küreselleşme sürecinde ceza politikalarındaki
Transkript
küreselleşme sürecinde ceza politikalarındaki
KÜRESELLEŞME SÜRECİNDE CEZA POLİTİKALARINDAKİ DÖNÜŞÜMLER∗ Yasemin ÖZDEK ∗∗ Özet: Bu çalışma, neoliberal küreselleşme politikalarının cezalandırma politikalarına olan yansımalarını konu almaktadır. Küreselleşme, yoksullaştırma ve cezalandırma politikaları arasındaki ilişkiyi ortaya koymak ve günümüzdeki “ceza reform” sürecinin genel çerçevesini ve anlamını belirlemek, çalışmanın temel amacıdır. Makalede, yeni ceza yasalarının reform ilkeleri ve reformun toplumsal, ekonomik ve politik boyutları incelenmektedir. Sosyal devletten sosyal kontrol politikalarına doğru yöneliş, daha baskıcı ceza yasalarını gündeme getirmekte ve hapishane nüfusu dünya çapında hızlı bir biçimde artmaktadır. Ceza politikalarındaki değişimin ana dinamiklerini, sosyal devletin tasfiyesine karşı gelişen toplumsal tepkilerin bastırılması, mahpus emeğinin sömürüsünün yoğunlaştırılması ve hapishanelerin özelleştirilmesi oluşturmaktadır. Makale, cezalandırma politikalarındaki dönüşümü devletin yeniden yapılanma sürecinin önemli bir unsuru olarak değerlendirmektedir. Anahtar kelimeler: Küreselleşme, sosyal kontrol, ceza reformu, hapishane endüstrisi, özel hapishaneler, hapishane emeği. “Ceza reformu”, günümüzde hükümet programlarının başlıca maddelerinden birini oluşturmaktadır. Pek çok ülkede ceza yasaları değiştirilmekte, cezaevleri yeniden düzenlenmekte, ceza adaleti mekanizmasının çeşitli diğer unsurları gözden geçirilerek yeniden yapılandırılmaktadır. Reform çalışmaları 80’li yıllarda bazı merkez ülkelerde gündeme girmiş, 90’lı yıllarda dünyaya yayılmaya başlamış ve özellikle son birkaç yıl içinde ivme kazanmıştır. Yeni ceza reform süreci, özellikle Güneyli ülkelerde “demokratikleşme” sürecinin bir parçası olarak sunulmaktadır. Bu ülkelerdeki reform girişimcileri, ceza sistemindeki yenilenme ihtiyacını mevcut sistemin aksaklıklarına bağlamakta ve “demokratik” bir ekseninin olduğunu iddia etmektedirler. Ancak “reform”ların içeriğine yakından bakıldığında, getirilen yeniliklerin devletin daha otoriter bir rotada yeniden örgütlenmesini amaçladığı görülmektedir. Ceza reformunun yöneldiği bu amaç, 80'lerden bu yana Güneyli ülkelerde uygulanan ∗ Bu çalışma, İstanbul Barosu’nun 8-9 Aralık 2000 tarihlerinde düzenlediği “Mahpus Hakları ve Cezalandırma Sistemleri” konulu sempozyumda bildiri olarak sunulmuştur. ∗∗ Doç. Dr., TODAİE Öğretim Üyesi. Amme İdaresi Dergisi, Cilt 33 Sayı 4 Aralık 2000, s. 21-48. 22 Amme İdaresi Dergisi “demokratikleşme” süreçlerinin genel doğasına da uygun düşmektedir. 1 Dış müdahaleyle gelişen, yoksul ülkelerin uluslararası bağımlılığını artıran ve empoze ettiği neoliberal politikalarla gelir dağılımındaki adaletsizliği derinleştiren “demokratikleşme” süreçlerinin gerçek bir demokratik yenilenmeye yol açma kapasitesinde olmadığı, yaklaşık yirmi yıllık bir uygulamadan sonra açıkça görünür hale gelmiştir. Ceza reformu girişimleri de, son yirmi yıldır dünya çapında uygulanan liberal programlara eşlik etmekte ve bu programların ortaya çıkardığı toplumsal açıdan yıkıcı sonuçları düzenlemeye yönelmektedir. Bu anlamda güncel “ceza reformu”nu, neoliberal küreselleşme politikaları ekseninde devletin yeniden yapılanma sürecinin bir unsuru olarak ele almak gerekir. Reform girişimlerine, cezaevlerinin temel kurumunu oluşturduğu modern cezalandırma süreci boyunca rastlanmıştır. Cezalandırma, iktidarın işleyiş biçimlerinden ve toplumun disiplin altına alınmasını sağlayan araçlardan biridir. Bu iktidar ilişkisi, sosyal, ekonomik ve politik faktörlere bağlı olarak çeşitli dönemlerde yeniden yapılandırılmıştır. Ceza sistemlerinde 18. yüzyılda görülen reform girişimlerinin de cezanın “insancıllaştırılması”, “yumuşatılması” gibi amaçlara yöneldikleri; daha “insani” cezaların verilmesini hedefledikleri ileri sürülmüştür. Fakat reformun amacı olarak sunulan bu “insani” temel, gerçekte cezalandırma iktidarının yeniden düzenlenmesinin bir retoriği olmuştur. Reform süreçleri, daha ince yeni taktikleri devreye sokmuş, cezalandırma sanatını yeni kurallara bağlamış, incelterek etkinliğini artırmış, evrenselleştirmiş, ekonomik ve siyasal maliyetini düşürmüş, daha az değil, daha “iyi” cezalandırmış, kısacası “cezalandırma iktidarının yeni bir ekonomisini ve yeni bir teknolojisini” yaratmıştır (Foucault, 1992: 110). Bugün de, dünya çapında uygulamaya giren yeni ceza reformu benzer bir işlev yüklenmektedir. Bu anlamda, “reform”un ortaya çıktığı yeni konjonktür, yeni bir insani duyarlılığın değil de, yeni bir siyasetin ürünüdür. Bugünkü ceza reform sürecinin temelinde ‘küreselleşme’ politikaları yatmaktadır. Küreselleşmenin dünya çapında dönüştürdüğü ekonomik, siyasal ve toplumsal ilişkilere uygun düşecek bir cezalandırma sistemini oluşturmak, reformların ana hedefidir. Günümüzün kapitalist sisteminde köklü değişiklikler öngören ve bu doğrultuda mesafe kateden küreselleşme politikaları, devlet yapılarını da reformdan geçmeye zorlamaktadır ve ‘ceza reformu’ bu yeniden yapılanma sürecinin önemli unsurlarından biridir. Küreselleşme politikaları, uluslararası ekonomide klasik liberal ilkelere yeniden bir geri dönüşü, piyasa ekonomisinin evrenselleştirilmesini ve sosyal devlet modelinin tasfiyesini de beraberinde getirmiştir. Bu programın toplumsal sonuçları ise, yoksulluğun derinleşmesi ve ülkeler arasındaki zenginlik farkının açılmasıdır. Bu yeni 1 Güneyli ülkelerdeki “demokratikleşme” süreçleri, bir başka çalışmamda genel boyutlarıyla ele alınmıştır. Bkz. Özdek, 2000: 142-149. Küreselleşme Sürecinde Ceza Politikalarındaki Dönüşümler 23 mülksüzleştirme ve yoksullaştırma süreci, yoksulların kontrolünün de önemini artırmaktadır ve ceza reformu, yeni toplumsal kontrol politikalarının hukuksal alandaki bir izdüşümü olarak gündeme gelmektedir. Ceza politikalarının yoksullaştırma politikalarına bağlılığı yalnız günümüze özgü bir olgu değildir. Tarih göstermektedir ki, yoksullaştırma ve cezalandırma politikaları arasında her zaman doğru orantılı bir ilişki olmuştur. Bu bağlamda, hapishanelerin ortaya çıkışının da yoksulların kontrolüne bağlı tarihsel bir olgu olduğunu hatırda tutmak gerekir. 16. yüzyıldan itibaren Avrupa’da görülen ilk hapishaneler, gelişen kapitalizmin topraklarından sürerek mülksüzleştirdiği ve kentlere göçe zorladığı geniş kitleleri sokaklardan toplamak, ekonomik kriz koşullarında isyan tehlikesini önlemek ve mülkiyetin güvenliğini sağlamak amacıyla kurulmuştur. Dilenciliğin başlıbaşına bir “suç” sayıldığı, 2 hapishane nüfusunun evsiz-barksız, işsiz ve dilenci kitlelerden oluştuğu bu dönem, suç ve ceza politikaları ile yoksullaştırma politikaları arasındaki ilişkiyi yoruma gerek bırakmayacak açıklıkla sergilemektedir. Günümüzdeki ceza reformu da benzer bir süreçte gündeme gelmektedir. Küreselleşmenin geniş yığınları yoksullaştıran sonuçları, ceza sisteminin daha da sertleşmesi sonucunu doğurmaktadır. Öyle ki, bugün de dilencileri potansiyel suçlu sayma eğilimindeki hukuksal düzenlemeler güncelleşmeye başlamıştır. 3 Hapishaneler ise, tıpkı kapitalist sistem içinde gelişen kurumlar olmaları gibi, kapitalizmin evrenselleşerek yeni bir güçlü hamlede bulunduğu günümüzde yeni bir yükseliş sürecini yaşamaktadır. Ceza reformu çalışmalarını başlatan ülkelerde cezaevleri sayısının keskin biçimde artırılması bu dönüşümün başlıca göstergelerinden biridir. Ceza reform sürecinin dünya çapında gelişmesine yol açan etkenlerin siyasal boyutu, sosyal devlet modelinin terkedilmesine bağlıdır. Sosyal devletin çöküşü ile birlikte işsizlik ve açlık küresel düzeyde yayılmaktadır ve yoksulluğun derinleşmesi, mevcut siyasal düzen için potansiyel bir tehdit oluşturmaktadır. Ceza reformları, daha sert ceza kurallarını gündeme getirerek yoksulların 2 Dilenciliği bugün de “suç” sayan düzenlemeler mevcuttur. Örneğin, Türk Ceza Kanununun 544. maddesi, “çalışmaya muktedir olduğu halde” dilencilik yapan kişiler için 1 haftadan 1 aya kadar hapis cezası öngörmektedir. Bununla birlikte, günümüzün dilencilikle ilgili ceza hükümleri 16. yüzyılla karşılaştırılamayacak denli hafiftir. Örneğin 16. yüzyıl İngiltere’sinde dilencilik suçunu işleyenlere, bu suçu ilk kez işlediklerinde dayak, kamçılanma ve hapis cezası; ikinci kez işlediklerinde kamçılanma ve bir kulağın kesilmesi cezası; üçüncü kez işlediklerinde ise idam cezası verilmektedir. 1547’de çıkarılan bir yasa ise, “serseri ve aylak”ların damgalanmalarını ve kendilerini ihbar edenlere kölelik yapmaya mahkum edilmelerini öngörmektedir. (Bkz. Marx, 1978: 752). 3 Örneğin bkz. İstanbul Valiliği’nin “Sokakta Yaşayan ve Sokakta Çalıştırılan Çocukların Korunması Suretiyle Kamu Esenliğinin Sağlanması İle İlgili Güvenlik Kararı”, Resmi Gazete, 19 Ağustos 2000, Sayı 24145, s. 55-56. Bu karar, her ne kadar sokak çocuklarının “korunması” amacına yöneldiğini belirtse de, bu çocukları “güvenliği tehdit eden” potansiyel suçlular olarak gören bir bakış açısıyla yazılmıştır: “Bu çocuklar, (…) büyük bir sosyal tehlike olarak günümüzü ve yakın geleceğimizi tehdit etmektedir. Bu ağır sosyal tehlikeden herkesin çok zarar görmesi ihtimali vardır ve sonunda asayiş ile birlikte can ve mal güvenliğini ihlal etmektedir.” 24 Amme İdaresi Dergisi tepkilerinin önlenmesi, bastırılması ve kontrol altına alınması temelinde biçimlenmektedir. Kısacası, sosyal devlet politikalarından sosyal kontrol politikalarına doğru bir geçiş süreci yaşanmaktadır ve bu süreçte cezalandırma iktidarı, yeni koşullara uygun düşecek biçimde, toplumun itaatini, uysallaştırılmasını ve disiplin altına alınmasını güvenceye alacak şekilde dönüştürülmektedir. Yeni ceza politikalarının siyasal dinamiği olan ‘yoksulların kontrolü’, uygulanan ekonomik politikalara yapısal bağlılığı nedeniyle, kuşkusuz ki aynı zamanda ekonomik bir karakter de taşımaktadır. Ancak bu genel ekonomik içeriğin yanında, yeni ceza reform sürecini biçimlendiren daha spesifik bazı ekonomik etkenler de sözkonusudur: Bunlardan birincisi, mahkum emeğinin sömürüsünün yoğunlaşmaya başlamasıdır. Günümüzün yeni ceza politikaları, tıpkı 19. yüzyılda yaygın biçimde uygulandığı gibi, mahkum emeğinin en ucuz ve “en iyi biçimde disipline edilmiş” emek gücü olarak kullanılmasına yönelmektedir. İkinci ekonomik etken ise, özel sektörün de hapishanelere yatırım yapmaya başlamasıyla cezalandırmanın bir ‘endüstri’ olarak doğması ve sermayenin kârlı bir yatırım alanına dönüşmesidir. Yeni cezalandırma politikalarını yönlendiren bu iki ekonomik etken de, cezadan kâr sağlamayı amaçlayan bir sürece girildiğinin işaretleridir. Bu süreçte özel hapishanelerin gündeme gelerek özel sektöre cezalandırma yetkisinin tanınması ise cezalandırma gibi kamusal bir erkin özelleştirilmesinin yolunu açmıştır. Bu anlamda, kamu sektörünün tasfiye programının günümüzdeki son halkasını, güvenliğin, cezalandırmanın, hapishanelerin, mahkeme hizmetlerinin, kısacası “adaletin” özelleştirilmesi oluşturmaktadır. Kamusal hizmetlerin alanının daraltılmasındaki bu son aşama, yeni reform sürecinin de temel dinamiklerinden biridir. Günümüzün ceza reform programı, ABD tarafından yapılandırılmıştır ve ilk olarak ABD’de uygulamaya girmiştir. Ancak, 80’li yıllarda Reagan döneminde geliştirilen reform çalışmaları, bugün Kuzeyli ülkelerde olduğu gibi, Güneyli ülkelerde de yayılmaktadır. İngiltere ve Avustralya gibi ülkeler ABD’yi izleyen ilk ülkeler olarak ceza sistemlerini 90’lı yıllarda reformdan geçirmeye başlamışlardır. 90’lı yılların sonlarında ise, reform çalışmaları bir dizi Güneyli ülkeyi de kapsamına almış ve “küresel” bir harekete dönüşmüştür. Bu çalışmanın konusunu ise, yayılan ceza reform girişimlerinin ekonomik, siyasal, sosyal ve hukuksal yönlerinin ana özelliklerini belirlemek oluşturmaktadır. Çalışmada, çeşitli ülkelerde mesafe kateden yeniden yapılanma süreçleri temel alınarak bugünkü ceza reform programının genel çerçevesi çizilmeye çalışılacaktır. Reformları en erken başlatan ABD, İngiltere, Avustralya gibi ülkelerde ceza sistemindeki değişim sürecinin gelişimi ve sonuçları daha iyi gözlenebildiğinden çalışmada ağırlıkla bu ülkelerdeki reform süreçleri üzerinde durulacaktır. Bununla birlikte, reformları yeni başlatan ülkelerde de benzer Küreselleşme Sürecinde Ceza Politikalarındaki Dönüşümler 25 değişikliklerin gündeme geldiği izlendiğinden, ABD'nin mimarı olduğu reform programını, genel doğrultusu itibariyle küreselleşme eğiliminde bir program olarak ele almak mümkündür. YENİ CEZA YASALARININ “REFORM” İLKELERİ Reform çalışmaları kapsamında değiştirilen ceza yasalarının başlıca özelliği, daha sert ceza kurallarını getirmeleridir. ABD'de 70'li yılların sonlarından itibaren gündeme giren yeni ceza politikası, “suçun üzerine sert git” (get tough on crime) ifadesi ile özetlenmektedir. ABD'de son 20-25 yıla yayılan ceza reform sürecinin başlangıç aşamasında, mevcut ceza sistemi “aşırı yumuşak” bulunarak eleştirilmiş, hem muhafazakar hem de liberal politikacıların söylemlerinde “suçun önlenmesi” ve “suçla mücadele” kavramları ağırlık kazanmıştır. 70'lerde değişen bu hava, günümüze değin süregelen bir dizi yasal değişikliğe yol açmıştır. Hem federal, hem de eyalet yasaları düzeyinde gerçekleştirilen reform çalışmalarıyla, belirli suçlar için öngörülen hapis cezalarının süreleri uzatılmış, mahkumların hapishanelerdeki “iyi halleri” gibi nedenlerle erken bırakılmalarını sağlayan olanaklar ve şartlı tahliye kaldırılmış, bazı suç türleri için ise zorunlu asgari hapis cezaları getirilmiştir. Reform sürecinde ABD, ceza sistemini köklü biçimde değiştirerek 70’li yıllara kadar uygulanan “belirsiz” (indeterminate) ceza sisteminden, “belirli” (determinate) ceza sistemine geçmiştir. ‘Belirsiz’ ceza sisteminde, ceza verme aşamasında yargıca takdir yetkisi tanınmakta, cezaların süresi ve tipi ile ilgili kararları yargıç saptamakta, mahkemeler yasanın öngördüğü minimum ve maksimum cezalar arasında takdir yetkilerini kullanmaktadır. ABD’de 70’lere kadar uygulanan bu sistemde, mahkumların serbest bırakılmasına ilişkin kararlar ise şartlı tahliye kurulları tarafından verilmekte, mahkumun ne zaman serbest bırakılacağını bu kurullar belirlemektedir (PRT, 1997d: 1; 1997e: 2). Ancak, daha uzun cezalar ve standart bir cezalandırma sistemi için yapılan politik baskılar, mevcut ceza sisteminin eleştirisini de yoğunlaştırmış; cezalandırma sürecinde standart bir uygulamanın olmadığı, yargıçların kişisel özelliklerinin, inançlarının ve değer yargılarının ceza verme aşamasında çelişkili ve farklı kararlara neden olduğu, ceza sürelerinin bireyselleştirildiği görüşleri ileri sürülerek eski sistemin terkedilmesi istenmiştir. Ceza politikaları ülkede esen suç ve ceza atmosferine bağlı olarak değişirken, sabit ceza sürelerini getiren ‘belirli’ ceza sistemine geçilmiş ve gerek ceza verme sürecinde yargıçların, gerek serbest bırakma kararlarında şartlı tahliye kurullarının takdir yetkileri kaldırılmıştır. Reformların amacı, yargısal takdir yetkisini kısmak ve ceza sürelerinin kesinliğini yürürlüğe koymaktır. Bu amaç uyarınca, eyaletler yargıçların ve 26 Amme İdaresi Dergisi şartlı tahliye kurullarının uymaları gereken standartları belirlemeye girişmişlerdir. Bir yandan bağlayıcı cezalandırma direktifleri oluşturulurken, diğer yandan zorunlu asgari ceza yasaları çıkarılmıştır. Federal ve eyalet düzeyinde kurulan cezalandırma komisyonları, cezalandırma standartlarını içeren direktifleri belirlemektedir. Direktifler ise, yargıçların ceza verme aşamasındaki takdir yetkilerini ortadan kaldırmaktadır. Sonuç olarak, 1996’ya kadar yaklaşık 25 eyalet ve federal sistem cezalandırma komisyonlarını oluşturmuş, yaklaşık 20 eyalet ise bu komisyonların belirlediği cezalandırma direktiflerini yürürlüğe koymuştur (PRT, 1997d: 2). Böylece, ceza verme aşamasında yargıçların suçun meydana geldiği öznel koşulları ve suçlunun özel durumunu gözönünde tutarak en uygun cezayı belirlemesine olanak veren sistem terkedilmiştir. Ceza komisyonlarının yargıçların uygulamak zorunda olduğu direktifleri yürürlüğe koymaları, hatta çizelgeler düzenleyerek bu çizelgeler içinde yer alan bir cezanın verilmesini zorunlu kılmaları, bugün ABD’de yargıçları adeta birer “hesap makinesine” dönüştürmüştür (PRT, 1997d: 2; 1997e: 2-3). Artık ceza verme sürecinde aritmetik formüller kullanılmakta ve ceza kararlarında suçun ve suçlunun öznel koşulları dikkate alınmamaktadır. Bu durum yargıçların takdir yetkilerini ortadan kaldırırken, savcıların yargılama sürecindeki etkilerini artırmaktadır. Reform sürecinin amaçlarından biri ceza sürelerinin uzatılması olduğu için, mahkemelerce mahkumlara verilen hapis cezalarının tamamının hapiste geçirilmesine yönelik düzenlemeler yürürlüğe konulmuştur. Yeni ceza yasaları, bu doğrultuda olmak üzere “cezalandırmada kesinlik” (truth in sentencing) ilkesini kabul etmektedirler. Bu ilke, mahkumların kişisel durumlarına ve hapishanedeki davranışlarına bakılmaksızın, mahkeme tarafından kendilerine verilen cezanın tamamının ya da tamamına yakın bir oranının hapiste çekilmesi anlamına gelmektedir. Mahkumların hapisteki “iyi halleri” gibi öznel nedenlerle erken bırakılmaları bu ilke gereğince önlenmektedir. Reform sürecinde cezalandırmada kesinlik ilkesi, cezalandırma sürecinde tutarlılığı ve kamuoyunun bu sürece olan güvenini sağladığı gerekçeleriyle savunulmuştur. Ayrıca, suçluların hapiste geçirdikleri süreyi artırdığı için, bu ilkenin uygulanmasıyla toplumun suçlulardan korunduğu ve topluma yönelik suç tehdidinin önlendiği de ileri sürülmüştür (PRT, 1996d). Ancak cezalandırmada kesinlik ilkesinin ana sonucu, hapishane nüfusunun artmasıdır. Bu sonuç ise, reformun stratejik amaçlarından biri olduğu için, beklenmedik değildir. ABD’de ‘cezalandırmada kesinlik’ ilkesi, 1980’lerden itibaren ceza yasalarına girmiştir. Federal düzeyde, 1984 tarihli Ceza Reformu Yasası (Sentencing Reform Act), şartlı tahliyeyi kaldırmış ve mahkumlara yalnız hapishane rejimiyle işbirliğine girmeleri durumunda cezalarının % 15 oranında bir indirimini kazanmalarına izin vermiştir. Bu yasadan önce, mahkemelerin verdiği hapis cezası ile hapiste geçirilen süre arasında bir uyum yoktur. Küreselleşme Sürecinde Ceza Politikalarındaki Dönüşümler 27 Önceden varolan şartlı tahliye yolu ile federal mahkumlar hapis cezalarının yalnız yaklaşık 1/3’ünü çekmektedirler (PRT, 1997e: 4). Reform sürecinde “cezalandırmada kesinlik” ilkesini kabul ederek mahkumların erken bırakılmasını önlemeyi amaçlayan ABD Federal Hükümeti, ayrıca bu ilkenin eyaletlerde de yürürlüğe konulması için çeşitli önlemleri devreye sokmuştur. Bu doğrultuda olmak üzere Federal Hükümet, hapis cezalarının enaz % 85’inin çekilmesi zorunluluğunu getiren eyaletlere yeni hapishaneler kurmaları ve mevcut hapishaneleri genişletmeleri için teşvik verileceğini öngören düzenlemeleri çıkarmıştır. Bu politikanın sonucu olarak, 1998 istatistiklerine göre, ABD’deki 27 eyalet ve Columbia, hapis cezalarının % 85’inin hapiste çekilmesi zorunluluğunu getirdikleri için, Federal Hükümetin teşvik programının gereklerini karşılamaktadırlar. 3 eyalet, verilen cezaların % 100’ünün, 4 eyalet ise % 50’sinin çekilmesi zorunluluğunu getirmiştir. Geriye kalan eyaletler ise, bu gerekliliği % 50 - % 100 arasında belirlemişlerdir. Ayrıca, 1999’a kadar 14 eyalet, tüm suçlar için şartlı tahliyeyi kaldırmıştır. Bazı eyaletler ise yalnız belirli suç türleri için şartlı tahliye uygulamasına son vermiştir. Cezalandırmada kesinlik ilkesinin mahkum sayısına etkisi ise, eyalet hapishanelerindeki mahkum nüfusunun 1990-97 arasında yıllık ortalama % 7 oranında artmasıdır (Ditton, 1999: 2-4). “Reform”dan sonra daha çok mahkum, daha uzun sürelerle hapiste kalmaktadır. Eyaletlerin yetersiz kalan hapishane kapasitelerini artırmak için ise, ABD Federal Hükümeti eyaletlere hapishane teşvikleri dağıtmaktadır. ABD’nin North Carolina gibi eyaletlerinde ise, mahkumların mahkemelerce verilen cezaların daha da fazlasını çekmelerine yol açacak düzenlemeler kabul edilmiştir. North Carolina’da 1994’te yürürlüğe konulan yeni ceza yasaları şartlı tahliyeyi kaldırmış, mahkumların cezalarının % 100’ünden azını çekmelerini engellemiş, ayrıca hapiste “iyi hali” görülmeyen, çalışma ve eğitim programlarına katılmayan mahkumların cezalarının % 20 oranına kadar ek bir cezayı da hapiste geçirmelerini öngörmüştür (PRT, 1997a: 4). Bu tür bir uygulama ise, ceza sürelerinin mümkün olduğu ölçüde uzatılmasının yanısıra, mahkumların hapisleri süresince hapishane rejimine tam bir itaatinin amaçlandığını da ortaya koymaktadır. Yeni düzenlemeler sonucunda, mahkumların hapiste geçirdikleri süreler katlanmaktadır. Örneğin, cezalandırmada kesinlik ilkesine geçen Delaware eyaletinde, 1990’da yapılan değişiklikler sonucunda, şiddet suçluları cezalarının yaklaşık % 90’ını hapiste geçirmeye başlamışlardır. Oysa 1990’dan önce, bu oran yalnız % 30-33 düzeyindedir (PRT, 1997b: 2-3). Kaliforniya ise, ceza reform sürecinin hapishane nüfusuna olan etkilerini çarpıcı biçimde yansıtan örneklerden bir başkasıdır. Kaliforniya’da mahkum sayısı, 1997’de 1980’e oranla 6 kat artmıştır. 1984-1991 arasında bu eyalette çıkarılan 1.000’den fazla yeni yasa ceza sürelerini uzatmıştır. Yalnız 1994 yılında 100’den fazla yasa çıkarılmıştır. 28 Amme İdaresi Dergisi Bu yasaların sonucunda artan mahkum sayısı, Kaliforniya’da 17 yeni hapishanenin inşa edilmesini gerektirecek düzeye ulaşmıştır (PRT, 1997c: 2). Ceza reform sürecinde ABD modelini izleyen Avustralya ise, ‘cezalandırmada kesinlik’ ilkesini 1989’dan itibaren kabul etmeye başlamıştır. New South Wales, Avustralya’nın ‘cezalandırmada kesinlik’ ilkesini tanıyan ilk eyaletidir. 1989’da New South Wales’da yürürlüğe giren Ceza Yasası (The Sentencing Act), mahkemeler tarafından verilen hapis cezalarının herhangi bir indirime tabi tutulmaksızın suçlular tarafından çekilmesi yoluyla cezalandırmada kesinlik ilkesinin uygulanacağını belirtmektedir. New South Wales’da mahkemelerin, 6 aydan az olmamak üzere asgari bir hapis cezasına hükmetmeleri, ayrıca şartlı tahliye ile erken bırakılma olasılığı olan suçlulara ek bir cezayı da vermeleri gerekmektedir. Bu ek ceza, asgari cezanın 1/3’ünden fazla olamayacaktır. Ayrıca, hapis cezası alan bütün yetişkin ve genç suçlular için ceza indirimi kaldırılmıştır. Bu düzenlemelerin doğrudan sonucu ise, New South Wales’da mahkum sayısının hızla artması olmuştur: 1988-9’da 4369 olan mahkum sayısı, 1993 Şubatında 6004’e yükselmiştir. Avustralya’nın Victoria eyaleti ise, 1991’de ‘cezalandırmada kesinlik’ ilkesini kabul etmiş ve bağlayıcı cezalandırma direktiflerini yürürlüğe koymuştur (PRT, 1996d: 5). İngiltere Hükümeti ise, ilk olarak Mart 1996’da “White Paper” adıyla kamuoyuna açıklanan yeni ceza stratejisinde “cezalandırmada dürüstlük” (honesty in sentencing) ilkesini kabul ederek, ABD kaynaklı ‘cezalandırmada kesinlik’ ilkesinin bir çeşitlemesini üretmiştir. Gerçekte ‘cezalandırmada dürüstlük’ ve ‘cezalandırmada kesinlik’ ilkeleri arasında özde bir fark yoktur, ‘cezalandırmada dürüstlük’ ilkesinden İngiltere Hükümeti de ceza indiriminin, şartlı tahliyenin ve denetimli serbestliğin kaldırılmasını anlamaktadır. “White Paper” planının gündeme geldiği dönemde İngiltere’de hapis cezası alan mahkumlar cezalarının enaz yarısını hapiste geçirmekte, kalan bölümünü yeniden çağırmaya tabi lisans verme gibi uygulamalarla- serbest olarak tamamlayabilmektedirler (PRT, 1996d: 3). Hükümetin “White Paper” planı ise, 12 ay ve daha fazla hapis cezası alan mahkumların, cezalarının enaz % 80'lik bir bölümünün hapiste geçirilmesiyle sonuçlanan bir yaklaşımı benimsemiştir. 4 İngiltere’de 1997 yılında çıkarılan Ceza Yasası (Crime (Sentences) Act) da, ‘cezalandırmada dürüstlük’ ilkesini, “White Paper” planında öngörülen biçiminden bazı küçük değişikliklerle kabul etmiştir. 5 4 İngiltere Hükümeti’nin “White Paper” planı, 3 aydan daha az hapis cezası alanların cezalarının tamamını çekmelerini; 12 aya kadar hapis cezası alanların hapishane yönetimi ile işbirliğine girmeleri durumunda her ay için 6 güne kadar bir indirimden yararlanabilmelerini; 12 aydan daha fazla hapis cezası alanların ise hapishane yönetimi ile işbirliğine girmeleri durumunda 3 gün, “iyi halleri”nin görülmesi durumunda ise ek olarak bir 3 gün daha olmak üzere- toplam 6 güne kadar bir ceza indiriminden yararlanabilmelerini öngörmektedir (Bkz. PRT, 1996b). 5 Bu yasa, “istisnai hallerde”, mahkumların erken bırakılabileceğini, erken bırakma kararlarının Devlet Sekreterliği (Secretary of State) tarafından verileceğini öngörmektedir. (m.10/1). “İyi hale” dayalı erken Küreselleşme Sürecinde Ceza Politikalarındaki Dönüşümler 29 Ceza reform sürecine giren ülkelerin uygulamaya soktukları bir başka ilke ise, “zorunlu asgari cezalar”dır (mandatory minimum sentences). Zorunlu asgari cezalar, suçlunun kişisel özellikleri ve diğer cezayı hafifletici faktörler dikkate alınmaksızın, yasaların öngördüğü belirli asgari cezaların verilme zorunluluğunu getirmektedir. Bu cezaları öngören yasaları uygulamak durumunda olan yargıçların, savcıların sanık için istediği cezayı vermekten başka bir seçeneği yoktur. Böylece zorunlu asgari cezalar da, yargıçların takdir yetkilerini ortadan kaldırmaya ve hapis sürelerini standartlaştırmaya yönelmiştir. ABD’de ‘belirsiz’ ceza sisteminden ‘belirli’ ceza sistemine geçiş sürecinde yeni yasalar bu ceza türüne yaygın olarak yer vermişlerdir. 1980’li yıllardan itibaren ABD federal ve eyalet yasaları bir dizi suç türü için bu ceza tipini kabul etmiştir. Bugün federal düzeyde, 60 farklı ceza yasasında yaklaşık 100 çeşit zorunlu asgari ceza bulunmaktadır (FAMM, 2000a; 2000c). Bunların içinde en yaygın olarak uygulanan ve hapishane nüfusunun kalabalıklaştırılmasında en belirleyici olanlar ise, uyuşturucu suçlularına yönelik olarak getirilen zorunlu asgari cezalardır. Federal düzeyde uyuşturucu suçlularına zorunlu asgari cezalar öngörülmesi, ABD’de yeni bir olgu değildir, 1951’e kadar geriye uzanmaktadır. 6 Ancak 1980’lere gelindiğinde, uyuşturucu suçlularına yönelik cezalar artırılmış ve bu cezalar daha yaygın biçimde uygulanmaya başlamıştır. 1984 yılında ABD Kongresi’nin kabul ettiği Suç Kontrol Yasası (Crime Control Act), uyuşturucu suçlularına 5 yıl asgari zorunlu hapis cezası öngörmüştür. 1986 tarihli bir yasa (Anti-Drug Abuse Act) ise, ABD’nin uyuşturucu kontrol politikasında olduğu gibi, ceza adaleti sisteminde de köklü değişiklikler yaratmıştır. Bu yasa ile uyuşturucu suçları ile ilgili asgari zorunlu cezalar artırılmış, uyuşturucu maddesinin niteliğine bağlı olarak uyuşturucu dağıtıcılarına 5 ve 10 yıllık asgari hapis cezaları getirilmiştir. 1988’de ise, Kongre bu yasaya ek olarak başka önlemler almış, yeni bir yasayla (Omnibus Anti-Drug Abuse Act of 1988), farklı uyuşturucu kullanıcılarına farklı cezalar getirerek, uyuşturucu suçlarında belirli bir kitleyi hedef alma tutumunu sürdürmüştür: Yasa, daha ucuz olan ve genellikle yoksul siyahların kullandığı bir uyuşturucu türü olan “crack kokain” bırakma kararları, 2 ay-3 yıl arasında hapis cezası almış mahkumlara uygulanabilecektir. (m.11/1). “İyi hale” dayalı erken bırakma süresi, mahkumun hapishanedeki davranışları temel alınarak, 2 aylık her dönem (krş.m.11/9) için 12 günü aşmayacak şekilde hesaplanmaktadır (m.11/2). Öte yandan, sözkonusu yasa, 3 yıl ya da daha fazla hapis cezası almış mahkumların şartlı olarak tahliye edilebileceğini öngörmekte, ancak bunun için, Devlet Sekreterliği’nin, Şartlı Tahliye Kurulu’na bu yönde bir öneride bulunmasını ve Kurulun bu öneriyi uygun bulmasını gerekli görmektedir. (m.10/2). Şartlı tahliye önerisi ancak 3 yıl ya da daha fazla ceza almış mahkumlar için yapılabilecektir (m.12/1). Ayrıca, yalnız cezasının 5/6’sını çekmiş mahkumlar, Devlet Sekreterliği’nce Şartlı Tahliye Kurulu’na bu yönde bir önerinin götürülmesi ve Kurulun da bu yönde tavsiye kararı vermesi üzerine serbest bırakılabileceklerdir (m.12/2). Sözkonusu yasa metni için bkz. Crime (Sentences) Act 1997, Chapter 43, (www.hmso.gov.uk/acts/acts1997/1997043.htm), (12.09.2000). Görüldüğü gibi, İngiltere’de bu yasayla erken bırakılma istisnai bir uygulamaya dönüşmüş, şartlı tahliye ise neredeyse fiilen kaldırılmıştır. (Krş. Shaw, 1998: 3). 6 Uyuşturucu suçlarına getirilen zorunlu asgari cezaların ABD’deki tarihsel gelişimi için bkz. FAMM, 2000d. 30 Amme İdaresi Dergisi ile daha çok zengin beyazların kullandığı pahalı “toz kokain” arasında ayrım yapmakta; 5 gram crack kokain taşıyanlara 5 yıl zorunlu asgari hapis cezası getirmekte; öte yandan toz kokain taşıyıcıları için aynı miktar ceza için 500 gram toz kokain bulundurulmasını gerekli görmektedir. Bu düzenleme, bugün ABD hapishanelerinde siyahların en yüksek oranı temsil etmesinin de başlıca nedenlerinden biridir. Sözkonusu yasanın eşitliğe aykırı olduğu ileri sürülerek değiştirilmesi ve crack ve toz kokain taşıyıcıları için aynı cezaların verilmesi yönündeki istemler gündeme gelmesine rağmen, Kongre bu teklifleri reddetmiştir (PRT, 1997e: 7). Öte yandan, “uyuşturucu ile mücadele” söylemi bugün ABD’nin resmi politikalarında görünürde egemen olmakla birlikte, uyuşturucu trafiğinin içinde devletin yeri olduğu da ileri sürülen bir görüştür. Amerikan gizli servislerinin siyahların yaşadığı yoksul kenar mahallelerde el altından uyuşturucu yaydığı ABD basınında belgeleriyle kanıtlanmıştır (Goldberg and Evans: 3-4). Zorunlu asgari cezalar, federal ve eyalet yasalarında her geçen gün artan sayıda suç türü için düzenlenmeye devam etmektedir. Şiddet suçları, silahla işlenen suçlar gibi kategoriler için asgari zorunlu ceza uygulaması yeni değildir, bununla birlikte daha önce bu tür bir ceza öngörülmeyen bazı suç türleri için de asgari zorunlu hapis cezaları getirilmektedir. Bu gelişmenin son halkalarından biri olarak “terör” suçlularına da benzer cezalar gündemdedir (Bkz. FAMM, 2000d: 12). ABD eyaletleri içinde asgari zorunlu cezaların öncüleri ise Michigan ve New York’tur. Bu eyaletler asgari cezaların en sert biçimlerini uzun süre önce yasalaştırmışlardır. New York 1973’te az miktardaki uyuşturucu taşıyıcı ve satıcılarına 15 yıl zorunlu hapis cezası; Michigan ise 1978’de 650 gram uyuşturucu taşıyan veya satan kişilere zorunlu müebbet hapis cezası getirmiştir. ABD’de 40 eyalet, 1983’e kadar benzer düzenlemeleri kabul etmiş bulunmaktadır (FAMM, 2000d: 5). Zorunlu asgari cezalar, ABD hapishane nüfusunu kalabalıklaştırmıştır. Bu cezaların caydırıcı olmadığı bugün geniş biçimde kabul görmektedir. Hapishane nüfusundaki artış da, başlıbaşına bu gerçeğin bir göstergesidir. Ancak, zorunlu asgari cezaların amacı zaten caydırıcılık değildir, ABD ceza politikasının bir aracını oluşturan bu cezalar mahkum sayısının artırılmasına yönelmiştir, artık cezanın amacı da “rehabilitasyon” değil, başlıbaşına cezalandırmadır. Zorunlu asgari cezalar, ABD’de bazı yargıçların ceza adaleti sistemine olan güvenini de önemli ölçüde yaralamıştır. Yargı kararlarında zorunlu asgari cezaların adil olmadığına ilişkin muhalefet şerhleri bu olgunun kanıtlarıdır (Bkz. FAMM, 2000b). Ancak ceza reform sürecinin en önemli unsurlarından birini, hapishane nüfusunu kalabalıklaştıracak bu ceza türü oluşturmaktadır. Bu nedenle İngiltere, zorunlu asgari cezalara karşı kendi ülkesinde de yöneltilen eleştirilere karşın, reform sürecinde ABD yasalarına paralel değişiklikleri kabul etmiştir. İngiliz Küreselleşme Sürecinde Ceza Politikalarındaki Dönüşümler 31 Hükümetinin “White Paper” planıyla gündeme gelen zorunlu asgari hapis cezaları, 1997 tarihli Ceza Yasasına girmiştir. 7 Zorunlu asgari cezaların “reform” sürecinde yaygın olarak kabul edilen bir tipi, tekrar suç işleyenlere verilen cezalardır. Daha önce bir veya iki defa suç işlemiş kişilere, yeniden bir suç işledikleri takdirde, otomatik olarak ağır cezalar öngören yasalar gündemdedir. Bu katı cezalandırma ilkesi, “three strikes and you are out” (üç ihlalden sonra işin biter) ifadesi ile özetlenmektedir. Bu ilke, zaten sert olan ceza kurallarını daha da ağırlaştırmaktadır. Tekrar suç işleyen kişilere otomatik olarak ağır cezalar uygulaması ABD’de yeni olmamakla birlikte, 1990’lı yıllarda yeniden yapılandırılmıştır. İlkin Washington eyaleti, 1993’te “üçüncü” kez cürüm işleyen kişiler için müebbet hapis cezası getirmiş, bugüne değin eyaletlerin çoğunluğunda ve federal düzeyde benzer düzenlemeler yürürlüğe girmiştir (PRT, 1996a: 2). ABD eyaletleri içinde mahkum oranı en yüksek olan eyaletlerden biri olan Kaliforniya’da ise, tekrar suç işleyenleri ağır biçimde cezalandırma uygulaması oldukça yaygındır. Kaliforniya’da kabul edilen yeni yasal düzenlemelerle, üçüncü kez cürüm işleyen kişiye 25 yıl müebbet arasında hapis cezası öngörülmüştür. Bu üçüncü suçun şiddet içeren bir suç olması da zorunlu değildir. Ayrıca, ikinci kez cürüm işleyen kişi için verilecek ceza da iki katına çıkarılmaktadır. Bu ceza hükümleri, Kaliforniya’daki yargılama sürecine ve mahkum sayısına muazzam etkilerde bulunmakta, her yıl binlerce “ikinci” ve “üçüncü” kez suç işleyen kişilerin davasına bakılmaktadır. Ocak 1996 tarihi itibariyle, Kaliforniya’da 14.497 kişi “ikinci”; 1.342 kişi ise “üçüncü” kez yasayı ihlal ettiği için eyalet hapishanelerine gönderilmiştir. Kaliforniya’nın sert yeni ceza yasaları, ceza davalarını o denli artırmıştır ki, ceza yargılama salonları yetmemeye başlamıştır. 1996’da Los Angeles’da medeni yargılama salonlarının % 30’u, ceza yargılamaları için kullanılmak zorunda kalmıştır (PRT, 1997d: 3-4). Tekrar suç işleyenler için ağırlaştırılmış cezalar öngören yasalar, ABD’de eyaletten eyalete değişmekte; bu farklılığın kaynağında ise hangi suçların bu uygulamanın kapsamına alınacağı konusunda eyaletler arasındaki değişik düzenlemeler yer almaktadır. Cürüm sayılan suçların tekrar işlenmesi durumunda ağırlaştırıcı cezalar genellikle kabul edilmekte, ancak hangi suçların cürüm sayılacağını eyaletler farklı düzenleyebilmektedir. Bununla birlikte görülmektedir ki, tekrarlanan suçlar kapsamına alınan suç sayısı oldukça fazladır: Washington 20 çeşit ciddi cürüm sayarken, Kaliforniya 25 ciddi cürüme ek olarak 24 şiddet cürümü kabul etmektedir (PRT, 1996a: 2). Kaliforniya yasaları, daha önce iki cürüm işlemiş kişinin üçüncü kez bir basit hırsızlık suçunu işlemesi durumunda, bu sonuncu suçu da bir cürüm olarak 7 Bkz. Crime (Sentences) Act 1997, Chapter 43, Part I. 32 Amme İdaresi Dergisi kabul etmekte ve suçluya 25 yıl - müebbet arasında hapis cezası öngörmektedir. Bu nedenle, Kaliforniya’da, iki sigara ya da çikolata paketi ya da bir pizza çalarak üçüncü cürümünü işleyen ve kendisine müebbet hapis cezası verilen kişilerin sayısı az değildir. Kaliforniya’da, “three strikes” (üç ihlal) yasalarına göre cezalandırılanların 1996’daki % 85’lik oranını, şiddet suçu işlememiş kişiler oluşturmaktadır. ABD’de dikkati çeken bir başka olgu ise, bu yasalardan ceza alanların çoğunluğunun siyahlar olmasıdır. Örneğin, Kaliforniya’da 1995’te “three strikes” yasalarıyla cezalandırılanların % 43’lük oranını siyahlar oluşturmaktadır. Oysa, siyahlar bu eyaletteki toplam nüfusun yalnız % 7’sini ve toplam cürüm tutuklamalarının yalnız % 20’sini temsil etmektedir. Kaliforniya’da “three strikes” yasalarından ceza alan beyazların oranı ise, % 25’ten daha azdır, oysa toplam cürüm tutuklamaları içinde beyazlar % 33’lük bir oranı oluşturmaktadır ve eyalet nüfusu içinde de % 53’lük bir çoğunluktadırlar (PRT, 1996a: 3). Bu durum ise, yeni ceza politikalarının ABD’deki ırkçı boyutunu yansıtan göstergelerden bir başkasıdır. Tekrarlanan suçlar için öngörülen zorunlu hapis cezalarının yargılama sürecine etkisi ise, yargıçların takdir yetkilerinin tamamen ortadan kaldırılmasıdır. Yargıç, ceza komisyonlarının hazırladığı, suçluları işledikleri suçların niteliğine ve sayısına göre sınıflandıran çizelgelere bakarak karar vermek durumundadır. Bu çizelgelerin bir kolonunda suçlunun geçmişte işlediği suçlar, diğer bir kolonunda ise suçlunun son işlediği suç yer almaktadır. Bu iki kolonun kesiştiği nokta, yargıcın vermesi gereken cezayı da ortaya çıkarmaktadır (PRT, 1997a: 4). Görüldüğü gibi, ABD’de yargılama sürecinde yargıçların artık nihai karara etki edici bir rolü kalmamıştır. Savcının suçlu için talep ettiği ceza, yargı kararına dönüşmektedir. Ceza adaletinin “reform” sürecinde yargıçlar, böylelikle fiilen yargılama sürecinden dışlanmışlardır. Tekrarlanan suçlar için ağırlaştırılan cezalar, İngiltere’de ise, 1997 yılında çıkarılan Ceza Yasası (Crime (Sentences) Act) ile kabul edilmiştir. Bu yasa, ikinci kez ciddi suçunu işleyen kişiler için zorunlu müebbet hapis cezası; üçüncü kez uyuşturucu trafiği suçunu işleyen kişiler için asgari 7 yıl zorunlu hapis cezası; üçüncü kez ikamet edilen bir bina içinde hırsızlık (domestic burglary) suçunu işleyenler için ise asgari 3 yıl zorunlu hapis cezası getirmektedir. Bu yasanın mahkum sayısının artırılması bakımından merkezi önemdeki parçası ise, hırsızlık suçu bakımından getirilmiş olan düzenlemedir. İngiltere’de her yıl yaklaşık 700.000 “domestic burglary” suçunun kaydedildiği (Shaw, 1998: 5) dikkate alındığında, hırsızlık suçlularının hapishane nüfusunu olağanüstü artırma potansiyeline sahip olduğu anlaşılmaktadır. ABD, Avustralya ve İngiltere’de kabul edilen yeni ceza yasalarının “reform” ilkeleri, diğer ülkelere de yayılma sürecini yaşamaktadır. Latin Amerika ülkeleri, ABD’nin uyuşturucu suçlarına ilişkin getirdiği düzenlemelerin benzerlerini 80’li yıllarda kabul etmiştir. Latin Amerika ve Karayip ülkelerinde Küreselleşme Sürecinde Ceza Politikalarındaki Dönüşümler 33 çıkarılan yeni ceza yasaları, az miktarda uyuşturucu taşıyanlara ağır hapis cezaları getirmiş ve bu yasalar hapishane nüfusunun yükselmesinde kritik bir rol oynamıştır. Latin Amerika’da uyuşturucu taşıma suçundan hapse girenlerin hapishane nüfusuna oranı ortalama % 33-60 arasındadır (Singh, 1999: 2). Bu bölgede uyuşturucu suçundan mahkum edilen ve tutuklananlar, hapishane nüfusu içindeki en geniş kesimi temsil etmektedir. Örneğin, Guyana’da 1988 tarihli narkotik yasasının az miktarda uyuşturucu kullanan ya da taşıyan kişilere 3 yıl zorunlu hapis cezası getirmesi, Guyana’da hapishane nüfusunun çoğunluğunun bu suçtan tutuklanan ve mahkum edilen kişilerle doldurulmasına yol açmıştır (Singh, 1997: 1-2). 1997 rakamlarına göre Guyana’da 1.697 olan toplam mahpus sayısının yalnız 407’si uyuşturucu ile ilgili değildir. Belize’de ise, toplam 1.118 mahpusun yalnız 400’ü uyuşturucu dışında bir suçtan hapse girmiştir. Jamaika’daki toplam mahpus sayısının % 50’sinin uyuşturucu ile ilişkili olduğu tahmin edilirken, Grenada’daki genç suçluların % 80’ini uyuşturucu kullanıcıları ve satıcıları oluşturmaktadır (Singh, 1999: 6). Görüldüğü gibi, Latin Amerika ülkeleri ABD’nin sözde “uyuşturucu ile mücadele” politikasını izleme eğilimindedir. Bu politikanın sonucu, Latin Amerika’da hapishane nüfusunun keskin biçimde yükselmesidir. Anlaşılmaktadır ki, hapishane nüfusunun artırılmasında çeşitli bölgelerin öznel koşullarına göre belirli bir suç türü merkezi bir işlev görmektedir. İngiltere’de hırsızlık suçunun oynadığı rolü, ABD'yi izleyen Latin Amerika’da uyuşturucu suçları oynamaktadır. Fakat hapse gönderilen hedef kitlenin toplumun en yoksul kesimleri olması gerçeği değişmemektedir. Latin Amerika ülkelerinde uyuşturucu trafiği suçunun yaygınlaşmasının, işsiz geniş kesimlerin başka bir geçim kaynağı bulamamasından ileri geldiği bu bölgenin sosyolojik bir gerçeği olarak açıktır. Güney Afrika gibi ülkeler ise, ABD’nin reform sürecinde yapılandırdığı ilkelere göre düzenlenmiş ceza yasa tasarılarını 90’lı yılların sonlarında görüşmeye başlamıştır. Güney Afrika’daki yasa tasarıları, kefaletle bırakılmayı zorlaştırmakta, şiddet içeren belirli suçlar için daha sert asgari cezalar öngörmektedir. Ayrıca, önerilen yeni şartlı tahliye politikası, 1998’de ek olarak 900.000 “gece yatağı” (bed-nights) için hapishane kapasitesinin artırılmasını gerektirmektedir (Giffard: 2). Bu örneklerden görüldüğü gibi, ABD’nin mimarı olduğu ceza reformunun ilkeleri evrenselleşme sürecini yaşamaktadır. Anlaşılmaktadır ki, kapitalist cezalandırma iktidarı uluslararası düzeyde bir yeniden yapılanma dönemine girmiştir. CEZA REFORMUNUN TOPLUMSAL, EKONOMİK VE POLİTİK BOYUTLARI Yeni ceza politikalarının yarattığı en önemli toplumsal sonuç, daha çok insanın hapishanelere gönderilmesidir. 90’lı yıllarda mahpus sayısı dünya 34 Amme İdaresi Dergisi çapında yükselme trendine girmiştir. Çeşitli ülkelerdeki hapishane nüfusu çarpıcı biçimde artmaktadır. Bugün dünyadaki en yüksek mahpus sayısı ise, ceza reformunun lideri ABD’dedir. Bu ülkedeki mahpus sayısı, günümüzde yaklaşık 2 milyona ulaşmıştır. Oysa 1980’de bu sayı 500.000 civarındadır. Şartlı tahliye edilenler ve denetimli olarak serbest tutulanlar da dahil edildiğinde, ceza sisteminin nezareti altındaki kişilerin sayısı 1980’de 1.840.400’den, 1999 Haziranında 6.318.900’e yükselmiştir. 8 1930’dan 1970’lere kadar her 100.000 ABD yurttaşına yaklaşık olarak 100 mahkum (sentenced prisoners) düşerken, 1970’lerden itibaren bu sayı yükselişe geçmiş ve 1976’da 120’ye, 1985’te 202’ye, 1991’de 313’e ve 1999’da 468’e ulaşmıştır. 9 Tutukluları da kapsayan hapsetme oranları ise, 1995’te her 100.000 kişiye 615 mahpus düşecek biçimde yükselmiştir (PRT, 1997f: 3). Bugün ABD’deki mahpus sayısı, aynı zamanda dünya tarihindeki en yüksek hapsetme oranlarını temsil etmektedir (Goldberg and Evans: 1). Avrupa ülkelerinde de hapishane nüfusu artma eğilimindedir. İngiltere’de 1987-1996 arasında mahpus sayısı % 26 oranında yükselmiştir. 1996’da İngiltere ve Galler’deki mahpus sayısı 55.000 iken, yalnız 1996-98 arasındaki iki yıllık dönemde ek olarak 10.000 kişi daha hapse gönderilmiştir (Shaw, 1998: 4). Bu rakamlar, İngiltere’nin modern tarihinin en yüksek mahpus sayılarını vermektedir. Diğer Avrupa ülkelerinde ise, 1987-1995 arasındaki hapishane nüfusunun artış oranı Hollanda’da % 106, İspanya’da % 70, Yunanistan’da % 47, İtalya’da % 41, Portekiz’de % 40, Norveç’te % 36 düzeyindedir (PRT, 1997f: 1-2). Avrupa Konseyi ülkeleri içinde Rusya, 1995’teki 1.017.372 rakamı ile en yüksek mahpus sayısına sahiptir. Eski Doğu Bloku ülkelerinde hapsetme oranları, Avrupa kıtasındaki en yüksek düzeyleri yansıtmaktadır: 1995 rakamlarına göre, her 100.000 kişiye Rusya’da 670, Letonya’da 375, Litvanya’da 360, Estonya’da 270, Romanya’da 200, Çek Cumhuriyeti’nde 190, Polonya’da 170, Slovakya’da 150, Macaristan’da 120 mahpus düşmektedir. 10 Bu durumun, kapitalist sisteme geçen eski sosyalist ülkelerin karşılaştığı yoksulluğun bir sonucu olduğu açıktır. Görülmektedir ki, küreselleşme politikaları dünya çapında hapishane nüfusunu artıran bir etki yaratmaktadır. Yaygınlaşan işsizlik ve yoksulluk, toplumun geniş kesimlerinin suça itilmesine, 8 30 Haziran 1999 itibariyle ABD’de ceza sistemi altında tutulan toplam 6.318.900 kişinin 3.773.624’ü denetimli olarak serbesttir; 596.485’i tutukevlerindedir; 1.284.894’ü cezaevlerindedir; 712.713’ü ise şartlı olarak tahliye edilmiştir. Bkz. “Sourcebook of Criminal Justice Statistics 1999”, s. 484, (www.albany.edu/sourcebook/1995/pdf/t61.pdf), (11.11.2000). 9 1925-1999 arasında ABD’deki mahkum sayıları ve genel nüfusa oranları hakkında bkz. “Sourcebook of Criminal Justice Statistics 1999”, s. 503, (www.albany.edu/sourcebook/1995/pdf/t626.pdf), (11.11.2000). 10 Avrupa Konseyi üyesi diğer ülkelerde, 1995 rakamlarına göre her 100.000 kişiye düşen mahpus sayısı ise şu şekildedir: Portekiz’de 125, İspanya’da 105, İngiltere’de 100, Fransa’da 95, Almanya, Avusturya ve İtalya’da 85, Türkiye’de 80, Belçika’da 75, Hollanda, İsveç ve Danimarka’da 65, Finlandiya’da 60, Yunanistan, İrlanda, Malta ve Norveç’te 55, İzlanda’da 40, Kıbrıs’ta 30. (Bkz. HLPR, 1997). Küreselleşme Sürecinde Ceza Politikalarındaki Dönüşümler 35 bu durum ise ceza adaleti sisteminin kapsamına giren nüfusun katlanmasına yol açmaktadır. Hapishanelere gönderilenler, toplumun sistematik olarak dışlanan kesimleridir. Yoksullar, hapishane nüfusunun en geniş kesimini oluştururken, ırkçılığın devlet politikası olarak egemen olduğu ülkelerde ceza politikaları aynı zamanda ırkçı bir boyut da taşımaktadır. Örneğin, ABD hapishanelerindeki mahpusların yalnız 1/3’ü beyazdır, geriye kalanları ise Afrika ve Latin kökenliler oluşturmaktadır. ABD eyalet hapishanelerinde ırksal ve etnik azınlıkların hapishane nüfusu içindeki oranı 1986’da % 60 iken, bu oran 1991’de % 65’e ulaşmıştır. 11 1994’te 20-29 yaş grubundaki her 3 siyah erkekten biri, ceza adaleti sisteminin nezareti altındadır. Siyah erkeklerin hapse gönderilme oranı, beyaz erkeklere oranla 7 kat daha fazladır (Rojas, 1998: 2). Siyahların müebbet hapis cezasına mahkum edilme oranı da beyazlardan yaklaşık 7 kat daha yüksektir: ABD hapishanelerinde, siyahların % 16.2’si, Latin kökenli Amerikalıların % 9.4’ü, beyazların ise % 2.5’i müebbet hapis cezasına mahkum edilmiştir. Müebbet hapis cezası verilen mahkumların ABD’deki toplam oranları ise korkutucu düzeyde yüksektir: Son rakamlara göre, hapishanelerdeki her 20 kişiden biri (% 5.1), müebbet hapis cezasına mahkumdur. 12 Bu durum, ABD’nin sert yeni ceza yasalarının bir sonucudur. Ancak bu yasalardan en fazla mağdur olan kesimi, hapishanelerdeki en geniş kitleyi temsil eden yoksul siyahlar oluşturmaktadır. ABD’de 1994’te siyah nüfusun % 33’ünün yoksulluk sınırının altında yaşadığı (Olson, 1994: 2) dikkate alındığında, ırkçı ceza politikalarının aynı zamanda yoksullara karşı bir nitelik taşıdığı da tartışmasız biçimde açığa çıkmaktadır. ABD’de hapsetme politikaları, beyaz olmayan, göçmen, işsiz, eğitimsiz, evsiz, sosyal kaynaklardan yoksun kesimleri hedef almaktadır. Siyahlar ise, “suçlu sınıfı” olarak görülmektedir. Siyahları hapse göndermek için “uyuşturucu ile savaş” söylemine dayalı olarak çıkarılan yeni ırkçı yasalar, bugün ABD’deki hapishane nüfusunun en geniş grubunu uyuşturucu suçlularının oluşturmasına yol açmıştır. 1970’lerden bu yana uyuşturucu suçundan tutuklanan siyahların sayısı sürekli olarak artmaktadır. Uyuşturucu dışındaki suçların işlenme oranı ise son yıllarda düşüşe geçmiştir. İstatistikler, bugün ABD’de suç oranının yalnız ‘uyuşturucu suçlarında’ yükseldiğini göstermektedir. 13 Bu sonuç ise, devletin hapishaneleri yoksul siyahlarla doldurmayı amaçlayan yeni uyuşturucu yasalarından ileri gelmektedir. Ayrıca, ceza reformunu gerçekleştirmek ve sert yeni ceza yasalarını yürürlüğe koymak 11 U.S. Department of Justice, Bureau of Justice Statistics’in özet bulguları ve seçilmiş istatistikleri için bkz. (www.ojp.usdoj.gov/bjs/crimoff.htm), (11.11.2000). 12 A.k. 13 U.S. Department of Justice, Bureau of Justice Statistics’in (www.ojp.usdoj.gov/bjs/glance) şu sayfalarına bkz. ve krş. (/drug.htm), (/viort.htm), (/theft.htm), (/burg.htm), (/house2.htm), (/rob.htm), (/rape.htm), (/aslt.htm), (/hmrt.htm), (25.10.2000). 36 Amme İdaresi Dergisi için ABD toplumuna empoze edilen “suç korkusu”nun gerçek bir temelinin olmadığı da, yine uyuşturucu dışındaki suçların düştüğünü gösteren bu istatistiklerden ortaya çıkmaktadır. Öte yandan, Avrupa kıtasında ırksal ve etnik azınlıkların hapsedilme oranı da yükselmektedir. Örneğin, İngiltere ve Galler’de Nisan 1996 sonunda, hapishane nüfusunun % 8’ini yabancılar oluşturmaktadır. Yabancıların hapishaneye gönderilme oranı, yalnız 1994 sonu ile 1996 Nisan ayı arasındaki 16 aylık dönemde % 21 oranında artmıştır (PRT, 1996c: 1). Haziran 1998’de, İngiltere’de, her 100.000 kişilik nüfus içinde hapsetme oranı, siyahlar için 1.245, beyazlar için 185, Güney Asyalılar içinse 168’dir (HLPR, 2000: 2). Bu rakamlar, İngiltere’de de ırksal ve etnik azınlıkların “suçlu sınıfı” olarak görüldüğünün açık işaretleridir. Mahpus sayısının yükselmesine, hapishane sayısındaki artış eşlik etmektedir. Son yıllarda dünya çapında binlerce yeni hapishane inşa edilmiştir. Örneğin son 20 yıl içinde ABD’de yaklaşık 1.000 yeni hapishane yapılmıştır (Schlosser, 1998: 3). Yalnız 1995’te 150 yeni hapishane inşa edilmiş ve mevcut 170 hapishane genişletilmiştir (Browne, 1995: 1). İngiltere, 12 yeni hapishane inşa edileceğini ve mevcut hapishanelerin kapasitelerinin genişletileceğini açıklarken (PPRI, June 1996: 2), Belçika Hükümeti 1.000 yeni hücrenin inşasını programına almıştır (PPRI, March 1997: 7). Kanada’nın yalnız Ontario şehrinde 5 yeni “süper” hapishane yapılırken (PPRI, October 1996: 4), Brezilya Hükümeti, 52 yeni hapishanenin inşaatı için harekete geçmiştir (PPRI, July 1997: 2). Şili Hükümeti, 10 yeni hapishane için kaynak aramakta, Uruguay’da 4 yeni hapishanenin açılması planlanmaktadır (PPRI, July 2000: 17). Bu örnekler, dünya çapında devam eden hapishaneleri çoğaltma hareketinin yalnızca birkaçıdır. Öyle görünmektedir ki, pek çok ülke bugün hapishane ve mahkum sayısını artırma hareketinde ABD’yi izlemektedir. Hapishane sayısının artırılması, doğal olarak hapishanelere ayrılan mali kaynakları da olağanüstü derecede yükseltmiştir. ABD’de 1982’de devletin cezalandırmaya harcadığı pay 9 milyar dolar civarında iken, 1996’da 41 milyar doları aşmıştır. 14 Devlet, geçmişte eğitim, sağlık gibi alanlara ayırdığı kaynakları artık hapishane bütçesine aktarmaktadır. ABD’nin Kaliforniya eyaletinde, 1984’ten bu yana 20’den fazla yeni hapishane inşa edilirken, yalnız bir yeni üniversite kampusu açılmıştır. 1996-7’de, Kaliforniya’da eyalet genel fonlarının % 8.7’si yüksek eğitime, % 9.6’sı ise cezalandırmaya ayrılmıştır (Davis, 1998: 4). Böylece yakın tarihte ilk kez cezalandırmaya ayrılan fonlar, yüksek eğitime ayrılan payı aşmıştır. Yurttaşlardan toplanan vergiler de, artık eğitim, sağlık gibi alanlara değil, cezalandırmaya harcanmaktadır. Sosyal devlet sisteminin terkedilmesi ile birlikte işsizlik ve yoksulluk yayılırken, hapishaneler çoğalmaktadır. Hapsetme politikalarının derinleşen sosyal sorunlara bir çözüm 14 ABD’de 1980-1996 arasındaki cezalandırma harcamaları için bkz. “Sourcebook of Criminal Justice Statistics 1999”, s. 3-4, (www.albany.edu/sourcebook/1995/pdf/t12.pdf), (12.11.2000). Küreselleşme Sürecinde Ceza Politikalarındaki Dönüşümler 37 getirmeyeceği açıktır. Ancak yeni cezalandırma politikaları, sosyal sorunların çözümü için sağlık merkezlerine, eve, işe, okula ihtiyaç olduğu düşüncesinde değil, işsiz ve yoksulları hapsetme amacında odaklanmaktadır. Bu da, yeni ceza politikalarının sosyal sorunları kaynağında önlemekten çok, sosyal devletin tasfiyesi ile birlikte ortaya çıkan sorunların sonuçlarını bastırmaya ve potansiyel sosyal muhalefeti sert ceza yasaları ile kontrol etmeye yöneldiğini ortaya koymaktadır. Güçlenen hapsetme politikalarının siyasal boyutu toplumun kontrol altına alınmasıdır, ancak “daha çok mahkum” ve “daha çok hapishane” olarak rotası özetlenebilecek yeni ceza politikalarını belirleyen bazı ekonomik etkenler de vardır. Hapishanelerden kâr sağlanması amacına yönelen bu ekonomik etkenler içinde, öncelikle hapsedilenlerin emeğinden yararlanılması gelmektedir. Mahpus emeğinin sömürüsü, hapsetmeye endeksli yeni ceza politikalarını belirleyen başlıca uzun vadeli ekonomik dinamiklerden biridir ve sosyal devletin terkedilmesi ile birlikte hapishanelerdeki dönüşümün önemli boyutlarından biri de bu noktada ortaya çıkmaktadır. Yeni ceza politikalarının “daha fazla mahkum” istikameti, aynı zamanda dışarıdakinden çok daha ucuza çalışacak ve gardiyan baskısı altında azami üretimi gerçekleştirecek mahkumişçi ordusunu genişletmeye yönelmiştir. Kuşkusuz ki, sosyal devlet döneminde de mahpusların çalışma ilkesi kaldırılmamıştır. 15 Ancak, mahpus emeğinin kullanımına sosyal devlet döneminde sınırlar getirilmiş, mahpusların ürettikleri malların ülke dışına çıkarılması da yasaklanmıştır. Ne var ki, günümüzde bu yasaklar aşınmaya, sınırlar kaldırılmaya ve hapishanelerde üretilen mallar artık uluslararası ticarete de sunulmaya başlamıştır. Bu durum, mahpus emeğinin 15 Mahpusların çalışmaya zorlanabileceği, uluslararası insan hakları hukukunda da angarya yasağının bir istisnası olarak kabul edilmektedir. Örneğin, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinin 4. maddesi gibi, 1982 Anayasasının 18. maddesi de aynı istisnaya yer vermiştir. Bununla birlikte, sosyal devlet döneminde mahpusların çalıştırılması önemli bazı sınırlamalara tabi olmuştur. Örneğin, Türk Ceza Kanununun 6123 sayılı ve 9.7.1953 tarihli yasayla değiştirilen 14. maddesi, tutukluların çalıştırılmalarında “gönüllülük” ilkesini kabul etmiştir: “Mevkuflardan çalışmak isteyenler, ceza ve tevkif evi dahilinde çalıştırılabilirler”. Ayrıca Ceza Kanununun 6988 sayılı ve 31.5.1957 tarihli yasayla değiştirilen 13. maddesi, hükümlülerin çalıştırılmasını da önemli ölçüde sınırlamıştır. Bu madde, ağır hapis cezası almış mahkumların hücre ve hapishanede geçirdikleri belirli sürelerden sonra, ancak “iyi halleri”nin görülmesi durumunda “iş esası üzerine kurulmuş olan cezaevlerinde” çalıştırılacaklarını belirtmektedir. 647 sayılı Cezaların İnfazı Hakkındaki Kanunun 3193 sayılı ve 1.5.1985 tarihli yasayla değiştirilen 17. maddesi ise, her ne kadar tutuklu ve hükümlülerin çalışmaya zorlanabileceği yolunda genel bir hüküm getirmiş olsa da, ülkemizde mahkumların çalışması şimdilik yalnız açık ve yarı açık cezaevleri ile sınırlı bir uygulama alanı bulmaktadır. Bununla birlikte, 6 Ağustos 1997 tarihinde kabul edilen 4301 sayılı “Ceza İnfaz Kurumları ile Tutukevleri İşyurtları Kurumunun Kuruluşu ve İdaresine İlişkin Kanun”, hapishane emeğinin kullanım alanının Türkiye’de de genişletileceğinin önemli bir işaretini vermektedir. Bu Kanunun “ceza infaz kurumları ve tutukevleri bünyesinde oluşturulan tesis, atölye ve benzeri ünitelerden oluşan işyurtları”nı (m. 6) düzenlemesi ve çalışma saatleri dışında ve tatil günlerinde de tutuklu ve hükümlülere fazla çalışma yaptırılabileceğini öngörmesi (m.8), önümüzdeki dönemde Türkiye’de de hapishaneleri giderek birer “çalışma kampları”na dönüştüren bir sürecin başlatılmakta olduğunu düşündürmektedir. “F Tipi” cezaevi modeline geçişin başlıca nedenlerinden biri de bu yasanın uygulanmasını sağlamak olsa gerekir. Çünkü mevcut hapishanelerin büyük bir kısmında mahpusların çalıştırılmasına uygun koşullar yoktur. “F Tipi” cezaevlerindeki “işlik”ler ise, bu bağlamda dikkat çekicidir. 38 Amme İdaresi Dergisi sömürüsünü yoğunlaştıran ve hapishaneleri çalışma kamplarına dönüştüren bir sürecin başında olduğumuzu haber vermektedir. Ceza reform sürecinde çıkarılan daha sert yeni ceza yasalarının mahkum ve hapishane sayısını çoğaltan sonuçlarının, bu ekonomik etkenler dikkate alınmaksızın tam olarak anlaşılabilme olanağı da yoktur. ABD’de mahkum emeğinin sömürüsü, 70’lerden bu yana çıkarılan ceza yasalarının önemli amaçlarından biridir. Tıpkı yeni ceza yasalarının 70’lerden itibaren yürürlüğe sokulması gibi, hapishaneleri “parmaklıklı fabrikalara” dönüştürmeyi amaçlayan projeler de aynı tarihlerde devreye girmiştir. ABD Kongresi, ilkin 1979’da “hapishane endüstrisi”nin geliştirilmesi konusunda 7 pilot projeyi kabul etmiş, 1990’da ise pilot proje sayısı 50’ye yükseltilmiştir (Pens, 1996: 2). 90’lı yıllar boyunca, eyaletler bir yandan mahpuslara çalışma zorunluluğunu getiren yeni yasaları çıkarırken, 16 diğer yandan istihdam edilen mahpus sayısını artırmak için yeni programları yürürlüğe koymuşlardır. 17 Mahpusların çalışma zorunluluğu, federal düzeyde de kabul edilmiştir. Ayrıca, çalışma ilkesi, disiplin kurallarıyla da güvence altına alınmıştır. ABD’de federal düzeyde, mahkumlara günde ‘enaz’ 7 saat çalışma zorunluluğu getirilmiştir ve çalışmayı reddetme ya da performans standartlarına uygun olmayan bir biçimde çalışma, “disiplin suçu” sayılmıştır. 18 Eyalet düzeyinde de çalışmaya zorlayıcı nitelikte disiplin kuralları yürürlüğe girmiştir. Örneğin, Oregon hapishanesindeki mahkumlar çalışmayı reddettiklerinde daha uzun cezalara çarptırılmakta, çeşitli haklarını kaybetmekte ve hücre cezası riskiyle karşılaşmaktadırlar (Erlich, 1995). Kaliforniya’da yalnız çalışılarak geçirilen her gün, mahkumların cezasından indirilmektedir. Bu nedenle, çalışmayı reddeden mahkumlar hapis cezalarının iki katını çekmek zorunda kalmaktadırlar, başka deyişle çalışan mahkumlardan iki kat daha fazla ceza almaktadırlar. Ayrıca, çalışmayı reddeden mahkumların aile ziyareti hakkı yoktur, hapishane kantininden yararlanma hakları sınırlandırılmıştır, acil haller dışında telefon hakları yoktur ve eğer hapishane avlusuna çıkmalarına izin verilirse, diğer mahkumlarla herhangi bir sosyal ilişkiye girme ve herhangi bir etkinliğe katılma hakları yoktur (Browne, 1995: 4). İngiltere’de 1999’da çıkarılan Hapishane Kuralları (Prison Rules) ise, mahkumların “günde 10 saati geçmemek üzere” ve “eğer mümkünse hücreleri dışında bir başkasıyla birlikte” 16 Örneğin, Oregon eyaletinde mahpuslara haftada 40 saat çalışma zorunluluğunu getiren yasa değişikliği, 1 Nisan 1995’te yürürlüğe girmiştir. Aralık 1996’ya kadar Oregon hapishanesindeki mahpusların % 51’i çalıştırılmaya başlanmıştır. Yetkililer, bütün mahpusların istihdamının 10 yıl içinde sağlanacağını açıklamaktadır (Bkz. Pens, 1998: 1-2). 17 Örneğin, Washington eyaletinde 1993’te çıkarılan bir yasayla, yılda 300 mahpusun istihdam alanına sokulması, 2000 yılına kadar da bu sayının 1500’e yükseltilmesi için Washington Cezalandırma Birimine yetki verilmiştir. (Bkz. Pens, 1996: 3). 18 Federal Bureau of Prisons Program Statements, 5251.05 - Work and Performance Pay Program, Inmate (12/31/98), § 545.24, (www.bop.gov/progstat/5251_05.html), (25.10.2000). Küreselleşme Sürecinde Ceza Politikalarındaki Dönüşümler 39 çalıştırılma kuralını getirmektedir. 19 Bu kuralı tersinden okumak gerekirse, mahkumlar günde 10 saate kadar, üstelik hücreleri içinde çalışmaya zorlanabileceklerdir. İngiltere’nin Hapishane Kuralları, mahkumların “iradi olarak işi uygun şekilde yapmamalarını, işin gerektirdiği gibi çalışmamalarını ya da bu şekilde çalışmayı reddetmelerini” de disiplin suçları arasında saymaktadır. (m. 51/21). Bu gibi disiplin suçları karşısında hapishane yöneticisi, çeşitli cezalar verme yetkisine sahiptir: Bu cezalar, mahkumun çeşitli haklarını kaybetmesi, başkalarıyla birlikte çalışmaktan alıkonulması, çalışması karşılığındaki kazancının kesilmesi, hücre cezası, mahkemenin verdiği hapis cezasına ek bir süre hapis cezası verilmesi gibi seçenekler olabilecektir. (m. 55). Görüldüğü gibi, sert yeni ceza yasalarına, oldukça zalim hapishane kuralları eşlik etmektedir. Bu kuralların, görünüşte bile, mahkumların “rehabilitasyonu” amacıyla bağdaştırılma olanağı yoktur. Amaç başlıbaşına cezalandırmak ve sindirmek; ayrıca mahkumların ucuz, bazen bedava kullanılan emeklerinden yararlanmaktır. Mahkumları çalıştırmaya yönelik olarak yürürlüğe giren yeni politikalar, mahkumların “yararlı sosyal programlara doğru yöneltilmesi” ve “kendi masraflarını karşılamaları” argümanlarıyla gündeme getirilmiş ve topluma da bu şekilde empoze edilmiştir, ancak getirilen yeni düzenlemelerin cezaevlerinin insanlıkdışı koşullarını yoğunlaştırdığı açıktır. ABD’de 1979’dan itibaren yürürlüğe giren “Hapishane Endüstrisini Geliştirme Programı” (Prison Industry Enhancement Program), özel sektörün de mahkum emeğini kullanmasına izin vermektedir. 20 Yani, gelişen hapishane endüstrisinin tek oyuncusu devlet değildir, özel sektör de hapishane yönetimleri ile yaptığı sözleşmelerle mahkum emeğini kullanmaya başlamıştır. Bugün ABD’nin önde gelen pek çok şirketi, ürünlerini ABD hapishanelerinde üretmektedir. Bu şirketlerin arasında, Microsoft, IBM, Boeing, Motorola, Texas Instruments, Nike, Lee Jeans gibi dünya çapında tanınmış bir dizi şirket de bulunmaktadır. Hapishanelerde yapılan işler son derece çeşitlilik arzetmekte, bir dizi mal ve hizmet üretimini kapsamaktadır. Bu işler arasında, yüksek teknolojili bazı malların üretilmesinden, çamaşır yıkamaya; telefonla pazarlamacılıktan, tekstil sektöründe çalışmaya; veri depolamaktan, bilgisayar paketlemeye değin bir dizi mal ve hizmet üretimi bulunmaktadır. Üstelik, yapılan iş çeşidinin giderek artırılması da hedeflerden biridir. Bu durum ise, dışarıdaki pek çok işletmenin kapatılarak üretimin daha ucuz maliyetli olduğu hapishanelere taşınmasına yol açmakta ve dışarıdaki işsiz kitlesini genişletmektedir. İşsiz kalan kesimlerin ise, hapishanelere gönderilme olasılığı büyüktür. Bu kısır döngü, 19. yüzyılda da yaşanmıştır. 19. yüzyılın “kiralık hapishane” modeli, hapishane yönetimleri ile sermayedarlar arasında yapılan 19 20 Prison Rules 1999, m. 31 (1). Metin için bkz. (www.penlex.org.uk/pages/rules99.html), (12.09.2000). Örneğin Maryland eyaletinde Hapishane Endüstrisini Geliştirme Programının uygulanması hakkında bkz. (www.dpscs.state.md.us/doc/sui/pie2.htm), (25.10.2000). 40 Amme İdaresi Dergisi sözleşmelerle hapishane emeğinin özel sektöre kiralanması ilkesine dayanmaktadır. Sosyal devlet modelinin tasfiye edildiği “küreselleşme” sürecinde ise, 19. yüzyılın bir dizi başka özelliği gibi, “kiralık hapishane” modeli de geri gelmiştir. Hapishanelerde üretilen malların ülke dışına çıkarılma yasağının da aşınmaya başladığı 21 dikkate alınırsa, mahkum emeği sömürüsünün önümüzdeki dönemde giderek yoğunlaşması ve yayılması beklenebilir. Bugün ABD, İngiltere, Avustralya gibi ceza reformunun öncüsü ülkelerde, hapishane emeği hem devlet, hem de özel sektör tarafından yoğun biçimde sömürülmeye başlamıştır. ABD’deki bazı hapishanelerde mahpuslara çalışmaları karşılığında hiç ücret ödenmemektedir. 22 Eğer ücret ödeniyorsa, ücret düzeyleri son derece düşüktür. Örneğin, federal düzeyde kabul edilen çalışma programlarına göre, yiyecek hizmetlerinde çalışan, boyacılık yapan, temel bakım hizmetlerini sunan, su tesisatçılığı gibi işlerde çalışan mahkumlara verilen saatlik ücret, 12-40 cent arasındadır. Federal mahkumların fabrikalara gönderilen % 25’lik kısmı ise, metal, mobilya, elektronik, tekstil ve grafik sanatları gibi alanlarda çalıştırılmaktadır ve saatte 23 cent-1.5 dolar arasında para kazanmaktadır. 23 Bu ücretler, ABD’deki asgari ücretin oldukça altındadır. ABD’de asgari ücret çeşitli eyaletlere ve sektörlere göre değişmektedir, ancak örneğin Washington’da saatte 4.90 dolar olduğu veri alınırsa, mahkum emeğinin kârlı doğası daha kolay anlaşılabilecektir. Bugün bir devlet şirketi olan Unicor, saatte 23 cent’e 20 bin mahkumu haftada 40 saat mobilya üretiminde çalıştırmaktadır. Mahkum emeğini kullanan özel sektör de, mahkum emeğinden aynı ucuzlukta yararlanmaktadır: Örneğin, Chevron, TWA ve Victoria’s Secret gibi şirketler, veri girişi, telefonla kitap rezervasyonu, iç çamaşırı üretimi için çalıştırdıkları mahkumlara saatte 23 cent ödemektedir (Rojas, 1998: 1). Kaliforniya’nın Soledad hapishanesinde tekstil sektöründe çalışan mahkumlar, saatte 45 cent’ten, günde 9 saat çalışmaları karşılığında ayda yaklaşık 60 dolar kazanmaktadırlar. Nike, ayakkabı üretiminde çalıştırdığı mahkumlara ‘günde’ 1.20 dolar ödemektedir (Erlich, 1995: 1). Avustralya’da ise mahkumlara haftalık ortalama 50-60 Avustralya doları ödenmektedir, oysa aynı işin dışarıdaki karşılığı 360 dolardır (PPRI, November 1996: 5). Görüldüğü gibi, hapishane emeği bugün şirketler için Üçüncü Dünya emeğinden de ucuza gelmektedir. 24 21 Bu konuda bkz. “The World Trade Organization and the Prison Industrial Complex”, özellikle dipnot 2, (www.prisonactivist.org/materials/wto_pic.html), (31.08.2000). 22 Texas eyaletinde mahpusların tamamının çalışmaya zorlandığı, ancak hiç ücret ödenmediği belirtilmektedir. Texas’da 100’den fazla hapishanenin, 150.000’den fazla mahpusun varolduğu dikkate alındığında, sömürünün yoğunluk derecesi de ortaya çıkmaktadır. Bkz. “Texas Prison Labor Union”, 1998, (www.igc.org/trac/feature/prisons/txprisonunion.html), (07.08.2000). 23 ABD’de federal mahkumların çalışma programları hakkında bkz. (www.bop.gov/ipapg/ipaover.html), (25.10.2000). 24 “Saatte 8 dolar kazanan bir Amerikan işçisi, şirketinin Tayland’da çalışan işçilere günde yalnız 2 dolar ödemek için taşınmasından dolayı işini kaybeder. İşsizdir, onun ihtiyaçlarına ilgisiz olan topluma Küreselleşme Sürecinde Ceza Politikalarındaki Dönüşümler 41 Yeni cezalandırma politikaları, hapishanelerde kölelik benzeri bir statüyü yeniden üretme eğilimindedir. Hapishanelerdeki zorla çalıştırma programları, mahpusların “bir meslek ve sanat öğrenmeleri”, “yararlı etkinliklere katılmaları”, “masraflarının kendilerince karşılanması” gibi topluma “meşru” görünen amaçlarla yürürlüğe konulmaktadır. Ancak, hapishane kurumunun kendisinin meşruiyeti sorunu bir yana, yalnız çalışma programlarının meşruiyetini tartışılır kılan bir dizi etken sözkonusudur: Her şeyden önce mahpuslar çalışmaya ‘zorlanmaktadırlar’, yani çalıştırma şiddet yoluyla sağlanmaktadır. Ayrıca, mahpusların çalışmalarının gerçek karşılığı da verilmemektedir. Buna ek olarak, mahpusların kazançlarının büyük bir bölümüne hapishane yönetimlerince el konulmaktadır. Mahpusların iaşe ve sağlık gibi giderleri, çeşitli fonlar, zorunlu tasarruf hesabı, mahkeme hizmetleri, vergi gibi kesinti kalemlerinin toplamı, mahpusların ücretlerinin yarısını aşmaktadır. ABD’de mahpusların ücretlerinin % 80’ine kadar bir bölümünün kesilmesine izin verilmektedir.25 “Reform” sürecinde ABD modelini izleyen İngiltere’de de mahpusların kazançlarının çeşitli vergiler ve fonlar için kesilebileceğini düzenleyen yeni yasalar yürürlüğe girmiştir. 26 Bütün bunların yanısıra, hapishane emeği, “özgür” emeğin çeşitli haklarından yararlanamadığı için sömürü düzeyi daha da derinleşmektedir: Sağlık sigortası, işsizlik sigortası, emeklilik hakkı, işten çıkarma tazminatı, tatil hakkı, dinlenme hakkı, hastalık izni, sendika hakkı, toplu sözleşme hakkı, grev hakkı hapishanelerde yoktur. Bu nedenle de özel sektör, mahpus emeğini “özgür” emeğe tercih etmektedir. Hapishane yönetimleri, özel sektörü hapishanelerine çekebilmek için verdikleri reklamlarda bu olanakların altını sıklıkla çizmektedir. 27 Mahpusların çalışma koşulları ise, 19. yüzyıl uygulamalarına giderek daha fazla benzemektedir. Zincire bağlanan mahkum dizileri halinde çalışma (chain gangs), bazı ABD eyaletlerinde tekrar görülmeye başlamıştır (Browne, 1995: 3). Bu ve benzeri örnekler, “reform” sürecinde hapishanelerde “kürek mahkumluğu”nu yeniden canlandıran uygulamalardır. Hapishane koşullarının daha vahşileştiğinin en açık göstergesi ise, hapishanelerdeki ölüm ve intihar oranlarının son yıllardaki hızlı artışıdır. 28 yabancılaşmıştır, yaşamını sürdürmek için uyuşturucu ekonomisine ya da başka yasadışı yollara girer. Yakalanır, hapse konur ve çalışmaya başlar. Yeni ücreti, saatte 22 cent’tir.” (Goldberg and Evans: 5). Bu öykü, ABD hapishanelerindeki mahkumların çoğunluğunun öyküsünü oldukça iyi yansıtmaktadır. 25 Örneğin Maryland eyaletindeki uygulama için bkz. (www.dpscs.state.md.us/doc/sui/pie2.htm), (25.10.2000). 26 Bkz. Prisoners’ Earnings Act 1996, Chapter 33. Metin için bkz. (www.hmso.gov.uk/acts/acts1996/1996033.htm), (12.09.2000). 27 ABD’de Oregon hapishanesinden verilen bir ilanda özetle şöyle denilmektedir: “Oregon hapishanesi, kamuözel ortaklığı arıyor. Sağladıklarımız: Arazi, binalar, minimum güvenlikli mahkum emeği ve güvenlik memurları, enerji ve istikrar. Yararlanacaklarınız: Mahkumlar, her gün temizliği, bakım işlerini yaparlar ve çalışırlar. Paranızı kazanırsınız. İşçi tazminatı, sigortası, hastalıkta iş bırakma ve diğer maliyetler yoktur.” (Bkz. Pens, 1998). 28 İngiltere’de ticari olarak işletilen hapishanelerdeki intihar oranları için bkz. HLPR, 1998. 42 Amme İdaresi Dergisi Görüldüğü gibi, günümüzde hapishaneler sosyal devlet öncesi koşullara hızla geri dönme yolundadır. Küreselleşmenin geri dalgası içinde birikim oranlarını artırmak için tarihteki eski emek sömürü yöntemlerine yeniden başvurmaktan kaçınmayan sermaye, mahpus emeğini de “en ucuz”, silahlı gardiyan nezaretinde “en iyi disipline edilmiş” ve “en verimli” emek gücü olarak yeniden keşfetmiştir. Ancak, sermayenin son yıllarda hapishanelere girişi, yalnız mahpus emeğini kiralama yolundan ibaret de değildir. 1980’lerden itibaren dünyada egemen olan neoliberal politikaların “özelleştirme” ayağı, cezalandırma alanında da yankısını bulmuştur. Cezalandırma “sektör”ündeki özelleştirme, 80’li yıllarda çeşitli hapishane hizmetlerinin özelleştirilmesi ile başlamış, 90’lı yıllarda ise hapishanelerin işletilmesini de kapsayarak doruğuna ulaşmıştır. Bugün pek çok ülkede yemek, sağlık, güvenlik, nakliye gibi hapishane hizmetleri özelleştirilmiş durumdadır. Ceza reformunun öncüsü ülkeler ise, 90’lı yıllarda hapishanelerin işletilmesini de özel sektöre devrederek “özel hapishane” sistemine geçmeye başlamışlardır. 80’li yıllardan itibaren türeyen bir dizi çokuluslu “cezalandırma şirketi”, dünyadaki özel hapishanelerin başlıca işleticileridir. Bu şirketler, devletlerle imzaladıkları 25-30 yıllık sözleşmelerle yeni hapishaneler kurmakta ve hapishaneleri düşük ücretli kendi güvenlik personeli tarafından işletmektedirler. Reagan döneminde ABD’de başlayan hapishaneleri özelleştirme hareketi, özellikle 90’lı yıllarda gelişmiş ve dünyaya yayılmaya başlamıştır. 1999 sonu itibariyle, ABD’deki özel hapishane sayısı 158’e ulaşmıştır. 29 Ayrıca, 90’lı yıllar boyunca, İngiltere, Avustralya, Yeni Zelanda, Kanada ve Güney Afrika’da da özel hapishaneler kurulmuştur. Avustralya, Ocak 1997’deki % 20’lik oranıyla özel hapishanelerde en fazla mahpus bulunduran ülke olarak önde gitmektedir (PPRI, January 1997: 1). Hapishanelerin özelleştirilmesi hareketi henüz yeni olmakla birlikte, güçlü bir yayılma potansiyeline sahip görünmektedir. Bugün dünyanın pek çok ülkesi, özelleştirme programını oluşturma aşamasındadır. Bir dizi devlet ise, özel hapishaneleri finanse etmesi için özel sektörü davet etmiş bulunmaktadır. Hapishanelerin özelleştirilmesi, herhangi bir kamu sektörünün özelleştirilmesinden farklıdır. Özelleştirmelerle mahkumlar da özel şirketlerin egemenlik ve kontrol alanına devredilmekte, adeta onlar da özelleştirilmektedir. Mahkumların özel mülkiyet konusu olmalarına benzer bir sonucu doğuran bu durumun ise, köleliğe yakınlığı açıktır. Hapishanelerin gelişim tarihi de, mahkumluk ve kölelik arasındaki sıkı ilişkiyi ortaya koyması bakımından öğreticidir: Örneğin, ABD’de köleliğin kaldırılmasından önce gerçek bir hapishane sistemine gerek duyulmamış, bu ülkedeki ilk hapishaneler 19. yüzyıl başlarında açılmıştır (Browne, 1995: 2). Köleliğin kaldırılmasından sonra ise, mahkum emeği köle emeğinin yerini alan başlıca biçimlerden biri olmuş, 29 Bkz. “Sourcebook of Criminal Justice Statistics 1999”, s. 82, (www.albany.edu/sourcebook/1995/pdf/t183.pdf), (12.10.2000) Küreselleşme Sürecinde Ceza Politikalarındaki Dönüşümler 43 hapishaneler kölelikten de ucuz ve etkin bir emek sömürü sistemi kurmuştur. 19. yüzyıl ABD hapishanelerinde mahkumlar, özgür bırakıldıktan sonra basit hırsızlık suçlarından mahkum edilmiş kölelerdir, hapishane çiftlikleri ise köle plantasyonlarına benzemektedir. Bu dönemde hakim olan “kiralık hapishane” sistemi, devletin mahkumları sermayedarlara kiralamasına ve hapishaneleri özel sermayenin işletmesine dayanmaktadır. Bugünün “özel hapishaneleri” de bu tarihsel geçmiş ışığında anlamlandırılmalıdır. Öte yandan, ABD’de mahkumların kölelik statüsü bugün de resmi olarak tanınmaya devam etmektedir: ABD Anayasasının 13. Değişiklik hükmü, mahkumları yalnız “zorla çalıştırma yasağı”ndan değil, aynı zamanda “kölelik yasağı”ndan da hariç tutmaktadır. 30 Virginia Yüksek Mahkemesi’nin, 1871’de mahkumların “devletin köleleri” olduğuna ilişkin verdiği bir karar (Ruffin v. Commonwealth davası, aktaran Wright, 1995: 1) ise, bu ülkedeki mahkumların gerçek statüsünü açıklayan bir başka dayanaktır. Görülmektedir ki, ABD Anayasasının köleliğe açık bıraktığı bu kapı küreselleşme dönemecinde işlerlik kazanmaya başlamıştır. Ceza reform hareketinde ABD’yi yakından izleyen İngiltere, Avustralya, Yeni Zelanda, Kanada, Güney Afrika gibi ülkelerin özel hapishanelerin de öncüsü oldukları dikkate alındığında, 19. yüzyıl hapishane modelinin reform hareketine dahil olan pek çok ülkeyi beklediği söylenebilir. Hapishane emeğinin sınırsız sömürüye açılması ve özel hapishane sisteminin geri gelişi, günümüzde hapishaneleri sermaye için en kârlı yatırım alanlarından biri haline getirmiştir. Bir yandan çokuluslu cezalandırma şirketleri dünyadaki en büyük şirketler arasına katılırken, diğer yandan mantar gibi çoğalan yeni hapishanelerin inşaatı, mimari dizaynı, hapishanelerin yiyecek, sağlık, güvenlik, nakliye gibi hizmetleri pek çok şirketi hapishanelere çekmektedir. Özel hapishaneleri işleten çokuluslu cezalandırma şirketlerinin son 15 yıldaki büyüme hızları, hapishane sektörünün sermaye için cazibesini ortaya koymaya yeterli görünmektedir. Örneğin 1983’te kurulan ve hapishane endüstrisinin lideri olan CCA’nın (Corrections Corporation of America) gelirleri, 1992’de 95 milyon dolardan 1995’te 207 milyon (PPRI, June 1996: 7), 1996’da 293 milyon, 1997’de 462 milyon (PPRI, March 1998: 15) ve 1998 Eylül ayı sonunda 484.5 milyon dolara fırlamıştır. CCA, 1998 itibariyle ABD, Puerto Rico, Avustralya ve İngiltere’de toplam 78 hapishane işletmektedir (PPRI, November/December 1998: 13). Bugün hapishane endüstrisinin önde gelenleri ABD şirketleridir, onları İngiliz şirketleri izlemektedir. Öte yandan, hapishane endüstrisi, inşaat, mimarlık, sağlık, yemek, nakliye, telefon, güvenlik teknolojisi gibi alanlardaki yan sektörleri de beslemektedir. ABD’de ekonomisi krize girmiş pek çok şehirde hapishaneler ana işveren konumuna gelmiştir. 30 ABD Anayasasının 1865’te kabul edilen 13. Değişikliği, şu hükmü getirmektedir: “Birleşik Devletler’de ya da Birleşik Devletler’in yargı yetkisi altındaki herhangi bir yerde, hukuka uygun olarak mahkum edilmiş kişinin suçunun cezası dışında, kölelik ve zorla çalıştırma yasaktır.” 44 Amme İdaresi Dergisi Mahpuslar ise aynı zamanda “tüketici” olarak da sömürülmektedir: Hapishanelerdeki telefon hizmetini tekeline almış şirketler, dışarıdakinden yaklaşık 6 katına telefon hizmeti satmaktadır. Yemek ve kantin fiyatları aşırı pahalıdır. Silah üreticileri, şimdi elektrikli kelepçe, şok silahları, güvenlik kameraları gibi hapishaneleri “savunma” teknolojileri üretmektedir. ABD’de 500’den fazla şirket bu piyasaya girmiş durumdadır. Yatırım bankaları, güvenlik şirketleri, hizmet şirketleri bu endüstrinin içindedir. Wall Street bankaları hapishane sektörüne yatırım yapmaktadır. Cezalandırma şirketlerinin kağıtları da Wall Street borsasındaki en değerli kağıtlar arasına girmiştir. Bugün ABD’de hapishane endüstrisinin taşıdığı bu önem, ABD ekonomisinin “hapishane-endüstri kompleksi” kavramı ile tanımlanacak düzeyde kritik bir noktaya erişmesine yol açmıştır. 31 ABD Başkanı Eisenhower’in 1961’de Sovyetler Birliği’nden gelecek bir askeri tehdidi önlemek amacıyla askeri sanayinin geliştirilmesi gereğini vurgulamak ve silah sanayiine yapılacak yatırımları artırmak için kullandığı “askeri-sanayi kompleksi” kavramından ödünç alınan “hapishane-endüstri kompleksi” kavramı, ABD’de sermaye ve devlet arasındaki çıkar birliğini günümüzde yeniden tanımlamaktadır. Her iki kavramın da ortak yönü, bir yandan bu çıkar birliğini ortaya koyarken, diğer yandan toplumun imhası amacında birleşmeleridir. Geçmişte devlet “komünizmle mücadele” retoriği altında silah endüstrisini geliştirirken, bugün hapishane endüstrisini “suçla mücadele” sloganına dayanarak güçlendirmektedir. Her iki ekonomi de, sermayenin birikim oranlarını artırması ve toplumun baskı altına alınmasına yönelmektedir. ABD’de bizzat devlet eliyle yaratılan ve beslenen hapishane endüstrisinin hammaddesi mahkumlardır. Bu endüstrinin gelişmesi, mahkum sayısının artırılmasına dayanmaktadır. Hapishane endüstrisinden mahkumlara düşen pay, sermaye için çalışmaya zorlanma, çalışmadıklarında hücrelere kapatılma, daha fazla eziyet ve ölümdür. Yeni kurulan özel hapishane haberlerine, hızla bu hapishanelerdeki ölüm haberlerinin eşlik etmesi çarpıcıdır. Özel hapishanelerin yeni döneminin henüz çok kısa bir tarihi olmasına rağmen, şiddet düzeyinin bu hapishanelerdeki yoğunluğu bugünden görülmektedir. 32 Anlaşılmaktadır ki, özel hapishane ve mahkum kiralama sisteminin geri gelişi, tıpkı 19. yüzyılda olduğu gibi, hapishanelerdeki şiddet dozunu da artırmaktadır. 19. yüzyılın kiralık hapishanelerinde mahkumların kamçılarla ölesiye çalıştırıldıkları ve 31 “Hapishane-endüstri kompleksi” kavramı hakkında bkz. Goldberg and Evans; Schlosser, 1998; Davis, 1998; Parenti, 1999; Muntaquin, 1995; Light, 1999. 32 Örneğin, İngiltere’deki Blakenhurst özel hapishanesinde 1995’te 5 kişi ölmüştür (PPRI, October 1996: 6). Avustralya’nın Victoria eyaletinde Eylül 1997’de açılan Port Philip özel hapishanesinde Nisan 1999 tarihine kadar 11 mahkum ölmüştür, bunların 5’i hücresinde asılı bulunmuştur, 3’ü yüksek dozda uyuşturucudan ölmüştür. Yalnız 3 kişinin “doğal” nedenlerle öldüğü belirtilmektedir (PPRI, April/May 1999: 19). Özel hapishanelerin ayrılmaz bir unsuru haline gelen bu “şüpheli” ölümler, kamuoyunda da tartışmalara neden olmaktadır. Küreselleşme Sürecinde Ceza Politikalarındaki Dönüşümler 45 gerçekten de mahkumların yarısına yakınının bu hapishanelerde yaşamını yitirdiği hatırda tutulacak olursa, yeni “ceza reform” hareketinin mahkumlara sunacağı gelecek de oldukça karanlıktır. Görüldüğü gibi, yirmibirinci yüzyıl başında dünyaya yayılan “ceza reform” hareketi, devletin cezalandırma iktidarını daha fazla zalimleştirerek dönüştürmektedir. Sosyal devlet niteliğinden uzaklaşan devlet, her geçen gün daha fazla “cezalandırma devleti” olmaya yaklaşmaktadır. Ceza reform hareketi de, öncelikle hapishaneleri yükseltmektedir. Ancak reformun hapishaneler dışında kalan başka unsurları da vardır: Bugün ceza reform hareketini başlatan ülkelerde ceza türleri çeşitlendirilmekte, hapsetmeye alternatif cezalar da yayılmaktadır. “Kamu yararına çalıştırma”, bu cezaların bir çeşididir. Kamu yararına çalıştırma, mahkumun “toplum için” parasız çalışması demektir. Kendisine mahkeme tarafından bu tür bir ceza verilen mahkumlar, cezalarını okul, hastane gibi çeşitli toplumsal hizmet alanlarında günde belirli bir süre ücretsiz olarak çalışarak çekmektedirler. 33 Ancak, bu cezalar her tür suçluya değil, yalnız hafif suçlulara verilebilmektedir. Uygulamada da yalnız 4-5 yıla kadar hapis cezası alan kişilerin, cezalarını kamu yararına çalışarak yerine getirdikleri görülmektedir. Bu nedenle, kamu yararına çalıştırma cezası, hapishanelere gerçek bir alternatif oluşturmamakta, hapis cezalarına eşlik etmekte, cezayı çeşitlendirip çok amaçlı kullanıma sokarak topluma yayan bir nitelik taşımaktadır. Bugün belirli merkez ülkelerde uygulanan bu ceza çeşidinin Güneyli ülkelere de yayılması için yoğun çaba harcandığı gözlenmektedir. Özellikle 90’lı yıllarda artan bu çabalar, Afrika, Güney Amerika, Güney ve Orta Asya, Orta ve Doğu Avrupa ve Ortadoğu’da odaklanmıştır. Belli başlı zengin ülkelerden ya da sermaye destekli çeşitli kuruluşlardan aldıkları fonların desteğindeki projeler aracılığıyla kamu yararına çalıştırma cezasının Güneyli ülkelere yayılma sürecindeki başrollerden birini ise, uluslararası hükümetdışı kuruluşlar oynamaktadır. Bu kuruluşların “teknik yardımları” sonucunda, bugün bir dizi ülke bu ceza türünü ceza sistemine dahil etmiştir. 34 Kamu yararına çalıştırma cezasının reform hareketinin bir parçası olması da, sosyal devletin tasfiyesi ile yapısal bir bütünlük oluşturmaktadır. Bu ceza çeşidi ile sosyal devlet döneminde ücretli kamu görevlilerinin yerine getirdiği 33 Kamu yararına çalıştırma (community service) cezası hakkında örneğin bkz. (http://penalreform.org/english/cs.htm), (15.08.2000). 34 1989’da kurulan uluslararası hükümetdışı bir kuruluş olan “Penal Reform International” (PRI), Güneyli ülkelerin ceza reform sürecine dahil edilmesinde etkin olan kuruluşlardan biridir. Bu örgüt, bugün 40 ülkede aktif çalışma yürütmektedir. PRI’nın 1990’lı yıllar boyunca sürdürdüğü çalışmalar sonucunda bir dizi ülke kamu yararına çalıştırma cezasını kabul etmiştir. Ayrıca, bu örgüt Afrika’da hapishane çiftliklerinin “daha etkin üretim” için yeniden düzenlenmesi, yargı sisteminde reform gibi konularda da projeler hayata geçirmekte ve hem hükümetler hem de hükümetdışı ulusal kuruluşlar ile birlikte çalışmaktadır. PRI, hükümetlere yeni ceza yasa tasarıları sunarken, yerel hükümetdışı kuruluşları ceza sisteminde reform için lobi faaliyetinde yönlendirmektedir. PRI için bkz. (http://penalreform.org). 46 Amme İdaresi Dergisi toplumsal hizmetlerin artık mahkumlarca bedava yerine getirilmesi amaçlanmaktadır. Kamu sektörünün tasfiyesinden, kamusal harcamaların azaltılmasından, sosyal devletin çöküşünden doğan işlevsel boşluk, bizzat mahkumların ücretsiz emeğiyle doldurulmaya çalışılmaktadır. Suçlu bireyin suçu işlemesinden dolayı “topluma olan borcunu ödemesi” argümanıyla sunulan kamu yararına çalıştırma cezası, gerçekte ceza sistemini küreselleşmenin gereklerine uydurmaktadır. Küreselleşme sürecinde yeniden yapılanan devlet ise, suçu ve cezayı topluma yayarak cezalandırma iktidarını güçlendirmektedir. Cezalandırmayı devletin temel iktidarı haline getiren ve devletin şiddetini yoğunlaştıran ceza reform sürecini de sermayenin bugünkü ihtiyaçları yönlendirmektedir. Yeni suç ve ceza düzenini, toplumu daha fazla baskı altına alarak sermaye egemenliğini güvenceye alma ve cezadan kâr sağlama hedefleri biçimlendirmektedir. Ceza sistemindeki bu dönüşümün toplumsal bedeli ise, her gün daha fazla işsiz ve yoksulun mahkum statüsüne geçmesi, mahkumluğun ise giderek köleliğe yaklaşmasıdır. 1990’lı yıllardan bu yana hükümetlerin gündemlerini meşgul eden ceza reform sürecinin, ceza sisteminin “demokratikleştirilmesi”, cezanın daha “insancıllaştırılması”, hatta suçlunun “ıslahı” gibi amaçları yoktur. Reform, cezanın etkinliğini artırmayı, ekonomik ve siyasal maliyetini düşürmeyi ve cezadan çıkar sağlamayı gündemine almıştır. Cezalandırma iktidarının yeni kuralları, bir yandan toplumun dışlanan geniş kesimlerinin hapishanelere gönderilerek “elenmesinden”, diğer yandan cezanın topluma yayılarak olağanlaştırılmasından azami faydanın yaratılmasına yönelmiştir. Görünen odur ki, sosyal devletin tasfiyesi ile birlikte dünya çapında yeni bir cezalandırma dönemi açılmıştır. Henüz başında olduğumuz bu dönem, suç ve cezayı, cezalandırma iktidarını, hapsetmeyi ve hapishaneleri her zaman olduğundan daha fazla sorgulamayı gerekli kılmaktadır. KAYNAKÇA Browne, Julie, (1995), The Labor of Doing Time, (www.prisonactivist.org/crisis/laborof-doing-time.html), (31.08.2000). Davis, Angela (1998), Masked Racism: Reflections on the Prison Industrial Complex, (www.corpwatch.org/trac/feature/prisons/a-davis.html), (12.05.2000). Ditton, Paula M. (1999), Truth in Sentencing in State Prisons, Bureau of Justice Statistics Special Report, (www.ojp.usdoj.gov/bjs/pub/pdf/tssp.pdf), (25.10.2000). Erlich, Reese (1995), Prison Labor: Workin’ for the Man, (www.prop1.org/legal/prisons/labor.htm), (07.08.2000). FAMM (Families Against Mandatory Minimums) (2000a), All About Mandatory Minimum Sentences (MMS), (www.famm.org/about.htm), (25.10.2000). ____ (2000b), Dissenting Opinions, (www.famm.org/about5.htm), (25.10.2000). Küreselleşme Sürecinde Ceza Politikalarındaki Dönüşümler 47 ____ (2000c), Federal Laws, (www.famm.org/about1.htm), (25.10.2000). ____ (2000d), History of Mandatory Sentences, (www.famm.org/about3.htm), (25.10.2000). Foucault, Michel (1992), Hapishanenin Doğuşu, (Çev. Mehmet Ali Kılıçbay), İmge Kitabevi, Ankara. Giffard Chris (tarihsiz), South African Corrections, Privatisation Fact File, (www.penlex.org.uk/pages/sa01.html), (18.08.2000). Goldberg, Eve and Evans, Linda (tarihsiz), The Prison Industrial Complex and the Global Economy, (www.prisonactivist.org/crisis/evans-goldberg.html), (31.08.2000). HLPR (The Howard League for Penal Reform) (2000), Ethnic Minorities and the Criminal Justice System, (www.penlex.org.uk/pages/hlethnic.html), (18.08.2000). ____ (1997), Prison Population in Europe, Fact Sheet 31, (www.penlex.org.uk/pages/hlfact31.html), (18.08.2000). ____ (1998), Suicides in Commercially Managed Prisons, (www.penlex.org.uk/pages/hlcomsui.html), (18.08.2000). Light, Julie (1999), (www.corpwatch.org/trac/feature/prisons/editorial.html), (12.05.2000). Marx, Karl (1978), Kapital, Birinci Cilt, (Çev. Alaattin Bilgi), Sol Yayınları, 2. Bs., Ankara. Muntaquin, Jalil (1995), The Cold War of the 90’s, (www.prisonactivist.org/pubs/jalilcold-war-90s.html), (31.08.2000). Olson Joel (1994), Gardens of the Law: The Role of Prisons in Capitalist Society, (www.prisonactivist.org/crisis/gardens-of-law.html), (31.08.2000). Özdek, Yasemin (2000), Uluslararası Politika ve İnsan Hakları, Eleştirel Bakışlar, Öteki Yayınevi, Ankara. Parenti, Christian (1999), The Prison Industrial Complex: Crisis and Control, (www.corpwatch.org/trac/feature/prisons/c-parenti.html), (12.05.2000). Pens, Dan (1998), Oregon Prison Slaveocracy, (www.corpwatch.org/trac/feature/prisons/orslaveocracy.html), (12.05.2000). ____ (1996), Out-Celling the Competition, (www.igc.org/trac/feature/prisons/outcell.htm), (07.08.2000). PPRI (Prison Privatisation Report International) (June 1996), Issue No. 1, (www.penlex.org.uk/pages/prtprep1.html), (17.08.2000). ____ (October 1996), Issue No. 4, (www.penlex.org.uk/pages/prtprep4.html), (17.08.2000). ____ (November 1996), Issue No. 5, (www.penlex.org.uk/pages/prtprep5.html), (17.08.2000). ____ (January 1997), Issue No. 6, (www.penlex.org.uk/pages/prtprep6.html), (17.08.2000). 48 Amme İdaresi Dergisi ____ (March 1997), Issue No. 8, (www.penlex.org.uk/pages/prtpep8.html), (17.08.2000). ____ (July 1997), Issue No. 12, (www.penlex.org.uk/pages/prtpre12.html), (17.08.2000). ____ (March 1998), Issue No. 18, (www.penlex.org.uk/pages/prtpre18.html), (17.08.2000). ____ (November/December 1998), Issue No. 25, (www.penlex.org.uk/pages/prtpre25.html), (17.08.2000). ____ (April/May 1999), Issue No. 29, (www.penlex.org.uk/pages/prtpre29.html), (17.08.2000). ____ (July 2000), Issue No. 36, (www.penlex.org.uk/pages/prtpre36.html), (17.08.2000). PRT (Prison Reform Trust) (1996a), Automatic Sentences: The Californian Experience, (www.penlex.org.uk/pages/prtcalif.html), (24.08.2000) ____ (1996b), Comments on the White Paper ‘Protecting The Public’: The Government’s Strategy on Crime in England and Wales, Cm3190, March 1996, (www.penlex.org.uk/pages/prtprotp.html), (11.11.2000). ____ (1996c), Foreign Nationals in the Prison System, (www.penlex.org.uk/pages/prtforna.html), (24.08.2000). ____ (1996d), Truth In Sentencing, (www.penlex.org.uk/pages/prttruth.html), (24.08.2000). ____ (1997a), Balancing Sentencing Policy With Resources: Structured Sentencing in North Carolina, (www.penlex.org.uk/pages/prtcarol.html), (24.08.2000). ____ (1997b), Delaware: A Small Wonder, (www.penlex.org.uk/pages/prtdelaw.html), (24.08.2000). ____ (1997c), Sentencing Policy in California: A Visceral Thing, (www.penlex.org.uk/pages/prtvisc.html), (24.08.2000). ____ (1997d), The Effect of American Sentencing Policy Changes on the Courts, Prisons and Crime, (www.penlex.org.uk/pages/prtameff.html), (17.08.2000). ____ (1997e), The Federal System: Sentencing By Numbers, (www.penlex.org.uk/pages/prtfed.html), (24.08.2000). ____ (1997f), The Prison Population in Britain, Europe and the Rest of the World, (www.penlex.org.uk/pages/prteurop.html), (18.08.2000). Rojas, Patrisia Macias (1998), Complex Facts, (www.corpwatch.org/trac/feature/prisons/p-rojas.html), (12.05.2000). Schlosser, Eric (1998), “The Prison-Industrial Complex”, The Atlantic Monthly, December 1998, (www.theatlantic.com/issues/98dec/prisons.htm), (07.08.2000). Shaw, Stephen (1998), A Fiscal and Economic Analysis of the Crime (Sentences) Act, (www.penlex.org.uk/pages/prtfisc.html), (24.08.2000). Singh, Wendy (1999), A Regional Report Latin America, (http://penalreform.org/english/regpapcarib.htm), (15.08.2000). Küreselleşme Sürecinde Ceza Politikalarındaki Dönüşümler 49 ____ (1997), Alternatives to Custody in the Caribbean, (http://penalreform.org/english/juvealtcarib.htm), (15.08.2000). Wright, Paul (1995), Slaves of the State, (www.speakeasy.org/wfp/18/Labor3.html), (15.08.2000).