektedir. Konu ile ilgili olarak araştırmayı tamamlayıcı nitelikte taranan haberlerden bazılarının başlıkları söylem analizi yöntemiyle analiz edilmiştir. Böylece markalaşma yolundaki Nevşehir’in imajını destekleyici ve imajına zarar verebilecek nitelikte olan haberler örnekler üzerinden gösterilmeye çalışılmıştır. Hürriyet gazetesinin incelenen 1 Ocak 2010 ve 30 Haziran 2011 yılına ait dönemi içeren bir buçuk yıllık haberler içinden Nevşehir ve ilçeleri ile ilgili olan olumlu ve olumsuz haberler seçilmiştir. Rastgele seçilen 8 haberin 4’ü olumlu olup olumlu haberlerin 2’si il merkezine 2’si ilçelere aitken, diğer 4 haberinde 2’si olumlu 2’si ise olumsuzdur. Bu haberlerin başlıkları söylem analizi yöntemi ile incelenmiştir. İncelenen haberlerden ilki Nevşehir ili ile ilgili 30.01.2010 tarihinde Hürriyet Gazetesinde yer alan “Yeni fakülte ve yüksekokullar kurulacak” başlıklı haber her ne kadar direkt Nevşehir ile ilgili bir vurguya yer vermese de fakülte ve yüksek okulların kurulacağı yolundaki bilgi markalaşma yolunda nesnel göstergelerden birisi olan Üniversite ve eğitim olanakları ile ilgili olumlu çağrışım yapmaktadır. Haberin spotunda ve devamında ise Nevşehir üni- 254 1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u Nevşehir'in Basına Yansıyan İmajı ve Markalaşma Sürecinde Nevşehir versitesine bağlı fakülte ve yüksekokulların kurulacağı ile ilgili bilgi yer almaktadır. Bu haber makro açıdan Nevşehir’in imajını destekleyici olumlu bir haberdir. İncelenen ikinci haber 25.09.2010 tarihli Hürriyet gazetesinin ekonomi sayfasında yer almaktadır. Markalaşma yolunda gerek yerli gerekse yabancı yatırımcıları çekebilmenin önemli olduğu bilinmektedir. Bu haberde de bu konuya gönderme yapılmaktadır. “Antalya’yı Akdeniz’in en büyük havalimanı yaptı, gözünü İzmir ve Nevşehir’e dikti” Haberin spotunda ise yatırımcının havalimanı yapmak için Nevşehir ve İzmir’le ilgilendikleri ile ilgili bilgi yer almaktadır. Nevşehir’e yatırım yapma isteğinin olması o kentin gelişmesi ve markalaşması bağlamında önemlidir. Ayrıca haber imajı destekleyici olumlu ifadelerle verilmiştir. Nevşehir ile ilgili ilçeler bazındaki olumlu ifadelere yer veren haberlerden ise şeçilenler şunlardır: “Ortahisar Kalesi turizme kazandırılacak” ve “Hastane açıldı, ilçe hareketlendi” başlıklı haberlerdir. 13.03.2011 tarihli “Ortahisar Kalesi turizme kazandırılacak” başlıklı haberde Ortahisar kalesinin turistlerin ziyaretine yeniden açılacağı ile ilgili olumlu bir ifade yer almaktadır. Özellikle nesnel göstergelerden birisi olan turizmin ve tarihsel zenginliklerin vurgulandığı başlık Nevşehir’in imajına olumlu bir katkı yapacak niteliktedir Yine aynı şekilde “Hastane açıldı, ilçe hareketlendi” başlığı ile 24.04.2011 tarihinde yayınlanan haberde nesnel göstergelerden sağlık altyapısı ile ilgili gösterge başlığa taşınmıştır. İlçe adına gelişmeye vurgu yapan haberde, haber olumlu bir başlıkla ve imajı destekleyici nitelikte verilmiştir. Nevşehir ile ilgili olarak incelenen olumsuz haberlerden ilki Hürriyet Gazetesinde “Nevşehir’de iki kadın kayıp” başlığı altında 01.02.2010 tarihinde yayınlanmıştır. Başlıktaki iki kadın kayıp ifadesi olumsuz bir ifade olup Nevşehir’de güvenlikle ilgili bir açığı çağrıştırmaktadır. Bu nedenle bu tarz başlıkların ve haberlerin medyada sıklıkla yer alması Nevşehir markasına zarar verebilecek niteliktedir. Haberin devamında ve spotunda kadınların neden kayboldukları ve akibetleri ile ilgili bir bilgi yer almazken polisin soruşturma başlatması ile ilgili ifadeler yer almaktadır. Bu tarz nesnel göstergelerden güvenlik ile ilgili olumsuz nitelikteki haberler ve başlıklar ve başlıktaki Nevşehir vurgusu Nevşehir’i güvenli bir kent olduğu yolundaki algıdan uzaklaştırmakla birlikte turizm ve sosyal mobilite açısından kenti dışa kapatmaktadır. Yine aynı şekilde “Nevşehir’de izinsiz 1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u 255 Çiğdem DİRİK - Ahsen ARMAĞAN kazı yaparken yakalandılar” başlığı ile 25.03.2010 tarihinde Hürriyet gazetesinde yayınlanan haberde başlıktaki Nevşehir kelimesi ve izinsiz kazının yan yana gelmesi olumsuz bir ifadedir. Nevşehir’in başlığa taşınması ve izinsiz kazının da orada yapılıyor olması yine diğer örnekte olduğu gibi marka kent olma yolundaki Nevşehir için uygun olmayan bir ifadedir. Nevşehir ile ilgili var olan tarihsel zenginlerin gündeme getirilmesi ile ilgili olumlu haberler yerine bu tarz olumsuz ifadelerin olması, sözü edilen zenginliklerin heba edilmesi ile ilgili bir bilinç yoksunluğunun ifadesi olarak algılanabilecektir. Ayrıca sosyal sorumluluğa sahip medyanın bu anlamda Nevşehir’i olumsuzlayan haber yapması Nevşehir’i içe kapatma açısından önemli bir göstergedir. Hürriyet gazetesinde 11.05.2010 tarihinde yayınlanan “Hacıbektaş’ta içme suyunda yüksek oranda nitrat çıktı” başlığı Nevşehir’in Hacıbektaş ilçesi ile ilgili olumsuz bir anlam içermektedir. Nitratın insan sağlığı için son derece zararlı bir madde olduğu düşünüldüğünde bu maddenin de içme suyunda bulunması hem nesnel göstergelerden olan yerel yönetim faaliyetleri hem de sağlık koşulları hakkında olumsuz bir yargıya neden olmaktadır. Bir başka haber ise “Kanser köyü gömülecek” başlığı ile yayınlanmıştır. 6.10.2010 tarihinde yayınlanan haberde başlık çağın korkulan hastalığı kanser üzerine kurulmuştur ve olumsuz bir anlam içermektedir. Haberin devamında Nevşehir’in Gülşehir ilçesine bağlı bir belde de karın zarı kanserinin yaygın olarak görüldüğü dünyanın ikinci yeri olduğu ile ilgili bir açıklama yer almaktadır. Bu durum Nevşehir’in ilçesindeki yasam koşulları ile ilgili bir tehdit unsuru olarak karşımıza çıkmaktadır. Bu tarz olumsuz haberler Nevşehir’in imajına zarar verebilecek, sosyal sorumluluktan uzak niteliktedir. Özetle yukarıda sıralanan örneklerde olduğu gibi medyada oluşturulmak istenen imajı destekleyen haberler yer aldığı gibi marka kent olma yolundaki Nevşehir’in imajına zarar verici nitelikte olumsuz haberlerinde yayınlandığı gözlenmektedir. Bu olumsuz haberlerin çıkmasının engellenmesinin mümkün olmadığı düşünüldüğünde yapılması gereken Nevşehir’le ilgili olumlu ifadelere yer veren gerek nesnel, gerek soyut, gerekse gündelik yaşam pratikleri ile ilgili göstergelerden olumlu olanlarının medyada daha fazla yer almasının sağlanması gerekmektedir. Ancak sözü edilen bu öneriler Nevşehir’in markalaşması yolunda önemli ancak yeterli değildir. Medyanın desteğinden yararlanmanın yanında bir 256 1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u Nevşehir'in Basına Yansıyan İmajı ve Markalaşma Sürecinde Nevşehir plan program dahilinde hareket edilmesi gerekmektedir. Bu bağlamda öncelikle Nevşehir’in varolan potansiyeli saptanmalı ve oluşturulması planlanan Nevşehir markasının güçlü ve zayıf yönleri analiz edilmelidir. Rekabet analizinin yapılacağı bu evrede Nevşehir’in marka imajı, marka kimliği ve marka değeri irdelenmelidir. Bu tespitlerden sonra öncelikle marka kimliğinin belirlenmesi adımının gerçekleştirilmesi gerekmektedir. Bu bağlamda Nevşehir markasının kente katkıları, Nevşehir markasına dair markanın kullanımı, kalitesi, yeniliği, ilgi yaratması, etkinliği, güvenilirliği, yenilikçiliği, etik ilkeleri, girişimciliği v.b unsurların belirledikten sonra sembol olarak Nevşehir markasının görsel imge ve simgeleri ile sloganları belirlenmelidir. Bu adımları Nevşehir markası ile ilgili işlevsel, duygusal, ilişkisel ve iletişimsel faydalara dair değerler sitemine yönelik öneriler izlemelidir. Son adımda ise marka kimliği yerleştirildikten sonra, bunun hedef kitle ile ilişkilendirilip, konumlandırılıp uygulanması aşaması gelmelidir. Uygulamanın izlenmesi ve süreklilik haline gelmesi ise ancak geribildirim yoluyla gerçekleşebilecektir (Aeker, 1996). Bunlara ilaveten yapılması gereken diğer öneriler şu şekilde sıralanabilir: - Kamuoyunda gönüllü kamuoyu öncülerinin oluşturulması gerekmektedir. Nevşehir’le ilgili Nevşehir’e sempati besleyen gerek yurtiçinden gerekse yurtdışından markalaşmasını sağlayacak gönüllülerin olması önemli bir adımdır. - Nevşehir’in dünyaca tanınan bir marka kent haline gelebilmesi için uluslararası örgütlerle, büyükelçilikler ve daimi temsilciliklerle iletişim halinde olunması gerekmektedir. - Ayrıca Nevşehir ile ilgili sosyal lobicilik yapılması ve bu çalışmaların meslek kuruluşlarının ve yurt dışında Türk temsilcilikleri bulunan kuruluşların katılması önemlidir. - Yukarıda sıralanan Nevşehir markası ile ilgili adımların gerçekleştirilebilmesi için, bir marka ve iletişim grubunun kurulması gerekmektedir. Ulusal ve uluslararası marka uzmanları ve ajanslar marka ile ilgili çalışmalar yaparken bir yandan halkla ilişkiler görevini yürütecek bir yandan da kentsel imaj ve itibarı geliştirecek bir grubun oluşturulması anlamlı olacaktır. - Ayrıca üniversitelerde Nevşehir’in kültürü, tarihi dokusu v.b içeren araştırma proje, sempozyum gibi bilimsel etkinliklerin yapılması Nevşehir’in hem tanıtımı hem de medyada daha fazla yer alması açısından önemli- 1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u 257 Çiğdem DİRİK - Ahsen ARMAĞAN dir. Bilimsel etkinliklere ek olarak sportif, sanatsal ve kültürel faaliyetlerin ulusal ve uluslararası düzeyde sıkça gerçekleştilmesi ve bunları planlayıp gerçekleştirebilecek bir ekibin kurulması gerekmektedir (Armağan, Yıldız, Bitirim, 2007, 535). Ancak sözü edilen bu öneriler bir arada uygulanırsa Nevşehir markalaşma yolunda hızla ilerleyebilecektir. Sonuç Markalaşma açısından zengin imkanları olan bir kent konumunda olan Nevşehir, özellikle doğal dokusu, sosyo-ekonomik düzeyi, kültürel çeşitliliği, tarihsel zenginliği, yerel gelenek ve görenekleri, gündelik yaşam biçimi vb. ile dünya ülkelerinin dikkatini çekmeye aday bir kent konumundadır. Bu nedenle Nevşehir, markalaşma sürecinde farklılığını ortaya çıkarmak ve daha etkin tanıtımını yapmak durumundadır. Sözü edilen farklılığın ortaya çıkartılmasında ve pazarlanmasında medya en önemli aktör konumundadır. Nevşehir’inde markalaşma sürecinde medyada daha fazla yer alması, Nevşehir’in özgünlüğünü gündeme getiren olumlu haberlerin daha çok yayınlanması markalaşma sürecini hızlandıracak koşullardan birisi olmakla birlikte sadece meydanın katkısı markalaşma açısından yeterli değildir. Öyle ki iyi bir planlama yapılması ve bu planın etkin bir şekilde uygulanması gerekmektedir. Bu nedenle öncelikle marka kent kimliğinin, kent imajının ve kent değerlerinin oluşması ve bir bütünlük içinde markalaşmaya adım atılması ön koşul olarak karşımıza çıkmaktadır. Bu süreçte ayrıca bir marka ve iletişim grubunun kurulması gerekmektedir. Marka ile ilgili grup bir yandan kent markası ile ilgili çalışmalar yaparken bir yandan halkla ilişkiler görevini yürütecek, kentsel imaj ve itibarı geliştirecek bir grubunda ayrıca oluşturulması sürecin işlerliği açısından önem arz etmektedir. Ayrıca üniversitelerde Nevşehir ile ilgili bilimsel etkinliklerin düzenlenmesi, Nevşehir’in hem tanıtımına katkı sağlayacak hem de medyada daha fazla yer almasına zemin hazırlayacaktır. Bilimsel etkinliklere ek olarak sportif, sanatsal ve kültürel faaliyetlerinde ulusal ve uluslar arası düzeyde sıklıkla gerçekleştirilmesi ve bunları gerçekleştirebilecek bir ekibin kurulması markalaşma sürecinde Nevşehir için yapılması gereken çalışmalardan birkaçıdır. Bunlara ek olarak uluslar arası örgütlerle iletişim kurulması ve Nevşehir ile ilgili sosyal lobicilik yapabilecek kuruluşların markalaşma sürecindeki çalışmalara katılması gerekmektedir. Tüm bu yapılanmaya ayrıca Nevşehir’in markalaşmasına katkıda 258 1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u Nevşehir'in Basına Yansıyan İmajı ve Markalaşma Sürecinde Nevşehir bulunacak gönüllerin ve sivil toplum kuruluşlarının eklenmesi markalaşma sürecinde atılması gereken adımlardandır. Ancak bu şekilde planlı ve programlı çalışmalarla ve medyanın da desteğini alarak Nevşehir’in marka kent konumuna getirilebileceği düşünülmektedir. Kaynaklar Aeker D., 1996, Building Strong Brands, NY Free Pres. Aktaş İ., 2009, Kentlerin Kimliği (http://www.haber7.com, erişim tarihi: 21.08.2011). Armağan A., Yıldız E., Bitirim S., “Uluslararası Kamuoyunda Bir Marka Oluşturma Yolunda Türkiye”, Medya ve Siyaset Sempozyumu, İzmir, 2007 Abraham E., 2004, Cities and Media İmages, Cities Vol 17, No 5-370) Ceritoğlu B., 2006, Markanın Gerçek Konumu Tüketici Algısı, TMMOB Marka Yönelim Sempozyumu, Gaziantep. Cushman, 2002, European Cities Monitor, Aktaran (http://www.markasehirizmir. com , erişim tarihi: 29.08.2011). Çiftçi S., Cop R., 2007, Marka ve Marka Yönetim Kavramları, Finans, Politik ve Ekonomik Yorumlar Dergisi, Cilt 44, Sayı 512. Çizgen N., 1994, Kent ve Kültür Say Yayını, İstanbul. Hanna S., Jennifer R. “ An analalysis of terminology use in place branding” Place Branding and Public Diplomacy, Cilt No:4 Sayı:1, 2008; Hürriyet Gazetesi 1.01.2010-30.06.2011 (Bu aralıkta yayınlanan Hürriyet Gazeteleri) Okay A., 2000, Kurum Kimliği, MediaCat Yay., Ankara. Özdemir Ş. , Karaca Y. “Kent Markası ve Marka İmajının Ölçümü: Afyonkarahisar Kenti İmajı üzerine bir araştırma, Afyon Kocatepe Üniversitesi, İ.İ.B.F.Dergisi (CXISII, 2009) Moon and Millison D., 2003, Ateşten Markalar, İnternet Çağında Marka Yaratmak Çev: Ş.T.Kalkay, MediaCat Yay., İstanbul. Perry A., Wisdom D., 2003, Markanın DNA’sı Eşsiz ve Dayanıklı Markalar Yaratmanın Kuralları, Çev.Yılmaz Z., MediaCat Yay., İstanbul. Simon Anhold (http://www.xtypo.rounded2 , Global Market, 2007, erişim tarihi: 08.08.2011). Şafak A., 2010, MKÜ. Sosyal Bil. Ens.Dergisi, Cilt 7, Sayı 14, Sayfa 373-392. Şahin G., 2010, Turizmde Marka Kent Olmanın Önemi, Ankara Üniversitesi S.B.E. Halkla İlişkiler ve Tanıtım ABD Ankara Yayımlanmamış Yüksek Lisans Tezi. Zengin ve İldeniz, 2003. 1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u 259 Çiğdem DİRİK - Ahsen ARMAĞAN İnternet Kaynakları http://www.turkpatent.gov.tr erişim tarihi: 20.08.2011. http://gokcankaraali.blogcu.com, Marka ve Marka Stratejileri, erişim tarihi: 20.08.2011. http://marketingpower.com , erişim tarihi: 27.08.2011. http://solencol.com/ , erişim tarihi: 30.08.2011. http://www.xtypo.rounded2 , erişim tarihi: 17.08.2011. 260 1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u ÜRGÜP, DERİNKUYU VE HODUL DAĞI (NEVŞEHİR) ARASINDA KALAN BÖLGENİN FLORİSTİK ÖZELLİKLERİ THE FLORISTIC CHARACTERISTICS OF THE REGION AMONG ÜRGÜP, DERINKUYU AND HODUL MOUNTAIN (NEVŞEHİR) Deniz ULUKUŞ* - Osman TUGAY** ÖZET Bu çalışma Ürgüp, Derinkuyu ve Hodul Dağı (Nevşehir) arasında kalan bölgenin florasını tespit etmek amacıyla yapılmıştır. Çalışma alanı Türkiye florasındaki kareleme sistemine göre B5 karesi içerisindedir. Çalışma alanından 2008-2010 yılları arasında toplanan 1460 bitki örneğinin değerlendirilmesi sonucu 76 familya ve 327 cinse ait 594 tür (601 takson) tespit edilmiştir. Çalışma alanındaki endemik takson sayısı 104’tür. Taksonların fitocoğrafik bölgelere göre dağılımları şöyledir: İran-Turan elementleri 169 (% 30.95), Akdeniz elementleri 33 (% 6.04), Avrupa-Sibirya elementleri ise 18 (% 3.29). Geriye kalan 329 (% 60.03) taksonun 100’ü (% 18.31) geniş yayılışlı iken 226’sı (% 41.39) fitocoğrafik bölgesi bilinmeyendir. İçerdikleri takson sayısına göre büyük familyalar sırayla Compositae (Asteraceae) 87, Leguminosae (Fabaceae) 74, Labiatae (Lamiaceae) 47, Cruciferae (Brassicaceae) 38, Gramineae (Poaceae) 31, Boraginaceae 30, Caryophyllaceae 28, Rosaceae 26, Umbelliferae (Apiaceae) 21 ve Liliaceae 21’dir. Takson sayısına göre en büyük cinsler ise Astragalus 26, Salvia 15, Centaurea 13, Silene 11, Allium 9, Alyssum 7, Euphorbia 7, Veronica 7, Onobrychis 7 ve Vicia 6’dır. Anahtar Kelimeler: Flora, Ürgüp, Derinkuyu, Hodul Dağı, Nevşehir. ABSTRACT This research has been made to determine The Flora of the region among Ürgüp, Derinkuyu and Hodul Dağı (Nevşehir). The research area is in the B5 square according to the Grid system in the flora * Y. Biyolog, Selçuk Üniversitesi, Fen Fakültesi, Biyoloji Bölümü, e-posta: ulukusdeniz@gmail.com ** Doç. Dr., Selçuk Üniversitesi, Fen Fakültesi, Biyoloji Bölümü, e-posta: otugay@selcuk.edu.tr 1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u 261 Deniz ULUKUŞ - Osman TUGAY of Turkey. As a result of the examination of 1460 plants specimens which were collected from the research area between 2008-2010, 594 species (601 taxa) that belong to 76 families and 327 genera have been determined. In The research area the number of endemic taxa is 104. According to the phytogeographical regions the figures of the taxa are as follows: Irano-Turanian are 169 (30.95 %), Mediterranean are 33 (6.04 %) and Euro-Siberian are 18 (% 3.29). While 329 (% 60.03) taxa out of the remaining 100 (18.31 %) taxa are widespread, 226 (% 41.39) taxa are unknown. The largest families according to the number of taxa that in the research area are as follows: Compositae (Asteraceae) 87, Leguminosae (Fabaceae) 74, Labiatae (Lamiaceae) 47, Cruciferae (Brassicaceae) 38, Gramineae (Poaceae) 31, Boraginaceae 30, Caryophyllaceae 28, Rosaceae 26, Umbelliferae (Apiaceae) 21 and Liliaceae 21. The largest genera are Astragalus 26, Salvia 15, Centaurea 13, Silene 11, Allium 9, Alyssum 7, Euphorbia 7, Veronica 7, Onobrychis 7 and Vicia 6. Key Words: Flora, Ürgüp, Derinkuyu, Hodul Mountain, Nevşehir. 1. Giriş Bu çalışma Ürgüp, Derinkuyu ve Hodul Dağı (Nevşehir) arasında kalan bölgenin floristik özelliklerini ortaya çıkarmak amacıyla yapılmıştır. Asya ve Avrupa kıtalarını birbirine bağlayan ülkemizin floristik zenginliği; içinde bulunduğu coğrafi konum, jeolojik ve jeomorfolojik yapı, Akdeniz, karasal ve okyanus iklimi olmak üzere farklı iklim tipleri, habitat çeşitliliği ve 0 m’den 5165 m’ye çıkan yükseklik farklılıkları gibi sebeplerden kaynaklanmaktadır. Türkiye florasıyla ilgili en önemli çalışma 1965-1988 yılları arasında P.H.Davis’in editörlüğünde yayınlanan “Flora of Turkey and the East Aegan Islands” adlı 10 ciltlik eserdir (Davis 1965-1985; Davis et al. 1988). Türkiye Florası 11. cildi ise Türk bilim adamları tarafından yazılmıştır. Yayınlanan bu son cilt sonuçlarına göre ülkemizdeki takson sayısı 11014’e çıkmış olup Çizelge 1.1.’de gösterilmiştir (Güner ve ark. 2000). Türkiye Florası 11. cildin basılmasından sonra yayınlanan yeni taksonlar Çeklist halinde yayınlanmaya devam edilmiş. Bunlardan Çeklist III’te 2004 yılı sonuna kadar yayınlanan 295 yeni taksonun listesi verilmiştir (Özhatay ve Kültür 2006). Daha sonra Çeklist IV’te 2007 yılı sonuna kadar yayınlanan 175 yeni taksonun listesi verilmiştir (Özhatay ve ark. 2009). Bu da bize göstermektedir ki son yıllarda ülkemizden yaklaşık 4 gün 4 saatde bir yeni takson yayınlanmaktadır. 2007 yılı sonuna kadar eldeki verilere göre toplam takson sayısı 11.484’ü bulmuştur. 262 1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u Ürgüp, Derinkuyu ve Hodul Dağı (Nevşehir) Arasında Kalan Bölgenin Floristik Özellikleri Çizelge 1.1. Türkiye Florası 11. cildine göre toplam takson sayıları (Güner ve ark. 2000.) Pteridophyta Gymnospermae Dicotyledones Monocotyledones TOPLAM Doğal 101 35 8887 1731 10754 Endemik 1 3 3319 389 3708 % 1 9.1 37.3 22.5 34.5 Yabancı 79 22 101 Kültür 97 62 159 TOPLAM 101 35 9063 1815 11014 2. Kaynak Araştırması Vural ve ark (1996) “Göreme Milli Parkındaki Bitkilerin Tespiti ve Bunların Peyzaj Mimarisi Yönünden Değerlendirilmesi” adlı çalışmasında bölgeden 77 familya ve 325 cinse ait 674 takson tespit edilmiştir. Endemiklerin toplam floraya oranı % 17’dir. Fitocoğrafik bölge dağılımı ise: İran-Turan 200, Akdeniz 35, Avrupa-Sibirya 24’tür. Hamzaoğlu (1996) “Kervansaray Dağı’nın Florası (Kırşehir)” adlı çalışmasında bölgeden 68 familya ve 310 cinse ait 619 tür tespit edilmiştir. Endemiklerin toplam floraya oranı % 16.8’dir. Fitocoğrafik bölgelerin oranı ise: İran-Turan % 32.1, Akdeniz % 5.8, Avrupa-Sibirya % 6.8’dir. Ünal ve Dinç (2000) “Ekicek Dağı (Aksaray) ve Çevresinin Florası” adlı çalışmasında bölgeden 69 familya ve 281 cinse ait 494 takson tespit edilmiştir. Endemiklerin toplam floraya oranı % 13.9’dur. Fitocoğrafik bölgelerin oranı ise: İran-Turan % 26.9, Akdeniz % 7.5, Avrupa-Sibirya % 7.1’dir. Duran ve Hamzaoğlu (2002) “Kazankaya Vadisi’nin Florası (Yozgat-Çorum)” adlı çalışmasında bölgeden 60 familya ve 216 cinse ait 308 takson tespit edilmiştir. Endemiklerin toplam floraya oranı % 7.8’dir. Fitocoğrafik bölgelerin oranı ise: İran-Turan % 16.9, Akdeniz % 13.3, Avrupa-Sibirya % 3.6’dır. Uzunhisarcıklı ve Vural (2004) Korumaz Dağı’nın (Bünyan-Kayseri) Florası” adlı çalışmasında bölgeden 63 familya 242 cinse ait 420 takson tespit edilmiştir. Endemiklerin toplam floraya oranı % 17.7’dir. Fitocoğrafik bölgelerin oranı ise: İran-Turan % 25.9, Akdeniz % 5.3, Avrupa-Sibirya % 3.1’dir. Vural ve Aytaç (2005) “Erciyes Dağı Florası (Kayseri)” adlı çalışmasında bölgeden 89 familya 433 cinse ait 1170 takson tespit edilmiştir. Endemiklerin toplam floraya oranı % 17.2’dir. Fitocoğrafik bölgelerin oranı ise: İran-Turan % 29.7, Akdeniz % 6.8, Avrupa-Sibirya % 5.9’dur. 1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u 263 Deniz ULUKUŞ - Osman TUGAY Martin ve Aydoğdu (2005) “Niğde-Ulukışla Arasında Kalan Bölgenin Florası” adlı çalışmasında bölgeden 60 familya 234 cinse ait 423 tür tespit edilmiştir. Endemiklerin toplam floraya oranı % 15’dir. Fitocoğrafik bölgelerin oranı ise: İran-Turan % 31.2, Akdeniz % 4.9, Avrupa-Sibirya % 4.2’dir. Özkan ve Koyuncu (2005) “Pınarbaşı (Kayseri) İlçesinin Florası” adlı çalışmasında bölgeden 80 familya 329 cinse ait 735 takson tespit edilmiştir. Endemiklerin toplam floraya oranı % 19.3’tür. Fitocoğrafik bölgelerin oranı ise: İran-Turan % 34.7, Akdeniz % 5.7, Avrupa-Sibirya % 7.8’dır. Karavelioğulları ve ark. (2005) “Çiçekdağı (Kırşehir) Florası” adlı çalışmasında bölgeden 79 familya 376 cinse ait 822 takson tespit edilmiştir. Endemiklerin toplam floraya oranı % 16.6’dır. Fitocoğrafik bölgelerin oranı ise: İran-Turan % 28.3, Akdeniz % 5.3, Avrupa-Sibirya % 3.4’tür. 3. Materyal ve Metot Araştırma materyalini 2008-2010 yılları arasında yapılan arazi çalışmaları sonucunda toplanan bitki örnekleri oluşturmaktadır. Bitkilerin değişik vejetasyon devrelerine rastlayan Mart-Eylül ayları arasında yapılan arazi çalışmaları sonrasında toplanan bitkiler arazide numaralandırılıp preslenmiş ve yaygın herbaryum tekniklerine göre kurutulmuştur. Toplanan bitki örnekleri teşhis edilirken 1-10 cildi Davis, 11. cildi Güner ve ark. tarafından yazılan “Flora of Turkey” adlı eserden faydalanılmıştır (Davis 1965-1988; Güner ve ark. 2000). 4. Çalışma Alanı Florasının Genel Özellikleri Çalışma sonunda toplanan 1460 bitki örneğinin değerlendirilmesi sonucu 76 familya ve 327 cinse ait 601 takson tespit edilmiştir. Çalışma alanındaki 1 takson Pteridophyta divizyosundan olup, 600 takson ise Spermatophyta divizyosuna aittir. Gymnospermae alt divizyosu 6 taksona, Angiospermae alt divizyosu ise 594 taksona sahiptir. Angiospermae alt divizyosundan 523 takson Dicotyledones sınıfına, 71 takson ise Monocotyledones sınıfına aittir. Çalışma alanımız İran-Turan fitocoğrafik bölgesi içerisinde bulunmaktadır. Çalışma sonucunda taksonların fitocoğrafik bölgelere göre dağılımları şöyledir: İran-Turan elementleri 169 (% 30.95), Akdeniz elementleri 33 (% 6.04), Avrupa-Sibirya elementleri ise 18 (% 3.29). Geriye kalan 329 (% 60.03) taksonun 100’ü (% 18.31) geniş yayılışlı iken 226’sı (% 41.39) fitocoğrafik bölgesi bilinmeyendir (Çizelge 4.1; Şekil 4.1). 264 1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u Ürgüp, Derinkuyu ve Hodul Dağı (Nevşehir) Arasında Kalan Bölgenin Floristik Özellikleri Çalışma alanında fitocoğrafik bölgesi bilinmeyen takson sayısı 226 (% 41.78) olup oldukça fazladır. Bu durumun özellikle Türkiye Florası ilk ciltlerinden kaynaklandığını düşünmekteyiz. Çizelge 4.1. Araştırma alanındaki bitkilerin fitocoğrafik bölge dağılımı. Fitocoğrafik Bölge Doğal Geniş İranAvrupa- Yayılışlı Bilinmeyen Takson Akdeniz Sayısı Turan Sibirya Toplam Takson 169 33 18 100 226 546 Oranı (%) 30.95 6.04 3.29 18.31 41.39 100 Şekil 4.1. Araştırma alanındaki bitkilerin fitocoğrafik bölge spektrumu. Çizelge 4.2. Araştırma alanında en çok taksona sahip familyalar. Sıra No 1 2 3 4 5 6 7 8 9 10 Familya Adı Compositae (Asteraceae) Leguminosae (Fabaceae) Labiatae (Lamiaceae) Cruciferae (Brassicaceae) Gramineae (Poaceae) Boraginaceae Caryophyllaceae Rosaceae Umbelliferae (Apiaceae) Liliaceae Diğerleri Toplam Takson Sayısı 87 74 47 38 31 30 28 26 21 21 198 601 Oranı (%) 14.47 12.31 7.82 6.32 5.15 4.99 4.65 4.32 3.49 3.49 32.94 100 Türkiye Florası’ndaki Sırası 1 2 3 4 5 10 6 11 8 9 1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u 265 Deniz ULUKUŞ - Osman TUGAY Çalışma alanında takson sayısı bakımından en büyük familyalar sırayla Çizelge 5.2’de verilmiştir. Bu çizelgede görüldüğü gibi ilk sırayı 87 taksonla Compositae almaktadır. Diğer familyalar sırayla Leguminosae, Labiatae, Cruciferae, Gramineae, Boraginaceae, Caryophyllaceae, Rosaceae, Umbelliferae ve Liliaceae olmak üzere ilk on içerisinde yer almaktadırlar. Çizelgeden de görüldüğü gibi familyaların Türkiye Florası’ndaki sıralanışında oldukça fazla benzerlik görülmektedir. Alanımızdaki familya sıralanışı ile Türkiye Florası’daki sıralanışı arasında büyük bir uyum görülmektedir. Çalışma alanımızda ilk 5 sıradaki familyalar Türkiye Florası’ndaki sırayla aynıdır. Çalışma alanımızdaki ilk 10 familyanın toplam takson sayısı 403’tür. Buda toplam floranın % 66.84’üne tekabül etmektedir. Geriye kalan 200 takson ise % 33.16’sına karşılık gelmektedir. Araştırma alanında en çok taksona sahip familyaların spektrumu Şekil 4.2’de verilmiştir. Şekil 4.2. Araştırma alanında en çok taksona sahip familyaların spektrumu. Araştırma alanımızda en çok cinse sahip familyalar Çizelge 4.3’te verilmiştir. Çizelge incelendiği zaman Türkiye Florası sıralanışı ile aşağı yukarı uyumlu olduğu görülmektedir. İçerdikleri cins sayısına göre ilk on familya sırayla Compositae (Asteraceae), Leguminosae (Fabaceae), Gramineae (Poaceae), Cruciferae (Brassicaceae), Labiatae (Lamiaceae), Umbelliferae (Apiaceae), Rosaceae, Boraginaceae, Caryophyllaceae ve Scrophulariaceae’dir. Türkiye Florası’nda Gramineae familyası 1. Compositae familyası 2. sırada iken çalışmamızda Compositae 1. iken Gramineae 3. sırada yer almaktadır. Gramineae familyasının 3. sırada olmasının 266 1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u Ürgüp, Derinkuyu ve Hodul Dağı (Nevşehir) Arasında Kalan Bölgenin Floristik Özellikleri sebebi kanımızca bu familyadan az bitki toplanmış olmasıdır. Yukarıdaki familyalarla beraber Leguminosae, Cruciferae, Labiatae, Umbelliferae, Rosaceae, Boraginaceae ve Caryophyllaceae familyaları hem Türkiye Florası’nda hem de çalışmamızda ilk 10 içerisinde bulunmaktadır. Araştırma alanında en çok cinse sahip familya spektrumu aşağıda Şekil 4.3’te verilmişir. Çizelge 4.3. Araştırma alanında en çok cinse sahip familyalar. Sıra No Familya Adı 1 2 3 4 5 6 7 8 9 10 Compositae Leguminosae Gramineae Cruciferae Labiatae Umbelliferae Rosaceae Boraginaceae Caryophyllaceae Scrophulariaceae Diğerleri Toplam Cins Sayısı Oranı (%) 47 23 22 22 20 18 17 16 11 9 122 327 14.37 7.03 6.72 6.72 6.11 5.50 5.19 4.89 3.36 2.75 37.30 100 Türkiye Florası’ndaki Sırası 2 5 1 4 6 3 10 8 7 12 Şekil 4.3. Araştırma alanında en çok cinse sahip familyaların spektrumu. Araştırma alanında en çok taksona sahip cinsler sıralaması Çizelge 4.4’te veilmiştir. Takson sayısına göre ilk on cins ve içerdikleri takson sayısı sırayla Astragalus 26, Salvia 15, Centaurea 13, Silene 11, Allium 9, Alyssum 1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u 267 Deniz ULUKUŞ - Osman TUGAY 7, Euphorbia 7, Veronica 7, Onobrychis 7, ve Vicia 6’dır. Çizelge incelendiği zaman Türkiye Florası’nda 1. sırada bulunan Astragalus cinsinin çalışma alanımızda da 1. sırada olduğu, Türkiye Florası’nda 3. sırada bulunan Centaurea cinsi çalışma alanımızda 3. sırada olduğu görülmektedir. Ayrıca Türkiye Florası’nda ilk 10 sıra içerisinde yer alan, Silene, Allium ve Alyssum’un çalışma alanımızda da ilk 10 içerisinde yer aldığı görülmektedir. Araştırma alanında en çok taksona sahip cinslerin spektrumu Şekil 4.4’ te gösterilmiştir. Çizelge 4.4. Araştırma alanında en çok taksona sahip cinsler. Sıra No Cins Adı 1 2 3 4 5 6 7 8 9 10 Astragalus Salvia Centaurea Silene Allium Alyssum Euphorbia Veronica Onobrychis Vicia Diğerleri Toplam Takson Sayısı 26 15 13 11 9 7 7 7 7 6 493 601 Oranı (%) 4.32 2.49 2.16 1.83 1.49 1.16 1.16 1.16 1.16 0.99 82.02 100 Türkiye Florası’ndaki Sırası 1 13 3 5 4 10 12 16 26 20 Şekil 4.4. Araştırma alanında en çok taksona sahip cinslerin spektrumu. 268 1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u Ürgüp, Derinkuyu ve Hodul Dağı (Nevşehir) Arasında Kalan Bölgenin Floristik Özellikleri Türkiye Florası 11. cilt sonuçlarına göre endemizm oranı % 34.5’tir. Çalışma alanımızdaki doğal yayılış gösteren bitkiler değerlendirildiğinde endemik bitki sayısı 104, endemizm oranı % 19.05 olup Türkiye genelinin altında kalmaktadır (Çizelge 4.5). Bunun başlıca nedenleri; araştırma alanında bulunan yerleşim merkezleri, tarım alanları, kültür bitkileri, sulak alanlar, yol kenarları ve ruderal alanlarda yetişen kozmopolit bitkilerdir. Floraya bu türler de dahil edildiği için endemik oranını düşürmektedir. Ülkemizdeki endemik bitkiler genellikle dar yayılışlı bölgesel yada lokal endemiklerdir. Çizelge 4.5. Araştırma alanının endemizm durumu Doğal Takson Sayısı Yüzde Oranı (%) Endemik 104 19.05 Endemik değil 442 80.95 Toplam Doğal Takson 546 100 Kaynaklar Davıs, P. H. 1965-1988. Flora of Turkey and The East Aegean Islands. Edinburgh Üniv. Pres. Vol. 1-9, Edinburgh. Davıs, P. H., Mill, R. R., Tan, K. 1988. Flora of Turkey and The East Aegean Islands (Supplement). Edinburgh Üniv. Pres. Vol. 10, Edinburgh. Duran, A., Hamzaoğlu, E. 2002. “Kazankaya Vadisi’nin Florası (Yozgat-Çorum)”, Türk, J. Bot., 26, 351-369, Ankara. Güner, A., Özhatay, N., Ekim, T., Başer, K. H. C. 2000. Flora of Turkey and The East Aegean Islands (Supplement 2). Edinburgh Üniv. Pres. Vol. 11, Edinburgh. Hamzaoğlu, E. 1996. “Kervansaray Dağı’nın Florası (Kırşehir)”, OT Sistematik Botanik Dergisi, 3, 1, 1-24, Ankara. Karavelioğulları, F., Vural, M., Polat, H. 2005. “Çiçekdağı (Kırşehir) Florası”, OT Sistematik Botanik Dergisi, 12, 2, 63-102, Ankara. Martin, E., Aydoğdu, M. 2005. “Niğde-Ulukışla Arasında Kalan Bölgenin Florası”, OT Sistematik Botanik Dergisi, 12, 1, 73-92, Ankara. Özhatay, N., Kültür, Ş. 2006. “Check-List of Additional Taxa to the Supplement Flora of Turkey III”, Turk J Bot, 30, 281-316, Ankara. Özhatay, N., Kültür, Ş., Aslan, S. 2009. “Check-List of Additional Taxa to the Supplement Flora of Turkey IV”, Turk J Bot, 33, 191-226, Ankara. Özkan, A.M., Koyuncu, M. 2005. “Pınarbaşı (Kayseri) İlçesinin Florası”, OT Sistematik Botanik Dergisi, 12, 1, 47-72, Ankara. Uzunhisarcıklı, M.E., Vural, M. 2004. Korumaz Dağı’nın (Bünyan-Kayseri) Florası”, OT Sistematik Botanik Dergisi, 11, 1, 63-94, Ankara. 1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u 269 Deniz ULUKUŞ - Osman TUGAY Ünal, A., Dinç, M. 2000. “Ekicek Dağı (Aksaray) ve Çevresinin Florası”, OT Sistematik Botanik Dergisi, 7, 2, 89-110, Ankara. Vural, M., Kol, Ü., Çopuroğlu, S., Umut B. 1996. “Göreme Milli Parkındaki Bitkilerin Tespiti ve Bunların Peyzaj Mimarisi Yönünden Değerlendirilmesi”, Ormancılık Araştırma Enstitüsü Yayınları, 263, 1-94, Ankara. Vural, C., Aytaç, Z. 2005. “Erciyes Dağı Florası (Kayseri)”, Türk, J. Bot., 29, 185236, Ankara. 270 1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u NEVŞEHİR AĞIZLARINDAKİ SÜREKLİLİK TASVİRÎ FİİLLERİNİN TARİHÎ VE ÇAĞDAŞ LEHÇELERLE MUKAYESESİ COMPARISON OF DESCRIPTIVE VERBS THAT NOTIFY CONTIUNITY IN NEVŞEHİR DIALECTS WITH HISTORICAL AND CONTEMPORARY DIALECTS Dilek HERKMEN* ÖZET Bu çalışmanın amacı Nevşehir ağızlarında yaşayan süreklilik tasvir fiillerini tespit etmek ve bu fiillerin tarihî lehçelerden günümüze seyrini ortaya koymaktır. Çalışmada öncelikle Nevşehir ağzılarında kullanılan süreklilik bildiren tasvir fiilleri tespit edilerek, örnekler verilecektir. Tarihî lehçelerde yer alan ve çağdaş lehçelerde yaşayan süreklilik tasvir fiilleri örnekleri ile Nevşehir ağızlarında kullanılan tasvir fiilleri ile karşılaştırılacaktır. Bu karşılaştırmada tasvir fiillerindeki ses, yapı ve anlam değişiklikleri belirtilecektir. Anahtar Kelimeler: Süreklilik tasvir fili, Nevşehir ağzı, Tarihî lehçeler, Çağdaş lehçeler. ABSTRACT The aim of this study is to identify the descriptive verbs that notify continuity in Nevşehir dialects and to determine these descriptive verbs’ evolution from historical dialelects to present. Firstly, in this study, descriptive verbs that notify continuity will be identified in Nevşehir dialects and some examples will be given. The descriptive verbs in Nevşehir Dialects will be compared with the examples of descriptive verbs which are taking part in historical dialects and living in contemporary dialects. In this comparison phonological, morphological and meaning changes will be determined. Key Words: Descriptive verbs that notify continuity, Nevşehir dialects, Historical dialects, Living dialects. * Yrd. Doç. Dr., Düzce Üniversitesi, Fen Edebiyat Fakültesi, Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü, e-posta: dilekherkmen@duzce.edu.tr 1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u 271 Dilek HERKMEN Türkiye Türkçesinde süreklilik bildiren tasvir fiilleri esas fiile eklenen A, -I, -Ip zarf-fiilleri ve dur-, gel-, gör-, kal-, koy- yardımcı fiillerinden müteşekkildir. Oluş ve kılışın zaman içinde süreklilik gösterdiğini, durum bildiren fiillerinse hareketsiz olarak sürmekte olduğunu anlatan bu fiiller tasvir fiilleri içinde süreklilik (istimrar) fiilleri olarak adlandırılmışlardır (Ergin 1993: 365-366, Korkmaz 2003: 820-830, Banguoğlu 1995: 491-493). Nevşehir ve yöresi ağızlarında süreklilik bildiren tasvir fiilleri tespit edilmiş olan örneklerde -A/-I kal-, -A/-p dur-, -I, -Ub/-p bat- olarak yer almaktadır: yığıla galmıssım orıya, hē yığıla galmıssım. (Korkmaz 1994: 120, 1/33) nene ha ’bi de sen söyle de ben de bi belliye-durım. (Korkmaz 1994: 120, 1/40) gız anşā gah ne yatıp duruyoñ bā gidecāh... (Korkmaz ˘ ˘ 1994: 125, 4/31) adam gapā aşmış ki tandırda herif oturub-batır. (Korkmaz 1994: 135, 12/19) yorganına g·ore ayānı uzadır “elindeğ_ossa alır, alıb-batır niy olmasıñ dir.” (Korkmaz 1994: 136, 12/50) biz de gelmişler ne sahlayoñ gelib-batırlar dirik. (Korkmaz ˘ 1994: 136, 12/54) bir_eve çoh gelip ge·derseñ “ne gelip-batıñ?” de·rik. (Korkmaz 1994:˘ 139, 14/25) Me·hriban uşah evde yatıp-batır. ne yatıp-batıñ gah gah ˘ gayrın zabah_oldu suya_ğedilecek. (Korkmaz 1994: ˘ 139,˘ 14/26-27) niye gülüp-batıñ la! (Korkmaz 1994: 139, 14/30) “goy” hākim “şöyle” didi, ben d_öyle doruşup duruyom. (Korkmaz 1994: 139, 14/32) ne bahıp yatıñ Hanife bi keleme de sen gonuş. (Korkmaz 1994: ˘149, 23/24) Şōrdan şurdan ’hediye gelip-batır. (Korkmaz 1994: 173, 40/12) niye_ğelmesiñ, gelib-batır. (Korkmaz 1994: 173, 40/13) namköllük yapıyor, alıb-batır. (Korkmaz 1994: 173, 40/14) 272 1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u Nevşehir Ağızlarındaki Süreklilik Tasvirî Fiillerinin Tarihî ve Çağdaş Lehçelerle Mukayesesi ’e· atıñ dırnāna ’yığılı-galmış... (Korkmaz 1994: 189, 51/11) hanım da buradan gidecәğımış canım sıòılıyorur. (Çiloğlu 2008: 66) geçimimiz kepÀzelik a ńōrelim oñsuz olmüyörür. (Çiloğlu 2008: 66) Nevşehir ağızlarında sürekliliğin ifadesi, ölçünlü dilden, yani ortak ağız olarak kabul gören İstanbul ağzından yoru- / yörü- ve bat- yardımcı fiillerinin kullanımı ile farklılık göstermektedir. Süreklilik tasvirî fiillerinin Türk dilinin tarihî lehçelerindeki durumu incelenerek Nevşehir ve yöresinde kullanılan fiiller değerlendirilecektir. Türk dilinin ilk yazılı kaynaklarının olduğu Eski Türkçede -A tur-, -p yür-, -U kal-, -U/A kel- yapıları ile eylemin devam ettiği veya edeceği; -u yorı- ile ise fiilin uzunca bir zaman sürüp gittiği anlatılmaktadır (Tekin 2003: 100): altayu tur- “aldatmayı âdet hâline getirmek”, yatıp yür- “yatmayı âdet hâline getirmek, yatıp durmak” (Gabain 2000: 9091); yatu kal- “yata kalmak, uzun süre yatmak” (KT K 9, T 19), udu kel- “ardı sıra gelmek, takip edip durmak” (MÇ D 2) ud-u yorı- “uzun süre izlemek” (MÇ D 4) (Tekin 2003: 100). Karahanlı Türkçesinde süreklilik, hareketsiz olarak devam etme, durum ya da olayın yavaş yavaş gerçekleşmesi, geçmişte tamamlanmış bir eylemin sürekliliği anlatılırken -A/-U/-(I/U)p tur-, -A, -U kel-, -U/-p kal-, -U/-p baryapıları kullanılmıştır: Tak · ı ögrenü tur usanma bu kün “Öğrenedur ve bugünü boşa geçirme.” (Arat 1999: 323, KB 3169); Ak · a kelsü arzu ·kurımaz bolup “Arzuların kurumayan (ırmak gibi) olup akmaya devam etsin.” (Arat 1999: 111, KB 943); ...yatu ·kalga barça asıg·lıg· sözüŋ “...bütün faydalı sözlerin olduğu yerde kalır.” (Arat 1999: 115, KB 983); körü barg·u begler tapug·çı neçe “Beyler hizmetkarlarının nasıl olduklarına (sürekli) dikkat etmelidir.” (Arat 1999: 307, KB 2973) (Güner 2008: 220-226). Nevşehir ağızlarında görülen süreklilik ifade eden yat- fiili Eski Türkçede ....küçi küsüni üzü (22) lüp unakaya ölgeli yatur erti... “... güçleri bitmiş hemen hemen ölmek üzereydiler. ” (Kaya 1994: 321, Çağatay 1945: 75) örneğinde olduğu gibi yaklaşma bildiren bir yardımcı fiil olarak yer almaktadır. Bununla birlikte Altun Yaruk’ta yat- fiili yer aldığı bazı cümlelerde 1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u 273 Dilek HERKMEN doğrudan devamlılık ifade eden bir yardımcı fiil olarak varlık göstermemekte, bununla birlikte zarf-fiil eki almış olan önceki fiilin anlamını hareketsiz olarak devam ettirir görünmektedir: ...öngi saçılıp yatur... (16) ay ...kalmış süngük yir sayu.. “...saçılmış yatıyor... eyvah... kalan kemikleri her yerde” (Kaya 1994: 328, Çağatay 1945: 109); Bayudı bud · un inçke tegdi yatur (Arat 1999: 318, KB 3104) “Halk zenginleşti ve huzura kavuştu.” (Arat 1959: 228). Bu cümlelerde “kemiklerin saçılıp yatması” ve “huzura kavuşma” ifadelerinde yat- fiili başka bir fiille de karşılanabilir görünmektedir. Bu kullanımlar zamanla örnek teşkil edip adı geçen fiilin, yardımcı fiil olarak kullanılmasına imkan sağlamış olabileceğini düşündürmektedir. Harezm Türkçesinde kal- ile bir eylemde ısrar ve devamlılık; tur- ile ise eylemin bir anlık oluşu veya daimîliği (Eckmann 2003: 25) ifade edilmiştir: Mukaddimetü’l-Edeb’de...vilāyet çekini sak · layu turdılar... “...vilayet sınırını muhafaza ededurdular...”, ...sak · layu turdı.. “saklaya durdu” (Yüce 1988: 54). Kutb’un Hüsrev ü Şirini’nde alark · a sözleşü ol avnu tursun (2113) (Hacıeminoğlu 1968: 304), bak · a ·kalur körüp endamı ak · ın (4048) (Hacıeminoğlu 1968: 418). Kıpçak Türkçesinde tur-/dur- yardımcı fiili ile hem süreklilik hem de şimdiki zaman ifade edildiği belirlenmiştir: ayta dur, bak · a dur örneklerinde süreklilik, kile turur “gelir, geliyor, gelmekte devam eder”, bire turur “vere durur, vermekte devam eder” örneklerinde de hem şimdiki zaman hem de devamlılık gösterilmektedir (Karamanlıoğlu 1989: LXX). Çağatay Türkçesinde de süreklilik -A kél-, -A ·kal-, -A tur- / dur- yardımcı fiilleri ile yapılmaktadır (Eckmann 1988: 109-110): ...bu vilâyetler ·kadîmdin Türkke bola kélgendür “...bu vilâyetler, eskiden beri Türklere âit ola gelmiştir”, cihân husrevleri bak · a ·kaldı yüzüŋge “cihan padişahları (senin) yü˘ züne bakakaldı”, méni tirig duta durg·an hayâlıdur “beni ˘ (devamlı) diri tutup duran (onun) hayalidir” (Eckmann 1988: 109-110). Eski Anadolu Türkçesinde süreklilik ifade eden yardımcı fiiller sayıca artmıştır. Aralıksız, sürekli, kararlı bir şekilde devamlılığı bildiren süreklilik fiilleri -A/-I/-U dur-/-tur-, -A/-I/-U gel-, -A/-I/-U git-, -A/-I/-U gör-, A/-I/-U kal-, A/-I/-U koy- / ko-, -U sür-, A/-I / -U var-, -A yorı-, -A /-I /-U bak- (Demir 274 1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u Nevşehir Ağızlarındaki Süreklilik Tasvirî Fiillerinin Tarihî ve Çağdaş Lehçelerle Mukayesesi 2004: 111-114). Ayrıca az sayıda örnekte uzun süren bir şaşkınlık ve tereddüt ifade etmek için kullanıldığı belirtilen -A bat- yapısına değinilmiştir. Burada -A bat- tasvir fiili için verilen örnek daña bat-/ taña bat- tasvir fiili değil yardımcı fiil örneği olarak değerlendirilmelidir. Türkiye Türkçesi Grameri’nde, tasvir fiillerinin içinde yer alan süreklilik fiilleri “...esas fiilin –(y)A, -(y)I veya (y)Ip zarf-fiil biçimleri üzerine dur-, gel-, kal-, gör-, koy(ko-) yardımcı fiillerinin getirilmesi ile oluşturulur.” (Korkmaz 2003: 820) şeklinde açıklanmıştır. Görüleceği üzere ilk kısımın da fiil olması gerekmektedir. dañ / tañ isim olduğu için tasvir fiili kategorisine girmemektedir. Bu döneme ait örneklerden Dānişmend-nāme adlı eserde: uma geldüm 40b/12, eyleyü gör 209b/14, ·tona kaldı 226b/2, alı ·kodılar 48b/15, gide ·tursun 150a/4, avlayu sürdi 103a/9 (Demir 2002: 119); Dede Korkut Hikâyeleri’nde irişi gel- D.76/8, aña tur- D.293/8, bak · a ·kal- D.73/9 (Cemiloğlu 2001: 39); 14. yüzyıla ait Kısas-ı Enbiyâ’da eylük uma geldük, …yiri eşdi göme ·kodı (Cemiloğlu 2000: 30-31) örnekleri tespit edilmiştir. Eski Anadolu Türkçesi döneminde sayıca fazlalaşan süreklilik fiilleri Osmanlı Türkçesi ve Türkiye Türkçesinde de kullanılagelmiştir. Mufassal Yeni Sarf-ı Osmânî’de Fil’l-i İstimrârî başlığı altında sadece dur- fiili zikredilse de (Toparlı 2003: 74) Türk Dili Grameri (Osmanlı Lehçesi)’nde İstimrārī duratif fi’l başlığı altında dur-, yat-, gör-, gel-, git- fiilleri verilmiştir. “Gel-, git- alışlık hâline getirilen fiillerde devamlılığı dur-, yat-, gör- ise rastgele hadesleri, git- geçmiş, gel- şimdiki veya gelecekteki hadesleri ifade edebilir.” açıklamasının yanında İstimrari fiiller başlığı altında yorı- yardımcı fiiline de değinilmiş, kal- ve ko- filleri ise yerindelik filller başlığı altında verilmiştir (Deny 1941: 472-475). Tahsin Banguoğlu, sürek fiilleri olarak adlandırdığı oluş ve kılışın zaman içinde sürekliliğini ifade eden yardımcı fiillerin dur-, kal-, gör-, gel- olduğunu belirtir. Anadolu ağızlarında koy-, ko- yardımcı fiilleri ile de sürek fiili yapıldığına dikkat çeken Banguoğlu, ayrıca şimdiki zaman kipinin yorı- yardımcısı ile kurulmuş bir sürek fiilinden meydana geldiğini de ekler (Banguoğlu 1995: 490-492). Türkiye Türkçesi Grameri’nde esas fiillerin yardımcı fiillerle bağlanırken –(y)-A, -(y)-I veya –(y)Ip zarf-fiillerini aldıklarına dikkat çekilir. Burada “Yardımcı fiilin esas fiile kattığı anlam inceliği ve iki ayrı fiil şeklinin birleşme biçimine göre, bir oluş ve kılışın belirli bir zaman içinde yapıladurma, bir zamandan beri yapılagelme veya belirli bir durumda kalakalma gibi birtakım işlev ayrılıkları söz konusudur.” açıkla- 1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u 275 Dilek HERKMEN ması yapılarak süreklilik ile kasdedilen açıkça belirtilmiştir (Korkmaz 2003: 820-821). Türk dilinde tur-/ dur-, yür-, kal-, kel-/gel-, bar-/ var-, gör-, kal-, koy-/ko-, yorı-, yardımcı fiilleri tarihî lehçlerde çeşitli zarf-fiil ekleri ile birlikte kullanılmıştır. Belirtilen yardımcı fiillerden hâlen dur-, kal-, gör-, gel-, koy- standart dilde; yoru- / yörü-, bar- / var-, başla-, yiber-, git- ise ağızlarda süreklilik için kullanılmaktadır (Çiloğlu 2008: 109-110). Nevşehir ağızlarında kullanılan -A / -I kal-, -A/-p dur-, -I, -Ub/-p bat-, -I/-U yoru- / yörü- yardımcı fiilleri ise standart dilden bat- ve yoru- / yörü- yardımcı fiilleri ile farklılık göstermektedir. yorı- yardımcı fiili bugünkü şimdiki zaman ekinin ekleşmemiş hâlidir. Ek Eski Anadolu Türkçesinden sonra hece düşmesi yolu ile ekleşerek –yor ekini vücuda getirmiştir. Eski Anadolu Türkçesi döneminde süreklilik ifadesi için sıkça kullanılmış olan yoru- fiili Nevşehir ağzında şimdiki zaman ve tasvir fiili işlevi ile mevcudiyetini korumuş görünmektedir. bat- yardımcı fiili ise çağdaş lehçelerdeki kullanımı değerlendirildikten sonra ele alıncaktır. Bugün Oğuz grubu lehçelerinden Türkmen Türkçesinde -(I)p, -(U)p, -(A) p yör- ile hareketin uzun zamandır ya da âdet hâlinde devam ettiği; -Ap / -Ip / Up gal- ile ise hareketsiz süreklilik ifade edilir: Onuñ beynisinde emele gelen hile, söze salım yok, yene onuñ yüzüne yılcıraklap galdı. “Onun beyninde ortaya çıkan hile, söze yer yok, yine onun yüzüne sırıtıp kaldı.” (Şahin 2008: 93)1 Şol vagt baglarıň içinde gezip yören Vepa bilen Kelcäni tapıp, bolan vakanı duydurman, olar bilen gürrüňdeş boldı. “O vakit bağların içinde dolaşıp duran Vepa ile Kelce’yi bulup, olan hadiseyi duyurmadan, onlarla sohbet etti.’’ (Şahin 2008: 147).2 Türkmen Türkçesinde ayrıca -p yat- ve -Ap / -Ip / -Up gal- yapıları ile hareketsiz süreklilik ifade etmektedir (Şahin 2008: 140). 1 Oglum, sen yatıp galıpsın, indi giç bolar diyyärdi. “Oğlum sen uyuyup kalmışsın, simdi geç olur diyordu.” (Şahin 2008: 94) Emma näme üçin hem bolsa, ol bir zat barasında pikire düşdi ve gözleri bukcanıñ yüzüne dikilip galdı. “Ama ne için de olsa, o bir şey hakkında düşünmeye başladı ve gözleri çantanın üzerine dikilip kaldı.” (Şahin 2008: 96) 2 Çarı aganıň rugsada çıkandıgını, häzir bolsa gara deňizin boyunda “Pamirin!” tütedip yörendigini aňıklandan soň, hırsını disläp, ızına gayttı. “Çarı Ağa’nın tatile çıktığını şimdiyse Karadeniz’in kenarında sigarasını tüttürüp durduğunu açıkladıktan sonra dudağını ısırıp arkasına döndü.’’ (Şahin 2008: 148). 276 1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u Nevşehir Ağızlarındaki Süreklilik Tasvirî Fiillerinin Tarihî ve Çağdaş Lehçelerle Mukayesesi Şol gün garrı gız agtıgı bilen uzın giceläp aglap yatdı. “O gün yaşlı kız torunu ile uzun gece boyunca ağladı.” (Şahin 2008: 141)3 Onuñ beynisinde emele gelen hile, söze salım yok, yene onuñ yüzüne yılcıraklap galdı. “Onun beyninde ortaya çıkan hile, söze yer yok, yine onun yüzüne sırıtıp kaldı.” (Şahin 2008: 93)4 -p dur- ile işin âdet hâlinde yapıldığını ya da konuşulan anda yapıldığını ifade eden şimdiki zaman karşılanır. Bu yapı geçmişte başlayan hareketin tekrarlanarak süregeldiğini anlatır. Biziň endamımız çağa gusuň teni yalı gızarışıp dur. “Bizim tenimiz yavru kuşun teni gibi kızarıyor.” (Şahin 2008: 77). Balagıň agzı incigine sırlaşıp durdı. “Pantolonun ağzı bacağından salınıp durdu.” (Şahin 2008: 90)5 Bunların yanı sıra -p otıır yapısı ile de ılğırıp otıırdı “gülüp duruyordu” (Ercilasun 2007: 276) örneğinde olduğu gibi süreklilik ifade edilir. Türkmen Türkçesinde dur-, yat-, otur- ve yör- yardımcı fiilleri ile süreklilik ifade eden bir şimdiki zaman türü olduğu da belirtilmektedir (Kara 2001: 48). Gagavuz Türkçesinde süreklilik fiili olarak kal- yardımcı fiili kullanılmaktadır: baka kalma, uyuya kalma (Ercilasun 2007: 133). Uygur grubundan Özbek Türkçesinde -b otir-, -b tur-, -b yåt-, -b yür-, -b kål- -ä/-y qål-, -b kel- (Ercilasun 2007: 335); Yeni Uygur Türkçesinde –p ol3 Ceyhunıň eredilen altına meňzeş mele suvı bütin gözyetimi tutup, çalaca tolkunıp yatır. “Ceyhun’un eritilmiş altına benzeyen açık sarı suyu bütün gözle görülen alanı kaplayıp, yavaşça dalgalanıyor.” (Şahin 2008: 140). İçgili ertirlikten soň divanda meymirap keyp çekip yatan Merede yüzlendi. “İçkili kahvaltıdan sonra divanda uyuklayıp keyif çatıp duran Mered’e baktı.” (Şahin 2008: 142) Yatılyan otagdan Meredıñ hor çekip yatan sesi eşidildi. “Yatılan odadan Mered’in horlayıp duran sesi isitildi.” (Şahin 2008: 143). Aman yerine gidenden soň hem mekdep barada oylanıp yatırdı... “Aman yatağına gittikten sonra da okul hakkında düşünüyordu...” (Şahin 2008: 140) 4 Oglum, sen yatıp galıpsın, indi giç bolar diyyärdi. “Oğlum sen uyuyup kalmışsın, simdi geç olur diyordu.” (Şahin 2008: 94) Emma näme üçin hem bolsa, ol bir zat barasında pikire düşdi ve gözleri bukcanıñ yüzüne dikilip galdı. “Ama ne için de olsa, o bir şey hakkında düşünmeye başladı ve gözleri çantanın üzerine dikilip kaldı.” (Şahin 2008: 96) 5 Onuň nirededigini, näme üçindigini aydıp durmagın elbetde, geregi yok, aytmaga hakımız hem yok. “Onun nerede olduğunu, niçin olduğunu söyleyip durmanın elbette gereği yok, söylemeye hakkımız da yok.” (Şahin 2008: 90). Emma Vepa entek kiçicikti, onuň gara gözleri oynap duryardı. “Fakat Vepa henüz küçücüktü, onun kara gözleri oynayıp duruyordu.” (Şahin 2008: 19). 1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u 277 Dilek HERKMEN tur-, -p tur-, -p yat-, -p yür- yardımcı fiilleri süreklilik ifade etmek için kullanılmıştır. Ayrıca Uygur Türkçesinde -yat- fiilinin –p zarffiil eki ile kaynaşması sonucu ortaya çıkan –vat-, -ivat, -Uvat eki de kullanılmaktadır: okuvat- < okup yat- “devamlı okumak” (Öztürk 1994: 136) (Ercilasun 2007: 410). Kıpçak grubundan Kazak Türkçesinde -p jat şeklinin hem devamlılık hem de “eylemin devam ettiği sırada” anlamında kullanıldığı görülmektedir (Tekin 2006: 92): Minbere şığıp söz söylep jatır. “Minbere çıkıp konuşuyorlar.” (Tekin 2006: 92)6 Kazak Türkçesinde yaygın bir kullanıma sahip olduğu görülen jat- yardımcı fiili –qanda zarf fiili ile birlikte de kullanılmaktadır. Zaman zarfı görevinde olan -qanda zarf fiili -p jat- yapısına eklendiğinde işin sürekliliği kesinlik kazanmaktadır. Türkiye Türkçesinde –ken zarf fiilinin anlamını yüklenen bu –p jatqanda yapısı “eylemin gerçekleştiği sırada” anlamını ifade etmektedir (Tekin 2006: 92): Jazıp jatqanda qolı qattı dirildepti. “Yazarken eli çok titremiş.” (Tekin 2006: 93)7 Kazak Türkçesinde -p jat-, -p tur- ve a- jat-, -a tur- yapıları süreklilik ifadesinin yanı sıra şimdiki zaman anlamı veren fiil çekiminde de kullanılmaktadır (Tekin 2006: 93): Biletin kisimsip aytqan sözderi turpayı yekendiği körinip tur. “Bildiği, beğenerek söylediği sözlerin kaba olduğu belli oluyor.” (Tekin 2006: 93)8 Kazak Türkçesinde -A jat- ile Ejelden beri kele jatqan... “Ezelden beri süregelen...” (Tekin 2006: 107)9 örneğinde olduğu gibi süreklilik ifadesi muhafaza edilmektedir. 6 Tolıp jatqan beleki salağı bar... “Dolup duran ayrı odası var.” (Tekin 2006: 92) Eki böşke kımızdı satıp, aqşanı köpirtip alıp jatır. “İki kova kırmızı kımız satıp, paraları topluyordu.” (Tekin 2006: 92) Juwınıp jatqan kezde “Yıkandığı sırada” (Tekin 2006: 118) 7 Jutınıp jatqanda tamağında bir qurğaqtıq. “Yutkunurken damağında bir kuruluk” (Tekin 2006: 92) 8 Jelbirep jatır güldi alap... “Sallanıyor çiçekleri yakıp...” (Tekin 2006: 93) Üskirik-ayaz kızıl şartıldap tur. “Çok soğuk ayaz her şey çatırdıyor.” (Tekin 2006: 93) Bara jatır kök jiyekke kün batıp. “Varıyor gök sınırına gün batarak.” (Tekin 2006: 110). 9 Qurttay bolıp kele jatam... “Kurtlar gibi olup geliyorum.” (Tekin 2006: 107) Kele jatqanda qız Asan Mırza’dan üç nārse suradı. “Geldiklerinde kız Asan Mırza’dan üç soru sordu.” (Tekin 2006: 107) 278 1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u Nevşehir Ağızlarındaki Süreklilik Tasvirî Fiillerinin Tarihî ve Çağdaş Lehçelerle Mukayesesi Tatar Türkçesi –p yat-, -A/-p tor-, -p utır-, kal- (Ercilasun 2007: 722-723). Men sena üpkelep yatarmın... “Ben sana kızıp dururum...”10 Atasının bir kulı yılım tartıp yatır iken. “Babasının bir eli balık ağı çekip dururmuş.”11 Kırım Tatar Türkçesinde -A ber-, -A kel-, -p qal-, -p otur-, -p tur-, -p/-A yat-, -p yür- ile devamlılık belirtilmiştir (Ercilasun 2007: 860). Sibirya Tatar Türkçesinde ise -(I)p + kel- yardımcı fiili süre gelen veya konuşma sırasında cereyan eden hareketin bitişini,12 –(I)p + qıylan- hareketin sürdüğünü, sürekli yapıldığını ve yapılması için çalışıldığını;13 -(I)p + otur-14 ve –(I)p / -A/-y + tur-15 devamlılığı; –(I)p / -A/-y + yat- harekette sürekliliği,16 –(I)p + yör-17 hareketin tekrarlandığını ve devamlı olduğunu ifade eder. Başkurtçada –A/-p/-y + bar-, yat-, tur-, ultır-, yürü- ile süreklilik ifadesi oluşturulur. Aynı zamanda şimdiki zamanda sürekli olarak yapılmakta olan iş, oluş ve hareketleri anlatır (Ercilasun 2007: 793). Nogay Türkçesinde tur-, yür- ve oltır- yanı sıra -(I)p yat- yapısı süreklilik ifadesi için kullanılmaktadır: Ekinşi türli aytqanda munın özi noğay embekşileri men embekşiler küşinnen paydalanıp yatqan baylar arasındağı küreslerdiñ belgili bir kepte aşıqtan aşıq maydanğa şığuwı edi. “İki şekilde söylendiğinde, işin aslı Nogay çalışanları ile çalışanların gücünden faydalanıp duran zenginlerin arasındaki mücadelenin belli bir şekilde, açıktan açığa meydana çıkmasıydı.” (Akbaba 2007: 6)18 Nogay Türkçesinde ayrıca -(I)p bara yat- ile hareketin iyiye, kötüye yönelişi, kuvvetlenmesi, büyümesi, dura dura devam etmesi gibi anlamlar ifade edilir. 10 11 12 13 14 15 16 17 18 http://ekitap.kulturturizm.gov.tr/dosya/1-18654/h/curabatirhikayesi.pdf http://ekitap.kulturturizm.gov.tr/dosya/1-18650/h/akkubek.pdf Pı almağatstağı yös almanı patşa üz gömĭrĭne yaxşılap saqlap kilgen. “Padişah yaşadığı sürece bu elma ağacındaki yüz elmayı iyi bir şekilde koruya gelmiş” (Alkaya 2008: 364). Pĭtsen taşığalı qıylanafs. “Taşımakla uğraşıyoruz.” (Alkaya 2008: 365). Eytüke yırlağanda mo·lla kitaptan qarap otırğan. “Eytüke şarkı söylerken molla kitap okuyormuş.” (Alkaya 2008: 366). Sanduğaç idĭm ay ilĭmde / Sayrıy torğan idim yirimde “Bülbül idim ah ilimde, ötüyordum yerimde.” (Alkaya 2008: 370). Töş tisirek quıp kötsö yĭtmey yatır. “İn çabuk, kovalamaya gücü yetmiyor.” (Alkaya 2008: 371). Palamnı aŋa atadım ta qartatay tip yörteler. “Onun adını çocuğuma verdim, şimdi dede diyorlar.” (Alkaya 2008: 372). Bu bälelerdi şığarıp yatqanlardıñ birewi anaw yalañayaq Yawğaytar tuwılma? Bu belaları çıkarıp duranlardan biri de şu yalınayak Yawgaytar değil mi? (Akbaba 2007: 5-6). 1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u 279 Dilek HERKMEN ...toplasıp barayatqan ädemlerdiñ artınnan alğasadı. “...toplanmakta olan insanların ardından aceleyle gitti.” (Akbaba 2007: 6)19 (ı)p kele yat- ile hareketin sürekliliği gösterilirken özellikle yavaş yavaş gelişme, aralıksız gelişme anlatılır: Atıp kele yatırğan tañnan qorqqanday bolıp, bulıtlar şaşılıp baslay ediler. “Sökmekte olan şafaktan korkmuş gibi, bulutlar (etrafa) saçılmaya başlıyorlardı.” (Akbaba 2007: 8) -A/-y/-(I)p yatır şimdiki zamanı karşılmak için kullanılmaktadır: Aysehan keleyatır, Aysehan! “Ayşehan gelmekte, Ayşehan!” (Akbaba 2007: 9) -(I)p bar-, -(I)p kel-, -(I)p otır-, -(I)p tur-, -(I)p jür- ile de süreklilik anlamı verilir (Ercilasun 2007: 660). Karaçay-Malkar Türkçesinde süreklilik fiili -A/-y + tur- şeklinde kurulmaktadır. Caza turama “yazaduruyorum, yazmaktayım” (Ercilasun 2007: 916). Kırgız Türkçesinde süreklilik -A/-O, -y ve -p bar-, -A /-O bar- ve kel-, -y ve -p cat-; -p cür-, -p oltur-/otur-, -p tur-, -p ber-, -p kal-, -A/-O, -y tüş- yapısındaki fiilleriyle yapılır (Tan 2005: 59). Kırgızcada şimdiki zamanın da cat- yardımcı fiili ile oluşturulduğu bilinmektedir. Neçen cıldan beri birgelesip turup kele catabız. “Nice yıldan beri birlikte oturuyoruz.” (Tan 2005: 107)20 Karakalpak Türkçesinde -p otır- hareketin ya da durumun belirli bir süre içindeki devamlılığını Bir küni ...avıl arasındağı hadiyseler jöninde söylesip otırdı. “bir gün ... köy arasındaki hadiseler hakkında konuşup durdu.” (Ercilasun2007: 593); -p atır- hareketin devamlılığını Sağan xızmet etip atır tolı jurt. “Sana hizmet edip durur bütün yurt” (Ercilasun 2007: 594) belirtmektedir. -p jat- yapısı ise hareketin devam ettiğini ve bu devamlılığın uzun süreli olduğunu ifade etmektedir: 19 Ol ketip barayatırğan atasınıñ artınnan qaray bere edi. “O gitmekte olan babasının arkasından bakıyordu.” (Akbaba 2007: 7) 20 Hacı biy köbünçö Çatkalda tagaların camınıp cürgön. “Hacı Bey çoğunlukla Çatkal’da dayılarında saklanırdı.” (Tan 2005: 59) Men saga nasaat aytıp oturbaym. “Ben sana nasihat edip duramam.” (Tan 2005: 59) Kırk cigit çıgarıp, Manastın kelatkan coluna ulak tarttırıp turdu. “Kırk yiğit çıkarıp, Manas’ın geldiği yola oğlak çekiştiriyordu.” (Tan 2005: 59) Karıskır, karıskırlar kuup kelatat, suu, suu bergile maga! “Kurt, kurtlar kovalıyor, su su verin bana!” (Tan 2005: 107). 280 1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u Nevşehir Ağızlarındaki Süreklilik Tasvirî Fiillerinin Tarihî ve Çağdaş Lehçelerle Mukayesesi Jumıs islegen bir jerde qarap jatqannan mıñ merte abzal eken. “Çalışan, bir yerde bakıp durandan (çalışmayandan) bin kat efdal imiş.” (Ercilasun2007: 594). -p tur- hareketin devamlılığı ve devamlılık süresinin uzunluğunu belirtmektedir: Arqadan tañ samalı esip tur. “Arkadan tan yeli esip durur.” Aynı yardımcı fiil -A/-y zarf fiili ile kullanılırsa hareket süresinin kısalığını göstermektedir: Sen mına kitaptı oqıy tur. “Sen bu kitabı okuya dur.” (Ercilasun 2007: 594). -p jür- yapısı Bir neşe onlağan jiğitler tınbay islep jür. “Nice onlarca genç, durmadan çalışıyor” örneğinde hareketin sürekliliğini ifade ederken -A/-y zarf fiili ile kullanıldığında hareketin devamlılığının daha güçlü ve sık olduğunu anlatmaktadır: ayta jüre “devamlı söyleyerek, söyleye söyleye” (Ercilasun 2007: 594). -A/-y ğoy-, -A/-y gör- ile de hareketin devamlılığı bildirilir.21 Kuzey Sibirya grubundan Saha Türkçesinde hareketin devamlılığı -a, (-ıı) turyapısı ile yapılmaktadır: Bu süge tulla turar. “Bu balta (sapından) devamlı çıkar.” (Kirişçioğlu 2008: 10) -a (-ıı) sırıt- alışılmış ve sürekli hareketi ifade eder: Kuruuk sanıı sırıt. “Her zaman düşün.” (Kirişçioğlu 1999: 126-127). Güney Sibirya grubu lehçelerinden Hakas Türkçesinde odır-, tur-, çör- oluş ve kılışın sürekliliğini ifade eder: çör tur “yürüyor”, idip tur “yapıyor”, kil çör “geliyor” (Ercilasun 2007: 1121). Çat- “yatmak” fiili ise çadır > çat- > -ça- değişimini tamamlayarak şimdiki zaman eki hâline geldiği belirtilmiştir (Ercilasun 2007: 1121). Hakas Türkçesinin sözlüğünde de madde başı olarak yer alan çat- fiili için şimdiki zaman eki olarak kullanıldığı kör çadır “bakıyor” ayrıca ekleşmiş olarak şimdiki zamanı bildiren yardımcı fiil olduğu açıklaması yer almaktadır: Tört çastığ Aymir añnap çörgen pabazınıñ mıltiinanñ oynap körerge sağınça, çe ol pĭlçe: pabazı oynirğa pirbes. “Dört yaşındaki Aymir babasının avlandığı tüfeğiyle oynamayı düşünüyor, fakat o biliyor ki, babası oynamaya vermez.” (Arıkoğlu 2005: 85). 21 -p kiyat- kiyatır (< barıp yatır); barat- baratır (< barıp atır) yapıları ile de devamlılık bildirilmektedir: dep kiyat- “deyip durmak”, uşıp baratırğan “uçup duran” (Ercilasun 2007: 594). -A/-y ber- hareketin devamlılığı ve sınırlanmadığı Ol oqımay jüre berdi. “O okumayıp kaldı”; A/-y kel- ile hareketin devamlılığı ancak bu devamlılığın bitmeye yaklaştığı bildirilir. Görekler pise keldi. “Çörekler pişme noktasına geldi.” (Ercilasun 2007: 594). 1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u 281 Dilek HERKMEN Bu gruptan yine Tuva Türkçesinde -p tur- / çıt- / olur- / çor- oluş ve kılışın sürekliliğini ifade ederken (Ercilasun 2007: 1205), Altay Türkçesinde ise fiilde devamlılık -p cat-, -p cür-, -p tur-, -p otur- ile gösterilmektedir (Ercilasun 2007: 1062). Agıp catkan aru suudı “Akıp giden şu arı suyu...” 5855 (Naskali 1999: 199). Sogujıp turar cañdu boltır. Böylece dövüşüp gidiyorlar 7570 (Naskali 1999: 247). Körüp oturar ol bolgozın... “Böyle bu okuyadursun...” 5549 (Naskali 1999: 191). Sürekliliğin ifadesinde Nevşehir ağızlarında kullanılan -A/-I kal-, -A/-p dur-, -I, -Ub/-p bat-, -I/-U yoru- / yörü- yardımcı fiillerinden Oğuz, Uygur, Kıpçak, Güney Sibirya ve Kuzey Sibirya gruplarında tur- / dur- yardımcı fiillerinin ortak olduğu; kal- / gal- yardımcı fiilinin Oğuz grubunda yer aldığı, Uygur ve Kıpçak gruplarının bazı lehçelerinde olduğu, Güney Sibirya ve Kuzey Sibirya gruplarında kullanılmadığı; yorı- / yör- / yür- / yürü- / jör- / cür- / çör- / çor- yardımcı fiilinin Kuzey Sibirya dışında Oğuz, Uygur, Kıpçak, Güney Sibirya gruplarında genellikle varlığını sürdürdüğü; yat- / cat- / çat- / jat-’ın ise Oğuz, Kıpçak, Uygur ve Güney Sibirya gruplarında genelde kullanıldığı tespit edilmiştir. Nevşehir ağızlarında kullanılan yoru/ yörü- fiilleri ve bat- fiilleri Oğuz grubunda yer alan Türkiye Türkçesinde ise ağızlarda kullanılmaktadır. yat- yardımcı fiili bütün lehçelerde bu şekli ile süreklilik ve şimdiki zamanı anlatmak için kullanılırken Türkiye Türkçesi ağızlarında yat- / bat- şekilleri ile yer almaktadır.22 Hatta bu yardımcı fiilin ses değişimine uğrayarak ekleşerek -patır/ -patı / -ba / -pa şekilleri ile şimdiki zaman eki olarak kullanıldığı örnekler de Derleme Sözlüğü’nde mevcuttur. bat- yardımcı fiili için Tarihi ve Etimolojik Türkiye Türkçesi Lugatı’nda batII (yalnız –b fiilzarfı (gerundium) halindeki fiilden sonra ve geniş zamanı olan batır şeklinde) ondan önceki fiilin geniş zaman halini bildirir. < yatır (yat- fiilinin Eski Osmanlıcadak geniş zaman şekli) ondan evvel olan b harf 22 yatır (VI) ...durur: ...dér yatır. (Hasanoğlan - Ankara) (DS: 4201); -batır, -batı [-batırı] 2. Fiillerin sonuna gelerek süreklilik bildirir: Ne yapıyorsun? – Çalışıp batırı. (Gölcükler – İzmir; Tavşanlı ve köyleri, Alayunt – Kütahya; Eskişehir; Bor - Niğde) [-batırı]: (Nazillli – Aydın; Kemaliye Alaşehir - Manisa) (DS: 570-571); -batırı [→ -batır (I) -2] (571); ayrıca patı (IV) [patır (III)] Eylemlerin sonuna gelen şimdiki zaman eki : Geldimpatı. (İzmir - Muğla) 282 1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u Nevşehir Ağızlarındaki Süreklilik Tasvirî Fiillerinin Tarihî ve Çağdaş Lehçelerle Mukayesesi ine benzeşmeyle uymasiyle batır olmuştur. Nazihter ·kalfa gene öyle fidān gibi ·salınub batır mı? açıklaması yer almaktadır.˘ (Tietze )23 Ahmet Caferoğlu ve Zeynep Korkmaz da bat- şeklinin yat- yardımcı fiilinin sesçe değişiminden vücuda geldiğini düşünürler (Caferoğlu 1988: 109). Ahmet Bican Ercilasun ise bat- < yat- gelişimini kesin bir görüş ileri sürmeksizin şüphe ile yaklaşarak vermektedir (Ercilasun 2007: 377). Benzer bir ifade Muğla Ağızlarının Karakteristik Bir Özelliği başlıklı makalede de yer alır (Kara 2003: 164). “Baştaki, -ip zarffiil ekinin ünlüsüyle aynı olan ünlü, çift dudak ünsüzü -b, -ip yat-ır > -iP Patır > -ibatır şeklindeki gelişmeye işaret eder.” ifadesi ile Nurettin Demir batır şeklinin yatır şeklinden geldiğini ifade eder (Demir 2000: 206). Demir –p yat- tasviri fiilinin süreklilik ifadesi ile kullanıldığını ve bundan ortaya çıkmış olan şimdiki zaman eklerinin de bugün başta Güneybatı Anadolu olmak üzere çeşitli ağızlarda kullanıldığını belirtmektedir. Muğla ağızlarında şimdiki zamanı ifade etmenin yollarından biri olarak gösterilen -Ip/-I bat- yapısının -Ip zarf-fiiline benzeşme yolu ile -Ip yat- şeklinden teşekkül ettiği ifade edilmektedir (Akar 2001: 4-5). “yatmak yardımcı fiilinin Oğuz Türkçesi alanındaki kullanışının uzun bir geçmişi vardır. Türkmencedeki bar-ı yatır şekli Muğla ağzında gel-i-p batırı < gel-i-p-yatırı telaffuzunu almıştır.” (Caferoğlu 1988: 109) açıklamasına karşılık olarak “Türkmencedeki bar-ıyat-ır çekimi, şimdiki za-manın bar-a yorı-turur şeklindeki bir üçlü birleşik fiil çekiminden geliyor olabilir.” diyen Sarıkaya bar-ı yat-ır biçiminin bar-a yorı turur şeklindeki üçlü birleşik fiil çekiminden gelebileceğine dikkat çekmiştir (Sarıkaya 2003: 67-68). bar-a yorı turur çekiminin bar-ı yat-ır hâline gelişini “Bu çekimde öncelikle çekimin sonunda bulunan iki tane ur hecesinden biri düşmüş, sonra ilerleyici yönde ünlü benzeşmesiyle düzlük yuvarlaklık uyumunun bir sonucu olarak ilk heceden sonra o ünlüsü kullanılmaması yüzünden -o-> -a- değişmesi ve buna bağlı -u-> ı değişmesi olmuş, böylece bar-a-yat-ır şekline gelen çekimin orta hece ünlüsünde –a-> ı darlaşması meydana gelmiştir.” şeklinde açıklamaktadır (Sarıkaya 2003: 67-68). gel-i-p batırı yapısının da yat- fiili ile ilişkili olmadığına dikkat çeken Sarıkaya bu çekimi de kel-i-p bar-a tur-ur> kelip bar-a tır-(ı)> gel-i-p-batırı şeklindeki bir seyir ile Kazakça ile ilişkilendirmektedir. Ayrıca 23 Ayrıca bak. Ötüken Sözlük yat- 24. yard. f. Bağ fiillerden sonra o şekilde kalmak, durmak anlamında birleşik fiiller yapar; belli bir vaziyet almak. Eski Türkçe, {ağız} (aynı) Eski Uygur Türkçesi Sözlüğü “...bekleyip yatıyor”, “...der yatır” DS (Çağbayır : 5248). Kamus-ı Türki yat- “...efʻāl-i muʻāveneden olup devam ve istimrar beyan eder: bag·urup yatmak,durmak.” (Şemseddin Sami 1989: 258). 1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u 283 Dilek HERKMEN “Bu çekim, Uygur Türkçesi’nde kel-i-va-t-ı şeklinde olup, o da kel-i-p bar-a tur-ur çekiminden gelmektedir.” açıklamasına yer verilen yazıda ileri sürülen fikir –p yat- / -p bat- yapılarının yat- fiili ya da yardımcı fiili ile ilgili olmadığı yönündedir. Doğu Türkçesinde özellikle de Kazakçada bar- yardımcı fiilinin hareketin devamlılığı için kullanıldığı belirtilerek “Türkçenin değişik şivelerinde yat- fiili ya da yardımcı fiiliyle de çekim yapılabiliyor gibi görünür. Ne var ki bunların çoğu vat- <bat- <barat <baratur- çekiminden ibarettir.... Şimdiki zaman gibi devam etmekte olan durumları ve bilhassa hareketleri anlatmakta yat- gibi bir durgunluk ifadesini kullanmak da pek mantıklı görünmüyor.” ifadesine yer verilmiştir. Ancak Eski Türkçeden itibaren süreklilik ifade eden tur- yardımcı fiili de durgunluk belirtmektedir: küzet-ip tur- “gözetip durmak, sürekli korumak” (Gabain 2000: 91). Bu açıdan bakıldığında yat- fiilinin de süreklilik ifade edebileceği açıktır. Ayrıca Güney Batı Anadolu ağızlarından g·arı g·arı yanıP-börüz ag·ak · sönüPbörüz. (Çiloğlu 2008: 71) örneğinde olduğu üzere yörü- yardımcı fiilinde dudak ünsüzü olan -p zarf fiil ekinin etkisiyle y- > b- değişmesi olmuş, yörü- > börü- hâline gelmiştir. Bu örnek Türkçede böyle (y > b) bir değişim örneğine rastlanılmadığını, dolayısı bat- < yat- değişiminin olanaksızlığını ifade eden görüşün aksine (Sarıkaya 2003: 68) yörü- fiilinin börü- olduğu gibi yat- fiilinin bat- şekline dönüşebileceğini ispatlamaktadır. Kaynaklar Akar, Ali (2001), Muğla ve Yöresi Ağızlarında Şimdiki Zaman Biçimleri, Muğla Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi, Bahar 2001, 4, s. 1-10. Akbaba, Dilek Ergönenç (2007), Gazi eğitim Fakültesi Dergisi, 2007 Özel Sayı, “Nogay Türkçesinde Yat- Yardımcı Fiilinin Kip Ve Tasvir Fiili Olarak Kullanılışı”, Ankara, s. 153-161. Alkaya, Ercan (2008), Sibirya Tatar Türkçesi, Turkish Studies Publication, Ankara. Arat, Reşit Rahmeti (1999), Kutadgu Bilig I Metin, Türk Dil Kurumu Yayınları, Ankara. Arıkoğlu, Ekrem (2005), Örnekli Hakasça Türkçe Sözlük, Akçağ Yayınları, Ankara. Banguoğlu, Tahsin (1995), Türkçenin Grameri, Türk Dil Kurumu Yayınları, Ankara. Biray, Nergis (2003), “Acıpayam Ağızlarında Kullanılan Şimdiki Zaman Ekleri Ve Etnik Yapı İle İlişkisi”, Acıpayam Sempozyumu, Denizli – Acıpayam, 1–3 Aralık 2003; I. Acıpayam Sempozyumu bildirileri, s. 375-382. Caferoğlu, Ahmet (1988), “Muğla Ağzı”, TDAY Belleten 1962, Türk Dil Kurumu Yayınları, Ankara, s. 107-130. 284 1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u Nevşehir Ağızlarındaki Süreklilik Tasvirî Fiillerinin Tarihî ve Çağdaş Lehçelerle Mukayesesi Cemiloğlu, İsmet (2001), Dede Korkut Hikâyeleri Üzerinde Söz Dizimi Bakımından Bir İnceleme, Türk Dil Kurumu Yayınları, Ankara. Cemiloğlu, İsmet (2000), 14. Yüzyıla Ait Bir Kısas-ı Enbiyâ Nüshası Üzerinde Sentaks İncelemesi, Türk Dil Kurumu Yayınları, Ankara. Çağatay, Saadet (1945), Altun Yaruk’tan İki Parça, Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih – Coğrafya Fakültesi Yayınları, Ankara. Çağbayır, Yaşar (2007), Orhun Yazıtlarından Günümüze Türkiye Türkçesinin Söz Varlığı Ötüken Türkçe Sözlük, C. 5, Ötüken Neşriyat, İstanbul. Çiloğlu, Meral (2008), Anadolu ve Rumeli Ağızlarında Tasvirî Fiiller, Trakya Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Yüksek Lisans Tezi, Danışman Yrd. Doç. Dr. Fatma Sibel Bayraktar, Edirne. Deny, Jean (1941), Türk Dili Grameri (Osmanlı Lehçesi), ter. Ali Ulvi Elöve, İstanbul Maarif Matbaası, İstanbul. Demir, Necati (2002), Danişmend-name Critical Edition – Turkish Translation – Linguistic Analysis – Glossary – Facsimile, Part Three Linguistic Analysis and Glossary, Turkish Sources XLVII,Published at The Department of Near Eastern Languages and Civilations Harvard University. Demir, Necati (2004), “Eski Türkiye Türkçesinde Tasvir Fiilleri”, Zeynep Korkmaz Armağanı, Türk Dil Kurumu Yayınları, Ankara, s. 103-116. Demir, Nurettin (2000), “Derleme Sözlüğü’nde Şimdiki Zamanla İlgili Veriler”, İlmi Araştırmalar Dil, Edebiyat, Tarih İncelemeleri, S. 10, İstanbul. Eckmann, Janos (1988), Çağatayca El Kitabı, çev. Günay Karaağaç, İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Yatınları, İstanbul. Eckmann, Janos (2003), Harezm, Kıpçak ve Çağatay Türkçesi Üzerine Araştırmalar, haz. Osman Fikri Sertkaya, Türk Dil Kurumu Yayınları, Ankara. Ercilasun, Ahmet B. (2007), “Muğla Ağızlarında Kullanılan Bir Şimdiki Zaman Şekli” Makaleler, Dil – Destan – Tarih – Edebiyat, haz. Ekrem Arıkoğlu, Akçağ Yayınları, Ankara, s. 376-378. Ercilasun, Ahmet Bican (editör) (2007), Türk Lehçeleri Grameri, Akçağ Yayınları, Ankara. Gabaın, A. Von (2000), Eski Türkçenin Grameri, çev. Mehmet Akalın, Türk Dil Kurumu Yayınları, Ankara. Güner, Galip (2008), “Karahanlı Türkçesinin Tasvir Fiilllerine Genel Bir Bakış”, Akademik Araştırmalar Dergisi Kaşgarlı Mahmud Özel Sayısı, Journal of Academic Studies Mahmud el-Kashgari Special Issue, Kasım 2008-Ocak 2009 Yıl: 10, Sayı: 39, İstanbul, s. 218-237. Kara, Mehmet (2001), “Muğla Ağızlarının Karateristik Bir Özelliği”, Türk Dili Araştırmaları Yıllığı Belleten 2001/II, Türk Dil Kurumu Yayınları, Ankara, s. 163-169. 1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u 285 Dilek HERKMEN Kara, Mehmet (2001), Türkmence (Giriş-Gramer-Metinler-Sözlük), Akçağ Yayınları, Ankara. Karamanlıoğlu, Ali Fehmi (1989), Seyf-i Sarayi Gülistan Tercümesi (Kitab Gülistan bi’t-Türki), Türk Dil Kurumu Yayınları, Ankara. Kaya, Ceval (1994), Uygurca Altun Yaruk Giriş, Metin ve Dizin, Türk Dil Kurumu Yayınları, Ankara. Kirişçioğlu, Fatih (2008), “Saha Türkçesinde Tasvir Fiilleri”, Çağdaş Türklük Araştırmaları Sempozyumu, Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih Coğrafya Fakültesi Çağdaş Türk Lehçeleri ve Edebiyatları Bölümü, Ankara. Kirişçioğlu, Fatih (1999), Saha (Yakut) Türkçesi Grameri, Türk Dil Kurumu Yayınları, Ankara. Korkmaz, Zeynep (1994), Nevşehir ve Yöresi Ağızları, Türk Dil Kurumu Yayınları, Ankara. Korkmaz, Zeynep (2003), Türkiye Türkçesi Grameri (Şekil Bilgisi), Türk Dil Kurumu Yayınları, Ankara. Naskalı, Emine Gürsoy (1999), Altay Destanı Maaday Kara, Yapı Kredi Yayınları, Ankara. Öztürk, Rıdvan (1994), Yeni Uygur Türkçesi, Türk Dil Kurumu Yayınları, Ankara. Sarıkaya, Mahmut (2003), “Muğla Ağzında Şimdiki Zaman Çekimi Üzerine”, TÜBAR, XIV-2003-GÜZ, s. 65-75. Şahin, Savaş (2008), Türkmen Türkçesinde Tasviri Fiiller Üzerine Örnekli Çalışma, Gazi Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Çağdaş Türk Lehçeleri ve Edebiyatları Anabilim Dalı Yüksek Lisans tezi, Ankara. Şemseddin Sami (1989), Kâmûs-ı Türkî, Enderun Kitabevi, İstanbul. Tan, Ali (2005), Kırgız Türkçesinde Tasvir Fiilleri, Çukurova Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Türk Dili ve Edebiyatı Ana Bilim Dalı, Adana. Tekin, Ayşe (2006), Kazak Türkçesinde Sıfat-Fiil ve Zarf-Fiil Ekleri, Trakya Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Yüksek Lisans tezi, Edirne. Tekin, Talat (2003), Orhon Türkçesi Grameri, Türk Dilleri Araştırmaları Dizisi: 9, İstanbul. Tıetze, Andreas (2002), Tarihi ve Etimolojik Türkiye Türkçesi Lugatı, Cilt 1 A-E, Simurg, İstanbul. Toparlı, Recep (2003), İkinci Seneye Mahsus Mufassal Yeni Sarf-ı Osmânî, Türk Dil Kurumu Yayınları, Ankara. Türkiyede Halk Ağzından Derleme Sözlüğü (1993), C. II-B, XI-U-Z, Türk Dil Kurumu Yayınları, Ankara. Yüce, Nuri (1988), Mukaddimetü’l-Edeb Hvārizm Türkçesi ile Tercümeli Şuşter ˘ İndeks, Türk Dil Kurumu Yayınları, Nüshası, Giriş, Dil Özellikleri, Metin, Ankara. 286 1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u POPÜLER KÜLTÜR VE FİLM TURİZMİ POPULAR CULTURE AND FILM TOURISM Dilek YEŞİLTUNA* ÖZET Popüler kültür, farklı zaman ve mekan etkileşimi sürecinde, gündelik yaşamın üretkenliğini ve esnekliğini içeren dinamiklerde gelişen bir kültür olmaktadır. Dolayısıyla, popüler beğeniler de metinler ile gündelik yaşamın getirdiği dayanışmalar, gereksinimler zorlamaların etkileşim yapıları temelinde biçimlenmektedir. Popüler kültürün en karakteristik özelliği, endüstriyel olarak üretip toplumsal dolaşıma sunduğu metaların, çeşitli ve çelişkili anlamlarını sürekli yenilemesidir. Günümüzde popüler kültür pazarının arz ve talep yapısının sürekli büyümektedir. Ulaşım, iletişim ve bilişim teknolojilerindeki gelişmelerin yanında popüler kültür ürünlerinin üretim, ürün, dağıtım ve tüketim sürecinde hakim olan esneklik, onların küresel boyutta dolaşımını hızlandırmıştır. Buna bağlı olarak insanların beğenileri ve tercihleri de çeşitlenmiştir. Diğer yandan zaman ve mekanın örgütlenme ve düzenlenmesinin değişimine bağlı olarak insanların yaşam alışkanlıkları da değişmeye başlamıştır. Bu çalışmada, boş zaman etkinlikler içinde son yıllarda giderek artan film, dizi film gibi kültürel ürün tüketiminin, insanların seyahat tercihleri üzerindeki etkileri ele alınacaktır. Bu temelde destinasyon pazarlamasında bir strateji olarak gelişen film turizminin genel yapısı içinde Nevşehir’in konumu incelenecek ve öneriler getirilecektir. Anahtar Kelimeler: Popüler Kültür, Film Turizmi, Destinasyon, Pazarlama Teknikleri, Boş Zaman, Esnekleşme. * Doç. Dr., Ege Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Sosyoloji Bölümü, e-posta: dilekyesiltuna@superonline.com 1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u 287 Dilek YEŞİLTUNA ABSTRACT Popular culture has been a culture which develops in dynamics that contain productivity and flexibility of daily life in the process of interactions between different time and space. Therefore, popular likes have been shaped by the structures of interactions between texts and daily life that include cooperation, requirements and force. The basic characteristic of popular culture is that it constantly renews the meta it produces industrially and presents to the social circulation. Today the structure of offer-demand of market of popular culture has been continuously growing. Flexibility, which is predominant in both developments in transportation, communication, information technologies and in the process of the production, distribution and consumption, has made their spread at global level faster. As a result, people’s likes and preferences have varied. On the other hand, in parallel with the change in organization and arrangement of time and space people’s tendencies in life have started to change. In this study the impact of consumption of cultural products, which has been increasing gradually in recent years as free time activities, such as films, soap operas, on people’s preferences of travelling will be discussed. In this context Nevşehir’s position will be examined in film tourism’s general structure which has developed as a strategy in destination marketing and suggestions will be stated. Key Words: Popular Culture, Film Tourism, Destination, Marketing Techniques, Free Time, Flexibility. 1. Giriş Günümüzde insanlar ve kültürler arasında iletişim ve etkileşim olanaklarının her geçen gün hızını ve yoğunluğunu arttırdığı bir dünyada yaşamaktayız. Küreselleşme kavramında ifadesini bulan bu durum, giderek yaşamın her alanını kuşatmaktadır. Bu süreç iletişim ve bilişim teknolojilerinin gelişerek endüstrileşmesinin sonucu olup, turizm alanına da yansımaktadır.Turizm günümüzde, insanların uluslar arası hareketlerini ve mal ve hizmetlerde geniş harcamaları içeren küresel bir endüstri olarak kabul ed ilmektedir(Faulkner,Walmsley:1998,92). Bu hızlı değişim ve dönüşümün temel sorunsalı, hemen her konuda olduğu gibi turizm alanında da “neyin nasıl, ne düzeyde ve ne yönde bir dönüşüm değişim eğilimi taşıdığını” tanımlamak olmaktadır. Bu alanda saptanan her temaya verilen cevaplar, çok çeşitlilik göstermekle birlikte, değişmeyen tek şeyin, gelişmenin ya- 288 1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u Popüler Kültür ve Film Turizmi rattığı olanakların, bazı kayıpları da beraberinde getirmekte olduğunun farkındalığıdır. Nitekim, bu çalışmada değerlendirilen turizm, film endüstrisi temelinde yeniden yapılanma süreci içindedir ve sektörün baş aktörü olan turist, de toplumsal değişme sürecinin bu dinamiklerine bağlı olarak değişmektedir. Bu bağlamda, küreselleşmeye bir alt yapı kuran bilgi iletişim teknolojileri ve onların uzantılarındaki medya sektörü, turizm alanındaki hem bireysel hem kurumsal, tüm aktörlerin ilişki ve etkileşim süreçlerini her yönüyle esnekleştirmektedir. Diğer bir deyişle esnekleşen bir turizm sektörünün, sunduğu hizmet olanakları ve bu olanaklar içinde tüketim süreçleri de küresel boyuta esnekleşmektedir. Bu nedenle son yıllarda tüm ülkelerde sürdürülebilir turizm kapsamında; turizmin değişen yapısı hem akademinin hem de sektörün temel çalışma alanlarından birini oluşturmaktadır. Bu çalışmada; küresel popüler kültürün yerel etkileri bağlamında filme dayalı turizmin genel özelliklerini saptanmaya çalışılarak, ülkemizin turizm sektörünün gelişmesine olan katkısı, eleştirel bir bağlamda irdelenmeye çalışılacaktır. Turizm destinasyonlarının, çeşitli yol ve yöntemler kullanılarak filmlerde yer alan temsilleri aracılığıyla popüler kültüre dahil edilmeleri hususu tartışılacaktır. 2. Bir Popüler Kültür Aracı Olan Filmlerde Destinasyonların Temsili Turistik destinasyonların pazarlanmasında filmler popüler kültürün önemli bir bileşenidir. Hatta filmler bir pazarlama iletişimi haline gelebilmekte, bir çok turizm merkezi bu bağlamda turist hacmini arttırabilmektedir. Örn. Bir yörenin tarihi, tarihi bir filmin konusu olabilmekte ya da tarihi mekan filmin çekim mekanı olarak benimsenebilmekte ve popülerleştirilebilmektedir.Nitekim gerek yurt içinde gerekse yurt dışında yapılan çalışmalar, filmlerin konu ettiği ülkelerde ve kentlerde turizm hareketini arttırdığını ortaya koymaktadır(Yılmaz,Yolal:2008,181;Hudson,Ritchie:2006,389).Bu temelde, popüler televizyon dizilerinden Asmalı Konak da Nevşehir’e olan turizm hareketini etkilemiştir. Popüler kültür, kısaca bir toplumda yaygın biçimde paylaşılan, inançlar, pratikler ve nesnelere işaret etmektedir (Mutlu: 1994,181). Bu alanda çalışan araştırmacılar açısından şu an neyi işaret ettiği konusunda bir uzlaşma söz konusu iken, onun kaynağının ne olduğu; nasıl konumlandığı noktalarında farklılıklar bulunmaktadır. Temelde bu durumda insanların kültürü 1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u 289 Dilek YEŞİLTUNA nasıl tanımladığına bağlantılı olmaktadır. Amaç ne olursa olsun üretilen ya da yaratılan bu kültür kısa zamanda piyasalaşmaktadır.Gelişmiş bir ülke kültürü, kent kültürü olarak tüketime açılmaktadır. Modern şu anın kent kültürü olarak algılanması elektronik kitle iletişim araçları ve internet olanaklarıyla yaygınlaşmasından kaynaklanmaktadır. Kültürel çalışma alanının da konusudur. Bu temelde kültürel çalışmalar, sürekli değişen tarihsel ve siyasal koşullara uyum sağladığı için her zaman göz önünde bulundurulan bir alan olmuş ve çoğu zaman tartışma, anlaşmazlık ve müdahale ile biçimlenmiştir (Storey: 2000, 9). Oysa, kültürü, tarihsel olarak belirlenmiş bir grup, topluluk ya da sınıfın kendi maddi ve sosyal varlığını yaratma, yeniden üretme ve geliştirme biçimi yolu olarak tanımlamak mümkündür. Söz konusu yaratım süreci sadece maddi üretim biçimini ve ilişkilerini içermez. O aynı zamanda bilinçli ya da bilinçsiz tüm inançları, değerleri, tutum davranış v.b. alışkanlıkları da içermektedir. Aynı zamanda kültür yaratımı ve yaratılanı paylaşım süreci herkesi, her grubu, sınıfı vb. eşit kılmayan bir süreç olmaktadır (Alemdar, Erdoğan: 1994,171). Bu temelde ortaya çıkan kültürel üretimler, onları yeniden üretenler çeşitli şekillerde farklılaştırmakta ya da farklılaştırılmakta, böylece kültürel konumları belirlenebilmektedir. Birçok heterojen toplumda, çeşitli gruplar ya da topluluklar arasında yaşanan, kaynakların kullanımı ve iktidar konularındaki savaşımlar ekonomik ve siyasal alanla sınırlı kalmamakta, kültürel konuları da kapsayabilmektedir. Nitekim uzun süren kültürel savaşın alanlarından birini, yüksek (seçkin) kültürün temsilcilerini, yoksul yada varsıl olsun son yılların esas olarak kitle medyasınca ve diğer tüketim malları sanayince üretilmekte olan popüler kültürün üyesi olan toplumun büyük bir bölümüyle karşı karşıya getiren savaşım oluşturmuştur (Gans: 2005, 19). Frankfurt okulu temsilcilerinden Adorno’da yüksek sanat, sanayi ürünü olan sanat ayrımında, pazara yönelik ürünleri, kültür endüstrisinin ürünü olarak gördüğü popüler kültürü eleştirmiştir (Horkheimer, Adorno: 1996, 14-26). Mc Luhan’ın olaylara bir kültür aracılığıyla bakmanın en açık yolunun o kültürün konuşma araçlarını gözlemek olduğu görüşünü benimsediğini belirten Postman, söz konusu araçların kültürün şekillenmesinde başat bir etki yaptığını kabul etmektedir. Dolayısıyla, kültürün her iletişim aracıyla yeni baştan yaratıldığını belirtir. Böylece her epistemoloji, medyanın gelişmesinin bir evresinin epistemolojisi olmaktadır. Televizyonun insanlara 290 1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u Popüler Kültür ve Film Turizmi en yararlı hizmeti ona göre, saçma sapan eğlence programları yayınladığı zaman, en kötü hizmeti ise ciddi söylem alanlarını (haber, politika, din, eğitim, politika vb.) birleştirip onları eğlence paketlerine dönüştürdüğü zaman vermektedir (Postman: 1994, 18-173). Kitle iletişim araçlarıyla doğrudan organik bir bağı olan popüler kültür konusundaki eleştiriler belli temalarda toplanabilmektedir (Gans: 2005,43-68). - Popüler kültür yaratmanın olumsuz özelliği: Bu konudaki eleştiri, birbiriyle bağlantılı üç saptamaya dayanmaktadır. Onlar sırasıyla kitle kültürünün kâr amacıyla kurulmuş bir endüstri olduğu; söz konusu endüstrinin karını artırmak için bir kitle izleyicisi oluşturacak, homojen ve standartlaşmış ürünler yaratması gerektiği ve bu süreçte de potansiyel yaratıcı bireyleri kendi beceri ve değerlerini ortaya koymada engellediğidir. - Yüksek kültür üzerindeki olumsuz etkileri: Popüler kültürün yüksek kültür açısından eleştirisi de iki kabulden kaynaklanmaktadır. İlki, popüler kültürün yüksek kültür içeriğinden alıntı yapmasıyla onu sıradanlaştırması ve basitleştirmesi; ikincisi, popüler kültürün ekonomik teşvikler sağlayarak, yüksek kültürün potansiyel yaratıcılarını baştan çıkararak, yetenek kaynağını tüketmesidir. - Popüler kültürünün izleyicileri üzerindeki olumsuz etkileri: Bu konudaki eleştirileri birkaç noktada özetlemek mümkündür. Popüler kültür, sahte hazlar yarattığı için duygusal açıdan yıkıcıdır; izleyiciye hayali bir dünyaya ilişkin içerik sunarak, gerçek hayattan onları kopartan ve gerçeklikle baş etme yeteneklerini zayıflatan bir kültür olması nedeniyle zihinsel olarak yıkıcıdır; bu süreçte insanların yüksek kültüre katılma olanaklarını azaltarak kültürel olarak da yıkıcı olmaktadır. - Toplum üzerindeki olumsuz etkileri: Popüler kültürün topluma olan olumsuz etkileri iki temel eleştiriye dayanmaktadır. İlki, popüler kültürün yaygınlaşarak, toplumun bütünündeki beğeni düzeyini düşürerek, genel olarak kalitesini zayıflatmasıdır. İkincisi de, kitle iletişim araçlarının insanları uyuşturarak, atomize ederek edilgen bir izleyici kitlesi yaratarak totaliter rejimlere zemin hazırlamasıdır. Bu bağlamdaki tartışmasında Gans, söz konusu iki kültürün ekonomik kurumlar olarak farklılıklarının iddia edildiğinden çok daha az olduğunu ileri sürmektedir. Onun temel dayanaklarını da kısaca şu şekilde özetlemek mümkündür: 1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u 291 Dilek YEŞİLTUNA - Her iki kültür de Pazar ile ilişkilerinde benzer kaygılara sahiptir. - İki kültürün de belli sanat alanlarında tür farklılıkları (Örneğin; Sinema) bulunmaktadır. - Popüler kültür yaratıcısı da, tıpkı yüksek kültür yaratıcısı gibi kendi değer ve beğenilerini ifade etmek istemektedir. Buna karşın önem verdiği izleyici konusundaki farklılık, yüksek kültürdeki yaratıcı – izleyici uçurumunu küçültmektedir. Çünkü onun izleyici kitlesi daha küçük, homojen ve çoğunlukla yaratıcısıyla aynı sınıfsal kökene dayanmaktadır. Dolayısıyla kendi izleyicisine ulaşma çabalarında onlar benzemektedirler. - Yüksek kültür ürün yaratıcıları da artık yalnızca manevi kazançlarla yetinmemektedirler. Onların artan maddi beklentileri de, popüler kültürü ortadan kaldırarak değil, gelirlerini arttırarak karşılanabilecektir. Bunun için de, devletin bazı kültürel etkileri vergilendirip, bazılarını kamu yararı için desteklemesi gerekmektedir. - İzleyici üzerinde olumsuz etkiler de onu daha çok ve yoğun kullanan yoksul, sürekli stres altındaki güven duygusu düşük insanlar için geçerlidir. Fakat insanların çoğu soyutlamış atomlar gibi olmadıkları, aile arkadaş grupları gibi toplumsal grupların üyeleri olmaları anlamında, etkileşim kaynakları çeşitlendiğinden popüler kültürün temel dayanağı olan medya iddia edildiği kadar etkili değildir. Dolayısıyla, olası olumsuzluklar toplumun yapısında içerilen olumsuz koşulların etkileşimlerinin bir sonucu olmaktadır. Günümüz medya ve iletişim alt yapısı olanakları içinde dolaşım kazanan popüler turizm kültürü, Türkiye’deki ve dünyadaki kültür turizminin ana bileşeni olmaktadır. Küresel dönemin kültürü olan postmodern tüketim kültürü içinde yer alan popüler kültür de, tüketim toplumunun nesnel gerçekliğinin tüketim söylemidir. Bu nedenle turizm varlıklarının simgesel özelliklerinin tüketim göstergeleri biçiminde hazırlanmaları kaçınılmaz bir hal almaktadır. Bir destinasyon pazarlama tekniği olarak,filmlere ürün yerleştirme ve filme dayalı turizmin gelişmesi, böylesi bir tüketim kültürünün önemli bir bileşeni olmaktadır. Kısaca, destinasyon pazarlamasını turizme konu olan yerin potansiyel turist kitlesine yönelik olarak etkinliğinin, verimliliğinin artırılmasını sağlamak amacıyla gerçekleştirilen faaliyetler olarak tanımlamak mümkündür.Bu faaliyetler filmler temelinde çeşitli şekillerde gerçekleştirilirken farklı metaforlar, imgeler, yörenin doğasıyla tam uymayan mitler yüklenebilmektedir. 292 1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u Popüler Kültür ve Film Turizmi Filmin anlatı retoriği içinde mekan dizinsel ve zaman dizinsel olarak kolaj ve pastij özelliklerinin yer alması kaçınılmaz olabilmektedir. Turistin kendisine ait olmayan bu mekanlarla bir aidiyet ilişkisi kurabilmesi çerçevesinde tasarımlardan yararlanılmaktadır. Bu ilişki, yaratılan popüler kültür imajlarından ayrı olmayan, değişik biçimlerde hazırlanmış versiyonları ve kopyalarıdır. Bu anlamda filmlerdeki turistik mekan temsilleri, bir yandan tarihsel ve yerel kültürel fiziksel özelliklerden, toplumsal bellekten yararlanmakta diğer yandan üretilmiş bir endüstriel kültür olarak kolay tüketilebilecek bir tüketim metasına dönüştürülmektedir. Filmlerde turistik mekanlara yüklenen yerellikler, doğal, tarihsel, kültürel özellikler, popüler kültürün imajları birlikteliğiyle sürekli bir arz talep dengesi temelinde eşleştirilmektedir. Tüketiciler açısından, filmlerde temsil edilen turizm destinasyonlarının şu an ve otantizm ile tutarlı gözüken bir bağlantı kurulduğu durumlarda, yerel ile kurulabilecek aidiyet ile ilgili duyum eşiği aşılmış olmaktadır. ancak bu durumda yerel kültürlerin içeriği, anlamı dönüştürülerek içi boşaltılmaktadır. Yine de turistleri beldeye ya da yöreye çekebilecek bir yerellik dekoruyla, film temsilleri aslının yerine geçebilmektedir. Böylelikle film endüstrisi aracılığıyla turizm sektörü canlanabilirse de merkezin gözünden öteki kültürler, yerel kültürler olarak metalaşabilmektedir. Bu anlamda turizm yereli ya da merkezin dışında kalmış küresel dünyanın öteki turizm mekanlarını devşirerek sektöre eklemlerken, hem yeniden tasarlamakta hem de yeniden üretim yaparak ötekine tüketim nesnesi olarak ilgi yaratmaktadır. Bu durum belirli bir süre turizmi canlandırıyor gibi gözükse de ya da gerçekte canlandırmış olsa da, sürdürülebilirliğin önündeki en büyük engellerden biri olmaktadır. bu nedenle popüler turizm kültürü diğer popüler kültürlerden farklı olmamaktadır. Kültür endüstrisinin homojenleştirme hedefine gereğinden fazla odaklanmış görülebilen Adorno’nun sözde bireysellik ile bireysellik, eğlence ile mutluluk, uyumluluk ile özgürlük, sözde eylem ile eylem aldatıcı ötekilik ile özdeş olmayan ötekilik arasındaki farka dikkat çeken analizi, günümüz koşullarında da farklılıklara rağmen, geçerliliğini korumaktadır (Bernstein: 2007, 41) Dolayısıyla günümüzde, küresel boyutta kendi koşullarını yaratan neoliberizmin ekonomik sosyal, siyasal, kültürel özellikleri dikkate alındığında, popüler kültürün dinamiklerinin giderek keskinleştiğini söylemek mümkündür. 1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u 293 Dilek YEŞİLTUNA Fisk geç kapitalizm olarak nitelendirdiği dönemin Pazar ekonomisinin ayırt edici özelliğinin, hiç kimsenin istese de kaçmasının olanaklı olmadığı, metotlar olduğunu vurgulamaktadır. Bunlar, temel ihtiyaç maddelerinden, televizyon programları gibi maddi olmayan ürünleri içerecek biçimde geniş bir alanı kaplamaktadır. Böylece, maddi anlamda somut bir ihtiyaca cevap verebildikleri gibi kültürel anlamda tüm metalar tüketiciler tarafından toplumsal kimliğin ve toplumsal ilişkilerin anlamlarını oluşturmada kullanılabilmektedirler. Dolayısıyla insanlar kapitalizmi metaları aracılığıyla yaşamakta, böylece onu geçerli kılıp güçlendirmektedir (Fisk: 1999, 22-27). Dolayısıyla bir popüler kültürün en önemli ürünü kültürel ürün pazarına sunduğu ürünleri tüketen ve tüketirken toplumsal kimliğini ve ilişkilerini düzenleyen anlamları oluşturan, küreselleştirmiş medya izleyicisi olmaktadır. Böylesi bir süreçte medya izleyicilerinin kültürel ürünler karşısındaki konumları farklılık gösterebilmektedir. Söz konusu farklılıklar da, ürünlerin insanların gündelik yaşamlarında nasıl yer alacaklarını ve mevcut kültürlerinin üretimlerini nasıl etkileyeceğini ortaya koyabilmektedir. Nitekim popüler kültürün temelini de varlığının önkoşulu durumundaki üretilenin tüketilme yapısı oluşturmaktadır. Bir başka deyişle, herkesin potansiyel tüketici kılındığı koşullarda, tüketici tavrı ve davranışı özel bir öneme sahip olmaktadır. Çünkü bazı kültürel ürünler popüler kültürü üretecek, güçlendirecek şekilde seçilip tüketilebilirken bazıları reddedilebilmektedir. Hall, günümüzde modern iletişim araçlarının, toplumsal, siyasal ve ekonomik alanın tanımlanması ve inşası alanının giderek önemi artan bir parçası haline gelerek, kültürel alana hükmettiklerini belirlemektedir (Hall: 2002, 107). Yeni iletişim endüstrisi, gelişmekte olan ekonomik düzene, bir taraftan sistemin işlemesini sağlayan enformasyon ve imgeleri dolaşıma sokmada kilit bir rol oynayarak, diğer taraftan eğlence endüstrisiyle birlikte daha genel olarak tüketimin sunduğu yeni zevklerin tanıtımı yaparak, iki düzeyde hizmet etmektedir (Nurdock: 1994, 368). Böylece kültür endüstrisi, eleştirisiz bir uzlaşı satmakta dünyanın (kendi yarattığı) reklamını yapmakta ve her bir ürünü de kendi kendinin reklamı olmaktadır (Adorno: 2007, 111) Küreselleşme konusundaki tartışmaların ana konularından birini küresel Pazar ve bu pazarın oluşturucularından olan ona yönelik üretim yapan ve ondan kâr sağlayan çok uluslu şirketler olmaktadır. Bu pazarda yer alan filmler, kitaplar ve diğer kültürel mallar ve hizmetler, karmaşık ve küresel bir ticaret akış yapısı oluşturacak şekilde hareket etmektedir (Yeşiltuna: 2006, 294 1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u Popüler Kültür ve Film Turizmi 486). Söz konusu kültürel ürünler, doğrudan kültürel içerikle birleşen “ana” ürünler ile onların üretimi dağıtımı vb. sağlayan “yan” ürünlerden oluşmaktadır (Unesco: 2005, 14). Örneğin bir filmin kayıtlı olduğu DVD bir ‘ana’ kültürel ürün olurken, boş bir DVD ‘yan’ kültürel ürün olmaktadır. Böylesi küresel boyutta dolaşıma sokulan kültürel ürünlerin, insanlar tarafından alımlanma sürecinde Hall, hegomonik, uzlaşımcı,ve muhalif olmak üzere üç konumdan söz etmektedir (Maigret: 2011,191).Dolayısıyla her izleyici bireyin ya da grubun,herhangi bir mesajı çözümlemesi, yorumlaması ve bu temelde mevcut kültürü ile aidiyet kurması farklılaşabilmektedir.Bu bağlamda simgesel ürünler olarak tanımlanabilen (Thompson:1990,218), kültürel ürünler ya da mallar ile, alımlayıcı konumundaki tüketicinin tutumu, hem toplumsal kimlik hem de toplumsal bellek açısından çok önemli olmaktadır. Toplumsal kimlik olarak tanımlanan sosyal aidiat bilinci, ortak bir simgesel sistemin kullanımı ile ulaşılan ortak ilgi ve belleğe katılıma dayanmaktadır. Burada ortaklığı belli eden her şey gelenekler, danslar, giysiler, yeme-içme, resimler, yol işaretleri ve benzeri gösterge olabilmektedir. Dolayısıyla dilin araçsallığı değil, simgelerin işlevi ve gösterge yapısı önemli olmaktadır. Simgelerle gösterilen söz konusu ortaklığın tamamı, kültürel sisteme karşılık gelmektedir. Günlük yaşamın birçok alanında taklide dayalı alışkanlıklara dayanan davranışlar, insanları çevreleyen ve bir anlamda onların yansıması olan eşyalar ve her bireyin diğerleri ile etkileşimleri temelinde geliştirdikleri dil ve iletişim becerilerinin belli bir bütünsellik içinde buluştuğu alan bellek olmaktadır (Assmann: 2001,25,139). Turizmde mekanların tüketilmesinde, her mekanın psişik boyutta simgesel bir değeri bulunmaktadır. Küresel kapitalist ilişkiler içinde mekan tüketimi salt nesnel bir gerçekliğe karşılık gelmez, simgesel ve göstergesel bir anlamı ve boyutu içermektedir. Medyada temsil edilen çeşitli turistik mekanların simgeleri söz konusu filmler, reklamlar, vb. aracılığıyla dolaşıma girmektedir. Simgesel ürünlerin dolaşımını sağlamada merkezi bir konuma sahip olan kitle iletişim araçlarının küreselleşme süreci içindeki konumu, onun sembolik anlam inşa sürecindeki gücüne bağlı olarak belirlenmektedir (Tomlinson: 2004,37). Aynı şekilde popüler kültürün üretilmesindeki konumu da, insanların kültürel deneyimlerinde kitle iletişim araçlarına alternatif oluşturacak deneyim kaynaklarının gücüne ya da zayıflığına dayanmaktadır. 1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u 295 Dilek YEŞİLTUNA İletişim araçlarının küresel çapta birbirleriyle bağlantılı hale geldiği ve küresel bir pazar mantığıyla yaşamın her alanını kuşatması, onları temel bir güç haline getirmektedir. Nitekim araştırmalar, kitle iletişim kültürünün, davranış ve inanışları biçimlendirmede, kültürel ve artistik konularda estetik zevkleri belirlemede, toplum düzenini yenileştirmede ya da korumada ve tüm bunlarla bireysel, grupsal ve uluslararası yaşamın düzenlenmesinde ya da bozulmasında önemli bir rol oynama gücüne sahip olduğunu göstermektedir (Real:1977,14). Bu bağlamda küresel kitle iletişim şirketleri etki alanını genişlettikçe popüler beğenilerin daha tek tipleştirici bir eğilim yarattıklarına inanılmaktadır (Chaney: 2008,317). Diğer yandan, küreselleşmenin içerdiği çok yönlü hareketlilik, sadece maddi ürün ve mallar ile bilgi ürünü ve malların değil, insan akışına dayalı hareketliliği de kapsamaktadır. Bu hareketlilik çalışma yaşamıyla ilişkili olduğu kadar boş zaman uğraşlarıyla da ilişkili olmaktadır. Günümüzde, böylesi hareketlilikler sıradanlaşmıştır. Ayrıca, günümüzde dünyayı hareket etmeden de görmek mümkün olmaktadır. Artık, dünya biz neredeysek oraya gelebilmektedir. Hareketlilik beraberinde yüz yüzeliği de getirebilmektedir. Böylesi küresel karşılaşmalar ve etkileşimler, yeni yaratıcı kültürel biçimler ve repertuarlar üretmektedir. Kültürlerin birbirleriyle karşılaşmaları gerilim ve sürtüşmede yaratabilmektedir (Robins: 2008, 287-289). Kısaca kitle iletişim vasıtasıyla edindiğimiz deneyimler olarak (Tomlinson: 2004,216) dolayımlı deneyimlerimizin temeli olma anlamında, filmlerin öneminin ve gücünün artması, bu alanı küresel bazda bir mücadele ve rekabet alanı haline getirmektedir. Çünkü kısa ya da uzun metrajlı ya da konulu filmler, dizi filmler, belgeseller v.b. gerek mali gerekse sosyal ve kültürel sermaye açısından önemli popüler ürünler olmaktadır. 3. Film Turizmi Teknolojilerindeki gelişmeler ve onların endüstri ve hizmetler sektöründe yer almaları, hem istihdamda daralma yaratmakta hem de çalışanların boş zaman/serbest zaman aktivitelerine daha çok zaman ayırmaktadır. Medya tüketimi bu süreç içinde giderek artmakta ve önemli bir boş zaman etkinliği olarak gündelik yaşamda yerini almaktadır.Popüler medyaya dayalı turizm, günümüz dünyasında hem gelişmiş hem de gelişmekte ola ülkeleri içerecek şekilde birçok ülkede gelişmektedir(Iwashita:2008,140). Gerek destinasyonların web sitelerine yerleştirilen görüntüsel materyalleri 296 1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u Popüler Kültür ve Film Turizmi ve tanıtım filmleri, gerekse sinema gibi bir başka kitle iletişim alanında yer alan reklam filmleri veya herhangi bir filmin içine yerleştirilmiş gerçek ya da simgesel mekan temsilleri aracılığıyla, turizm alanları turistlerin gündemine düşmekte ve bir pazarlama stratejisi içinde tüketicilerine sunulmaktadır.Böylece izleyiciye pasif film izleyicisi konumundan aktif rekreasyonistliğe doğru ilerleme olanağı sunulmaktadır Beton:2009,238). Destinasyonların geleneksel pazarlama tekniklerine ek olarak geliştirilen film ve benzeri simgesel ürünler içinde özel olarak ürün yerleştirme alanı, günümüzün tüketim kültürü içinde önemli olarak görülen boş zaman ve turizm sektörü içinde gelişme kaydeden önemli bir pazarlama tekniği olarak yerini almaktadır.Bu nedenle, boş zaman ve turizm çalışmalarında ‘filme dayalı turizm’, ‘sinemaya dayalı turizm’, ‘teleturizm’, ‘film turizmi’, ‘medya turizmi’,’sembolik hac’, ‘kült coğrafya’, sinematik turizm’ gibi çok çeşitli terimlerle karşılaşılabilmektedir(Karpovich:2010, 10-11). Bu durum da sözkonusu alanın çok yönlü bir söylemi geliştirdiğini göstermektedir. Böylesi söylem çeşitliliğine dayalı filme dayalı turizm de, son yıllarda turizm endüstrisinin hızlı büyüyen sektörlerinden biri olmaktadır. Tüketiciler için, gündelik yaşamın içerdiği tüm etkinlikler zaman içinde çeşitlenmiş olmakla birlikte, hepsi çalışma yaşamıyla ilişkili olarak düzenlenmektedir. Bu düzenlenişte insanların oluşturdukları birlikteliklerin farklılaşması, değişen günlük etkinlikler karşısındaki konumlarının farklılaşmasının da ifadesi olmaktadır. Dolayısıyla, kısaca çalışma yaşamı dışında kalan boş zaman yaşamını insanlar, içinde yer aldıkları doğal ve toplumsal yaşamın içerdiği koşullar temelinde, onlarla etkileşim içinde yaşamaktadır. Bu temelde boş zaman aslında çalışmayı, çalışmanın varlığını vurgulamaktadır (Dumazadier:1974,15). Bu nedenle serbest zamanı anlamlandıran, çalışma zamanı olmaktadır. Günümüz tüketim toplumunun en ileri sektöründe “tamamen donanımlı” zaman blokları satılmaktadır. Bunların her biri, çeşitli mal ve hizmetleri bir araya getirerek bütünleştirilmiş bir ürün olarak pazara sunulmaktadır. Bu şekildeki zaman hem dar anlamıyla imajların tüketim zamanı hem de genel anlamıyla zamanın tüketiminin imajı olarak, gösteri zamanı olmaktadır. (Debord:1996,86) Kültürel her alanın metalaştığı, pazara konu olduğu, kimine göre gösteri toplumu, kimine göre tüketim toplumu olarak tanımlanan günümüz top- 1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u 297 Dilek YEŞİLTUNA lumunda popüler kültür etkinliklerinin gerçekleştirildiği zamanlar, serbest zamanlar olmaktadır. İletişim ve bilişim teknolojisindeki ve ulaşım olanaklarındaki gelişmeler, popüler etkinlikleri yaygınlaştırdığı gibi, onları küresel pazarın önemli bir parçası haline getirmektedir. Özellikle, küresel bir kültürel meta haline gelmiş filmler, insanlar tarafından her koşulda tüketilebilir olmuştur. Böylece her tür film sinemada, televizyonda, CD, VCD, kaset kullanarak ya da bilgisayar ya da cep telefonunda internet üzerinden izlenebilmekte, tüketilebilmektedir. Bu nedenle filmler, günümüz örgütlü zamanın ve tüketiminin yaygın toplumsal imajı olan eğlence ve tatil etkinliğinde gerçek yaşam anlarının temsili olmaktadır. Stacey yaptığı bir çalışmasında filmleri üç söylem üzerinden değerlendirmektedir (aktaran Strorey: 2000, 82-86). Bunlar gerçeklerden kaçış, özdeşleştirme ve tüketicilik şeklinde sıralanmaktadır. Stacey, analizini kadın inleyiciler üzerinden yapmasına karşın, onlar tüm izleyiciler için uyarlanabilir niteliktedir. Şöyle ki: Gerçeklerden kaçış, çok boyutlu bir karakter ortaya koymaktadır. Burada, izleyicilerin yaşadığı problemler ile eğlence metinleri ya da pratiklerinde yer alan çözümleri arasında karşıtlıklar saptanmaktadır. Örneğin kıtlık, bitkinlik, iç karartıcılık, manipülasyon ve parçalanma şeklindeki problemler, filmlerin metinsel çözümlerinde bolluk, enerji, yoğunluk, şeffaflık ve birliktelik şeklinde ortaya çıkmaktadır. Ayrıca, sinemadan alınan zevkin, sinema metninden alınan görsel zevkten fazla olduğu ifade edilmektedir. O, film yıldızlarının şaşasının çekiciliği ve diğer daha az belirgin zevkler, film gösterimine girme ritüelinden, paylaşılan ortak deneyiminden, izleyicinin birlikteliğinden ve sinema salonunun lüksünden kaynaklanmaktadır. Ayrıca, alınan her keyif diğerlerini desteklemekte ve güvenceye almaktadır. İkinci söylem olan “özdeşleştirme” film yıldızları ile izleyiciler ve mesajın sinemasal tarzı aracılığıyla izleyici kimliğini oluşturma süreci arasındaki geçici bir değişkenliğe işaret etmektedir. Söz konusu geçici değişkenlik çoğunlukla benzerlik (kendisi ile oyuncu arasında) duygusu aracılığıyla harekete geçirilmektedir. Diğer taraftan izleyicinin arzularının tatmin edildiği dünyaya götürdüğü için de farklılığa değer verebilmektedir. Böylesi bir özdeşleştirme, çoğunlukla film yıldızlarının hareketlerinden, görüntüsüne, taklit etme pratiklerinde somutlaşarak farklı bir aşamaya taşınabilmektedir. Üçüncü ve son söylem de tüketim alanı olmaktadır. Bu alan, sömürme ve hakimiyet altına alma alanı olduğu kadar, uzlaşmalı anlamların, direnişin 298 1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u Popüler Kültür ve Film Turizmi ve iç etmenin alanı da olabilmektedir. Burada önemli bir nokta olarak, farklı yerlerdeki farklı izleyicilerin tüketim pratikleri ile tüketim söylemi arasında oluşacak olan etkileşimin yapısı olmaktadır. Çünkü, film yıldızlarının ve diğer ürünlerin kendi imajının dönüşümü amacıyla, izleyici tüketimi egemen kültürün gereksinimlerinden çok daha fazla şey üretmektedir. Sennett, tüketim alanını teatral olarak tanımlamaktadır. Çünkü ona göre, satıcı, tıpkı bir oyun yazarı gibi, tüketicinin satın alması için inanmayışın isteyerek askıya alınmasını amaçlamaktadır. Günümüzde tüketilen malların büyüklüğü ve çokluğundan hareketle seyirci-izleyici tüketicinin tüketme tutkusu, sunulan eşyanın kendisine dair anlayışını değiştirmesi açısından dramatik bir güce sahip görünmektedir (Sennett: 2009, 113). Böylesi bir güce sahip olan tüketim olgusunun, yer aldığı çağdaş tüketim kültüründe, Featherstone, önemli olanın birbirine alternatif görünen şıklar arasında seçim yapmak değil, onların bir araya getirilmesi olduğunu belirtmektedir. Ona göre, önceki dönemin merkezileştirici kültürel eğilimi, günümüzde yerini merkezsizleştirmeye ve yerel, bölgesel ve alt kültürel farklılıkların tanımına bırakmıştır. Böylesi bir popüler ve özel kültürlerin izini sürmeye eğilimli ve kültürel meselelere ilgi duyan ve artış gösteren bir izler kitle, gelişen kitle iletişim olanaklarıyla, söz konusu kültürlerin işitilmesini sağlamaya istekli çok sayıda kültür aracılarının ortaya çıkmasına yol açmıştır (Fetherstone: 1996, 58, 231). Bu süreçte en önemli sorun, gelişen ve yaygınlaşan kitle iletişim araçlarının yeni coğrafyalar yaratmadaki rolü olmaktadır. Çünkü günümüzde, kitle iletişim araçları aktarım uzanımlarını aşarak yeni “topluluklar” yaratmakta, birbirinden ayrı olabilecek grupları, ortak bir televizyon (ya da sinema vb.) deneyimi etrafında bir araya getirmekte; oranın ve buranın bir karışımını oluşturmaktadır ( Karley, Robins: 1997, 179-181). Böylesi bir deneyim daha önce ifade ettiğimiz gibi, dolayımlı bir deneyim olmaktadır. Bu öylesine bir düzenleme, örgütlülük içermektedir ki, doğrudan deneyimlerimizin de temel referansını oluşturabilmektedir. Aynı zamanda söz konusu dolayımın Pazar ekonomisi içerisinde gerçekleşmesi, çok yönlü bir metalaşmayı da beraberinde getirmektedir. Günlük yaşamdaki metalaştırma sürdükçe, gösterge değerleri, kültür üzerinde egemen olmakta ve tüketici kültürü vasıtasıyla, günlük yaşam metalaştırılmaktadır. Bu, hem modern hem de postmodernin ortak özelliği olan, çok yönlü bir süreç olmaktadır. Buna karşın, sermayenin paraya 1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u 299 Dilek YEŞİLTUNA dönüşmesi süreçlerinin imajın tüketim faaliyetleri ile olan ilgisi ve moda yoluyla tüketimin hızlı devrine olan bağımlılık boyutu, bugünü öncesinden farklı kılmaktadır (Gottdiener: 2005, 212-213). Bu nedenle böylesi hızlı bir devingenlik, insanların hem öznellik ve ilişki biçimlerini hem de doğaya ve başka toplumlara ilişkin estetik yargılarının değişmesinden ve dolayısıyla dünyayı yaşama biçimlerinin dönüşmesinden sorumlu olmaktadır. Giderek insanlar, zamanlarının çoğunda, ya gerçekten devinen ya da çoklu göstergeler ve elektronik imajların yoğun akışkanlığı aracılığıyla, simüle edilmiş devinimi yaşayan turistler haline gelmektedir. Artık gelinen aşamada turizm hiçbir yerde olmamakta aynı zamanda her yerde bulunmaktadır (Urry: 1995, 198-206).Çünkü yaşamın her alanı turizme konu olabilmekte ya da turizm her alanda var olabilmektedir. Devingen etkinliklerin zaman mekan içinde genişletme ve sıkıştırma kapasitesini geliştiren sermaye (Jessop: 2009, 65) kendini yeniden üretmek için işgücü piyasasında “kuralsızlaştırma” ve “esnekleştirme” ilkelerini egemen kılmaktadır. Çalışmanın standartsızlaştırılması, kitlesizleştirilmesi ve sosyal korumanın devletsizleştirilmesi “çalışma”yı yok etmektedir (Gorz: 2001,14). Böylece çalışma zamanı ile boş zamanın sınırları belirsizleşmekte ve her etkinlik, bir başka etkinliğe dönüşebilmektedir. Bir başka deyişle, etkinliklere yüklenen anlamlar, imajların akışkanlığına bağlı olarak kayganlaşmaktadır. Bu çerçevede imaj teknolojileri genellikle gerçekçi anlamda, temsil etme ve referansta bulunma özellikleriyle, dünyanın ve dünya olaylarının bir görünümünü vermektedir (Robins: 1999, 194).Bu nedenle, günümüzde popüler medyanın baskın şekli olarak filmler, özellikle kurgu filmleri, önemli bir imaj kaynağı olmaktadır. Filmler, izleyicilerin ve rekreasyonistlerin taklit etmeyi ya da denemeyi isteyebileceği belirgin aktiviteler sunmanın ötesinde, yerlere karşı güçlü duygusal bağlar yaratma gücüne sahip görünmektedir (Beton: 2008, 230). Bu çerçevede, küresel rekabetin içerdiği pazarlama endüstrisinde ortaya çıkan değişmelerden, turizm pazarlaması da etkilenmiş ve yeni stratejiler geliştirilmiştir. Turizm sanayilerinin geliştirilmesinde ilk adım, olumlu olarak değerlendirilebilecek imajlar ortaya koymak olmaktadır. Bu nedenle imaj yönetimi gelişmekte ve kitle iletişim araçları hedeflenen imajların yaratılmasında ve yayılmasında çok büyük bir rol oynamaktadır. Bu yeni çerçeve içinde kurgusal medya, özellikle uzun metrajlı filmlerin medyası büyümektedir. Kurgusal medya kullanımı, hemen seyahate çıkma imkanı olmayan in- 300 1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u Popüler Kültür ve Film Turizmi sanların ilgilerinin sürdürülmesinde ve farkındalık yaratmada, unutulmaz mesajların verildiği pazardan pay kapmada avantaj sağlamaktadır (Croy, Walker , vd: 2005, 115-133). Günümüzde imaj yönetimi çerçevesinde filmlerde yer alan mekanların etkisine ilgi öylesine artmıştır ki, film sektöründe yerleştirme endüstrisi yaratmıştır. Böylece, hem film hem de turizm endüstrisi gelişmektedir. Film endüstrisi ve birleşik organik imajlar artarak turizmi teşvik edici imajlar yaratmaktadır. Bütün turizm tipleri gibi film turizminin de, filmin potansiyel etkilerinin getirileri, destinasyon ve destinasyon topluluklarının çok etkili ve sürdürülebilir kullanımını gerçekleştirmek için, yönetilmesi gerekmektedir. Onlar, eğer iyi yönetilir ise olumlu etkilere sahip olabilmektedir. Filme dayalı turizmde sorun, destinasyon yöneticilerinin özel olarak neye odaklanmaları gerektiğidir .(Croy: 2010, 21-22) Film turizmini, insanların izleyici olarak filme dayalı deneyimlerinin, turist olma durumları üzerine etkilerini ya da filme dayalı etkinlikleri içeren bir turizm alanı olarak tanımlamak mümkündür. Her geçen gün gelişen film turizmi içinde Tzanelli, dört sinematik turist tipi tanımlamaktadır (Tzanelli: 2007, 3). - İlki Hollywood turist tipi; onlar seyredilen filmlerde sinematik metin içinde var olmaktadır. Onlar tatil zamanı para harcanacak, tüketilecek mekân biçimlerini göstermektedir. - İkinci turist tipi, filmi tüketilen, duyan, sinema izleyicisine karşılık gelmektedir. - Üçüncüsü, turizmi teşvik etmede, filmin potansiyeli olarak işlediğinde, turist endüstrisinin ürünleri yoluyla film mekânlarında yaratılmaktadır. - Dördüncüsü, filmlerde gördüğü yerleri ziyaret eden, etkinlikleri filmden etkilenen kişi olmaktadır. Hudson ve Ritchie’de filmlerde destinasyon yerleştirmeyi konu alan araştırma olmamasına karşın, film turizmi ile ilgili genel olarak artan bir araştırma yapısı olduğuna işaret etmektedir. Onlar, bu araştırmaları dört başlık altında sınıflamaktadır. Bunlar: (Hudson, Ritchie: 2006, 388). - Seyahat kararı üzerine filmin etkisi - Film turistlerinin kendileri üzerine - Film turizminin, ziyaretçi sayıları ve konutları üzerine etkisi - Film turizmi ile ilgili destinasyon pazarlama aktiviteleri olmaktadır. 1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u 301 Dilek YEŞİLTUNA Diğer yandan, hızlı büyüyen bir fenomen olan film turizminin arkasındaki faktörler tanımlamaya yönelik girişim olmadığını belirtmekte ve kendisi bir model önermektedir. Bu modelde film turizmini, diğer faktörlerin merkezine yerleştirmektedir. Başlıklar olarak bu faktörler, destinasyon pazarlama aktiviteleri; destinasyon nitelikleri; film-spesifik faktörler; film komisyon ve hükümet çabaları ve mekan uygunluğu olmaktadır. Busby ve Klug da çalışmalarında, filme dayalı turizmin özelliklerinin ve farklı biçimlerinin kapsamlı bir listesini yapmaktadır (Aktaran, Heitmann: 2010, 33). - Bir film mekânı, kendi başına bir cazibe mekânı olabilir (Filmde tasvir edilmenin bir sonucu olarak ya da öncesinde) - Film turizmi, ana tatilin bir parçası olabilir - Film turizmi ,özel ilginin dışında temel amaç olarak ortaya çıkabilir - Özel sektör tarafından oluşturulabilen film turizm paketlerinde, sadece film öğeleri (resimler, aktörler, doğal senaryo, tarihsel arka plan, hikayesi, sembolik içeriği, insan ilişkileri) sonuç olarak turistik ilgi odağı olmaktadır. - Seyahat programları Nitekim bu konuda hizmet veren bir kuruluşta, film turizmi çalışmalarının geldiği aşamayı ortaya koymaktadır. Söz konusu kuruluşun hizmetleri şu şekilde sıralanmaktadır: (http://www.film.tourism.com) - Konferans sunumları ve endüstri görüşmeleri yoluyla dünya çapında film turizmini teşvik - Filme dayalı potansiyel için film prodüksiyonların ve konulu filmlerin kaynak değerlendirmesi - Destinasyon pazarlama danışmanlığı (film haritaları, ana sayfa özellikleri, klasik promosyon malzemeleri) - Film ile ilgili turizm ürünlerinin geliştirilmesi ve uygulanması - Film mekânlarına turlar düzenleme - Müzeler için ürünler ve film fuarları geliştirme - Mevcut turistik ürünleri bir film ile bağlantılı olarak geliştirmek ve çeşitlendirmek için danışmanlık - Küçük ve büyük ekran için turizm senaryosu geliştirme - Filme dayalı turistlerle Pazar araştırması yapma. Film turizminin genel etkilerine bakıldığında da, böylesi örgütlerin hizmet alanlarıyla son derece bağlantılı olduğu görülmektedir. Genel olarak on- 302 1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u Popüler Kültür ve Film Turizmi lar turizm sayısındaki artış ve sonrasında istihdam ve gelirde artış; turizm altyapısının iyileştirilmesi; turizm ürünlerinin çeşitlendirilmesi, ev sahibitopluluk etkileşimi, kültürel değişme ve çatışma, metalaşma ve özgünlük kaybı, doğal ve kültürel çevre için çoklu kullanım ve çok daha fazlası (Heitmann: 2010, 6). Film turizminin gelişmesine bağlı olarak, gerek yurtiçinde gerekse yurtdışında yapılan araştırma sayısının da arttığı görülmektedir. Tüm bu çalışmalar, belli filmler örneğinde ve ele alınan ülkenin turizminde olası değişmeyi saptamaya yönelik olarak gerçekleştirilmektedir. Sonuçta da, mevcut turizm sektöründe katkıyı daha da arttırmak için filme dayalı turizm alanında neler yapılabileceği tartışılmaktadır. 4. Sonuç Dünyanın gelişmiş bölgelerinin destinasyonları küresel kapitalin dolaşımı ve karlı alanlara akışı gereği olarak, popüler film endüstrilerinde yerlerini alırken, küresel eşitsizlik yeniden üretilmektedir. Hem sermaye hem de bilgi alt yapısı deneyimi, film endüstrisinin gelişmemiş olması nedeniyle, dünyanın daha az gelişmiş alanlarının bu alanda temsil edilmelerinin önünde ciddi ekonomik, kültürel ve sektörel engeller ortaya çıkarmaktadır. Turizm merkezleri, yeni teknolojilerin olanakları çerçevesinde turizmin sürdürülebilirliğinin sağlanması için, daha önce bilinmeyen ya da farkında olunmayan özelliklerin, belirli tüketim kalıplarına dahil edilerek pazara sunulmasını tercih etmektedirler. Ancak bu süreç içinde destinasyon bir ticarileşme mantığı temelinde yönetildiği için, bölgesel ve yerel kimliklerin kaybolma tehlikesiyle karşı karşıya geldiği dikkate alınmalıdır. Özellikle hükümetler, ülkelerinin sahip olduğu doğal, tarihsel ve kültürel zenginlikleri yalnızca ekonomik bir kaynak olarak görmemeli ve onları bu temelde pazarlamamalıdır. Destinasyon yöneten kamu ve özel sektör işbirliği içinde olan kurum ve kuruluşlar, “Turizmde bir bölgesel kimlik” analizi oluşturmaları gerekmektedir. Bu analiz çerçevesinde oluşturulabilecek bir kimlik envanteri ile birlikte, bu kimliğin sürdürülebilinmesi önemli olmaktadır. Böylelikle Türkiye gibi ülkelerde, devletin korumacılığında ya da sürekli bir gözetiminin ışığında sürdürülebilirliğin sağlanması ve turizmin geliştirilmesinde ne şekilde bir stratejinin benimseneceği, nelerin imajının yer alacağı, ne düzeyde değiştirilip ne düzeyde kalıcı olmasının sağlanacağının, önceden tespit edilmesi gerekmektedir. 1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u 303 Dilek YEŞİLTUNA Turizmde politika yapanlar, karar verenler ve yöneticiler, fayda ve maliyeti birlikte göz önüne almak durumundadırlar. Başarının ölçülmesinde, milli parkların, kültürün ziyaretçi sayısı, gelir ölçümü vb. temelinde bir tespit ve değerlendirme gerekmektedir. Fayda maliyet analizinde dengeyi sağlamak için, kabul edilebilir değişimin sınırları, bütüncül koordineli bir yaklaşım içinde kullanılabilir araçların, yani turizm olanaklarının üzerinde geliştirilecek bir planlama ve politikanın oluşturulması gerekmektedir (Ekonomic and Social Commission for Asia and Pocific Bagkok: 2001, 5). Bu bağlamda, doğal ve kültürel varlıkların birlikte gelişmesi ve birbiri ile uyumlu dönüştürebilmesi için sosyo-kültürel çevre ve ekonomi birbirinin ayrılmaz bir parçası haline gelmektedir.Turizm alanlarına uygulanacak Gelişme Modelinde de süreç, örgütlü bir zaman mekanda ortaya çıkan, çok yönlü değişiklikler bağlamında gerçekleşmektedir. Bu nedenle, turizmde ele alınacak kararlarla küresel, ulusal, bölgesel ve yerel bir takım özellikler pazarlanırken, aynı zamanda alt yapının gücü de dikkate alınıp, bütüncül bir turizm politikasının düşünülmesi gerekmektedir. Film turizminde kullanılacak fiziksel çevre öğelerinin, tarihi, sosyal, kültürel yapının ve belleğin, sürdürülebilir turizm politikaları içinde değerlendirilmesi zorunlu olmaktadır.Bu nedenle, turizm geliştirilirken onun toplumsal, kültürel, bireysel ve benzeri çok yönlü etkileri ayrıntılı şekilde incelenmeli ve yerel düzlemdeki yansımalarını dikkate alan politikalar geliştirilmelidir. Dolayısıyla, filmlerde temsil edilecek olan, ekolojik, sosyal, kültürel ve mekânsal alanların kullanılabilirliğinin bu temelde dikkate alınması gerekmektedir. Böylelikle, film turizmi, sürdürülebilir turizm ve sürdürülebilir kimlik modeli olarak, çok boyutlu bir etkileşim ortamında gelişimi hedeflenmesi gereken bir konu olmaktadır. Bunun için, filmlerde destinasyon kullanımına yönelik planlar, gerek ülkemizin gerekse diğer ülkelerin,olumlu olumsuz tüm turizm birikimleri dikkate alınarak planlanmalıdır. Filme dayalı turizm aracılığıyla, popüler ve tüketilebilir hale gelen destinasyonun sürdürülebilirliği, pazarlamadan önce gelmelidir.Bu nedenle destinasyon kullanımına yönelik planlamalara yerel yönetimler, seyahat acenteleri, sivil örgütler ve benzeri, tüm birimler katılmalı ve ortak bir bilinç yaratacak bir strateji oluşturmak için böylesi bir süreç içinde sorumluluk almalıdırlar.Daha da önemlisi, filmler aracılığıyla gerçekleştirilen pazarlama sürecinin duyusal, duygusal ve düşünsel öğelerinin etkisinin çok yönlülüğü, sonuçları ve sürdürülebilirlik boyutu konusunda farkındalık yaratılmalıdır. Çünkü günümüzde, daha önce ifade ettiğimiz gibi,toplumsal kim- 304 1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u Popüler Kültür ve Film Turizmi liğin, toplumsal ve kültürel belleğin inşasında yer alan deneyimler içinde, filmlere dayalı dolayımlı deneyimlerin ve onların yönlendirdiği dolayımsız deneyimlerin gücü her geçen gün artmaktadır. Kaynaklar Adorno, T.W., 2007, “Kültür Endüstrisi – Kültür Yönetimi, Theodor W. Adorno, Kültür Endüstrisi, İstanbul, İletişim Yay. Alemdar, K., Erdoğan, İ., 1994, Popüler Kültür ve İletişim, Ankara, Ümit Yayıncılık Assmann, J., 2001, Kültürel Bellek, İstanbul, Ayrıntı Yay. Beeton, S., 2009, “Ekrandan Alana: Filmin Turizm ve Rekreasyon Üzerindeki Etkisi”, Anatolia: Turizm Araştırmaları Dergisi, Cilt: 20 Sayı: 2, Bahar (230-239) Berstnein, J.M., 2007, “Sunuş”, Teodor W. Adorno, Kültür Endüstrisi, İstanbul, İletişim Yay., Croy, W.G, 2010, “Planning for film Tourism: Active Destination Image Management”, Tourism and Hospitality x Development, 7: 1, 21-30 London, Routlerge Croy, W.G., Walker, R.D., Hall, D., Roberts, L., Mitchell, M., Edit 2005, “Rural Tourism and Film – Issues for Strategic Regional Development” , New Directions in Rural Tourism, England, Ashgate Publishing Limited Debord,G., 1996, Gösteri Toplumu, İstanbul, Ayrıntı Yay. Dumazedier, J., 1974, Sociology of Leisure, New York, Elsevier Scientific Publishing Company Economic and Social Commission for Asia and Pacific Bangkok, Managing Sustainable Tourism Development, Escap Tourism Rev. Ew no 22, United Nations New York. Featherstone, M., 1996, Postmodternizm ve Tüketim Kültürü, İstanbul, Ayrıntı Yay. Fiske, J., 1999, Popüler Kültürü Anlamak, Ankara, Ark Yay. Faulkner,H.,W.,Walmsley,D.,J.,1998,Globalization and the Pattern of Inbound Tourism in Australia,Australian Geographer, Vol.29,No.1,Geographical Society of New South Wales Inc., 91-106. Gans, H.J., 2005, Popüler Kültür ve Yüksek Kültür, İstanbul, Y.K. Yay. Gorz, A., 2001, Yaşadığımız Sefelat, Kurtuluş Çareleri, İstanbul, Ayrıntılı Yay. Gottdiener, M., 2005, Postmodern Göstergeleri, Ankara, İmge Yay. Hall, S., 2002 “İdeoloji ve İletişim Kuramı”, Der: Süleyman İrvan Medya, Kültür, Siyaset, Ankara, Alp Yay. Heitmann, S., 2010, “Film Tourism Planning and Development – Questioning the Role of Stake holderns and Sustainability”, Tourism and Hospitality Planning x Development, 7: 1, 31-46, London, Routledge. 1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u 305 Dilek YEŞİLTUNA Horkheimer, M., Adorno, T.W. Aydınlanmanın Diyalektiği II., 1996, İstanbul, Kabalcı. http://film.tourism.com, Film Tourism: research, marketing,products and promotions Hudson, S., Ritche, J.R.B., 2006, “Promoting Destinations via film Tourism: An Emperical Identification of Supporting Marketing Initiatives”, Journal of Tramel Research, Vol: 44,May, 387-396. Sage Publications. Iwashita, C., 2008, Roles of Films and Television Dramas in International Tourism: The Case of Japanese Tourists to the UK,Journal of Travel-Tourism Marketing,Vol.24(2-3),139-151(http://jttm.hawortpress.com) Jessop, B., 2009, Kapitalist Devletin Geleceği, Ankara, Epos Yay. Karpovich,A.,I.,2010,Theoretical Approaches to Film-Motivated Tourism,Tourism and Hospitality Planning- Development,Vol.7:No.1,7-20,London,Routledge Maigret, E., 2011, Medya ve İletişim Sosyolojisi, İstanbul, İletişim Yay. Mc Cheney, R.W., 2008,“Yeni Küresel Medya”, Der: David Held, Anthony Mac Grew, Küresel Dönüşümler, Ankara, Phoenix Yay. Morley, D., Robins, K., 1997, Kimlik Mekanları, İstanbul, Ayrıntı Yay. Murdock, G., 1994 “İletişim, Modernlik ve İnsan Bilimleri”, Der: Mehmet Küçük, Medya İktidar, İdeoloji, Ankara, Ark Yay. Mutlu, E., 1994, İletişim Sözlüğü, Ankara, Ark Yay. Postman, N., 1994, Televizyon Öldüren Eğlence, İstanbul, Ayrıntı. Real, M.R., 1977, Mass-Mediated Culture,USA, Prentice, Hall. Robins K., 2008, “Küreselleşme Karşılaşmaları”, Der: David Held, Anthony MecGrew, Küresel Dönüşümler, Ankara, Phoenix. Robins, K., 1999, İmaj, İstanbul, Ayrıntı Yay. Sennett, R,.2009, Yeni Kapitalizm Kültürü, İstanbul, Ayrıntı Yay. Storey, J. 2000, Popüler Kültür Çalışmaları, İstanbul, Babil Yay. Thompson, J.B., 1990, Ideology and Modern Culture: Critical Social Theory in the Era and Mass Communication, Cambridge, Polity Press. Tomlinson, J., 2004, Küreselleşme ve Kültürel, İstanbul, Ayrıntı Yay. Unesco, 2005, International Flows of Selected Cultural Goods and Services, 1994-2003, Montreal, Institute For Statistics. Urry, J., 1995, Mekanları Tüketmek, İstanbul, Ayrıntı Yay. Yeşiltuna, D.Ç., 2006, “Kültürel Alanda Küresel-Yerel İlişkisi”, Türk Dünyası İncelemeleri Dergisi, E.Ü.Türk Dünyası İncelemeleri Dergisi, İzmir, E.Ü.Türk Dünyası Araştırmaları Enstitüsü Yay.Cilt:VI,Sayı: 2, Kış. Yılmaz, H., Yolal, M., 2008, Film Turizmi:Destinasyonların Pazarlanmasında Filmlerin Rolü, Anadolu Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi, Cilt/Vol. 8, Sayı. 1, 175-192, Eskişehir. 306 1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u AZIZ GEORGE NEAPOLITIS (1730-1797) BİYOGRAFİSİ VE MUCİZELERİ St. GEORGE OF NEAPOLIS (NEAPOLITIS) (1730-1797) BIOGRAPHY AND MIRACLES Dimitrios KATSIKAS - KAPPADOKIS* ÖZET Damat İbrahim Paşa tarafından kurulan Kapadokya’da 1730 yılında daha önceleri Hristiyan olan Nar(Nyssa) topluluğundan gelen Rum bir ailenin önemli bir çocuğu dünyaya geldi. Nevşehir’de Papa-Savvas isimli bir rahip-öğretmenden ilk eğitimini aldı. Daha sonra rahip oldu ve ardından da papazlığa atandı. Özverili ve gelecek vaad eden birisiydi. Hem Hristiyan hem de Müslüman topluma karşı iyiliksever bir tutuma sahipti ve Hristiyanlık dini tarafından belirlenmiş Tanrı öğretileri ışığında yaşamıştı. 1797’de Malakopi’ye giderken Kopia Deresi civarında çeteciler tarafından pusuya düşürüldü ve başı kesilerek İsa’nın şehitleri arasında yerini aldı. Kutsal kalıntıları çürümeye bırakılmadı ve bedeni, mübadele döneminde, 1925’te Yunanistan’ın Atina ve Selanik şehirlerindeki Neapoli bölgelerine götürüldü. Sayısız mucizeleri ile bilinir ve Neapoli halkı tarafından saygı görür. Anahtar Kelimeler: Kapadokya, Aziz George, Hristiyanlık, Yunanistan ABSTRACT In Neapoli of Cappadocia, founded by the Ntamat Ibrahim Pasha, in the year 1730, an important child was born by Rwm parents who decended from the former Christian community of Nar (Nyssa). There, in Nevsehir, he received his first education by the native pri- * Researcher, PhD in Worship, Archeology and Art Aristotle University of Thessaloniki. e-posta:kagiasath@gmail.com 1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u 307 Dimitrios KATSIKAS - KAPPADOKIS est-teacher Papa-Savvas. Later, he became a monk. Then he was ordained priest. He was a man of self-sacrifice and offering. He was a benefactor to both Christians and Muslims and lived according to God's will, as determined by the christian religion. In 1797, on the way to Malakopi, he was ambushed by brigands in Kopia Deresi site and became a martyr to Christ via his decapitation. His holy remains were not delivered to physical decay. His body remained intact until 1925 in Neapoli and then, through the exchange of populations, was transferred to Greece, in the new Neapoli of Athens and Thessaloniki. His miracles are numerous and the people of Neapoli honour him greatly. Key Words: Cappadocia, Saint George, Christianity, Greece. A. Saint Georges’ Biography Saint George of Neapolis (Neapolitis) was born in the year 1730 A.D in a village of Neapolis1 region, a few years after the founding of Nevsehir and moved there with his family2. The exact name of the village is unknown. Most likely is the version that sets Nar (Nera) as the saint’s hometown. In 1730, as we know, St. Ioannis3 ‘rested in peace’ in the near Prokopio, while in 1733 his sainthood was revealed by divine signs and the saint’s miracles. Certainly, young George, along with his family, would be among the crowds of pilgrims that would travel from Nevsehir (Neapolis) to Urgiup (Prokopio), every year in 27th of May, to honor the memory of St. Ioannis and kneel to his holly remains, which rested in the church of St.George in Teknetzik Mahalesi in Prokopio4. Since childhood, George was religious and loved Christ. He would find refuge to the church of St. George5 and pray to his protector saint with passion and chastity. St. George’s church was originally a small chapel in one of the Christian cities that turned muslim and preceded Nevsehir. By any chance it must have been the muslim village of Mouschari or Mouschara or Moschara, which also was the native place of Ibrahim6. In 1730 in Neapolis families of Rum are found from Fertek (Fertekion), Farasa (Perasia), Misthi (Mistii), Gioltzuk (Limne), Tirhin (Trochos), Suvermez (Flogita), Andaval (Andavalis), Til (Dela), Derinkoyiu (Malakope, the first priest of the christian community being father-Savvas. 308 1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u St. George of Neapolis (Neapolitis) (1730-1797) Biography and Miracles In the year 1744 the church of St. George was entirely remodeled, but even then the need to become larger wasn’t foreseen, leading to 1794 (50 years later) for a new architectural intervention to become necessary in order for the church to be sufficient for its parish at the time being. In 1837 another brave architectural intervention took place, in order for the dome to be added, while in 1870 the three-levelled belltower that still stands intact7 in the courtyard, was raised. At the time that Neapolis was found, the level of the education in the Christian community was poor. Only private tuition was offered by teachers, which in most cases were the priest of the parish or its chanter. There, near priest-teachers, young George received his first education8 and thanks to his will for knowledge, he enriched his religious knowledge and increased his desire for solitarity and priesthood. At that time the bishop of Kaesareia was Parthenios (1734-1760), leaving good fame conserning the period of his presence in Kappadocia. Around 1750 George agreed to be a monk. We don’t know the monastery he was addressed to, even though it is likely that he would be written in monachologia (catalogues) of Saint Prodromos of Flavianon9 near Kaesareia, as Neapoli belonged regionally at the Bishop of Kaesareia. As a monk, he was distinguished for his virtue. The stability of his character, his maturity and knowledge were the ones that set the attention of Parthenios who ordained him priest in the church of Saint George Tropaioforos. At the time that saint George served in Neapoli as a priest, among his parishioners was Fournaris Ioannis from Ipeiros and his son George10, later known as Kiotsoyk Keis (smallfigured priest). As it seems, at the church of saint Georgios in Neapolis in 1790, alongside the martyr initially only father Vasileios served, while later also the newly ordained priest father George. That the second father is known as Kiotsoyk (small-figured) Keis, simply means that the martyr George was taller in his stature. By the cordings of those times, we know that the martyr, as unmarried priest, was a man of quietness, awakening, prayer and serving in preaching, confession and acting on his religious duties, while the other father George was concerned for social activities and creating infrastructures for the good interest mainly of the Rum community, but also for the Ottoman subjects in general. The martyr George was loyal in his duties as a priest and very much interested in the salvation of his flock’s souls. Devoted at the Divine Liturgy, he never omitted serving even daily, sometimes in the regional 1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u 309 Dimitrios KATSIKAS - KAPPADOKIS church of Saint George Tropaioforos and at other times in small chapels in the region of Nevsehir11. At all times he would teach and advise Christians so that they would be caring and also careful at their contact with muslims and the rest of their countrymen. He would interpret God’s word not only by words but also by actions. We made efforts to apply the Gospel and was a filanthropist by protecting and releaving both Rum and muslims. He made no discriminations against origin but between right and wrong, between virtue and sin. With love, gentleness and lack of any malice he spent every moment of his life on earth. He was loved and respected, not only by people and priests but also by the Kappadoces12 that had different religious views. As much as the simple people admired him, the fanatics envied him. As his good fame as priest of Neapolis spread, the ignorants were raged against him, considering him dangerous, every time that the muslims asked for his help and even in their miraculous recovery that occurred after his prayer torwards the suffering fellowman. The muslims of Neapolis, as new believers, were fanatics. In the year 1797 the priest of Malakope, ill and scared by the facts of the Russian-Turkish war in north and the Turkish-Greek war in the west of the Ottoman empire, was hiding in its underground state and served in Saint Anargyroi, leaving the other two churches13 (of Saint Theodoroi and Taksiarches) with no Divine Liturgy. In November 1st he didn’t appear at the celebration of Saint Anargyroi. The celebration of Saint Taksiarches was also coming. The ecclesiastic commisioners, having no other choice, since there wasn’t a second priest in Malakope, resorted to Neapoli where there were three priests. Father Vasileios was an elder and in no position of travelling. Young father George was busy with the social concerning and perplexed in the disfavor of the clans. The only one available and willing was father George, soon to be martyr. Saint George willingly accepted the invitation by the people of Malakope to preach in November 3rd in Neapolis at the celebration of the regional church and he would then be on his way to Malakope14. He did not consider the danger by brigants that lured at passages and promised that he would be present in Malakope in 7th November at the latest, in time for the evening liturgy of Saint Taksiarches. On November 3rd 1797 father George, father Vasileios and the smallfigured father George co-acted at the Divine Liturgy of Saint George Tropaioforos, since on that day according to the ritual of our church, we honor the transfer of his holy remains in Lyda. At the end of the liturgy, 310 1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u St. George of Neapolis (Neapolitis) (1730-1797) Biography and Miracles Saint George charged his donkey with the essential baggage and begun his 6 hour journey to Malakope. Perhaps he was aware of what would follow, nevertheless, as Christ sat on the donkey on the way to Jerusalem, he travelled to his martydom. He passed before Kiore (Iero) and Gioyvertzinliki (Peristeronas)15. In front of him layed dangerously the plain, as small hills were hiding small and bigger ravines, suitable hiding places for bandits. At hills on the right the community of Silata is located, opposite of Anakou which lies on the left, while straight between them, the plain of Malakope. On that day the great celebration at Silata took place, where there were two parishes, one of the Apostoles (the new one) and the other of Saint George Tropaioforos (the old one). Saint George was a known adoration point of the entire region. Christians from every village (Anakou, Malakope, Dela) would travel to his grace, with the exception of Neapoli, Flogita and Potamia (the ancient Megarisos, hometown of Saint George Tropaioforos), where there were great local festivals. Father George thought that it would be good for his soul to attend the grace of Saint George of Silata16 to pay his respects and then continue his journey to Malakope. Thus he thought and thus he acted. The bandits were informed of the festival and set ambush in the passages. It was a chance to acquire spoil by attacking unprotected passerbies, while the organized groups were in no danger as they rented bodyguards, that in most occasions had a collaboration with the bandits, leaving them a part of their payment in return for the safe passage of travelers. In that way both the bodyguards gained money and the bandits had a share. These bandits were usually draft dodgers or fugitives and were led to illegality because they were obliged to hide in caves and live of the loot of their raids mainly in villages but also in ships. The martyr kneeled to Saint George at Silata, blessed the people on the festival that had, at teams, rested in the courtyard of the temple, the school and the fields between these two buildings and were seated on rags as custom, ate and enjoyed themselves. Father George delayed no more. He followed the road to Malakope. He reached Kopia Deresi17, at a point that resembles a shallow gorge. There, by the bridge, he was attacked by muslim brigants, dressed in lambskins and all kinds of borrowed or other clothing, as shepherds or beggers with sticks, arms and knives on 1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u 311 Dimitrios KATSIKAS - KAPPADOKIS their hands moving threatingly against ‘Giavour priest’, screaming and hallowing as beasts at the humble priest. The donkey, scared, started running torwards Nevsehir, leaving the priest on the ground along with his baggage, as a sheep among wolves. They beat him, humiliated him, robbed him, stripped him of his clothing and in the end, decapitated him without mercy. When father Vasileios noticed the donkey alone, he knew that something bad had happened to father George. Immediately he notified the ecclesiastical committee, the elders and in their turn the state authority. The next day at daybreak, along with gurads, the begun the search for their priest. In every village they stopped and asked. In Anakou they found that father George had passed by Silata and continued to Malakope. So, the most likely place would be the region of Kopia Deresi, where bandits found refuge. Also when the people of Malakope heard that father George begun his travel to Malakope but never made it, despite the fact he was seen at Silata, begun the search of the priest. When their team reached first the site of Kopia Deresi, they stood before the horrible spectacle. The head was in one place and the looted relic elsewhere. With grief and anger they digged a grave on the spot and piously buried the body. On the grave they placed a stone, on which they carved a cross and the words ‘PRIEST GEORGE OF NEAPOLIS’, as the people of Malakope did not know his last name. Then the other group o Rum from Malakope arrived and burst out in lamentation in the sight of the grave of their beloved priest. At the time, bishop of Kaisareia was Leontios (17971802), an elder with no special action that quickly resigned in order to be exempted of his duties. Around 1800 St. George Neapolitis appeared in a woman’s dream, revealing her the facts of his martyrdom. The woman claimed that father George reassured her that his soul was in heaven and his body intact in his grave, at Kopia Deresi. He commanded her to seek the ecclesiastical committee and report every information she had received with every detail. He still commanded to excavate his grave and return his remains in Neapolis. The woman reported to father Neofytos and he asked her to be patient, in case the incident was malice of Satan, but in given occasion he mentioned the fact to the elders. The revealing enypnia and the pressure for excavating the grave continued and excalated threateningly. The woman could not stand it anymore, presented herself to the elders 312 1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u St. George of Neapolis (Neapolitis) (1730-1797) Biography and Miracles and begged for obedience to the command of Saint George. In the end, the whole Christian community of Neapolis decided to exsume the body and futhfill father George’s will. In Neapolis the bells of Saint George Tropaioforos rang and the people gathered. The ecclesiastical committee, the supervisory committee, the elders, father Neofytos, the pious woman and several adult Christians with candles and digging tools formed ship, and with mixed feelings (awe, devotion, faith) and also sadness, lament, curiosity and joy begun their way to Kopia Deresi, where among weeds the grave of saint martyr George18 would be found, with the encarved stone on it, as the time it was placed on the day of his burial. It was not easy to approach the grave since the place was filled with thorns, earth and stones. They wouldn’t be able to find the saint’s grave if God had not helped. When they got tired of looking and their hope had failed, then heavenly light came down from the sky, according to narrations of people from Neapolis that found refuge in Greece, and revealed the place of burial of the saint. The people of Neapolis, around weeds and earth, found the inscripted stone and gained courage. They gave eucharist to God for the miracle and when they recovered from awe and holly emotion, they begun their godserving work. With special care they began the excavation. In an instant a sweet odour flooded the area. From the grave rose aroma, as if an invisible hand had sprinkled myro on it. When they removed the soil, there stood all clean the holly remains of saint martyr George, intact and calm as in deep blissfull sleep, as the one of a just person. It was obvious that father George was a saint. Carefully, they raised the body and placed it in a simple wooden coffin, to transport it to Neapolis. The news of the miracle travelled fast by a messenger. He passed the word on to nearby Christian villages and when finally, the news reached Neapolis, everybody convulsed, rose to meet the religious procession that transported the heavenly treasure to Neapolis. Christians and muslims kneeled to the man of God in his larnax. Initially they came to the temple, where they all saluted their priest, to whose funeral were unable to attend. Then they thought, until they could get their bishop’s blessing, to place the saint’s larnax elsewhere and with the consent of father Neofytos Asketopoulos, they placed it in one of the rooms of his house. The stone on the saint’s grave was carried by Paraskevas Christides in his home, which was beside Andreas Melekoploglou’s one. In father Neo- 1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u 313 Dimitrios KATSIKAS - KAPPADOKIS fytos’s house came many Christians and prayed in the presence of the saint, where a constant candle was lit. The great attendance of faithfull Christians caused the envy of the elders and that to which they initially didn’t pay any attention, now became interesting even only for economic purposes. They blamed father Neofytos that the new home he had built was a product of explotation torwards the saint. Father Neofytos was not bent by the unfair accusations of Neapolitans, who also hunted Kiotsoyk Keis. He embellished the room with icons and conducted the liturgy to martyr George, who performed numerous miracles due to the faith of simple people. Thus, that room became a surgery for both bodies and souls. The greatest adoration would take place every year on November 3rd, day in which the saint became martyr and was combined with the parish’s festival, therefore Christians considered it a blessing, after the liturgy, to stop by father Neofytos’ house and give respect to the saint. Bishop of Kaesareia was then Filotheos (1802-1816). He would have the obligation to acknowledge father Georges’s sainthood, a fact that isn’t mentioned in the scripts, in spite of people’s different attitude torwards the martyr’s19 sainthood. B. Saint Georges’ Miracles 1805.a.D. Under the stress of the accusations against father Neofytos and the persistence of the elders, the transport of the holy relic took place to the temple of Saint George Tropaioforos. What took place wasn’t at all to the saint’s approval and in his effort to bring back the elders to the right path, he left them unprotected to an occurring epidemic, thus every member of the council became ill. Only then they realized their fault, apologized to father Neofytos and returned the larnax to his house, by then their health was restored. 1806.a.D. Father Neofytos’ house was also visited by clergymen of nearby Christian communities who conducted liturgies for the saint. Among these priests came also the priest of Malakope. His name was Vasileios. One of these times, father Vasileios, secretly, took a piece of the saint’s relic to hold as charm. This in fact was an indecency because it happened in lack of father Neofytos’ knowledge. When he arrived at his home in Malakope, the priest and his entire family became ill. Then the saint appeared in his sleep and scolded him about his lawless action,furthermore commanding him to return his relic intact at its original place. Thus he did. Still ill, father 314 1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u St. George of Neapolis (Neapolitis) (1730-1797) Biography and Miracles Vasilis deposited the small piece of relic to its place and he returned healthy at home, after his repentance. This little piece of relic was bound along a saint’s tooth with a silver chain, in a small silver sheath. These holly relics were received by Christians from the larnax who transported them to their homes for blessing ill and helpless Christian patients and then returned them back to the larnax, in father Neofytos’ house. 1808.a.D. A woman following the sacred formality, lost the saint’s tooth on the road without noticing it and realized it only at the delivery of the silver sheath, where she noticed that the tooth was missing from the silver chain. Shocked, she broke down in tears and beggings. She blamed herself for her carelessness and apologized to the saint. With tears in her eyes she returned home and tried to follow, if possible, even her own footsteps on the muddy road, in order to find the missing holy relic. And then the miracle happened. Her crush turned into joy when she recognized the holy tooth among the pebbles. She piously held it in her hands, kissed it, applied it to its silver sheath from where it had fallen and her soul calmed down when she returned it into place. 1810a.D. A painter of Prokopio was childless. He begged St.John but his prayers weren’t answered. Then he pleaded to martyr George’s grace, so that a solution would be found for his problem. Along with his wife, they came to Neapolis, kneeled to the saint, believed in him and promised: ‘If a boy is born, we will name him George and when he walks, we will come and kneel with the child and with a bottle of oil in our hand.’ Their prayer was answered but their joy made them forget their promise. Thus the saint came to the painters’ sleep and reminded him of their promise. Then he added, that if they didn’t fulfill their promise, he would take back their child. The painter and his wife, on the very next day, fulfilled their promise and more, as this painter was the first to draw an icon of the saint as he saw in his sleep and devoted it to his grace. From that same picture come all copies that salvage the saint’s features. 1850a.D. The daughter of Pantelis Demertzis, Gesthemane, had her young child ill and in such poor condition that he could not even walk. She brought her child to father Neofytos’ house, for the saint to heal. There, she saw Vasileios, the priest’s child, who suffered from terrible aches in the eye and thought: ‘Since the priest’s child wasn’t cured, will the saint cure my child?’ Immediately she slipped and fell of 12 steps. 1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u 315 Dimitrios KATSIKAS - KAPPADOKIS She was lying unconscious on the ground while her child stood healthy beside her. To her aid ran Vasileios, his brother George, their grandmother Eugenia and their mother Maria (all members of father Neofytos’ Asketopoulos family). When she recovered in her senses the woman confessed her indecent thoughts and was astonished by her child’s cure. The all immediately ran to Saint George and thanked him for her child’s recovery, who later became great as a cheese tradesman in Istanbul. 1860 a.D. 12 years had passed since the new temple of Panagia in Neapolis was built when father Neofytos died. After the priest’s death, the final transport of the holy relic took place in the temple of Panagia, as an act of official recognition of George’s sainthood according to the wish of the bishop of Kaesareia Paisios B’ (1832-1871), who at all times, when passing through the region alwaysvisited and kneeled to saint George the martyr from Nevsehir. Similar devotion to the saint was shown by Eustathios (1871-1876), Methodios (1876-1878) and also the great John 91878-1902), all Bishops of Kaesareia Kappadoce. 1865a.D. Thomas Sari’s chind, John, was seriously ill by a form of dementia. He was aggressive torwards people and a danger to himself and others. He was brought to the saint and chained, by the special chains that were linked to the saint’s larnax. He remained close to the saint for three whole days and nights, with fast, prayer and no sleep. On the third day, after the divine liturgy and after the blessing of a priest, his family promised the saint oil, candle and incence, the priest ritually freed the patient and then the young man was cured. Not only he lived normally for the rest of this life, but also made a name for himself as a tradesman in Istanbul. 1903a.D. During that year great famine occurred in Neapolis. Oil and wheat were impossible to find. They couldn’t find oil, not even for the saint’s candlelight. But miraculously the saint’s candle was lit without anyone placing oil in it. This was seen ot only by Eugenia and George Asketopoulos but also by many other pilgrims. 1924a.D. At that year was the exchange of populations and vicar to the temple of Panagia was father Ignatios. He made sure that the holy relics would be carefully packed and transported to Greece. Among the relics, important were the remains of saint George from nevsehi. The refuges’ ship from Neapolis reached by horsecarriage Ouloukisla, and then via train Mersina where they took the ship to Greece. Others from Neapolis were deported to Thessaloniki, others to Volos and Larissa and others to 316 1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u St. George of Neapolis (Neapolitis) (1730-1797) Biography and Miracles Peiraeus and Athens, depending on the route of that ship, that carried them to their new homeland. In the ship that father Ignatios was on, were also the holy relics, placed in the hold. When the ship left the Turkish sea borders, it rained so much that everybody feared it would sink. Then a priest appeared and led the sailors. They did not realize that was a miracle and for an instant thought that father Ignatios acted as captain, which made the captain of the ship furious at the point of scolding father Ignatios, and telling him not to mess in the commandment of the ship even if he used to be in the navy. Father Ignatios wondered with all this, because he had never been in the navy, didn’t know anything about ships and wasn’t meddling at all with the crew as his only mission was to look after his parishers and their relics. When the vision of the crew was repeated, angry men tried to attack the priest and found him praying along with women and children. Only then they realized that something else must have been happening. Then father Ignatios revealed Saint George’s presence. They came down in the hold, found the larnax, placed it safely on the deck, prayed piously to Saint George and the sea calmed down. The ship carrying people from Neapolis once reached Peiraeus and after the necessary quarantine, Rum were placed in tents or shack. Their holy relics were temporarily placed in Ippocrates Mitsoyiannakes’ shop, until they could decide where the would settle and take care of them. 1934a.D. The ministry gave land to people of Neapolis for settlement in a sace near the Veikou thicket, next to the settlement of Saframpolis in New Ionia in 1925. The people of Neapoli then built a wooden temple to Saint Eustathios and there they thought to house their sacred relics. In 1934 it was decided to move the relics from Peiraeus to Perissos. Among the relics were also the remains of Saint George Neapolitis, the head of Saint John of Nyssa and parts of the body of Saint Theodoros Stratelates. With care of the bishop of Patara Meletios, Saint George was placed in a special place on the left side of the temple. In 1999 with care of the bishop of Neapolis and Stavroupolis Dionysios, parts of the holy remains of Saint George Neapolitis were transferred to the new Neapolis of Thessaloniki. C. Notes 1. Alivanoglou-Papaggelou Calliope, The Saints of Kappadocia, N.Karvali 2001, p.149. 1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u 317 Dimitrios KATSIKAS - KAPPADOKIS 2. Gimenli Havvagül, Nevşehirli Damad Ibrahim Paşa, Nevşehir 12(2009), p. 64 and 3(2005), p. 9. 3. Katsikas-Kappadoces Demetrios, Saint John Rossos (biography), Larisa 1989. 4. Eupraxiades Lazaros, Prokopi my hometown, Thessaloniki 1980, p. 83. 5. Nigdelis M. Konstantinos, Neapolis of Kappadocia, Thessaloniki 2006, p. 62. 6. Rizos Nikolaos, Kappadocica, Konstatninoupolis 1856, p.94. 7. Hundred years at Konstantinople’s committee of greek schools at Neapolis of Kappadocia (1820-1920), Konstantinople 1920, p. 28. 8. Georgiou Ioannis, Nevsehir In Kappadocia, Mikrasiatika Chronika 1(1938), p. 440. 9. Karathanasis Athanasios, Kappadocika, Thessaloniki 2001, p. 85. 10. Zampides Ioakeim, Pilgrimage to Fatherland. Neapolis in Kappadocia and its outskirts, Athens 1954, p. 17. 11. IŞÇen Yavuz, NevŞehir Rum Mahallesi, Peribacasi, 12(2010), pp. 30-36. 12. Asketopoulos Georgios, Life, miracles and Asmatiki Akolouthia of Martyr Georgios Neapolitis, Athens 1952, p. 6. 13. Koimisoglou Symeon, Nigdelis Konstantinos, Malakope in Kappadocia, Sykies Thessaloniki 2006, p. 49. 14. Tzoutzia Eleni, Malakope in Kappadocia, Thessaloniki, p. 52. 15. Farasopoulos Symeon, Syllata, Study of Ikonium Community, Athens 1895, p. 58. 16. Nigdelis M. Konstantinos, Stamatiades Th. Ioannis, Syllata in Kappadocia, Nea Syllata 2007, p. 57. 17. Laggis Mathaios, Megas Synaxaristis, November, Athens 1998, p. 165. 18. Simonopetrites Makarios, Neos Synaxaristis of the Orthodox Church, Volume 3, November Athens 2004, p. 38. 19. Levides Anastasios, Istorikon Dokimion of Kappadocia, Volume A, Ecclesiastical History, Athens 1885, p. 200. 20. Koukides Georgios, Neapolis in Kappadocia, Nevsehir, Athens 1975, p. 71. 21. Giannakopoulos Georgios, Refugee Greece, Athens 1992, p. 136, 137, 154, 155. 22. Teres Varnavas, Akolouthia of the Iera Synaxis of the three martyrs Georgios Neapolitis, Athanasios Koulakiotis, Akakios Asvestochorinos, Neapolis Thessaloniki 2003, p. 67. 318 1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u St. George of Neapolis (Neapolitis) (1730-1797) Biography and Miracles 1. Drawing of an icon of Saint Georgios Neapolitis. 2. Saint Georgios Neapolitis’s “sarantismos”. 3. Baptism of Saint Georgios Neapolitis. 4. Saint Georgios Neapolitis receives an education in greek. 1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u 319 Dimitrios KATSIKAS - KAPPADOKIS 5. Saint Georgios Neapolitis prays in his parish. 6. Saint Georgios Neapolitis becomes monk. 7. Saint Georgios Neapolitis is ordained priest. 8. Saint Georgios Neapolitis as a priest. 320 1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u St. George of Neapolis (Neapolitis) (1730-1797) Biography and Miracles 9. Saint Georgios Neapolitis as a preacher of God. 10. Saint Georgios Neapolitis declares his faith. 11. Saint Georgios Neapolitis in Kopia Deresi. 12. Saint Georgios Neapolitis reveales himself in ‘enypnia’. 1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u 321 Dimitrios KATSIKAS - KAPPADOKIS 13. Exsuming the body of Saint Georgios Neapolitis. 14. Identification of Saint Georgios Neapolitis. 15. The cure of Gesthemane’s son by Saint Georgios Neapolitis. 16. The exodus of Neapolitans from Kappadocia to Greece. 322 1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u St. George of Neapolis (Neapolitis) (1730-1797) Biography and Miracles 17. Neapolitans of Thessaloniki honour Saint Georgios Neapolitis. 18. Drawing of the martyrdom of Saint Georgios Neapolitis by the book “Fire and blood’. 19. Drawing with symbolic depiction of the holy relic of Saint Georgios Neapolitis. From Nevsehir to Athens and Thessaloniki at the population exchange in 1924. 1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u 323 Dimitrios KATSIKAS - KAPPADOKIS 20. Coloured drawing of Saint Georgios Neapolitis’s icon. 21. Coloured symbolic drawing of Saint Georgios Neapolitis. 22. Litany icon of Saint Georgios Neapolitis. 23. Icon of Saint Georgios Neapolitis. 324 1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u St. George of Neapolis (Neapolitis) (1730-1797) Biography and Miracles 24. Details of the icon of Saint Georgios Neapolitis. 1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u 325 Dimitrios KATSIKAS - KAPPADOKIS 25. Holly place of Saint Georgios Neapolitis at Metropolitan Church in Neapoli of Thessaloniki. 326 1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u St. George of Neapolis (Neapolitis) (1730-1797) Biography and Miracles 26. Saint Georgios Neapolitis praying. By Chris Karapali. 27. Saint Georgios Neapolitis’ reliquary. 1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u 327 28. Saint Georgios Neapolitis declares his faith. 29 Saint Georgios Neapolitis in his martydom. 30. Saint Georgios Neapolitis in Kopia Deresi. NEVŞEHİR'DE KÜLTÜR VE KÜTÜPHANELER CULTURE ANDA LIBRARIES IN NEVSEHIR Doğan ATILGAN* ÖZET Kültür, çok geniş anlamı içinde barındıran bir kavramdır. Resim, tiyatro, kütüphane, yazılı ve yazılı olmayan belge ve arşivler, ören yerleri, kültür kapsamı içinde yer alırlar. Toplumların yaşam biçimleri, gelenek ve görenekleri ile örf ve adetleri kültür kapsamı içinde değerlendirilir. Toplumların kültürleri, nesilden nesile aktarılırken, yaşam koşulları ve toplumsal yapı da zamana göre değişiklikler göstermektedir. Toplumların kültürlerini yazılı ve sözlü kültür kapsamında ele almak mümkündür. Sözlü kültür, halk hikâyeleri, deyiş ve destanlarla nesillere aktarılırken değişime uğraması ve toplumlar arasında farklılaşması olağan kabul edilmektedir. Kültürel değerlerin kayıt altına alınarak aktarılması ise toplumsal değişimin yazılı belgeleri haline gelmesi yanında, gelecek nesillere aktarılmasında kolaylıklar sağlamasına neden olmaktadır. Bu bilinçle, yazılı kültürel mirasın korunması ve gelecek kuşaklara aktarılması amacıyla uluslararası kültür kurumları, önemli projeler geliştirmekte, ayrıca UNESCO gibi çok uluslu kültür kurumları, taşınır-taşınmaz kültür varlıklarının korunması ve geleceğe aktarılması için çeşitli programları desteklemektedir. Yazılı kültür mirasının korunması ve gelecek kuşaklara aktarılmasında, kültürel köprü görevini üstlenen kurumların başında da kütüphaneler gelmektedir. Kütüphaneler, görev ve vizyonları gereği, kültürel mirasın korunması, yazılı ve halk kültürüne kaynaklık teşkil eden tüm eserleri toplamak, saklamak ve herhangi bir çıkar gözetmeden kullanıcıların hizmetine sunmakla görevlidir. * Prof. Dr., Ankara Üniversitesi, DTCF, Bilgi ve Belge Yönetimi Bölümü Öğretim Üyesi, Rektörlük Bilgi Hizmetleri Koordinatörü, e-posta: atilgan@ankara.edu.tr 1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u 329 Doğan ATILGAN “Bir şehri yok edebilirsiniz ama şehrin kütüphanesi ve yazılı belgelerini koruyabilirseniz, o şehri yeniden inşa edebilirsiniz, Eğer kütüphane ve yazılı belgelerini yok ederseniz o şehri yeniden kurmanız neredeyse imkânsızdır”. Bu nedenle, tarih boyunca birçok savaşlarda istila edilen ülkelerin öncelikle kütüphaneleri yakmışlar, yok edilmiştir. Eski çağda mısır’da, Roma’da, günümüzde ise Bosna’da ve Irak’taki savaşlarda böyle olmuş, ilk hedef olarak kütüphaneler ve müzeler seçilmiştir. Binalar yakılmış eserler yağmalanmış kent hafızaları yok edilmiştir. Bu nedenle ulusal hafıza, kent hafızası ve kent kültürlerinin korunması ve geleceğe aktarılması açısından şehir kütüphanelerinin önemi çok büyüktür. Nevşehir, tarih boyunca kültür ve kütüphaneler açısından önemli bir kent merkezi olmuştur. Tarihsel süreç içerisinde, Nevşehir ve civarının yaklaşık 7000 yıllık bir geçmişinden söz edilmektedir. Hititler, Frigler ve Lidyalılar bölgenin ilk sahiplerindendir. Asurlar, Persler ve daha sonrasında da Romalılar, Bizanslar ve İslam orduları Nevşehir’in de içinde yer aldığı Kapadokya bölgesinin hâkimleri olmuşlardır. Bu milletler doğal olarak kendi yaşamlarından izler ve kültür eserleri bırakmışlardır. 1071 Malazgirt savaşından sonra Anadolu’nun Türkler tarafından fethedilmesinden sonra, Hititlerin NİSSA adını koyduğu Nevşehir’in adı, MUŞKARA olarak değiştirilmiştir. 14. asrın sonlarında Nevşehir ve civarı, Osmanlı devleti hâkimiyeti altına girmiştir. Osmanlı Hâkimiyetinin izleri Nevşehir ve yöresinde devam etmektedir. Nevşehirli Damat İbrahim Paşanın Külliye içinde yaptırdığı temel yapılardan biri de kütüphanedir ve hala aynı işlevle hizmet vermektedir. Bu bildiride, Nevşehir ve yöresinde tarihsel süreç içinde kütüphane olgusu ele alınacak ve günümüzde kentlerin hafızası işlevlerini üstlenen Kent Hafıza Merkezi kavram ve işlevleri üzerinde durulacaktır. Anahtar Kelimeler: Nevşehir kütüphaneleri, Nevşehir Tarihi, Nevşehir kültürü, Bilgi hizmetleri. ABSTRACT Culture is a concept which includes wide variety of meanings. Painting, theater, library, written and unwritten documents and archives, ancient ruins are all in the scope of culture. Societies’ lifestyles, customs and traditions and mores are evaluated in the scope of culture. Social structure and lifestyles have been changed in time, while the culture is being transferred from generation to generation. It is pos- 330 1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u Nevşehir'de Kültür ve Kütüphaneler sible to deal with cultures of societies in the scope of written and oral culture. It is accepted as normal to structural changes of oral culture, folk tales, idioms and epics while transferring from one generation to another and differentiation of them among societies. Transferring cultural heritages with documenting provides to become written documents of social changes, in addition to transfer them to next generations easily. With this awareness, In order to protect cultural heritages and transfer them to next generations, International cultural ınstitutions develop important projects, also some transnational cultural institutions, like UNESCO, support the programs which aims to protect movable and immovable cultural heritages. Libraries are among the primary cultural bridge institutions for protecting cultural heritages and transferring them to next generations. Because of their vision and mission, libraries are responsible for protecting cultural heritages, collecting all written materials and productions which are the source of folk cultures, preserving, and putting them into service to public as free of charge. You can destroy a city, but, if you can save its library and written documents, you will be able to rebuild it. If you destroy the library and written documents with the city, it will be impossible to rebuild it. Therefore, throughout history when a country is invaded, first of all libraries are fired and destroyed. Libraries and museums have been primary target in Rome and Egypt in antiquity and Bosnia and Iraq in today. The buildings were destroyed, heritages were plundered and memories of the cities are eradicated. Hence, the city libraries are indispensible for protecting memories of the nation and city and transferring them to next generations. Throughout history Nevsehir is an important city in respect to culture and libraries. It is said that the history of Nevsehir and surrounding area has a history of 7000 year. Hittites, Phrygians and Lydian were the first rulers of the area. Later the Nevsehir and Its surroundings, called Cappadocia Region, were ruled by Assyrians, Persians, later Romans, Byzantines and Muslims. These nations leaved traces of their life styles and left behind cultural heritages. Conquering Anatolia by Turks just after the Battle of Manzikert in 1071, the name Nissa , the Hititian name of today’s Nevsehir, was changed as Muşkara. Nevsehir and its surrounding area fell under the Ottoman’s rule at the end of 14th cent. Footsteps of the ottoman administration in the region have still continued. Library, still serves as the same function, is one of the basic structures of the Külliye which Nevşehirli Damat İbrahim was constructed. 1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u 331 Doğan ATILGAN In this paper, the library fact in Nevsehir and its surrounding area in historical process will be analyzed and the concept and roles of “the Memory Centers of the Cities” will also be mentioned. Key Words: Libraries in Nevşehir, History of Nevşehir, Culture of Nevşehir İnformation services in Nevşehir. 1. Kültür Kültür, çok geniş bir anlamı içinde barındıran kavramsal bir bütünü ifade eder. Sosyal antropolojiden başlayarak toplumbilim, halk bilimi, tarih, sanat tarihi değişik bilimlerin ana konularından biri durumundadır (Turan: 1990: 9). Aynı zamanda kültür çok farklı biçimlerde kullanılmakta ve birçok şekilde tanımlanmaktadır. Bilimde, giyim kuşamda, resim, müzik, heykel gibi güzel sanatlarda, sahne sanatları ve şehir hayatında kültürün önemli bir yeri vardır. Kültür derin bir etki alanına sahip olması ve insan hayatının içinde yer almasından dolayı, tarihsel süreç içinde, süreklilik gösteren bir olgudur. Toplumların kültürleri, nesilden nesile aktarılırken, yaşam koşulları, toplumsal yapı ve zamana bağlı değişiklikler gösterebilmektedir. Bu değişim, bir insanın ömrü içinde gerçekleşebileceği gibi bazen da uzun yıllara yayılabilmektedir. Kültür kelimesi dilimize Latinceden girmiştir. Ziya Gökalp kültür için “hars” sözcüğünü kullanmış, Türk Dil Kurumu “ekin” sözcüğünü önermiştir. Ancak zamanla hars sözcüğünün unutulması, ekin sözcüğünün de başka anlamlar çağrıştırması bu sözcüklerin uzun süreli kullanılmamalarında etken olmuş ve dilimizde “kültür” kelimesi yaygın olarak kullanılır olmuştur(Turan: 1990:11). İçinde çok farklı olguları barındıran kültür kelimesi kullanıldığı yer, alan ve bilim dalına göre farklı bilim insanları tarafından farklı şekillerde tanımlanmıştır. Bu nedenle tek bir kültür tanımından söz etmek veya kalıp bir tanım vermek mümkün değildir. Emre Kongar “kültür üzerine” adlı çalışmasında kültürü tanımlamanın değil ortak bir tanım üzerinde anlaşmanın güçlüğünden söz eder(1984: 16). Bozkurt Güvenç ise “İnsan ve Kültür” adlı eserinde, kültür kavramının dört farklı anlamda kullanıldığından söz eder (1994: 97). 1.Bilim alanında kültür: uygarlıktır” 2.Beşeri alanda kültür: Eğitim sürecinin ürünüdür 3.Estetik alanda kültür: Güzel sanatlardır. 332 1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u Nevşehir'de Kültür ve Kütüphaneler 4.Maddi(teknolojik) ve biyolojik alanda kültür: üretme, tarım, ekin, çoğaltma ve yetiştirmedir. Şerafettin Turan ise “Türk kültür tarihi” adlı eserinde çeşitli bilim insanlarının kültür için yaptıkları tanımları verdikten sonra kültür tanımının 200’ü aştığını belirtmektedir. Kültür kelimesinin zaman zaman asıl anlamından farklı olarak uygarlık yerine de kullanıldığını belirten Turan, kültürün günümüz Türkçesinde kullanılan yedi farklı anlamına yer vermektedir (1990: 13). 1.Tarımda: ekin ürün. 2.Tıpta: uygun koşullarda bir mikrop türünü üretmek.”Boğaz kültürü yaptırmak” 3.Tarih öncesi dönemler için: İnsan eliyle yapılmış ve ortak nitelikleri bulunan eşyalar topluluğu ile belirlenen evreler, çağlar. “bakır kültürü, neolitik kültür…” 4.Belirli bir konuda edinilmiş geniş ve sistemli bilgi: Tarih kültürü, müzik kültürü… 5.Eleştirme, değerlendirme, zevk alma yetilerinin geliştirilmiş olması durumu: Kültürlü kişi 6.Bir topluma, ulusa ya da uluslar topluluğuna özgü düşünce, davranış ve sanat yapıtlarının tümü: Türk kültürü, Fransız kültürü, Halk kültürü, İslam kültürü… 7.Tarihsel gelişme süreci içinde yaşatılan bütün maddesel ve tinsel(manevi) değerlerle bunları yaratma ve sonraki kuşaklara aktarmada kullanılan araçların tümü; uygarlık. Bu kadar çok anlam barındıran kültürün eski olmakla birlikte en iyi ve bütüncül olanın Edward B. Tylor tarafından yapıldığını kabul eden Güvenç’in aktardığı tanımı biz de burada kültür tanımı olarak vermek istiyoruz. “Kültür ya da uygarlık, bir toplumun üyesi olarak, insanoğlunun öğrendiği (kazandığı) bilgi, sanat, gelenek-görenek ve benzeri yetenek, beceri ve alışkanlıkları içine alan karmaşık bir bütün’dür”(Güvenç: 1994: 101). Kültür kelimesine çok farklı anlamlar yüklense, farklı biçimlerde tanımlanmış olsa da her olgu gibi kendine özgü özellikleri vardır. Güvenç, yukarıda tanımını verdiği eserinde, antropolog Murdock’tan esinlenerek, kültür’ün özelliklerini aşağıdaki başlıklar altında toplamıştır (Güvenç: 1994, 101-104). Kültür öğrenilir: Kültür içgüdüsel ve kalıtsal değil, her bireyin doğduktan sonraki yaşantısı içinde kazandığı alışkanlıklardır. 1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u 333 Doğan ATILGAN Kültür tarihidir ve süreklidir: Öğrendiklerini yavrularına aktarabilen tek canlı insandır. Bu özelliğinin de konuşma yetisinden geldiği savunulmaktadır. Böylelikle kültür bir kuşaktan diğerine geçer, yani süreklidir. Kültürün sürekliliğini gelenek ve görenekler sağlar. Bundan dolayı kültürün yaradılışa uzanan dolaylı bir geçmişi vardır. Kültür toplumsaldır: Kültürel öğretiler bir toplum içinde yaşayan insanlarca üretilir ve ortaklaşa paylaşılır. Bir grubun üyeleri tarafından paylaşılan alışkanlıklar, kabul edilen tutum ve davranışlar o toplumun kültürünü oluşturur. Kültür ideal ya da idealleştirilmiş kurallar sistemidir: Kültür, ideal kural ve davranış biçimlerinden oluşsa da bireysel tutum ve davranışlar her zaman ideal olmayabilir. İdeal olması gerekendir, ancak her olay ideal davranış biçimleri içinde olmayabilir. İnsanlar aynı kültür grubu içinde olsalar da kültürel ideale uygun hareket etmeyebilirler. Yani bütün davranışlar kültürel ya da ideal olmayabilir. Kültür, ihtiyaçları karşılayıcı ve doyum sağlayıcıdır: Kültür temel ihtiyaçları ve bunlardan doğan alt düzeydeki diğer ihtiyaçlar büyük oranda karşılar. Kültürel ögeler toplum ihtiyaçlarına doyum sağlayarak varlıklarını sürüdürler. Kültürel ögelerin verdiği doyum ne kadar büyük olursa o oranda devam eder. Kültür değişir: Kültürel değişim uyum yoluyla gerçekleşir. Kültürler zaman içinde doğal çevreye uyum gösterirler. Uyum her zaman değişimi gerektirmez. Kültürel değişimin yeni durumlara uyumu olarak kavramsallaştırılması tarihi görüşü savunanlara ters gelmektedir. Kültürel değişme sistemin bütünlüğü içinde hemen gerçekleşmez. Bir kesimdeki değişme geri kalan kesimin buna uyumunu zorlar. Ama bu her zaman gerçekleşmeyebilir. Geri kalan kesim bazen değişmeyi durdurmaya çalışırken, bazen de destekleyip hızlandırmaya etken olabilir. 334 1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u Nevşehir'de Kültür ve Kütüphaneler Kültür Bütünleştiricidir: Uyum sürecinin bir ürünü olarak, belirli bir kültürün ögeleri bütenleşmiş bir sistem oluşturma eğilimindedir. Ancak tarih ve çevresel etmenler kültürel sistemde sürekli bir bütünleşmenin gerçekleşmesini engeller. Bütünleşmenin gerçekleşmesi uzun zaman alır. Bütünleşme tam olarak sağlanmadan yeni ayrışma ve değişmeler ortaya çıkabilir. Kültür bir soyutlamadır: Kültür maddi, gözlemlenebilir bir olgu değildir. Kültür Soyut bir kavramdır. Kültür kavramının soyut niteliği bilim adamlarını rahatsız eder. Çünkü soyut kavramı besleyen, destekleyen olaylar, konular gözlemlenebilir türdendir. Kültür kavramı, bir toplumdaki kültürel ögeleri, kuram ve süreçler ile bunlar arasındaki karşılıklı ilişkileri temsil eder. Ancak kültür kavramı toplumsal yapı ve kurumların kendisi değil, kavramsal soyut bir modelidir. Bu denli karmaşık ve soyut bir kavram olan ve toplumun tüm katmanları ile ilişkilendirilebilen kültür, çok çeşitli alanları kapsamaktadır. Bilim ve sanattan, devlet ve yönetim biçimi ile insan ilişkileri, yaşam biçimlerinden örf ve adetlere kadar çok çeşitli değişkenlerle birlikte anılan kültür kavramının kütüphane ile ilişkisine de kısaca değinelim. Kütüphaneler, ‘resim yazısından, elektronik ortamdaki bilgi kayıt ortamlarına kadar her türlü bilgi kayıt ortamını bünyesinde barındırıp düzenleyerek kullanıcının hizmetine sunan kurumlardır. Bu işlevlerini tarih boyunca sürdürmüş, bundan sonra da sürdüreceklerdir. Üretilen bilgiyi tüketicinin hizmetine sunma, kütüphanenin başlıca görevidir. Bilginin hizmete sunulması yani toplumsallaştırılması da kütüphanenin kültür hizmeti olarak değerlendirilmektedir. Toplumların kültürlerini yazılı ve sözlü kültür kapsamında ele almak mümkündür. Sözlü kültür, halk hikâyeleri, deyiş ve destanlarla nesillere aktarılırken değişime uğraması ve toplumlar arasında farklılaşması olağan kabul edilmektedir. Kültürel değerlerin kayıt altına alınarak aktarılması ise toplumsal değişimin yazılı belgeleri haline gelmesi yanında, gelecek nesillere aktarılmasında kolaylıklar sağlamasına neden olmaktadır. Kütüphanelerin, her türlü bilgi kaynağını toplayıp düzenleyerek hizmete sunması ve saklayarak gelecek kuşaklara aktarması kültür varlıklarının korunması ve toplumlararası kültürel değişimin izlenmesi açısından büyük önem taşımaktadır. 1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u 335 Doğan ATILGAN Kültürün aynı zamanda uygarlık olarak da tanımlandığına ilişkin sosyal bilimcilerin görüşlerine değinmiştik. Uygarlığın temelinde de eğitim vardır. Ancak eğitimli insanlar uygarlığın gelişmesine ve ilerlemesine katkı sağlayabilirler. Kütüphanelerin temel işlevleri arasında, toplumların sürekli eğitimi bulunduğuna göre, yaşam boyu öğrenme ile yaygın-örgün eğitimde de önemli görevleri vardır. Kütüphaneler bu görevleri ile birlikte kültürün de önemli yapı taşlarından birisidir. Kültür-kütüphane ilişkisini ortaya koyan önemli özelliklerden birisi de kültür ve demokrasi ilişkisinde yatmaktadır (Yılmaz: 2009, 75). Demokrasi, kültürlü, eğitimli ve bilinç düzeyi yüksek insanların birbirlerine ve çevreye saygı duydukları bir rejimdir. Demokrasinin ihtiyacı olan insan gücünün yetişmesinde de kütüphaneler, yukarıda belirtilen özellikleri ile önemli katkılar sağlar. 2. Nevşehir’in Tarihi Bu bildiri kapsamında, Nevşehir tarihi bulunmamakla birlikte, Tarihsel süreç içinde Nevşehir ve yöresine hâkim olmuş ulusların, kendi kültürlerini bölgeye yansıtmaları, Nevşehir ve yöresinin kültür kurumları ve yaşam biçimlerinin oluşmasında önemli katkıları olmuştur. Bu nedenle, Nevşehir tarihine kısaca yer vermekte yarar vardır. Nevşehir yöresinde yapılan arkeolojik çalışmalarda, Nevşehir tarihi İ.Ö. 3000 yıllarına kadar dayandırılmaktadır. Bilinen en eski adı Nissa’dır. Nevşehir İ.Ö 2000lerde Hitit hâkimiyetine girmiş, daha sonra Kapadokya yöresinde hâkimiyet kuran Frig’lerin egemenliğine girmiştir. Daha sonra da Frig’leri yenen Asurlular Bölgenin hâkimi olmuşlardır. (Nevşehir: 2004,9) M.Ö. VI. Yüzyılda Nevşehir ve yöresinin hâkimi Lidyalılar olurken. M.Ö. 350 yıllarında ise bölgede Pers egemenliği başlamıştır. M.Ö. 334 yılında Makedonya kralı büyük İskenderin bölgeden geçtiği bilinmektedir. Buranın yönetimini komutanlarına bırakan İskender’in ölümünden sonra kurulan Kapadokya Krallığı, Nissa’da da hâkimiyet sürdürmüştür. Nissa, daha sonra Roma İmparatorluğunun himayesine girmiş ve bir eyalet haline gelmiştir. (Çerçi:2003,30) 1071 Malazgirt savaşından sonra Göreme ve Nissa, Türk egemenliğine girmiştir. Bölgenin eski halkı yerlerini yeni gelenlere bırakmış, bu tarihten sonra yörede Bizans köyleri ve kasabalarına karşı Türk köyleri kurulmaya başlamıştır. Göre, Nar, yeni kurulan köyler arasında yer almıştır. Hititlerin 336 1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u Nevşehir'de Kültür ve Kütüphaneler Nissa adını koyduğu Nevşehir’in adı, Muşkara olarak değiştirilmiştir. Büyük Selçuklu İmparatorluğunun bir kolu olan Anadolu Selçuklu Devleti zamanında, Muşkara, doğuya ve İran’a giden kervan yolu üzerinde Ürgüp kazasına bağlı 18 evden ibaret bir köydü(Nevşehir: 2004,15) Anadolu Selçuklu Devleti yıkılınca, Moğollar 1243 yılında, Muşkara ve yöresini ele geçirerek, askeri bir üs olarak kullanmışlar. Daha sonra Nevşehir yöresine Karamanoğulları ve Dulkadiroğluları hâkim olmuşlardır. 1515’te Dulkadiroğulları Beyliğine son veren Yavuz Sultan Selim, bölgeyi kesin olarak Osmanlı devletine bağlamıştır. Osmanlı döneminde önemli gelişmeler gösteren Nevşehir, özellikle Padişah III. Ahmet zamanında, Sadrazam Damat İbrahim Paşa tarafından önemli destek sağlanmıştır. Sarayın mimar başı Mehmet Ağa ve Bina emini Seyit Mustafa’yı Muşkara’ya gönderen Sadrazam, birçok kalıcı eser yaptırmıştır.(Nevşehir’in: 2004, 18) Nevşehir, cumhuriyet döneminde Niğde’nin il olmasıyla Niğde’ye bağlanmış, 20 Temmuz 1954’te Kırşehir ili, ilçe haline getirilirken 6429 sayılı kanunla Nevşehir il olmuştur. Kırşehir’den Hacıbektaş, Avanos, Mucur; Kayseri ilinden Ürgüp; Niğde’den Gülşehir ilçeleri alınarak sınırı genişletilmiştir. Ancak 1 Temmuz 1957’de yürürlüğe giren 7001 sayılı kanunla Kırşehir tekrar il haline getirilince Mucur ilçesi Kırşehir’e geri verilmiştir. Derinkuyu da 1 Nisan 1960’ta ilçe haline getirilerek Nevşehir’e bağlanmıştır. Son olarak Nevşehir’in Ürgüp, Avanos, Gülşehir, Derinkuyu, Kozaklı, Hacıbektaş olmak üzere altı ilçesi vardır (Nevşehir’in: 2004, 29-30). 3. Nevşehir’in Kültür Hayatı Kültür kavramı bildirinin başında ayrıntılı olarak ele alınmış, kapsamının insan yaşamındaki tüm konularla ilişkili olduğu vurgulanmaya çalışılmıştı. Bir kentin kültürü söz konusu olunca yaşam tarzları, insanların alışkanlıkları, sinema ve görsel sanatlar, müzeler, camiler, hanlar ve açık saraylar, doğal güzellikler, arkeolojik alanlar, etnografik eserler, örf ve adetler ile kütüphaneler gibi değerler söz konusu olmaktadır. Nevşehir’in kültür zenginliklerini oluşturan eserler arasında, doğal güzellikler yanında, müze ve ören yerleri, tarihi eserler, yer altı şehirleri ve kütüphaneler sayılabilir. Nevşehir, tarihi süreç içinde taşınmaz kültür varlıkları açısından en önemli gelişmeyi Lale devrinde Damat İbrahim Paşa’nın sadrazamlık döneminde göstermiştir. Günümüzde de varlığını sürdüren bu eserler arasında Kurşunlu Cami, han, hamam, medrese, imarethane, sıbyan mektebi 1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u 337 Doğan ATILGAN ve çeşmeler sayılabilir. Doğal güzellikler arasında açık müze ve ören yerleri, yer altı şehirleri sayılabilir. Ayrıca Nevşehir’in çömlekçilik ve halıcılık gibi el sanatları alanında önemli bir kültür merkezi özelliğinden söz edilebilir. Nevşehir’de, kültürel yapının oluşumunda şehrin kuzey ve güney ilçelerine göre farklılık gözlenmektedir. Kızılırmağın kuzeyinde kalan Kozaklı ve Hacıbektaş ilçeleriyle güneydeki Merkez İlçe, Avanos, Derinkuyu, Gülşehir ve Ürgüp tümüyle farklı özellikler taşımaktadır. Yerleşimden, ürün türlerine, üretim biçimlerine ve toplumsal özelliklerde bu farklılık gözlenmektedir. Kuzey ilçeleri olan Kozaklı, Hacıbektaş çevresi düz bir alandır. Geçim tarla tarımına dayalıdır. Ancak, ekim alanlarının yetersizliği yoğun bir göç yaratmıştır. Aynı olgu Avanos’ta da görülür. Toprak özellikleri çanak, çömlek yapımına elverişlidir. Önceleri mutfak amaçlı üretim, 1980’li yıllardan sonra, fonksiyon değiştirerek turizme yönelmiştir. Geçim kaynaklarının hızlı nüfus artışını karşılayamaması göçü yaygınlaştırmaktadır. Bektaşiliğin doğuş ve yayılma merkezi olan Hacıbektaş ve yöresindeki kültürel etmenlerin oluşumunda bu öğretinin etkisi gözlemlenmektedir. Ürgüp, ilin kentsel nitelik taşıyan en önemli merkezlerindendir. İlçe doğal yapısının yanı sıra, toplumsal özellikleriyle de öbür yerleşim merkezlerinden ayrılmaktadır. Halkın bu yapısı Ürgüp’ü kültürel etkinliklerin çekim merkezi yapmıştır. Geçmişte ilçe ekonomisinin temel taşı olan bağcılık günümüzde önemini kaybetmeye yüz tutmuştur. Bunun yerini ise turizm sektörü doldurmaktadır. Ürgüp ve Göreme ile özdeşleşen peribacaları ve kayadan oyma dinsel mekânlar bölgeye turizm merkezi hüviyeti kazandırmaktadır. Avanos ve Ürgüp yurt dışına göç veren merkezler arasındadır. İl merkezi ise bir geçiş alanı görünümündedir. Bölgedeki konumuyla da aynı özelliği gösteren Nevşehir’de ticaret ve taşımacılık en yaygın uğraş durumundadır. Öte yandan bağcılık, ek bir gelir kaynağı oluşturmaktadır(Nevşehir’in, 2004,117-118). Taşınır kültür mirası olarak ele alabileceğimiz el sanatları özellikle Ürgüp ve Avanos yöresindeki halı dokumacılığı ve Avanos’taki çömlekçilik ile Nevşehir yöresi el sanatları açısından önemli bir yer tutmaktadır. Ancak el sanatları konuları da bildiri kapsamında ele alınmayacaktır. 4. Kütüphane Kütüphanelerimizin Anadolu’daki tarihini Selçuklular zamanına kadar götürmemiz mümkündür. Anadolu Selçukluların saraylarında kütüphanelerin varlığı bilinmektedir. Osmanlılar döneminde Bursa’da zengin bir kütüphane kurulmuş, ancak bu Timur istilasında yok edilmiştir. Daha sonra Os- 338 1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u Nevşehir'de Kültür ve Kütüphaneler manlı Saraylarında ve konaklarda özel kitaplıklar kurulmuştur. Kurulan bu kütüphanelerde devrin saygın ulemaları görev almışlardır. Osmanlılarda ilk bağımsız kütüphane de Topkapı Sarayında III. Ahmet devrinde (17031730) yaptırılmıştır (Şehsuvaroğlu, 1978: 5) Osmanlılardaki kütüphane geleneği Cumhuriyet ile birlikte devam etmiştir. Cumhuriyet ile birlikte çıkarılan kanunlarla kütüphane yönetiminin bir merkezde toplanması sağlanırken (Tevhid-i Tedrisat ve Tekke ve Zaviyelerin Kapatılması Hakkındaki Kanunlar gibi), kütüphaneciliğin bilimsel anlamda ele alındığı sürekli eğitim de bu dönemde başlamıştır. 1950’li yıllarda üniversite düzeyinde kütüphanecilik eğitiminin başlamasıyla kütüphanecilik meslek olarak algılanmaya başlanmıştır. Ülkemizde kütüphanecilik mesleğinin geçmişi 1950’li yıllara dayandırılmakla birlikte kütüphanelerin örgütlenmesi ve kütüphanecilik mesleğinin toplumda kabul görmesi aşamasında hala kimi sorunlar yaşanmaktadır. Bugün değişik kütüphane türleri farklı örgüt yapısı altında hizmet vermektedir. Halk ve çocuk kütüphaneleri ile Milli Kütüphane Kültür Bakanlığı’na bağlıdır. Okul kütüphaneleri Milli Eğitim Bakanlığı’na bağlı olarak hizmet vermeye çalışmaktadır. Buna karşın üniversite kütüphaneleri Rektörlükler aracılığı ile YÖK’e ve diğer kurum ve kuruluşlarda bulunan kütüphanelerde ait oldukları kurum yönetimlerine bağlı olarak hizmet vermektedir. Kütüphaneler bulundurdukları kaynaklarla, hem araştırma ve geliştirme faaliyetlerine destek olurken, hem de sürekli eğitim ve öğretimi desteklemektedir. Ülkemizde sürekli eğitim örgün ve yaygın olarak iki boyutta incelenmektedir. Örgün eğitim okullarda verilirken, yaygın eğitim okula hiç gitmeyen, ya da okul eğitimini tamamlayan insanlara verilmektedir. Örgün eğitim aşamasında ilköğretim, lise ve yüksek öğretim kademesinde verilen eğitimi kütüphanelerden ayrı düşünmek, ya da kütüphanesiz eğitimin istenen düzeyde bir eğitim olamayacağı gerçeği apaçık ortadadır. Kütüphanelerin örgün eğitimdeki vazgeçilmez gerekliliği, yaygın eğitimde de özellikle halk ve çocuk kütüphanelerinde ortaya çıkmaktadır. Kısacası örgün ve yaygın eğitimde kütüphaneler önemli bir rol oynamaktadır. Eğer eğitimi destekleyen kütüphaneler yok, ya da onların dermeleri insanların kendilerini geliştirecek, onların başarılarını destekleyecek nitelikte değilse, insanların okuma yazma becerilerini geliştirmeleri ve araştırma ve geliştirmeye katkılarını beklemek güçtür (Ersoy, 1994: 92). 1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u 339 Doğan ATILGAN Yeni teknolojilerin gelişmesi, yeni bilgi kaynaklarının ortaya çıkması, bilgi merkezlerini de bu gelişmeye uymaya zorlamaktadır. 21.Yüzyıl’a girerken bu baş döndürücü gelişme akıl almaz boyutlara ulaşmaktadır. Bu gelişmeye paralel olarak bilgi merkezlerinde de yeni kavram, yeni yöntem, yeni örgütsel yapı ve hizmet birimleri ortaya çıkmaktadır. Bu teknolojilerle birlikte kütüphane dermelerinin niteliklerinde de değişiklikler olmuştur. Basılı materyaller yanında elektronik ortamdaki kaynaklar da dermede yer almıştır. Bu nedenle kütüphaneler bu kaynakların denetimi ve hizmete sunulmasında farklı yöntem ve işlemlerin geliştirilmesini gerektirmiştir. Bu hızlı gelişime üniversite ve araştırma kütüphaneleri ile kimi kurum ve özel kütüphaneler uyum sağlamış gibi görünmektedir. Buna karşın halk kütüphanelerinin büyük bir çoğunluğu ile okul kütüphaneleri bu gelişmelerin oldukça gerisinde kalmaktadır. 5. Nevşehir’de Kütüphaneler Kütüphaneler, görev ve vizyonları gereği, kültürel mirasın korunması, yazılı ve halk kültürüne kaynaklık teşkil eden tüm eserleri toplamak, saklamak ve herhangi bir çıkar gözetmeden kullanıcıların hizmetine sunmakla görevlidir. Bildiri kapsamında yaşam boyu öğrenme ve halkın bilgi ihtiyacını karşılamada birinci öncelikli görevi olan Halk Kütüphaneleri ele alınacaktır. 5.1. Nevşehir İl Halk Kütüphanesi Nevşehir İlinde Kültür ve Turizm Bakanlığına bağlı olarak hizmetlerini sürdüren 40 halk kütüphanesi bulunmaktadır. Bu kütüphanelerden Avanos Sarılar Halk Kütüphanesi, Gülşehir Karacaşar ve Tuzköy Halk Kütüphanesi, Hacıbektaş Karaburna ve Ürgüp Şahinefendi Halk Kütüphanesi personel yokluğu nedeniyle geçici olarak kapatılmıştır. 37 kütüphane ise hizmetlerini sürdürmektedir. Nevşehir Üniversitesi Kütüphanesi ile ildeki diğer kamu ve özel kütüphaneler ile okul kütüphaneleri bildiri kapsamında ele alınmamıştır. Tarihsel süreç içerisinde Nevşehir’de kütüphanelerin kurulması ve hizmetleri açısından ele alındığında ilk olarak 1725 yılında Damat İbrahim Paşa’nın emri yapılan Külliye karşımıza çıkmaktadır. Damat İbrahim Paşa Külliyesi Camii, medrese, sıbyan mektebi, imaret, kervansaray ve iki çeşmeden oluşmaktadır (Rehber:1961, 14). 1727 Yılında tamamlanan külliyenin Medrese bölümünde hizmet vermeye başlayan kütüphane binası dikdörtgen planlıdır ve düzgün kesme taştan 340 1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u Nevşehir'de Kültür ve Kütüphaneler yapılmıştır. Giriş kapısı dikdörtgen bir çerçeve içinde kemerli bir kapıdır. Kapı üzerinde Seyit Vehbi’ye ait olan bir kitabe yer almaktadır. Medrese kapısı bir avluyla açılmaktadır. Bu avlunun etrafına dizilmiş on yedi kubbeli medrese odası ve bir bas oda bulunmaktadır. Kütüphanenin ilk koleksiyonu Damat İbrahim Paşa tarafından bağışlanan 187 yazma eserden oluşmuştur. Kütüphane dermesi zamanla gelişerek medresede eğitim gören öğrencilerin ve yöre halkının bilgi ihtiyacını karşılayan bir kaynak konumuna gelmiştir. Medrese 1961 yılında Vakıflar Genel Müdürlüğü tarafından onarılmış, Nevşehir İl Halk Kütüphanesi olarak hizmete açılmıştır. Damat İbrahim Pasa tarafından kütüphaneye kazandırılan ve daha sonraları kütüphane dermesine eklenmiş değerli yazma eserler, saklama koşullarının sağlanamaması ve gerekli güvenlik önlemlerinin alınamaması nedeniyle, Milli Kütüphane’ye devredilmiştir. Su an Milli Kütüphane’de Nevşehir Damat İbrahim Paşa il Halk Kütüphanesi koleksiyonuna ait 688 yazma eser hizmete sunulmaktadır (Atılgan: 2008, 57). Damat İbrahim Pasa Halk Kütüphanesi, 1987 yılına kadar Nevşehir’in tek halk kütüphanesi olarak kullanılmıştır. 1987 yılında Kültür Bakanlığı, Nevşehir il Halk Kütüphanesi, Kültür Bakanlığı tarafından yapımı tamamlanan Kültür Merkezi binasında kendisine ayrılan yere taşınmıştır. Kültür Merkezinin giriş katında Çocuk Bölümü ve Ödünç Verme Bölümü; İkinci katta ise İnternet Erişim Merkezi, Süreli Yayınlar Bölümü, idari bürolar, yetişkinler için Okuma Salonu, Teknik Hizmetler Bölümü ve depo bölümleri bulunmaktadır. Külliye ise şube kütüphanesi olarak hizmet vermeye devam etmektedir. İl Halk Kütüphanesi, bina içinde verdiği okuyucu hizmetleri yanında, önemli bir hizmeti de 18 Temmuz 2006 tarihinde Ulaştırma Bakanlığı ile Kültür ve Turizm Bakanlığı arasında, Bakanlar düzeyinde imzalanan proje ile başlatmıştır. Evlerine bağımlı vatandaşlara kütüphane hizmetinin götürülmesini amaçlayan projeye Nevşehir İl Halk Kütüphanesi yanında; Aksaray, Amasya, Balıkesir, Bartın, Batman, Burdur, Çanakkale, Çankırı, Elazığ, Erzincan, Gaziantep, Isparta, Kırıkkale, Kırşehir, Muğla, Nevşehir, Osmaniye, Sakarya, Samsun, Uşak İl Halk Kütüphaneleri de yer almaktadır. (Gazete haber Projenin işleyişi ise şöyledir: Ödünç kitap almak isteyen eve bağımlı okuyucu, isteğini telefon, internet veya bir yakını aracılığıyla kütüphaneye bildirmektedir. İstenilen kitap PTT aracılığı ile okuyucuya ulaştırılmakta ve yine aynı yolla kütüphaneye iade edilmektedir. 1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u 341 Doğan ATILGAN Nevşehir İl Halk Kütüphanesi dışında Nevşehir ili içinde hizmet veren şube, ilçe ve bunlara bağlı kütüphane memurluklarına da kısaca yer vermek istiyorum (Nevşehir İl:1998, ).1 5.1.1. Nevşehir İl Halk Kütüphanesine Bağlı Şube Kütüphaneleri Çat Halk Kütüphanesi: Çat Belediyesince ayrılan bir binada 30 Mayıs 1986 tarihinde hizmete açılmıştır. Kütüphane şimdilerde yeni binasında hizmet vermektedir Göre Halk Kütüphanesi: Göre Kasabası halk kütüphanesi 2002 yılında açılmış ve Belediye binasında hizmet vermektedir. Göreme Halk Kütüphanesi: Göreme Belediyesince tahsis edilen binada 1962 yılında hizmete açılmıştır. Kaymaklı Halk Kütüphanesi: Kaymaklı halk kütüphanesi 2002 yılında hizmete açılmış ve Belediyenin tahsis ettiği müstakil binada hizmet vermektedir. Nar (Hacı Osman Ağa) Halk Kütüphanesi: Kütüphane binası yöre halkından Hacı Osman Ağa tarafından bağışlanmıştır. Kültür Bakanlığı tarafından gerekli tadilat yapılarak 1957 yılında hizmete açılmıştır. Uçhisar Halk Kütüphanesi: 1962 yılında hizmete açılan kütüphane binası Kültür Bakanlığı tarafından yapılmıştır. 5.2. Acıgöl İlçe Halk Kütüphanesi Acıgöl ilçe halk kütüphanesi, 1962 yılında açılmış olup, binanın arsası Acıgöl Belediyesinden satın alınarak, 150 m2 arsa üzerine 1964 yılında, Kütüphane Yaptırma ve Yaşatma Demeği tarafından yaptırılmıştır. 1993 yılında yapımına başlanan ilave kat 1995 yılında hizmete açılmıştır. Acıgöl ilçe halk kütüphanesine bağlı olarak iki şube kütüphanesi vardır. Bunlar: Tatlarin ve Karapınar kasabalarındaki halk kütüphaneleridir. 1 Bu kütüphanelerin 2010 yılı sayısal verileri ek-1 de iletişim bilgileri ve personel sayıları da Ek-2 de verilen tablolarda yer almaktadır. 342 1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u Nevşehir'de Kültür ve Kütüphaneler Tatlarin Halk Kütüphanesi: Tatlarin halk kütüphanesi, 1991 yılında açılmış olup, Tatlarin Belediyesince tahsis edilen Belediye binasının bir bölümünde hizmet vermektedir Karapınar Halk Kütüphanesi: Karapınar Halk Kütüphanesi, 1997 yılında hizmete açılmış olup, Karapınar Belediyesi tarafından verilen binada hizmet vermektedir. 5.3. Avanos İlçe Halk Kütüphanesi Avanos İlçe Halk Kütüphanesi Müdürlüğü, 1959 yılında hizmete açılmıştır. Avanos ilçe halk kütüphanesi müdürlüğüne bağı Büyükayhan, Göynük, Kalaba, Özkonak, Sarılar ve Topaklı halk kütüphanesi memurlukları şube kütüphaneleri olarak hizmet vermektedirler. Büyükayhan Halk Kütüphanesi: Büyükayhan Halk Kütüphanesi Memurluğu, 1973 yılında okuyucu hizmetine açılmıştır. Göynük Halk Kütüphanesi: Göynük Halk Kütüphanesi Memurluğu, 1992 yılında okuyucu hizmetine açılmıştır. Kalaba Halk Kütüphanesi: Kalaba Halk Kütüphanesi Memurluğu, 1973 yılında okuyucu hizmetine açılmıştır. Özkonak Halk Kütüphanesi: Özkonak Halk Kütüphanesi Memurluğu, 1963 yılında okuyucu hizmetine açılmıştır. Topaklı Halk Kütüphanesi: Topaklı Halk Kütüphanesi Memurluğu, 1963 yılında okuyucu hizmetine açılmıştır. 5.4. Derinkuyu ilçe Halk Kütüphanesi Derinkuyu İlçe Halk Kütüphanesi, Kütüphane Kurma ve Geliştirme Derneğinin çalışmaları sonucunda, 1962 yılında hizmete açılmıştır. Hizmete açıldıktan sonra 1981 yılında mülkiyeti Derinkuyu Belediyesine ait olan iki katlı binanın ikinci katında hizmete devam etmektedir. 1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u 343 Doğan ATILGAN 5.5. Gülşehir İlçe Halk Kütüphanesi Birinci Abdülhamit’in sadrazamlarından Kara Vezir Silahtar Mehmet Paşanın Gülşehir’e yaptırdığı en önemli eserlerinden biri de Karavezir adı verilen külliyedir. 1779 tarihinde yapılan külliyenin bir bölümü de kütüphane olarak yapılmıştır. Karavezir Külliyesinin bir bölümü olan kütüphane binası Cumhuriyet döneminden yakin zamanlara kadar hapishane olarak kullanılmış. Ancak 1963 yılından itibaren de Kültür Bakanlığı bünyesinde yeniden kütüphane olarak hizmet vermeye devam etmektedir. Kütüphane Müdürlüğüne bağlı olarak Karacaşar Kasabasında kütüphane memurluğu hizmet verebilmektedir. Karacaşar Paşa Halk Kütüphanesi: Karacaşar Karahahil Paşa Halk Kütüphanesi Memurluğu, 1982 yılında hizmete açılmıştır. 5.6. Hacıbektaş İlçe Halk Kütüphanesi Hacıbektaş İlçe Halk Kütüphanesi 1961 yılında hizmete açılmıştır. Hacı Bektaş Veli Külliyesi içerisindeki Dede-Baba Köşkü Vakıflar Genel Müdürlüğünce geçici olarak kullanıma verilen yerde hizmete başlayan kütüphaneye, 1986 yılında alt kattaki Kiler bölümü de eklenerek genişletilmiştir. Külliye içerisinde kullanılan bölümlerin kütüphane hizmetine uygun olmadığı için 1993 yılında Hacıbektaş Belediyesince eski belediye binası yanındaki bir bölüm kütüphaneye tahsis edilmiştir. Kütüphane koleksiyonunun bir kısmı buraya taşınarak her iki yerde de hizmetler verilmiş daha sonra Kültür Bakanlığı tarafından yaptırılan Hacıbektaş Kültür Merkezi içerisinde kütüphaneye ayrılan bölüme taşınmıştır. Hacıbektaş İlçe Halk Kütüphanesi Müdürlüğüne bağlı olarak Avuçköyü, Kızılağıl ve Köşektaş Halk Kütüphanesi Memurluğu hizmet vermektedir. Avuçköy Halk Kütüphanesi: Avuçköy Halk Kütüphanesi, 1986 yılında hizmete açılmıştır. Köy tüzel kişiliğine ait bir binada hizmet vermektedir. Kızılağıl Halk Kütüphanesi: Kızılağıl Halk Kütüphanesi, 1995 yılında hizmete açılmıştır. Bakanlığa ait kendi binasında hizmet vermektedir. Köşektaş Halk Kütüphanesi: Köşektaş Halk Kütüphanesi, 1969 yılında hizmete açılmıştır. Bakanlığa ait kendi binasında hizmet vermektedir. 344 1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u Nevşehir'de Kültür ve Kütüphaneler 5.7. Kozaklı İlçe Halk Kütüphanesi Kozaklı İlçe Halk Kütüphanesi, 1962 yılında hizmete açılmıştır. Kozaklı TEDAŞ şefliği binasında hizmet vermektedir. Kozaklı İlçe Halk Kütüphanesi Memurluğuna bağlı Kanlıca, Karahasanlı ve Karasenir Halk Kütüphanesi Memurluğu şube kütüphaneleri hizmet vermektedir. Kanlıca Halk Kütüphanesi: Kanlıca Halk Kütüphanesi, 2007 yılında açılmıştır. Kanlıca Belediyesi’nce tahsis edilen yerde hizmet vermektedir. Karahasanlı Halk Kütüphanesi: Karahasanlı İlçe Halk Kütüphanesi Memurluğu, 1985 yılında açılmıştır. Kütüphane Karahasanlı Belediyesince 25 yıllığına tahsis edilen yerde hizmet vermektedir. Karasenir Halk Kütüphanesi: Karasenir Halk Kütüphanesi Memurluğu,1990 yılında hizmete açılmıştır. Kütüphane Karasenir Belediyesince 25 yıllığına tahsis edilen yerde hizmet vermektedir. 5.8. Ürgüp Tahsinağa İlçe Halk Kütüphanesi Ürgüp’te kütüphanecilik, çok eski tarihlere kadar uzanmaktadır. Ürgüplü Tahsin Ağa, sarayda kütüphanecilik hizmeti yapmaktaydı. Abdulmecit’in iznini alarak önce Temenni Tepesine kütüphane görevi görecek bir kümbet yapı yaptırmıştır. Ardından saray kütüphanesinde birden fazla nüshası olan el yazması 817 cilt eseri develere yükleterek, Ürgüp’e göndermiştir. Kütüphane kurmak için görevlendirdiği Ürgüplü Hacı Derviş, Temenni Tepesinde bulunan kümbet yapıya kitapları yerleştirerek kütüphane ve medrese olarak halkın hizmetine açmıştır. Hacı Derviş, Tahsin Ağa kütüphanesinde, 39 yıl Hafız-ı Kütüp (Kütüphaneci) ve medrese yöneticisi olarak çalışmıştır. 1894 yılından itibaren de Hacı Derviş’in oğlu Nail Derviş tarafından bu görevler devam ettirilir. Tahsin Ağa Kütüphanesi, 1914 yılında Milli Eğitim Bakanlığına bağlanmıştır (İleri ve Talipoğlu, 2007). Mustafa Güzelgöz’ün kütüphaneye atanması sonrasında, Temenni tepesindeki kümbet yapının gelecekte amaçlanan kapasiteyi karşılayamayacağı düşüncesiyle 1952 yılında Ürgüp’ün içinde yer alan yeni yapısına taşınmıştır. Tahsinağa İlçe Halk Kütüphanesi, Türkiye’de ilk defa 1957 yılında Kütüphane Müdürü Mustafa Güzelgöz’ün büyük çabalarıyla Ürgüp’e bağlı köylere 1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u 345 Doğan ATILGAN “merkepli gezici kütüphane” hizmetini başlatmıştır. Beş merkep, üç at, iki katırın kullanıldığı kitap ödünç verme işi, ilkel bir başlangıç gibi görünse de bu başlangıç adımıyla gerçekten olumlu sonuçlar alınmıştır. Hayvanların her iki yanına yerleştirilen özel yaptırılmış iki sandıkla yüzlerce kitap, sarp yollarda zamanla yarışarak, kütüphaneciler tarafından köylere taşınmıştır. Ürgüp’te, kütüphane geleneğinin yıllarca önce başlaması ve Mustafa Güzelgöz’ün de çabalarıyla köylere kütüphane hizmetinin yaygınlaştırılması, Ürgüp İlçe Halk Kütüphanesine bağlı hizmet veren şube kütüphanelerine de yansımıştır. En çok şubeye sahip ilçe Ürgüp’tür. Ürgüp Tahsinağa İlçe Halk Kütüphanesi’ne bağlı olarak hizmet veren Başdere, Mustafapaşa ile Ortahisar Kasabası ve Karain, Sarıhıdır ile Taşkınpaşa köylerinde kütüphane binaları bulunmaktadır. Başdere Halk Kütüphanesi: Başdere Halk Kütüphanesi Memurluğu, 1983 yılında okuyucu hizmetine açılmıştır. Mustafapaşa Halk Kütüphanesi: Mustafapaşa Halk Kütüphanesi Memurluğu, 1959 yılında okuyucu hizmetine açılmıştır. Ortahisar Halk Kütüphanesi: Ortahisar Halk Kütüphanesi Memurluğu, 1892 yılında okuyucu hizmetine açılmıştır. Karain Halk Kütüphanesi: Karain Halk Kütüphanesi Memurluğu, 1958 yılında okuyucu hizmetine açılmıştır. Sarıhıdır Halk Kütüphanesi: Sarıhıdır Halk Kütüphanesi Memurluğu, 1966 yılında okuyucu hizmetine açılmıştır. Taşkınpaşa halk kütüphanesi: Taşkınpaşa Halk Kütüphanesi Memurluğu, 1964 yılında okuyucu hizmetine açılmıştır. 6. Sonuç: Nevşehir ve yöresi, genel adıyla Kapadokya bölgesi, Unesco Dünya Kültür mirası içinde değerlendirilen ve tarihi, coğrafyası ve kültürü ile dün- 346 1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u Nevşehir'de Kültür ve Kütüphaneler yada önemli merkezlerden birisidir. Geçmişten geleceğe bilgi aktarımında önemli bir işlev üstlenen kütüphaneler de bu tarihi ve kültürel süreç içinde yer almışlar ve önemli işlevler üstlenmişlerdir. Bugün özellikle halk kütüphanelerimiz birer okuma odası konumunda hizmet vermekte öğrencilerin ödev yaptıkları ya da ders çalıştıkları yerlerden öte gidememektedir. Bunun temel nedeni de yeterince işlevsel okul kütüphanelerimizin bulunmamamsı yanında, halkımızda yeteri düzeyde okuma alışkanlığının bulunmamasıdır. Ülkemizde kütüphane hizmetlerinin geliştirilmesi ve Halk Kütüphanelerinin tarihsel süreç içinde üstlendikleri görevlerini yerine getirebilmeleri için eğitim ve kültür politikalarının en üst düzeyde ele alınması ve uygulamaya konulması için birlikte hareket edilmelidir. Halk kütüphanesi hizmetlerinde arz-talep dengesinden doğan olumsuzlukları kısa sürede ortadan kaldırmak mümkün gibi görünmemektedir. Halk kütüphanelerinin hizmetleri açısından kaynaklanan sorunları bir ölçüde ortadan kaldırmak ve bölgesel araştırmaları desteklemek amacıyla kent arşivi ve kütüphanelerinin diğer bir adıyla kent hafıza merkezlerinin kurulmalıdır. Kentteki sivil toplum kuruluşlarının, yerel yönetimlerin, kalkınma ajansları ve üniversitelerin destekleri ile kurulacak kent hafıza merkezleri paylaşımın artmasına, kullanımın yaygınlaşmasına ve birlikte hareket etme kültürünün de gelişmesine yardımcı olacaktır. Bu bağlamda Nevşehir ve yöresi ile ilgili araştırmalara destek olacak ve/veya bölgeye özgü eksikliği hissedilen konularda araştırmaların yapılmasını sağlayacak bir ‘Nevşehir Kent Arşivi ve Hafıza Merkezi’ne gereksinim vardır. Merkez, Nevşehir ve yöresi ile ilgili yazılmış her türden (bilimsel, popüler) yayının, kültürel-tarihi-doğal güzellikleri içeren fotoğraf ve video filmlerinin yer alacağı merkez, hem kent hafıza merkezi olarak gelecek nesillere bilgi aktarımı sağlayacak hem de yöre halkı ve araştırmacılara hizmet verecektir. Aynı zamanda Kapadokya ile ilgili herhangi bir bilimsel çalışma, dünyanın her köşesindeki araştırmacılar tarafından bu merkeze bağlı olarak yapılabilecektir. Bu düşünceleri geliştirmek için farklı meslek grupları, farklı disiplinlerdeki uzmanlar, yerel yönetimler ve özel girişimcilerden oluşan gruplar ile ortak çalışmalar desteklenmeli, sonuçlandırılması için gerekli girişimler bir an önce başlatılmalıdır. 1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u 347 Doğan ATILGAN Kaynaklar Atılgan, Osman “Nevşehir Damat İbrahim Paşa Halk Kütüphanesi” Nevşehir kültür ve Tarih Araştırmalar. Nevşehir Belediyesi.3(9) 2008.56-59ss. Çerçi, Fahri. Damat İbrahim Paşa ve Nevşehir. İzmir, İlya, 2003. 145 s. Ersoy, Osman. ().”Eğitimde kütüphane”, Türk Kütüphaneciliği. 8 (2) 1994. 9194ss. Eve Bağımlı Hasta, Yaşlı, Engelliler İçin Halk Kütüphanelerinden eve teslim kitap projesi[Elektronik adres] http://www.kygm.gov.tr/belge/1-74297/evebagimli-hasta-yasli-engelliler-icin-halk-kutuphanel-.html Güvenç, Bozkurt. İnsan ve kültür. 6.bs İstanbul : Remzi Kitabevi, 1994. 398 s Halman, Talat. (1995). “Babil’den `kütüp-uzay’a”, Türk Kütüphaneciliği. 9(4): 377-385ss. Kongar, Emre “Kültür üzerine. 7. bs. İstanbul: Remzi, 2003. 207 s. Nevşehir’in 50. Yılı. hazırlayan: Nevşehir Valiliği; fotoğraflar: Murat E.Gülyaz. Nevşehir. 2004 197 s. Nevşehir İl Yıllığı. Nevşehir: Nevşehir Valiliği,1989. 440 s. Rehber, Remzi. Nevşehir ve Göreme, Nevşehir. 1961, 47 s. Şehsuvaroğlu, Bedi N.(1978). “Tarihte ve bizde kütüphane”.TürkKütüphaneciler Derneği Bülteni” 27(1), 1-9. Turan, Şerafettin. Türk kültür tarihi: Türk kültüründen Türkiye Kültürüne ve Evrenselliğe. Genişletilmiş 3.bsm. Ankara : Bilgi Yayınevi , 2000, 407 s. Yılmaz, Bülent. Türkiye’de Kültür politikası ve kütüphane: 1980 sonrası durum/ Ankara:TKD Ankara Şubesi, 2009 272 s. Ek-1 Nevşehir ili Halk Kütüphaneleri 2010 Yılı İstatistikleri İlçe 1 Merkez 2 Merkez 3 4 Merkez Merkez 5 Merkez 6 Merkez 7 Merkez 8 Merkez 348 Kütüphane Adı Nevşehir İl Halk Ktp.si Müd. Nevşehir Damat İbrahim Paşa Halk Ktp. Çat Halk Kütüphanesi Göre Halk Kütüphanesi Göreme Halk Kütüphanesi Kaymaklı Halk Kütüphanesi Nar Hacı Osman Ağa Halk Kütüphanesi Uçhisar Halk Kütüphanesi Kitaplar Kullanıcı Ödünç Verilen Üye Genel Sayısı Kitap Sayısı Sayısı Toplam 37,228 58,020 16,505 940 10,416 6,740 2,272 274 5,551 1,691 6,632 5,080 2,655 597 132 96 10,223 4,398 616 173 1,925 4,495 614 93 10,583 10,782 1,929 174 15,899 6,429 1,449 196 1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u Nevşehir'de Kültür ve Kütüphaneler 9 Acıgöl 10 Acıgöl 11 Acıgöl 12 Avanos 13 Avanos 14 Avanos 15 Avanos 16 Avanos Acıgöl İlçe Halk Kütüphanesi Karapınar Halk Kütüphanesi Tatlarin Halk Kütüphanesi Avanos İlçe Halk Kütüphanesi Müd. Büyükayhan Halk Kütüphanesi Göynük Halk Kütüphanesi Kalaba Halk Kütüphanesi Özkonak Halk Kütüphanesi 11,893 10,660 749 371 2,290 11,517 4,561 123 5,863 8,859 4,212 3 17,121 28,783 5,261 401 6,332 16,002 3,689 219 3,965 2,614 627 126 8,050 14,758 4,174 442 9,957 11,869 3,929 215 17 Avanos Sarılar Halk Kütüphanesi 5,433 PERSONEL OLMADIĞI İÇİN GEÇİCİ KAPALI 18 Avanos Topaklı Halk Kütüphanesi 10,062 3,305 526 98 19 Derinkuyu Derinkuyu İlçe Halk Kütüphanesi 11,930 2,742 1,409 314 14,716 17,593 4,367 652 2,659 PERSONEL OLMADIĞI İÇİN GEÇİCİ KAPALI 6,115 3,657 5,341 PERSONEL OLMADIĞI İÇİN GEÇİCİ KAPALI 22,652 30,190 4,078 350 5,534 2,909 325 25 8,624 PERSONEL OLMADIĞI İÇİN GEÇİCİ KAPALI 1,908 3,003 69 29 1,757 3,382 342 55 16,051 3,338 835 278 20 Gülşehir 21 Gülşehir 22 Gülşehir 23 Gülşehir 24 Hacıbektaş 25 Hacıbektaş 26 Hacıbektaş 27 Hacıbektaş 28 Hacıbektaş 29 Kozaklı Gülşehir Karavezir İlçe Halk Ktp.si Müd. Gümüşkent Halk Kütüphanesi Karacaşar Kara Halil Paşa H. Kütüphanesi Tuzköy Halk Kütüphanesi Hacı Bektaş İlçe Halk Ktp.si Müd. Avuçköyü Halk Kütüphanesi Karaburna Halk Kütüphanesi Kızılağıl Halk Kütüphanesi Köşektaş Halk Kütüphanesi Kozaklı İlçe Halk Kütüphanesi 828 1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u 135 349 Doğan ATILGAN 30 Kozaklı 31 Kozaklı 32 Kozaklı 33 Ürgüp 34 Ürgüp 35 Ürgüp 36 Ürgüp 37 Ürgüp 38 Ürgüp 39 Ürgüp 40 Ürgüp Kanlıca Halk Kütüphanesi Karahasanlı Halk Kütüphanesi Karasenir Halk Kütüphanesi Ürgüp Tahsin Ağa İlçe Halk Ktp.si Müd. Başdere Halk Kütüphanesi Karain Mehmet İlhan Halk Ktp.si Mustafapaşa Halk Kütüphanesi Ortahisar Halk Kütüphanesi Sarıhıdır Halk Kütüphanesi Şahinefendi Halk Kütüphanesi Taşkınpaşa Halk Kütüphanesi GENEL TOPLAM: 247 375 0 0 6,911 1,764 76 17 4,637 5,848 526 178 34,577 15,723 12,208 923 10,937 8,145 4,312 228 17,330 86 50 21 15,739 1,316 395 196 16,623 4,772 1,358 328 14,218 814 252 51 8,017 PERSONEL OLMADIĞI İÇİN GEÇİCİ KAPALI 15,345 1,652 416,350 318,252 606 109 86,401 7,965 Ek-2 Nevşehir ili Halk Kütüphaneleri Merkez Nevşehir İl Halk Kütüphanesi Müdürlüğü Merkez Çat Halk Kütüphanesi Merkez Merkez Merkez 350 Nevşehir Damat İbrahim Paşa Halk Ktp. Göre Halk Kütüphanesi Kaymaklı Halk Kütüphanesi Kuruluş Tarihi Pers. Say TEL ADRES 0 384 213 1246 Yeni Kayseri Cad. 24.07.1987 17 Türbe Sok. Yeni Mah.Şehit 0 384 256 6022 Hakan Askın Cad.10 Cami Cedit 0 384 213 0857 Mah.Cami Kebir S.No:60 0 384 232 8002 Belediye Binası 0 384 218 2124 30.05.1986 2 1726 6 2002 1 Cami Kebir Mah. 02.01.2002 1 İslamlı Sok.No:33 1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u Nevşehir'de Kültür ve Kütüphaneler Merkez Merkez Acıgöl Acıgöl Acıgöl Avanos Avanos Avanos Avanos Avanos Avanos Avanos Derinkuyu Gülşehir Gülşehir Gülşehir Gülşehir Nar Hacı Osman Ağa Halk Kütüphanesi Uçhisar Halk Kütüphanesi Acıgöl İlçe Halk Kütüphanes Karapınar Halk Kütüphanesi Tatlarin Halk Kütüphanesi Avanos İlçe Halk Kütüphanesi Müd. Büyükayhan Halk Kütüphanesi Göynük Halk Kütüphanesi Kalaba Halk Kütüphanesi Özkonak Halk Kütüphanesi Sarılar Halk Kütüphanesi Topaklı HalkKütüphanesi Belediye Meydanı 1957 No:4 1 0 384 219 2194 Yukarı Mah.Kale Sok.No:1 2 1962 Cumhuriyet Mah. 1962 Osmanlı Cad. Karapınar 1997 0 384 321 4300 Kasabası Belediye Altı 1991 0 384 324 6336 Tatlarin Kasabası 0 384 311 2016 0 384 511 4308 Uğur Mumcu Cad.No:42 Kat.2 3 1 2 15.12.1952 3 Büyük Ayhan 26.02.1973 1 Köyü Ragıp Üner Cad. 07.02.1992 1 0 384 521 6748 Göynük Kasabası 0 384 543 7049 0 384 561 2924 Kalaba Kasabası 0 384 513 8038 Özkonak Kasabası 26.02.1973 1 06.03.1963 1 0 384 546 2432 Sarılar Kasabası 30.11.1993 0 384 551 2385 Topaklı Kasabası 15.01.1963 1 Baş Mahalle Şehit Derinkuyu İlçe 1962 0 384 381 3129 Ali Güven Cad.48 Halk Kütüphanesi Gülşehir Karavezir İlçe 0 384 411 3010 Halk Ktp.si Müd. Gümüşkent Halk 0 384 426 6676 Kütüphanesi Karacaşar Kara Halil Paşa H. 0 384 425 6233 Kütüphanesi Tuzköy Halk Kütüphanesi Hacı Bektaş İlçe Halk Ktp.si Müd. Avuçköyü Halk Hacıbektaş Kütüphanesi Karaburna Halk Hacıbektaş Kütüphanesi Hacıbektaş 0 384 213 5817 0 384 441 3019 Nevşehir Cad. No:2 1970 5 Gümüşkent Kasabası 1995 1 Karacaşar Kasabası 02.01.1982 1 Tuzköy Kasabası 1985 1 Hacıbektaş Veli Kültür Merkezi 1961 3 1986 1 0 384 451 4005 Avuç Köyü 0 384 453 5430 3 Karaburna Kasabası 1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u 351 Doğan ATILGAN Kızılağıl Halk Kütüphanesi Köşektaş Halk Hacıbektaş Kütüphanesi Hacıbektaş Kozaklı Kozaklı Kozaklı Kozaklı Ürgüp Ürgüp Ürgüp Ürgüp Ürgüp Ürgüp Ürgüp 352 0 384 455 6044 Kızılağıl Kasabası 1997 1 0 384 463 6310 Köşektaş Köyü 1998 1 Kozaklı İlçe Halk 0 384 471 4093 Kütüphanesi Kanlıca Halk 0 384 484 5780 Kütüphanesi Karahasanlı Halk 0 384 483 5020 Kütüphanesi Karasenir Halk Kütüphanesi Ürgüp Tahsin Ağa İlçe Halk Ktp.si Müd. Başdere Halk Kütüphanesi Karain Mehmet İlhan Halk Ktp.si Mustafapaşa Halk Kütüphanesi Ortahisar Halk Kütüphanesi Sarıhıdır Halk Kütüphanesi Şahinefendi Halk Kütüphanesi Altunsu Mah. No:23/A 27.03.1962 2 Kanlıca Kasabası 01.01.2007 1 Karahasanlı 1985 Kasabası İnönü Bulvarı 0 384 485 6120 Yukarı Mah. 1990 Karasenir Kasabası Kayseri Cad. No:34 1 1 1855 6 0 384 351 4108 Başdere Kasabası 1983 1 0 384 355 6097 Karain Köyü 1958 1 1959 1 1892 2 1966 1 0 384 341 4026 Mustafapaşa Kasabası Ortahisar 0 384 343 3465 Kasabası 0 384 353 5106 0 384 363 7124 Sarıhıdır Köyü Şahinefendi Köyü 1962 1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u NEVŞEHİR TURİZMİNİN İSTATİSTİKSEL OLARAK DEĞERLENDİRİLMESİ (1982-2011) STATISTICAL EVALUATION OF TOURISM IN NEVSEHIR (1982-2011) Duygu EREN* - Hediye LİMON** - Yusuf KARAKUŞ*** ÖZET Bu çalışmanın amacı, bir durum saptaması yapmaktır. Çalışmada 1982-2010 yılları arasında Nevşehir turizminin göstermiş olduğu gelişme bazı parametreler açısından incelenmiştir. Nevşehir turizminin önceki dönemlerde gözlenen gelişmenin incelenmesi, hem mevcut sorunların incelenmesi ve çözüm önerileri getirilmesi hem de bölgede daha sonra gerçekleştirilecek planlama ve yatırım çalışmalarına yol gösterici olması açısından katkıda bulunması da çalışmanın amaçları arasındadır. Çalışmada, öncelikle Nevşehir’in turizm arzı değerlendirilmiş, daha sonra Nevşehir’in turizm talebi incelenmiştir. Ören yerlerini ziyaret eden turistlere satılan bilet sayısı ile konaklama istatistikleri ile karşılaştırılmıştır. Anahtar Kelimeler: Nevşehir turizmi, Turizm gelişimi, Turizm istatistikleri. ABSTRACT The purpose of this study is to evaluate the current situation/status of tourism in Nevşehir. In this study, the development of Nevşehir tourism which has made progress between1982-2010 was examined in terms of some statistical indicators. By examining the history of tourism development in Nevşehir, it has been aimed to investigate the current problems faced by the tourism industry and provide * Yrd. Doç. Dr., Nevşehir Üniversitesi, Turizm Fakültesi, Turizm İşletmeciliği Bölüm Başkanı, e-posta: deren@nevsehir.edu.tr ** Arş. Gör., Nevşehir Üniversitesi, Turizm Fakültesi. e-posta:hediyelimon@gmail.com *** Arş. Gör., Nevşehir Üniversitesi, Turizm Fakültesi. e-posta: ykarakus@nevsehir.edu.tr 1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u 353 Duygu EREN - Hediye LİMON - Yusuf KARAKUŞ solutions to them and to lead the future planning and investment activities which will be carried out in the region. In the study, first of all tourism supply and demand of Nevşehir was examined. Then, it was compared with accommodation statistics by evaluating the number of tickets sold to tourists who visit the museums. Key Words: Nevşehir tourism, Development of tourism, Tourism statistics. Giriş Nevşehir, doğal güzellikleri, kültürel zenginlikleri ve coğrafi konumu ile ayrıcalıklı bir turizm merkezidir. Tarih ve doğanın iç içe geçerek bütünsel bir güzellik sergilediği ve bölgede hüküm sürmüş uygarlıkların zenginleştirdiği kültür birikimi ile hem Türkiye turizmi hem de dünya turizmi açısından çok önemli bir değere sahiptir. Böylesine önemli ve kendine özgü güzellikleri olan Nevşehir bölgesi ile ilgili olan bu araştırmanın amacı, bir durum saptaması yapmaktır. Çalışmada 1982-2010 yılları arasında Nevşehir turizminin göstermiş olduğu gelişme bazı parametreler açısından incelenmiştir. Nevşehir turizminin önceki dönemlerde gözlenen gelişmenin incelenmesi, hem mevcut sorunların incelenmesi ve çözüm önerileri getirilmesi hem de bölgede daha sonra gerçekleştirilecek planlama ve yatırım çalışmalarına yol gösterici olması açısından katkıda bulunması da çalışmanın amaçları arasındadır. Çalışma hazırlanırken ikincil verilerden yararlanılmıştır. Kültür ve Turizm Bakanlığının her yıl düzenli olarak hazırladığı Konaklama İstatistikleri Bültenleri, İl Kültür ve Turizm Müdürlüğünün her yıl güncellediği Nevşehir Turizm İstatistikleri, Nevşehir Valiliği tarafından hazırlanan 1998 Nevşehir İl Yıllığı ve 2002 yılında Kapadokya Mevcut Durum Raporu çalışmanın veri tabanını oluşturmaktadır. Çalışmada, öncelikle Nevşehir’in turizm arzı incelenmiş ve bölgenin turistik işletme belgeli tesis ve yatak, doluluk oranı, yiyecek içecek işletme sayısı ve seyahat acenta sayısı açısından gösterdiği gelişme ortaya konulmuştur. Çalışmada daha sonra Nevşehir’in turizm talebi incelenmiştir. Talep, öncelikle bölgede konaklayan yerli ve yabancı turist sayısı ve geceleme sayıları, konaklayan kişi sayısı ve gecelemelerin milliyetlere göre dağılımı, ortalama geceleme ve Nevşehir turizminin Türkiye turizmi içindeki payı, konaklama istatistikleri verilerinden yararlanılarak değerlendirilmiştir. Daha sonra, 354 1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u Nevşehir Turizminin İstatistiksel Olarak Değerlendirilmesi (1982-2011) ören yerlerini ziyaret eden turistlere satılan bilet sayısı açısından değerlendirilerek, konaklama istatistikleri ile karşılaştırılmıştır. 1. Nevşehir Turizm Arzı 1.1. Nevşehir’in Doğal, Kültürel ve Tarihi Çekicilikleri Nevşehir, İç Anadolu Bölgesi’nde Kayseri, Aksaray, Niğde ve Kırşehir illeri arasında kalan Kapadokya’nın merkezinde yer almaktadır. Nevşehir’in doğal güzelliğini, milyonlarca yıl önce aktif olan Erciyes, Hasan Dağları ile başka diğer volkanların püskürttüğü lavların zamanla, yağmur, sel ve rüzgar gibi doğal etkenlerin etkisiyle aşınması sonucu ortaya çıkmış sütun ve konik şekiller ve şapkalı peribacaları ile derin vadiler oluşturmaktadır. Yapılan araştırmalardan, bölgenin M.Ö. 1600’lü yıllarda Hitit Krallığı’nın egemenliği altında olduğu saptanmıştır. Nevşehir, daha sonra M.Ö. 680610 yılarında Asur ve M.Ö. 610-550 yıllarında Med egemenliğine girmiş, ardından Pers’lerin yönetimine girerek Katpatuka Satraplığı içinde yer almıştır. M.Ö. 332 yılında bölgede bağımsız Kapadokya Krallığı kurulmuştur. M.S. 17 yılında Roma İmparatorluğu’na katılan Nevşehir, sonra Bizans, Sasani daha sonra da Anadolu Selçuklu Devleti yönetimine girmiştir. Bölge 1097 yılında Haçlıların eline geçmiştir. Daha sonra 1398’de Osmanlı egemenliğine giren bölge, 1402’de Karamanoğlu yönetimine geçmiş ve 1466’da tekrar Osmanlı topraklarına katılmıştır. Nevşehir 1954 yılında il olmuştur (Turizm Bakanlığı, 2002:2060). Yukarıda bahsedilen medeniyetlere ev sahipliği yapmasından dolayı, bölgede, her medeniyetin izlerini taşıyan eserlere rastlanmaktadır. Antik şehirler harabeleri, eski kaleler, yer altı şehirleri, kaya oyma kiliseleri, camiler, hanlar ve kervansaraylar, kütüphaneler, hamamlar ve eski kent dokusu, bölgedeki tarihi çekicilikleri oluşturmaktadır. 1.2. Nevşehir’in Turistik İmkan ve Hizmetleri Nevşehir bölgesinde 2011 yılı itibariyle Turizm Bakanlığı’ndan işletme belgesi almış toplam 48 konaklama tesisi bulunmaktadır. Turizm işletme belgeli tesislerde toplam oda sayısı 3.988, yatak sayısı ise 8.895’tir. 2011 yılı itibariyle, bölgedeki konaklama tesisi sayısının sınıf ve cinslerine göre dağılımı ise; 5 adet 5 yıldızlı, 16 adet 4 yıldızlı, 4 adet 3 yıldızlı, 4 adet 2 yıldızlı, 18 adet Özel Belgeli ve 1 adet pansiyon şeklindedir (Nevşehir İl Kültür ve Turizm Müdürlüğü, 2011). Bölgedeki tesis ve yatak sayısının 1990 yılından itibaren gösterdiği gelişme Tablo 1’de görülmektedir. 1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u 355 Duygu EREN - Hediye LİMON - Yusuf KARAKUŞ Tablo 1. 1990-2011 Yılları Arasında Nevşehir’deki Tesis ve Yatak Sayıları. Yıllar 1990 1991 1992 1993 1994 1995 1996 1997 1998 2001 2003 2004 2005 2006 2007 2008 2009 2010 2011 Tesis Sayısı 23 26 27 28 30 27 27 32 45 49 38 41 41 42 41 41 44 44 48 Yatak Sayısı 3.559 5.003 5.030 5.273 5.629 5.756 5.624 6.449 7.897 8.052 7.390 7.784 7.272 7.344 8.094 7.990 8.324 8.417 8.895 Kaynak: Nevşehir İl Kültür ve Turizm Müdürlüğü; Nevşehir İl Yıllıkları, Kültür ve Turizm Bakanlığı. Tablo 1’de bölgedeki konaklama tesisi sayıları incelendiğinde, tesis sayısının istikrarsız bir gelişme gösterdiği gözlenmektedir. 1990 yılında 23 olan tesis sayısı, 25 artarak 2011’de 48 olmuştur. Tablo’da tesis sayısının en fazla 2001 yılında (49 tesis) olduğu görülmektedir. Tesis sayısındaki istikrarsız gelişme, işletmelerin bir yıl kapanıp, bir sonraki yıllarda el değiştirerek veya yenilenerek tekrar açılamasıyla açıklanabilir. Tesis sayısının istikrarsız gelişimine göre yatak sayısının nispeten istikrarlı artışı, mevcut tesisler bünyesine ek bina ve ek katların inşa edilmesiyle açıklanabilir. Bununla birlikte bölgede, 2010 yılı itibariyle, 226 adet Mahalli İdarelerce Belgelendirilen konaklama tesisi bulunmaktadır. Mahalli İdarelerce Belge- 356 1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u Nevşehir Turizminin İstatistiksel Olarak Değerlendirilmesi (1982-2011) lendirilen tesis türleri otel, pansiyon, motel, kamping, butik otel ve cave otel şeklindedir. Söz konusu tesislerdeki oda sayısı 5.048 ve yatak sayısı 13.088’dir (Nevşehir İl Kültür ve Turizm Müdürlüğü, 2011). Tablo 2’de bölgedeki konaklama tesislerinin ortalama doluluk oranları verilmiştir. Tablo incelendiğinde; bölgedeki tesislerin ortalama doluluk oranlarının %26 ile %45 arasında değiştiği görülmektedir. 1995-2011 yılları arasında bölgedeki ortalama doluluk oranının %37.89 olduğu görülmektedir. Tesislerin yatak sayısı ve bölgeye olan talep dikkate alındığında, bölgede yaklaşık %60 oranında bir atıl kapasite sorunu olduğu söylenebilir. Tablo 2. Nevşehir’deki Tesis Doluluk Oranlarının Yıllara Göre Dağılımı (1995-2011). Yıllar Ortalama Doluluk Oranı % 1995 1996 1997 1998 1999 2000 2001 2002 2003 2004 2005 2006 2007 2008 2009 2010 2011 26,1 37,4 37,9 36,2 28,8 34,5 38,2 37,92 39,7 33,16 40,7 31,6 34,8 44,34 41,8 57 44 Kaynak: Nevşehir İl Kültür ve Turizm Müdürlüğü; 1998 Nevşehir İl Yıllıkları, Kültür ve Turizm Bakanlığı. Bölgedeki yiyecek-içecek işletme sayısının gelişimine yönelik değerlendirme yapılmaya çalışıldığında, geçmiş yıllara ait bir veriye ulaşılamamıştır. 2003 yılı itibariyle bölgede 4 tane turistik belgeli restoran (Ataman, Altınocak, Karakuş ve Özhanedan) ve 88 adet Belediye Belgeli restoran bulunmaktadır. 2004, 2005 ve 2006 yılları itibari ile bölgede bir adet birinci sınıf lokanta, iki adet ikinci sınıf lokanta ve bir adet özel tesis bulunmaktadır. 2011 yılı itibari ile ise 139 adet belediye belgeli yiyecek ve içecek işletmesi mevcuttur. (Nevşehir İl Kültür ve Turizm Müdürlüğü, 2011). Tablo 3’te bölgedeki seyahat acentalarının bazı yıllara göre dağılımı verilmiştir. Tablo incelendiğinde, bölgede 2003 yılı itibariyle toplam 62 seyahat acentası bulunmaktadır. 2003-2010 yılları arasında seyahat acentalarının sınıflarına göre dağılımının istatistikleri tutulmadığından bu yıllara ait verilere ulaşılamamıştır. 2011 yılı itibariyle bölgedeki seyahat acentalarının tamamı A grubu seyahat acentası olarak hizmet vermektedir. 1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u 357 Duygu EREN - Hediye LİMON - Yusuf KARAKUŞ Tablo 3. Seyahat Acentalarının Sınıflarına Göre Dağılımı. Sınıf A Grubu B Grubu AG Grubu C Grubu Toplam 1997 16 2 42 1 61 2001 16 2 41 1 60 Yıllar 2003 34 4 23 1 62 2010 76 0 9 1 86 2011 83 0 0 0 83 1.3. Bölgeye Yönelik Ulaşım İmkanları 15 Kasım 1998 tarihine kadar bölgeye ulaşım yalnızca karayolu vasıtasıyla sağlanırken, belirtilen tarihte Nevşehir-Kapadokya Havalimanı’nın açılmasıyla bölge havayolu trafiğine açılmıştır. Haftanın 7 günü de hava trafiğine açık bulunan Nevşehir-Kapadokya Havalimanının THY tarafından her gün İSTANBUL –NEVŞEHİR –İSTANBUL iç hat tarifeli seferleri bulunmaktadır. Yaz sezonunda ise İspanya, Yunanistan ve diğer ülkelerden dış hat turistik charter seferleri yapılmaktadır. 2. Nevşehir’e Yönelik Turizm Talebi Nevşehir’e olan turizm talebini turistik tesislerde konaklayan kişi sayısı ve ören yerlerini ziyaret eden kişi sayısı açılarından iki şekilde değerlendirmek mümkündür. Çalışmada öncelikle konaklama istatistikleri değerlendirilecektir. 2.1. Konaklama Verilerinin Analizi Tablo 4. 1982- 2009 Yılları Arasında Nevşehir’de Konaklayan Kişi ve Geceleme Sayıları. Yıllar 1982 1983 1984 1985 1986 1987 1988 1989 1990 358 Konaklayan Kişi Sayısı Yerli Yabancı Toplam 12.723 39.619 52.342 17.186 53.317 70.503 17.290 61.441 78.731 25.519 92.182 117.701 25.274 112.337 137.611 19.441 143.440 162.881 22.155 150.742 172.897 24.389 145.034 169.423 35.794 130.665 166.459 Geceleme Sayısı Yerli Yabancı Toplam 18.988 130.056 149.044 25.616 109.791 135.407 29.382 118.950 148.332 40.950 156.063 197.013 35.733 211.891 247.624 31.549 294.566 326.115 40.104 284.815 324.919 38.293 280.896 319.189 64.361 268.015 332.376 1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u Nevşehir Turizminin İstatistiksel Olarak Değerlendirilmesi (1982-2011) 1991 1992 1993 1994 1995 1996 1997 1998 1999 2000 2001 2002 2003 2004 2005 2006 2007 2008 2009 53.231 65.785 70.191 72.230 108.673 96.485 107.786 132.377 133.769 161.690 142.518 165.736 186.282 163.029 147.993 183.220 163.837 113.804 240.604 73.721 173.124 185.835 142.653 179.897 247.343 361.894 399.445 208.080 202.777 343.308 325.325 216.583 271.084 351.932 257.624 374.112 442.602 418.607 126.952 238.909 256.026 214.883 288.570 343.828 469.680 531.822 341.849 364.467 485.826 491.061 402.865 434.113 499.925 440.844 537.949 558.512 659.211 96.539 129.963 141.774 129.583 219.676 229.424 244.136 249.880 252.634 251.522 219.304 281.951 326.539 274.885 225.712 290.194 267.481 178.124 380.563 148.840 245.379 382.473 512.436 381.975 523.569 267.736 397.319 368.038 587.714 481.756 711.180 726.750 970.886 745.615 995.495 397.010 649.644 359.415 610.937 625.989 845.293 612.991 894.942 406.286 732.825 520.090 794.975 672.519 898.231 459.620 749.814 675.527 943.008 800.449 978.537 808.010 1.188.573 Kaynak: Konaklama İstatistikleri Bültenleri(1982-2009). Kültür ve Turizm Bakanlığı, İl Kültür ve Turizm Müdürlüğü. Tablo 4’te 1982-2009 yılları arasında konaklayan kişi ve geceleme sayıları görülmektedir. Tablo 4’deki veriler aşağıdaki Grafik 1 yardımıyla daha rahat açıklanabilir. Grafikte de görüldüğü üzere Nevşehir Bölgesi’nde konaklayan yerli ve yabancı turist sayısı, çeşitli olay ve krizlerin etkisiyle dalgalanma göstermektedir. Bölgede konaklayan yabancı turist sayısı, 1991 Irak krizinin etkisiyle bir azalma göstermiştir. 1994 yılına kadar artış gösteren konaklayan turist sayısının, 1994 yılında daha çok Avrupa Ekonomik Krizi ve Dünya Kupası’nın etkisiyle düştüğü söylenebilir. Ekonomik krizden sonra bölgede konaklayan yabancı turist sayısı, 1998 yılına kadar önemli ölçüde artış göstermiştir. 1999 yılında bölgede konaklayan turist sayısı kayda değer bir düşüş yaşamıştır. Bu düşüşün nedeni, terörist başı Abdullah Öcalan’ın yakalanması ve Marmara depremi olarak görülebilir. 2006 yılında bölgede konaklayan yabancı turist sayısında azalma görülmektedir. Bu durumun nedenini ise 2005 ve 2006 yılları arasında ortaya çıkan kuş gribi salgını ile açıklayabiliriz. 2009 yılında bölgede turizm işletme belgeli konaklama tesislerinde konaklayan yabancı ziyaretçi sayısı 418.607 olmuştur. 1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u 359 Duygu EREN - Hediye LİMON - Yusuf KARAKUŞ Grafik 1. Yıllara Göre Nevşehir’de Yerli ve Yabancı Konaklamaların Karşılaştırılması. Bölgeye olan talep, iç turizm açısından incelendiğinde, yerli turist sayısının yabancı turist sayısına göre, yıllar itibariyle sürekli artış gösterdiği söylenebilir. Ancak, söz konusu artış yıllar itibariyle istikrarlı değildir. Grafikte de görüldüğü üzere, bölgede konaklayan yerli turist sayısında 2001 yılında bir düşüş gözlenmektedir. Bunun nedeni ise, 2001 yılında ülkemizde yaşanan ekonomik kriz olarak düşünülebilir. 2002 yılında yerli konaklamalarda tekrar bir artış yaşanmıştır. 2005 yılının verilerine bakıldığında ise yerli turist sayısında ciddi bir düşüşün varlığı göze çarpmaktadır. Bunun düşüşün nedeninin kuş gribi salgını olduğu söylenebilir. 2007 ve 2008 yılları arasındaki yerli turist sayısında gözlenen düşüş o yıllardaki ekonomik durgunluk ile açıklanabilir. 2009 yılında bölgede turizm işletme belgeli konaklama tesislerinde konaklayan yerli ziyaretçi sayısı 240.604 olmuştur (Tablo 4 ve Grafik 1). Bölgeye olan talep Tablo 4 ve Grafik 2’den gecelemeler açısından incelendiğinde, konaklayan kişi sayısına paralel olarak, geceleme sayıları da, yaşanan kriz ve olayların etkisiyle dalgalanmalar göstermektedir. En fazla yabancı geceleme, 2009’da yaşanmıştır ve bunu 1998 yılı izlemektedir. 1991, 1994, 1999, 2000 ve 2003 yıllarında yaşanan kriz ve olaylardan dolayı, bölgede konaklayan yabancı turist sayısına paralel olarak, yabancı geceleme sayılarında da düşüşler gözlenmiştir. 2009 yılında bölgedeki 360 1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u Nevşehir Turizminin İstatistiksel Olarak Değerlendirilmesi (1982-2011) turizm işletme belgeli konaklama tesislerindeki yabancı geceleme sayısı 808.010 olmuştur. Yerli geceleme sayıları incelendiğinde ise, 2001 yılındaki ekonomik krize bağlanabilecek turist sayısı azalışına paralel olarak, geceleme sayısı da azalış göstermiştir. Ancak, 2002 yılında bölgeye en fazla sayıda yerli turist gelirken, geceleme sayısının azalması dikkat çekicidir. 2005 yılında görülen kuş gribi salgını bölgedeki yerli geceleme sayılarında düşüşe neden olmuştur. Bölgede en fazla yerli geceleme 2009 yılında gerçekleşmiştir (308.563) (Tablo4 - Grafik 2). Yerli ve yabancı gecelemelerin karşılaştırılması Grafik 2’de görülmektedir. Grafik 2: Yıllara Göre Nevşehir’de Yerli ve Yabancı Gecelemelerin Karşılaştırılması. Tablo 5’te Nevşehir’in Türkiye turizminden aldığı pay görülmektedir. Tablo incelendiğinde Nevşehir’in Türkiye turizminden aldığı payın, yıllar itibariyle artış ve azalışlar gösterdiği görülmektedir. Buna göre, 1986 ve 1987 yılları Nevşehir’in ülke turizminden en yüksek payı aldığı yıllardır. 90’lı yıllara bakıldığında, 1998 yılı itibariyle Nevşehir ülke turizminden aldığı pay ile dikkat çekmektedir. 2000’li yıllarda ise, 2008 yılı Nevşehir’in Türkiye turizminden en yüksek paya sahip olduğu yıldır. Ülke turizminin etkilendiği her olay ve kriz bölge turizmini de etkilemekte, bu durum hem konaklayan kişi sayısına hem de geceleme sayılarına yansımaktadır. 1982-2009 yılları arasında bölgenin ülke turizminden aldığı ortalama pay % 2,98’dir. 1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u 361 Duygu EREN - Hediye LİMON - Yusuf KARAKUŞ Tablo 5. Nevşehir’in Türkiye Turizmindeki Payı. Yıllar 1982 1983 1984 1985 1986 1987 1988 1989 1990 1991 1992 1993 1994 1995 1996 1997 1998 1999 2000 2001 2002 2003 2004 2005 2006 2007 2008 2009 Ort. Turist Sayısı 1.148.000 1.507.000 1.855.000 2.190.000 2.397.000 2.906.000 4.265.000 4.516.000 5.398.000 5.553.000 7.104.000 6.525.000 6.670.000 7.726.000 8.614.000 9.689.000 9.752.000 7.483.000 10.412.000 11.618.000 13.246.875 8.991.456 10.981.763 12.952.616 11.896.571 14.794.270 13.647.606 14.388.998 Nevşehir’de Konaklayan Turist Sayısı (Yabancı) 39.619 53.317 61.441 92.182 112.337 143.440 150.742 145.034 130.665 73.721 173.124 185.835 142.653 179.897 247.343 361.894 399.445 208.080 202.777 343.308 325.325 216.583 271.084 351.932 257.624 374.112 442.602 418.607 7.793.863 218.026 Türkiye’ye Gelen Turist Sayısı (Yabancı) % Payı 3,45 3,53 3,31 4,20 4,68 4,93 3,53 3,21 2,42 1,32 2,43 2,84 2,13 2,32 2,87 3,73 4,09 2,78 1,94 2,95 2,45 2,40 2,46 2,71 2,16 2,52 3,24 2,90 2,98 Kaynak: Konaklama İstatistikleri Bültenleri(1982-2009). Kültür ve Turizm Bakanlığı, İl Kültür ve Turizm Müdürlüğü. Nevşehir’in Türkiye’de yapılan toplam gecelemeler içindeki payı Tablo 6’da görülmektedir. Tablo incelendiğinde, Nevşehir’in geceleme sayısı olarak ülke turizminden aldığı pay, turist sayısından aldığı paya göre daha 362 1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u Nevşehir Turizminin İstatistiksel Olarak Değerlendirilmesi (1982-2011) düşük olduğu görülmektedir. Bunun bölgede yapılan ortalama geceleme sayısının, ülke genelinde yapılan ortalama geceleme sayısından daha düşük olmasından kaynaklandığı söylenebilir. Nevşehir’in Türkiye’deki toplam geceleme sayılarından aldığı payın en yüksek olduğu yıl 1982 yılıdır. 1982 yılında bölgede ortalama geceleme sayısı yaklaşık 4 gecedir. Daha sonraki yılların geceleme ortalaması yaklaşık 2 gecedir. Ancak, ülkemize gelen turistlerin geceleme miktarı yıllar itibariyle giderek yükselmiş, Nevşehir’deki ortalama geceleme sayısı aynı kalmıştır. Dolayısıyla, bölgedeki geceleme sayısının toplam gecelemeler içindeki payı %3,5 ile %1,5 arasında değişmiştir. 1982-2009 yılları arasında bölge turizminin toplam gecelemeler içindeki ortalama payı ise %1.97’dir. Tablo 6. Nevşehir’deki Gecelemelerin Türkiye’deki Toplam Gecelemeler İçindeki Payı. Yıllar 1982 1983 1984 1985 1986 1987 1988 1989 1990 1991 1992 1993 1994 1995 1996 1997 1998 1999 2000 2001 Türkiye’deki Toplam Geceleme Sayısı (Yabancı) 1.967.608 2.911.013 3.852.735 5.014.933 6.312.677 8.325.011 11.655.182 11.864.746 13.270.641 9.699.097 16.745.455 17.064.115 16.254.810 18.477.323 25.548.488 36.167.197 30.432.625 20.434.883 28.510.906 36.368.500 Nevşehir’deki Geceleme Sayısı (Yabancı) 130.056 109.791 118.950 156.063 211.891 294.566 284.815 280.896 268.015 148.840 382.473 381.975 267.736 368.038 481.756 726.750 745.615 397.010 251.522 625.989 % Payı 6,61 3,77 3,09 3,11 3,36 3,54 2,44 2,37 2,02 1,53 2,28 2,24 1,65 1,99 1,89 2,01 2,45 1,94 0,88 1,72 1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u 363 Duygu EREN - Hediye LİMON - Yusuf KARAKUŞ 2002 2003 2004 2005 2006 2007 2008 2009 Ortalama Geceleme 43.312.498 40.866.002 49.727.905 56.108.453 46.640.460 56.539.898 56.918.298 59.986.967 612.991 406.286 520.090 672.519 459.620 675.527 800.449 808.010 1,42 0,99 1,04 1,19 0,98 1,19 1,40 1,34 11.636.908 413.865 2,16 Kaynak: Konaklama İstatistikleri Bültenleri(1982-2009). Kültür ve Turizm Bakanlığı, İl Kültür ve Turizm Müdürlüğü. Tablo 7’de bölgede konaklayan yabancı turist sayısının milliyetlerine göre dağılımı yer almaktadır. Tabloya göre bölgeye en fazla turist Fransa, Japonya, Amerika, Almanya, İspanya ve İtalya’dan gelmektedir. 1994 yılına kadar bölgeye en fazla turist gönderen ülke Fransa’dır. Ancak, 1994 yılında Fransa’dan gelen turist sayısında önemli bir düşüş yaşandığı gibi, İtalya ve Almanya’dan gelen turist sayıları da azalış göstermiştir. Bu düşüşlerin nedeninin, 1994 Avrupa Ekonomik Krizinden kaynaklandığı söylenebilir. Ayrıca, 1994 Dünya Kupasının da, bölgeye gelen turist sayısını etkilediği düşünülebilir. Bununla birlikte, 1994 yılına kadar bölgeye en fazla turist Fransa’dan gelmekteyken, 1994 yılından itibaren bölgeye gelen Japon turistlerin sayısı, Fransız turist sayısını geçmiş ve bölgeye en fazla gelen milliyet olmuştur. Tablo 7. Nevşehir’de Konaklayan Kişi Sayısının Milliyetlere Göre Dağılımı. Yıllar Ülkeler Fransa Japonya A.B.D İtalya Almanya İspanya Benelüx İngiltere Diğer 1.719 1.730 Toplam 1982 16.040 2.014 1.185 6.141 6.557 1983 20.688 2.504 3.009 8.523 9.082 --- 1.665 2.052 5.794 17.186 70.503 1985 44.821 2.585 3.120 12.507 14.860 2.045 2.255 2.459 7.530 25.519 117.701 1986 49.114 3.315 2.648 13.187 22.985 4.073 4.239 3.050 9.726 25.274 137.611 1988 54.261 3.307 2.141 27.708 35.340 5.547 5.435 3.034 13.960 22.155 172.897 1989 49.100 5.789 4822 21.394 29.717 6.457 8.668 5.050 14.037 24.389 169.423 1990 53.495 5.625 3.371 19.185 23.361 7.341 5.812 1.640 10.835 35.794 166.459 364 --- Yerli 4.233 12.723 39.619 1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u Nevşehir Turizminin İstatistiksel Olarak Değerlendirilmesi (1982-2011) 1991 12.086 5.418 4.473 8.916 15.135 11.526 3.347 1.460 11.360 53.231 126.952 1992 43.220 17.101 13.036 23.135 23.742 25.231 11.515 2.196 13.948 65.785 238.909 1993 56.727 19.482 17.079 17.465 21.294 25.998 12.658 2.370 12.762 70.191 256.026 1994 25.891 33.095 21.271 10.862 10.500 10.391 8.325 1.833 20.485 72.230 214.883 1995 29.306 41.819 30.383 13.070 19.772 8.865 8.406 4.124 26.252 108.673 288.570 1996 52.603 51.799 30.357 26.467 22.648 18.151 13.918 2.773 28.627 96.485 343.828 1997 79.220 83.019 37.795 41.730 28.251 27.077 20.195 5.459 39.148 107.786 469.680 1998 80.399 91.459 55.421 49.198 26.467 33.132 22.395 4.322 36.652 132.377 531.822 1999 33.326 63.711 35.219 1.846 26.464 13.550 15.252 2.570 16.142 133.769 341.849 2000 35.394 37.527 24.021 11.740 25.428 18.767 12.788 7.677 29.435 202.777 364.467 2001 60.603 54.297 32.936 33.610 43.036 40.382 17.093 4.444 56.907 142.518 485.826 2002 34.883 54.774 19.513 32.144 46.995 46.352 15.128 4.810 70.726 165.736 491.061 2003 38.844 45.779 7.685 13.740 20.076 36.720 13.182 1.659 38.898 186.282 402.865 2004 58.034 29.374 11.177 14.752 41.247 32.630 19.314 3.411 61.145 163.029 434.113 2005 26.692 73.972 20.124 21.666 59.770 50.987 11.519 4.755 82.447 147.993 499.925 2006 13.696 57.162 21.042 11.705 29.493 1.484 71.484 183.220 440.844 46.951 4.607 2007 - - - - - - - - - 163.837 537.949 2008 - - - - - - - - - 113.804 558.512 2009 - - - - - - - - - 240.604 659.211 Kaynak: Konaklama İstatistikleri Bültenleri(1982-2009). Kültür ve Turizm Bakanlığı. Yine, 1995 yılına kadar Alman turist sayısı, bölgede ikinci üstünlüğe sahiptir. Ancak, 95 yılından sonra İtalyan turistlerin sayısı Alman turistlere göre daha fazla artmıştır. Ayrıca, 2002 yılında Amerika’da meydana gelen terör olaylarına bağlı olarak, bölgeye gelen Amerikan turist sayısında da düşüş yaşandığı söylenebilir. 2001 yılından itibaren bölgeye gelen İspanyol turist sayısındaki artışlar dikkat çekicidir. 2006 yılında ortaya çıkan kuş gribi salgını nedeniyle Amerika Birleşik Devletleri dışında turist gönderen tüm ülkelerin bölgeye olan taleplerinde düşüş yaşanmıştır. 2000’li yıllardan itibaren Amerika Birleşik Devletlerinden gelen turist sayısında ciddi bir artış gözlenmektedir. Söz konusu, ülkelerin birbirine karşı üstünlükleri yaşanan olayların etkisine bağlı olarak değişse de, her zaman bölgeye en fazla turist gönderen ilk altı ülke içinde yer aldığı söylenebilir. 2007 yılından itibaren konaklayan turist sayılarının ve gecelemelerinin milliyetlere göre dağılımı tutulmadığından bu yıllardan sonra bir karşılaştırma yapılamamıştır. 1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u 365 Duygu EREN - Hediye LİMON - Yusuf KARAKUŞ Tablo 8. Nevşehir’de Gecelemelerin Milliyetlere Göre Dağılımı. Yıllar Fransa Japonya A.B.D İtalya Almanya İspanya Benelüx İngiltere Diğer Yerli Toplam 1982 34.106 3.675 2.057 11.690 12.477 --- 3.089 3.130 78.820 18.988 149.044 1983 74.200 4.613 4.074 17.760 17.220 --- 3.337 3.963 10.260 25.616 135.407 1985 74.274 3.427 4.117 22.799 25.812 4.650 4.279 5.614 52.041 40.950 197.013 1986 100.638 4.860 3.814 24.235 37.673 9.497 8.967 6.341 51.602 35.733 247.627 1988 108.910 4.476 4.187 53.449 62.050 11.960 10.558 5.548 63.781 40.104 324.919 1989 104.152 8.043 9.221 42.451 54.316 12.331 17.096 9.134 62.445 38.293 319.189 1990 108.381 7.312 6.179 39.588 51.709 18.586 12.784 3.350 84.487 64.361 332.376 1991 25.789 7.478 8.086 19.933 31.467 24.052 6.676 2.626 119.272 96.539 245.379 1992 95.104 31.219 27.438 51.027 56.559 53.922 23.481 4.557 169.129 129.963 512.436 1993 116.928 28.260 41.701 37.353 49.083 55.247 24.294 5.349 165.354 141.774 523.569 1994 54.491 45.903 42.659 23.120 20.850 21.041 16.886 3.772 168.597 129.583 397.319 1995 73.423 61.660 63.319 38.665 41.709 19.246 18.172 6.286 265.234 219.676 587.714 1996 115.031 74.159 64.250 58.776 45.731 35.373 24.998 4.560 288.302 229.424 711.180 1997 186.183 116.456 75.776 101.607 58.560 55.103 44.081 9.510 323.610 244.136 970.886 1998 181.502 132.578 102.414 95.309 53.380 64.759 42.905 9.812 312.836 249.880 995.495 1999 68.215 109.828 74.406 3.506 48.996 26.106 28.117 4.495 285.975 252.634 649.644 2000 74.051 49.477 48.502 23.500 45.340 30.010 26.673 8.447 304.937 251.522 610.937 2001 131.115 70.823 68.844 67.373 77.228 63.857 35.666 6.547 323.840 219.304 845.293 2002 74.490 82.610 40.575 65.447 92.452 87.639 31.775 8.993 410.961 281.951 894.942 2003 84.205 66.392 15.118 27.067 40.921 78.147 26.398 3.741 64.297 326.539 732.825 2004 119.163 39.121 21.184 27.173 93.844 63.458 37.834 7.222 111.091 274.885 794.975 2005 57.616 103.920 35.783 91.155 142.560 91.155 29.287 8.615 112.428 225.712 898.231 2006 29.059 74.232 39.943 21.891 80.718 90.868 10.913 3.335 108.661 290.194 749.814 2007 - - - - - - - - - 267.481 943.008 2008 - - - - - - - - - 178.124 978.537 2009 - - - - - - - - - 380.563 1.188.573 Kaynak: Konaklama İstatistikleri Bültenleri(1982-2009). Kültür ve Turizm Bakanlığı. Tablo 8’de ise, Nevşehir’deki gecelemelerin milliyetlere göre dağılımı yer almaktadır. Ulaşılabilen veriler itibari ile, Kapadokya’ya gelen ilk beş milliyetin yapmış olduğu gecelemelere baktığımızda bölgede en çok geceleme yapan ülke Fransa’dır. 1994 yılından itibaren bölgeye gelen Fransız 366 1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u Nevşehir Turizminin İstatistiksel Olarak Değerlendirilmesi (1982-2011) turist sayısının Japonlara göre azalmasına karşın, Fransız turistlerin Japon turistlerden daha fazla geceleme yaptıkları görülmektedir. 2002 yılında Amerika’dan gelen turist sayısına paralel olarak geceleme sayısı da düşmüştür. 2005 yılında Fransa’dan gelen turistlerin geceleme sayısında ciddi bir azalma göze çarpmaktadır. 2006 yılında ise A.B.D.’den gelen turistler hariç, bölgede olan gecelemelerin azalması dikkat çekicidir. Tablo 9. Milliyetlere Göre Ortalama Kalış Süresi. Yıllar Fransa 1982 2,13 1983 3,59 1985 1,66 1986 2,05 1988 2,01 1989 2,12 1990 2,03 1991 2,13 1992 2,2 1993 2,06 1994 2,1 1995 2,51 1996 2,19 1997 2,35 1998 2,26 1999 2,05 2000 2,09 2001 2,16 2002 2,14 2003 2,17 2004 2,05 2005 2,16 2006 2,12 Toplam 2,18 Japonya 1,82 1,84 1,33 1,47 1,35 1,39 1,3 1,38 1,83 1,45 1,39 1,47 1,43 1,4 1,45 1,72 1,32 1,3 1,51 1,45 1,33 1,4 1,3 1,46 A.B.D 1,74 1,35 1,32 1,44 1,96 1,91 1,83 1,81 2,1 2,44 2,01 2,08 2,12 2,0 1,85 2,11 2,02 2,09 2,08 1,97 1,9 1,78 1,9 1,90 İtalya 1,9 2,08 1,82 1,84 1,93 1,98 2,06 2,24 2,21 2,14 2,13 2,96 2,22 2,43 1,94 1,9 2,0 2,0 2,04 1,97 1,84 4,21 1,87 2,16 Ülkeler Almanya İspanya Benelüx İngiltere 1,9 1,8 1,81 1,9 2,0 1,93 1,74 2,27 1,9 2,28 1,64 2,33 2,12 2,08 1,76 2,16 1,94 1,83 1,83 1,91 1,97 1,81 2,21 2,53 2,2 2,04 2,08 2,09 1,99 1,8 2,38 2,14 2,04 2,08 2,31 2,13 1,92 2,26 1,99 2,02 2,03 2,06 2,11 2,17 2,16 1,52 2,02 1,95 1,8 1,64 2,07 2,04 2,18 1,74 2,02 1,95 1,92 2,27 1,85 1,93 1,84 1,75 1,78 1,6 2,09 1,1 1,79 1,58 2,09 1,47 1,97 1,89 2,1 1,87 2,04 2,13 2,0 2,25 2,28 1,94 1,96 2,12 2,39 1,79 2,54 1,81 2,74 1,94 2,37 2,25 2,03 2,02 2,04 1,90 Yerli 18,6 1,77 6,91 5,31 4,57 4,45 7,8 10,5 12,1 13 8,23 10,1 10,1 8,27 8,54 17,7 10,4 5,69 5,81 1,65 1,82 1,36 1,52 7,66 Kaynak: Konaklama İstatistikleri Bültenleri(1982-2009). Kültür ve Turizm Bakanlığı. Tablo 9’da 1982-2006 yılları arasında, bölgede ortalama kalış süresinin milliyetlere göre dağılımı yer almaktadır. Buna göre, bölgedeki en fazla geceleme Fransız turistler tarafından gerçekleştirilmektedir. 1982-2006 yılları arasında bölgeye gelen turistlerin ortalama geceleme sayısı 1.96’dır. 1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u 367 Duygu EREN - Hediye LİMON - Yusuf KARAKUŞ 2.2. Ören Yerlerini Ziyaret Edenlere Satılan Bilet Satışına Göre İstatistiklerin Değerlendirilmesi Tablo 10 ve Grafik 3’te 1982-2010 yılları arasında, Nevşehir’de ören yerlerini ziyaret eden ziyaretçi sayıları görülmektedir. Tablo 10 ve Grafik 5 incelendiğinde, konaklama istatistiklerinde olduğu gibi, ziyaretçi sayılarında çeşitli yıllar itibariyle artış ve azalışlar gözlenmektedir. Yerli ve yabancı ziyaretçilere bilet satışlarının en fazla 2008 yılında gerçekleştirildiği görülmektedir. 2008 yılını 2010 yılı takip etmektedir. Tabloda görüldüğü gibi, Müze ve ören yerlerini ziyaret eden turist sayısında 1991 yılında bir azalma söz konusudur. Turist sayısındaki bu düşüşün sebebi olarak Irak Savaşı gösterilebilir. 1992 ve 1993 yıllarında artmaya başlayan ziyaretçi sayısının 1994 yılında tekrar azaldığı görülmektedir. 1994 yılındaki Avrupa Ekonomik Krizi ve Dünya Kupası bu düşüşe neden olarak gösterilebilir. 1999 yılındaki ziyaretçi sayısında tekrar bir düşüş göze çarpmaktadır. Buna terörist başı Abdullah Öcalan’ın yakalanmasının ve Marmara Depreminin neden olduğu söylenebilir. 2000 yılından itibaren Müze ve ören yerlerini ziyaret eden turist sayılarının artış gösterdiği, ancak 2009 yılında bir azalma yaşandığı görülmektedir. 2009 yılı itibari ile Nevşehir’de konaklayan kişi sayısında azalma olmamasına rağmen, ören yerlerini ziyaret edenlerin sayısında ciddi bir azalma olması dikkat çekicidir. Tablo 10. Nevşehir’de Müze ve Ören Yerlerini Ziyaret Eden Ziyaretçi Sayısı (Satılan Bilet Sayısına Göre) (1982-2010). 368 Yıllar Toplam 1982 201.932 1983 216.980 1984 248.046 1985 329.252 1986 661.669 1987 797.967 1988 1.056.278 1989 1.092.798 1990 1.257.143 1991 661.917 1992 1.104.524 1993 1.098.536 1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u Nevşehir Turizminin İstatistiksel Olarak Değerlendirilmesi (1982-2011) 1994 724.156 1995 911.552 1996 1.210.409 1997 1.481.789 1998 1.297.242 1999 754.273 2000 1.011.933 2001 1.241.991 2002 1.033.139 2005 1.814.281 2006 1.819.221 2007 1.875.680 2008 2.139.427 2009 1.686.762 2010 2.089.046 Kaynak: Kültür ve Turizm Bakanlığı, Nevşehir İl Kültür ve Turizm Müdürlüğü, Nevşehir Turizm İstatistikleri 1982-2010. Grafik 3. Nevşehir’de Müze ve Ören Yerlerini Ziyaret Eden Ziyaretçi Sayısı (19822010). 1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u 369 Duygu EREN - Hediye LİMON - Yusuf KARAKUŞ Tablo 11. Ören Yeri Bilet Satışı Verileri ile Konaklama İstatistikleri Bülteni Verilerinin Karşılaştırılması. Yıllar 1982 1983 1984 1985 1986 1987 1988 1989 1990 1991 1992 1993 1994 1995 1996 1997 1998 1999 2000 2001 2002 2005 2006 2007 2008 2009 2010 Konaklayan Kişi Sayısı Yerli Yabancı Toplam 12.723 39.619 52.342 17.186 53.317 70.503 17.290 61.441 78.731 25.519 92.182 117.701 25.274 112.337 137.611 19.441 143.440 162.881 22.155 150.742 172.897 24.389 145.034 169.423 35.794 130.665 166.459 53.231 73.721 126.952 65.785 173.124 238.909 70.191 185.835 256.026 72.230 142.653 214.883 108.673 179.897 288.570 96.485 247.343 343.828 107.786 361.894 469.680 132.377 399.445 531.822 133.769 208.080 341.849 161.690 202.777 364.467 142.518 343.308 485.826 165.736 325.325 491.061 147993 351932 499925 183220 257624 440844 163837 374112 537949 113804 442602 558512 240604 418607 659211 147993 351932 499925 Bilet Satılan Ziyaretçi Sayısı Toplam 201.932 216.980 248.046 329.252 661.669 797.967 1.056.278 1.092.798 1.257.143 661.917 1.104.524 1.098.536 724.156 911.552 1.210.409 1.481.789 1.297.242 754.273 1.011.933 1.241.991 1.033.139 1.814.281 1.819.221 1.875.680 2.139.427 1.686.762 2.089.046 Kaynak: Konaklama İstatistikleri Bültenleri(1982-2009). Kültür ve Turizm Bakanlığı; Nevşehir İl Kültür ve Turizm Müdürlüğü. Tablo 11 ve Grafik 4’te Ören Yeri Bilet Satış Verileri ile Konaklama İstatistikleri Verilerinin karşılaştırması görülmektedir. Buna göre; konaklama 370 1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u Nevşehir Turizminin İstatistiksel Olarak Değerlendirilmesi (1982-2011) istatistikleri verileri ile bilet satışı verileri arasında, bölgeye gelen turist sayısı açısından oldukça büyük farkların olduğu görülmektedir. Dolayısıyla, tutulan istatistikler konusunda bir sorun ortaya çıkmaktadır. Bu sorun iki nedenden kaynaklanabilir: Birincisi; turizm belgeli konaklama isletmelerinin doldurmak zorunda oldukları istatistik formlarını doldurma ve geri gönderme konusunda yeterince hassas davranmamalarıdır. Konaklama İstatistikleri Bültenin de belirtildiği üzere konaklama işletmeleri bu konudaki görevlerini yeterince yerine getirmemektedirler. Bu konuda herhangi bir zorunluluk ve yaptırımın olmaması böyle bir duruma yol açabilir. Dolayısıyla, konaklama işletmelerinden alınan veriler, gerçeklerden uzaklaşma endişesi yaratabilmektedir. Bununla birlikte, bilet satışına göre hazırlanan istatistiklerde de, bir sorun yaşanmaktadır. Bu sorun, mükerrerlik sorunudur. Bölgeye gelen turistler birden fazla ören yerini ziyaret etmektedirler. Aynı turistler müze ve ören yerleri istatistiklerine 2 ya da 3 kere dahil olabilmektedirler. Bu da, ziyaretçi sayısının gerçekte olduğundan daha yüksek çıkmasına neden olabilmektedir. Konaklama istatistiklerinde olduğu gibi, bilet satışına göre hazırlanan istatistikler de gerçek turist sayısını yansıtmamaktadır. Mükerrerlik sorunun azaltılması için iki öneri sunulabilir. Birincisi, bölgedeki tüm müze ve ören yerleri için ayrı ayrı bilet satmak yerine, tek bir biletin satılmasıdır (kombine bilet). Böylece, müze ve ören yerlerini ziyaret eden her ziyaretçi bir kez sayılacak ve böylece mükerrerlik sorunu ortadan kalkabilecektir. İkincisi ise, bilet satışları esnasında, pasaport numaralarının kayıt altına alınması yoluyla, hangi ziyaretçinin hangi müze ya da ören yerini ziyaret ettiği belirlenebilir. Bu verilerin internet üzerinden tek bir merkeze aktarılarak en doğru istatistiklerin tutulması sağlanabilir. Bu sayede, her ziyaretçi, ziyaret ettiği müze ya da ören yeri sayısı kadar bilet satışı istatistiklerine ve sadece bir kez müze ve ören yeri ziyaretçi istatistiklerine dahil edilebilir. Konaklama istatistikleri ile müze ve ören yerleri arasındaki farklılık, aynı zamanda bize bölgeye gelen her turistin turizm işletme belgeli konaklama işletmelerinde konaklamadığını da gösterebilir. Aynı zamanda, bölgeyi ziyaret eden günübirlikçiler de bu farkın oluşmasında etkili olabilmektedir. 1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u 371 Duygu EREN - Hediye LİMON - Yusuf KARAKUŞ Grafik 4. Ören Yeri Bilet Satışları ile Konaklama İstatistiklerinin Karşılaştırılması (1982-2002). Sonuç Nevşehir turizm açısından, hem tarihi ve kültürel, hem de doğal çok önemli zenginliklere sahiptir. Bölge turizminin geliştirilmesi açısından, bölge turizminin eğilimleri hakkında bilgi sahibi olmak, sağlıklı turizm istatistikleri sayesinde olabilmektedir. Bu nedenle, bölgenin turizm istatistiklerinin sistematik ve bilimsel yöntemlerle hazırlanması gerekmektedir. Turizm istatistikleri incelendiğinde bölgedeki turizm hareketlerinin istikrarsız bir seyir izlediği görülmektedir. Turizm sektörünün yaşadığı krizler nedeniyle ülke turizmine paralel olarak belirli yıllarda azalışlar dikkat çekmektedir. Bununla birlikte, bölgeyi en fazla 2009 yılında yerli ve yabancı turist ziyaret etmiştir. Nevşehir bölgesi turizm istatistiklerinde Konaklama İstatistikleri ve Müze ve Ören Yerleri İstatistikleri arasında tutarsızlıklar söz konusudur. Bu tutarsızlığın bölgedeki turizm işletmelerinin konaklama istatistiklerine gereken önemi vermemesinden ve ören yerlerini ziyaret edenlerin birden fazla istatistiklerde yer almasından kaynaklandığı söylenebilir. Bu durum bölge istatistiklerinde, gerçek ziyaretçi sayısı konusunda sorun teşkil etmektedir. Bölge turizminin gelişiminin, daha sağlıklı bir şekilde izlenmesi ve bu sa- 372 1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u Nevşehir Turizminin İstatistiksel Olarak Değerlendirilmesi (1982-2011) yede gerekli yatırımların yapılması ve/veya önlemlerin zamanında alınması için mevcut istatistiklerin en güvenilir şekilde tutulması gerekmektedir. Söz konusu sorunun giderilebilmesi için turizm işletmelerinin konaklama istatistiklerine gereken önemi vermesi gerekmektedir. Ayrıca, müze ve ören yeri istatistiklerinde mükerrerlik sorununu ortadan kaldırmak için doğru sonuçlar verecek istatistik süreç ve yöntemleri geliştirilmelidir. Yabancı ziyaretçilerin istatistiklere en doğru şekilde dahil olabilmesi için kişiye özel olan pasaport numarası kayıt altına alınabilir. Yine, müze ve ören yerlerini ziyaret edenlere tek bir bilet satılması ve ziyaretçilerin bu biletle tüm müze ve ören yerlerini gezebilmesi de bu sorunun ortadan kalkmasına yardımcı olabilecektir. Yerli turistlerin müze kart sayesinde, her bir müze ya da ören yerinde istatistiklere dahil olmalarına karşın, bu verilerin tek bir merkezde işlenmiyor olması büyük eksikliktir. Başka bir eksiklik ise, İl kültür ve Turizm Müdürlüklerinin geçmiş yıllara ait verileri muhafaza etmiyor olmalarıdır. Ayrıca, Kültür ve Turizm Bakanlığının her yıl düzenlediği Konaklama ve Tesis İstatistiklerinin kapsamının genişletilmesi gerekmektedir. Bu sayede istatistiklerin çok daha rahat izlenmesi ve analiz edilmesi sağlanabilir. Bölge turizmi açısından istatistiklerin sağlıklı bir şekilde, sistematik ve bilimsel yöntemler kullanılarak tutulması ve raporlanması oldukça önemlidir. Bu nedenle, gerek bölgedeki turizm işletmelerinin ve sivil toplum örgütlerinin, gerekse kamu kurumlarının konuya gereken önemi vermesi ve hassas davranması gerekmektedir. Kaynaklar Kültür ve Turizm Bakanlığı. Turizm istatistikleri Bültenleri 1982-2005. Ankara T.C. Kültür ve Turizm Bakanlığı. Kültür ve Turizm Bakanlığı. Konaklama istatistikleri Bültenleri 2005-2009. Ankara T.C. Kültür ve Turizm Bakanlığı. Nevşehir İl Kültür ve Turizm Müdürlüğü (2004). Ören Yerlerini Ziyaret Eden Yerli ve Yabancı Turist İstatistikleri 1982-2010, Nevşehir. Nevşehir Valiliği (1999). 1998 Nevşehirli Yıllığı. Ankara: Başbakanlık Basımevi. Turizm Bakanlığı (2002). Türkiye’nin Turizm Değerleri. Ankara: T.C. Turizm Bakanlığı Tanıtma Genel Müdürlüğü. Turizm Bakanlığı. Konaklama İstatistikleri Bültenleri 1982-2002. Ankara: T.C. Turizm Bakanlığı. 1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u 373 ŞEYHÜLİSLÂM ÜRGÜPLÜ MUSTAFA HAYRÎ EFENDİ (1867-1922) SHAYKH-AL-ISLAM MUSTAFA HAYRI EFFENDI (1867–1922) Efkan UZUN* ÖZET Osmanlı ilmiye sınıfının en önemli kurumlarından birisi olan şeyhülislamlık, 1425’den 1922 tarihine kadar yaklaşık 5 asır boyunca konumunu güçlendirerek devam etmiştir. Bu süre zarfında 129 şeyhülislâm görev yapmış, içlerinden bazıları bu makama birden fazla kere tayin edildiği için 185 meşihat değişikliği meydana gelmiştir. Bu insanlardan birisi olan, Osmanlı’nın 124. şeyhülislâmı Ürgüplü Mustafa Hayri Efendi; şeyhülislamlık makamına getirilmeden önce ilmiye mesleklerinde, farklı coğrafyalarda ve farklı görevlerde çalıştıktan sonra şeyhülislam olmuştur. Müderrislik, ceza mahkemesi reisliği, Niğde Mebusluğu, Evkaf-ı Hümayun Nazırlığı gibi farklı vazife ve makamlarda memuriyet hayatını geçirmiştir. Mahmut Şevket Paşa kabinesinde Evkaf Nazırı olmuş, Said Halim Paşa kabinesinde bu görevini devam ettirirken, 16 Mart 1914 yılında Şeyhülislamlık da uhdesine verilmiştir. 1914–1916 yılları içerisinde, 2 sene 1 ay 21 gün şeyhülislâmlık vazifesi yapan Hayri Efendi, 23 Ağustos 1922 gecesi vefat etmiştir. Çalışmamızın amacı, Mustafa Hayri Efendi’yi daha yakından tanıtmaktır. Bunun için zamanımıza kadar yapılan çalışmalardan, Osmanlıca kitap ve mecmualardan faydalanılmış, Osmanlı Arşivi’nde bulunan konuyla ilgili belgeler de kullanılmıştır. Yapılan bu çalışmada, nitel araştırma tekniklerinden biri olan tarama modeli ve doküman inceleme yöntemi kullanılmıştır. Anahtar Kelimeler: Şeyhülislâm, İlmiye, Rütbe, Nazır, Fetva. * Yrd. Doç. Dr., Niğde Üniversitesi, Fen Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümü, e-posta: efganuzun@gmail.com 1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u 375 Efkan UZUN ABSTRACT The post of Shaykh-al-islam (the chief religious leader), one of the most important establishments in Ottoman Empire, continued to exist and strengthen its position from 1425 to 1922 for about 5 centuries. During this time, 129 shaykh-al-islams served the empire. 185 appointments were made to this post since some of them were appointed more than once. One of them was Shaykh-al-islam Mustafa Hayri Effendi, who was from Urgup and 124th shaykh-al-islam. He had served in different parts of the empire in different establishments and posts. Teacher in madrassahs, head of punishment court, parlimentary representative of Niğde, minister of foundations were among some formal duties he performed. He became ministry of foundations in the cabinet of Mahmut Şevket Pasha and Said Halim Pasha and then he was appointed as shaykh-al-islam on 16 March 1914. He served in the post between 1944-1916 for about 2 years and two months. He died on 23 August 1922. The aim of the study is to get informed about the shaykh-al-islam Mustafa Hayri Effendi. For this purpose, various studies done so far, newspapers, books have been benefited from and formal documents in the archive of the empire were examined. Screening model, which is one of the qualitative research, and document examining method have been used. Key Words: Shaykh-al-islam, Ulema Class, Rank, Minister, Fetwa. 1- Giriş Osmanlı ilmiye sınıfı içerisinde en önemli makamlardan birisi olan şeyhülislamlık, 1425’de Molla Fenari’nin bu makama atanmasıyla başlamış ve son Osmanlı Hükümeti’nin istifa tarihi olan 1922’ye kadar yaklaşık 5 asır boyunca konumunu güçlendirerek devam etmiştir. Bu süre zarfında 129 şeyhülislâm görev yapmış, içlerinden bazıları bu makama birden fazla kere tayin edildiği için 185 meşihat değişikliği meydana gelmiştir. (Kaydu:1977,209; İpşirli:1994,269.) Onuncu Asrın ikinci yarısından itibaren görülmeye başlayan bu unvan; o dönemlerde, fukaha arasında ihtilaflı konularda söz söyleme yetkisi ve bilgisi olan etkili âlimler için kullanılmıştır. Osmanlı’dan önce bu unvanı kullanan kimseler, ilmiye sınıfının en yüksek mercii olmadıkları gibi, ulemanın resmi işlerini takip etmek için müracaat ettikleri başvuru makamı da değildi. Osmanlılardan önce bu unvan, ilmi sahada bir şeref payesi 376 1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u Şeyhülislâm Ürgüplü Mustafa Hayrî Efendi (1867-1922) olarak kullanılmıştır. Selçuklu Devleti’nde de Osmanlıdaki şeyhülislamlıktan farklı olarak Kadi’l-kuzat kurumunun varlığı bilinmektedir. (Ali Emiri:1334,304-306; Uzunçarşılı:1984,174; Eraslan:2009,14-16; Geniş bilgi için bkz. Akgündüz: 2002, 37-106) Başlangıçta oldukça mütevazı bir kurum olan şeyhülislamlık, XVI. Asırda Zenbilli Ali Efendi (ö.1526), İbn-i Kemâl (ö.1534) ve Ebussuud Efendi (ö.1574) gibi zatların bu makama getirilmeleriyle giderek itibar kazanmıştır. Bu makama getirilenler sadece müftülerin atanmasından sorumlu olmaktan çıkıp, bütün müderris ve kadıların idaresinden sorumlu hale gelmişlerdir. Verdikleri fetvalar ile ayrıca siyasi etkilerini de arttırmış olan şeyhülislamlar, Divan-ı Hümayun’un asli üyeleri olmadıkları halde sık sık görüşlerine başvurulan ve Divan’a davet edilen kimseler olmuşlardır. Meşihât makamına getirilen kimseler genellikle belirli ilmi merhaleleri kat etmiş ilmiye mensupları arasından seçilmiş, Padişah katında bazen birinci, bazen de sadrazamlardan sonra ikinci itibar sahibi kişi sıfatıyla, sanki bir oto kontrol vazifesi görmüşlerdir. Siyasi otoritenin sert kararlarını gerektiği yerde yumuşatmış, verdikleri isabetli fetvalarla devletin kuruluş, işleyiş ve müesseseleşmesinde önemli rol oynamışlar, Osmanlı’nın bir cihan devleti haline gelmesinde ciddi bir fonksiyon icra etmişlerdir. (İpşirli:1994, 270; Mert: 1989, 61–62; Halaçoğlu: 2002, VI, 200-203; Fedayi: 1999, VI,447452; Akgündüz:2002,49-72.) Bu insanlardan birisi de Osmanlı’nın 124. (170. Sırada göreve başlamıştır) şeyhülislâmı Ürgüplü Mustafa Hayri Efendi olup, Şeyhülislamlık makamına getirilmeden önce ilmiye mesleklerinin çeşitli kademelerinde, farklı coğrafyalarda ve farklı görevlerde bulunmuş, memuriyet hayatının sonlarına doğru da şeyhülislam olmuştur. Şeyhülislâmlık vazifesi 1914-1916 yılları arasında devam etmiştir. Çalışmamızın amacı, Mustafa Hayri Efendi’yi daha yakından tanıtmaktır. Bunun için zamanımıza kadar yapılan çalışmalardan faydalanıldığı gibi bu çalışmalarda belirtilmeyen Osmanlı Arşivi’ndeki belgeler de kullanılmıştır. Yapılan bu çalışmada, nitel araştırma tekniklerinden biri olan tarama modeli ve doküman inceleme yöntemi kullanılmıştır. Tarama modeli, geçmişte ve halen var olan bir durumu olduğu şekliyle betimlemeyi amaçlayan yaklaşımlardır. Araştırmaya konu olan olay, birey ya da nesne, kendi koşulları içinde var olduğu gibi tanımlanmaya çalışılır. Onları herhangi bir şekilde değiştirme, etkileme çabası gösterilmez. (Karasar, 2000.) 1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u 377 Efkan UZUN Çalışmamızda veri toplama aracı olarak; bilim adamları tarafından daha önce yapılan çalışmalar ve Osmanlı Arşivinde bulunan konuyla ilgili tasniflere ait kataloglardan taranan belgeler kullanılmıştır. Bu belgelerin listesi kaynakça kısmında detaylı olarak sunulmuştur. Ayrıca gerekli yerlerde, belgelere ait açıklamalar dipnotlar aracılığıyla belirtilmiştir. 2- Nesebi, Çocukluğu ve Eğitimi H. 1283 (1866/67) yılında o devirde Konya Vilayeti sancaklarından Niğde’nin Ürgüp Kazası’nda doğan Mustafa Hayri’nin Babası, Harput ve Trablusgarp evkaf muhasebeciliği vazifelerini yapmış olan Abdullah Avni Efendi’dir. (Ö.1305/1888) Büyük babası, Ürgüp Kadısı İbrahim Efendi, O’nun babası da ulemadan Nakîbü’l-eşraf Abdullah Efendi’dir. Ataları, babasına gelinceye kadar, Ürgüp’te Karamanoğlu İbrahim Bey tarafından yaptırılan Cami-i Kebirin mütevelliliği vazifesini yapmışlardır. Hem babası hem de kendisi bu vazifeyi yakın akrabalarına devretmişlerdir. (Ahmet Refik: 1334, 636-637; Pakalın: 2008, IX,20; Albayrak: 1996, 4,74) İlk tahsilinden sonra, Molla Câmi’ye kadar amcası Hacı Münif Efendi’den okumuş, ardından Ürgübî Uzun Hoca diye ma’ruf Mahmud Efendi’den güzel yazı dersleri almıştır. Daha sonra Adliye Müfettişi olan Abisi Hakkı Bey’in yanına Sivas’a giden Hayri Efendi, burada bulunan âlimlerden Farsça ve Arapça dersleri almıştır. R.1300 (1884) yılında Abisiyle İstanbul’a gelen Hayri Efendi, burada Fatih’te Başkurşunlu Medresesi’ne kaydolarak, Taşköprülü Abdullah Rüşdi Efendi’den ders okudu. İki sene sonra 1302 (1886-87) yılında tekrar Ürgüp’e dönen Hayri Efendi, buradan Kayseri’ye geçerek Yağmuroğlu Medresesi’nde hücre-nişinlik yapmaya başladı. Aynı medresede; Mantık, Meânî, Beyan ve Bedî’ derslerine devam etti. Yaz tatillerinde de Ürgüp’te dayısı Müftü Ahmet Tahir Efendi’den Tefsir dersleri okudu. (Ahmet Refik: 1334, 636-637; Pakalın: 2008, IX,20; İpşirli: 1998, XVII, 62.) R.1304 (1888/89) tekrar İstanbul’a gelen Hayri Efendi, burada eski medresesinde Hocası Abdullah Rüşdi Efendi’den Tasavvurat dersi okuyarak, 23 Zilkade 1312 (18 Mayıs 1895) tarihli icazetnamesini aldı. Aynı dönmede bir yandan da Mekteb-i Hukuk’a devam ederek, Ağustos 1897 tarihinde sınıf ikincisi olarak, aliyyülâlâ ile mezun oldu. (Ahmet Refik: 1334, 637; Pakalın: 2008, IX,20). 378 1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u Şeyhülislâm Ürgüplü Mustafa Hayrî Efendi (1867-1922) 3- Memuriyetleri ve Şeyhülislâmlığı Hayri Efendi, Haziran 1880 tarihinde ibtida-i hariç Bursa ruusu ile müderrisliğe başladı. Uzunca bir müddet bu görevine devam ettikten sonra, Ekim 1897’de ibtida-i dahile, Temmuz 1904’de ise Musıla-i Süleymaniye’ye terfi ettirilmiştir. Ağustos 1898 tarihinde Maraş Sancağı Bidayet Mahkemesi müdde’î-i umûmî muavinliğine tayin olmuş, (BOA: BEO, 1470/110180) Nisan 1900’de de Trablusşam Sancağı Bidayet Mahkemesi müdde’î-i umûmî muavinliğine getirilmiştir. (BOA: BEO, 1657/124226) Nisan 1901’de Lazkiye Sancağı Bidâyet Mahkemesi Ceza Dairesi reisliğine1 Mart 1903’te terfi ederek Suriye Vilayeti Merkez Bidayet Mahkemesi müdde-i umumiliğine (BOA: BEO, 2025/151866), Eylül 1904 tarihinde ise Manastır Vilayeti Merkez Bidayet Mahkemesi müdde-i umumiliğine getirilen Hayri efendi, buradan da terfi ederek Aralık 1906 tarihinde Selanik Vilayeti Merkez Bidayet Mahkemesi Ceza Dairesi reisliğine yükselmiştir. (BOA: TFR.I..MN.., 111/11038; Ahmet Refik: 1334, 637; Pakalın: 2008, IX, 21; Albayrak: 1996, 4, 75; İpşirli: 1998, XVII, 62) Meşrutiyetin 2. defa ilan edilmesinden sonra 1908 yılının son aylarında yapılan seçimlerde memleketinden aday olmuş ve Niğde Mebusu olarak meclisteki görevine başlamıştır. İstanbul’a geldiğinde 1200 guruş maaşla Darülfünun’da Hukuk Bölümü’nde mecelle muallimliğine tayin edilmiştir. Ardından Mekteb-i Kuzât’ta Ceza Kanunu muallimliğine, sonra da yine aynı mektepte İ’lâmat-ı Cezaiye muallimliğine atanmıştır. 31 Mart İhtilâli’nin ardından Tevfik Paşa’nın kurmuş olduğu yeni hükümette Adliye Nazırlığı’na getirilmek istenmiş ise de mazeret beyan ederek bu görevi kabul etmek istememiş, mazereti kabul görmeyince de istifa etmiştir. (Ahmet Refik:1334, 638; Albayrak:1996, 4, 75.) Hayri Efendi, Meclis-i Mebusân’ın üçüncü sene toplantısında yenilenen seçimler neticesinde 14 Kasım 1910 tarihinden itibaren meclis birinci reis vekilliğine seçilmiştir. Akabinde Aralık 1910 tarihinde İbrahim Hakkı Paşa’nın sadrazamlığında kurulan hükümette 15 bin guruş maaşla Evkaf Nazırlığı’na getirilmiştir. 1911 yazında Padişahın Rumeli seyahati esnasında Dâhiliye Nazırı Halil Bey’in de bu seyahate iştiraki sebebiyle kısa bir müddet dâhiliye nazırlığına vekâlet etmiştir. Ağustos 1911 tarihinde, Padişah iradesi ile Hicaz bölgesinin sağlık işlerinin tanzimi ve hacıların sağlık işlerinin takibi amaçlı kurulan komisyonda (Hicaz Sıhhiye Meclis Azalığı) vazifelendirilmiştir. (Ahmet Refik: 1334, 638; Albayrak: 1996, 4, 75; İpşirli: 1998, XVII, 62.) 1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u 379 Efkan UZUN Hakkı Paşa’nın istifasını takiben sadrazam Küçük Said Paşa’nın 9. sadaretinde kurulan yeni kabinede; Ekim 1911 tarihinden itibaren adliye Nazırlığı ile Şura-yı Devlet Reisliğini asaleten, Evkâf-ı Hümâyûn Nazırlığını ise vekâleten yürütmekle vazifelendirilmiştir. Kısa müddet sonra Adliye Nazırlığı ve Şura-yı Devlet reisliğinden istifa etmesi üzerine, Evkaf-ı Hümâyûn nazırlığına asaleten atanmıştır. Temmuz 1912 tarihinde Heyet-i Vükelânın (bakanlar kurulu) toplu olarak istifası üzerine, Hayri Efendi de Evkâf Nazırlığından ayrılmıştır. Aralık 1912’de Medresetü’l-Kuzât’da ceza muallimliğine tayin edilen Hayri Efendi, 21 Nisan 1912’de tekrar Niğde Mebusu seçilmiş, 1913 yılının Ocak Ayında üçüncü defa Evkaf-ı Hümâyûn nazırlığına atanmış ise de itirazı üzerine bu görevden ayrılmıştır. Çok geçmeden Nisan 1913 tarihinde dördüncü defa olarak bu göreve tekrar atanmıştır. 26 Ağustos 1913 günü Cemiyet-i Tedrisiye-i İslamiye Heyet-i Umumiyesi riyaset vekâletine tayin edilen Hayri Efendi, Şeyhülislam Mehmed Es’ad Efendi’nin meşihat makamından çekilmesi üzerine, 16 Mart 1914 tarihli Hatt-ı Humâyûnla1 Evkaf-ı Humâyûn Vekâletine ilaveten Şeyhülislamlık (BOA: HSD.AFT, 5/95) ile de vazifelendirilmiştir. Bu vazife karşılığında kendisine 20 bin kuruş tahsisât verilmiştir.2 25 Nisan 1916 tarihinde Evkaf Nazırlığından ve Şeyhülislamlıktan istifa eden (BOA: HSD.AFT, 6/19) Hayri Efendi, akabinde Ayan Azası (BOA: MV, 245/112) olmuş, Ekim 1918’de kurulan Ahmet İzzet Paşa kabinesinde Adliye Nazırlığı (BOA: İ..DUİT, 9/38) ile görevlendirilmiş, daha sonra İttihatçılarla beraber Malta’ya sürgüne gönderilmiştir. Daha sonraki dönemlerde memleketi Ürgüp’e dönmüş ve 7 Temmuz 1921 tarihinde burada vefat etmiştir. Mezarı Ürgüp Cami-i Kebir’in avlusundadır. Yaptığı hizmetler karşılığında kendisine birinci rütbeden Mecidiye Nişanı verilmiştir. (Ahmet Refik: 1334, 638-639; Albayrak: 1996, 4, 75; Türkgeldi: 1987, 98; İpşirli: 1998, XVII, 62-63; Eraslan: 2009, 85.) 4- Eserleri, Hizmetleri ve Siyasetteki Yeri Hayri Efendi, şeyhülislamlığı ve Evkaf nazırlığı döneminde çok ciddi ve kalıcı bir takım icraatlara imza atmış bir şahsiyet olarak karşımıza çıkmak1 “… kendisi esasen tarîk-i ilmiyeye mensub ve muamelât-ı şer’iyye vâkıf bulunmasına mebni Mesned-i Meşihat-ı İslamiye uhdesine tevcih ve ihale olunarak Bâb-ı Alimizce i’zam kılınmıştır. Cenab-ı Hak tevfikat-ı Semadaniyesine mazhar buyursun. Amin! Bi-hürmet-i Seyyidil-mürselîn” 18 Rebiülahir 1332/ 3 Mart 1330. Mehmed Reşâd 2 Kâinata böyle i’lân eyledim târih-i tâm Mustafa Hâyri Bey oldu yümn ile müfti’l-enâm (1332 tarihli Ali Emîrî Efendi’nin beyiti) 380 1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u Şeyhülislâm Ürgüplü Mustafa Hayrî Efendi (1867-1922) tadır. Bir ara her iki vazifenin de uhdesine tevcih edilmiş olması yapacağı yeniliklerde ve icraatlarda işini kolaylaştırmıştır. Yaptığı yenilikleri, eğitim ve vakıfların ıslahı olarak başlıca iki alanda tasnif etmek mümkündür. Medreselerde yaptığı yenilikler “Teşkilât-ı Hayriyye” olarak da bilinmektedir. Kendisinden önce başlatılan medreselerin ıslahı çalışmaları bu dönemde de sürdürülmüş ve Islah-ı Medaris Nizamnâmesi’nin çıkarılmasına önayak olmuştur. İstanbul pilot bölge seçilerek, mevcut medreseler bir hey’et tarafından çeşitli cephelerden kontrol edilmiş ve binaları sağlam olanlar tespit edilmiştir. Medresetü’l-Kuzât, Medresetü’l-vâizîn ve Medresetü’lhattâtîn adlarıyla bilinen üç yeni medrese kurulmuş, İstanbul’daki tüm medreseler Darü’l-Hilafeti’l-Aliyye adıyla bir çatı altında birleştirilmiştir. Mektep ve medreselerde fiziki düzenlemeler yanında ders programları üzerinde de yeniliklere gidilmiştir. Dini derslerin yanında sosyal ve fen derslerine de yer verilmiştir.3 İttihatçılarla arasının açılması sebebiyle istifa etmesi yapılan bu yenilikleri de sekteye uğratmıştır. (İpşirli: 1998, XVII, 63; Hatemî: 1985, 2, 506–510; Pakalın: 2008, IX, 23.) Hayri Efendi’nin Evkaf nazırlı döneminde de önemli hizmetler yaptığını belirtmek gerekir. Evkaf muamelelerinde düzen temin edilmesi ve işlerin hızlandırılması, vakıf kiralarının arttırılması, imaretlerin ıslahı, “cihet”lerin Tevcih-i Cihât Nizamnamesi ile uygun usullere göre verilmesi, ihtiyaca binaen vakıflarda bulunan kıymetli eserlerin (yazma eser, minyatür, eşya vb) bir müzede toplanması amacıyla Evkâf-ı İslamiye Müzesi’nin kurulması ve Evkaf-ı İslamiye Matbaası’nın tesis edilmesi önemli yeniliklerdendir. Yine bu dönemde yapılan önemli işler arasında; özel mimari tarzlarda büyük vakıf hanlarının inşa edildiğini, Gureba Hastanesi’nin yeni binalar eklenerek daha modern bir hale getirildiğini, vakıf kütüphanelerinde tamirat yapıldığını, Fatih Camii’ne elektrik sistemi kurularak ilk defa bir vakıf eserinin bu şekilde aydınlatıldığını saymak mümkündür. Ayrıca dönemin ileri gelen devlet adamlarının yazılı ve sözlü görüşleri alınmak suretiyle vakıfların ıslahı konusunda yapılacak işler planlanmaya çalışılmıştır. (İpşirli: 1998, XVII, 63; Hatemî: 1985, 6, 1676-1678; Pakalın: 2008, IX, 24.) Hayri Efendi’nin Evkaf Nazırı olduğu dönemlerde Vakıflarla ilgili mevzularda sık sık şehremaneti ile ters düşmüştür. Bu işlerin belediyeden alınarak kendilerine bağlanması gerektiği hususunda o zaman Şehremini olan 3 Medreseler hakkında Geniş bilgi için bkz. Mübahat Kütükoğlu, “Darü’l-Hilafeti’l-Aliyye Medresesi”, DİA, VIII, s.507-508. 1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u 381 Efkan UZUN Cemil (Topuz) Paşa ile ters düşen Hayri Efendi, belediyenin bu konularda gereksiz tasarrufta bulunduğunu ve vakıf mallarına ve arazilerine zarar verdiğini düşünmekteydi. Buna karşılık Cemil Paşa da tam tersini düşünerek aslında vakıf işlerinin belediyenin kontrolünde olması gerektiğini savunmuştur. (Topuzlu: 2002, 162-163.) Hayri Efendi’nin şeyhülislamlığı döneminde yapılan en önemli icraatlardan birisi de Cerîde-i İlmiyye’nin yayın hayatına başlamış olmasıdır. “Meşihât-ı Celîle-i İslâmiye’nin Cerîde-i Resmiyesi” adıyla 3 Receb 1332 (28 Mayıs 1914) ile 1 Safer 1341 (23 Eylül 1922) tarihleri arasında İstanbul’da çıkarılan dergi, toplamda 79 sayı yayınlanmıştır. İlk sayısı Regaib Kandili’ne rast gelen dergide I. Dünya savaşı ve İstiklal Harbi yıllarında sadece Osmanlıca değil, Arapça, Farsça, Urduca ve Tatarca olarak da yazılar ve fetvalar yayınlanmıştır. Aylık yayın organı olan derginin 5. ve 6. sayıları arasında “Islah-ı Medarise Dair Nusha-i Fevkalâde” adıyla yayınlanan özel sayı Türk Eğitim Tarihi açısından da son derece önemlidir. Derginin ilk 40 sayısı Meşihat makamına bağlı olarak yayınlanmış, 41. sayıdan itibaren derginin idaresi Daru’l-Hikmeti’l-İslamiye’ye geçmiştir. Bu itibarla yayın politikasını da iki dönem halinde incelemek gerekmektedir. Bu sayıdan itibaren resmi ilan ve haberlerin yanında dini ve ilmi makaleler de yayınlanmaya başlamıştır. Dergide Padişah dâhil önemli devlet erkânına ait, isim ve imzalarını taşıyan resmi yazılara rastlamak mümkündür. (Cebeci: 2009, XIII-XXX ; Eraslan: 2009, 113-133; Akman: 2009, 85-88.) Hayri Efendi’nin dikkate değer bir girişimi de Ocak 1889 tarihinde ilga edilen Mecelle-i Ahkâm-ı Adliyye Cemiyeti’ni yeniden tesis etmek arzusudur. Ancak bu çabaları dönemin siyasi şartlarına bağlı olarak netice vermemiştir. (Mardin: 1946, 153.) Hayri Efendi’nin şeyhülislamlığı döneminde, dikkate değer bir yenilik de daha önce sıkı sıkıya Hanefi mezhebinin görüşlerine göre fetva verilen bazı konularda, zamanın şartlarına göre diğer üç mezhebin görüşlerine de müracaat edilmeye başlanmasıdır. Bu amaçla 24 Temmuz 1913 tarihinde Fetvahânenin Hey’et-i İftâiyyesi Hakkındaki Nizamnâme ile Fetvahâne bünyesinde “telif-i mesâil” ve “taharrî-i mesâil” adında iki ayrı büro açılmıştı. Buralarda görev yapanlar; meşihatça uygun görülen konularda dört mezhebin görüşünün de incelenerek büyük bir fetva mecmuası düzenlemek ve gerek görülen konularda gerekçeli bir mazbata hazırlamakla vazifelendirilmişlerdi. Bu şekilde başlatılan çalışmalar neticesinde başta nafakât, talâk ve nikâh gibi konurla olmak üzere bütün hukuki meselelerdeki müftâ-bih görüşler bir araya toplanarak 382 1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u Şeyhülislâm Ürgüplü Mustafa Hayrî Efendi (1867-1922) “el-Ahkâmü’ş-şer’iyye fi’l-ahvali’ş-şahsiyye” adı altında tercüme ve te’lif edilmesine karar verilmiştir. Bu eserin birinci cildi “Kitabü’n-Nafakât” adıyla Fetva Emini Ali Haydar Efendi tarafından yayınlanmış ancak devamı gelmemiştir. (İpşirli: 1998, 64; Cebeci: 2009, XIII-XXX) Hayri Efendi’nin bu gibi konulardaki geniş görüşlülüğü hükümet üyesi bazı kimseler ile İttihat ve Terakki ileri gelenleri tarafından beğenilmemiş ve aralarındaki problemlerin artmasına sebep olmuştur. Çünkü Hayri Efendi re’sen arz ile Padişah iradesi almak suretiyle teşri mercilerini devre dışı bırakmış olmaktaydı. Bu durum yetki alanını aşıp, başka alanlara tecavüz olarak algılanmış ve bazı çevrelerin husumetini çekmiştir. Hayri Efendi’nin şeyhülislamlığı döneminde en dikkate değer hadiselerden birisi de Osmanlı Devleti’nin I. Dünya Savaşı’na katılmasıdır. Cihad-ı Ekber fetvası pek tabi olarak Hayri Efendi tarafından verilmiştir. Geçmişteki Haçlı Seferlerinden izahat verilerek açıkladığı fetvasını şu beş temel üzerine inşa etmiştir: 1. Padişahın cihad emrine herkesin katılması farzdır. 2. İslam Hilafetini ortadan kaldırmak isteyen, Rusya, İngiltere ve Fransa idaresinde olan bütün Müslümanların bu devletler aleyhine birleşmesi şarttır. 3. Buna rağmen cihada katılmayanların ağır cezaya duçar olacakları açıktır. 4. İslam (Osmanlı) askerini öldüren yukarıdaki devletlerin tebaası Müslüman askerlerin büyük günaha gireceklerdir. 5. İngiltere, Fransa, Rusya, Sırp, Karadağ hükümetleri idaresinde bulunan Müslümanların, İslam Devletine yardımcı olan Almanya ve Avusturya aleyhine harp etmelerinin Osmanlı’nın zararına olacağı ve bu yüzden büyük günaha girileceği. (Fetvanın aslı için bkz. İlmiye Salnâmesi: 822-823 ve Ekler 1-2) Hayri Efendi’nin bu fetvası kendisinden sonra gelen şeyhülislamlardan Mustafa Sabri Efendi (Bkz. İlmiye Salnâmesi: 1334, 526-528; Albayrak: 1981, IV, 251-252) tarafından usul ve kaide hatası olduğu gerekçesiyle ciddi eleştiriye maruz kalmıştır. Aslında bu fetva İttihat ve Terakki Merkez-i Umumisi’nde hazırlanmış olup, Fetvahâne-i Âli’de sicile geçmiş fetvalar arasında yoktur. Buna göre fetvahane kendisine bildirilen konularda taraf tutarak ve isim vererek hüküm veremez. Böyle olunca hâkimin 1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u 383 Efkan UZUN hükmü devreye girer. Hâlbuki fetva başka kaza başkadır. Fetva daima doğru olduğu halde, hüküm yanlış olabilir. Bu yüzden fetva içerisinde Almanya veya İngiltere gibi bir Hristiyan devletin isimleri verilmeden, Osmanlı’nın (İslam Devleti) ne durumda menfaati olup olmadığı hususları verilmeliydi şeklinde fetva usul ve kaidelerine uygunluk açısından ciddi eleştiriye tabi tutulmuştur. (Alemdâr Gazetesi’nden aktaran, Kara: 2001, 584-586.) Hayri Efendi, hem ilmi açıdan iyi yetişmiş olması, hem de dönemin kendisine sunmuş olduğu fırsatları iyi değerlendirmesi sayesinde siyasi alanda da önemli bir kimlik ve kişiliğin sahibi olmuştur. Başarılı bir memuriyet hayatının ardından, milletvekilliği görevine başlamış ve bu yolla, kurulan hükümetlerde de önemli mevkilere getirilmiştir. İttihat ve Terakki yöneticilerine göre; parti üyesi olmayanların hiçbir işe yaramadığı görüşünün ağır bastığı bir dönemde Fırka’ın ilk merkez komitesinin üyeleri arasında yer alan Hayri Efendi bu sayede kurulan kabinelerde farklı bakanlıkları elde edebilmiştir. (İnal: 1982, IV, 1715, 1750; Akşin: 1985, 5, 1422–1435.) Bu partiyle olan münasebetleri ve üyeliği sayesinde bürokraside ve siyasette sözü geçenler arasında yer aldığını söylemek de mümkündür. 5- Kişiliği ve Hakkında Söylenenler Her meşhur insanın hakkında olduğu gibi, Hayri Efendi hakkında da iyi veya kötü birtakım şeyler söylenmiş olması muhakkaktır. Bunlardan bazıları hakikat olduğu gibi, bazılarında da iftira ve yanlış veya yalan bilgilerin olduğunu söylemek mümkündür. İttihat ve Terakki Cemiyeti’nin önde gelen mensuplarından olup, faal bir rol oynamıştır. Bu hal sebebiyle lehinde ve aleyhinde pek çok şey söylenip yazılmıştır. Bununla beraber çalışkan, disiplinli, iş bitiren, sabırlı bir zat olduğu genel kabul gören hususlardır. Mabeyn Başkâtipliği yapmış olan Halid Ziya (Uşaklıgil) hatıralarında; ayanlığa tayini meselesinde kendisine yapılan itirazlar karşısında istişare etmek için aklına ilk gelen kişinin Hayri Efendi olduğunu belirterek, Onun hakkında şunları söylemektedir: “Onun ahlakının salâbetine, muhakemesinin rezânetine birçok ahvalde şahit olmuştum. Az söyler, daima uzun düşünür, harekete geçmek için acele etmez, fakat faaliyete başlayınca ağır yürüyor zannedilmesine rağmen çok iş çıkarır pek vakur bir zat idi. Onunla pek anlaşmış, pek sevişmiştik.” (Pakalın: 2008, IX, 23.) 384 1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u Şeyhülislâm Ürgüplü Mustafa Hayrî Efendi (1867-1922) 25 Nisan 1916 tarihinde Şeyhülislamlıktan ve Evkaf Nazırlığından istifa etmesi üzerine istifadan vazgeçmesi için kendisine ricacı gönderilen Ali Fuad Türkgeldi’nin hatıralarında; Enver Paşa’nın yalısında verilen bir ziyafette yapılan masrafları ve debdebeyi gören Hayri Efendi, Türkgeldi’ye hitaben: “…ziyafette siz de hazırdınız. Gördünüz o masraflar o ihtişamlar neyle oluyor; ben artık onlarla birlikte bulunmam” diyor ve istifadan vazgeçmiyor. (Türkgeldi: 1987, 118-122.) Bu anlatılanlara göre; Hayri Bey, bu hadiseyle partilerinin kuruluşundan beri içerisinde yer aldığı İttihatçılardan ayrılmış oluyor. Burada bahsedildiğine göre; israftan kaçınan, devleti zarara uğratmaktan hoşlanmayan, dürüst bir devlet adamı portresi de çizmektedir. Ancak tarihi bilgi ve belgelerden, İttihatçılarla Hayri Bey’in arasının açılma meselesinin sadece böyle olmadığını daha başka saiklerin de rolünün olduğunu öğrenmek mümkündür. Hayri Bey medrese kökenli olmakla beraber, daha Meşrûtiyetten önce başındaki sarığı çıkararak ilmiye ile bağlarını koparmış, uzun yıllar Nizâmiye mahkemelerinde hâkimlik ve savcılık görevlerinde bulunmuştur. Bu yüzden onun şeyhülislâm olması, İttihat ve Terakki içerisindeki Batı yanlısı kanadı oldukça heveslendirmiştir. Bunların çoğu, Hayri Bey’in redingot ve fesini giyerek meşihat makamına oturacağını sanmışlardı. Oysa, Bâb-ı Âlî Caddesi’nden geçen Şeyhülislâmlık arabasındaki şahsın sarıklı ve şeyhülislâmların törenlere mahsus üniforması olan “ferve-i beyzâ” yı giymiş olduğunu görünce ümitleri boşa çıkmış ve Hayri Efendi’nin kendinden öncekilerin yolundan gideceği anlaşılmıştır. (Gürer: 2010, 1195–1197) Enver ve Talat Paşaların, Ziya Gökalp’in etkisiyle meşihat makamının yetkilerinin sınırlandırılarak yargı yetkisinin elinden alınmasını arzu etmeleri ve bunu biran önce gerçekleştirmek istemeleri şeyhülislamlık için Hayri Efendi’nin ismini ön plana çıkarmıştır. Ancak yukarıdaki anlatılan hadise ile bu düşüncenin daha ilk günden suya düştüğünü gören cemiyetin önderleri ciddi bir düş kırıklığı yaşamışlardır. Bu sebeple Enver Paşa ile arası açılan Hayri Efendi, bu şartlarda vazife yapamayacağını, düşünülen işleri yapmaya Musa Kâzım Efendi’nin daha münasip olduğunu söyleyerek istifa etmiştir. Hayri Efendi ile aynı şekilde düşünen Padişah, Musa Kâzım Efendi’nin Farmason olduğu iddialarını dikkate alarak bu konuda olumsuz karar bildirmiş ise de İttihatçıların baskıları neticesinde sonradan meşihat makamına onun getirilmesine razı olmuştur. (BOA: HSD.AFT, 6/19; Gürer: 2010, 1195–1197; Türkgeldi: 1987, 122.) 1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u 385 Efkan UZUN Devlet adamlığının sonlarına doğru Şeyhülislamlıktan istifa ettikten sonra Padişah tarafından Ayan azalığına atanan Hayri Efendi’nin hükümet üyeleriyle ve özellikle İttihatçıların ileri gelenleriyle arası iyice açılmıştır. Ayanlığa atandığını sonradan Maliye Nazırı Şükrü Bey’den öğrenen Talat Bey, ertesi gün saraya giderek; “Hayri Efendi’nin âyanlığa tayinini tebliğ etmişsiniz. Bizce âyanlığın ehemmiyeti olduğundan ba’dema bize malumat vermeden tebliğ etmeyiniz, iki üç ay tecrübe edelim. Hayri Efendi’nin bize karşı ne vaziyet alacağını görelim; ondan sonra yaparız. Hem kendisinin beş yüz lira parası bulunduğundan birkaç ay onunla idare eder” diyerek, ona karşı tavırlarını açıkça göstermiştir. Daha önceden yapmış olduğu medrese ıslahatı esnasında da sık sık Maliye Nazırı Şükrü Bey’le karşı karşıya gelmişlerdi. (Türkgeldi: 1987, 123.) 6- Çocukları Oğulları Suad Hayri Ürgüplü (1903-1981) ve Münir Hayri Ürgüplü’dür. Her iki oğlu da milletvekilliği yapmışlardır. Suad Hayri 1903 yılında babasının vazife yaptığı Şam’da doğmuş, Galatasaray Lisesi’nden sonra İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesini bitirmiş, Türk-Yunan nüfus mübadelesi mahkemelerinde çalışmış ve iki dönem (1939, 1943) Kayseri Milletvekili seçilmiştir. 2. Şükrü Saraçoğlu kabinesinde Gümrük ve Tekel Bakanlığı yapmıştır. 1950’de tekrar parlamentoya dönmüş, 1952 yılına kadar Kayseri Milletvekilliği yapmıştır. Avrupa İstişari Meclisi’nde başkan yardımcılığı görevinde bulunmuştur. 1952’de parlamentodan ayrılarak Bonn Büyükelçiliği’ne getirilen Suad Hayri Ürgüplü, 1955’te Londra, 1959’da Washington, 1960’da ise Madrid Büyükelçilikleri yapmıştır. 1961 seçimlerinde Kayseri Senatörü seçilmiş, Cumhuriyet Senatosunun ilk başkanı olmuştur. Bu görevi tamamladıktan sonra 1965 yılında partiler üstü hükümetin başkanlığına getirilmiştir. 1966’da kontenjan senatörü seçilen Suad Hayri 1972’ye kadar bu görevini devam ettirmiştir. (www.nevsehir.pol.tr ; www.kimkimdir.gen.tr) Kaynaklar Arşiv Kaynakları BOA, BEO, (08/Z /1317), 1470/110180. BOA, BEO, (21/M /1319), 1657/124226. BOA, BEO, (23/Z /1320), 2025/151866. 386 1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u Şeyhülislâm Ürgüplü Mustafa Hayrî Efendi (1867-1922) BOA, BEO, (19/L /1324), 2956/221681. BOA, TFR.I..MN.., (21/L /1324), 111/11038. BOA, HSD.AFT, (18/Ra/1332), 5/95. BOA, HSD.AFT, (05/B /1334), 6/19. BOA, MV, (14/M /1335), 245/112. BOA, İ..DUİT, (07/M /1337), 9/38. Tetkik Eserler Vd. Ahmed Refik (Altınay), (1334), “Osmanlı Şeyhülislâmları”, İlmiye Salnâmesi, Darü’l-Hilafeti’l-Aliyye: Matba’a-i Âmire. (Bu eser günümüz Türkçesine aktarılmıştır. Bkz. KAHRAMAN, Seyit Ali vd., İlmiye Sâlnâmesi, İstanbul, 1998, İşaret Yay.) Ahmed Vefik Paşa, (2000), Lehce-i Osmanî, (Haz. R. Toparlı), Ankara: TDK Yay. Akgündüz, Murat, (2002), Osmanlı Devleti’nde Şeyhülislâmlık, İstanbul: Beyan Yay. Akman, Zekeriya, (2009), Dâru’l-Hikmeti’l-İslâmiye, Ankara:DİB Yay. Akşin, Sina, (1985), “İttihat ve Terakki”, Tanzimat’tan Cumhuriyete Türkiye Ansiklopedisi, C.5, s.1422-1435, İstanbul: İletişim Yay. Albayrak, Sadık, (1996), Son Devir Osmanlı Uleması, C.4, İstanbul: İBB. Ali Emîrî, (1334), “Meşîhat-ı İslâmiyye Tarihçesi”, İlmiye Salnamesi, Darü’lHilafeti’l-Aliyye: Matba’a-i Âmire. Altunsu, Abdülkadir, (1972), Osmanlı Şeyhülislâmları, Ankara: Ayyıldız Matb. A.Ş. Cebeci, İsmail, (Haz.), (2009), Ceride-i İlmiyye Fetvaları, İstanbul: Klasik Yay. Eraslan, Sadık, (2009), Meşihat-i İslâmiyye ve Ceride-i İlmiyye (Osmanlılarda Fetva Makamı ve Yayın Organı, Ankara: DİB. Yay. Fedayi, Cemal, (1999), “Osmanlı Devleti’nde Şeyhülislamlık Kurumu”, Osmanlı, C.6, s.447-452, Ankara: Yeni Türkiye Yay. Gürer, Ahmet Şamil, (2010), “İttihat ve Terakki’nin Bir “Fırka Şeyhülislâmı” Arayışı ve Musa Kâzım Efendi’nin Şeyhülislâmlığa Getirilişi”, Turkish Studies, Vol. 5/4, Fall 2010, s.1186-1206. Halaçoğlu, Yusuf, (2002), “Klasik Dönemde Osmanlı Devlet Teşkilatı”, Genel Türk Tarihi, C.6, s.149-224, Ankara: Yeni Türkiye Yay. Hatemî, Hüseyin, (1985), “19. Yüzyılda Medreseler”, Tanzimat’tan Cumhuriyete Türkiye Ansiklopedisi, C.2, s.501-510, İstanbul: İletişim Yay. Hatemî, Hüseyin, (1985), “Tanzimat’tan Cumhuriyet’e Vakıf”, Tanzimat’tan Cumhuriyete Türkiye Ansiklopedisi, C.6, s.1658-1678, İstanbul: İletişim Yay. İnal, Mahmut Kemal (İbnülemin), (1982), (3.b.), Son Sadrazamlar, C.IV, İstanbul: Dergâh. 1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u 387 Efkan UZUN İpşirli, Mehmet, (1994), “Klasik Dönem Osmanlı Devlet Teşkilatı”, Osmanlı Devleti ve Medeniyeti Tarihi, C.I, (Ed. E. İhsanoğlu), ss.139-279, İstanbul: IRCICA İpşirli, Mehmet, (1998), “Hayri Efendi, Mustafa (1867-1921), DİA, XVII, s.62-64, İstanbul: TDV. Kara, İsmail, (2001), Türkiye’de İslamcılık Düşüncesi (Temel Metinler), İstanbul: Gerçek Hayat. Karasar, N., (2000), Bilimsel Araştırma Yöntemi, (10.b.), Ankara: Nobel Yayın Dağıtım. Kaydu, Ekrem, (1977), “Osmanlı Devleti’nde Şeyhülislamlık Müessesesinin Ortaya Çıkışı”, İslami İlimler Fakültesi Dergisi, S.II, ss.201–210, Erzurum: Atatürk Üniversitesi Yay. Kütükoğlu, Mübahat, “Darü’l-Hilafeti’l-Aliyye Medresesi”, DİA, VIII, s.507-508. Mardin, Ebü’l-ulâ, (1946), Medeni Hukuk Cephesinden Ahmet Cevdet Paşa, İstanbul. Mehmed Süreyya, (1996), Sicill-i Osmanî, C.III, (Haz. Ali Aktan ve Diğerleri), İstanbul: Sebil Yayınevi. Mert, Hamdi, (1989), “Osmanlı İdaresinde Şeyhülislamlık Müessesesi ve Önemi”, Türk Dünyası Araştırmaları, S.59, Nisan 1989, s.61–74. Pakalın, Mehmet Zeki, (2008), Sicill-i Osmanî Zeyli, C.IX, (Haz. Ali Aktan), Ankara: TTK. Topuzlu, Cemil (Paşa), İstibdat-Meşrutiyet-Cumhuriyet Devirlerinde 80 Yıllık Hatıralarım, (Haz. Cemalettin Topuzlu), İstanbul: Topuzlu Yay. Türkgeldi, Ali Fuad, (1987), (4.b.), Görüp İşittiklerim, Ankara: TTK Yay. Uzunçarşılı, İsmail Hakkı, (1984), Osmanlı Devleti İlmiye Teşkilatı, Ankara: TTK. İnternet Kaynakları www.kimkimdir.gen.tr www.nevsehir.pol.tr 388 1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u Şeyhülislâm Ürgüplü Mustafa Hayrî Efendi (1867-1922) EKLER: 1-BOA, HSD.AFT, (18/Ra/1332), 5/95. Şeyhülislam Esad Efendi istifa ettiğinden yerine Evkaf-ı Hümayun Nazırı Hayri Efendi'nin tayin olunduğuna dair Hatt-ı Hümayun müsveddesi. 3 - Hayri Efendi’nin Cihad-ı Ekber Fetvası 2-BOA,HSD.AFT, (05/B /1334), 6/19. Şeyhülislam Hayri Efendi istifa ettiğinden yerine eski şeyhülislamlardan Musa Kazım Efendi'nin tayin olunduğuna dair Hatt-ı Hümayun sureti. 4- Hayri Efendi’nin Cihad-ı Ekber Fetvası 1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u 389 TARİHSEL BİR ROMAN: KAPADOKYA KAHRAMANI YAĞIŞOĞLU YAŞAR A HISTORICAL NOVEL: THE HERO OF CAPPADOCIA YAĞIŞOĞLU YAŞAR Elif Esra ÖNEN* ÖZET Tarihin değişik dönemlerindeki gerçek olayları işleyen tarihsel romanlar, belli bir amaca yönelik olan tezli romanlardır. Mustafa Şimşek’in ilk romanı olan Kapadokya Kahramanı Yağışoğlu Yaşar da gerçek bir hayat öyküsünün anlatıldığı tarihsel bir romandır. Başından geçen trajik olaylar neticesinde halkın gözünde epik bir kahramana dönüşen Yaşar Yağışoğlu’nun uğruna mücadele verdiği değerlerin anlatıldığı romanda, aynı zamanda Kapadokya’nın gerçek mekânlarına ve tarihî kişilerine de yer verilerek bu bölge insanının değer yargıları, yaşayış biçimleri sergilenmektedir. Bu bildiride, Kapadokya Bölgesi’nde yaşamış erdemli, sözünün eri ve vatanını seven bir kahraman olan Yaşar Yağışoğlu’nun hayat hikâyesinin anlatıldığı tarihsel bir romanı inceleyeceğiz. Anahtar Kelimeler: Tarihsel roman, Gerçek, Kurmaca, Yağışoğlu Yaşar, Kapadokya. ABSTRACT Historical novels which handles the real events in different periods of history are thesis novels that for particular purpose. Hero of the Cappadocia Yağışoğlu Yaşar which is Mustafa Şimsek’s first novel, also described a real life story as a historical novel. As a result of the tragic events, Yaşar Yağışoğlu becames an epic hero in the eyes of the people. The author describes as well as real places of Cappadocia and the historical people and also the value judgments, habits of people of this region in his novel. * Arş. Gör., Nevşehir Üniversitesi, Fen Edebiyat Fakültesi, Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü. e-posta: elif.onen@nevsehir.edu.tr 1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u 391 Elif Esra ÖNEN In this paper, we will examine on a historical novel which describes Yaşar Yağışoğlu’s life story as a virtuous, man of his word and who loves his country hero of the Cappadocia region. Key Words: Historical novel, Factual, Fiction, Yağışoğlu Yaşar, Cappadocia. Giriş Alfred Döblin “Tarihsel roman her şeyden önce bir romandır, tarih değildir.”1 der. Tarihsel roman, tarihsel bir dönemi ya da olayı gerçeğe yakın ve sanatsal bir biçimde aktaran bir roman türüdür. Tarihsel roman yazarının ise tarih bilincine sahip olması olmazsa olmaz bir koşuldur, tarihsel roman yazarı için önemli bir ipucu niteliği taşır. Tarihsel roman yazarı, tarihten iki şekilde yararlanır; ya tarih kitaplarını ve tarihî belgeleri inceler ya da tarihî olaylara kendi kurgusunu ekler. Tarihsel roman yazarının ele alacağı tarihsel olay için bir kaç kuşaklık bir zaman aralığı söz konusu olmalıdır. Seçilen olay ya da zaman kesitinin kriz niteliği taşıması gerekir, bu seçimde ise yazarın düşünce dünyası önemli bir rol oynar.2 Sekiz yıllık bir emeğin ürünü olan Kapadokya Kahramanı Yağışoğlu Yaşar romanı, Kapadokya’da doğmuş ve büyümüş bir yöre insanının, yazar Mustafa Şimşek’in, bu yöre üzerine yazmış olduğu bir roman olması bakımından önemlidir. Romanın iki farklı baskısı bulunmaktadır, ilki 2009 yılında basılmış olup dört yüz on iki sayfadır; ikinci baskısı ise 2010 yılında yapılmış olup dört yüz otuz üç sayfadır. İki roman arasında yirmi bir sayfalık fark bulunmaktadır. İkinci baskıda birkaç değişiklik yapmış olan yazar, en önemli değişikliği, Yaşar’ın kız kardeşi Melek’in ismini ikinci baskıda Nazlı olarak değiştirmekle yapmıştır. Mustafa Şimşek, romanında çocukluğunda aile büyüklerinden dinlediği Yaşar’ın hayat hikâyesini kurgulamaktadır. Romanın iki düzlemi bulunmaktadır. Birinci düzlemde dönemin canlı tanıklarından öğrenilen bilgilere dayanılarak Yaşar’ın hayat hikâyesi anlatılırken ikinci düzlemde Kapadokya’daki sosyal gerçeklerden bahsedilir. 1 2 Turgut Göğebakan, Tarihsel Roman Üzerine, Akçağ Yay., Ankara, 2004, s. 13. Göğebakan, age., s. 16. 392 1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u Tarihsel Bir Roman: Kapadokya Kahramanı Yağışoğlu Yaşar Yağışoğlu Yaşar, Nevşehir’in Ortahisar Kasabası’nda doğar, İstanbul’da askerî eğitim alır. İngiliz askerlerle girdiği bir kavga nedeniyle İstanbul’dan kaçmak zorunda kalır ve Milli Mücadelecilere katılarak Doğu Cephesi’ne katılır. Böylece Urfa ve Gaziantep’te mücadele eder. Savaşın kazanılmasının ardından tekrar İstanbul’a dönen Yaşar, hukuk eğitimi almak ister. Fakat babasından gelen bir mektup tüm hayatını değiştirir. Kız kardeşi Melek, Deli Veli ve Tilki Recep adlı eşkıyalar tarafından kaçırılır ve ailenin namusuna el değer. Hemen Ortahisar’a giden Yaşar, jandarma ve belediye başkanı ile görüşerek bu olayın sorumlularının yakalanacağı sözünü alır ve İstanbul’a geri döner. Orada bir Rum kızı olan Lena ile evlenme hayalleri kurarken babasından kız kardeşinin kaçırılacağına dair yalan bir haber taşıyan ikinci bir mektup alır ve tekrar Ortahisar’a döner. Babasının amacı Yaşar’ın İstanbul’da evlenmesini engellemektir; fakat bu haberle çılgına dönen Yaşar, Deli Veli ile görüşmeye gider, ondan dayak yer ve bunu gururuna yediremediği için intikamını almak amacıyla hareket etmeye başlar. Bu esnada Alaz isimli cesur bir kıza âşık olur. Aynı zamanda Alaz’ı da kaçırma girişiminde bulunan Deli Veli adlı eşkıyayı öldürür ve artık bir kaçak gibi yaşamaya başlar. Fakat Tilki Recep hala hayatta olduğu için jandarmaya teslim olmak istemez. Böylece ailesi ona Ortahisar yakınlarındaki Kilise Deresi’ndeki kiliseyi kalması için ayarlar ve Yaşar orada ailesinden ve Alaz’dan uzakta yaşamaya başlar. Romanın bundan sonraki bölümlerinde Yaşar’ın bir kahramana dönüşme serüveni ve yöre halkına olan yardımları anlatılır. Romanın sonunda Tilki Recep’in oyununa gelen Yaşar, bir jandarma baskınında vurulur ve elindeki bombanın patlamasıyla ölür. Kapadokya Kahramanı Yağışoğlu Yaşar romanı, Osmanlı Devleti’nin çöküş yıllarından başlayarak Cumhuriyet’in ilan edildiği yıllardan Yaşar’ın ölümüne kadar yaşanan olayların, sosyolojik ve psikolojik nedenlerini aşk kurgusu etrafında anlatmaktadır. Biz bu incelemede romanı, Turgut Göğebakan’ın Tarihsel Roman Üzerine adlı eserinin alt başlıklarından yola çıkarak romanda tarih ve kurmaca, kişiler, romanın didaktik-estetik boyutu ve anlatım teknikleri olmak üzere dört başlık altında ele alacağız. Tarihsel Romanda Tarih ve Kurmaca Tarihsel romanlarda yazarların kurmacaya başvurması kaçınılmazdır. Romanlarda kurmaca (fiksiyon), tarihi tamamlama ve tarihî belgelerin yetersiz kaldığı yerlerde ortaya çıkan boşlukları doldurma aracı olarak 1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u 393 Elif Esra ÖNEN görülmektedir.3 Zira tarih, zamanı özetleyerek ve atlayarak kullanırken tarihsel roman yazarının, tarihçinin atladığı zaman noktalarının arasını doldurması gerekir.4 Kurmacanın romandaki işlevini yazarın düşünce dünyası şekillendirmektedir. Yazarın düşünce dünyası dediğimiz şey ise yazarın bir tarihsel roman kaleme alırken tarihin bir kesitine dair asıl ortaya koymak istediği savıdır. Bu bakımdan tarihsel romanlar, belli bir amaca yönelik birer tezli romanlardır diyebiliriz. Kapadokya Kahramanı Yağışoğlu Yaşar romanında vurgulanmak istenen tez ise Yaşar’ın vatanını canından çok seven, verdiği sözden dönmeyen, erdemli, adaletli, ahlaklı bir örnek insan oluşudur. Günümüz yazarları, romanlarında tarihsel bilgiden çok yazınsallığı önemsemektedirler. Ancak Mustafa Şimşek yazınsallıktan ziyade tarihî olayın tüm detaylarını vermek amacıyla romanını kaleme alır. Fakat yazar, romanında yalnızca toplumsal gerçekliği değil; bu gerçekliği oluşturan koşulları da anlatır. Romanda anlatılan olaylar, 1916-1930 yılları arasında yaşanmıştır. Yazar romanın tarihsel boyutunu anlatırken romanda kurmacaya önem verir. Çanakkale Savaşı’ndan etkilenerek asker olacağını söyleyip askerî okulda okuyan Yaşar, vatan sevgisini öğrenir. Vatanı için her şeyi yapacağını söyleyip Güneydoğu Anadolu Cephesi’ne katılması, Urfa ve Gaziantep’te milli mücadelecilerle birlikte vatanını savunması konuları işlenirken Yaşar’ın vatanına, Atatürk’e, Cumhuriyet’e ve inkılâplara olan bağlılığı anlatılır. Böylece yazar, arka planda kısa da olsa döneme hâkim olan siyasi-sosyal koşullara da romanında yer verir. Yaşar, kız kardeşinin namusunu temizlemek için bütün iyi yolları denemesine rağmen eşkıyalardan birini öldürmek zorunda kalır. Halk bu durumu normal karşılar. Çünkü Yaşar uzlaşmak için bütün yolları denemiş; fakat sonuç alamamıştır. Romandaki toplumsal sorunu eşkıyalar oluşturur. Halk eşkıyalarla mücadele edemediği ve jandarmalar da bu konuda yetersiz kaldığı için Yaşar gibi namusunu ve yöre halkını koruyan, değerleri için mücadele eden bir insan halk tarafından yüceltilir. Bu nedenle, yazarımız da romanının adında “kahraman” sıfatını kullanmaktadır. Yazar, Yaşar’ın ahlakî değerlere, örf ve adetlere olan bağlılığını anlatırken romanın tarihselliğine de adım hazırlar. Romanda Yaşar’ın babasının kadim 3 4 Göğebakan, age., s. 27. Alemdar Yalçın, Siyasal ve Sosyal Değişmeler Açısından Cumhuriyet Dönemi Türk Romanı (19201946), Akçağ Yay., Ankara, 6. bs., 2006, s. 265. 394 1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u Tarihsel Bir Roman: Kapadokya Kahramanı Yağışoğlu Yaşar dostu olan Rum Vasili ve eşi Eleni ile arkadaşlıkları, birbirlerine duydukları güven, Yaşar’ın bir Rum kızı olan Lena’ya gönül vermesi, yine başka bir Rum kızı olan Despina ile olan arkadaşlığından bahsedilirken Türk, Rum örf ve adetleri birlikte anlatılmaktadır. Böylece yazar, farklı inanç gruplarına mensup insanların bir arada mutlu mesut yaşarken savaş sırasında atılan yanlış adımların topluluklar arasında yarattığı sorunlara da değinmiş olmaktadır. Tarihsel romanlarda sadece olay değil, olaya sebep olan durumlar da aktarılır. Dolayısıyla romanda Yaşar’ın trajik ölümüne sebep olan tüm olaylar detaylarıyla anlatılır. Kervan yolculuğu yapan insanların, kolay yoldan para kazanmak için hırsızlık yapan eşkıyalar tarafından soyulması problemi o dönem Türkiye’sinin sosyolojik bir problemini yansıtmaktadır. Evliliğe ait örf ve adetler, kız kaçırma eyleminin meydana getirdiği tehlikeler, oturak âlemlerinde kaçırılan kızların oynatılması ve tüm bunların halk arasında vahim sonuçlar doğuran olaylar olarak anlatılması yörenin ahlakî değerlerini vurgulayan unsurlardandır. Yazar, romanda toplumsal anlamda kriz yaratan kız kaçırma eylemi ve sonrasında yaşanan olayları anlatırken çevredeki köylerle, kişilerle yardımlaşma, devlet organlarının (hâkim, savcı, jandarmanın) yetersizliği gibi konulara da değinmektedir. Yaşar’ın İstanbul ve Ortahisar arasında geçen hayatının kaçış serüveni ve Alaz ile olan aşk ilişkisinin iç boyutu, kurmaca ile zenginleştirilerek eserin hacmi artırılmaktadır. Romanda aşk, çok boyutlu olarak karşımıza çıkar. Romanda ilk aşk, Yaşar ile Lena arasında yaşanır. İkinci aşk, Yaşar ile Alaz arasında, üçüncü aşk ise Yaşar ile Despina arasında yaşanır. Bunun dışında romanın kurgusu içerisinde yöresel unsurlara da yer verilir. Örneğin; bağ bozumundan bahsedilmesiyle; pekmezlik, yemeklik, kurutmalık üzüm çeşitlerinin adlarının sayılmasıyla yörenin üzüm yetiştiriciliğinin geçmişten günümüze uzanan önemi öne çıkarılmaktadır. Romanda geçen mekânlar ise yörede kullanıldığı şekliyle ve o dönemki adlarıyla verilmektedir: Ağcaşar (Aksalur), Melağgubu (Derinkuyu), Sinason (Mustafapaşa), Eneğikoyu (Kaymaklı), Avaran (Ayvalı Köyü), Arapsun (Gülşehir). Yer adlarında kurgu unsurunun kullanılmaması da romanın gerçekçiliğine katkı sağlamaktadır. Tarihsel Romanda Kişiler Tarihsel bir romanda kişiler ya gerçekten yaşamış kişilerden seçilir ya da kurmaca roman kişileri yaratılır. Bu tür romanlarda kişiler, olaydan daha az önem taşırlar; ancak önemli kişilerin işlevleri ön plana çıkarılır. Bunun yanı 1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u 395 Elif Esra ÖNEN sıra tarihsel romanlarda karakterden ziyade, toplumun genel özelliklerini yansıtan tipler tercih edilir. Yazar, romandaki tipleri tasvir ederken abartıya kaçmaz. Tarihsel romanlarda başkişi ve diğer yardımcı kahramanlar sıradan insanlardır, büyük bir güce sahip değildirler. Tarihsel romanlarda ayrıntılar üzerinde daha fazla durulduğu için tarihî kişiliklerin insanî, beşerî yönleri ayrıntılı olarak ortaya konur; sevinçleri, korkuları, zaafları, kusurları üzerinde daha fazla durulur.5 Mustafa Şimşek, romanında gerçek kişileri kullanmıştır. Yazar, o dönemde yaşayan kişilerin tanıklıkları çerçevesinde gözlemlerini ve duyduklarını kendi özgür düşüncesi ile kahramanlarını konuşturarak aktarır. Tarihsel romanlarda çok belirgin bir başkarakter olmamasına karşın bu romanda, yapısı ve iç çatışmalarıyla Yaşar bir başkarakterdir. Yaşar, halka mal olmuş, ahlakî değerleri ön plana çıkararak yaşamış ve sonuçta dillere destan olmuş epik bir kahraman olarak vefat eder. Yazar, gerçekte yaşamış önemli şahsiyetleri ise figür olarak romana dâhil etmiştir. Örneğin; Ürgüplü Ozan Refik Başaran, o dönemin Belediye Reisi Raşit Turan, yine Belediye Eski Reisi Mustafa Başaran, Ortahisar Kütüphanesi’nde ders veren ve Yaşar’ın öğretmeni olan Muallim Süleyman Bey romanda adı geçen tanınmış şahsiyetlerdir. Toplumda birbirini kolay tanımak için çokça kullanılan lakapla hitap etmenin romanda sıkça kullanıldığı ve soyadı kanunundan önceki dönemin özelliğinin vurgulandığı gözlenmektedir. Tarihsel Romanda Didaktik-Estetik Boyut Tarihsel romanın yazınsal niteliği, estetik yönü ve zayıf kaldığı noktalar tartışılır. Fakat tarihsel romanlar tarihi yeniden canlandırmak, bir mesaj vermek, kimi zaman tarihi sorgulamak kimi zaman da tarihi sevdirmek maksadıyla yazılırlar. İncelediğimiz eserde yazar Mustafa Şimşek’in, Yaşar’ın hayat hikâyesini genç nesillere öğretmek amacıyla eserini kaleme aldığını görüyoruz. Ayrıca yazar, Yaşar’ın ölümüne sebep olan olaylar çerçevesinde bölgedeki toplumsal yaşamı, örf ve adetlerden kaynaklanan sorunları, insanların okumamasını, yapılan hataların ders çıkarılmaması gibi durumları sorguladığını görüyoruz. Yaşar’ın babasının gönderdiği ikinci mektuptaki yalan, Yaşar’ın bir daha İstanbul’a dönmemesine neden olur ve onu ideallerinden, sevdiklerinden 5 Nurullah Çetin, Roman Çözümleme Yöntemi, Öncü Kitap, Ankara, 8. bs., 2009, s. 221. 396 1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u Tarihsel Bir Roman: Kapadokya Kahramanı Yağışoğlu Yaşar koparır; yapmak istemediği şeyleri yapmaya mecbur eder. Yazar tüm bunları anlatırken aynı zamanda okuyucuya sosyal içerikli mesajlar vermeye çalışır. Mustafa Şimşek ilk kez bir roman kaleme aldığı için eserinde roman tekniğini ihlâl eden birçok unsurla karşılaşmak mümkündür. Yazar, bilgi birikimiyle kaleme aldığı romanını, farkında olmaksızın detaylara boğar. Asıl amacının tarihi öğretmek ve sevdirmek olduğu açıktır. Fakat romanın kimi yerinde olayı bir kenara bırakır ve anlattığı devirle ilgili bilgiler verir; böyle durumlarda romanın akışını kaçırır. Bu durum Ahmet Mithat Efendi’nin öğretici kimliğe büründüğü romanlarını akla getirmektedir. Bu bakımdan Kapadokya Kahramanı Yağışoğlu Yaşar romanının estetik yönden zayıf olduğunu, didaktik yönden ise başarıyı yakaladığını söyleyebiliriz. Romanın Anlatım Teknikleri Kapadokya Kahramanı Yağışoğlu Yaşar romanının, anlatım teknikleri yönünden zayıf bir roman olduğunu söyleyebiliriz. Çağdaş Türk romanlarında kullanılan iç monolog, bilinç akışı, montaj gibi teknikler bu romanda kullanılmamıştır. Roman, III. tekil şahıs anlatıcı tarafından anlatılmaktadır ki bu anlatıcı, hâkim bakış açısına sahip olan yazarın kendisidir. Yazarın en sık uyguladığı yöntem içe bakış yöntemidir, yazar kişilerin zihninden geçenleri okumaktadır. Bu nedenle romanın anlatımında kişisellik ön plandadır. Bu da yazarın tezini ispatlamasında yardımcı bir tekniktir. Bu yolla, yazar kendi görüşlerini halka söyletmektedir. Romanın figürlerini oluşturan yöre halkı her fırsatta Yaşar’ın kahramanlıklarından, ahlakından bahsetmektedir. Yaşar hakkında olumsuz bir bakış açısına romanda rastlamayız. Çoğunlukla anlatma tekniğini esas alan yazar, diyaloglara da yer verir. Yazar kimi zaman yerel söyleyişten yararlanarak roman kişilerini yörenin diliyle konuşturur:6 “Evlat, burası amma da yımışağımış pambık gibi manşallah, ben buradan inmem gayrı.” Romanda kullanılan dil ile yöre insanının günümüzde halen kullandığı dil yer yer uygunluk göstermektedir. Yazar bir serüven şeklinde kaleme aldığı Yaşar’ın hikâyesini anlatırken yakaladığı dinamik akış sayesinde başarılı bir roman ortaya koyar. Ancak yazarın trajik hikâyesini çocukluğundan bu yana dinlediği Yaşar’ı kendi 6 Mustafa Şimşek, Kapadokya Kahramanı Yağışoğlu Yaşar, Pelin Ofset, Ankara, 2. bs., 2010, s. 28. 1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u 397 Elif Esra ÖNEN gözünde de bir kahraman olarak görmesi, onun bir kahraman olduğunu ısrarla ifade etmeye çalışması, bu tercihi okura bırakmaması, onun kendi eseri ile arasına bir mesafe koyamadığını göstermektedir. Kısacası yazar inandığı şahsî fikrini roman dünyasında egemen kılmaya çalışmaktadır. Ancak bunu romanın bir kusuru olarak algılayamayız zira bu durum hemen hemen tüm tarihsel romanlarda görülmektedir diyebiliriz. Sonuç Tarihsel romanlar unutulan geçmişin tekrar hatırlatılmasıdır. Kapadokya Kahramanı Yağışoğlu Yaşar romanı, Yaşar’ın hayat hikâyesinin yeniden hatırlanması, genç nesillere örnek olması amacıyla yazılmıştır. Eser, tarihsel bir roman olmanın hemen hemen tüm özelliklerini taşımaktadır. Fakat bu romanın çok başarılı olduğunu göstermemektedir. Bu romanı bizim için önemli kılan tarafı, yöreyi tarih kitaplarının dışında tanımayı sağlaması ve yörede yetişmiş bir şahsiyetin ilk romanı olmasıdır. Yağışoğlu Yaşar, bu romanda gerçekte yaşadığı gibi ele alınmış; halkın genel yargısının ortaya konduğu eserde Yaşar, yaşarken gösterdiği kahramanlık, erdem sahibi ve sözünün eri oluşu gibi yüce değerleriyle ön plana çıkarılmıştır. Bunun dışında yazar, Yaşar’ın hikâyesine bir roman tadı verebilmek için kurmacadan faydalanarak kimi yerde Yaşar ve Alaz’ın aşkını bir macera romanı havasında bir sürükleyicilikle aktarmıştır. Tarihsel romanların yazınsal nitelik bakımından ve estetik yönden zayıf romanlar oldukları tartışılır, fakat tarihsel romanlar tarihi yeniden canlandırma misyonuna sahiptirler. Ancak estetik yönden zayıf olduğunu gördüğümüz bu eser de taşıdığı sosyal içerikli mesajlar ve günümüzde tükenen değerlere sahip çıkan Kapadokya’da yaşamış bir kişinin hayat hikâyesini ele alması bakımından önemlidir. Kaynaklar Çetin, Nurullah. Roman Çözümleme Yöntemi, Öncü Kitap, Ankara, 8. bs., 2009. Çevirme, Emir Ali. “Bir Tarihsel Roman: Şah ve Sultan”, Dergâh Dergisi, C. 21, S. 250, Aralık 2010. Göğebakan, Turgut. Tarihsel Roman Üzerine, Akçağ Yay., Ankara, 2004. Şimşek, Mustafa. Kapadokya Kahramanı Yağışoğlu Yaşar, Pelin Ofset, Ankara, 2009. . Kapadokya Kahramanı Yağışoğlu Yaşar, Pelin Ofset, Ankara, 2. bs., 2010. Yalçın, Alemdar. Siyasal ve Sosyal Değişmeler Açısından Cumhuriyet Dönemi Türk Romanı (1920-1946), Akçağ Yay., Ankara, 6. bs., 2006. 398 1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u NEŞET GÜNAL'IN ESERLERİ ÇERÇEVESİNDE SANATTA YÖRESELLİK KAVRAMI ÜZERİNE BİR TARTIŞMA A DISCUSSION UPON LOCALNESS NOTION IN ART WITHIN THE FRAME OF ARTWORKS OF NESET GUNAL Elif ŞENEL* ÖZET Sanatında kullandığı temalarla Anadolu insanını ve kendi yöresi olan Nevşehir’i anlatan sanatçı Neşet Günal, Türk resim sanatının önde gelen isimlerindendir. Sanatçı, biricik ifade yöntemi; sanat aracılığıyla, sıklıkla resmettiği kendi toprakları ve dış dünya arasında bağlantılar kurarak Türk resim sanatında yöresellik olgusunu vurgulamıştır. Onun, sanatında yöresini çağrıştırması ve bunu büyük kitlelere ulaştırması bir kültürün resim sanatı aracılığıyla nasıl yaşatıldığının en açık örneklerinden biridir. Sanatta kullanılan temaların belirlenmesi; bir yolu, bir tarzı benimsemekle açıklanabilirken sanatçıların beslendikleri kaynaklara duydukları bağlılık da bir etken olarak ortaya çıkabilir. Neşet Günal uzun yıllar yurtdışında eğitim aldıktan ve sanatını icra ettikten sonra ülkesine dönmüş ve sanatında kendi yöresine ve halkının insanlarına, belki de bir bağlılık duygusuyla, yer vermiştir. Bu araştırmada sanatta yöresellik kavramını, Neşet Günal’ın eserleri üzerinden, aydınlatmak amaçlanmaktadır. Bu araştırmada mevcut durum ortaya konulmaya çalışıldığından tarama modeli uygulanacaktır. Bu modelin, konuyu belirlemeye uygun olduğu kabul edilmiştir. Tarama modeli kapsamında, yazılı kaynaklar ve internet kanalıyla ulaşılan bilgilerden ve görsellerden yararlanılacaktır. Elde edilen veriler sanatta yöresellik olgusu açısından analiz edilecek ve ülkemizin önemli sanatçılarından olan Neşet Günal’ın sanat anlayışına ışık tutulacaktır. Anahtar Kelimeler: Neşet Günal, Sanat, Sanatta Yöresellik. * Arş. Gör., Selçuk Üniversitesi, Mesleki Eğitim Fakültesi, Uygulamalı Sanatlar Eğitimi Bölümü, e-posta: elfsenel@hotmail.com 1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u 399 Elif ŞENEL ABSTRACT Neset Gunal who is an artist that expresses Anatolian people and Nevsehir where is his location is one of the prominent artists of Turkish painting art. He emphasized localness fact in Turkish painting art by connecting with his own lands which were often painted by him and rest of the world via art which is unique expression method. He associated his location in his artworks and conveyed it to large masses. This is one of the most apparent samples of how a culture is maintained via painting. While to be determined of the themes used in art may be explained with adopting a way; a manner, loyalty that artists feel to sources which feed they may be also admitted as an consideration. After Neset Gunal had gotten training abroad and rendered his art for long years, he returned and included his own location and his people, maybe with a loyalty, in his art. The general purpose of this research is to enlighten localness notion in art over the artworks of him. Due to the fact that the existing situation is tried to be presented in this survey, surveillance method will be applied in this study. It has been accepted that this model is suitable to determine the subject. Informations and images that can be reached via written sources and internet will be used in the context of this survey model. The obtained findings will be analysed and sense of art of Neset Gunal who is one of theour country’s major artists will be shed light on. Key Words: Neset Gunal, Art, Localness in Art. 1. Giriş Çağdaş Türk resim sanatı şüphesiz, her ülkenin sanatı gibi kendi öz kaynakları ve geleneklerinde temellenir. Biçimsel ve duyusal yönden, Türk resim sanatının kaynakları kendi bölgesel, inançsal ve etnik geçmişinde aranmalıdır. Çağdaş dönemde Türk resminin Batı dünyasındaki sanat akımlarının sürekli değişimlerine ayak uydurması ise bu gerçeği değiştirmez. 20. Yüzyılın başından beri Türk resim sanatçıları, önce Avrupa’da daha sonra Amerika’da oluşan ve haliyle giderek modalaşan akımlardan kendilerini uzak tutamamışlardır. Ancak bu zorunluluk içinde bile daima kendilerine özgü farklı duyuş ve kavrayış özellikleriyle bu akımları Türkleştirmişler, bunların tümüne farklı bir yorum çabasıyla yaklaşmışlardır (Tansuğ: 1997, 17). Özellikle 1960’larda ve 1970’lerde toplumsal içerikli figüratif resmin en 400 1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u Neşet Günal'ın Eserleri Çerçevesinde Sanatta Yöresellik Kavramı Üzerine Bir Tartışma önemli savunucularından olan Neşet Günal için de durum bundan farklı gelişmemiştir. Paris’te resim sanatında uzmanlık eğitimi gören sanatçı, burada kaldığı dönem boyunca, hocalarından sürekli bir şeyler öğrenme çabasında, örnek bir öğrenci olmuştur. Fakat onların yöntemlerini benimsemekle beraber yaptığı işlerin bir tür aktarma olmasından daima kaçınmıştır. Fransa’da bulunduğu senelerde sanat, sanatçı ve sanatçının toplumdaki yeri ve sorumlulukları üzerine etraflıca düşünen Günal tek kurtuluşun ‘bize özgü’ olanı bulmak olduğunda karar kılmıştır. Yurda döndüğünde hocası Fernand Léger’den aldığı biçimsel anlatım yöntemlerini geleneksel Doğu Sanatının verileri ile uyuma sokarak, biçimde ve özde Doğu Sanatının akılcı ve üslupçu yanını özümlemeye çalışmıştır. Ve resimde insanı temel unsur olarak almıştır. Bu insanların yaşam çabalarını, tasalarını, acılarını, yoksulluklarını resmetmiş ve onların gerçeğinde kendi gerçeğini yeniden bulmuştur. Böylelikle içinden geldiği toplumsal ve doğal ortamdan ayrı düşmemiştir. Sanatında daima bu ortamın yaşantısını biçimlendiren sınıfsal sorunlardan etkilenmiştir. Sanattaki gerçeğin, insan ve toplum gerçeği olduğuna ve sanatın, başından beri toplumsal bir işlevi olduğuna inanmıştır. Kendi anılarından hareketle yaşadığı yöreyi, Orta Anadolu’yu, bu bölgenin insanlarını ve yaşantılarını toplumcu gerçekçi bir anlayışla resmetmiştir. Neşet Günal gibi çoğu aydına göre; sanatta evrensele ulaşmanın yolu, sanatçının öncelikle kendi toplumunun sesi olmasıyla, kendi köklerine inerek öz kaynaklarından beslenmesiyle mümkündür. Aksi takdirde, tümüyle ve direkt farklı kültürlerin etkisinde sanat üretmek taklitle veya aktarmayla paralellik göstermektedir. Diyebiliriz ki; bütün kültürler arasında saygın bir yer edinmek ve tanınmak açısından sanatta evrenselliğe giden yol yöresellikten ve ulusallıktan geçer. Bu bağlamda, sanatta yöresellik kavramı problem kabul edilip, araştırılmaya değer bulunmuştur. Araştırma, sanat anlayışı ve tarzından yola çıkılarak, bu anlamda öncü olarak nitelendirilebilen Neşet Günal’ın eserleri çerçevesinde yürütülmüştür. 1.1. Amaç ve Önem Bu araştırmanın amacı, Neşet Günal’ın eserleri çerçevesinde sanatta yöresellik kavramını irdelemektir. Araştırmanın genel amacına ulaşmak için şu sıra izlenmiştir. - Sanatta yöresellik kavramının tanımlanması. - Neşet Günal’ın sanat anlayışında ve eserlerinde bu kavramın nasıl şekillendiğinin belirlenmesi. 1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u 401 Elif ŞENEL Elde edilen veriler ışığında; Neşet Günal’ın eserleri çerçevesinde sanatta yöresellik kavramını irdeleyen herhangi bir çalışmaya rastlanmamıştır. Bu durum araştırmayı özgün ve önemli kılmaktadır. Bir ulusun sanatı kendi köklerinde şekillenir. Özünü kavramadan, kültürünü, tarihini, coğrafyasını, o coğrafyanın insanlarını, o insanların geleneklerini ve yaşantılarını tanımadan yaratılan her sanat yapıtı farklı kaynaklara gönderme yapmaktadır. Bu tarz yaklaşımlar, sanatta yöresellik/ulusallık ve evrensellik sorunsalını gündeme getirmektedir. Yöresellik olgusu bu bağlamda ön plana çıkmaktadır. Neşet Günal’ın sanata ilişkin tutumu ve eserleri bu kavramı çok iyi örneklemektedir. Neşet Günal penceresinden sanatta yöreselliği ele almak; hem çağdaş sanatta halka inmek/halkı anlatmak mefhumlarına dikkat çekecek hem de bir kültürün resim sanatı aracılığıyla kendi dışındaki çevrelere iletiliyor olması gerçeğinin altını çizecektir. Bunlar araştırmayı önemli kılan diğer etkenlerdir. 1.2. Problem Cümlesi Sanatta yöresellik kavramı nedir ve Neşet Günal’ın eserlerinde nasıl yansıtılmıştır? 1.3. Alt Problemler Araştırma kapsamında şu alt problemlere yanıt aranmıştır: - Sanatta yöresellik kavramı nedir? - Neşet Günal’ın sanat anlayışında ve eserlerinde bu kavram nasıl şekillenmiştir? 1.4. Sayıltılar Araştırma aşağıdaki ön kabuller doğrultusunda yürütülmüştür. - Neşet Günal’ın eserleri çerçevesinde sanatta yöresellik kavramını irdelemek amacıyla toplanan veriler gerçeği yansıtmaktadır. - Görseller, alıntılandığı kaynaklarda doğru isimlendirilmiş ve tarihlendirilmiştir. 1.5. Sınırlılıklar Araştırmanın daha sağlıklı yürütülebilmesi için çeşitli sınırlılıklar getirilmiş ve sanatta yöresellik konusu, Neşet Günal ve sanatıyla sınırlandırılmıştır. 402 1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u Neşet Günal'ın Eserleri Çerçevesinde Sanatta Yöresellik Kavramı Üzerine Bir Tartışma 1.6. Yöntem Bu araştırmada mevcut durum ortaya konulmaya çalışıldığından betimsel yöntem uygulanmıştır. Yöntem kapsamında; yazılı kaynaklar ve internet kanalıyla ulaşılan bilgiler taranmıştır. Elde edilen veriler, sanatçının eserlerine ait görsellerle desteklenmiştir. 2. Teorik Çerçeve 2.1. Sanatta ‘Yöresellik’ Olgusu Türk düşünce tarihinde ulusallaşma, ulusçuluk ve ulus gibi kavramlar, düşünürler tarafından farklı biçimlerde ele alınmış, tarihsel döngü içinde birbirinden beslenen ya da karşı duruşlarla biçimlenen bir düşünce sistematiği oluşmuştur. Türkiye’de Ziya Gökalp’ten bu yana maddi kültürü uygarlık, manevi kültürü ise kültür olarak gören ve manevi kültürü salt ulusal değerler ile açıklama yoluna giden görüşler öne çıkmıştır. Ancak kültür kavramının yalnızca üst yapı içinde değerlendirilmesi, terimin kendi içeriğinden soyutlanmasına ve kültür tanımının sosyo-ekonomik kavramlar dışında ele alınmasına yol açmıştır. Sonunda ulusal kültür kavramı, Anadolu kültürü, Türk kültürü, İslam kültürü, Doğu-Batı kültürü ya da Osmanlı kültürü gibi parçalara, kutuplara ayrıştırılarak tartışılır olmuş, dolayısıyla kendi bütünlüğü içinde yeterince açıklanamamıştır (Çalışlar: 1988, 75). Türkiye’de ulus kavramı gerçek anlamda ilk kez Cumhuriyetin ilanından sonraki süreçte gündeme gelmiştir. Kurtuluş Savaşıyla birlikte Türk aydınları ulusal kimlik arayışına yönelmiştir. Bu arayışlar Cumhuriyet’in erken dönemlerinden itibaren, çağdaşlaşmanın ön koşullarından biri olarak görülen kültür sanat politikalarını da etkilemiştir. Devlet politikaları arasında yer alan Halkçılık ilkesiyle, kaynağını Anadolu kültüründen ve halk gerçeğinden alan, toplum yapısını, gelenekleri bir değer olarak gören kültür ve sanat edimlerinin gerçekleştirilmesi amaçlanmıştır. Bu bağlamda, Cumhuriyet Halk Partisi tarafından, kültür programının bir parçası olarak 1938-1944 yılları arasında, yurt güzelliklerini yerinde görmeleri amacıyla, her yıl on sanatçı değişik illere gönderilmiş, yurt gezileri ve sergileri gerçekleştirilmiştir. Bu etkinliklerin sanata yansıması ise; Anadolu’ya özgü süsleme öğelerinin ve folklorik kültürün resimlerinde yer etmesi biçiminde olmuştur. Öte yandan bu etkinlikler, ulus bilincinin oluşmasında ve sanatta yöresel/ulusal ve evrensel değerlerin gündeme gelmesinde rol oynamıştır (Aktaran: Bek: 2008, 118-119). 1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u 403 Elif ŞENEL 1940’lı yıllarda, toplumun yoksul kesimlerini ve ağırlıklı olarak İstanbul Limanı çevresindeki yaşantıları resmeden Yeniler Grubunun etkisiyle yerel sanat anlayışı sözkonusu olmuş ve ulusallık evrensellik kavramlarını ele alan tartışmalar gündemdeki yerini korumuştur. Yine aynı yıllarda Devlet Resim Heykel Sergilerinde sanatçılardan, ulusa özgü görüş ve duyuşu koruyabilmek için, memleketin gelenekleriyle, destanlarıyla, yaşama tarzıyla, inanışlarıyla ilgili kompozisyonlar istenmesi sözkonusu olmuştur (Aktaran: Bek: 2008, 120). 1960 askeri müdahalesinin ardından, sosyal devlet anlayışı anayasa ile güvence altına alınmıştır. Bu türden yeniden yapılandırmaların sözkonusu olduğu 60’lı yıllar, Batı’nın hegemonyasından çıkma, özgün bir kimliğe sahip olma, kültür ve sanatta halka inme düşüncesinin ağırlık kazandığı bir dönemi işaret etmiştir. Bu dönemde Türk resim sanatında, özellikle kırsal kesim insanının yaşamını ve dramı konu alan Toplumsal Gerçekçilik, yeni bir eğilim olarak ortaya çıkmıştır. Bununla birlikte, bu oluşumun temelleri 1950’lere dayanmaktadır. 1950’li yıllar Türkiye’de kentleşme olgusunun hızlandığı yıllar olmuştur. Tarımdan sanayiye dengesiz geçiş, yoğun göç alan kentlerin çevresinde düzensiz ve sağlıksız yerleşim, denetlenemeyen, çözümlenemeyen ve hızla büyüyen sorunlar 1960’lı yıllarda bütün sanat dallarına kaynak oluşturacak yeni veriler ve gerçekleri teşkil etmiştir. Böylelikle bu dönemde gözlemlenen sosyo-kültürel, siyasi ve sanatsal oluşumlar, sanatta yöresellik-ulusallık ve evrensellik tartışmalarının yeniden gündeme gelmesinde etkili olmuştur. Bu yıllarda ve daha sonraki yıllarda , resim sanatında da birçok sanatçı toplum gerçeklerini yorumlayan resimler üretmiştir. Bunların bir kısmı, klişeleşen, salt slogan olarak değer taşıyan ve plastik değerlere sahip olmayan yapıtlar olmuştur. Toplumun sorunlarına ses getiren yorumlarıyla Neşet Günal, Haşmet Akal, Duran Karaca, Neş’e Erdok, Fevzi Karakoç, Kadir Ata, Aydın Ayan, İbrahim Balaban, Ramiz Aydın, Cihat Özegemen, Seyyit Bozdoğan, İbrahim Çiftçioğlu gibi sanatçılar bunların dışında kalmış ve bu alanda özgün bir anlatıma ulaşmışlardır. 70’lerde, ulusal/evrensel kavramları, 1971 askeri müdahalesi ile gelecekteki on yıl koalisyonlarla yönetilen Türkiye’de partilerin siyasi söylemlerinin içeriği doğrultusunda tartışmaya açılmıştır. Bu kavramlar dönemin, sanatçı, sanat yazarı ve edebiyatçıları tarafından bazı kültürel, tarihsel ve sanatsal olgularla ilişkileri bakımından ele alınmıştır. Bu tartışmalar, gele- 404 1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u Neşet Günal'ın Eserleri Çerçevesinde Sanatta Yöresellik Kavramı Üzerine Bir Tartışma nek, milli kültür, halka inmek gibi günün toplumsalcı bakış açısını yansıtan söylemler etrafında yoğunluk kazanmıştır. Gökalp’e göre; kültür, değişmez içe dair bir yapıyı işaret etmekte ve bu yapının özgünlüğünün korunması gerekmektedir. Ancak öte yandan bilim, teknoloji gibi teknik gelişmelerde ileri seviyede olan Batı medeniyetlerinden yararlanılması zorunludur (Aktaran: Bek: 2008, 121). Ulusal olandan hareketle evrensele ulaşmanın yolu budur. Bu düşünce biçimi belli bir kesim için geçerliliğini korumuş; ulusal olandan içerik, evrensel olandan biçim kastedilmiştir. 70’lerde bazı felsefeci, eleştirmen, yazar ve sanatçılar ulusallık/yöresellik ayrımına dikkat çekmişlerdir. Örneğin, İsmail Tunalı ulusallık kavramının yöresellikten ayrı tutulması gereken bir olgu olduğunu öne sürmüştür. Ona göre, Osman Hamdi Bey Doğu’ya ait konuları, doğulu kıyafetler içindeki figürleri resmetmekle; Şevket Dağ, konularını cami, mescit, han gibi Türk mimarisinden alarak; Turgut Zaim günlük yaşantıları minyatür sanatı içinde vererek; Bedri Rahmi Eyüboğlu köylü nakış sanatına yönelik resim anlayışı ile ulusal sanat yapma yoluna gitmiştir. Ancak bu sanatçıların yapıtları, ulusal değerler içermekle birlikte, aslında yöreseldir. Onun görüşünde Neşet Günal, Hüseyin Bilişik, Devrim Erbil gibi sanatçılar yöresellikle birlikte ulusallığı yakalamayı başarmıştır. Bu bakış açısına göre sanatın yöreselliği, içinde doğduğu coğrafi-toplumsal çevreyi ifade ederken, ulusallık bir ulusun kavrayış, duyuş ve beğeni durumlarına işaret eder (Aktaran: Bek: 2008, 122). Geleneksel sanatları, folklorik öğeleri ulusal motifler olarak kullanan Mustafa Esirkuş da, sanatta ulusal değerler aramakta ve Türk resmini bu değerlerle anlamlandırma yoluna gitmektedir. Esirkuş’a göre (Aktaran: Bek: 2008, 123); sanatta evrenselliği yakalamanın bir yolu da yerel olmaktır ve yerel sanatlar ulusal kişiliğin oluşmasında önemli bir etkendir. Sanatçı, Batılının hiçbir ulusu küçük görmeksizin, bölgeseldir ya da evrenseldir diye ayrım yapmaksızın faydalanmasını bildiğini belirtmiştir. Nurullah Bek ise, 1973’te Varlık dergisinde çıkan bir yazısında, resim sanatında kullanılan biçim, renk, çizgi gibi elemanların evrensel değerler olduğunu ve çağın uluslararasılığı gerekli kıldığını belirtmiştir. Bu tutuma göre, sanatta ulusallık ve evrensellik çatışma halinde görülmektedir. Berk’e göre, Türk sanatında yöresel/ulusal olma kaygısı geç oluşmuş bir duygu- 1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u 405 Elif ŞENEL dur. Ve dönemin değişen yapısı ulusallık kadar evrenselliği de kaçınılmaz kılmaktadır(Aktaran: Bek: 2008, 124). Nurullah Berk ile aynı görüşü paylaşan İsmail Altınok; dönemin, dünya sanatına eklemlenmeyi gerektirdiğini ve bunu gören bazı sanatçıların, Batı’daki oluşumları izleyerek özgün kişisel arayışlar içine girdiklerini ifade etmiştir. Kendi kaynaklarından yararlanarak Batı sanatını özümseyen sanatçılara, Cemal Tollu, Zeki Faik İzer, Sabri Berkel, Bedri Rahmi Eyüboğlu, Cemal Bingöl, Neşet Günal, Adnan Turani, Adnan Çoker, Gencay Kasapçı, Altan Gürman gibi isimleri örnek vermiştir. Ulusal ve evrensel değerlerin birbirlerini yok etmeden de var olabileceğine inanan Altınok, doğru sanatın, taklitçilikten uzak, çözümleyici ve sağlam kuramsal temellere oturan bir anlayışta olması gerektiğinden söz etmiştir. Ve buna Meksika sanatını örnek göstermiştir. Orozco, Diego Riviera gibi sanatçılar yapıtlarında soyut-kübik bir yöntem kullandıkları ve Meksika halk efsanelerini kaynak aldıkları için kalıcı olmuşlardır. Bir anlamda, biçimde evrensellik, içerikte ulusallık esasına dayandıkları için dünya sanat ortamındaki yerlerini almışlardır (Aktaran: Bek: 2008, 126-127). Yöresellik ya da ulusallık olgusunun temelinde halka ve o halkın insanlarına bağlılık yatmaktadır. Yöresellik, toplumdan uzaklaşmadan, toplumun geleneklerine, inançlarına, yaşantılarına yönelik bir sanat anlayışında ve arayışında şekillenmektedir. Bu arayışın yegane sebebi ise özü aramak ve anlamaktır. 2.2. Neşet Günal ve Sanatı “Değişken olana karşı oldum; dural kalmanın imkansız olduğunu bildiğim için. Gereksemesiz her atılım olumsuz bir değişkenliği sonuçluyor… Değişkenlik yenilenmek değildir; oluşum önemli. (…) bugün, mutlak bir yaratı özgürlüğünün rahatlığında kendini gerçekten ‘özgür’ sanan ressamın açmazı ile karşı karşıyayız. (…) resim, benim için bir oyun değil, azaplı bir süreçtir.” Neşet Günal Neşet Günal (d. 1923 Nevşehir - ö. 2002 İstanbul), küçük yaşlarda fotoğrafları model alarak çizdiği desenlerle resim sanatına olan ilgisini ortaokul sıralarında (Nevşehir Ortaokulu) öğretmeni Kemal Zeren’den aldığı derslerle yönlendirmiştir. Nevşehir Belediyesi’nce sağlanan bir bursla 1939’da Güzel Sanatlar Akademisi Resim Bölümüne girmiş, bir süre Nurullah Berk 406 1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u Neşet Günal'ın Eserleri Çerçevesinde Sanatta Yöresellik Kavramı Üzerine Bir Tartışma ve Sabri Berkel öğrencisi olduktan sonra Levy’nin atölyesine geçmiştir. Öğrencilik yıllarından başlayarak figüratif anlayışta çalışan Günal, bu sıralarda Ses Tiyatrosu’nun dekorlarının yanısıra afiş çalışmaları da yapmıştır. 1946’da akademinin yüksek resim bölümünü birincilikle bitiren sanatçı aynı yıl hem UNESCO’nun Paris’te düzenlediği “Uluslararası Modern Sanat Sergisi”ne katılmış hem de Avrupa sınavını kazanmıştır. Fakat yurt dışına gidişi gecikince bir süre Ankara Devlet Opera ve Balesi’nde dekoratörlük yapmıştır. 1948’de Paris’e giden sanatçı önce Andre Lhote’un sonra da Fernand Léger’in özel atölyesinde çalışmış, 1950’de Paris Güzel Sanatlar Yüksekokulu’nda fresk öğrenimi görmüştür. Günal 1954’te Türkiye’ye döndükten sonra Güzel Sanatlar Akademisine asistan olarak atanmıştır. Fransa’da kaldığı süre içinde özellikle figür işleyiş yönünden hocası Léger’den etkilenmiştir. Bu etki dış çizgi, modelaj ve el-ayak işleyişinde belirgindir. Bir süre Léger’in biçimsel anlatım yöntemlerini geleneksel Doğu sanatlarının özellikleriyle bütünleştirmeye çalışmış; içerikte ise Doğu sanatının üslupçu ve akılcı yönünü özümlemiştir. Resimlerinin temel öğesi insandır. 1955’te Ankara Helikon Derneği’nde ilk kişisel sergisini açmıştır. Bu tarihten sonra pek çok kişisel sergi açan sanatçı yurtdışında ve yurtiçinde düzenlenen karma sergilere katılmıştır. 1957’de Ankara Hacettepe Hastanesi’ne fresk tekniğiyle 30 m2’lik bir duvar resmi (bir yangın sırasında binayla birlikte harap olmuştur) ve 1958’de de İstanbul Üniversitesi Fen Fakültesi’ne aynı teknikle 22 m2’lik bir duvar resmi yapmıştır. 1960’larda anlatıma ağırlık veren Günal, konu, renk, öz-biçim ilişkisinin ön plana çıktığı ve koyu-açık dengesiyle biçim bozmalarını ustaca kullandığı resimler gerçekleştirmiştir. Sanatçının “Toprak Adamlar” adını verdiği anıtsal nitelikteki bu kompozisyonları özgün üslubunun en belirgin örnekleridir; Sami Şekeroğlu’nun çektiği belgesel bir filme de konu olmuşlardır. 1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u 407 Elif ŞENEL Resim 1: Kör Hasan’ın Oğlu, 1962, Tuval Üzerine Yağlıboya, 175x84 cm. (M.S.G.S.Ü. Resim ve Heykel Müzesi) Kaynak: Ergüven, 1996, 96. Resim 2: Baba-Oğul, 1961, Tuval Üzerine Yağlıboya, 193x93 cm. (M.S.G.S.Ü. Resim ve Heykel Müzesi) Kaynak: Ergüven, 1996, 78. 1963’te Fransız hükümetinin verdiği bursla tekrar Fransa’ya giden Günal, bir yıl süreyle Paris Uygulamalı Sanatlar Okulu’nda vitray ve goblen üzerine çalışmalar yapmıştır. 1965’te Ankara’da Ajans Türk Matbaası cephesindeki mermer mozaikli 20 m2’lik beton döküm kabartmayı gerçekleştirmiş, 1967 ve 1968’de İstanbul Operası Duvar Resmi Yarışmaları’nda ödüller kazanmış, çeşitli kuruluşlara vitraylar, PTT için de bir seri pul hazırlamıştır. “Kör Hasan’ın Oğlu” (Resim 1) adlı yapıtıyla 1969’daki 30. Devlet Resim ve Heykel Sergisi’nde birincilik ödülünü kazanan Günal, 1970’te profesörlüğe yükseltilmiştir. Günal 1980’de İDGSA dekanlığına getirilmiş ve bu görevini 1983’e dek sürdürmüştür. 1989’da Simavi Vakfı Görsel Sanatlar dalı ödülünü kazanmıştır. 408 1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u Neşet Günal'ın Eserleri Çerçevesinde Sanatta Yöresellik Kavramı Üzerine Bir Tartışma Resim 3: Başakçılar, 1961, Tuval Üzerine Yağlıboya, 145x205 cm. (İzmir Resim ve Heykel Müzesi) Kaynak: Ergüven, 1996, 72. Günal, kıraç Anadolu toprağı üstünde tek, ikili, üçlü ya da kalabalık figürlerden oluşan kompozisyonlarında ustaca bir yaklaşımla resim ve doğa gerçeğini birbirinden ayırırken, bunu toplumsal bir eleştiri tabanına oturtmaktadır. Yapıtlarında Anadolu insanını, onun yaşantısını ve doğayla olan ilişkisini konu almış, bu insanları genellikle sakin, durgun ilişkiler içinde tuvale yansıtmıştır. Örneğin, 1962 tarihli “Mola” (Resim 4) adlı resmi, gerek kompozisyon şeması, gerek çizgi ve renkteki yalınlığıyla dikkat çeker. Çıplak ve çorak toprağın egemen olduğu mekan, geri plandaki tepeler ve sınırlı bir gökyüzüyle dramatik bir ifade yansıtmaktadır. Kompozisyondaki üç figür, yerleştiriliş biçimiyle resme gizli bir içsel hareket katmaktadır. 1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u 409 Elif ŞENEL Resim 4: Mola, 1962, Tuval Üzerine Yağlıboya, 139x210 cm. (M.S.G.S.Ü. Resim ve Heykel Müzesi) Kaynak: Ergüven, 1996, 77. Resim 5: Yaşantı I, 1958, Tuval Üzerine Yağlıboya, 185x140 cm. (Sabancı Koleksiyonu) Kaynak: Ergüven, 1996, 95. 410 1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u Neşet Günal'ın Eserleri Çerçevesinde Sanatta Yöresellik Kavramı Üzerine Bir Tartışma Resim 6: Ana, 1959, Tuval Üzerine Yağlıboya, 172x100 cm. (Ankara Resim ve Heykel Müzesi). Kaynak: Ergüven, 1996, 100. 1970’lerden sonra gerçekleştirdiği kalabalık figürlü kompozisyonlarında da, kişileri belirli eylemler içinde betimleyen düzenlemelerinde de bu durgunluk egemendir. Figürün yanısıra arka planda, kaba taş duvarlar ya da yıkıntılardan oluşan mimari öğeler kullanmıştır. Bu yıkıntılar figürlerin yüz ifadeleri ve giysileriyle bütünleşerek resmin etki gücünü daha da artırmaktadır. Sanatçı portre gözlemlerinde özellikle kavruk görünümlü Anadolu insanını gerçekçi, ancak belirli şemalaştırmayla yansıtmıştır. Figürlerindeki en belirgin iki özellik el ve ayaklarla giysilerdir. İri ve heykelsi bir plastik anlatımla işlediği eklem yerleriyle bu el ve ayaklar, anıtsallık etkisini güçlendirmektedir. Yoksul ve kaba giysiler vücutları sanki bedenin ayrılmaz bir parçasıymış gibi sarmaktadır. 1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u 411 Elif ŞENEL Resim 7: Bir Başka Yaşantı, 1970, Tuval Üzerine Yağlıboya, 250x120 cm. (Özel Koleksiyon) Kaynak: Ergüven, 1996, 106. Resim 8: Yaşantı II, 1974, Tuval Üzerine Yağlıboya, 225x200 cm. (Besi Cecan Koleksiyonu) Kaynak: Ergüven, 1996, 109. 412 1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u Neşet Günal'ın Eserleri Çerçevesinde Sanatta Yöresellik Kavramı Üzerine Bir Tartışma Neşet Günal’ın bütün resimlerinde, doğup büyüdüğü Orta Anadolu doğasından ve yaşamından izler egemendir. Bu yönüyle, yöre resminin toplumsal gerçekçi tabanı üzerinde sosyal içerikli bir sanat anlayışını geliştirmiştir (Arslan: 1997, 728 ve Aktaran: Özsezgin: 1994, 171-172). Bu sanat anlayışı ilk defa ressam Ruhi Bey (1880-1931) tarafından geliştirilmiştir. Ruhi Bey, ilk defa millileşme ve mahallileşmenin ne olduğunu gereği gibi duymuş ve duyurmuş sağlam bir sanatçı idi. Resimlerinde basit gibi görünen folklor üslubu, kendisinden sonra yepyeni bir çığırın meydana gelmesine yol açmıştır ( Güvemli: 1987, 54-55). Yeniler ile grup etkinliğine bağlanan, 1960’lı yıllarda Yeni Dal ressamları ile canlanan bu anlayış Neşet Günal’da toprak adamlarının tipolojisi üzerine kurulu anıtsal kompozisyon türüne yönelmiştir (Aktaran: Özsezgin: 1994, 172). Resim 9: Kapı Önü I, 1962, Tuval Üzerine Yağlıboya, 183x77 cm. (Özel Koleksiyon) Kaynak: Ergüven, 1996, 116. 1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u 413 Elif ŞENEL Türk resminde halkbilimi öğelerinin yer aldığı resimler, sanat tarihinin başlangıcından günümüze kadar sahnedeki yerini korumuştur. Ulusal kültür yaratma uğraşısı içinde olan Türk toplumu uzun yıllar Türk resminde halkbilimsel öğelerden yararlanmıştır. Bu nedenle resimde, öncelikle Türk insanını ve doğasını konu seçme gereğine inanılmıştır. Bu inanç halkçılık politikası ile birleşince Anadolu insanı ve doğası belli başlı konu durumuna gelmiştir. Bu konular sanatçıların eserlerinde kimi zaman yerel konuların soyutlanması şeklinde, kimi zaman da gerçekçi bir ifadeyle yer almıştır. Günal’ın resimlerinde halkbilimsel öğelerden oldukça fazla yararlandığı görülmektedir. Günal, Anadolu insanının yaşam biçimini; bazen barındıkları evin mimari yapısını, bazen de o barınak içindeki günlük yaşamı, figürleri ön planda tutarak ifade etmiştir (“Sanal”: 2004, 94-97). Resim 10: Kapı Önü IV, 1977, Tuval Üzerine Yağlıboya, 150x170 cm. (Mustafa Taviloğlu Koleksiyonu) Kaynak: Ergüven, 1996, 121. 414 1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u Neşet Günal'ın Eserleri Çerçevesinde Sanatta Yöresellik Kavramı Üzerine Bir Tartışma Çağdaş teknolojide tanık olduğumuz gelişmeler, her gün biraz daha küçülen yerkürede yörenin düşselleşmesiyle noktalanmıştır; ulaşımda varılan hız, zamanın boşaltılmasıyla birlikte mekanı da kapsamına alınca yöre düşsel hale gelmiştir. Anthony Giddens’a göre: “Modernliğin ortaya çıkışı, konum olarak uzak kişiler arasındaki ilişkileri geliştirerek, uzamı gitgide yöreden koparıp atar. Modernlik koşullarında yöre giderek düşselleşir. Bunun anlamı, mekanların oldukça uzak toplumsal etkilerden adamakıllı etkilenerek biçim kazanmasıdır.” Günal ise düşselleştirilmiş yöreye karşı açılan bir savaşın temsilcisi olarak bu belirlemeye kuşkuyla bakmıştır. Çünkü çağdaş uygarlığın yöreyle sınırladığı yöre kavramı her şeye rağmen halen yürürlükte olanın farklılığını dışlama eğilimindedir. Hiç kuşkusuz, üçüncü dünya ülkesinde yaşayan sanatçı için yöreye ilişkin bu tavır sorunu hayli hassas bir sınır çizgisinde yer almaktadır. Nitekim her an yabancılaşma tehlikesiyle karşı karşıya kalan bir sanatçının, farkına varmaksızın dıştan baktığı yöre’de folklorun tuzağına düşmesi işten bile değildir. Ne var ki bunun tersi, yani yöre’ye mutlak teslimiyet de, önünde sonunda sonuçsuz kalmaya mahkumdur; zira çağcıl gelişmelerden bütünüyle soyutlanmış bir yaratma duygusu ütopyadan ibarettir. Tam bu noktada, bilinç niteliğinin devreye girdiği görülmektedir; çözüm sanatçının dünyaya bakış açısıyla ilgili bir tavırda yatmaktadır. Günal’ın çağdaş Türk resmi içindeki ayrıcalıklı konumu, bir bakıma bu seçimin daha başlangıçta yapılıp ödünsüz sürdürülmesinden kaynaklanmaktadır. Zor koşullar altında geçen ilk yıllar, sonradan sadece yöreyle ilgili gerçeğin ilk elden tanıklığına sıkışıp kalmamış, bilinç usul usul ön plana çıkmıştır. Bir başka deyişle, yaşantı içeriğinin nesnesi olmaktan çıkan ilk izlenim, sonuçta kendiliğinden bilinç niteliğinin ilgi alanı içine girmiştir. Günal, hemen her vesileyle o koşulların içinden gelmiş olduğunu vurgulamıştır, ama bunu dile getirirken bile alabildiğine dikkatli olup, onları tanıdığını söylemekle yetinmiştir hep. Öyle ki Yeşim Karatay ile 1976’da yaptığı söyleşide; “Benim kişiliğimi oluşturan resimlerimde anlatılan içinde yaşadığım toplumsal ve doğal ortamın insanları, bana en yakın olan ‘toprak adamları’, yaşamlarının her yönüyle tanıdığım insanlar (…)” demiştir. Oysa, en azından çocukluk yılları itibarıyla, kendisi de o insanlardan biridir; gelgelelim kader birliği, onların dışına çıkıp yaşananı sorgulamayı engelle- 1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u 415 Elif ŞENEL mez. Bu yüzden ilk önce duyguyla hesaplaşmıştır Günal; duygu ne denli sakıncalıysa duyarlık o denli önemlidir onun için. Çünkü biri eleştirel tavrı köreltirken, öbürü olsa olsa daha insani bir boyut eklemektedir. Günal kimi zaman resme yol açan dürtüyü tamamen eleştiriye indirgemiştir. Bunu, Oya Ayman ile 1988’de yaptığı söyleşide; “Benim resimlerim tümüyle eleştiridir. Duyarlı olduğum gerçekleri vurgulamak kendiliğinden bu eleştiriyi getiriyor. (…) Eleştiri bir tavır almadır bence. Sanatın ve sanatçının varoluş nedeni eleştiridir diyebilirim.” şeklinde ifade etmiştir (Ergüven: 1996, 10-12). Resim 11: Duvar Dibi III, 1972-73, Tuval Üzerine Yağlıboya, 152x245 cm. (Erol Aksoy Koleksiyonu) Kaynak: Ergüven, 1996, 136-137. Bir Rönesans sanatçısı titizliliği ile figüratif resimler yapan Neşet Günal Anadolu insanı ve yaşantısını toplumcu gerçekçi bir anlayışla yorumlamaktadır. Neşet Günal resmi, bir gözlem sonucu ortaya çıkan her şeyin bilinçli bir sorgulamasıdır. Yoksulluk, bezgin insanların dramı, kurak kıraç topraklar vs. gerçekler trajik dramatik bir anlatımla ele alınmaktadır. Her resim duruşu, oturuşu, giyinişi, çevresi ve vermek istediği mesajla öncelikle sanatçının düşüncesinde şekillenip sonra plastik bir anlatımla tuvallere ak- 416 1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u Neşet Günal'ın Eserleri Çerçevesinde Sanatta Yöresellik Kavramı Üzerine Bir Tartışma tarılmaktadır. Ağır oturaklı ve abartılı bir deformasyonla şekillenen desenler, klasik renkler ve pastel tonlamalarla Anadolu toprağını ve bu toprağın insanlarının tüm özelliklerini veren titiz, sabırlı ve ince bir işçiliğin ürünleri olmaktadır (Ersoy: 1998, 82). Resim 12: Toprak Adamı, 1974, Tuval Üzerine Yağlıboya, 185x96 cm. (Özel Koleksiyon) Kaynak: Ergüven, 1996, 82. Resim: 13, Babam “Anı Portre”, 1974, Tuval Üzerine Yağlıboya, 200x74 cm. Kaynak: Ergüven, 1996, 134. 1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u 417 Elif ŞENEL Resim 14: Duvar Dibi IV, 1975, Tuval Üzerine Yağlıboya, 139x210 cm. (Özel Koleksiyon) Kaynak: Ergüven, 1996, 138-139. Resim 15: Başakçı Kadın II, 1979, Tuval Üzerine Yağlıboya, 141x102 cm. (Özel Koleksiyon) Kaynak: Ergüven, 1996, 88. 418 1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u Neşet Günal'ın Eserleri Çerçevesinde Sanatta Yöresellik Kavramı Üzerine Bir Tartışma Resim 16: Başakçılar, 1984, Tuval Üzerine Yağlıboya, 120x172 cm. (Özel Koleksiyon) Kaynak: Ergüven, 1996, 93. Neşet Günal’ın anıtsal figür temasına duyduğu yakın ilgi, resmini bu tema üzerinde sürekli bir çeşitlemeye götürmüştür. Ancak bu figür çağdaş Türk resminde Osman Hamdi’de tanık olduğumuz etkisini, yine anıtsallık düzeyinde gösterir. Onun dışında bu figürün içeriksel bağıntıları, Anadolu gerçekliği üzerine kurulmasından kaynaklanan toplumsal bir özle pekiştirilmiştir. 1950’lerin tarihlerini taşıyan “Bağ Bozumu” (Resim 17) dizisinden daha yakın yıllara doğru baktığımızda bu toplumsallığın, gerçekliği bütün çıplaklığı ve olanca etkisiyle yansıtmaya yönelik bir ifadecilik mesajı çevresinde oluşup geliştiği gözlemlenir. Toprak insanlarından korkuluklar dizisine doğru bu mesaj daha da somutlaşır, resimlerin büyüyen boyutlarıyla birlikte dayandığı içeriksel mesajın etkisi de yoğunluk kazanır böylece.Toplumsallık, çağdaş resim sanatımızın geç dönemlerinde yaşanan olguların ve oluşumların bir uzantısı şeklinde kendini gösterdiği halde Neşet Günal’ın sanatı, bu olgu ve oluşumların üzerine yükselmekte, toplumsallığı ya da toplumsal gerçekliği, insan doğasının yapısında yer alan bir süreçsellik yönünden değerlendirmektedir (Özsezgin: 1998, 134). 1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u 419 Elif ŞENEL Resim 17: Bağbozumu, 1956, Tuval Üzerine Yağlıboya, 137x250 cm. (Ankara Resim ve Heykel Müzesi) Kaynak: Ergüven, 1996, 40-41. Resim18: Çocuklar, 1963, Kağıt Üzerine Karışık Teknik, 27x27 cm. (Vural Solok Koleksiyonu) Kaynak: Ergüven, 1996, 147. 420 1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u Neşet Günal'ın Eserleri Çerçevesinde Sanatta Yöresellik Kavramı Üzerine Bir Tartışma Resim 19: Korkuluk II, 1986, Tuval Üzerine Yağlıboya, 184x116cm. Kaynak: Ergüven, 1996, 173. Resim 20: Korkuluk VIII, 1988, Tuval Üzerine Yağlıboya, 184x112 cm. (Özel Koleksiyon) Kaynak: Ergüven, 1996, 189. Resim 21: Sorun-Sorum I, 1990, Tuval Üzerine Yağlıboya, 142x195 cm. (Korkmaz Yiğit Koleksiyonu) Kaynak: Ergüven, 1996, 203. 1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u 421 Elif ŞENEL Resim 22: Sorun-Sorum IX, 1994, Tuval Üzerine Yağlıboya, 97x130 cm. Kaynak: Ergüven, 1996, 214. İçinden geldiği Orta Anadolu köy yaşamının izlenimlerini yansıtan Günal’ın, her biri birer fresk tadı veren resimleriyle, genç sanatçıların figür eğilimlerine yön veren çok etkili bir usta olduğu ifade edilebilir (Tansuğ: 1991, 269-270). Anadolu köylüsünün yoksulluğunu abartan figür üslubu, heybetli görünümüyle öğrenci gençler üzerinde yarattığı etki yönünden, Neşet Günal’ın çocukluk anılarıyla sınırlı bulunan kırsal yoksulluk dramının dar çerçevesiyle yetinmeyerek, politize olmaya yönelik bir figüratif düzen oluşturma yoluna gitmektedir. Bu yolun en makul çerçevesi ise kent insanlarının yoksulluk dramını gözlemleyen bir üslupla belirlenmektedir. Neşet Günal’ın 1980’li yıllarda atölye mirasını devralan Neş’e Erdok, kentin yoksul insanlarına yönelen ilgilerini özgün çizimlere dayalı büyük boyutlu düzenlemelerle sürdürmektedir. Bu kentsel yoksulluk ve yalnızlığın dramı içinde kendi yakın çevresinde yaşanan hüzünler de figürleşerek belirgin bir yer almaktadırlar (Tansuğ: 1995, 110). 422 1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u Neşet Günal'ın Eserleri Çerçevesinde Sanatta Yöresellik Kavramı Üzerine Bir Tartışma 3. Sonuç Bu araştırmada Neşet Günal’ın eserleri çerçevesinde sanatta yöresellik kavramı ele alınmıştır. Bu kapsamda, sanatta yöresellik olgusu, Neşet Günal ve sanatı konuları işlenmiştir. Çalışma, sanatçının toplumsal gerçekçi üslupla ürettiği eserlerine ait görsellerle desteklenmiştir. Çağdaş Türk resim sanatında yöresellik-ulusallık/evrensellik tartışmalarının gerçek anlamda yaşandığı dönemler 1940’lara dayanmaktadır. Fakat toplumsal gerçekçilik anlayışıyla yöresel-ulusal değerleri, yaşantıları, sorunları sanatına taşıyarak bir anlamda halkın sözcüsü olan sanatçılar, çağdaş Türk resim sanatında özellikle 1960’lardan bu yana yankı uyandırmışlardır. Bu sanatçılardan sadece bazıları bu üslupla tam anlamıyla özdeşleşebilmiştir. Neşet Günal, toplumsal gerçekçilik akımı dahilinde özgün bir anlatıma sahip olmuş, bu alanda uzmanlaşmış ve önemli bir konuma gelmiştir. Sanatçı, daima sanatın toplumsal bir görevi olduğuna inanmıştır. Bu çerçevede, içinde kendi çocukluğunu da barındıran, halkla bütünleşmenin, halkın dışına çıkıp onu tasvir edebilmenin ve fırçasıyla yaşatmanın hazzını hep duymuştur. Sanat eserleri üretildikleri andan itibaren ölümsüzleşmekte ve beraberinde, içeriğinde bulundurduğu birtakım kültürel öğeleri de yaşatmaktadır. Neşet Günal’ın eserlerinde ana unsur olan Anadolu insanı, hüznüyle, çaresizliğiyle, ezilmişliğiyle, tükenmişliğiyle ama aynı zamanda direnciyle, yaşama sımsıkı bağlanmasıyla tarih sahnesindeki yerini almaktadır. Sanatın etkinliği bu noktada kendini göstermektedir. Neşet Günal, hem biçimsel tarz açısından; özel yapım duvar dokulu tuvallerine işlediği anıtsal figür çalışmalarıyla, hem de özde; mesajlar veren toplumcu yaklaşımıyla, figüratif eğilimde olan pek çok sanatçıya ilham kaynağı olmaktadır. Kaynaklar Arslan, N. (1997). Günal, Neşet. Eczacıbaşı Sanat Ansiklopedisi, 2,728. İstanbul: Yapı Endüstri Merkezi Yayınları. Bek, Güler (2008). Çağdaş Türk sanatında “ulusallık/evrensellik” sorunsalı ve bazı temel yaklaşımlar. SDÜ Fen Edebiyat Fakültesi Sosyal Bilimler Dergisi, 17, 117-130. Çalışlar, Aziz (1988). Ulusal Kültür ve Sanat (1. Baskı). İstanbul: Cem Yayınevi. Çeken, Birsen (2004). Resim Sanatında Halkbilimsel Öğelerden Yararlanma. http://www.turkoloji.cukurova.edu.tr/HALKBILIM/birsen_ceken_resim_sanati_ halkbilimsel_ogeler.pdf, Erişim Tarihi: 24.09.2011. 1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u 423 Ergüven, Mehmet (1996). Neşet Günal (1. Baskı). İstanbul: Bilim Sanat Galerisi. Ersoy, Ayla (1998). Günümüz Türk Resim Sanatı (1. Baskı). İstanbul: Bilim Sanat Galerisi. Güvemli, Zahir (1987). Resim Sanatı ve Türk Resmi (1. Baskı). İstanbul: Ak Yayınları Sanat Kitapları Serisi:11. Özsezgin, Kaya (1998). Cumhuriyetin 75. Yılında Türk Resmi (1. Baskı). İstanbul: Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları. Özsezgin, Kaya (1994). Türk Plastik Sanatçıları Ansiklopedik Sözlük (1. Baskı). İstanbul: Yapı Kredi Yayınları. Tansuğ, Sezer (1991). Çağdaş Türk Sanatı (2. Baskı). İstanbul: Remzi Kitabevi. Tansuğ, Sezer (1997). Çağdaş Türk Sanatına Temel Yaklaşımlar (1. Baskı). Ankara: Bilgi Yayınevi. Tansuğ, Sezer (1995). Türk Resminde Yeni Dönem (4. Baskı). İstanbul: Remzi Kitabevi. NEVŞEHİR İLİ ÜRGÜP İLÇESİNDE "NAHIL ÖVME" GELENEĞİ THE GREATER NEVSEHİR-URGUP DISTRICT "NAHIL PRAISE" TRADITION Emin Erdem KAYA* ÖZET Bu çalışmada Nevşehir’in Ürgüp ilçesi ve civarında evlenme, sünnet ve düğün merasimlerinde görülen ve yerel tabiri ile “Nahıl Âdeti” olarak bilinen geleneğe yer verilmektedir. Tarihi kayıtlara göre Anadolu’da yaklaşık 500 yıllık bir merasim aracı olarak kullanılan nahılın, Hıristiyan kültüründen geldiği iddia edilse de çeşitli çalışmalar bu görüşün aksini göstermektedir. Ayrıca Batı ve Doğu Anadolu’da bu geleneğin benzerlerinin olduğuna da yine çeşitli kaynaklarda rastlanmaktadır. Ayrıca nahıl, nahıl övme ve nahıl övme türküleri incelenerek, bu geleneğin günümüzdeki durumu hakkında bilgilere yer verilmektedir. Farklı coğrafyalarda nahıl geleneğine benzer uygulamalara yine bu çalışmada değinilmiştir. Anahtar Kelimeler: Nahıl, Nahıl Övme, Türkü. ABSTRACT In this study, a tradition, known as “Nahıl” that is seen in wedding and circumcision feasts, has been examined. According to historical records, Nahıl is a 500-year old Anatolian ceremonial instrument. Although it is claimed that Nahıl originated from a Chiristian culture, various studies have shown otherwise. Additionly, several sources have shown that there are similar traditions in Western and Eastern Anatolia. Moreover, nahıl, nahıl praise, and songs of nahıl praise are examined. Also, the present status of the tradition is examined. The Nahıl Tradition of various geographies also is touched upon in this study. Key Words: Nahıl, Nahıl Praise, Song. * Yrd. Doç. Dr., Nevşehir Üniversitesi, Güzel Sanatlar Fakültesi, Müzik ve Sahne Sanatları Bölümü, e-posta: erdemky@gmail.com 1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u 425 Emin Erdem KAYA 1. Giriş İnsanoğlu binlerce yıldır müziğe törensel aktivitelerinde mutlaka yer vermiş, müzikten etkilenmiş, müzikle etkileşmiştir. Hatta bazı bilim adamları, müziğin doğuşunu ilk insanların tapınma vb. törenlerine bağlamaktadırlar. Zaman içinde hem bu törenler, hem de müzikler değişip çeşitlenerek, birbirlerinden farklı öğeler ile anlamlandırılmış ve süslendirilmiştir. Farklı coğrafyalarda ve farklı kültürlerde kullanılan benzer objeler, bu törensel aktiviteler içinde birbirlerinden çok farklı anlamlara ve işlevlere sahip olurken, değişen toplumlar ve zaman bu kültürel öğeleri de kendi içlerinde mutasyona uğratmıştır. Aynı törensel obje farklı coğrafyalara çeşitli şekillerde taşınmış, yöreye özgü bir kimlik de kazanarak yörenin gelenek, görenek, örf veya adetleri arasında yer almıştır. İşte bugün bu çalışmada sizlere aktarmaya çalışacağım törensel bir obje olarak “nahıl” ve bu objeye atfen oluşan “nahıl övme” geleneği (bu terim yerine adet, görenek gibi terimler de kullanılabilmekte) Nevşehir ili Ürgüp ilçesi ve birkaç civar köyünde günümüzde halen yaşatılmakta olan renkli bir düğün merasimi etkinliğidir. Birçok halkbilimci ve antropolog bu merasimin bir gelenek, görenek veya bir adet olarak tanımlanması noktasında farklı görüşlere sahiptir. Biz bugün bu merasimi bir gelenek olarak tanımlasak da, kafalarda soru işareti kalmaması adına bu kavramları açıklamak gerektiğini düşünmekteyim. Görenek “bir şeyi eskiden beri görüldüğü gibi yapma alışkanlığı adet, alışkı” (Türkçe Sözlük,2005:779) olarak tanımlanırken, Gelenek “Bir toplumda, bir toplulukta eskiden kalmış olmaları dolayısıyla saygın tutulup kuşaktan kuşağa iletilen, yaptırım gücü olan kültürel kalıntılar, alışkanlıklar, bilgi, töre ve davranışlar, anane.” (Türkçe Sözlük,2005:741) adet ise “görenek, usül, tabiat, alışkanlık” (Türkçe Sözlük,2005:22) olarak tanımlanmaktadır. Bu üç kavram arasındaki en önemli fark ise yaptırım güçleri arasındaki farklardır. Gelenek adet ve göreneğe göre yaptırım gücü daha yüksek bir toplumsal olgudur. Görenekler ise yaptırım gücü en zayıf olanlardır. Adette ise yapılması veya yapılmaması hususunda daha kesin çizgiler vardır. Kavramsal olarak hangi kavram ile tanımlanırsa tanımlansın, bu konuda farklı görüşler olacağından, bu konuyu burada noktalıyorum. Gelelim nahıl kelimesinin tanımı ve kökenine. Yine bu konuda da ağırlıklı olarak farklı iki tanım ile karşılaşmaktayız. Birincisi Arapça kökenli nakıl veya nakl olarak söylenen, taşıma, nakletme anlamında olup, nahılın ta- 426 1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u Nevşehir İli Ürgup İlçesinde "Nahıl Övme" Geleneği şınabilen bir araç olmasından dolayı kelimenin kaynağı olabileceği düşünülen tanımdır. Bu tanımlamayı destekleyen olgu ise İstanbul’da nahıl adını taşıyan üç sokağın olmasıdır. Bunların üçünde de nahıl kelimesi bozularak nakıl denmiştir. Bunlardan biri Talimhane’de Nakıl sokağı, öteki ikisi de Nakılbent sokağı ile Nakılbent Hisarı sokağı, ki her ikisi de At Meydanı’nın denize bakan güney yönündedir. Her ikisinin de Nakılbent adını taşıması ve At Meydanı’na yakın olması bir rastlantı olamaz. Büyük olasılıkla burada nahıl yapan sanatçıların işyerleri vardı. (And,1989:20) Osmanlının özellikle XV ila XVIII. yüzyıllarda yaptığı düğün ve şenlik törenlerinde sıkça nahılların kullanıldığını gösteren minyatürler adeta bu görüşü destekler niteliktedir. İkinci tanımlama ise nahıl kelimesinin yine Arapça nahl yani hurma, hurma dalı veya yapma süs ağacı anlamlarındadır. Ayrıca Ürgüplü M.(im) Orhan bize 1928 yılında Adana Maarif Mecmuası’nda yazdığı yazısında asıl halkın buna “nagıl” dediğini aktarmaktadır. Bununla beraber Arapça kökenli olduğu için “h” harfinin “x” ile gösterilip daha gırtlaktan bir söyleyişle “naxıl” olarak söylenmesinin daha doğru olacağını düşünenler de var. Bu arada nahıl yapan kişiye de nahlbend dendiğini belirtelim. Keza Özön, nahlbend’i “Balmumu taklidi süs ağacı yapan kimse” olarak tanımlamıştır. (Baykan, 2004:5) Gerek hurma ağacının eskiden beri bereketi simgelemesi, gerekse süslü ağaç anlamını taşıması bu kelimenin kökeninin nahl ‘dan geldiği savını güçlendirmektedir. Nitekim eski toplumlardan bu yana bolluk ve bereket birçok simge veya obje ile karşımıza çıkmaktadır. Buradaki bereket simgesi olan hurma dalı ise döllerin ve soyun bereketli olması temennisine dayandırılmaktadır. Nahılın çok eski bir törensel obje olduğunu biliyoruz. Anadolu’nun yanı sıra Eski Yunan’da, Frigya’da, Roma’da ve İran’da farklı şekillerde nahıllar kullanıldığı bilinmektedir. Nahılın aynı zamanda düğün mumu olduğunu da gözden uzak tutmamak gerekir. Mum yalnız bizde değil, pek çok değişik kültürde düğünle ilgili sembolik bir değer taşır. (And,1989:22) Anadolu’da kına gecesi yakılan mumlar bu konuda bilinen en yaygın örnektir. Anadolu’da nahıl çok eski tarihlere dayandırılmakla beraber özellikle Osmanlı döneminde İstanbul’da yaygın bir tören aracıydı. Özellikle 1582 ve 1612 şenliklerinde yaygın olarak kullanıldığı bilinmektedir. Nahıl’ın sembolik anlamını ilk açıklayan 1582 şenliğini anlatırken tarihçi Von Hammer 1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u 427 Emin Erdem KAYA olmuştur. Hammer daha önce Türk kaynaklarına inerek bu şenlikteki nahılların büyüklerinin boylarının 24 ila 36 metreyi bulduğunu, renkli balmumundan yedi top olarak piramit gibi yukarıya doğru inceldiğini, tabanının 5 - 6 metre çapında olduğunu, bunlara kuşların, çeşitli hayvanların, yemişlerin, aynaların asıldığını, sokaklardan bunu geçirebilmek için evlerin yıkıldığını ya da çıkıntılarının açıldığını belirterek bunların erkek gücünü ve kadın döl bolluğunu simgelemekte olduğunu belirtmektedir. 1576’da İkinci Vezir Ahmet Paşa’nın kızının, 1612’de 1. Ahmet’in iki kızı ve büyük kız kardeşinin düğün alaylarında yine devasa nahıllardan bahsedilmektedir. Ayrıca 1675 şenliği de hem sünnet hem de evlenme vesilesiyle olduğundan nahıllar, şeker bahçeleri ve şeker heykeller bakımından ve de geçit alayları bakımından çok zengin olduğunu Dr. Covel’dan öğreniyoruz. (And,1989:22) 428 1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u Nevşehir İli Ürgup İlçesinde "Nahıl Övme" Geleneği Bugün Nevşehir İli Ürgüp İlçesindeki düğün merasimlerinde kullanılan nahılın, her ne kadar Nevşehirli Damat İbrahim Paşa’nın İstanbul’a davet ettiği Nevşehirlilerin etkisiyle geldiği iddia edilse bile, Ürgüp nahılı İstanbul’dakinden farklılıklar göstermektedir. (Karabulut,2002:93) Şöyle ki Damat İbrahim Paşa’nın Saray’a Ürgüplüleri alması ve onların emekliliklerinde Ürgüp’e dönmesiyle nahılın bu yöreye geldiği rivayet edilmektedir. Ancak bu durumun aksine o dönemde Nevşehir, Kaymaklı, Nar gibi yerlerden de İstanbul’a gidildiği, ancak buraların düğünlerine nahılın girmediği bilinmektedir. Kaya, (2009:28) Ürgüp nahılı olarak tabir ettiğimiz nahılın, İran kökenli olup Anadolu’da çok eski dönemlerden beri var olduğunu belirtmektedir. Ancak İran’da nahıl düğünler gibi mutlu olaylarda değil, Muharrem’de Kerbela şehitlerini anmak için yapılan ve deste-i ezadari denilen geçit alaylarında kullanılmaktadır. Buradaki nahıl Hz. Hüseyin’in tabutunu simgelemektedir. Burada nahılın Arapça’daki hurma ağacı anlamı da konuya uygun düşmektedir. Nitekim sözlü geleneklere göre Hz. Hüseyin Kerbela’da aşure günü yakınlarıyla şehit edilince, şehitlerin ölülerini taşımak için hurma ağacının dalları ile üstüne bir hasır örtülmüş ve Hz. Hüseyin’in naaşı böyle taşınmıştır. (And,1989:24) Bir diğer görüşe göre Ürgüp nahılı, Kapadokyalı olduğu bilinen Dionissos’un Bağ Bozumu veya Hasat şenliklerinde, tören alayının önünde taşınan ve erkeklik organını temsil eden bir ritüel aracı olarak kimliklendirilir. Sonuç olarak nahılın farklı formlarda da olsa Anadolu’da hep var olduğu, ancak Osmanlı şenliklerinde kullanılmasından sonra yöresel törenlerde tekrar yer edindiği düşünülebilir. 1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u 429 Emin Erdem KAYA Ürgüp nahılının bugün elimizde H.İ. SOMYÜREK’in çizdiği bir şablonu mevcuttur. Kendisi Ürgüp’e has nahılın kolaylıkla malzemelerinin temin edilebileceğini ve yapılabileceğini dile getirerek bu güzel kültürel değere sahip çıkılarak her Ürgüplünün evinde bir nahıl olması temennisinde bulunmaktadır. Buna göre Somyürek çizdiği nahıl için gerekli malzemeleri ve yapım aşamalarını şu şekilde sıralamıştır: 1. Üst konik bölüm dayanıklı ambalaj kâğıdı ile kaplanır. Tam bir konik görünüm için çemberden tepeye uzanan tel sayısı 8 tane olabilir. 2. Konik üst bölüm ve etek için renkli grafon veya elişi kâğıdı kullanılır. 3. Çember için teneke çember veya kontrplak kullanılır. 430 1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u Nevşehir İli Ürgup İlçesinde "Nahıl Övme" Geleneği 4. Mumluklar alüminyum veya tenekeden yapılabilir. 5. Teller, 2,5 – 3 mm. Çapında herhangi bir metalden olabilir. 6. Etek kâğıtlarını (85 x 2 cm) ve gövde çiçeklerini yapıştırmak için zamk veya herhangi bir yapıştırıcı gereklidir. 7. Çiçekler ve etek şeritleri için mümkün olduğu kadar çok renkli kâğıt tercih edilmelidir. 8. Tepe kollar için yapılacak güller 4 adet ve farklı renklerde olmalıdır. 9. Çiçekler 5 cm çapında dairesel kesilmiş kâğıtlardan yapılır ve 3 – 4 tanesi üst üste yapıştırılır. Altıgen veya sekizgen şekillerde kesilerek de yapılabilir. 10. Çiçekler bitirilmiş şekilde görüldüğü gibi sarmal olarak gövdeye yapıştırılır. 11. Etek şeritleri 1 cm ara ile bükülerek yapıştırılır. (Somyürek,1996:30) 1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u 431 Emin Erdem KAYA 2. Nahıl Övme Geleneği ve Türküleri Nahıl Övme merasimi Ürgüp düğünlerinin renkli ve bir o kadar da önemli adetlerinden biridir. Her düğünde olmamakla birlikte birçok yakın ilçe ve köye hiç girmemiş olması ilginçtir. Salı günü başlayan düğünün Çarşamba akşamüzeri kalabalık bir erkek topluluğu tarafından nahılın nahılcının evinden davul-zurna ile alınması ile nahıl övme merasimi başlamış olur. Aynı esnada düğün alayı davulklarnet veya zurna eşliğinde kız evine kına ve çerez götürmektedir. Kız evinden de küçük bir tabakla kına, bir tepsi burma baklava, tavuk ve bir küçük tabakla yoğurt gelir. Nahılcının evinden gelen nahıl ile kız evinden gelen düğün alayı oğlan evinin avlusunda veya bir meydanda buluşur ve halaylar çekerek eğlenceye başlarlar. Bu bölüm zemah ya da semah adı verilen oğlan evi eğlencesinin devamı niteliğinde olup Ürgüp düğünlerinin en renkli bölümlerinden birisidir. Damat mümkünse çocukluğundan beri tıraş olduğu berberi tarafından oracıkta tıraş edilir ve giydirilir. Bu olaya güvey donatma denilmektedir. Güvey donatma esnasında neşeyi arttırmak amacıyla damadın kıyafetini iğnelemek, düğmelerin yerini değiştirmek gibi şakalar yapılır. Bu sırada bir yandan da damadın yakın arkadaşları ve sağdıcı güvey donatılırken “İğdenin Dalına Bastım” isimli Ürgüp’e ait güvey giydirme havasını söylerler. 432 1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u Nevşehir İli Ürgup İlçesinde "Nahıl Övme" Geleneği 1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u 433 Emin Erdem KAYA Bu türkü 2+2+2+3 kalıbında devam eden 9/8’lik usul yapısına sahiptir. Türküde en pes sesten en tize Rast, Dügâh, Si bemol 2, Çargah, Neva, Hisar, Hüseyni, Acem, Gerdaniye olmak üzere 9 perde kullanılmıştır. Karar perdesi dügâh olan türkünün ezgisel karakteri yaklaşık olarak Klasik Türk Müziğinde Hüseyni Makamı’na, Türk Halk Müziği’nde ise Yahyalı Kerem Ayağı’na denk gelmektedir. (Şenel, 2009: 40) Türkü bitince de berber önce tavuğu sonra da baklavayı misafirlere dağıtır. Tüm misafirler merakla eskiden beri gelenek olan baklava dilimlerinden birinde saklı paranın kime çıkacağını gözleriyle takip ederler. Zengin ailelerin düğününde ise bazen bir küçük altın baklava dilimlerine saklanır. Ayrıca baklava dağıtılırken baklavayı dağıtan berberin nükteli sözler söylemesi adettendir. Kimi zaman baklavayı dağıtan berber “evlilere bir daha bekârlara sabır” sözlerini söyler. Ancak bu sözleri daha çok nahılcı nahılın dibine atılan paraları yeterli gördükten sonra nahılı sağa sola sallarken söyler. Bu sözlerin yanı sıra “evliler tazelensin, ergenler hazırlansın” ve “evliler eve gitsin, bekârlar köşelerde kalsın” gibi mizahi sözler de söylenebilir. Ayrıca eskiden tepsi ile gelen yoğurda hiç dokunulmadan gelinin evine aynen geri gönderilir, hatta gerdek odasına nahıl ile beraber konduğu bilinmektedir. Buradaki yoğurdun beyaz rengi ile bekâreti, temizliği, aydınlığı ve ferahı temsil ettiği düşünülmektedir. Yoğurda dokunulmadan geri gönderilmesi de bu anlamlar ile ilişkilendirilmektedir. Eski toplumlarda düğünlerde yumurta, un, pirinç gibi beyaz renkli gıdaların kullanılması aynı zamanda bereket simgesi olarak da yorumlanmaktadır. Baklavanın dağıtılmasından sonra sıra nahılı övmeye gelmiştir. Nahılın iki yanında nahıl övücü ve damat yer alır. Eskiden bağlama, Rumların da etkisi ile şimdilerde klarnet ara nağmelerle övmeye eşlik eder. (Kaya,2009:25) Eğer nahıl övücü bağlama çalabiliyor ise kendi çalar, çalamıyorsa yanında bir bağlama ustası bulundurur. Klarnet ise yaklaşık 45-50 yıldır bu merasimlerde kullanılmaktadır. Bu övme şiiri Ürgüplü Aşık Mahfi Baba tarafından (1791-1853) yazılmıştır. Bu şiir aruz ölçüsünün “failatün” kalıbı ile söylenmektedir. Ancak son dörtlük bu kalıpta yazılmamıştır. Zaten bu dörtlüğün sonradan eklendiğine dair önemli bilgiler de elimizde mevcuttur. Birkaç kaynakta daha önceleri başka bir şiir ile bu övme merasiminin yapıldığına, ancak beğenilmeyip Mahfi Baba’ya bugünkü şiirin yazdırıldığına dair söylemlere rastlasak da, bu konuda bir kayıt bulunmamaktadır. Ayrıca şiirin Mahfi Baba’ya ait olması bu geleneğin çok eski olmadığını desteklemektedir. Nahıl övme türküsü ise Klasik Türk Müziğinde gazel for- 434 1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u Nevşehir İli Ürgup İlçesinde "Nahıl Övme" Geleneği muna benzeyen bozlak havasına benzer bir ezgi ile her dörtlüğün başına “aman yaaar” veya “aman heeey” sözleri eklenerek söylenmektedir. Beş dörtlükten oluşan şiirin son dizesi bahşiş atın anlamında “Ruc edin cebasına güveyinin şanı artsın” şeklinde günümüzde değişik söylenmektedir. Bir acayip nesne gördüm dallerina aferin / Beldemizde adet olan yollarına aferin Görmedim ömrün içinde böyle bir dürri dıraz / Elvan elvan ne hoş olmuş tellerine aferin Bir yere mahsus değildir, vasfeder illeri var / Bahçede yeni açılmış ne tuhaf gülleri var Meclise ziya verici bihesap telleri var / Kimi sarı, kimi beyaz, allarına aferin Aşıklar derya misali bulanır umman gibi / Eşiğine baş keserler, Hakkolan kurban gibi Meclise verir letafet şüphesiz gülşan gibi / Etrafında mumu yanar hallarına aferin Şam ve Mısır, Halep, Bağdat, İstanbul ve Kayseri / Nice nice diyarlarda görülmemiş benzeri Ancak Ürgüp’lü vermiştir bu nahıla şöhreti / Şöhret-i icrasına pes, dallarına aferin Mahfiyanın hizmeti var üstadına pirine / Kimseler agâh olamaz ar u terki sırrına Adet sakin oldu ise gayrı kaldır yerine / Bunu yapan ustaların ellerine aferin Aşağıda bu türkünün nota değerleri ile usulsüz olarak Cemil Demirsipahi tarafından belgelendirilmiş, Ali Arı ve Ali Baran Numanoğlu kaynaklı notasını görmekteyiz. Nahıl övme merasimi bittikten sonra mumlar söndürülür ve nahılcı için sağdıçlardan başlayarak bahşişler nahılın altında yer alan tablaya veya yere atılarak “güveyi kurtarma” gerçekleştirilir. Daha sonra nahılcı nahılı alır ve eğer bahşişleri beğenmez ise nahılı sağdan sola eğerek nazlı nazlı sallar. Sallarken de “evlerle bir daha, bekârlara sabır” diye bağırır. Yeni duyanlar bu espiriye gülerken evliler “amiiin” der, bekârlar ise homurtulu seslerle itirazlarını belirtirler. (Karabulut,2002:89) 1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u 435 Emin Erdem KAYA Daha sonra güveyin “münasipli adamı” yani sağdıcı nahılı nahılcı ile oğlan evindeki gerdek odasına bırakırlar. Nahıl burada 3-4 gün kalır. Buradaki amacını eski nahıl övücülerinden Ziya Uçaravcı eşler arasındaki “muhabbeti arttırmak” olarak açıklamaktadır. 3-4 gün sonra da nahılcı oğlan evindeki nahılı alıp bir sonraki düğüne kadar muhafaza etmek üzere alır ve 436 1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u Nevşehir İli Ürgup İlçesinde "Nahıl Övme" Geleneği kendi evine götürür. (Kaya,1995:171) Eskiden gerdek odasında bir hafta kalan nahıl, günümüzde 3-4 gün kalmakta, hatta bazen gerdek odasına dahi konmamaktadır. Nahıl gittikten sonra damadın arkadaşları “güvey başı” denilen eğlenceye katılarak düğüne devam ederler. 3. Sonuç Nahıl, nadiren Ürgüp’ün köylerinde çeşitli farklılıklar göstererek görülmektedir. Örneğin Ortahisar kasabasında Nahıl övme işleminden önce zengin bir tepsi hazırlanıp yenmektedir. Bu tepside bal, yağ, tavuk, fıstık, fındık gibi ikramlar sunulmaktadır. Son yıllarda, köyde nahıl övmeden önce hocanın toplu dua ettirmesi de adet haline gelmiştir. Sünnet nahıllarının yanına “maşallah” ve çocuğun adının yazılması da yeni gelişmelerdendir. (Karabulut, 2002:92) Bazen zenginler sipariş üzerine sürekli kalması için nahıl yaptırabilmektedirler. Daha küçük boyutlu sünnet nahılları ise çocuk büyüyüp evlenene kadar çocuğun odasında korunur. (Kaya, 2009:25) Bilindiği üzere günümüzde halen nahıl Mahfi Babanın yazdığı şiir ile Ürgüp’te Erhan ARICA, İstanbul’da da Yusuf TERZİOĞLU tarfından övülür. İsmi hatırlanan eski nahıl övücüler Lalanın Mehmet, “Aşkıdırın” Mustafa Özaşık, Sinesonlu Kamil, Ortahisarlı Şevket Uçaravcı, Hayri Duygulu, “Göğüş” Ali Arı, Konakçıoğlu Mustafa ile Ziya Uçaravcı’dır. Ayrıca günümüzde nahılbendler sayıları da azalmakla beraber, Ekmekçi Mustafa ve Ahmet Kırışan akla gelen eski isimlerdendir. Bu gelenek Anadolu’da Ürgüp dışında, Denizli’nin Çal ilçesinde gelbere ismi ile yaşamaktadır. Üzeri bayrak, portakal, üzüm, iğde gibi yemişlerle süslü çam dalı bezenerek yapılır. Bu merasim aracına, toğlak, yom, düğün bayrağı, toy bayrağı ve şah adlar da verilmektedir. Kars yöresi terekeme köy düğünlerinde Şah bezeme geleneğinde ağaç ya 7 veya 9 dallı, 65-70 cm uzunluğunda yapılıp, hem kız hem de erkek ailesi tarafından hazırlanır. Şah kaldırma ve Şah alayında bir yürüyüşle bu bezeli şah geçirilir.(And,1989:19) Sonuç olarak ister İran’da, isterse Anadolu’da nahıl farklı amaçlarla yapılsa da, merasimlerde kullanılmış ve genellikle bolluğun, bereketin sembolü olmuştur. Ürgüp nahılı ise tüm bunların ötesinde çok eski bir gelenek olmamasına rağmen kaybolmaya yüz tutan, ancak halen günün şartlarına göre değişime uğrayarak da olsa hayatta kalmaya çalışan eşsiz bir kültür hazinemizdir. Umuyoruz ki bu gelenek yüzyıllar boyu korunarak nahılbendleri ile nahıl övücüleri ile varlığını sürdürür. 1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u 437 Emin Erdem KAYA Kaynaklar And, Metin, Osmanlı Şenliklerinde Türk Sanatları, Kültür ve Turizm Bakanlığı Yayınları, Ankara, Aralık 1982. And, Metin, Düğünlerle İlgili Eski Bir Türk Sanatı “Nahıl”, Türkiye İş Bankası Kültür Sanat Dergisi, Sayı:2, Nisan 1989. Baykan, Fehmi, Bir Acayip Nesne Gördüm, Dallarına Aferin, Kayakapı Broşürü, Sayı:2, 2004. Büyükyıldız, H. Zeki, Türk Halk Müziği, Papatya Yayıncılık, İstanbul, 2009. Karabulut, Murat, Nevşehir Yöresi Müzik Folklorunun İncelenmesi, Yayımlanmamış Doktora Tezi, Hacettepe Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Ankara, 2002. Kaya, Mustafa, Ürgüp Düğünlerinde Nahıl, Nevşehir Kültür ve Tarih Araştırmaları Dergisi, Sayı:12, Ağustos 2009. Kaya, Mustafa, Ürgüp’te Nahıl Âdeti ve Değişim Süreci, Folklor/Edebiyat Dergisi, Sayı:2, Şubat 1995. Metin, Nazlı, Nevşehir İli Ürgüp İlçesinin Sosyo-Kültürel ve Ekonomik Yapısı, Yayımlanmamış Yükseklisans Tezi, Niğde Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Niğde, 2010. Somyürek, H. İbrahim, Ürgüp Düğünlerinde Nahılın Yeri ve Yapılışı, Gelenekler, Ürgüp Dergisi, Sayı:9, Temmuz-Eylül 1996. Şenel, Ümit, Nevşehir Yöresi Türkülerinin Melodik Yapı Bakımından Analizi, Yayımlanmamış Yükseklisans Tezi, Erciyes Üniversitesi Güzel Sanatlar Enstitüsü, Kayseri, 2009. Türkoğlu, Ömer, Ürgüp’te Nahıl Merasimi, Adana Mıntıkası Maarif Mecmuası, Sayı:5, Mayıs 1928 ( 2004 yılında Kayakapı Broşürünün 1. sayı 6. sayfasında tekrar yayımlanmıştır.) 438 1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u