2. Erciyes Pediatri Hemşireliği Kongresi
Transkript
2. Erciyes Pediatri Hemşireliği Kongresi
2. ERCİYES PEDİATRİ HEMŞİRELİĞİ KONGRESİ 3-5 Mart 2016 Erciyes Üniversitesi Sabancı Kültür Merkezi, Kayseri BİLDİRİ KİTABI Değerli Meslektaşlar, Sizleri, 3-5 Mart 2016 tarihleri arasında Kayseri’de düzenlenecek olan II. Erciyes Pediatri Hemşireliği Kongresi’ne davet etmekten büyük mutluluk duymaktayız. İkincisini düzenlediğimiz bu kongrede güncel bilgileri paylaşma ve tartışma fırsatı bulacağımız programımızın sizlerin de katılımıyla daha da verimli ve yararlı olacağına inanıyoruz. Düzenlediğimiz bu etkinliğin, bilimsel kazanım ve deneyimlerimize katkıda bulunarak, ortak çalışmalar, uygulamalar ve eğitim etkinliklerine zemin hazırlayacağını düşünüyoruz. Programa katkı veren konuşmacılar ve bildiriler ile renklenecek olan II. Erciyes Pediatri Hemşireliği Kongresi’nin ülkemize ve pediatri hemşireliğine zenginlik katacağı inancındayız. Multidisipliner bilimsel programın yanı sıra, sosyal programda da sizlerle bir arada olmak en büyük dileğimiz. Tüm katılımcılarımız ile birlikte verimli ve canlı bir program geçireceğimizi ümit ediyoruz. Saygılarımızla... Düzenleme Kurulu Adına, Doç. Dr. Meral Bayat 2. Erciyes Pediatri Hemşireliği Kongresi 3-5 Mart 2016, Kayseri Sayfa 2 Onursal Başkanlar Prof. Dr. Muhammed Güven (Rektör) Prof. Dr. Sultan TAŞCI (Dekan) Başkan Doç. Dr. Meral BAYAT Sekreterya Doç. Dr. Emine ERDEM Yrd. Doç. Dr. Öznur TOSUN Üyeler * İsimler ünvan ve soyadına göre sıralanmıştır. Doç. Dr. Emine ERDEM (Erciyes Üniversitesi) Araş. Gör. Yağmur SEZER EFE (Erciyes Üniversitesi) Yrd. Doç. Dr. Esma AKCAN (Melikşah Üniversitesi) Araş. Gör. Dilara KEKLİK (Erciyes Üniversitesi) Yrd. Doç. Dr. Zübeyde KORKMAZ (Nuh Naci Yazgan Üniversitesi) Araş. Gör. Nevin USLU (Erciyes Üniversitesi) Yrd. Doç. Dr. Öznur TOSUN (Erciyes Üniversitesi) Araş. Gör. Maksude YILDIRIM (Erciyes Üniversitesi) 2. Erciyes Pediatri Hemşireliği Kongresi 3-5 Mart 2016, Kayseri Hemşire Serpil SARI (KHB Kayseri Eğitim ve Araştırma Hastanesi) Hemşire Asuman SÖNMEZ (Erciyes Üniversitesi Sağlık Uygulama ve Araştırma Merkezi) Hemşire Pınar TUNCAY (KHB Kayseri Eğitim ve Araştırma Hastanesi) Sayfa 3 Bilimsel Kurul * İsimler ünvan ve soyadına göre sıralanmıştır. Prof. Dr. Hicran ÇAVUŞOĞLU (Hacettepe Üniversitesi) Doç. Dr. Naime ALTAY (Gazi Üniversitesi) Prof. Dr. Nursan ÇINAR (Sakarya Üniversitesi) Doç. Dr. Duygu ARIKAN (Atatürk Üniversitesi) Prof. Dr. Emine EFE (Akdeniz Üniversitesi) Doç. Dr. Hatice BAL YILMAZ (Ege Üniversitesi) Prof. Dr. Yurdagül ERDEM (Kırıkkale Üniversitesi) Doç. Dr. Murat BEKTAŞ (Dokuz Eylül Üniversitesi) Prof. Dr. Firdevs ERDEMİR (Adıyaman Üniversitesi) Doç. Dr. Emine ERDEM (Erciyes Üniversitesi) Prof. Dr. Ayşe Ferda OCAKÇI (Koç Üniversitesi) Doç. Dr. Emine GEÇKİL (Necmettin Erbakan Üniversitesi) Prof. Dr. Muzaffer Candan ÖZTÜRK (İstanbul Sabahattin Zaim Üniversitesi) Prof. Dr. Suzan YILDIZ (İstanbul Üniversitesi) Prof. Dr. Rana YİĞİT (Mersin Üniversitesi) Doç. Dr. Duygu GÖZEN (İstanbul Üniversitesi) Doç. Dr. Sevinç POLAT (Bozok Üniversitesi) Doç. Dr. Hatice YILDIRIM SARI (Katip Çelebi Üniversitesi) Yrd. Doç. Dr. Emine ALTUN YILMAZ (Cumhuriyet Üniversitesi) Yrd. Doç. Dr. Sebahat ALTUNDAĞ (Pamukkale Üniversitesi) Yrd. Doç. Dr. Özlem AVCI (Kocaeli Üniversitesi) Yrd. Doç. Dr. Zehra ÇALIŞKAN (Nevşehir Hacı Bektaş Veli Üniversitesi) Yrd. Doç. Dr. Mukaddes DEMİR ACAR (Gaziosmanpaşa Üniversitesi) Yrd. Doç. Dr. Ulviye GÜNAY (İnönü Üniversitesi) Yrd. Doç. Dr. İlknur KAHRİMAN (Karadeniz Teknik Üniversitesi) Yrd. Doç. Dr. Sibel KÜÇÜK (Yıldırım Beyazıt Üniversitesi) Yrd. Doç. Dr. Öznur TOSUN (Erciyes Üniversitesi) 2. Erciyes Pediatri Hemşireliği Kongresi 3-5 Mart 2016, Kayseri Sayfa 4 BİLİMSEL PROGRAM 03 MART 2016 (1. Gün) 08:00 – 08:15 08:15 – 09:15 09:15 – 09:30 09:30 – 11:00 11:00 – 12:30 12:30 – 13:30 13:30 – 14:10 14:10 – 15:30 15:30 – 16:00 16:00 – 17:20 17:20 – 18:00 18:15 – 19:00 AÇILIŞ DEONTOLOJİ (ORTAK OTURUM) Oturum Başkanları: Türkan Patıroğlu ve Derya Büyükkayhan Tutku Özdoğan Yenidoğanda Etik Sorunlar Rayhan Bozabalı Pediatride Hukuki Sorunlar KAHVE MOLASI BESLENME -1 (ORTAK OTURUM) Oturum Başkanları: Zübeyde Gündüz ve Meral Bayat Anne Sütü ve Tamamlayıcı Beslenme: Soru ve Meda Kondolot Sorunlar Nur Aslan Sağlıklı Çocuklarda ve Ergenlerde Beslenme Selda Bülbül Çocuklarda Vitamin ve Mineral Desteği BESLENME -2 (ORTAK OTURUM) Oturum Başkanları: Gülbin Gökçay ve Emine Erdem Gülbin Gökçay İştahsız Çocuğa Yaklaşım Psikiyatrik Açıdan Bebek ve Küçük Çocuklarda B.Didem Öztop Yeme ve Yedirme Bozuklukları Fatih Kardaş Malnütrisyon Tedavisi ÖĞLE YEMEĞİ BEBEK BESLENMESİ ve BESİN GÜVENLİĞİ Oturum Başkanları: Meral Bayat ve Emine Erdem Bebekler için hazırlanan besinler ne kadar Betül Çiçek güvenli? Öznur Tosun Bebek beslenmesinde yapılan hatalar ÖZEL DURUMLARDA BESLENME Oturum Başkanları: Murat Bektaş ve Zübeyde Korkmaz Yenidoğan beslenmesinde kanıta dayalı Duygu Gözen uygulamalar DM hastalarının beslenmesinde kanıta dayalı Sebahat Altundağ uygulamalar Nefroloji hastalarının beslenmesinde kanıta Sibel Küçük dayalı uygulamalar Onkoloji hastalarının beslenmesinde kanıta Emine Erdem dayalı uygulamalar KAHVE MOLASI PEDİATRİDE SIK GÖRÜLEN SEMPTOMLARA YAKLAŞIM Oturum Başkanları: Firdevs Erdemir ve Başak Nur Yıldız Hülya Yavuz Ateş Emine Gül Kuzucu Ağrı Naime Altay Solunum sıkıntısı Emine Altun Yılmaz Bulantı-Kusma-Diyare SÖZLÜ BİLDİRİ Oturum Başkanları: Duygu Gözen ve Zehra Çalışkan AÇILIŞ KOKTEYLİ 2. Erciyes Pediatri Hemşireliği Kongresi 3-5 Mart 2016, Kayseri Sayfa 5 09:00 – 10:00 10:00 – 10:30 10:30 – 12:00 12:00 – 12:30 12:30 – 13:30 13.30 – 14.15 14:15 – 15:00 15:00 – 15:30 15:30 – 16:45 19:30 04 MART 2016 (2. Gün) STOMA BAKIMI VE BAKIMDA KANITA DAYALI UYGULAMALAR Oturum Başkanları: Emine Erdem ve Zübeyde Korkmaz Zehra Çalışkan Kolostomi Hatice Pars Gastrostomi Özlem Avcı Trakeostomi KAHVE MOLASI BİR PEDATRİ VAKASI ÜZERİNDEN BAKIM PLANI OLUŞTURMA Oturum Başkanları: Candan Öztürk ve Meral Bayat Konuşmacı: Nurgün Platin SÖZLÜ BİLDİRİ Oturum Başkanları: Hatice Bal Yılmaz ve Sebahat Altundağ ÖĞLE YEMEĞİ VE POSTER SUNUMLARI ENGELLİ ÇOCUK VE AİLESİNE YAKLAŞIM Oturum Başkanları: Duygu Gözen ve Naime Altay Konuşmacı: Nazan Çakırer Çalbayram ve Zehra Çalışkan SÖZLÜ BİLDİRİ Oturum Başkanları: Murat Bektaş ve Emine Altun Yılmaz KAHVE MOLASI PEDİATRİDE GÜNCEL SORUNLAR Oturum Başkanları: Candan Öztürk ve Öznur Tosun Madde bağımlılığı İnternet bağımlılığı Yeme bozuklukları GALA YEMEĞİ Dilek Akkuş Murat Bektaş Hatice Bal Yılmaz 09:15 – 10:00 05 MART 2016 (3. Gün) PEDİATRİ HEMŞİRELİĞİNE KÜLTÜREL YAKLAŞIM Oturum Başkanları: Firdevs Erdemir ve Öznur Tosun 10:00 – 10:30 10:30 – 12:00 Konuşmacı: Candan Öztürk KAHVE MOLASI ÇALIŞAN GÜVENLİĞİ ve HAKLARI Oturum Başkanları: Esma Akcan ve Özlem Avcı 12:00 – 12:15 Çalışan güvenliğine ilişkin yaşanılan sorunlar (Üniversite hastanesi örneği örneği) Çalışan güvenliğine ilişkin yaşanılan sorunlar (Devlet hastanesi örneği örneği) Beyaz Kod sisteminin işleyişi Çalışan güvenliği ve hakları KAPANIŞ Meral Başaran Uğur Çağır Serkan Demirkaya Fatih Birtek 2. Erciyes Pediatri Hemşireliği Kongresi 3-5 Mart 2016, Kayseri Sayfa 6 KONUŞMA METİNLERİ 2. Erciyes Pediatri Hemşireliği Kongresi 3-5 Mart 2016, Kayseri Sayfa 7 BEBEKLER İÇİN HAZIRLANAN BESİNLER NE KADAR GÜVENLİ? Doç. Dr. Betül Çiçek Erciyes Üniversitesi, Sağlık Bilimleri Fakültesi, Beslenme ve Diyetetik Bölümü Son yıllarda dünya nüfusunun hızla artması, ekim alanlarının azalması, açlık sorununun artması, uygunsuz çevre koşulları ve bitki zararlılarıyla mücadele, taşıma ve depolamaya uygunluğu artırmak amacıyla biyoteknolojik yöntemler kullanılmaktadır. Genetik modifikasyon, modern biyoteknoloji yöntemleri kullanılarak, gerçekleştirilen bir tür gen aktarımı işlemidir. Bu işlem; türde var olan gen diziliminin değiştirilmesi, tür içinde gen aktarımı ve türler arası gen aktarımı ile uygulanmaktadır. Genetik modifikasyonun olumlu kullanım alanları arasında böceklere ve yabani otlara karşı direncin artırılması, çevre koşullarına uyumun artırılması, verimin artırılması, raf ömrünün uzatılması, organoleptik (duyusal) özelliklerin geliştirilmesi, tıpta çeşitli aşıların üretilmesi, besin öğesi içeriğinin zenginleştirilmesi, sosyoekonomik düzeyi iyi olmayan ülkelerde görülen besin öğesi yetersizlikleri dikkate alınarak, bu vitamin ve/veya minerallerin eklendiği yeni ürünlerin üretilmesi sayılabilir. Genetik modifiye besinlerin olası riskleri arasında; antibiyotik direnci, alerjen özellik, potansiyel toksisite, çevresel etmenler, besin kalitesinde istenmeyen değişimler, yeni virüslerin ve toksinlerin oluşumu, genetik çeşitlilik için tehdit oluşturması, ekonomik sorunlar, dini-kültürel-etik sorunlar ve etiketlemeyle ilgili sorunlar sayılabilir. İlk genetik modifiye ürünler 1990’ların başında piyasaya sunulmuştur. En yaygın genetik modifiye ürünlerden bazıları soya fasulyesi, mısır, pamuk, kanola, patates ve domatestir. Dünya çapında, soya fasulyesinin yarısı ve mısırın üçte biri transgenik türlerdir. İlk dönem üretilen ürünlerde amaç, böceklere ve hastalıklara dirençli ve iklime ve herbisitlere dayanıklı ürünler elde etmek iken, günümüzde tadı daha güzel, raf ömrü daha uzun, besin değeri artırılmış ve toksisitesi azaltılmış ürünler elde edilmesi hedeflenmektedir. Genetik modifiye ürünler bebeklerde ve çocuklarda hem beslenmeyi desteklemek, hem de hastalıkları önlemek amacıyla geliştirilmektedir. Çocuk sağlığını etkileyebilecek genetik modifiye besin örnekleri arasında; 1) Yaygın yetmezlikleri önlemek amacıyla vitamin ve demirle zenginleştirilmiş pirinç, 2) Hastalık riskini azaltan yağlı tohumlardan üretilen bitkisel sıvı yağlar, 3) Yenilebilir aşı sağlayan meyveler sayılabilir. Potansiyel alerjen özelliklerine, besin öğesi olmayan maddelerin düzeylerinin artmasına ve modifiye bitkilerden bakterilere ya da insanlara potansiyel gen transferine ilişkin kaygılar bulunmaktadır. Bebekler vücut ağırlığı dikkate alındığında, görece daha fazla besin tükettiğinden; zararlı bir besin bileşeninin dozu onlarda, görece daha yüksek olabilir. Hepatik detoksifikasyon ve metabolizma da tam olarak gelişmemiş olabileceğinden, besin kaynaklı toksisiteye duyarlılık da yaşla birlikte değişebilir. Üretilen yeni ürünler üreme, endokrin işlev, nörolojik gelişim ve immünotoksisite üzerindeki kısa ve uzun vadeli etkileri açısından değerlendirilmelidir. 2. Erciyes Pediatri Hemşireliği Kongresi 3-5 Mart 2016, Kayseri Sayfa 8 BEBEK BESLENMESİNDE YAPILAN HATALAR Yrd. Doç. Dr. Öznur Tosun Erciyes Üniversitesi, Sağlık Bilimleri Fakültesi, Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Hemşireliği AD Büyümenin hızlı olduğu bebeklik dönemi, doğru beslenme alışkanlıklarının kazandırılması gereken kritik bir dönemdir. Bu dönemde kazanılan alışkanlıklar bebeklerin yaşama sağlıklı bir başlangıç yapmaları ve sürdürmeleri için elzemdir. Bebekler kendilerini ifade etmedeki sınırlılıkları ve günlük yaşam aktivitelerinde bağımlı olmaları nedeni ile beslenme açısından dikkat edilmesi gereken bir gruptur. Bebeğin beslenmesi, ona bakım veren kişilerin/ebeveynlerin bilgisi, eğitim düzeyi ve kültürel özelliklerine bağlı olarak değişebilmektedir. İdeal olanın, bebeklerin 6 ay süreyle yalnızca anne sütüyle beslenmesi olması ile birlikte ülkemizde bebek maması kullanımı, diğer sıvılara erken başlama ve biberon ile besleme yaygındır. Türkiye’de bebeklerin %26’sına anne sütünden önce başka bir ek gıda verildiği ve daha sonra emzirmeye devam edildiği, %96’sının bir süre emzirildiği ve %30.1’inin ilk 6 ayda sadece anne sütü aldığı belirtilmektedir. Sağlık Bakanlığı’nın bu konuda yürüttüğü projelere karşın bu oranlar istendik düzeyde değildir. İlk 6 ay anne sütü alamayan, yada anne sütünün yetersiz olduğunun düşünüldüğü durumlarda genellikle ebeveynlerin tercih ettiği formül sütler (mama) kullanılmaktadır. Endüstriyel olarak tüketime sunulan bu sütlerin içeriklerine (Whey-Kazein-Soya ağırlıklı formül sütler) ve gerçekten kullanımının gerekli olup olmadığına karar verilerek bebeğe uygun şekilde başlanması ve rastgele kullanılmaması gerekmektedir. Bununla birlikte UNICEF’in de Sağlık Bakanlığına destek verdiği mikronutriyenlerin (demir, D vitamini vb) verilmesi konusunda da bakım veren kişiler/ebeveynler rastgele doz başlama, verme ve kullanmama gibi davranışlar gösterebilmektedirler. Ayrıca abur cubur olarak nitelendirilen çikolata, şeker, gazlı içecekler gibi yiyeceklerin çocuklardan uzak tutulması gerektiği bilinmekle birlikte ebeveynlerin çoğu bunları ödül olarak kullanabilmekteler. Buna ek olarak sağlıklı gibi görünen ancak içeriğinde pek çok zararlı madde bulunan ve bebeklerin gelişimi için iyi olduğu düşünülen endüstriyel ürünlerin/atıştırmalıkların içeriğine dikkat edilerek kullanılması önemlidir. Bunun dışında sağlıklı gibi görünen ancak incelendiğinde sakıncası olan başka bir durum da bir yaşından önce bebeklerin yetişkin sofralarına taşınması durumudur. Ebeveynlerin kendileri için hazırladıkları yağlı, salçalı, baharatlı ve tuzlu yiyecekleri bebeklere vermeleri, bebeklerde ileri yaşlarda hipertansiyon, diyabet ve obezite görülme riskini artırmaktadır. Ya da besleyici ve lezzetli olduğu düşünülen yemek suyuna batırılmış ekmek verilmesi de buna benzer bir durumdur. Bebek beslenmesinde genellikle yapılan diğer bir hata ise gıdaların bulamaç yapılarak verilmesidir. Bu durumda bebekler hem yüksek enerji içerikli karışımı bir öğünde almakta ve sonraki öğünde iştahı azalmakta hem de bebeğin farklı tatları algılayarak tat algısının gelişmesi engellenmektedir. Sonuç olarak, bedensel ve zihinsel açıdan sağlıklı bir nesil için bebeklerin beslenmesine önem verilmelidir. Bebeklere verilen gıdaların içeriği, miktarı, niteliği, pişirme yöntemi, verilme düzeni ve şekline özen gösterilmelidir. 2. Erciyes Pediatri Hemşireliği Kongresi 3-5 Mart 2016, Kayseri Sayfa 9 YENİDOĞAN BESLENMESİNDE KANITA DAYALI UYGULAMALAR Doç. Dr. Duygu Gözen İstanbul Üniversitesi, Florence Nightingale Hemşirelik Fakültesi, Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Hemşireliği AD Yenidoğanların beslenme davranışlarının gelişimi beslenme yönteminin seçiminde en önemli faktördür. Intrauterin dönemin 7-9 haftaları arasında fetusta ilk beslenmeye ilişkin davranış olan ağız açma ve hareket ettirme gözlemlenir. Postmensturel 14. haftada temel tad alma duyusu gelişir, 28. haftadan itibaren arama, yutma ve emme refleksi gelişmekle birlikte emme-yutma ve nefes alma fonksiyonlarının koordinasyonu 36. haftada gelişmektedir. Bu nedenle özellikle preterm yenidoğanların beslenmesinde genellikle parenteral ya da enteral beslenme yöntemleri tercih edilmektedir (McGrath et all 2010; Breton&Steinwender 2008). Yenidoğanın optimal beslenmesi büyümesini sağlar, olumsuz nörolojik sorunları önler, sepsis insidansını düşürür ve özellikle preterm yenidoğanların sık görülen sorunlarından olan prematüre retinopatisini azaltmada etkilidir. Kanıta dayalı geliştirilen rehberlerlerde yenidoğanın enteral beslenmesinde sorumluluğun neanatolog, beslenme uzmanı, emzirme danışmanı, hemşireler ve terapistler olduğu bildirilmiş ve multidisipliner yaklaşımın önemi üzerinde durulmuştur (Dutta et al. 2015). Çok düşük doğum tartılı riskli pretermlerin parenteral beslenmeden enteral beslenmeye geçişi 1-2 hafta da gerçekleştirilmektedir. Genellikle hedeflenen 150-180ml /kg /gün besin miktarını bebek tolere edebildiği zaman bebek tam enteral beslenmeye başlamış kabul edilir (Dutta et all 2015). Enteral beslenmede çoğunlukla tercih edilen orogastrik ve nazogastrik tüp ile beslenme yöntemi; 32-34 gestasyon haftasından küçük, emme/yutma disfonksiyonu olan, oral yolla beslenemeyen, solunum sayısı 60-80/dk arasındaki Respiratuar Distres Sendromu olan bebeklerde tercih edilmektedir (Rennie & Kendall 2013; Kültürsay ve ark Türk Neonatoloji Derneği, 2014). Gastrik tüpün doğru yerleşimini belirlemede en güvenilir yöntem radyografidir (Freeman et all,2012,Svirskis 2009, McGrath et all 2010). Beslenme yönteminin seçimine ilişkin gerçekleştirilen çalışmalarda OGS ya da NGS yönteminin beslenmeyi tolere etmeye etkisi, tam beslenmeye geçişe etkisi, apne, desaturasyon, bradikardi insidansına etkisine ilişkin kanıt olmadığı bildirilmiştir (Watson & McGuire 2013). Enteral beslenmeden oral beslenmeye geçişte sadece bebeğin gestasyon haftası ve tartısı değil aynı zamanda beslenmeye hazır olduğunu gösteren ipuçları dikkate alınmalıdır. Bebeğin ellerini ağzına götürmesi, ağzını açması, arama refleksi, yakalama refleksinin olması, aranması, dilini çıkartması, dokunsal uyaranla yalanması bebeğin oral beslenmeye hazır olduğunu gösteren belirtilerdir (Kültürsay ve ark Türk Neonatoloji Derneği 2014; Dutta et al. 2015). 2. Erciyes Pediatri Hemşireliği Kongresi 3-5 Mart 2016, Kayseri Sayfa 10 Sonuç olarak kanıt temelli çalışmalarda bebeğin oral beslenmeye hazır oluş ipuçlarının değerlendirmesi, erken dönemde beslenme amaçlı olamayan emmenin başlatılması önerilmektedir. Ayrıca, beslenme yöntemi seçimine ilişkin kanıt temelli randomize kontrollü araştırmalar yapılması hemşirelere yol gösterecek beslenme rehberi oluşturulmasına önemli katkı sağlayacaktır. KAYNAKLAR Breton S, Steinwender S. Timing introduction and transition to oral feeding in preterm infants: Current trends and practice. Newborn & Infant Nursing Reviews. 8(3), 2008:153- 159. Dutta S, Singh B, Chessell L, Wilson J, Janes M, McDonald K, Shaid S, Gardner VA, Hjartarson, Purcha M, Watson J, Boer C, Gaal B, Fusch C. Guidelines for feding very love birth weight infants. Nutrients,7,2015: 423-442. Kültürsay N, Bilgen H, Türkyılmaz C. Prematüre ve Hasta Term Bebeğin Beslenmesi Rehberi. Türk Neonatoloji Derneği, 2014. McGrath JM, Medoff-Cooper B, Hardy W, Darcy AM. Oral feding and the high-risk infant. In; Kenner C, McGrath JM (Edts). Developmental Care of Newborns and Infants. (Second ed),National Association of Neonatal Nurses, USA, 2010: 313-340. Rennie JM, Kendall GS. A Manuel of Neonatal Intensive Care.(Fifth ed.),Taylor&Francis Group CRC Press, 2013. Watson J, McGuire W. Transpyloric versus gastric tube feding for preterm infants. Cochrane Collaboration, John Wiley & Sons Ltd, 2, 2013. 2. Erciyes Pediatri Hemşireliği Kongresi 3-5 Mart 2016, Kayseri Sayfa 11 DM HASTALARININ BESLENMESİNDE KANITA DAYALI UYGULAMALAR Yrd. Doç. Dr. Sebahat ALTUNDAĞ Pamukkale Üniversitesi, Sağlık Bilimleri Fakültesi, Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Hemşireliği AD Diyabette tıbbi beslenme tedavisi (TBT), tedavinin en önemli bölümünü oluşturmaktadır. TBT diyabet bakımı ve diyabet öz-yönetim eğitimin ayrılmaz bir parçasıdır. Uygulamada beslenme önerileri çok az veya kanıt düzeyinde olmayan öneriler diyabetli kişilere verilmektedir. TBT ve yemek listeleri bütün DM’li bireylere aynı şekilde mi uygulanmalıdır? Her bir birey için faklı beslenme örneklerinin olmasının etkili olduğu gösterilmiştir. TBT kişinin tercihine (yaş, gelenek, kültür, din, sağlık inançları, ekonomi), bireyin uygulayabilmesine, istekliliğine, katılımına, yaşam tarzına dikkat edilerek diyetisyen tarafından düzenlenmelidir. Tedavinin etkili bir bileşeni olarak tip 1 ve tip 2 diyabetli tüm bireylere beslenme tedavisi önerilir. Özellikle tip 1 diabetes mellituslu (T1DM) insülin tedavisi bireyin TBT ve fiziksel aktivite tarzına entegre edilmelidir. Diyabetli bireylerde A1c’nin düşürülmesi için TBT eğitimi verilmelidir. Beslenme eğitimi diyabet beslenmesinde deneyimli, uzman bir diyetisyen tarafından verilmelidir. T1DM’lu çocuk ve adölesanın beslenmesi, kendi yaşlarındaki diabetli olmayan çocuklar gibidir. Ancak, diabetli bireylerin TBT’nin karbonhidrat ve yağ bileşimi; bireyin fiziksel özellikleri, BKİ, aktivite düzeyi, laboratuvar bulguları, yaşam tarzı, beslenme alışkanlıkları, ekonomik durumu, metabolik kontrolü ve uygulanan medikal tedaviye yönelik hazırlanmalıdır. TBT’de kanıt düzeyindeki çalışmalarda diabetli bireyler için ideal olan karbonhidrat (KH) tüketim, protein tüketimi, yağların kullanımı, tuz ve tatlandırıcıların kullanımı, tamamlayıcı beslenme şekilleri, alkol kullanımı ile ilgili veriler yer almaktadır. Karbonhidrat tüketim ile ilgili olarak KH sayımı, değişim listeleri veya deneyime dayalı hesaplama yolu ile KH alımının izlenmesi, glisemik kontrolün sağlanması ve besin posa içerikleri ile ilgili çalışmalar yapılmıştır. Enjeksiyon veya insülin pompası ile hızlı etkili insülin kullanan bireyler öğün ve ara öğünde yapacağı insülin dozunu öğün ve ara öğünün KH içeriğine göre ayarlamalıdır. Diabetli bireylerin yağ tüketimi de diabetli olmayan bireylerden farklı değildir. Ancak doymuş yağ alımı, toplam kaloriye etkisi, takip gerektiren kolesterol düzeyleri, kardiyovasküler olayların önlenmesi ve tedavisi için yağ alımı ile ilgili çalışmalar yapılmıştır. Diabetli bireylerin TBT de enerji gereksinimi için protein kullanımı da yer almaktadır. Çalışmalarda kilo kaybı sağlamak için yüksek proteinli diyetler önerilmemiştir. Ayrıca çalışmalarda genel popülasyonda olduğu gibi diyabetli bireylere vitamin ve mineral takviyesi önerilmesini gerektiren açık kanıtlar belirlenmemiştir. 2. Erciyes Pediatri Hemşireliği Kongresi 3-5 Mart 2016, Kayseri Sayfa 12 NEFROLOJİ HASTALARININ BESLENMESİNDE KANITA DAYALI UYGULAMALAR Yrd. Doç. Dr. Sibel KÜÇÜK Yıldırım Beyazıt Üniversitesi, Sağlık Bilimleri Fakültesi, Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Hemşireliği AD 0-16 yaş grubunda Son Dönem Böbrek Yetersizliği (SDBY) görülme sıklığı yaklaşık olarak %0.003’dür ve sayının %6’sı 3 yaş altındadır (Potter et al, 1980; Foreman and Chan, 1988). Kronik böbrek yetmezliği ve diyaliz uygulamaları gerek yetişkin gerek çocuk hastalar için beslenme ve beslenmeye eşlik eden sorunlar morbidite ve mortalite ile yakından ilişkilidir. Yetersiz gıda alımı, kayıplar, metabolik ve endokrin bozukluklar, artmış protein katabolizması ve sürece eşlik eden diğer hastalıklar beslenme yetersizliği nedenleri arasındadır. Yetersiz gıda alımını; üremik toksinlerin neden olduğu bulantı, kusma ve iştahsızlık, üremik gastroparezi, gastrit, enfeksiyona yatkınlık ve enfeksiyon sıkılığında artış, anemi, sosyo ekonomik nedenler, ağız, diş sağlığı sorunları ve depresyon tetikleyebilmektedir (Mamoun, 1998). Nefroloji hastalarının beslenme durumu yetişkin ve çocuklarda; biyokimyasal ölçümler (Serum albümin, prealbümin veya kolesterol, serum transferrin düzeylerinde düşüklük), vücut kitlesinde azalma (azalmış vücut veya yağ kitlesi), kas kitlesinde azalma, azalmış protein ve enerji alımı ile birlikte kilo kaybı olmak üzere 4 temel kriter dikkate alınarak belirlenmektedir (Fouque et al, 2008). Özellikle diyaliz hastalarının beslenme durumunun önemli göstergelerinden biri serum albümin düzeyidir. Hipoalbüneminin en önemli iki nedeninin yetersiz beslenme ve diyaliz yeterliliğinin düşüklüğü olduğu ve hipoalbüneminin mortalite ve morbidite oranlarını arttırdığı bilinmektedir. Özellikle hemodiyaliz hastalarında serum transferrin, üre, kreatinin, total kolesterol, potasyum, inorganik fosfor, kompleman, immunglobulin düzeyleri de beslenme durumunun diğer göstergeleri arasındadır (Lowrie and Lew, 1990; Bergström, 1995; Parfrey et al, 1996). Çocuk nefroloji hastalarının KBY(Kronik Böbrek Yetmezliği)’de ise küçük çocuklarda 1.2/1.5 g/kg/gün, büyüklerde 0.8-1.2 g/kg/gün olması ve protein kaynaklarını %20’sinin esansiyel aminoasitlerden ve ketoasitlerden sağlanması önerilmektedir (Fischbach et al, 2001). Hemodiyaliz ve periton diyalizi tedavisi gören çocukların günlük protein alım miktarları değişiklik göstermektedir. Periton diyalizi tedavi gören çocuklarda diyalizatla kayıpların yerine konabilmesi için 2 gr/kg/gün kadar protein alımı çıkarılabilmektedir (Kohaut, 1997; Quan and Baum, 1996). Yaşa göre protein ayarlaması yapılması büyüme ve gelişmeyi desteklemektedir. Bu amaçla 0-3 yaş arasında 2.5-3 g/kg/gün, 3 yaştan ergenliğe kadar 2-2.5 g/kg/gün, ergenlik döneminde ise 1.5 gr g/kg/gün olarak protein alımı programlanabilir. Serum albümin düzeyinin 3.5 g/Dl’nin altında olmasının ölüm riskini arttırdığı bilinmektedir (Lowrie et al, 1995; Gökçe ve Alpay, 2009). Bu nedenle diyet ayarlanırken albümin seviyesi dikkatli bir şekilde değerlendirilmelidir. Esansiyel amino asitlerin (EAA) düşük protein diyetine destek olarak kullanılmasının büyümeyi olumlu şekilde etkileyebileceği unutulmamalıdır (Elmas ve ark, 2012; Bilgiç ve ark, 2012). 2. Erciyes Pediatri Hemşireliği Kongresi 3-5 Mart 2016, Kayseri Sayfa 13 Özellikle çocuklar için diyette en önemli zorluklardan biri fosfor kısıtlamasıdır. Renal osteodistrofinin önlenebilmesi için fosfor, kalsiyum ve paratroid hormon (PTH) kontrolü önem taşımaktadır. 10 kilogramın altındaki bebeklerde günlük fosfor alımının 400 mg’ın, 10-20 kilogram arası çocuklarda 800 mg’ın, 20-40 kilogram arasında çocuklarda 1000mg’ın altında olması önerilmektedir (Rees and Shaw, 2007). Çocuklarda görülen anemi nedenlerin biri diyettir. Demir alımının ayarlanması ve demir emilimini azaltan çay, kahve, kakao gibi gıdaların alımı kısıtlanması anemi gelişmesinin önüne geçilebilir. Ayrıca aneminin önemli nedenlerinden olan iştahsızlığın ortadan kaldırılması gerekmektedir. Kan hemoglobin düzeyinin 711 mg/Dl, hematokrit düzeyinin ise maksimum 33 mg/Dl arasında (Wazny et al, 2002), transferrin düzeyinin %20’nin, serum ferritin düzeyinin ise 100 ng/ml’nin üzerinde olması önerilmektedir (National Kidney Foundation, 2001). Son dönem böbrek yetmezliği sebebi osbturüktif üropati yada kistik hastalık olan çocuklarda sodyum kısıtlaması önem taşımaktadır (Warady et al, 1997). Sodyum kaybını artırdığı için bu durumlarda kaybın yerine konmasının kronik sodyum kaybıyla ortaya çıkabilecek büyüme geriliğinin azaltabileceği bildirilmektedir. Sodyumla birlikte su kaybının da olması kronik dehidratasyona dönüştüğünde yine büyüme ve gelişmeyi olumsuz etkilemektedir (Sedman et al, 1996). Ancak tüm beslenme tedbirleri alınsa dahi yaşamın ne kadar erken evresinde görülürse, son dönem böbrek yetmezliği görülmesinin büyüme gelişmeyi daha olumsuz etkilediği bilinmektedir (Rotundo et al, 1982). Özellikle yenidoğan döneminde görülen KBY vakalarında büyüme ve gelişmenin sık değerlendirilmesi gerekmektedir. Ciddi büyüme gelişme geriliğine neden olmamak için yeterli kalori alımı sağlanmalıdır. Anne sütü ve düşük fosforlu formüla mamalar ile beslenme sürdürülmeli, günlük kalori alımı term bebeklerde 150 kalori/kg, preterm bebeklerde 180 kalori/gün olarak ayarlanmalıdır. Daha büyük çocuklarda kalori alımının ergen erkeklerde kalori 44-55 kalori/kg/gün, ergen kızlarda ise 40-50 kalori/kg/gün olacak şekilde düzenlenmesi önerilmektedir. Van Ayck ve arkadaşlarının (1999) yaptıkları bir çalışmada sadece diyet, kalsiyum, Vit D, sodyum bikarbonat ve sodyum klorür replasmanını içeren konservatif tedavi ile yeterli büyüme ve gelişmenin yeterli şekilde sağlanabildiği belirlenmiştir (Van Dyck et al, 1999). Bu gerçekliğe karşın yetersiz beslenme durumunda NG veya gastrostomi gibi yoğun beslenme yöntemleri kullanılmalıdır. Beslenmenin gün içinde aralıklı ve gece de sürekli intragastrik infüzyon ile sağlanması da kullanılan yöntemlerdendir. Son yıllarda NG tüp yerine gastrostomi kullanımında belirgin bir artış söz konusudur (Coulthard and Crosier, 2002; Coleman et al, 1998). Diyet ve ilaç tedavilerinin ayarlanabilmesi için nefroloji hastası çocukların BUN, kreatinin, elektrolit, lipit, kalsiyum, fosfor, ALP, hemoglobin ve hematokrit ve idrar incelemeleri aylık, demir, folik asit, B12 ve ferritin düzeylerine 3 aylık, PTH düzeyine de 6 aylık aralıkla bakılmalı ve gereken şekilde gıda ve ilaç takviyeleri yapılmalıdır ( Karabudak ve Yıldırım, 2011). 2. Erciyes Pediatri Hemşireliği Kongresi 3-5 Mart 2016, Kayseri Sayfa 14 Diyet tüm nefroloji hastalarının uyması gereken bir zorunluluk olmasına karşın tat duyusu bozuklukları, ağızdaki aseton kokusu, diyabet, kardiyovasküler hastalıklar, gastrointestinal hastalıklar gibi komorbid hastalıklar, yanlış algılama, unutkanlık, bıkkınlık veya hasta yakınlarının yetersiz destekleri gibi sebeplerle çocuklar diyetlerine tam olarak uyamayabilmektedir (National Kidney Foundation, 2001; Bailey and Franch, 2010). Diyet düzenlemelerinde hasta çocuk ve ailesinin sağlık ekibi ile işbirliği son derece önem taşımaktadır. Yaş, cinsiyet ve protein katabolizma hızına uygun olarak düzenlenen ve uygulanan bir diyetin nefroloji hastası çocukların büyüme ve gelişmelerini etkileyerek yaşam kalitesini arttırdığı gözönünde bulundurulmalıdır. KAYNAKÇA Bailey JL, Franch HA. Nutritional considerations in kidney disease: Core Curriculum. Am J Kidney Dis 2010; 55(6): 1146-61. Bergström J. Nutrition and mortality in hemodialysis. J Am Soc Nephrol 1995; 6: 1329-41. Bilgiç A. Akçayı A, Sezer S. Akut Böbrek Hasarında Beslenme Desteği. Turk Neph Dial Transpl 2013; 22 (1): 7-15. Coleman JE, Watson AR, Rance CH et all: Gastrostomy buttons for nutritional support on chronic dialysis. Nephrol Dial Transplant 1998; 13:2041-46. Coulthard MG, Crosier J: Outcome of reaching end stage renal failure in children under 2 years of age. Arch Dis Child 2002;87:511-7. Elmas A, Saral EE, Tuğrul A ve ark. Hemodializ hastalarında beslenme bilgi düzeyi ile klinik ve laboratuar bulguları arasındaki ilişki. Kocaeli Tıp Dergisi 2012;3:23-6. Fischbach M, Terzic J, Menouer S et al. Hemodialysis in children: Principles and Practice. Seminars in Nephrology 2001; 21: 470-9. Foreman JW, Chan JCM: Chronic renal failure in infants and children. J Pediatr 1988; 113:793-800. Fouque D, Kalantar-Zadeh K, Kopple J et al. A proposed nomenclature and diagnostic criteria for protein-energy wasting in acute and chronic kidney disease. Kidney Int 2008; 73(4): 391-8. Gökçe İ, Alpay H. Yenidoğan ve erken süt çocukluğu döneminde kronik böbrek yetersizliği. Türk Nefroloji Diyaliz ve Transplantasyon Dergisi 2009; 18 (1): 48-54). Karabudak SS, Yıldırım B. Kronik böbrek yetmezliği olan çocuk hastanın hemşirelik bakımında eleştirel düşünme. Electronic Journal of Vocational Colleges 2011; 95-105. Kohaut EC. Nutrition in the pediatric ESRD patient on peritoneal dialysis. Perit Dial Int 1997; 17:67-8. Lowrie EG, Lew NL. Death risk in hemodialysis patients: The predictive value of commonly measured variables and evaluation of death rate differences between facilities. Am J Kidney Dis 1990; 15: 458-82. Lowrie E, HuangW, Lew N. Death risk predictors among peritoneal dialysis and hemodialysis patients: A preliminary comparison. Am J Kidney Dis 1995; 26: 220-8. Mamoun AH. Anorexia in patients with chronic renal failure progress towards understanding the molecular basis. Nephrol Dial Transplant 1998; 13: 2460. National Kidney Foundation. K/DOQI Clinical Practice Guidelines for Nutrition in Chronic Renal Failure. Am J Kidney Dis 2001; 37(1 suppl 2): 66-70. 2. Erciyes Pediatri Hemşireliği Kongresi 3-5 Mart 2016, Kayseri Sayfa 15 National Kidney Foundation K/DOQI. Clinical practice guidelines for anemia of chronic kidney disease: update 2000. Am J Kidney Dis 2001: 37 (Suppl 1):182–23. Parfrey PS, Foley RN, Harnett JD et al. Outcome and risk factors of ischemic heart disease in chronic uremia. Kidney Int 1996; 49: 1428-34. Potter DE, Holliday MA, Piel CF. Treatment of end stage renal disease in children: 15-year experience. Kidney Int 1980; 18: 103-9. Rees L, Shaw V. Nutrition in children with CRF and on dialysis. Pediatr Nephrol 2007; 22:1689-702. Rotundo A, Nevins TE, Lipton M et al. Progressive encephalopathy in children with chronic renal insufficiency in infancy. Kidney Int 1982; 21:486-91. Sedman AS, Parekh RS, DeVee JL et al. Cost-effective management of children with polyuric renal failure. J Am Soc Nephrol 1996; 7:1398. Quan A, Baum M. Protein losses in children on continuous cycler peritoneal dialysis. Pediatr Nephrol 1996; 10:728-31. Van Dyck M, Bilem N, Proesmans W. Conservative treatment for chronic renal failure from birth: a 3 year follow-up study. Pediatr Nephrol 1999; 13: 865-9. Wazny LD, Stojimirovic BB, Heidenheim P, Blake PG. Factors influencing erythopoietin compliance in peritoneal dialysis patients. Am J Kidney Dis 2002; 40:623-8. Warady BA, He´bert D, Sullivan EK et al. Renal transplantation, chronic dialysis, and chronic renal insufficiency in children and adolescents. The 1995 Annual Report of the North American Pediatric Renal Transplant Cooperative Study. Pediatr Nephrol 1997; 11:49-64. 2. Erciyes Pediatri Hemşireliği Kongresi 3-5 Mart 2016, Kayseri Sayfa 16 ONKOLOJİ HASTALARININ BESLENMESİNDE KANITA DAYALI UYGULAMALAR Doç. Dr. Emine ERDEM Erciyes Üniversitesi, Sağlık Bilimleri Fakültesi, Çocuk Sağlığı ve Haslıkları Hemşireliği AD Pediatrik kanserlerin tedavisindeki başarıların ve sağkalım oranlarının artması ile destek tedavilerinde ve tedavi ilişkili morbiditenin azaltılmasında beslenmenin rolü giderek artmaktadır. Pediatrik Onkoloji’de beslenme müdahalesinin amacı; normal gelişimi sağlamak, vücut depolarını olabildiğince ideale yakın tutmak, fonksiyonel durumu en iyi durumda tutmaktır. Ama beslenme müdahelesinin kriterleri, zamanlaması ve süresine ilişkin bir fikir birliği yok. Amerikan Pediatri Akademi’sine göre beslenme desteğine başlanması için kriterler: - Hastalık öncesi döneme göre (6 ay) %5’in üzerinde ağırlık kaybı - Boya göre ağırlık oranının % 90’ın altında olması veya boya göre ağırlığın 10 persentilin altında olması - Serum albümin düzeyinin 3.2 g/dl’nin altında olması - Kol yağ ölçümlerinin ve subskapular cilt kalınlığının yaş ve cinsiyete göre 10 persentilin altında olması - Ölçülen boy ve ağırlık persentillerinin, önceki değere göre 2 persentil düşmüş olması. Kemoterapi alan çocukların beslenmelerine ilişkin sorunlar; yemek yeme sorunları (ilaçlara bağlı tat değişiklikleri, öğrenilmiş bazı alışkanlıklar, bulantı-kusma, ağrılı yutma, oral mukozit ve iştah kaybı sonucu oluşur) ve besin tercihinde değişikliklerdir. Kanserli çocuklarda beslenme desteği, yeterli protein ve enerji sağlamak için, çocukların klinik durumları ve yaşları dikkate alınarak verilebilir. Malnütrisyon nedenli bazı vitamin ve minerallerde eksiklik görülebilir. Beslenme desteği; - oral beslenme desteği - enteral beslenme (EN) desteği - parenteral beslenme (PN) desteği şeklinde verilir. Oral beslenme desteğinde; hasta beslenme açısından değerlendirildikten sonra; diyeti enerji, makro (CHO, protein, yağ) ve mikro (vitamin, mineral) besin öğeleri ve posa alımı açısından düzenlenmelidir. Hastanın durumu (nötropeni, iştahsızlık, bulantı-kusma, oral mukozit, tat değişiklikleri…) göz önüne alınarak diyette bazı değişiklikler yapılması gerekebilir. Enteral beslenme desteği; GİS sağlam olan hastalarda, aynı zamanda intestinal mukozanın bütünlüğünü de koruduğu için tercih edilir. Beslenme desteği 3 aydan uzun sürmeyecekse nazogastrik (NG) tüp ile, daha uzun sürecekse gastrostomi açılarak EN yapılabilir. Kullanılan silikon beslenme sondalarına bağlı bulantı, kusma, mide boşalmasında gecikme, diyare ve tüpün yer değiştirmesi gibi sorunlar görülebilir. Çocuğun durumuna ve ihtiyacına EN göre ayarlanır. Oral alımı yetersizse gece devamlı infüzyon ile; oral alımı yoksa devamlı infüzyon veya aralıklı bolus tarzında EN verilebilir. Ürün seçimi hastaya göre ayarlanır. Sindirim ve emilim fonksiyonları normal olan hastalarda tam protein, CHO ve uzun zincirli yağ asidi içeren polimerik 2. Erciyes Pediatri Hemşireliği Kongresi 3-5 Mart 2016, Kayseri Sayfa 17 formülalar; konstipasyon geliştiğinde lif içeren ürünler kullanılır. Bu ürünler gerekli miktarda elektrolit, vitamin ve eser element bulundururlar. Parenteral beslenme desteği; GİS çalışmadığında veya oral beslenme yada EN ile yeterli şekilde beslenemeyen hastalarda (şiddetli ağrı, ishal ve kusma yakınmaları varsa) kullanılmalıdır. Eğer kısa süreli PN düşünülüyorsa (7-10 gün) periferik venöz yol, uzun süreli düşünülüyorsa (10 günden uzun) santral venöz yol kullanılır. Günlük sıvı ihtiyacı; hastanın hidrasyonuna, klinik durumuna, idrar dansitesine ve aldığı-çıkardığı sıvı izlemine göre değişir. Volüm yüklenmesi, hiperglisemi, venöz tromboz ve enfeksiyon gibi komplikasyonlar daha sık görülür, bu nedenle yakın izlem gereklidir. Kanserli çocuklarda malnütrisyon, tanı anında saptanmasa bile hastalığın seyrinde, kemoterapinin de etkisiyle çoğu hastada gelişmektedir. Bu hastaların antropometrik ölçümler ve biyokimyasal testlerle yakın takip edilerek erken dönemde malnütrisyonlarının tanımlanması ve gerekiyorsa beslenme desteği yapılması, hem hastalığının seyri hem de çocuğun yaşam kalitesi açısından önemlidir. Bu hastaların beslenmelerinin takibi ve sorunların erken teşhisinde çok disiplinli bir ekip çalışması gereklidir. Ekibin bir parçası olarak ailelerin eğitimi zorunludur. Tedavinin potansiyel yan etkileri, karşılaşılabilecek beslenme sorunları, beslenmenin önemi, mevcut besin takviye çeşitleri ve gıda güvenliği konularına ilişkin ailelere eğitim verilmelidir. Beslenme desteği ve izlemi, aile üyeleri veya sağlık çalışanları tarafından yapılır. Çoğu pediatrik hematoloji/onkoloji merkezi kendi hasta ve ailelerini bilgilendirmek için kaynak ve broşürler hazırlamış olsa da, bu çalışmaların ilgili merkezler tarafından bir konsensüs oluşturulduktan sonra ulusal çapta yapılması çok daha faydalı ve etkili olabilir. 2. Erciyes Pediatri Hemşireliği Kongresi 3-5 Mart 2016, Kayseri Sayfa 18 PEDİATRİDE SIK GÖRÜLEN SEMPTOMLARA YAKLAŞIMLAR - ATEŞ Uzm. Hem. Hülya Yavuz T.C. Sağlık Bakanlığı, Kayseri Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Pediatrik Yoğun Bakım Ünitesi Latince febris (Febris; mitolojide, insanları malariaya karşı koruyan tanrıça) sözcüğünden köken alan, vücut ısısında normalin üzerine çıkış olarak tanımlanabilecek sık rastlanan bir belirtidir. Sağlıklı bireylerde çevre ısısındaki değişikliklere rağmen vücut ısısı 36.5-37°C arasındadır. Bu kontrolde hipotalamustaki termoregülasyon merkezi etkin rol oynar. Vücut sıcaklığı sirkadiyan ritm göstermekte olup, sabah saatlerinde en düşük, akşam 16.00–18.00 arasında ise en yüksek değerlere ulaşacak biçimde gün içinde 0.6°C oynama göstermektedir (1-3). Ateşin oluş mekanizması, tam olarak bilinmemekle birlikte endojen veya ekzojen pirojenlere karşı vücudun savunma mekanizması olduğu öne sürülmüştür. Bu savunmada ilk olarak makrofaj ve dentritik hücreler, mikroorganizmalar veya onların ürünleri ile temas eder ve çeşitli sitokinler (tümör nekrozis faktör α ve β interlökin-1 ve 6, interferon α ve β) salgılar. Bu mediyatörler hipotalamustaki reseptörlere bağlanıp fosfolipaz-A’yı aktive eder, bu da araşidonik asidi substrat olarak kullanıp PGE2 sentezlenmesine neden olur. Prostaglandin E2 kolaylıkla kan beyin bariyerini geçip nöronları lokal olarak aktive ederek ateş yanıtı oluş- masına neden olur(1-4) Ateş, halen pediatristlere en sık başvuru nedenidir. Günümüzde, tıp alanındaki tüm gelişmelere rağmen ateşli çocuklarda yalnızca % 13–20 ateş odağı saptanmaktadır. Büyük bir kısmının ise nedeni bilinmemekle birlikte (nedeni bilinmeyen ateş) enfeksiyondan malignansiye kadar çok geniş bir yelpazeyi kapsamaktadır (5). Ateşin nedenleri İnfenksiyonlar (bakteri, virüs, mantar. protozon infeksiyonları), kollagen doku hastalıkları (SLE: sistemik lupus eritematozis, PAN: poliarteritis nodosa, dermatomyozit, romatizmal ateş, juvenil romatoid artrit (still hastalığı), malign hastalıklar (lenfoma, lösemi, solid tümörler), metabolik hastalıklar (hipertiroidizm), kardiyovasküler sistem hastalıkları (miyokard infarktüsü, tromboemboli), gastrointestinal sistem hastalıkları (inflamatuvar barsak hastalıkları) gibi birçok etmenler ateşe neden olabilmektedir (6-7). Ateşin İyileşme Sürecine Etkisi Hipokrat’ın, “Bana ateşi üretmek için güç verirseniz, bütün hastalıkları tedavi edebilirim” sözü, ateşin iyileşme sürecine etkili olduğu düşüncesinin çok eski yıllardan beri bilindiğini göstermektedir (8). Ateş, çocukların genel durumunu kötüleştirdiğinden aile bireylerini tedirgin etse de immün sistemin bazı komponentlerine yararlı etkisi vardır ve özellikle viral enfeksiyonlarda vücudun korunmasına ve iyileşmesine yardımcı olmaktadır. 2. Erciyes Pediatri Hemşireliği Kongresi 3-5 Mart 2016, Kayseri Sayfa 19 vücut sıcaklığının yükselmesi invazyon yapan bakterilerin makrofajlarca öldürülmesini kolaylaştırır. Nötrofillerde antibakteriyel madde üretimini arttırır. İnterferonun antiviral ve antitümör aktivitesi, T-hücre proliferasyonu ve serum ferritini artar ve serbest demir azalmış olur; bu da yüksek ısıda demir ihtiyacı artmış olan patojen bakterilerin üremesini azaltır. Ateş sırasında gelişen iştahsızlık nedeniyle mikroorganizmanın glikoz gereksinimi azalır. Kana serbest glukoz geçişinin azalması bakteri üremesini olumsuz etkiler. Ayrıca ateşli dönemde karaciğerde akut faz reaktanlarının yapımı artar. Bu proteinlerden bazıları çoğu mikroorganizma için gerekli olan iki değerli katyonu bağlar. Sonuçta organizma, mikroorganizmalara karşı üstünlük sağlamış olur (6,9,10). Bununla birlikte yüksek ateş oksijen (%13), kalori ve sıvı gereksinimi (%10) arttığından kalp ve beyin kanlanmasında sorun olan hastalarda genel durum ağırlaşır. Kas yıkımı artar ve vücut ağırlığı azalır. Zihin yeteneklerinin geçici olarak azalması, bilinç değişikliklerine (baygınlık, sayıklama) neden olabilir ve konvülsiyonu tetikleyebilir. Vücut sıcaklığı 42 0C’nin üzerinde olduğu zaman nörolojik sekele neden olabilir (6). Ateş Ölçümü Çocuklarda ateş; rektal, oral, aksillar, timpanik, temporal arterden, temaslı/ temmasız kızılötesi yolla (alından/ ciltten) ölçülebilmektedir (11-12). Rektal yolla sıcaklık ölçümü; diğer yöntemlerle kıyaslandığında, ateşin belirlenmesi konusunda, iç sıcaklığa en yakın değere ulaşılabileceğinden ve dış ortam koşullarından daha az etkilendiğinden klinik olarak altın standartları taşımaktadır (13-14). En büyük avantajı ortam sıcaklığı değişimlerine karşı duyarlılığı azdır. Ancak bu yöntem, pretermlerde ve yenidoğanlarda rektal perforasyon riski taşıması nedeniyle, yakın zamanda rektal bölgeden ameliyat geçirmiş olanlarda, anorektal lezyonu olan, diyaresi olan, kemoterapi alan ve trombostopenik çocuklarda tercih edilmemektedir (12). Aksillar yolla sıcaklık ölçümü, kullanımı kolaydır ancak aksilla bölgesinin büyük arterlere yakın olmaması ve ortam koşullarından etkilenmesi nedeniyle sonuçları tutarsız olabilmektedir Yenidoğanlar ve 1 yaşın altındaki çocuklarda tutarsız ve duyarlılığı düşük sonuçlar verebilir. Bununla birlikte kullanımının kolay ve güvenilir olması nedeniyle rektal yolla vücut sıcaklığı ölçümüne alternatif olarak gösterilmektedir (14). Oral yolla sıcaklık ölçümü, iç sıcaklıktaki hızlı değişimleri gösterebilmektedir ancak rektal yolla sıcaklık ölçümüne kıyasla doğruluğu daha düşüktür. İletişim kurulamayan, oral yolla oksijen tedavisi gören, ağız içerisinde mukozit, travmatize bölge veya cerrahi bir girişim gerektiren ve 5 yaşın altındaki çocuklarda önerilmemektedir (12). Kulaktan ateş ölçümü, ateşin hipotalamusa yakın bir alandan ölçümünü sağladığı için ateş ölçümünde daha doğru sonuçlar verebilmektedir. Ancak timpanik ölçümde propların yenidoğana uygun olmaması nedeniyle sonuçların etkilenebileceği de bildirilmektedir. Rektal ve timpanik ölçümün 300 term bebek üzerinde gerçekleştirildiği bir çalışmada, iki yöntem arasında pozitif yönde bir uyum saptanmıştır (15). 2. Erciyes Pediatri Hemşireliği Kongresi 3-5 Mart 2016, Kayseri Sayfa 20 Alında/ciltten ateş ölçümü, karotis arterden yüksek düzeyde kan akımının gerçekleştirildiği yüzeyel temporal arter aracılığıyla yapılır. Bebeği/ çocuğu rahatsız etmeden, hızlı ve kolay kullanımı olan bir yöntemdir. Ancak doğruluğu ve tutarlılığına ilişkin çalışmalar sınırlıdır (14). Teller ve arkadaşlarının yaptıkları bir çalışmada (2013); alın, timpanik ve rektal termometreler karşılaştırılmış, alından ve kulaktan ölçer termometrelerin, rektal bölgeden ölçüm yapan termometreye kıyasla daha düşük ölçüm yaptığını saptamışlardır (16). Genel olarak aksiller ölçüme göre alınan sıcaklık tanılamasında; normal vücut sıcaklığı (36.5-37.2°C), subfebril ateş (37.2-38.4°C), hafif ateş (38-38.5°c), orta ateş (38.5-39°c), yüksek ateş (39-40°c), hiperpireksi (40,5°C ve üzeri) olarak değerlendirilmektedir (17). Ateş tipleri • Sürekli ateş (Febris continua): Sabah ve akşam farkı 1°C’tan daha az olan ateş şeklidir. Günlerce, haftalarca sürebilir. Tifo, paratifo, bruselloz, infektif endokardit, tularemi, psittakoz, Kawasaki hastalığında görülebilmektedir. • Oynak ateş (Febris remittens): Sabah ve akşam farkı 1°C’tan fazla olup, gün içerisinde 37°C’nin altına inmeyen ateş şeklidir. Tüberküloz, kızamık, tifo, bruselloz, falsiparum sıtması, lejyoner hastalığı, mikoplazma pnömonisi ve grip gibi enfeksiyon hastalıklarında görülebilmektedir. • Aralıklı ateş (Febris intermittens): Sabah ve akşam farkı 1°C’den fazla olup, gün içerisinde 37°C’nin da altına inebilen ateş şeklidir. Sıtma, Kala-azar, bruselloz, romatizmal ateş, infektif endokardit, sepsis, pyojenik apseler gibi hastalık hallerinde görülebilmektedir. Diürnal ritm çok abartılı bir şekilde olursa hektik (septik) ateş olarak adlandırılır. Günde iki zirve yapan aralıklı ateş ise Kala-azar, erişkinin Still hastalığı, miliyer tüberküloz, mikst sıtma enfeksiyonlarında görülebilir. • Dönek ateş (Febris recurrens): Birdenbire yükselip birkaç gün süren, birdenbire düşerek ateşsiz dönemlerin ardından birkaç günlük ateşli dönemlerin görüldüğü ateş şeklidir. Sıtma, dönek humma, Kalaazar, bruselloz da görülebilmektedir. • Dalgalı ateş (Febris undulans): Ateş yavaş yavaş yükselerek 5-7 günde zirveyi bulduktan sonra birkaç gün yüksek olarak devam edip yavaş yavaş azalarak normale dönen, izleyerek yeniden yükselerek dalgalanmalar gösteren ateş şeklidir. Tipik örnekleri bruselloz ve Hodgkin hastalığında görülen Pel-Ebstein tipi ateştir. • Subfebril ateş: 37-37.7°C arasında seyreden ateş şeklidir. Tüberküloz ve bazı neoplastik hastalıkların seyrinde görülebilir (18). Ateş Fobisi Birçok hastalığın önemli semptomlarından biri olan ateş, özellikle çocuklarda, acil polikliniğe veya hekimlere gitmeyi gerektiren en sık şikâyettir (19). Aynı zamanda ateş, iyileşmeyi kolaylaştıran ve 2. Erciyes Pediatri Hemşireliği Kongresi 3-5 Mart 2016, Kayseri Sayfa 21 hızlandıran, hastalıklara karşı gelişen normal bir fizyolojik yanıttır. Ancak ailelerde çocuklarının durumu ile ilgili birtakım kaygılara (ateş fobisine) neden olmaktadır (20). Ateş fobisi ise İlk kez Dr. Schmith tarafından dile getirilen ailelerin ateşe, ateş yönetimine ve beraberinde getirdiği hastalıklara yönelik yanlış/ hatalı bilgilerle ilişkili korkularını/ kaygılarını tanımlamak için kullanılan bir terimdir (21-22). Chiappini ve arkadaşlarının (2012) yaptıkları bir çalışmada toplam 388 aile ve 480 çocuk doktoruyla ateş ve yönetimi ile ilgili görüşülmüştür. Görüşülen bütün aileler, ateşin en az bir olumsuz etkisinin olduğunu ve %89.9’u ateşin tedavi edilmediği durumlarda beyin hasarı veya nöbetlere neden olabileceğini belirtmişlerdir. Pediatristlerin %78.5’inin ve ailelerin %77.8’inin ateşi düşürmek için tıbbi tedavi yöntemlerini tercih ettikleri gözlemlenmiştir (21). Annelerin ateş konusunda endişelerine neden olan beş etmen şunlardır (23). 1. Daha önceden ateşin ne olduğu ve tedavisi ile ilgili yeterli bilgilendirme yapılmamış olmaması 2. Ateşin 39 o C'nin üzerinde oluşu, 3. Annenin eğitim düzeyinin düşük olması, 4. Tek çocuk olması, 5. Annenin oturduğu yer. Ateşli çocuğun doktora götürülmesi ile ilgili olarak da iki etmen belirlenmiştir (23). 1. Annenin endişesi, 2. Ateşin tanımı ve tedavisi konusunda daha önce bilgilendirme yapılmamış olması. Ateş tedavisi Ateşli çocuğun tedavisinde önemli olan, ateş kadar ateşe yol açan enfeksiyonun ciddiyetinin belirlenmesidir. Ciddi bir hastalığın olup olmadığının belirlenmesinde en önemli parametre çocuğun genel durumudur. Genel durumu kötü olan çocuk hasta görünümlü, soluk, halsiz ve huzursuzdur, sık nefes alır, kalbi hızlı çarpar, parmak uçlarında ve dudaklarında morarma veya ciltte mor döküntüler olabilir, baygın ve uykuya eğilimli veya huzursuzdur. Bu durum, zehirlenme, kanama, travma ve ağır susuzluk gibi hemen belirlenebilen bir nedenle açıklanamamışsa, ağır bakteri enfeksiyonu veya buna bağlı flok tablosu olarak kabul edilmelidir. Küçük bebek ve yenidoğanlar annesini emmiyor veya emerken çok çabuk yoruluyorsa; huzursuz, aşırı ağlıyor veya uykuya eğilimli ise; soluk ve/veya el ayakları soğuk, morarması var ise ağır enfeksiyon ve/veya flok tablosu düşünülür (24). Ateş düşürülmeli mi? Ateşi düşürülmeyen çocuklarda hastalığın daha çabuk iyileştiği klinik araştırmalarla gösterilmiştir. Uzmanların çoğu ateşin enfeksiyonla mücadelede yararlı olduğu ve sadece hastaya verdiği huzursuzluk ve fiziksel rahatsızlık nedeniyle, rektal 39°C üzerine çıktığı taktirde düşürülmesi gerektiği konusunda görüş birliğindedir. Titreme, halsizlik, güçsüzlük, baş ağrısı, cilt kuruluğu, susama, iştahsızlık, kalp hızında ve 2. Erciyes Pediatri Hemşireliği Kongresi 3-5 Mart 2016, Kayseri Sayfa 22 solunum sayısında artış, yaygın ağrılar gibi ateşe eşlik eden belirtiler çocukta fiziksel rahatsızlığa neden olur. Ateş düşürücüler çocukta ateşin neden olduğu bu belirtileri azaltır. Bir klinik çalışmada ateşli parasetamol ile düşürülen çocukların aktivitelerinin, keyiflerinin, iştahlarının, sıvı alımlarının ve dikkat durumlarının düşürülmeyenlere göre daha iyi olduğu saptanmıştır. Bir başka çalışmada, diğer bir ateş düşürücü olan ibuprofenin ateşli çocukların mutluluk derecelerini (gülen yüz hali) artırdığı saptanmıştır (24-27). Ateş hangi durumlarda düşürülmelidir? 39°C üzerinde ise Huzursuzluk, halsizlik, baş ağrısı gibi diğer fiziksel rahatsızlıklar eşlik ediyorsa Ağır kalp ve akciğer hastalığı varsa Ateşe bağlı tekrarlayan havale nöbetleri varsa (24). Ateş nasıl düşürülmeli? Vücuttan ısı kaybına izin vermek için ateşli çocuğun giysileri çok sıkı olmamalı, tamamen de çıkarılmamalıdır, hafif bir giysi giydirilmelidir. Odanın iyi havalanması sağlanmalı, oda sıcaklığı 25°C civarında tutulmalıdır. Ateşli çocuğun metabolizma hızı arttığı için, sıvı kaybı artmaktadır. Susuzluk (dehidratasyon) da ateş artacağı için çocuklara alabildikleri kadar su, meyve suyu gibi sıvılar verilmelidir. Bulaşıcı hastalık olma oranı çok yüksek olduğu için ateşli çocuk veya bebek 24 saat boyunca ateşsiz kalana kadar başkaları ile teması önlenmelidir (24-27). Antipiretikler: Çocuklarda ateşi düşürmek için kullan›lan ilaçlar kısıtlı sayıdadır. Bu güne kadar çocuklarda ateşi düşürmek için aspirin, parasetamol ve ibuprofen kullanılmıştır.. Ağrı kesici etkileri de olan bu ilaçlar, beyindeki termostatın ayarını yükselten prostaglandin (PGE2) yapımını azaltmak suretiyle ateşi 1-2°C düşürürler. Ancak ateş düşürücü ilaçlarla vücut sıcaklığı normale dönmez, sadece 1-2°Cazalır. Ateş düşürücü ilaç vermede amaç çocuğu fiziksel olarak rahatlatmak, ağrılarını azaltmaktır. Parasetamol ile ibuprofenin ateş düşürücü etkisi birbirine eştir Ateş düşürmede parasetamol 1. seçenek, ibuprofen 2. seçenektir Aspirin çocuklarda ateş düşürmek için kullanılmamalıdır. Birden fazla ateş düşürücü ardışık olarak kullanılmamalıdır (24-25). Soğuk su ile duş, alkol veya sirke uygulaması, vantilatör ile soğutma gibi yöntemler halk arasında sık kullanılmaktadır. Bu metotlar ateşi düşürmede tek başına etkili değildir, ateş düşürücülere üstünlükleri yoktur, bu nedenle rutin olarak uygulanmamalıdır. Soğuk su ile yıkanan veya cildi ıslatılan çocuklara ateş düşürücü ilaç verilmezse, vücut ısısı kısa bir süre için hafifçe düşer, ancak ateşe neden olan enfeksiyon sırasında termostatın ayarı yükseltilmiş olduğu için, titreme başlar ve termostatın ayar derecesine ulaşılana kadar tekrar yükselir. Parasetamol kullanımına ilaveten suyla yıkama, ateşin düşürülmesinde 2. Erciyes Pediatri Hemşireliği Kongresi 3-5 Mart 2016, Kayseri Sayfa 23 parasetamolün tek başına kullanılmasından daha etkili değildir. Cilt ıslatma, suyla yıkama veya su içinde bekletme gibi yöntemler, sıcak çarpması, yüksek ateşe bağlı bilinç bulanıklığı, yüksek ateşle birlikte havale nöbeti geçirme, 41°C üzerinde ateş gibi acil durumlarda ateş düşürücü ilaçların etkisi çıkana kadar vücut sıcaklığını hızlı düşürmek amacı ile kullanılmaktadır. Ilık su ile (soğuk olmamalı) cildin ıslatılması ve ıslak tutulması, ılık su duşu veya ılık su (29-32°C) içinde 15 dakika bekletme yöntemlerinden daha hızlı ateş düşmesine neden olmaktadır. Bu amaçla içinde 5 cm su düzeyi olan geniş bir kabın içine oturtulan çocuğun cildi bu su ile sürekli ıslatılır, bu suretle hızlı bir şekilde ısı kaybı sağlanmış olur. Bu süre içinde titreme başlarsa suyun sıcaklığı arttırılır veya ateş düşürücü ilacın etkisi çıkana dek beklenir. Ateşin 38.3°C altına düşmesi beklenmemelidir. Soğutma amacıyla alkol asla kullanılmamalıdır, çünkü fazla miktarda solunursa komaya neden olabilmektedir (24-27). KAYNAKÇA 1.Keith RP. Fever without a focus. In: Kliegman RM, Behrman RE, Jenson HB, Stanton BF (eds) Nelson Textbook of Pediatrics. 18th Edition Philadelphia: Saunders-Elsevier, 2007;1087-1093. 2.Brook I. Unexplained fever in young children: how to manage severe bacterial infection. BMJ 2003; 327: 1094 –1097. 3.Calello PD, Shah SS. The child with fever of unknown origin. Pediatr Case Rev 2002; 2: 226 – 239. 4.Toprak D, Bakır M. Ateş: Patogenez ve tedavi. Klinik Çocuk Forumu 2006; 6; 1: 22 – 28. 5. Miller ML, Szer I, Yogev R, Bernstein B. Fever of unknown origin. Pediatr Clin North Am 1995; 42: 999 – 1015. 6. Altınkalem Dalkıran Y. Annelerin Ateş ve Ateşli Havale İle İlgili Bilgi Düzeyleri. Yayınlanmamış Uzmanlık Tezi, T.C. Sağlık Bakanlığı Dr. Sadi Konuk Eğitim ve Araştırma Hastanesi. İstanbul. 2007 7. Patricia C. Evidence-Based Management of Childhood Fever: What Pediatric Nurses Need to Know. Journal of pediatric nursing. 2014; 29(4): 372-375. 8. Bierman W. The history of fever therapy in the treatment of disease.Bulletin of the New York Academy of Medicine. 1942; 18(1): 65. 9. Roberts NJ. Impact of temperature elevation on immunologic defenses. Review of Infectious Diseases. 1991; 13(3): 462472. 10. Sullivan JE, Farrar HC. Fever and antipyretic use in children. Pediatrics. 2011; 127(3): 580-587. 11. Betz MG, Grunfeld AF. ‘Fever phobia’in the emergency department: a survey of children's caregivers. European Journal of Emergency Medicine. 2006; 13(3): 129-133. 12. Hockenberry J. Assessment of the Child and Family. In J. Hockenbery, D. Wilson (Ed.). Wong’s Essetials of Pediatric Nursing (9. Baskı), USA: Elsevier Mosby. 2013; 86-140. 13. Craig JV, Lancaster GA, Williamson PR, Smyth RL. Temperature measured at the axilla compared with rectum in children and young people: systematic review. British Medical Journal. 2000; 320(7243): 1174-1178. 14. Smith J. Methods and devices of temperature measurement in the neonate: a narrative review and practice recommendations. Newborn and Infant Nursing Reviews. 2014;14(2): 64-71. 15. Walsh AM, Edwards HE, Courtney MD, Wilson JE, Monaghan SJ. Fever management: paediatric nurses’ knowledge, attitudes and influencing factors. Journal of Advanced Nursing. 2005; 49(5): 453-464 2. Erciyes Pediatri Hemşireliği Kongresi 3-5 Mart 2016, Kayseri Sayfa 24 16. Teller J, Ragazzi M, Simonetti GD, Lava, SAG. Accuracy of tympanic and forehead thermometers in private paediatric practice. Acta Paediatrica. 2014;103(2): 80- 83. 17. Kara B. Çocuklukta ateşle ilgili bilgilerin gözden geçirilmesi. Sürekli Tıp Eğitim Dergisi (sted). 2003; 12(1): 10-14. 18. http://cerrahpasa.istanbul.edu.tr/atesli-hastaya-yaklasim-sempozyumu/ 19. Esenay FI, İşler A, Kurugöl Z, Conk Z, Koturoğlu G. Annelerin ateşli çocuğa yaklaşımı ve ateş korkusu. Türk Pediatri Arşivi 2007;42:57-60. 20. Betz MG, Grunfeld AF. “Fever phobia” in the emergency department: a survey of childrens’caregivers. European Journal of Emergency Medicine 2006;13:129-33. 21. Schmitt BD. Fever phobia: misconceptions of parents about fevers. American Journal of Diseases of Children. 1980; 134(2): 176-181. 22. Chiappini E, Parretti A, Becherucci P, Pierattelli M et.al. Parental and medical knowledge and management of fever in Italian pre-school children. BMC Pediatrics. 2012; 12(1): 97. 23. http://www.ttb.org.tr/STED/sted0103/cocuklukta_ates.pdf 24.Bakır M, Çocuk Hastalarda Ateşe Yaklaşım. Sempozyum Dizisi No: 53: Kasım 2006; s. 37-56 25. http://infek.med.ege.edu.tr/dersnotlari/ates.pdf 26. http://www.tfd.org.tr/eski/KFCG_cocuk_10_bulukol.pdf 27. http://www.thb.hacettepe.edu.tr/arsiv/2002/sayi_2/baslik2.pdf 2. Erciyes Pediatri Hemşireliği Kongresi 3-5 Mart 2016, Kayseri Sayfa 25 PEDİATRİDE SIK GÖRÜLEN SEMPTOMLARA YAKLAŞIMLAR - AĞRI Uzm. Hem. Emine GÜL KUZUCU Erciyes Üniversitesi Sağlık Uygulama ve Araştırma Merkezi Mustafa Eraslan ve Fevzi Mercan Çocuk Hastanesi Pediatri Kemik İliği Nakli Ünitesi Ağrı, insanları fiziksel, duygusal ve sosyal yönleri ile etkileyen korku, anksiyete ve depresyon gibi ciddi duygusal sorunları beraberinde getiren karmaşık ve çok boyutlu bir olgudur. Aynı zamanda vücutta yolunda gitmeyen olayların oluştuğunu haber vermesi nedeniyle yaşamın her döneminde önemlidir. Özellikle yakınmalarını tam olarak dile getiremeyen yenidoğan, küçük çocuklar entübe hastalar ve özürlü çocuklarda oldukça önemlidir. Tedavi süreci uzun olan ve sık sık ağrı deneyimi yaşayan çocukların yaşadığı ağrı dikkate alınmazsa uzun vadede ağrı algılamasını değiştirerek, kronik ağrı sendromları ve somatik şikayetleri arttırdığı, tekrarlayan ağrılar sonucunda ilerleyen dönemde öğrenme bozuklukları, davranışsal sorunlar ve dikkat eksikliğine neden olduğu da belirtilmektedir. Her çocuk birbirinden farklıdır ve yaşadığı sorunları ifade şeklide birbirinden farklıdır. Klinikte tanı ve tedavi aşamasında olan çocukların hemen hemen hepsi ağrı deneyimini yaşamak zorunda kalırlar. Çocuğun yaşadığı ağrı akut ya da kronik olabilir. Akut ağrı çocuğun yaşadığı duruma ilişkin bir bulgudur, ani başlar ve uygulanan müdahalelere iyi yanıt verir. Kronik ağrı ise hastalığın seyrine ve bazı tedavi işlemlerinin sonucunda karşılaştığımız aylarca devam edebilen semptomdur. Çocuğun yaşı, sağlık durumu, gelişimi, daha önce yaşadığı ağrı deneyimi, çevresel faktörler, ilaçlar, ailenin desteği ve sağlık personelinin tutumu gibi faktörler ağrı algısını etkiler. Bu nedenle sağlık personellerinin çocuğu iyi gözlemleyerek, çocuktan gelen uyaranlara açık olması, güvenirliği kanıtlanmış araştırmaları incelemesi ve pratik, kullanımı kolay yöntemleri değerlendirerek kanıta dayalı ve etkili değerlendirme ve bakımı yapabilmesi gereklidir. Ağrıyı gidermek için, hemşireler tarafından aile merkezli bakım ve bireyseleştirilmiş gelişimsel bakım ile farmakolojik ve farmakolojik olmayan çeşitli yöntemler kullanılır. Farmakolojik yöntemler ağrı gidermede yaygın olarak kullanılmaktadır. Yenidoğan ve çocuklarda ağrının farmakolojik tedavisi için opioid ve/veya opioid olmayan analjezikler, sedatifler ve lokal anestetikler kullanılmaktadır. Nonfarmakolojik yöntemler özellikle küçük invazif işlemlerde ağrı kontrolü için değerli alternatiflerdir. Yapılan çalışmalarda çocuklarda sık tekrarlanan topuk kanı alma, aspirasyon gibi ağrılı işlemler sırasında uygulanan nonfarmakolojik yöntemlerin ağrıyı azaltmada etkili olduğu bulunmuştur. Yapılan araştırmalarda kanguru bakımı, masaj, müzik, terapotik dokunma, soğuk-sıcak uygulama, transkütan elektriksel sinir stimülasyonu, dikkati başka yöne çekme, gevşeme egzersizleri, hayal kurma, oyalama, anne sesi, anne sütü ve kokusu, emme, ağızdan sukroz, glukoz ya da diğer tatlı sıvıların verilmesi, akupunktur, reiki, aromaterapi, pozisyon değişimi gibi farklı yöntemler kullanılmaktadır. Hemşireler, insanın fertilizasyondan ölümüne değin yaşamın tüm evrelerinin herhangi bir noktasında rol ve sorumluluk üstlenirler. Ağrının çocuk ve aile üzerindeki etkilerini daha bütüncül bir çerçevede ele 2. Erciyes Pediatri Hemşireliği Kongresi 3-5 Mart 2016, Kayseri Sayfa 26 alabilmek için yenilikleri takip edilerek kuram ve modeller çerçevesinde hemşirelik bakımı vermelidir. Bu doğrultuda, hemşirelerin çocuklarda etkin ağrı yönetimi konusunda bilgi sahibi olmaları, sağlıklı ya da hasta bireylere tamamlayıcı ve destekleyici tedavileri etkin ve doğru şekilde kullanmaları beklenmektedir. 2. Erciyes Pediatri Hemşireliği Kongresi 3-5 Mart 2016, Kayseri Sayfa 27 KOLOSTOMİ BAKIMI VE BAKIMDA KANITA DAYALI UYGULAMALAR Yrd. Doç. Dr. Zehra (Işık) ÇALIŞKAN Nevşehir Hacı Bektaş Veli Üniversitesi, Semra ve Vefa Küçük Sağlık Yükseokulu, Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Hemşireliği AD Kolostomi, ameliyatla kolonun hastalıklı kısmının alınarak, geri kalan kısmının karın ön duvarına ağızlaştırılmasıdır. Kolostomiler yapılış amacına göre, geçici ve kalıcı olmak üzere ikiye ayrılmaktadır. Kalın bağırsak üzerindeki yerlerine göre; çıkan (assendan) kolostomi, yatay (transvers) kolostomi, inen (desendan) kolostomi ve sigmoid kolostomi olarak isimlendirilmekte, ayrıca cerrahi teknik ve ağızlaştırma şekillerine göre de tek ağızlı (single-barrel), çift ağızlı (double-barrel) ve loop kolostomi olarak sınıflandırılmaktadır. Çocuklarda ileostomi ve kolostomi açılmasına en sık neden olan faktörler şöyle sıralanmaktadır; yenidoğanlarda; nekrotizan enterekolit, bebeklerde; nekrotizan enterekolit, imperfore anüs, mekonyum ileus, intestinal tümörler, hirschprung hastalığı (konjenital magakolon), büyük çocuklarda; chrohn hastalığı (regional enterit) gibi inflamatuar bağırsak hastalıkları ve abdominal travmalardır. Nadir görülse de anorektal yaralanmalar, neonatal kolon perforasyonları, mekanik kalınbağırsak tıkanıklığı gibi nedenlerle de çocuklarda kolostomi açılabilmektedir. Kolostominin komplikasyonları arasında; peristomal dermatit, stomal kanama, prolapsus, stomal beslenme bozukluğu, evisserasyon, stomal stenoz veya obstrüksiyon sayılmaktadır. Nedeni ne olursa olsun, oluşturulan barsak stomaları, bireylerin/çocukların yaşam tarzını, beden imgesini, benlik saygısını değiştiren ve yaşam kalitesini olumsuz etkileyen cerrahi girişimler arasında yer almaktadır. Stomalı çocuklar ve ailelerinin karşılaştıkları sorunlar, uygun bakım, sürekli eğitim ve danışmanlık hizmeti ile önemli ölçüde azaltılabilir. Ülkemizde 2011 yılında kabul edilen Hemşirelik Yönetmeliğinde; ‘Stoma ve Yara Bakım Hemşireliği’ özel dal olarak kabul edilmiş, görev yetki ve sorumlulukları tanımlanmıştır. Bu özelleşmiş bakımın, diğer bakımlarda olduğu gibi güncel bilgilere ve geçerli kanıtlara dayanması gerekmektedir. Yapılan çalışmalarda; ostomi ve peristomal alana ilişkin problemlerin erken tanılanması ve zamanında müdahale edilmesinin bireyin yaşam kalitesini arttırdığı, stomaterapinin önemli ölçüde yaşam kalitesi üzerine olumlu etkisinin olduğu, ostomi bakımını kendi yapabilen bireylerin ostomiye ve ostomili yaşama uyumlarının daha kolay olduğu, ostomi ameliyatı sonrası psikolojik bozuklukları azaltmak ve komplikasyonları önlemek için hasta ve ailesinin ostomi hemşiresi tarafından değerlendirilmesi ve izlenmesinin önerildiği belirtilmiştir. 2. Erciyes Pediatri Hemşireliği Kongresi 3-5 Mart 2016, Kayseri Sayfa 28 GASTROSTOMİ BAKIMI Arş. Gör. Hatice Pars Hacettepe Üniversitesi, Hemşirelik Fakültesi, Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Hemşireliği AD Çocukluk çağında normal büyüme ve gelişme için, enerjinin ve temel besin öğelerinin yeterli düzeyde sağlanması yaşamsal önem taşır. Beslenmenin oral alım yolu ile sağlanması ideal olanıdır. Ancak oral yol ile enerji ve besin gereksinimlerinin karşılanamadığı durumlarda, eğer kişinin gastrointestinal sistemi işlev ise, tüple enteral beslenme uygulanmaktadır (1,2). Enteral beslenmenin veriliş yolunun belirlenmesinde en önemli faktör hastaya ne kadar süreyle enteral beslenmenin uygulanacağı kararıdır. Enteral nütrisyon 4-6 haftadan daha kısa sürecekse nazogastrik veya nazoenterik tüple eğer süre 4-6 haftadan uzun sürecek ise stoma aracılığı ile uygulanmaktadır (1,2,3). Gastrostomi tüpü ile beslenmede en sık görülen endikasyon emme, yutma, çiğneme gibi fonksiyonların bozulduğu nörolojik hastalılardır. Bu endikasyonu, malnutrisyonla birlikte görülen onkolojik problemler ve malnutrisyona götüren diğer klinik durumlar (kronik böbrek yetmezliği, kistik fibrozis, metabolik hastalıklar, kardiyak hastalıklar, kısa barsak sendromu ve crohn hastalığı gibi) takip etmektedir (1,2,6,7). Gastrostomi tüpleri endoskopik, cerrahi ve radyolojik yöntemle takılmaktadır. Ancak perkütan endoskopik yöntem ( PEG ) ile gastrostomi açmak için laparotomiye gerek olmaması, kısa anestezi ve ameliyat zamanı, daha az postoperatif ağrı, hastanede yatışın kısalması ve radyasyona maruz kalmama gibi avantajları nedeni ile çocuklarda en sık kullanılan yöntemdir (3,8). Endoskopun özofagustan geçememesi (darlık, anomali), gastrik varis, masif asit, koagülopati, geçirilmiş cerrahi ve gastrointestinal sistemin pozisyon anomalileri durumunda PEG açılması kontraendikedir. Bu durumda radyolojik veya cerrahi yöntemle gastrostomi açılır (3). Hastada bozulmuş mide motilitesi (atoni, mide boşalmasında geçikme), ciddi kusma, pankreatit, ciddi reflü ve aspirasyon riski, komada olma, mide çıkım obstrüksiyonu gibi durumlar mevcut ise hastanın postpilorik beslenmesi (jejenum ile) önerilmektedir (9,10). Gastrostomi tüp kullanımı güvenli bir prosedür olarak çocuklarda yaygın olarak kullanılmasına rağmen bazı istenmeyen durumların gelişmesine neden olabilir. Bu istenmeyen durumlar majör ve minör komplikasyonlardır. Tüp tıkanması, tüp kenarından sızıntı, tüpün yerinden çıkması ve peristomal enfeksiyonlar minör komplikasyonlar olarak %2-50 oranları arasında görülmektedir. Diğer taraftan aspirasyon, peritonit, kanama, pnömoperiteneum gibi majör komplikasyonların görülme oranı %5-15 olup minör komplikasyonlara göre daha az sıklıkta görülmektedir (10,12,13,14). Jejunostomi komplikasyonları da PEG’ dekine benzerdir. Ayrıca jejunal volvulus ve barsak perforasyonu gibi ciddi komplikasyonlar olabilir. Tıkanıklık ve tüpün fonksiyon görmemesi de yüksek oranlarda görülebilmektedir (10). Bu komplikasyonların önlenmesi için gastrostomisi olan çocuğa verilecek hemşirelik bakımı çok önemlidir. Gastrostomi tüpü ile beslenen çocukların aileleri ile yapılan bir çalışmada, aileler sağlık personeli 2. Erciyes Pediatri Hemşireliği Kongresi 3-5 Mart 2016, Kayseri Sayfa 29 tarafından işlem öncesinde ve sonrasında yeterli bilgilendirilmediklerini ve bu nedenle evde doğru bakım yolunu izleme ve hastalığı yönetmede problem yaşadıklarını bildirmişlerdir. Bu aileler işlem öncesinde yeterli bilgilendirilmediklerini ve tüp takılma işlemi için çok acele ve ani karar verdiklerini ifade etmişlerdir (15). Ülkemizde yapılan bir çalışmada ise, PEG tüpü ile beslenen çocukların ailelerinin yaşadıkları sıkıntılar incelenmiş ve ailelerin %85’inin peg pansumanı yapmada sıkıntı yaşadıkları ve evde en sık yaşanan komplikasyonun peg bölgesinde sızıntı ve kızarıklık olduğu belirlenmiştir. Bakımın daha etkili olabilmesi için ailelerin %78’i peg bakımı ve komplikasyonları ile ilgili daha detaylı bir eğitim almak istemiştir. 16 Bu sonuçlar bize gastrostomi ve jejunostomi işlem öncesi ve sonrasında hemşireler tarafından etkin bir bilgilendirme ve eğitimin verilmediğini göstermektedir. Burada ameliyat öncesi gerekli bilgilendirmenin yapılmaması ve aile ile çocuğun işleme psikolojik ve fizyolojik olarak hazırlanamaması, ameliyat sonrası ise komplikasyon izlemi, beslenme intoleransı ve stoma bakımı gibi durumlar ile ilgili yeterli eğitimin verilememesi hemşirelik uygulamalarındaki eksiklikleri göstermektedir. Gastrostomi bakımında hastanın komplikasyonlar yönünden izlemi büyük önem taşır. Bu komplikasyonlar 5 grup altında toplanabilir. Bunlar; mekanik, gastrointestinal, metabolik, enfeksiyöz ve pulmoner komplikasyonlardır. 1. Mekanik Komplikasyonlar Mekanik komplikasyonlarda tüp tıkanması, tüp kenarından sızıntı, hipergranülasyon, gömülmüş tampon sendromu en sık görülen komplikasyonlardır. Tüpün tıkanması, mekanik nedenler içerisinde beslenme tüplerinin tamamını ilgilendiren ve sıkça görülen bir komplikasyondur. Tüpün çapı, uzunluğu ve elde edildiği madde yanında enteral ürünlerin veriliş hızı ve yöntemi, tüpten gönderile ilaçlar, tüp bakımının kalitesi tüp tıkanmasında etkili olan faktörlerdir. Küçük çaplı ve slikon tüplerin tıkanma riski daha fazladır. Yüksek kalori ya da lifli ürünlerin yavaş infüzyonla verilmesi, blenderize edilmiş gıdaların tüplerden uygulanması tıkanma riskini artırmaktadır. İlaçların iyice ezilip eritilmeden uygulanması çok sık tıkanmalara neden olur (6,11,13,17) ASPEN’in ilaç uygulamalarına yönelik önerileri şu şekildedir (18); • İlaç enteral torba içine doğrudan eklenmemelidir • Fiziksel ve kimyasal geçimsizlik, tüpün tıkanması ve ilaçların teröpatik cevabının değişebilmesi ihtimalleri nedeni ile beslenme tüpünden uygulamak için karıştırılmamalıdır • Her ilaç uygun şekilde ayrı ayrı uygulanılmalıdır. Mevcutsa ve uygunsa sıvı dozaj formları kullanılmalıdır. Sadece normal salınım özelliğinde olan basitçe hazırlanmış tabletler ince toz haline gelinceye kadar ezilerek ve su ile karıştırılarak uygulanabilir. 2. Erciyes Pediatri Hemşireliği Kongresi 3-5 Mart 2016, Kayseri Sayfa 30 • İlaç uygulamadan önce beslenme durdurulmalı ve tüp en az 15 ml su ile yıkanmalıdır. Katı ve sıvı ilaçlar uygun şekilde dilüe edilmeli ve temiz bir oral şırınga (>20 ml üzeri) ile uygulanmalıdır. Hastanın sıvı durumu da göz önünde tutularak tüp en az 15 ml su ile tekrar yıkanmalıdır. • Beslenme tüpünden ilaç uygulaması için sadece üzerinde “sadece oral kullanım içindir” yazan oral/enteral şırıngalar kullanılmalıdır. • Enteral nütrisyon ile birlikte ilaç kullanımı durumunda sorumlu eczacıya danışılmalıdır. Tüp tıkanması komplikasyonunu önlemek için düzenli olarak irrigasyon yapılması önerilmektedir. Devamlı infüzyon uygulanan durumlarda dört sekiz saatte bir, bolus beslenmelerde ise her beslenme öncesi ve sonrası yıkama işlemi yapılmalıdır. İlaç uygulama öncesi ve sonrasında mutlaka tüpün yıkanması gerekmektedir. Tıkanma durumunda ise ılık su ile irrigasyon uygulaması, birbirini takip edecek şekilde hafif basınç ve aspirasyon uygulaması yapılabilir. Sodyum bikarbonat ve pankreatik enzim karışımı uygulamaları da önerilen durumlardır. Ayrıca tıkanıklığı açmak için rehber teller, sitoloji fırçaları, ERCP tüpü kullanılabilir (6,12,13). Tüp yerinden sızıntı, malnutrisyonlu hastalarda, hızlı kilo kaybedenlerde, yara iyileşmesi zor olan immünosupresif kişilerde daha çok görülür. Öncelikle ostomi bölgesi enfeksiyon ve granülasyon dokusu açısından değerlendirilmelidir. Tüpün fiksaasyonunun gevşek ya da sıkı olup olmadığı değerlendirilmelidir. Bolonlu tüplerde balon volümü kontrol edilmelidir. Komplikasyonu önlemek için tüpün çok sıkı ya da gevşek olmadan sabitlenmesi önemlidir. Müdahalede stoma etrafına dikiş atılabilir. Tüpün bir boy büyüğünü takmak bazen başarılı olabilir. Ancak art arda tüp boyutunu artırmak stomada dilatasyona ve daha çok kaçağa neden olabilir (12,13,15,17). Granülasyon dokusu gelişiminde ise, kıyafetlerin tüpün etrafında sürtünmesi, tüpün aşırı hareket halinde olması, kateterin kötü yerleştirilmesi, uygunsuz tüp kullanılması ve pansumandaki yanlış uygulamalar risk faktörlerini oluşturmaktadır. Komplikasyonun önlenmesi için, dış fiksatör aracın deriye sabitlenmesi, stoma etrafının temiz ve kuru tutulması, lif bırakmayan yumuşak spanç kullanılması ve pansuman uygulamasının protokole uygun yapılması gereklidir. Oluşan hipergranülasyonda, hidrokortizonlu krem uygulanması ve gümüş nitrat ile yakma önerilmektedir (6,12). Nadir bir mekanik komplikasyon olarak görülen gömülmüş tampon sendromu için, özellikle iç ve dış sabitleyicilerin çok sıkı olması, yara iyileşmesinin kötü olması, aşırı kilo alımı ve pansuman uygulamasındaki yanlışlıklar risk faktörlerini oluşturmaktadır. Komplikasyonu önlemek için, her pansumanda tüpün kendi içine yaklaşık 2-3 cm itilmesi ve çevresinde 180 derece çevrilmesi gerekir. Oluşmuş gömülmüş tampon sendorumu durumunda tamponun acilen çıkarılması gerekir (2,3,4). 2. Erciyes Pediatri Hemşireliği Kongresi 3-5 Mart 2016, Kayseri Sayfa 31 2. Gastrointestinal Komplikasyonlar Komplikasyon takibi açısından ikinci olarak gastrointestinal komplikasyonların takip edilmesi gerekir. Bu komplikasyon içinde en sık karşılaşılan durumlar bulantı, kusma, gastrik rezidü artışı, abdomainal distansiyon ve ishaldir. Bulantı, kusma, abdominal distansiyon ve gastrik rezidü artışı üst gastrointestinal sistem motilite bozukluğu ve mide boşalmasında gecikme durumlarında görülmektedir. Nedenleri multifaktöriyel (inflamasyon, elektrolit anormallikleri, ilaçlar ve hipoperfüzyon) olmakla birlikte, enteral nütritsyon ile ilgili nedenleri; kalori yoğunluk ve osmolaritenşn artması, enteral formülün çok hızlı verilmesi olarak sıralanabilir. Komplikasyon gelişmesini önlemek için, formül verilme hızının ayarlanması, hedef doza bir kaç günde çıkılması, post pilorik beslenme ise sürekli infüzyona geçilmesi, kontaminasyonun önlenmesi, ürünün oda ısısında verilmesi gerekir. Eğer bu komplikasyon oluşmuş ise prokinetik ajan kullanımı, ürünün değişikliği ve düzenli olarak gastrik rezidü kontrolü gereklidir (12-15,17). En sık görülen diğer bir gastrointesinal komplikasyon ishaldir. İshalin gelişmesine neden olan bazı faktörler vardır. Bunlar; besin intoleransı, inflamatuvar barsak hastalığı, kısa barsak sendromu, malnutrisyon gibi hastaya ait nedenler, hiperozmolar ürün, hızlı infüzyon, mikrobesin eksikliği gibi beslenme ile ilişkili nedenler, antibiyotik kullanımı, ilaçlar, enteral ürün veya tüp kontaminasyonu gibi diğer nedenlerdir. Komplikasyonu önlemek için hastalığa özgü formül kullanılması, örneğin kısa barsak sendromlu bir hasta için kısa zincirli yağ asidi içeren bir ürün kullanılması, ilaçların etken olması durumunda mümkünse IV yoldan uygulanması, formlün veriliş hızının çok hızlı olmaması, ozmolaritesi çok yüksek olmaması, enteral ürünlerin, tüp ve setlerin hijyeni ve güvenliğinin sağlanması gereklidir. İshal gelişmesi durumunda enteral ürünün ozmolaritesi, içeriği ve infüzyon hızı gözden geçirilmelidir. Ciddi ishal durumlarında ishale neden olabilecek başka durumlar araştırmalıdır. Özellikle hastanede yatan hastalarda ishal gelişmesi durumunda gaita kültürü, mikroskopisi, gaita pH’sı, gaitada gizli kan ve redüktan madde varlığı açısından tetkik edilmelidir. Hastanın kullanmakta olduğu ürün lifli ise lif içermeyen ürünü geçilmelidir ve infüzyonla beslenmeye geçilmesi tercih edilir (2,3,4,12-15). 3. Metabolik Komplikasyonlar Takip edilmesi gereken diğer bir komplikasyon metabolik komplikasyonlardır. Bu komplikasyonlarda yetersiz beslenmeye bağlı komplikasyonlar (enerji ve protein alım azlığı, mikrobesin azlığı, hiponatremi, hipokalemi, hipofosfatemi, hipoglisemi) ve aşırı beslenmeye bağlı (refeeding senromu) komplikasyonlar görülebilir. Yetersiz enteral beslenmeye neden olan durumlar; beslenme durumunun değerlendirilmesinde gecikme ya da ihtiyacın yanlış hesaplanması, sıvı kısıtlaması, vazoaktif ilaç ve kas gevşeticilerin kullanılması, beslenme tüpüyle ilgili problemler, girişimsel işlemler önce ve sonrasında aç bırakma, intolerans şüphesi, gastrik rezidüal volum, şiddetli ishal/bulantı/kabızlık neden olabilir. Aşırı beslenmeye bağlı ise refeeding sendromunda ise, uzun süre açlıktan sonra ortaya çıkan elektrolit ve sıvı 2. Erciyes Pediatri Hemşireliği Kongresi 3-5 Mart 2016, Kayseri Sayfa 32 bozukluğu mevcuttur. Uzun süredir yeterli enerji alamayan hastaların aniden yeterli miktarda karbonhidratla tekrar karşılaşması durumunda, vücut bu duruma stres mekanizması olarak algılar. Glıkoz metabolizması ATP ve 2.3 difosfogliserat üretimi seyrinde bol miktarda fosfat kullanılır. Hücre içine fosfat çekilirken serumdaki düzeyi düşer. Hipofosfatemi RFS’nin en önemki bulgusudur. Ayrıca glikoz metabolizmasında yer alan vitaminlerden tiamin (vitamin B1) eksikliği görülür. Kinik bulguda, kas güçsüzlüğü, rabdomiyoliz, diafram paralizi, solunum güçlüğü, kalp yetmezliği (kardiyomiyopati), parestezi, konfüzyon, ataksi, nöbet, ölüm görülebilir. Komplikasyonun önlenmesi beslenmeye yavaş başlanması, monitör takibi, kardiyolojik ve nörolojik bulgular yönünden takip ve labaratuvar bulgularının (sodyum, potasyum, magnezyum, glukoz, kalsiyum, fosfor, bilirubin, üre, kreatinin, hemoglobin, demir, ferritin, yağda eriyen vitaminleri folat, B12, eser elementler ) takibi ve kilo takibi gereklidir (13-15,17,19). Metabolik komplikasyonlardan en sık görülen son komplikasyon dumping sendoromudur. jejunostomisi olan ya da gastrostomisi olup beslenme tüpü antrum distaline yerleştirilen hastalarda yüksek hacimde ya da ozmolaritede enteral ürünlerin hızlı bir infüzyonla verilmesi dumping sendromuna neden olabilir. Bulantı, kusma, distansiyon, kramplar ve ishal görülür. Enteral ürünün veriliş hızını ve ozmolaritesini azaltma, devamlı infüzyonla beslenme ile komplikasyon önlenebilir (17,19). 4. Pulmoner Komplikasyonlar Tüple beslenmenin en ciddi ve hayatı tehdit edici komplikasyonlarından biri pulmoner komplikasyonlardır. Aspirasyonun yaratacağı komplikasyonların ciddiyeti, aspiratın volümü, PH’ı, içeriği, mikroorganizma varlığı ve hastanın klinik durumu ile yakın ilişkilidir. Komplikasyonun görülme nedenleri; supin pozisyonda yatma, yutma bozukluğu, uzamış mide boşalım zamanı, reflü, mekanik ventilatörde izlem, nöromüsküler hastalıklar, aspire edilen materyalin gastrik asit oluşudur. Ayrıca gastrointestinal obstrüksiyon, yüksek ozmolaritedeki enteral ürünlerin bolus verilmesi ya da hızlı infüzyonu, kusma ve aspirasyonu artırır. Kompliksyonun önlenmesi için (13-15,17,19); - Beslenme sırasında başın 30-45 derece yüksek tutulması, - Mide boşalma zamanı uzun olan hastalarda prokinetik ilaç kullanılması, - Beslenmenin sürekli infüzyonla yapılması, - Tüpün transpilorik yerleştirilmesi (aspirasyon riskini azaltmakla birlikte ortadan kaldırmamaktadır). - Beslenmenin ardından su verilmesi (gıda verildikten sonra 15 dakika içinde 10 ml su ile yıkama alt özafagus basıncını düşürmektedir) Gastrit beslenme sırasında supine pozisyonla karşılaştırıldığında yatak başının 45 derece yükseltilmesinin ösefagus ve farenkse gastrik içeriğin reflüsü ve aspirasyon pnömonisinin azalmasıyla ilişkili olduğu, mortalite insidansını azalttığı gösterilmiştir. Bu nedenle aspirasyon riskini azaltmak için hastanın yatak 2. Erciyes Pediatri Hemşireliği Kongresi 3-5 Mart 2016, Kayseri Sayfa 33 başının 30-45 derece yükseltilmiş pozisyonda beslenmesi 20 ve hastanın bu pozisyonda beslenmeden sonra 1 saat kalması önerilmektedir (21). 5. Enfeksiyöz Komplikasyonlar Komplikasyon izlemi olarak son komplikasyon enfeksiyöz komplikasyonlardır. Enfeksiyöz komplikasyonların içerisinde cilt enfeksiyonları birinci sırada yer almaktadır. Tüple beslenen hastalarda mekanik travma, gastrik ya da intestinal sıvıların yarattığı irritasyon mukozayı enfeksiyona açık hale getirir. Yapılan çalışmalara baktığımızda gastrostomi/jejeunostomi tüpü takılan çakılan çocuklarda en sık görülen minör komplikasyon cilt enfeksiyonudur (2,6,8,14). Komplikasyonun önlenmesinde stoma bakımı önemli bir yere sahiptir. Stoma bakımında istenen standart uygulama şu şekildedir; gastrostomi bakımının, peg tüpü yerleştirilmesini takiben ertesi gün sabah yapılması, ilk 1-7 gün arasında iyot solüsyonu ile steril pansuman yapılması, granülasyon dokusu oluşuncaya kadar geçen sürede her gün pansuman değişimi, her pansumanda bölgenin kızarıklık, akıntı, şişlik ve vb. incelenmesi, yapışıklıkları (gömülü tampon sendromu) önlemek için tüpün mide içine yaklaşık 2-3 cm itilmesi ve sonra iç sabitleme parçasının direnci hissedilene kadar dikkatle geri çekilmesi, ve tüpün etrafından 180° derece döndürülmesi, ardından tüpün altına bir y-kompres uygulanıp dış sabitleyici en az üç-dört mm serbest kalacak şekilde kapatılması, steril pansumanı takiben tüpün etrafının katkısız sabun ve su ile temizlenip kurutulması önerilmektedir. Tüp girişinde drenaj olmadığı sürece rutin antiobiyotikli pomad kullanımı önerilmemektedir. Ayrıca enfeksiyöz komplikasyona neden olan enteral ürünlerin kontaminasyonu riskini ortadan kaldırmak içinde ürünlerin hazırlanması aşamasında el hijyeni ve aseptik koşullar önem kazanmaktadır ve enteral ürün setlerinin de en geç 24 saatte bir değiştirilmesi gereklidir (26,12-14). SONUÇ Pediatrik hastalarda beslenme tüpleri, hastalıkların kontrolüne ve yönetimine olumlu etkisi olan, çocukların uygun bir beslenme durumuna ulaşılmasında çok yararlı olan bir yöntemdir. Bu önemli sürecin başarılı bir şekilde devam edebilmesi için hemşirelerin tedavi sürecini, ameliyat öncesi ve sonrası bakımı iyi yönetebilmeleri, olası komplikasyonların bilincinde olmaları gerekmektedir. Böylece kaçınılmaz olarak meydana gelen sorunlar uygun bir şekilde önlenebilir, müdahale edilebilir ve süreç başarılı bir şekilde sürdürülebilir. Ameliyat öncesi ve sonrası bakımda; hemşirelik uygulamalarının kanıta dayalı rehberlere uygun olması, enteral beslenme uygulamaları ile ilgili kanıt düzeyindeki sonuçların pratikte uygulanabilir hale getirilebilmesi için literatürde yer alan çalışma sonuçlarının klinik alanda çalışan hemşirelerle paylaşılması, kliniklerde hemşirelerin kullanımına yönelik kanıt çalışmalarına göre hazırlanmış enteral beslenme bakım rehberinin hazırlanması, hemşirelerin bu bilgileri ailelerle hastaneye yatıştan itibaren 2. Erciyes Pediatri Hemşireliği Kongresi 3-5 Mart 2016, Kayseri Sayfa 34 taburculuk eğitimi ile paylaşabilmesi ve bu ailelerin evde izlemin devam etmesi gastrostomi olan çocukların bakımında önemli basamaklardır. KAYNAKLAR 1) Braegger C, Decsi T, Dias JA. Practical approach to pediatric enteral nutrition: a comment by the ESPGHAN committee on nutrition. J Pediatr Gastroenterol Nutr 2010; 51(1): 110-122. 2) Löser C, Aschl G, Hébuterne X. ESPEN guidelines on artificial enteral nutrition—percutaneous endoscopic gastrostomy (PEG). Clin Nutr 2005; 5: 848-861 3) Puntis WL J. Benefits and management of gastrostomy. Pediatrics and Child Health 2009; 19 (9): 415-423 4) Ackroyd R, Saincher M, Cheng S, El-matary W. Gastrostomy tube insertion in children: the edmonton experience. Can J Gastroenterol 2011; 25(5) : 265-268 5) Volkert D, Berner YN, Berry E. ESPEN (Europen Society for parenteral and enteral nutrition) Guidelines on enteral nutrition. Clin Nutr 2006; 25: 311-318 6) Goldberg E, Barton S, Xanthopoulos M. A descriptive study of complications of gastrostomy tubes in children. Journal of Pediatric Nursing 2010: 25: 72–8 7) Szlagatys-Sidorkiewicz A, Popińska K, Toporowska-Kowalska E. Home enteral nutrition in children-2010 nationwide survey of the polish society for clinical nutrition of children. Eur J Pediatr 2010; 171: 719-723 8) Rahnemai-Azar AA, Rahnemaiazar AA, Naghshizadian R, Kurtz A, Farkas D. Percutaneous endoscopic gastrostomy: Indications, technique, complications and management. World J Gastroenterol 2014; 20(24): 7739-7751 9) Temizel Sİ. Enteral Beslenme Uygulama Şekilleri. Kale G, Editör. Enteral Beslenme. Ankara, Katkı Dergisi 2011; ss: 501511. 10) Gülşen HH. Enteral Beslenme Uygulama Şekilleri. Kale G, Editör. Enteral Beslenme. Ankara, Katkı Dergisi 2011; ss: 527543. 11) Itkin M, DeLegge HM, Fang CJ. Multidisciplinary Practical Guidelines for Gastrointestinal Access for Enteral Nutrition and Decompression From the Society of Interventional Radiology and American Gastroenterological Association (AGA) Institute, With Endorsement by Canadian Interventional Radiological Association (CIRA) and Cardiovascular and Interventional Radiological Society of Europe (CIRSE). J Vasc Interv Radiol 2011; 22: 1089-1106 12) Friedman J, Ahmed S, Connoley B, Chait P, Mahant S. complications associated with ımage-guided gastrostomy and gastrojejunostomy tubes in children. Pediatrics 2004; 114(2): 458-461 13) Soscia J, Friedman J N. A guide to the management of common gastrostomy and gastrojejunostomy tube problems. Pediatr Child Health 2011; 16(5): 281-287 14) Crosby J, Duerksen D. A retrospective survey of tube-related complications in patients receiving long-term home enteral nutrition. Digestive Diseases and Sciences 2005; 50: 1712−1717. 15) Mahant S, Jovcevska V, Cohen E, decision-making around gastrostomy-feeding in children with neurologic disabilities, Pediatrics 2011; 127(6) : 1471 -14 16) Gedik G, Kurşun Ş, Çelik C, Esanay F. 18. Ulusal Çocuk Cerrahisi Hemşireliği Kongresi, Sözel Bildiri, 2014, Trabzon. 17) El-Matary W. Percutaneous endoscopic gastrostomy in children. Can J Gastroenterol 2008; 22(12): 993-998. 2. Erciyes Pediatri Hemşireliği Kongresi 3-5 Mart 2016, Kayseri Sayfa 35 18) Bankhead R, Boullata J, Brantley S, Corkins M, Guenter P, Krenitsky J.and et all. A.S.P.E.N. enteral nutrition practice recommendations. J Parenter Enteral Nutr 2009; 33: 122 19) Fröhlich T, Richter M, Carbon R, Bartha B, Köhle H. Review article: Percutaneous endoscopic gastrostomy in infants and children. Aliment Pharmacol Ther 2009; 31: 788–801 20) Heyland D, Cahill N, Dhaliwal R,Wanh M, Day A, Alanzi A. et all. Enhanced protein-energy provision via the enteral route in critically ill patients: a single center feasibility trial of the PEP uP protocol. Critical Care 2010; 14 21) Gavi S, Hensley J, Cerva F, Nicastri C, Fields S. Management of feding tube complications in the long-term care resident. Annals of Long-Term Care 2008; 16(4): 28-32 2. Erciyes Pediatri Hemşireliği Kongresi 3-5 Mart 2016, Kayseri Sayfa 36 ÇOCUKLARDA TRAKEOSTOMİ BAKIMI VE KANITA DAYALI UYGULAMALAR Yrd. Doç. Dr. Özlem Avcı İstanbul Medipol Üniversitesi, Sağlık Bilimleri Fakültesi, Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Hemşireliği AD İlk kez M.Ö. 3600 yılında mısırlılar tarafından kullanılan en eski cerrahi işlemlerden birisi olan trakeostomi, trakea ön duvarında bir açıklık oluşturarak trakeal ostiumun cilde ağızlaştırılması işlemidir. Nefes almanın sona ermesiyle ölümün gerçekleşmesine dikkat çekiliş ve insanı yaşatabilmek adına akciğerlerine hava göndermenin yolu olarak trakeostomi ortaya çıkmıştır. Önceleri takeotominin en sık açılma nedeni; aşılama ile difteri gibi solunum yolu obstrüksiyonu yapacak hastalıkların kontrol altına alınması iken, 1909 yılında trakeostomiye cerrahi bir yaklaşım getirilerek standart, sistemik trakeostomi medodu tanımlanmıştır. Bilimdeki gelişmeler beraberinde gümüş tüplerin yerini polivinil klorit tüplerin alması trakeal hasarı azaltırken, endotrakeal entübasyon tekniğindeki değişiklikler beraberinde trakeotominin aciliyetini ortadan kaldırmıştır. Bu nedenlerle özellikle son 20 yıl içerisinde çocuklarda da trakeotomi endikasyon alanları değişmiştir. Nazotrakeal entübasyon gelişene kadar trakeotomi, özellikle epiglotit ve laryngotrakeobronşit tedavisinde kullanılmış, ventile edilen yenidoğanların artması nedeni ile sunglottik darlığı düzeltmek için trakeotomi sayısı artmaya başlamıştır. Özellikle süt çocuğu dönemi trakeotomi açılan çocukların önemli bir kısmını oluşturmaktadır. Bebek ve çocuklarda havayolunda en dar bölgenin vokal kordların aşağısında yer alması, kıkırdak yapının sert olmaması, boynun kısa ve şişman olması gibi nedenlerle çocuk hastalarda trakeotomi açılma işlemi erişkine oranla daha zordur. Bu zor anatomik yapı nedeniyle havayolu pasajı hızlı ve kolayca bozulabilir. Bu nedenle pediatrik trakeotomi mümkün olduğunca ameliyathane şartlarında, genel anestezi altında ve uygun ekip ve cerrahi malzeme varken yapılmalıdır. Çocuk hastalarda bazı nöromüsküler hastalıklar, kronik solunum yetmezliği, malformasyonlar gibi durumlarda ventilatöre bağımlı olma ve üst havayolu obstrüksiyonlarını oluşturan durumlarda trakeotomi uygulanabilmektedir. Trakeotomi uzamış entübasyon süresini sonlandırarak solunum yükünü azaltır ve mobilizasyon daha rahat sağlanabilir. Bununla birlikte, trakeotomide görülebilecek komplikasyonlar cerrahi işlem sırasında ve sonrasında olmak üzere iki grupta ele alınmaktadır. İşlem esnasında; kanama, pnömotoraks, pnömomediastinum, ve özefagus, kıkırdak ile larengeal sinirlerde hasarlar olarak sıralanabilir. İşlem sonrasında görülebilecek komplikasyonlar arasında da; kanama, enfeksiyon, subkutan amfizem, trakeostomi kanülünün çıkması, suprastomal granülasyon dokusu, suprastomal trakeomalazi, trakea stenozu, trakeoözefageal fistül ve mortalite yer almaktadır. 2. Erciyes Pediatri Hemşireliği Kongresi 3-5 Mart 2016, Kayseri Sayfa 37 Pediatrik trakeotomi ile ilişkili komplikasyon oranının %20-49 arasında olduğu ve mortalitenin de %0-8 arasında değiştiği bildirilmektedir. En erken ve sık görülen komplikasyonların pnömotoraks, yara komplikasyonları ve kanamalar olduğu bildirilmektedir. Ayrıca, granülasyonlar ve trakeal stenoz da daha sonraki sıralarda yerini almaktadır. Bu komplikasyonların önemli bir kısmı, düzenli klinik değerlendirmeler ve özellikle postoperatif dönemde etkili bir hemşirelik bakımı ile azaltılabilmekle birlikte düşük mortalite oranları sağlanabilmektedir. Özellikle trakeotomi öncesi çocuk ve ailelere yeterli bilgi verilerek işlem ve ameliyat öncesi hazırlıklara ilişkin bilgi gereksinimlerinin karşılanması ile gerek işlem öncesi anksiyetelerinin giderilmesi gerekse işlem sonrası uyum sağlamaları açısından önem taşımaktadır. Ameliyat olacak hastalar için aç kalma önerileri sağlanmalıdır. Hastalar ameliyat öncesi 2 saat önce berrak sıvıları, 4 saat önce anne sütünü, 6 saat önce katı besin, hazır süt ve inek sütü almayı kesmelidir. Bununla birlikte bu öneriler hastanın yaşına ve besin tipine göre değişiklik göstermektedir. Trakeotomi sonrası, postoperatif erken dönemde başlamak üzere standart bir bakım protokolünün cilt hasarı oranını azaltacağı belirtilmektedir. Standart trakeotomi bakımı içerisinde endotrakeal aspirasyon, postoperatif komplikasyonların izlenmesi, kanül temizliği ve yara bakımı, nemlendirme, dekanülasyon ve taburculuk eğitimi ile evde bakıma hazırlık yer almaktadır. Özellikle çocukların yaş dönemlerine uygun gelişim özellikleri kullanılarak, birlikte bakıma katılımın sağlandığı olgularda tedaviye uyumun iyi olduğu gözlenmektedir. Trakeotomi işleminden sonra aileyi en çok kaygılandıran durumlardan biri de vokal fonksiyonların kaybı ile ilgili endişelerdir. Özellikle bebeklerin dil gelişimi ve konuşmalarının etkilendiği de bilinmektedir. Yapılan çalışmalarda, valfli trakeotomi kanülünün kullanılması ve logopedik eğitimin dil gelişimindeki gecikmenin önlenebileceğine ilişkin görüşler sunulmaktadır. Trakeotomi bakımında multidisipliner trakeotomi ekiplerinin oluşturulması ve bu ekipte cerrah, cerrahi asistan, solunum terapisti, konuşma-dil terapisti ile bu konuda uzman klinik hemşiresinin bulunması sayesinde hastalar ve ailelerinin duruma uyum ve bakıma katılım konusunda iyileştirilebileceği düşünülmektedir. 2. Erciyes Pediatri Hemşireliği Kongresi 3-5 Mart 2016, Kayseri Sayfa 38 ENGELLİ ÇOCUK ve AİLESİNE YAKLAŞIM Öğr. Gör. Dr. Nazan Çakırer Çalbayram Ankara Üniversitesi, sağlık Bilimleri Fakültesi, Ebelik Bölümü Çocuğun aileye katılımı, ailenin yaşamındaki en önemli geçiş dönemlerinden birisidir. Aile için bir çocuk dünyaya getirme kararıyla başlayan süreç, doğumla birlikte ailede rollerin yeniden düzenlenmesini, yeni rutinlerin oluşturulmasını ve pek çok alanda oluşacak değişikliklere uyum sağlamasını gerektirir. Bebeğin engelli doğması veya engelliliğin doğumdan bir süre sonra fark edilmesi ise tüm olumlu beklenti ve hayallerin yıkılmasına neden olur. Aile üyeleri inkâr, şok, kaygı, kızgınlık, korku, suçluluk gibi duyguları yaşar. Sonuçta aile engelli olan bir çocuğa anne-babalık etmenin zorluğu ve bilinmezliğiyle yüzleşmek zorunda kalır. Engelli çocuğa sahip olmak; ebeveynlerin anne baba rollerinde, özel yaşamlarında, sosyal çevrelerinde, planlarında, iş yaşamlarında, ailenin yapısında ve işleyişinde, mali konularda büyük değişikliklere neden olmaktadır. Engelli çocuğu olan ebeveynlerin yaşam kalitesi ve fiziksel aktivite düzeylerinin azaldığı görülmektedir. Bu zorlu aşamada, aile içinde eski yaşantılarına kıyasla, aile bireyleri kendilerine ve ailenin diğer üyelerine daha az zaman ayırmaktadırlar. Ebeveynler (özellikle anne) engelli çocuğa kendini adamakta normal olan çocuğu ihmal edebilmektedir. Bu durumda sağlıklı kardeşte kızgınlık, düşmanlık, kıskançlık, suçluluk, üzüntü, endişe ve korku, utanma ve sıkıntı, reddetme gibi olumsuz duyguların yaşamasına neden olmaktadır. Sistem teorisine göre aile; üyeleri ve çevresiyle sürekli etkileşimdedir ve bir aile üyesindeki fonksiyon bozukluğu tüm aile sistemini etkiler. Engelli bir çocuk da bu sistem yaklaşımı ile aile ünitesini ve aile ünitesinde yer alan tüm bireyleri ve bireyler arasındaki ilişkileri etkilemektedir. Aile sistemini ve aile sistemini etkileyen engellilik durumlarında ailenin hangi boyutlarda etkilendiği, ne tür yaklaşımlara gereksinimi olduğu hemşireliği ilgilendiren konulardır. Engelli çocuk ve ailesinin bakımı ekip yaklaşımını gerektirmektedir. Bu ekipte; hemşire, hekim, diyetisyen, fizyoterapist, psikolog, özel eğitim uzmanı, sosyal hizmet uzmanı gibi birçok profesyonelin yer alması önerilmektedir. Hemşire engelli çocuk ile çalışırken eğitici, danışman, savunucu, karar verici, bakım verici gibi birçok rolünü ve bağımsız işlevlerini kullanmalı; engelli çocuk ve ailesini bakımın merkezine alarak diğer ekip üyeleriyle koordinasyonu sağlamalıdır. 2. Erciyes Pediatri Hemşireliği Kongresi 3-5 Mart 2016, Kayseri Sayfa 39 ENGELLİ ÇOCUK VE AİLESİNE YAKLAŞIM Yrd. Doç. Dr. Zehra (Işık) ÇALIŞKAN Nevşehir Hacı Bektaş Veli Üniversitesi Semra ve Vefa Küçük Sağlık Yüksekokulu, Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Hemşireliği AD Bilindiği gibi her çocuk bir diğerinden farklı olarak dünyaya gelmektedir. Her çocuğun kendine özgü bedensel, bilişsel, sosyal ve duygusal bir yapısı vardır. Sağlıklı bir bebek beklerken, farklı özellikleri olan bir çocuğun dünyaya gelmesi, ebeveynlerde değişik duygu, düşünce ve durumların yaşanmasına neden olabilmektedir. Farklı özelliklere sahip bir çocuğun anne babası olma rolü, anne babaların kendi seçtikleri bir rol değildir ve bu role hiçbiri kendini hazırlamaz. O nedenle aile üyelerinden birinin ya da birkaçının geçici ya da sürekli hastalığı, engelliliği (görme, işitme, zihinsel ya da fiziksel engellik vb) tüm aile üyelerinin uyumunu etkilemekte, en sağlam yapıdaki ailelerin bile dengeleri sarsılabilmektedir. Engelli çocuğu olan ailelerle yapılan çalışmalarda, ailelerde sürekli kaygı, anksiyete, depresyon, suçluluk, pişmanlık, umutsuzluk yaşandığı ve yaşam kalitelerinin olumsuz etkilendiği belirtilmektedir. Ayrıca aile içinde iletişimin bozulduğu, eşler arasındaki uyumun ve evlilik ilişkilerinin de bu durumdan etkilendiği vurgulanmaktadır. Özellikle başta anneler olmak üzere, engelli çocuğu olan anne babalar, çocuğun bakımının daha zor, günlük görevlerinin daha yoğun olması ve çocuklarının bakımı, eğitimi, tedavisi vb. için ayırdıkları zamanın daha fazla olmasından dolayı yüksek düzeylerde stres yaşamaktadırlar. Yaşanan yoğun stresle bağlantılı olarak ruhsal ve fiziksel hastalıklar da daha sık görülmektedir. Ayrıca bu ailelerde ebeveynlerin yanı sıra sağlıklı kardeşlerin de durumdan etkilendiği, ailelerin yetersizliği olan çocuğundan dolayı diğer çocuklarıyla daha az ilgilendikleri ve onlara yeterince zaman ayıramadıkları belirtilmektedir. Bu sorunları yaşayan ailelerin profesyonel destek hizmetlerinden yararlanmaları gerekmektedir. Bu hizmetleri verecek olan ekipte; özel eğitimci, konuşma-dil terapisti, fizik tedavi uzmanı, psikolog, sosyal çalışmacı, hemşire, pediatrist ve duruma göre gereken diğer sağlık profesyonellerinin olması gerektiği savunulmaktadır. Yine, ailelerin benzer sorunları yaşayan ailelerle bir araya gelmeleri onları olumlu etkilemektedir. Hemşireler, bu aileleri bir araya gelmeleri için cesaretlendirmeli, ailelere gereksinimleri olan konularda bilgi ve danışmanlık sağlayarak bütüncül ve aile merkezli bir bakımı sürdürmelidir. Nitekim yapılan çalışmalarda; ailelere planlı eğitim ve danışmanlık verildikten sonra, ailelerin bilgi düzeylerinin arttığı, depresyon ve kaygılarının azaldığı, stresle baş etmelerinin arttığı ve tükenmişliklerinin azaldığı belirlenmiştir. 2. Erciyes Pediatri Hemşireliği Kongresi 3-5 Mart 2016, Kayseri Sayfa 40 PEDİATRİDE GÜNCEL SORUNLAR - MADDE BAĞIMLILIĞI Öğr. Gör. Dilek Akkuş Düzce Üniversitesi, Sağlık Yüksekokulu, Hemşirelik Bölümü Çocukluktan erişkinliğe geçiş sürecinde sık görülen riskli davranışlar ergenin akranları tarafından kabulüne, aile içinde anne babadan bağımsızlığını kazanmasına, geleneksel değer ve normlara karşı çıkmasına, başarısızlık beklentisine, engellenmeler ve kaygıları ile başa çıkabilmesine, kimlik gelişimine ve olgunlaşmasına aracılık edebilmektedir. Riskli davranışlar ergenlik ve gençlik dönemlerinde sağlık ve güvenlik açısından en önemli tehlikeleri oluşturmaktadır. Bu önlenebilir tehlikeler ergen ve gencin zarar görmesi, hatta ölümü ile sonuçlanabilmektedir. Adölesan döneminde başlanan madde kullanımı ilerleyen yaşla birlikte bağımlılığa dönüşüp, bireyin yaşamını tehdit eder düzeylere ulaşabilmektedir. Bu yaş döneminde sigara kullanmaya başlayan her dört kişiden üçünün bu maddeyi bağımlılık düzeyinde kullanmaya devam ettikleri bilinmektedir. Madde kullanımı trafik kazaları, zehirlenmeler/aşırı doz, intiharlar, şiddet, istenmeyen gebelikler ve güvensiz cinsel ilişki gibi diğer riskli davranışlarda bulunma açısından da tehlike oluşturmaktadır. Dünya Sağlık Örgütü’nün verilerine göre 15-24 yaş grubunda kazalar, intiharlar ve cinayete bağlı ölümlerin dörtte üçüne madde kullanımı sebep olmaktadır. Tedavi ve danışmanlık yaklaşımında, psikofarmakolojik uygulamalar, aile ve sosyal destek sistemlerini güçlendirmeye yönelik uygulamalar, akran ilişkilerini değerlendirme, psikoeğitsel yaklaşım, psikososyal beceri eğitimleri, grup terapileri ve bireysel görüşmeler yapılmaktadır. Madde bağımlılığı problemine pediyatri hemşireliği bağlamında bakıldığında; pediyatri hemşiresinin çalışma alanlarına yönelik planlamalar yapılması yerinde olacaktır; 1. Bağımlılığın önlenmesi bağlamında; toplum sağlığı merkezlerinde ve okullarda çalışan hemşirelerin bağımlılık hastalığının tanıtımına yönelik önlemler alması, gençlerde olumlu benlik algısını ve özyeterliliği desteklemesi, biyopsikososyal sağlığı tehdit edebilecek her türlü madde tekliflerine hayır demeyi öğretmesi hemşirenin eğitici rolü ile mümkün olabilir. 2. Bağımlılık hastalığı için risk faktörlerini tanıma ve riskli durumlara müdahalede; aile ve okul temelli yaklaşımlardan yararlanılabilir. Uyarıcı ve uyuşturucu madde kullanımını erken dönemde tanıyabilmek için risk altındaki çocukları ve onların ailelerini tanıyabilmek gerekir. 3. Madde bağımlılığının hastanede tanı ve tedavisinde acil seviste çalışan pediyatri hemşireleri pediyatri servisinde ve pediyatrik yoğun bakımda çalışan hemşirelerin; madde kullanan ergeni tanıyabilmesi ve bakım verici rolü ile uygun müdahaleleri yapabilmesi beklenmektedir. Acil müdahale sonrasında ergen ile motivasyonel görüşme yapılması ergenin tedaviye katılımını artırabilir. Adölesanda madde bağımlılığını ve hemşirenin rollerini anlayabilmek için katılımcılar ile bir olgu paylaşılacaktır. 2. Erciyes Pediatri Hemşireliği Kongresi 3-5 Mart 2016, Kayseri Sayfa 41 PEDİATRİDE GÜNCEL SORUNLAR - YEME BOZUKLUKLARI Doç. Dr. Hatice BAL YILMAZ Ege Üniversitesi, Hemşirelik Fakültesi, Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Hemşireliği AD Yeme bozuklukları, etiyolojisi tam olarak bilinmemekle birlikte genetik, nörokimyasal, gelişimsel ve sosyokültürel faktörlerin yol açtığı belirtilen bir hastalık grubudur. Çocukluk yaş gruplarında ebeveynlerin boşanması, okul değişikliği, okulda alay konusu olmak gibi durumlar kiloyu kontrol altında tutma ve yemek yememe gibi davranışlara yol açabilmektedir. Ailesel stres, şişmanlık ve kilo alma korkusu ile psikolojik durumdaki dengesizlikler ve Menstrüasyon (adet kanaması) başlaması gibi tipik adölesan krizleri de kilo verme isteğini tetikleyebilir. Ayrıca toplumun ve medyanın özellikle son zamanlarda “sosyal medyanın” zayıf ve uzun kişilere olan ilgisi de yeme bozukluklarının görülmesinde önemli rol oynadığı düşünülmektedir. Bu durumun genellikle gençleri etkilemesi ve bu etkinin boyutunun giderek artması, sağlık personelini, eğitimcileri ve anne-babaları yakından ilgilendirmektedir. Bu hastalıkların tedavileri zor, uzun ve pahalı olduğundan, toplumsal ve eğitsel anlamda koruyucu ve önleyici davranışlar önemlidir. Hastalığın erken tanısında zamanında yönlendirme yaşamsal nitelik taşır. Bu nedenle, özellikle çocuklar ve gençlerle çalışan sağlık personeline tanı ve yönlendirme aşamasında çok önemli sorumluluk düşmektedir. Yeme bozuklukları, ICD-10 (International Statistical Classification of Diseases and Related Health Problems) (Uluslararası hastalık sınıflaması) ve DSM-5 (The Diagnostic and Statistical Manual of Mental Disorders) (Mental Bozuklukların Tanısal ve İstatiksel El Kitabı) gibi standart tıbbi kılavuzların tanı ölçütlerine göre ruhsal bozukluk olarak sınıflandırılmaktadır. DSM-5’e göre yeme bozuklukları; temel olarak Anoreksiya nervoza, Bulimia nervoza, Tıkanırcasına Yemek Yeme/Aşırı Yeme Bozukluğu olarak sınıflandırılırken, diğer tanımlı yeme bozuklukları, yukarıdaki yeme bozuklukları kategorisine giren ama tam olarak o bozukluğu karşılamayan durumlar için kullanılır. Atipik anoreksiya nevroza, kusma davranışı, gece yeme sendromu bu durumlara örnektir. DSM-5’de ölçütlere uymayan diğer bozukluklara ise; Ortoreksiya nervoza, Prader-Willi Sendromu, Diabulimia, Seçici yeme bozukluğu ve Gourmand sendromu örnek olarak verilebilir. ANOREKSİYA NERVOZA (AN) Bu sözcük Eski Yunanca’da “óreksis”: "iştah" sözcüğünden -an-önekiyle türetilmiştir. Latince “sinirsel kaynaklı iştah yoksunluğu” anlamına gelmektedir. Fransızca’da anoréxie, İngilizce’de anorexia olarak "patolojik iştahsızlık" anlamına gelir. İlk kez William W. Gull (1873) tarafından kullanılmıştır. Zihinleri uzun süre yemekle meşgul ve yeme istekleri mevcutken, kilolarını kontrol etme çabası nedeniyle, uzun açlık periyotlarıyla iştahlarını engellemeye çalışırlar. Adölesanlarda tipik olarak 14-18 yaşlarda başlar. Kadınlarda erkeklerde 9-10 kat fazla görülmektedir. Anoreksiya nervoza yaklaşık %10 oranında mortalite oranına sahiptir. Anorektik olan kişiler zihinleri uzun süre yemekle meşgul ve yeme istekleri mevcutken, 2. Erciyes Pediatri Hemşireliği Kongresi 3-5 Mart 2016, Kayseri Sayfa 42 kilolarını kontrol etme çabası nedeniyle, uzun açlık periyotlarıyla iştahlarını engellemeye çalışırlar. Bu amaçla; yemeyi reddetme ya/ya da azaltma yoluna giderler ya da telafi edici bir takım davranışlarla (kendini kusturma, laksatifve/veya diüretik kullanımı, aşırı egzersiz vb.) alınan kalorileri denetlemeye çalışırlar. BULİMİYA NERVOZA (BN) Bulimia ‘bous (öküz)’ ve ‘limos (açlık)’ kelime anlamlarına gelmektedir. ‘Öküz kadar aç olmak’ veya ‘bir öküzü yiyecek kadar aç olmak’ anlamlarını içerir. İlk kez 1979’da Russell tarafından tıbbi tanılaması yapılmıştır. “Doymaz, iştah hastalığı” anlamına gelmekte olup çok miktarda (gizli) yemek yeme ve yemekten hemen sonra kusmakla belirgin bir yeme bozukluğudur. Tipik olarak geç adölesanlarda ya da erken yetişkinlikte yaşlarda başlar. Adölesanların ve genç yetişkinlerin gelişir, bunların % 85’i kadındır. AN ve BN YÖNETİMİ Temelinde yatan sebepler; zayıf olmaya yönelik akran baskısı ve sosyal baskı, cinsel korku, aile anlaşmazlıkları ve genetik faktörlerdir. Amaç normal, sağlıklı ve kişiye uygun kiloyu sağlama ve devam ettirmek, yiyecek kısıtlaması veya uygunsuz dengeleyici davranışları durdurmak, fiziksel komplikasyonları tedavi etmek, akut düzelme sonrası beş yılda tekrarları önlemektir. TIKANIRCASINA YEMEK YEME/AŞIRI YEME BOZUKLUĞU DSM-5’te (2013) Başka Türlü Adlandırılamayan Yeme Bozuklukları kategorisinden çıkarılmış Beslenme ve Yeme Bozuklukları bölümünde kendine özgü tanı ölçütleri olan bir yeme bozukluğu olarak tanımlanmıştır. Görülme oranı yaklaşık % 1-4 oranında etkilidir. Bu kişiler genellikle hızlı yemek yeme, aç olmadığı zamanlarda bile büyük parçalarda yemek yeme, aşırı rahat yemek yeme, utandıkları için yalnız yemek yeme davranışları içindedirler. Sıklıkla obezite, diyabet ve kalp sorunları gibi tıbbi problemler görülebilir. KAYNAKÇA 1. American Psychiatric Association (APA), Diagnostic and Statistical Manual of Mental Disorders. 5th ed. Arlington, VA, American Psychiatric Association, 2013. www. DSM5.org. (Erişim tarihi:22.02.2016) 2. Altun M., & Kutlu Y.Ergenlerin Yeme Davranışları ile İlgili Görüşleri: Niteliksel Çalışma F.N. Hem. Derg, 2015; 23(3): 174184. 3. Arusoğlu G., Kabakçı E., Köksal G., Merdol TK. Ortoreksiya Nervoza ve Orto-11’in Türkçeye Uyarlama Çalışması. Türk Psikiyatri Dergisi 2008; 19(3): 283-291. 4. Bal Yılmaz H., Bolışık B. Çocuklarda Beslenme. Conk Z., Başbakkal Z., Bal Yılmaz H., Bolışık B. (Ed.) Pediatri Hemşireliği, Akademisyen Tıp Kitabevi, Ankara, 2013. 5. Celikel FC. et al., Psychologic correlates of eating attitudes in Turkish female college students. Compr Psychiatry 2008; 49: 188-194. 6. Fidan T., Ertekin V. Işıkay S., Kırpınar I. Prevalence of orthorexia among medical students in Erzurum, Turkey. Comprehensive Psychiatry 51 (2010) 49–54. 2. Erciyes Pediatri Hemşireliği Kongresi 3-5 Mart 2016, Kayseri Sayfa 43 7. Goldschmidt et al., Overeating with and Without Loss of Control: Associations with Weight Status, Weight-Related Characteristics, and Psychosocial HealthInt J Eat Disord 2015; 48:1150–1157. 8. Herzog DB., Eddy KT. Diagnosis,epidemiology and clinical course of eating disorders. In Clinical Manual of Eating Disorders (Eds J Yager, PS Powers):1-31. American Psychiatric Publishing, Arlington, 2007. 9. Hockenberry MJ., Wilson D. Wong's Essentials of Pediatric Nursing, 9th Edition. Elsevier Mosby, USA, 2013. 10. Hudson JI., Hiripi E., Pope HG., Kessler RC. The Prevalence and Correlates of Eating Disorders in the National Comorbidity Survey Replication. Biol Psychiatry, 2007; 61(3): 348-358. 11. Kessler RC, Berglung PA, Chiu WT, Deitz AC, Hudson JI, Shahly V et al. (2013) The prevalence and correlates of binge eating disorder in the World Health Organization World Mental Health Surveys. Biol Psychiatry, 73: 904-914. 12. Kugu N., Akyuz G., Dogan O., Ersan E., Izgic F. The prevalence of eating disorders among university students and the relationship with some individual characteristics . Australian and New Zealand Journal of Psychiatry 2006; 40:129–135. 13. McLean et al. Photoshopping the Selfie: Self Photo Editing and Photo Investment are Associated with Body Dissatisfaction in Adolescent Girls. International Journal of Eating Disorders, 2015: 48(8):1132–1140. 14. Özenoğlu A., & Dege G. Üniversite Gençliğinde Yeme Bozukluğunun Yordayıcıları Olarak Benlik Saygısı ve Beslenme Eğitiminin Ortoreksiya Nervoza Gelişmesi Üzerine Etkisi. Bozok Tıp Derg 2015; 5(3): 5-14. 15. Turan Ş., Aksoy Poyraz C., Özdemir A. Tıkınırcasına Yeme Bozukluğu. Psikiyatride Güncel Yaklaşımlar, 2015; 7(4): 419435. 16. Ünalan D. Öztop B., Elmalı F., Öztürk A., Konak D. Pırlak B. & Güneş D.Bir Grup Sağlık Yüksekokulu Öğrencisinin Yeme Tutumları ile Sağlıklı Yaşam Biçimi Davranışları Arasındaki İlişki. İnönü Üniversitesi Tıp Fakültesi Dergisi, 2009; 16 (2): 75-81. 17. Vardar E., & Erzengin M. Ergenlerde yeme bozukluklarının yaygınlığı ve psikiyatrik eş tanıları iki aşamalı toplum merkezli bir çalışma. Türk Psikiyatri Derg, 2011; 22: 205-212. 18. Yücel B. Estetik bir kaygıdan hastalığa uzanan yol: yeme bozuklukları. Klinik Gelişim 2009; 22 (4):40-4. 2. Erciyes Pediatri Hemşireliği Kongresi 3-5 Mart 2016, Kayseri Sayfa 44 ÇALIŞAN GÜVENLİĞİNE İLİŞKİN YAŞANAN SORUNLAR (Üniversite Hastanesi Örneği) Hem. Meral BAŞARAN Erciyes Üniversitesi, Tıp Fakültesi Hastaneleri, Başhemşirelik İnsanlık tarihi boyunca varolan şiddet kavramı, dar anlamıyla yalnızca fiziksel şiddeti, genel anlamda; “aşırı duygu durumunu, bir olgunun yoğunluğunu, sertliğini, kaba ve sert davranışı, beden gücünün kötüye kullanılmasını, bireye ve topluma zarar veren etkinlikleri” kapsar. Sağlık kurumlarındaki şiddet ise “hasta, hasta yakınları ya da diğer herhangi bir bireyden gelen, sağlık çalışanı için risk oluşturan; tehdit davranışı, sözel tehdit, ekonomik istismar, fiziksel saldırı ve cinsel saldırıdan oluşan durum” olarak tanımlanmaktadır. Sağlık kurumunda çalışmak diğer iş yerlerine göre şiddete uğrama yönünden daha risklidir. Değişik çalışmalarda, sağlık kurumlarında çalışmanın, diğer iş yerlerine göre şiddete uğrama yönünden 16 kat daha riskli olduğu belirtilmiştir. Özellikle sağlık ortamında hemşire ve sağlık çalışanlarına yönelik şiddet son yıllarda artış göstermektedir. Sözel şiddetin ise fiziksel şiddette göre daha sık yaşandığı görülmektedir. Dünya Sağlık Örgütü (WHO), Uluslararası Çalışma Örgütü (ILO) ve Uluslararası Hemşireler Birliği (ICN)’nin (2002) “Sağlık sektöründe iş yeri şiddeti ” başlıklı ortak raporuna göre tüm şiddet olaylarının çoğu sağlık sektöründe gerçekleşmektedir. Şiddet çeşitli ülke ve kültürlerde de farklılık göstermektedir. Avustralya’da şiddetin en ciddi olduğu yer sağlık sektörüdür. Finlandiya’da yapılan bir araştırmaya göre ise hapishane gardiyanları ve polis memurlarının ardından şiddete maruz kalma sıralamasında psikiyatri hemşireleri 3. sırayı, doktorlar 4. sırayı almaktadır. Sağlık kurumlarında, 24 saat kesintisiz hizmet verilmesi, stresli aile üyelerinin varlığı, hastaların uzun süre beklemesi ve bakım hizmetlerinden yeterince yararlanamaması gibi şiddet riskini arttıran değişik faktörler bulunmaktadır. Ayrıca işlerin yoğun fakat personel sayısının az olması, aşırı kalabalık ortamda çalışma, tek başına çalışma, şiddetle baş etme konusunda çalışanın eğitim yetersizliği ve yeterli sayıda güvenlik elemanının olmaması gibi bir takım faktörler de şiddet riskini artıran unsurlar arasında sayılmaktadır. Tüm sağlık çalışanlarının güvenli ortamlarda ve yüksek motivasyonla çalışmalarının sağlanması için 14.05.2012 tarihinde çalışan güvenliğinin sağlanmasına yönelik genelge yayınlanmıştır. Bu genelgeye göre: 1. Çalışan güvenliği birimi oluşturulmuştur. 2. Beyaz kod uygulaması yürürlüğe konulmuştur. Çalışan güvenliği birimi, çalışan güvenliği kültürünün geliştirilmesine, yaygınlaştırılmasına ve bunu sağlayacak uygun yöntem ve tekniklerin belirlenmesine yönelik çalışmalar sürdüren bir birimdir. 2. Erciyes Pediatri Hemşireliği Kongresi 3-5 Mart 2016, Kayseri Sayfa 45 Beyaz kod uygulaması ise, Sağlık bakanlığının kamu ve özel hastanelerde gerçekleşen şiddet olaylarına gereken müdahalelerin yapılabilmesi, takip edilmesi ve adli mercilere iletilmesi, beraberinde gerekli analizlerin yapılabilmesi, ilgili kuruma özgü gerekli tedbirlerin alınabilmesi için oluşturulmuş bir sistemdir. Hastanelerimizde Beyaz Kod çağrısı 11155 ile telefondan yapılmakta, güvenlik ekipleri maksimum 3 dakika içerisinde olay yerine ulaşmaktadır. Buna ilave olarak hastanelerimizin otomasyon yani Hastane Bilgi Yönetim Sistemi (HBYS) üzerinden Panik Buton uygulaması da geliştirilmiştir. Hastanelerimizin tüm birimlerindeki bilgisayarlarda etkin olup, telefondan bağımsız olarak beyaz kod çağrısı başlatılabilmektedir. Olayın saldırıya dönüşeceğini hisseden her personel tarafından kullanılabilmekte, otomasyon sistemi üzerinden çağrı verildiği için erken müdahale edilebilmektedir. Hastanelerimizde Beyaz Kod uygulamasının başladığı 2012 yılından itibaren müdahale edilen olaylar aşağıdaki tabloda gösterilmiştir: YIL OLAY TÜRÜ TOPLAM DARP HAKARET TEHDİT SÖZLÜ TARTIŞMA 2012 6 4 1 45 56 2013 7 7 4 98 126 2014 3 5 4 85 97 2015 5 60 65 2. Erciyes Pediatri Hemşireliği Kongresi 3-5 Mart 2016, Kayseri Sayfa 46 ÇALIŞAN GÜVENLİĞİNE İLİŞKİN YAŞANAN SORUNLAR (Devlet Hastanesi Örneği) Uğur Çağır T.C. Sağlık Bakanlığı, Kayseri Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Çalışan Güvenliği Birimi Hastanemiz bünyesindeki 2015 yılı içerisinde çalışanlarımıza yönelik uygulanan şiddetlerin % 35 i acil servis hizmetleri esnasında olmuştur..Bunların % 52 sözel şiddet 48 sözel şiddet + fiziksel şiddet olarak gerçekleşmiştir. Çalışan güvenliği birimi olarak hastanemizin muhtelif yerlerine hasta ve yakınlarının görebileceği şekilde her türlü şiddetin suç teşkil ettiğini belirten afişler asılmakta broşürlerin dağıtılmaktadır. Hastane personellerimize ve taşeron çalışanlara yönelik hizmet içi eğitimlerde şiddete uğramamak için alınacak önlemler konusunda eğitimler verilmektedir. Bu eğitimlerde personelimizi; hasta ve yakınlarının nereye müracaat edecekleri, hangi iş ve işlemleri yapacakları, beklemeleri gerekiyorsa ne kadar süre bekleyecekleri vb. gibi konular da bilgilendirmek amaçlanmaktadır. Aynı zamanda personele Beyaz Kod başvuru ve başvuru şekilleri ile başvurma sürecinin nasıl işleyeceği hakkında eğitimler düzenlenmektedir. 2. Erciyes Pediatri Hemşireliği Kongresi 3-5 Mart 2016, Kayseri Sayfa 47 BEYAZ KOD SİSTEMİNİN İŞLEYİŞİ Av. Serkan DEMİRKAYA T.C. Sağlık Bakanlığı, Kayseri İl Sağlık Müdürlüğü Toplumsal şiddet olaylarındaki artışa paralel olarak sağlık hizmetlerinde sağlık çalışanlarına yönelik gerçekleşen şiddet olaylarında da bir atış gözlemlenmektedir. Sağlık Bakanlığı sağlıkta şiddetin önlenmesi, şiddete karşı gerekli cezai yaptırımların uygulanması ve mağdur personele hukuki yardım yapılması için gerekli yasal düzenlemeleri hayata geçirmiş ve “sağlıkta şiddete sıfır toleransı” ilke edinerek Beyazkod sistemi kurulmuş ve sağlık personeline hukuki yardım sağlanmaya başlanmıştır. Sağlık kurumlarında hastalar, hasta yakınları, meslektaşlar gibi farklı birçok kaynaktan doğan şiddetin ortaya çıkışında yine birçok etken rol oynamaktadır. Sağlık kurumlarındaki şiddetin az oranda bilindiği, sadece yaralanma gibi ciddi olayların şiddet olarak algılandığı medyanın çok sık rastlanan sağlıkta şiddete sadece ölüm veya ciddi yaralanma olduğunda yer verdiği bilinen bir gerçektir. Kayseri’de mevcut sağlık kurum ve kuruluşlarında sağlık çalışanlarına yönelik gerçekleşen şiddet olaylarına ilişkin beyazkod sistemine yapılan bildirimleri ve hukuki yardım talep edilen dosyaları değerlendirildğinde; sağlık kurum ve kuruşlarında kurulan çalışan güvenliği birimleri yaşanan şiddet olaylarını kayıt altına almakta ve yaşanan şiddet olayları adli makamlara bildirilmektedir. Adli makamlarca bu olaylar soruşturularak şiddet uygulayanlar hakkında kamu adına ceza davaları açılmaktadır. Hukuki yardım talep eden Sağlık Bakanlığı personellerine Sağlık Müdürlüğünde görev yapan bakanlığımız avukatlarınca hukuki yardım sağlanmakta ve ceza dosyaları avukatlarımız tarafından takip edilmektedir. Beyazkod bildirimlere ilişkin açılan davalar genellikle hakaret, tehdit ve yaralama suçlarına ilişkindir. Sağlık çalışanlarının en çok mağdur olduğu suç tipi ise hakaret suçudur. Şiddet uygulayanlara karşı açılan ceza davalarının tamamına yakınında şiddet uygulayanlar hüküm giymiş ve cezalandırılmışlardır. Çalışanlarımızın yani sağlık personelimizin güvenliği bizim için çok önemlidir ve beyazkod il koordinatörü olarak bu yolda alınması gereken idari tedbirlerin alınması ve hukuki sürecin izlenmesi açısından hassasiyet göstermekteyiz. 2. Erciyes Pediatri Hemşireliği Kongresi 3-5 Mart 2016, Kayseri Sayfa 48 SÖZEL BİLDİRİLER 2. Erciyes Pediatri Hemşireliği Kongresi 3-5 Mart 2016, Kayseri Sayfa 49 HS-1: Yenidoğan Hemşirelerinin Anne-Bebek Bağlanma Sürecindeki Rollerine İlişkin Görüşleri: Niteliksel Çalışma Sevinç Polat1, Ayşe Şener Taplak1 1 Bozok Üniversitesi Sağlık Yüksekokulu Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Hemşireliği AD, Yozgat Amaç: Sağlıklı anne bebek ilişkisinde, doğumdan sonra anne bebek bağlanmasının gerçekleşmesi önemlidir. Sağlıklı bağlanma, bebeğin sağlığı ve fiziksel, psikolojik ve entelektüel gelişimini etkilemesi bakımından önemlidir. Doğum sonrası dönemde bağlanmanın değerlendirilmesi ve güvenli bağlanmanın oluşmasında hemşirenin önemli rolleri bulunmaktadır. Bu çalışma yenidoğan hemşirelerinin anne bebek bağlanmasının sağlanmasındaki rollerine ilişkin görüşlerini belirlemek amacıyla yapıldı. Yöntem: Bu çalışma bir üniversite hastanesinin Yenidoğan Kliniği’nde çalışan 7 hemşire ile odak grup görüşmesi yöntemi kullanılarak gerçekleştirildi. Araştırmaya başlamadan önce etik kurul izni alındı. Hemşirelere ses kaydı ve araştırma hakkında bilgi verilerek sözlü onamları alındı. Görüşmeler 9 Aralık 2015 tarihinde bireysel görüşme şeklinde gerçekleştirildi ve ortalama 30 dakika sürdü. Tanıtıcı bilgi formu ve yarı yapılandırılmış soru formuyla toplanan veriler içerik analizi yöntemiyle çözümlendi. Bulgular: Çalışmaya katılan hemşirelerin yaş ortalamasının 35.85+6.01, yenidoğan ünitesinde çalışma sürelerinin 14.85+8.19 yıl olduğu ve %85.7’sinin lisans mezunu olduğu belirlendi. Çalışmada anne bebek bağlanmasını hemşirelerin 5’i, “Annenin bebeği kabullenmesi ve bebeğin ihtiyaçlarını karşılaması, annenin bebeği emzirmesi ve kucağa alması”, 2’si “Anne ile bebeğin birbirine olan psikolojik bağıdır” şeklinde tanımladı. Ayrıca anne bebek arasındaki bağlanmanın başlama zamanını hemşirelerin 4’ü “bebek anne karnında iken”, 2’si bebek doğar doğmaz, biri “Doğumdan itibaren başlamakta fakat en yoğun olarak 4. aydan sonra anne bebeği daha iyi tanıdığında başlar” olarak bildirdi. “Size göre sağlıklı bağlanmanın göstergeleri nelerdir?” sorusuna hemşireler, ”Bakımı üstlenme, bebeği ağlayınca düşünme, emzirme, sevgi gösterme, bebeğin ne demek istediğini anlayabilme” olarak belirtti. Bir hemşire “Bebeğin gelişiminin iyi olması, annenin kendini yeterli hissetmesi ve bu durumdan mutlu olması” şeklinde görüş bildirdi. “Sağlıklı anne bebek bağlanmasında hemşirenin rolünü açıklar mısınız?” sorusuna hemşireler, ”Anneye eğitim ve destek sağlama, bebeğin gelişimi hakkında bilgi verme, annenin kendini yeterli hissetmesini sağlama ve anneyi takdir etme, bebeği emzirmesini, bebeği kucaklayıp onunla bağlılık duygusunu artırmasını, annenin özgüvenini artırmasını sağlama, bakıma yardımcı olma, anneyi rahatlatıcı ve destekleyici sözler söyleme, anneye psikolojik destek olma” şeklinde cevapladı. Sonuç: Çalışmadan elde edilen bulgular doğrultusunda; hemşirelere annelerin anne-bebek arasındaki sağlıklı bağlanma sürecini değerlendirebilmelerini ve doğum sonrası anne-bebek bağlanmasını kolaylaştıran rollerini içeren mezuniyet sonrası eğitim programlarının uygulanması önerilmektedir. Anahtar kelimeler: anne bebek bağlanması, hemşire, rol, görüş 2. Erciyes Pediatri Hemşireliği Kongresi 3-5 Mart 2016, Kayseri Sayfa 50 HS-2: Annelerin, Anaokuluna Devam Eden Çocuklarının Beslenmesine İlişkin Davranışları Ayşe Şener Taplak1, Sevinç Polat1 1 Bozok Üniversitesi Sağlık Yüksekokulu Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Hemşireliği AD, Yozgat Amaç: Günümüzde çocuklarda sağlıklı olmayan beslenme alışkanlıkları ve davranışları giderek artmaktadır. Buna bağlı olarak çocuklarda iştahsızlık, yemek seçme ya da aşırı yemek yeme gibi pek çok sorun ortaya çıkmaktadır. İlerleyen dönemlerde anemi, büyüme gelişme geriliği, obezite, kalp damar hastalıkları ve diyabet gibi çeşitli sorunlar yaşanmaktadır. Ebeveynlerin beslenme davranışları ve tutumları, çocukların beslenme alışkanlıklarını doğrudan etkilemektedir. Bu nedenle çocuklarda sağlıklı beslenme alışkanlığının kazandırılmasında ebeveynlerin davranış ve tutumlarını değerlendirmeleri önem kazanmaktadır. Çocukların ek gıdalara başlamasından itibaren anneler, çocukların yiyecek seçimlerinden sorumludur ve değişik besleme yöntemleri kullanarak yeterli ve dengeli beslenme davranışını geliştirmeye çalışmaktadırlar. Bu çalışma, anaokulu döneminde çocuğu olan annelerin çocuklarının beslemesine ilişkin davranışlarını belirlemek amacıyla tanımlayıcı olarak gerçekleştirildi. Yöntem: Araştırmanın örneklemini bir il merkezindeki iki anaokuluna devam eden ve çalışmaya katılmaya kabul eden 3-6 yaş grubundaki 189 çocuğun annesi oluşturdu. Çalışmaya başlamadan önce İl Milli Eğitim Müdürlüğü’nden ve Bozok Üniversitesi Tıp Fakültesi Etik Kurulu’ndan izin alındı. Verilerin toplanmasında literatür doğrultusunda hazırlanan anket formu kullanıldı. Elde edilen veriler bilgisayar ortamına aktarılarak tanımlayıcı istatistikler ile değerlendirildi. Bulgular: Araştırmaya katılan annelerin yaş ortalamasının 32.49±4.99, %49.7’sinin üniversite mezunu ve %68.8’inin gelirinin giderine denk olduğu belirlendi. Çocukların yaş ortalamasının 5.33±0.96 olduğu, %77.2’sinin ilk 6 ay sadece anne sütü ile beslendiği, %72.5’inin yemek seçtiği ve %56.6’sının tabağındaki yemeği bitirmediği belirtildi. Annelerin %39’u çocuğunu 3 öğün beslediğini, %74’ü yemek yeme süresini yarım saat olarak belirlediğini, %54’ü çocuğunun televizyon başında yemek yenmesine izin verdiğini, %60’ı evinde abur-cubur dolabı olduğunu, %20’si çocuğunun yemekten önce atıştırmasına izin verdiğini ve %68’i ödül olarak yiyeceği kullandığı belirtti. Sonuç: Bu çalışmada annelerin, çocuklarının beslenmesinde kolay ve çabuk tüketilen abur cubur kullanma, televizyon başında yemek yedirme ve ödül olarak yiyeceği kullanma gibi olumsuz besleme davranışları olduğu tespit edildi. Elde edilen bulgular doğrultusunda başta ebeveynler ve çocuklar olmak üzere tüm toplumun sağlıklı beslenme davranışları konusunda bilinçlendirilmesi önerilmektedir. Anahtar Kelimeler: ebeveyn, çocuk, besleme, beslenme davranışı 2. Erciyes Pediatri Hemşireliği Kongresi 3-5 Mart 2016, Kayseri Sayfa 51 HS-3: Aile Sağlığı Merkezine Başvuran Annelerin Ateş, İshal ve Yanığa Yönelik Çocuklarına Yaptıkları Uygulamalar Emine Altun Yılmaz1, Şenay Aras Doğan1, İlknur Yıldız1 1 Cumhuriyet Üniversitesi Sağlık Bilimleri Fakültesi Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Hemşireliği AD, Sivas Amaç: Çocukluk döneminde ateş, ishal ve yanık ailenin en sık sağlık yardımı aradığı sorunlardır. Çocuğun bakım sorumluluğunu üstlenen aile bireyi genellikle anne olduğundan; annelerin bu durumlarda ilk müdahale yöntemlerini bilmeleri oldukça önemlidir. Bu çalışma aile sağlığı merkezine başvuran annelerin ateş, ishal ve yanığa yönelik çocuklarına uyguladığı tamamlayıcı bakım uygulamalarının belirlenmesi amacıyla yapılmıştır. Yöntem: Tanımlayıcı tipteki araştırmanın örneklemini, Mart-Mayıs 2015 tarihleri arasında Sivas’taki Aile Sağlığı Merkez’ine başvuran 385 anne oluşturmuştur. Araştırmanın verileri araştırmacılar tarafından oluşturulan anket formuyla, yüz yüze görüşülerek elde edilmiştir. Veriler SPSS (14.0) paket programında sayı, yüzde, ortalama ve ki-kare testi kullanılarak değerlendirilmiştir. Bulgular: Çalışmaya katılan annelerin yaş ortalaması 34.27±8.89, %36.9’unun eğitim düzeyi ilkokuldur. Ailelerin çoğunluğu (%80) çekirdek aile olup çocuk sayısı ortalama 2.64±1.45’dir. Annelerin %83’nün çocuklarındaki ateşe yönelik uygun müdahalelerde (soğuk uygulama, hidrasyon sağlama vb.) bulunduğu ancak %19’unun ateşi düşürmek için sirkeli su, %1’inin kolonya kullandığı belirlenmiştir. Çocuklarındaki ishale yönelik annelerin %63’ünün ishal diyeti (patates püresi, şeftali, pirinç lapası, yoğurt vb.) uyguladığı % 6.2’sinin kahve, % 6.2’sinin kola-aspirin karışımı içirdiği, %3.9’unun posalı besinler verdiği belirlenmiştir. Yanığa yönelik uygulamalarında ise; annelerin % 88.6’sının uygun tıbbi girişimde (yanık bölgesini suyla soğutma, yanık kremleri sürme, doktora başvurma vb.) bulunduğu, %27.8’inin diş macunu, salça, yoğurt gibi maddeleri yanık bölgesine sürdüğü belirlenmiştir. Sonuç: Annelerin, çocuklarda görülen ateş, ishal ve yanık gibi durumlarda genellikle uygun müdahalelerde bulunduğu ancak bilgi ve uygulamalarında yetersizlikler ve yanlışlıklar olduğu görülmektedir. Aile sağlığı merkezlerinde eğitim ve danışmanlık rolleri bulunan hemşirelerin ateş, ishal ve yanığa yönelik uygulamalarda annelere eğitim vermesinin hatalı uygulamaları azaltacağı düşünülmektedir. 2. Erciyes Pediatri Hemşireliği Kongresi 3-5 Mart 2016, Kayseri Sayfa 52 HS-4: İlkokul Öğrencilerinin Yeme Davranışlarının ve Ebeveynlerin Besleme Tarzlarının Çocukluk Çağında Görülen Obeziteye Etkisi Murat Bektaş1, Dilek Demir2 1 Dokuz Eylül Üniversitesi Hemşirelik Fakültesi Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Hemşireliği AD, İzmir 2 Alsancak Nevvar-Salih İşgören Devlet Hastanesi Ortopedi Kliniği, İzmir Amaç: Bu çalışma, ilkokul öğrencilerinin yeme davranışlarının ve ebeveynlerin besleme tarzlarının çocukluk çağında görülen obeziteye etkisini belirlemek amacıyla gerçekleştirilmiştir. Yöntem: Bu çalışma, tanımlayıcı-kesitsel bir çalışmadır. Çalışmaya Eylül 2014-Mart 2015 tarihleri arasında İzmir İl Milli Eğitim Müdürlüğü’ne bağlı ilkokullar arasından basit rastgele örneklem yöntemi ile seçilen İnönü İlkokulu, İlhan Onat İlkokulu ve Mustafa Şık İlkokulunda bulunan 1201 öğrenci ve ebeveyni alınmıştır. Veriler, çocuk-ebeveyn sosyo-demografik veri toplama formu, çocukların yeme davranışları anketi ve ebeveynlerin besleme tarzı anketi ile toplanmıştır. Veriler, yüzdelik hesaplamalar, ortalama, çocukların obezite durumların değerlendirilmesinde ki-kare, spearman korelasyon analizi, pearson korelasyon analizi ve çoklu regresyon analizi ile değerlendirilmiştir. Bulgular: Çalışmamızın bulgularına göre, çalışmaya katılan öğrencilerin %52’si kız, %48’i ise erkektir. Öğrencilerin daha çok 9 yaşında olduğu belirlenmiştir (%26.0). Çalışmaya katılan öğrencilerin %16.9’u obezdir. Çalışma değişkenleri ile obezite durumları arasındaki ilişkiler göz önüne alınarak beş model oluşturulmuştur. Birinci modelde; ebeveynin çocuğun kilosu hakkındaki düşüncesi, çocuk cinsiyeti, çocuk sayısı, baba eğitimi, anne ve baba beden kitle indeksi, ikinci modelde; gıdadan keyif alma, duygusal aşırı yeme, gıda hevesliliği, tokluk hevesliliği ve yemek seçiciliği, üçüncü modelde; cesaretlendirici besleme, sıkı kontrollü besleme, dördüncü modelde; gıdadan keyif alma, duygusal aşırı yeme, gıda hevesliliği, tokluk hevesliliği, duygusal besleme, yemek seçiciliği, beşinci modelde; ebeveynin çocuğun kilosu hakkındaki düşüncesi, çocuk cinsiyeti, duygusal aşırı yeme, gıdadan keyif alma, çocuk sayısı, sıkı kontrollü besleme, cesaretlendirici besleme ve baba beden kitle indeksi çocukluk çağı obezitesini etkilemektedir (p<0.05). Sonuç: Bu çalışmada, çocukların yeme davranışlarının ve ebeveynlerin besleme tarzlarının çocuklarda obezite görülme durumunu etkilediği belirlenmiştir. Ebeveynlerin besleme tarzlarının ve çocukların yeme davranışlarının çocuklarda görülen obeziteyi nasıl etkilediğinin boylamsal olarak incelenmesi önerilir. Anahtar Kelimeler: çocuk, obezite, çocukların yeme davranışları, ebeveynlerin besleme tarzları. 2. Erciyes Pediatri Hemşireliği Kongresi 3-5 Mart 2016, Kayseri Sayfa 53 HS-5: Ortaöğretim Öğrencilerinin Okul Sağlığı Hemşiresinin Rol ve Görevlerine İlişkin Bilgileri Esin Akturan1, Sevinç Polat2, Fatma Acarbaş3, Selda Yüzer2 1 Yozgat Devlet Hastanesi Genel Yoğun Bakım Servisi, Yozgat 2 Bozok Üniversitesi Sağlık Yüksekokulu Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Hemşireliği AD, Yozgat 3 Yozgat Kadın Doğum ve Çocuk Hastalıkları Hastanesi Yetişkin Yoğun Bakım Servisi, Yozgat Amaç: Bu araştırma; ortaöğretim öğrencilerinin okul sağlığı hemşiresinin rol ve görevlerine ilişkin bilgilerini belirlemek amacı ile yapıldı. Yöntem: Çalışma Kasım-Aralık 2015 tarihleri arasında, Yozgat’ta tam gün eğitim veren, özel bir okulda okuyan 78 ortaöğretim öğrencisi ile gerçekleştirildi. Araştırma için etik kurul izni ve okuldan resmi kurum izni alındı. Çalışmaya başlamadan önce araştırma hakkında bilgi verilerek öğrencilerden sözel onam alındı. Verilerin toplanmasında, araştırmacılar tarafından ilgili literatür doğrultusunda hazırlanan ve 23 sorudan oluşan bir anket formu kullanıldı. Verilerin analizi, bilgisayar ortamında yüzdelik oranlar kullanılarak yapıldı. Bulgular: Çalışma kapsamına alınan öğrencilerin yaş ortalamasının 12.431.28 olduğu, %55.1’inin erkek, %44.9’unun kız olduğu ve %37.2’sinin 8.sınıfta okuduğu belirlendi. Çalışmada okul sağlığı hemşiresinin rol ve görevleri hazırlanarak, öğrencilerin ilgili olduğunu düşündükleri şıkları; katılıyorum, katılmıyorum ve kararsızım şeklinde işaretlemeleri istendi. Okul sağlığı hemşiresinin rol ve görevlerine ilişkin bilgiler değerlendirildiğinde; öğrencilerin, “Okul sağlığı hemşiresi görev yaptığı okulda, okul sağlığı hizmetleri ile ilgili sorunları, gereksinimleri saptar ve okul idaresine bildirir” (%50.0) sorusu ile “Hemşire okulda sağlığı geliştirme davranışları; beslenme, hijyen, kazalardan korunma, uyku, egzersiz ve boş zamanları değerlendirme vs. konularında öğrenci, aile ve öğretmenlere danışmanlık yapar” (%51.3) sorusuna katılıyorum cevabını vererek doğru bildiği belirlendi. Yine çalışmada öğrencilerin “Okul sağlığı hemşiresi kazalardan korunma ve güvenlik önlemlerinin geliştirilmesinde öğrencileri görevlendirir” (%39.7) sorusu ile “Okul sağlığı hemşiresi okulda çevre sağlığını ilgilendiren durumları gözler ve öğrencilere bildirir” sorusuna katılmıyorum (%35.9) cevabını vererek, okul sağlığı hemşiresinin belirtilen görevlerini doğru bildiği belirlendi. Çalışmada öğrencilerin %33.3’ünün “Hemşire sağlık risklerinin erken tanılanması ve uygun girişimlerin planlanması, gereken önlemlerin alınması konusunda okul idaresi ile koordinasyonu sağlar” sorusuna kararsızım cevabını vererek, okul sağlığı hemşiresinin bu rolü hakkında bilgi sahibi olmadıkları belirlendi. Aynı zamanda çalışmada öğrencilerin boş bıraktıkları sorular, okul sağlığı hemşiresinin diğer rol ve görevlerine ilişkinde bilgi sahibi olmadıkları şeklinde değerlendirildi. Sonuç: Çalışmada ortaöğretim öğrencilerinin okul sağlığı hemşiresinin bazı rol ve görevlerini bildiği ancak genel olarak bu konuda yeterli bilgiye sahip olmadıkları belirlendi. Elde edilen bulgular doğrultusunda 2. Erciyes Pediatri Hemşireliği Kongresi 3-5 Mart 2016, Kayseri Sayfa 54 öğrencilere, okul sağlığı hemşiresinin rol ve görevleri hakkında kapsamlı eğitim verilmesi ve okul sağlığı hemşirelerinin bu anlamda etkin rol üstlenmesi önerilmektedir. Anahtar Kelimeler: öğrenci, okul sağlığı hemşiresi, rol, görev, bilgi 2. Erciyes Pediatri Hemşireliği Kongresi 3-5 Mart 2016, Kayseri Sayfa 55 HS-6: Astımlı Adölesanlarda Motivasyonel Görüşmenin Ev Ortamı Düzenlemesi ve İlaç Uyumuna Etkisi İlknur Yıldız1 Meral Bayat2 1 Cumhuriyet Üniversitesi Sağlık Bilimleri Fakültesi Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Hemşireliği AD, Sivas 2 Erciyes Üniversitesi Sağlık Bilimleri Fakültesi Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Hemşireliği AD, Kayseri Amaç: Astımlı adölesanlarda, çevresel kontrol önlemlerinin alınması, atakların önlenmesinde, ilaç kullanımının azalmasında, dolayısıyla astım kontrolünün sağlanmasında önemli rol oynar. Son yıllarda astım kontrolüne yönelik yapılan eğitimlerin davranış değişikliği sağlamada yeterli olmadığı bu nedenle bilgiyi davranışa dönüştürmeyi sağlayan motivasyonel tekniklerin kullanımı önerilmektedir. Bu çalışma astımlı adölesanlarda motivasyonel görüşmenin ev ortamı düzenlemesi ve ilaç uyumuna etkisini belirlemek amacıyla yapılmıştır. Yöntem: Deneysel tipteki çalışmaya, bir üniversite hastanesinin Çocuk Alerji ve İmmünoloji Polikliniği’nde astım tanısı ile izlenen 30 adölesan (15 çalışma, 15 kontrol grubu) katılmıştır. Çalışma için etik kurul, kurum onayı, adölesan ve ebeveynlerinden yazılı onam alınmıştır. Veriler; Tanıtıcı Bilgi Formu, çalışma öncesi ve sonrası ev ziyareti yapılarak doldurulan Ev Ortamı Değerlendirme Formu ve İlaç Uyum Anketi ile toplanmıştır. Çalışma grubundaki adölesanlarla yarı yapılandırılmış Motivasyonel Görüşme Formu ile üç motivasyonel görüşme yapılmıştır. Veriler, SPSS 14.0 programında tanımlayıcı istatistikler, ki-kare, McNemar testleri kullanılarak değerlendirilmiştir. Bulgular: Çalışmaya katılan adölesanların yaş ortalaması çalışma grubunda 14.13±1.84 kontrol grubunda 13.60±1.40 olup, çoğunluğu kızdır (çalışma ve kontrol grubunda %60.0). Evde sigara içilme oranı çalışma grubunda %26.7, kontrol grubunda %46.7’dir. Her iki grupta da astımı en fazla tetikleyen maddelerin sırayla sigara, koku ve ev tozu akarı olduğu saptanmıştır. Motivasyonel görüşme sonrası çalışma grubundaki adölesanların “ilaçlarını düzenli alma” davranışının arttığı, “ilaç almayı aksatma”, “ilacı zamanında almayı unutma”, “kendini iyi hissettiğinde ilacı içmeyi bırakma”, “doktor söylemediği halde ilacını azaltma” davranışlarının azaldığı bulunmuştur (p<0.05). İnhaler ilaç kullanımında da görüşme sonrası çalışma grubundaki adölesanların “inhaleri doğru tutma/çalkalama”, “inhaleri kullanıma doğru bir şekilde hazırlama”, “ağız parçasını dudaklarının arasına alma”, “nefesini vermeden ilacı ağızdan çekme” ve “nefesini 5-10 saniye tutma” basamaklarının doğru yapılma oranının arttığı bulunmuştur (p<0.05). Ev ortamı özellikleri açısından, çalışma grubunda çalışma sonrası yatağın gündüzleri örtü ile kapatılması, yün yatak kullanılmaması, yatak takımlarının yıkanma sıklığı, zemin döşemesinin tipi, pelüş oyuncak kullanılmaması, evde hayvan beslenmemesi, temizlik maddelerinden uzak durulması, odalarda çamaşır kurutulmaması, evde bitki bulunmaması ve polenlerden korunmaya yönelik önlemlerin alındığı belirlenmiştir. 2. Erciyes Pediatri Hemşireliği Kongresi 3-5 Mart 2016, Kayseri Sayfa 56 Sonuç: Çalışmada, motivasyonel görüşme sonrasında, çalışma grubundaki adölesanların ilaç kullanım özelliklerinde ve ev ortamında olumlu değişimler olduğu belirlenmiştir. Hemşirelerin astımlı adölesanlarda ev ortamı düzenlemesi ve ilaç uyumunun sağlanmasında motivasyonel görüşmeyi kullanmaları önerilmektedir. Anahtar Kelimeler: astımlı adölesan, motivasyonel görüşme, ilaç uyumu, ev ortamı. 2. Erciyes Pediatri Hemşireliği Kongresi 3-5 Mart 2016, Kayseri Sayfa 57 HS-7: Yenidoğan Ünitesinde Bebeği Yatan Annelerin Sosyal Destek Düzeylerinin Belirlenmesi Gülgün Sevimligül1, Yasemin Topaloğlu1, İlknur Yıldız2, Serap Çetin1, Fatih Bolat 1 1 Cumhuriyet Üniversitesi Sağlık Hizmetleri Uygulama ve Araştırma Hastanesi, Sivas. 2 Cumhuriyet Üniversitesi Sağlık Bilimleri Fakültesi Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Hemşireliği AD. Sivas Amaç: Doğum ve bebek sahibi olma, aileye yeni bir üyenin katılmasından dolayı yeni düzenin kurulduğu ebeveynler için önemli ve zor bir dönemdir. Sağlıklı ve normal gelişimini tamamlamış bebek sahibi olmak hayal edilirken, çeşitli nedenlerle bebeğin yenidoğan ünitesine yatışı, aileyi etkileyerek, özellikle bebeğin primer bakım vericisi olan annenin yoğun stres ve kriz yaşamasına neden olur. Bu dönemde annenin karşılaştığı güçlüklerle başetmesine yardım eden sosyal destek sistemlerinin belirlenerek harekete geçirilmesi duruma uyum sağlanmasında ve sorunların çözümünde oldukça önemlidir. Bu çalışma, yenidoğan ünitesinde bebeği yatan annelerin sosyal destek düzeylerini belirlemek amacıyla yapılmıştır. Yöntem: Tanımlayıcı tipteki çalışmaya 01 Haziran 2013-31 Aralık 2013 tarihleri arasında bir üniversite hastanesinin yenidoğan ünitesinde bebeği yatan 283 anne alınmıştır. Çalışmaya başlamadan önce etik kurul izni alınmıştır. Veriler; araştırmacılar tarafından geliştirilen Tanıtıcı Bilgi Formu ve Zimmet ve ark. (1988) tarafından geliştirilen, Eker ve ark. (1995) tarafından geçerlik ve güvenirlik çalışması yapılan, üç alt ölçek ve 12 maddeden oluşan Çok Boyutlu Algılanan Sosyal Destek Ölçeği (ÇBASDÖ) ile toplanmıştır. Ölçekten alınabilecek en düşük puan 12, en yüksek puan 84 olup, puanın yüksek olması algılanan sosyal desteğin yüksek olduğunu göstermektedir. Verilerin değerlendirilmesinde SPSS 14.0 paket programı ile tanımlayıcı istatistiksel yöntemler, varyans analizi ve iki ortalama arasındaki farkın önemlilik testi kullanılmıştır. Bulgular: Çalışmaya katılan annelerin yaş ortalaması 27.89±3.41 olup, %43.5’i ilkokul mezunu, % 89.3’ü ev hanımıdır. Annelerin %72.8’inin gebeliğinin planlı olduğu, %67.5’inin sezeryanla doğum yaptığı, %13.1’inin daha önce prematüre bebeğinin olduğu, %48.5’inin birinci bebeği olduğu ve %83.2’sinin bebeğinin anne sütüyle beslendiği belirlenmiştir. Bebeklerin %45.9’unun prematüre, %28.8’inin prematüre+yenidoğan sarılığı tanısıyla izlendiği bulunmuştur. Çalışmada annelerin sosyal destek ve alt ölçek puan ortalaması aile desteği 24.15±5.82, arkadaş desteği 20.42±9.35, özel kişi desteği 25.98±8.88, genel ölçek puan ortalaması 70.55±15.88 olarak belirlenmiştir. Sonuç: Çalışmada yaş, eğitim düzeyi ve evlilik süresinin sosyal desteği önemli ölçüde etkilediği bulunmuştur (p<0.05). Yenidoğan ünitesine yatış süreciyle birlikte annenin sosyal destek sistemleri tanımlanarak, gerekli desteğin sağlanmasında hemşireye önemli görevler düşmektedir. Eğitim düzeyi düşük, evlilik süresi 5 yıldan fazla, yaşı 24’ten küçük ve 30’dan büyük olan annelere hemşirelerin sosyal destek yönünden daha fazla dikkat etmeleri önerilebilir. Anahtar Kelimeler: anne, yenidoğan, sosyal destek 2. Erciyes Pediatri Hemşireliği Kongresi 3-5 Mart 2016, Kayseri Sayfa 58 HS-8: Öğrenme Güçlüğü, Parçalanmış Aile ve Yoksulluk Kıskacında Bir Çocuk ve Hemşirelik Yaklaşımı: Olgu Sunumu Kamuran Özdil1, Tuğba Üzel1 1 Nevşehir Hacı Bektaş Veli Üniversitesi, Semra ve Vefa Küçük SYO, Halk Sağlığı Hemşireliği AD, Nevşehir Giriş: Öğrenme güçlüğü; çocuğun okuma-yazma, matematik-aritmetik beceriler, konuşma-dinleme, akıl yürütme yeteneğini kazanma ve kullanabilmesindeki yaşadığı zorluklar olarak karşımıza çıkmaktadır. Bu zorluklar hem nedenleri hem de sonuçları açısından çocukların sağlığını tehdit etmektedir. Yoksul ve parçalanmış aile çocuklarında ise bu süreç dağa ağır ve kısır bir döngü haline gelmektedir. Amacı toplumdaki bireylerin sağlığını korumak ve geliştirmek, sağlığın bozulduğu durumlarda ise iyileştirmek olan hemşirenin her çocukta olduğu gibi özel gereksinimi olan çocukların bakım ve sağlığının sürdürülmesinde de önemli rol ve sorumlulukları vardır. Bu olguda, halk sağlığı hemşireliği dersi uygulaması kapsamında, öğretim elemanı danışmanlığında öğrenci hemşire tarafından hafif düzeyde öğrenme güçlüğü olan bir çocuk ve ailesine yapılan hemşirelik girişimlerinin sonuçlarının sunulmuştur. Olguya ait verilerin, bilimsel amaçlı kullanılacağı konusunda aileden sözlü onam alınmıştır. Olgu Sunumu: 06.03.2006 doğumlu S.P. 2 yaşında iken annesini kaybetmiştir. Anne ikinci doğumu esnasında vefat etmiştir. Annenin ölümünden sonra baba, S.P.’nin bakımını reddetmiş, küçük kardeşinin ise bakımını sürdürmüş ve yeni bir evlilik yapmıştır. S.P’nin bakımını anneannesi ve büyükbabası üstlenmiştir. Aile 2 küçük oda ve evin girişinde bir ocak ve mutfak gereçleri bulunan, tuvaleti/aynı zamanda banyosu dışarda olan bir evde yaşamaktadır. Hafif düzeyde öğrenme güçlüğü olan S.P. bulunduğu okulun özel eğitim sınıfında farklı düzeyde öğrenme güçlüğü olan 8 çocukla öğrenim görmektedir. Aileye bir eğitim öğretim döneminde toplam 14 ev ziyareti yapılmıştır. 20.10.2015 tarihinde yapılan ilk ziyarette ailenin hakkında veriler toplanmış ve çocuk eş zamanlı olarak okulda izleme alınmıştır. Toplanan veriler doğrultulunda saptanan sorunlar şunlardır: Uyku örüntüsünde bozulma, enürezis, hijyen eksikliği, beslenmede dengesizlik, sosyal izolasyon, akademik başarısızlık. S.P’nin sağlık bakım gereksinimlerini karşılayabilmek amacıyla ev ziyaretleri yoluyla hemşrelik süreci uygulanmıştır. Bu süreçte Aile ve Sosyal Politikalar İl Müdürlüğü, Rehabilitasyon Araştırma Merkezi ve özel eğitim öğretmeni ile işbirliği yapılmıştır. Yapılan girişimler sonucunda enürezis problemi çözülmüş, bireysel hijyende değişim sağlanmış, beslenmesi için bir plan hazırlanmış ve ailenin temel gıda gereksinimlerini için Aile ve Sosyal Politikalar İl müdürlüğü tarafından ekonomik destek kaynağı sağlanmış, sosyal izolasyonla çözüm için Rehabilitasyon Araştırma Merkezi ile okul ve çevresinde farkındalık çalışmaları başlatılmıştır. S.P. ödevlerini okulda yapmaya başlamış, okuması nicelik ve nitelik açısından artmıştır. 2. Erciyes Pediatri Hemşireliği Kongresi 3-5 Mart 2016, Kayseri Sayfa 59 Sonuç: Sonuç olarak, ev ziyaretleri, multidisipliner çalışma ve sürekli izlem öğrenme güçlüğü olan çocukta olumlu sağlık kazanımlarının elde edilmesini sağlamıştır. Anahtar Kelimeler: çocuk, parçalanmış aile, hemşirelik süreci, ev ziyareti 2. Erciyes Pediatri Hemşireliği Kongresi 3-5 Mart 2016, Kayseri Sayfa 60 HS-9: Çocukların Televizyon İzleme Durumları ile Davranış Problemleri Arasındaki İlişkinin İncelenmesi Pınar Bekar1, Duygu Arıkan2 1 Erzincan Üniversitesi Sağlık Yüksekokulu Hemşirelik Bölümü, Erzincan 2 Atatürk Üniversitesi Sağlık Bilimleri Fakültesi Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Hemşireliği AD, Erzurum Amaç: Beş yaşındaki çocukların televizyon izleme durumları ile davranış problemleri arasındaki ilişkinin incelenmesidir. Yöntem: Tanımlayıcı özellikte olan bu araştırmanın evrenini 2014-2015 eğitim öğretim yılında Erzincan il merkezinde bulunan 2 anaokuluna giden, 5 yaşındaki çocuklara sahip olan anneler oluşturdu. Araştırmada örneklem seçimine gidilmeyip araştırmaya tüm çocuklar (159 kişi) alındı. Yirmi bir kişinin annesi çalışmayı kabul etmediği, 17 kişinin annesi anketleri eksik doldurduğu için 121 anne ile çalışma yürütüldü. Veriler araştırmacı tarafından literatür taraması yapılarak oluşturulan soru formu ve “Çocuk Davranışlarını Değerlendirme Ölçeği” kullanılarak yüz yüze görüşme yöntemi ile toplandı. Verilerin toplanmasından önce araştırmanın amacı annelere anlatıldı ve sözel izin alındı. Etik kurul onayı, ebeveynlerden sözel ve ilgili kurumdan resmi yazılı izin alınmıştır.Verilerin analizinde Frekans, Yüzde, t Testi, Tek Yönlü Varyans analizi (ANOVA), LSD Post Hoc testi, Mann Whitney U testi kullanılmış olup, bu analizler bilgisayarda SPSS 22.00 istatistik paket programı ile yapıldı. Bulgular: Araştırmaya alınan anaokulu çocuklarının % 100’ünün TV (televizyon) izlediği, % 45.5’inin günde 2 saat TV izlediği ,% 42.1’inin televizyonda şiddet (dövüşme, bağırma vb.) içeren programları izlediği ve % 98.3’ünün televizyon izlemesini ailesinin kontrol ettiği saptanmıştır. Çocukların isyankar davranışlar boyutu puan ortalamasının 68.03±16.07, Uyum boyutu puan ortalamasının 37.97±7.52, Sosyal Kaygı boyutu puan ortalamasının 39.74±9.25, Çocuk Davranışlarını Değerlendirme Ölçeği toplam puan ortalamasının 148.39±25.21 olduğu bulunmuştur. Çalışma sonuçları, çocuğun TV izleme süresinin (gün) isyankâr davranışlarının boyutunu etkilediğini göstermektedir. Günde 3 saat ve üzerinde televizyon seyreden çocukların, günde 1 saat televizyon seyreden çocuklara göre isyankâr davranışlar boyutu puanlarının daha yüksek olduğu saptanmıştır. Çocuğun televizyon izleme süresinin ailesi tarafından takip edilme durumunun, çocuğun isyankâr davranışlarını etkilediği bulunmuştur. Çocuğunun televizyon izlemesini takip etmeyen ailelerin çocuklarının TV izlemesini takip eden ailelere göre isyankâr davranışlar boyutu puanlarının daha yüksek olduğu belirlenmiştir. Sonuç: Çalışmada çocukların isyankâr davranışlar, uyum ve sosyal kaygı düzeyinin hafif düzeyde olduğu saptanmıştır. Bu sonuçlar doğrultusunda annelere çocuğunun izlediği TV programlarını denetlemesi önerilebilir. 2. Erciyes Pediatri Hemşireliği Kongresi 3-5 Mart 2016, Kayseri Sayfa 61 HS-10: Preterm Yenidoğan Diyabetli Bir Hastada: İnsülin Pompa Deneyimi 1 Nevin Uslu , Nurten Variyenli2, Meral Bayat1, Ülkü Gül2, Ahmet Özdemir3, Mahir Ceylan3, Sabriye Korkut3 1 Erciyes Üniversitesi Sağlık Bilimleri Fakültesi, Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Hemşireliği AD, Kayseri 2 Erciyes Üniversitesi Sağlık Uygulama ve Araştırma Merkezi Çocuk Endokrinoloji Bölümü, Kayseri 3 Erciyes Üniversitesi Sağlık Uygulama ve Araştırma Merkezi Neonataloji Bölümü, Kayseri Giriş: Pretermlerde hipergliseminin tedavisinde insülin pompa kullanımının; kilo alımını arttırdığı, kan glikozunun etkili şekilde kontrolünü sağladığı, hipo/hiperglisemi, sepsis sıklığını azalttığı bildirilmektedir. Bu çalışmada Neonatal Diyabetes Mellituslu bir pretermde insülin pompası kullanma deneyimi paylaşılmıştır. Olgu Sunumu 19 yaşındaki annenin ilk gebeliğinden 1400 gr ağırlığında sezaryen ile 34. gebelik haftasında prematür olarak doğan erkek hasta 21 günlükken hiperglisemi ön tanısıyla prematür servisine kabul edilmiştir. Fiziksel muayenesinde; ağırlığı 1650 gr (‹3p), boyu 42,5 (‹3p), baş çevresi 31 cm (‹3p), vital bulguları ve diğer sistem muayeneleri normaldi. Kan biyokimyası ve kan sayımı normal sınırlarda olan hastanın hafif transaminaz yüksekliği mevcuttu. Glukoz 224 mg/dl, HbA1c %6.3, C-peptit ‹0.010 ng/mL bulundu, bununla birlikte hipotiroidi tespit edildi. EKO’da PDA bulundu, batın USG’de safra kesesi izlenemedi ve karaciğer biyopsisinde dev hücreli hepatit saptandı. Hastaya regüler insülin, glargin, NPH ve detemir denendi. Ancak insülinlerin pik yaptığı saatlerde hipoglisemiler olması nedeniyle yatışının ikinci ayında insülin pompası takıldı. Pompa takılmadan önce annenin diyabet izlemini iyi yürütme konusunda isteklikararlı ve bilişsel olarak yapabilecek düzeyde olduğu belirlendi. Aileye pompa kullanımının avantajları, amaçları ve beklentiler açıklanarak bilgilendirilmiş onamları alındı. Pompa ile insülin infüzyonunda aspart insülin tercih edildi. Hastanın günlük insülin ihtiyacı göz önüne alınarak infüzyon hızı ayarlandı. Aynı zamanda karaciğer ve egzokrin pankreas bozukluğu da olan vakada beslenme ile kilo alımı sağlanamadı ve TPN verildi. Sık ve az beslendiğinden insülin infüzyonu çoğunlukla kan glikozunun saatlere göre değişimi göz önüne alınarak bazal insülin üzerinden ayarlandı. Enfeksiyon dönemlerinde bu infüzyon hızları kademeli olarak arttırıldı, gerektiği dönemlerde bolus insülin ile araya girildi. Bu süreçte aileye pompa ile ilgili teknik bilgiler, pompa ile yaşamaya ilişkin öneriler verildi. Kan glukozunu kontrol etmek için gerekenler ve sorun olursa kiminle iletişim kurulacağı ile ilgili eğitim yapıldı. Anneye pompa kullanma fırsatı verilerek doğrular-yanlışlar belirlenerek gerekli bildirimler verildi. Annenin pompa kullanımına ilişkin eğitim süreci devam etmektedir. Serviste takip edilen yenidoğanın glukoz düzeylerinin 100-200 mg/dl arasında olması hedeflenmiştir. Kan glukoz düzeyleri regüle olan hastanın üç ayda vücut ağırlığı, boy ve baş çevresi artmıştır. 2. Erciyes Pediatri Hemşireliği Kongresi 3-5 Mart 2016, Kayseri Sayfa 62 Sonuç: İnsülin pompa kullanımına ilişkin aileye gerekli bilgi ve becerinin kazandırılması hasta güvenliği açısından önemlidir. Hemşireler, pretermlerde pompa tedavisini yönetmede eğitim ve danışmanlık rollerini kullanarak ekipte aktif rol alabilirler. Anahtar Kelimeler: preterm, hiperglisemi, neonatal diyabetes mellitus, insülin pompası 2. Erciyes Pediatri Hemşireliği Kongresi 3-5 Mart 2016, Kayseri Sayfa 63 HS-11: Bir Devlet Hastanesinde Bakım Verilen Çocukların Beslenme Şekillerinin Belirlenmesi Bahriye Kaplan1 , Nuray Caner1, Zehra Çalışkan1, Derya Evgin1 1 Nevşehir Hacı Bektaş Veli Üniversitesi Semra ve Vefa Küçük SYO Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Hemşireliği AD, Nevşehir Amaç: Bu çalışma, bir devlet hastanesinde yatarak tedavi gören 0-16 yaş grubu çocukların beslenme şekillerini belirlemek amacıyla yapılmıştır. Yöntem: Kesitsel tanımlayıcı tipte olan çalışmanın örneklemini 07.03.2015-30.05.2015 tarihleri arasında bir devlet hastanesinin çocuk servislerinde yatarak tedavi edilen ve çocuk sağlığı ve hastalıkları hemşireliği dersi uygulaması esnasında bakım verilen 486 çocuk oluşturmuştur. Araştırmanın verileri öğrencilerin bakım planlarının geriye dönük taranmasıyla elde edilmiştir. Çalışmanın yapılması için kurum izni alınmış, veriler bilgisayar ortamında tanımlayıcı istatistikler ve ki kare testi kullanılarak değerlendirilmiştir. Bulgular: Bakım verilen çocukların; %34.8’inin 0-1 yaş aralığında, %68.9’unun erkek, %69.1’inin akut solunum yolu enfeksiyonu tanısı aldığı, %53.1’inin daha önce hastaneye yattığı, %32.1’inin boy, %31.5’inin kilo percentillerinin 25 ve altında olduğu belirlenmiştir. Kilo percentili 25’in altında olan çocukların daha fazla oranda hastaneye yattıkları ve annelerinin eğitim düzeylerinin ilk öğretim ve altında olduğu saptanmıştır (p<0.05). Bakım verilen çocukların cinsiyeti, hastalık tanısı ve anne yaşı ile vücut ağılıkları arasında istatistiksel olarak anlamlı bir fark bulunmamıştır (p>0.05). Çocukların beslenme durumlarına bakıldığında; %11.3’ünün anne sütü almaya devam ettiği %41.4’ünün ilk 6 ay sadece anne sütü aldığı, kahvaltıda çoğunlukla yumurta, peynir, zeytin ve süt/yoğurt (sırasıyla %61.5, %47.1, %25.7, %22.3) tükettikleri belirlenmiştir. Öğle yemeğinde çorba, tahıl grubu besinler, sebze, kuru baklagil ve et/etli yemekler (sırasıyla % 59.7, %36.8, %33.5, %22.8 ve %22.0) tükettikleri, akşam yemeğinde ise benzer şekilde çorba, tahıl grubu besinler, sebze, kuru baklagil ve et/etli yemekler (sırasıyla %60.2, %46.1, %43.1, %37.9 ve %37.9) tükettikleri tespit edilmiştir. Annelerinin ifadelerine göre ara öğünlerde çocukların % 65.3’ünün meyve, % 18.1’inin de abur-cubur tükettikleri belirlenmiştir. Sonuç: Çalışmanın sonucunda bakım verilen çocukların daha çok akut solunum yolu enfeksiyonu nedeniyle hastaneye yattıkları, kilo percentili 25 ve altı olan çocukların tekrarlı hastane yatışları için risk grubunda olduğu bulunmuştur. Özellikle eğitim düzeyi düşük olan annelere, akut solunum yolu enfeksiyonlarından korunma ve yaş dönem özelliklerine göre beslenme konularında eğitim ve danışmanlık verilmesi önerilebilir. Anahtar Kelimeler: beslenme, çocuk, hastaneye yatma 2. Erciyes Pediatri Hemşireliği Kongresi 3-5 Mart 2016, Kayseri Sayfa 64 HS-12: Pediatri Hemşirelerinin Kanıta Dayalı Uygulamalara Yönelik Bilgi ve Uygulamaları Ulviye Günay1, E. Hilal Yayan1, Suat Tuncay1, Ramazan İnci1, E. Aysel Taşçı1 1 İnönü Üniversitesi Sağlık Bilimleri Fakültesi Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Hemşireliği AD, Malatya Amaç: Kanıta dayalı uygulama, araştırma kanıtlarının klinik uzmanlıkla birleştirilerek, hastanın değerleri ve kültürü dikkate alınarak kullanılması olarak tanımlanır. Hemşireliğin görev yetki ve sorumluluklarına yönelik yayınlanan yönetmelikte Hemşire, her ortamda bireyin, ailenin ve toplumun hemşirelik girişimleri ile karşılanabilecek sağlıkla ilgili ihtiyaçlarını belirler ve hemşirelik tanılama süreci kapsamında belirlenen ihtiyaçlar çerçevesinde hemşirelik bakımını kanıta dayalı olarak planlar, uygular, değerlendirir ve denetler ifadesi yer almaktadır. Hasta bakımında ve hemşireliğin profesyonelleşmesinde böylesine önemli bir yere sahip olan kanıta dayalı hemşirelik uygulamaları pediatri hemşireliğinde ne oranda yer almaktadır? Bu araştırma, kanıta dayalı uygulamalara yönelik pediatri hemşirelerinin bilgi ve uygulamalarını değerlendirmek amacıyla yapılmıştır. Yöntem: Bu araştırma, Doğu Anadolu Bölgesi’nde yer alan iki üniversite hastanesinin (Malatya, Elazığ) pediatri kliniklerinde çalışan ve araştırmaya katılmayı kabul eden 120 hemşireyle, Kasım 2015-Ocak 2016 tarihlerinde tanımlayıcı olarak yapıldı. Veriler, katılımcıların tanıtıcı özellikleri ve kanıta dayalı uygulamalara yönelik, literatür doğrultusunda hazırlanan anket formu ile toplandı. Bulgular: Çalışmaya katılan hemşirelerin yaş ortalaması 30.5, %82’sinin kadın, %88’inin üniversite mezunu olduğu, mesleki deneyimlerinin ortalama 7.2 yıl, pediatri deneyimlerinin 5.4 yıl olduğu belirlendi. Hemşirelerin % 12’sinin kanıta dayalı uygulamanın ne olduğunu tanımlayabildiği, % 33’ünün kanıta dayalı uygulamaya yönelik daha önce bilgi aldığı, %20’sinin kanıta dayalı hemşirelik uygulamalarının sonuçlarını tanımlayabildiği belirlendi. Hemşirelerden hiçbirinin güncel bilgileri ve yayınları takip etmediği ve %80’ninin bunun nedenine yönelik açıklama yapmadığı saptandı. Bu çalışmada hemşirelerin sadece %6’sının klinik uygulamalarında kanıta yer verdiği tespit edildi. Sonuç: Çalışmada pediatri hemşirelerinin kanıta dayalı hemşireliğe yönelik bilgi ve uygulamalarının yeterli düzeyde olmadığı saptandı. Bu nedenle pediatri hemşirelerinin alanlarına özel kanıta dayalı uygulamalara yönelik sürekli eğitim programlarının verilmesi önerilebilir. 2. Erciyes Pediatri Hemşireliği Kongresi 3-5 Mart 2016, Kayseri Sayfa 65 HS-13: 6-18 Yaş Çocuklarda Dental Anksiyete Düzeyi ve Etkileyen Faktörlerin Belirlenmesi Volkan Düzgün1, Yurdagül Erdem2 1 Erciyes Üniversitesi Tıp Fakültesi Hastanesi Beyin Cerrahi Kliniği, Kayseri 2 Kırıkkale Üniversitesi Sağlık Bilimleri Fakültesi Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Hemşireliği AD, Kırıkkale Amaç: Ülkemizde TUIK 2012 Türkiye Sağlık Araştırmasına göre 7-14 yaş çocuklar arasında %24.5 ile ağızdiş sağlığı sorunları birinci sırada yer almaktadır. Buna rağmen okullarda, evlerde koruyucu ağız-diş sağlığı uygulamaları yetersiz görülmektedir. Literatürde dişçi kaygısı olanların diş bakımı ile zayıf uyum yaptıkları ve diş çürükleri ile dişçi kaygısı arasında pozitif bir ilişki olduğu belirlenmiştir. Dental kaygının Türk toplumunda %21.3-%23.5 arasında değiştiği bildirilmiştir. Bu çalışmada Kayseri’de özel bir ağız-diş sağlığı merkezine başvuran 6-18 yaş arası çocukların dental anksiyete düzeyleri ve etkileyen faktörlerin belirlenmesi amaçlanmıştır. Yöntem: Kesitsel yapılan çalışmaya 100 çocuk katılmıştır. Veriler, demoğrafik veri formu yanında Corah tarafından geliştirilmiş 4 sorulu Dental Anxiety Skalası [DAS] ile toplanmıştır. Skalada 4-20 aralığında skor elde edilmekte, 4 skoru hiç kaygı yok, 13 ve üzeri kaygı olduğunu, 15 ve üzeri yüksek düzeyde kaygı olduğunu göstermektedir. Invaziv işlemin anksiyete skoru üzerinde etkisinden kaçınmak için ölçek dental muayene öncesi doldurulmuştur. Çocuklardan sözel onam alınmıştır. Bulgular: Çocukların %55’i kız çocuk olup, yaş ortalaması X:11.7±3.35 yaştır. Dental Anksiyete Puan Ortalaması (DAS) X: 12.4±4.24 bulunmuştur. Buna göre çocukların orta düzeyin üzerinde kaygı duydukları; kaygı duyma düzeyini çocukların yaşı, cinsiyeti, ebeveyn mesleğinin etkilemediği; ilk kez tedaviye gelme ve gelme nedeninin etkili olduğu belirlenmiştir. Tedaviye getirilen çocukların %43’ü diş ağrısı, %33’ü çürük nedeniyle başvurmuşlardır. Çocukların %35’i kaygı yaşamadıklarını ifade ederken, %34’ü iğne olmaktan, %12’si ağrı çekmekten, %8’i diş temizliğinden, %11’i diğer (koku, bulantı vb) nedenlerden kaygı duymaktadır. İşlem öncesi kaygı yaşadıklarını belirten (n= 67) çocukların %61.2’si hastaneye girerken kaygısının başladığını belirtmiştir. Kaygı duyduğunda en çok %71’i huzursuzluk, %15’i uyku bozukluğu, %5’i kas gerginliği, bayılma hissi yaşadığını belirtmiştir. %74’ü ağız-diş sağlığı konusunda eğitim aldığını, eğitimi %68 okulda derste aldıklarını, %24’ü ailesinden aldığını, çok azı kitle iletişim araçlarından (%6.7) söz etmişlerdir. Çocukların yalnız %6’sı ilk kez tedaviye gelmiştir. Gelme sıklığı ile DAS puanı arasındaki fark istatistiksel olarak ileri düzeyde anlamlı bulunmuştur (p< 0.01). İlk kez gelen çocuklar (X: 17.1±1.16) yüksek düzeyde kaygı göstermiştir. Geliş nedeni çürük diyen çocuklar, diğer nedenlere göre anlamlı düzeyde kaygılı bulunmuştur (p< 0.05). Sonuç ve öneriler: Bu sonuçlara göre tedaviye ilk kez gelen çocuklara tedavi öncesi rahatlatıcı uygulamalar yapılması, diş çürüklerinin önlenmesine yönelik koruyucu ağız-diş sağlığı uygulamalarının okullarda verilmesi önerilebilir. 2. Erciyes Pediatri Hemşireliği Kongresi 3-5 Mart 2016, Kayseri Sayfa 66 HS-14: Annelerin Tuvalet Eğitiminde Kullandıkları Ödül ve Ceza Stratejilerinin Çeşitli Değişkenlere Göre İncelenmesi Sevim Uğur1 1 Aksaray Üniversitesi Sağlık Yüksekokulu Hemşirelik Bölümü, Aksaray Amaç: Tuvalet eğitimi ilk çocukluğun önemli gelişimsel görevlerinden birisidir. Psiko-seksüel ve psikososyal gelişim kuramlarına göre tuvalet eğitimi kişilik gelişiminde önemli etkiler bırakır. Tuvalet eğitimi sırasında çocuğun aşırı cezalandırılması yetişkinlik döneminde aşırı düzenlilik, katı görüşlülük, cimrilik eğilimi şeklinde görülürken saplantı oluşması durumunda obsesif-kompulsif bozukluk görülebilmektedir. Bu dönemi olumlu geçiren bireylerde ise kendini kontrol etme, uyumlu ilişkiler sürdürme, özgürce seçim yapma ve karar verme özerkliğini sürdürme, çabalarda bulunma, yeni denemelere girişme ve işbirlikçi özellikleri gelişir. Bu bağlamda tuvalet eğitiminde çocuğun istenilen davranışları ödüllendirilirken istenmeyen davranışların cezalandırılmaması gerekmektedir. Bu çalışma tuvalet eğitiminde yaygın olarak kullanılan ödül ve ceza yöntemlerinin sosyo-demografik özelliklere göre incelenmesi amacıyla yapılmıştır. Yöntem: Araştırma ilişkisel modele dayalı olup, araştırmada tarama (survey) yöntemi ve anket tekniği kullanılmıştır. Araştırmanın evrenini 15 Aralık 2015 ile 15 Ocak 2016 tarihleri arasında Aksaray Devlet Hastanesi Çocuk Polikliniğine başvuran ve 1-3 yaşları arasında çocukları bulunan anneler oluşturmaktadır. Araştırmanın örneklemini ise söz konusu evrenden araştırmaya gönüllü olarak katılan 200 anne oluşturmaktadır. Araştırmada veri toplama aracı olarak araştırmacı tarafından geliştirilen anket kullanılmıştır. Verilerin toplanmasında çalışmaya katılmayı kabul eden ebeveynlere yüz yüze görüşülerek anket formu doldurulmuştur. Verilerin analizinde SPSS 20 istatistik paket programı kullanılmış ve tanısal (descriptive) istatistik tekniklerinden yararlanılmıştır. Bulgular ve sonuç: Araştırma sonucunda, annelerin tuvalet eğitiminde kullandıkları ödül ve ceza stratejilerinin onların kişisel özellikleri ile yakından ilgili olduğuna dair önemli bulgulara ulaşılmıştır. Bu bulgular, tuvalet eğitiminde annelerin kullandıkları ödül ve ceza stratejilerinin annelerin genel yaşam alışkanlıkları ve özellikleri ile yakından ilgili olduğu sonucunu ortaya çıkarmıştır. 2. Erciyes Pediatri Hemşireliği Kongresi 3-5 Mart 2016, Kayseri Sayfa 67 HS-15: Hemşirelik Öğrencilerinde Bilinçli Farkındalık ve Empatik Eğilim Düzeyi Arasındaki İlişkinin İncelenmesi 1 Türkan Kadiroğlu , Fatma Güdücü Tüfekci1, Fatma Gülcan2, Öznur Tosun3 1 Atatürk Üniversitesi Sağlık Bilimleri Fakültesi Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Hemşireliği AD, Erzurum 2 Ağrı İbrahim Çeçen Üniversitesi Sağlık Hizmetleri Meslek Yüksekokulu, Ağrı 3 Erciyes Üniversitesi Sağlık Bilimleri Fakültesi Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Hemşireliği AD, Kayseri Amaç: Hemşirelerin nitelikli bakım verebilmeleri için empatik eğilim becerisinin kazanılması önemlidir. Hemşire empatik eğilim becerisine sahip ise hasta birey ve ailesi ile etkili iletişim kurabilmektedir. Etkili iletişimin anahtar olduğu hemşirelik mesleğinde empatik eğilim becerisinin hemşirelik öğrenimi sırasında öğrenciye kazandırılması gerekmektedir. Farkında olma ve dikkatlilik olarak tanımlanabilen bilinçli farkındalık düzeyinin arttırılması ile empatik eğilim becerisinin geliştirilebileceği düşünülmektedir. Bu araştırma, hemşirelik öğrencilerinde bilinçli farkındalık ve empatik eğilim düzeyi arasındaki ilişkinin incelenmesi amacıyla tanımlayıcı olarak planlanmıştır. Yöntem: Araştırma verileri, bir Sağlık Bilimleri Fakültesi’nin hemşirelik bölümünde öğrenim gören 85 gönüllü katılımcıdan toplanmıştır. Araştırmada, etik ilkelere bağlı kalınmıştır. Verilerin toplanmasında; Demografik Bilgi Formu, Bilinçli Farkındalık Ölçeği ve Empatik Eğilim Ölçeği kullanılmıştır. Bulgular: Çalışmaya katılan öğrencilerin yaş ortalaması 20.98±1.49 yıl, %61.2’si kız ve %77.6’sının gelir durumu gidere denktir. Öğrencilerin %63.5’i hemşireliği kendi isteği ile tercih ettiğini ve %82.4’ü hemşirelik mesleğini sevdiğini ifade etmiştir. Öğrencilerin cinsiyetlerine göre Bilinçli Farkındalık Ölçeği toplam puan ortalamaları incelendiğinde; erkek öğrencilerde 62.21±10.80 iken kız öğrencilerde 56.98±12.38 olduğu belirlenmiştir (p<0.05). Hemşirelik mesleğini seven öğrencilerde Bilinçli Farkındalık Ölçeği ve Empatik Eğilim Ölçeği toplam puanı daha yüksek bulunmuştur (p<0.005). Araştırmaya katılan öğrencilerin bilinçli farkındalık düzeyi ile empatik eğilim arasında istatistiksel açıdan anlamlı düzeyde ilişki belirlenmiştir (p<0.001). Sonuç: Bu çalışmada cinsiyetin bilinçli farkındalığı etkilediği ve mesleğini seven öğrencilerin hem bilinçli farkındalık hem de empatik eğilimininin daha iyi olduğu belirlenmiştir. Bilinçli farkındalık ile empatik eğilim arasında ise ileri düzeyde anlamlı ilişki tespit edilmiştir. Hemşirelik öğrencilerinde bilinçli farkındalık düzeyinin artırılarak empatik eğilim becerisinin geliştirilebileceği söylenebilir. Anahtar Kelimeler: hemşirelik öğrencisi, bilinçli farkındalık düzeyi, empatik eğilim 2. Erciyes Pediatri Hemşireliği Kongresi 3-5 Mart 2016, Kayseri Sayfa 68 HS-16: Diyabetli Ergenlerde Metabolik Kontrol ve Tedaviye Uyum Sümeyra Topal1, Emine Erdem2 1 Sakarya Üniversitesi Sağlık Yüksekokulu Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Hemşireliği AD, Sakarya 2 Erciyes Üniversitesi Sağlık Bilimleri Fakültesi Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Hemşireliği AD, Kayseri Çocukluk çağında en sık görülen kronik hastalıklardan olan Tip 1 Diyabetes Mellitus, çocuk ve ailesinin yaşamını etkileyen bir hastalıktır. Diyabet yönetiminde diyet, egzersiz ve insülin uygulamasının getirdiği kısıtlamalar ve ebeveynlerin davranış ve tutumları ergenlerin hastalığa uyumunu ve HbA1c düzeylerini olumsuz etkileyebilir. Bu araştırma, diyabetli ergenlerin HbA1c düzeylerini ve tedaviye uyumunu belirlemek amacıyla tanımlayıcı olarak yapılmıştır. Araştırma örneklemini, bir üniversite hastanesinin Pediatrik Endokrinoloji Polikliniği’nde izlenen 13-18 yaş grubu 55 ergen oluşturmuştur. Etik kurul, kurum, ebeveyn ve ergen onamı alınan araştırmada; veriler Ekim 2012-Şubat 2013 tarihleri arasında ergenlerle yüzyüze görüşülerek anket formu ve dosya bilgileri ile toplanmıştır. Veriler, bilgisayar ortamında tanımlayıcı istatistikler, Shapiro-Wilk ve Ki-Kare testleri ile değerlendirilmiştir. Araştırmada, diyabetli ergenlerin %63.6’sının 12-15 yaş grubunda, %50.9’unun erkek olduğu ve ilköğretime devam ettiği belirlenmiştir. Ergenlerin %52.7’sinin tanı ve insülin kullanım süresinin 1-5 yıl olduğu, %56.4’ünün insülin uygulamasını kendisinin yaptığı, %16.1’inin insülin pompası kullandığı, %52.7’sinin metabolik kontrolünün kötü olduğu, %29.1’inin son bir yılda diyabet komplikasyonu nedeni ile hastaneye yattığı ve hastane yatışlarının %43.8’inin hipoglisemi olduğu, %40.0’ının hemşire ve doktordan diyabete ilişkin eğitim aldığı ve %63.6’sının 3 ayda bir poliklinik kontrolüne gittiği belirlenmiştir. Ergenlerin %76.4’ü okul, %50.9’u sosyal yaşantısının hastalık nedeniyle etkilendiğini belirtmişlerdir. Diyabetli ergenlerin %10.9’u tedavi programını uygun bulmadığını belirtirken, %47.3’ü egzersiz programına, %34.5’i karbonhidrat sayımına ve diyetine uymadığını, %5.5’i insülini düzenli kullanmadığını belirtmişlerdir. Metabolik kontrolü kötü olan ergenlerin %86.2’sinin tedavi programını uygun bulduğu, %44.8’inin düzenli egzersiz yaptığı, %62.1’inin karbonhidrat sayımına ve %58.6’ının diyetine uyduğu ve %96.6’sının düzenli insülin kullandığı belirlenmiştir (p>0.05) Bu sonuçlar doğrultusunda, diyabetli ergenler ve ailelerine yaş dönem özellikleri dikkate alınarak multidisipliner yaklaşım ile sürekli kontrol ve eğitimin uygulanması önerilebilir. Anahtar Kelimeler: diyabetli ergenler, metabolik kontrol, tedaviye uyum 2. Erciyes Pediatri Hemşireliği Kongresi 3-5 Mart 2016, Kayseri Sayfa 69 POSTER BİLDİRİLER 2. Erciyes Pediatri Hemşireliği Kongresi 3-5 Mart 2016, Kayseri Sayfa 70 HP-1: Kemirgen Öldürücü İntoksikasyonu Gelişen Pediatrik Hastanın Acil Bakımı: Olgu Sunumu Bahise Aydın1, Melek Serpil Talas2 1 2 Gediz Üniversitesi Sağlık Bilimleri Fakültesi Hemşirelik Bölümü, İzmir Hacettepe Üniversitesi Hemşirelik Fakültesi Cerrahi Hastalıkları Hemşireliği AD, Ankara Giriş: Her yaş grubunda görülebilen zehirlenmeler, çocukluk döneminde daha sık karşımıza çıkmakta ve daha ölümcül seyretmektedir. Kemirgen öldürücüler antikoagülan özellikleri nedeniyle kanama ve buna bağlı ciddi semptomlara yol açabilmektedir. Bu nedenle zehirlenme nedeniyle acil servise başvuran pediatrik olguların acil tanı ve tedavilerinin yapılması ve çocuk ihmali yönünden değerlendirilmesi gerekmektedir. Bu olgu, fare zehiri intoksikasyonu nedeniyle acil servise başvuran pediatrik hastanın hemşirelik yönetiminin değerlendirilmesi amacıyla ele alınmıştır. Değerlendirme ile hemşirelere, bu tür zehirlenmelere yönelik bir rehber oluşturulması hedeflenmiştir. Olgu Sunumu: Kemirgen öldürücüleri oral yolla aldığı düşünülerek acile getirilen N.N.A., annesinin ilk, babasının ikinci evliliğinden doğan 2 yaşında bir kız çocuğuydu. Anne çocuğun sokakta “fare zehiri” yazılı bir paketle oynadığını ve çocuğun ellerinde, ağzının içinde ve dişlerinde buğday büyüklüğünde yeşil zehir taneleri olduğunu belirtti. Anne çocuğunun bir kez kustuğunu, kusmuğunda yeşil renkli her hangi bir şey görmediğini, kanamasının olmadığını ve olaydan iki saat sonra acil servise getirdiğini açıkladı. Ayrıca anne çocuğun alerjik astım öyküsü olduğunu ve bunun için kış aylarında sık sık acil servise başvurduklarını ancak doktorun önerdiği inhaler ilaçları sürekli kullanmadıklarını ifade etti. Çocuğun değerlendirmesinde, bir hafta önce karbon monoksit zehirlenmesi nedeniyle acil servis başvurusunun olduğu ve oksijen tedavisi aldığı bulundu. Yapılan fiziksel değerlendirmede çocuğun çenesinde, alnında ve sırtında yaklaşık 0.5 cm x 0.5cm büyüklüğünde hiperemik lezyonları (ekimoz) ve 385 0C vücut sıcaklığı değerlendirildi. Hastanın DIC panelinde D-dimer 0,81 mg/dl, PTZ 13,33 sn idi. Acil serviste takip edildiği süre içerisinde ekimotik lezyonların arttığı gözlendi. Ayrıca ateşin varlığı viral üst solunum yolu enfeksiyonu düşündürdü. Acil Bakım: Hastanın tıbbi tedavisinde K vitamini ve antipiretik ilaç tedavisi uygulandı. Hastaya vücut sıcaklığında değişim, annenin çocuk bakımına ve çocuğun tedavisine ilişkin bilgi eksikliği, kanama riski, sıvı volüm eksikliği riski, düşme riski vb. hemşirelik tanılarına göre planlanan hemşirelik bakım/girişimleri uygulandı. 2. Erciyes Pediatri Hemşireliği Kongresi 3-5 Mart 2016, Kayseri Sayfa 71 Sonuç: Hasta, kanama faktörleri ve vücut sıcaklığının normal sınırlarda değerlendirilmesi sonucu taburcu edildi. Değerlendirme sonucunda; çocuğun tedavi ve bakımına ilişkin uyumunun sağlanması, çocukluk dönemi kazalarının ve çocuk ihmalinin önlenmesi için primer bakıcıların/ebeveynlerin ele alınması ve aile ile işbirliğinin sağlanmasının önemli olduğu söylenebilir. Anahtar Kelimeler: intoksikasyon, pediatrik aciller, ihmal, hemşirelik bakımı 2. Erciyes Pediatri Hemşireliği Kongresi 3-5 Mart 2016, Kayseri Sayfa 72 HP-2: Ergenlik Döneminde Tip 1 Diabetes Mellitus: Olgu sunumu Bahriye Kaplan1, Zehra (Işık) Çalışkan1, Meral Bayat2 1 Nevşehir Hacı Bektaş Veli Üniversitesi Semra ve Vefa Küçük SYO Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Hemşireliği AD, Nevşehir 2 Erciyes Üniversitesi Sağlık Bilimleri Fakültesi Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Hemşireliği AD, Kayseri Giriş: Çocuklar kronik hastalıkla hangi yaşta karşılaşırsa karşılaşsınlar kabullenmekte, baş etmekte ve hastalık yönetiminde zorluk yaşamaktadırlar. Çocukluk çağında en sık görülen kronik hastalıklar arasında yer alan Tip 1 Diabetes Mellitus (T1DM) ciddi komplikasyonları olan, çocukların yaşantısını değiştiren, çocuk ve ailelerinin yaşam kalitelerini olumsuz etkileyen bir hastalıktır. Ergenlik döneminde T1DM’un yönetiminde bazı sorunlar ortaya çıkabilmektedir. Bu olguda, bir üniversitenin pediatri adölesan servisinde, T1DM tanısı ile izlenen, 15 yaşındaki adölesan ve ailesine yönelik yapılan hemşirelik girişimlerinin değerlendirilmesi amaçlanmıştır. Olguya ait verilerin, bilimsel amaçlı kullanılacağı konusunda çocuk ve ailesinden sözlü onam alınmıştır. Olgu Sunumu: 2 yıldır T1DM ile takip edilen 15 yaşındaki erkek olgu evde kan şekerini 640 mg/dl ölçmesi üzerine Çocuk Acil Polikliniğine başvurmuştur. Bulantısı da bulunan hastanın ketonu 3.9 mmol/L olarak ölçülmüş olup geceyi acil serviste geçirdikten sonra bir üniversitenin pediatri adölesan servisine yatışı yapılmıştır. Dört çocuklu ailenin en küçüğü olan olgunun, diğer 3 kardeşinde herhangi bir hastalık öyküsü bulunmamaktadır. Anne-babada ikinci derece akraba evliliği bulunan olgunun KB: 110/70 mmHg, Nabız: 88/dk ritmik, Solunum sayısı: 22/dk idi. Order bilgisi, 3x12 ünite Humolog mix, 1x24 ünite lantus şeklindedir. Yapılan görüşmelerde, hastanın hastalığına yönelik bilgi eksiğinin olmadığı fakat uygulamada sorunlar yaşadığı tespit edilmiş olup ergenlik döneminde olmasının bu durumu etkilediği düşünülmüştür. Toplanan veriler doğrultusunda belirlenen hemşirelik tanıları; Etkisiz bireysel baş etme, Uyumda yetersizlik, Rol performansında etkisizlik, Sosyal etkileşimde bozulma, Anksiyete, Ümitsizlik, Benlik saygısında bozukluk, Durumsal düşük benlik saygısı olarak belirlenmiştir. Beş günlük verilen bakımda uygulanan hemşirelik girişimleri: Akran ve psikiyatrist desteği ile diyet ve egzersiz programının yeniden düzenlenmesi, diyetisyenle görüşülerek grup değişimi ve karbonhidrat sayımının öğretilmesi, sevdiği besinlerin diyete eklenmesi ve yakın arkadaşlarının da diyetisyenle görüşmesinin sağlanması, diyabet hemşiresiyle görüşülerek, olgunun tanı ve tedavisi hakkında hazırlanan bir bilgilendirme mektubunun okul yönetimine gönderilmek üzere hazırlanması, arkadaşlarının hastaneye davet edilmesi ve diyabet hakkında eğitim verilmesi sağlanmıştır. Verilen bakım sonucunda; olgu hastalığını yönetecek gücü kendisinde gördüğünü, aktif ve sağlıklı bir yaşam için diyet ve egzersiz programını uygulayacağını ifade etmiştir. Sonuç: Ergenlik döneminde kronik hastalıklarda hemşirelik bakımı kapsamında multidisipliner yaklaşımın yanısıra akran desteğinin de ele alınmasının, hastalığın yönetimindeki etkisi bu olguda vurgulanmıştır. Anahtar Kelimeler: ergenlik dönemi, hemşirelik, kronik hastalık, T1DM 2. Erciyes Pediatri Hemşireliği Kongresi 3-5 Mart 2016, Kayseri Sayfa 73 HP-3: SMA Tip II Hastasında Akut Solunum Yetmezliği Tedavisinde Yüksek Akışlı Nazal Kanül Kullanımı ve Hemşirelik Bakımı Buse Ateş1, Yurdagül Erdem2, Nebahat Bora Güneş2 1 Dr. Sami Ulus Çocuk Hastanesi Pediatri Yoğun Bakım Ünitesi, Ankara 2 Kırıkkale Üniversitesi Sağlık Bilimleri Fakültesi Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Hemşireliği AD, Kırıkkale Spinal muskuler atrofi (SMA) proksimal kasları tutan, ilerleyici güçsüzlük ve kas atrofisi ile giden nöromusküler bir hastalıktır. SMA Tip I kolaylıkla tanı konulabilirken, SMA Tip II ve III gözden kaçabilmektedir. SMA Tip II 7-18 aylık dönemde başlar ve daha yavaş seyirlidir. Beşinci kromozomun uzun kolundaki SMN (survival motor neuron) genindeki delesyondan kaynaklanmaktadır. Tedavisi henüz mümkün olmayan bu hastalıkta amaç hastaların yaşam kalitesini arttırmaktır. Bu tip hastalarda akut gelişen akciğer hastalıkları sıklıkla görülmektedir. Hastalarda solunum güçlüğü geliştiği zaman etkin tedavi yapabilecek, solunum desteği verebilecek merkezlerde izlenmeleri önemlidir. SMA tip 2 nedeni ile Pediatrik Nöroloji Bölümü’nün takibinde olan 5 yaş 2 aylık erkek olgu BS bir gün önce başlayan ateş, son günlerde öksürük, burun akıntısı, aralıklı uyku hali nedeni ile Çocuk Acil Polikliniği’ne getirildi. Fizik muayenesinde uykuya meyilli olduğu, dispnesinin, interkostal ve suprasternal çekilmelerinin olduğu saptandı. Akciğer grafisinde sol akciğerde atalektazi görüldü. Yatışı boyunca göğüs fizyoterapisi ve postural drenaj hemşire ekibi tarafından yapıldı. Hasta 5 gün yüksek akışlı nazal kanül ile izlendikten sonra akciğer dinleme bulgularının düzelmesi, solunum sayısının azalması, kan gazı değerlerinin stabil seyretmesi üzerine akış değerleri kademeli azaltılarak yüksek akışlı nazal kanülden (HFNC) çıkartıldı. Kontrol akciğer grafisinde sol akciğerdeki atelektazinin düzeldiği gözlendi. Effektif şekilde yapılan postural drenaj derin solunum öksürük egzersizi ve aspirasyon işlemi hemşirelik hizmetlerinin bir parçasıdır ve olgumuzda bu işlemlerin rutin olarak uygulanıp hastamızın rahatladığı gözlenmiştir. Yatışı boyunca düzenli olarak hemşire ekibi tarafından Postural Drenaj yapılmış, derin solunum öksürük egzersizi ile sekresyonlarını çıkarması sağlanmış, inatçı sekresyonlar aspire edilmiştir. Olgu BS’ nin yapılan işlemler sonunda dispnesinin azaldığı görülmüştür. BS’nin yatışında entübasyonu ya da BİPAP cihazına bağlanması düşünülmüş ancak HFNC cihazı denenerek hastanın rahatladığı gözlenmiştir. Literatürde akut hipoksemik solunum yetmezliği olanlarda noninvazif pozitif basınçlı ventilasyon uygulanıp uygulanmaması tartışmalıdır. Nazal bir kanül aracılığı ile yüksek-akımlı oksijen uygulanması hipoksemili hastalarda alternatif bir tedavi yöntemi olabileceği belirtilmiştir. Bu olguda, hastanın yüksek akışlı nazal kanül ile iyi uyum göstermesi, akut hipoksik solunum yetmezliğinin tedavi edilmesi, kas hastalıklarının akut alevlenmelerinde HFNC’nin kullanılabilecek tedavi seçeneklerinden olabileceği ve akciğer bakımında hemşirenin rolünün önemi gösterilmiştir. 2. Erciyes Pediatri Hemşireliği Kongresi 3-5 Mart 2016, Kayseri Sayfa 74 HP-4: Çocuk Suçluluğu ile İlgili Gazete Haberlerinin Değerlendirilmesi Hümeyra Barbaros1, Dilek Derince2, Fatma Dilek Tel3, Yasemin Ucun2, Ayfer Karakaya2 1 Bilecik Şeyh Edebali Üniversitesi Sağlık Yüksekokulu, Bilecik 2 Bilecik Şeyh Edebali Üniversitesi Sağlık Hizmetleri Meslek Yüksekokulu, Bilecik 3 Eskişehir Anadolu Üniversitesi, Eskişehir Amaç: Toplumsal sorunların anlaşılmasının ve farkındalık oluşturulmasının en etkin yolu kitle iletişim araçlarıdır. Kitle iletişim araçlarından olan gazeteler toplumun bilgilendirilmesinde kullanılan önemli kaynaklardandır. Ancak haber sunumu yapılırken konunun gerektirdiği hassasiyetlerin dikkate alınması önemlidir. Özellikle çocuk ve çocuk suçluluğu konusunda yapılan haberlere bu anlamda daha özen gösterilmelidir. Bu araştırma, çocuk suçluluğu ile ilgili basında yer alan haberlerin incelenmesi amacı ile planlanmıştır. Yöntem: Retrospektif, tanımlayıcı tipte planlanan bu araştırmada araştırmanın verileri için 12.01.2015 12.01.2016 tarihlerinde tirajı en yüksek olan 5 gazete referans alınarak bu gazetelerin resmi sitelerinden “çocuk suçluluğu, çocuk ve suç, suç ve çocuk” anahtar kelimeleri kullanılarak konu ile ilgili yayınlanmış haberler taranarak toplanmıştır. Gazete haberleri taranırken, haberlerde konu olan çocukların yaş, cinsiyet, yaşadıkları bölge, suç çeşidi, çocukların aldıkları cezalar ve gazetelerin haberleri sunarken çocukların isim ve görüntülerini ifşa etme durumları analiz kriterlerini oluşturmuştur. Veriler SPSS programında sayı ve yüzdelik olarak değerlendirilmiştir. Bulgular: Son bir yıldır gazete haberlerinde yapılan tarama sonucunda çocuk suçluluğunu konu alan toplam 25 habere ulaşılmıştır. Haberlerde çocuk yaş sınırı 13-17 yaş aralığı olarak belirlenmiştir. Bu haberlerde konu olan çocukların 18’i erkek, 5 tanesi kız çocukken 2 haberde cinsiyete yer verilmemiştir. Yaşanılan bölgeler incelendiğinde 7 Ege, 2 Akdeniz, 2 Karadeniz, 6 Marmara, 3 Güneydoğu Anadolu, 2 Doğu Anadolu, 3 İç Anadolu bölgeleri olduğu görülmüştür. İşlenilen suçun çeşidi açısından incelendiğinde 3 hırsızlık, 6 cinayet, 2 yaralama, 1 tecavüz, 3 uyuşturucu satıcılığı ve 10 provokatif eylem olduğu tespit edilmiştir. Gazetelerin çocukların kimliklerini gizlemedeki özeni incelendiğinde ise 2 haberde isim ve soy isimin açık verildiği yine 2 haberde çocukların resimlerinin açıkça verildiği dikkat çekmiştir. Sonuç: Gazetelerde çocuk suçluluğuna yönelik haberler incelendiğinde sadece işlenen suçların türü, kim tarafından işlendiği, suçun içeriği ve yapılan işleme yönelik haberler yer almaktadır. Bu sonuçlar bağlamında; gazetelerde çocuk suçluluğunun nedenlerine ve bu durumla mücadeleye toplumun dikkatini çekmeye yönelik haberler yapılması ve yayınlanan haberlerin çocukların şahsi bilgilerini ifşa etmeyecek şekilde düzenlenmesi önerilebilir. Anahtar Kelimeler: çocuk suçluluğu, haberler, gazeteler. 2. Erciyes Pediatri Hemşireliği Kongresi 3-5 Mart 2016, Kayseri Sayfa 75 HP-5: Bir Devlet Hastanesinde Çalışan Güvenliği Açısından İletişim Risklerin Belirlenmesi Esma Akcan1 1 Melikşah Üniversitesi Sağlık Bilimleri Fakültesi Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Hemşireliği AD, Kayseri Amaç: Çalışma ortamı gözle görülen ya da görünmeyen tehlikelerle doludur. Bu tehlikeler sağlık hizmeti sunucularında çalışanların sağlık ve güvenliklerini etkileyebilecek çeşitli faktörleri içinde barındırır. Bu faktörler; biyolojik, kimyasal, fiziksel, çevresel, psikososyal ve biyomekanik faktörler olarak sınıflandırılabilir. Çalışanların sağlığının korunması ve çalışma ortamlarında güvenliğin sağlanması için kurumlarda risk analizi yapılarak risk yönetiminin sağlanması gerekmektedir. Sağlık çalışanları açısından büyük risk oluşturan faktörlerin başında iletişim sorunları gelmektedir. Bu çalışma Antalya Kamu Hastaneler Birliği Genel Sekreterliği’ne bağlı bir ilçe hastanesinde çalışanların iletişim konusunda risk değerlendirmelerinin yapılarak, çalışan güvenliği açısından alınabilecek önlemleri ve önerileri sunmak amacıyla yapıldı. Yöntem: Antalya Kamu Hastaneler Birliği Genel Sekreterliği’ne bağlı ilçe hastanesinin tüm birimleri (14 birim) risk değerlendirme ekibi ve birim çalışanları tarafından hasta ve yakınlarıyla yaşanan iletişim sorunlarına bağlı öfke, stres gelişme riski, iddia ya da dava edilme riski, tükenmişlik sendromu riski, fiziksel, sözel, cinsel şiddet görme riski ve mobinge bağlı iş gücü kaybı riski açısından değerlendirildi. Birimlerde orta, yüksek ve tehlikeli riskler değerlendirmeye alındı. Bulgular: Tüm birimlerde hasta ve yakınlarıyla yaşanan iletişim sorunlarına bağlı öfke, stres gelişme riski, iddia ya da dava edilme riski, tükenmişlik sendromu riski, fiziksel, sözel, cinsel şiddet görme riski ve mobinge bağlı iş gücü kaybı riski açısından 18 orta risk, 4 yüksek risk tespit edildi. Acil ünitesinde öfke stres gelişme riski ve fiziksel şiddet riski, idari birimde dava edilme riski, görüntülemede sözel şiddet yüksek düzeyde riskli bulunurken, ameliyathane, sterilizasyon, atık, morg, evde sağlık, çamaşırhane ve endoskopi birimlerinde iletişim açısından risk düşük risk tespit edildi. Riskleri azaltmaya yönelik kurumda çalışan güvenliği biriminin kurulması ve aktif çalışması ve güvenlik ekiplerinin hastanenin tüm birimlerinde güvenlik uygulamalarını arttırması, birimlerin görüntülenmesi açısından kör noktalar tespit edilerek güvenlik kameralarının arttırılması, ziyaretçi uygulamalarına yönelik düzenlemelerin getirilmesi, acil biriminde danışan hizmetinin aktif kullanılması gibi faaliyetler sağlandı. Sonuç: Yapılan değerlendirmede en hızlı hasta sirkülasyonunun olduğu birimlerde iletişim sorunlarının daha fazla görüldüğü tespit edildi. Sağlık hizmeti sunucularının sağlığının korunması ve güvenliğinin sağlanması için olası riskleri ortadan kaldırılmalı ve kaçınılmaz riskleri kontrol edecek planlar yapılarak kötü tesadüfler önlenmelidir. 2. Erciyes Pediatri Hemşireliği Kongresi 3-5 Mart 2016, Kayseri Sayfa 76 HP-6: Ortaöğretim Öğrencilerinin Sağlıklı Okul Kantini Uygulamasına İlişkin Görüşleri: Kalitatif Çalışma Sevinç Polat1, Fatma Acarbaş2, Ayşe Gürol3, Esin Akturan4 1 Bozok Üniversitesi Sağlık Yüksekokulu Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Hemşireliği AD, Yozgat Yozgat Kadın Doğum ve Çocuk Hastalıkları Hastanesi Yetişkin Yoğun Bakım Servisi, Yozgat 3 Atatürk Üniversitesi Sağlık Hizmetleri Meslek Yüksekokulu, Erzurum 4 Yozgat Devlet Hastanesi Genel Yoğun Bakım Servisi, Yozgat 2 Amaç: Bu çalışma ortaöğretim öğrencilerinin sağlıklı okul kantini uygulamasına ilişkin görüşlerini belirlemek amacı ile nitel olarak gerçekleştirildi. Yöntem: Araştırma 24 Aralık 2015 tarihinde, yaşları 10-13 arasında,5’i kız 8öğrenci ile yürütüldü. Araştırma İç Anadolu’da tam gün eğitim veren bir özel okulda gerçekleştirildi. Veriler tanıtıcı bilgi formu ve yarı yapılandırılmış soru formu kullanılarak, birebir derinlemesine görüşme yöntemiyle toplandı. Araştırma için etik kurul izni ve kurum izni alındı. Ayrıca görüşmelere başlamadan önce araştırma ve ses kaydı hakkında bilgi verilerek çocuklardan sözlü onam alındı. Elde edilen veriler, içerik analizi yöntemiyle çözümlendi. Bulgular: Çalışmaya katılan öğrencilerin tümü okullarının kantininde, “Cips, kola, çikolata, bisküvi, meyve suyu, kek ve dondurma gibi gıdaların” satıldığını belirtti. Öğrenciler okullarında öğle yemeği olduğunu, tavuk ve sebze yemeklerinin sık, meyvenin daha az çıktığını söyledi. Okulda yeterli ve dengeli beslendiğinizi düşünüyor musunuz? Sorusuna, öğrencilerden 7’si hayır cevabını verdi. Bir öğrencinin ifadesi çarpıcı idi,” Evde yeterli ve dengeli besleniyorum. Annem sebze yemekleri falan yapıyor ve yemem için ısrar ediyor. Ama okulda öyle değil. Çünkü kimse karışmıyor, çok fazla abur cubur yiyorum”.Sağlıklı gıda tüketimini açıklar mısınız? sorusunu; öğrencilerden üçü meyve, sebze ve süt ürünlerini tüketme, ikisi abur cubur yiyeceklerden kaçınma, ikisi yumurta ve süt gibi sağlıklı gıdaları, biri et, sebze, meyve ve süt ürünlerini tüketme olarak ifade etti. Sağlıklı okul kantini uygulamasını biliyor musunuz açıklar mısınız? Sorusunu, 3 öğrenci bilmiyorum,5 öğrenci biliyorum şeklinde cevapladı. Bir öğrenci, “Zararlı ve açık olan yiyeceklerin satılması yasaklandı. Bunların yerine sağlıklı yiyecekler satılmaya başlandı. Televizyonda elma kurusu falan kuruyemiş satılabilir demişlerdi. Ya da meyveler falan gelecekmiş” dedi. Öğrencilere sağlıklı kantin uygulamasını destekliyor musunuz? diye soruldu. Öğrencilerin çoğu destekliyorum cevabını verdi. Bir öğrenci “Sağlığımız için böyle bir uygulamanın olması güzel olur. Bu sayede ben de çok sevdiğim cips ve kolayı alamam” derken, bir diğeri “Desteklemiyorum. Çünkü ben okuldan çıktıktan sonra da zararlı yiyecekleri alabilirim” şeklinde görüş bildirdi. Sonuç: Bu çalışmada öğrencilerin çoğunun okulda yeterli ve dengeli beslenemediği ve bazı zararlı gıdaları tükettiği belirlendi. Öğrencilerin yarıya yakınının sağlıklı okul kantini uygulamasını bilmediği saptandı. Elde edilen bulgular doğrultusunda, öğrencilerin sağlıklı okul kantini uygulaması ve sağlıklı beslenme alışkanlığı konusunda bilgilendirilmeleri önerilmektedir. Anahtar Kelimeler: Öğrenci, sağlıklı okul kantini uygulaması, görüş 2. Erciyes Pediatri Hemşireliği Kongresi 3-5 Mart 2016, Kayseri Sayfa 77 HP-7: Çocuklarda Vücut Isısını Düşürmeye Yönelik Kullanılan Geleneksel Uygulamalar Fatma Bozdağ1, Öznur Tosun2 1 Siyami Ersek Göğüs Kalp ve Damar Cerrahisi Eğitim ve Araştırma Hastanesi, İstanbul 2 Erciyes Üniversitesi Sağlık Bilimleri Fakültesi Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Hemşireliği AD, Kayseri Gelenek, geçmiş kuşaklardan günümüze kadar gelmiş, yaşatıldığı toplum bireyleri arasında kuvvetli bir bağ oluşturmuş veya o toplulukta eskiden kalmış olmaları sebebiyle saygı duyulup kuşaktan kuşağa aktarılan kültürel bir harekettir. Geleneksel toplumlarda hastalık ve sağlık hakkındaki düşünceler, halk kültürünün bir parçası olarak günümüze kadar etkisini göstermektedir. Çocukların tedavisinde geleneksel uygulama kullanımının yaygınlaşması ile birlikte bu tür tedavilere bağlı yan etkilerin görülme oranı da artmaktadır. Ayrıca bu uygulamalar sıklıkla doğal olmaları nedeniyle güvenli olarak bilindikleri için zararlı etkilerinin olabileceği göz ardı edilmektedir. Bunun yanı sıra geleneksel uygulamalar, tıbbi tedaviyi geciktirme, tıbbi tedaviyi bırakma ya da reddetme gibi sağlığı olumsuz etkileyebilecek durumlara da yol açabilmektedir. Çocuklarda en sık karşılaşılan semptomlardan olan ateş, ebeveynlerde hemen vücut ısısının düşürülmesi gerektiği fikrini tetiklemekte ve ebeveynler olabilecek zararlı etkilerini düşünmeksizin geleneksel uygulamalara yönelebilmektedirler. Yapılan çalışmalarda ebeveynlerin çocuğun vücut ısısını düşürmeye yönelik yaptıkları geleneksel uygulamalar; çocuğu soğuk suya tutmak, çocuğu sıkıca örtüp terlemesini sağlamak, başına soğuk suyla ıslatılmış bez koymak, demli çayın içine aspirin karıştırıp içirmek, çocuğun göğsüne kül ve kepek koymak, limonlu sirkeli su ile veya sirkeli suya aspirin konulmuş su ile çocuğun vücudunu silmek, sabun ile kınayı karıştırıp macun haline getirdikten sonra çocuğun el ve ayaklarına sürmek, zeytinyağı içine aspirin-limon suyu-karabiber karıştırıp çocuğun vücudunu silmek, çocuğu keçi sütüne batırılıp kurutulmuş bez ile sarmak, sumak ve şekeri kaynatıp içirmek, ayaklarına çiğ patates sarmak olduğu belirlenmiştir. Ebeveynlerin vücut ısısını düşürmeye yönelik kullandıkları bu uygulamaların birçoğu çocuk sağlığını olumsuz etkilemekte ya da etkilerinin nasıl olduğu tam olarak açıklanamamaktadır. Çocuğa uygulanan bazı geleneksel uygulamalar, hastalık, enfeksiyon gelişmesine ve tedavi sürecinin uzamasına, hatta çocuğun ileriki yaşamında sekel kalmasına neden olabilmektedir. Bu konuda Birleşmiş Milletler Çocuk Haklarına Dair Sözleşmesinin 24. maddesinde de “Taraf Devletlerin çocukların sağlığı için zararlı geleneksel uygulamaların kaldırılması amacıyla uygun ve etkili her türlü önlemin alınması” gerekliliği vurgulanmaktadır. Bu doğrultuda hemşireler, kültürel inanç ve uygulamalarının sağlığa yansımaları konusunda dikkatli olmalıdır. Geleneksel uygulamaların yararları ve olası yan etkileri araştırılmalı, yararlı uygulamalar desteklenerek ve zararlı uygulamalar konusunda bilgilendirme ve farkındalık sağlanarak sağlık üzerindeki 2. Erciyes Pediatri Hemşireliği Kongresi 3-5 Mart 2016, Kayseri Sayfa 78 olumsuz etkileri engellenmelidir. Ayrıca kitle iletişim araçlarıyla yapılacak sağlık eğitimi programlarının da geleneksel uygulamalara yönelik hatalı uygulamaların önlenmesine katkıda bulunacağı düşünülmektedir. Anahtar Kelimeler: ateş, çocuk, geleneksel uygulamalar, hemşirelik 2. Erciyes Pediatri Hemşireliği Kongresi 3-5 Mart 2016, Kayseri Sayfa 79 HP-8: Relaktasyon Pınar Göv1, Sevgül Dönmez1 1 Gaziantep Üniversitesi Sağlık Bilimleri Fakültesi Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Hemşireliği AD, Gaziantep Relaktasyon, son yıllarda popülerliği artan ve gelişmekte olan ülkelerde bebek ölümlerini azaltmak için kliniklerde uygulanmaya başlanan bir yöntemdir. Relaktasyon, anne sütünün azaldığı, durduğu ya da olmadığı durumlarda anne sütü ve emzirme desteğinin tekrar başlatılması sürecidir. Annenin zamansız sütten kesilmesi, meme problemleri, prematürite ya da hastalıktan dolayı anne ve bebeğin ayrılması, bebeğin mamayı tolere edememesi ve deprem, kasırga gibi doğal afet durumlarında kullanılabilmektedir. Relaktasyon doğumdan sonraki süt üretiminden bağımsız olarak kadında laktasyonun başlatıldığı fizyolojik bir süreçtir. Dolayısıyla relaktasyon yalnızca yeniden emzirmek isteyen anneler için değil, evlat edinip emzirmek isteyen anneler ve annenin emziremediği durumlarda bebeğin kız kardeş, anneanne ya da vekil anne tarafından emzirilmesinde uygulanabilmektedir. Relaktasyonda, emzirme takviyesi ve ‘damla damla’ yöntemleri kullanılmaktadır. Emzirme takviyesi yönteminde ince plastik bir borunun bir ucu bebeğin ağzına doğru meme ucuna yakın olarak bantlanmakta, diğer ucu ise süt kabına yerleştirilmektedir. Böylelikle bebek beslenirken bir yandan da meme ve meme ucunun uyarılması sağlanmaktadır. ‘Damla damla’ tekniğinde ise bebek memeyi emerken süt meme üzerinden bebeğe damlalar şeklinde verilir. Bu yöntem, bebeğin emzirme çabalarındaki başarısızlıkta yaşadığı hayal kırıklığını azaltıp bebeğin bunu başardığını hissetmesine neden olmaktadır. Relaktasyonla ilgili literatürde sınırlı sayıda çalışma yer almaktadır. Yapılan çalışmalarda vakaların %55.7-%85’inde relaktasyonda başarı sağlandığı ve relaktasyonun aile ilişkilerini olumlu yönde etkilediği saptanmıştır. Ayrıca yapılan çalışmalarda relaktasyonun daha genç bebeklerde ve daha önce emzirmiş annelerde daha kolay olduğu belirtilmektedir. Genelde kadınlar memelerinde süt olmadığında, emzirme yeteneklerini kaybettiklerini ya da emziremeyeceklerini düşünmektedir. Bu yüzden relaktasyonda ilk adım, annenin bu yeteneğini kaybetmediği ve tekrar emzirmeyi başarabileceğiyle ilgili güvenini sağlamaktır. Relaktasyon, normal emzirmeden daha zor ve strese karşı daha duyarlıdır. Ancak motive olmuş, iyi danışmanlık almış, iyi bir destek sistemi sağlanmış ve düzenli meme ucu uyarılmış kadınlarda relaktasyonun başarılı olduğu gösterilmiştir. Bu nedenle hemşire ve ebeler, relaktasyon sürecinde annelere iyi bir bakım verilmesi, annenin iyi beslenmesi, yeterince sıvı alması, dinlenmesi, destek gruplarının oluşturulması ve motivasyonun sağlanması konusunda önemli role sahiptir. 2. Erciyes Pediatri Hemşireliği Kongresi 3-5 Mart 2016, Kayseri Sayfa 80 HP-9: İnfantil Kolik ve Tedavi Yaklaşımları Sevim Çimke1, Meral Bayat2 1 Bozok Üniversitesi Sağlık Yüksekokulu Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Hemşireliği AD, Yozgat 2 Erciyes Üniversitesi Sağlık Bilimleri Fakültesi Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Hemşireliği AD, Kayseri Ağlama bebeklik döneminde açlık, sıcaklık, rahatsızlık veya ağrı gibi fizyolojik ihtiyaçlarının giderilmesi için bebeğin çevresine uyarı vermesine aracılık eden normal bir davranıştır. Bu normal davranış bebeklerin %5-40’ı arasında ağlama nöbetleri şeklinde uzun süreli ve kolaylıkla sakinleştirilemeyecek şekilde aşırı ağlama olarak da açığa çıkabilmektedir. Wessel tipik olarak akşam saatlerinde başlayan, genellikle yaşamın ilk haftasında açığa çıkan, ortalama dört beş ay devam eden, günde üç saat, haftada üç gün ve en az üç haftadır devam eden ağlama ve huzursuzluk ataklarını infantil kolik olarak adlandırır. İnfantil kolik sağlıklı ve normal büyüyen infantlarda görülen durdurulamayan ağlama ve huzursuzlukla karakterize bir durumdur. Süt çocukluğu döneminin en sık yaşanan rahatsızlığı olan kolik, 2 hafta ile 4 ay arası diğer yönlerden sağlıklı bebeklerde daha çok akşam saatlerinde görülen belli bir nedene bağlanamayan, bacakları karına çekme, yumruklarını sıkma, gaz çıkarma ile birlikte olan ve tüm çabalara rağmen durdurulması zor, aşırı ağlama ile karakterize davranışsal bir sendromdur. İnfantil koliğin etiyolojisi yeterince açık değildir ancak sindirilmemiş intestinal gaz, intestinal kontraksiyonlar, inek sütü proteinine alerji, laktaz intoleransı, olumsuz yada yetersiz anne-bebek ilişkisi gibi çeşitli teoriler bulunmaktadır. İnfantil koliğin, bebeğe, aile-bebek ilişkisine zarar vermesi nedeniyle semptomların ortadan kaldırılması veya hafifletilmesi önemlidir. İnfantil koliğin kesin nedeni bilinmediği için, tedavisinde de bilinen etkili tek bir yöntem yoktur. Öneriler tedaviler genellikle klinik rehberlere de dayandırılarak oluşturulmuş destek tedavileri şeklindedir. İnfantil koliğe yaklaşımda, farmakolojik tedavi, diyet tedavisi, davranışsal tedavi uygulanmaktadır. Bunun için 50 yılı aşkın süredir tedavi seçenekleri üzerine çalışmalar mevcuttur. Her bebeğin kliniği aynı olmadığı, koliğin kesin nedeni bilinemediği, standart bir protokolün oluşturulamaması nedeniyle birçok seçenek uygulanmış veya denenmiş ancak halen etkili bir tedavi biçimi bulunamamıştır. 2. Erciyes Pediatri Hemşireliği Kongresi 3-5 Mart 2016, Kayseri Sayfa 81 HP-10: İshalli Çocuğa Ebeveynlerin Uyguladıkları Geleneksel Yöntemler Maksude Yıldırım1, Öznur Tosun1, Yağmur Sezer Efe1 1 Erciyes Üniversitesi Sağlık Bilimleri Fakültesi Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Hemşireliği AD, Kayseri Gelişmekte olan ülkelerde, ishaller önemli bir sağlık sorunudur. Çocuğun sık ishal olması bağırsaklarda kalıcı değişikliklere yol açabilmekte ve temel besin maddelerinin özümlenmesini engelleyebilmektedir. Bu durum çocukların gelişimlerini olumsuz yönde etkilemekte hatta ölümlere neden olabilmektedir. İshalin çocuk gelişimi üzerine olumsuz etkileri uygun bakım ve tedavi ile önlenebilmektedir. Buna karşın, ishal durumunda ebeveynler genellikle ilk olarak geleneksel yöntemleri uygulamayı tercih etmekte, ancak durum ciddi bir hal aldığında sağlık kuruluşuna başvurmaktadırlar. Geleneksel uygulamalar, dünyanın hemen her yerinde yöreden yöreye, aileden aileye, kişiden kişiye bazı farklılıklar göstererek devam eder. Bilinçsizce sadece kulaktan dolma bilgilerle yapılan geleneksel uygulamalar çoğu zaman sağlık açısından zararlı olabilmektedir. Bu uygulamalardan en çok çocuklar etkilenmektedir. Dünyanın hemen her yerinde yöreden yöreye, aileden aileye ve bireyden bireye değişebilen geleneksel uygulamalardan bazıları; çocuğu aç ve susuz bırakma, su ile toprağı karıştırıp bir tülbentten süzerek içirme, ısıtılmış höllüğe yatırma, kahve ile yoğurt veya kahve ile limonsuyunu karıştırılarak yedirme, çocuğun boyunu iple ölçüp sonra ipi yakma, çocuğun karnına ve boynuna ısıtılmış şiş ile bastırma gibi uygulamalardır. Çocuğa uygulanan bu geleneksel uygulamalar, hastalıklara, enfeksiyon gelişmesine ve tedavi sürecinin uzamasına, hatta çocuğun ileriki yaşamında sekel kalmasına ya da ölümlere neden olabilmektedir. Ebeveynlerin uyguladıkları geleneksel yöntemlere maruz kalan çocukların haklarının korunmasında hemşireler anahtar rol oynamaktadır. Hemşireler çocukluk çağında sık görülen ishal durumuna ilişkin bakımı planlarken, yapılabilecek geleneksel uygulamaları da göz önüne almalı ve çocuğun sağlık durumunu tanılarken öncelikle çocuğun sağlığını olumsuz etkileyen risk faktörlerini belirlemelidirler. Bu doğrultuda, hemşirelerin etkili sağlık bakımı ve eğitim verebilmeleri için hizmet sundukları toplumun kültürel özellikleri hakkında bilgi sahibi olmaları önerilmektedir. Anahtar Kelimeler: çocuk, geleneksel yöntemler, hemşirelik, ishal. 2. Erciyes Pediatri Hemşireliği Kongresi 3-5 Mart 2016, Kayseri Sayfa 82 HP-11: Tip 1 Diyabetli Adölesanlarda Stres Yönetimi ve Metabolik Kontrol Nevin Uslu1, Meral Bayat1 1 Erciyes Üniversitesi Sağlık Bilimleri Fakültesi Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Hemşireliği AD, Kayseri Amaç: Bu derlemede; Tip 1 Diyabetes Mellitus’lu (T1DM) adölesanların karşılaştıkları stresörler, nasıl başettikleri ve stresin metabolik kontrol üzerindeki etkisi ele alınmıştır. Yöntem: T1DM’li adölesanlarda stres yönetimi ve metabolik kontrol ile ilgili literatür incelenerek oluşturulmuştur. Bulgular: Biyopsikososyal değişikliklerin olduğu adölesan dönemde, yerine getirilmesi gereken gelişimsel görevler, yaşanılan değişimler stres kaynağı olabilmektedir. Bu stresörlere ek olarak diyet, egzersiz, insülin, kan glukozu izlemi, glukometre kullanımı gibi teknoloji kullanımını, hipo/hiperglisemi gibi komplikasyonlar ile baş etmeyi gerektiren T1DM gibi kronik bir hastalığın olması adölesanların daha fazla stresörle karşı karşıya kalmalarına neden olmaktadır. Adölesanlar tıbbi kontrolleri ve T1DM’un gerektirdiği davranış rejimini uygulamakta zorlanmaları nedeniyle okula ara verme, devamsızlık yapma ve okul başarısında düşme gibi sorunlar yaşayabilmektedir. Ayrıca adölesan dönemde önemli olan akran ilişkileri de hastalık yönetimine olumsuz olarak yansıyabilmektedir. Yapılan çalışmalarda diyabetli adölesanlara arkadaşlarının duygusal destek sağladığının belirtilmesine karşın, arkadaş ilişkilerinde stres yaşadıkları, hastalıklarını nasıl açıklayacaklarını bilemedikleri, arkadaşlarının hastalık yönetimlerine tepki göstereceğine ilişkin korku yaşadıkları kendilerini farklı algılamamak, dışlanmamak için diyetlerine uymadıkları, kan glukoz izlemlerini ve insülin enjeksiyonlarını yapmadıkları bildirilmektedir. Ayrıca yaşanan bu sorunlar ebeveynlerini de etkilemekte, ebeveynler hastalık yönetimine ilişkin endişeler yaşayabilmekte, adölesanlara aşırı müdahale edici, koruyucu, emir verici, suçlayıcı davranabilmekte ve aralarında çatışma yaşanabilmektedir. T1DM’li adölesanların yaşadıkları bu sorunlar benlik saygılarını olumsuz etkileyebilmekte, yalnızlık, anksiyete, saldırganlık, depresyon, kendine zarar verme, yeme bozuklukları gibi psikolojik-davranışsal sorunlara, gelecek kaygısı ve umutsuzluğa yol açabilmektedir. Bütün bu sorunlar adölesanın stresini artırmakta puberteyle bozulma eğiliminde olan metabolik kontrol, stresle daha da bozulabilmektedir. Streste nöro-endokrin sistemin aktive olması, stres hormonlarının etkisiyle kan glukoz düzeyini doğrudan etkilemektedir. Bu nedenle adölesanların karşılaştıkları stresörlerle etkili başedebilmeleri önemlidir. Ancak literatürde T1DM’li adölesanların çoğunlukla sigara içme, yemek yeme, kaçınma gibi duygusal odaklı başetme yöntemini kullandıkları, bu yöntemin düşük yaşam kalitesi, depresif semptomlar, tedavi rejimine kötü uyum ve kötü metabolik kontrolle ilişkili olduğu gösterilmiştir. 2. Erciyes Pediatri Hemşireliği Kongresi 3-5 Mart 2016, Kayseri Sayfa 83 Sonuç: İyi bir hastalık yönetimi için hemşireler, T1DM’li adölesanlara stresle baş etme yöntemlerini öğretmeli ve bireylerin güçlendirilmeleri sağlanmalıdır. Anahtar Kelimeler: Tip 1 diyabet, adölesanlar, stres, metabolik kontrol, hemşire 2. Erciyes Pediatri Hemşireliği Kongresi 3-5 Mart 2016, Kayseri Sayfa 84 HP-12: Bebek Beslenmesinde En Sık Yapılan Hata: Ek Besinlere Geçiş Zamanı Öznur Tosun1, Maksude Yıldırım1 1 Erciyes Üniversitesi Sağlık Bilimleri Fakültesi Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Hemşireliği AD, Kayseri Yaşamın her döneminde beslenme önemli olmakla beraber büyümenin en hızlı olduğu evrelerden biri olan bebeklik döneminde ayrı bir önem taşımaktadır. Bebek yaşamını sürdürmek ve ihtiyaçlarının karşılanması için tamamıyla anneye bağımlıdır. Bu nedenle bebeğin sağlıklı bir şekilde büyüyüp gelişebilmesi anne ile bebek arasındaki karşılıklı ilgiye dayanan başarılı bir beslenme ile sağlanabilmektedir. Ancak anneler sıklıkla çocuğun büyüme gelişmesinde gerilik olduğunu ya da bebek her ağladığında doymadığını düşünerek endişe yaşamaktadırlar. Yaşadıkları endişe anneleri bebeğin beslenmesinde hatalı uygulamalara yönlendirebilmektedir. Anneler en sık ek besinlere geçişte hatalı uygulamalar yapmaktadırlar. Bu hatalardan bazıları; bebeklerin farklı tatlara alışmaları ya da yetersiz beslendikleri düşüncesi ile için altıncı aydan önce ek besinlere geçilmesi, fazla miktarda bebek bisküvisinin ve hazır gıdaların verilmesi, besinler verilirken biberon kullanılması, öğün sayısının ve porsiyonların çok yüksek tutulması, gıdaların bulamaç yapılması, çay veya bitki çaylarının bal ile karıştırılıp verilmesi, besinleri ezmek için blender kullanılması gibi uygulamalardır. Çeşitli nedenlerle ek besinlere erken başlanması bebeğin beslenmesi, büyüme ve gelişmesini olumsuz olarak etkilemekte ve bu etkiler yalnız çocukluk çağında değil, yaşamın bütün dönemlerinde kendisini göstermektedir. Ek besinlere çok erken başlamak; bebekte aspirasyon, alerji ve sindirim sistemi bozukluklarına yol açabileceği gibi, bebeğin daha az anne sütünü almasına veya formula tüketimine neden olabilmektedir. Ayrıca ek besinlere geç başlamak da besin öğesi ve enerji yetersizliklerine neden olacağından büyüme ve gelişme periyodunu bozabilmekte ve bebeğin bu besinleri tüketmekte zorlanmasına neden olabilmektedir. Dolayısıyla ek besinlere zamanında başlanması bebeklerin gereksinimlerinin karşılanması, uygun büyüme ve gelişmelerinin sağlanması açısından vazgeçilmezdir. DSÖ, UNICEF, AAP, ADA ve ESPGHAN gibi bebek beslenmesinde önemli otoriteler de, bebeklerin ilk 6 ay tek başına anne sütü almalarının büyüme, gelişme ve hastalıkların önlenmesi açısından önemli olduğunu vurgulamaktadır. Bu doğrultuda çocuk sağlığını korumak ve geliştirmek amacına yönelik olarak hemşirelerin, anne sütü, ek besinlere geçiş, bebeğin büyümesi, gelişmesi ve gereksinimleri üzerine eğitim ve danışmanlık vermeleri önerilmektedir. Anahtar Kelimeler: bebek, beslenme, ek besinlere geçme. 2. Erciyes Pediatri Hemşireliği Kongresi 3-5 Mart 2016, Kayseri Sayfa 85 HP-13: Preterm Yenidoğanlarda Osteopeni ve Hemşirelik Bakımı Yağmur Sezer Efe1, Öznur Tosun1, Emine Erdem1 1 Erciyes Üniversitesi Sağlık Bilimleri Fakültesi Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Hemşireliği AD, Kayseri ÇDDA’lı preterm yenidoğanların yaşatılma oranlarının artmasıyla birlikte, hızlı gelişen sağlık problemlerinin azaldığı belirtilmektedir. Ancak bilim ve teknolojideki gelişmeler sayesinde yenidoğan yoğun bakım ortamlarının iyileştilmesiyle, yavaş ilerleyen, duyusal kayıplar, nörolojik bozukluklar, gelişimsel defisitler, respiratuar yetmezlikler, kemik mineralizasyon problemleri (osteopeni) gibi hastalıkların arttığı belirtilmektedir. ÇDDA’lı preterm yenidoğanlarda görülen kemik mineralizasyon problemlerinden biri, osteopenidir. Preterm yenidoğanlar gebeliğin son dönemlerinde maternal kalsiyum, fosfor, magnezyum, vitamin D, parathormon geçişlerinden yararlanamadıklarından ve ayrıca extrauterin kalsiyum tutulumunun azalması, kemiğin beslenme gereksiniminin artması gibi nedenlerle preterm yenidoğanlarda osteopeni sık görülmektedir. Preterm osteopenisi 1000 gramın altında doğanlarda %55-100, 1500 gramın altında doğanlarda %23 oranında görülmektedir. Osteopeni görülme oranını sadece doğum ağırlığı değil, aynı zamanda beslenme sıklığı ve mineral desteği de etkilemektedir. Preterm osteopenisi, 28. gestasyon haftasından küçük bebeklerde %100, anne sütü ile beslenen ÇDDA’lı bebeklerde %40 ve preterm formulası ile beslenenlerde %16 oranında görülmektedir. Preterm osteopenisi; yenidoğan döneminde uzun kemiklerde fraktür, kostalarda yumuşama veya kırığa bağlı solunum yetmezliği, ventilatörden ayrılamama, ileri dönemlerde ise diş gelişiminde gecikme ve boy kısalığına neden olabilmektedir. Bu nedenlerle preterm osteopenisinin önlenmesi oldukça önemlidir. Preterm osteopenisini önlemeye yönelik çalışmalar genellikle beslenme değişkenleri üzerine odaklanmıştır. Günümüzde mevcut olan ticari preparatlar, preterm bebeklerin ekstra gereksinimleri için yeterli mineral desteğini sağlayamamaktadırlar. Preterm yenidoğanlarda; annesütü güçlendiricisi veya formula kullanılması, beslenemeyen yenidoğanlarda total parenteral beslenme solüsyonlarına kalsiyum ve fosfor eklenerek mineral desteği sağlanabilmektedir. Ayrıca postnatal estrojen ve progesteron replasman tedavisinin pretermlerde osteopeniyi önlemeye yardımcı olabileceği düşünülmektedir. Bu konuda Trotter ve arkadaşlarının yaptığı çalışmalarda sadece mineral desteği verilen kontrol grubunda kemik mineralizasyonunun etkilenmediği, mineral desteği ile birlikte verilen hormon replasman tedavisinin kemik mineral artışına yardımcı olduğu belirlenmiştir. Preterm osteopenisini önlemeye yönelik bir diğer yaklaşım, günlük fiziksel aktivite uygulamasıdır. Yapılan çalışmalarda, günlük fiziksel aktivitenin preterm yenidoğanlarda postnatal kemik kuvvetindeki düşüşü azalttığı, vücut ağırlığındaki artış oranını yükselttiği, kemik mineralizasyonunda ve kemik oluşum değerlerinde artışa yol açtığı gösterilmiştir. 2. Erciyes Pediatri Hemşireliği Kongresi 3-5 Mart 2016, Kayseri Sayfa 86 Preterm bebeğin sağlığının korunması, geliştirilmesi, bakım ve tedavisinde büyük sorumluluk taşıyan hemşireler, preterm bebeklere günlük fiziksel aktivite programını uygulayarak preterm bebeklerin osteopeni gelişmesini engellemeye katkıda bulunabileceklerdir. Yenidoğan hemşireleri bakım verdikleri preterm yenidoğanlara düzenli masaj ya da fizik aktivite gibi girişimlerle kinestetik ya da dokunsal uyaranlar vererek osteopeni gelişmesini önlemeye yardımcı olabilirler. Anahtar kelimeler: hemşirelik, osteopeni, preterm 2. Erciyes Pediatri Hemşireliği Kongresi 3-5 Mart 2016, Kayseri Sayfa 87 HP-14: Yenidoğanda Ağrı Yönetimi ve Hemşirelik Yağmur Sezer Efe1, Öznur Tosun1, Emine Erdem1 1 Erciyes Üniversitesi Sağlık Bilimleri Fakültesi Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Hemşireliği AD, Kayseri Ağrı, vücudun belli bir bölgesinden kaynaklanan, doku hasarına bağlı olan ya da olmayan, kişinin geçmişindeki deneyimlerinden etkilenen ve istenmeyen durumu uzaklaştırmaya yönelik hoş olmayan biyokimyasal ve duygusal bir durum ya da davranıştır. Uzun yıllar boyunca yenidoğanlarda sinir sisteminin yeterince gelişmediği, ağrı deneyimleri için belleklerinin olgunlaşmadığı, ağrılı deneyimleri yorumlama ya da hatırlamada rol oynayan kortikal fonksiyonların yetersiz olduğu gibi düşünceler yaygındı. Ancak, embriyonik dönem tamamlanmadan önce miyelinizasyon hariç, afferent yolakların tamamı geliştiğinden, ağrının algılanmasını sağlayan anatomik, fizyolojik ve biyokimyasal yapılanmalar yenidoğanlarda mevcuttur. Bu doğrultuda yenidoğanların ağrıyı deneyimledikleri ve ağrı üzerine araştırmaların yapılmasının gerekliliği gündeme gelmiştir. Yenidoğanlarda ağrılı uyaranların algılanması ve yenidoğanın yanıtı gestasyon yaşı, cinsiyet, genel sağlık durumu, hastalığın şiddeti, geçmiş deneyimler, bireysel farklılıklar, baş etme yeteneği ve ağrılı uyaranların tipi, süresi, şiddeti, maruz kalma sıklığı gibi faktörler tarafından etkilenmektedir. Yenidoğanların maruz kaldıkları invazif girişimler ve stres verici yoğun bakım ortamı nedeniyle yaşadıkları ağrı ve stres, yenidoğanların davranışlarını, aile bebek etkileşimlerini, dış dünyaya uyumlarını, duyuların gelişimini ve büyümelerini olumsuz yönde etkilemektedir. Yenidoğanlar hissettikleri ağrıyı sözel olarak ifade edemediklerinden ağrıya fizyolojik (kalp atım hızı, kan basıncı ve solunum sayısında artma, O2 doygunluğunda azalma, solukluk ya da kızarıklık gibi), davranışsal (yüz, alın buruşturma, çene titremesi, ağzın açık ve gergin olması, ellerini açma, yumruklarını sıkma, vücudun bir parçasını koruma, huzursuzluk gibi) ve hormonal (plazma renin aktivitesi, katekolamin seviyeleri, büyüme hormonunda artma gibi) olarak yanıt geliştirirler. Yenidoğanlar ağrıyı sözel olarak ifade edemedikleri için, ağrının tanımlanması, şiddet ve niteliğinin belirlenmesinde kullanılabilecek Yenidoğan Bebek Ağrı Ölçeği (NIPS), Yenidoğan Postoperatif Ağrı Skalası (CRIES), Prematüre Bebek Ağrı Profili (PIPP) gibi çeşitli ölçekler geliştirilmiştir. Bu ölçekler kullanılarak ağrı tanımlanabilir ve uygun hemşirelik girişimleri ile ağrı yönetimi sağlanabilir. Ağrı yönetiminde kullanılacak farmakolojik yöntemler arasında; opioid ve nonopioid analjezikler, antagonistler, sedatifler ve lokal anestezikler; nonfarmakolojik yöntemler arasında ise pozisyon değiştirme, kanguru bakımı, masaj, emzik verme, tatlı maddeler, anne sütü, çevresel uyaranları azaltma, müzik, bireyselleşmiş gelişimsel bakım yer almaktadır. Yenidoğan ağrı yönetiminde amaç, doğumdan itibaren ağrılı girişimlere maruz kalan yenidoğanların hissettiği ağrıyı en aza indirmek ve yenidoğanın ağrı ile baş etmesine yardım etmektir. Bu amaçla hemşirenin; yenidoğan haklarını göz önünde bulundurarak 2. Erciyes Pediatri Hemşireliği Kongresi 3-5 Mart 2016, Kayseri Sayfa 88 yenidoğanlarda ağrının nedenlerini, özelliklerini, değerlendirilmesini ağrı kontrolünü sağlayan farmakolojik ve nonfarmakoloji yöntemleri bilmesi ve kullanması önemlidir. Anahtar kelimeler: ağrı, hemşirelik, yenidoğan 2. Erciyes Pediatri Hemşireliği Kongresi 3-5 Mart 2016, Kayseri Sayfa 89 HP-15: Annelerin Anne Sütü Konusundaki Tutum ve Davranışları Gizem Aytekin1 1 Erciyes Üniversitesi Sağlık Bilimleri Fakültesi Beslenme ve Diyetetik Bölümü, Kayseri Anne sütü; zamanında doğmuş, fetal depoları anneden yeterli oranda almış her yenidoğan bebeğin normal gelişmesine yetecek besin ögeleri gereksinmesini karşılayan ve ilk 6 ay tek başına yeterli olan en uygun besindir. Sadece anne sütü ile çocuğun yaşama iyi başlaması sağlanabilir. Dünya Sağlık Örgütü (DSÖ) ve Birleşmiş Milletler Çocuk Fonu ( UNICEF), her bebeğin ilk altı ay boyunca sadece anne sütü almasını, altıncı ayda uygun şekilde tamamlayıcı beslenmeye geçilmesini ve iki yaşına kadar anne sütüne devam edilmesini önermektedir. Emzirmenin hem anne hem de bebek için çeşitli yararları vardır. Her zaman steril ve ucuz olması, koruyucu etmenler içermesi, besin ögesi bileşiminin bebeğin gereksinimlerine uygun ve alerjiye karşı koruyucu olması en önemli yararları arasındadır. Ayrıca çene ve diş gelişimini sağlama, solunum yolu ve gastrointestinal sistem enfeksiyonları, orta kulak iltihabı ve bazı kronik hastalıkların oluşma riskini azaltma (tip 1 diyabet, çölyak hastalığı, obezite, koroner kalp hastalığı gibi) gibi etkileri vardır. Anne ve bebeği arasındaki duygusal bağı güçlendirerek bebeğin ruhsal, bedensel ve zeka gelişimine yardımcı olur. Annenin sağlığını korur. Türkiye’de annelerin %96.7’si bebeğini emzirmektedir. Ancak, bebeği emzirmeye geç başlama, ilk emzirmeden önce şekerli su gibi besinler verme, ek besinlere erken ya da çok geç başlama gibi hatalı uygulamalar kaliteli emzirme programını engellemektedir. Türkiye Beslenme ve Sağlık Araştırması (TBSA) 2010 verilerine göre 0-5 yaş grubu çocukların %70.6’sına doğumdan sonraki ilk üç gün anne sütü haricinde hiç bir şey verilmediği görülmektedir. Belirtilen süre içerisinde verilen yiyecek/içecek dağılımına bakıldığında genelde şekerli su ve hazır mama verilme durumunun en yüksek oranlarda olduğu belirlenmiştir. Anne sütü dışında diğer süt verilen bebeklerin oranı %4 iken, bal/pekmez/lokum/reçel verilen bebeklerin oranı %1.7’dir. Doğumdan sonra ilk 3 gün içinde düşük oranlarda da olsa bebeklere çay, muhallebi vb. unlu mamalar, meyve suyu ve yemek suyunun da verildiği öğrenilmiştir. Bebeğin anne sütünden erken kesilmesinin sebepleri arasında; “anne sütünün olmaması/yetersizliği” ve “bebek istemedi” yanıtı ilk sıralarda yer almaktadır. Diğer nedenler; annenin sağlık sorunları, çalışması, gebe kalması ve bebeğin sağlık sorunlarıdır. Annelerin emzirmeye başlayamamalarına, çok kısa sürede vazgeçmelerine veya ek besinlere erken başlamalarına neden olan; genellikle sütün olmaması az salgılanması, yetmemesi veya anne sütünün bebeğin besin ihtiyaçlarını karşılamaya yetmeyeceği kaygısıdır. Anahtar kelimeler: anne sütü, yenidoğan, tutum, davranış 2. Erciyes Pediatri Hemşireliği Kongresi 3-5 Mart 2016, Kayseri Sayfa 90 HP-16: Mekanik Ventilatördeki Yenidoğanın Bakımında Güncel Yaklaşımlar Ayşe Şener Taplak1, Meral Bayat2, Sevinç Polat1 1 Bozok Üniversitesi Sağlık Yüksekokulu Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Hemşireliği AD, Yozgat 2 Erciyes Üniversitesi Sağlık Bilimleri Fakültesi Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Hemşireliği AD, Kayseri Giriş: Yenidoğan yoğun bakım ünitelerinde en sık gereksinim duyulan tedavilerden biri mekanik ventilasyon desteğidir. Mekanik ventilasyondaki bebeğin fizyolojik ve metabolik durumu ne kadar dengede ise ve ventilatör tedavisi ile ilgili bakımları ne kadar iyi yapılıyor ise mekanik ventilasyon tedavisi o kadar başarılı olacak ve bebek daha kısa sürede ventilatörden ayrılabilecektir. Bu nedenle mekanik ventilasyon uygulanan bebeklerin bakımı diğer bebeklerin bakımlarından farklılık gerektirmektedir. Yöntem: Bu çalışmada, mekanik ventilasyon uygulanan bebeklerin bakım alanlarına ilişkin uygulamalar son beş yıllık süreçteki çalışmalar göz önünde bulundurularak tartışılmıştır. Bu doğrultuda Pub med, Science Direkt ve Google scholar‘dan 2010-2015 yılları arasında yapılan çalışmalar taranmıştır. Mekanik ventilasyon desteği alan yenidoğanların vücut sıcaklığının düzenlenmesi, cilt ve göbek bakımı, ağız bakımı, ağrı kontrolü, pozisyon verilmesi, ventilatör ilişkili pnömoniden korunması, hava yolu güvenliğinin sağlanması ve aspirasyonu, bireyselleştirilmiş gelişimsel bakımı ve aile merkezli bakımı gibi bakım alanlarına yönelik hemşirelik uygulamaları hakkında kanıta dayalı çalışmalar doğrultusunda bilgiler sunulmuştur. Sonuç: Yenidoğan yoğun bakım ünitelerinde yatan, özellikle ventilatörle solunum desteği gereksinimi olan bebeklerin bakımında istenilen düzeyde başarı elde edilebilmesi için multidisipliner ekip yaklaşımı gerekmektedir. Ekip içerisinde en etkin rol üstlenen kişi olarak hemşire, mekanik ventilatör desteğindeki yenidoğanın bakımında güncel veriler ışığında düzenlemeler yapmalı ve kanıta dayalı uygulamalar doğrultusunda bakımı planlamalı ve uygulamalıdır. Anahtar Kelimeler: mekanik ventilasyon, yenidoğan, kanıt, hemşire. 2. Erciyes Pediatri Hemşireliği Kongresi 3-5 Mart 2016, Kayseri Sayfa 91 HP-17: Preterm Yenidoğanın Enteral ve Parenteral Beslenmesi Dilara Keklik1, Öznur Tosun1, Türkan Kadiroğlu2 1 Erciyes Üniversitesi Sağlık Bilimleri Fakültesi Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Hemşireliği AD, Kayseri 2 Atatürk Üniversitesi Sağlık Bilimleri Fakültesi Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Hemşireliği AD, Erzurum Beslenmenin temel amacı, büyüme-gelişmenin sağlanması, vücut fonksiyonlarının sağlıklı olarak devam etmesi ve organizmanın yenilenmesi için gerekli besinlerin yeterince alınmasıdır. Yenidoğanın beslenmesi, esas olarak genel beslenme ilkeleriyle aynı olmakla birlikte bazı farklılıklara sahiptir. Bunun yanı sıra preterm yenidoğanlar term yenidoğanlara göre beslenme açısından daha fazla risk taşımaktadır. Preterm yenidoğanların çok hızlı büyüme süreci içerisinde olması, sindirim sistemi özellikleri, beslenme yeteneklerindeki sınırlılıklar gibi nedenlerle diyetlerinde belirli besinlerin bulunması ve bu besinlerin uygun yöntemlerle verilmesi elzemdir. Preterm yenidoğanın besin gereksinimi; gestasyon yaşı, doğum ağırlığı, beslenme yöntemi, intrauterin büyüme geriliğinin varlığı, hastalık ve tedavilerin yarattığı metabolik değişimlerden etkilenmektedir. Bu özellikler göz önünde bulundurularak preterm yenidoğanın besin gereksinimine ve besleme yöntemine (enteral veya parenteral) karar verilmesi gerekmektedir. Preterm yenidoğanların enteral kalori ve besin gereksinimleri farklı otoriteler tarafından değişik miktarlarda önerilmekle birlikte Türk Neonatoloji Derneği Beslenme Grubunun önerisi; enerji ihtiyacı 120-140Kcal/kg/gün, yağ ihtiyacı 4.4-6gr/100Kcal, karbonhidrat ihtiyacı 10.5-12gr/100Kcal ve protein ihtiyacı 3-4gr/100Kcal olması şeklindedir. Gestasyon yaşı 34 haftadan fazla ve emme-yutma-nefes alma koordinasyonu olan ve solunum hızı <60/dk olan bebeklerde uygulanabilen enteral besleme; besinlerin oral (kap ile beslenme ve minimal enteral beslenme) veya gavaj (orogastrik gavaj ve transpilorik beslenme) ile verilmesini kapsamaktadır. Parenteral besleme yöntemi ise, preterm yenidoğanın enteral yol ile beslemesi mümkün olmadığı durumlarda hayati fonksiyonlarını devam ettirmek için karbonhidrat, aminoasit, lipid, mineral ve vitaminlerin intravenöz yoldan verilmesidir. Bu yöntemlerin uygun kullanımı yan etkiler açısından olası riskleri minimize ederken klinik yararını en üst seviyeye çıkarmaktadır. Preterm yenidoğanların gerekeli besin miktarlarının, uygun yöntem kullanılarak ve yöntemlerin yan etkileri açısından takip edilerek verilmesi multidisipliner ekip yaklaşımını gerektirmektedir. Her yenidoğan hemşiresi enteral ve parenteral beslenme yöntemlerini bilmeli, uygulama becerisine sahip olmalı, uygun besleme yöntemini seçebilmeli ve olası komplikasyonları gözlemleyebilmelidir. Ayrıca anne ve yenidoğan ile yakın iletişimde olmaları nedeni ile ailelere beslenme konusunda danışmanlık yapmaları hemşirenin en önemli sorumlulukları arasındadır. Anahtar kelime: beslenme, preterm yenidoğan, hemşire 2. Erciyes Pediatri Hemşireliği Kongresi 3-5 Mart 2016, Kayseri Sayfa 92 HP-18: Klinik Uygulamada Kavram Haritası Kullanımı: Kronik Böbrek Yetmezliği 1 2 Dilara Keklik , Zübeyde Korkmaz , Meral Bayat 1 1 Erciyes Üniversitesi Sağlık Bilimleri Fakültesi Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Hemşireliği AD, Kayseri 2 Nuh Naci Yazgan Üniversitesi Sağlık Bilimleri Fakültesi Hemşirelik ve Sağlık Hizmetleri Bölümü, Kayseri Amaç: Kavram haritaları; hemşirelik alanında öğrenme becerilerini geliştirerek, eleştirel düşünme ve karar verme becerilerini artırmaktadır. Ayrıca kavram haritaları öğrencilerin alana özgü kavramları okuma, anlama yeniden yapılandırarak yorumlama ve kalıcı bir öğrenme elde etmesini sağlamaktadır. Bu öğrenme yöntemiyle öğrenciler, klinik uygulama ve teori arasında bağlantı kurabilmekte, hemşirelik sürecinde kullanabilmekte ve uygulamalarını değerlendirebilmektedir. Yöntem: Bu çalışmada Kronik Böbrek Yetmezliği (KBY) tanısı ile hastanede yatan 16 yaşındaki erkek hastanın hemşirelik bakım planı kavram haritası ile tartışılarak bağlantıları gösterilmiştir. Vakada ilk olarak KBY’nin fizyopatolojisi, birincil kavramlar olarak hastanın hikayesi ve dönem özellikleri, bulguları, tedavisi ve komplikasyonları tartışılmış elde edilen veriler doğrultusunda hemşirelik tanıları konulmuş ve girişimler kavram haritası üzerinde gösterilmiştir. Bulgular: Periton diyalizi uygulanan hastada, peritonit gelişmesi ve hastane yatışlarının artması nedeni ile hemodiyaliz uygulamasına geçilmesi planlanan hastanın hemşirelik bakımı kavram haritası üzerinden öğrencilerle tartışılmıştır. Hastaya; Sıvı Volüm Dengesizliği, Enfeksiyon, Ağrı, Asit-Baz Dengesizliği Riski, Terapotik Rejime Uyumsuzluk, Beslenme Örüntüsünde Değişim, Beden Gereksiniminden Az Beslenme, Deri Doku Bütünlüğünde Bozulma, Yorgunluk, Kişisel Hijyen Eksikliği, Diyare, Büyümede Gerilik, Annede ise Başetmede Yetersizlik ve Bakım Verici Rolünde Zorlanma hemşirelik tanılarını konulmuştur. Bu tanılara yönelik planlanan ve uygulanan hemşirelik girişimleri tartışılarak değerlendirilmiştir. Sonuç olarak; kavram haritası ile yapılan vaka tartışmaları, hemşirelik öğrencilerinin problem çözme becerisini ve eleştirel düşünme yeteneklerini kullanarak bütüncül bakmalarını sağlayan, öğretme, öğrenme ve değerlendirmede kullanılabilecek iyi bir öğrenme yöntemidir. Anahtar Kelimeler: hemşirelik, kavram haritası, kronik böbrek yetmezliği 2. Erciyes Pediatri Hemşireliği Kongresi 3-5 Mart 2016, Kayseri Sayfa 93 2. ERCİYES PEDİATRİ HEMŞİRELİĞİ KONGRESİ 3-5 Mart 2016 Erciyes Üniversitesi Sabancı Kültür Merkezi, Kayseri