Biyocoğrafya – Recep Efe

Transkript

Biyocoğrafya – Recep Efe
B YOCO RAFYA
I-Genel Prensipler
II-Bitki Co rafyas (Vejetasyon Co rafyas )
III-Zooco rafya (Hayvan Co rafyas )
Prof. Dr. Recep EFE
Bal kesir Üniversitesi
Fen-Edebiyat Fakültesi
Co rafya Bölümü
2. Bas m
2010
MKM Yay nc l k
Adres : Barış Mahallesi Aslanbey Sokak Arslan Apartmanı No:22/A Nilüfer /
BURSA
Telefon : 0224 223 03 00
2
Bu kitaptaki bilgi, aç klama, ekil, harita ve foto raflar yazar n yaz l izni
olmad kça k smen veya tamamen al n p yay nlanamaz. Bask , fotokopi ve teksir
yolu ile k smen olsa da ço alt lamaz. Her hakk sakl d r.
1.Bas m: 2004
2.Bas m: 2010
ISBN 978-605-5911-21-8
3
İ Çİ NDEKİ LER
4
5
6
7
8
9
10
11
12
13
14
15
I. KISIM
Biyocoğrafya’da
GENEL
PRENSİ PLER
I. BÖLÜM
1. Bİ YOCOĞRAFYA NEDİ R?
Biyocoğrafya kelime olarak canlılar coğrafyası demektir. Bio canlı,
geography
coğrafya kelimelerinin birleşmesinden ve Türkçe’leşmesinden
meydana gelmiştir. Aynı kelime Biogeographie (Alm), biogeografhie (Fr),
biogeography (İ ng.) coğrafya-yı hayati veya hayati coğrafya (Osm.) olarak
bilinir.
Gerek karalarda, gerek okyanus, deniz ve göllerde, gerekse atmosferin
değişik yerlerinde yaşayan bütün canlılar aynı gezegeni paylaşmaktadır. Artan
insan nüfusu ve azalan kaynaklar günden güne doğal ortamın bozulmasına ve
canlıların yaşam alanlarının daralmasına neden olmaktadır. Bu nedenle, yeryüzü
ve onun üzerinde yaşayan canlıları inceleyen bilim adamları, dünya gezeneni ve
canlıların burada en iyi şekilde nasıl yaşayacağını araştırmaktadır. Bu insanlığın
ve gezegenimizin geleceği açısından büyük önem taşımaktadır.
Dünyamızdaki ekosistemleri belirleyen, bunları bir çok yönden etkileyen
ve birbiri ile karşılıklı etkileşim halinde olan dört küre vardır. Bunlar; atmosfer,
hidrosfer, litosfer ve biyosferdir. Biyocoğrafya; dünyada denizlerin
derinliklerinden atmosferin üst seviyelerine kadar, litosfer, atmosfer, ve
hidrosferin biyosfer olarak bilinen canlı kesimini inceleyen bilim dalıdır. Diğer
bir ifade ile biyocoğrafya yeryüzünde (litosfer, hidrosfer, atmosfer) bulunan
bitki ve hayvanların dağılışını, bu dağılışa etki eden coğrafi faktörleri inceler.
Biyocoğrafya; ‘canlılar nerede ve nasıl yaşar?’ ‘Burada yaşamaya ne zaman ve
nasıl başladılar?’ ‘Neden buralarda yaşar?’ ‘Buralarda yaşamalarını hangi
coğrafi faktörler belirlemektedir?’ gibi sorularının cevabını vermeye çalışır.
CANLILAR
Bitkiler
Hayvanlar
↓
↓
Nerede bulunur?
Nerede yaşar?
Neden orada yetişir?
Neden orada yaşar?
Yetişme şartları nelerdir?
Yaşam şartları nelerdir?
Ekosistemin diğer öğeleriyle ilişkileri nasıldır?
Canlıların yaşamlarını sürdürdüğü küreye biyosfer (canlı küre) denir.
Biyosfer dünya gezegeninde bulunan üç küre olan litosfer, atmosfer ve hidrosfer
ile sürekli etkileşim halindedir. Bu nedenle biyosfere; litosfer, hidrosfer ve
atmosferin canlı kısmı da denir. Canlıların yaşadığı küre olan biyosfer bunların
17
her üçünü de kaplar. Bu nedenle biyosferin yerkürede (ekosfer) ayrı ve özel bir
yeri vardır. Biyocoğrafya, biyosferdeki herhangi bir elemanla değil bunların
yeryüzündeki dağılışı ve bu dağılışı etkileyen faktörlerle ilgilenir. Yeryüzünde
bulunan canlı ve cansız varlıklar arasındaki ilişki canlıların dağılışını ve yaşam
biçimini de etkiler. Ekosistemlerdeki cansız çevre elemanlarından olan iklim,
jeoloji, topografya, sular, ile canlı çevre elemanları; bitkiler, hayvanlar ve insan
arasında sürekli bir etkileşim vardır. Bu nedenle biyosfer içinde meydana gelen
olayları incelerken diğer çevrelerle olan etkileşimi de göz önünde bulundurmak
gerekir. Canlıların yeryüzüne dağılışında iklim, toprak, jeomorfolojik özellikler,
su, gibi faktörler etkili olur. Çevremizi oluşturan atmosfer, hidrosfer ve
litosferin birbiri ile olan ilişkilerinin anlaşılmasında biyocoğrafyanın önemli bir
rolü vardır. Ayrıca yeyüzünde yaşamını sürdüren canlıların çeşitliliği
ekosistemlerin sağlıklı olup olmadığı konusunda önemli bir göstergedir.
Şekil 1: Biyocoğrafyanın ilgili olduğu bilimler
Biyocoğrafyayı 3 alt bölüme ayırabiliriz. Tarihsel biyocoğrafya; geçmiş
dönemlerde, kıta oluşumları, global iklim değişiklikleri ve diğer geniş çaplı
çevresel faktörlerin canlılara etkisini inceler. Ekolojik biyocoğrafya canlıların
çevre ile ilişkilerini, analitik biyocoğrafya ise canlıların bugünkü yaşamını ve
yeryüzünde dağılışını araştırır. Biyocoğrafyanın; biyoloji, ekoloji, jeoloji,
18
klimatoloji, pedoloji, jeomorfoloji, botanik, zooloji, genetik ve coğrafyanın
diğer konularıyla da ilişkisi vardır (Şekil 1).
Biyocoğrafya, uygulamada; Bitki coğrafyası ve Hayvan coğrafyası
olarak 2’ye ayrılır. Bitki coğrayası; bitkilerin yüryüzündeki dağılışı ve bu
dağılışa etki eden faktörleri inceler. Hayvan coğrafyası ise hayvanların dağılışı
ve bu dağılışa etki eden faktörler üzerinde durur. Hayvanların hareket kabiliyeti
olması nedeniyle incelemek ve araştırmak bitkilere göre daha zordur. Bu
nedenle günümüzde bitki coğrafyası zoocoğrafyaya göre daha çok gelişmiştir.
2. Bİ YOCOĞRAFYA’NIN TARİ HSEL
GELİ Şİ Mİ
Yeryüzünün değişik yerlerinde farklı hayvan ve bitki türlerinin olduğu
tarih boyunca bir çok düşünür ve bilim adamı tarafından belirtilmiştir. 15.
yüzyıl sonuna kadar biyocoğrafya ile ilgili çalışmalar sadece Ortadoğu ve
Avrupa ile sınırlı kalmıştır. 15. yüzyıl sonunda başlayan coğrafi keşifler hayvan
ve bitkilerin yeryüzündeki dağılışları ile ilgili daha ayrıntılı bilgileri elde
etmemizi sağlamıştır.
Dünyanın dinamik bir yapıda olduğu bitkileri ile diğer fiziki öğeler
arasında bir ilişki olduğu Aristo (MÖ. 384-322) tarafından belirtilmiştir. Biruni
(973-1051), ünlü İ slam bilginlerinden olup astronomi, matematik, doğa
bilimleri, coğrafya ve tarih alanındaki çalışmalarıyla tanınır. Bitki ve
hayvanlarla ilgili bilgiler içeren eserleri vardır. Ahmad Ibn al-Baitar (Ö. 1248)
13.yüzyılda yaşamış ünlü botanikçidir. İ spanya, Kuzey Afrika, Anadolu,
Filistin’i dolaşmış ve bitki örnekleri toplayarak bunlar hakkında bilgiler içeren
Kitab al-Jami fi al-Adwiya al-Mufrada adlı kitabı yazmıştır. Kitapta 1400 bitki
ile ilgili bilgiler yer almaktadır.
İ bn-i Batuta (1304-1368) 14. yüzyılda 117.000 km yol katederek
Balkanlar, Anadolu, Ukrayna, Kafkaslar, Çin, Hindistan, Srilanka, Maldivler
dahil bir çok ülkeyi gezmiş buralarda gördüğü hayvan ve bitkiler hakkında
bilgileri derlemiştir.
15. yüzyılda başlayan coğrafi keşifler hayvan ve bitkilerin yeryüzüne
dağılışları ile ilgili daha ayrıntılı bilgileri elde etmemizi sağlamıştır. Yeni kara
parçalarının bulunması ile yeryüzündeki bitki ve hayvanların dağılışı hakkında
daha çok bilgi elde edilmiştir.
Amerika kıtasına 1492’de ulaşan Kolomb (1451-1506) Amerika’da
gördüğü ağaçların ve kuşların Avrupa katısındakilerden farklı olduğunu
belirtmiştir. Vasco de Gama (1469-1524) ve Ferdinand Magellan (1480-1521)
gibi kaşiflerin yeni yerleri keşfetmesi biyocoğrafyanın gelişmesine katkıda
bulunmuştur.
19
Abu Raihan Al Biruni (973-1051)
Ahmad İ bn Al Baitar (Ö.1248)
Evliya Çelebi (1611-1683) 17. yüzyılda yaşamış ve 10 ciltlik gezi
defterinde birçok bitki bilimiyle ilgili kayıtlar vermiş, gezdiği yerlerin bitki
örtüsü ve yetiştirilen tarım bitkileri hakkında önemli bilgiler vermiş bir Türk
gezginidir. Seyehatnamesinde Trakya ve Anadolu’dan 30 ağaç, 35 meyve, 10
tahıl ve baklagil, 15 sebze, 30 çiçek, 8 doğal ot adı vardır.
Van der Mijle’nin 1667 de “hayvanların kökeni ve insanların göçü”
Acosta 1594 te “kara köprüleri, yaratılışın merkezleri” ve John Ray 1691’de
“doğal bitki toplulukları ve sınıflaması“ konularında yaptıkları çalışmalar
biyocoğrafya açısından önem taşıyan eserlerdir. John Ray’in en önemli eseri:
Historia Plantarum, olup bu çalışma “taksonomi’ ye atılan ilk adımdır.
Christophe Kolomb
(1451-1506)
Vasco de Gama
(1469-1524)
20
Ferdinand
Magellan (1480-1521)
Comte de Buffon (1707-1788) 44 ciltlik “doğa tarihi” (Histoire
naturelle) kitabı yazmış, kitapta bitki türleri hakkında bilgiler vermiş ve coğrafi
izolasyon ile ilgili teori geliştirmiştir.
Carl von Linne (1707-1778) yaptığı “Sistema Naturae” adlı çalışması
bitki coğrafyası bakımından bir devrim niteliği taşır. Linne bu çalışmasında
bitki sınıflaması, doğal döngüler, karşılıklı ilişkiler hakkında bilgiler vermiştir.
Linaeus, biyoloji ve botanikte sınıflandırma esasını getirmiş, bütün
canlıları bir cetvelde göstermiştir. Onun bu metodu, bugün de kullanılmaktadır.
Linaeus’nin yapmış olduğu sınıflamada kayın (Fagus orientalis) aşağıdaki gibi
yeralmaktadır.
Alem
Bölüm
Sınıf
Takım
Familya
Cins
Tür
Plantae
Magnoliophyta
Magnoliopsida
Fagales
Fagaceae
Fagus
orientalis
Alexander von Humbolt: ’’’Friedrich Wilhelm Heinrich Alexander’’’
Freiherr ’’’von Humboldt’’’, (14 Eylül 1769, Berlin–6 Mayıs 1859, Berlin)
Prusyalı doğabilimci, kâşif, filozof ve dilbilimcidir. Humboldt’un botanik
coğrafya üzerine yaptığı çalışmalar biyocoğrafya dalının temelini oluşturmuştur.
Humbold, coğrayfya dışında yerbilimlerinin de ilk temsilcisi sayılır.
John Ray (1627-1705)
Carl von Linne (1707-1778)
21
Coğrafya bilmine bilimsel anlamda gezi-gözlem metodu ile birlikte,
neden-sonuç, dağılış ve ilgi prensiplerini kazandırmıştır. Bununla birlikte
izoterm, izohips, izobat, profil ve kesit gibi yardımcı ifade şekillerini de
kullanan ilk kişidir. Humbolt soğuk su akıntısını keşfetmiştir. Gezilerinde elde
ettiği bilgiler çağdaş bilimsel keşifler döneminin başlangıcı olarak kabul edilir.
Dünya’daki değişik bölgelerin coğrafi yapıları ile bitkiler ile hayvan varlığı
arasındaki ilişkiler üzerinde durmuştur. 1799 ile 1804 yılları arasında Güney ve
Orta Amerika’ya giden von Humboldt burada yaptığı keşif gezilerinin
sonucunda bilimsel açıdan bu kıtayı betimleyen ilk bilim adamı olmuştur.
Yaklaşık 21 yıl boyunca bu gezilerinde karşılaştıklarını devasa bir eserde
toplamıştır. Atlantik Okyanusu’nun iki kıyısında yer alan kara parçalarının
(özellikle Güney Amerika ve Afrika’nın) bir zamanlar birleşik olduğunu öneren
ilk Humboldt olmuştur. Hayatının son dönemlerinde yazdığı ’’Kosmos’’ adlı
eserinde dünya üzerine bilgi toplayan çeşitli bilim dallarını birleştirmeye
çalışmıştır. Humboldt aralarında Joseph-Louis Gay-Lussac, Justus von Liebig,
Louis Agassiz, ve Matthew Fontaine Maury’nin bulunduğu bir çok
bilimadamıyla çalışmış ve çalışmalarını desteklemiştir.
James Hutton (1726 - 1797 )
Alexander van Humbolt (1769-1859)
Biyocoğrafyanın gelişmesinde Charles Darwin ve Alfred Russel Wallace
önemli bir yer tutar. Charles Darwin (12 Şubat 1809- 19 Nisan 1882) yazdığı
“Voyage of the Beagle, The origin of Species “ ve Wallece ile birlikte yazdıkları
“On the Tendency of Species to form varieties and on the Perpetuation of
Varieties and Species by Natural means of Selection” adlı kitaplar yeryüzündeki
bitki ve hayvan dağılışı ile ilgili bilgiler vermektedir. Bu eserlerde coğrafi
izolasyon, dağılış, yok olma ile tarihi biyocoğrafya konuları ayrıntılı şekilde
incelenmiştir. Darwin geliştirdiği doğal seçilim yoluyla evrim kuramı (teorisi)
22
ile canlıların ve türlerin doğal seçilim ile ortak bir kökenden evrimleşerek
ortaya çıktığını teorisini ortaya atmıştır. Darwin’in, doğal seçilim yoluyla evrim
kuramını anlattığı “Türlerin Kökeni” adlı eseri 1859’da yayınlanmıştır.
Phillip Sclater (1829-1913): İ ngiliz bilim adamı olup Darwin’in
yolundan gitmiş ve onun görüşlerini benimsemiştir. Tüneyen kuşların dağılışına
göre yeryüzü biyota haritasını oluşturmuştur. Altı bölgeden oluşan sınıflamada
Nearktik (Kuzey Amerika), Palearktik (Avrasya), Neotropikal (Orta ve Güney
Amerika), Etyopya (Afrika), Indika (Hindistan), Avustralyana (Avustralya).
Sclater belirlediği bu 6 bölgeyi “center of origin” olarak kabul etmiştir.
Charles Darwin (1809 -1882)
Alfred Russel Wallce 1823 -1913)
İ ngiliz doğa bilimcisi, coğrafyacı, antropolog ve biyolog olan Alfred
Russel Wallace (8 Ocak 1823 – 7 Kasım 1913) 1876’da yayınladığı
Hayvanların Coğrafi Dağılımı “The Geographical Distribution of Animals” adlı
eserinde, dünyadaki zoocoğrafya bölgelerinin sınırlarını çizmiştir. Russel
yeryüzünü hayvanların dağılışı açısından; Palearktik, Oryantal, Avustralya,
Etiyopya, Neotropikal, Nearktik, Antarktika olmak üzere yedi ana bölgeye
ayırmıştır. Wallace ise doğal seleksiyon, ada biyocoğrafyası ve modern
zoocoğrafya konularında çalışmalar yapmıştır. Günümüzde kullanılan
zoocoğrafya bölgeleri Wallece’in çalışmalarına dayanmaktadır.
23
II. BÖLÜM
1. Bİ YOSFER
Dünyada canlıların yaşadığı yaklaşık 18 km kalınlığındaki tabakaya
biyosfer ya da canlı küre denir. Biyosfer terimi 19.yüzyılın ikinci yarısından
itibaren kullanılmaya başlandı, fakat 20. yüzyılın başlarında benimsendi.
Biyosfer ya da canlı küre olarak bilinen yeryüzünün biyolojik olarak aktif olan
bu bölümü; hidrosfer, litosfer ve atmosfer arasında yer alır. Canlıküre,
yeryüzünü oluşturan dört ana öğe içinde sınırları en belirsiz olanıdır. Bu zon
okyanus dibinden başlayarak atmosferde yaklaşık 10 000m’lik bir yüksekliğe
kadar olan alanı kapsar. Karalarda yaşayan canlılar için biyosfer 6800, yeşil
bitkiler için 6200 m yüksekliğe kadar çıkabilir. Deniz altında ise 5000
m.derinlikte canlıların yaşadığı saptanmıştır.
Atmosfer, gezegenimizi çevreleyen hava tabakasını içerir. Litosfer
yeryüzünün katı bölümüdür. Hidrosfer ise yeryüzündeki suları oluşturur. Bu üç
küre biyosfere göre daha belirgindir. Biyosfer ise, diğer üç kürenin canlı
kesimini de kapsayacak şekildedir. Bazı araştırıcılar bunlara 4. küre olarak
pedosferi de eklemektedir.
Yerküreyi saran atmosferin alt tabakaları ile litosferin canlıları
barındırmaya uygun bulunan derinliğine kadar olan kısmı arasında kalan yaşam
dünyasına biyosfer denir. Yeryüzünde bulunan bitki ve hayvanların büyük bir
çoğunluğu atmosfer ve litosferde, bazıları ise hidrosferde yaşamlarını sürdürür.
Bitkiler belirli yerlerde sabit olarak yaşarken hayvanların bazıları litosfer,
atmosfer ve hidrosfer arasında sürekli yer değiştirir.
Atmosferde canlıların yaşayabileceği üst sınır 6500 metredir. Bunun
üzerindeki alanlar, hava yoğunluğunun düşük olması ve yeterli miktarda oksijen
bulunmaması nedeniyle hayvanların yaşamasına elverişli değildir. Bu
seviyelerde bulunan yoğun ultraviyole ışınları canlılara zarar verir. Sadece bazı
aktif olmayan hareketsiz (dormant) sporlar ile aeroplanktonlar atmosferde 9000
m yüksekliğe kadar taşınabilirler.
Litosferin sadece 1/3 lik kısmı karalardan oluşur. Yeryüzünün toplam
alanı 510 milyon km2’dir. Bunun 361 milyon km2’si deniz, 149 milyon km2’lik
kısmı ise karadır. Ayrıca karaların 15 milyon km2’lik kısmı buzullarla kaplıdır.
Bitki ve hayvanların büyük bir kısmı litosferi ince bir örtü şeklinde saran toprak
üzerinde yaşar.
Suların derin kısımları, yetersiz oksijen, düşük sıcaklık ve yüksek basınç
nedeniyle bir kaç hayvan türü dışında hayvanların büyük bir bölümü için
yaşamaya elverişli değildir. Hidrosferin biyosfer içinde bu kadar geniş bir alan
kaplamasına rağmen burada yaşayan hayvanların biyokütlesi (kuru ağırlık veya
24
hacim olarak toplam kütle) karalarda yaşayanlara göre çok azdır (Tablo 1).
Denizlerde yaşayan bitki biyokütlesi hayvanlardan daha azdır ve bunların büyük
bir bölümü bir hücreli mikroskopik organizmalardan oluşur.
Ekosistem
Alan
(106 km2)
Karasal
Denizel
Toplam
149.0
361.0
510.0
Toplam bitki
biyokütlesi
(kuru madde) (109 t)
1837.0
3.9
1841.0
Ortalama NPÜ (kuru
madde) (gm -2 yıl –1)
773.0
152.0
333.0
Tablo 1: Kara ve deniz ekosistemlerinin bitki biyokütlesi ve ortalama net primer
üretimleri (Whittaker, 1975).
Şekil 2: Biyosferin diğer kürelerle ilişkisi.
25
2. CANLILARIN ADLANDIRILMASI VE
SINIFLANDIRILMASI
Biyosferdeki canlılar; bir hücreliler den başlayarak daha karışık formdaki
bitki ve hayvanlara kadar çok çeşitlidir. Yeryüzünde bugüne kadar tespit
edilmiş yaklaşık 550 bin tür bitki ve 1.2 milyon tür hayvan vardır. Fakat toplam
canlı sayısının 5 milyon civarında olduğu tahmin edilmektedir. Bunların büyük
bir kısmı tropikal yağmur ormanları ve çevresinde yaşamaktadır.
Biyosferin en fazla göze çarpan unsurları, toplam canlıların çok az bir
kısmını oluşturan kara hayvanları ile canlıların büyük bir kısmını medana
getiren bitkilerdir. Sularda yaşayan hayvanların ve bitkilerin büyük bir kısmını
mikroskopik canlılar oluşturur.
2.1. Canlıların Tanımlanması ve Adlandırılması
Canlıların bilimsel ve düzenli bir biçimde araştırılabilmesi için bilimsel
metotlarla tanımlanarak isimlendirilirler. Bir organizma bilim dünyasına ilk
defa tanıtılırken önce morfolojik özellikleri, daha sonra ekolojik ve biyolojik
özellikleri ortaya konur ve açıklanır. Çeşitli özellikleriyle ilk kez tanımlanan bir
canlı, bu kurallara göre isimlendirilir. Bütün bu işlemler, konusuyla ilgili bir
bilimsel yayın organında (dergi, kitap vb.) yayınlandığı zaman bilime
kazandırılmış olur.
Sinonim iki bilimsel isimden genç olanı junior sinonim, yaşlı olanı ise
senior sinonim olarak nitelendirilir. Takson için iki, ya da daha fazla sayıda
farklı isim, geçerli isim olarak Infra: alt, Subspecies: alttür. Infrasubspecific:
Alttür altı kategorisini işaret eder. Yapılan tanımlama morfolojik tanımlamadır.
Geçerli isim, ilgili kurallara uygun biçimde teklif edilen ve yayınlanan
tek bir bilimsel isimdir. Bu arada öncelik kuralları da nomenklatürde yaygın
biçimde dikkate alınır. Bu durumda, bir taksona ait, sinonim olan bilimsel
isimleri arasında en yaşlı (senior sinonim) olan taksonun geçerli ismi olarak
kabul edilir. Diğer isimler geçersiz sinonim isimlerdir.
Bir türün yayılış alanı içerisinde, bölgenin topoğrafik, biyotik ve abiyotik
özelliklerinden dolayı birden fazla sayıda alttür olarak nitelendirilebilen
farklılaşmış populasyonları bulunabilir. Bu takdirde de türün geçerli ismi,
içindeki alttürleri arasındaki en eski isimdir. Diğer bir ifadeyle, bir türün geçerli
ismi, kendi içindeki alttürlerin taşıdığı isimlerden daha genç olamaz. Bu durum
cins ve familya kategorisinde yer alan taksonlar için de geçerlidir (Kemal
Yıldız-Sistematiğin Esasları)
Nomenklatür, doğada halen yaşayan, ya da nesli tükenmiş olan
organizmaların bilimsel isimlendirme sistemidir. Hayvanların isimlendirilmesi
zoolojik nomenklatür, bitkiler botanik nomenklatürü, bakteriler ise
26
bakteriyolojik nomenklatür sistemine göre isimlendirilir. Zoolojik isimlendirme
sisteminin başlangıç tarihi 01.01.1758 dir. Bundan önceki tarihlerde yapılmış
tanım ve isimlendirmeler bugün geçerli değildir.
Binominal nomenklatür, ikili isimlendirme sistemidir. Yani bir tür en
az iki isimden oluşturulur. Birinci isim cins, ikinci ise tür kategorisindeki
taksonu yani epiteti ifade eder. Binominal isimlendirme Linnaeus ile 1758
tarihlerinde başlatılmış olup, önceki tarihlerde isimler ya tek (uninominal), ya
da çok isimli (plurinominal) idi. Şimdiki sistemde sadece cins ve familya
kategorilerindeki taksonlar adlandırılırken tek isim kullanılır. Bilimsel isimler
latince veya latinceleştirilmiş kelimeler olup en az iki harften meydana gelir ve
daima latin harfleriyle yazılır. Çift noktalı, şapkalı, çengelli ve bunun gibi
ä,é,è,â,ö,ü,ç,ş,ı,ê,ß harfler bilimsel isimlerde kullanılamaz. Cins ve familya
kategorisindeki isimler daima büyük harfle, buna karşılık tür ve alttür isimleri
küçük harfle yazılır. Üç isimli ise üçüncüsü alttüre aittir. İ simlerin sağında yer
alan şahıs soyadları, o taksonun bilimsel isminin yazarını işaret eder. Soyadın
sağında yer alan tarih ise ismin yayınlandığı yılı gösterir. Soyad ie tarih arasında
daima virgül bulunur. Bir taksonun bilimsel adı bazen birden fazla sayıda yazar
tarafından ortak olarak teklif edilmiş olabilir. Bu durumda, taksonun sağında
iki, üç veya daha fazla sayıda yazar soyadı bulunabilir. Örnek: Polyommatus
daphnis Denis & Schiffermüller,1775.
Takım ve familya isimleri çoğuldurlar. Familya adı belli bir cins adına
dayandırılarak türetilmiştir. Ranunculaceae familyası Ranunculus, Pinaceae
familyası Pinus cinsine dayalı olarak kurulur. Bir takım ismi herhangi bir
familya veya cinse dayalı olmayabilir.
Takson gruplarına ait son ekler
Cinsten daha büyük takson basamaklarına ait isimler cins isimlerine
yapılan ekler ile türetilmiştir. Bu isimlerin türetilmesinde kullanılan ekler
aşağıda verilmiştir.
Ae = e,
Au=Av,
C=Se,
Ch =k,
Oe=ö,
Ph=f,
Phy=fi
Sc=Ss,
Sch=Sk (ya da Şe)
S=(bazen)
Z, J=ye
27
Takson
Bitkiler Algler
Mantarlar Hayvanlar
Şube/Filum
-phyta
-mycota
-phyta
Alt şube/Alt Filum -phytina -phytina
-mycotina
Sınıf
-opsida -phyceae -mycetes
Alt sınıf
-idae
-phycidae -mycetidae
Takım
-ales
-ales
-ales
Alt takım
-ineae
-ineae
-ineae
Üst familya
-acea
-acea
-acea
-oidea
Familya
-aceae
-aceae
-aceae
-idae
Alt familya
-oideae -oideae
-oideae
-inae
Oymak
-eae
-eae
-eae
-ini
Alt oymak
-inae
-inae
-inae
-ina
Tablo 2: Taksonların ekleri
2.2. Canlıların Sınıflandırılması
Dünyadaki bütün canlıların bir adı vardır. Bu adlar her dile göre değiştiği
gibi aynı dilin konuşulduğu ülkelerin bölgelerinde bile farklı olabilmektedir.
Canlılara ad verme ilk insanlar birlikte başlamıştır. İ nsanoğlunun canlılarla
ilgisi çok eskidir. Mağaralarda ilkçağ insanlarının çizdiği hayvan ve bitki
resimleri bunun en belirgin kanıtıdır. Canlıları sınıflandırma ilk çağlarda basit
şekilde yapılmıştır. İ nsanlar bitkileri yenen, yenmeyen, zehirli, zehirsiz gibi
kullandıkları biçime göre sınıflandırmışlardır. Daha sonra bu sınıflandırma dış
görünüşlerine göre yapılmış ve bitkiler 1800’lü yıllara kadar otsu, çalımsı,
ağaçsı gibi gruplara ayrılmışlardır.
Darwin’in evrim teorisini ortaya atışı ile tüm canlı organizmalarda
filogenetik (akrabalık ilişkisi) sınıflandırma yapılmaya başlamıştır. Yani
Darwin’den sonraki dönemde aşağı yukarı tüm sınıflandırmalar bitkilerin ve
hayvanların evrimsel gelişmişliklerine göre yapılmıştır. Modern sınıflandırma,
Carolus Linnaeus’un, türlerin fiziksel özelliklerine göre sınıflandırılması
sistemini temel alır. Bu sınıflandırma Linnaeus’dan beri Darwinci prensibin
genel kuralları ışığında birçok düzenlemeye uğramıştır. Moleküler
sınıflandırmanın, kullandığı DNA analizi yöntemi ile bu sınıflandırmanın birçok
ilkesi de değişmiştir ve değişmeye devam etmektedir. Bilimsel sınıflandırma bir
bilim olarak taksonomi veya sistematik ile ilişkilidir.
Yaşayan canlıları gruplar halinde düzenleme konusunda ilk girişimler
Mezopotamya uygarlığının bilginleri tarafından yapılmıştır. Bu zamanda Asur
28
uygarlığında yaşayan filozoflar köpek, aslan, çakal gibi canlıları köpekgiller,
at, eşek, deve gibi canlıları da atgiller gruplarına sokmuşlardır.
Hippocrates (M.Ö. 460-377) ve Democritus (M. Ö. 460-370) gibi
Yunanlı bilginler hayvanlar üzerinde ilk bilimsel çalışmaları yapmışlardır.
Hippocrates hayvan isimlerini saymış, fakat sınıflandırmasıyla ilgili bir
çalışma yapmamıştır. Aristo (M.Ö. 384-322) sınıflandırmada ilk rol oynayanlar
arasındadır. Yaşamının bir kısmını geçirdiği Midilli Adasında özellikle deniz
hayvanlarını inceleyip zoolojik araştırmalar yapmıştır.
Bitkilerle ilgili çalışmalarıyla bilinen Aristo’nun öğrencisi Theophrastos
(M.Ö. 372-287) 480 bitkinin ayrımını yapmıştır. Theophratos botaniği öncüsü
olarak anılır. Plinius (M.Ö. 23-M.S. 79) “Naturalis Historia” (Tabiat Tarihi)
eseriyle 1000 kadar faydalı bitkinin kültürü üzerinde bilgi vermiştir. Seville
kadısı İ bn-i Rüşd, 1172 yılında, Aristoteles’in kitabını de Anime (Hayvanlar)
adıyla kısaltıp tercüme etmiştir. Bu kitap daha sonraları Mitchell the Scot
tarafından latinceye çevrilmiştir.
Yeni Dünya (Amerika)’nın bir bölümünün keşfedilmesi hayvan
yaşamının yeni keşfedilen formlarına ait örnekler verilmesine ve tanımlamalar
yapılmasına neden olmuştur. 16. yüzyılın sonları ve 17. yüzyılın başları,
hayvanlar üzerine dikkatli araştırmaların yapılmaya başladığı dönemdir. Bu
çalışmalar öncelikle ailesel türlere yönelmiştir. Böylece organların benzerliği ile
başlayan sınıflandırma yavaş yavaş gelişerek anatomik temellere
dayandırılmaya başlanmıştır. Girolamo Fabrizio (1537 - 1619), Petrus
Severinus (1580 - 1656), William Harvey (1578 - 1657), Edward Tyson (1650 1708), Marcello Malpighi (1628 - 1694), Jan Swammerdam (1637 - 1680), ve
Robert Hooke (1635 - 1702) bilimsel sınıflandırmanın gelişmesinde katkıları
olan biliminsanlarıdır.
16. Yüzyıla kadar bitkiler tıbbi özellikleri ile ele alınmıştır. 16. yüzyılda
Andrea Cesalpino (Caesalpınus) (1519-1603) “De plantis” (Bitkiler hakkında)
adlı eseri ile bitkileri morfolojik esaslar üzerine ilk ayırımını yapan botanikçidir.
Daha sonra Kaspar Bauhin (1550-1624) 6000 bitki türünün tasnifini
yapmıştır. Bauhin adlandırmada yeni yöntemler kullanan ilk botanikçi olup
bugünkü familyalara benzer gruplar oluşturmuş ancak isimleri ve özellikleri
belirtmemiştir. Ayrıca bitkilere ikili isimlendirmenin esaslarını ilk ortaya koyan
botanikçidir.
İ ngiliz doğacı John Ray (1627-1705) bitkiler, hayvanlar ve din teolojisi
hakkında önemli eserler yayımlamıştır. Historia Plantarum adlı eserinde
bitkilerin sınıflandırılmasına getirdiği yaklaşım modern taksonomi için önemli
bir adımdır.
Ray bu eserinde daha önce kullanılan sınıflandırma sistemlerini
reddetmiş, bunun yerine gözlemler sonucu ortaya çıkan benzerliklere ve
farklılıklara göre bir sınıflandırma yapma yoluna gitmiştir. 1693 yılında
29
Takson
Taxon’un yaygın adı
Tespit edilen
tür sayısı
Toplam canlılar
içerisindeki yüzdesi
Bacteria
Gerçek bakteriler
9021
%0.5
Archaea
Tek Hücreli
Mikroorganizmalar
259
0.01
Bryophyta
Yosunlar
15000
0.9
Lycopodiophyta Kibrit otları
1275
0.07
Filicophyta
Eğreltiler
9500
0.5
Coniferophyta
Koniferler
876
0.03
Magnoliophyta
Çiçekli bitkiler
281825
16.0
Fungi
Mantarlar
100800
5.8
Porifera
Süngerler
9084
0.6
Cnidaria
Yakıcılar-Sölenterler
9000
0.5
Rotifera
Çarklı veya Tekerlekliler
1800
0.1
Platyhelminthes Yassı solucanlar
13780
0.8
Mollusca
Yumuşakçalar
85000
4.9
Annelida
Halkalı Solucanlar
14360
0.8
Nematoda
Yuvarlak Solucanlar
20000
1.1
Arachnida
Örümçekgiller
74445
4.3
Crustacea
Kabuklular
40000
2.2
Insecta
Böcekler
950000
54.0
Echinodermata
Derisidikenliler
6000
0.3
Chondrichthyes
Kıkırdaklı Kemikli
Balıklar
846
0.05
Actinopterygii
Işınsal yüzgeçliler
23712
1.4
Lissamphibia
Amfibiler
6433
0.4
Mammalia
Memeliler
5490
0.3
Chelonia
Kablumbağalar
290
0.02
Squamata
Kertenkele ve yılanlar
6850
0.4
Aves
Kuşlar
9998
0.6
Diğerleri
61000
3.0
TOPLAM
1756634
100
Tablo 3: Yeryüzünde tespit edilen tür sayıları
“Synopsis Methodica Animalium Quadrupedum Et Serpentini Generis”
isimli çalışmayı yayınlamıştır. Daha sonra böcekler ve kuşlar ile ilgili eseri
30
yayınlanmıştır. Bu araştırıcı da Aristo kurallarını esas aldı ve sınıflandırmada iç
morfoloji de kullandı. Ray’ın 1703’de 2. cildi yayınlanan “Metodus Plantarum”
adlı eseri 18000 kadar bitki türünü kapsamaktadır. İ sveçli Carl von Linnaeus
(1707-1778) hem botanik hem de zooloji alanına katkıları olmuştur. 1735
yılında sadece 11 sayfadan oluşan Systema Naturae isimli meşhur eserini
yayınlamıştır. 1737 yılında tüm bitki cinslerini “Genera Plantarum” (Bitki
cinsleri), “Species Plantarum” (Bitki türleri) adlı eserinde de 1000 cinse ait
yaklaşık 6000 bitki türünün açıklamasını yapmıştır.
1753 yılında yayınladığı bu eser ile ikili adlandırma sistemi (Binominal
Nomenklatür), yani 2 sözcükten oluşan (Cins adı+epitet adı= TÜR adı) bir
sistem geliştirmiştir. Sistematiğin temelini oluşturan bu sistem hem hayvan hem
de bitki sistematiğinde halen geçerliliğini korumaktadır. Bu eserde 4 bacaklılar
yerine ilk kez Mammalia terimini kullanılmıştır. Bu nedenle bugün herkes
Linné’yi taksonominin babası olarak tanır. Systema Naturae isimli kitabın
1758 yılında yayınlanan 10. baskısı Zoological Nomenclature (=Hayvansal
isimlendirme)’nin resmi başlangıcı olarak kabul edilmiştir. Böylece canlıların
bilimsel isimleri (Latince ve Yunanca) dünyanın her yerinde kullanılmaya
başlamıştır. Bu eserde 312 cinse bağlı 4370 hayvan ismi bulunmakta olup,
bunlar dört bacaklılar, kuşlar, amphibia’lar, balıklar, böcekler, solucanlar olarak
6 sınıfa ayrılmıştır:
Linnaeus’ nin öğrencisi olan Fabricius (1745-1808) 1775, 1782 ve 1804
yıllarında yayınladığı “Systema Entomologica” adlı eseriyle bütün böcek
faunasını ortaya koymaya çalışmıştır. Bu şekil bir çalışma, bugün bir insanın
çalışma gücünün çok üzerindedir ve hatta olanaksızdır. Bu nedenle bu bilginden
sonra gelen toksonomistler çalışmalarını tek bir familya veya alt familyaya,
hatta bunların da belirli bir coğrafi yayılış alanında bulunan türlerine
yöneltmişlerdir.
A.L. Jussieu (1748-1836) bitkiler aleminde ilk olarak doğal
sınıflandırmayı kullanan kişi olmuştur. A. Pyramus de Candollea (1778-1841)
sstematiğin anahatlarını ortaya koyan bir çalışmada161 familyanın sınırları
belirlemiştir.
Linnaeus ’den sonraki yüzyılda canlıların sınıflandırılması çalışmaları
daha da hızlanmıştır. Ancak biyolojik çeşitliliğin fazlalığı karşısında bilim
adamları belli gruplar üzerinde ihtisaslaşmaya yönelmek zorunda kalmışlardır.
Linnaeus eserlerinde bütün bitki ve hayvanların yanısıra bunlara ait fosilleri
dahi tanımlarken, 19. yüzyıl araştırıcıları sadece belli canlı grupları üzerinde
araştırmalarını sürdürebilmişlerdir.
Canlılar belirli özelliklere göre sınıflandırılmışlardır. Genel olarak kabul
gören sınıflama sistemi taksonomidir. Buna göre canlılar önce bitkiler alemi ve
hayvanlar alemi olarak iki büyük gruba ayrılmıştır. Bu çok genel bir
sınıflamadır. Daha sonra 1969 yılında Whittaker canlıları 5 gruba ayırmıştır.
Bunlar;
31
a-Monera Alemi (tek hücreden oluşan mikroskopik canlılar)
b-Protista Alemi (tek hücreli su canlıları)
c-Bitkiler Alemi (cok hücreli fotosentez yapan bitkiler)
d-Mantarlar Alemi (Fungi) (çok hücreli ayrıştırıcılar
e-Hayvanlar Alemi (çok hücreli tüketici hayvanlar)
Bu sınıflama hücre yapısı, canlının kendi yapısı ve besin temin etme
durumuna göre yapılmıştır. Monera alemi içinde yer alan bakterilerin hücreleri
mikrospokip olup çekirdek içermez. Protista aleminde yer alan canlıların büyük
bir kısmı tek hücrelidir. Bir çoğu fotosentez yapan ototrof üreticiler olup deniz
ve tatlı sularda Hayvanlar alemindeki canlılar çok hücreli olup, sürgerler,
sümüklü böcekler, amfibiler, böcekler, kuşlar, memeliler bu grupta yer alır.
2.3. Linnaeus Taksonomisi
Linnaeus Systema Naturae adlı eserinde modern sınıflandırma için
bilinen en iyi metodu tanıtmış ve sistematik zooloji, sistematik botanik ve
bilinen diğer sistematik türlerini oluşturmuştur. Linnaeus’dan önce, bazen
tanımlayıcı bir sıfat içeren bazen ise farklı birçok kelimeden oluşan
isimlendirme kullanılıyordu. Bilim adamları aynı tür için farklı isimler de
kullanabiliyorlardı. Bu adlandırma bilim dünyasında birçok karışıklığa neden
oldu. Linnaeus’un sistemi, bitki ve hayvan türlerine verilen bu farklı
isimlendirmeleri bir standarda ve kolay anlaşılan bir şekle kavuşturdu. Linnaeus
sistemini, cins, takım, sınıf gruplarını ekleyerek daha da geliştirdi.
Linnaeus, John Ray’in türler hakkındaki yaklaşımını benimsemiştir. Her
türün iki latince kelimeden oluşan bir birim ile adlandırılmasını önermiş ve bu
kullanımda ısrar etmiştir. Bu iki kelimelik yapının ilk kelimesi, yaşam
formunun ait olduğu cinsin ismidir. İ kinci kelime ise o cinsin değişik türlerini
belirtmek için kullanılan ve türün genel özelliklerine bağlı olarak seçilmiş
bağımsız bir kelimedir. Bu yaklaşım günümüzde kullanılan iki kelimelik
isimlendirme için temel teşkil etmiştir. Bu iki kelimelik isimler, türlere ait
bilimsel isimler veya türlerin sistematik isimleridir. Türlerin ayırt edilmesini
daha da kolaylaştırmak için iki kelimelik isimlendirme kullanılmaktadır.
Bilimsel adların doğru yazılması için; cins isimleri büyük harfle yazılır, tür
isimleri küçük harfle başlar, daha sonra yazar ismi ve yayın notu eklenmelidir.
Linnaeus sistemi, organizmaları gruplar hiyerarşisi içinde düzenler. Her
grup kendinden daha alt basamaktaki grupları içerir.
Taksonomide en fazla kullanılan takson basamakları şunlardır:
Domain
Âlem
Filum/Şube (Hayvanlar) ya da Bölüm (Bitkiler)
Sınıf
Takım
Familya
32
Cins
Tür
Alttür
Varyete
Kültivar
Form
Klon
Hibrid
Yukarıdaki sıralamadan da görüldüğü üzere takson basamaklarında alt
seviyelere inildikçe türlerdeki ortak özellikler arttığından bazen ön eklerle ara
basamaklar da oluşturulur. Örnek olarak;
Âlem (regnum)
Alt âlem (subregnum)
Üst bölüm/Üst şube (superdivisio)
Bölüm/Şube (divisio)
Alt bölüm/Alt şube (subdivisio)
Sınıf (classis)
Alt sınıf (subclassis)
İ nfra sınıf (Infraclassis)
Üst takım (superordo)
Takım (ordo)
Alt takım (subordo)
İ nfra takım (Infraordo)
Familya (familia)
Alt familya (subfamilia)
Oymak (tribus)
Alt oymak (subtribus)
Cins (genus)
Alt cins (subgenus)
Seksiyon (sectio)
Alt seksiyon (subsectio)
Seri (series)
Alt seri (subseries)
Tür (species)
Alt tür (subspecies)
Varyete, çeşit (varietas)
Alt varyete, (subvarietas)
Form (forma)
Alt form (subforma)
Kültivar (cultivars)
33
Kayın (Fagus orientalis) aşağıdaki gibi gözterilir.
Doğu Kayını (Fagus orientalis Lipsky)
Domain: Ökaryotlar (Eukarya)
Alem (Kingdom): Bitkiler ( Plantae)
Bölüm (Division): Magnoliophyta (Kapalı tohumlulur, (Çiçekli bitkiler)
Sınıf (Class): Magnoliopsida (iki çenekliler)
Takım (Order): Fagales
Familya (Family): Fagaceae
Cins (Genus): Fagus L.
Tür (Species): Fagus orientalis Lipsky
3. EKOSİ STEM
Ekosistem, biyosferdeki canlı ve cansız varlıkların birbirleriyle olan
ilişkilerini ifade edir. Belirli bir alanda bulunan canlılar ile bunları saran cansız
çevrelerinin karşılıklı ilişkileri ile meydana gelen ve süreklilik arz eden
sistemdir. Yeryüzünde bulunan canlı ve cansız bütün varlıklar arasında sürekli
bir ilişki vardır. Biyosfer, atmosfer, hidrosfer ve litosfer arasında birbirine bağlı
sayısız etkileşimler yer alır. Bu karşılıklı ilişkiler bir denge ve ahenk içinde
devam etmektedir. Karşılıklı olarak birbirlerine etki yapan canlılarla, cansız
maddelerin bulunduğu herhangi bir doğa parçası bir ekosistemdir. Biyosferdeki
doğal denge, bitki ve hayvanların gelişmesine imkan sağlayan şartların
bulunmasıyla olur. Canlıların birbiriyle ve fiziksel çevre ile olan ilişkileri
gelişmelerine imkan verdiği zaman doğal denge sağlanmış olur.
Cansız doğal çevre ile bu çevre içinde yaşamlarını sürdüren canlılar
arasındaki ilişkileri ve etkileşimleri inceleyen bilim dalına ekoloji adı verilir.
Ekoloji, Oikos (ev, mekan, çevre, yaşanacak yer) ve logos (bilim)
kelimelerinden oluşur.
Ekosistem içerisinde yer alan öğeler canlı ve cansız olmak üzere iki
grupta toplanır. Ekosistemin (ortam) cansız bölümünü toprak, kayalar, su, güneş
ışığı ve atmosfer meydana getirir. Canlı öğeleri ise bitkiler (üreticiler),
hayvanlar (tüketiciler) ve ayrıştırıcılardır. Bir ekosistemin canlı öğeleri olan
üreticiler, tüketiciler (hetotroflar), ayrıştırıcılar cansız çevre ile sıkı bir ilişki
içerisinde olup onunla birlikte varlıklarını sürdürürler. Açık bir sistem olan
ekosistemde, enerji ve besin giriş-çıkışı süreklidir.
3.1. Ekosistemlerin Boyutu
Ekosistemin sınırları ortam özelliğine göre değişir. Küçük bir gölcükten
okyanusa, Bir taştan dağ sırasına kadar değişik boyutlarda ekosistemler vardır.
Bir tepe (Çamlıca tepesi), bir vadi (Ballıkayalar vadisi), bir göl (Manyas gölü)
bir ekosistem olabildiği gibi, bir dağ sırası (Toros dağları), deniz (Marmara
denizi), okyanus (Pasifik okyanusu), doğal yöre (Ermenek havzası), veya bölge
34
(Akdeniz Bölgesi) de bir ekosistemdir. Ekosistem bütün biyosferi veya ekosferi
kapsayabilir. Dünya gezegeni bütün olarak bir ekosistem olup buna ekosfer
denir.
Ekosistemler hangi boyutta olursa olsun birbiri ile etkileşim halinde
olabilir. Büyük ekosistemde meydana gelen bir değişiklik, bu ekosistem içinde
bulunan daha küçük boyutlu diğer ekosistemleri de etkiler. Örneğin;
Türkiye’nin Akdeniz Bölgesi’nde yer alan Ermenek Çayı havzasınında
meydana gelen erozyon Silifke deltasına aşırı materyal birikime neden olarak
delta ekosistemini de etkiler. Delta alanındaki sulak alanların dolmasına,
deltanın genişlemesine neden olur.
Küçük boyutlu bir çok ekosistemde meydana gelen değişiklik bazen daha
büyük ekosistemlerde bozulmaya neden olabilmektedir. Akarsu havzasının orta
kesimlerinde yer alan sulak alanlar ve bataklıklar akarsu debisinin yüksek
olduğu dönemlerde artan suyu tutarak taşkınları önlemektedir. Bataklıkların
kurutulması akarsu ekosistemin büyük bir bölümünde değişiklik meydana
getirebilir. Örneğin Manyas ve Uluabat gölleri Susurluk havzasında akarsuyun
akışını düzenleyen ve kontrol eden iki önemli göl ve sulak alandır. Bunların
kurutulması ve doğal dengelerinin bozulması aşırı yağışlardan sonra Manyas ve
Karacabey ovalarında taşkınlara neden olması kaçınılmazdır.
3.2. Ekosistemlerin Özellikleri
Enerji giriş ve çıkışı: Bitki ve hayvanların gelişmesi, büyümesi, üretim
yapmaları ve hayatlarını devam ettirmeleri için enerji gerekir. Bu nedenle hangi
boyutta olursa olsun bütün ekosistemlere enerji girişi vardır. Ayrıca
ekosistemlerden enerji çıkışı da olmaktadır. Ekosistemlerin işleyişi bazı
dengelerin varlığına bağlıdır. Bu dengelerin bazıları çok hassas olup çok kolay
bir şekilde bozulabilir. Ekosistemlerin özellikleri ve fonksiyonları bir yerden
diğerine nasıl farklılık gösterir.
Ekosistem, incelenen nesnelerin işlevsel veya şekilsel özelliklerine göre
belirlenir. Fiziki çevrede bulunan su ve kara ekosistemleri birbirinden tamamen
farklıdır. Bu çevrelerde ekosistemler oluştukları klimatik rejimlere (tropikal,
ılıman, arktik) ve kimyasal özelliklerine (tuzlu, asit, alkalin) göre tarif edilir.
Kara ekosistemlerinde bitkiler hakim biyokütleyi oluşturur. Bu ekosistemde
hakim bitki formasyonuna göre (orman, çalı, ot) yapılan sınıflama ise
vejetasyon ekosisteminin en belirgin öğesidir. Yeryüzünde bulunan biyomlara
göre ise bitki ve hayvanlar belli başlı iklim sahalarına (yağmur ormanları,
Akdeniz, tundra, boreal orman biyomları gibi) ayrılır.
Ekosistemler bağımsız olamazlar. Ekosistem öğeleri birbirleriyle bir çok
bakımdan ilişki içindedir. Biyosfer, her biri daha büyük bir parçanın üyesi olan
birbirine bağlı birimlerden oluşur. Kapalı ekosistem yoktur ve her ekosistem bir
veya bir kaç yönden diğeri ile etkileşim halindedir.
35
Ekosistemlerin diğer bir ortak özelliği de kesintisiz bir güneş enerjisine
ihtiyaç duymalarıdır. Biyosferdeki bir ekosistemde meydana gelen madde kaybı
diğerine geçiş yapar. Yani bir ekosistemde meydana gelen enerji veya madde
kaybı diğeri için kazanç olur. Ekosistemlerde ne yeni bir enerji ortaya çıkar, ne
de enerji yok olur. Sadece birinden diğerine geçerek enerji yer değiştirir. Açık
olan çok sayıda ekosistemden oluşan biyosferin (ekosferin) kendisi kapalı bir
sistemdir.
Yeryüzündeki bütün ekosistemler aktiftir. Her ekosistemde madde ve
enerji dolaşımı sayesinde üreme, gelişim ve ölüm meydana gelir. Bu nedenle
dinamik ve değişebilen bir yapıya sahiptirler. Ekosistemler birbirlerine bağlıdır
ve dinamik olma özelliklerinden dolayı zaman içinde değişikliğe uğrayabilirler.
Örneğin; öncü ekosistem zamanla klimaks ekosistem haline gelebilir. Orman
yangını sonucunda doğal bitki örtüsünün tahrip olduğu bir kızılçam (Pinus
brutia) sahasında öncü ekosistem olarak önce ot formasyonu, daha sonra maki
türleri gelişmeye başlar. Bir süre sonra ortamın klimaks bitkisi olan kızılçamlar
sahaya yerleşir. Maki örtüsü yerleştikten sonra aşırı otlatma veya keçi
sürülerinin tahribi başlarsa sistem bozulur ve yerini başka bir sisteme bırakır.
Önce maki örtüsü tahrip olur ve yerine diz boyunu aşmayan türlerden oluşan
garig formasyonu gelir. İ nsan müdahalesi ile olan bu değişmelere antropojen
ekosistemler denir. Örneğin; Trakya’da tahrip olan meşe ormanlarının yerini
alan step formasyonu antropojen karakterlidir.
Ekosistemlerde sürekli bir denge vardır. Aksi halde ekosistemin işleyişi
ve düzeni bozulur. Bunun sonucunda ise ekosistemi oluşturan unsurlar ortadan
kalkar. Ekosistemin kazançlarını enerji ve kimyasal maddeler oluşturur.
Kimyasal maddeler sistem içinde bir kaç kez kullanılabilir. Fakat enerji bir defa
kullanılır. Bu nedenle madde döngüsü ile enerji akımı arasında önemli bir fark
ortaya çıkar.
Ekosistemlerde madde ve enerji döngüsü vardır. Ekosistemlerin başlıca
işlevini enerji akımı ve kimyasal madde döngüsü oluşturur. Kimyasal madde
döngüsü yeşil bitkilerin fotosentez için güneş ışığı altında ortamlarından su,
karbondioksit ve diğer inorganik elementleri almalarıyla başlar. Enerji akışı
üreticilerin güneş enerjisini fotosentezle kimyasal enerjiye dönüştürmesidir.
Bunun sonucu oluşan besin diğer organizmalara aktarılır. Dokularda biriken bu
maddeler beslenme yoluyla hayvanlara geçer ve hayvanların ölmesiyle
ayrıştırıcılar tarafından yeniden toprağa geri verilir.
3.3. Ekosistemin Öğeleri (Bileşenleri)
Ekosistemleri oluşturan öğeler canlı (biyotik) ve cansız (abiyotik) olmak
üzere iki grupta toplanır. Cansız öğeler; kayalar, yerşekilleri, iklim (yağış,
sıcaklık, rüzgar, ışık), güneş enerjisi, sular, mineraller, gazlardan meydana gelir.
Canlı öğeler ise bitkiler (üreticiler), tüketiciler (hayvanlar) ve bakteriler
(ayrıştırıcılar) dır.
36
3.3.1. Cansız (Abiyotik) Öğeler
Ekosistemin bir parçası olan cansız varlıklar; sıcaklık, ışık, oksijen,
karbon, azot, mineraller, kayalar, yer şekilleri, toprak ve sudan oluşur. Bu
öğeler canlıların yaşam alanlarının belirlenmesinde ve yeryüzüne dağılışında
önemli rol oynar.
3.3.1.1. Sıcaklık
İ klim elemanları olan sıcaklık, yağış, nem, ve rüzgar canlıların yaşam
ortamı (çevre, habitat) özelliklerini belirleyen faktörlerdir. Bunların her biri
yaşam için değişik derecelerde önem taşır. Karalarda ve sulardaki canlılar belirli
sıcaklık aralıklarında yaşamlarını sürdürebilir. Canlılar her nerede yaşarsa
yaşasın ekstrem sıcaklıklıkların ortaya çıkardığı olumsuz sonuçlara karşı
kendilerini koruyabilmektedir. Kutup ayısı çok soğuk şartlarda yaşamını
sürdürebilir ve aynı ortamda kış uykusuna yatabilir. Bazı kuşlar ve memeliler
kış mevsiminde meydana gelen soğuklardan kendilerini korumak için daha
sıcak yerlere göç ederek yaşamlarını geçici olarak buralarda sürdürür.
Çöllerdeki bazı hayvanlar ise aşırı sıcaklardan kendilerini korumak için oyuk ve
sığınaklara çekilirler. Toprak ve hava sıcaklığı kimyasal reaksiyonu etkiler.
Sıcaklığın mevsimlik değişimi, sıcak ve soğuk dönemlerin süresi, minimum ve
maksimum sıcaklıklar hayvan ve bitki dağılışını etkileyen önemli faktörlerdir.
Bitkilerin çiçek ve yaprak açması, gelişmesi sıcaklığı bağlı olarak değişir.
Bitkilerin sıcaklık istekleri farklıdır. Bazı bitkiler sıfırın altındaki sıcaklıklarda
yaşamlarını sürdürebilirken bazıları da daha yüksek sıcaklık ister. Huş (Betula
sp.) kuzey enlemlerde veya daha sıcak olan orta enlemlerde dağların yüksek
kesimlerinde görülür. Sıcaklık isteği yüksek olan keçiboynuzu (Ceratonia
siliqua) Türkiye’de sadece tipik Akdeniz ikliminin görüldüğü kesimlerde
bulunur. Bu bitki Marmara veya Karadeniz ikliminin ya da karasal iklimin etkili
olduğu sahalarda görülmez.
Hayvanların dağılışı bazen doğrudan hava sıcaklığı ile ilgili olup bazen
de toprak sıcaklığı ile bağlantılıdır. Toprak sıcaklığı hava hareketlerine, bitki
örtüsüne, toprağın rengine, su içeriğine, fiziksel ve kimyasal yapısına bağlı
olarak değişir. Devamlı güneş alan bölgelerin toprakları daha az ışın alan
yerlere göre daha sıcaktır. Kuzey yamaçlar, güney yamaçlara göre daha
soğuktur. Koyu renkli kuru topraklar açık renkli ve nemli topraklara göre daha
sıcaktır. Bitki örtüsünden yoksun topraklarda gece gündüz arasındaki ısı farkı
fazla olur. Humus tabakası taşlara göre ısıyı yavaş iletir.
Normal yaşam faaliyetlerini 0oC ile 50oC ler arasında sürdüren canlıların
bazı yerlerde –200oC ve 100oC de de yaşayabildikleri görülmüştür.
Sıcaklık, bitki ve hayvanların coğrafik dağılışları üzerinde etkili olan
faktörlerin başında gelir. Hayvan ve bitkilerin yeryüzünde dağılışı ile yıllık
izotermler arasında sıkı bir ilişki vardır. Örneğin Subtropikal kuşak içinde yer
37
alan Akdeniz havzasında görülen göçmen çekirgeler (Locusta migratoria) yıllık
ortalama sıcaklığın 20oC’nin altına düştüğü sahalarda görülmez. Yine mercanlar
yıllık sıcaklık ortalaması 20oC nin üzerinde olan tropikal denizlerde yaşar.
Kuzey kutbuna ve çevresindeki soğuk bölgelerde yer alan tundra bitki örtüsü
diğer iklim sahalarında görülmez. Yine tropikal sahalarda bulunan geniş
yapraklı gür ormanlar ılıman ve soğuk iklimlerde yer almaz.
Şekil 3: Ekosistemlerde madde, enerji kazanç ve kayıp şeması.
3.3.1.2. Su ve Nem
Yaşam için gerekli olan diğer bir maddedir. Su ihtiyacı canlılara göre
değişir. Canlıların dağılışı ve yaşam alanları suya bağlıdır. Bir çok canlı da suda
yaşar. Yerküredeki canlılar susuz yaşayamaz. Su; insan, bitki ve hayvanlar için
hayat kaynağıdır. Her türün su ihtiyacı farklıdır. Yağış, karalarda yaşayan
hayvanlar için su kaynağıdır. Yağış, sıcaklıkla birlikte yeryüzündeki hayvan ve
bitkilerin fiziki özelliklerini, tür zenginliğini ve yaşam faaliyetlerinin ritmini
belirleyen başlıca faktördür. Canlılar metabolik aktivitelerini sürdürmek için
hücre ve dokularında belirli oranda su bulundurmak zorundadır. Bitkilerin ise
topraktaki mineral maddeleri alabilmeleri ve fotosentez yapabilmeleri su ile
mümkündür. Bitki ve hayvanların bünyelerinde değişik oranlarda su bulunur.
Karalardaki canlılar, ihtiyaçları olan suyu bulmak ve bunu bünyelerinde
belirli bir süre tutmak zorundadır. Suyun korunması ve su kaybını ayarlamak
canlılar için büyük önem taşır. Bitkiler yaşamaları için gerekli suyu kökleriyle,
hayvanlar ise içerek alırlar. Kurak dönemde bitki köklerinin civarında bulunan
toprak tabakası kuruyarak setleşir ve kapilar suyun yukarıya doğru hareket
etmesi güçleşir. Buna kapilar gecikme denir. Bitki ihtiyacı olan suyu temin
38
edemediğinden solar. Hayvanlar vücut suyunun yaklaşık %20’lik kısmını
kaybettiği zaman yaşamı tehlikeye girer. Bazı hayvanlar uzun süre su içmeden
yaşayabilir. Örneğin; deve, kışın 2 ay, yazın ise 2 hafta su içmeden yaşayabilir.
Kullanılan terim
Özellik
Hayvan
Bitki
1
Hidrofil
Hidrofit
Devamlı suda yaşar
2
Higrofil
Higrofit
Çok nemli karasal ortamlarda yaşar
3
Mezofil
Mezofit
Orta derecede nemli yerlerde yaşar
4
Kserofil
Kserofit
Kurak ortamlarda yaşar. Çöl ve sahil
kumullarındaki hayvan ve bitkilerdir.
Tablo 4: Su ihtiyacına göre bitki ve hayvanlara verilen adlar ve özellikleri
Kanguru ise hiç su içmeden metabolik suyla yaşayabilen tek memelidir.
Bunun önlemini kanguru, idrar atımını ve terlemeyi durdurarak almıştır. Su ve
nemin hayvan davranışları üzerindeki diğer bir etkisi de göç şeklinde olur.
Atmosferdeki nem yeryüzündeki sularda meydana gelen buharlaşmayı
canlılardaki terlemeyi doğrudan etkiler. Bitki ve hayvanlar kuraklığı karşı
değişik yaşam şekillerine sahiptir. Canlılar suya olan ihtiyaçlarına göre 4 grupta
toplanır.
Foto 1, 2: Deve ve kanguru kurak sahalarda yaşayan uzun süre susuzluğa dayanabilen
hayvanlardır.
3.3.1.3. Okyanus, Deniz, Göl ve Akarsular
Yeryüzünün 2/3 lik kısmını kaplayan denizler hayvan varlığı bakımından
zengindir. Fakat denizlerdeki bitki türlerinin sayısı karalara göre çok azdır.
Sular deniz, göl, akarsu gibi farklı ortamlarda bulunur. Her birinin özelliği
değişik hayvan ve bitki türlerinin barınmasına imkan sağlar. Suların tuzlu olup
olmaması bitki ve hayvan dağılışını etkileyen önemli bir faktördür.
39
Su; canlıların coğrafi dağılışı başta olmak üzere gelişme hızı, yaşam
süresi, davranış biçimi üzerinde de etkili olur. Yerkürede canlıların dağılışında
suyun önemi büyüktür.
Hidrosferde yaklaşık olarak 1.4 milyar km3 su bulunmaktadır. Okyanus
ve denizlerin kapladığı alan yeryüzünün % 71’idir. Yeryüzündeki suyun % 98’i
okyanus, deniz, göl, akarsu, kayalar ve yeraltında sıvı olarak, % 1.7’si ise buzul
şeklinde katı halde bulunur.
Yerkürede bulunan su; atmosfer, okyanus ve karalar arasında katı, sıvı ve
gaz şeklinde yer değiştirir. Suyun ekosferdeki bu hareketine ‘hidrolojik dolaşım
(döngü) denir. Hidrolojik döngü ve su varlığı yağış ve buharlaşma oranları ile
bunların mevsimlik dağılışına bağlıdır. Suyun kalitesi, mineral içeriği, tuzluluk,
kirlilik önemlidir.
Sular kimyasal özelliklerine göre tuzlu ve tatlı olmak üzere ikiye ayrılır.
Ayrıca durgun (Lentik) ve akan (Lotik) olarak da ayırım yapılır.
Bazı hayvanlar sadece tatlı ve tuzlu sularda yaşarken bir kısmı da hem
tatlı ve hem de tuzlu sularda yaşayabilirler.
Ortam
Okyanus ve denizler
Buzullar
Tortul kayaçlar
Göller
Atmosfer
Akarsular
Toplam
Hacim (km3)
1.370.000.000
24.000.000
4.000.000
230.000
14.000
1.200
1.398.245.200
Oran (%)
97.8
1.7
0.3
0.002
0.001
0.00009
100.00
Tablo 5: Yerkürenin su rezervleri.
Tuzluluğu ‰ 34’ten daha az olan sulara acısu denir. Bunlar akarsu
ağızları, baltık denizi ve Karadenizde görülür. Tuzluluk derecesi ‰ 40’ tan
daha fazla olan sulara ise çok tuzlu su denir. Bu sularda Artemia türleri yaşar.
Suyun pH‘ı logaritmik olarak iyon haldeki hidrojen konsantrasyonudur.
Yani suyun içinde serbest halde bulunan hidrojen iyonu konsantrasyonu onun
pH’ını gösterir. Akarsu ve göllerin pH’ları çok farklı olduğu halde denizlerinki
7.5 - 8.4 arasındadır. Sularda yaşayan hayvan ve bitkiler, suyun kimyasal ve
fiziksel özelliklerine göre dağılış gösterirler. Sıcaklık, tuzluluk, pH değeri bu
dağılışta rol oynar.
3.3.1.4. Işık
Fotosentez yapan bitkilerin besin hazırlamaları için gereklidir. Öte yanda
bir çok hayvan da ışığa karşı duyarlıdır. Ekosisteme fotosentez yolu ile giren
güneş enerjisi ekosistemlerin işlemesini sağlar. Güneş enerjisi Yeryüzünde
tutulan ve kullanılan enerjinin sadece %01’lik kısmı fotosentez yolu ile
40
kimyasal enerji olarak depolanır (bitkilerde karbonhidrat olarak depolanır).
Işığın şiddeti, süresi ve yapısı canlılar için önemlidir. Işığın süresi enlem ve
mevsimlere bağlı olarak düzenli bir değişim gösterir. Bir sahada ışığın süresi,
gece-gündüz uzunluğuna, gece gündüz süresi ise enlem ve mevsimlere bağlıdır.
Ekvatordan kutuplara doğru mevsimlere göre gündüz veya gece süresi devamlı
uzar. Kutuplarda ise yılın yarısı gece, diğer yarısı da gündüzdür (Tablo 7).
Canlıların aktiviteleri ışığa bağlı olarak değişir. Kuşların mevsimlere göre
yaptığı göçlerde ve bitkilerin büyümelerinde ışığın etkisi vardır. Işık, bitkilerin
fotosentez, terleme, çimlenme ve çiçeklenmeleri üzerinde önemli bir etkiye
sahiptir. Memeli hayvanların ve kuşların üreme periyotları ışığa göre değişiklik
gösterir. Örneğin; serçelerin üreme periyodunda enlemlere bağlı olarak değişim
görülür. Ekvatordan kutuplara doğru gidildikçe 10o’lik enlem farkında,
serçelerin üreme periyotlarında 20-30 günlük kısalma görülür. Işığın şiddeti
fotosentez için önemlidir. Işığın şiddeti arttıkça fotosentez hızı da artar.
Güneşin doğması ve batması arasında ışınların yeryüzüne ulaştığı toplam
süreye fotoperiyod denir. Bu süre ekvator boyunca günde 12 saat olup
kutuplara doğru gittikçe değişir. Kuzey yarımkürede yaz aylarında fotoperiyod
süresi 12 saatten daha fazladır. Aynı dönemde güney yarımkürede kış olduğu
için bu süre 12 saatten daha kısa olmaktadır.
Enlem
70 o
75 o
80 o
85 o
90 o
Kutup gündüzü (gün)
65
105
134
161
186
Kutup gecesi (gün)
60
97
127
153
179
Tablo 6: Kutuplarda gece ve gündüzlerin süresi (Kocataş 1994’ten).
Enlem
0o
10 o
20 o
30 o
40 o
50 o
60 o
65 o
66 o 30o
En uzun gündüz
(saat-dakika)
12.00
12.35
13.13
13.56
14.51
16.09
18.30
21.09
24.00
En kısa gündüz
(saat-dakika)
12.00
11.25
10.47
10.04
9.09
7.51
5.30
2.51
0.00
Tablo 7: Enleme göre en uzun ve en kısa gündüz süresi (Kocataş 1994’ten)
41
3.3.1.5. Rüzgar
Rüzgarın hızı, buharlaşma, transpirasyonu etkiler. Basınç farkı nedeniyle
oluşan hava kütlesi hareketlerine rüzgar denir. Rüzgarın canlılar üzerindeki
etkisi esme yönü, şiddeti ve esme mesafesine göre değişir. Ayrıca rüzgar
sıcaklık ve nemlilik faktörlerini de etkiler. Rüzgarın canlılara etkisi mekanik ve
fizyolojik olur. Hızı saniyede 14 m’yi (yaklaşık 50 km/saat) geçen rüzgarlar
ağaçların kırılmasına veya devrilmesine neden olur. Belirli yönden devamlı esen
rüzgar, ağaçların belirli şekiller almasına ve rüzgarın esiş yönüne doğru eğilerek
şekillenmesini sağlar.
Ağaçların devrilmesi ve kökünden sökülmesine neden olan kuvvetli
rüzgarlar ekosisteme zarar verebilir. Devrilen ağaçlar orman içinde küçük
boşlukların ortaya çıkmasına neden olur. Bu boşluklar fazla güneş ışığı isteyen
nişlerin gelişmesini sağlar. Tayfun ve tornado gibi kuvvetli rüzgarlar sonucu
devrilen ağaçlar orman sahalarında büyük boşluklar oluşturur.
Rüzgar, toprak ve bitkilerde buharlaşmayı hızlandırdığından su
eksilmesine neden olur. Ayrıca rüzgar, bitki tohumlarının taşınmasına yardımcı
olur.
3.3.1.6.Toprak
Bitklerin köklerinin tutunması ve yetişmesi için gereklidir. Toprağın ve
suların pH düzeyi canlıların yaşamını ve dağılışını etkiler. Toprak; karada
yaşayan bitki, hayvan ve insanlar için hayat kaynağıdır. Bu çok değerli madde,
yeryüzünü ortalama kalınlığı 15 cm olan bir örtü şeklinde sarar.
Toprak, yeryüzünün en dış kısmında yer alır, ve canlı organizmaların
veya bitki köklerinin ulaşabileceği derinliğe kadar iner. Su, hava, güneş ışığı,
kayalar, bitkiler ve hayvanlar arasındaki etkileşimi sağlayarak bitki besin
maddesi üretme ve bunu depolama kabiliyeti toprağın en önemli özelliğidir.
Karalar yüzeyinde çok ince bir örtü olmasına rağmen toprak; atmosfer,
hidrosfer, biyosfer ve litosferin buluştuğu ortak temel fonksiyona sahiptir.
Toprak canlılar için bir durak ve yaşam yeridir. Bitki ve hayvanların bir
çoğu toprakla doğrudan ilişkilidir. Toprak ve bunun bulunmadığı yerlerde
litosferin üst katmanı hayvan ve bitki yaşamını, dağılımını etkiler. Bitkiler
bazen en zor şartlara bile adapte olabilirler. Bazı bitkiler dik kayalıklarda,
yamaç önündeki taş yığınlarında ve kayaların çatlaklarında (chasmophytes)
yetişebilir. Bitkilerin çoğu detritik malzemenin ve humusun bol olduğu yerlerde
daha kolay büyür (chomophytes). Atakama çölünde bulunan tamarugo
(Prosopis tamarugo) ve Prosopis alba gibi bitkiler suyun olmadığı bir ortamda
çok sert zeminde yaşamlarını sürdürmektedir. Bu bitkilerin düşen yaprakları
nem olmadığı için kolayca ayrışamaz ve yerde kalın bir örtü meydana getirir.
Toprağın pH’ı asit ve bazik olmasını belirler. Bazı bitkilerin asit
topraklarda dah iyi yetişdiği, bazılarının ise bazik toprakları tercih ettiği görülür.
42
Yulafotu (Helictotrichon pratense), akasma (Clematis vitalba), papazkülahı
(Euonymus europaeus), altınçiçeği (Helianthemum nummularium) kireçli
kayalar üzerinde yetişen bitki türlerinden bazılarıdır. Bazı hayvanlar yerin altına
barınaklarını yapar ve belirli bir dönem burada yaşar. Bunlar kazması kolay
yumuşak toprakları tercih eder. Kayalıkları tercih eden türler barınaklarını dik
kayalıklara yapar. Subalpin ve alpin kuşakta yaşayan cüce soreks (Sorex nanus)
kayalıklarda barınır. Amerika’da Kayalık Dağları’nda yaşayan Marmota
flaviventris (sarı karınlı marmot) ve Afrika’da bulunan (Sarı benekli Hyrax)
Heterohyrax brucei kayalık ve sarp yerlerde yaşayan diğer hayvanlardır.
Marmota flaviventris
Heterohyrax brucei
Foto 3, 4: Toprak ve canlılar arasındaki ilişki önemlidir. Marmota ve Heterohyrax
kaylık yerlerde yaşar.
Azonal ve intrazonal topraklar üzerinde belirli bitkiler yayılış gösterir.
Belirli bir zona bağlı olmayan topraklar üzerinde yer alan bitki toplulukları da
vardır. Bütün zonobiyomlarda küçük parçalar halinde bulunan pedobiyomlar
toprak türlerine göre farklılıklar gösterir. Taşlı topraklar üzerinde yer alanlara
litobiyom denir. Serpantin kayalar üzerinde yer alan litobiyom ilginç bir
örnektir. Serpantin ve buna benzer kayalar alüminyum bakımından fakirdir. Bu
nedenle bunlar üzerinde kil oluşumu çok yavaştır. Serpantinler üzerinde oluşan
topraklar aşırı erozyona uğradığından sığ, ayrıca mineral besin maddesi
bakımından fakir olur. Tabi; toprağın bu özelliği, üzerinde yetişen bitki örtüsü
de etkilemektedir. Serpantinler üzerinde seyrek bitki örtüsü olur. Eğimin fazla
olduğu kesimlerde ise hiç bitki görülmez.
3.3.1.7. Mineral Maddeler
Canlıların yaşamı için gerekli olan mineral maddelerin yoğunluğu bitki,
ve hayvanların dağılışını etkiler. Mineral maddelerin büyük bir kısmı toprakta
bulunur. Bununla birlikte suda da önemli miktarda mineral vardır. Mineral
maddeler toprağın verimliliğini etkileyen önemli unsurlardır. Toprağın bitki
yetiştirme kapasitesi vejetasyon için olduğu kadar bitkilerle beslenen hayvanlar
için de büyük önem taşır.
43
3.3.1.8. Tuzluluk
Toprak ve sulardaki tuzluluk da canlıların yaşamını etkiler. Tatlı sularda
yaşayan bitki ve hayvanların bir çoğu tuzlu sularda yaşayamaz. Akarsu
ağızlarında yaşayan hayvanlar tuzluluk değişimine karşı özel fizyolojik
mekanizmaları vardır.
3.3.1.9. Jeomorfolojik Özellikler
Yeryüzü şekilleri doğrudan veya dolaylı olarak bitki ve hayvanların
şaşam alanlarını ve yeryüzüne dağılışlarını etkiler. Yeryüzü şekilleri aynı
zamanda rüzgar, su, ışık gibi faktörlere de etki etmesi nedeniyle canlılar için
önemlidir. Yeryüzü şekilleri bitki ve hayvanların yaşam ortamlarını etkiler. Çok
dik yamaçlarda bitki ve hayvanların yaşaması güçleşir. Buralarda, sadece bu zor
şartlara adapte olabilen türler barınabilir. Ayrıca dik yamaçlarda toprak oluşumu
zorlaşır ve bu da bitki yetişmesini olumsuz şekilde etkiler. Buna karşılık eğimin
az olduğu kesimler bitki ve hayvan yaşamı için daha uygun ortamları oluşturur.
Yamaç ve bakı sıcaklık ve nem oranını etkilediği için bitki ve hayvan dağılışı
üzerinde de önemli bir rol oynar.
Yükselti, bakı ve eğim ekosistemin özelliklerini belirleyen
faktörlerdendir. Yükselti arttıkça, iklim şartları ön plana çıkar ve orobiyomlar
meydana gelir. Kuzey yarımkürede kuzeye bakan yamaçlar güney yamaca göre
daha soğuktur. Bu nedenle güneye ve kuzeye bakan yamaçlarda farklı bitki
örtüsü görülür. İ sviçre alplerinde güneye bakan yamaçlarda sıcağı seven
bitkiler; tüylü meşe (Quercus pubescens), salep (Orchis pallens), menekşe
(Viola mirabilis) yer alır. Kuzeye bakan yamaçta ise kayın (Fagus sylvatica),
Thlaspi alpestre gibi soğuğa dayanıklı bitkiler yayılış gösterir. Burada iki
yamaç arasında ortalama sıcaklık farkı yatay yönde 1000 km’lik bir enlem
farkına yakındır.
Cansız Öğeler
Canlı Öğeler
Üreticiler
1-Güneş enerjisi
1-Yeşil bitkiler
2-Su, nem ve 2-Algler
yağış
3-Yosunlar
3-Gazlar
4-Bakteriler
4-Sıcaklık
5-Toprak
5-Mineraller
6-Yer şekilleri
7-Rüzgar
Tüketiciler
1-Primer tüketiciler
(bitkilerle
beslenenler)
2-Sekonder tüketiciler
(et yiyenler)
3-Tersiyer tüketiciler
(et yiyen yırtıcılar)
4-Bitki ve et yiyenler
Tablo 8: Ekosistemlerin öğeleri
44
Ayrıştırıcılar
1-Bakteriler
2-Mantarlar
Dağ sıralarının nemli rüzgarlara karşı olan yamaçları, rüzgara karşı
olmayan yamaçlarına göre daha fazla yağış alır. Rüzgardan etkilenmeyen
yamaçlar yağmur gölgesinde kalır ve daha az yağış alır. Burada su isteği az olan
bitkiler görülür. Kuzey Amerika’nın kuzeybatısında kıyı boyunca uzanan
dağların denize bakan yamaçlarında ladin (Picea sitchensis), douglas göknarı
(Pseudotsuga menziesii) ve hemlock (Tsuga spp.) ormanları yer alır. İ ç
kesimlerde yağmur gölgesinde kalan sahada ve Kascade dağlarının Columbiya
nehri vadisinde yağış azalır ve burada kurakçıl çöl bitkileri hakim duruma
geçer.
Orta Toroslar’da Alanya-Anamur hattının kuzeydoğusundaki dağların
denize bakan yamaçları yükseltiye göre 1000 – 1500 mm arasında yağış alır.
Aynı kesimde denizden itibaren kızılçam (Pinus brutia), bunun tahrip olduğu
yerlerde maki, daha yüksek kesimlerde karaçam (Pinus nigra), göknar (Abies
cilicica), sedir (Cedrus libani) ve ardıçtan (Juniperus excelsa, J. foeditissima)
oluşan ormanlar görülür. Ormanın çalı katında ise kayacık (Ostria carpinifolia),
Akçaağaç (Acer sp.) gibi türler bulunur. Dağların iç kesimlere bakan yamaçları
ve buradaki Ermenek ve Mut havzaları yağmur gölgesinde kaldığı için yağış,
Ermenek havzasında 500 mm’ye Mut havzasında ise 300 mm’ye düşer. Bu
nedenle bu kesimde nem isteği az olan bitkiler ile özellikle Mut havzasında
kuraklığa uyum sağlamış türler kekik (Thymus sp.) geven (Astragalus sp.)
küdür adaçayı (Phlomis sp.) yer alır.
3.3.1.10. Ortamın Genel Özellikleri
Bir çok canlı bulunduğu ortamın şartlarına göre yaşamını sürdürür.
Hayvanların düşmanlardan kendilerini korumaları kamufle olmasıyla mümkün
olur. Bu da uygun ortama bağlıdır. Ortamın rengi, tekstürü ve deseni komuflajı
etkiler. Bitkiler için de habitatların boyutu, birbirine olan mesafeleri, habitatın
parçalanma durumu gibi faktörler önemlidir.
3.4. Canlı (Biyotik) Öğeler
Ekosistemi oluşturan canlı öğeler bitkiler (üreticiler), hayvanlar
(tüketiciler), ve bakteriler (ayrıştırıcılar) den meydana gelir.
3.4.1. Üreticiler (Bitkiler)
Biyosferin en önemli unsurlarından biri olan üreticiler, yeşil bitkiler ve
ototrafik organizmalardan oluşur. Bitkiler, fotosentez yolu ile canlılar için
organik madde üretirler. Güneşten gelen enerjiyi, CO2 ve H2O yardımıyla
organik bileşikler haline dönüştürür. Bunun sonucu güneş enerjisi kimyasal
enerjiye dönüşür. Bu enerjinin bir kısmı bitki tarafından kullanılır, geriye kalan
ise kimyasal enerji halinde depo edilir. Sistemdeki organik madde miktarı
(biyokütle) arttığı zaman ekosistemin verimliliği de artar.
45
3.4.2. Tüketiciler (Hayvanlar)
Tüketiciler, bitkisel ve hayvansal maddeleri veya her ikisine de yiyen
hayvanlardır. Bitkilerle beslenenlere otobur (otçul), hayvansal gıda ile
beslenenlere ise etobur (etçil) adı verilir. Bitkilerle beslenen ot yiyiciler et
yiyiciler tarafından tüketilirler.
3.4.3. Ayrıştırıcılar (Bakteri ve Mantarlar)
Ayrıştırıcılar organik maddeleri ayrıştırarak, canlı dokularda biriken
kimyasal maddeleri yeniden canlılar tarafından kullanılabilir hale getirir.
Bakteri ve mantarlardan oluşan ayrıştırıcılar, bitki ve hayvan kalıntılarını
parçalayıp ayrıştırarak mineral, su ve karbondioksitin açığa çıkmasına yardımcı
olurlar.
Litosfer, hidrosfer ve atmosfer ile canlı öğeler olan üreticiler, tüketiciler
ve ayrıştırıcılar arasında sürekli bir etkileşim vardır. Canlı ve cansız öğeler
arasında olan bu etkileşim her birimin kendi içinde de olabilir. Akarsuların
aşındırma, taşıma ve biriktirme yapması litosfer ile hidrosfer arasında meydana
gelen karşılıklı etkileşimin bir sonucudur.
4. Bİ YOSFERDEKİ DÖNGÜLER
Biyosferde bulunan herhangi bir ekosistem madde ve enerji akışı ile
işlevini yapar. Hemen hemen bütün ekosistemler güneş enerjisine ihtiyaç duyar.
Sadece karanlık mağaralarda ve derin okyanus diplerindeki durum farklıdır.
Ekosistemlerin canlı bölümünde üreticiler (bitki), tüketiciler (hayvan) ve
ayrıştırıcıların (bakteri ve mantar) yer alır. Bunlar enerji döngüsünün en önemli
öğeleredir. Abiyotik döngüler ise karbon, oksijen, nitrojen, sedimanter ve
hidrolojik döngüden oluşur.
4.1. Enerji Döngüsü
Enerji güneşten gelerek fotosentez yapan canlılar vasıtasıyla besin
şekliyle bir canlıdan diğerine geçer. Biyosferdeki sistemler ve döngüler içinde
enerji akışı önemli bir yer tutar. Güneş enerjisi yeryüzündeki yaşamın temelini
oluşturur. Enerji akışı ve biyolojik döngü biyosferdeki organik ve inorganik
maddeleri bir ekolojik sistem veya ekosistem oluşturacak şekilde birbirine
bağlar. Güneş enerjisi ile fotosentez yapan bitkiler bünyelerinde biriktirdikleri
besin maddesinin bir kısmını kendi yaşamları için kullanır. Fakat bu besin
maddesinin çok büyük bir kısmı bitkilerle beslenen diğer canlılara geçer. Her
geçişte enerjinin bir kısmı kaybolur ve bir canlıdan diğerine geçen enerji miktarı
azalır. Ölü organizmaların ayrışması sonucu da kimyasal enerji açığa çıkar.
Sonuç olarak, üreticiler vasıtasıyla canlılar sistemine giren güneş enerjisi tekrar
cansızlar alemine geriye döner. Enerjinin bir canlıdan diğerine geçişine trofik
46
düzey denir. Yani her canlı bu döngüde bir trofik düzeydir. Yeryüzüne ulaşan
radyasyonun sadece % 1’lik kısmı yeryüzündeki canlılar tarafından kullanılır.
Bunun önemli bir kısmı bitkilerin fotosentez yapması için harcanır. Bitkilerin
fotosentez yolu ile atmosfere verdikleri karbon, hidrojen ve oksijen gibi
inorganik elementler canlı varlıklar için çok önemli olan karbonhidratları
oluştururlar. Yeşil bitkiler tarafından emilen ışık enerjisinin 1/6’i bu işlem için
kullanılır ve kalanı ise bitki dokusu için kimyasal ya da potansiyel besin
enerjisine dönüştürülür. Bitki dokularında depolanan bu besinler bitki
metabolizmasına ve diğer bütün organizmalara enerji sağlar.
4.1.2. Besin Zinciri (Döngüsü)
Biyosferde; enerji, su ve besin maddelerinin bir canlıdan diğerine
geçişine besin zinciri denir. Bu geçiş belirli düzeylerde ve basamaklar şeklinde
olur. Her basamakta zincirdeki enerjinin bir bölümü kaybolur. Şekil 4’te geyik
bitkileri yer ve onun enerjisini ve besin maddelerini alır. Geyik ise etçiller
tarafından yenir. Aynı sonuç meydana gelir. Her canlı bir önceki canlıdan aldığı
enerjinin bir kısmını kullanır ve geriye kalan enerji sonraki canlıya geçer (Şekil
4).
Şekil 4: Besin Zinciri
Bitkilerdeki besin zinciri ise güneş enerjisinin fotosentez yolu ile
tutulması ile başlar. Besin zincirindeki bitki ve algler primer üreticilerdir. Yeşil
bitkiler karbon dioksit ve suyu karbonhidratlara ve diğer biyokimyasal
moleküllere dönüştürmek için ışık enerjisi kullanırlar. Bu enerji değişim
sürecine fotosentez denir. Bitkiler otçullar tarafından, otçullar ise etçiller
tarafından yenerek besin bir canlıdan diğerine geçer.
Bitki →
Otçul →
Etçil
47
Primer üreticiler olan bitkiler tüketiciler için yaşam kaynağıdır. Bitkiler
yani primer üreticiler, otoburlar (tavşan, koyun, geyik, sığır vs.) tarafından
yenir. Bu hayvanlara primer tüketiciler denir. Otçul hayvanlar etçil
hayvanların besin kaynağıdır. Bunlar da sekonder tüketiciler veya yırtıcılardır.
Üçüncü ve son tüketiciler et yiyen kartal, baykuş, atmaca gibi daha güçlü
avcılardan oluşur. Kedi, köpek ve domuz gibi bazı hayvanlar ise hem bitki hem
de et yiyen tüketicilerdir. Üreticileri yiyen tüketiciler öldüğünde ayrıştırıcılar
devreye girer. Ölen canlılar ayrıştırıcı mikroorganizmalar tarafından parçalanır
ve yenir. Bakteri, mantar gibi ayrıştırıcılar ölü bitki ve hayvan hücrelerinde
depolanmış enerji ile beslenir. Üreticiler ve tüketiciler besin maddesi olarak
tekrar toprağa geri döner. Toprağa dönen besin maddeleri bitkiler tarafından
kullanılmaya başlar ve tekrar besin zincirine girer.
Foto 5: Erguvani Balıkçıl (Ardea purpurea) için kurbağa önemli bir besin kaynağıdır
(Foto: Hakan Perek).
Besin zincirinde enerjinin bir canlıdan diğerine geçmesi sırasında enerji
kaybı meydana gelir. Organizmalar aldıkları besinlerin bir kısmını kendi
yaşamlarını sürdürmek için kullanır. Besin zincirinin bir düzeyinde depolanan
enerjinin %10 ile % 50’lik bölümü diğer düzeye geçer. Her geçişte belirli
oranda bir enerji kaybı meydana gelir.
Karasal ekosistemlerde tüketicilerin (hayvan) biyokütlesi ve birey sayısı
yukarıya doğru her düzeyde azalır. Primer düzeyde çok sayıda hayvan yer
alırken bu sayı üçüncü seviyede bir kaç türe düşer.
48
Ekosistemdeki tür ve türlerin populasyonu bunlara gerekli olan
kaynakların varlığına bağlıdır. Eğer bu kaynaklar gerekli olan enerjiyi sürekli
olarak üretebilecek kapasitede ise hayvan populasyonu belirli bir düzeye çıkar.
Fakat döngü basit olmayıp her düzeyde birkaç hatta yüzlerce canlı yer alabilir.
Besin ilişkisi trofik düzeyde yer alan canlı sayısana, bulunabilirliliğine göre
değişir. Örneğin fare tek bir bitki ile beslenmeyip değişik ağaç yaprakları,
dallar, kökler, meyveler ve tahıllarla beslenir. Buna karşılık fare de onu yiyen
yılanın beslendiği hayvanlardan sadece bir tanesidir. Cünkü yılan aynı zamanda
kurbağa gibi besin zincirinde yer alan başka hayvanlarla da beslenir.
4.1.3. Besin Piramidi
Ekosistemi oluşturan canlı öğeler bir veya birkaç besin düzeyi oluşturur.
Bir canlının besin düzeyi onun enerji akış piramidindeki yerini belirler.
Primidin en altında primer üreticiler yer alır. Bunlar yeşil bitkiler ve bazı …….
……………………………………………………………………………
……………………………………………………………………………………
……………………………………………………………………………………
……………………………………………………………………………………
……………………………………………………………………………………
…………………………………………………………………………………..
49

Benzer belgeler

biyocoğrafya - CİHAN ALTUN

biyocoğrafya - CİHAN ALTUN oluşumları, küresel iklim değişiklikleri ve diğer geniş çaplı çevresel faktörlerin canlılara etkisini inceler. Ekolojik biyocoğrafya canlıların çevre ile ilişkilerini, analitik biyocoğrafya ise can...

Detaylı