PDF İndir - Celal Bayar University
Transkript
PDF İndir - Celal Bayar University
ISSN: 1304-4796 CELAL BAYAR ÜNİVERSİTESİ Sosyal Bilimler Dergisi 2008/1 Güz Sayısı Manisa-2008 ISSN: 13044796 CELAL BAYAR ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER DERGİSİ Sahibi: Prof. Dr. Canan AY Yönetim Kurulu Adına Sosyal Bilimler Enstitü Müdürü Editör: Yrd.Doç. Dr. A.Cevdet KAYALI Editör Yardımcısı: Yrd. Doç. Dr. Rabia AKTAŞ Yayın Kurulu: Prof. Dr. İbrahim EROL Yrd. Doç. Dr. İrfan Murat YILDIRIM Yrd. Doç. Dr. Necdet BİLGİ Yrd. Doç. Dr. Asena Altın GÜLOVA Yazılım ve Dizgi Arş. Gör. Alper DOĞAN Makale Takip ve Dosyalama Arş. Gör. Ferhan SAYIN Arş. Gör. Didem TEZSÜRÜCÜ Celal Bayar Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi yılda iki sayı olarak yayımlanan ulusal hakemli bir dergidir. İletişim Adresi: Yrd.Doç. Dr. A. Cevdet KAYALI Celal Bayar Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Uncubozköy Mevkii 45030 Manisa, TÜRKİYE Tel: 0(236) 2330949 Fax: 0 (236) 2330949 e-mail: sbe-dergi@bayar.edu.tr URL: http://www.bayar.edu.tr/~sosyal/dergi.htm Basım Yeri: Emek Matbacılık, Manisa. ©Copyright: C.B.Ü. Sosyal Bilimler Enstitüsü 2003 Dergide yer alan yazılarda ileri sürülen görüşler yazarlara aittir. ISSN: 13044796 HAKEM KURULU ♦Prof. Dr. Hakkı ACUN ♦Prof. Dr. Kamile AÇIKGÖZ ♦Prof. Dr. Kemal AÇIKGÖZ ♦Prof.Dr. Namık AÇIKGÖZ ♦Prof. Dr. Erhan ADA ♦Prof. Dr. İsmail AKA ♦Prof.Dr.Coşkun Can AKTAN ♦Prof. Dr. Eyüp AKTEPE ♦Prof.Dr. Ceyhan ALDEMİR ♦Prof. Dr. Mehmet ALPARGU ♦Prof. Dr. Ali Berat ALPTEKİN ♦Prof. Dr. Yasin ALTAN ♦Prof. Dr. Zeki ARIKAN ♦Prof. Dr. A. Kadir ASLAN ♦Prof. Dr. İbrahim ATALAY ♦Prof. Dr. Canan AY ♦Prof. Dr. Osman AYDOĞUŞ ♦Prof. Dr. Metin AYIŞIĞI ♦Prof. Dr. Semra AYTUĞ ♦Prof. Dr. Selma BAKTIR ♦Prof. Dr. Nükhet Hotar BAŞARGAN ♦Prof. Dr. Ercan BAYAZITLI ♦Prof. Dr. Tuncer BAYKARA ♦Prof. Dr. Mikail BAYRAM ♦Prof.Dr. Abdurrahman BAYRAM ♦Prof.Dr.Dilek BEKTAŞ ♦Prof. Dr. Süreyya A. BEYZADEOĞLU ♦Prof. Dr. Necdet BİLDİK ♦Prof. Dr. Gönül BUDAK ♦Prof.Dr. Üçler BULDUK ♦Prof. Dr. Erdal CEYLAN ♦Prof. Dr. Adem ÇABUK ♦Prof.Dr. Kemal ÇELEBİ ♦Prof. Dr. Mehmet ÇELİK ♦Prof. Dr. Halil ÇİVİ ♦Prof. Dr. Melek DELİLBAŞI ♦Prof. Dr. Birol DOĞAN ♦Prof. Dr. Muammer DOĞAN ♦Prof. Dr. Üzeyme DOĞAN ♦Prof. Dr. İbrahim DÖNMEZER ♦Prof. Dr. Ahmet DUMAN ♦Prof. Dr. Sema EGE ♦Prof. Dr. Cezmi ERASLAN ♦Prof. Dr. Ahmet Bican ERCİLASUN ♦Prof. Dr. Temel ERGUN ♦Prof. Dr. Hüsnü ERKAL ♦Prof. Dr. İbrahim EROL ♦Prof.Dr.Mehmet ERSAN ♦Prof.Dr.Timuçin Faik ERTAN ♦Prof. Dr. Gülden ERTUĞRUL ♦Prof .Dr.Rıza FİLİZOK ♦Prof.Dr.T.Melih GÖRGÜN ♦Prof. Dr. Kemal GÖRMEZ ♦Prof.Dr. Altay Uğur GÜL ♦Prof.Dr. Gürer GÜLSEVİN ♦Prof. Dr. Şevkinaz GÜMÜŞOĞLU ♦Prof. Dr. İhsan GÜNAYDIN ♦Prof.Dr. İbrahim GÜNER ♦Prof.Dr.Necmi GÜRSAKAL ♦Prof. Dr. Belkıs GÜRSOY ♦Prof. Dr. Nurettin GÜZ ♦Prof. Dr. Abdurrahman GÜZEL ♦Prof. Dr. Muhsin HALİS ♦Prof. Dr. Ömer Faruk HUYUGÜZEL ♦Prof.Dr. Özkan İZGİ ♦Prof. Dr. Reşide KABADAYI ♦Prof. Dr. Mahmut KAPLAN ♦Prof. Dr. Leyla KARAHAN ♦Prof. Dr. Zerrin Toprak KARAMAN ♦Prof. Dr. Alev KATRİNLİ ♦Prof. Dr. Ayten Ayşen KAYA ♦Prof. Dr. Hüseyin KIRAN ♦Prof. Dr. Salim KOCA ♦Prof. Dr. Kâzım Yaşar KOPRAMAN ♦Prof. Dr. Samira KORTANTAMER ♦Prof. Dr. Sevinç KÖSE ♦Prof. Dr. Cemal KURNAZ ♦Prof. Dr. Kemal KURTULUŞ ♦Prof.Dr.Esin KÜHEYLAN ♦Prof. Dr. Hüseyin MEMİŞOĞLU ♦Prof.Dr.Ahmet MERMER ♦Prof. Dr. Naci Birol MUTER ♦Prof.Dr. Aysen MÜEZZİNOĞLU ♦Prof.Dr. Ülgen OSKAY ♦Prof. Dr. Günal ÖNCE ♦Prof. Dr. Semra ÖNCÜ ♦Prof.Dr.Ziynet ÖNDOĞAN ♦Prof. Dr. Mehmet ÖZ ♦Prof. Dr. Ferhunde ÖZBAY ♦Prof. Dr. Selahattin ÖZÇELİK ♦Prof. Dr. İnan ÖZER ♦Prof. Dr. Ahmet ÖZGİRAY ♦Prof. Dr. Nadir ÖZKUYUMCU ♦Prof. Dr. Ömür ÖZMEN ♦Prof. Dr. Enver T. RIZA ♦Prof. Dr. Süreyya SAKINÇ ♦Prof. Dr. M. A. Yekta SARAÇ ♦Prof.Dr.Bedriye SARAÇOĞLU ♦Prof. Dr. Önal SAYIN ♦Prof.Dr.Nevin SAYLAN ♦Prof. Dr. Ahmet SEVGİ ♦Prof.Dr. Ahmet SİPAHİOĞLU ♦Prof.Dr.Haluk SOYUER ♦Prof. Dr. Azmi SÜSLÜ ♦Prof. Dr. Ahmet ŞAHİNÖZ ♦Prof. Dr. Candan ŞENTUNA ♦Prof. Dr. Adnan ŞİŞMAN ♦Prof. Dr. Berna TANER ♦Prof.Dr. Abdurrahman TANRIÖĞEN ♦Prof. Dr. Ercan TATLIDİL ♦Prof. Dr. Rezan TATLIDİL ♦Prof. Dr. Ömer Baybars TEK ♦Prof.Dr.Ulufer TEKER ♦Prof. Dr. Sema Ilgaz TEMEL ♦Prof. Dr. Mahmut TEZCAN ♦Prof.Dr. Fahrettin TIZLAK ♦Prof.Dr. Barlas TOLAN ♦Prof. Dr. İlker TUNAİL ♦Prof. Dr. Nejla Kurul TURAL ♦Prof.Dr. Mustafa TURAN ♦Prof. Kamil TÜĞEN ♦Prof. Dr. Mümtazer TÜRKÖNE ♦Prof. Dr. Mualla ULUSAVAŞ ♦Prof. Dr. Fahri UNAN ♦Prof. Dr. Alpaslan USAL ♦Prof. Dr. Öcal USTA ♦Prof.Dr. Şenay ÜÇDOĞRUK ♦Prof. Dr. Necmi ÜLKER ♦Prof. Dr. Mehmet Ali ÜNAL ♦Prof. Dr. Semih YALÇIN ♦Prof. Dr. Münevver YALÇINKAYA ♦Prof. Dr. Erol YARIZ ♦Prof. Dr. Kemal YAVUZ ♦Prof. Dr. Emine YENİTERZİ ♦Prof. Dr. Kazım YETİŞ ♦Prof. Dr. Recep YILDIRIM ♦Prof. Dr. Mustafa YILMAZ ♦Prof. Dr. Serap YILMAZ ♦Prof. Dr. Cengiz YILMAZ ♦Prof. Dr. Konca YUMLU ♦Prof. Dr. Ayşegül YÜKSEL ♦Prof. Dr. İbrahim EROL ♦ Prof. Dr. Hüseyin KARAKAYALI ♦Prof. Dr. Öcal USTA ♦Prof.Dr. Berrin CEYLAN ♦Prof. Dr. Zeynel DİNLER ♦Prof. Dr. Berna TANER ♦Prof. Dr. Ülkü ERGUN ♦Doç. Dr. A.Asuman AKDOĞAN ♦Doç. Dr. Hayati AKYOL ♦Doç. Dr. Kemal ARI ♦Doç Dr. Tuncer ASUNAKUTLU ♦Doç. Dr. Nihat AYCAN ♦Doç. Dr. Mehmet BAŞAR ♦Doç. Dr. Adem CEYHAN ♦Doç. Dr. İsmail COŞKUN ♦Doç. Dr. Ramazan ÇALIK ♦Doç. Dr. Mevlüt ÇELEBİ ♦Doç. Dr. Emin ÇİVİ ♦Doç. Dr. Mustafa TEPECİ ♦Doç. Dr. Türker SUSMUŞ ♦Doç. Dr. Mete TÖRÜNER ♦Doç. Dr. Müslime NARİN ♦Doç. Dr. Jülide KESKEN ♦ Doç. Dr. Keramettin TEZCAN ♦ Doç. Dr. Ertuğrul ACARTÜRK ♦Doç. Dr. Gülsen DEMİR ♦Doç. Dr. Çağlayan DİNÇER ♦Doç. Dr. Dilek DİRENÇ ♦Doç. Dr. Mustafa DURMUŞ ♦Doç. Dr. Kenan ERDOĞAN ♦Doç. Dr. İlhan GENÇ ♦Doç. Dr. Ramazan GÖKBUNAR ♦Doç. Dr. Fazıl GÖKÇEK ♦Doç.Nazan GÜNAY ♦Doç. Dr. Abdullah GÜNDOĞDU ♦Doç. Dr. Gelengül HAKTANIR ♦Doç. Dr. Muhsin HALİS ♦Doç. Dr. Ayşe İLKER ♦Doç. Dr. Hasan Basri KARADENİZ ♦Doç. Dr. Jülide KESKİN ♦Doç. Dr. Ayfer KOÇABAŞ ♦Doç. Dr. Akın KOÇAK ♦Doç .Dr.Ali Savaş KOPARAL ♦Doç. Dr. İsmail MARAŞ ♦Doç. Dr. Abdullah MORTAL ♦Doç. Dr. Ayla MÜEZZİNOĞLU ♦Doç .Dr. Mehmet ÖNAL ♦Doç. Dr. Bülent ÖZDEMİR ♦Doç. Dr. Servet ÖZDEMİR ♦Doç Dr. Neşe ÖZGEN ♦Doç. Dr. Süleyman ÖZKAN ♦Doç. Dr. Meltem ÖZKAYA ♦Doç. Dr. Şerife Türcan ÖZSUCA ♦Doç. Dr. H.Yakup ÖZTUNA ♦Doç. Dr. Haluk SELVİ ♦Doç. Dr. Haluk SOYUER ♦Doç Dr. Erkan ŞEN ♦ Doç. Dr. H. Tarık ŞENGÜL ♦Doç. Dr. F. Hale ŞIVGIN ♦Doç Dr. Yaşar UYSAL ♦Doç. Dr. Halit YANIKKAYA ♦Doç. Dr. Durmuş YILMAZ ♦Doç. Dr. Hakan YİĞİTBAŞI ♦Yrd.Doç .Dr. Nüvit ALEMDAROĞLU ♦Yrd.Doç Dr. Uğur ALTUNAY ♦Yrd. Doç. Hakan ARACI ♦Yrd. Doç. Dr. Alpay BİZBİRLİK ♦Yrd. Doç. Dr. Ferudun DORAK ♦Yrd.Doç.Dr. Hatice ERDEMİR ♦Yrd.Doç. Dr. Levent GENÇLER ♦Yrd. Doç. Dr. Sibel GÜZEL ♦Yrd.Doç. Dr. Ferhat KARABULUT ♦Yrd.Doç. Dr. Burak KARTAL ♦Yrd. Doç.Dr. Emin KOÇ ♦Yrd. Doç. Dr. İsmail MAZGİT ♦Yrd.Doç. Dr. Mustafa MİYNAT ♦Yrd. Doç. Dr. Süleyman MORALI ♦Yrd. Doç. Dr. Eser NALBANT ♦Yrd. Doç. Dr. Tuncer ÖZDİL ♦Yrd.Doç. Dr. Aynur PALA♦ Yrd. Doç. Dr. Ferhat TAMİR ♦Yrd. Doç. Dr. Muzaffer TEPEKAYA ♦Yrd.Doç. Dr. Aylin ÜNAL ♦Yrd. Doç. Dr. Mehmet Ali YAVUZ ♦Yrd.Doç. Dr. Ayşe YERELİ ♦Yrd.Doç. Dr. Mine YILMAZER T.C. CELAL BAYAR ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ DERGİSİ Yıl:2008 Cilt:6 Sayı:1 ISSN:1304-4796 İÇİNDEKİLER Dr. Erhan DEMİRELİ, Arş. Gör. Nihan ÖZGÜVEN….……… 1 “Elektronik Finans Hizmetleri Açısından Internet Bankacılığının Kullanımı Üzerine Bir Uygulama” Yrd. Doç. Dr. Cevdet KAYALI, Şebnem ADA…………………………... 23 “Entelektüel Sermayenin Muhasebeleştirme Sürecinde Yaşanan Sorunlar ve Rasyolara Etkisi” Arş. Gör. Ferhan SAYIN…………………………………………............. 34 “Türkiye’de Eğitim ve Büyümenin Genç İşsizliğine Etkisi” Prof. Dr. Bedriye TUNÇSİPER, Arş. Gör. Dilek SÜREKÇİ, Arş. Gör. Özlem KIZILGÖL………………………………………………………… 52 “The Effects of The Changes in Reel Exchange Rate on Export and Import: Analysıs of Agrıcultural Sector” 62 Dr. Levent KIDAK……….……………………………….……………… “Ergen Sağlığı Yönetimi: Ulusların Gelecekleri İle İlgili Umutlarının Anahtarı” Öğr. Gör. Tolga ŞENTÜRK, Prof. Dr. Canan AY………………………. 82 “Halkla İlişkilerin Etik Sınırları” Yrd. Doç. Dr. Harun CANSIZ……………………………………………... 98 “Performans Esaslı Bütçelemenin Başarılı Olabilmesi İçin Performans Ölçümünün Önemi” Yrd. Doç. Dr. Ethem DUYGULU, Öğr. Gör.Dr. Nurcan ÇIRAKLAR, Araş. Gör. Yeliz MOHAN…………………………………………………. 108 “Algılanan Örgütsel Destek, İşe Bağlılık ve İş Doyumunun Örgütsel Bağlılık Üzerine Etkisi” Yrd. Doç. Dr. Semiha AYTEMİZ…………………………………………. 129 “Karşılaştırmalı Üstünlükler ve Türkiye İmalat Sanayi” Araş. Gör. Dr. Barış SEÇER……………………………………………….. 141 “Kariyer Sermayesi ve İstihdam Edilebilirliğin İş Güvencesizliği Üzerindeki Etkisi” Yazım Kuralları………………………………………………………………. 159 Sosyal Bilimler 6/1 (2008)s.1-22. SOSYAL BİLİMLER Yıl : 2008 Cilt : 6 Sayı :1 Celal Bayar Üniversitesi S.B.E. MANİSA Elektronik Finans Hizmetleri Açısından Internet Bankacılığının Kullanımı Üzerine Bir Uygulama Dr. Erhan DEMİRELİ Dokuz Eylül Üniversitesi İ.İ.B.F., İşletme Bölümü Araş. Gör. Nihan ÖZGÜVEN Dokuz Eylül Üniversitesi İ.İ.B.F. İşletme Bölümü ÖZET Küreselleşme sürecinde insanoğlunun bilgiye olan ihtiyacı sürekli olarak artmaktadır. Ancak insanoğlu bilgiye sahip olmakla yetinmemektedir. Dolayısıyla bilginin yönetimi olgusu gündeme gelmektedir. Bilgi yönetimi sürecinde hızlı, güvenilir, maliyetleri minimize edilmiş bilginin kullanımı ise yönetsel etkinliği artırıcı bir faktör olacaktır. Bu anlamda finansal piyasalarda teknoloji kullanımı artmış, önceleri sermaye piyasalarında görülen yoğunlaşma, bugün para piyasalarında da hissedilmeye başlanmıştır. Bu etki en yoğun şekilde bankacılık sektöründe kendisini göstermektedir. Para piyasaları kapsamında, bankacılık sektöründe izlenen sözkonusu gelişme, hız, güvenlik ve maliyet minimizasyonunun (işlem etkinliği) göstergesi olmaktadır. Çalışmada bireysel bankacılık işlemlerinde internet hizmetlerinin tercih edilme düzeyi üzerinde durularak finansal işlemlerde internet kullanımı çeşitli yönleriyle değerlendirilmiştir. Bu kapsamda, bankacılık sektöründe teknoloji kullanımında gözlemlenen gelişmelerin belirginleştirilmesi amacıyla bireylerin internet bankacılığını kullanım düzeyini değerlendiren bir anket çalışması yapılarak, veriler bilgisayar ortamında analiz edilmiş, sonuçlar yorumlanmıştır. Anahtar Kelimeler: Elektronik finans hizmetleri, Internet bankacılığı An Application On The Use Of The Internet Banking In Terms Of E-Finance Services ABSTRACT Globalization day-by-day increases the human being’s need for information. However, human beings are not satisfied by only keeping the information at their disposal. Consequently, the concept of “information management” arises. In the information management process, use of fast, reliable and low cost information is a factor that improves the managerial effectiveness. Accordingly, deployment of the technology in financial markets increases; this new phenomenon, which was initially observed in the capital markets, nowadays becomes popular also in the money markets. The trend is mostly observed in the banking industry. With regards to the money markets, this development in the banking industry is an indication of the speed, reliability and cost minimization (transaction effectiveness). In this study, the use of internet in financial transactions is assessed from various dimensions by specifically elaborating the level of preference of the internet services in private banking transactions. In order to clarify the trends observed in the utilization of the technology in the banking industry, a survey, which aimed to 1 E.Demirelli, N. Özgüven / Elektronik Finans Hizmetleri Açısından Internet Bankacılığının Kullanımı Üzerine Bir Uygulama assess the use of internet banking by the private individuals, was carried out; the survey data was analyzed by using software and comments are made on the derived results. Keywords: Elektronic finance services, Internet banking I. GİRİŞ Teknolojik alanda yaşanan yenilikler günden güne insan hayatını farklı noktalarda, farklı şekillerde etkilemektedir. Öyle ki, teknolojik gelişmeler, insanın herhangi bir işi yaparken hareket ve bilgi kullanım düzeyini azaltmakta buna karşılık sözkonusu faaliyetten maksimum fayda yaratılmaktadır. Internet üzerinden yürütülen online faaliyetler, teknolojik gelişim sürecinden faydalanma aşamasında insanlara daha fazla serbestlik ve daha geniş bir hareket alanı sağlamaktadır. Bu durumun en güzel örnekleri elektronik finansal faaliyetler; özellikle de elektronik finans hizmetleri altında izlenen internet bankacılığı hizmetlerinde görülmektedir. Internet ortamında, çeşitli güvenlik ağları yardımıyla bireyler ve kurumlar finansal işlemlerini gerçekleştirebilmekte, bu nedenle hem zaman, hem de hareket etkinliği sağlamaktadır. Teknolojik faydanın yaratılması aşamasında kullanılan önemli bir araç olan internet, bankacılık işlemlerinde sadece bireysel fayda yaratmamakta, işlem maliyetlerinin azalması ve bireysel banka müşterileri ile banka arasında çeşitli ilişkilerin kurulmasını da sağlamaktadır. Bugün internet, işletmelerin üretimden pazarlamaya, finansmandan yönetime kadar tüm fonksiyonlarını yerine getirmede kilit araç konumuna gelmiştir. Elektronik bankacılık, elektronik kanallar vasıtasıyla bireysel ve küçük diğer bankacılık ürünlerinin ve hizmetlerinin sağlanması demektir. Bu tür ürünler ve hizmetler, mevduat alma, borç verme, hesap yönetimi, finansal hizmet sunma, elektronik fatura ödeme, ve elektronik para gibi diğer elektronik ödeme ürünleri ve hizmetleri içerir. Elektronik bankacılığın iki temel özelliği faaliyetlerin yürütüldüğü teslim kanallarının tabiatı, ve müşterilerin bu kanallara erişme yollarıdır. Yaygın teslim kanalları arasında “kapalı” ve “açık” ağlar vardır. “Kapalı ağlar” erişimi, üyelik koşulları anlaşması ile bağlı olan katılımcılarla (finansal kurumlar, tüketiciler, tüccarlar, ve üçüncü şahıs hizmet sağlayıcılar) sınırlı tutar. “Açık ağlar”ın bu tür üyelik koşulları yoktur. Halen, müşterilere elektronik bankacılık ürünleri ve hizmetlerinin sağlandığı, yaygın olarak kullanılan erişim aygıtları, satış noktası terminalleri, otomatik banka makineleri, telefonlar, kişisel bilgisayarlar, akıllı kartlar ve diğer cihazları içerir (www.ceterisparibus.net, Erişim Tarihi: 31.10.2007, TBB Raporu). II. ELEKTRONİK FİNANSAL FAALİYETLERİN FİNANSAL SİSTEM ÜZERİNDEKİ ETKİLERİ Elektronik finansal faaliyetler sayesinde finansal hizmet sunmanın maliyeti eski araçlara oranla daha düşük seviyelerde bulunmakta, düşük maliyetler de yatırımcıların finansal hizmetlere erişimini büyük ölçüde kolaylaştırmakta ve özendirmektedir. Her ne kadar ilk yatırımın maliyeti yüksek olsa da orta vadede elektronik finans hizmetlerinin sunumunun maliyeti diğer araçlara göre çok daha düşük olmaktadır. Ayrıca yeni teknolojilerin kullanımı, 2 Sosyal Bilimler 6/1 (2008)s.1-22. finansal piyasalarda bu tip hizmet sunanların daha düşük hizmet fiyatlarıyla piyasaya girmesini sağlamakta, mevcut finansal kuruluşlar ise elektronik ortamda hizmet sunarak faaliyet giderlerini düşürmedikleri taktirde karlılıkları üzerinde ciddi baskılar hissetmektedirler. Bunun yanı sıra, elektronik finansal faaliyetler finansal kuruluşların önceki yıllara oranla daha ciddi bir rekabet ortamına girmelerine de yol açmaktadır(Kınık, 2002; 6). Internet üzerinden işlemlerin gerçekleştirilmesi kullanıcıya birçok fırsat sunmasına rağmen, işletmelerin işleme dayalı web sitesi geliştirmelerinin önündeki engeller halen durmaktadır. Örneğin bir bankanın internet şubesi kullanıldığında, havale, fatura ödeme, fon alım/satımı, EFT, kredi kartı ödemeleri vb. birçok bankacılık hizmetinin internet ortamından yapılması mümkün olmaktadır. Zaten bankacılık sektöründe birçok banka bu hizmetlerin çoğunluğunun internet ortamında yapılmasını sağlamaktadır. Ancak ticaret işletmeleri hem yeterli bilgiye sahip olmadıklarından hem de tüketicilerin tüketim eğilimlerinin olmaması nedeniyle internet üzerinden verimli bir şekilde işlem gerçekleştirememektedir. İşlemlerin yanı sıra, bankacılık hizmetleri ile ilgili konularda bilgiler de sunulmaktadır. Web siteleri, web sitesine katılım sağlama seviyesine göre, özel ve kamusal olabilmektedir. Katılımın serbest olduğu web siteleri kamusaldır. Ziyaretçiler için herhangi bir koşul aranmaz. Internete bağlanabilen herkes web sitesini ziyaret edebilir ve işlem yapıp, bilgi elde edilebilir. Kamusal web siteleri kar amaçlı bir işletme, sivil toplum kuruluşu veya kamu kurumu olabilir. Özel web sitelerinde kısıtlı miktarda bilgi elde edilebilse de işlem yapmak için üyelik koşulu aranır. Üye olmayanların işlem yapmasına izin verilmez. Web sitesine istenmeyen ziyaretlerin engellenmesi için şifre, kullanıcı adı ve ateş duvarı kullanılabilir. Bankaların web siteleri, b2b web siteleri, veri tabanı pazarlayan web siteleri buna örnek olarak verilebilir (Aksoy, 2006; 30). III. INTERNET ORTAMINDA BİREYSEL BANKACILIK KAVRAMI Değişimin yaşandığı finans dünyasında bankalar fonksiyonlarını yerine getirirken sürekli bir yenilik arayışı içine girmişlerdir. Bankaların bu anlamda başlattıkları yeniliklerden birisi de bireysel bankacılık uygulamalarıdır. Tüketici kredileri, kredi kartları ve elektronik fon transfer sistemleri (otomatik vezneler, satış noktasından fon transferi, home banking), call center, internet ve WAP bankacılığı bankaların doğrudan bireylere yönelik bireysel bankacılık olarak adlandırılan hizmetleridir. Bireysel bankacılık, bankaların pazarlama ve teknolojiyi birbirinin tamamlayıcısı olarak görmeleri sonucunda ortaya çıkan, çağdaş pazarlama anlayışı çerçevesinde teknolojik olanaklardan da yararlanarak, bireylerin sürekli değişen ve artan gereksinmelerini karşılamaya yönelik bankacılık hizmetleri olarak tanımlanabilir. Toplumun çeşitli bölümlerinde satın alma gücünün yeni gereksinmelere yol açması, mevduat ve kredi işlemlerinde rekabet döneminin başlaması hizmetlerin çeşitlendirilmesini ve sunuş biçimlerinin etkilenmesini getirmiştir. Böylece değişimle birlikte 3 E.Demirelli, N. Özgüven / Elektronik Finans Hizmetleri Açısından Internet Bankacılığının Kullanımı Üzerine Bir Uygulama geleneksel bankacılık ürün ve yöntemleri yaşlanarak, bireysel bankacılık hizmetleri talep edilir olmuştur. Geleneksel bankacılık kavramının yerini, değişen şartlara kolayca uyum sağlayabilen, müşteri gereksinmelerini temel alan bankacılık anlayışına bırakmasıyla bankalar özellikle orta gelirli tüketicilerin finansal hizmetlerden yararlanmalarını sağlamak üzere bu piyasalarda çeşitli ürünler sunmaya, başlamışlardır. Sadece üretim ve pazarlama şirketlerinin finansman ihtiyacını karşılayan bankalar, artık doğrudan en son tüketicinin finansal ihtiyaçlarını da karşılayacak olan hizmetler sunmaktadırlar (Kargın, 2006; 42). Internet bankacılığı elektronik finansın özel bir biçimidir. Internet bankacılığı zaman ve yer sınırı olmaksızın bir bilgisayar ile, bankacılık hizmetlerinin internet üzerinden sunulması için hazırlanan alternatif dağıtım kanalıdır. Internet erişimine sahip herhangi bir bilgisayar aracılığı ile 24 saat dünyanın her yerinde kullanılabilen bir hizmettir. Internet bankacılığı, günümüzde fiziksel şubelerden yapılan hemen hemen tüm işlemlerin internet üzerinden gerçekleştirilmesi olarak da tanımlanabilir(Kargın, 2006; 69). Bankacılık işlemlerinin, internet aracılığı ile yapılması şeklinde tanımlanan internet bankacılığı, tüm dünyada günden güne yaygınlaşmakta, bireysel olarak internet üzerinden bankacılık işlemlerini yapanları sayısı, günden güne artmaktadır. Türkiye’de de hem internet kullanıcılarının hem de internet bankacılığından yararlananların sayısı, artmaya başlamıştır (Gülmez, Kitapçı, 84; 2006). Eylül 2007 itibariyle, internet bankacılığı yapmak üzere sistemde kayıtlı olan ve en az bir kez login olmuş toplam bireysel müşteri sayısı 8.558.033’tür. Son bir yıl içerisinde login olmuş toplam bireysel müşteri sayısı ise 5.426.713’tür. Temmuz-Eylül 2007 döneminde 3.551.347 bireysel müşteri tarafından en az bir kez internet bankacılığı işlemi yapılmıştır. Bu miktar, toplam kayıtlı bireysel müşteri sayısının yüzde 41’ini oluşturmaktadır. Temmuz-Eylül 2007 döneminde, aktif bireysel müşteri sayısında bir önceki yılın aynı dönemine göre 864.650 adet, bir önceki üç aylık döneme göre ise 395.068 adet artış olmuştur. 4 Sosyal Bilimler 6/1 (2008)s.1-22. Eylül 2006 Haziran 2007 Eylül 2007 Bireysel müşteri sayısı Aktif (A) (son 3 ayda 1 kez login olmuş) Kayıtlı (B) (en az 1 kez login olmuş) (*) Kayıtlı (C) (son 1 yılda en az 1 kez login olmuş) (*) Aktif (A) / kayıtlı (B) müşteri oranı (yüzde) 2.686.697 3.156.279 3.551.347 - - 8.558.033 - - 5.426.713 - - 41 395.350 421.734 466.934 - - 1.097.752 - - 661.803 - - 43 Kurumsal müşteri sayısı Aktif (A) (son 3 ayda 1 kez login olmuş) Kayıtlı (B) (en az 1 kez login olmuş) (*) Kayıtlı (C) (son 1 yılda en az 1 kez login olmuş) (*) Aktif (A) / kayıtlı (B) müşteri oranı (yüzde) Toplam müşteri sayısı Aktif (A) (son 3 ayda 1 kez 3.082.047 3.578.013 4.018.281 login olmuş) Kayıtlı (B) (en az 1 kez login 9.655.785 olmuş) (*) Kayıtlı (C) (son 1 yılda en az 6.088.516 1 kez login olmuş) (*) Aktif (A) / kayıtlı (B) müşteri 42 oranı (yüzde) (*) Eylül 2007 dönemi itibariyle kayıtlı müşteri sayıları detaylandırılmış ve tanımları değiştirilmiştir. Önceki dönemlere ait bu tanımlarda bilgi bulunmadığı için sadece Eylül 2007 dönemine yer verilmiştir. Kaynak: (www.tbb.org.tr, Erişim: 08.11.2007, Internet Bankacılığı Aralık Raporu) Eylül 2007 itibariyle, internet bankacılığı yapmak üzere sistemde kayıtlı olan ve en az bir kez login olmuş kurumsal müşteri sayısı 1.097.752’dir. Bunların 466.934’ü (yüzde 43’ü) Temmuz-Eylül 2007 dönemi içerisinde en az bir kez işlem yapmıştır. Son bir yıl içerisinde login olmuş kurumsal müşteri sayısı ise 661.803’tür. Şu ana kadar internet bankacılığı için kayıt yaptıran ve en az bir kez login olmuş toplam (bireysel ve kurumsal) müşterilerin yüzde 42’si TemmuzEylül 2007 döneminde en az bir kez internet bankacılığı işlemi yapmıştır. Temmuz-Eylül 2007 döneminde, toplam aktif müşteri sayısında bir önceki yılın aynı dönemine göre 936.234 adet, bir önceki üç aylık döneme göre ise 440.268 adet artış olmuştur. 5 E.Demirelli, N. Özgüven / Elektronik Finans Hizmetleri Açısından Internet Bankacılığının Kullanımı Üzerine Bir Uygulama Finansal İşlemler Temmuz-Eylül 2007 dönemi itibariyle, internet bankacılığı hizmeti kullanılarak yapılan yatırım işlemleri dışındaki finansal işlemlerin toplam adedi 48.460 bin, tutarı ise 131.599 milyon YTL olmuştur. EFT, havale ve döviz transferi işlemlerini kapsayan para transferleri işlemleri yatırım işlemleri dışındaki finansal işlem hacminin yüzde 89’unu oluşturmuştur. Internet bankacılığı hizmeti kullanılarak yapılan yatırım işlemleri dışındaki finansal işlemlerin toplam işlem adedi ve hacminde bir önceki yılın aynı dönemine göre ve bir önceki üç aylık dönemine göre artış olmuştur. Tablo 2: Internet Bankacılığında Finansal İşlemler Eylül 2006 Haziran 2007 Eylül 2007 İşlem İşlem Hacmi İşlem İşlem Hacmi İşlem İşlem Hacmi Adedi (Milyon Adedi (Milyon Adedi (Milyon (Bin) YTL) (Bin) YTL) (Bin) YTL) Para transferleri 24.466 97.260 27.376 113.260 28.624 117.042 Ödemeler 9.441 1.886 12.443 1.976 13.754 2.911 Kredi kartı 4.135 2.514 5.537 3.396 4.994 3.301 işlemleri Diğer finansal 857 6.079 1.784 12.453 1.087 8.345 işlemleri Toplam 38.898 107.739 47.139 131.086 48.460 131.599 Kaynak: (www.tbb.org.tr, Erişim: 08.11.2007, Internet Bankacılığı Aralık Raporu) Yatırım İşlemleri Temmuz-Eylül 2007 döneminde internet bankacılığı ile gerçekleştirilen 8.027 bin adet yatırım işleminin hacmi 44.385 milyon YTL olmuştur. Üçüncü çeyrekte gerçekleştirilen yatırım işlemleri hacminde birinci sırayı 15.183 milyon YTL’lik tutar (3.339 bin adet işlem) ile yatırım fonları almıştır. Bunu döviz, gerçekleşen hisse senedi ve repo işlemleri izlemiştir. Tablo 3: Internet Bankacılığında Yatırım İşlemleri Eylül 2007 Ortalama İşlem Hacmi İşlem Adedi İşlem Hacmi (Bin YTL) (Bin) (Milyon YTL) Yatırım Fonları 3.339 15.183 4,5 Döviz İşlemleri 2.205 11.639 5,3 Vadeli hesaplar 244 3.985 16,3 Gerçekleşen hisse senedi işlemleri 1.845 6.179 3,3 Repo İşlemleri 161 5.053 31,3 Tahvil ve bono işlemleri 217 2.324 10,7 Altın 15 23 1,5 Toplam 8.027 44.385 5,5 Kaynak: (www.tbb.org.tr, Erişim: 08.11.2007, Internet Bankacılığı Aralık Raporu) En yüksek ortalama işlem hacmi 31,3 bin YTL ile repo işlemlerinde gerçekleşmiştir. Vadeli hesaplar, ortalama 16,3 bin YTL’lik işlem hacmi ile ikinci sırayı almıştır. Toplam yatırım işlemleri için ortalama işlem hacmi 5,5 bin YTL olarak gerçekleşmiştir. 6 Sosyal Bilimler 6/1 (2008)s.1-22. IV. LİTERATÜR TARAMASI Singh (2004) çalışmasında, internet bankacılığının etkilerini araştırmıştır. Çalışmada bireylerin internet bankacılığını tercih etmeme nedenleri ve bankalar için internet bankacılığı kullanımını artıracak stratejiler üzerinde durulmuştur. Çalışmada üniversite çalışanları örneklem olarak alınmış, internet bankacılığını kullananların bu kanalı özellikle hesaplar arası para transferi, hesapların kontrolünde tercih ettikleri ortaya konulmuştur. Akıncı, Aksoy, Atılgan (2005) yaptıkları çalışmada, internet bankacılık işlemlerinde bireylerin davranışlarının analiz etmişlerdir. Çalışma akademisyenler üzerinde gerçekleştirilmiş, internet bankacılığından faydalanan bireylerin demografik, davranışsal – karakteristik özellikleri üzerinde yoğunlaşmıştır. Çalışma internet bankacılığını kullananlar ve kullanmayanlar arasındaki demografik özellikleri açıklaması açısından önem arzetmektedir. Çalışmada internet bankacılığını kullananlar banka tercihi kriterine göre alt bölümlere ayrılmış, benzerlikler ve farklılıklar ortaya konulmuştur. Bu kapsamda internet bankacılığını tercih edenlerin özellikle güven unsurunu öncelikli önemsediği saptanmıştır. Jaruwachirathanakul ve Fink (2005) Tayland’da yaptıkları çalışmada mudileri, internet bankacılığının kullanımı konusunda güdüleyen faktörleri saptamışlardır. Çalışmada, internet bankacılığını kullanıma özendiren faktörlerin banka kontrolü altında olan faktörlerden seçilmesi kısıtı bulunmaktadır. Bu nedenle çalışma sonucunda, internet bankacılığı kullanımına özendiren en önemli faktörlerin, web sitesinin görünümü, özellikleri, kullanım kolaylığı faktörleri olduğunu bulgulanmıştır. Lee, Kwon, ve Schumann (2005) çalışmalarında, internet bankacılığını kullanan ve kullanmayanlar arasındaki farklılıkları ortaya koymuşlar, kullanmayan kar yaratacak potansiyeli incelemişler, internet bankacılığının kullanıcılar tarafından benimsenmesi sürecinin anlaşılmasını amaçlamışlardır. Çalışma, internet bankacılığını güdüleme ve algılanabilir değişkenlere dayalı olarak kullanmayan müşteri kesiminin varolma sürecini göstermesi açısından önem arz etmektedir. Çalışma sonucunda, internet bankacılığını kullanmayanları, kullanmamakta inat edenler ve olası kullanıcılar şeklinde sınıflandırmıştır. Çalışmada benimseme faktörlerinin, risk, internet ve teknolojinin bankacılık hizmetleri ile uyarlanabilirliği ve kullanıcılar tarafından internet bankacılığının öneminin anlaşılması olduğu saptanmıştır. Gerrard, Cunningham, Devlin (2006) yaptıkları çalışmada, bireysel olarak internet bankacılığının kullanılmama nedenlerini incelemişler, bu nedenlerin 8 farklı boyut altında toplanabileceğini ifade etmişlerdir. Bu boyutlar çalışmada, risk algısı, ihtiyaç, bilgisizlik, eylemsizlik, dokunamama, ulaşılmazlık, bilişim sistemlerindeki eskilik, işlem maliyeti olarak sıralanmıştır. Maenpaa (2006) çalışmasında, internet bankacılık hizmetlerinin bireysel kullanıcılara sağladığı yararlar ve bu hizmetlerin geliştirilmesi olanaklarını araştırmıştır. Çalışma sonucunda Maenpaa müşteri kümelerinin üç 7 E.Demirelli, N. Özgüven / Elektronik Finans Hizmetleri Açısından Internet Bankacılığının Kullanımı Üzerine Bir Uygulama tanesinin deneyimle ilgili hizmet boyutlarına önem vermediğini, buna karşılık gençlerden oluşan dördüncü bölümün ise hizmette (web sitesinde)çekicilik unsuruna önem verdiğini ortaya koymuştur. Sayar ve Wolfe (2007) yaptıkları çalışmada Türkiye ve İngiltere’de internet bankacılığı hizmetlerinin kullanımını karşılaştırmışlar, Türkiye’deki bankaların internet şubelerinde, teknoloji alt yapısının daha uygun olduğunu, bu nedenle İngiltere’de hizmet veren bankalardan daha fazla hizmet verildiğini saptamışlardır. Aynı çalışmada, sözkonusu farkın güven unsurundan kaynaklandığı bulgulanmıştır. V. ARAŞTIRMANIN AMACI Araştırma kapsamında, elektronik finans temelli olarak bireysel bankacılık işlemlerinde internet bankacılığı hizmetlerinin kullanımına ilişkin davranış profilinin belirlenmesi, bu konudaki uygulamaların kullanıcılar tarafından nasıl değerlendirildiğinin saptanması ve bu uygulamaların onları ne ölçüde tatmin ettiğinin ortaya çıkarılması hedeflenmektedir. Çalışmada hem maliyet, hem de uygulama süresi gibi kısıtlayıcı faktörler dikkate alınırken, diğer taraftan ulaşılması arzu edilen geçerlilik düzeyi arasında bir denge kurma zorunluluğu bulunmaktadır. Hareket noktası olarak kabul edilebilir maksimum hata düzeyinin -/+0.05’lik düzeyi aşmaması benimsenmiştir. Bu düzeyin benimsenmesi, herhangi bir anakütle parametresinin gerçek değerinin, örneklemden hesaplanan değerden maksimum -/+0.05’lik bir sapma göstereceği anlamına gelmektedir. Buna ek olarak çalışmada 0.95’lik güven düzeyi yeterli bulunmuştur. Örneklem hacminin hesaplanmasında aşağıdaki formül kullanılmıştır. n= Z 2 . p.q e2 Burada, n : Örneklem hacmi e : Hata düzeyi Z : Belirli bir güven düzeyine karşılık gelen standart normal dağılım değeri (tablo değeri: 1.96) p : Anakütlede belirli bir özelliği taşıyanların yüzdesi q : Anakütlede belirli bir özelliği taşımayanların yüzdesi p ve q’nun alabileceği değerler konusunda ön bilgi olmadığı durumlarda p ve q 0.50 olarak kabul edilmektedir. Bu veriler ışığında örneklem hacmi; n= (1.96) 2 (0.50)(0.50) » 384 olarak belirlenmiştir. (0.05) Bu kapsamda, gönderilen 400 anketten 356 adedi geri dönmüş, geri dönme oranı 356/400 = %90 olarak sağlanmıştır. 8 Sosyal Bilimler 6/1 (2008)s.1-22. VI. ARAŞTIRMANIN YÖNTEMİ Çalışmada, bireysel bankacılık hizmetleri çeşitli boyutlarıyla ele alınarak, bireylerin finansal işlemlerini gerçekleştirme sürecinde, internet ortamını tercih etme ve etmeme nedenlerinin belirlenmesine yönelik modeller geliştirilmiştir. Bu hedef, tanımlayıcı bir araştırma modelini gerektirmektedir. Bu nedenle, sözkonusu araştırma için gerekli verilerin toplanmasında anket yöntemi uygulanmıştır. Bireylerin finansal işlemlerinde interneti kullanım düzeyi üzerine gerçekleştirilen bu çalışmada, inceleme kapsamına alınan kullanıcılar, İzmir ili sınırları içinde yaşayan kişilerle sınırlandırılmıştır. Türkiye genelinde bir araştırma yapmak, araştırmanın gerektireceği personel, araştırma süresi, maliyet boyutu açısından değerlendirildiğinde çeşitli kısıtlar ortaya çıkarmaktadır. Bu kısıtlayıcılar nedeniyle, anakütleyi tanımlamakta zorunlu olarak coğrafi bir sınırlamaya ihtiyaç duyulmuştur. Böylesine bir sınırlamanın doğal sonucu olarak, elde edilen bulguların temsil yeteneği belirtilen coğrafi sınırlar içerisinde geçerlidir. Bu sınırlamanın doğal sonucu olarak da sonuçlar, daha çok kentsel ve büyük yerleşim merkezindeki durumu yansıtır nitelikte olacaktır. Kırsal ve küçük yerleşim merkezlerinde farklı sonuçlar elde edilebilir. Anket formu üç kısımda oluşmaktadır, Anket formunun birinci bölümünde deneklere ilişkin demografik özelliklere ve banka tercihlerinin saptanmasına yönelik sorular sorulmuştur. Anket formunun ikinci bölümünde mudilerin bankacılık işlemlerini yürütürken hangi kanalları seçtikleri, bu kanalları seçme nedenlerini ve internet bankacılığına bakış açılarını belirlemelerine yönelik sorular hazırlanmıştır. Nihayet anket formunun üçüncü bölümünde ise, internet bankacılığının kullanıcıya faydaları ve mudilerin bu konudaki beklentilerinin hangi alanlarda yoğunlaştığının belirlenmesi amaçlanmıştır. 9 E.Demirelli, N. Özgüven / Elektronik Finans Hizmetleri Açısından Internet Bankacılığının Kullanımı Üzerine Bir Uygulama VII. VERİLERİN ANALİZİ Tablo 4: Ankete Katılanların Demografik Özellikleri Frekans Yüzde Kadın 159 44,7 Erkek 197 55,3 Toplam 18-25 356 88 100 24,7 26-35 416 41,0 36-45 73 20,5 46-50 19 5,3 50 üzeri 30 8,4 Toplam 356 100 İlköğretim 22 6,2 Lise 73 20,5 Üniversite 211 59,3 Lisansüstü 50 14,0 Toplam 356 100 48 17 97 40 95 19 18 13 9 356 13,5 4,8 27,2 11,2 26,7 5,3 5,1 3,7 2,5 100 Cinsiyet Yaş Eğitim Meslek Kendi adına çalışan Ev hanımı Memur Öğrenci İşçi Emekli İşsiz Esnaf Tüccar, sanayici Toplam 10 Sosyal Bilimler 6/1 (2008)s.1-22. 1000 YTL altı 144 40,4 1000-2000 137 38,5 2000-4000 60 16,9 4000 üstü 15 4,2 Toplam 356 100 Gelir Ankete katılanların demografik özelliklerinin belirlenmesi için frekans tablosu oluşturulmuştur. Tablo 4’e göre, ankete katılanların %44,7’si kadın, %55,3’ü erkektir. Ankete katılanların %24,7’si 18-25 yaş aralığında, %41’i 2635 yaş aralığında, %20,5’u 36-45 yaş aralığında, %5,3’ü 46-50 yaş aralığında ve 50 yaş üzerindeki grup ise %8,4’ünü oluşturmaktadır. Bu bulgu cevaplayıcıların çoğunun 26-35 yaş aralığında olduğunu ortaya koymaktadır. Ankete katılanların %6,2’si ilköğretim, %20,5’u lise, %59,3’ü üniversite, %14,0 lisansüstü mezunudur. Ankete katılanların %13,5 kendi adına çalışan, %4,8’i ev hanımı, %27,2’si memur, %11,2’si öğrenci, %26,7’si işçi, %5,3’ü emekli, %5,1’i işsiz, %3,7’si esnaf, %2,5’u tüccar, sanayicidir. Cevaplayıcıların %40,4’ü 1000 YTL ve altı, %38,5’u 1000–2000 YTL, %16,9’u 2000–4000, %4,2’si 4000 üstü gelire sahip kişilerden oluşmaktadır. Tablo 5: Bankacılık İşlemlerinde Tercih Edilen Bankalar T.C Ziraat Bankası Akbank Şekerbank Vakıfbank Denizbank Oyakbank Fortisbank Finansbank Halkbank Tekstilbank HSBC YapıKredi Koçbank İşbankası Garanti Bankası Diğer N Minimum Maximum Mean Std. Deviation 356 1,00 2,00 1,8006 ,40014 356 356 356 356 356 356 356 356 356 356 1,00 1,00 1,00 1,00 1,00 1,00 1,00 1,00 1,00 1,00 2,00 2,00 2,00 2,00 2,00 2,00 2,00 2,00 2,00 2,00 1,6517 1,6629 1,8792 1,9326 1,9045 1,6124 1,8820 1,8230 1,5843 1,9410 ,47711 ,47338 ,32634 ,25109 ,29433 ,48790 ,32304 ,38218 ,49354 ,23594 356 1,00 2,00 1,9860 ,11784 356 356 356 1,00 1,00 1,00 2,00 2,00 2,00 1,9972 1,9663 1,9860 ,05300 ,18073 ,11784 Tablo 5’de görüldüğü gibi cevaplayıcıların bankacılık işlemlerinde tercih ettikleri bankalar en yüksek ortalama değere sahip olan İşbankası, YapıKredi Koçbank ve Garanti Bankası’tır. Elde edilen bulguya göre 11 E.Demirelli, N. Özgüven / Elektronik Finans Hizmetleri Açısından Internet Bankacılığının Kullanımı Üzerine Bir Uygulama cevaplayıcıların İşbankası, YapıKredi Koçbank ve Garanti Bankası’nı bankacılık işlemlerinde tercih ettikleri görülmektedir Bu durum, sözkonusu bankaların, sektördeki diğer bankalardan daha farklı hizmetler sunması, işlem maliyetlerinin diğer bankalardan daha düşük olması ve özellikle döviz işlemlerine ilişkin çeşitli avantajlar sağlamasıyla açıklanabilir. Tablo 6 ankete katılanların, internet sitesini kullandıkları banka ya da bankaların tanımlayıcı istatistiklerini göstermektedir. Tablo 6: Internet Sitesi Kullanımında Tercih Edilen Bankalar T.C Ziraat Bankası Akbank Şekerbank Vakıfbank Denizbank Oyakbank Fortisbank Finansbank Halkbank Tekstilbank HSBC YapıKredi Koçbank İşbankası Garanti Bankası Diğer N 356 356 356 356 356 356 356 356 356 356 356 Minimum 1,00 1,00 1,00 1,00 1,00 1,00 1,00 1,00 1,00 1,00 1,00 Maximum 2,00 2,00 2,00 2,00 2,00 2,00 2,00 2,00 2,00 2,00 2,00 Mean 1,9410 1,7753 1,7893 1,9382 1,9719 1,9494 1,6994 1,9326 1,8708 1,7051 1,9944 Std. Deviation ,23594 ,41798 ,40836 ,24113 ,16546 ,21941 ,45915 ,25109 ,33591 ,45666 ,07485 356 1,00 2,00 1,9944 ,07485 356 356 356 2,00 1,00 1,00 2,00 2,00 2,00 2,0000 1,9860 1,9860 ,00000 ,11784 ,11784 Tablo 6’da görüldüğü gibi cevaplayıcıların internet sitesini kullandıkları banka ya da bankalardan en yüksek ortalama değere sahip olan bankalar İşbankası, HSBC ve YapıKredi Koçbank olarak saptanmıştır. Elde edilen bulgu cevaplayıcıların İşbankası, HSBC ve YapıKredi Koçbank’ın internet sitelerini kullanmayı tercih ettiklerini ortaya koymaktadır. Mudilerin bankacılık işlemlerinde tercih ettikleri ve internet sitelerini kullandıkları bankalar birlikte incelendiğinde, İşbankası ve YapıKredi Koçbank’ın en çok tercih edilen bankalar olduğu ortaya çıkmaktadır. 12 Sosyal Bilimler 6/1 (2008)s.1-22. Tablo 7: Bankacılık işlemlerinde kullanılan kanallar Banka Şubesi 56 Internet Şubesi 56 Telefon Bankacılığı 56 ATM 56 Diğer 56 Minimum Maximum Mean Std. Deviation 1,00 2,00 1,9410 ,50032 1,00 2,00 1,5197 ,49721 1,00 2,00 1,6236 ,23594 1,00 2,00 1,9972 ,48517 1,00 2,00 1,4410 ,05300 Tablo 7 incelendiğinde, araştırmaya katılanların bankacılık işlemlerini gerçekleştirdikleri kanal değişkenlerine vermiş oldukları cevapların ortalamaları alınmış ve dağılımların, ilk sırada 1,99 ortalama ile ATM’yi ikinci sırada 1,94 ortalama ile banka şubesini, üçüncü sırada 1,62 ortalama ile, telefon bankacılığını dördüncü sırada 1,51 ortalama ile, internet şubesini beşinci sırada 1,44 ortalama ile banka şubesi, internet şubesi, telefon bankacılığı, ATM dışındaki diğer kanalları tercih ettikleri görülmüştür. Bu bulgular, ankete katılanların bankacılık işlemlerinde en çok ATM’yi kullandıklarını, en az düzeyde ise banka şubesi, internet şubesi, telefon bankacılığı, ATM dışındaki diğer kanalları tercih ettiklerini ortaya koymaktadır. Tablo 8: Bankacılık işlemleri için bankaya gitme sıklığı 34 122 Percent 9,6 34,3 Valid Percent 9,6 34,3 88 24.7 27,4 68,6 50 62 356 14 17,4 100 14 17,4 100 82,6 100 Frequency Günde 1 kez Haftada 1 kez İki haftada 1 kez Ayda 1 kez Yılda 1 kez Total Cumulative Percent 9,6 43,9 Tablo 8’de görüldüğü gibi bankacılık işlemleri için bankaya gitme sıklığı en fazla haftada 1 kez ve ikinci sırada da iki haftada bir kez olarak ortaya çıkmıştır. Bu bulgu, cevaplayıcıların bankacılık işlemelerini gerçekleştirmek için bankaya çok sık gitmediklerini ortaya çıkarmaktadır. Bu bulgu bankacılık işlemlerini gerçekleştirme kanalları ile beraber düşünüldüğünde bankacılık işlemlerinde de ATM ve telefon bankacılığını tercih etmelerinin doğal bir sonucudur. 13 E.Demirelli, N. Özgüven / Elektronik Finans Hizmetleri Açısından Internet Bankacılığının Kullanımı Üzerine Bir Uygulama Tablo 9: Bankacılık işlemlerinin frekans dağılımları Çalışanların ihtiyaçlara cevap verebilme yeteneği ve hızı Çalışanların problemlere yaklaşımı ve çözümü Bilgisayar vazgeçilmez bir araçtır Internet bankacılığı kullanım sıklığı Bankaların internet sitesine güven düzeyi Bankacılık işlemlerinin internet üzerinden gerçekleştirme süresi Internet bankacılığı hizmetlerini ne kadar yeterli bulunduğu Internet sitesinden sağlanan hizmetlerden memnuniyet düzeyi Çok memnunum Memnunum Kararsızım Memnun Değilim Hiç Memnun Değilim Toplam Tamamen yeterli Yeterli Kararsızım Yetersiz Tamamen yetersiz Toplam Tamamen Katılıyorum Katılıyorum Kararsızım Katılmıyorum Hiç Katılmıyorum Toplam Günde birkaç defa Günde 1 defa Haftada 1 Ayda 1 Çok nadir kullanıyorum Toplam Tamamen Güveniyorum Güveniyorum Kararsızım Güvenmiyorum Hiç Güvenmiyorum Toplam 0-6 ay 7 ay-1 yıl 1 yıl-3 yıl 3 yıl-5 yıl 5 yıl-daha Toplam Tamamen yeterli Yeterli Kararsızım Yetersiz Tamamen yetersiz Toplam Çok memnunum Memnunum Kararsızım Memnun Değilim Hiç Memnun Değilim Toplam 14 Frekans 24 204 60 57 11 356 23 221 49 51 12 100 153 153 28 20 2 100 36 62 107 49 102 100 26 185 80 45 20 356 72 52 137 60 35 100 31 204 76 39 6 356 30 210 76 32 8 356 Yüzde 6,7 57,3 16,9 16,0 3,1 100 6,5 62,10 13,8 14,3 3,4 100 43,0 43,0 7,9 5,6 0,6 100 10,1 17,4 30,1 13,8 28,7 100 7,3 52,0 22,5 12,6 5,6 100 20,2 14,6 38,5 16,9 9,8 100 8,7 57,3 21,3 11,0 1,7 100 8,4 59,0 21,3 9,0 2,2 100 Sosyal Bilimler 6/1 (2008)s.1-22. Internet kullanımını arttırmak için yapılan kampanyaları yeterli bulma düzeyi Tamamen 15 4,2 Yeterli Kararsızım Yetersiz Tamamen 158 74 89 20 44,4 20,8 25,0 5,6 Toplam 356 100 yeterli yetersiz Tablo 9’da cevaplayıcıların genellikle bankaya gittiklerinde çalışanların yaklaşımları ve ihtiyaçlara cevap verebilme hızı ve kabiliyetinden memnun oldukları, ankete katılanların bankaya gittiklerinde karşılaştıkları problemlere çözüm ve bu konuda ilgililerin yaklaşımını yeterli buldukları, günümüzde finansal işlemlerde bilgisayarın vazgeçilmez bir araç olduğu düşüncesine katıldıkları görülmektedir. Ayrıca araştırmada, cevaplayıcıların çoğunluğunun internet bankacılığını kullanım sıklıklarının haftada 1 kez olduğu bulgusuna ulaşılmıştır. Ankete katılanlar, bankaların internet sitelerine güven duyduklarını, bankacılık işlemlerini 1 yıl-3 yıl arasında değişen süredir internet üzerinden gerçekleştirdiklerini, bankaların sundukları internet bankacılığı hizmetlerinden memnun olduklarını, Türkiye’de bankacılık işlemlerinin gerçekleştirilmesinde internet kullanımını arttırmak için yapılan kampanyaları yeterli bulduklarını belirtmişlerdir. Tablo 10: Bankacılık İşlemlerinde Banka Şubesine Gitmeyi Tercih Etme Nedenleri N Güler yüzlü Müşteri İlişkileri İşlem Belgesi Verilmesi Hizmetlere İlişkin Soru-Cevap İmkanı Sunulması Finansal Danışmanlık Hizmeti Verilmesi şlemin Hatalı Yapılması Korkusu Minimum Maximum Mean Std. Deviation 356 1,00 2,00 1,7219 ,44869 356 1,00 2,00 1,5112 ,50058 356 1,00 2,00 1,5197 ,50032 356 1,00 2,00 1,6994 ,45915 356 1,00 2,00 1,8174 ,38687 Ankete katılanların bankacılık işlemlerinde banka şubesine gitmeyi tercih etme nedenleri arasında birinci sırada 1,81 ortalama ile işlemin hatalı yapılması korkusu yer almakta, 1,72 ortalama ile ikinci sırada güleryüzlü müşteri ilişkileri yer almakta, üçüncü sırada 1,69 ortalama ile bankaların finansal danışmanlık hizmeti vermesi yer almakta, dördüncü sırada 1,52 ortalama ile bankalarda hizmetlere ilişkin soru-cevap imkanı sunulması yer almakta, beşinci sırada 1,51 ortalama ile bankalarda işlem belgesi verilmesi yer almaktadır. Bu bulgulara göre, işlemin hatalı yapılması korkusu ilk sırada, işlem belgesi ise son sırada yer almaktadır. Müşteriler en çok işlemlerin doğru yapılmasına önem vermektedirler. 15 E.Demirelli, N. Özgüven / Elektronik Finans Hizmetleri Açısından Internet Bankacılığının Kullanımı Üzerine Bir Uygulama Tablo 11: Internet Bankacılığının Faydaları 356 356 Minimu m 1,00 1,00 Maximum 2,00 2,00 Mean 1,5281 1,9551 Std. Deviation ,49991 ,20747 356 1,00 2,00 1,7949 ,40431 356 1,00 2,00 1,6236 ,48517 356 356 1,00 1,00 2,00 2,00 1,5618 1,2303 ,49686 ,42164 N İşlem Maliyetlerinin Düşmesi İşlem Hızının Artması İşlem Güvenliğinin Sağlanması Şubeye Ulaşılabilirliğin sağlanması Prosedürün Kolaylaşması Diğer Cevaplayıcıların internet bankacılığının kullanıcıya sağladığı faydalar arasında birinci sırada 1,95 ortalama ile işlem hızının artması yer almakta, 1,79 ortalama ile ikinci sırada işlem güvenliğinin sağlanması yer almakta, üçüncü sırada 1,62 ortalama ile şubeye ulaşılabilirliğin sağlanması yer almakta, dördüncü sırada 1,56 ortalama ile prosedürün kolaylaşması yer almakta, beşinci sırada 1,52 ortalama ile işlem maliyetlerinin düşmesi yer almakta, altıncı sırada 1,23 ortalama ile diğer seçeneği yer almaktadır. Bu bulgulara göre, tercih kriterinde ilk sırada, işlem hızının artması yer almaktadır. Müşteriler en çok işlem hızının artması konusunda internet bankacılığının kullanıcıya fayda sağlayacağını belirtmişlerdir. Tablo 12: Bankanın Internet Şubesinden Beklentileri Güven 56 Kişisel Bilgilerin Saklanması İşlem Maliyetlerinin Düşük Tutulması İşlem Çeşitliliğinin Artması Yardımcı Bilgisayar Programlarına İhtiyaç Duyulmaması Internet Bankacılık İşlemlerinden Hediye Kazanmak 3 56 3 56 3 56 3 56 3 56 Maximum Mean Std. Deviation 2,00 1,9382 ,24113 1,00 2,00 1,5309 ,49975 1,00 2,00 1,4663 ,49956 1,00 2,00 1,5506 ,49814 1,00 2,00 1,8343 ,37236 1,00 2,00 1,2275 ,41983 NMinimum 3 1,00 Ankete katılanların bankanın internet şubesinden beklentileri arasında birinci sırada 1,93 ortalama ile güven unsuru yer almakta, 1,83 ortalama ile ikinci sırada yardımcı bilgisayar programlarına ihtiyaç duyulmaması yer almakta, üçüncü sırada 1,55 ortalama ile işlem çeşitliliğinin artması yer almakta, dördüncü sırada 1,53 ortalama ile kişisel bilgilerin saklanması yer almakta, beşinci sırada 1,46 ortalama ile işlem maliyetlerinin düşük tutulması yer almakta, altıncı sırada 1,22 ortalama ile internet bankacılığı işlemlerinden hediye kazanmak yer almaktadır. Bu bulgulara göre, ilk sırada, güven unsuru, 16 Sosyal Bilimler 6/1 (2008)s.1-22. son sırada ise internet bankacılığı işlemlerinden hediye kazanmak yer almaktadır. Müşteriler bir bankadan en çok güven unsuruna önem vermelerini beklemektedir. Tablo 13: Internet Bankacılığını Tercih Nedenleri Bankanın Adı Internet Bankacılığının İş Hayatında Çağdaş Bir Uygulama Olması İşlem Maliyetlerinin Minimizasyonu Kullanıcıya Sağladığı Güven İşlemlerin Hızlı Bir Şekilde Gerçekleşmesi Banka Tarafından Internet Bankacılığını Tercih Edenlere Sağlanan Ekstra Hizmetler (Çekiliş, Hediye Puan vs) İşlem Tutarı İşlemlerin Kolaylıkla Gerçekleşmesi N 356 Minimum 1,00 Maximum 2,00 Mean 1,8539 Std. Deviation ,35367 356 1,00 2,00 1,3371 ,47338 356 1,00 2,00 1,4944 ,50067 356 1,00 2,00 1,6713 ,47038 356 1,00 2,00 1,3708 ,48370 356 1,00 2,00 1,7893 ,40836 356 1,00 2,00 1,8511 ,35647 356 1,00 2,00 1,9607 ,19464 Ankete katılanların internet bankacılığını tercih etme nedenleri arasında birinci sırada 1,96 ortalama ile işlemlerin kolaylıkla gerçekleşmesi yer almakta, 1,85 ortalama ile ikinci sırada bankanın adı yer almakta, üçüncü sırada 1,85 ortalama ile işlem tutarı yer almakta, dördüncü sırada 1,78 ortalama ile banka tarafından internet bankacılığını tercih edenlere sağlanan ekstra hizmetler (Çekiliş, Hediye Puan vs) yer almakta, beşinci sırada 1,67 ortalama ile kullanıcıya sağladığı güven yer almakta, altıncı sırada 1,49 ortalama ile işlem maliyetlerinin minimizasyonu yer almakta, yedinci sırada 1,37 ortalama ile işlemlerin hızlı bir şekilde gerçekleşmesi, sekizinci sırada 1,33 ortalama ile iş hayatında çağdaş bir uygulama olması yer almaktadır. Bu bulgulara göre, cevaplayıcılar internet bankacılığını en çok işlemlerin kolaylıkla gerçekleşmesi, ikinci sırada ise bankanın adı nedeniyle tercih etmektedirler. 17 E.Demirelli, N. Özgüven / Elektronik Finans Hizmetleri Açısından Internet Bankacılığının Kullanımı Üzerine Bir Uygulama Tablo 14: Internet Şubesinde Dikkat Çeken Faktörler Minimum Maximum Mean Std. Deviation 356 1,00 2,00 1,6770 ,46829 356 1,00 2,00 1,6938 ,46155 356 1,00 2,00 1,4045 ,49148 356 1,00 2,00 1,3427 ,47528 356 1,00 2,00 1,5955 ,49148 356 1,00 2,00 1,9242 ,26512 N İçerik Güvenlik Önlemleri Sayfa Düzeni İşlemlerin Çeşitliliği Kişisel web sayfası İşlemlerin Gerçekleşme Hızı Cevaplayıcıların bankacılık işlemlerinin yapıldığı bir internet şubesinde dikkat çeken faktörler arasında ilk sırada 1,92 ortalama ile işlemlerin gerçekleşme hızı yer almakta, ikinci sırada 1,69 ortalama ile güvenlik önlemleri yer almakta, üçüncü sırada 1,67 ortalama ile içerik yer almakta, dördüncü sırada 1,59 ortalama ile kişisel web sayfası yer almakta, beşinci sırada 1,40 ortalama ile sayfa düzeni yer almakta, 1,34 ortalama ile altıncı sırada işlem çeşitliliği yer almaktadır. Bu bulgulara göre, bankacılık işlemlerinin yapıldığı bir internet şubesinde en çok dikkat çeken faktörün işlemin gerçekleşme hızı ve güvenlik önlemleri olduğunu ortaya koymaktadır. Hipotezler H1: Müşterilerin bankadan memnuniyet derecelerinin ortalaması ile bankaya gitme sıklığı arasında ilişki vardır. H2: Müşterilerin bankaların internet sitelerine güven düzeyiyle, internet bankacılığı kullanım sıklığı arasında ilişki vardır. H3: Internet sitelerinin hizmetlerinden memnuniyet düzeyiyle, internet üzerinden işlem gerçekleştirme süresi arasında ilişki vardır. H0: Müşterilerin bankadan memnuniyet derecelerinin ortalaması ile bankaya gitme sıklığı arasında ilişki yoktur. H1: Müşterilerin bankadan memnuniyet derecelerinin ortalaması ile bankaya gitme sıklığı arasında ilişki vardır. Parametrik olmayan ki-kare testine göre, %95 güven aralığında müşterilerin bankadan memnuniyet derecelerinin ortalaması ile bankaya gitme sıklığı arasında ilişki vardır (Pearson c 2=82,834; 0,0<0,05). Bu durumda H1 hipotezi kabul edilmektedir. Varyansların dağılımının gösterilmesi amacıyla analiz kapsamında homojenite testi uygulanmıştır (Levene istatistiği=1,758, p=0,137, p>0,05). Varyansların homojen dağılmadığı görülmüştür. Varyanslar homojen dağılmadığı için Kruskal-Wallis testi gerçekleştirilebilmiştir ( c 2=32,697; p=0,0<0,05) olduğundan H1 hipotezi kabul edilmektedir. 18 Sosyal Bilimler 6/1 (2008)s.1-22. Müşterilerin bankadan memnuniyet derecelerinin ortalaması ile bankaya gitme sıklığı arasında ilişki vardır. H0: Müşterilerin bankaların internet sitelerine güven düzeyiyle, internet bankacılığı kullanım sıklığı arasında ilişki yoktur. H2: Müşterilerin bankaların internet sitelerine güven düzeyiyle, internet bankacılığı kullanım sıklığı arasında ilişki vardır. Parametrik olmayan ki-kare testine göre, %95 güven aralığında Müşterilerin bankaların internet sitelerine güven düzeyiyle, internet bankacılığı kullanım sıklığı arasında ilişki vardır (Pearson c 2=107,496; 0,0<0,05). H2 hipotezi kabul edilmektedir. Varyansların eşit dağılıp dağılmadığını gösteren homojenite testi uygulanmıştır (Levene istatistiği=0,411, p=0,801, p>0,05). Varyansların homojen dağılmadığı görülmüştür. Varyanslar homojen dağılmadığı için Kruskal-Wallis testi gerçekleştirilebilmiştir ( c 2=88,241; p=0,0<0,05) olduğundan H2 hipotezi kabul edilmektedir. Müşterilerin bankaların internet sitelerine güven düzeyiyle, internet bankacılığı kullanım sıklığı arasında ilişki vardır. H0: Internet sitelerinin hizmetlerinden memnuniyet düzeyiyle, internet üzerinden işlem gerçekleştirme süresi arasında ilişki yoktur. H3: Internet sitelerinin hizmetlerinden memnuniyet düzeyiyle, internet üzerinden işlem gerçekleştirme süresi arasında ilişki vardır. Parametrik olmayan ki-kare testine göre, %95 güven aralığında Internet sitelerinin hizmetlerinden memnuniyet düzeyiyle, internet üzerinden işlem gerçekleştirme süresi arasında ilişki yoktur (Pearson c 2=21,384; 0,164>0,05). H3 hipotezi red edilmektedir. Varyansların eşit dağılıp dağılmadığını gösteren homojenite testi uygulanmıştır (Levene istatistiği=1,266, p=0,283 p>0,05). Varyansların homojen dağılmadığı görülmüştür. Varyanslar homojen dağılmadığı için Kruskal-Wallis testi gerçekleştirilebilmiştir ( c 2=3,502; p=0,478>0,05) olduğundan H3 hipotezi red edilmekte, H0 yokluk hipotezi kabul edilmektedir. Internet sitelerinin hizmetlerinden memnuniyet düzeyiyle, internet üzerinden işlem gerçekleştirme süresi arasında ilişki yoktur. VIII. SONUÇ VE ÖNERİLER Küreselleşme eğilimi, gerek ülkeler arasındaki sınırların ortadan kalkmasına, gerekse teknolojik yeniliklerin gelişmesine önemli katkılar yaratmaktadır. Bu kapsamda finansal sektör de sözkonusu teknolojik gelişimden kendi payını almaktadır. Günümüzde finansal işlemler hem işlem maliyetlerinin düşürülmesi, hem de işlem hızının yükseltilmesi noktasında önemli ölçüde internet ortamına taşınmıştır. Finansal işlemlerin internet ortamına taşınması kullanıcılara önemli kolaylıkları da beraberinde getirmektedir. Özellikle bankacılık sektöründe gözlemlenen bu kolaylıklar, web sitesi aracılığıyla; bir bankanın şubesinde gerçekleştirilebilecek tüm işlemlerin kullanıcının bulunduğu noktaya kadar gelebilmesine imkan vermektedir. 19 E.Demirelli, N. Özgüven / Elektronik Finans Hizmetleri Açısından Internet Bankacılığının Kullanımı Üzerine Bir Uygulama Çalışmada bireylerin internet bankacılığına bakış açılarının belirlenmesi ve internet bankacılığından faydalanan banka mudilerinin bir bankanın internet sitesinden beklentilerinin belirlenmesi amaçlanmıştır. Çalışmada anket yöntemi tercih edilmiştir. Ankete katılan bireylerin anket sorularına, doğru ve samimi cevaplar verdikleri varsayılmıştır. Veriler SPSS paket programında analiz edilmiş olup sonuçlar yorumlanmıştır. Analiz kapsamında öncelikle ankete katılanların demografik özelliklerine yer verilmiştir. Demografik değişkenler incelendiğinde ankete katılanların %40. 1’inin 26 – 35 yaş aralığında yoğunlaştığı görülmüştür. Deneklerin eğitim durumu incelendiğinde %59.3’ünün üniversite mezunu olduğu, %40.4’ü aylık 1000 YTL’nin altında kazanç sağladığı görülmüştür. Ankete katılanların yoğun şekilde, İşbankası, Garanti Bankası ve YapıKredi Koçbank’ı tercih ettikleri görülmüştür. Bu kapsamda Tekstilbank, Şekerbank, Fortisbank gibi bankalar daha az tercih edilir düzeydedir. Bu durum sözkonusu bankalarda hesap açma maliyetinin, işlem maliyetinin yüksek, kampanyaların ise görece daha az olmasıyla açıklanabilir. Çalışma kapsamında en çok ziyaret edilen banka internet siteleri İşbankası, HSBC ve YapıKredi Koçbank olarak saptanmıştır. Anket kapsamında bireysel banka müşterilerinin banka işlemlerini yaparken hangi kanalı tercih ettikleri de incelenmiştir. Bu kapsamda ankete katılan deneklerin, bireysel bankacılık işlemlerinde ATM’yi daha fazla tercih ettikleri saptanmıştır. Cevaplayıcıların bankaya gitme sıklıkları incelendiğinde, bankaya haftada bir ya da iki haftada bir kez gittikleri sonucuna varılmıştır. Bu durum bankacılık işlemlerinde tercih edilen kanal ile birlikte incelendiğinde kullanıcıların yoğun olarak ATM ve telefon bankacılığını tercih etmeleri ile açıklanabilir. Anket kapsamında yapılan analizde, ankete katılanların bankaya gittiklerinde çalışanların yaklaşımları ve ihtiyaçlara cevap verebilme hızı ve kabiliyetinden memnun oldukları, bankaya gittiklerinde karşılaştıkları problemlere çözüm ve bu konuda ilgililerin yaklaşımını yeterli buldukları, günümüzde finansal işlemlerde bilgisayarın vazgeçilmez bir araç olduğu düşüncesine katıldıkları görülmektedir. Ayrıca araştırmada, ankete katılanların internet bankacılığını kullanım sıklıklarının haftada 1 kez olduğu bulgusuna ulaşılmıştır. Ankete katılanlar, bankaların internet sitelerine güven duyduklarını, bankacılık işlemlerini 1 yıl-3 yıl arasında değişen süredir internet üzerinden gerçekleştirdiklerini, bankaların sundukları internet bankacılığı hizmetlerinden memnun olduklarını, Türkiye’de bankacılık işlemlerinin gerçekleştirilmesinde internet kullanımını arttırmak için yapılan kampanyaları yeterli bulduklarını belirtmişlerdir. Ankete katılanların bankacılık işlemlerinde banka şubesine gitmeyi tercih etme nedenleri arasında ilk sırayı işlemin hatalı yapılması korkusu alırken, bankalarda işlem belgesi verilmesi ise en son sırayı almaktadır. Internet bankacılığının kullanıcıya sağladığı faydalar incelendiğinde ise işlem hızının artması tercih kriterinde ilk sırada, işlem güvenliğinin sağlanması, şubeye ulaşılabilirliğin sağlanması, prosedürün kolaylaşması işlem maliyetlerinin düşmesi dışındaki diğer faktörler ise son sırada yer almaktadır. 20 Sosyal Bilimler 6/1 (2008)s.1-22. Ankete katılanların bankanın internet şubesinden beklentileri arasında güven unsuru beklenti kriterinde birinci sırada, yardımcı bilgisayar programlarına ihtiyaç duyulmaması, işlem çeşitliliğinin artması, kişisel bilgilerin saklanması, işlem maliyetlerinin düşük tutulması dışındaki diğer unsurlar ise son sırada yer almaktadır. Bu bulgulara göre müşteriler bir bankadan en çok güven unsuruna önem vermesini beklemektedirler. Ankete katılanların internet bankacılığını tercih etme nedenleri incelendiğinde ilk sırada işlemlerin kolaylıkla gerçekleşmesi, son sırada ise internet bankacılığının iş hayatında çağdaş bir uygulama olması yer almaktadır. Cevaplayıcıların bankacılık işlemlerinin yapıldığı bir internet şubesinde dikkat çeken faktörler arasında ilk sırada işlemlerin gerçekleşme hızı ve güvenlik önlemleri son sırada ise sayfa düzeni yer almaktadır. Bu bulgular, bankacılık işlemlerinin yapıldığı bir internet şubesinde en çok dikkat çeken faktörün işlemin gerçekleşme hızı ve güven olduğunu ortaya koymaktadır. Analiz kapsamında yapılan ki – kare testinde, ki-kare testine göre, %95 güven aralığında müşterilerin bankadan memnuniyet derecelerinin ortalaması ile bankaya gitme sıklığı arasında ilişki vardır. H0 yokluk hipotezi reddedilmiştir. Yapılan homojenite testinin ardından varyanslar homojen olarak dağılmadığından, Kruskal – Wallis testi uygulanmış, müşterilerin bankadan memnuniyet derecelerinin ortalaması ile bankaya gitme sıklığı arasında ilişki saptanmıştır. Tüm bu sonuçlar bireylerin, bankacılık işlemlerinde güven unsuru nedeniyle internet bankacılığını yoğun olarak tercih etmediklerini, bu konuda yeterli bilgi sahibi olmadıklarını ve internet bankacılığı konusunda güven boşluğunun doldurulması durumunda bu hizmetlerden faydalanabileceklerini göstermektedir. Güven unsurunun yasalar kapsamında geniş ölçüde sağlanması, internet bankacılığından faydalanan banka mudi sayısını artıracaktır. Bireyler bu hizmetlerden yararlanma konusunda olumlu eğilim göstermektedir. Bankalar birliği raporları bu durumu destekler nitelikte sonuçlar vermektedir. KAYNAKÇA AKINCI Serkan, AKSOY Şafak, ATILGAN Eda, (2004), Adoption of Internet banking among sophisticated consumer segments in an advanced developing country, The International Journal of Bank Marketing Vol. 22 No. 3, 212 - 232 AKSOY Ramazan, (2006) Internet Ortamında Pazarlama, Seçkin Yayıncılık, Ankara, Elektronik Bankacılık ve Elektronik Para Faaliyetleri İçin Risk Yönetimi, Basel Bankacılık Gözetim ve Denetim Komitesi, Mart 1998, www.ceterisparibus.net, (31.10.2007) ERDOĞDU Cemal, (2002) Elektronik Finans: Ekonomik ve Diğer Faktörler, Bankacılar Dergisi, Sayı: 43, 82 -93 ERTURGUT Mine, (2003) Elektronik İmza Kanunu Bakımından E- Belge ve E – İmza, Bankacılar Dergisi, Sayı: 48, 66 - 79 GÜLMEZ Mustafa, KİTAPÇI Olgun, (2006) Internet Bankacılığı ve Müşteri Davranışları: Cumhuriyet Üniversitesi Akademik ve İdari Personeline Yönelik Bir Uygulama, Cumhuriyet Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Dergisi, Cilt: 7, Sayı: 2, 83 - 100 Internetin Tarihi, Arpanetten, “dot.com’lara...” www.ntvmsnbc.com, (04.10.2007) 21 E.Demirelli, N. Özgüven / Elektronik Finans Hizmetleri Açısından Internet Bankacılığının Kullanımı Üzerine Bir Uygulama JARUWACHIRATHANAKUL Bussakorn, FİNK Dieter, (2005) Internet Banking Adoption Strategies For A Developing Country: The Case Of Thailand, Internet Research, Vol. 15 No. 3, 295 - 311 KATARINA Maenpaa, (2006) Clustering the consumers on the basis of their perceptions of the Internet banking services, Internet Research, 16 (3), 304-322 KINIK Tevfik, (2002) Elektronik Finansın Gelişimi Karşısında Aracı Kuruluşlar, Sermaye Piyasası Kurulu Yeterlilik Etüdü, Yayın No: 174, Ankara, Milliyet Gazetesi, Sanal Banka Korsanlarının Gözü Türkiye’de, (22.07.2007) ÖZTÜRK Kargın Elif, (2006) Bankacılıkta Hizmet Pazarlaması, Bireysel Bankacılık Hizmetleri Uygulamasında Bir Banka “Akbank” Örneği, Dokuz Eylül Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, İşletme Anabilim Dalı Pazarlama Programı, Basılmamış Yüksek Lisans Tezi, İzmir, SAYAR Ceren, WOLFE Simon, (2007) Internet Banking Market Performance: Turkey Versus the UK, International Journal of Banking Marketing, 25 (3), 122 - 141 22 Sosyal Bilimler 6/1 (2008)s.23-33. SOSYAL BİLİMLER Yıl : 2008 Cilt : 6 Sayı :1 Celal Bayar Üniversitesi S.B.E. MANİSA Entelektüel Sermayenin Muhasebeleştirme Sürecinde Yaşanan Sorunlar ve Rasyolara Etkisi Yrd. Doç. Dr. A. Cevdet KAYALI Celal Bayar Üniversitesi İ.İ.B.F., İşletme Bölümü Şebnem ADA Bilim Uzmanı ÖZET Son yıllarda teknolojide meydana gelen hızlı değişim yaşamın hemen hemen her alanında bilginin sahip olduğu önemi daha açık bir şekilde ortaya koymaktadır. Bilginin hayatımızda bu kadar fazla önem taşımaya başlamasıyla birlikte içinde bulunduğumuz çağ da bilgi çağı olarak tanımlanmaktadır. Gelişmiş ülkelerde bilgi varlıkları olarak da adlandırılan maddi olmayan varlıklar günümüzdeki ifadesiyle entelektüel sermaye unsurları firmalar açısından en önemli rekabet unsuru haline gelmiştir. Ancak günümüzde ülkemiz dahil firmaların değerlendirilmesi maddi varlıklara dayalı olarak yapılmakta ve firmaların değerini daha da arttıran maddi olmayan varlıklara (entelektüel sermaye unsurlarına) yeteri kadar önem verilmemektedir. Bu çalışmada entelektüel sermaye kavramı tanımlanarak, muhasebe kayıtlarına yansıması incelenmiştir. Anahtar Kelimeler: Maddi olmayan varlıklar, Entelektüel sermaye Intellectual Capıtal and Accountıng of Intellectual Capital ABSTRACT Recently, it is obvious that information is of great importance for almost every aspect of the life due to the rapid change in the technology. In conjunction with the increasing importance of knowledge in our lives, the current era is defined as the “knowledge age”. In developed countries, “Intangible assets” defined also as “knowledge-based assets” or “intellectual capital” components with its contemporary meaning, are of great importance for companies to have a competitive advantage. In this study, intellectual capital is explained and is examined the effects of accounting records. Key Words: Intangible assets, Intellectual capital 1. GİRİŞ Günümüzde bilginin önem kazanmasıyla birlikte ortaya çıkan ekonomi yapı “Yeni Ekonomi” ya da “Bilgi Ekonomisi” olarak adlandırılmıştır. Ekonominin bu şekilde adlandırılmasına, dijitalleşme, Ar-Ge çalışmalarının rekabette öne geçmesi, küreselleşme ve insan kaynaklarına verilen önemin artması gibi etkenler neden olmuştur. Bilginin bir üretim faktörü olarak ortaya çıkmasıyla birlikte firmaların sahip oldukları fiziksel ve finansal sermayelerinin 23 C. Kayalı, Ş. Ada / Entelektüel Sermayenin Muhasebeleştirilmesi Sürecinde Yaşanan Sorunlar ve Rasyolara Etkisi yanı sıra bilginin yarattığı sermaye olarak da nitelendirilen entelektüel sermaye kavramı gündeme gelmiştir. Özellikle bilgi toplumu olarak adlandırılmış gelişmiş ülkelerde Microsoft gibi, sabit maddi varlığı yüksek parasal değerde olmayan firmalarda piyasa değerinin büyük bir payını maddi olmayan varlıkların oluşturması yeni ekonomide maddi olmayan varlıklara verilen önemi kanıtlamaktadır. Firmaların değerini artıran bu maddi olmayan varlıklar geleneksel muhasebe anlayışına göre bilançoda tanımlanmış olan maddi olmayan varlıklardan daha geniş kapsamlıdır. Özellikle hizmetler sektöründe faaliyette bulunan bilgiye dayalı firmalarda, bilginin değere dönüştürülmesi sürecinde etkili olan müşteriler, tedarikçiler, dağıtım kanalları, firma çalışanları, firmanın kullandığı süreç ve teknikler gibi varlıkları da içine almaktadır. Bu varlıkların toplamı firmaların rekabet gücü ve karlarının artmasında etkili olan entelektüel sermayesini oluşturarak, piyasa değerlerini arttırmaktadır. 2. ENTELEKTÜEL SERMAYE KAVRAMI Entelektüel sermaye kavramını oluşturan kelimelerden entelektüel sözlük anlamıyla; bilim, sanat ve kültür alanlarında yüksek derecede eğitim görmüş kimse ya da toplumun aydın kesimini ifade eden batı dillerinden kaynaklanan bir kavramı ifade etmektedir (Seyidoğlu; 1999, s. 162). Entelektüel kelimesinin kökeni interlectio’dur ve Latince’den gelmektedir. Inter arasında anlamındadır ve ilişkiyi içerir, lectio ise, okuma, elde edinilen, ulaşılan, toplanan bilgi demektir (Arıkboğa; 2003, s. 73). Sermaye ise; günlük kullanımda genellikle parasal sermayeyi ya da geçmiş tasarrufların sonucu olan para stokunu belirtmektedir (Seyidoğlu; 1999, s. 526). İktisat bilimi açısından, “mal ya da hizmet üretiminde kullanılan üretilmiş üretim araçları”, işletme bilimi açısından, “firmanın amaçlarına ve üretim çabalarına uygun olarak sahip olduğu tüm maddi ve maddi olmayan varlıkların toplamı”nı ifade etmektedir. Buna karşın sermaye, muhasebe bilimi açısından ise “firmanın sahip olduğu her türlü iktisadi kıymetlerin kaynağı” olarak tanımlanmaktadır (Çıkrıkçı ve Daştan; 2002, s. 19). Yukarıda belirtilen tanımlardan anlaşılabileceği gibi, firmalar amaçlarına ulaşmakta üç tip sermaye kullanarak çalışmalarını sürdürmektedirler. Bunlar; Fiziksel Sermaye(fabrika, teçhizat, stoklar vb.), Finansal Sermaye(nakit, yatırımlar, alacaklar vb.) ve Entelektüel Sermayedir (Ada; 2006,s.4). 3. ENTELEKTÜEL SERMAYE KAVRAMININ TARİHSEL GELİŞİMİ Firmalarda bilgi ve teknoloji kullanımının yaygınlaşmasıyla oluşan entelektüel sermaye konusunda ilk çalışmalar, ünlü ekonomist John Kenneth Galbraith tarafından 1960’lı yılların sonunda yapılmıştır. Galbraith yakın dostu ekonomist Michael Kalecki’ye yazmış olduğu mektupta, sahip oldukları birçok şeyi entelektüel sermayeye borçlu olduklarının önemini vurgulayarak entelektüel sermayenin oldukça önemli bir kavram olduğunu belirtmiştir 24 Sosyal Bilimler 6/1 (2008)s.23-33. (Şamiloğlu; 2002, s. 68). Galbraith, entelektüel sermayenin yalnızca insan zekasından kaynaklanan bir unsur değil aksine, entelektüel faaliyetler bütünü olduğunu savunmaktadır. Bu çerçevede, entelektüel sermaye yalnızca statik bir maddi olmayan varlık değil, firmanın belirlenen hedeflere ulaşmasını kolaylaştıran bir süreç olmaktadır (Ercan vd.; 2003, s. 100-101). 1975 yılında ise Michael Kalecki makalesinde “Acaba kaçımız son on yılda elde ettiğimiz entelektüel sermayenin farkındayız” ifadesini kullanmıştır (Acar ve Dalğar; 2005, s. 24). Böylelikle entelektüel sermaye akademik literatürde tartışılmaya başlamıştır. Entelektüel sermaye kavramının ilk olarak ortaya çıkışı ise Hiroyuki Itami’nin Japonya’da 1980 yılında yayınlanan “Mobilizing Invisible Assets” (Görünmeyen Aktifleri Harekete Geçirmek) adlı çalışması ile olmuştur. Bu çalışmada Itami görünmeyen varlıkların firmalar açısından önemine değinmiş ve bu varlıkların değerinin belirlenmesi konusunda altyapı oluşmasına katkıda bulunmuştur. Bu tarihten günümüze kadar geçen süre zarfında ise entelektüel sermaye kavramının firma literatürüne girmesini sağlayacak birçok deneysel ve teorik çalışma yapılmış, uluslararası düzeyde sempozyum ve konferanslar (OECD Sempozyumu-Amsterdam, 1999, Uluslararası Entelektüel Sermaye Yönetimi Konferansı-Hamilton, Kanada) düzenlenmiştir (Emrem; 2003, s. 603). Gelişen bilgi ekonomisine paralel olarak, organizasyonel anlamda entelektüel sermayeden ilk olarak bahseden Thomas Stewart Haziran 1991 tarihinde “Fortune” dergisinde yayınlanan “Brainpower” (Beyin Gücü) isimli makalesinde, yeni dünya düzeninin entelektüel sermayedarlarının kontrolü altında olacağını iddia etmiştir (Şamiloğlu; 2002, s. 68). Stewart’ın “Brainpower” (Beyin Gücü) makalesine göre entelektüel sermaye “firmaya piyasada rekabet avantajı kazandıran, firma çalışanlarının bildiği her şeyin toplamı” (Savaşçı ve Çakı; 2003, s. 590) şeklinde tanımlanmaktadır. Stewart bu tanımına ek olarak da entelektüel sermayeyi “Buluşçuluk ve yenilenmenin kaynağı olan bireyin bilgi ve know-how birikimi” veya “insan beyinlerinde gömülü olan yetenek, beceri, uzmanlık” (Büyüközkan; 2002, s. 35) şeklinde ifade etmiştir. Thomas Stewart (1997, s. 72), “Entelektüel Sermaye: Kuruluşların Yeni Zenginliği” adlı kitabında ise daha önce yaptığı tanımlamayı geliştirerek entelektüel sermayeyi, bir kuruluşun elindeki patentlerin, uyguladığı süreçlerin, çalışanlarına özgü becerilerin, teknolojilerin, müşteri ve tedarikçiler hakkındaki enformasyonun ve geçmiş tecrübelerin toplamı olarak ifade etmektedir. İlk profesyonel entelektüel sermaye yöneticisi olarak bilinen, konunun bir başka öncü ismi ise Leif Edvinsson (Acar ve Dalğar; 2005, s. 25)dır ve entelektüel sermayeyi; “piyasada rekabet avantajı yaratacak, profesyonel yetenekler, müşteri ilişkileri, organizasyonel teknoloji, deneyim ve bilginin bir bütünüdür”, şeklinde tanımlamıştır (Emrem; 2003, s. 603). Bu tanımlara ilaveten entelektüel sermaye kavramı Edvinsson ve Malone tarafından şu şekilde ifade edilmiştir; “Entelektüel sermayenin işlevi benzetme yapılarak daha 25 C. Kayalı, Ş. Ada / Entelektüel Sermayenin Muhasebeleştirilmesi Sürecinde Yaşanan Sorunlar ve Rasyolara Etkisi kolay açıklanabilmektedir. Bir firmayı, örneğin ağaç gibi yaşayan bir organizma olarak düşünürsek, organizasyonel planlar, yıllık ve dönemlik raporlar ve diğer dokümanların da bu ağacın gövdesi, dalları ve yaprakları olduğu söylenebilir. Akıllı bir yatırımcı; olgun ve yetişmiş meyveler elde edip edemeyeceğine dair bu ağacı inceleyecektir. Ancak ağacın sadece görünen kısımlarına bakarak tümünü gördüğümüzü, tanıdığımızı söylemek büyük bir hatadır. En azından ağacın yarısı görünen yüzeyin altında, kökündedir. Her ne kadar meyvelerin tadı ve yaprakların rengi ağacın şimdiki durumu hakkında iyi bir izlenim yaratsa da, ağaç hakkında bilgi edinmek isteyen kimsenin ağacın köküyle ilgilenmesi daha etkili olacaktır. Yerin altında, sağlıklı görünen bir ağacın ölümüne neden olabilecek bir çürük olabilir. Bu durum da firma değerinin kökünü araştırmak, dinamik faktörlerin ölçülmesi konusunu yani firma binaları ve ürünleri gibi görünen yüzeyin altında bulunan entelektüel sermayeyi önemli kılmaktadır” (Mouritsen vd.; 2001, s. 361). Bir firmanın mali açıdan mevcut durumu ile gelecekteki durumunu en iyi açıklayacak olan hiç şüphesiz finansal tablolarıdır. Finansal tabloların incelenerek analizi ve yorumu firmanın öz sermaye karlılığını, aktif karlılığını ve gelecekteki yatırım gücünü gösterecektir. Finansal tablolarda entelektüel sermayenin kalem olarak yer alması firmanın yukarıda belirtilen tüm değerlendirmelerini değiştireceği anlamını taşımaktadır. Bu bakımdan firmaların finansal tabloları analiz ve yorumlanırken entelektüel sermayenin önemi ortaya çıkmaktadır. 4. ENTELEKTÜEL SERMAYE KAVRAMININ ÖNEMİ Firmalarda ortaya çıkan sürekli değişim ve bilgi ihtiyacı içsel ve dışsal pek çok karmaşaya yol açmıştır. Bu karmaşanın giderilmesi amacıyla ortaya çıkan entelektüel sermaye kavramı ile: § İşin amacı ve taşıdığı önem ön plana çıkmıştır. § Müşteri değeri giderek önem taşıyan bir kavram haline gelmiştir. § Öğrenme ve yenilik kavramları değerli hale gelmiştir (Johannessen vd.; 2005, s. 152). Fortune 500 listesine göre dünyanın piyasa değeri en yüksek firması Microsoft’tur. Listeye göre Microsoft’un piyasa değeri yaklaşık 500 milyar Amerikan Dolar’dır. Bununla birlikte Microsoft’un aktif toplamı, yaklaşık yarısı kısa süreli aktifler olmak üzere, 45 milyar Amerikan Doları civarındadır. Yalnızca 2 milyar Amerikan Dolarlık fiziksel aktifle bu piyasa değerine ulaşan Microsoft’un bu değerini, onun maddi varlıkları değil, örgütsel kültür, müşteri sadakati, çalışanların know-how ve yetenekleri, markası gibi entelektüel sermayesi yaratmaktadır (Yıldız ve Tenekecioğlu; 2004, s. 582). Entelektüel sermayenin çıkış noktası firmaların defter değeri ile piyasa değeri arasındaki farkın özellikle bilgi yoğun firmalarda giderek açılmasıdır. Bu oluşan fark, farklı değişkenlerden etkilenmekle beraber, aynı zamanda entelektüel sermayenin değeri hakkında da bilgi vermektedir. Oluşan farkın 26 Sosyal Bilimler 6/1 (2008)s.23-33. entelektüel sermayenin değeri olarak görülmesi, gerek akademisyenler gerekse uygulayıcılar tarafından genel kabul görmektedir (Emrem; 2004, s. 2). Defter değeri, muhasebe değeri veya firmanın bilançosunda gösterilen öz sermaye ile yakından ilgili olduğundan öz sermaye değeri olarak ta adlandırılan firmanın toplam aktiflerinden toplam borçlarının düşülmesiyle elde edilen değer öz sermaye olarak tanımlanır. Öz sermaye toplamının dolaşımda bulunan hisse senedi sayısının bölünmesiyle hisse senedinin defter değeri elde edilmektedir ve bu değer genellikle hisse senedinin kayıtlı değerinden farklıdır. Normal olarak bir hisse senedinin piyasa değerinin defter değerinden yüksek olması beklenir.(Chambers; 2005,s.185) Buna örnek olarak dünyanın en gelişmiş ve derinlik kazanmış piyasalarından birisi olarak kabul edilen New York borsası verilebilir. New York borsasında ortalama Piyasa Değeri/Defter Değeri (PD/DD) oranı son yıllarda en yüksek seviyelerine çıkmış durumdadır. Şekil 1: 1920-2000 Arasında Dow Jones Endeksinde Oluşan Ortalama PD/DD Oranları(Kaynak: Ertuğrul; 2000a, s. 81.) Şekil 1 New York Borsasının temel endekslerinden olan Dow Jones endeksinin özellikle bilgi toplumuna geçildiği ve maddi olmayan varlıkların önem kazandığı 1980’li yıllardan sonra izlediği seyri göstermektedir. Yeni ekonomik ortamda firmalar piyasada, defter değerinin çok üzerinde değerlenmektedir. Şekil 1’de defter değeri %100 oranı ile gösterilmiştir. Eğri ise defter değerinin yüzdesi olarak gösterilen piyasa değerini ifade etmektedir. PD/DD eğrisi ile defter değerini gösteren %100 çizgisi arasında oluşan bölge, endeksteki firmaların maddi olmayan sermayelerini göstermektedir (Şahin; 2004, s. 248). 27 C. Kayalı, Ş. Ada / Entelektüel Sermayenin Muhasebeleştirilmesi Sürecinde Yaşanan Sorunlar ve Rasyolara Etkisi 5. ENTELEKTÜEL SERMAYENİN MUHASEBELEŞTİRİLMESİ VE YAŞANAN SORUNLAR Uluslararası Muhasebe Standartları Komitesi (IASC) ise entelektüel sermayeyi, maddi olmayan varlıklar olarak ele almış ve marka, ticari marka, bilgisayar yazılımları, lisanslar, telif hakları, patentler, imtiyaz anlaşmaları, hizmet ve üretim hakları, prototipler ve formüllerden oluşan bir bütün olarak tanımlamıştır. Komite bu varlıkları muhasebe kriterlerine uygun varlıklar olarak nitelendirmiştir (Emrem; 2003, s. 604). Konuya firma değeri veya muhasebe açısından yaklaşanlar ise entelektüel sermayeyi, “bir firmanın defter değeri ile, bu değere ödenilmeye hazır olunan değer arasındaki fark” şeklinde tanımlamaktadırlar. Bu tanım daha çok geleneksel muhasebede yer alan ve yabancı literatürde “goodwill” olarak ifade edilen şerefiye tanımını yansıtmaktadır (Çıkrıkçı ve Daştan; 2002, s. 20). Piyasa firmayı bir bütün olarak değerlemekte, firmanın piyasa fiyatı ile tüm varlıklarının değeri arasındaki fark ise şerefiye olarak adlandırılmaktadır. Kuramsal olarak şerefiye, alıcının, söz konusu firmanın tüm varlıklarının gerçeğe uygun değerlerinin üzerinden vermiş olduğu primdir. Uygulamada genellikle maddi varlıkların gerçeğe uygun değerleri belirlenir ve onun dışındaki her şey şerefiye olarak nitelendirilir. Oysa entelektüel sermaye kavramı yukarıdaki tanımlamalardan da anlaşılabileceği gibi daha geniş bir boyutu içermektedir. Kısaca şerefiye kavramı, entelektüel sermayenin ağırlığını taşımaktan ve onu ifade etmekten oldukça uzaktır (Acar ve Dalğar; 2005, s. 25). Ayrıca geleneksel muhasebede maddi olmayan varlıklar ve şerefiye itfa payına tabidir ve belirli bir zaman periyodu içerisinde değerlerini kaybederler. Oysa günümüzde maddi olmayan varlıklar, özellikle ticari unvanlar ve markalar giderek değer kazanmaktadır (Ertuğrul; 2000b, s. 4). Firmanın muhasebe işlemleri açısından muhasebeciler, fiziksel ve finansal sermayeye alışkındırlar; öte yandan entelektüel sermaye ancak patentler, mülkiyet hakları, telif hakları ve acentelik gibi soyut varlıklar şeklinde kısmen bilinmektedir. Entelektüel sermaye aslında tüm bu soyut varlıklardan daha fazla bir olguyu içermektedir (Lynn; 2000, s. 120). Bu yüzden günümüzde geçerli olan muhasebe sistemleri entelektüel sermayenin ölçülmesi, kaydedilmesi, raporlanması ve analiz edilmesi açısından yeterli olmamaktadır. Bu nedenden dolayı kullanılan muhasebe ve finansal raporlama sistemleri; özellikle ileri teknoloji tabanlı endüstrilerdeki yöneticiler ve finansal analistler tarafından iş dünyasındaki değişimlere ayak uyduramaması bakımından eleştirilmektedir. Bu yapılan eleştirilerden biride finansal tablolar iş yaşamının önemli yapı taşları olan insan sermayesi, organizasyonel sermaye ve müşteri sermayesini ölçme ve göstermede başarısız kalmasıdır (Seetharaman vd.; 2002, s. 130). Muhasebe disiplini açısından, insan sermayesi değerlendirmeye alındığında ortada bir paradoksun yer aldığı görülmektedir. İnsan sermayesi varlık olarak kabul edilmektedir. Varlıklar ticari değişim değeri olan ve firmaca 28 Sosyal Bilimler 6/1 (2008)s.23-33. sahip olunanlardır. Bu varlıklara; nakit, ticari alacaklar, malzeme veya arazi gibi benzer varlıklar örnek olarak gösterilebilir. Firmalar insan sermayesine sahip değillerdir. Fakat insan sermayesi değerlendirilirken temelde yapılan hata diğer varlıklar gibi sahip olunduğu varsayımıdır. Oysa insan sermayesi ne şimdi sahip olunan ne de gelecekte sahip olunacağına inanılan potansiyel varlıktır. Çalışanlar aslında iş verenlerce belirli bir süre için belirli bir ücret karşılığında kiralanmışlardır (Üç; 14.10.2005, s. 7). Standart muhasebe modelleri, firma yöneticilerine ve firmanın ortaklarına, hisselerin durumu ve nakit akışı ile ilgili bilgileri sunmak için geliştirilmiş bir sistemdir. Bu bilgilerin hemen hemen hepsi ölçülebilir ve genel kabul görmüş muhasebe standartlarına göre raporlanabilir türdedir. Öte yandan entelektüel sermaye yeni bir konu olmasının yanı sıra muhasebecilerin ve yöneticilerin kafasında henüz çözülemeyen bir bilmecedir. Entelektüel sermayeyi bilmeceye çeviren en önemli özellik, onun görülemez, hayli değişken ve dolayısıyla objektif olarak ölçülemez olmasıdır. Entelektüel sermaye varlıklarını muhasebeleştirebilmek için yeni finansal kavramlar ve uygulamalar geliştirilmelidir (Yıldız ve Tenekecioğlu; 2004, s. 581). Bu duruma çözüm önerenlerden biri olan Leif Edvinsson’a göre, muhasebeciler için yapılması gereken 4 önemli faktör vardır. Bu faktörlerden birincisi, muhasebe bilgi sistemlerini entelektüel sermayeyi yönetmek ve kontrol etmek amacıyla planlamaktır. İkincisi, entelektüel sermaye için de genel kabul görmüş raporlama standartları oluşturmak; üçüncüsü, entelektüel sermayeyi denetlemek ve doğrulamak; dördüncü ve sonuncusu da müşterileri entelektüel sermaye ve yönetiminden kaynaklanan ve değer yaratan formül ve sistemler hakkında bilgilendirmektir (Seetharaman vd.; 2002, s. 131). Bu konu üzerinde çalışan İsviçreli Karl Erik Sveiby insan sermayesini değerlendirmenin gerekliliğini ortaya atan ve fiziksel olmayan varlıklara uygun muhasebe metotları geliştirmeye öncülük etmiştir. 1989’da yaptığı tüm çalışmaları “Görünmeyen Bilanço” adlı kitabında toplamış ve bilgi sermayesinin ölçülmesi açısından bir teori ileri sürmüştür. Bu teori birçok İsveç firması tarafından uygulanmaya başlanmıştır. İsveç Hizmet Sektörü Konseyi 1993’te bu teorinin yıllık raporlarda bir standart haline getirilmesine karar vermiştir ve bu da uygulamaya konulan ilk standart olmuştur (Yıldız ve Tenekecioğlu; 2004, s. 580-581). Skandia gibi firmaların yıllık raporları bugünün piyasasında yeni bir bilanço oluşturmaya çalışmaktadır. Bu yeni bilanço, Şekil 2’de görüldüğü gibi, görünen ve görünmeyen muhasebe arasındaki farklılığı belirtmektedir (Choo ve Bontis; 2002, s. 623). 29 C. Kayalı, Ş. Ada / Entelektüel Sermayenin Muhasebeleştirilmesi Sürecinde Yaşanan Sorunlar ve Rasyolara Etkisi Şekil 2: Bir Kaynak Unsuru Olarak Entelektüel Sermaye Kaynak : Ertuğrul; 2000b, s. 6 Şekil 3’dan da anlaşılacağı üzere bugün firmalar için hazırlanan bilançolar firmanın gerek gerçek değerini ortaya koymada gerekse firmaların sahip oldukları entelektüel varlıkların (bir bütün olarak maddi olmayan varlıkların) değerlerini göstermede yetersiz kalmaktadır. Bu sorunun en azından bugün giderilebilmesi için Tek Düzen Hesap Planında boş bırakılan hesapların da kullanımı söz konusu olabilmelidir (Çıkrıkçı ve Daştan; 2002, s. 28). Bu durum da aşağıdaki hesapların kullanımıyla mümkün olabilmektedir. 31.12.. . Hesabı 265 Entelektüel Varlıklar 502 Entelektüel Sermaye Hesabı X .......... A.Ş.’nin 31.12.... Tarihli Bilançosu I. Dönen Varlıklar III. Kısa Vadeli Yabancı Kaynaklar II. Duran Varlıklar IV. Uzun Vadeli Yabancı Kaynaklar E – Maddi Olmayan Duran Varlıklar ..... V. Özkaynaklar A –Ödenmiş Sermaye – Entelektüel Varlıklar 1 – Sermaye 2 – Ödenmemiş Sermaye (-) 3 – Entelektüel Sermaye 30 X Sosyal Bilimler 6/1 (2008)s.23-33. Bilindiği üzere, finansal tabloların düzenlenme amacı firma ile ilgili çıkar gruplarının bilgi gereksinmelerinin tam ve doğru bir biçimde karşılanmasını sağlamaktır. Bu amacı gerçekleştirmek için firmanın sahip olduğu maddi varlıklar gibi entelektüel değerler diye nitelendirilen maddi olmayan varlıkların da gerçeğe yakın değerleriyle en azından temel finansal tablolar (bilanço-gelir tablosu) aracılığıyla sunulması gerekir. Bu durum, Tekdüzen Muhasebe Sistemi içerisinde, finansal tablo dipnotlarından da faydalanmak yoluna gidilerek entelektüel değerlerin temel finansal tablolarda yer alması sağlanabilir. (Çıkrıkçı ve Daştan; 2002, s. 30). 6. ENTELEKTÜEL SERMAYENİN MUHASEBELEŞTİRİLMESİNİN RASYOLARA ETKİSİ Mali tablolarda yer alan iki kalem arasındaki ilişkinin basit matematik ifadesine rasyo (ratio) denilmektedir. Mali tablolarda yer alan kalemler arasında basit matematik ilişkileri göstermek, başka bir deyişle rasyolar (oranlar) hesaplamak tek başına bir amaç değildir. Önemli olan hesaplanan rasyoların (oranların) yorumlanması ve değerlendirilmesidir (Akgüç;1995,s. 345). Firmaların mali analizinde kullanılan rasyolar, entelektüel sermayenin 265 Entelektüel Varlık Hesabı ve 502 Entelektüel Sermaye Hesabı şeklinde muhasebeleştirilmesinde varlıkların kullanımı finansal yapı ve karın ölçülmesinde kullanılan rasyolar da önemli değişiklikler olmaktadır. Borçların Varlık (Aktif) Toplamına Oranı, kaldıraç oranı olarak adlandırılmakta ve varlıkların yüzde kaçının yabancı kaynaklarla finanse edildiğini ortaya koymaktadır. Bu rasyonun yüksek olması, firmanın spekülatif biçimde finanse edildiğini, kredi verenler açısından emniyet marjının düşük olduğunu, firmanın faiz ve borçlarını ödememe durumuyla karşı karşıya kalabileceğini göstermektedir.(Akgüç 1995, s 360) Entelektüel sermayenin 265 Entelektüel varlık hesabına kayıt edilmesi durumunda eğer firma entelektüel varlıklara sahip ise, firmanın bu rasyosu düşecek ve borçlanma gücü artacaktır. Öz Sermayenin Varlık (Aktif) Toplamına Oranı, Öz Sermaye / Varlıklar Toplamı, varlıkların yüzde kaçının firma sahip veya sahipleri tarafından finansmanının sağlandığını göstermektedir. Entelektüel sermayenin 502 Entelektüel Sermaye ve 265 Entelektüel Varlık Hesabında kayıt edilmesi durumu arttırıcı etki yapacaktır. Öz sermayenin artması firmanın mali yapısını arttırırken, kredi bulma ve riskini azaltacağından buna bağlı olarak kredi maliyeti azalacaktır. Firmanın öz kaynakları ne ölçüde verimli kullanıldığının tespit edilmesinde kullanılan öz kaynak devir hızı rasyosu Net Satışlar / Öz Kaynaklar şeklinde hesaplanmaktadır. Entelektüel sermayenin öz kaynaklar içinde yer alması bu oranın düşmesine neden olacaktır. Oranın düşük olması ise firmanın öz kaynaklarını etkin olarak kullanamadığını veya firmanın faaliyet seviyesinin gerektiğinden fazla öz kaynağa sahip olduğunu göstermektedir.(Çabuk, Lazol; 2008, s 193) Ancak, unutulmamalıdır ki entelektüel sermaye sahip firmaların 31 C. Kayalı, Ş. Ada / Entelektüel Sermayenin Muhasebeleştirilmesi Sürecinde Yaşanan Sorunlar ve Rasyolara Etkisi yarattığı katma değer, satış fiyatına olumlu katkı yapacağından bu rasyonun incelenmesinde net satışların tahlilinin iyi yapılması gerekmektedir. Entelektüel sermayenin firma üzerindeki etkisini Dönem Net Karı / Öz kaynaklar işlemiyle bulunan Öz kaynak Net Karlılık Rasyosu, firmaya ortaklarca tahsis edilmiş bulunan değerlerin ne ölçüde etkin ve verimli olarak kullanıldığını tespit etmek amacıyla hesaplanmaktadır. Firmanın öz kaynaklar karlılığını göstermektedir. Bu oranın yüksek olması olumludur(Çabuk, Lazol; 2008, s193). Bu oran entelektüel sermayeye sahip firmalar açısından önemlidir. Bunun nedeni yaratılan katma değerin karlılığı ne ölçüde yansıdığının göstergesi olmasıdır. 7.SONUÇ Günümüzde firmaların piyasa değerlerinin artmasında en önemli etkenlerden biride entelektüel sermayeye sahip olmalarıdır. En geniş anlamıyla bilginin değere dönüştürülmüş hali olarak da tanımlanabilen entelektüel sermaye; küreselleşme, gelişen iletişim teknolojileri ve bilgisayarlar sayesinde firmaların geleneksel yaklaşımlarını da etkilemiştir. Bu nedenle firmalar yönetim, muhasebe ve finans politikalarını yeniden yapılandırmak zorunda kalmıştır. Geleneksel yaklaşımda maddi varlıklar firma büyüklüklerini belirlerken günümüzde maddi olmayan varlıklar firma değerinin belirlenmesinde önemli bir etken olmuştur. Geleneksel yaklaşımda firmalar mali olaylara, geçmişe yönelik ve maliyet odaklı iken günümüzde süreçlerinin önemli olduğu, geleceğe yönelik ve değer odaklı olmaktadır. Tüm bu gelişmelerin neticesinde, hazırlanmakta olan finansal tablolarda entelektüel sermayenin unsurları olan bilanço kalemleri olarak da yer almaktadır. Bu durum firmaların mali açıdan özellikle rasyo analizlerinde değişikliklere neden olmaktadır. Bu bakımdan firma değerlendirmelerinde entelektüel sermaye unsurlarına dikkat edilmektedir. KAYNAKÇA ACAR, D., DALĞAR, H.; “Entelektüel Sermayenin Ölçülmesinde Muhasebe Bilgi Sisteminin Katkısı”, Muhasebe ve Denetime Bakış Dergisi, Yıl:4, Sayı:14, Ocak 2005, s. 23-39. ADA Ş.; Firma Değerinin Oluşumunda Bilgi ve Teknolojinin Etkisi, C.B.Ü. S.B.E. Basılamamış Yüksek Lisans Tezi, Manisa, 2006. AKGÜÇ, Ö; Mali Tablolar Analizi, Avcıol Basın-Yayın, İstanbul.1995 ARIKBOĞA, F. Ş.; Entelektüel Sermaye, Derin Yayınları, İstanbul, 2003. BÜYÜKÖZKAN, G.; “Entelektüel Sermaye Yönetimi”, Kal Der Forum Dergisi, Yıl:2, Sayı:6, Nisan-Mayıs-Haziran 2002, s. 32-36. ÇABUK, A., LAZOL, İ; Mali Toblolar Analizi, Nobel Yayın-Dağıtım, Ankara, 2008 CHAMBERS, N.; Firma Değerlemesi, Avcıol Basın-Yayın, İstanbul, 2005 CHOO, C. W., BONTIS, N.; The Strategic Management of Intellectual Capital and Organizational Knowledge, Oxford University Press, 2002. ÇIKRIKÇI, M., DAŞTAN, A.; “Entelektüel Sermayenin Temel Finansal Tablolar Aracılığıyla Sunulması”, Bankacılar Dergisi, Sayı:43, Aralık 2002, s. 18-33. EMREM, E.; “Entelektüel Sermayeyi Ölçme ve Değerlendirme Yöntemleri”, Kocaeli Üniversitesi İİBF 2. Ulusal Bilgi Ekonomi ve Yönetim Kongresi Bildirileri, İzmit, 2003. EMREM, E.; “Entelektüel Sermaye ve Bileşenlerinin Kavramsal Analizi”, Endüstri İlişkileri ve İnsan Kaynakları Dergisi, Cilt:6, Sayı:1, 2004, s. 1-12. 32 Sosyal Bilimler 6/1 (2008)s.23-33. <http://www.isgucdergi.org/index.php?arc=arc_view.php&ex=186&inc=arc&cilt=6&sayi=1&yea r=2004>, (Erişim Tarihi: 14.10.2005). ERCAN, M. K., ÖZTÜRK, M. B., DEMİRGÜNEŞ, K.; Değere Dayalı Yönetim ve Entelektüel Sermaye, Gazi Kitabevi, Ankara, 2003. ERTUĞRUL, M.; “Bilgi Çağında İşletmelerin Yeni Kaynağı: Entelektüel Sermaye”, Active Dergisi, No:15, Ekim-Kasım 2000b, s. 1-11. JOHANNESSEN, J., OLSEN, B., OLAISEN, J.; “Intellectual capital as a Holistic Management Philosopy: a Theoretical Perspective”, Internatioanal Journal of Information Management, 25(2005), s. 151-171. LYNN, B.; “Entelektüel Sermaye Gelecek Binyılın Katma-Değer Başarısında Anahtar”, (Çev. Ercan Bayazıtlı), Muhasebe ve Denetime Bakış Dergisi, Yıl:1, Sayı:2, Ekim 2000, s. 119126. MOURITSEN, J., LARSEN, H. T., BUKH, P. N., JOHANSEN, M. R.; “Reading An Intellectual Capital Statement: Describing and Prescribing Knowledge Management Strategies”, Journal of Intellectual Capital, Vol.2, No.4, 2001, ss. 359-383. SAVAŞÇI, İ., ÇAKI, S.; “Entelektüel Sermaye Bileşenlerinin Değerlendirilmesi: Hipermarketler Üzerine Bir Bakış”, Kocaeli Üniversitesi İİBF 2. Ulusal Bilgi, Ekonomi ve Yönetim Kongresi Bildirileri, İzmit, 2003. SEETHARAMAN, A., SOORIA, H. H., SARAVANAN, A.S.; “Intellectual Capital Accounting and Reporting in The Knowledge Economy”, Journal of Intellectual Capital, Vol.3, No.2, 2002, s. 128-148. SEYİDOĞLU, H.; Ekonomik Terimler Ansiklopedik Sözlük, Güzem Can Yayınları, 2. Baskı, İstanbul, 1999. STEWART, T. A.; Entelektüel Sermaye: Kuruluşların Yeni Zenginliği, (Çevirenler: Zülfü Dicleli-Nurettin Elhüseyni), Mess Yayınları, İstanbul, 1997. ŞAMİLOĞLU, F.; Entelektüel Sermaye, Gazi Kitabevi, Birinci Baskı, Ankara, 2002. ÜÇ, M.; “Entelektüel Sermaye ve Unsurları”, < http://www.bilgiyonetimi.org/cm/pages/mkl_gos.php?nt=581>(Erişim Tarihi: 14.10.2005). WIIG, K. M.; “Integrating Intellectual Capital and Knowledge Management”, Long Range Planning, Vol.30, No.3, 1997, s. 390-405. YILDIZ, B., TENEKECİOĞLU, B.; “Entelektüel Sermayenin İşletmelerin Piyasa Değeri Üzerindeki Etkisi ve İMKB 100 İşletmelerinde Görgül Bir Çalışma”, Osmangazi Üniversitesi İİBF 3. Ulusal Bilgi, Ekonomi ve Yönetim Kongresi Bildirileri, Eskişehir, 2004. 33 F. Sayın / Türkiye’de Eğitim ve Büyümenin Genç İşsizliğine Etkisi SOSYAL BİLİMLER Yıl : 2008 Cilt :6 Sayı :1 Celal Bayar Üniversitesi S.B.E. MANİSA Türkiye’de Eğitim ve Büyümenin Genç İşsizliğine Etkisi Araş. Gör. Ferhan SAYIN Celal Bayar Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü ÖZET Ülkelerin gelişmesinde önemli bir rol üstlenen gençlerin toplam nüfus içindeki payı Türkiye’de fazladır. Bu anlamda Türkiye’nin gelişme yolunda önemli adımlar atıyor olması gerekir. Ancak Türkiye’nin genç nüfusuna istihdam olanağı sağlayamadığı, son yıllarda giderek artan genç işsizlik oranlarından anlaşılmaktadır. İşsizler içinde eğitimli gençlerin payı fazla olduğundan genç işsizliğinin incelenmesi ayrı bir önem arz etmektedir. Bu nedenle çalışmada, Türkiye’de toplam işsizlik ve genç işsizlik oranları ile eğitim düzeylerine göre toplam işsizlik ve genç işsizlik oranlarının, 1988-2007 yılları arasındaki değişimi incelenmektedir. İstihdam üzerindeki vergi yükleri etkisi ile kayıt dışı istihdam sorunlarına da yer verilmiştir. Genç işsizliğin, eğitim ve ekonomik büyüme ilişkisi Johansen-Juselius Eşbütünleşme Testi uygulanarak ekonometrik olarak incelenmiştir. Serilerin eşbütünleşmiş olduğu, başka bir deyişle değişkenler arasında uzun ve kısa dönemli bir ilişki bulunduğu sonucuna ulaşılmıştır. Anahtar Kelimeler: Türkiye, genç işsizliği, eğitim, büyüme, ADF ve KPSS Birim Kök Testi, Johansen-Juselius Eşbütünleşme Testi. THE EFFECT OF EDUCATION AND GROWTH ON TURKEY’S YOUTH UNEMPLOYMENT ABSTRACT The ratio of young people, which have an important role in the development of countries, constitute the highest part of Turkey’s total population. In this sense, Turkey should make an important progress in the manner of improvement. However, increasing youth unemployment rate in recent years indicates that Turkey does not provide employment for her young population. Because of the highest rate of unemployed educated young people in total unemployment, the investigation of youth unemployment has become more important. According to these reasons, in this study; development of the rates of total unemployment and youth unemployment, and development of the rates of total unemployment and youth unemployment due to educational grades are investigated between 1998 and 2007 in Turkey. The effects of tax charges on employment and the informal employment are placed in this study. The education and economical growth relationship of youth employment are investigated by using Johansen-Juselius Cointegration Tests. The study shows that the series are cointegrated, therefore there is a long term and short term relationship between the variants. Keywords: Turkey, youth unemployment, education, growth, ADF and KPSS Unit Root Test, Johansen-Juselius Cointegration Test. 34 Sosyal Bilimler 6/1 (2008)s.34-51. I. Giriş Uluslararası Çalışma Örgütü’nün (ILO) genç işçi olarak kabul ettiği 1524 yaş arası nüfusun, kapasitelerini daha etkin bir şekilde kullanmalarını sağlamak hem o dönem için büyük fayda sağlayacak hem de gençlerin kendilerinden sonraki kuşaklara işgücü, bilgi, beceri, eğitim, öğretim, kültür, değerler, idare ve yeni kapasite yaratma gibi konularda katkılarını sağlayacaktır. On iki buçuk milyonu bulan genç nüfusu ile gelişme yolunda önemli bir potansiyele sahip olan Türkiye, istihdam artışının nüfus artışına yetişemediği, istihdam performansının düşük olduğu bir ülkedir. Son yıllarda artan ekonomik büyüme ise istihdam artışına dönüşememektedir. İstihdamın yarıdan fazlası kayıt dışında olup, bu sorun giderek büyümektedir. Yaşanan krizler ve ekonomik istikrarsızlık ülkede büyüme hızını yıllarca olumsuz etkilemiş, artan işgücünün de etkisiyle işsizlik sürekli artış göstermiştir. İşsizler içinde eğitimli gençlerin payı fazla olduğundan, genç işsizliğinin incelenmesi ayrı bir önem arz etmektedir. Bu amaçla çalışmada, günümüz toplumlarının yaşadığı istihdam sorunlarının farklı bir boyutu olan genç işsizliği, Türkiye işgücü piyasası açısından araştırılmıştır. Çalışmanın ilk bölümünde konunun amacı açıklanmaya çalışılmıştır. İkinci kısımda, konuya ilişkin literatür araştırmasına yer verilmiştir. Üçüncü aşamada, Türkiye’de toplam işsizlik ve genç işsizlik oranları ile eğitim düzeylerine göre toplam işsizlik ve genç işsizlik oranlarının 1988-2007 yılları arasındaki değişimi incelenirken, istihdam üzerindeki vergi yükleri ve kayıt dışı istihdam sorunlarına da yer verilmiştir. Dördüncü bölümde, genç işsizliği ile eğitim ve büyüme arasında uzun ve kısa dönemli bir ilişkinin mevcut olup olmadığı Johansen-Juselius Eşbütünleşme Testi ve Hata Düzeltme Modeli (VECM) kullanılarak ekonometrik olarak araştırılmıştır. Son kısımda ise, Türkiye’de işgücü piyasası ile eğitim ilişkisinde yaşanan sorunlar ve alınması gereken önlemlere ilişkin görüşlere yer verilmiştir. II. Literatür Araştırması İşsizlik ve büyüme üzerine yapılan çalışmalar özellikle 1990’lardan sonra artış göstermiş ve çalışmaların sonucunda genellikle işsizlik ve büyüme oranları arasında negatif bir ilişkiden söz edilmiştir. Brauninger ve Pannenberg (2002), Clark (1990), Eriksson (1997), Aghion ve Howitt (1994) çalışmalarında işsizlik düzeyi ile uzun dönemli ekonomik büyüme arasında negatif bir ilişki saptamışlardır. Eriksson (1997), istihdamın Ar-Ge teşviklerindense düşük vergi oranlarına ve işsizlik sigortası gibi teşviklere daha duyarlı olduğunu ifade etmiştir. Hori (2006) işsizlik büyüme ilişkisine konjonktürel dalgalanmaları da dahil ettiği çalışmasında, yaşanan resesyonların frekansıyla beklenen büyüme oranları arasında negatif ilişki saptamıştır. Sürekli yaşanan konjonktürel dalgalanmaların işsizliğe neden olduğunu, geçici dalgalanmaların ise ekonomiyi tam istihdama ulaştırabileceğini ifade etmiştir. 35 F. Sayın / Türkiye’de Eğitim ve Büyümenin Genç İşsizliğine Etkisi Green, Loon ve Mangan (2000) çalışmalarında, Kuzey Avustralya işgücü piyasası için Logit model kullanarak eğitim, cinsiyet, yaş, din, deneyim faktörlerinin gençlerin üzerindeki etkilerini araştırmışlardır. Genç işsizliğini etkileyen faktörlerden en önemlisinin eğitim düzeyi olduğu sonucuna ulaşmışlardır. Tam zamanlı çalışma ve eğitim düzeyinin, Kuzey Avustralya gençlerinin standart ve standart olmayan işçi olarak ayrımında, belirleyici olduğunu ifade etmişlerdir. Davison (2004), Kuzey Kanada yerli gençleri arasındaki eğitim düzeyindeki farklılıkların kaynaklardaki gelişme, iş olanakları ve sağlık alanındaki gelişmelerle bağlantılı olduğunu vurgulamıştır. Eğitim ve sağlık alanındaki kapasite artırımlarıyla işsizlik, gelişme gibi sosyal alanlarda olumlu gelişmelerin sağlanacağını ifade etmiştir. Türkiye için yapılan çalışmalar içinde Yılmaz (2005), Granger Nedensellik Analizi kullanarak, işsizlik oranından büyüme oranına doğru tek yönlü bir nedensellik olduğu sonucuna ulaşmışken; Kızılgöl (2006a) ise işsizlik oranlarından büyüme oranlarına doğru ve tek bir uzun dönem ilişkisi sonucuna ulaşmıştır. Yüceol’da (2006), Türkiye’de 1950-2004 yılları arasında büyüme ve işsizlik arasındaki ilişkiyi iki alt dönemde ele alarak incelemiştir. 1950-1980 alt dönemi için büyüme ve işsizlik arasında uzun dönemde güçlü ve anlamlı bir ilişki olduğu; 1980-2004 alt döneminde bu ilişkinin ortadan kalktığı sonucuna ulaşmıştır. III. Dünyada ve Türkiye’de İşsizliğe Genel Bir Bakış Günümüzde kronik bir sorun olan ve gereken önlemler alınmadığı taktirde giderek artacak olan işsizlik sorununa çözüm geliştirmek için öncelikle dünyada, sonrasında Türkiye’deki işsizlik olgusunu incelemek faydalı olacaktır. Dünyada 2007 yılı itibariyle toplam ve genç işsizlik oranlarının gösterildiği Tablo 1, işsizliğin dünyada farklı bölgelerde de önemli olan bir sorun olduğunu göstermektedir. Tablo-1: Dünyada Toplam İşsizlik ve Genç İşsizlik Oranları (2007) (%) Bölgeler Toplam İşsizlik Oranları Genç İşsizlik Oranları Güneydoğu Asya ve Pasifik 6.2 16.3 Güney Asya 5.1 9.8 Doğu Asya 3.3 6.9 Orta Doğu 11.8 23.8 Latin Amerika ve Karayip 8.5 17.2 Adaları Kuzey Afrika 10.9 24.5 Sahra Altı Afrika 8.2 13.7 Orta - Güneydoğu Avrupa ve 8.5 17.3 Bağımsız Devletler Topluluğu Gelişmiş Ekonomiler ve AB 6.4 13.2 Türkiye 9.9 19.6 Kaynak: ILO, 2008. 36 Sosyal Bilimler 6/1 (2008)s.34-51. Dünya geneline bakıldığında da 2007 yılı itibariyle genç işsizlik oranlarının, toplam işsizlik oranlarının yaklaşık iki katı olduğu görülmektedir. Türkiye’de 2007 yılında işsizlik oranı %10 seviyelerine yaklaşırken, genç işsizlik oranının yaklaşık %20 gibi önemli bir seviyede olması, işgücü piyasasının yapısının incelenmesini gerektirmektedir. Bu nedenle Tablo 2’de, Türkiye’nin 1988-2007 yılları arasındaki toplam ve genç işsizlik ile işgücüne katılma oranları ve büyüme oranlarına yer verilmiştir. Tablo-2: Türkiye’de 1988-2007 Yılları Arasında İşsizlik-Büyüme Oranları YILLAR İşsizlik 15-24 Yaş Büyüme İşgücüne 15-24 Yaş Oranları Genç Oranları Katılma Grubundaki (%) (%) İşsizlik Oranı İşgücüne Oranları (%) Katılma (%) Oranları (%) 1988 8.4 17.5 1.5 57.5 56.0 1989 8.7 16.6 1.6 57.7 55.4 1990 7.4 16.0 9.4 57.6 55.7 1991 8.5 15.4 0.3 56.5 54.4 1992 8.4 16.3 6.4 55.8 53.6 1993 9.2 17.7 8.1 52.4 48.8 1994 8.3 16.1 -6.1 54.1 50.8 8.41 16.51 3.03 55,94 53.53 1988-1994 ORTALAMASI 1995 7.3 15.6 8.0 54.4 49.5 1996 6.3 13.5 7.1 54.1 49.4 1997 7.2 14.3 8.3 52.2 47.1 1998 6.7 14.2 3.9 53.8 48.0 1999 7.4 15.0 -6.1 51.0 45.1 2000 6.5 13.1 6.3 49.9 42.5 2001 8.4 16.2 -9.5 49,8 42.1 7.11 14.55 2.57 52.17 46.24 1995-2001 ORTALAMASI 2002 10.3 19.2 7.9 49,6 40.9 2003 10.5 20.5 5.9 48,3 38.4 2004 10.3 19.7 9.9 48,7 39.3 2005 10.3 19.3 7.6 48,3 38.7 2006 9.9 18.7 9.9 48,0 37.9 2007 9.9 19.6 4.5 47,8 37.8 2002-2007 ORT. 10.2 19.5 7.61 48.45 38.83 Kaynak: TÜİK ve T.C. Başbakanlık Hazine Müsteşarlığı’nın verilerinden yararlanılarak yazar tarafından düzenlenmiştir. 1988-1994 yılları arasında büyüme oranlarında dalgalanmalar gözlenirken işsizlik oranlarındaki değişim daha düşük kalmıştır. Bu dönem istihdam ve ekonomik büyüme arasındaki ilişkinin azaldığı bir dönem olarak karşımıza çıkmaktadır. Büyüme ortalama %3.03 hesaplanırken, işsizlik ortalaması %8.41, genç işsizlik ortalaması ise %16.51 olarak gerçekleşmiştir. 37 F. Sayın / Türkiye’de Eğitim ve Büyümenin Genç İşsizliğine Etkisi Türkiye ekonomisi 1994 yılındaki krizle daralmış ve büyüme negatif gerçekleşmiştir. Yaşanan ekonomik krizden diğer piyasalar gibi işgücü piyasası da olumsuz etkilenmiştir. Aktif nüfus içerisinde işgücünün nispi ağırlığını gösteren İşgücüne Katılma Oranı 1988-1994 yılları arasında ortalama %55.94 olarak gerçekleşirken, 15-24 yaş grubundaki İşgücüne Katılma Oranı ortalama %53.53 olarak gerçekleşmiştir. 1995-2001 yılları arasında büyüme ortalama %2.5 seviyesinde hesaplanırken, işsizlik oranı ortalama %7.11, genç işsizlik oranı ise ortalama %14.55 seviyesinde gerçekleşmiştir. Bu dönemde büyüme ve istihdam arasındaki ilişkinin belirsizliği artmıştır. 2002 yılından itibaren Türkiye ekonomisi toparlanma sürecine girerek yüksek büyüme hızlarına ulaşmıştır. Ancak bu olumlu gelişmeler işsizlik rakamlarına yansımamıştır. Başka bir deyişle, istihdamsız büyüme süreci yaşanmaktadır. İşgücüne Katılma Oranları da bu sonucu destekler niteliktedir. 1995-2001 yılları arasında ortalama %52.17 düzeyinde iken 15-24 yaş grubundaki İşgücüne Katılma Oranı ise ortalama olarak %46.24 hesaplanmıştır. Türkiye’de son yıllardaki büyüme artışının yarattığı istihdam kapasitesi dikkate alınırsa, büyüme istihdam ilişkisinin zayıflamaya başladığı söylenebilir (Yentürk, Başlevent, 2007: 45-46). 2002-2007 yılları arasında ortalama %7.61 büyüyen Türkiye ekonomisinde işsizlik ortalama %10.2 olarak gerçekleşmiştir. Yüksek büyüme hızlarıyla beraber yüksek işsizlik oranlarının gerçekleşmesinin altında yatan temel öğe, genç işsizlik oranlarının ortalama olarak %19.5 gibi yüksek seviyelerde seyretmesidir. Tablo 2’de de görüldüğü gibi genç işsizlik oranları toplam işsizlik oranlarının yaklaşık iki katıdır. 15-24 yaş grubundaki İşgücüne Katılma Oranları ile Toplam İşgücüne Katılma Oranları arasındaki farkın giderek açılması da bu durumun bir göstergesidir. Uluslararası standartlara göre %70’i bulması gereken İşgücüne Katılım Oranı 2002-2007 yılları arasında ortalama %48.45, 15-24 yaş grubundaki İşgücüne Katılma Oranı ise ortalama %38.83 olarak gerçekleşmiştir. Türkiye’de işsizlik oranı yaş gruplarına göre sıralandığında en yüksek işsizlik oranı 20-24 yaş grubunda görülmekte; bu oran 15-19 yaş gurubunda azalmakta, 25-29 yaş grubunda ise daha da düşmektedir. Yaş gruplarına göre işsizlik oranı, en tepede 20-24 yaş grubu bulunmak üzere ters U’yu andırıyor denilebilir. Genç işsizliğinin yetişkin işsizliğinden yüksek olması ve ters U şeklindeki işgücü piyasasına başka ülkelerde de rastlanmaktadır (O’Higgins, 1997). Genç işgücü içinde 20-24 yaş grubunun işsizlik oranının, 15-19 yaş grubuna göre yüksek çıkmasının çeşitleri nedenleri vardır. Bu sebepler, okuldan yeni mezun olup iş arayanların deneyimsizlikleri, lise mezunlarının mesleki eğitimlerinin eksik olması, uygun iş bulmalarının süre alması, üniversiteden yeni mezun olanların ücret beklentilerinin yüksek olması olarak belirtilebilir. 38 Sosyal Bilimler 6/1 (2008)s.34-51. Eğitim düzeyi işsizliğin temel nedenleri arasında olduğundan, Türkiye’deki işsizlik olgusu incelenirken, eğitim düzeylerine göre işsizlik oranlarına da yer vermek gerekmektedir. Tablo 3, 1988-2007 yılları arasında Türkiye’de eğitim düzeylerine göre işsizlik oranlarını göstermektedir. Tablo-3: Türkiye’de Eğitim Düzeylerine Göre İşsizlik Oranları (%) YILLAR Okur Yazar Lise Altı Lise ve Dengi Yükseköğretim Olmayanlar Eğitimliler Meslek 1988 3.7 8.1 18.1 9.1 1989 4.7 8.3 18.8 7.5 1990 3.9 6.8 16.5 6.9 1991 3.2 8.3 18.1 7.5 1992 2.6 7.6 19.0 8.5 1993 2.7 8.5 16.6 9.5 1994 2.7 7.3 17.0 8.0 1995 2.7 6.6 14.0 6.6 1996 1.2 5.0 14.4 7.4 1997 2.4 5.9 15.3 7.2 1998 1.9 5.2 14.2 9.7 1999 2.3 6.6 12.8 8.5 2000 3.4 5.7 10.6 7.0 2001 3.1 7.8 13.3 7.8 2002 4.6 9.6 14.7 11.1 2003 7.0 10.2 12.8 11.1 2004 3.7 9.1 15.1 12.4 2005 4.5 9.6 13.6 10.2 2006 4.4 9.3 12.8 9.5 2007 5.0 9.3 12.8 9.6 Kaynak: TÜİK. Türkiye’de yeni mezun olan, lise ve üzeri eğitim almış yüksek sayıdaki genç işgücünün istihdam olanaklarının düşük olduğu görülmektedir. 2000 Kasım ve 2001 Mart krizlerinden sonra işsizlik oranlarında görülen artışlarla doğru orantılı olarak tüm eğitim düzeylerinde de işsizlik oranlarının arttığı görülmektedir. Bu artış özellikle yükseköğretim düzeyinde olanlarda çarpıcı bir şekilde karşımıza çıkmaktadır. Türkiye’nin işgücü piyasasıyla ilgili önemli sorunlardan birisi olarak karşımıza çıkan genç işsizliğinin temel nedeninin eğitim seviyesi düşüklüğünden kaynaklanıp kaynaklanmadığını açıklamak amacıyla Tablo 4’de yer alan oranları incelemek yararlı olacaktır. Tablo 4’deki Türkiye’de eğitim düzeylerine göre genç işsizlik oranları, ATO (2007) tarafından hazırlanmış olan “Genç İşsiz Ordusu” raporundan alınmıştır. 39 F. Sayın / Türkiye’de Eğitim ve Büyümenin Genç İşsizliğine Etkisi Tablo-4: Türkiye’de Eğitim Düzeylerine Göre Genç İşsizlik Oranları (%) YILLAR Lise Altı Eğitimliler Lise ve Dengi Meslek Yükseköğretim 1989 13.5 36.3 30.7 1990 13.0 33.8 30.8 1991 12.3 33.2 32.9 1992 12.7 33.3 34.2 1993 14.4 32.7 29.7 1994 12.2 31.7 34.9 1995 12.1 27.2 29.7 1996 9.3 26.7 28.1 1997 9.1 28.7 29.4 1998 8.9 26.6 31.8 1999 10.7 25.7 29.8 2000 9.3 20.7 28.2 2001 12.0 24.6 30.7 2002 14.1 27.3 38.4 2003 16.6 25.0 38.8 2004 13.9 27.4 40.1 2005 15.0 25.1 30.6 2006 15.1 23.2 27.5 Kaynak: ATO, 2007. Tablo 4’de yer alan oranlar incelendiğinde, 1992 yılından itibaren genç işsizler içinde yükseköğretimden mezun olanlarının payının arttığı görülmektedir. Başka bir deyişle, eğitim seviyesi yükseldikçe işsizlik oranı da artmaktadır. Çünkü eğitim seviyesinin yükselmesiyle birlikte işgücüne katılma oranı da artmaktadır. Dünya Bankası, temasını “Kalkınma ve Gelecek Nesil” olarak belirlediği 2007 Dünya Kalkınma Raporu’nda, genç işsizliğinin dünyada önemli bir sorun olduğu vurgulanmış, genç işsizler ve eğitim faktörü ilişkisine yer verilmiştir. 15-24 yaş gurubunda mezun olunan okulun ağırlıklı olarak lise olmasının, beklenir bir durum olduğu belirtilerek, 25-29 yaş gurubu ile 30+ yaş gurubundaki işgücünün eğitim düzeyleri karşılaştırılmıştır. 25-29 yaş gurubundaki toplam işgücünün %31.6’sı üniversite mezunu iken, 15+ yaş gurubunda bu oran işgücünün %21.6’sını oluşturmaktadır. Toplam 15+ işgücünün %61’i lise altı eğitim almış iken, 25-29 yaş gurubunda lise altı eğitim alanların oranı %48.8’dir. TÜİK verilerine göre 15-24 yaş arası yaklaşık 12.5 milyonu bulan genç nüfusun yaklaşık %30’u okula gitmekte, %30’u çalışmakta, %40’lık bir kesimi de, yani yaklaşık 5 milyonu BM Kalkınma Programının Türkiye’deki Gençlik Raporu’nun (2008) ifade ettiği şekliyle “atıl” durumdadır. Rapor’a göre ilkokulda okullaşma düzeyi %89, ortaokulda okullaşma düzeyi %56, yükseköğretimde ise okullaşma düzeyi %18 düzeyindedir. Diğer taraftan okullaşma düzeylerinde bölgelerarasında eşitsizlik de söz konusudur. İlkokullar genelinde %89’luk okullaşma düzeyi, Doğu Anadolu Bölgesi’nde 40 Sosyal Bilimler 6/1 (2008)s.34-51. %84’e, Güneydoğu Anadolu Bölgesi’nde ise %79’a düşmektedir. Orta eğitimde bölgelerarası farklılık artmaktadır. Ülke genelinde ortaokul öğrencilerinin oranı %56 iken bu oran Doğu Anadolu Bölgesi’nde %41’e, Güney Doğu Anadolu Bölgesi’nde ise %26’ya kadar gerilemektedir. Okul öncesi eğitimde de durum çok iç açıcı değildir. Okul öncesi eğitim, çağındaki nüfusun sadece %20’sini kapsamaktadır. Türkiye, eğitim harcamaları bakımından da birçok gelişmiş ülkeye göre geri seviyededir. Türkiye’de 15-24 yaş grubunda görülen işsizlik sorunu yanında kayıt dışı istihdam ve istihdam üzerindeki yüklerin de ağır oluşu işsizliğin temel nedenleri olarak gösterilebilir. Bu nedenle kayıt dışılık ve istihdam vergileri ayrı olarak incelenmelidir. A. Kayıt Dışı İstihdam Kayıt dışı ekonominin doğal bir sonucu olan kayıt dışı istihdam (Güloğlu, 2005: 2) “istihdam faaliyetlerinin resmi belgelere dayandırılmaması ve böylece resmi kayıtlara girmemesi, bunun sonucunda vergisel ve zorunlu sosyal yükümlülükler de dahil olmak üzere tüm yükümlülüklerin, mali ve sosyal güvenlik kurumlarının denetim alanı dışına çıkarılması’’dır. Kayıt dışı istihdam verilerine 2000 yılından itibaren Hanehalkı İşgücü Anketlerinden sosyal güvenlik kurumlarına kayıt durumuna göre ulaşılabilmektedir. Tablo 5’de 2001-2007 yılları arasındaki kayıt dışı istihdam oranları gösterilmektedir. YILLAR 2000 2001 2002 2003 2004 2005 2006 2007 Tablo-5: Türkiye’de Kayıt Dışı İstihdam Oranları (%) Kayıt Dışı İstihdam Oranı 50,6 52,9 52,1 51,7 53,0 50,1 48,5 46,9 Kaynak: TÜİK ve T.C. Başbakanlık Hazine Müsteşarlığı’nın verilerinden yaralanılarak yazar tarafından düzenlenmiştir. Türkiye’de kayıt dışı istihdam oranlarına bakıldığında istihdamın yarısından fazlasının kayıt dışında olduğu görülmektedir. Vergi ve sigorta gelirlerinde azalmaya, işletmeler arasında eşitsiz rekabet koşullarına, çalışanlar açısından sosyal güvenceden yoksun ve kötü çalışma koşullarına neden olan ve %53’lere varan kayıt dışı istihdam çözülmesi gereken önemli bir sorundur. Tarımın istihdam içindeki yüksek payı, göç, yüksek işsizlik, vergi ve SSK prim oranlarındaki artış, bu sorunu kronikleştiren sebeplerdir. Türkiye ekonomisinin istihdam açısından tarım ve hizmetler sektörüne dayalı olması, küçük işletmelerin yaygın olması kayıt dışılığı hazırlayan önemli unsurları oluşturmaktadır. Tarım ve hizmetler gibi izlenme ve denetlenmeleri 41 F. Sayın / Türkiye’de Eğitim ve Büyümenin Genç İşsizliğine Etkisi zor olan sektörler kayıt dışılığa elverişli zemin oluşturmaktadırlar (Uyanık, Bedir, 2006: 60-61). Türkiye’de yaş gruplarına bakıldığında 15-24 yaş arasındaki genç istihdam ile 55 yaş üzerinde yaşlı istihdamda kayıt dışı istihdamın daha yaygın olduğu göze çarpmaktadır. Eğitim durumuna bakıldığında kayıt dışı istihdam edilenlerin eğitim seviyesinin istihdam edilenlere göre daha düşük olduğu ve eğitim seviyesi düştükçe kayıt dışı istihdam oranının arttığı görülmektedir. Kayıt dışı istihdamın ortalama eğitim süresi yaklaşık 4 yıl olup bunların önemli bir kısmı ilkokul mezunu, okuma yazma bilmeyenler ve sadece okuma yazma bilenlerden oluşmaktadır. Genellikle ücretsiz aile işçisi olarak istihdam edilen genç nüfusun neredeyse tamamı kayıt dışı istihdam edilmektedir (SGKB, 2006). Gerek kayıt dışı istihdam gerekse işsizlik oranının yüksek oluşunun en önemli nedeni istihdam üzerindeki yüklerdir. Bu nedenle istihdam vergilerinin incelenmesinde yarar bulunmaktadır. B. İstihdam Vergileri Yapılan araştırmalar Avrupa Birliği Ülkelerindeki toplam vergi yükü içerisinde %35 oranında Dolaylı Vergi ve %65 oranında Dolaysız Vergi olduğunu göstermektedir. Buna karşın yine araştırmalar, Türkiye’de %70 oranında dolaylı vergi ve %30 oranında da dolaysız vergi olduğu göstermektedir. Bu istatistiki bilgiden hareketle Avrupa Birliği ülkeleri ile aramızda önemli ölçüde bir fark olduğu gözlemlenmektedir. Bir ülkede, dolaylı vergilerin toplam vergi gelirleri içindeki payı, dolaysız vergilerden yüksekse, o ülkede vergi adaletinin varlığından söz edilemez, şeklindeki yaygın görüşe göre Türkiye‘de vergi adaletinden, her geçen yıl biraz daha uzaklaşılmaktadır. Toplam vergi gelirleri içinde dolaylı vergilerin payı, kâğıt üstünde artırıldığı sürece kayıt dışılık büyüyecek, vergi tahakkuk ve tahsilatı gerileyecektir. Türkiye’de istihdam üzerinden alınan vergi ve sosyal güvenlik primlerinin yüksek oluşu nedeniyle kayıt dışılık artmaktadır. Kayıt dışı ekonominin kontrol altına alınamaması sonucu da vergi adaletsizliği ve vergi oranları yükselmektedir (Aktaş, 2007). İşverenler getireceği vergi yükü nedeniyle, yeni işçi almayarak mevcut işçilerini fazla çalıştırma yoluna gitmektedirler. Bu da ilk kez iş arayanları olumsuz etkilemektedir. Fazla çalıştırma ise beraberinde işgücünün verimliliğini olumsuz etkileyerek, maliyet ve fiyat artışlarına neden olmaktadır. Ekonomik büyüme de bu etkiler sebebiyle olumsuz etkilenmektedir. IV. Ekonometrik Analiz Bu bölümde amaç, ekonomik büyüme ile eğitimin, genç işsizliği zaman içinde nasıl ve ne yönde etkilediğini araştırmaktır. Modelde 1988-2007 yılları arasına ait Türkiye İstatistik Kurumu (TÜİK), Hazine Müsteşarlığı ve Milli Eğitim Bakanlığı’ndan elde edilen sabit fiyatlarla (1987=100) Gayri Safi Yurtiçi Hasıla (GSYİH), lise-dengi (ortaöğretim) ve yükseköğretim okullaşma oranları 42 Sosyal Bilimler 6/1 (2008)s.34-51. ile genç işsizliği, yıllık veri setleri kullanılmıştır. 1997 yılından itibaren zorunlu eğitim süresinin 8 yıla çıkarılmasıyla birlikte, 1988-1996 yılları arasında ilk ve ortaöğretim şeklinde yayınlanan okullaşma oranları, ilköğretim okullaşma oranı olarak yayınlanmaya başlamıştır. Bu nedenle analiz sonuçlarının sağlıklı olması amacıyla, ilköğretim (ilk ve ortaöğretim) okullaşma oranları modele dahil edilmemiştir. Makroekonomik zaman serileri genellikle durağan değildir. Bu özelliğe sahip olan seriler birinci veya ikinci farkları ya da logaritmaları alınarak durağan hale getirilmektedir. Eğer bir zaman serisi durağansa, ortalaması, varyansı ve kovaryansı zaman içerisinde değişmemektedir. Bir zaman serisinin ortalamasının, varyansının ve kovaryasının zaman içerisinde sabit kalması zayıf durağanlık olarak tanımlanmakta olup, kovaryans durağanlık veya ikinci mertebeden durağanlık olarak da ifade edilmektedir. Bu aynı zamanda geniş anlamda durağanlık olarak da bilinmektedir. Bir stokastik sürecin ortak ve koşullu olasılık dağılımı zaman içinde değişmiyorsa bu seri güçlü anlamda durağan olarak isimlendirilir (Yılmaz, 2005: 69). Granger ve Newbold (1974) durağan olmayan zaman serileriyle çalışılması halinde sahte regresyon problemiyle karşılaşılabileceğini göstermiştir. Bu durumda regresyon analiziyle elde edilen sonuç gerçek ilişkiyi yansıtmaz. Çünkü bu test istatistikleri standart dağılıma sahip olmadıklarından geçerliliklerini yitirmektedirler. Durağan olmayan zaman serileriyle yapılan regresyon analizleri, sadece bu seriler arasında bir eşbütünleşme (cointegration) ilişkisi varsa gerçek ilişkiyi yansıtabilir (Gujarati, 1999: 726). Bu nedenle, zaman serileri ile çalışırken, öncelikle serilerin durağanlığının test edilmesi gerekmektedir. Zaman serilerinin durağanlığının sınanmasında, çeşitli testler kullanılmaktadır. Uygulamada en çok kullanılan testlerden biri, Dickey ve Fuller (1981) tarafından geliştirilen “Geliştirilmiş Dickey-Fuller” (Augmented Dickey-Fuller) (ADF) testidir. Bu test, (1) numaralı denkleme uygulanmaktadır: m DYt = b1 + b 2 t + dYt -1 + a i å DYt -i + e t (1) i =1 DYt ; durağanlığı test edilen değişkenin birinci farkı, t; trend değişkeni ve DYt -i ; gecikmeli fark terimidir. Modele, hata teriminin seri korelasyonsuz olmasını sağlayacak kadar gecikmeli fark terimi ilave edilmektedir. Denklemdeki “m” gecikme sayısı, Akaike ve Schwarz bilgi kriterleri kullanılarak seçilebilir. ADF testi, (1) numaralı denklemdeki d katsayısının istatistiksel olarak sıfıra eşit olup olmadığını test etmektedir. Sıfır hipotezi, farkları alınmamış serilerin birim kök taşıdığı, yani durağan olmadığı şeklindedir. d katsayısının istatistiksel olarak anlamlı olması, bu hipotezin reddedileceği anlamına 43 F. Sayın / Türkiye’de Eğitim ve Büyümenin Genç İşsizliğine Etkisi gelmektedir. Bu da serinin durağan olduğunu göstermektedir. d katsayısının istatistiksel olarak anlamlı olmaması ise serinin birim kök taşıdığı, yani durağan olmadığı anlamına gelmektedir. Bu durumda, durağan hale gelinceye kadar farkının alınması gerekmektedir (Kızılgöl, 2006b: 4). Zaman serilerinin durağanlığının analiz edilmesinde kullanılan Augmented Dickey-Fuller (ADF) birim kök testinin sonuçları, gecikmelere karşı duyarlı olduğundan, bu eksik yönü dikkate alan Kwiatkowski, Phillips, Schmidt ve Shin (KPSS) testinin uygulanması gerekmektedir. ADF ve KPSS testlerinin boş hipotezleri (H0) birbirinin tersidir. ADF testinin boş hipotezi birim kökün varlığına, serinin durağan olmadığına işaret ederken, KPSS testinin boş hipotezi ise serinin durağanlığını ifade etmektedir. Bu çalışmada değişkenlere ait verilerin doğal logaritmaları alınarak, durağanlıkları ADF ve KPPS Birim Kök Testi uygulanarak incelenmiştir. Sonuçlar Tablo 6’da gösterilmiştir. 2. FARK 1. FARK DÜZEY DEĞİŞKENLER genc gsyih yuksek lisedengi genc gsyih yuksek lisedengi genc gsyih yuksek lisedengi Tablo-6: Birim Kök Test İstatistikleri ADF KPSS SABİTLİ TREND+ SABİTLİ TREND+ SABİTLİ SABİTLİ -1.26 (0) -1.84 (0) 0.24 (3) * 0.15 (2) * -1.40 (3) 0.30 (12) -4.95 (0) * 0.21 (9) * -1.55 (0) -1.81 (0) 0.26 (3) * 0.09 (2) * -1.43 (0) -1.81 (0) 0.40 (2) * 0.09 (2) * -3.91 (0) * -3.93 (0) ** 0.17 (0) * 0.06 (1) * 0.50 (18) -6.68 (2) * -7.12 (2) * 0.50 (18) * -3.70(0) ** -3.59 (0) ** 0.09 (0) * 0.09 (0) * -3.84 (0) ** -3.72 (0) ** 0.08 (1) * 0.08 (1) * -6.52 (0) * -4.02 (2) ** 0.05 (2) * 0.05 (2) * -4.84 (4) * -4.93 (4) * 0.19 (6) * 0.19 (6) * -6.02 (0) * -5.81 (0) * 0.50 (17) * 0.50 (17) * -6.23 (0) * -6.02 (0) * 0.50 (17) * 0.50 (17) * Not: Kullanılan değişkenlerin doğal logaritması alınmıştır. ADF test istatistiği kritik değerleri sabitli olarak düzeyde %1 -3.83, %5 -3.02, %10 -2,65; birinci farkta %1 -3.85, %5 -3.04, %10 2.66; ikinci farkta %1 -3.88, %5 -3.05, %10 -2.66; sabitli ve trendli olarak düzeyde %1 -4.53, %5 -3.67, %10 -3.27; birinci farkta %1 -4.57, %5 -3.69, %10 -3.28; ikinci farkta %1 -4.61, %5 -3.71, %10 -3.29’dur. KPSS testi kritik değerleri sabitli %1 0.73, %5 0.46, %10 0.34; sabitli ve trendli olarak %1 0.21, %5 0.14; %10 0.11’dir. Parantez içindeki değerler optimum gecikme uzunluğunu göstermektedir. Gecikme uzunluğu, EViews 5.0 programı tarafından otomatik olarak verilmektedir. Tablo 6 incelendiğinde ADF ve KPSS test sonuçlarına göre tüm serilerin düzey verisi halinde birim kök içerdiği, yani durağan olmadığı, bu nedenle değişkenlerin birinci farkları alındığında ise I(1), durağan olduğu görülmektedir. Bu nedenle seriler arasında statik uzun dönem ve dinamik kısa dönem unsurlar içeren bir modele ulaşılabilir, yani eşbütünleşmenin varlığı araştırılabilir. 44 Sosyal Bilimler 6/1 (2008)s.34-51. Eşbütünleşme durağan olmayan zaman serileri arasındaki ilişkiyi analiz etmek için geliştirilmiş bir testtir. Bu test, tek başına durağan olmayan ancak doğrusal kombinasyonu durağan olan zaman serilerini ele almaktadır. Bu nedenle eşbütünleşme testi, tek başına durağan olmayan zaman serilerinin, doğrusal kombinasyonunun durağan olup olmaması durumunun araştırılmasına dayanmaktadır (Kızılgöl, 2006b: 5-6). Eşbütünleşme tekniğini kullanmanın temelde iki noktada avantajı olduğu bilinmektedir: Birincisi, kısa ve uzun dönem etkileri arasında ayrım yapmaya imkan tanımaktadır. İkincisi, uzun dönem değerlerine doğru ayarlama hızının doğrudan tahmin edilebilmesidir (Kızılgöl, 2006b: 6). Aynı dereceden bütünleşik değişkenler arasındaki eşbütünleşmenin varlığı araştırılırken kullanılacak yöntem seçiminde, değişken sayısı belirleyici olmaktadır. Değişken sayısının ikiden fazla olduğu durumlarda birden fazla eşbütünleşme ilişkisi olabilir. Eşbütünleşme testlerinden Engle-Granger Yöntemi ile bu durumu tespit etmek mümkün değildir. Bu sorun, JohansenJuselius tarafından “En Çok Benzerlik” (Maximum Likelihood) yönteminden yararlanılarak oluşturulan Johansen-Juselius Yöntemi kullanılarak aşılmaktadır. Johansen-Juselius Yöntemi (2) numaralı denklem yardımıyla açıklanmaktadır. X t = Õ t Xt -1 + ... + Õk Xt -k + m + FDt + e t t = 1,......,T (2) e hata terimi, Dt mevsimsel kukla değişkendir. m, F, P 1 …….. P k parametreleri kısıtlanmamış olup, Vektör Otoregresif (VAR) Modeli yardımıyla tahmin edilecektir. Makroekonomik zaman serileri genellikle durağan olmadığından, durağan hale getirmek amacıyla birinci farkları alındığında (2) numaralı denklem (3) numaralı denkleme dönüşmektedir. DX t = G1DX t -1 + ... + Gk -1DX t -k +1 + P Xt -k + m + FDt + e t (3) (3) numaralı denklemde, Gi = -(I - P1 - ... - P i ) , (i=1, … k-1) ve P = -(I - P1 - ...P k ) olarak ifade edilir. Bu işlemler ile katsayılar matrisi olan P’nin, veri vektöründeki değişkenler arasındaki uzun dönemli ilişkiler hakkında bilgiye sahip olup olmadığı araştırılmaktadır. Burada üç durum söz konusudur (Johansen, Juselius, 1990: 170): 1. Rank (P) = 0. Bu durumda kaysayılar matrisi (P) sıfırdır ve (3) numaralı denklem, geleneksel zaman serisi fark vektörü modeline uymaktadır. 2. Rank (P) = p. Bu durumda kaysayılar matrisi (P) rankı tam olup X vektör süreci durağandır. 3. 0 < Rank (P) = r < p. Bu durumda katsayılar matrisi (P), ab¢ biçiminde p*r boyutlu iki matrisin çarpımı olarak ifade edilebilir. Başka bir 45 F. Sayın / Türkiye’de Eğitim ve Büyümenin Genç İşsizliğine Etkisi deyişle, değişkenler arasında uzun dönemli bir ilişki, eşbütünleşme söz konusudur. Johansen-Juselius, eşbütünleşme vektörlerinin sayısını ve anlamlı olup olmadıklarını belirlemek için İz (Trace) İstatistği ve En Büyük Özdeğer (Max Eigenvalue) İstatistiği olmak üzere iki tane test ileri sürmüştür. İz İstatistiği = -T p å ln(1 - l ) i=r +1 i En Büyük Özdeğer = -T ln(1 - l r +1 ) i=(r+1), (r+2), …, p; T= Gözlem sayısını; r= Eşbütünleşmiş vektör sayısını göstermektedir. İz İstatistiği, birbirinden ayrı eşbütünleşmiş vektör sayısının r’ye eşit ya da r’den küçük olduğu Ho hipotezini, genel bir alternatife karşı test etmektedir. Hesaplanan İz İstatistiği, tablo değerinden büyükse Ho hipotezi reddedilir. Hesaplanan En Büyük Özdeğer İstatistiği ile hesaplanan değer tablo değerinden büyükse eşbütünleşme ilişkisinin bulunmadığı şeklindeki hipotez reddedilir. Bu istatistik r+1 tane eşbütünleşmiş vektör olduğunu belirten alternatif hipoteze karşılık, eşbütünleşmeyi gerçekleştiren vektörlerin sayısının r olduğunu belirten sıfır hipotezini test etmektedir (Enders, 1995: 391). Çalışmamızda bir VAR modeli oluşturularak modelin optimum gecikme uzunluğu, Tablo 7’de de görüleceği gibi, LR, FPE, SC ve HQ kriterlerine göre 1 olarak belirlenmiştir. Lag 0 1 2 LogL -14.99437 24.43685* 37.76214 Tablo-7: VAR Gecikme Uzunluğu Seçme Kriteri LR FPE AIC SC NA 9.70e-05 2.110485 2.308346 56.95620* 7.62e-06* -0.492983* 0.496319* 13.32528 1.43e-05 -0.195793 1.584951 HQ 2.137767 -0.356572* 0.049748 * Kriter tarafından seçilen gecikme uzunluğunu göstermektedir. LR: Ardışık modifiye edilmiş LR test istatistiği. FPE: Son kestirim hatası. AIC: Akaike bilgi kriteri. SC: Schwarz bilgi kriteri. HQ: Hannan-Quinn bilgi kriteri. Analizimizde kullandığımız tüm seriler birinci derece farkları alındığında durağan hale geldikleri için aralarındaki uzun dönemli bir ilişkinin varlığını araştırmak amacıyla, uygulanan Johansen-Juselius Eşbütünleşme Testlerinin sonuçları Tablo 8’de gösterilmiştir. 46 Sosyal Bilimler 6/1 (2008)s.34-51. H0 r=0 r£1 r£ 2 Tablo-8: Johansen-Juselius Eşbütünleşme Testleri Sonuçları İz Testi Maksimum Öz Değer Testi Test %5kritik Test %5kritik H1 H1 H0 İstatistiği değer İstatistiği değer 44.87 47.856 29.138* 27.584 r=0* r=1 r³1 15.731 29.797 8.817 21.131 r³ 2 r£1 r= 2 6.913 15.494 6.438 14.264 r£ 2 r³ 3 r= 3 * %5 önem seviyesinde sıfır hipotezinin reddedildiğini göstermektedir. Genç işsizliği, GSYİH, lise ve dengi ile yükseköğretim okullaşma oranları arasında eşbütünleşmenin olmadığını ifade eden H0 hipotezine (r=0) ait İz İstatistiği 44.87 hesaplanmıştır. Elde edilen bu değer %5 önem seviyesindeki 47.856 kritik değerinden küçük olduğu için sıfır hipotezi kabul edilmiş, eşbütünleşmiş vektör tespit edilememiştir. Maksimum Özdeğer Testine göre ise H0: r=0 hipotezi için hesaplanan test istatistiği 29.138, %5 önem seviyesindeki 27.584 kritik değerinden büyük olduğu için sıfır hipotezi reddedilmiş, değişkenler arasında sadece bir eşbütünleşme vektörünün olduğu sonucuna ulaşılmıştır. Bu sonuç, ele alınan dönem içinde genç işsizliği, GSYİH, lise ve dengi (ortaöğretim) ile yükseköğretim okullaşma oranları arasında zayıfta olsa bir eşbütünleşme ilişkisinin varlığına işaret etmektedir. Bu bağlamda uzun dönemli bir denge ilişkisinden söz edilebilir ve bu ilişkiden elde edilen eşbütünleşme vektörünün tahminleri Tablo 9’da gösterilmiştir. Tablo-9: Eşbütünleşme Vektörünün Tahmini genc= 0.204 gsyih – 0.318 lisedengi – 0.018 yuksek (0.031) (0.158) (0.057) Not: Genç işsizliğine göre normalize edilmiş eşbütünleşme vektörünün tahminidir. Parantez içindeki değerler standart hataları göstermektedir. Uzun dönem esnekliklerini ifade eden parametre tahminlerine bakıldığında, genç işsizliğinin, ekonomik büyüme açısından esnekliği pozitifken, orta ve yükseköğretim okullaşma oranları açısından esnekliği negatiftir. GSYİH’daki bir artışın genç işsizliğini arttırması beklenirken, orta ve yükseköğretim okullaşma oranlarındaki bir artışın ise genç işsizliğini azaltması beklenmektedir. Charemza ve Deadman (1997), değişkenler arasındaki uzun dönem ilişkisinde hata terimlerinin gittikçe büyümesini önleyen bir düzeltme sürecinin bulunduğunu ifade etmektedirler. Engle-Granger (1987) da eşbütünleşmiş serilerin Hata Düzeltme Mekanizmasına (VECM) sahip olacaklarını, ECM’nin sağlıklı bir şekilde işlemesi için de eşbütünleşmeyi koşul olarak göstermişlerdir. Değişkenler arasında eşbütünleşme olduğunda kısa dönemli nedensellik ilişkisi, Engle-Granger tarafından ileri sürülen Hata Düzeltme Modeli (VECM) kullanılarak araştırılmaktadır. Eğer değişkenler arasında eşbütünleşme ilişkisi varsa, regresyon denkleminden elde edilen kalıntılar hata düzeltme modelini tahmin etmede kullanılabilirler. Hata düzeltme modelinin temelinde yatan 47 F. Sayın / Türkiye’de Eğitim ve Büyümenin Genç İşsizliğine Etkisi düşünce; “bir dönemde ortaya çıkan dengesizliğin belli bir oranı bir sonraki dönemde düzeltilir” biçiminde ifade edilebilir. Hata düzeltme modeli (4) ve (5) numaralı denklemlerle ifade edilmektedir (Enders, 1995: 391). Ù Dy t = a1 + a y e t -1 + å a11Dy y -i + å a12 Dz t -i +e yt i=1 (4) i =1 Ù Dz t = a 2 + a z et -1 + å a 21Dy y -i + å a 22 Dz t -i +e zt i=1 (5) i=1 Tablo 10’da ise Hata Düzeltme Modeline ait uyum katsayıları yer almaktadır. Hata düzeltme mekanizmasının oluşumu için bu katsayılar sıfırdan farklı olmalıdır. Tablo-10: Hata Düzeltme Modeline Ait Uyum Katsayıları Dgenc Dgsyih Dlisedengi Dyuksek -0.225 -8.486 0.144 0.618 (0.165) (1.797) (0.177) (0.517) Not: Parantez içindeki değerler standart hataları göstermektedir. Elde edilen katsayılar, tüm denklemler için sıfırdan farklıdır. Genç işsizliği ve GSYİH değişkenlerinin katsayıları negatif işretlidir. Bu durum, kısa dönemli dengesizliklerden dengeye doğru yönelme olduğunu ifade etmektedir. Genç işsizliği denklemine ait uyum katsayısı yaklaşık -0.22 olarak elde edilmiştir. Bu durum, GSYİH, orta ve yükseköğretim okullaşma düzeyindeki bir dengesizliğin yaklaşık %22’sinin her bir zaman döneminde ortadan kalkmakta olduğunu göstermektedir. V. Türkiye’de İşgücü Piyasası ile Eğitim İlişkisinde Yaşanan Sorunlar ve Alınması Gereken Önlemler Türkiye’de istihdam ve eğitim arasında etkin bir ilişki bulunmamaktadır. Bu durum işgücü arz ve talebi dengesizliğine, dolayısıyla işsizliğe yol açmaktadır. Ekonominin ihtiyaç duyduğu alanlarda ara eleman temininde zorluklar yaşanmaktadır. Bununla birlikte en yüksek işsizlik oranları mesleki eğitim mezunları arasında görülmektedir. Bunun nedenleri, mesleki eğitimin işgücü piyasasının ihtiyaçları doğrultusunda verilmemesi ve işverenlerin talep ettikleri nitelikte işgücü bulamamasıdır. Ayrıca işverenler talep ettikleri işgücü niteliklerini işgücü piyasasına tam olarak yansıtamamaktadır. Ulusal Mesleki Yeterlilikler Kurumu ve sisteminin olmaması, eğitim ile işgücü piyasası arasındaki bağın zayıf kalmasında rol oynayan bir diğer faktördür. Meslek lisesi mezunları-genel lise mezunları dağılımının %65-%35 olması gerekirken, bugün tam tersi oranlar geçerlidir. Milli Eğitim Bakanlığı’nın mesleki eğitim faaliyetleri çeşitli Genel Müdürlüklerce, çok dağınık bir yapıda gerçekleştirilmekte, müfredat programları başta olmak üzere öğretimde işletmelerin ihtiyaçları ve işgücü talepleri yeterince dikkate alınmamaktadır. İl Mesleki Eğitim Kurulları ve İl İstihdam Kurulları etkin olarak çalışmamakta, yerel kapasiteler iyi değerlendirilememektedir. 48 Sosyal Bilimler 6/1 (2008)s.34-51. Ortaöğretime ilişkin planlanan hedef ve stratejilerin gözden geçirmesi ve ortaöğretimin yükseköğretim üzerindeki baskısını hafifletmesi gereklidir. Özellikle okullar arasındaki eğitimin kalitesindeki farklılıkların giderilmesi yönünde ciddi çalışmaların üzerinde durulmalıdır. Yükseköğretim sisteminde çeşitliliği vurgulayan, ademi merkeziyetçi, kurumların yaratıcılığını ve kimliklerini ön plana çıkaran, karşılaşılan sorunlara esnek tepkiler verebilen, üniversitelerin birbirleri ile rekabet edebilmelerine fırsat tanıyan bir sistem tasarlanmalıdır. Bu yapılırken, mevcut sistemin kazanımları göz ardı edilmemeli, gelecek vizyonundan hareket edilerek gelişmiş ülkelerin sistemleri tahlil edilmelidir. Sanayi ve hizmet sektörlerinin ihtiyaç duyduğu nitelikli ara kademe insan gücünün yetiştirilmesi, rekabet gücümüzün artması ve ekonomik kalkınmanın hızlandırılmasına katkı sağlanması amacıyla; dar meslek alanları yerine geniş tabanlı sektörel eğitimin verildiği, modüler yapıyla esneklik özelliğine sahip ve çalışma yaşamının ihtiyaçlarına cevap verebilen bir mesleki ve teknik eğitim sistemi hedeflenmelidir. İlköğretimde etkin bir mesleki rehberlik ve danışmanlık hizmeti verilerek ortaöğretime sağlıklı bir yönlendirme yapılması, meslek okullarının kalitesinin iyileştirilmesi, meslek okulu-istihdam ilişkisinin etkin şekilde kurulması ve mezunların iş hayatına atılmalarının desteklenmesi, üniversiteye girmek isteyenlerin ise öncelikle mezun oldukları alanda devam etmeye yönlendirilmesi, mesleki ve teknik eğitim sisteminin yeniden yapılandırılması programı içinde gerçekleştirilmelidir (DPT, 2007: 49-55). Yaşam boyu öğrenme konusunda çalışan kurum ve kuruluşlar arasında gerekli olan koordinasyonun sağlaması ve yaşam boyu eğitimin uluslararası düzeyde karşılaştırılmasını ve değerlendirilmesini sağlayacak verilerin elde edilmesi gerekmektedir. AB eğitim sistemine uyum sağlamak amacıyla yapılan çalışmalar çerçevesinde, beş yıldan sekiz yıla çıkarılan zorunlu eğitimin süresi 12 yıla çıkarılmalıdır. Kız çocuklarının eğitime katılımını destekleyici kampanyalar düzenlenmelidir. Özel eğitime muhtaç çocukların eğitimine ilişkin ayrılan kaynaklar arttırılmalıdır. Reel sektörde üretim, yatırım ve istihdam artışını esas alan ekonomi politikaları esas alınmalıdır. Yerli ve yabacı yatırımcılar için uygun ortam ve koşullar yaratılmalıdır. Kayıt dışılık, istihdam üzerindeki vergi ve prim yükleri azaltılmalıdır. Kayıtlı işçi çalıştırma vergi, kredi ve kayıt kolaylıklarıyla teşvik edilmelidir. Kayıt dışı istihdama karşı denetim ve yaptırımlar etkinlikle uygulanmalıdır. İşgücü piyasasında güvence ve esneklik (flexicurity) arasında bir denge kurulmalıdır. 49 F. Sayın / Türkiye’de Eğitim ve Büyümenin Genç İşsizliğine Etkisi KAYNAKÇA AGHION, P., HOWIT, P. (1994), “Growth And Unemployment”, The Review of Economic Studies, Vol.61, No.3., Haziran, http://links.jstor.org/sici?sici=00346527%28199407%2961%3A3%3C477%3AGAU% 3E2.0.CO%3B2-8 Erişim tarihi:10.01.2008. AKTAŞ, M.A. (2007), “Vergi ve İstihdam İlişkisi”, http://www.alomaliye.com/2007/mehmetali_aktas_vergi_istihdamn.htm Erişim tarihi:10.02.2008. ANKARA TİCARET ODASI (ATO) (2007), “Genç İşsiz Ordusu” Raporu, http://www.atonet.org.tr/yeni/index.php?p=1108&l=1 Erişim Tarihi: 20.12.2007. BİRLEŞMİŞ MİLLETLER KALKINMA PROGRAMI (2008), “Türkiye’de Gençlik” İnsani Gelişme Raporu, http://www.undp.org.tr/pressclippings/2008/3/ab_haber_220308.pdf Erişim Tarihi: 25.05.2008. BRAUNINGER, M.; PANNENBERG, M. (2002), “Unemployment and Productivity Growth: An Empirical Analysis Within an Augmented Solow Model”, Economic Modelling, Elsevier, Vol.19(1). CHAREMZA, W.W., DEADMAN D. F. (1997), New Directions in Econometric Practice, Northampton: Edward Elgar Publishing Limited. CLARK, K. B. (1990), “The Dynamics Of Youth Unemployment”, Understanding Unemployment by Lawrence H. Summers, MIT Pres, Cambridge, Massachusetts, London, England. DAVISON C. M. (2004), “Education and Employment Patterns Among Northern Aboriginal Youth: A Study of Resiliency, Development and Community Health”, PhD Candidate and Trudeau Scholar, Department of Community Health Sciences University of rd Northern Research Forum, Yellowknife, Sept. 15-18. Calgary, 3 http://www.nrf.is/Publications/The%20Resilient%20North/Plenary%203/3rd%20NRF_ Plenary%203_Davison_YR_paper.pdf Erişim Tarihi: 10.03.2008. DPT (2007), Dokuzuncu Kalkınma Planı (2007-2013) “İşgücü Piyasası” Özel İhtisas Komisyonu Raporu, Yayın No: DPT:2709- ÖİK:662, Ankara. ENDERS, W. (1995), Applied Econometric Time Series, John Wiley&Sons. ENGLE, R.F., GRANGER, C. (1987), “Cointegration and Error Correction: Representation, Estimation, and Testing,” Econometrica 55: 257-276. ERIKSSON, C. (1997), “Is There A Trade Off Between Employment And Growth?”, Oxford Economic Papers New Series, Vol.49, No.1, http://links.jstor.org/sici?sici=00307653%28199701%292%3A49%3A1%3C77%3AIT ATBE%3E2.0.CO%3B2-N Erişim Tarihi:10.01.2008. GRANGER, C.W.J., NEWBOLD, P. (1974), “Spurious Regressions in Econometrics”, Journal of Econometrics, 2(2), 111-120. GREEN, C., LOON, A., MANGAN, J. (2000), “ Youth Labour Markets, Education and Employment Destination: Result From the Queensland Survey of Youth”, Labour Market Research Unit Department of Employment and Training, Working Paper No.1 http://www.trainandemploy.qld.gov.au/resources/business_employers/pdf/wp1_youth_l abour_market.pdf Erişim Tarihi: 05.03.2008. GUJARATI, D.N. (1999), Temel Ekonometri, Literatür Yayınları, İstanbul. GÜLOĞLU, T. (2005), “The Reality of Informal Employment in Turkey”, International Programs Visiting Fellow Working Papers, Cornell University http://digitalcommons.ilr.cornell.edu/cgi/viewcontent.cgi?article=1008&context=intlvf Erişim Tarihi: 18.03.2008. HORI, K. (2006), “Economic Growth, Unemployment And Bussiness Cycles”, Institute of Economic Research Kyoto University, http://papers.ssrn.com/sol3/papers.cfm?abstract_id=1013049 Erişim Tarihi: 12.02.2008. 50 Sosyal Bilimler 6/1 (2008)s.34-51. INTERNATIONAL LABOUR ORGANIZATION (ILO) (2008), Global Employment Trends, http://www.ilo.org/public/english/employment/strat/download/get08.pdf Erişim Tarihi: 11.07.2008. JOHANSEN, S.; JUSELIUS, K. (1990), “Maximum Likelihood Estimation and Inference On Cointegration with Applications to Demand for Money”, Oxford Bulletin of Economics and Statistics, 52, 2,169-210 KIZILGÖL, Ö. (2006a), “Türkiye’de Büyüme Oranı İle İşsizlik İlişkisi”, Akademik Fener Dergisi, S.6, 55-70. KIZILGÖL, Ö. (2006b), ”Türkiye’de İhracata ve Turizme Dayalı Büyüme Hipotezinin Analizi: Eşbütünleşme ve Nedensellik İlişkisi”, Türk Dünyası Celalabad İktisat ve Girişimcilik Üniversitesi Akademik Bakış Hakemli Sosyal Bilimler E-Dergisi Akademik Bakış, S.10. MİLLİ EĞİTİM BAKANLIĞI, Milli Eğitim İstatistikleri http://www.meb.gov.tr/stats/list97/MYHTML13.htm Erişim Tarihi: 01.07.2008. O’HIGGINS, N. (1997), “The Challenge of Youth Unemployment”, Employment and Training Papers 7, Employment and Training Department International Labour Office Geneva, http://www.ilo.org/public/english/employment/strat/download/etp7.pdf Erişim Tarihi: 18.05.2008. T.C. ÇALIŞMA VE SOSYAL GÜVENLİK BAKANLIĞI, SOSYAL GÜVENLİK KURUMU BAŞKANLIĞI (2006), Kayıt Dışı İstihdam, http://www.calisma.gov.tr/sgb_web/sunum/ba.pdf Erişim Tarihi: 17.04.2008. T.C. BAŞBAKANLIK HAZİNE MÜSTEŞARLIĞI (2008), Ekonomik Araştırmalar Genel Müdürlüğü, Aylık Ekonomik Göstergeler, Mayıs, http://www.hazine.gov.tr/irj/go/km/docs/documents/Treasury%20Web/Statistics/Econo mic%20Indicators/egosterge/III-Istihdam/istihdam.xls Erişim Tarihi: 13.04.2008. TÜRKİYE İSTATİSTİK KURUMU, Hanehalkı İşgücü Anketi Sonuçları. TÜRKİYE İSTATİSTİK KURUMU (2007), İstatistiklerle Türkiye, Yayın No 3109, Ankara. UYANIK, Y., BEDİR, E. (2006), ”ROSETTA Planı’nın Analizi ve Türkiye’nin Sosyo-Ekonomik Şartlarında Uygulanabilirliği”, Ankara, http://ab.calisma.gov.tr/belgeler/RosettaPlaniRapor-GaziUniversitesi.doc Erişim Tarihi: 10.04.2008. WORLD BANK (2007), “World Development Report 2007: Development and the Next Generation”, http://siteresources.worldbank.org/INTWDR2007/Resources/14897821158107976655/overview.pdf Erişim Tarihi: 18.05.2008. YENTÜRK, N.; BAŞLEVENT, C. (2007), “Türkiye’de Genç İşsizliği”, Gençlik Çalışmaları Birimi Araştırma Raporu, No.2 http://genclik.bilgi.edu.tr/docs/genclikissizligiraporu_1.pdf Erişim Tarihi: 18.04.2008. YILMAZ, G. Ö. (2005), “Türkiye Ekonomisinde Büyüme İle İşsizlik Oranları Arasındaki Nedensellik İlişkisi”, İstanbul Üniversitesi İktisat Fakültesi Ekonometri ve İstatistik Dergisi, S.2, 63-76. YÜCEOL, H. M. (2006), “Türkiye Ekonomisinde Büyüme Ve İşsizlik Dinamikleri”, İktisat İşletme ve Finans, Haziran, 81-95. 51 B. Tunçsiper, D. Sürekçi, Ö. Kızılgül/ The Effects Of The Changes In Reel Exchange Rate On Export And Import: Analysıs Of Agrıcultural Sector SOSYAL BİLİMLER Yıl : 2008 Cilt : 6 Sayı :1 Celal Bayar Üniversitesi S.B.E. MANİSA The Effects of The Changes in Reel Exchange Rate on Export and Import: Analysıs of Agrıcultural Sector Prof.Dr. Bedriye TUNÇSİPER Balıkesir Üniversitesi, İ.İ.B.F., İktisat Bölümü Araş. Gör. Dilek SÜREKÇİ Balıkesir Üniversitesi, Bandırma İ.İ.B.F., İktisat Bölümü Araş. Gör. Özlem KIZILGÖL Balıkesir Üniversitesi, Bandırma İ.İ.B.F., Ekonometri Bölümü ABSTRACT The aim of this paper is to investigate whether there is a relationship between agricultural exports, import and reel exchange rate and if there is a relationship to investigate the direction of this relation. For this purpose, monthly data for reel effective exchange rate index, export and import price index of agricultural sector is used over the period from 1994:1 to 2007:11. The causality relationship is investigated by Vector Error Correction Model that is proposed by Granger (1988) and Hsiao’s Granger Causality Test that is proposed by Hsiao (1981). According to the empirical results, there is a cointegration relationship between reel effective exchange rate and agricultural export but not a cointegration relationship reel effective exchange rate and agricultural import. Moreover, empirical results show that, differ from causal relationships variables. Key Words: Agricultural Exports, Agricultural Import, Reel Exchange Rate, Cointegration, Causality Relationship Reel Döviz Kuru Değişimlerinin İhracat Ve İthalat Üzerindeki Etkisi: Tarım Sektörü Analizi ÖZET Çalışmanın amacı Türkiye’de tarım ürünleri ihracatı ve ithalatı ile reel döviz kuru arasında ilişkili olup olmadığını ve bir ilişki varsa bu ilişkinin yönünü incelemektir. Bu amaçla, 1994:1-2007:11 dönemine ait aylık, reel efektif döviz kuru endeksi ve tarım sektörüne ilişkin ihracat fiyat endeksi ile ithalat fiyat endeksi verileri alınmışır. Nedensellik ilişkileri, Granger (1988) tarafından önerilen VECM (Vector Error Correction Model) kullanılarak ve Hsiao (1981) tarafından önerilen Hsiao Granger Nedensellik testi kullanılarak araştırılmıştır. Elde edilen sonuçlara göre, reel döviz kuru ile ihracat arasında eşbütünleşme varken, reel döviz kuru ile ithalat arasında eşbütünleşme olmadığı tespit edilmiştir. Bununla birlikte, nedensellik testlerinin sonuçlarına göre nedensellik ilişkileri farklılaşmaktadır. Anahtar Kelimeler: Tarımsal İhracat, Tarımsal İthalat, Reel Döviz Kuru, Eşbütünleşme, Nedensellik İlişkileri I. INTRODUCTION Although agricultural sector is the most protected and most supported sector in developped countries because of its important role in economic and 52 Sosyal Bilimler 6/1 (2008)s.51-61. social development, it is hold over by developping countries which gives more importance to industralization. In recent years, agricultural production has decreased also in Turkey and the difference between the import and export of agricultural products has increased in negative direction and Turkey has become an agriculture importer country. It is clear that the increase in the foreign trade deficit of agriculture will affect both the sector and whole economy because the sector is a very strategic sector that supplies nutrient demand, is important for industralization, provide wide employment opportunities and has function of providing foreign exchange. In this context, the aim of this paper is to investigate the effects of exchange rate movements on agricultural export and import. Although there are several studies that examines the relation between exchange rate and foreign trade prices, there is not consensus on the direction of the relationship. Çekerol and Gürbüz (2003) investigated the cointegration relation between reel efective exchange rate movements, agriculture and forestry, mining and quarrying and export and import price index of manifacturing industry products and display the possible interaction by Vector Autoregression (VAR) analysis for the period between 1995:1-2003:3. The empirical results indicate no causal relation between reel exchange rate and sectoral export and import prices. Kasman (2003), examined the effect of the exchange rate volatility on export by using monthly data for 1982 – 2002 period. Export model is estimated both sector specific and in the aggregate by the help of cointegration and error correction techniques. The short run effect of the exchange rate volatility on export is possitive in most sectors but in the long run this effect is not strong. On the other hand, results indicate that effect of the exchange rate volatility on aggregate export is negative both in short run and long run. Gül and Ekinci (2006), investigated the interaction between reel exchange rate and export and import by employing Granger cauality test. They found cointegration and causality relationship between the variables. The causality relationship is unidirectional from reel exchange rate to export and import. Susanti (2001), explored the effect of reel exchange rate on export of agricultural products and aggregate agricultural export for Indonesia over the period of 1971:1-1998:4. As a result, it is found that changes in exchange rate has significant negative effect on expor of agricultural products and total agricultural export. Zengin (2001), tried to identify the causal relationship between reel exchange rate movements and sectoral foreign trade price index. The relationship between reel exchange rate index, agriculture and forestry, mining and quarrying and export and import price index of manifacturing industry products is identified by VAR analysis with data from 1993:1 to 2000:8. It is found that there is partial reflections in only exporter sectors by using impulse response and variance decomposition analysis. Moreover it is 53 B. Tunçsiper, D. Sürekçi, Ö. Kızılgül/ The Effects Of The Changes In Reel Exchange Rate On Export And Import: Analysıs Of Agrıcultural Sector identified that this relationship is provided through the channel of agricultural and forestry products and reflected to the import sector because of its causal relationship with import of manufacturing industry products. Hepaktan (2007), analysed foreign trade from the income perspective in line with the changes in the import and export structure of Turkey in the period of 1982-2005. Within the frame of this analysis, terms of trade which depends on commodity exchange is compared, income effect of foreign trade is calculated with Nicholson method and it is found that Turkey satisfied positive income effect from foreign trade in this period. When the literature is examined, no relation can be found between reel exchange rate movements and the terms of trade in general or only a few studies deal with a relationship. But it doesn’t mean there would not be a this kind of relation between reel effective exchange rate and sectoral export and import price index (agriculture and forestry, mining and quarrying and export and import price index of manifacturing industry products). For this reason, this study is important for the purposes of discovering the invisible interactions in the sectoral base (for agricultural sector). Other parts of the paper is organized as follows: section 2 give information about data, methodology and empirical results are given in section 3. Conclusions are summarized in the last section. II. DATA SET The data set that is used in the analysis is obtained from Turkish Statistical Institute and Electronical Data Delivery System of the Central Bank of the Republic of Turkey (CBRT). The data set namely reel effective exchange rate index, export price index and import price index for agricultural sector is monthly and covers the period of 1994:1-2007:11. The base year for reel effective exchange rate index is 1995. Export and import price index of agricultural commodity is calculated by considering the 1995 base year. Time series analysis are made after the series are seasonally adjusted and transformed into natural logarithms. LDKSM, LIHRSM and LITHSM denotes respectively seasonally adjusted and logged values of reel effective exchange rate index, export price index for agricultural sector and import price index for agricultural sector. A graph of these indexes for the defined period is represented below. 54 Sosyal Bilimler 6/1 (2008)s.51-61. 6.0 5.6 5.2 4.8 4.4 4.0 3.6 94 95 96 97 98 LDKSM 99 00 01 02 LIHRSM 03 04 05 06 07 LITHSM Graph 1: The series of LDKSM, LIHRSM and LITHSM III. TIME SERIES ANALYSIS The first step for the time series analysis is to investigate the stationarity properties of the variables with unit root tests. The presence of unit root in the time series indicates that the series are nonstationary. Order of integration for the variables is determined by unit root tests. If the series are integrated of the same order, the possibility of cointegration is considered. It is tested whether there is a long run relationship between variables by employing cointegration tests. If there is a cointegration relationship between variables, the existence of causality is investigated by causality tests. A. Unit Root Tests The stationarity of the studied series should be investigated in the first step because the regression analysis made with nonstationary series causes non realistic, high test statistics and spurious regression. The widespread tests used in stationary analysis are the Augmented Dickey Fuller (ADF) and Phillips Peron (PP) unit root tests. ADF and PP tests are sensitive to the lag length selection so for being able to eliminate this deficiency, Kwiatkovski-PhillipsSchmidt-Shin (KPSS) unit root test is applied additionally. Each series are regressed on their own lagged values and lagged differences in ADF unit root test which is developed by Dickey-Fuller (1981). The optimal lag length is selected by Akaike Criterion (AIC). The lag length which minimizes the absolute value of AIC is selected as optimal lag length. The null hypothesis in ADF test is the series in levels have unit root or in other words the series are nonstationary. PP test, which is deveeloped by Phillips-Peron (1988), is proposed to identify the existence of high level correlation in a time series. In order to identify any correlation in the error term, this test applies a nonparametric correction to the t statistics which belongs to the coefficient of the lagged value of the variable. The lag length that minimizes the AIC is 55 B. Tunçsiper, D. Sürekçi, Ö. Kızılgül/ The Effects Of The Changes In Reel Exchange Rate On Export And Import: Analysıs Of Agrıcultural Sector selected in PP test. Hypothesises are in line with ADF test. Sometimes conflicting results may be obtained from these tests. For this reason, the additional application of KPSS test provides more reliable results. In contrary to ADF, PP tests, existence of stationarity is tested in null hypothesis. If there is a common stochastic trend between reel effective exchange rate index, export price index for agricultural sector and import price index for agricultural sector; the presence of cointegration between variables may be discussed (Kasman, 2006: 93). Before the identification of cointegration relation, unit root tests are applied for determining whether the series are stationary and for the determination of the order of integration. The results are represented in Table 1. The lag length is selected by AIC in ADF test. In PP and KPSS unit root test, the lag length is taken for Barlett Kernel within the direction of Newey-West proposal. Table 1: The Results of Unit Root Test Variables Level/ First Difference Level LDKSM First Difference Level LIHRSM First Difference Level LITHSM First Difference ADF Constant (MacKinnon 5%critical value) [Lag Length] -0.566 (-2.880) [12] -6.057 (-2.880) [11] 0.297 (-2.880) [13] -3.444 (-2.880) [13] 1.743 (-2.880) [7] -3.075 (-2.880) [11] PP Constant (MacKinnon 5%critical value) [Lag Length] -1.021 (-2.879) [5] -8.732 (-2.879) [13] -2.377 (-2.879) [6] -18.497 (-2.879) [20] -0.013 (-2.879) [2] -12.387 (-2.879) [2] KPSS Constant (MacKinnon 5%critical value) [Lag Length] 1.420 (0.463) [10] 0.104 (0.463) [6] 0.714 (0.463) [9] 0.412 (0.463) [23] 0.608 (0.463) [10] 0.307 (0.463) [2] Note: Unit root tests with trend are also made. Only unit root tests without trend are represented in the table because of their similar results. According to the test results in Table 1, the variables have unit root. In other words, all the series are not stationary in levels. Unit root tests are applied to the first differnces of the series and it is seen in Table 1 that the series are 56 Sosyal Bilimler 6/1 (2008)s.51-61. stationary in their first differences. In this way, it is concluded from all unit root tests that the series are integrated of order one I(1). B. Cointegration Test In order to test the cointegration relationship, unit root test is applied to the error term series that are obtained from the regression. Cointegration is an analysis that is developed to investigate the relationship between nonstationary time series. This test consider the time series that are not stationary but of which linear combination is stationary. If the series has a long run relationship, thus the series are cointegrated, long run elasticities can be predicted from cointegration regression (Nisancı, 2005: 22). The long run relationship between the variables can be determined by Johansen Cointegration Test (1988). This method helps to estimate the cointegration parameters and to identify the number of cointegrating vectors by using maximum eigenvalue procedure. The lag length is selected with VAR (Vector Autoregressive) model in the cointegration analysis. In VAR procedure, each variable is modeled as a function of lagged values of all endogenous variables. After all series are identified to be integrated of order one, VAR model is costructed and optimal lag length is selected as 3. Table 2: Chooising Lag Length Criterias Lag length 0 1 2 3 4 5 6 7 8 LogL 74.06437 393.9665 406.4359 413.2707 416.4710 419.1634 423.9943 424.5346 425.5814 LR NA 627.7325 24.15444 13.06789* 6.038321 5.012297 8.871761 0.978683 1.869754 FPE 0.001385 2.60e-05 2.34e-05 2.26e-05* 2.28e-05 2.32e-05 2.30e-05 2.40e-05 2.49e-05 AIC -0.906470 -4.880082 -4.986615 -5.022273* -5.012214 -4.995767 -5.006218 -4.962699 -4.925552 SC -0.867867 -4.764274 -4.793602* -4.752055 -4.664791 -4.571138 -4.504384 -4.383661 -4.269309 HQ -0.890794 -4.833054 -4.908234 -4.912540* -4.871129 -4.823329 -4.802428 -4.727558 -4.659059 * Indicates lag order selected by criterian LR: sequential modified test statistics (each test at 5% level) FPE: Final prediction error AIC: Akaike information criterian SC: Schwarz information criterian HQ: Hannan-Quinn information criterian The results of the Johansen Cointegration Test that is used in cointegration analyses are represented in Table 3. According to the Table 3, there is a long run equilibrium relationship between reel effective exchange rate and agricultural export. But not cointegration between reel effective exchange rate and agricultural import. 57 B. Tunçsiper, D. Sürekçi, Ö. Kızılgül/ The Effects Of The Changes In Reel Exchange Rate On Export And Import: Analysıs Of Agrıcultural Sector Table 3: Johansen Cointegration Tests Cointegration between reel effective exchange rate and agricultural export Trace Test H0 r=0 r£1 H0 r=0 r£1 Maximum Eigenvalue Yest 5% 5% H0 Test Statistics Test Statistics H1 H1 criticalvalue criticalvalue 15.735* 15.495 14.667* 14.265 r=0 r³1 r=1 1.068 3.841 1.068 3.841 r£1 r= 2 r³ 2 Cointegration between reel effective exchange rate and agricultural import 5% 5% H0 Test Statistics Test Statistics H1 H1 criticalvalue criticalvalue 6.125 15.495 6.122 14.265 r=0 r³1 r=1 0.003 3.841 0.003 3.841 r£1 r= 2 r³ 2 *indicates that null hypothesis is rejected at 5% significance level. Models and parameter estimations that are obtained from cointegration relation is summarized in Table 4. In order to see the effect of reel effective exchange rate on aggricultual export, normalized equations are constructed. The parameter estimations in these equations express the long run elasticities. The reel exchange rate elasticity of export is positive. 1% increase in reel exchange rate leads to a 0,878% increase in agricultural export. Tablo 4: The Estimation of Cointegration Relationship Normalized Cointegrating Vectors for LDKSM LDKSM= 0.878 LİHRSM (0.214) [4.103] Note: The values in paranthesis are the standart errors. C. Causality Tests The test of causality relationship is important for the identification of whether which variable would be endogenous and which variable would be exogenous in the construction of the model. In other words which variable causes the other and cause-result relationship is put forth by causality tests. If cointegration relation is detected in time series analysis, there must been at least unidirectional causality between variables. But standart causality tests of Granger and Sims may give unreliable results because they don’t include error correction term and they are very sensitive to lag length. For that reason, this tests should be applied if the variables are not cointegrated. The causality relationship between the variables is investigated by using Vector Error Correction Model (VECM) which is proposed by Granger (1988) and by using Hsiao Granger Causality Test which is proposed by Hsiao (1981). The model for VECM is represented, sample for agrucultural export, below: 58 Sosyal Bilimler 6/1 (2008)s.51-61. n n i =1 i =0 D LİHRSM t = b 0 + å b 1i D LİHRSM t -i + å b 2i D LDKSM t -i + b 3 EC t -n +e i (1) In the model; n denotes the lag length, EC t - n denotes error correction term, b 3 , denotes long run relation, b1 and b 2 , denotes short run relations. Thus, the coefficients of independent variables in VECM demonstrates the short run causal effects and the coefficients of error correction term demonstrates the long run causal effects. VECM for other variables can be constructed as in equation 1. The existence of causal relation between the variables can be tested with VECM in two ways: We look for the statistical significance of the coefficients or for the statistical significance of the error correction term (Kasman, 2006: 96). If one of these conditions is statistically significance, this indicates the presence of causality. Table 5: Granger(1988) Causality Test Independent Variable Dependent Variable D LİHRSM D LDKSM D LİHRSM D LDKSM EC t -1 [5.774]* [5.642]* - (3.378)* (-1.495) *indicates that null hypothesis is rejected at 5% significance level (.) show that t-statistics, [.] show that F-statistics. t-table value: 1.980, F-table value: 2.075 Table 5 represents the t and F statistics of the coefficients in the equations that are constructed as VECM. Lag length is selected as 3 with the AIC. Table 5 indicates that the coefficients of the export and reel exchange rate variables are statistically significant at 5% significance level. There is bidirectional causality from reel exchange rate to export and from export to reel exchange rate. Error correction term is found to be significant in the first equations. This means there is causality running from reel exchange rate to export. The causality test that is developed by Hsio, is constructed by considering Granger (1969) causality test and FPE (Final Prediction Error) criteria of Akaike together. In the first step, the dependent variable (Y) is regressed on its own lagged values. The FPE criteria, which is found by using this equation, is represented below: æ T + m + 1 öæ ESS (m,0) ö FPE (m,0) = ç ÷ç ÷ T è T - m - 1 øè ø In the second step, independent variable (X) is added to this equation and with the help of this equation the other FPE criteria is calculated. æ T + m + n + 1 öæ ESS (m, n) ö FPE (m, n) = ç ÷ç ÷ T è T - m - n - 1 øè ø 59 B. Tunçsiper, D. Sürekçi, Ö. Kızılgül/ The Effects Of The Changes In Reel Exchange Rate On Export And Import: Analysıs Of Agrıcultural Sector T denotes the observation number, m and n denotes the maximum lag length, ESS denotes sum squares of errors. The optimal lag length that minimizes the FPE for both criteria is selected. The result of this test depends on the comparision of two FPE. If FPE(m,n)<FPE(m,0), it is concluded that there is causality running from independent variable to dependent variable. In the opposite condition there is no causality between the two variables. In the other steps of the test, X variable is taken as dependent variable and this procedure is repeated. Table 6: Hsiao Granger (1981) Causality Test Dependent Variable Independent Variable FPE(m,0) FPE(m,n) LİHRSM LDKSM 0.01887(1,0) 0.01794(1,1) LDKSM Þ LİHRSM LDKSM LİHRSM 0.00147(3,0) 0.00150(3,1) LİHRSM Þ / LDKSM Direction of Causality If Table 6 is examined, it is observed that there is causality from reel exchange rate to export, but not found that a between causality from export to reel exchange rate. IV. CONCLUSION This study examines the relationship between reel exchange rate and agricultural export and import by using monthly data for reel effective exchange rate index, export price index and import price index of agricultural sector over the period of 1994:1 to 2007:11. The cointegration relationship between the variables is analysed with Trace Test and Maximum Eigenvalue Test statistics of Johansen cointegration test. This tests indicate the existence of a long run equilibrium relationship between reel exchange rate and agricultural export, but not cointegration between reel effective exchange rate and import of agricultural commodity. VECM and Hsiao Granger causality tests are applied in the identification of the causality relation. These two tests provide similar results for the direction of the causality relationships. It is found that there is bidirectional causality from reel exchange rate to agricultural export while causality is observed from agricultural export to reel exchange rate and from reel exchange rate to agricultural exports. According to the VECM, it is concluded that there is a long run relationship between reel exchange rate and agricultural export and while there is short run relationship from agricultural export to reel exchange rate. Subject to these results, it is seen that the changes in reel exchange rate is effective on agricultural export. The bidirectional causality between agricultural export and reel exchange rate emphasizes the importance of followed exchange rate policies in Turkey. Exchange rate 60 Sosyal Bilimler 6/1 (2008)s.51-61. policies that aims to increase the agricultural export and it is clear that the increase in the foreign trade deficit. KAYNAKÇA ÇEKEROL, Kamil and GÜRBÜZ, Hüseyin (2003), “Reel Döviz Kuru Değişimleri İle Sektörel Dış Ticaret Fiyatları Arasındaki Uzun Dönem İlişki”, ODTÜ Ekonomi Kongresi, 6-9 Eylül 2003, Ankara. DICKEY, David A. and FULLER, Wayde A. (1981), “Likelihood Ratio Statistics for Autoregressive Time Series with A Unit Root”, Econometrica, 49 (4), s. 1057-1072. GRANGER, C.W.J. (1988), “Some Recent Developments in a Concept of Causality”, Journal of Econometrics, 39, s. 199-211. EKREM, Gül and EKİNCİ, Aykut (2006), “Türkiye’de Reel Döviz Kuru İle İhracat ve İthalat Arasındaki Nedensellik İlişkisi”, Dumlupınar Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi, 16, s. 165-190. CHENG, Hsiao (1981), “Autoregressive Modelling and Money-Income Causality Detection”, Journal of Monetary Economics, 7 (1), s.85-106. HEPAKTAN, Erdem (2007), “Türkiye’nin Dış Ticaretinin Gelir Yönlü Analizi”, Uluslararası Ekonomi ve Dış Ticaret Politikaları, 1(2), s.79-112. http://www.dtm.gov.tr/dtmadmin/upload/EAD/KonjokturIzlemeDb/Erdem_Hepaktan.p df, Erişim tarihi: 12.07.2008. KASMAN, Saadet (2006), “Hisse Senetlerinin Fiyatları ve Makroekonomik Değişkenler Arasında Bir İlişki Var mı?”, İktisat, İşletme ve Finans Dergisi, 238, s. 88-99. KASMAN Adnan (2003), “Türkiye’de Reel Döviz Kuru Oynaklığı ve Bunun İhracat Üzerine Etkisi: Sektörel Bir Analiz”, Uludağ Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Dergisi, XXII (2), s.169-186. NİŞANCI, Murat (2005), “Eşbütünleşme Tekniği İle Türkiye’de Yakıt Talebinin Analizi”, Atatürk Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Dergisi, 19 (2), s. 19-30. PHILLIPS Peter C. B. and PERON Pierre (1988), “Testing for a Unit Root in Time Series Regression”, Biometrika, 75 (2), s. 335-346. ZENGİN, Ahmet (2001), “Reel Döviz Kuru Hareketleri ve Sektörel Dış Ticaret Fiyatları (Yansıma Üzerine VAR Analizi)”, Dış Ticaret Dergisi, 6 (21), s. 107-124. www.tuik.gov.tr www.tcmb.gov.tr 61 L.B.Kıdak / Ergen Sağlığı Yönetimi: Ulusların Gelecekleri İle İlgili Umutlarının Anahtarı SOSYAL BİLİMLER Yıl : 2008 Cilt : 6 Sayı :1 Celal Bayar Üniversitesi S.B.E. MANİSA Ergen Sağlığı Yönetimi: Ulusların Gelecekleri İle İlgili Umutlarının Anahtarı Dr. Levent B. Kıdak İşletme ve Tıp Doktoru, İzmir Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Başhekim Yardımcısı ÖZET Ergenlik dönemi; fiziksel, ruhsal, biyolojik ve sosyal yönden hızlı büyüme, gelişme ve olgunlaşma süreçleriyle çocukluktan yetişkinliğe geçiş dönemidir. Diğer taraftan ergenlik dönemi, yeniliğe ve değişime açık olma özellikleriyle de bir fırsat dönemi olarak değerlendirilebilir. Tüm dünyada olduğu gibi ülkemizde de ergenlerle ilişkili temel sorunlar arasında; önlenebilir sağlık problemlerinin yüksek oranda olması gelmektedir. Bu derlemenin amacı, ergenlik döneminin önemi, özellikleri ve olası sağlık problemlerini ele alarak ergenlik dönemi sorunlarını değerlendirmek, sağlık yönetimi bilimsel bakış açısının dikkatini ergen sağlığı alanına çekebilmek ve ülke düzeyinde oluşturulabilecek ergen sağlığı hizmetleri yönetimine ilişkin yapılacak çalışmalara ışık tutabilmektir. Anahtar Kelimeler: Ergenlik, ergen sağlığı, sağlık yönetimi. Adolescence Health Management: The Key Of Hopes Of The Nations Future ABSTRACT Adolescence is a period of transition from childhood to adulthood which is characterized as rapid physical, psychological, biological and social development and maturation. Nonetheless adolelescence period is open to novelty and variations therefore can be considered as opportunity. As in all over the world, in our country the high prevalence of preventable health issues are the main troubles among the health problems related to the adolescents. The objective of this review paper is to consider the significance, charecteristic features and probable health problems of adolescence period. I aimed to attract attention of scientific view of health management to adolescence health issues thus contribute affords to constitute a health care management of adolescence health at the scale of country. Key Words: Adolescence, adolescence health, health management 1. GİRİŞ Ergenlik, büyüme anlamına gelmekte, çocukluktan erişkinliğe geçiş anlamında kullanılmaktadır. Ergenlik dönemi ise; bir orkestra gibi karmaşık görünen ama düzenli yönetilen fiziksel, ruhsal, biyolojik ve sosyal yönden hızlı büyüme, gelişme ve olgunlaşma süreçleriyle çocukluktan yetişkinliğe geçiş dönemidir. Ergenlik (adolesans) ortalama 11-21 yaşları arasındaki genç nüfusu içerir (Özcebe, 2002, 374; SB, 2004, 105). 62 Sosyal Bilimler 6/1 (2008)s.62-80. Son zamanlara kadar sağlık alanında en çok sözü edilen grup anne ve çocuklardır. Özellikle erken yaştaki çocuk ölümleri ve sağlık sorunlarının çözümleri için yıllardır pek çok çaba sarf edilmektedir. Buna karşın, sağlık sorunlarının çoğu ölümcül olmadığı için olsa gerek, okul çağı çocuklar ve gençlerin yakın zamana kadar, sağlık programlarında hak ettikleri yeri aldıkları söylenemez. Oysa geleceğin ebeveynleri olarak uzun vadede sağlığın geliştirilmesine olabilecek katkıları düşünüldüğünde, özen ve ilgi isteyen asıl büyük grubun gençler olduğu varsayılabilir (Haznedaroğlu, 2000, 97). Ergenlik döneminde bulunan gençlerin, dünya nüfusunun yaklaşık %20’sinden fazla olması ve yaşadıkları ülkelerle birlikte dünyanın da geleceğini şekillendirebilecek bir büyük grubu oluşturmaları bu nüfus grubunun sağlık önceliklerini de ön plana çıkarmaktadır (McLoughney, 2006, 1). Bu genç insanların 21. yüzyılda gelişen dünya için hem büyük bir kaynak hem de büyük bir risk grubunu oluşturacağı bir gerçektir. Bu çocukluktan erişkinliğe sert geçişi yumuşatmak için hem devletlerin hem de bireylerin büyük bir gayret sarf etmesi gerekmektedir. Son 50 yılda özellikle gelişmekte olan ülkelerde ekonomik ve toplumsal alanlardaki gelişmeler, okuryazarlık düzeyinin yükselmesine, insanların 20 yıl daha fazla yaşamasına, bebek ölümlerinin üç, kadınların doğum sayılarının iki kat azalmasına neden olmuştur. Diğer taraftan, ülkeler ve aynı ülkede farklı topluluklar arasındaki eşitsizlikler giderek artmaktadır. Dünyadaki deneyimler, nüfusun sağlığı ile kalkınmanın bir bütün olduğunu doğrular niteliktedir (Haznedaroğlu, 2000, 97; Kadayıfçı, 2004, 23). Ülkelerin ve dünya nüfusunun büyük bir bölümünü oluşturan gençlerin yaşadığı problemler; yaralanma ve şiddet, depresyon ve intihar, alkol ve uyuşturucu bağımlılıkları, hamilelik, cinsel yolla bulaşan hastalıklar, obesite ve anoreksia nervosa başta olmak üzere diğer sorunları ve hastalıkları içermektedir (Özcebe, 2002, 374). Bu nedenlerden dolayı Dünya Sağlık Örgütü (DSÖ) Avrupa Bölgesi ‘Öncelikle 21 Sağlık Hedefi’ sıralamasının ilk hedefi olarak ergen sağlığı hizmetlerinin geliştirilmesini saptaması da konunun önemine dikkat çekmektedir (Akın, 2002, 7). Ergenlerin yaşadıkları bu dönemin; çocuklukla erişkinlik arasında bir köprü, kişilik gelişiminde bir dönüm noktası, çocukluk yaşantılarının yeniden gözden geçirilerek kişiye hayat boyu yön verebilecek iç sesin, bütünlük duygusunun oluşturulduğu can alıcı bir dönem (Tamar, 1997, 311) olması ve ulusal geleceğimiz açısından büyük bir potansiyel oluşturan ergenler için risk yaratan yukarıda söz edilen birçoğu önlenebilir sorunların ve hastalıkların varlığı, ülkemizde ergenlik dönemine ilişkin sağlık hizmeti alt yapısı ile hizmet sunumunun gözden geçirilmesi düşüncesini akla getirmektedir. Bu derlemenin amacı, ergenlik döneminin önemi, özellikleri ve olası sağlık problemlerini ele alarak ergenlik dönemi sorunlarını değerlendirmek, sağlık yönetimi bilimsel bakış açısının dikkatini ergen sağlığı alanına çekebilmek ve ülke düzeyinde oluşturulabilecek ergen sağlığı hizmetleri yönetimine ilişkin yapılacak çalışmalara ışık tutabilmektir. 63 L.B.Kıdak / Ergen Sağlığı Yönetimi: Ulusların Gelecekleri İle İlgili Umutlarının Anahtarı 1. 1. Ergen Sağlığı Ergenlik dönemi, çocukluktan erişkinliğe geçiş süreci olarak kişilerin yaşamında oldukça önemli bir yer tutmakta, bu nedenle belki de yaşamın en çok ilgi isteyen bölümü olmaktadır. Aynı zamanda ergenlerin yaşadıkları ülkelerin yanı sıra dünyanın da geleceğini şekillendirebilecek büyük bir grubu oluşturmaları, bu nüfus grubunun sağlık önceliklerini bu açıdan da ön plana çıkarmaktadır (Akın, 2002, 8). Ancak çoğu ülkede ergenlerin, her zaman ulaşılabilir ve kendi dönem özelliklerine ve ihtiyaçlarına uygun sağlık hizmeti alamadığı bilinmektedir. Pek çok ergenin bu tür sağlık hizmeti ile arasında ciddi engeller bulunmaktadır. Bu engellerden bazıları; yaşına uygun sağlık ve danışmanlık hizmeti veren merkezlerin olmaması, gizlilik ve para konularındaki şüpheleri ve sağlık hizmetlerinin aile planlaması, genel sağlık hizmeti ve danışmanlık gibi değişik unsurları nasıl birbiriyle bağdaştıracakları konusunda kafalarının karışması gibi sorunlardır (ACP, 1989, Hamburg, 1989, 15; Kadayıfçı, 2004, 14). Oysa adolesan yaş grubunda sağlık alanında ele alınması gereken; dengeli ve düzenli beslenme, uyku düzeni, düzenli egzersiz, travmalar, cinsel gelişme, büyüme, aşılar, diş sağlığı, enfeksiyonlar, fiziksel ve psikolojik gelişme gibi çok önemli konular bulunmaktadır (Emans, 2001, 22). Ülkemizde bu gruptaki 12 milyon çocuğun % 5-8’i şişman, % 16’sında çeşitli düzeylerde beslenme yetersizliği, % 27’sinde C vitamini eksikliği, % 17-35’inde kansızlık, % 40-72’sinde kalsiyum eksikliği, % 43-85’inde diş çürükleri, % 30-50’sinde parazitoz, % 30’unda iyot yetersizliği olduğu, % 25-43’ünün açıkta satılan gıdaları tükettiği, % 60-85’inin kahvaltı etmediği, % 50’sinin kola ve çay içtiği ve sadece % 5-25’inin süt ve ayran içtiği ifade edilmektedir (Başbakanlık, 1997, 10; Gökçay, 2002, 133-144). 1. 2. Dünyada Ergen Sağlığı Sağlıklı bir nesle sahip olmak her toplumun amacıdır. Bunu sağlamak, büyük ölçüde, sağlıklı olarak doğan bebeklerin tüm çocukluk ve gençlik süreçlerinin de güvenli ve sağlıklı geçmesine bağlıdır. Ancak dünyada geniş bir grubu oluşturan ergenlerin; önlenebilir sağlık problemleriyle yaygın şekilde karşı karşıya olduğu da görülmektedir. Bu nedenle, nüfusun tümünün sağlığı geliştirici, koruyucu ve tedavi edici olanaklardan adaletli olarak yararlanmasını sağlamak, ülkemizin de içinde bulunduğu DSÖ Avrupa Bölgesi’nin ulaşmayı amaçladığı ‘Öncelikle 21 Sağlık Hedefi’ listesinin başında gelmektedir. Bu önceliği, yaşama sağlıklı başlangıç yapmaları açısından gençlerin sağlığının geliştirilmesi hedefleri izlemektedir (WHO, 2007, 14). Zaten 1989 yılında da Birleşmiş Milletler Genel Kurulu’nda kabul edilen Çocuk Hakları Beyannamesi’nde, 18 yaşından küçüklerin, erişkinler gibi pek çok hakka sahip olmaları güvence altına alınmıştır (Tekgül, 2005, 15). DSÖ, üyesi olan ülkelerde geliştirici, koruyucu ve tedavi edici sağlık hizmetlerinden herkesin eşit ve adil bir şekilde yararlanmasını amaçlamakta ve 64 Sosyal Bilimler 6/1 (2008)s.62-80. tüm ülkelerin bu alanda birlikte saptanmış ilkeler doğrultusunda sağlık yapılanmaları oluşturmalarına da öncülük etmektedir (WHO, 2007, 2). Bu amaçla Avrupa’da DSÖ tarafından adolesan sağlığını geliştirme stratejisi oluşturulmuştur. Bu oluşum ergen sağlığını iyileştirmek ve geliştirmek için son yıllardaki deneyimlerden yararlanmayı ve buna uygun rehberler oluşturmayı amaçlamaktadır (WHO Europa, 2005, 2). ABD’de de adolesanların sağlığını geliştirmek için altı hedef belirlenmiş, ülkede gençliğin daha sağlıklı olması, mortalite ve morbiditeyi azaltmak halk sağlığı hedefi olarak benimsenmiştir (Kreipe, 2006, 84). Latin Amerika ve Karayipler’de de adolesanların sorunlarının, sadece politik eylem ve desteklerle çözülemeyeceği tespiti yapılarak; sorunların çözümünde bu gençleri, ailelerini ve toplumun ihtiyaçları ve beklentilerini anlamanın ve geçmiş deneyimlerden yararlanmanın önemini gösteren adımlar atılmaktadır (PAHO-b, 2004, 2). Yine Afrika ve Asya ülkelerinde de Dünya Sağlık Örgütü’nün hedefleri doğrultusunda benzer programlar uygulanmaktadır (WHO, 2007, 2). 1. 3. Türkiye’de Ergen Sağlığı Ergenler, tüm dünyada olduğu gibi Türkiye nüfusunda da giderek artan sayıları nedeniyle önemli bir grubu temsil etmektedir. Türkiye’de 1990 yılında 10-19 yaş grubu 13 224 bin kişi ile tüm nüfusun % 23.2’sini, 1998’de aynı yaş grubu 13 608 bin kişi ile tüm nüfusun %21.6’sını oluşturmuştur. Türkiye Nüfus ve Sağlık Araştırması (TNSA) 2003’e göre, 10-19 yaşlar arasındaki giderek artan ergen nüfusu 13 790 bine ulaşmış, ancak genel nüfusa oranı % 19.7’ye gerilemiştir. Türkiye genç nüfusa sahip bir ülkedir ve ergen nüfusunun genel nüfusa oranı azalma eğiliminde olsa bile, sayısal olarak artışı zaman içinde devam edeceği öngörülmektedir (Set, 2006, 137; Şahin, 2006, 9; McLoughney, 2006, 1). Ergenlik dönemi gerek gelişimsel özellikleri ve döneme özgü sorunları, gerekse özgün tanı ve tedavi yaklaşımları açısından büyük önem taşımaktadır (Ünalan, 2007, 568). Ancak buna rağmen henüz bu alanda ülkemizde bütüncül hizmet verebilecek organizasyon yapısının sağlanamadığı görülmektedir. Türkiye’de sağlık sisteminin dağınık yapısı çoğu bireyin bireysel hekiminin olmasına izin vermemektedir. Bireyin sağlık sorunlarının sorumluluğunu üstlenen bir hekimin olmaması, ergenlerin de sağlık ihtiyaçlarını sürekliliği olmayan ve çoğunlukla ergen sağlığı konusunda uygun eğitim almamış sağlık çalışanlarından almalarına yol açmaktadır (Set, 2006, 138). Son yıllarda, ülkemizde ergenlerin sorunlarına yönelik olarak sağlık hizmetlerinin yapılanmasında bazı gelişmeler görülse de, hizmetlerin yaygın ve yeterli bir şekilde organize edilmesi için yeni çabaların gerektiği düşünülmektedir. Sağlık Bakanlığı tarafından, uluslararası ve ulusal kuruluşlar ile işbirliği çerçevesinde 2002 yılından bugüne kadar birinci basamak sağlık kuruluşlarında, pilot olarak başlayan, yaygınlaşmasını hedeflenen 24 “Adolesan/Gençlik Danışmanlık ve Sağlık Hizmet Merkezi” kurulmuş ve hizmet sunumuna bu merkezlerde devam edilmektedir (Şahin, 2006, 16). 65 L.B.Kıdak / Ergen Sağlığı Yönetimi: Ulusların Gelecekleri İle İlgili Umutlarının Anahtarı Organizasyonlar, tanımladıkları amaçları başarmak için kurulurlarken; beraberinde her bir çalışanın davranışlarını belirlemek ve sınırlamakla sonuçlanacak bir yapılanma içinde yer alırlar. Bu yapılanmada öncelikle kişilerin hangi hizmetleri kimden, ne zaman, ne şekilde alacağının tanımlanması ve açıklanması gerekmektedir. Ergen sağlığına yönelik organizasyonlarda da, ergen sağlığı hizmetlerinin etkili bir biçimde yerine getirilmesi için, bu alandaki sağlık çalışanlarının hem kendisinden beklenen rol ve işlevleri, hem de bu hizmetlerin amacını anlamaları sağlanmalıdır. Bu sayede çalışanlardan her biri, kendi göreviyle organizasyonun diğer birimlerinde çalışanların görevleri arasındaki ilişkiyi kavrayabilecektir. Böylece her bir çalışan, kime rapor ve hesap vereceğini ve sorumluluklarının da ne olacağını görebilecektir (Can, 2005, 145). Ülkemizde çocuk veya erişkin sağlığı konusunu çalışan pek çok sağlık çalışanı olmasına rağmen, ergen sağlığı ile ilgilenen çok az profesyonel bulunmaktadır. Mevcut ergen sağlığı hizmetleri, çoğunlukla bu alana yönelik bir eğitim almamış sağlık çalışanları tarafından verilmektedir. Ayrıca yapılan çalışmalar hizmet sunucularının kendi bilgilerini yeterli bulmadıklarını göstermektedir. Hekimlerin ergen sağlığıyla ilgili tutum ve davranışlarını inceleyen çalışmada, hekimler bu alandaki deneyimlerinin sınırlı olduğunu belirterek, kendilerini ergen sağlığına yönelik hizmet sunmak için yeterli beceriye sahip görmediklerini ifade etmişlerdir (Set, 2006, 139). Tüm dünyada olduğu gibi ülkemizde de ergenlerle ilişkili temel sorunlar arasında; 1. Önlenebilir sağlık problemlerinin yüksek oranda olması, 2. Bedensel, ruhsal ve sosyal yönden gelişimleri ve risk etkenlerinin tam bilinmiyor olması, 3. Her zaman ulaşılabilir ve uygun sağlık hizmeti alamamaları, 4. Yetişkinlerin ve ergenlerin, ergenlik hakkında yeterli bilgiye sahip olmamaları sayılabilir. 2. ERGENLİK VE ERGENLİK DÖNEMİ Ergenlik (adolesans) Latincede ‘adolescere’den gelir. ‘To grow up’ yani büyüme anlamına gelen ergenlik, çocukluk dönemini bitiren ve erişkinliğe geçişi sağlayan bir süreçtir. Ergenlik döneminin genel olarak 11-21 yaş arası gençleri kapsadığı kabul edilmektedir (Hamburg, 1989, 16). Ancak bu dönemle ilgili açıklığa kavuşturulamayan konulardan biri de ergenlik döneminin hangi yaşta başladığı ve hangi yaşta sona erdiğidir. Dönemin, genel olarak buluğ çağı ile başladığı ve yetişkinlikle beraber sona erdiği kabul edilmektedir. Ancak bu tanım pek çok soruyu beraberinde getirmektedir. Onbeş yaşına gelmiş hiçbir buluğ çağına ilişkin fiziksel gelişmenin görülmediği bir genç çocuk mudur, ergen midir? Aynı biçimde dönemin sonuna bakıldığında 17 yaşında evli ve iki çocuklu köylü kızı ne kadar ergendir? Ya da 24 yaşında anne-babasıyla yaşayan, bekar, para kazanmaya başlamamış tıp öğrencisi yetişkin mi yoksa ergen olarak mı değerlendirilmelidir? Yaş, kronolojik yaş, sosyal yaş ve 66 Sosyal Bilimler 6/1 (2008)s.62-80. kanunlar açısından olmak üzere bazı farklılıklar göstermektedir. Tanımlamaların birden çok unsura bağlı olduğu kabul edildiğinde konu yoruma ve belirsizliğe açık kalmaktadır (Varan, 1997, 321). Sonuç olarak Dünya Sağlık Örgütü’ne göre bu dönem içerisindeki nüfus, 10-19 yaş arası adolesan, 15-24 yaş arası gençlik dönemi ve 10-24 yaş arası ise genç insan olarak ifade edilmektedir (Özcebe, 2002, 374). Çocukluk ve yetişkinlik dönemleri arasında yer alan ergenlik dönemi birçok araştırmacıya göre kişilerin yaşamında oldukça kritik bir yer tutmaktadır. Daha çok bir geçiş dönemi olarak algılanan ergenlik dönemi puberte ile başlamakta, yetişkin kimliğinin oluşmasıyla sona ermektedir. Geçiş dönemi olarak algılanan bu dönem kavramsal açıdan daha çok iki nokta arasında yer alan bir değişme, büyüme ve dengesizlik durumunu düşündürmektedir. Diğer bir ifadeyle, ergenlik dönemi, fiziksel, sosyal ve psikolojik açıdan değişme, büyüme ve dengesizlik dönemidir denilebilir. Geçiş süreci kavramı, aynı zamanda ergenlik döneminin bir ara dönem olduğunu da akla getirmektedir (Neinstein, 1996, 54; Varan, 1997, 365). 2. 1. Ergenlik Dönemine Bakış Pubertedeki hızlı fiziksel değişiklikler genellikle ergenlerin zihninin sürekli kendisiyle meşgul olmasına neden olur. Ergenlerin ‘normal’ kavramı konusunda şüpheleri doğar, bu nedenle kendi fiziksel değişimlerini diğerlerininkilerle karşılaştırırlar (Nicholi, 1988, 14; Offer, 1991, 19). Pubertenin başlangıcı ve gelişimi kişiye göre çok farklılıklar gösterir. Ergenlik dönemi erken, orta ve geç ergenlik dönemi olmak üzere üçe ayrılır: (Hamburg, 1989, 16) (1) Erken ergenlik dönemi 11-14 yaş, (2) Orta ergenlik dönemi 15-17 yaş, (3) Geç ergenlik dönemi 18-21 yaşları içerir. Bir yandan yoğun bağımsızlık isteği, diğer yandan ait olma ve sahip çıkılma beklentisi bu dönemde yaşanan tipik çatışmalardandır. Ergenlik yoğun çelişki ve zıtlıkların yaşandığı bir dönemdir. Bu nedenle ergenler kendini tanımak için büyük çabalar harcamak zorunda kalmaktadır. Ergenlik döneminin bütününü oluşturan her bir dönem, kendine özgü özellikleri içerisinde barındırmaktadır. Bazı çocuklar bağımsızlıklarını bebekliklerinden itibaren öne sürmeye başlasalar da, çoğu 12-14 yaş arasında otonomi kazanmak için savaşmaya başlarlar. Erken ergenlik döneminde ergenlerin aile aktivitelerine ilgisi azalırken, anne-babaların nasihatlarına daha fazla direnç göstermeye başlarlar. Orta ergenlikte ise arkadaş grubu primer sosyal önemi kazanırken, aile çatışması maksimum seviyeye ulaşır. Geç ergenlik döneminde aile çatışması azalır, ergenler ailesinden ayrı kendine has bir kişilik ve bağımsızlık kurarlar. Erken ergenlik döneminde arkadaş grubu genellikle aynı seks grubu ile, güçlü arkadaşlıklar tarzında olur. Pubertenin sonlarına doğru seksüel olgunluğa ulaşınca ergenler vücut değişimleriyle daha az ilgilenmeye, giyim-kuşam ve arkadaşlarının sosyal kodlarıyla daha fazla ilgilenmeye başlarlar. Bu dönemdeki 67 L.B.Kıdak / Ergen Sağlığı Yönetimi: Ulusların Gelecekleri İle İlgili Umutlarının Anahtarı aynı seks grubu ilişkilerinin yerini flörtler ve seksüel deneyimler almaya başlar. Ergenlik döneminde hayal kurma çok normal ve sıktır. Çocuklukta fantaziler, gerçek dışılıklar ne kadar önemli ise, ergenlikte de hayal kurma da o denli önemlidir. Gelecek ile ilgili kaygılar ve düşünceler genellikle geç ergenlik döneminde ortaya çıkar. Erişkin perspektifine ulaşan ergen artık gerçekçi amaçlar gütmeye başlar. Kendilerine “Hayatımla ilgili neler yapmak istiyorum? Hangi mesleği seçmeli ve nasıl bir yaşam sürmeliyim?” gibi sorular sorarlar. Bu dönemde ergenler erişkin gibi davranılmasını isterler. Ancak, aileler ve ergenler eğer yetişkinliğe geçişin kolay bir şey olmadığını akılda tutarlarsa her şey onlar için çok daha kolay olacaktır. 2. 2. Ergenlik Döneminin Problemleri Hayatın her safhasında değişiklikler yaşanmasına rağmen, ergenlik dönemi neden diğer safhalardan daha zor bir geçiş dönemidir? Onu değişik bir tarzda riskli yapan nedir? Ergenlik dönemi, kimliğin oluşturulduğu, gencin “ben kimim?” sorusuna cinsel, sosyal, mesleki ve benzeri diğer alanlarda yanıt aradığı bir dönemdir. Ergen bir yandan kimliğini oluşturup, bir yandan da ayrılma-bireyselleşme süreçlerini tamamlamaya ve aynı zamanda bedenindeki fiziksel değişikliklere de uyum sağlamaya çalışmaktadır. Dolayısıyla hem fiziksel hem de ruhsal olarak önünde yapılacak çok işi vardır ve henüz netleşmeyen ruhsal süreçleri nedeniyle de kafası karışıktır. Bu nedenlerle ergenlik dönemi, çocukluktan erişkinliğe bir geçiş evresi olarak zor bir dönemdir. Bunlara ek olarak ergenlerin kendinden önceki kuşaklardan internet bağımlılığı gibi daha farklı ve yeni sağlık problemleriyle de karşılaşıyor olması ergenliği zor kılan etkenler arasında yer almaktadır. Ayrıca bir geçiş süreci olarak ergenlik dönemi; kişiyi, aileyi ve toplumu sonuçlarıyla olumsuz etkileyebilecek nitelikte olan ve aşağıda daha kapsamlı olarak ele alınacak problemleri de içerisinde barındırması nedeniyle zor ve riskli bir dönem olarak düşünülmektedir. Bugün ergenlerin karşılaştığı en önemli problemler şunlardır (Erdem, 2006, 111-116; Tekgül, 2005, 14-15; Başbakanlık, 1997, 11-12; Toros, 2004, 264-71; Neinstein, 1996, 54-55; Taşgın, 2006, 43-61; Ögel, 2004, 112116; Set, 2006, 138; Whang, 2003, 143-150); · Yaralanma ve Şiddet: Suç işleme ve saldırgan davranış gibi özellikler, ergenlik döneminde otoriteye karşı gelme, aykırılık ve ani davranışlarla beraber artmaktadır. Özellikle şiddet içeren hırsızlık, polisle başı belaya girme gibi davranışların erkeklerin arkadaş gruplarında görülme sıklığının ve riskinin yüksek oluşu, ülkemizde ve ABD’de yapılan araştırmalarla benzerdir. 1996 yılında Başbakanlık Aile Araştırma Kurumunca 2400 genç ile yapılan bir çalışmada ergenlerin %1.6’sının bir gençlik çetesine üye olduğu belirtilmiştir. 15-24 yaş arası gençlerde ölümlerin % 80’i yaralanma ve şiddet sonucu olmaktadır. Bunların arasında en sık görüleni motorlu araç yaralanmalarıdır. Motorlu araç yaralanmalarının yarısı ise alkollü araç kullanma sonucu ortaya çıkmaktadır. 68 Sosyal Bilimler 6/1 (2008)s.62-80. · Depresyon ve Özkıyım: Ergenlik dönemi gelişimsel olarak duygusal dalgalanmalara ve depresyon belirtilerine yol açabilen bir dönemdir. Türkiye'de Toros ve arkadaşlarının yaptıkları bir çalışmada, ergenlerde depresyon yaygınlığı %12.55 bulunmuştur. Depresyon, 13 yaşına kadar erkek ve kızlarda eşit oranda görülürken, 13 yaşından sonra kızlarda erkeklere göre 23 kat daha fazla görülmektedir. Ülkemizde yapılan bu çalışmada ergenlerin % 3.2’sinin özkıyım girişiminde bulunduğu, kızlarda oranın erkeklerden 2 kat fazla olduğu saptanmıştır. Amerika’da son 20 yılda 10-14 yaş arasında özkıyım görülme hızı 3’e, 15-19 yaş arasında 2’ye katlanmıştır. Her tamamlanmış özkıyımda bulunan ergen başına ortalama 50-200 ergen de girişimde bulunmaktadır. · Alkol ve Madde Kullanımı: Türkiye’de 9 ili kapsayan bir çalışmada, ilköğretim ve ortaöğretim öğrencileri arasında madde kullanımı, diğer ülkelerde yapılan araştırma sonuçlarına oranla düşük bulunmuştur. İlköğretim öğrencileri arasında en az bir kez tütün kullananların oranının %16.1 olduğu saptanmıştır. Bu oran alkol için %15.4, uçucu ve uyuşturucu maddeler için %1.7’dir. Ortaöğretimde yaşam boyu en az bir kez tütün kullanımı %55.9, alkol kullanımı %45.0, esrar kullanımı %4.0, uçucu madde kullanımı %5.1, eroin ve ekstazi kullanım yaygınlığı %2.5’dir. İlk ve ortaöğretimde madde kullanım yaygınlığı erkekler arasında kızlara göre daha fazladır. · Hamilelik: Cinsel etkinlik dönemi daha erken yaşta başlarken ergenler cinsellik, gebelikten korunma yöntemleri ile ilgili yeterli bilgiye sahip olamadıkları için, yüksek oranda istenmeyen gebelik riskine maruz kalmaktadır. Amerika’da her yıl 1 milyon ergen hamile kalmaktadır. Hamilelik, Amerika’da kızlar arasında en sık okulu bırakma nedenidir. Seksüel olarak aktif ergen kızların % 70’i düzenli bir korunma yöntemi kullanmamaktadır. · Cinsel Yolla Bulaşan Hastalıklar (CYBH): Çalışmalar, cinsel aktif gruplar arasında en fazla cinsel yolla bulaşan hastalık görülme oranının, ergenler arasında olduğunu göstermektedir. Amerika’da 15-19 yaş arası tüm ergenlerin yarıdan fazlası cinsel ilişkide bulunmakta; bunların ¼’ünde ise liseyi bitirmeden önce en az bir kez CYBH oluşmaktadır. Türkiye’de yapılan bir araştırmada üniversite öğrencilerinin % 24.1’inin (erkeklerin % 44.5’i, kızların % 3.9’u) en az bir kez cinsel ilişkide bulunduğu ve bunların % 40.7’sinin son altı ay içinde birden fazla kişiyle cinsel ilişkide bulunduğu tespit edilmiştir. Yine, tıp fakültesi öğrencilerinde yapılan bir araştırmada cinsel deneyimi olan öğrencilerin % 44.5’inin CYBH’ye karşı herhangi bir önlem almadıkları saptanmıştır. · Obesite ve Anoreksiya Nervoza: Obesite, boya göre belli bir standardın üzerindeki vücut ağırlığı ya da yağı olarak tanımlanan ve ergenlerde sıkça görülen bir problemdir. DSÖ verilerine göre 2-4 yaş arasındaki çocuklarda obesite %5 iken, 1998’de %9’a yükselerek neredeyse ikiye katlanmıştır. 6-15 yaş arasındakilerde ise 1990-2001 yılları arasında %5’ten %16’ya çıkmıştır. Anoreksiya nervoza ise ağır kilo kaybıyla seyreden bir yeme bozukluğudur. 69 L.B.Kıdak / Ergen Sağlığı Yönetimi: Ulusların Gelecekleri İle İlgili Umutlarının Anahtarı Yirmibeş yaş altı kadınlarda, özellikle de 13-14 ve 17-18 yaşlarında daha sık görülür. Görülme sıklığı 16-18 yaşlar arasında %1’dir. Bugünün ergenlerini önceki kuşakların ergenlerinden ayıran önemli bir problem daha bulunmaktadır (Odabaşıoğlu, 2007, 46): İnternet Bağımlılığı: İnternet bağımlılığı, dünyada olduğu gibi ülkemizde de hızla yaygınlaşan ve bağımlılıkla ilgili uzmanların sıklıkla karşılaşmaya başladıkları, diğer madde bağımlılıkları kadar risk taşıyan ve gelecekte üzerinde daha fazla durulması zorunlu hale gelecek bir durumdur. Yararı ve çekiciliği açık olarak bilinen internet, aynı zamanda ergenler yönünden bir takım olumsuzlukları, hatta tehlikeleri de beraberinde getirmektedir. Özellikle çocuk ve ergen yaş grubunun internet bağımlılığı açısından belirgin risk taşıdıkları bilinmektedir. İnternet ve bilgisayar başında geçirilen keyif verici anların, aynı psikoaktif maddelere benzer nörobiyolojik mekanizmaları kullanarak bağımlılık yaptığı öne sürülmektedir. İnternet bağımlılığı; televizyon bağımlılığı, kumar bağımlılığı, aşırı yemek yeme gibi davranışsal bir bağımlılık olarak değerlendirilmektedir. İnternet üzerinden online oynanan oyunlar, yeni birisiyle tanışma, cinsel içerikli sitelere girebilme gibi olanaklar, biyolojik olarak ödül sistemlerini ayni psikoaktif maddeler gibi kullanarak, kişinin bu davranışları tekrar ederek pekiştirmesine ve neticede bağımlılığın ortaya çıkmasına neden olabilmektedir. Ülkemizde de sosyokültürel faktörler dolayısıyla risk altında çok ciddi bir genç kitle bulunmaktadır. Genç yaş grubunda internet bağımlılığı saptanan vakalarının bir bölümünde eşlik eden başka psikiyatrik bozukluklar, en sık olarak da sosyal fobi, dikkat eksikliği ve hiperaktivite bozukluğu ile depresyon bulunabilmektedir. Yapılan çalışmada bunlara ek olarak internet bağımlılığının, bazen bu bozuklukların ortaya çıkmasına uygun bir zemin yaratabileceği de düşünülmektedir. Yapılan diğer bir çalışmada internet bağımlısı olarak nitelendirilebilecek hastaların oranı toplam kullanıcıların %1.98’i ile %3.5’u arasında bulunmuştur. Aynı zamanda internet bağımlılığı ergenler için görme sorunları, duruş ve iskelet sorunları, radyasyon riski ve daha az hareketten kaynaklanan fiziksel problemler gibi potansiyel fiziksel riskleri taşımaktadır. Özetle sonuç olarak, ergenlerde sıkça rastlanılan internet bağımlılığının ergenlerin ruhsal ve bedensel gelişimlerini bozduğu, sosyal ilişkilerini olumsuz etkilediği ve akademik başarılarını da düşürdüğü anlaşılmaktadır. 3. ERGEN SAĞLIĞI YÖNETİMİ Çocukluktan erişkinliğe geçiş süreci olan ergenlik dönemi, yaşamın belki de en çok ilgi isteyen bölümüdür. Bu dönemin 10 yıldan fazla sürmesi, 1121 yaş arası gençleri kapsaması ve sorunların farklılıkları dikkate alındığında birden fazla disiplini ilgilendirdiği sonucu çıkarılabilir. Dolayısıyla da disiplinler arası çalışmaların yapılması gerektiği açık bir şekilde görülmektedir. Bu açıdan ergen sağlığı alanı, bütün boyutlarıyla büyük bir dikkat ve özenle yönetilmesi gereken bir alan olarak ortaya çıkmaktadır. 70 Sosyal Bilimler 6/1 (2008)s.62-80. Ergen sağlığı yönetiminin amaçları şunlar olmalıdır: her düzeydeki ergen sağlığı hizmetlerini iyileştirmek için düzenlemeler yapmak ve ulusal politikalar geliştirmek; ülkedeki ergenlerin durumu hakkında stratejik bilgi toplamak ve analiz etmek; farklı ergen sağlığı konularında kılavuz ilkeler geliştirmek; konferans, forum ve kurs gibi etkinliklerle sürekli tıbbi eğitimler organize ederek sağlık çalışanlarının bilgi ve becerilerini artırmak; ergenlerin toplumda bireysel bir yaşantı sürdürebilmesi için her yönüyle geleceğe hazırlanmasını sağlayabilecek eşitlik, sağlık, eğitim ve özgürlük vb. hakları kapsayan ekonomik, sosyal ve kültürel haklarını savunmak ve desteklemek; ergenlerin hastalıklarının yönetimi ve erken tanı hizmetlerini artırmak; ergen sağlığının ilerlemesini teşvik etmek ve uygun nitelikte ergen sağlığı hizmetlerini sunmaktır (ICAH, 2003, 1; WHO, 2007, 14). Ergen sağlığı hizmetlerinde, ergenlerin sağlığını iyileştirme ve geliştirme amaçlarına yönelik seçeneklerin belirlenip ayrımlandığı planlama etkinlikleri ile öngörülenlerin, gerçekleşmelerle karşılaştırılıp, değerlendirildiği kontrol işlevleri, yönetsel sürecin iki uç noktasını oluştururken; uygulama, her iki işlevi özellikle kısa süre temelinde birleştiren ve ayrıntılandıran yönetim işlevi görünümündedir (Taner, 2000, 1). Ergen sağlığı yönetimi bağlamında yukarıdaki amaçları gerçekleştirebilmek için yapılacak hazırlık aşaması şu basamakları içermelidir: 1- Planlama 2- Uygulama 3- Kontrol işlevlerinin genel çerçevelerinin oluşturulmasıdır (Taner, 2000, 1). 3. 1. Ergen Sağlığı Hizmetlerinin Planlanması Planlama, yönetsel işlevlerin birinci ve en önemli safhası sayılan yönetim olayını başlatan işlevdir. Planlama işlevini yerine getiren yöneticiler örgütün amaçlarını ve hedeflerini belirleyerek öteki yönetsel süreçlerle de bu amaçlara ve hedeflere ulaşmanın en iyi yollarını bulma olanağına sahip olurlar. Planlama süreciyle kuruluşun yalnızca amaçları ve hedefleri değil, aynı zamanda, kaynakları ve bu kaynakların sınırlılıkları da saptanmış olur. Ne yapılacağının, ne zaman yapılacağının, kim tarafından ve ne sürede yapılacağının, ne kadar kaynak kullanılacağının bilinmesi demek olan planlama, her yöneticinin başta gelen görevidir. En üst düzey yöneticiden, küçük bir birimin başındaki yöneticiye kadar her düzeydeki yönetici, bir ölçüde planlama yapmak durumundadır (Koçel, 2005, 123; Ergun, 2005, 65). Ergen nüfusun sağlık gereksinimlerinin karşılanmasında başlangıç noktası, ergen sağlığını bütüncül bir bakış açısı ile ele alabilecek planlamanın yapılmasıdır. Politikalara göre amaç belirlenmeli, kısa, orta, uzun vadeli planlar yapılmalı ve hedefler oluşturulmalıdır. Oluşturulan plan ve hedeflere ulaşmak için stratejik, taktik ve operasyonel planlar da eklenmelidir. Aynı zamanda planlama doğrultusunda sağlık politikaları oluşturulmalıdır. Ergen sağlığı alanının yönetilebilmesi için atılacak ilk 71 L.B.Kıdak / Ergen Sağlığı Yönetimi: Ulusların Gelecekleri İle İlgili Umutlarının Anahtarı adımlardan biri, ulusların sağlık politikalarını belirleme ve sağlık yapılanmasını oluşturma aşamasında; ergen nüfusunun sağlık gereksinimlerini karşılayabilecek olanakların belirlenmesi ve sağlanması olmalıdır. Bununla birlikte ikinci ve üçüncü basamak hizmetleri kapsayan hizmetler de tanımlanmalı ve yapılandırılmalıdır (PAHO-a, 2004, 1). Ergen sağlığı hizmetlerinin planlaması bu hizmetlerin temel özelliklerine göre yapılmalıdır. Ergen sağlığı hizmetlerindeki planlamanın temel özellikleri aşağıdaki şekilde ele alınabilir: (Giray, 2008, 83) · Ergen sağlığı hizmetleri bütüncül olarak planlanmalı ve sunulmalıdır. · Hizmetler merkezi olarak planlanmalı, sağlık politikaları doğrultusunda ulusal sağlık sistemi ile bütünleşmiş olmalıdır. · Ergenlere uygun sağlık hizmeti planlamasında ön koşul, sağlık hizmetleri ile aralarındaki engellerin kaldırılmasıdır. · İlk başvuru yeri birinci basamak sağlık kurumları (aile hekimleri/sağlık ocakları) olmalıdır. · Hizmetler tüm ergenleri kapsamalıdır. · Hizmetlerin ulaşılabilirliği ve sürekliliği sağlanmalıdır. · Hizmetlerin ülkenin ve ailenin sosyo-kültürel yapısı ve içinde bulunduğu koşullara uygun olması sağlanmalıdır. 3. 2. Ergen Sağlığı Hizmetlerinin Uygulanması Planların amaçlara uygun olarak hazırlanıp, işleyiş şartına göre onaylanıp, uygulanması kararlaştırılan seçeneklerin saptanmasından sonraki aşama, uygulama programlarının oluşturulmasıdır. Uygulama programı, plandan daha detaylı olarak hedefe ulaşmayı sağlayacak her faaliyetin nasıl ve kimler tarafından, nerede ve ne zaman yapılacağını göstermeli, aynı zamanda organizasyon yapısını ortaya koymalı ve eşgüdüm işlevlerini kapsamalıdır (Gözlükaya, 2007, 16-17). Ergen sağlığı hizmetlerinin uygulanması aşağıdaki aşamaları kapsamalı, organizasyon yapısı ve eşgüdüm işlevleri de bu aşamalara göre oluşturulmalıdır: 1. Oluşturulan politikalar doğrultusunda planları uygulayacak yönetim ve organizasyon alt yapısı hazırlanmalı, bakanlık ve il düzeyinde yönetim yapıları oluşturulmalıdır. 2. Birinci basamak sağlık hizmetlerinde gereksinim duyulan ergen sağlığı hizmetleri saptanmalı ve buna uygun insan gücü yetiştirilmelidir. 3. Yeterli sayıda ve uygun nitelikte ergen sağlığı merkezleri açılmalıdır. 4. İkinci ve üçüncü basamak sağlık hizmetlerinde verilecek ergen sağlığı hizmetleri türleri ve disiplinleri ayırt edilmeli ve yapılandırılmalıdır. 5. Ergen sağlığı alanında her basamakta iş gücü planlaması yapılmalı ve hızla eğitim alt yapısı oluşturulup eğitim uygulamaları başlatılmalıdır. 6. Bütün bu planlar ve hazırlıklar her il/bölge için ayrı ayrı yapılmalı ve uygulamada illerin/bölgelerin mevcut tüm olanakları kullanılacak şekilde planlanmalıdır. 72 Sosyal Bilimler 6/1 (2008)s.62-80. 7. Aynı zamanda paralel olarak okullarda fiziksel, psikolojik ve toplumsal ortam geliştirilmeli ve spor faaliyetlerinin etkinliği artırılmalı ve çalışmalar her düzeyde (bakanlıklar, il ve ilçe) eşgüdüm sağlanmalıdır. 8. Ergen sağlığı ve gereksinimleri yönünde ergenlerin, anne ve babaların, toplumun sistematik olarak bilgilendirilmesi, duyarlılığın ve farkındalığın artırılması için yöntemler saptanmalı ve uygulanmalıdır. Ergen sağlığı yönetimi uygulamaları üç basamakta ayrı ayrı değerlendirilebilir: Aile Hekimi Tüm ergenlerin merkezlerinden düzenli izlenmesi Ergen Sağlığı Merkezi Aile hekimi tarafından 2. ve 3. Basamak Ergen sağlığı gönderilen ergenler gönderilen ergenler 3. 2. 1. Birinci Basamak Sağlık Hizmetlerinde (Aile Hekimi) Ergen Sağlığı Uygun sağlık hizmetleri ve eğitim ile ergen sağlığı sorunlarının pek çoğunun önlenebilir olduğuna daha önce değinilmişti. İlk olarak yapılması gereken, doğru (birinci) basamakta -aynı erken çocukluk dönemi gibi- ergenler için düzenli sağlık kontrollerinin yapılması ve gerekli danışmanlık hizmetlerinin verilmesidir. Öncelikle ergenlerin dönem özelliklerine ait sorunlar olduğunda ilk başvuru yerleri gençlerin bağlı oldukları aile hekimleri/sağlık ocakları olmalıdır. Aile hekiminin görev tanımına uygun olarak, ilgili aile hekimi ergenler ile ilgili kayıtları tam ve eksiksiz tutmalıdır (Dikici, 2007, 412). Ergenler için yukarıda belirtilen her bir risk etkenine ilişkin yapılacak işlemler tanımlanmalıdır. İş tanımında belirtilen kontrolleri ve izlemleri düzenli olarak yapmalı ve sonuçları kayıt etmelidir (PAHO-b, 2004, 2). Bu aşamada aile hekiminin kendinden beklenen hizmeti sunması için eğitim alt yapısı sistematik bir şekilde desteklenmelidir. Ergenlerin sağlık problemleri çoğunlukla karmaşıktır ve kapsamlı bir biyopsikososyal yaklaşım gerektirir. Verilecek eğitimler sonucunda aile hekimleri aşağıdaki uygulama stratejilerinin aşamalarını yapabilir düzeyde olmalıdır: ergenler ile etkin bir iletişim kurabilmeli; ergenlerin farklı sosyal ve kültürel özelliklerini anlayabilmeli; ergenlerin sağlık risklerini değerlendirebilmeli; ergenlerin sağlık problemlerini izleyebilmeli ve yönetebilmeli; ergenler tarafından ulaşılabilir olmalı ve onlara uygun tıbbi tedavileri yapabilir olmalıdır. Ergenlerle görüşmelerde olabildiğince tarafsız algılanacak bir durumda olmalı, yargılayıcı olmaktan uzak olmalı ve anne-baba gibi otorite figürü olarak algılanmaktan kaçınmalıdır (Çuhadaroğlu, 1997, 366). Aynı zamanda birinci basamak sağlık hizmetlerinde çalışan hekim ve hekim dışı sağlık personeli tarafından bu dönem detaylı olarak incelenmeli ve anlaşılmalıdır. Ergenlik döneminde vücutta oluşan hormonal ve fiziksel değişimin tam olarak anlaşılabilmesi için, tüm sağlık çalışanları temel bilgilere sahip olmalıdır (Ünalan, 2007, 570). Böylece doğru bilgi dağıtabilecekler ve 73 L.B.Kıdak / Ergen Sağlığı Yönetimi: Ulusların Gelecekleri İle İlgili Umutlarının Anahtarı ergen gelişimi ile ilgili mitlerin giderilmesine yardım edebileceklerdir. Normal gelişim tam olarak anlaşılabilirse, ergenlerdeki erken gelişim (puberte prekoks), adet düzeniyle ilgili bozukluklar ve diğer sorunların tanı ve tedavisi için temel oluşturulabilir (Ürünsak, 2004, 27). Aile hekiminin gerekli gördüğü ergenler bağlı bulunduğu ergen sağlığı merkezlerine uygun şekilde gönderilmeli ve sonuç yine aile hekimi tarafından izlenmelidir. Aile hekimlerinin ergen sağlığı hizmetlerine ilişkin görev ve sorumlulukları şunlar olmalıdır (Tekgül, 2005, 17; Özcebe, 2002, 376): · Kendisine bağlı olan ergen nüfusunu belirlemeli, görevlerini gerçekleştirecek şekilde çalışma planlarını oluşturmalıdır. · Aile hekimi ergeni tanımalı; yani geçmiş yaşamını, gelişimini ve şimdiki durumunu bilmeli ve değerlendirebilmelidir. · Ergenlerin mutlaka düzenli yıllık sağlık kontrollerini yapmalı ve danışmanlık hizmetleri vermelidir. · Düzenli aralıklarla boy-kilolarını ölçerek büyümelerini takip etmeli; yılda bir kez tansiyonlarını ölçmeli; işitme ve görme kontrollerini ve kan tahlillerini yapmalıdır. · Aşılamaları düzenli yapmalıdır. · Diş çürüklerini tarayıp, düzenli diş fırçalamanın önemini vurgulamalıdır. · Tüm ergenlere istenmeyen gebelikler ve CYBH ile sonuçlanabilecek cinsel davranışları sormalı; korunma yöntemlerini tanıtmalı ve CYBH açısından incelemelidir. · Gerçekleştirdiği çalışmaları düzenli olarak sağlık grup başkanlığına göndermelidir. Bu yapılanmanın yanısıra, ergen sağlığı hizmetlerinin aile hekimi ile ergen sağlığı merkezleri arasındaki iş akışı (sevk ve değerlendirme standartları) belirlenerek çocuk sağlığı ve hastalıkları, kadın sağlığı ve hastalıkları, dermatoloji, endokrinoloji, çocuk ve ergen ruh sağlığı, alkol ve madde bağımlılığı merkezleri (AMATEM) vb. gibi disiplinler ile bağlantı noktaları ve koşulları tanımlanmalıdır. Zincir etkin bir şekilde oluşturulmalı ve çalıştırılmalıdır. Bu noktada en etkin yönetim birimi sağlık grup başkanlığı olup operasyonel kararları alabilecek düzeyde donanımlı olmalıdır. 3.2.2. Ergen Sağlığı Merkezleri Birinci basamak sağlık hizmetleri örgütlenmesi doğrultusunda, ilçelerde oluşturulan toplum sağlığı merkezlerinde, ergen sağlığı merkezleri ya da merkezlere bağlı yerlerde ergen sağlığı merkezi görevi yapabilecek düzeyde birimler oluşturulmalıdır. Her ilçede, ilçenin büyüklüğüne göre yeterli sayıda merkez oluşturulması planlanmalıdır. Ergenler, aile hekimleri tarafından gerekli olduğunda bu merkezlere yönlendirilmelidir. Sağlık örgütlenmelerinin yapılanmalarında ergen sağlığı birimleri veya merkezleri hızla oluşturulmalıdır. Bu merkezler ergen sağlığını bütüncül olarak ele alabilmeli ve değerlendirebilmelidir. Merkezler, aile hekimleri ile eşgüdümlü çalışmalı, 74 Sosyal Bilimler 6/1 (2008)s.62-80. gerektiğinde diğer disiplinler ile iletişim kurmalı, ergenleri bu alanlara yönlendirmeli ve izlemelidir (PAHO-b, 2004, 2). Bunun için bu engellerin kaldırıldığı, sorunlara ilişkin farkındalığı yüksek, duyarlı, ergenlere kapsamlı hizmet sunabilecek nitelikte ve sayıda ergen sağlığı merkezleri ya da birimleri kurulmalıdır. Sağlık örgütlemelerinde yer alarak oluşturulan ve ergen sağlığı hizmeti veren bu birimlerde veya merkezlerde (Tekgül, 2005, 17): · Hekimler ergenleri ‘gizlilik’ ilkelerine uygun şekilde takip etmeli ve bu izlem içerisine anne-babaların nasıl katılacağını içeren kurallar oluşturulmalıdır. · Tüm ergenlere sağlıklı diyet ve güvenli egzersiz yapma alışkanlığı kazanması amacıyla danışmanlık verilmelidir. · Tüm ergenlere sigara, alkol ve diğer maddelerden sakınma konusunda danışmanlık verilmelidir. · 18 yaş üzerinde ise kızlara yılda bir kez pap-smear uygulanmalıdır. · Tüm ergenler depresyon veya özkıyım açısından riskli tanımlanabilecek davranışlar ve duygular açısından yılda bir kez değerlendirilmelidir. · Tüm ergenlere yılda bir kez duygusal, fiziksel veya cinsel istismara uğrama öyküsü olup olmadığı sorulmalıdır. Ergen sağlığı merkezlerinin başarısı, hastaya multidisipliner yaklaşımı sağlaması yanında onunla ilişkiyi kesmeden erişkin hayata kadar devam ettirme prensibinde yatmaktadır (Kınık, 2004, 2). Ergen sağlığı merkezlerinin sunduğu hizmetler ile aile hekimlerinin sunduğu hizmetler bir birini tamamlayıcı yapıda olmalıdır. Hizmetler, kişilerin, ailelerin ve toplumun; beklenti, ihtiyaç ve isteklerine, uygulama koşullarına ve bölgelere göre tekrar gözden geçirilmelidir. Daha önce, ergen sağlığı alanında çok az profesyonel bulunduğu, mevcut hizmetlerin çoğunlukla bu alana yönelik eğitim almamış çalışanlar tarafından verildiği vurgulanmıştı. Bu bağlamda ülkemizde de gelecekte ergen sağlığı hizmetlerine yönelik ayrı bir uzmanlık alanı oluşturulmasının gündeme gelebileceği düşünülmektedir. Halen ABD’de ergen sağlığı hekimliği bir yan dal uzmanlığı eğitimini gerektirmektedir (Kınık, 2004, 2). 3. 2. 3. İkinci ve Üçüncü Basamakta Ergen Sağlığı Hizmetleri Ergen sağlığı hizmetlerinde en iyi sonuçları başarmak için, ergen sağlığının bütün alanlarında ulusal ve uluslararası uzmanlar, merkezi ve yerel yönetimler ve profesyonel sağlık çalışanları arasında güçlü bir işbirliği amaçlanmalıdır. Ergen sağlığı hizmetlerinde birinci, ikinci ve üçüncü basamak sağlık hizmetlerine ilişkin aktiviteler arasındaki bütünleşme hayati düzeyde önemlidir. Ergen sağlığı hizmetleri ile birinci, ikinci ve üçüncü basamak sağlık hizmetleri ve bu kurumların yönetim birimlerine ait görev ve sorumluluklar tanımlanmalıdır. Ülkenin mevcut sınırlı kaynaklarının etkin yönetimi ve en iyi sonuçları elde etmek önemli bir konu olarak göz önüne alınmalıdır. 75 L.B.Kıdak / Ergen Sağlığı Yönetimi: Ulusların Gelecekleri İle İlgili Umutlarının Anahtarı Sürdürülebilirliğin sağlanması için uygulamaların ilk aşamasından itibaren önceliklerin belirlenmesi gereklidir (ICAH, 2003, 4). 3. 2. 4. Ergen Sağlığı ve Okul Dönemi Ergen sağlığı yönetiminde en önemli aşamalardan biri de okul dönemidir (PAHO-a, 2004, 1). Ergenin gelişim sürecinde, doğum öncesi dönemden başlayarak, ailesinin ve diğer yakınlarının etkisinin ne kadar önemli olduğu bilinmekle beraber; eğitim, gelir ve kültürel değer farklılıklarının yoğun olarak yaşandığı toplumlarda gençlerin sağlığının korunması ve geliştirilmesi için okullar önemli bir araçtır. Çünkü geleceğin erişkinleri olan ergenlerin davranış biçimleri okul çağında belirlenmektedir (Erikson, 1968, 67). Ergenlerin sağlıklı olmak için bedenlerini ve çevrelerini tanımaları, kendileriyle barışık olmaları ve kendilerini koruyup, geliştirme konusunda öz bakım sorumluluğunu kazanmaları gerekir. Bu amaçla, gerekli olan bilgi, beceri ve yararlı tutumların geliştirilmesi için okuldaki fiziksel, psikolojik ve toplumsal ortam çok önemlidir. Olumlu ortamın yaratılmasında da, yöneticilerin ve öğretmenlerin sorumluluk payı büyüktür (Ekşi, 1999, 91). Rehberlik araştırma merkezleri, ergen sağlığı hizmetlerini yürütürken aile hekimleri ve ergen sağlığı merkezleriyle sürekli iletişim halinde olmalı ve bu hizmetlerde daha aktif rol oynamalıdır. 3. 3. Ergen Sağlığı Hizmetlerinin Kontrolü Kontrol, mevcut iş başarısının ölçülmesi ve elde edilen başarının, belirlenen hedefleri gerçekleştirme derecesinin saptanmasıdır. Kontrolün temeli, mevcut faaliyetlerle elde edilen sonuçların planlama sürecinde belirlenen hedeflere karşı denetlenmesinde yatar. Dolayısıyla kontrol; istenilen sonuçların verilen görevlerin amaçlandığı gibi yürütülüp yürütülmediğinin, arzulanan sonuçlara hem niceliksel hem de niteliksel olarak ulaşılıp ulaşılmadığının takibi için yönetim tarafından sürekli olarak yinelenen işlem ve faaliyetlerin gözden geçirilmesi işlevidir (Can, 2005, 293). Bu amaçla her kademe için kontrol işlevleri ayrı ayrı oluşturulmalıdır. İlçe Sağlık Grup Başkanlıklarında aile hekiminin görev tanımında bulunan ergen sağlığı hizmetleri, gerek kayıtlardan gerek sahada birebir görüşmelerle sürekli kontrol edilmelidir. Kontrol sonuçları rapor haline dönüştürülerek yorumlanmalı ve belirli aralıklarla aile hekimine geri bildirim verilmelidir. Rapor sonuçlarına göre hedeflerde beklenenden farklı olarak sapmalar tespit edildiğinde gerekli operasyonel uygulamalar yapılmalıdır. Aynı zamanda raporlar düzenli olarak sağlık müdürlüklerine gönderilmelidir. Sağlık Müdürlüklerinde raporlara ait veriler stratejik bilgiye dönüştürülerek bu hizmetlere yönelik karar verme süreçlerine destek olabilecek hale getirilmelidir (WHO, 2007, 15). Bilgiler yerel düzeyde uygulamalara ilişkin yöntemlerin geliştirilmesinde yardımcı olabilecek nitelikte olmakla birlikte, merkezi düzeyde de stratejik kararların alınmasında etkili olabilecek yapıda olmalıdır. Aşağıda söz konusu kurumların görevleri gösterilmektedir: 76 Sosyal Bilimler 6/1 (2008)s.62-80. Aile Hekimi Muayene İzlem Kayıt Özdeğerlendirme Raporlama S. Grup Başkanlığı Değerlendirme Operasyonel Planlama Kontrol(Kayıt/Birebir) Geri bildirim Müdürlüğe Bilgi Sağlık Müdürlüğü Değerlendirme Taktik Planlama Uygulama Geri bildirim Bakanlığa Bilgi Sağlık Bakanlığı Değerlendirme Stratejik Planlama Uygulama Kontrol Geri bildirim 4. SONUÇ Ergenlik dönemi, kişilik gelişiminde bir dönüm noktası ve kendilerine hayat boyu yön verebilecek bütünlük duygusunun oluşturulduğu kritik bir dönemdir. Yaşamın bu döneminde birey, çeşitli risklere ve olumsuz etkilenmelere açıktır. Sonuçta, bireysel olgunlaşma süreci olan ergenlik dönemindeki gençler, dünyanın kalkınma gündeminde özel bir yere sahip olmuştur. Diğer taraftan ergenlik dönemi, yeniliğe ve değişime açık olma özellikleriyle de bir fırsat dönemi olarak değerlendirilebilir. Gelişmiş toplumlarda, zaman içinde oluşan ekonomik, sosyal ve kültürel değişimler, çocukluktan yetişkinliğe geçiş süresinin giderek uzamasına yol açmıştır. Beslenme alışkanlıklarının değişmesi, cinsel uyaranların artması ve eğitim sürelerinin uzaması gibi etkenler ergenliğin alt ve üst sınırlarının açılmasına neden olmuştur (Slap, 1994, 3-13). Ergenlik dönemi, fiziksel ve psikososyal değişikliklerin hızlı yaşandığı bir zaman dilimi olma özelliğinden dolayı, sağlık çalışanları tarafından detaylı olarak incelenmeli ve anlaşılmalıdır. Ancak bu şekilde gelişiminde normal dışı durumlar olanlar ayırt edilerek, erken dönemde önlemler alınabilir ve gerekli girişimler uygulanabilir. Ergenlik dönemi, birden fazla disiplininin ilgi alanına girmekte, dolayısıyla disiplinler arası çalışmaların yapılmasını da zorunlu hale getirmektedir. Bu açıdan ergen sağlığı hizmetlerinin birden fazla boyutuyla etkin olarak yönetilmesi gereken bir alan olduğu görülmektedir. Ergen sağlığı hizmetleri; planlanması, organizasyonu, uygulanması, eşgüdümü ve kontrolü her basamakta ele alınarak yönetilmelidir. Ülkemizde öncelikle, ergen sağlığını planlama aşamasında, bütüncül bir bakış açısı ile ele alabilecek sağlık politikaları oluşturulmalıdır. Birinci basamakta ergen sağlığı hizmetleri ve ergen sağlığı merkezlerinin sayısı ülkedeki mevcut ergenleri kapsayacak şekilde hızla artırılmalıdır. Oluşturulan merkezleri etkin bir şekilde çalıştırabilmek için de bu alanda eğitimli ve donanımlı sağlık çalışanlarını yetiştirecek biçimde insan kaynağı alt yapısının aynı hızla oluşturulması gerekmektedir. Ergen sağlığı hizmetlerinin organizasyonu, uygulaması ve koordinasyonu aşamasında; ergenlerin sağlık hizmetlerini kullanımlarında söz edilen engellerin kaldırılmış olduğu, etkin bir birinci basamak organizasyonu ile her zaman ulaşılabilirliği olan, gerektiğinde ergen sağlığı merkezlerine sevk edilen, tanı ve tedavi için ikinci ve üçüncü basamak sağlık hizmetleriyle bütünleşmiş bir sağlık hizmeti sunum modeli oluşturulmalıdır. Aynı zamanda 77 L.B.Kıdak / Ergen Sağlığı Yönetimi: Ulusların Gelecekleri İle İlgili Umutlarının Anahtarı bütün aşamalarda etkin bir kayıt ve izleme alt yapısı gerekmektedir. Bunun için de her basamak ve hizmet grubuna ilişkin görev tanımlamaları ve iş akışları hazırlanarak, bu hizmetlerden etkilenecek her kişi ve kuruma iletilmeli ve hazırlıklar yapılmalıdır. Ergen sağlığı hizmetlerinde yönetim sürecinin son aşaması olan kontrol işlevi ile gerçekleşen faaliyetlerin değerlendirilmesi ve durumun raporlanması gerekmektedir. Bu aşamada yönetimin amaçları ve hedeflere ulaşmada gerçekleşen faaliyetler ile planlanan faaliyetler karşılaştırılmalı, sapmalar varsa belirlenmeli ve düzeltme işlemleri için rapor edilmelidir. Sonuç olarak ergen sağlığı yönetiminde esas ilke; bireysel ve ulusal geleceğimiz açısından büyük bir potansiyel oluşturan ergen grubunun, bu geçiş dönemini en az sorunla ve en fazla kazançla atlatabilmesini ve dolayısıyla ulus olarak kendi geleceğimiz açısından da doğru fiziksel ve sosyal temelleri atmamızı sağlamak olmalıdır. Bu nedenle ergen sağlığının etkin yönetimi ile ergenlik dönemine ilişkin risk etmenleri azaltılmalı veya ortadan kaldırılmalı, hastalıklar önlenmeli, hastalıkların erken tanısı, tedavisi ve rehabilitasyonu yapılmalı, ergenler fiziksel, ruhsal, sosyal ve kültürel yönden desteklenmeli ve ergen sağlığı geliştirilmelidir. KAYNAKÇA Akın Levent, Özcebe Hilal, Haznedaroğlu Dilek, Özbaş Sema, Serim Handan, (2002) (Edt). Adolesan Sağlığı ve Gelişim Programı, Eğitimci Eğitimi Rehber Kitabı, T.C. Sağlık Bakanlığı AÇSAP Gn. Md. Yayını, Ankara. American Collage of Physicians, ACP(1989), Health Care Needs of The Adolescents.nn Intern Med, Philadelphia. Can Halil(2005), Organizasyon ve Yönetim, Siyasal Kitabevi, Ankara. Çuhadaroğlu Füsun(1997), Ergenlerin Psikiyatrik Değerlendirmesi, Ergenlikte Ruhsal Sorunlara Yaklaşım II, Ege Psikiyatri Sürekli Yayınları, Cilt 2,Sayı 4, 365-76, İzmir. Dikici Mustafa Fevzi, Kartal Mehtap, Alptekin Serap, Çubukçu Mahcube, Ayanoğlu Akın Serhat, Yarış Füsun(2007) Aile Hekimliğinde Kavramlar, Görev Tanımı ve Disiplininin Tarihçesi, Türkiye Klinikleri J Med Sci, , 27:412-418. Ekşi, Aysel(1999) Ben Hasta Değilim, Çocuk Sağlığı ve Hastalıklarının Psiko-Sosyal Yönü; Nobel Tıp Kitap Evi, İstanbul. Emans Sarah Jean, Woods Elizabeth, Kenan Peter (2001), Adolescent Medicine; Harvard Children’s Hospital, Boston Medical Center, Boston. Erdem Gizem, Eke Ceyda Y., Ögel Kültegin, Taner Sevil(2006), Lise Öğrencilerinde Arkadaş Özellikleri Ve Madde Kullanımı, Peer Characteristics and Substance Use Among High School Students, Journal of Dependence, Vol: 7, N.: 3, 111-116. Ergun, Turgay(2005), Kamu Yönetimi: Kuram Siyasa ve Uygulama, TODAİE, Ankara. Erikson Erik H(1968), IdentityYouth and Crisis, W.W. Norton Company, New York. Giray Hatice, Meseri Reci, Saatlı Gül, Yücetin Nuray, Aydın Pınar, Uçku Reyhan(2008), Yaşlı Sağlığı Örgütlenmesi Model Önerisi, TSK Koruyucu Hekimlik Bülteni, 7 (1), 81-86. Gökçay Gülbin, Garibağaoğlu Muazzez(2002), Sık Görülen Genel Beslenme Sorunları, Çocukluk ve Ergenlik Döneminde Beslenme, Saga Yayınları, İstanbul. Gözlükaya Türkan(2007), Yerel Yönetimler Ve Stratejik Planlama: Modeller Ve Uygulama Örnekleri, Pamukkale Üniversitesi, Y. Lisans Tezi. Hamburg Bruce, Wortman Richard(1989), Adolescent Development and Psychopathology, Basic Book Publishers, New York. 78 Sosyal Bilimler 6/1 (2008)s.62-80. Haznedaroğlu Dilek(2000), Adolesanla İlgili Çalışmalar. 22. Pediatri Günleri ve 2. Pediatri Hemşireliği Günleri Program ve Özet Kitabı, 97-100, İstanbul. Kadayıfçı Oktay, Derman Orhan(2004), Ergen Sağlığı ve Gelişimi Kaynak Kitabı, T.C. Sağlık Bakanlığı Ana Çocuk Sağlığı ve Aile Planlaması Genel Müdürlüğü, Ankara. Kınık Erol(2004), Adolesan Sağlığı, Ergen Sağlığı ve Gelişimi Kaynak Kitabı, T.C. Sağlık Bakanlığı Ana Çocuk Sağlığı ve Aile Planlaması Genel Müdürlüğü, Ankara,. www.sabem.saglik.gov.tr/Akademik_Metinler/goto.aspx?id=1457 Koçel Tamer(2005), İşletme Yöneticiliği, 10. Bası, Arıkan Basım Yayım Dağıtım, İstanbul. Kreipe Richard. E(2006), Adolescent Health and Youth Development: Turning Social Policy Into Public Health Practice, J Public Health Management Practice, November(Suppl), 4–6. McLoughney Edmond(2006), Editör’den, Evet Deyin, UNICEF Türkiye Bülteni, İlkbahar. Neinstein Lawrence(1996), Adolescent Health Care, Williams-Wilkins, Baltimore. Nicholi Ann(1988), The Adolescent, Harvard University Pres, Cambridge. Odabaşıoğlu Gürkan, Öztürk Özgür, Genç Yasin, Pektaş Özkan (2007), The Clinical Profile of Internet Addiction Via A Serie of 10 Patients, Journal of Dependence, Vol: 8, N: 1, 4651. Offer Dale Boxer(1991), Normal Adolescent Development: Empiricial Research Findings. Williams and Wilkins, Baltimore. Ögel Kültegin, Çorapçıoğlu Aytül, Sır Aytekin, Tamar Müge, Tot Şenel, Doğan Orhan, Uğuz Şükrü, Yenilmez Çınar, Bilici Mustafa, Tamar Defne, Liman Olcay(2004), Dokuz İlde İlk ve Ortaöğretim Öğrencilerinde Tütün, Alkol ve Madde Kullanım Yaygınlığı, Türk Psikiyatri Dergisi, 15(2):112-118. Özcebe Hilal(2002), Birinci Basamakta Adolesan Sorunlarına Yaklaşım, Sürekli Tıp Eğitimi Dergisi cilt 11, sayı 10, 374. PAHO(a), Pan American Health Organization, What Adolescent Health Services Currently Exist?, Breaking The Silence, Preventing HIV/AIDS in Latin American and Caribbean Adolescents and Youth, Advocacy, Sheet No. 6: July 2004, http://www.paho.org/adolescence PAHO(b), Pan American Health Organization What are Some Essential Components of Adolescent Health Services? Breaking The Silence, Preventing HIV/AIDS in Latin American and Caribbean Adolescents and Youth, Advocacy, Sheet No. 6: July 2004, http://www.paho.org/adolescence SB, Sağlık Bakanlığı Aile Hekimleri İçin Ders Notları, 1.Basım, 2004, Ankara. Set Turan, Dağdeviren Nezih, Aktürk Zekeriya(2006), Ergenlerde Cinsellik, Genel Tıp Derg;16(3):137-141. Slap Gail B., Jablow Martha M., (1994), Teenage Health Care, Pocket Books a Division of Simon and Shuster Inc. Avenue of Americas, Newyork, Şahin Emel(2006), Genç Dostu CSÜS Hizmetleri, Uluslararası Katılımlı Sempozyum, 1 Mart, Ankara. T.C. Başbakanlık Aile Araştırma Kurumu(1997), Türk Ailesinde Adolesanların Sorunları; Bilim Serisi 100, Ankara. Tamar Müge(1997), Giriş, Ergenlikte Ruhsal Sorunlara Yaklaşım II, Ege Psikiyatri Sürekli Yayınları, Cilt 2,Sayı 4, 311, İzmir. Taner Tuna, Öncü Semra(2000), İşletmelerde Planlama-Bütçeleme-Kontrol, Emek Matbaası, Manisa. Taşgın Esra, Çuhadaroğlu Çetin Füsun(2006), Ergenlerde Major Depresyon: Risk Etkenleri, Koruyucu Etkenler Ve Dayanıklılık, Çocuk ve Gençlik Ruh Sağlığı Dergisi: 13 (2), 4361. Tekgül Nurdan, Kıdak Levent, Saltık Dilek, Şen Yeşim(2005) (Edt), Adolesan Sağlığı, Pratisyen Hekimlik Derneği Yayını, İzmir. The Institute of Child and Adolescent Health (ICAH), & Arabkır Joint Medical Centre, http://www.arabkirjmc.am/icah.htm, 20.05.2008. 79 L.B.Kıdak / Ergen Sağlığı Yönetimi: Ulusların Gelecekleri İle İlgili Umutlarının Anahtarı Toros Fevziye, Bilgin N. Gamsız, Bugdayci R., Sasmaz T., Kurt O., Camdeviren H.(2004), Prevalence of Depression as Measured by the CBDI in a Predominantly Adolescent School Population in Turkey. Eur Psychiatry, Aug;19(5):264-71. Ünalan Pemra C., Kaya Çiğdem Apaydın, Akgün Tülay, Yıkılkan Hülya, İşgör Arzu(2007), Birinci Basamakta Ergen Sağlığına Yaklaşım, Bilimsel Mektup, Türkiye Klinikleri, J Med Sci, Cilt:27, Sayı:4,567-576. Ürünsak İbrahim Ferhat, Kadayıfçı Oktay(2004), Pubertal Sorunlar, Ergen Sağlığı ve Gelişimi Kaynak Kitabı, T.C. Sağlık Bakanlığı Ana Çocuk Sağlığı ve Aile Planlaması Genel Müdürlüğü, Ankara. www.sabem.saglik.gov.tr/Akademik_Metinler/goto.aspx?id=1454 Varan Azmi(1997), Ergenlik Dönemi İle İlgili Bazı Tartışmalar, Ergenlikte Ruhsal Sorunlara Yaklaşım II, Ege Psikiyatri Sürekli Yayınları, Cilt 2,Sayı 4, 313-24, İzmir. Whang L.S., Lee S., Chang G., (2003), Internet Over-Users’ Psychological Profiles: A Behavior Sampling Analysis on İnternet Addiction. Cyberpsychol Behav;6:143-150. WHO Europa, European Strategy for Child and Adolescent Health and Development, http://www.euro.who.int/childhealthdev, 20.05.2008. WHO, Child and Adolescent Health and Development Progress Report 2006–2007. 80 Sosyal Bilimler 6/1 (2008)s.81-97. SOSYAL BİLİMLER Yıl : 2008 Cilt : 6 Sayı :1 Celal Bayar Üniversitesi S.B.E. MANİSA Halkla İlişkilerin Etik Sınırları Öğr. Gör. Tolga ŞENTÜRK Celal Bayar Üniversitesi, Demirci Meslek Yüksek Okulu Prof. Dr. Canan AY Celal Bayar Üniversitesi, İİBF, İşletme Bölümü ÖZET Halkla ilişkiler, egemen yaklaşımlarca en genel olarak, bir örgütün kamularıyla olan iletişiminin yönetimi şeklinde tanımlanır. Halkla ilişkiler tarihsel süreç içerisinde iş yapış biçimine bağlı olarak, farklı zamanlarda farklı anlamlara gelmiştir. Eleştirel yaklaşımlar ise halkla ilişkilerin tüm fonksiyonlarını kitlelerin “bilinç yönetimine” bağlar ve halkla ilişkileri bir bilinç yönetimi faaliyeti olarak tanımlar. Halkla ilişkiler ortaya çıkışından beri birçok etik tartışmanın konusu olmuştur. Bunlar halkla ilişkilerin üst imajına yönelik etik tartışmalar ve uygulanmasına yönelik etik tartışmalar olarak özetlenebilir. Halkla ilişkilerin etik sorununun temelinde, halkla ilişkiler uygulamalarının sahte imajlar yaratma, yanıltma aracı olma ve gerçeği üretme düşünceleri yatmaktadır. Anahtar Sözcükler: Halkla ilişkiler, imaj, etik. The Ethical Boundaries of Public Relations ABSTRACT Public relations is defined as the management of communication between an organization and its publics by the traditional approaches. Definitions of public relations differ from its functions and have different meanings in the historical process. On the other hand, critical approaches relate public relations functions with “the management of conscious of the publics” and define it as a conscious management activity. Public relations have beaome the issue of many ethical debates since its appear. These can be summarized as upper image oriented debates and debates in practice. The opinions about which the public relations is the activity of the producing spurious images, facts and deception is the basic ethics problem of the public relations. Key Words: Public relations, image, ethics. GİRİŞ 1. Halkla İlişkileri Anlamak Toplumdaki bireyler işte, okulda, sokakta, aile içinde kısacası sosyal hayatın her boyutunda ilişki içerisindedir. Ancak buradaki ilişki bireylerin, grupların, firmaların rutin ilişkileri içerisine değerlendirebileceğimiz ilişkidir. Halkla ilişkiler ise bu rutin ilişkilerin adı değildir. Halkla ilişkiler, belirli bir 81 T. Şentürk, C. Ay /Halkla İlişkilerin Etik Sınırları kişi, grup ya da örgütün planlı bir amaç doğrultusunda girdiği ilişkidir. Planlı ve amaca dönük olması bağlamında bir meslek olarak ortaya çıkar ve ekonomik yaşamın bir parçası haline dönüşür. Halkla ilişkileri bir kavram ve meslek olarak zihinlerde konumlandırabilmek için fayda ve işlevlerinden çok, ortaya çıkış amacını sorgulamak ve netliğe kavuşturmak gerekir. Ekonomik ve siyasi amaçlar doğrultusunda planlı iletişim gerekliliği bu konuda yapılacak en aydınlatıcı açıklamadır. Buradaki planlı iletişimi ortaya koyacak uzmanlık da halkla ilişkiler profesyoneli tarafından karşılanır. Literatürde halkla ilişkilerin tanımları, işlevleri ve kapsamı konusunda yazılanlar mesleğin ortaya çıkış nedeninden kopuk görünmektedir. Bu durum da gerek öğrencilerin, gerekse konuya ilgi gösterenlerin mesleği tam olarak anlamlandırabilmesinin önünde bir engeldir. Yazınlarda yer alan övücü ve hatta mitleştirici tanım ve işlevler mesleği gerçeklerden uzak bir konuma itmekte, sorumluluk alanının sınırları konusunda soru işaretleri ve kabiliyeti hakkında yüksek beklentiler üretmektedir. İşlevlerde belirtilen yüksek fayda gerçek hayatta kendine yer bulamayınca da mesleğin gerekliliği, fonksiyonu ve imajı hakkında tartışmalar ortaya çıkmaktadır. Halkla ilişkiler faaliyetlerinden beklenen gerçek fayda, öne sürülen tanımlarla ve işlevlerle örtüşmeyince de imaj ve etik bağlamında tartışmalara zemin hazırlanmaktadır. Halkla ilişkilerin etik sınırları üzerine düşünmek, halkla ilişkileri anlamanın en verimli yöntemlerinden birini oluşturmaktadır. Bu konu üzerine yapılan tartışmalar, mesleğin gerçekçi tanımını, hangi amaç ve hedeflerle hareket ettiğini, yaşadığı sorunları ve ekonomik hayatın içerisindeki rolünü tüm yönleriyle ortaya koyar bir nitelik taşımaktadır. Bu bağlamda makalenin amacı, konuyu, halkla ilişkilerin etik sorunun temelinde yatan, ancak daha önce bir çalışmada bir araya getirilmemiş başlıklar altında ele alıp incelemek ve bu yolla bilimsel bilgiye katkıda bulunmaktır. Giriş bölümünde halkla ilişkileri anlamak başlığı altında halkla ilişkilerin ne olduğuna ilişkin bir kavramsal çerçeve inşa edilmiştir. Daha sonra yer alan etik kavramı başlığı altında da etik konusu iş etiği boyutuyla birlikte ele alınmıştır. Halkla ilişkilerin imajına ilişkin etik tartışmalar başlığı altında da halkla ilişkilerin egemen yaklaşımlar ve eleştirel yaklaşımlar çerçevesinden tanımları yapılmış ve imajına yönelik tartışmalarda öne sürülen argümanlar ele alınmıştır. Makalede ele alınan halkla ilişkilerde maniplasyon ve imaj yönetimi, halkla ilişkilerde yalan, aldatma, ört bas, halkla ilişkiler ve propaganda, halkla ilişkiler ve medya, izleyici ve etik başlıkları altında konu eleştirel ve egemen kuramlar açısından karşılaştırmalı olarak ele alınmış ve konuya eleştirel kuramlar çerçevesinden yaklaşılmıştır. 2. Etik Kavramı Etik, karakter ve alışkanlık anlamına gelen “ethos”tan türetilmiştir (Torlak, 2001:74). Bir felsefi bilim dalı olarak ahlaki bağıntıların niteliği üzerinde genel bir görüş elde etmeye çalışır. Mevcut davranışların ahlaki olarak değerlendirilmesinin ötesinde etik, temellendirilmiş sonuçlara varmayı hedefler. Dolayısıyla etik ne ahlakileştirme ne ideolojiye dönüştürme ne de dünya görüşü 82 Sosyal Bilimler 6/1 (2008)s.81-97. ortaya koyma gibi bir amaca sahiptir. Konusuna, yani ahlaki eylemlere belirli bir yöntem kullanarak yaklaşmaktadır. Bu noktada da salt öznel değil, nesnel geçerliliği olan, bir başka deyişle özneler arası bir bağlayıcılığı kanıtlanabilen önermeler kazandırmaktadır (Pieper,1999:17). Etik, toplumun bakış açısını dikkate alarak bireylerin uygun ve uygun olmayan davranışlarını belirler (Aydın, 2001:9). Etik ilkeler yıllarca süren bir gelişmenin sonucunda ortaya çıkarlar ve bütün bireyler, işyerinde, toplumda ve karar verme sürecindeki etik değerlerini ve davranışlarını gözden geçirmekle sorumludurlar. Söz konusu toplumsal yaşamın önemli bir bölümünü şüphesiz ki iş hayatı kapsamaktadır. Bu önemli öğe için karşımıza çıkan kavram da iş etiği olmaktadır. İş etiği, ekonomik yaşamın tüm alanlarında doğru ve yanlış davranışları betimleme ve genel ahlaki kurallara ulaşma çabasıdır. Faaliyetlerinin ve yaşamlarının sürekliliği işletmelerin temel amacıdır. Günümüz iş dünyasında bunu gerçekleştirilebilmenin yolu artık sadece kar elde etmek değil, işletmelerin sosyal sorumluluklarını yerine getirmesidir. 80’li yıllarda Watergate skandalı ardından yazılı ve görsel medya, çeşitli etik dışı davranışlarından dolayı kamu ve özel sektördeki işletmelerin üzerine çok yoğun bir şekilde gitmiştir. Bu nedenle 1980 ve 90’larda bu konuda bilinçli olan kurum ve organizasyonların gelişiminin toplum tarafından desteklendiği, iş etiği kurallarının belirlenmesi ve uygulamasının denetlenmesi konusunun önem kazandığı görülmüştür. Ayrıca işletmelerin kendilerini belirli konularda sınırlandırmalarının, kanunların ve hükümetlerin sınırlandırmalarından daha yararlı olduğu görülmüştür (Şentürk, 2006:16). Organizasyonların toplumlardaki yerlerinin ve etkilerinin son yıllarda değişmesi ve toplumun beklentilerinin artması ile birlikte etik değerlere bakış da değişikliğe uğramıştır. Kariyer hedefleri olan çalışanların gelecek kaygıları nedeniyle işletmelerde koşulsuz itaatin uygulanması, çalışanlar arasında aşırı rekabet ortamının yarattığı çalışma koşulları, ekonomideki sürekli değişim sürecinin işletmeleri yeniden yapılandırmaya yöneltmesi, işletmenin çalışan sayısının ve niteliğinin piyasa koşullarına göre değişmesi gibi nedenlerle daha esnek hale gelen organizasyon yapıları, etik değerlere bakışı ve uygulamaları da etkilemiştir. Aynı zamanda, bilgi teknolojilerinin gelişimi ile birlikte bilginin saklanması, fikri mülkiyet hakları, sanal mahremiyet, çalışanlar açısından; çalışanların özerkliğinin ve mahremiyetinin korunması, taciz, iş güvenliği, pazarlama konusunda; reklamlar yoluyla toplumun ruh sağlığının etkilenmesi, reklam mesajlarının yol açtığı ayrımcılık, tüketicinin yanlış ya da eksik bilgilendirilmesi, ürün sorumluluğu, işletmelerin çevre ve ekoloji ile ilgili sorumlulukları vb. alanlardaki gelişmeler yeni etik değerler ortaya çıkarmıştır(Aras, 2004:98). Kurumların sosyal sorumluluk ve etik ilkelere uyumu, bir çeşit olumlu imaj ve prestij göstergesi haline de dönüşmüştür. Aslında etik değerler hep var olmuştur. Fakat toplumdaki gelişmelere ve ihtiyaçlara paralel olarak etik değerler de gelişmiş ve alanı genişlemiştir. 83 T. Şentürk, C. Ay /Halkla İlişkilerin Etik Sınırları 3.1. Halkla İlişkilerin İmajına İlişkin Etik Tartışmalar Toplumda egemen olan etik anlayış, gerçekte büyük ölçüde egemen ideoloji tarafından üretilmiş değer yargılarıyla biçimlenmektedir. İyilik, kötülük, dürüstlük, yalancılık gibi ikili karşıtlıklarla öne çıkan etik değerler, egemen sınıfın ideolojisine koşut biçimde farklı değerler taşımaktadır. Örneğin liberal bir sistemde girişimcilik ve kar olgusu, olumlu değerler olarak belirtilirken, sosyalist bir düzende kamu girişimciliğine ve kamu yararına ilişkin değerler öne çıkarılmaktadır. Dolayısıyla sistemler üzerinde belirleyici olan sınıfların etik anlayışları, birbirinden farklıdır. Ancak bugünkü iletişim olanaklarının katkısıyla küresel ölçekte merkezileşen egemen ideoloji, farklılıkları indirgemek, mikro bağlamda sınıfsal, makro bağlamda ulusal ve yerel değerleri kitle kültürünün potasında eritmek istemekte, böylelikle tüketim alışkanlıkları ve siyasal tercih açısından tek tip insan modeli ortaya çıkarma amacı güdülmektedir. Son dönemde yükselen, “Globalleşme mi?” yoksa “Amerikanlaşma mı?” sorusu, bu süreci belirginleştiren önemli bir düşünsel açılımı ifade etmektedir (Kotler, Wong, Saunders, Armstrong: 2004:221). Günümüzde, özellikle gençlerin, belli başlı “Pop ikonları”nın görünüşlerine bürünmeleri ve bu yaşam tarzının birer tüketicisi konumuna gelmeleri bunun en güzel örneklerinden birini teşkil etmektedir. Sonuç olarak etik olgusu yaşanılan tarihsel sürecin sosyoekonomik ve siyasal niteliğinden ayrı düşünülmemelidir. Örneğin bugüne damgasını vuran tüketim ideolojisinin en yüce değer olarak metayı kutsallaştırması ve ona ulaşılacak yolda tüm araçları meşru sayması egemen ideolojiye göre etikle bağdaşmaktadır (Bıçakçı, 2000:146). Bu yaklaşıma göre şirketler ve yöneticiler ahlaki yargılar üretmekten sorumlu değildir ve sistem neye izin veriyorsa şirketler bu doğrultuda hareket edebilir (Kotler, Armstrong, 2003:567). Egemen yaklaşımlarca halkla ilişkiler, etik ve sosyal sorumluluk kavramının savunucusu olarak görülmektedir. Oysa etiğin önemi kavranmış olsa da, etik ile ilgili çok az şey bilinmektedir. Mevcut etik bilincine ve yaygın iş pratiklerine bakıldığında halkla ilişkilerin etik ve sosyal sorumluluk gibi kavramların savunusuna ve promosyonuna soyunması pek tutarlı görünmemektedir. Dürüstlük, standartlar, toplumsal sorumluluk kavramları çok sık dile getirilse de halkla ilişkiler mesleği, kamuoyunun doğru olmayan bir şeye inandırılması faaliyeti olarak algılanmaktadır (Wright, 1989:3). Etik ilkeler doğrultusunda görüş bildiren çoğu uzman, halkla ilişkilerin kamu yararını gözetmek zorunda olduğunu, halka karşı işletmenin dürüst, şeffaf ve güvenilir olması gerektiğini vurgulamaktadır. Burada söz konusu edilen çoğunlukla, işletmelerin halkla ilişkiler çabaları çerçevesinde sürdürdüğü kampanyaların içeriğidir, yani söz konusu kampanyalar kamuoyunu aldatıcı nitelikte olmamalıdır. Oysa bugün, başarılı halkla ilişkiler çalışmalarını sürdüren ve dünya ekonomisine yön veren çok uluslu şirketlerin azımsanmayacak bir kısmı, üretimleriyle insanlara dolaylı ya da dolaysız yoldan zarar veren kuruluşlardır. Örneğin ürettiği sigaralarla milyonlarca insanı zehirleyen sigara firmalarının 84 Sosyal Bilimler 6/1 (2008)s.81-97. yaptığı halkla ilişkiler çalışmalarında kamu yararını gözetiyor olması ne kadar takdir edilebilir? İşçilerine sendika hakkı vermeyen, çevreye daha az zararı bulunan kurşunsuz benzini normal benzinden daha pahalıya satan petrol firmalarına, sanata ve sanatçıya katkılarından dolayı ses çıkarılmamalı mıdır? İnsan sağlığına zararlı olan alkollü ve kolalı içecekleri üreten firmaların spora ve müziğe katkı vermesi ne kadar anlamlıdır? Bu soruların yanıtlarını düşünmeden halkla ilişkilerde etik konusunu sağlam bir zemine oturtmak mümkün olmaz (Bıçakçı, 2000:147). Halkla ilişkilerin Türkiye’deki babası sayılan Alaeddin Asna’ya göre ise, halkla ilişkiler sanatında yalnız gerçeğin yeri vardır; gerçek olan duyurulur, tanıtılır. Ne kadar acı olursa olsun gerçeği olduğu gibi hedef kitlelere söylemek zorundayız. Burada yapılacak şey, gerçekleri acı olmaktan çıkararak, hoş karşılanacak duruma getirmeye çalışmaktır (Asna, 1977:247). Ancak şurası açıktır ki, insan sağlığını tehdit eden sigara gerçeğini özgürlük ve macera kavramlarının hoş çağrışımlarıyla ya da bir sinema festivali aracılığıyla sevimli duruma getirmek, gerçeğin ifade edilmesi değil, olsa olsa saptırılmasıdır. Temel nitelikleri açısından çağımıza özgü bir uygulama alanı olan halkla ilişkiler, aslında insanların bir yönetim birimi etrafında bir araya geldiği bir yerde bilerek ya da bilmeyerek uygulanmaktadır. Ancak özellikle halkla ilişkilerin bilinçli bir yönetim faaliyeti olarak ortaya çıkışından bu yana halkla ilişkilerin etik kodlarla örtüşüp örtüşmediği üzerine ciddi tartışmalar yaşanmakta ve bu noktada mesleğin kendine özgü iç dinamiklerini oluşturan pragmatist görüşler ile halkla ilişkileri, “imal edilmiş gerçeği” tanımlamak için kullanan bakış açısı arasında etik temelli tartışmalarla karşılaşılmaktadır (Pira, 2004:203). Halkla ilişkilere karşıt geliştirilen etik argümanların temelinde, halkla ilişkiler çalışmaları ile oluşturulacak gerçeklik ile gerçek arasındaki farkın ne kadar önemsendiği bulunmakta ve eleştirel yaklaşımlar da halkla ilişkileri gerçeğe dayanmayan simgeler yaratması, bu simgeleri çeşitli yöntem ve teknikleri kullanmak suretiyle hedef kitlenin odak noktası haline getirmesi, ancak; arkasındaki gerçeklikle ilgilenmemesi savıyla etik tartışmaların odağına çekmektedir. Halkla ilişkilerin etik sorununun temelinde, halkla ilişkiler uygulamalarının sahte imajlar yaratma, yanıltma aracı olma ve gerçeği üretme düşünceleri yatmaktadır. Sonuçta halkla ilişkiler etiği sistemin etik anlayışına koşut olarak biçimlenmektedir. Sistemin öznel değer yargılarıyla hareket etmek durumunda olan halkla ilişkiler uzmanının nesnel ve tarafsız bir konumda olmasını beklemek gerçekçi olmaz. Öncelikli amacı kar olan özel sektör kuruluşları için kamu yararı olgusu ikinci plandadır. Ticari hayatın birçok yönünü saran iş etiğindeki düşüş genel olarak kabul görmektedir. Bu durum doğal olarak tek başına halkla ilişkilere bağlanamaz ancak halkla ilişkiler, firmaların saygınlığını savunmak ve arttırmak için kendini ön safta bulmaktadır (Davis, 2004:33). Meslek ahlakına ilişkin artmakta olan literatür göstermektedir ki; çevreye karşı gösterilen daha büyük hassasiyete ve sosyal sorumluluğa rağmen, şirketlerin çoğu, halen 1960’lardaki etik meselelerle yüzleşmektedir. 85 T. Şentürk, C. Ay /Halkla İlişkilerin Etik Sınırları Halkla ilişkiler departmanları da iletişimden ve yönetimin ahlaki boyutlarından sorumlu olduğu için süregelen eylemlerin ahlaklılığı, doğruluğu, namusu ve profesyonelliği üzerine halk ve medyanın yaptığı protestolarla mücadeleye devam etmektedir (Edelman, 1992:31-32). 3.2. Halkla İlişkilerde Maniplasyon ve İmaj Yönetimi Halkla ilişkilerin gerçeği sunma ile ilgili pratiklerinde sunulan gerçeğin aslında ne olduğunu tespit etmek, kısa dönemde ve sunumun yapıldığı koşullarda olanaksızdır. Sunulan gerçeğin ne kadar gerçek olduğu belli değildir. Örneğin bir zamanlar Başbakan Turgut Özal’ın Çernobil faciasından sonra Karadeniz mahsulü çayı özel olarak televizyon ekranında içmesi şüphesiz ki “ bu çayda bir şey olsaydı koskoca Başbakan içmezdi” düşüncesinin oluşturulması içindir. İşte bu şekilde sunanın kimliği, görünümü ve sunum biçimiyle çoğumuz gerçeğin ifade edildiğinden şüphe etmeyiz. Stuart Ewen (1996, aktaran Erdoğan, 2002:371), günümüzde insanların içlerinde gizli amaçlar olan “truva atı mesajlarla” çevrelendiğini belirtir. Dolayısıyla, halkla ilişkiler “gerçek temeline dayandığını bilmediğimiz” enformasyonla ve imaj yaratmayla veya imajları desteklemeyle yaratılmış, inşa edilmiş, kurgulanmış, gerçekler sunmaktadır. İmaj, mevcut etkilerle, inançlarla, fikirlerle ve duygularla şekillendirilen, elde edilebilir kanıtlar üzerine kurulu, bir kişi ya da bir şey hakkında zihinsel ya da hissi yorumlardır (Davis, 2004:34). Yazar J. B. Priestley, imajı bizi dolandıran yalanlar olarak karakterize eder (Grunig ve White, 1992:114). Filozof Ludwig Wittgenstein yalanın bir dil oyunu olduğunu söyler; olaybilimsel açıdan söylenen her söz kişinin kendi gerçekliğinin inşasıdır. Ona göre insanlar kendilerini kendi yarattıkları uydurmaların, mitlerin ve yalanların içinde bulabilir; bu olasılık kesinlikle gözden çıkarılmamalıdır. İletişim arenasında bazıları bu özel yalan kültürünün halkla ilişkiler alanında bulunduğunu alaycı biçimde ifade eder. Bununla birlikte filozof F. G. Bailey tüm toplumun bir aldatma dünyasında yaşıyor olma ihtimali üzerinde durur (Englehardt ve Evans;1994:253). Medyada nasıl görüşüleceği, etkili konuşmanın nasıl yapılacağı, iletişimde etkinlik ve medyayı kullanma eğitimleri dünyayı anlama hakkında değil, imajlarla amaçlar gerçekleştirme ve dünyayı eğirme/döndürme hakkındadır. Ürünlerin tasarlanma biçimleri, paketlerin ve renklerin belirlenme biçimleri, firma binalarının ve yönetici odalarının tasarım biçimleri hep imajlar ve imajlarla yönetim hakkındadır. İmaj firma maskotu pozisyonundayken, halkla ilişkilerle firma sunumu veya siyasal sunum durumuna yükselmiştir. Halkla ilişkiler, iletişim içerisinde bulunduğu çevreyi imaj yoluyla amaçsal algılamalara yönlendirir. Bunun yanında çevreyi imaj yoluyla belirli gerçekliklere tepkisiz kılma fonksiyonunu yerine getirir. Örgüt için üretilen itibar yoluyla örgütün iç ve dış çevresi herhangi bir krize tepki göstermede isteksiz ya da şüpheci davranır. 86 Sosyal Bilimler 6/1 (2008)s.81-97. Halkla ilişkiler kavramının yerini imaj yönetimi, saygınlık yönetimi ve çeşitli ön eklerle “……. mühendisliği” gibi kavramlar almaktadır. Endüstride en çok yönelinen kavram “imaj” ile ilgili olanlardır. Bunun tercih edilmesinin nedeni, doğru imaj yaratma ve tutundurmayla ilişkilendirilmesinden değil, hakla ilişkileri imaja ve araçlardan geçerek sözlü, yazılı veya görüntülü iletişime indirgeyen hem akademik hem de firma yönetiminin (bilinçli veya bilinçsiz) cehaletinden dolayıdır (Erdoğan, 2002:372). Elbette bu durumda, farkında olmadan, halkla ilişkilerin egemen pratiğinin imaj yönetimi olduğunun (ve olması gerektiği düşüncesinin) bilinçsiz yanıtlaması vardır. Ayrıca halkla ilişkiler firmalarının büyük bir kısmına reklam firmaları tarafından sahip olunması, imajla bilinç yönetimi işini kendilerine amaç edinen reklamcıların halkla ilişkiler üzerinde egemenliğini, dolayısıyla, halkla ilişkilerin kendi pratiğini belirleme ve tanımlamada yönelimini belirlemektedir. İmaj ve saygınlık yönetimi doğrudan yapılabilecek bir şey değildir. Çünkü kurumun veya firmanın saygınlığı sürekli ilişkiler sonucu kazanılan veya kaybedilen bir değerlendirmedir. Bu değerlendirmeyi de insanlar yapar. Bu süreçte, en başından beri insanların bilinçleri sahte kurgularla, anlatılmayan gizli gerçeklerle, yanlış bilgiler üzerine kurulmuş doyumlar ve alışkanlıklarla ve bunları destekleyen olumlu imajlarla doldurulmuş olabilir. Aynı zamanda sorun, bir zaman gelip bu sahteyi birileri ortaya çıkardığında ve yaymaya başladığında veya bu nedenle (sigara firmalarına, çocuk maması nedeniyle Nestle’ye, Exxon’a ve birçok ilaç firmasına yapıldığı gibi) firma mahkemeye verildiğinde, sahteyi sürdürme işi yoğun halkla ilişkiler pratikleriyle desteklenmiş olabilir. Dolayısıyla, imaj ve saygınlık yönetiminin bu bağlamda iki şekilde yapıldığı ortaya çıkar. İmaj ve saygınlık yönetimi ya gerçek anlamıyla iyi imajı ve saygınlığı gerektiren ilişkilerle ve bu ilişkilerin tanıtımıyla yapılır; ya da günümüzde halkla ilişkilerin sağladığı, olumsuz kabul edilen pratikler dizisiyle yapılır. Ancak gerçek anlamda iyi imajı ve saygınlığı gerektiren işler günümüzde halkla ilişkilerin egemen iş pratiği olsaydı, halkla ilişkilerin kendisinin imaj problemi olmazdı. Bu pratiklerde aslında istenen çok az veya göstermelik bir şeyler vererek, sosyal psikolojinin motivasyon ve algı oyunlarıyla, özü değiştirmeksizin veya özün doğasına dokunmaksızın, biçimler üzerinde oynayarak özün imajını değiştirmeye çalışmaktır. Böylece örneğin sigaranın kanser yapan, çevreyi kirleten, çok kötü kokular yayan özünün üzerine açık hava, eğlence, statü, klas gibi imajlarla kılıf geçirilerek “imaj mühendisliği” yapılır. Marlboro’nun maço kovboyu spora destek verir ve Ferrari F1 takımına sponsor olur. Böylelikle maço imajıyla gücü çağrıştıran bir spor dalı yan yana getirilir. Sunan için söylem, “marka olarak sporun destekçisi olma amacının sürdürülmesidir”; fakat kimse ürünün insanlığa ne sunduğunu, sporla ne gibi bir bağlantısı olabileceğini tartışmaz. Görüldüğü gibi imaj yönetimi gerçek materyal ilişkiler yapısını gözler önüne seren bir konudur. Temeli gizleyenin egemen olması, endüstriyel pratiklerde saklanılmasını ve sahte imajlar oluşturulmasını gerektiren çok şeyler olduğunu anlatır. Ancak 87 T. Şentürk, C. Ay /Halkla İlişkilerin Etik Sınırları egemen yapı konuyu yukarıda belirtilen çerçevede ele almayıp, etik bağlamında tartışma zeminine oturtarak özü gözlerden kaçırır. Yani sigara, alkol ve yan etkileri ölümcül olan ilaçlar grubundaki ürünlerin rahatlıkla pazarlanabilmesi konusu tartışmaya açılmaktan kaçırılır, tartışılan bunların imaj çalışmalarının etik boyutu olur. Bu durumda da halkla ilişkiler ve etik konusu ayrı bir maniplasyon gündemi olarak karşımıza çıkar. Çünkü bu ürünlerin promosyonunda ve imaj faaliyetlerinde halkla ilişkiler endüstrisi de yerini alır ve bu endüstrinin etik problemleri bir başka özü gözden kaçırma, yani bir anlamda maniplasyon aracı olur. Gerçeği üretme ve üretilen gerçeği iletme fikri yüzyılımızda önemli bir problem olmuştur, çünkü halkın nasıl anladığı ve halkla nasıl konuşulduğu konusunda dramatik değişme ortaya çıkmıştır. Jean-François Revel, en çok satanlar listesindeki “Doğrudan Kaçış: Bilgi Ağında Aldatmanın Saltanatı” adlı kitabında, dünyayı döndüren güçlerin en önde geleninin yalan olduğunu belirtir. Ona göre insanlar, gerçekler önem verilen inançları sarstığı zaman doğrudan çok yalanı tercih ederler. Aldatmanın hüküm sürdüğü bir dünyada yalanın afişe edilmesi durumunda insanlar yalanı tercih etmektedirler (Nelson, 1994:227). 3.3. Halkla İlişkilerde Yalan, Aldatma ve Örtbas Halkla ilişkilerde etik gündeme getirildiğinde en çok karşımıza çıkan kavramlar arasında yalan, aldatma ve ört bas yer almaktadır. Eleine Englehardt belirtmektedir ki, halkla ilişkiler arenasında, gerçeği söylemek, yalan ve aldatmaca günlük mesleki ilişkilerin bir parçasıdır (Barney, Black, 1994:242). Rıdvan Bülbül (2001) ise, halkla ilişkilerin işini en fazla zorlaştıran şeyin gerçekçilik olduğunu söyler. Çünkü her kuruluşta aksayan yönler ve kamuda olumsuz izlenimler yaratacak gelişmeler bulunabilir. Halk ile işletme arasında aracılık yapan basın, böyle bir durumu saptamışsa ya da işletmedeki herhangi aksaklık vatandaşı rencide edecek sonuçlar yaratmışsa halkla ilişkiler biriminin nasıl bir tutum izleyeceği çok önemlidir. Bülbül’e göre, her zaman gerçekleri söylemek olası değildir. Bir yandan doğruluk, öte yandan kurum imajı söz konusu olduğunda devreye halkla ilişkilerin sanatsal yönü girmektedir. Gerçekleri söylemek kurum imajını olumsuz yönde etkileyebilir. Gerçekleri yalanlamak ise halkla ilişkiler mesleğinin etik ilkelerine ters düşmektedir. Bu durumda görevliler, tıpkı birer diplomat gibi davranarak kuruluş aleyhine gelişen olay ve durumları, lehine çevirmeye çalışmalıdırlar. Rıdvan Bülbül’ün görüşlerinden de anlaşılacağı üzere halkla ilişkilerde yalan etik dışı görülebilmektedir, ancak gerçeği saklamak ve gerçekleri saptırmak kabul edilebilir; hatta duruma göre ideal bir davranış olarak önerilmektedir. Halkla ilişkileri etik dışına iten pratiklerin uygulanması da halkla ilişkilerin sanatsal yönüne girmektedir. Bu durum halkla ilişkilerin etik sınırlarına ilişkin çok önemli bir sorunu ifade etmektedir. Yüzyıllardır filozoflar yalanın ve doğru söylemenin yarattığı problemler üzerine çalışmışlardır. Ancak uzun zamandır kabul gören felsefi teoriler doğru söylemenin, yalanın, aldatmanın ve ört bas etmenin günlük 88 Sosyal Bilimler 6/1 (2008)s.81-97. hayattaki ahlaki yanlışlığını ya da doğruluğunu belirlemede çok fazla yardımcı olamamışlardır, çünkü bu eylemlerin kişiler arası etkilerini ya görmezden gelmişler ya da yeterince bu konuya odaklanmamışlardır. Dahası, filozoflar detaylı olarak geçek durumları incelediklerinde, ikilemler konusunda yapılandırılmış bir eylem rehberi bulunmamaktadır. Bazı durumlarda yalanlar ahlaki olarak doğrudur ve bazı durumlarda bilgiyi saklamak ahlaki olarak yanlıştır. Bazen yalanlar şatafatlı planların ya da “iyi niyet” iması bulunan vaatlerin bir ürünü olabilir. Tüm sonuçları mantıki olarak ele almada düşülen yanlış, vaatleri ve planları karşı tarafa zarar veren yalanlara dönüştürebilir. Başta bu durum istenmemiş olsa bile kişi bu yalandan sorumlu olmalıdır (Englehardt ve Evans, 1994:261). Halkla ilişkiler kampanyalarıyla ve programlarıyla firmanın ürünleri ve imajı için yapılan tanıtım faaliyetleri bazen asılsız vaatler ve içi boş imalarla süslü olabilir. Bu vaatler ve imalar en nihayetinde yürütülen faaliyetleri bir yalanlar manzumesine dönüştürebilir. Örneğin Starbucks, Ethos adlı su markasını satışa sunmakta ve bu ürünü üzerinden bir sosyal sorumluluk kampanyası yürütmektedir. Kampanyada dünyada su sıkıntısı çekilen yerlere Starbucks’ın yardım götüreceği ve “alınan her bir şişenin bir fark ortaya çıkaracağı” söylenmektedir. Ürünün dizaynı tam da ilgili sosyal sorumluluk kampanyasıyla örtüşür biçimde yapılmıştır ve verilen 1,8 doların tamamının kampanyaya aktarıldığı izlenimini vermektedir. Oysa ürün başına yapılan yardım 0,05 dolar yani 5 senttir. 0,5 litre su için ödenen bu kadar paradan ayrılan 5 sentle dünyadaki su sıkıntısı konusunda ne gibi bir fark ortaya çıkacağı konuyu inceleyenler tarafından mutlaka sorgulanacaktır. “Every bottle makes a difference” sloganının baştan öyle istenmese de, mevcut uygulamayla, içi boş bir anlam taşıyor olmasından öyleyse kim sorumlu tutulacaktır? Halkla ilişkiler pratiği doğru söyleme, yalan, ve aldatma üzerine ikilemlerle doludur. Çünkü burada sayılan her bir “dürüstlük” basamağı, ilişkileri ve kariyerleri zedeleyen, hatta yok eden mesleki ya da kişiler arası günlük yaşamın bir parçasıdır (Englehardt ve Evans, 1994:250). Konu zararsa, zararı üstlenmek karşı tarafa yüklemekten daha etiktir. Aynı zamanda çatışan talepleri gidermek zorsa ört bas, doğruları söylemek ve aldatmaktan daha kolay görülebilir. Konu üzerine görüş bildiren egemen yaklaşımlar, doğru söyleme, yalan, aldatma hatta ört basın bile ilişkileri iyileştirebileceğini ya da destekleyebileceğini savunurlar. Halkla ilişkiler pratiği yalan ve ört basa eğilimlidir. Hatta negatif anlamlandırmalar, aldatmanın bazı şekillerinin halkla ilişkiler pratiğinde çok karşılaşılır olması nedeniyle halkla ilişkileri sahtekârlıkla eş anlamlı kabul ederler. Yalan, aldatma, ört bas konusunda halkla ilişkiler eleştirildiğinde doğal olarak bu eylemlerin kamu yararına olduğu spesifik durumlar konuya dahil edilmez. Konuyla ilgili eleştiriler esasen maniplasyon ve gerçekleri saklayarak çıkar sağlama üzerine odaklanmaktadır. Halkla ilişkilerde yalan, aldatma, ört bas konusu ele alınırken bunların faydalarını belirtmek konuyu saptırmak 89 T. Şentürk, C. Ay /Halkla İlişkilerin Etik Sınırları amacına hizmet eder. Aynı zamanda yalan ve aldatmayı kullanmanın söz konusu olduğu durumlarda bile halkla ilişkilerin fayda yarattığı düşüncesi işlenerek, onun mitleştirilmesine katkıda bulunulur. Konu ele alınırken sorunun çözümüne yönelik bir sonuca ulaşılmak isteniyorsa bu tip eylemlerin zararları ve ortaya çıkma nedenleri üzerinde durulması gerekmektedir; ancak egemen yaklaşımlarda bu yönde bir anlayış kendini göstermez (Şentürk, 2006:145). Yalan, aldatma, örtbas, doğruları saklama ile alakalı olarak verilen örneklerde halkla ilişkilerin doğasını ve pratiklerini meşrulaştırma kaygıları kendini daha da fazla gösterir. Konuyla alakalı olarak örgüt içindeki güç mücadelelerini dışarıya yansıtmak gibi faydası olmayan kamusal rollere ilişkin ört bas girişimleri ya da bir doktorun hastasına, hastanın psikolojik durumunu korumak için doğru bilgileri vermemesi gibi örnekler ortaya konur. Burada esasen sorulması gereken soru, örgütlerin toplumun kendi aleyhlerine olan doğru düşüncelere kapılmalarını istememeleri nedeniyle mi onlardan doğruları sakladıklarıdır. Eleştirel yaklaşımların ve toplumdaki negatif anlamlandırmaların altını çizdiği sahtekarlık olgusu bu çerçevede anlam kazanır (Şentürk, 2006:145). Egemen yaklaşımların örneklerine paralel olarak ve konunun geldiği nokta itibariyle verilecek en güzel örnek, halkla ilişkilerin mesleki olarak gelişiminden ve etikliğinden kendini birinci derecede sorumlu hisseden Amerika Halkla İlişkiler Cemiyeti’nde (PRSA) 1985 yılında yaşanan skandaldır. Halkla İlişkiler danışmanı olarak şirketten bilgi sızdırmak nedeniyle hakkında dava açılmış olan Cemiyet Başkan Adayı Anthony M. Franco’nun durumu seçim sürecinde cemiyet yönetim kurulu tarafından öğrenilmiş ancak bu gerçek gizlenmiştir. Daha sonra bir gazetecinin konuyu tespiti ve gazetesinde yayınlaması sonrasında olay ortaya çıkmıştır (Englehardt ve Evans, 1994:263). Bu olay halkla ilişkilerin cemiyetler bazındaki imajını da toplum gözünde yıkmıştır. Örgütlerin yalan ve aldatma mekanizmalarını kullanmaları toplumsal bir olgudur ve bu olguda taraflar arasında güç dengesi yoktur. Bunun iletişim alanındaki en çarpıcı örneği ABD Federal Açıklık Komisyonu’nun çalışmasıdır. Federal Açıklık Komisyonu Doktrini olarak bilinen bu çalışma “taraflar arasındaki dengesizlik korkusu” nedeniyle ortaya konmuştur, ancak bu doktrine uyan çıkmamıştır (Barney ve Black, 1994:241). Aynı zamanda suç net bile olsa konuyla alakalı yaptırım gücü de çok sınırlıdır. Devlet serbest piyasa sistemi içerisinde desteğini sermayeden yana koyar ve toplumsal talep (ya da mağdur olan tarafın talepleri) cevapsız bırakılır veya en azından göz boyama üzerine kurulu senaryolarla tepkiler savuşturulur (Şentürk, 2006:148). Böyle bir ortamda halkla ilişkiler profesyonellerinin ortaya koyduğu gerçeklik nettir: “… kendilerini çocuk işçiler, ırksal ilişkiler, çevre, sağlık ve güvenlik gibi tartışmalı konuların içinde bulan şirketler eleştirilere karşı etkili savunma başlatmalı yada müşteri ve yatırımcı kayıplarıyla yüzleşmelidirler” (Sutcliffe, 1998:5). İş ahlakı ile uyuşmayan bu gibi durumlarda sunulan çözüm, örgütlerde gerekli değişimleri üretmek ve bu iradeyi beyan etmek yerine etkili bir savunmaya 90 Sosyal Bilimler 6/1 (2008)s.81-97. geçmektir. Bu savunma mekanizmasının işletilmesi, toplumun ya da ilgili kamuların istemlerinin halkla ilişkiler aracılığıyla araştırılıp ölçülerek, örgütlerde değişim için kullanılması tezinin de maskesini düşürmektedir. Çünkü mevcut sistemde örgütlerle arasında uyumsuzluk yaşayan kamuların seslerini yükseltmeleri durumunda verilen tepki etkili bir savunmadır. Bu gerçeklik, örgütle kamuları arasındaki iletişimin doğası hakkında ve kriz yönetimi konusunda bize değerli bilgiler sunmaktadır (Şentürk, 2006:148). Bu açıdan bakıldığında henüz herhangi bir uyuşmazlık söz konusu olmadan diyalog ve karşılıklı etkileşim yoluyla uyumun sağlanmasını önermek ya da bunun işlerliğini ileri sürmek de halkla ilişkilerin kendisi için oluşturduğu mitlerin bir parçasıdır ve etik sınırları açısından önemli bir başka olguyu tasvir eder. 3.4. Halkla İlişkiler ve Propaganda Fonksiyonu Hakla ilişkilerin imajına ilişkin etik problemlerin önemli bir başlığı da propaganda konusudur. Propaganda ve halkla ilişkiler arasında örgütlenme biçimi, iş görme şekli, iş gördüğü alanlar ve kurduğu ilişkiler bakımından belki önemli farklılıklar olabilir. Fakat propaganda ve halkla ilişkiler farklılıklarına karşın birbirinden destek gören, örgütlerin, kuruluşların daha çok kar, çıkar, inandırıcılık ve prestij elde etme amacına hizmet eden etkinliklerdir (Bıçakçı, 2000:117). Ewen’in belirttiği gibi (1996; aktaran Erdoğan, 2002:369), propaganda ve halkla ilişkiler aynı aileden gelen ikizlerdir. Meşhur halkla ilişkiler uzmanı Bernays 1928’de halkla ilişkiler pratiğini anlatan “Propaganda” adlı kitabını Nazi enformasyon Bakanı Goebbels de okumuştur. Bernays kitabında propagandanın hiçbir zaman ölmeyeceğini söyler. Ona göre, toplumda akıl sahibi olanlar propagandanın kaostan düzen çıkarmak amaçlı yapılan üretken çabalar için modern bir enstrüman olduğunu idrak etmelidir (Moloney, 2000; aktaran Davis, 2004:14). Goebbels medyayı kullanarak Alman propagandasını gerçekleştirmiştir. Halkla ilişkilerin kamuoyunun politik, ekonomik ve sosyal meselelerini şekillendirmeye duyduğu ilgiden de anlaşılacağı üzere, propagandanın günümüz halkla ilişkilerinin içinde bir yerde barındığı kolaylıkla iddia edilebilir (Davis, 2004:10). Egemen sunumlara göre propaganda otoriter toplumlarda ve halkla ilişkiler ise demokratik toplumlarda vardır; yani bu iddiayı şu şekilde anlayabiliriz: “Demokratik toplumlarda propagandanın adı halkla ilişkiler olmuştur” (Erdoğan, 2002:369). Böylece “yalan söyleme” olarak nitelenen propaganda (ki her zaman yalana dayanmaz) halkla ilişkilerle imaj yapılandırıcısına dönüştürülmektedir. Demokrasiye başvurma, halka ilişkileri propaganda suçlamasından korumanın bir yolu olarak yükselmiş görülmektedir. Demokrasinin de kendi propagandasının olabileceği egemen bakışı savunan kişilerin düşünmediği ya da düşünmek istemediği bir konudur. Pieczka ve L’Etang (2002) belirtmektedir ki, halkla ilişkiler alanında çalışmaları bulunan Cutlip ve diğerleri açık bir şekilde böyle sorunların herhangi bir tartışmasından kaçınmaktadırlar, ortaya koydukları metinlerde propaganda terimine indekslenmiş sadece bir tane 91 T. Şentürk, C. Ay /Halkla İlişkilerin Etik Sınırları referans vardır; referans da yalnızca hükümet iletişimi bağlamında verilmiştir. Grunig ve Hunt (1984) ya da Grunig (1992) içinde propagandayla alakalı hiç referans yoktur. Propaganda denilince akla devlet aygıtı gelir. Devletin yaptığı propaganda, özel teşebbüsün yaptığı ise halkla ilişkiler olur. Propaganda yalan ve doğru bilgilendirme ile, enformasyon ile, özlüce iletişim ile hedefi iknaya çalışır. Halkla ilişkiler de aynı şeyi yapar. Yapış koşulları, alanları, zaman ve yerleri farklı olabilir, fakat yapılanların doğasında ciddi bir fark yoktur. Her ne kadar akademisyenler halkla ilişkiler mesleğinin parametrelerini belirleseler de, bazı etik uzmanları pratikteki olayların ikna edici davranışları esas olarak etik dışı yaptığını devamlı olarak bildirmektedirler. Tartışma, halkla ilişkilerin sadece bilgilendirmek yerine ikna için “seçici gerçekliği” yaymayı gerektirdiğini belirtmektedir. Özel amacı, aldatma üzerine kurulmuş taktikleri kullanarak kitlesel medya aracılığıyla çok büyük sayılardaki kitlelerin kararlarını maniple etmek olan bir endüstri için nesnel bir ahlaki teori açıklanamamaktadır (Barney ve Black, 1994:241). Aynı ahlaki çıkmazı propaganda için de söylemek mümkündür. Mantıki sonuç, halkla ilişkilerin ahlaki enginlik iddia edebilmesi için kendi doğasını değiştirmesi gerekeceğidir (Şentürk, 2006:150) Halkla ilişkiler devlet egemenliğinin aforoz edildiği ve devlet gücünün belirli sermaye odaklarında toplandığı bir toplumda var olur. Bu nedenle en temel içsel inançlardan biri halkla ilişkiler uzmanlarının danışman rolünde ve “görünmez” olması gereğidir. Böylece manipüle duygusu oluşmaz. Propaganda uzmanları da danışmandır ve görünmezdir. Özlüce aralarında fonksiyonellik bakımından anlamlı bir fark yoktur. 3.5. Halkla İlişkiler ve Medya İlişkilerinin Etik Boyutu Halkla ilişkilerin etik sınırlarını çizen bir başka konu da, halkla ilişkilerin medyayı yönlendirme üzerine yaptığı faaliyetler ve bunların sonuçlarıdır. Halkla ilişkilerin kitle iletişim medyasının bir aracı mı olduğu yoksa medyanın halkla ilişkiler için bir araç mı olduğu sorusu ikisi arasındaki bağı anlamada oldukça önemlidir (Şentürk, 2006:150). İlk halkla ilişkiler uzmanlarının çoğu gazetecilikten gelir. Dolayısıyla haber aygıtını kullanarak “halka ilan etme” ve halkla ilişkiler pratiği arasında mesleki açıdan teknik bağlar vardır. Gazetecilik gibi görünen ve zaten yayına hazır edilmiş materyal verildiğinde, bu materyali gazetede basmak oldukça kolaydır. Bu faaliyet halkla ilişkilerde basın sözcülüğü fonksiyonuyla yerine getirilir. Halkla ilişkilerde ve gazetecilikte etkili halkla ilişkiler adına, temel anahtar noktalar üzerinde vurgu yapılması öğretilir; haberleri en kısa zamanda, en uygun şekilde ve en düşük maliyetle elde etmeleri işlenir. Süreç McDonalds’ın Mc Turco’sunun ardındaki menü hazırlama sistemine benzer. Köşe yazarı Richard Reeves bu sürecin çoğunu, firma, devlet ve halkla ilişkiler çalışanlarının gece ve gündüz istediklerinde haber depozit ettiği veya haber gönderdiği, bu yaptıklarının gazeteciler tarafından gözden geçirilmediği “ATM 92 Sosyal Bilimler 6/1 (2008)s.81-97. Gazeteciliği” olarak adlandırır (Reeves, 1998; aktaran Erdoğan, 2005). Davis, gazetecilerin halkla ilişkiler uzmanları tarafından sömürüldüğünü söyler. Yazar, İngiltere’de medyanın “halkla ilişkilerleşmesi” gibi bir durumun yaşandığını belirtir ve gazetecilerin halkla ilişkilere bağımlılığının giderek artmasının, gazetecilerin eleştirel yetilerinin sakatlanmasına neden olduğunu belirtir (Davis, 2004:9). Medyanın basit basın bildirisine dayanması (onları kullanması) oldukça fazladır. Birçok basın bildirisi daha hiçbir denetim ve düzeltme yapılmadan gazetede basılır. 1980 yılında yapılan bir inceleme, Wall Street Journal’ı orijinal basın bildirilerine benzetmiştir: 53 örnekte (%72) haber hikayeleri tümüyle basın bildirilerine dayandığı görülmüştür. Bu 53’ün 32 tanesinin bildirinin kelimesi kelimesine aynısı olduğu; 21 tanesinde bazı ufak tefek hikayeler eklendiği tespit edilmiştir (Blyskal,1985; aktaran Erdoğan, 2005:352). Uluslararası Halkla İlişkiler Derneği’nin (IPRA) 52 ülkede yaptırdığı anket, medya ve halkla ilişkiler endüstrisi arasındaki bağların menfaat yönünü çok açık biçimde orta koymuştur. Anket sonuçlarına göre “paralı haber” dünyada öylesine yaygın bir durumdadır ki neredeyse okuduğumuz her haber halkla ilişkilerin bir ürünüdür. Şirketler bunu hedefe iki yöntemle varmaktadırlar. Birincisi editörlere açıktan para ve hediye vererek, ikincisi ise editörlere yanlarında iş vererek. Gazeteciler Türkiye’nin de aralarında bulunduğu birçok ülkede danışman adı altında medyada kendilerini işe alan şirketlerin çıkarlarını koruma görevini üstlenmektedirler. Örneğin bir gazetecinin çalıştığı yayının yanı sıra gizli ya da aşikar olarak bir şirket ya da halkla ilişkiler ajansı için çalışması Avustralya’da son derce normal karşılanmaktadır. Erdoğan’ın belirttiği araştırma sonuçlarına göre (Erdoğan, 2005:356), gazetecilikten artan zamanlarını halkla ilişkilere adayanların oranı Avustralya’da %60’lara dayanmaktadır. Ankete Türkiye’nin içinde gösterildiği Güney Avrupa bölgesinde bu oran %35’ler düzeyindedir. Gazetecilikle halkla ilişkiler şirketlerini birbirine karıştırmayanlar ise, ağırlıklı olarak Kuzey Amerika’da yaşamaktadır. Kuzey Amerika’da halkla ilişkiler şirketleri için çalışan gazetecilerin oranı toplam içinde %5’lik bir kesimi kapsamaktadır. Reklam ajansları gazeteler üzerinde psikolojik baskı oluşturmak için her ülkede birbirine benzer yöntemler izlemektedir. IPRA’nın raporuna göre editörler üzerinde baskı yaratmak isteyen reklam ajansları, basın bültenlerini aynı gazetenin reklam servislerine göndermektedir. Güney Avrupa (%35), Asya (%42) ve Latin Amerika’da (%59) bu yöntem son derece yaygınken, Avustralya’da zaten gazetecilerin çoğu ikinci bir meslek olarak halkla ilişkiler alanını seçtiği için, bu ülkedeki reklam ajansları gazetelerin reklam servislerine haber bülteni göndermemektedir. Ama bazı ülkelerde reklam habercilik öylesine kanıksanmış durumdadır ki, gazeteler sayfalarında haberine yer verdikleri şirketlerin fotoğrafının renk ayrım masrafını talep edebilmektedirler (Erdoğan, 2005:356). Ankette daha çarpıcı sonuçlar da mevcuttur: 93 T. Şentürk, C. Ay /Halkla İlişkilerin Etik Sınırları · Haberler dış etkilere (paralı haber, reklam birimi baskısı gibi) bağlı olarak yayınlanır: Doğu Avrupa %63, Afrika-Ortadoğu %40, Güney Avrupa %35, Kuzeybatı Avrupa %21, Avustralya %20, Asya %16, Kuzey Amerika %13. · Yayınlar üçüncü kişilerden hediye kabul etme, indirimli ürünleri kapsayan yazılı bir politikaya sahiptir: Afrika-Ortadoğu %20, Doğu Avrupa %22, Güney ve Orta Amerika %29, Güney Avrupa %30, Asya %31, Avustralya %40, Kuzeybatı Avrupa %56, Kuzey Amerika %70. · Bir gazete ya da gazeteci haberi yayınlamaktan vazgeçmek için para almayı kabul eder: Güney ve Orta Amerika %41, Doğu Avrupa %28, Asya %26, Afrika-Ortadoğu %20, Güney Avrupa %20, Kuzeybatı Avrupa %5, Avustralya %0, Kuzey Amerika %0. Yukarıdaki bulgular haber, haberci ve maddi çıkar ilişkileri arasındaki bağın özelliklerinin bazılarına işaret etmektedir. Bu veriler ışığında, kamunun yanlış veya eksik bilgilendirilmesinin veya bilgilendirilmemesinin nedenleri üzerine düşünülürken, sorunun “halkın cahilliği ya da halkın öyle istediği” ile ilişkisinin çok karmaşık olduğu sonucuna varmak mümkündür. Asıl bağın medyanın kısıtlı zamanla ve haber hazırlamayla ilgili sınırlamaları da olmadığı açıkça görülmektedir. Medya ve halkla ilişkiler endüstrisi arasındaki ilişkinin iş etiği açısından düşük not almasında asıl nedenler, bir örümcek ağı gibi örülmüş çıkarlar yapısı ve baskılarla yürütülen iş süreçlerinde yatmaktadır. Örgütlü yer ve zamanda belirlenen koşullar, bazen çalışanların istediğinin tam tersini yapmasını gerektirmektedir. Gazetecilerin kendileri iş hayatında çıkarlar ağının bir parçası haline gelebilmektedir. Günümüzde iş kültürü, işin örgütlü doğası ve ilişkileri halkla ilişkiler uzmanının hazırladığı materyalleri kullanmayı, hem de gözden geçirmeden kullanmayı gerektirmektedir. Bilgi toplayıcıları ve dağıtıcıları kamu bilincinde ve hayatında çok önemli yer işgal etmektedirler. Sade yurttaş bireysel tecrübesinden çok medya aracılığıyla gelen bilgi yoluyla siyasal tercih ve tüketim tercihi gibi kritik kararlarını almakta olduğundan, bu bilgileri sağlayanlar kendilerini artan bir eleştirel incelemeye tabi bulurlar. Tüketiciler ve etik uzmanlar, profesyonel iletişimciler tarafından daha güvenilir ve geçerli bilgi sağlanması konusuna kaygıyla yaklaşmaktadırlar. Çoğu tüketici, iletişimciler tarafından aldatıldıklarını ve maniple edildiklerini düşünmektedir. Yüksek güvenilirliği sağlamak için buna pratisyenler tarafından verilen ilk doğal cevap, maniplasyon yapan pratisyenleri disipline edici bazı metotları savunmaktır. Bu savunma kendilerini ve ürettikleri mesajları sağlama bağlama amaçlıdır. Hiç de tesadüfi olmayarak, bu çerçevede prestiji ve mesleki güvenilirliği sağlamak amaçlı olarak devlet lisansını önermek, dışarıdan gelen eleştirilere verilen saptırılmış ve yüzeysel bir cevap olarak durmaktadır. Gerçeklik, halkla ilişkilerin anayasalarda bulunan ifade özgürlüğü kanunuyla korunduğudur. Bu özgürlük bilgi için bir “açık pazarı” mümkün kılar. Bu kamu 94 Sosyal Bilimler 6/1 (2008)s.81-97. güvenini ve iyi niyetini sağlama almak konusunda göz ardı edilmez. Eğer kamuya ikna edici-seçici açıklama yapan iletişimci kanunlar ve bir topluluk tarafından korunursa, bu halkla ilişkilerin eşsiz rolünü anlamaya yardımcı olur. O, yıkıcı ve etik dışı bir rol olabilir (Barney ve Black, 1994:238). Halkla ilişkiler özellikle televizyonun çıktılarına olumsuz etki eden bir yapılanma olarak da nitelenir. Örneğin İngiltere’de bazılarına göre habercilik çıktısının kalitesindeki bozulma nedeniyle batı demokrasisinin bütün dokusu tehdit altındadır. Sadece ticari baskılar değil, yeni teknolojilerin etkisi ve halkla ilişkilerin yükselmesi haddinden fazla yapay ve enformasyondan yoksun habercilik stiline katkıda bulunmaktadır (Snow, 1997; aktaran Erdoğan, 2005:240). Daha kötüsü milyonlarca dolarlık halkla ilişkiler ve reklamcılık bütçeleri birçok şirketin yaptığı kötülükleri gizler ve kamunun/halkın dikkatini onlardan uzağa çeker. Mental ve ruhsal olarak kirlenmiş bir çevrenin promosyonunu yapar; insanları ciddi sorular sormaktan yoksun bırakır; eğlendirerek pazara yönlendirir; bunu yaparken dilimizi, dünyamızı, algılarımızı, kimliğimizi, değerlerimizi, ilişkilerimizi, özlüce bütün dünyamızı bir pazarın gereksinimlerine göre biçimlendirir. Halkı ikna işi yapanlar geçtiğimiz yüzyıldan başlayarak artan bir şekilde mantığa seslenmeyi terk etmişlerdir. Bu sektörde çalışanlar, pazarlamada temel stratejilerden biri olan duygulara hitap etme faaliyeti paralelinde, ikna için sahte imajlar ve semboller kullanarak içgüdüler ve duyguların maniplasyonuna yönelmişlerdir. Örneğin Türkiye’de bir aşk skandalına imza atan fotomodel, üzerindeki islami sembollerle basın toplantısına çıkarılmakta, duygusal bir biçimde halkla ilişkiler uzmanının kendisi için hazırladığı metni okumakta, bu yolla da vatandaşın tepkisi savuşturulmaya çalışılmaktadır. Burada üretilen maniplasyon atmosferinin ve imaj kombinasyonunun prodüktörü olan bir mesleğe etik sınır koymanın, bu gibi eylemler göz önüne alındığında, pek rasyonel olmayacağı değerlendirilmelidir. Medya ve halkla ilişkiler dünyası birbiriyle bağlantılı ekonomik amaçlara sahiptir. Bu amaçlardan geçerek kendi çıkarları için pazar üzerinde kontrolü sağlamaya ve yaygınlaştırmaya çalışırlar. Birbirlerine zorunlu bağımlılık nedeniyle aralarında hayati çıkar ilişkileri vardır ve bu da kaçınılmaz olarak karşılıklı dayanışmayı ve bu dayanışma için gerekli destek mekanizmalarının yaratılması ve kullanılmasını gerektirir. Bu nedenle örneğin, reklamı alan gazete doğal olarak reklam verenle ilişkisini bozacak bir yayından veya haberden kaçınacaktır. Halkla ilişkiler günümüzde medya içeriğinin yarısına yakınını sağlayarak, haber dünyamıza önemli destek verir ve bunu yaparak kamuoyunu etkiler. Bu sistemin çalışmasından geçerek, tarih yapılır ve toplum kalıba sokulur (Erdoğan, 2005:26). Özlüce halkla ilişkiler ve medya arasında etik boyutu incelemekten çıkacak sonuç, iki endüstrinin de bulunduğu etiklik düzeyinden öteye bir veri sunmayacaktır. Görülen odur ki, her iki taraf da “etik düşüklüklerini” ilişkileri bazında da ortaya koymaktadırlar. 95 T. Şentürk, C. Ay /Halkla İlişkilerin Etik Sınırları SONUÇ Halkla ilişkilerin etik sorununun temelinde, halkla ilişkiler faaliyetlerinin sahte imajlar yaratma, yanıltma aracı olma ve gerçeği üretme düşünceleri yatar. Amerikan halkla ilişkiler deneyiminin tarihine bakıldığında, halkla ilişkilerde önemli ölçüde bilinçli yanıltma ve propaganda kullanıldığı görülür. Oysa kurumsal iletişim tarafsız, güvenilir ve gerçekçi olmalıdır. Halkla ilişkiler mesleği de meşru teknikleri uygulamada doğru hareket etmelidir. Ancak mevcut sosyoekonomik ve siyasal sistemin içerisinde halkla ilişkiler mesleği uzmanları kurumun çıkarını ve saygınlığını her şeyin üzerinde görmektedir. Özel kuruluşlar ya da kamu kuruluşları için olsun, kriz dönemlerinde eyleme geçildiğinde halkla ilişkiler faaliyetleri içersinde yer alan haber yönetimi haber yönlendirmesine, şeffaflık aldatmacaya, etkileyici gündem gizli propagandaya ve doğruluk çarpıklığa dönüşmektedir. Günümüzde var olan hiçbir halkla ilişkiler cemiyeti mesleğin saygınlığını arttıramamıştır ve insanlar avutulmaktadır; endüstri güvenirlik bunalımı yaşamaktadır ve insanlar halkla ilişkiler endüstrisini ciddiye almamaktadır. Buna cevaben pratisyenlerin yaklaşımı, halkla ilişkilerin imajı konusunda endişelenmeyi bırakarak iyi işler çıkarmak ve değer katmaya odaklanmaktır. Fakat konu halkla ilişkilerin saygınlığı ve imajıyla alakalıdır. Genel olarak kabul edildiği gibi, bu alanda çalışanların çoğu, ironik bir biçimde bu derecede zayıflamış olan bir imajı iyi yönde beslemenin ve geliştirmenin kaygısını taşımaktadırlar. Açıkça birçokları bu durumdan endişelenmektedir ve yaptıkları işi halkla ilişkiler olarak tanımlamaktan kaçınmaktadırlar. Halkla ilişkiler artık aldatma ve hile anlamını taşımaya başlamıştır. Mesleğe eleştirel yaklaşanlara göre, günümüzde artık ilgi çekme amaçlı ya da ilgiyi başka taraflara yönlendirme amaçlı her faaliyet, halkla ilişkiler çabası içerisine düşmektedir. Bu gibi olumsuz sonuçları baştan engellemek için organize edilmiş meslek örgütleri ve bu örgütlerle gelen etik kodlar sorunları gidermede katkı sağlayamamaktadır. Hatta denilebilir ki mevcut sosyoekonomik yapı göz önüne alındığında ortaya konan etik kodlar ütopik bir durum arz etmektedir. Bu kodların hiç bir zaman dikkate alınmaması bunun en güzel göstergesidir. Meslek örgütleriyle gelen ilke ve kurallar sadece çalışanları hedef almamalı, aynı zamanda işin örgütleniş biçiminin getirdiği koşulları da hedef almalıdır ve metanın değerine dayanan etiği değil, insan değerine dayanan etiği egemen kılmaya çalışmalıdır. Bu bilincin sadece bir sektöre değil, iş yaşamının tamamına egemen kılınmasıyla müspet sonuçların elde edilebileceği unutulmamalı ve tüm meslek örgütleri bu çerçevede ortak akıl ve eylem ortaya koymalıdır. 96 Sosyal Bilimler 6/1 (2008)s.81-97. KAYNAKÇA Aras, Güler; “İş Etiği”, İnfomag Dergisi, Nisan, 2004. Asna, Alaeddin (1977); “Halkla İlişkiler”, Sabah Kitapları, İstanbul. Aydın, İnayet Pehlivan, “Yönetsel Mesleki ve Örgütsel Etik”, Pagem Yayıncılık, Ankara, Şubat 2001. Barney, Ralp D. and Black, Jay (1994); “Ethics and Professional Persuasive Communications, Public Relations Rewiev, vol.20,no:3. Bıçakçı, İlker (2000); “İletişim ve Halkla İlişkiler: Eleştirel Yaklaşım”, Mediacat Kitapları, Ankara. Davis, Anthony (2004); “Mastering Public Relations”, Palgrave Macmillan Ltd., New York. Edelman, Daniel J. (1992), “Ethical Behaviour is Key to Field’s Future”, Public Relations Journal, no. 48, pp. 31-32, November. Englehardt, Elaine E., Evans, DeAnn (1994),; ”Lies, Deception and Public Relations”, Public Relations Rewiev, vol.20, no:3, sf:258. Erdoğan İrfan (2002), “İletişimi Anlamak”, Erk Yayıncılık, Ankara. Erdoğan İrfan (2005), “Teori ve Pratikte Halkla İlişkiler”, Erk Yayıncılık, Ankara. Grunig, J. E., White, J. (1992), “The Effect of Worldviews on Public Relations Theory and Practice, içinde Grunig, James E.; “Excellence in Public Relations and Communication Management”, Hillside, NJ: Lawrence Erlbaum Associates. Kotler Philip, Armstrong Gary (2003); “Marketing: An Introduction”, Prentice Hall, New Jersey, USA. Kotler P., Wong V., Saunders J., Armstrong G. (2004); “Principles of Marketing”, Prentice Hall, Harlow, England. Nelson, R. A (1994); “Issues Communication and Advocacay: Contemporary Ethical Challenges”, Public Relations Rewiew ,vol. 20, no.3, sf:225-231. Pieczka M., L’Etang J. (2002), “Halkla ilişkilerde Eleştirel Yaklaşımlar”, Vadi Yayınları, İstanbul. Piepper, Annemarie, “Eğiğe Giriş’’, Çev: .Veysel Ataman, Gönül Sezer, Ayrıntı Yayınları, Ankara, 1999. Pira, Aydın (2004), “ Küresel Köyde Halkla İlişkiler Adına Neler Konuşuluyor?”, E.Ü. İletişim Fak. Yayınları, no:35, İzmir. Sutcliffe Hilary (1998),”The Etics of Communication”, Public Relations Review, vol.21, no:2, sf:5. Şentürk Tolga (2006), “Halkla İlişkilerde Etik Bağlamında Medya Grupları Arası Çatışma Üzerine Bir İnceleme: Doğan Medya Grubu”, Yüksek Lisans Tezi, Celal Bayar Üniversitesi, Manisa. Wright, D. K. (1989); “Ethics Research in Public Relations: An Overview”, Public Relations Review, vol. 19, no.1, sf:13-20. 97 H. Cansız /Performans Esaslı Bütçenin Başarılı Olabilmesi İçin Performans Ölçümünün Önemi SOSYAL BİLİMLER Yıl : 2008 Cilt : 6 Sayı :1 Celal Bayar Üniversitesi S.B.E. MANİSA Performans Esaslı Bütçelemenin Başarılı Olabilmesi İçin Performans Ölçümünün Önemi Yrd. Doç. Dr. Harun CANSIZ Afyon Kocatepe Üniversitesi, İ.İ.B.F., Maliye Bölümü ÖZET Dünyada kamu mali yönetiminde meydana gelen gelişmeler, devlet bütçesine ilişkin anlayışları da etkilemiştir. Devletin sunduğu kamusal hizmetlerde etkinliği, mali saydamlığı, hesap verme sorumluluğunu, mali disiplini, kamuoyu denetimini ve performansa dayalı ücretlendirmeyi hedef alan Performans Esaslı Bütçeleme anlayışı, ülkelerin yapısal koşulları da dikkate alınarak, farklı modellerle uygulanma imkânı bulmuştur. Bu anlayış, 5018 Sayılı Kanunla birlikte Türkiye’de de uygulanmaya başlanmıştır. Beklentilerin gerçekleşebilmesi için sistemin uygulayıcılar tarafından benimsenmesi yanında kamuoyu tarafından da desteklenmesi gereklidir. Anahtar Sözcükler: Performans Esaslı Bütçeleme, Mali Disiplin, Kamuoyu Denetimi Significance of Performance Measurement for the Success of Performance Based Budgeting ABSTRACT The global development in the field of public finance has also affected the views on the government budgeting. Aiming to ensure efficiency, fiscal transparency, fiscal accountability, fiscal discipline, public auditing, and waging based on performance, Performance Based Budgeting approach started to be applied across the world as varied models in accordance with special needs of the applying countries. This approach also started to be applied in Turkey by the adoption of 5018 Code. However, in order to match the expectations, the system should be accepted both by implementing institutions and public opinion. Key Words: Performans Based Budgeting, Fiscal Discipline, Public Auditing. I.Giriş Hükümetler, vatandaşların kamu hizmetlerinden beklentilerini kamu gelirleriyle sağlamanın zor olduğunu anlamalarıyla birlikte kamu harcamalarında etkinliği, verimliliği ve tutumluluğu artırmanın yollarını aramaya başlamışlardır. Vatandaşlar da bütçe harcamaları konusunda daha duyarlı hale gelmiş, kamu mali yönetiminde yaşanan israf ve yolsuzluklara karşı kamuoyu baskıları artmıştır. Bu gelişmeler beraberinde devlet bütçelerinde reform yapma ihtiyacını gündeme getirmiştir. Bu reformlardan birisi de Performans Esaslı Bütçeleme (PEB) anlayışına geçilmesidir. PEB anlayışı, kamu mali yönetiminde etkinliği, verimliliği, tutumluluğu ve kamu yönetimine güveni artırarak vatandaşa kaliteli/etkin kamu hizmeti 98 Sosyal Bilimler 6/1 (2008)s.98-107. sağlanmasını; kamu kurumlarının performanslarına yönelik daha kaliteli ve somut bilgi sağlayarak karar alma sürecini güçlendirmeyi amaçlamaktadır. Bu kapsamda PEB; bütçeleme kararlarının odak noktasını girdilerden uzaklaştırıp, ölçülebilir sonuçlara yönelten, ne kadar kaynağa ihtiyaç duyulduğundan çok, elde edilen kaynaklarla nelerin başarılabileceğinin belirlendiği bir süreçtir. II. Performans Esaslı Bütçeleme Performans kelimesi önceden belirlenmiş hedeflere ulaşma düzeyini, belli bir faaliyet sonucunda elde edileni ifade etmektedir. Bir kurumda performans ölçümünden bahsedebilmek için, öncelikli olarak ilgili hedeflerin tespit edilmesi ve bu hedefler doğrultusunda yapılan faaliyetler neticesinde elde edilen sonuçların değerlendirilmesi gerekmektedir (GÜRSOY, 2001:13). Performans terimi, kamu kesiminde kullanıldığında, hükümetlerin sunduğu hizmetlerin etkin ve verimli olması gerektiği ve bunun ölçülebilmesi anlamına gelmektedir. PEB, “performans” ve “bütçe” kavramları bütünleştirerek, vatandaşların taleplerinin karşılanması ve kamu taahhütlerinin gerçekleşme düzeyinin ölçülmesinde bütçenin önemini ve etkisini artırmaktadır (YILMAZ, 2007:35). Performans Esaslı Bütçeleme, 5018 Sayılı Kanunun 9. maddesinde, “…Kamu idareleri bütçelerini, stratejik planlarında yer alan misyon, vizyon, stratejik amaç ve hedeflerle uyumlu ve performans esasına dayalı olarak hazırlarlar. Kamu idarelerinin bütçelerinin stratejik planlarda belirlenen performans göstergelerine uygunluğu ve idarelerin bu çerçevede yürütecekleri faaliyetler ile performans esaslı bütçelemeye ilişkin diğer hususları belirlemeye Maliye Bakanlığı yetkilidir” şeklinde tanımlanmıştır. Belirlenmiş performans ölçülerine göre, ilgili kurumun amaçlarına ulaşıp ulaşmadığının izlenmesini içeren bir bütçeleme süreci olan PEB, bir kurumun misyon ve vizyonuna uygun olarak belirlenmiş stratejik hedeflerine ulaşmasını sağlamak için, kamusal kaynakların tahsisini amaçlar (TÜĞEN vdg., 2007: 36). Performans bütçeleme olgusu, bir kurumun kullandığı kaynakları, ürettiği ürünleri ve hizmetleri, elde ettiği sonuçları takip etmesi için düzenli ve sistematik biçimde veri toplanması, bunların analiz edilmesi ve raporlanması sürecini gerekli kılmaktadır (YENİCE, 2006a:57). Bu bütçeler temel olarak, kamu adına karar alıcıların ve kamu yöneticilerinin mali tasarruflarında daha rasyonel hareket etmelerini ve kamuda maliyet bilincinin yerleşmesine katkıda bulunmayı hedeflemektedir (AKSOY, 1993:77) . PEB düşüncesi ilk olarak ABD’de 1912 yılında ortaya çıkmış; dönemin ABD başkanı Taft tarafından kurulan “Tasarruf ve Verimlilik Komisyonu”nun mevcut bütçe sisteminin aksaklıklarını gidermek amacıyla, kamu harcamalarının maliyetlerinin hesaplanabilmesi ve verimliliğin ölçülebilmesine yönelik çalışmalar yapması sonucunda ortaya çıkmıştır. Sistem daha sonra, 1949 tarihinde, “İcraat Bütçesi”, “İş Bütçesi” ve “Yürütme Bütçesi” gibi adlarla anılmış (TÜĞEN, 2008:116); 1960’lı ve 1970’li yıllarda isim değiştirerek Planlama, Programlama Bütçeleme Sistemi adını almıştır. PEB’ye geçiş konusunda, 1980’li yılların sonlarında Yeni Zelanda ve Avustralya, 1990’lı 99 H. Cansız /Performans Esaslı Bütçenin Başarılı Olabilmesi İçin Performans Ölçümünün Önemi yıllarda İsveç, ABD, Finlandiya, İngiltere, Danimarka, Hollanda, Kanada ve Fransa, 2000’li yılların başlarında ise Avusturya, İsviçre ve Almanya’da düzenlemeler yapılmıştır (ERÜZ, 2005: 61). Günümüzde, ABD eyaletlerinin tamamına yakınında ve OECD ülkelerinin çoğunda PEB uygulanmaktadır. Türkiye’de ise 2003 yılında yürürlüğe giren 5018 Sayılı Kanunla uygulanmaya başlanmıştır (AKTAN, TÜĞEN, 2006:206-211). PEB’ye geçmekte olan ülkelerin bu sistemden temel beklentileri şu şekildedir (Bknz.; ERÜZ, 2005: 62-67; ÖZYILDIZ, 2000: 80; ŞALCI, 2007:85; SÖNMEZ, 2001:30; KARAKAŞ, 2005:292; YARDIMCIOĞLU, 2006: 160162; DEMİRCAN, 2006:57): i. Bütçe Süreçlerini Güçlendirmek: Kamu kesiminde kaynak dağılımı ve kullanımında etkinliğin sağlanması, hedeflere dayalı yönetim anlayışının yerleştirilmesi, bütçe hazırlama, uygulama ve denetim süreçlerinin güçlendirilmesi, kamusal hizmetlerde kalitenin arttırılması hedeflenmektedir. ii. Sonuçlara Göre Denetimin Sağlanması: Girdi kontrollerini gevşetip yöneticilerin çıktı ve sonuçlara göre hesap verebilirliliğini sağlamak, yönetim ve bütçeleme kararlarında çıktı ve sonuç bazında ölçülen hedeflere odaklanma öngörülmektedir. iii. Kamu Kesiminde Stratejik Planlamayı Uygulamak: Yönetimde ve bütçede politika oluşturulmasını geliştirmek, yönetim ve hizmet sunumunu güçlendirmek, kaynak dağılımını stratejik önceliklere göre yapmak, parlamento ve kamuoyuna karşı saydam ve hesap verebilirliliği sağlamak ve tasarruf etmek hedeflenmektedir. iv. Kamu Hizmetlerinde Etkenlik ve Verimliliği Artırma: PEB, daha verimli ve kaliteli kamu hizmetleri üretmeyi amaçlamaktadır. Örneğin sınıflardaki öğrenci sayısını azaltarak eğitimin kalitesini yükseltmek, daha çok öğretmen istihdam etmenin önüne geçirmektedir. Yani öncelikli hedef öğretmen sayısını artırmak değil, sınıflarda verilen eğitimin üretken ve verimli olmasını sağlamaktır. Aynı şekilde, sağlık hizmetlerinde hastanelerde bekleme süresini kısaltması, adalet kurumlarında hızlı karar verilmesi hedeflenmektedir. v. Mali Saydamlığı Sağlama: Hükümetin yapısının ve fonksiyonlarının, mali politika planlarının, kamu sektörü hesaplarının ve mali hedeflerinin kamuoyuna açık olmasını sağlayan PEB ile, yolsuzluk ve rüşvet gibi olumsuzlukların önlenmesi/azaltılması hedeflenmektedir. vi. Hesap Verme Sorumluluğunun Tesis Edilmesi: PEB ile, kendisine kamusal kaynakların kullanılmasında yetki verilen ve kaynak tahsisi yapılan kimselerin bu yetki ve kaynakları nasıl kullandıkları konusunda kamuoyuna rapor vermesi hedeflenmektedir. vii. Performans Denetiminin İhdası: Kamu kesiminde uygulanan proje ve programlara harcanan kaynakların önemli ölçüde artması, sorumluluğun önem kazanması ve kamu yönetimi alanında meydana gelen gelişmeler geleneksel denetimin yanı sıra performans denetimi ihtiyacını ortaya 100 Sosyal Bilimler 6/1 (2008)s.98-107. çıkarmıştır. Bu ihtiyacın giderilmesinde PEB’nin önemli bir işlev görmesi beklenmektedir. ix.Mali Disiplinin Sağlanması: Mali disiplin, kamu gelir ve giderlerinin birbirine denk olmasını; bütçelerinin daha etkili bir şekilde izlenmesi ve değerlendirmesini gerektirmektedir. PEB, bütçelerin bilgiye dayalı olarak hazırlanmasını sağlayacağından kamu idarelerini başarılı olma yönünde teşvik ederek kaynak kullanımında tasarruf sağlayacak, kaynak israfını önlemede etkili olabilecektir. Dolayısıyla, PEB’nin mali disiplini sağlamada önemli bir araç olarak kullanılması amaçlanmaktadır. x. Bütçe ve Plan İlişkisinin Kurulması: PEB ile uygulanmakta olan bütçeler ile plan arasında uyum sağlanması beklenmektedir. xi. Çok Yıllı Bütçeleme Tekniğinin Uygulanması: Çok yıllı bütçeleme temel olarak politika, plan ve bütçemle arasındaki ilişkinin kurulmasında önemli bir araç olup; kamusal ihtiyaçlar ve kaynaklar arasındaki dengeyi etkin olarak kurmayı gerektirmektedir. Bu bağın kurulmasıyla birlikte bütçelerin güvenilirliği ve öngörülebilirliği artacaktır. PEB’nin bu sürece katkıda bulunabilmesi beklenmektedir. III. Performans Esaslı Bütçelerin Başarı Şartları PEB’yi uygulayan ülkeler başta bütçe hazırlama, uygulama ve denetim süreçlerinde olmak üzere kamu kesiminde etkinliği sağlamayı hedeflemektedirler. PEB’den beklenen faydaların sağlanabilmesi için şu unsurların varlığı gereklidir (Bknz.; YILMAZ, 2007:43): i. Vatandaşların Desteği ve Katılımının Sağlanması: PEB sürecinde vatandaşların desteği, performans yönetiminin sadece bürokratik bir uygulama olarak kalma riskini azaltarak, verilerin güvenirliğini ve doğruluğunu artırabilir. ii. Çalışanların Katılımı: PEB sisteminin sağlıklı bir şekilde uygulanması, sistemi yürüten personelin bu sürece yeterli düzeyde katılımı ile sağlanabilir. iii.Destek Sisteminin Varlığı: Çalışanların bu sisteme olan güvenlerinin sağlanabilmesi için belirli bir destek sisteminin varlığı gereklidir. Bu ise, performans bilgisinin toplanmasından, kullanılmasına ve sonuçlarının değerlendirilmesini kapsayan uygulama sürecinde etkinliği sağlayabilir. iv. Bilgi Teknolojisi: PEB sistemi düzenli, doğru, güvenilir bilgiye zamanında ulaşımı sağlayacak bir teknolojik alt yapının varlığını gerektirir. Performans hedefleri ve bunlara ilişkin göstergelerin sağlıklı bir şekilde izlenmesi, raporlanması ve değerlendirilmesi için güçlü bir veri tabanına dayanan performans bilgi sisteminin oluşturulması gereklidir. v. Tahakkuk Esaslı Muhasebe Sisteminin Varlığı: PEB sürecinde belirli bir hedefin gerçekleştirilmesi için gereken harcamaların daha doğru belirlenmesi gerekir.Bu ise, istenen hizmetlerin sunulmasına ilişkin iyi bir planlama yapılmasını kolaylaştırabilir. vi. Yönetimsel Esnekliklerin Sağlanması: Kamusal idarelere, ihtiyaçların çokluğu ve kısıtlı kaynaklar varsayımı altında, karar alma 101 H. Cansız /Performans Esaslı Bütçenin Başarılı Olabilmesi İçin Performans Ölçümünün Önemi süreçlerinde rasyonel davranabilmeleri, hedeflerini doğru olarak belirleyebilmeleri için yeterli mali kaynağın sağlanması ve bunların kullanımlarını hızlandıracak ve kolaylaştıracak düzenlemelerin yapılması gereklidir. IV. Performans Esaslı Bütçenin Etkinlik Diyagramı PEB sisteminin etkinliğini olumlu ya da olumsuz etkileyebilecek faktörler arasındaki ilişkiler dikkate alınarak sistemin etkin işleyebilmesi için gerekli olan şartlar aşağıda gösterilen diyagramda ortaya konulmaya çalışılmıştır. Performans Esaslı Bütçeleme Sistemi Etkinlik Diyagramı Açıklamalar: “-”: İşareti, okun başlangıç dairesinde belirtilen faktörler bitiş dairesinde belirtilen faktörleri olumsuz etkilediğini ifade etmektedir. “+”: İşareti, okun başlangıç dairesinde belirtilen faktörün bitiş dairesinde zikredilen faktörü olumlu etkilediğini ifade etmektedir. Kaynak: (TÜĞEN vdg., 2007:316). Bu diyagramda görüldüğü gibi PEB sisteminin etkinliğini olumlu yönde etkileyecek faktörlerin başında teknolojik gelişmeler gelmektedir. Yaygınlaşan internet kullanımı ve bilgisayarlaşma, bilginin elde edilmesinde ve 102 Sosyal Bilimler 6/1 (2008)s.98-107. çeşitlenmesinde en önemli unsurdur. İletişim sürecinde ortaya çıkan zaman kaybını ve katlanılan maliyeti en aza indirgemek suretiyle kamu kaynaklarının daha etkin ve verimli kullanılması sağlanabilecektir. Ayrıca, sürekli bilgi akışına imkân verilmekte, sağlanan bu sürekli bilgi akışı ise, kamu kaynaklarının performansa göre tahsisatının temelini oluşturmaktadır. Sürekli bilgi akışı sağlanmadan kamu birimlerinin kaynak kullanımı ve performans sonuçları hakkında istenilen verileri elde etmeleri ve depolamaları güçtür. Dolayısıyla, iletişim ve bilgisayar teknolojileri alanındaki eksiklikler PEB sisteminin etkinliğini engelleyebilmektedir (TÜĞEN vdg., 2007:316). V. Performans Esaslı Bütçelemenin Temel Belgeleri PEB modeli üç temel belge üzerine inşa edilmiştir. Bu modeli olumlu ve olumsuz etkileyebilecek unsurlar ise Şekil 1’de görülmektedir. PEB temel olarak stratejik plan, performans programı ve faaliyet raporu üzerine kurulmuştur. (i).Stratejik Plan, 5018 Sayılı Kanunun 9. Maddesine göre, “Kamu idareleri; kalkınma planları, programlar, ilgili mevzuat ve benimsedikleri temel ilkeler çerçevesinde geleceğe ilişkin misyon ve vizyonlarını oluşturmak, stratejik amaçlar ve ölçülebilir hedefler saptamak, performanslarını önceden belirlenmiş olan göstergeler doğrultusunda ölçmek ve bu sürecin izleme ve değerlendirmesini yapmak amacıyla katılımcı yöntemlerle stratejik plan hazırlarlar” şeklinde ifade edilmiştir. Stratejik plânlar; kurumların ileriye dönük misyon ve vizyonlarını ortaya koyarak kurumun orta ve uzun dönemli stratejik amaç ve hedeflerini belirlemektedir. (ii). Performans Programı, bir mali yılda kamu idaresinin stratejik planı doğrultusunda yürütülmesi gereken faaliyetleri, bu faaliyetlerini kaynak ihtiyacını, performans hedef ve göstergelerini içeren, idare bütçesinin ve idare faaliyet raporunun hazırlanmasına dayanak oluşturan programdır. Performans programları; stratejik plânda belirlenen stratejik amaç ve hedefler doğrultusunda kurumun bir mali yıldaki performans hedef düzeylerini, bu hedeflere ulaşmak için yürütülmesi gereken faaliyet ve projeler ile kurumun kaynak ihtiyacını, performans göstergelerini ortaya koyan ve kurumun bütçesine dayanak oluşturan belgelerdir. (iii).Faaliyet Raporu, 5018 sayılı kanunun 41. maddesinde, “Üst yöneticiler ve bütçeyle ödenek tahsis edilen harcama yetkilileri tarafından idari sorumlulukları çerçevesinde her yıl faaliyet raporları düzenlenir. Bu raporlar, stratejik planlama ve performans programları uyarınca yürütülen faaliyetleri, belirlenmiş performans göstergelerine göre hedef ve gerçekleşme durumu ile meydana gelen sapmaların nedenlerini açıklayacak şekilde hazırlanır” şeklinde düzenlenmiştir. Faaliyet raporları, kurumun performans programı uyarınca yürüttüğü faaliyet sonuçlarını, hedeflerden sapmaları ve nedenlerini içeren ve hesap verme sorumluluğunu gerçekleştirmek üzere hazırlanan raporlardır (Bknz.; ERÜZ, 2006:222-228). 103 H. Cansız /Performans Esaslı Bütçenin Başarılı Olabilmesi İçin Performans Ölçümünün Önemi V. Performans Esaslı Bütçeleme İçin Performans Ölçümünün Önemi ve Ölçüm Zorlukları Kamuda kalite ölçümü güç bir iştir. PEB sistemi nihai olarak performans odaklı bir yönetim felsefesinin de uygulanmasını gerektirir. Bu yönetim felsefesinde, kurum yönetimde toplam kalite anlayışı uygulanmalıdır. Fakat kamu kesiminde kalitenin ölçülmesi ve toplam kalite yönetiminin uygulanması kolay bir iş değildir. Çünkü bu anlayışın temelini, oluşturan “müşteri” kavramının yerine kamu sektöründeki “vatandaş” kavramını ikame etmek kolay değildir. Özel kesimde müşteri talep ettiği mal ve hizmeti parasını ödeyerek alır, ancak kamu kesiminde vatandaş kamusal hizmetleri alırken böyle bir parasal ilişkiye girmediğinden fiyatlandırma ve müşteri mekanizmasını çalıştırarak kurumun kalitesi ölçülemez (Bknz.; AKTAN, 2006:326) . A. Performans Ölçümünün Önemi ve Göstergeleri Kamu kesiminde performans ölçümü, kamu hizmeti gören birimlerin hizmet ettikleri topluma; alt düzey yöneticilerin ve personelin üstlerine; kamu hizmeti gören ara kurumların bu hizmetleri finanse eden kamu kurumlarına; merkezi yönetim ve yerel yönetim görevlilerinin vergi verenlere ve ücret ödeyenlere karşı sorumlu tutulmalarını sağlayabilir (FALAY, 2000:380). Performans ölçümü, bir kurumun kullandığı kaynakları ve ürettiği hizmetleri takip edebilmesi için düzenli/sistematik biçimde veri toplanması ile bunların analiz edilmesi/raporlanması sürecidir. Bu ölçümlerdeki amaçlar, kamusal mal ve hizmetlerin kalitesinin artırılması; çalışanların performansının ölçülmesi ve yaptırım uygulanabilmesidir (YENİCE, 2006a: 58). Ayrıca, yürütülen kamusal faaliyetlerin hangi kalitede, ne kadar maliyetle, hangi süreçlerle gerçekleştirdiği, faaliyetler sonucunda ne gibi çıktılar alındığı ve ne kadar etkili olunabildiği gibi hususlarda bilgi alınabilmekte ve değerlendirmeler yapılabilmektedir (NANGIR, 2007: 115). Bu değerlendirmeler sonucunda, kamusal politikaların seçimi ve uygulanması sonucunda oluşan başarı ve başarısızlığın ortaya çıkarılması hedeflenmektedir. Bir başarısızlık söz konusu ise, bunun nedenlerinin araştırılarak, gerekirse yürütülen faaliyet veya projeye son verilmesi gündeme gelebilmektedir. Ayrıca geleceğe dönük politikaların doğru bir şekilde oluşturulması için karar vericilere gerekli bilgiler sağlamış olmaktadır (YENİCE, 2006b: 124). Performans ölçümü, performans göstergeleri aracılığıyla yapılmaktadır. Bunları altı grup halinde sıralamak mümkündür (Bknz.; YENİCE, 2006a: 60): i.Girdi göstergeleri, kamu kurumu tarafından üretilen ürün ve hizmetlerin hangi kaynaklar kullanılarak üretildiğine ilişkin bilgilerdir. ii.Çıktı göstergeleri, kurumun ürettiği mal ve hizmetlerin miktarlarına ilişkin bilgileridir. iii.Sonuç göstergeleri, kamu tarafından üretilen ürün veya hizmetlerin toplum ve bireyler üzerinde meydana getirdiği etkileri ölçen göstergelerdir. iv. Verimlilik göstergeleri, belirlenen bir girdi düzeyi ile en yüksek çıktının elde edilip edilmediğine ilişkin bilgileri sağlayan göstergelerdir. 104 Sosyal Bilimler 6/1 (2008)s.98-107. v.Etkinlik göstergeleri, çıktıların beklenen sonuçlara yol açıp açmadığını ölçen göstergelerdir. vi. Kalite göstergeleri, üretilen mal ve hizmetlerin hatasız, zamanında, belirli standartlara uygun ve kullanıcıların isteklerini karşılayacak şekilde üretilip üretilmediğini belirleyen göstergelerdir. B.Performans Ölçümünde Karşılaşılan Sorunlar Özel kesimde bir kurumun performansının ölçülmesi kolayca yapılabilir. Ancak aynı işlemin kamu kesiminde yapılması çeşitli sorunları da beraberinde getirmektedir. Bu sorunlar aşağıdaki faktörlerden kaynaklanmaktadır (Bknz.; ESER, 2006:64-65; YENİCE, 2007:97): i.Kamusal Hizmetlerin Niteliği: Kamusal hizmetlerin niteliği gereği kamu yönetimlerinde performans kriterleri koyup bunu çeşitli ölçütlerle ifade etmek zordur. Çünkü merkezi yönetimin güçlü olduğu ülkelerde kamu hizmetlerinin merkezden belirlenmesi ve merkezi yönlendirmelerle görülmesi sonucunda kurumlar kendi kurumsal hedefleri yerine merkezi otoritenin önceliklerine göre hareket etmek zorunda kalmaktadırlar. ii.Bazı Kamusal Hizmetlerin Stratejik Öneminin Olması: Bu durum ölçüm yapmayı zorlaştırmakta ve geri bildirim sürecinin işlememesine neden olmakta, bu durum ise performans ölçümünü zorlaştırmaktadır. iii. Kamu Hizmetlerinde Ölçümün Zorluğu: Kamu kesiminde özel kesimin aksine verilen hizmetin girdileri, çıktı ve sonuçları arasındaki ilişki çok net olmadığından, etkin bir performans değerlendirmesinin yapılması oldukça güç olmaktadır. iv.Kamu Bürokrasinin Niteliği: Kurum içinde değerlendirme yapılırken esnekliğin çok az olması performans ölçümünü zorlaştırmaktadır. Yine kamu hizmetleri sunumu sırasında çıkacak aksaklıkların sorumluluklarını üstlenecek kimselerin bu konuda isteksiz davranmaları da değerlendirmeyi zorlaştırmaktadır. v. Ölçüm Sonuçlarının Kurum Tarafından Etkilenmesi Olasılığı: Performans ölçümü yapılırken elde edilen sonuçlara kurum tarafından etkide bulunulabilir. Örneğin, kurumun başarılı olduğunu göstermek için yöneticiler başarılı olunan alanlarda hedeflerini belirlerken, başarılı olunamayan alanlarda açık hedefler belirlemeyebilirler. vi. Kurumun Yenilik Yapmasının Engellenmesi Riski: Performans ölçümü yapan kurum performans hedefini tutturmak amacıyla aynı ürünü daha az zamanda üretmek için çaba harcayacaktır. Buna karşın, yeni ürün üreterek topluma kazandırma riskini göze alamayabilecektir. vii. Amaç Sapmalarının Oluşması Riski: Performans ölçümü amacıyla kullanılan performans göstergeleri belli bir süre sonra kurumun nihai hedefi haline gelebilir. Böylece ilgili kurum diğer faaliyetlerine daha az önem vererek sadece performans göstergelerine yönelik faaliyetlere odaklanabilir. viii. Aşırı Bilgi Toplanması Riski: Performans bilgisinin az olması kadar gereğinden fazla olması da önemli bir sorun olabilir. Çünkü aşırı ve fazla 105 H. Cansız /Performans Esaslı Bütçenin Başarılı Olabilmesi İçin Performans Ölçümünün Önemi bilgi bu bilgilerden yararlanılmasını zorlaştırabilir ve doğru kararlar alınmasında engelleyici bir rol oynayabilir. ix. Bürokrasiyi Artırma Riski: Performans ölçümüne ilişkin belgeler için gereğinden fazla çalışılması bürokratik işlemlerin artmasına neden olabilir. x. Kurum Çalışanlarının Mevcut İşlerini Aksatma Riski: Performans ölçülmesi ve performans bilgi sisteminin oluşturulması uzmanlık gerektiren bir konudur. Her birimin performans göstergelerinin oluşturulması bu sürece personelin dâhil edilmediğini gerektirdiğinden bu durum kurum çalışanlarının asli görevlerinde aksamaya neden olabilir. ix. Veri Problemleri: Performans esaslı bütçelemede en önemli sorunlardan birisi doğru verilerin varlığıdır. Ancak gerek insanlar ve gerekse kurumlar doğru verileri her zaman vermeyebilirler. Dolayısıyla eksik verilerle doğru sonuçlara ulaşılamayacaktır. V.SONUÇ PEB sistemi dünyada birçok ülke tarafından yaygın bir biçimde uygulanmaktadır. Temel olarak kamusal kaynakların etkin olarak kullanılmasına yönelik mali önlemlerin bütçe süreçleriyle birlikte alınması, hesap verme ve mali saydamlığın tesis edilmesi, çağdaş mali denetimin yapılması, vatandaşların talep ettiği kamusal hizmetlerin kaliteli olarak sunulmasını hedeflemektedir. İletişimin yaygınlaşması ve küreselleşmenin etkisiyle devlet bütçesi alanındaki yaşanan gelişmelere diğer ülkeler de kayıtsız kalmamaktadır. Ancak, bu gelişmelerin “başka ülkeler reform yapıyor biz de yapalım !” şeklinde aynen alıp uygulamaya kalkışılmaması gerektiği açıktır. Bu değişimler öncelikle ülkenin kendi iç koşulları ile uyumlu olmalıdır. Özellikle, devlet bütçesinin “olmazsa olmaz” işlevleri göz ardı edilmemelidir. Aksi halde, iç güvenlik, savunma, adalet, diplomasi gibi işlevlerde yapılan performans değerlendirmelerinin yanıltıcı sonuçlara neden olabileceği dikkate alınmalıdır. Sonuç olarak, PEB’in “her mali sorunu çözebilecek sihirli bir anahtar” olmadığı akıldan çıkarılmamalıdır. KAYNAKÇA AKSOY, Şerafettin (1993), Kamu Bütçesi, Filiz Kitabevi, İstanbul. AKTAN, Coşkun Can (2006), “Türkiye’de Stratejik Planlamaya Dayalı Performans Esaslı Bütçeleme (SPPB) Sisteminin Uygulanabilirliği- Eleştirel Bir Perspektif-”, Kamu Mali Yönetiminde Stratejik Planlama ve Performans Esaslı Bütçeleme (Ed. Coşkun Can AKTAN), Seçkin Kitabevi, Ankara. AKTAN, Coşkun Can; TÜĞEN, Kamil (2006), “Performans Esaslı Bütçeleme Sistemi”, Kamu Mali Yönetiminde Stratejik Planlama ve Performans Esaslı Bütçeleme (Ed. Coşkun Can AKTAN), Seçkin Kitabevi, Ankara. DEMİRCAN, Esra Siverekli (2006), “Yeni Ekonomik Düzende Bütçe Sistemlerindeki Değişim Süreci ve Türk Kamu Maliyesinin Uyumu”, Yönetim ve Ekonomi, Cilt 13, Sayı: 2, CBÜ İİBF, ss.47-61. ERÜZ, Ertan (2005), “Yeni Mali Yönetim Yapısında Performans Esaslı Bütçeleme”, Türkiye’de Yeniden Mali Yapılanma Konulu 20. Türkiye Maliye Sempozyumu (23-27 Mayıs 2005), Karahayıt-Pamukkale-Denizli, ss-61-73. 106 Sosyal Bilimler 6/1 (2008)s.98-107. ERÜZ, Ertan (2006), “5018 Sayılı Kanuna Göre Performans Esaslı Bütçeleme”, Kamu Mali Yönetiminde Stratejik Planlama ve Performans Esaslı Bütçeleme (Ed. Coşkun Can AKTAN), Seçkin Kitabevi, Ankara. ESER, Hamza Bahadır (2006), “Kamu Hizmetlerinin Kalitesinin Artırılmasında Bir Araç Olarak Performans Değerlendirme”, Yerel Siyaset, Yıl: 1, Sayı: 11, ss. 63-65. FALAY, Nihat (2000), “Yerel Yönetimlerde Performans Ölçümü: Bir Ön Çalışma”, XV. Türkiye Maliye Sempozyumu, 15-17 Mayıs 2000, Antalya, ss.377-410. GÜRSOY, Gülizar (2001), “Performans Yönetim Süreci”, Bütçe Dünyası, Yıl. 2, Sayı: 8, ss.1315. KARAKAŞ, Mehmet (2005), “Kamu Mali Yönetiminde Yeniden Yapılanma Aracı Olarak Hesap Verme Sorumluluğu ve Saydamlık”, SDÜ İİBF Dergisi, Cilt: 10, Sayı: 2, ss.291-305. NANGIR, Esin ( 2007), “Mahalli İdarelerde Performans Ölçümü”, Bütçe Dünyası, Cilt: 2, Sayı: 25, ss.115-122. ÖZYILDIZ, R.Hakan (2000), “Kamu Harcama Politikalarının Denetlenmesi ve Performansa Dayalı Bütçe”, Hazine Dergisi, Ocak - Sayı: 13, ss.77-87. SÖNMEZ, Sinan (2001), “Yolsuzluk, Saydamlık ve Küreselleşme”, İktisat, İşletme ve Finans, Yıl: 16, Sayı: 188, ss.30-38. TÜĞEN, Kamil; EGELİ, H.; ÖZEN A. (2007), “ Gelişmiş Ülkelerde Performans Esaslı Bütçeleme Sistemine Yönelik Reform Arayışları ve Bütçe Uygulamaları”, Finans Politik & Ekonomik Yorumlar, Cilt. 44, Sayı. 509, ss. 35-47. TÜĞEN, Kamil; AKSARAYLI, M.; EGELİ H.; AKDENİZ A.; ÖZEN A. (2007), “Stratejik Planlamaya Dayalı Performans Esaslı Bütçeleme Sisteminin Etkinliğinin Belirleyicileri: Türkiye’deki Kamu Kurumlarının Analizi”, SDÜ İİBF Dergisi, Cilt: 12, Sayı: 3, ss. 313-326. TÜĞEN, Kamil (2008), Devlet Bütçesi , Bassaray Matbaası, İzmir. YARDIMCIOĞLU, Fatih (2006), Performans Esaslı Bütçeleme Sistemi ve Türkiye’de Uygulanabilirliği (Basılmamış Yüksek Lisans Tezi), Sakarya Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Sakarya. YENİCE, Ebru (2007),“Performans Ölçümünde Karşılaşılan Sorunlar ve Kurumsal Karne (Balanced Scorecard) Yaklaşımı”, Bütçe Dünyası, Cilt: 2, Sayı: 25, Bahar, ss. 95-100. YENİCE, Ebru (2006a),“Kamu Kesiminde Performans Ölçümü ve Bütçe İlişkisi”, Sayıştay Dergisi, Sayı: 61, ss-57-68. YENİCE, Ebru (2006b), “Kamu Kesiminde Performans Değerlendirmesi”, Maliye Dergisi, Sayı: 150, ss. 122-132. YILMAZ, Sibel (2007), “Performans Esaslı Bütçelemenin Gelişimi ve Uygulaması”, Bütçe Dünyası, Cilt: 3, Sayı: 27, ss.35-43. 107 E. Duygulu, N.Çıraklar, Y. Mohan/ Algılanan Örgütsel Destek, İşe Bağlılık ve İş Doyumunun Örgütsel Bağlılık Üzerine Etkisi SOSYAL BİLİMLER Yıl : 2008 Cilt : 6 Sayı :6 Celal Bayar Üniversitesi S.B.E. MANİSA Algılanan Örgütsel Destek, İşe Bağlılık ve İş Doyumunun Örgütsel Bağlılık Üzerine Etkisi * Yrd. Doç. Dr. Ethem DUYGULU Dokuz Eylül Üniversitesi, İ.İ.B.F., İşletme Bölümü Öğr. Gör.Dr. Nurcan ÇIRAKLAR Dokuz Eylül Üniversitesi, İ.İ.B.F., İşletme Bölümü Araş. Gör. Yeliz MOHAN Pamukkale Üniversitesi, İ.İ.B.F., İşletme Bölümü ÖZET Son zamanlarda örgüt ve yönetim yazınında örgüte bağlılık, algılanan örgütsel destek, iş doyumu ve işe bağlılık olgusu oldukça yoğun bir biçimde ele alınmaktadır. Bu çalışmanın amacı, akademik personelin örgütlerinden aldıkları desteğin, işlerinden duydukları doyum ve işlerine olan bağlılıklarının örgüte olan bağlılıklarına etkilerini araştırmaktır. Çalışmada, dört grup değişken vardır.Değişkenleri ölçmek için Meyer, Allen ve Smith’in (1993) örgütsel bağlılık; Kanungo’nun (1982) işe bağlılık; Eisenberger, Huntington, Hutchison ve Sowa’nın (1986) algılanan örgütsel destek; çalışmalarından yararlanılmıştır. Genel iş doyumu ölçeği ise, tarafımızdan hazırlanmıştır. Çalışmanın örneklemini Dokuz Eylül Üniversitesi İİBF öğretim elemanları oluşturmaktadır. Bulgular, akademik personelin örgütlerinden aldıkları desteğin, duygusal bağlılığa; iş doyumunun devam bağlılığına ve işe bağlılık ile birlikte örgütsel desteğin, normatif bağlılığa yol açtığını göstermektedir. Anahtar Kelimeler: Örgütsel Destek, İşe Bağlılık, İş Doyumu, Örgütsel Bağlılık Impact of Perceived Organizational Support, Job Involvement and Job Satisfaction on Organizational Commitment ABSTRACT Recently, organizational commitment, perceived organizational support, job Involvement and Job Satisfaction phenomena have been intensively studied in the management and organization literature. The aim of this study is to investigate the effects of support to academics provided by their organizations to academics, their job satisfaction and the job * Bu çalışma yazarları tarafından 12-14 Mayıs 2005 tarihinde, 13. Ulusal Yönetim ve Organizasyon Kongresinde sunulan ve özet olarak yayınlanan “DEU İİBF Öğretim Elemanlarının Örgütsel Destek, İşe Bağlılık, İş Doyumu, Örgütsel Bağlılık ve Örgütsel Vatandaşlık Davranışı İlişkisi” başlıklı bildirinin yeniden düzenlenmesinden oluşturulmuştur. 108 Sosyal Bilimler 6/1 (2008)s.108-128. involvement on their organizational commitment. There are four groups of variables in this study. In order to measure the variables, it is drawn upon the studies of Meyer, Allen and Smith’s (1993) on organizational commitment; Kanungo’s (1982) study on job involvement; Eisenberger, Huntington, Hutchison and Sowa’s (1986) article on perceived organizational support. General Job satisfaction scale was prepared by us. Empirical study conducted on 88 academic people at Dokuz Eylul University, Faculty of Economics and Administrative Science. Research findings indicate that support from their organizations leads to academics’ affective commitment, job satisfaction leads to continuance commitment, and organizational support accompanied by job involvement leads to normative commitment. Key words: Organizational support, job involvement, job satisfaction, organizational commitment I.GİRİŞ Geçmişten günümüze insanlığın yaşadığı büyük gelişmeler ve dönüşümler sayesinde yakın dönemlerde, insan ve onun psiko-sosyal ihtiyaçlarının daha fazla önem kazanması ve öne çıkmasıyla birlikte örgütsel alanda insanı anlamaya ve onun çalıştığı ortamla bütünleştirilerek, psiko-sosyal ihtiyaçlarını karşılamaya yönelik yapılan çalışmaların çeşitliliği ve sayısı artmıştır. Bu doğrultuda son otuz yıldır işe bağlılık, örgütsel destek, iş doyumu ve örgütsel bağlılık gibi konularda birçok çalışma yapılmıştır. Örgütlerin ve çalışanların geleceklerini inşa ederken, amaçlarına ulaşmaları açısından uyumlu ve diğer tarafın çıkarlarını gözeten bir biçimde çalışmaları için, iki tarafın da karşılıklı olarak belirli sorumlulukları almaları ve çeşitli davranışları yerine getirmeleri gerekmektedir. Bu anlamda işine bağlı bireylerin sorumluluklarını yerine getirirken örgütlerinden alacakları desteğin, onların iş doyumunu artıracağı ve tüm bu ilişkilerin de bireylerin örgütlerine olan sadakatlerini ve bağlılıklarını geliştireceği söylenebilir. Karşılıklı ilişkiler çerçevesinde bireyin örgüte ve örgütün bireye kazandırdığı maddi ve manevi değerler bu döngünün devam etmesini sağlayacaktır. Uzun yıllardan beri örgüt teorisyenleri istihdam konusunu, çalışanların örgütten maddi ve manevi fayda elde etmek için, örgüte çaba sağlamaları ve sadakat göstermeleri (Aselage ve Eisenberger, 2003:491) şeklinde yorumlamışlardır. Nitekim yapılan çalışmalar, bir tarafta ücret ve kazanç gibi somut ödüller ile takdir ve saygı gibi psiko-sosyal ödüller sağlayan örgütlerin, diğer tarafta ise bunların karşılığında emek ve çaba harcayan çalışanların olduğu bir yerde karşılıklı bir ilişkinin var olacağını ortaya koymaktadır (Hochwarter vd., 2003:439). Çalışan ve işveren ilişkisinin bu şekilde değerlendirilmesi, örgütlerin istenen olumlu sonuçları elde etmelerinde, çalışanların örgütün yararına yönelik yapacakları davranışlarla mümkün olacağını göstermektedir. Çalışanların örgüt yararına yönelik davranışları sergilemeleri ise, ancak örgütün onlara verdiği değer ve sağladığı destek, çalışanların işlerinden duydukları tatmin ve örgüte olan bağlılıkları sayesinde gerçekleşebilmektedir. İki tarafın da birbirine ihtiyaç duyduğu bu ilişkide “sosyal mübadele teorisi” ve “karşılıklılık normuna” dayanarak (Aselage ve Eisenberger, 2003:491-492), çalışanlar örgütün amaçlarına ulaşmasına yardım etmek için çaba sağlama ve ekstra rol davranışları sergileme konusunda kendilerini zorunlu hissedeceklerdir. Buna 109 E. Duygulu, N.Çıraklar, Y. Mohan/ Algılanan Örgütsel Destek, İşe Bağlılık ve İş Doyumunun Örgütsel Bağlılık Üzerine Etkisi göre örgütün kendilerine yönelik iyi ve samimi niyetini fark eden çalışanların, buna karşılık vermeleri ve örgüte bağlanmaları daha olası görünmektedir. Böylece, örgütlerine bağlılık içinde faaliyetlerini yürüten çalışanlara sahip olan örgütler, yaşamlarını sürekli kılacak ve sürdürülebilir bir rekabet olanağı sağlayacak önemli bir örgüt içi üstünlük öğesi kazanmış olacaklardır. Bu bağlamda, çalışanların örgütleri tarafından desteklenmesi ve onların işe bağlılıkları ile işten aldıkları doyum düzeyleri, örgütlerine olan bağlılıklarını ne ölçüde etkilemekte olduğu, çalışmanın temel sorusunu ve buna bağlı olarak da amacını oluşturmaktadır. Bu çerçevede çalışmanın amacı, akademik çalışanların örgütlerinden aldıkları destek ile işlerine olan bağlılıkları ve iş doyumlarının, örgütlerine olan bağlılıkları üzerindeki etkilerini araştırmaktır. II. KURAMSAL ÇERÇEVE 1.Algılanan Örgütsel Destek Örgütsel destek teorisi, çalışanların, örgütün onların katkılarını ne kadar değerlendirdiğine ve onların mutluluğunu ne kadar önemsediğine ilişkin genel inançlar oluşturduğu varsayımına dayanmakta ve çalışanların örgüte insani özellikler atfetme eğilimi tarafından teşvik edilen “algılanan örgütsel destek” oluşumunu da içine almaktadır (Aselage ve Eisenberger, 2003:492). Algılanan örgütsel desteğin gelişimi, çalışanların örgütü bir insanmış gibi ele almaları ve ona insani özellikler yükleme eğilimleri tarafından teşvik edilmektedir. Bu noktada, örgütün çalışanlara ne şekilde yaklaştığı, çalışanların örgütü ve onu temsil edenleri nasıl algıladıklarına bağlı olarak değişecek ve buna yönelik olarak örgütte ne şekilde davranacakları önem kazanacaktır. Nitekim örgütün temsilcileri tarafından yerine getirilen çeşitli faaliyetler, bu kişilerin kişisel tercihleri olarak değerlendirilmekten çok örgütün niyetinin göstergeleri olarak görülmektedir. Yani çalışanlar, bir bütün olarak örgütün temsilini, örgütün temsilcilerinin çabaları şeklinde görmektedirler (Hochwarter vd.,2003:439). Bu yönde Hutchison (1997:159-174), çalışanların örgütün faaliyetleri ile ilgili algılamalarının, onların yöneticilerinden, yönetimden ve örgütten gelen desteği algılamaları üzerinde doğrudan etkiye sahip olduğunu ortaya koymuştur. Çalışanların örgütü kişileştirmeleri ve yapılan olumlu veya olumsuz davranışları, örgütün kendilerine yönelttiği iyi veya kötü niyetli yaklaşımlarının bir belirleyicisi olarak değerlendirmeleri (Rhoades ve Eisenberger, 2001:825), çalışanların örgüte gösterecekleri tepki, yani algılanan örgütsel desteğin sonuçları açısından önem taşımaktadır. Örgütsel destek teorisi, algılanan örgütsel desteğin sonuçlarının temelini oluşturan psikolojik süreçlere de yer vermektedir (Rhoades ve Eisenberger, 2002:698). Bu süreçlerden ilkine göre, karşılıklılık normu temelinde, algılanan örgütsel destek örgütün amaçlarına ulaşmasında ona yardım etme ve örgütün refahını önemseme konusunda çalışanlar açısından bir zorunluluk hissi yaratmaktadır. İkincisi, destekle ortaya çıkan takdir, saygı ve önemsenme çalışanların, toplumdaki rol-statü algılarına bağlı olarak, psiko-sosyal 110 Sosyal Bilimler 6/1 (2008)s.108-128. ihtiyaçlarını karşılamaktadır. Üçüncüsü, algılanan örgütsel destek, örgütün çalışanlarını düşündüğü ve onların artan performanslarını ödüllendirdiği (performans-ödül beklentileri) yönünde çalışanların inançlarını güçlendirmektedir. Bu süreçler, çalışanlar açısından artan iş doyumu ve yükselen olumlu duygular, örgüt açısından ise artan duygusal bağlılık ve performans ile azalan işgücü devri gibi sonuçları ortaya çıkaracaktır. Çünkü örgütün çalışanlara yönelik istekli ve bilinçli davranışları örgütün çalışanlara gerçekten değer verdiği ve saygı duyduğunun bir işareti olarak olumlu karşılanacak ve bu doğrultuda çalışanlar da olumlu davranışlar sergileme yükümlülüğü hissedeceklerdir. 2.İşe Bağlılık İşe bağlılık konusunda öncelikle belirli bir işe bağlılık ile genel olarak işe bağlılık arasındaki ayrımı (Ramsey vd.,1995:68) ortaya koymak gerekmektedir. İlk durumda işin şu anki ihtiyaçları ne şekilde karşılayacağı üzerine odaklanan tanımlayıcı bir inançtan söz edilirken, ikinci durumda sosyalleşmeye bağlı olarak gelişen ve birinin yaşamında genel olarak işin değerine yönelik oluşan bir inançtan söz edilmektedir. Bu çalışmada, belirli bir örgüte ait ve aynı mesleği ifa eden çalışanların işe bağlılıkları ölçülmeye çalışıldığından, “belirli bir işe bağlılık” konusu ele alınmaktadır. Genel olarak işe bağlılık, daha geniş ve sosyolojik bir araştırma alanı olarak düşünüldüğünden ayrı bir çalışma alanında yürütülmesi daha uygun görülmektedir. Nitekim, işe bağlılıkla ilgili literatürde, konunun doğası ile terimlerin, tanımların ve ölçme araçlarının çoğalmasından dolayı önemli görüş ayrılıklarının olduğu da görülmektedir (Elloy vd.,1995:79-91). Örneğin, Saleh ve Hosek (1976:215), işe bağlılıkla ilgili çalışmalarında literatür incelemesi yapmışlar ve bu konudaki çeşitli kavramlaştırmaları dört ayrı kategoride toplamışlardır. Buna göre; · Merkezi yaşam ilgisi olarak iş, · İşe aktif katılım, · Özsaygı merkezi olarak performans ve · Çalışanın kendi varlığı ile tutarlı performans söz konusu olduğunda işe bağlılık kavramı ortaya çıkmaktadır. Bu kavramsal kargaşanın ve belirsizliğin bir kısmını ortadan kaldırmak için Kanungo işe bağlılığı, çalışanların işe yönelik inanış ve değerlerin bilişsel bir durumu şeklinde sınırlandırmıştır(Price, 1997:412) İşe bağlılığın yapısını araştıran tüm bu çalışmaların konuya iki farklı yönden yaklaştıkları (Elloy vd.,1995:79-91) söylenebilir. İlkine göre, işe bağlılık farklı bir bireysel değişken olarak görüldüğünde, bireylerin işlerine daha fazla veya daha az bağlı olmalarının sahip oldukları belirli özelliklere, değerlere ve ihtiyaçlara bağlı olacağı; ikinci yaklaşımda ise, işe bağlılığın belirli çalışma koşullarının sonucu ortaya çıkacağı düşünülmektedir. Konuya hangi yaklaşım açısından bakılırsa bakılsın, her iki durumda da çalışanların 111 E. Duygulu, N.Çıraklar, Y. Mohan/ Algılanan Örgütsel Destek, İşe Bağlılık ve İş Doyumunun Örgütsel Bağlılık Üzerine Etkisi örgütlerinden algıladıkları desteğin ve işlerinden duydukları doyumun işe bağlılığı etkileyeceği söylenebilir. 3.İş Doyumu İş doyumu çalışma ve örgüt psikolojisinde en azından iki nedenden dolayı en çok araştırılan kavramlardan birisi olmuştur (Dormann ve Zapf, 2001:483). Birincisi, iş doyumunun çalışma koşullarının sübjektif bir şekilde değerlendirilmesine konu olan çeşitli unsurlarından etkilendiği ikincisi ise iş doyumunun devamsızlık, örgütsel verimsizlik, üretim karşıtı davranışlar gibi olumsuz sonuç değişkenlerinin temel nedeni olduğu düşüncesidir. Davis (1988:96), iş doyumunu, çalışanların işlerinden duydukları hoşnutluk ya da hoşnutsuzluk şeklinde ifade etmektedir. İş doyumu, işin özellikleriyle çalışanların istekleri birbirine uyduğu zaman gerçekleşmektedir ve bu anlamda işin özelliklerinin zihinsel bir değerlendirmesi olarak ölçülmektedir. (Fisher,2000:185). İş doyumu çalışanların işlerine gösterdikleri duygusal tepki olarak ele alındığında, bu tepkiyi harekete geçirecek etkiler ve tepkiyle ortaya çıkan olumlu ve olumsuz sonuçlar, hem çalışanları hem de örgütü önemli ölçüde etkileyebilir. İşin bir kişinin yaşamı içinde belirleyici bir role sahip olması sonucu işe karşı duyulan hoşnutluk veya hoşnutsuzluk, kişinin genel olarak yaşam doyumunu ve yaşamıyla ilgili tüm algılamalarını ve bakış açısını değiştirebilir. İşte bu noktada kişinin işinden doyum sağlamasını etkileyen çalışma koşulları ile işin özellikleri ve dolayısıyla örgüt ön plana çıkmaktadır. Bu doğrultuda çalışanların işlerine olan bağlılıklarının ve örgüt desteğini algılamalarının onların işlerinden duydukları doyum üzerinde çok önemli bir rol oynayacağı açıktır. Aynı şekilde işinden hoşnut olan çalışanların da işlerini daha çok benimseyecekleri ve örgütün faaliyetlerini daha ılımlı bir şekilde değerlendirecekleri ve tüm bu döngünün bağlılık konusunu güçlendireceği söylenebilir. 4.Örgütsel Bağlılık Örgütsel bağlılık kavramı, çalışanın örgüte kendini adaması noktasında ne kadar kararlı ve istekli olduğunu anlamak için bir girişim olarak oldukça ilgi çekmiştir (Eisenberger vd.,1990:51). Bu konuda 70’li yılların başından beri birçok çalışma yapılmış olmasına rağmen diğer kavramlarda da olduğu gibi bağlılığın ne olduğu, nasıl geliştirildiği ve davranışı nasıl etkilediği hakkında bir karmaşa ve anlaşmazlık söz konusudur. Nitekim geçmiş dönem çalışmalarında, Gouldner’in (1960:469) de belirttiği gibi, örgütsel bağlılık tek boyutlu ve homojen bir olgu olarak kavramlaştırılmaktaydı. Ancak örgütsel bağlılık, homojen değildir ve boyutsuz bir değişken de değildir, aksine çok boyutlu bir olgudur. Uzun yıllardan beri farklı şekillerde tanımlanan ve ölçülen bağlılığın tanımında bir görüş birliğinin olmaması, onun çok boyutlu bir yapı olarak görülmesine katkı sağlamıştır (Meyer ve Herscovitch,2001:300). Meyer ve Allen (1991:67) örgütsel bağlılık konusunda oluşturulan boyutsuz kavramlaştırmaların benzerlik ve farklılıklarına dayanarak üç bileşenli bir model geliştirmiştir. Ancak bileşenleri açıklamakla birlikte, bu üç bileşeni de 112 Sosyal Bilimler 6/1 (2008)s.108-128. içeren bir tanım ortaya koymamışlardır. Meyer vd. (1991:719-722), ilk olarak duygusal ve devamlılık bağlılığını ileri sürmüşlerdir. Buna göre duygusal bağlılık, örgütle ilişki kurmayı, duygusal olarak bağlanmayı ve özdeşleşmeyi; devamlılık bağlılığı ise, örgütten ayrılma ile bu durumda katlanılacak maliyetlerin ilişkisini ifade etmektedir. Meyer ve Allen daha sonra üçüncü bir bileşen olarak normatif bağlılığı, örgütte kalmak için bir zorunluluk hissetme şeklinde açıklamışlardır. Bu açıklamalardan hareketle örgütler ve çalışanlar açısından istenen sonuçları sağlayacak bağlılık biçiminin istekle oluşan duygusal bağlılık olduğu söylenebilir. Zira bu kişilerin işlerine bağlı olmaları ve işlerinden doyum sağlamaları ve örgütsel desteği algılamaları daha olası görünmektedir. Devamlılık bağlılığı ve normatif bağlılık açısından ise durum farklılaşmaktadır. Çünkü ihtiyaçtan ve zorunluluktan kaynaklanan bir bağlılık biçimi bu ilişkilerin farklı görünümlerini ortaya çıkaracaktır. Yine bağlılığın çok boyutlu yapısı içinde boyutların nedenleri, ilişkileri ve sonuçlarının değiştiği bilinmektedir. 5.Değişkenler Arası İlişkiler Algılanan örgütsel destek ve örgütsel bağlılık arasındaki ilişki, sosyal mübadele teorisi ve karşılıklılık normuna dayanmaktadır. Bağlılık bu noktada bir mübadele aracı olabilmekte ve insanların örgütün onlara bağlı olduğunu hissettiklerinde örgüte bağlı olmaları mümkün görünmektedir (Fuller vd. 2003:789). Aselage ve Eisenberger,(2003:491) algılanan örgütsel desteğin psiko-sosyal ihtiyaçları karşılayarak, duygusal bağlılığı artırdığını ileri sürmüştür. Buna karşı, aynı çalışmada destek ile devamlılık bağlılığı arasında küçük ve negatif bir ilişki bulunmuştur. Yine işe bağlılık ile algılanan örgütsel destek arasında da olumlu bir ilişki saptanmıştır. O’Driscoll ve Randall (1999:205), algılanan örgütsel desteğin işe bağlılık ve duygusal bağlılıkla olumlu; devamlılık bağlılığı ile olumsuz yönde ilişkili olduğunu tespit etmişlerdir. Doyumun işe bağlılık ve duygusal bağlılığın önemli bir belirleyicisi olduğunu ancak devamlılık bağlılığı için bunun söz konusu olmadığını, aynı zamanda işe bağlılığın da duygusal bağlılık ile ilişkisini ortaya koymuşlardır. Tansky ve Cohen (2001:294) örgütsel destek ile örgütsel bağlılık arasında olumlu yönde bir ilişki saptamışlardır. Bishop vd.(2003:15-16), bir örgüt veya çalışma takımından sağlanan desteğin onlara bağlılık duymayı getireceğini saptamışlardır. Susskind vd. (2000:70) örgütsel desteğin iş doyumu ile örgütsel bağlılığı önemli ve güçlü bir şekilde etkilediğini saptamışlardır. Hochwarter vd. (2003:450), algılanan örgütsel destek ile iş doyumu ve duygusal bağlılık arasında güçlü bir ilişki saptamışlardır. Eisenberger vd. (1990:51-59) örgütsel destek algısı yüksek olan çalışanların örgüte duygusal anlamda daha çok bağlı olduklarını ortaya koymuşlardır. Morrison (2004:123) örgütsel destek algılamalarının iş doyumunu etkilediğini saptamıştır. Randall vd. (1999:165), örgütsel destek ile duygusal bağlılık ve iş doyumu arasında olumlu yönde bir ilişki bulurlarken; destek ile devamlılık bağlılığı arasında herhangi bir ilişki 113 E. Duygulu, N.Çıraklar, Y. Mohan/ Algılanan Örgütsel Destek, İşe Bağlılık ve İş Doyumunun Örgütsel Bağlılık Üzerine Etkisi bulamamışlardır. Behson (2002:61), Howes vd. (2000:214), algılanan örgütsel desteğin, iş doyumu ve örgütsel bağlılığın belirleyicisi olduğunu saptamışlardır. Duygusal bağlılık sonuç değişkenlerinin büyük bir bölümü ile önemli ölçüde ilişkili bulunmuştur (Meyer ve Hescovitch, 2001:311). Bu durum bağlılık kavramının başlangıçta daha çok duygusal bağlılıkla özdeşleştirilmesinden ve devamlılık bağlılığı ile normatif bağlılığa göre literatürde daha açık ve fazla işlenmesinden kaynaklanmaktadır. Bunun yanı sıra bağlılık istekle oluştuğunda, duygusal bağlılığın davranışsal sonuçları, bağlılık ihtiyaca veya yükümlülüğe bağlı olarak ortaya çıktığında oluşan davranışsal sonuçlara göre, daha açık ve derin bir biçimde algılanmaktadır. Eisenberger vd. (1997:812-820), algılanan örgütsel destek ve iş doyumu arasında olumlu ve güçlü bir ilişki saptamışlardır. Testa (2001:231-232), iş doyumu ile örgütsel bağlılık arasında olumlu, Susskind vd. (2000:450) örgütsel desteği bir ara değişken olarak kullanarak iş doyumu ile örgütsel bağlılık arasında orta düzeyde bir ilişki saptamışlardır. Morrison’da (2004:119) artan iş doyumunun örgütsel bağlılığı artırdığını ifade etmektedir. Yine Clugston (2000:483), duygusal, normatif ve devamlılık bağlılığı ile iş doyumu arasında olumlu bir ilişki bulmuştur. Meyer vd.(2002:33-34), iş doyumu, işe bağlılık ve duygusal bağlılık arasında çok güçlü ilişkiler saptamışlardır ve bu ilişki devamlılık ve normatif bağlılıkla olan ilişkilerden daha güçlüdür. Meyer ve Allen’in (1990) çalışmasını demografik özellikler açısından test eden Özkaya vd. (2006:92) araştırma sonuçlarını toplu olarak değerlendirdiklerinde, örgütsel bağlılık modelinin Türk kültür ve ortamında geçerli ve demografik özelliklerin örgütsel bağlılık üzerinde etkili olduğunu belirtmektedirler. Cheng ve Stockdale (2003:483) iş doyumu ile duygusal ve normatif bağlılık arasında olumlu, Hackett vd. (1994:15-23), iş doyumunun duygusal ve normatif bağlılık üzerinde olumlu; devamlılık bağlılığı üzerinde ise olumsuz bir etkiye sahip olduğunu tespit etmişlerdir. Taşkıran ve Özcan, (2007:411) çalışmalarında işe bağlık ve örgüte bağlılık arasında pozitif ve orta derecede bir ilişki, Elloy, (1995:79–91) işine bağlı olan bireylerin daha az bağlı olanlardan önemli yönlerde farklılaştıkları, işlerinde gelişme fırsatları algıladıkları, yönetimden daha memnun oldukları ve örgütlerine de daha bağlı olduklarını bulmuşlardır. Chen vd. (2005:466), algılanan örgütsel desteğin örgüte bağlı özsaygı ile olumlu yönde ilişkili olduğunu ortaya koymuşlardır. Bu sonuç işe bağlılık özsaygı açısından değerlendirildiğinde, desteğin özsaygıyı artırarak işe bağlılığı da artıracağı şeklinde yorumlanabilir. Hochwarter vd. (2003:452), uygun olmayan iş koşullarının algılanan örgütsel destek ile olumsuz yönde ilişkili olduğunu ortaya koymuştur. İş koşulları açısından değerlendirilirse, sağlam, dürüst, güvenilir bir iş ortamını yaratma ve fiziksel çalışma koşullarının iyileştirilmesi yönünde örgütsel desteğin artması örgüte bağlılığı olumlu yönde etkileyecektir. Doğal olarak örgütünden destek gören çalışanların işten ayrılma niyeti ya da davranışı azalacak ve çalışma süresi uzadıkça örgütlerine yönelik, duygusal/normatif 114 Sosyal Bilimler 6/1 (2008)s.108-128. bağlılık, çalışanların olumlu deneyimlerine bağlı olarak da gelişebilecektir. Özdevecioğlu’na göre (2003:127) örgütsel bağlılıkları artan bireyler, örgütü için çalışmada gönüllü olacak ve örgüt üyeliğini devam ettirme konusunda istekli davranacaktır. Ayrıca, bireysel performansları artacak, işe geç kalma ve devamsızlıkları azalacak, moral ve motivasyonları yükselecektir. Bunlar da örgütsel hayata etkinlik ve verimlilik olarak yansıyacaktır. III. ARAŞTIRMANIN METODOLOJİK ÇERÇEVESİ Araştırma Dokuz Eylül Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi’nde görev yapan öğretim elemanlarının algıladıkları örgütsel desteğin, işlerine olan bağlılıklarının ve işlerinden aldıkları doyumun örgütsel bağlılıkları ile olan ilişkilerini ortaya koymayı amaçlamaktadır. Bu amaçtan yola çıkarak bu çalışmanın ilgi odağını aşağıdaki sorular oluşturmaktadır. 1.Algılanan örgütsel destek ile örgüte bağlılık arasında ne tür bir ilişki vardır. Bu ilişki yaş, kıdem, unvan ve cinsiyet farklılıklarına bağlı olarak farklı algılanmakta mıdır? Örgüte bağlılık, akademisyenlik dikkate alındığında duygusal bağlılık boyutu ile öne çıkmakta mıdır? 2. Sözleşmeli statüde çalışmaları dolayısıyla, araştırma görevlileri için düşünüldüğünde örgütsel destek ile örgütsel bağlılık, işe bağlılık ve genel iş doyumları arasında ne tür bir algılama farklılığı orta çıkmaktadır? 3. Algılanan örgütsel destek, işe bağlılık ve iş doyumu birer bağımsız değişken olarak örgüte bağlılığı açıklamakta mıdır? Diğer taraftan çalışmanın amacına bağlı olarak, bu çalışmanın önemi, ilgili yazın da dikkate alındığında, araştırmanın akademik bir kurumda yapılıyor olmasına dayanmaktadır. Mevcut yazın incelendiğinde, örgüte ve işe bağlılık araştırmalarının sağlık, bilişim ve hizmet işletmelerinde yoğunlaştığı görülmektedir (Taşkıran ve Özcan, 2007:411). Bir meslek olarak değerlendirildiğinde akademisyenler için beklenen sonucun işe bağlılık ve duygusal bağlılık düzeylerinin yüksek olmasıdır. Oysa son dönemlerde özellikle 50/D1 uygulamasının üniversitelerde tercih edilen bir yol olması, akademik atama ve yükselmelerde sürekli değişen kriter savaşları ve sonucu, kadrolu olma sorunları, iş güvencesine sahip olup olmama ve gelecek kaygısı, mesleğe yeni başlamış veya uzun süreli çalışan ancak yükselemeyenler için belirsizlik kaynağı olabilmektedir. Tam da bu dönemde örgütün desteğini arkasında hisseden iş güvencesiz akademisyenler ile görece daha çok iş güvencesine sahip olanlar arasında, örgüte olan bağlılığın farklılık gösterip göstermediği ve algılan örgütsel desteğin, örgütle bireyin özdeşleşmesinde kuramda da açıklandığı biçimi ile işlevini yerine getirip getirmediğini ortaya koymak önemlidir. Nitekim örgüt ve yönetim yazınında son dönemlerde oldukça yoğun ele alınan 1 Madde 50 /d) Lisans üstü öğretim yapan öğrenciler, kendilerine tahsis edilebilecek burslardan yararlanabilecekleri gibi, her defasında bir yıl için olmak üzere öğretim yardımcılığı kadrolarından birine de atanabilirler. Ayrıntılı bilgi için bkz:http://www.yok.gov.tr/mevzuat/yenimevzuat.htm 115 E. Duygulu, N.Çıraklar, Y. Mohan/ Algılanan Örgütsel Destek, İşe Bağlılık ve İş Doyumunun Örgütsel Bağlılık Üzerine Etkisi örgütsel bağlılık, destek, iş doyumu ve işe bağlılık olgularının insan kaynakları yönetimi ile davranış bilimleri kapsamında bir yönetim ve organizasyon sorunsalı olduğunu da gözden uzak tutmamak gerekmektedir. 1.Değişken Tanımları Araştırmaya konu dört değişken grubu mevcuttur. Bu değişkenlerden örgütsel destek, iş doyumu ve işe bağlılık açıklayıcı; örgütsel bağlılık ise açıklanan değişkendir. Bu değişkenlere ilişkin tanımlayıcı açıklamalar aşağıdaki gibidir: · Örgütsel Destek: Eisenberger ve arkadaşları(1986:501) tarafından, algılanan örgütsel destek, örgütün çalışanlarının genel katkısını ne kadar değerlendirdiği ve onların mutluluğunu, refahını ne kadar önemsediğine ilişkin evrensel bir inanç, bir algılama olarak tanımlanmıştır. · İş Doyumu: Davis’e göre (1982:96) çalışanların işlerinden duydukları hoşnutluk ya da hoşnutsuzluktur. · İşe Bağlılık: Kanungo (Price, 1997:412) işe bağlılığı bir işle ilgili çalışanların bilişsel inanış ya da değerler durumu olarak tanımlamıştır. · Örgütsel Bağlılık: Meyer ve Allen’in (1991) modeline göre, örgütsel bağlılık değişkeni üç bileşenden oluşmaktadır. Bu bileşenler duygusal bağlılık, devamlılık bağlılığı ve normatif bağlılık olarak ifade edilmiştir. Meyer ve Allen bu bileşenleri içeren bir örgütsel bağlılık tanımı yapmamışlardır. Ancak bu bileşenlerle ilgili olarak; -Duygusal bağlılığı bir çalışanın örgütle duygusal bağı, özdeşleşmesi ve ilişkisi olarak, -Devamlılık bağlılığını, örgütten ayrılma ile ilgisi olan çalışanların maliyetlerine dayanan bağlılık olarak, -Normatif bağlılığı da, bir çalışanın örgütte kalma yükümlülüğü olarak ifade etmişlerdir. 2. Örneklem, Veri Toplama Tekniği ve Analiz Yöntemi Araştırmanın ana kitlesini, Dokuz Eylül Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi’nde görev yapan öğretim elemanları oluşturmaktadır. Fakültede toplam altı bölüm ve 196 öğretim elemanı bulunmaktadır ve bu öğretim elemanlarının tümüne aşağıda ayrıntıları verilen soru formu dağıtılmış, 88 öğretim elemanından yanıtlanarak geri dönmüştür. Örneklem sayısı, ana kitlenin yaklaşık %44.8’ini temsil etmektedir. Yukarıda belirtilen araştırma amacına uygun olarak veriler bir soru formu aracılığıyla elde edilmiştir. Soru formu, beş temel bölümden ve 57 ifadeden oluşmaktadır. Birinci bölüm, örgütsel bağlılığı, ikinci bölüm algılanan örgütsel desteği, üçüncü bölüm işe bağlılığı, dördüncü bölüm iş doyumunu ölçmeyi ve beşinci bölüm de demografik özellikleri belirlemeyi amaçlamaktadır. 116 Sosyal Bilimler 6/1 (2008)s.108-128. Örgütsel bağlılığı ölçmeye yönelik bölüm, Meyer, Allen ve Smith (1993) tarafından geliştirilen sorulardan oluşmaktadır. Soru formu toplam 18 sorudan oluşmakta ve örgütsel bağlılığa ilişkin üç boyutu ölçmeyi amaçlamaktadır. Soru formunda duygusal bağlılığa ilişkin üç ifade (3. 4. ve 6.) ve normatif bağlılığa ilişkin bir ifade (13.) ters kodlanmıştır(Price, 1997:342343). Örgütsel desteği ölçmeye yönelik bölüm Eisenberger, Huntington, Hutchison ve Sowa (1986) tarafından geliştirilen sorulardan oluşmaktadır. 16 sorudan oluşan soru formunda yedi ifade (20. 21. 23. 24. 27. 30. ve 31.) ters kodlanmıştır. İşe bağlılığı ölçmeye yönelik bölüm, Kanungo (1982) tarafından geliştirilen sorulardan oluşmaktadır (Price,1997:413). 10 sorudan oluşan soru formunda iki ifade (36. ve 41.) ters kodlanmıştır. İş doyumunu ölçmeye yönelik bölüm, dört ifadeden ve genel doyumu ölçmeye yönelik olarak tarafımızdan oluşturulmuştur. Soru formunda değişkenlerin ölçülmesinde Likert tipi beşli ölçek kullanılmış ve olumsuzdan (1= hiç katılmıyorum) olumluya (5= tamamen katılıyorum) doğru kodlanmıştır. Değişkenlerin güvenilirlik analizi sonucu alfa değerleri örgütsel bağlılık için toplam ölçek α =.88 (alt boyutlar duygusal bağlılık α = .89, devamlılık bağlılığı α = .73, normatif bağlılık α = .81); örgütsel destek için toplam ölçek α = .92; işe bağlılık için toplam ölçek α = .87 ve iş doyumu için toplam ölçek α=.69 olarak bulunmuştur. Tüm anket toplamı dikkate alındığında α = .94 olarak bulunmuştur. Verilerin analizinde değişkenler arası ilişkiyi tespit etmeye yönelik korelasyon (ilişki) analizi, değişkenler arasındaki nedensellik için regresyon varyans analizi step wise yöntemi ve tanımlayıcı istatistik teknikleri kullanılmıştır. IV. BULGULAR 1.Demografik Özelliklere İlişkin Bulgular Örneklemin özellikleri dikkate alındığında, araştırmaya katılan kişilerin % 63.1’i (53) 26-34 yaş arasında %13.6’sı (12) 25 yaştan küçüktür. Örneklemin genç yaş grubundan oluştuğu söylenebilir. Araştırmaya katılan kişilerin % 53.4’ü (47) evli, %39.8’i (35) bekar, %75.9’u (28 kişi 5 yıldan az, 30 kişi 5-9 yıl arası) 9 yıldan az, %12.5’i (11) 10-14 yıl arasında örgütte çalışma süresine sahiptir. Öğretim elemanlarının %77.3’ü (68) İngilizce bilmekte, %65.9’u (58) akademik unvana sahip değildir. Örnekleme dahil olan öğretim elemanlarının %22.7’si (20) 33A, %28.4’ü (25) 35. Madde, %18.2 (16) 50D Maddesine göre örgütte çalışmaktadır. Bölümler arası dağılıma bakıldığında %48.9’la (43) işletme bölümü en fazla veri elde edilen bölümdür. 117 E. Duygulu, N.Çıraklar, Y. Mohan/ Algılanan Örgütsel Destek, İşe Bağlılık ve İş Doyumunun Örgütsel Bağlılık Üzerine Etkisi 2.Değişkenlere İlişkin Bulgular Değişken analizlerinde ilişki ve nedensellik testlerinden önce demografik özelliklerden elde edilen veriler doğrultusunda, öğretim elemanlarının değişken algılarında farklılık olup olmadığı (Post Hoc Test-LSD) test edilmiştir. Bu test sonucu elde edilen bulgular aşağıdaki biçimiyle özetlenmektedir. Duygusal Bağlılık Boyutu için: 5 yıldan az çalışanların 10-14 yıl arasında çalışanlara göre (.7008 önem. 04) ve 10-14 yıl çalışanların 5 yıldan az çalışanlara göre aynı boyutu algılamalarında algılama farklılığı vardır ve ters yönde bir ilişki söz konusudur (-.7008 önem .04). Devamlılık Bağlılığı: 20 yıl ve üzeri çalışanların 5 yıldan az (-7469 ,önem .02), ve 10-14 yıl arası çalışanlara göre (-.8636 önem .02) devamlılık bağlılığını algılamalarında farklılık vardır. Yine 5 yıldan az çalışanların 15-19 yıl gruplarındakilere göre (.8858 önem .02) ile, 10-14 yıl çalışanların 15-19 yıl arası çalışanlara göre (1.0025 önem .02) bu boyutu farklı algıladıkları görülmektedir. Normatif Bağlılık: 5 yıldan az çalışanlar 10-14 yıl (.7992 önem. 01) ve 15-19 yıl arasında çalışanlara göre (1.0694 önem .009) normatif bağlılık boyutunu farklı algılamaktadırlar. Örgütsel Destek: 5 yıldan az çalışanlar 10-14 yıl (.5575 önem .04) ve 15-19 yıl arasında çalışanlara göre (.8325 önem .02) örgütsel destek boyutunu farklı algılamaktadırlar. İşe Bağlılık: 10-14 yıl arasında çalışanlar; 5 yıldan az (-.8477 önem .001), 5-9 yıl arası (-.8261 önem 001) ve 20 yıl ve üstü çalışanlara göre (-1.0477 önem .002) işe bağlılık boyutunu farklı algılamaktadırlar. Unvanlar Dikkate Alındığında: Örgütsel Bağlılık Değişkeni için, Devamlılık Bağlılığı: Profesörler ile unvanı olmayanlar arasında (-.6871 önem .04), Normatif Bağlılık, unvanı olmayanlar ile yardımcı doçentler (.6000 önem .02) ve doçentler (1.3333 önem .03) arasında normatif bağlılık boyutunu algılama farklılığı vardır. İşe Bağlılık Değişkeni için, unvanı olmayanlar ile doktoralılar arasında (1.2080 önem .005) diğer taraftan profesörler ile doktoralılar arasında (1.3833 önem .008) işe bağlılık değişkenini algılama farklılığı vardır.İş Doyumu Değişkeni için, unvanı olmayanlar ile yardımcı doçentler arasında (.5756 önem .02) iş doyumu değişkenini algılama farklılığı vardır. Araştırma Görevlisi Farklılıkları: Örgütsel Bağlılık için, Duygusal Bağlılık: 35.2 maddeler hem 33A3 (-.0714 önem .03) hem de 50D’lere göre (Madde 35 – Yükseköğretim kurumları; kendilerinin ve yeni kurulmuş ve kurulacak diğer yükseköğretim kurumlarının ihtiyacı için yurt içinde ve dışında, kalkınma planı ilke ve hedeflerine ve Yükseköğretim Kurulunun belirteceği ihtiyaca ve esaslara göre öğretim elemanı yetiştirirler.(Ek fıkralar: 17/8/1983 2880/18 md.) Öğretim elemanı yetiştirilmesi amacıyla üniversitelerin araştırma görevlisi kadroları, araştırma veya doktora çalışmaları yaptırmak üzere başka bir üniversiteye, Yükseköğretim Kurulunca geçici olarak tahsis edilebilir. Ayrıntılı bilgi için bkz:http://www.yok.gov.tr/mevzuat/yenimevzuat.htm 2 118 Sosyal Bilimler 6/1 (2008)s.108-128. .6546 önem .03) göre duygusal bağlılık boyutunu farklı algılamaktadır. Diğer boyutlar için algılama farklılığı tespit edilmemiştir. Örgütsel destek, işe bağlılık ve doyum açısından araştırma görevlileri arasında algılama farklılığı yoktur. Yine cinsiyet için tüm değişkenler açısından algılama farklılığı tespit edilememiştir. Tablo 1: Değişkenler arası ilişkiler duybag devambag Ortalama 3,6379 duybag 1 devambag normabag örgütdes işebag İş doyum ,215(*) ,579(**) ,698(**) ,475(**) ,492(**) ,000 ,047 ,000 ,000 ,000 (N) 87 87 86 87 79 85 87 3,0479 ,215(*) 1 ,518(**) ,218 ,209 ,376(**) ,047 normabag örgütdes işebag İş doyum ,000 ,052 ,054 ,000 (N) 87 86 87 87 80 85 86 3,1553 ,579(**) ,518(**) 1 ,623(**) ,559(**) ,485(**) ,000 ,000 ,000 ,000 ,000 (N) 88 87 87 88 80 86 87 3,1563 ,698(**) ,218 ,623(**) 1 ,486(**) ,680(**) ,000 ,052 ,000 ,000 ,000 (N) 80 79 80 80 80 79 79 3,5140 ,475(**) ,209 ,559(**) ,486(**) 1 ,267(*) ,000 ,054 ,000 ,000 (N) 86 85 85 86 79 86 85 3,2874 ,492(**) ,376(**) ,485(**) ,680(**) ,267(*) 1 ,000 ,000 ,000 ,000 ,014 87 86 87 79 85 (N) 87 ,014 87 * Çift yönlü 0.05 önem düzeyinde ** Çift Yönlü 0.01 önem düzeyinde Yine değişkenlerin kendi arasındaki ilişkiler incelendiğinde, elde edilen sonuçlara göre algılanan örgütsel desteğin tüm örneklem için devamlılık bağlılığı hariç diğer tüm değişkenlerle anlamlı, güçlü ve pozitif bir ilişki içinde olduğu Tablo 1’ de görülmektedir. Bu sonuç bize kuramda da tanımlandığı gibi örgütsel desteğin örgütsel bağlılık, işe bağlılık ve iş doyumu açısından ne derece önemli olduğunu göstermektedir. Ancak bir sonuç olarak, algılanan örgütsel destek değişkenin tüm akademisyenler için ortalaması dikkate alındığında (3,1563), akademisyenlerin örgütten yeterli destek görmedikleri biçiminde karasız bir algıya sahip oldukları da gözden uzak tutulmamalıdır. 3 Madde 33 – (Değişik: 17/8/1983 - 2880/16 md.) a) (Değişik: 12/8/1986 - KHK 260/3 md.) Araştırma görevlileri, yükseköğretim kurumlarında yapılan araştırma, inceleme ve deneylerde yardımcı olan ve yetkili organlarca verilen ilgili diğer görevleri yapan öğretim yardımcılarıdır. Bunlar ilgili anabilim veya anasanat dalı başkanlarının önerisi, Bölüm Başkanı, Dekan, enstitü, yüksekokul veya konservatuvar müdürünün olumlu görüşü üzerine rektörün onayı ile araştırma görevlisi kadrolarına en çok üç yıl süre ile atanırlar; atanma süresi sonunda görevleri kendiliğinden sona erer.(Ek cümle: 21/4/2005 – 5335/10 md.)Bunlar aynı usulle yeniden atanabilirler. Ayrıntılı bilgi için bkz:http://www.yok.gov.tr/mevzuat/yenimevzuat.htm 119 E. Duygulu, N.Çıraklar, Y. Mohan/ Algılanan Örgütsel Destek, İşe Bağlılık ve İş Doyumunun Örgütsel Bağlılık Üzerine Etkisi Duygusal bağlılık ve İşe bağlılığın ölçek ortalamasının diğerlerinden yüksek ve olumlu olması da meslekten beklenen bir sonuç olarak düşünülmelidir. Örgüte bağlılığı açıklamada algılanan örgütsel destek, genel iş doyumu ve işe bağlılığın ne derecede etkide bulunduğuna yönelik yapılan nedensellik analiz (aşamalı regresyon analizi) sonucunda, duygusal bağlılık değişkeninin önemli ölçüde örgütsel destek tarafından açıklandığı belirlenmiştir. Tablo 2: Örgütsel (Duygusal) Bağlık, regresyon analizi (step wise yöntemi, tüm örneklem) Model 1 R R2 B Std. Error Beta t Sig Örgütsel .701a .492 .942 .110 .701 8,574 .000a Desteka F:73.518 a:Örgütsel destek, Duygusal bağlılık (bağımlı değişken) İşe bağlılık ve İş doyumu değişkeni çözümlemeye girmemiştir. Tablo 2’ de yer aldığı biçimi ile öğretim elemanlarının duygusal bağlılıkları %49,2 açıklayıcılık yüzdesi ile örgütsel destek değişkeni tarafından açıklanmaktadır. Bunun anlamı öğretim elemanlarının örgütün çalışanlarının genel katkısını değerlendirmesine ve onların mutluluğunu, refahını önemsemesine ilişkin evrensel bir inanç içinde olmalarıdır. Tablo 3: Örgütsel (Devamlılık) Bağlılık, regresyon analizi (step wise yöntemi, tüm örneklem) Model 1 R R2 B Std. Error Beta t İş .345a .119 .341 .110 .345 3,202 Doyumu F:10.256 a:İş doyumu, Devamlılık bağlılığı (bağımlı değişken) İşe bağlılık ve örgütsel destek değişkeni çözümlemeye girmemiştir. Sig .002a Devamlılık bağlılığını açıklamak için oluşturulan model de ise bu bağlılık değişkenin genel iş doyumu değişkeni tarafından açıklandığı, örgütsel destek ve işe bağlılığın çözümlemeye girmediği belirlenmiştir. Özetle tüm örneklem için bakıldığında devamlılık bağlılığı örgütsel destek ve işe bağlılık ile açıklanamamaktadır. Devamlılık bağlılığı sonucu Tablo 3’te yer almaktadır. 120 Sosyal Bilimler 6/1 (2008)s.108-128. Tablo 4: Örgütsel (Normatif) Bağlık, regresyon analizi (step wise yöntemi, tüm örneklem) Model 1 R R2 B Std. Error Beta Örgütsel .622a .387 .767 .111 .622 destek a b Model 2 .695 .483 Örgütsel .556 .117 .451 Destek İşe Bağlılık .415 .111 .353 Model 1 F:48.008 Model 2 F:34,991 a:Örgütsel destek, b: Örgütsel destek, İşe Bağlılık Normatif bağlılık (bağımlı değişken) İş doyumu değişkeni çözümlemeye girmemiştir. t Sig 3,202 .000a .000b 4.749 .000 3,722 .000 Normatif bağlılık boyutu iki aşamalı çözümleme sonucunda açıklanmaktadır. Birinci model de örgütsel destek algısı oldukça önemli bir açıklayıcılığa sahip iken, model 2 de işe bağlılık değişkeninde çözümlemeye girmesi ile duygusal bağlılık değişkeninin açıklayıcılık yüzdesine neredeyse ulaşmaktadır. Bu değişkenin örgütte kalma yükümlülüğü olarak ifade edildiği düşünüldüğünde, örgütsel destek algısı ve işe bağlılığın yönetim desteği algısına dayalı olarak değerlendirilebileceği akla gelmektedir. Oysa yönetsel destek ile örgütsel destek aynı şeyi ifade etmemektedir. Bu sonuç daha çok, bağımlı çalışanlar yaratma ve işe devamlılıkta (iş güvencesinde) örgütsel desteği çalışanların arkasında hissetmeleri ihtiyacına yönelik olarak değerlendirilebilir. Araştırmada temel ilgi odağına da bağlı olarak, algılama farklılıklarıçalışma süreleri ve unvanlar- dikkate alınarak hangi değişkenlerin ve sonuçların da bu faktörler tarafından etkilendiği belirlenmiştir. Çalışma süreleri dikkate alınarak yapılan regresyon analizi (step wise yöntemi) sonuçları tablo 5 de yer almaktadır. Tablo 5: Çalışma süreleri: Örgütsel Bağlık, regresyon analizi toplulaştırılmış çözümler (step wise yöntemi, tüm örneklem,) Tablo 5.1 Normatif Bağlılık Model 1 R 1,000(a) R2 1,000 2 1,000(b) 1,000 , . 5 yıldan az 1 5-9 yıl 10-14 yıl 1 1 ,647(a) ,632(c) ,764(a) ,418 ,400 ,583 16,524 16,650 11,184 ,000(a) ,000(c) ,010(a) Çalışma Süresi a Tahminciler: (Sabit), işebag b Tahminciler : (Sabit), işebag, doyum c Tahminciler: (Sabit ), örgütdes 121 F 6075,000 Sig. ,008(a) E. Duygulu, N.Çıraklar, Y. Mohan/ Algılanan Örgütsel Destek, İşe Bağlılık ve İş Doyumunun Örgütsel Bağlılık Üzerine Etkisi Tablo 5.2 Devam Bağlılığı Çalışma Süresi 5-9 yıl 20 yıl ve üstü Model 1 1 R2 R ,399(a) ,840(a) ,159 ,706 F 4,722 14,397 Sig. ,039(a) ,009(a) Sig. ,018(a) .(b) a Tahminciler: (Sabit), doyum Tablo 5.3 Duygusal Bağlılık Çalışma Süresi . R2 Model 1 R 1,000(a) ,999 F 1240,333 2 1,000(b) 1,000 . 1 ,755(c) ,569 30,405 ,000(c) 2 ,807(d) ,651 20,475 ,000(d) 5-9 yıl 1 20 yıl ve üstü 1 ,578(c) ,865(c) ,334 ,748 12,514 17,763 ,002(c) ,006(c) 5 yıldan az a Tahminciler: (Sabit), doyum b Tahminciler: (Sabit ), doyum, örgütdes c Tahminciler: (Sabit ), örgütdes d Tahminciler: (Sabit), örgütdes, işebag Çalışma süreleri dikkate alınarak yapılan regresyon analizi sonuçlarına göre, normatif bağlılığı açıklayan üç ayrı model ortaya çıkmaktadır. Bunlara göre genel modelde örgüte bağlılık örgütsel destek ile açıklanırken, çalışma süreleri dikkate alındığında bir yıl, beş yıldan az ve on-on dört yıl arası çalışanlarda bu modeli açıklayan önemli değişken olarak işe bağlılık ve doyum ön plana çıkmaktadır. Beş-dokuz yıl arasında çalışanlar için ise örgütsel destek önemli bir değişken olarak algılanmaktadır. Devamlılık bağlılığı için ana modelde iş doyumu genel açıklayıcı iken, çalışma süreleri dikkate alındığında da beş-dokuz yıl ile 20 yıl ve üzerinde çalışanlar içinde aynı değişken çözümlemede yer almaktadır. Çalışmanın bulguları ise duygusal bağlılık için ilginçtir. Ana modelde sadece örgütsel destek duygusal bağlılığı açıklamakta iken, çalışma süreleri açısından sadece 5–9 yıl arasında ve 20 yıl üstü çalışanlar için bu sonuç paralellik taşımaktadır. Diğer çalışma süreleri için örneğin ilk yılda doyum ve sonra örgütsel destek, 5 yıldan az çalışma süresinde önce örgütsel destek sonra işe bağlılıkla birlikte modelin açıklandığı görülmektedir. 122 Sosyal Bilimler 6/1 (2008)s.108-128. Tablo 6: Akademik Unvanlar: Örgütsel Bağlık, regresyon analizi toplulaştırılmış çözümler (step wise yöntemi, tüm örneklem,) Tablo 6.1 Duygusal Bağlılık Akademik Unvan Unvanı yok Model 1 Yard.Doç.Dr. Doç.Dr. 1 1 R2 R ,696(a) ,805(a) 1,000(b) F ,485 ,648 1,000 a Tahminciler: (Sabit), örgütdes Sig. 46,114 22,096 . ,000(a) ,001(a) .(b) b Tahminciler: (Sabit ), doyum Tablo 6.2 Devam Bağlılığı Akademik Unvan Unvanı yok Model 1 Yard.Doç.Dr. Doç.Dr. Prof.Dr. 1 1 1 2 R2 R 1,000(a) ,685(b) 1,000(c) ,918(c) ,983(d) F 1,000 ,469 1,000 ,842 ,966 Sig. . 10,591 . 21,351 42,610 .(a) ,007(b) .(c) ,010(c) ,006(d) a Tahminciler: (Sabit), işebag b Tahminciler: (Sabit ), doyum c Tahminciler: (Sabit ), örgütdes d Tahminciler: (Sabit ), örgütdes, işebag Tablo 6.3 Normatif Bağlılık Akademik Unvan Unvanı yok Model 1 Yard.Doç.Dr. Doç.Dr. Prof.Dr. R2 R F Sig. 1 1 ,585(a) ,780(b) 1,000(a) ,343 ,608 1,000 25,544 18,641 . ,000(a) ,001(b) .(a) 1 ,857(a) ,735 11,111 ,029(a) a Tahminciler: (Sabit ), örgütdes b Tahminciler: (Sabit), işebag Akademik unvanlar dikkate alınarak çözümleme yapıldığında, duygusal bağlılık ana değişkeni için açıklayıcı olan örgütsel destek tüm örneklem açısından da (profesörler hariç) benzer değişken tarafından açıklanmaktadır. Profesör unvanına sahip olanların çözümlemede yer almaması ise dikkat çekici bir noktadır. Devamlılık bağlılığı ise ana modelde iş doyumu değişkeni ile açıklanır iken, unvanlar açısından işe bağlılık ve örgütsel destek daha fazla önem taşıyan iki değişken olarak görülmektedir. Burada sadece yardımcı doçentlerin iş doyumları ile örgüte devamlılık bağlılıklarının açıklanması ise ana modele uyumlu bir sonuçtur. Diğer taraftan normatif bağlılık açısından yardımcı doçentlerde işe bağlılık, unvanı olamayanlar ile doçent ve profesörler için örgütsel destek normatif bağlılığı açıklamada önemli görülmektedir. Burada 123 E. Duygulu, N.Çıraklar, Y. Mohan/ Algılanan Örgütsel Destek, İşe Bağlılık ve İş Doyumunun Örgütsel Bağlılık Üzerine Etkisi elde edilen doçentlere ilişkin bulguların iç tutarlılık ve örneklemin yeterliliği açısından ayrıca sorgulanması gerekmektedir. V. SONUÇ ve DEĞERLENDİRME Çalışma süreleri açısından normatif bağlılık, örgüte bağlılık yükümlülüğü olarak değerlendirildiğinde çalışanlar kendilerini örgütte kalmak zorunda hissetmektedirler. Bu yükümlülük ana modelde örgütsel destek ile açıklanırken, çalışma süreleri dikkate alındığında daha çok işe bağlılık ve doyum ile açıklanmaktadır. Diğer taraftan akademisyenlerde olması beklenen örgütsel bağlılığın daha çok duygusal bağlılıkla ilişkili olduğu varsayımı da elde edilen bulgular çerçevesinde geçerli görünmektedir. Bu açıdan örgütsel destek ile örgütsel bağlılık arasında güçlü bir nedensellik ilişkisi bulunduğunu söylemek yanıltıcı olmayacaktır. Devamlılık ve normatif bağlılık açısından bakıldığında ise devamlılığın iş doyumu, normatif bağlılığın ise örgütsel destek ve işe bağlılık ile açıklandığı görülmektedir. Bu sonuca göre çalışma sürelerinde de görüldüğü gibi devamlılık bağlılığı uzun süreli çalışan ve mesleğin tam ortasında bulunan öğretim elemanlarıyla diğerleri için negatif algısal farklılık yaratmaktadır. İşlerinden doyumsuz olan insanların doyumlarını farklı araçlarla ve örgütün dışında sağlama çabası içinde olacağı da açıktır. Burada temel sorun örgütten ayrılma niyetinin maliyet öğesi olarak düşünüldüğünde göz önüne alınamadığı ve doyumsuz çalışanların nasıl verimli olacaklarının sorgulanmasıdır. O nedenle kuramsal kısımda da tanımlandığı gibi örgütsel desteği arkasında hisseden insanların daha verimli olacağı gözden uzak tutulmamalıdır. Nitekim unvanlar dikkate alınarak yapılan çözümleme bu öngörünün bir kanıtı durumundadır. Bu vesile ile örgütte bağlılığı duygusal olarak yönetmek ve örgüt için istenilen sonuçları elde etmeye yönelik örgütün bir dizi teşvik edici önlemi alması ve uygulaması gerekmektedir. Bilindiği gibi öğretim elemanlarının ücretler genel seviyesi düşüktür. Akademik yükseltmelerde ortaya çıkan belirsizlikler ve iş güvencesini kapsamayan düzenleme ve kriterlerin de örgüt çalışanları üzerinde olumsuz bir etki yarattığı bilinen bir gerçektir. Unvana sahip olanlar için mevcut sistemde ders yüklerinin ağırlığı da dikkate alındığında, kendileri ile örgütlerinin özdeşleşmesi pek mümkün görülmemektedir. Oysa duygusal bağlılık açısından öğretim elemanlarının örgütün çalışanlarının genel katkısını değerlendirdiği ve onların mutluluğunu, refahını önemsediğine ilişkin evrensel bir inanç içinde oldukları genel modelde açıklanmaktadır. Burada unvanlar ve normatif bağlılık açısından çelişkinin ortaya çıkmasının düşündürücü olması gerekmektedir. O nedenle çalışmanın sonuçlarının belirli kısıtlar altında değerlendirilmesi gerektiğinin de altını çizmek gerekmektedir: Birincisi bu sonuçların sadece Dokuz Eylül Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi öğretim elemanlarını içerdiği unutulmamalıdır. İkinci önemli kısıt örneklemden elde edilen veri setine ilişkindir. Örgütsel bağlılıkla ilgili çalışmalarda, özellikle literatürde de belirtildiği gibi normatif bağlılığı ölçme ve değerlendirme zorluğu dikkate alındığında, veri 124 Sosyal Bilimler 6/1 (2008)s.108-128. setinin mümkün olduğunca fazla olması gerekmektedir. Bu çalışmada veri setinin darlığının önemli bir engel olduğu da tarafımızdan düşünülmektedir. Buna bağlı olarak, örneklemin homojen olmadığı dikkate alındığında- algısal farklılıklar bunun kanıtıdır- elde edilen bulguların genellemeler yapmaktan kaçınılarak değerlendirilmesi bir zorunluluk olarak gözükmektedir. Üçüncü temel kısıt ise bu tip araştırmalarda ortaya çıkan çok değişkenli çalışma zorluğudur. Değişkenler arası etkileşim dikkate alındığında nedenselliği etkileyen örtük ya da gizil değişkenlerin de varlığının test edilmesi gerekmektedir. Bu çalışmada sözü edilen örtük ya da gizil değişken etkileşimi test edilmemiştir. O nedenle modellerin çözümlenmesinde gelecek çalışmalara ışık tutması açısından daha üst model çözümlemelerine yönelik analiz araçlarının (yapısal eşitlik modelleri, path analizi ve değişkenlerin doğrulanmasına yönelik doğrulayıcı faktör analizi vb.) kullanılması da sonuçların genelleştirilmesi açısından yararlı olacaktır. Tüm bu değerlendirmeler ışığında örgüte düşen sorumluluklar ve yükümlülükler bulunmaktadır. Bunun için örgütün çekici bir iş ortamına dönüştürülmesi gerekmektedir. Meslekle ilgili, özellikle iş güvencesi gibi belirsizlik içeren uygulama ve söylemlerden ve düzenlemelerden kaçınmak, akademisyenlerin örgüt ve işleriyle özdeşleşmesini sağlayacak düzenlemelerin yapılmasını sağlamak, uygun çalışma koşulları ve fiziksel ortam yaratmak, yapıcı bir örgüt kültürü oluşturmak gerekmektedir. Uzun süreli bir performans gerektiren akademisyenlik için, çabaları karşılığının alınması ve başarıya ulaşma konusunda inançlarının sağlanması önemlidir. Duygusal bağlılığın uzun sürede gelişme göstereceği gerçeği unutulmamalıdır. Gayretli ve sıkı çalışma, zor görevlerin başarılmasının bir övünç kaynağı olması, akademik unvan almak için gösterilen büyük çaba ve inancın sağlanması, saygınlık ve statü açısından farklılık duygusunun yaratılması, ödüllendirme, yükseltme ve ücret artışı sağlamaya ek olarak onaylama ve takdir etme örgüte düşen görevlerdir. Bu durumda başarım elde etse bile örgütün kendisine bir yer açmayacağını ve örgütünün bu konuda bir çaba ve isteği olmadığı inancına kapılan her akademisyenin işine gösterdiği bağlılığı, örgütüne, beklenen düzeyde göstermeyeceği açıktır. Bu çalışmanın analizinden elde edilen bulgular, kendi örneklemi çerçevesinde değerlendirilmelidir. Diğer bir ifade ile, bu çalışmanın sonuçlarından hareketle, Türkiye’deki tüm üniversitelerdeki akademik çalışanlara yönelik genellemeler yapmak olanaklı değildir. Bu alanda çalışma yapacak araştırmacılar, farklı üniversitelerdeki ve farklı bilim dallarındaki akademisyenleri de kapsayacak şekilde örneklem setini daha geniş tutarak aynı araştırma modeli ile farklı sonuçlar elde edebilirler. Ya da bu çalışmada yer alan örgütsel bağlılığı etkileyen değişkenler yanında örgüt kültürü, örgütsel adalet, örgütsel vatandaşlık gibi başka değişkenleri de inceleme konusu yaparak farklı modeller oluşturmaları ile ilgili yazına önemli katkı sağlayabilirler. 125 E. Duygulu, N.Çıraklar, Y. Mohan/ Algılanan Örgütsel Destek, İşe Bağlılık ve İş Doyumunun Örgütsel Bağlılık Üzerine Etkisi KAYNAKÇA ASELAGE, Justin; Eisenberger, Robert (2003). “Perceived Organizational Support and Psychological Contracts: A Theoretical Integration”, Journal of Organizational Behavior, Special Issue, Vol. 24 Issue 5, p.491-509. BEHSON, Scott J. (2002), Which Dominates? “The Relative Importance of Work-Family Organizational Support and General Organizational Context on Employee Outcomes”, Journal of Vocational Behavior, 61, p.53–72. BISHOP, James W. ; Scott, K. Dow ; Goldsby, Michael G. ; Cropanzano, Russell (2003). “A Construct Validity Study of Commitment and Perceived Support Variables a Multi foci Approach across Different Team Environments”, Group & Organization Management, Vol. xx No. x, p.1-28. CHEN, Zhen Xiong; Aryee, Samuel; Lee, Cynthia (2005). “Test Of A Mediation Model Of Perceived Organizational Support”, Journal of Vocational Behavior,66,p.457-470. CHENG, Yuqiu; Stockdale, Margaret S. (2003). “The Validity Of The Three-Component Model Of Organizational Commitment In A Chinese Context”, Journal of Vocational Behavior, 62, p.465–489. CLUGSTON, Michael (2000). “The Mediating Effects of Multidimensional Commitment on Job Satisfaction and Intent to Leave”, Journal of Organizational Behavior, 21, p.477-486. DAVIS, Keith (1982). İşletmede İnsan Davranışı Örgütsel Davranış, Çev.:Kemal Tosun ve dğ., İ.Ü. İstanbul: İşletme İktisadı Enstitüsü Yayın No: 98 DORMANN, Christian; Zapf, Dieter (2001). “Job Satisfaction: A Meta-Analysis of Stabilities”, Journal of Organizational Behavior, 22, p.483-504. EISENBERGER, Robert; Huntington, Robin; Hutchison, Steven; Sowa, Debora (1986). “Perceived Organizational Support”, Journal of Applied Psychology”, Vol.71, Issue 3, p.500-507. EISENBERGER, Robert; Fasolo, Peter; Davis-LaMastro, Valerie (1990). “Perceived Organizational Support and Employee Diligence, Commitment, and Innovation”, Journal of Applied Psychology, Vol. 75, No.1, p.51-59. EISENBERGER, Robert; Cummings, Jim; Armeli, Stephen; Lynch, Patrick (1997). “Perceived Organizational Support, Discretionary Treatment, and Job Satisfaction”, Journal of Applied Psychology, Vol.82, Issue 5, p.812-820. ELLOY, David F.; Everett, James E.;Flynn, W. Randolph (1995). “Multidimensional Mapping of the Correlates of Job Involvement”, “Canadian Journal of Behavioural Science”, Volume.27, No.2, p.79-91. FISHER, Cynthia D. (2000). “Mood and Emotions While Working: Missing Pieces of Job Satisfaction?”, Journal of Organizational Behavior, 21,p.185-202. FULLER, J Bryan;Barnett, Tim; Hester, Kim; Relyea, Clint (2003). “A Social Identity Perspective on the Relationship Between Perceived Organizational Support and Organizational Commitment”, The Journal of Social Psychology, 143(6), p.789-791. GOULDNER, Helen P.(1960).“Dimensions of Organizational Commitment”, Administrative Science Quarterly, Vol.4, Issue 4, p.468-491. HACKETT, Rick D.; Bycio, Peter; Hausdorf, Peter A. (1994). “Further Assessments of Meyer and Allen's (1991) Three-Component Model of Organizational Commitment”, Journal of Applied Psychology, Vol.79, Issue 1, p.15-23. HOCHWARTER, Wayne A.; Kacmar,Charles; Perrewé, Pamela L.;Johnson, Diane. (2003), “Perceived Organizational Support As A Mediator Of The Relationship Between Politics Perceptions And Work Outcomes”, Journal of Vocational Behavior, 63, p.438– 456. HOWES, John C.;Cropanzano, Russel; Grandey, Alicia A.;Mohler, Carolyn J. (2000), “Who is Supporting Whom? Quality Team Effectiveness and Perceived organizational Support”, Journal of Quality Management, 5, p.207-223. HUTCHISON, Steven (1997). “A Path Model of Perceived Organizational Support”, Journal of Social Behavior and Personality, Vol.12, Issue 1.p.159-174. 126 Sosyal Bilimler 6/1 (2008)s.108-128. MEYER, J.P., Allen, N.J.(1991).“A Three-Component Conceptualization Of Organizational Commitment”, Human Resource Management Review, Vol.1, No.1, p.61–89. MEYER, J. P.,Bobocel, D. Ramona; Allen, Natalie.J.(1991). “Development of Organizational Commitment During The First Year of Employment: a Longitudinal Study of Pre- and Post- Entry Influences”, Journal of Management, Vol.17, No.4, p.717-733. MEYER, John P.; Herscovitch, Lynne (2001). “Commitment in the Workplace: Toward a General Model”, Human Resource Management Review, 11, p.299-326. MEYER, John P.; Stanley,David J.; Herscovitch, Lynne; Topolnytsky, Laryssa (2002). “Affective, Continuance, and Normative Commitment to the Organization: A Metaanalysis of Antecedents, Correlates, and Consequences”, Journal of Vocational Behavior, 61, p.20–52. MORRISON, Rachel (2004). “Informal Relationships in the Workplace: Associations with Job Satisfaction, Organisational Commitment and Turnover Intentions”, New Zealand Journal of Psychology Vol. 33, No.3, p.114-128. O'DRISCOLL, Michael P.; Randall, Donna M. (1999). “Perceived Organisational Support, Satisfaction with Rewards, and Employee Job Involvement and Organisational Commitment”, Applied Psychology: An International Review, Vol. 48, Issue 2, p.197209. ÖZDEVECİOĞLU Mahmut. (2003). “Algılanan Örgütsel Destek İle Örgütsel Bağlılık Arasındaki İlişkilerin Belirlenmesine Yönelik Bir Araştırma”, D.E.Ü.İ.İ.B.F.Dergisi Cilt:18 Sayı:2, ss:113 -130. ÖZKAYA O. M., Kocakoç D. İ., Kara E., (2006) “Yöneticilerin Örgütsel Bağlılıkları ve Demografik Özellikleri Arasındaki İlişkileri İncelemeye Yönelik Bir Alan Çalışması”, Yönetim ve Ekonomi, Celal Bayar Üniversitesi, İ.İ..B.F. Manisa, 13(2), ss:77-96 PRICE, James L.(1997) “Handbook of Organizational Measurement” International Journal of Manpower, Vol.18, No.4/5/6 p.305-588 RAMSEY, Rosemary; Lassk, Felicia G.; Marshall, Greg W. (1995). “A Critical Evaluation of a Measure of Job Involvement: The Use of the Lodahl and Kejner (1965) Scale with Salespeople”, Journal of Personal Selling and Sales Management, Volume.15, Number.3, p.65-74. RANDALL, Marjorie L.; Cropanzano, Russell; Bormann, Carol A., Birjulin, Andrej (1999). “Organizational Politics And Organizational Support As Predictors Of Work Attitudes, Job Performance, And Organizational Citizenship Behavior”, Journal of Organizational Behavior, 20, p.159-174 RHOADES, Linda; Eisenberger, Robert (2001).“Affective Commitment to the Organization: The Contribution of Perceived Organizational Support”, Journal of Applied Psychology, Vol. 86, Issue 5, p.825-836. RHOADES, Linda; Eisenberger, Robert (2002). “Perceived Organizational Support: A Review of the Literature”, Journal of Applied Psychology, Vol. 87 Issue 4, p698-714. SALEH, S.D.;Hosek, James (1976). “Job Involvement: Concepts and Measurements”, Academy Management of Journal,Vol. 19 No.2, p.213-224. SUSSKIND, Alex M.; Borchgrevink, Carl P.; Kacmar, K. Michele; Brymer, Robert A. (2000). “Customer Service Employees' Behavioral Intentions And Attitudes: An Examination Of Construct Validity And A Path Model”, Hospitality Management, 19, p.53-77. TANSKY, Judith W.; Cohen, Debra J. (2001). “The Relationship Between Organizational Support, Employee Development, and Organizational Commitment: An Empirical Study”, Human Resource Development Quarterly, Vol.12, No.3, p.285-300. TAŞKIRAN E., Özcan E. D., (2007) “Örgüte Bağlılık ile İşe Bağlılık Arasındaki İlişkinin İncelenmesine Yönelik Hizmet Sektöründe Bir Araştırma”, XV. Ulusal Yönetim ve Organizasyon Kongresi Bildiriler Kitabı, Sakarya Üniversitesi,25-27 Mayıs, Sakarya.p.401-416. 127 E. Duygulu, N.Çıraklar, Y. Mohan/ Algılanan Örgütsel Destek, İşe Bağlılık ve İş Doyumunun Örgütsel Bağlılık Üzerine Etkisi TESTA, Mark R. (2001). “Organizational Commitment, Job Satisfaction, and Effort in the Service Environment”, The Journal of Psychology, 135(2), p.226-236. 128 Sosyal Bilimler 6/1 (2008)s.129-140. SOSYAL BİLİMLER Yıl : 2008 Cilt : 6 Sayı :1 Celal Bayar Üniversitesi S.B.E. MANİSA Karşılaştırmalı Üstünlükler ve Türkiye İmalat Sanayi Yrd. Doç. Dr. Semiha AYTEMİZ Mersin Üniversitesi, İ.İ.B.F., İktisat Bölümü ÖZET Karşılaştırmalı Üstünlükler Kuramı tam rekabet koşullarının geçerli olduğu ve devletin dış ticarete müdahale etmediği bir ortamda, ülkelerin dış ticaretten elde edecekleri kazançları ele alır. Söz konusu serbest ticaret ortamında, ülkeler göreli olarak daha düşük maliyetle ürettikleri malları ihraç edecek, karşılığında ise daha yüksek maliyetle ürettikleri malları ithal edecektir. Böylelikle, ülkeler sahip oldukları üretim faktörlerini etkin bir biçimde kullanacaklar ve göreli karşılaştırmalı üstünlüğe sahip oldukları mallarda uzmanlaşacaklardır. Bu çalışmanın amacı Türkiye imalat sanayinde 1980-2007 yılları arasında karşılaştırmalı üstünlüklerin seyrinin araştırılmasıdır. İmalat sanayi alt sektörleri faktör kullanım yoğunluklarına göre sınıflandırılarak karşılaştırmalı üstünlükleri hesaplanmıştır. Araştırma sonuçlarına göre Türkiye, emek yoğun ve hammadde yoğun sanayilerde karşılaştırmalı üstünlüğe sahip olurken, ölçek yoğun ve farklılaştırılmış ve bilim bazlı sektörlerde karşılaştırmalı dezavantaja sahiptir. Anahtar Kelimeler: Karşılaştırmalı Üstünlükler, Rekabet Gücü, Faktör Kullanım Yoğunluğu, İmalat Sanayi, Dış Ticaret. Comparative Advantages and Turkish Manufacturing Industry ABSTRACT Theory of Comparative Advantages investigates countries' gains from trade under perfect competition and no government intervention. Under such free trade conditions, countries export the products with relatively low production cost and import the products with relatively high production cost. By doing so, countries efficiently use their production factors and specialize on products which they have relative comparative advantage. Purpose of this study is to investigate the progress of comparative advantages in Turkish manufacturing industry between 1980 and 2007. Manufacturing industry sub-sectors are divided into categories based on their factor usage intensity, and their comparative advantages are computed. Results show that Turkey has comparative advantage in labor intensive and raw-material intensive industries, and has comparative disadvantage in scale intensive and differentiated and science based industries. Key Words: Comparative Advantages, Competitive Power, Factor Usage Intensity, Manufacturing Industry, Foreign Trade. 1.GİRİŞ 1980 Ekonomik İstikrar ve Dışa Açılma Programı ile birlikte Türkiye, dünyadaki gelişmelere paralel olarak, ekonomi politikalarında keskin bir dönüşüm gerçekleştirmiş, içe yönelik ithal ikameci politikalar yerine mal ve finans piyasalarını dünya ekonomisi ile bütünleştirmeye yönelik ihracat öncelikli politikalar uygulamıştır. Bu doğrultuda, öncelikle dış ticaret 129 S. Aytemiz/Karşılaştırmalı Üstünlükler ve Türkiye İmalat Sanayi serbestleştirilmiş ve daha sonra sermaye hareketleri serbest bırakılarak ekonomi dışa açılmıştır. Bir ülkenin hem belirli bir tarih anında, hem de zaman içinde göreli değişmeyle beraber, dünya ekonomisi ile bütünleşmei derecesindeki artış anlamını taşıyan dışa açılma, 1970'li yıllarda yaşanan gelişmelerin sonucunda 1980'lerden günümüze önem kazanan bir olgudur. Dışa açılmanın teorik arka planı Karşılaştırmalı Üstünlükler Kuramına dayanmaktadır. Bilindiği gibi bu kurama göre, iki ülkeli iki mallı bir ticaret modelinde, ticarete katılan her iki ülke de bu ticaretten yarar sağlayacaktır. Çünkü kıt kaynaklar bu şekilde daha etkin dağılacak ve sonuçta tüm dünya refahı artacaktır. Dolayısıyla, Karşılaştırmalı Üstünlükler Kuramı, tam rekabet koşullarının geçerli olduğu ve devletin dış ticarete müdahale etmediği bir ortamda, ülkelerin dış ticaretten elde edecekleri kazançları ele alır. Söz konusu serbest ticaret ortamında, ülkeler göreli olarak daha düşük maliyetle ürettikleri malları ihraç edecek, karşılığında ise daha yüksek maliyetle ürettikleri malları ithal edecektir. Böylelikle, ülkeler sahip oldukları üretim faktörlerini etkin bir biçimde kullanacaklar ve göreli karşılaştırmalı üstünlüğe sahip oldukları mallarda uzmanlaşacaklardır. Sonuç olarak ülkelerin sahip olduğu karşılaştırmalı üstünlükler, ülkelerin dış ticaretlerinin yapısını da belirleyecektir. Öte yandan, ihracat ve İthalatı oluşturan mal bileşimlerine, faktör donanımı, sanayi teşvik politikası, dış ticaret rejimi ve döviz kuru gibi çok çeşitli etkenler yansımaktadır. Bu etkenler göz önüne alındığında, karşılaştırmalı üstünlükler tek başına dış ticaretin yapısını belirleyebilecek bir kriter olamaz. Bununla birlikte, bir ülkenin ihracatının göreli güçlü olduğu ve İthalatının da göreli zayıf olduğu mallardan oluştuğu varsayılabilir. Bu durumda, bu anlamdaki bir göreli üstünlüğün göstergesi olarak Boratav ve Türkcan (1993) tarafından tanımlanan Ticarete Katkı (TK) indeksi kullanılabilir. Bu bağlamda, çalışmanın amacı ticarete katkı indeksi yardımı ile Türkiye'nin 1980 sonrasından günümüze karşılaştırmalı üstünlüğünün seyrinin araştırılmasıdır. Bu çerçevede çalışma üç bölümden oluşmaktadır. Birinci bölümde imalat sanayinin karşılaştırmalı üstünlüğü ve rekabet gücüne ilişkin ampirik çalışmalardan bahsedilmekte; ikinci bölümde çalışmada kullanılan veri seti ve yöntem açıklanmaktadır. Üçüncü bölümde ise analiz sonuçları değerlendirilmektedir. 2. AMPİRİK ÇALIŞMALAR Türkiye imalat sanayinde karşılaştırmalı üstünlükler ve rekabet gücüne yönelik olarak yapılmış ampirik çalışmaların, tüm imalat sanayi açısından, en kapsamlı olanları Filiztekin (2006), Eşiyok (2007), Utkulu (2005) ve Yükseler ve Türkan (2008)'e aittir. Bu çalışmalarda kullanılan yöntemlerii farklılaşmakla birlikte birbirine yakın sonuçlara ulaşılmıştır. Buna göre, Filiztekin (2006), Türkiye'nin dış ticaretinde başlangıçtaki karşılaştırmalı üstünlüğünün az da olsa değişmekle birlikte halen uzmanlaşmanın göreli olarak emek yoğun ürünlere dayalı yapısının devam ettiği sonucuna ulaşmıştır. Eşiyok (2007), Türkiye'nin emek yoğun düşük teknolojili mallar ihracatçısı ülke konumundan çıkamadığı 130 Sosyal Bilimler 6/1 (2008)s.129-140. sonucuna ulaşırken; Utkulu (2005), Filiztekin (2006) gibi Türkiye'nin dış ticaretinde karşılaştırmalı üstünlüğünde bir değişimin başladığı ancak, henüz teknoloji yoğun ve bilgi yoğun mallarda karşılaştırmalı üstünlüğe sahip olmadığı sonucuna ulaşmıştır. Yükseler ve Türkan (2008) da, imalat sanayi dış ticaret hacminin önemli oranda arttığı fakat bu artışın katma değer üzerindeki etkisinin sınırlı olduğu bulgusuna ulaşmıştır. Başka bir deyişle, Türkiye'nin ticaret hacmindeki genişlemenin yüksek katma değerli ürünlerden değil, düşük katma değerli ürünlerden kaynaklandığını belirtmektedirler. Dolayısıyla söz konusu çalışmalara göre, Türkiye'nin emek yoğun, düşük teknolojili ve dolayısıyla düşük katma değerli ürünlerdeiii rekabet gücü bulunurken, henüz ileri teknoloji içeren yüksek katma değerli ürünlerde rekabet gücü ve dolayısıyla karşılaştırmalı üstünlüğü bulunmamaktadır. 3. VERİ SETİ VE ANALİZ YÖNTEMİ Çalışmada kullanılan veri setinin kaynağı Türkiye İstatistik Kurumu (TÜİK)'dur. 1980-2007 yıllarına ilişkin olarak TÜİK'in Dış Ticaret İstatistiklerine dayalı veriler Tüm Ekonomik Faaliyetlerin Uluslararası Standart Sanayi Sınıflaması (ISIC), 3.Revizyon ve 2 hane düzeyinde imalat sanayi 22 alt sektörünün faktör kullanım yoğunluklarınaiv göre gruplandırılmasından oluşmaktadır. Ticarete katkı indeksi, bir imalat sanayi sektörünün gerçekleşen İhracat ve İthalat dengesinin (Xs-Ms) imalat sanayinin temsili bir ortalaması ile karşılaştırılmasından türetilmekte ve şöyle ifade edilmektedir (Boratav ve Türkcan, 1993:52-53): TKs = æ ö 1 ( Xs - Ms ) çç ( Xs - Ms ) ( Xi - Mi ) ÷÷ ( Xi + Mi ) è ( Xi + Mi ) ø Burada TKs, s sektörünün imalat sanayi dış ticaret dengesine yaptığı katkının ölçüsüdür. Xs ve Ms sırasıyla, s sektörünün ihracat ve ithalat miktarları; Xi ve Mi ise, imalat sanayi toplam ihracat ve ithalat miktarlarıdır. TKs pozitifse, sektör İhracat fazlası vermekte ve imalat sanayi ürünleri dış ticaret dengesini iyileştirici yönde katkı yapmaktadır. TKs negatifse, sektör İthalat fazlası vermektedir. Böylece, ticarete katkı indeksi, s malı ya da sektörünün karşılaştırmalı üstünlüğü hakkında ipucu vermektedir. Yüksek pozitif TK değerleri dış ticarette karşılaştırmalı üstünlüğe, yüksek negatif TK değerleri ise karşılaştırmalı dezavantaja işaret edecektir. Pozitif bir TK değerinin azalma eğilimi göstermesi, söz konusu sektörde karşılaştırmalı üstünlüklerin azalmakta olduğuna; negatif TK değerinin pozitife dönüşmesi ise, karşılaştırmalı üstünlük kazanmaya başladığına işaret sayılacaktır. 4. FAKTÖR KULLANIM YOĞUNLUKLARINA GÖRE TİCARETE KATKI (TK) İNDEKSİ: ANALİZ SONUÇLARI Faktör kullanım yoğunluklarına göre sektör sınıflandırmasında sektör grupları için ticarete katkı indeksi 1980-2007 yılları arasında hesaplanmıştır. Burada toplam dış ticaret dengesi olarak imalat sanayi ürünleri toplamı 131 S. Aytemiz/Karşılaştırmalı Üstünlükler ve Türkiye İmalat Sanayi alınmıştır. Hesaplama sonuçları Ek Tablo 1'de verilmiştir. Her sektör grubu için bu indeksin zaman içindeki seyrine bakıldığında şunlar söylenebilir: — Hammadde yoğun sektör grubunda TK indeksi dalgalanan bir seyir izlemektedir. Bu sektör grubunda indeks bazı yıllarda (1980, 1981, 1990, 1993, 1996, 2000, 2006, 2007) negatif, bazı yıllarda da pozitif değer almaktadır. Hammadde yoğun sanayiler içerisinde TK indeksi sürekli pozitif değer alan iki sektör bulunmaktadırv. Bunlar, Gıda Ürünleri ve İçecek Sanayi ile Metalik Olmayan Diğer Mineraller Sanayi'dir. Bu sektörlerin pozitif TK indeksinin dalgalı olması karşılaştırmalı üstünlüklerinin de kimi yıllarda güçlenmesi, kimi yıllarda ise aşınması anlamına gelmektedir. Nitekim söz konusu sektörlerin imalat sanayi ihracatı içerisindeki paylarını gösteren Ek Tablo 2'den de görüleceği üzere özellikle Gıda Ürünleri ve İçecek Sanayi'nin 2000'li yıllardaki payı 1990'lardaki payının oldukça gerisinde kalmaktadır. Bu sektörün imalat sanayi toplam ihracatı içindeki payı 1990'larda % 10'lar düzeyinde iken 2007 yılı itibariyle % 5.1'e düşmüştür. -Emek yoğun sektör grubunda TK indeksi her zaman pozitif değer almaktadır. Bununla birlikte izlediği seyire bakıldığında bu sektör grubunun pozitif indeks değerinin 1990'lardan sonra azalma eğiliminde olduğu görülmektedir. Bu da söz konusu sektör grubunun karşılaştırmalı üstünlüklerinin aşınması demektir. Nitekim emek yoğun sanayilerin imalat sanayi toplam ihracatı içerisindeki payının azalma eğiliminde olması da aynı anlamı işaret etmektedir. 1990'larda bu pay %45'ler düzeyinde iken, 2007 yılı itibariyle %30.2'ye düşmüştür (Bkz. Ek Tablo 2). Bu grup içinde de sürekli pozitif TK değeri veren iki sektör bulunmaktadır. Bunlar, Tekstil Ürünleri Sanayi ile Giyim Eşyası Sanayi'dir. Bu sanayilerden Tekstil Ürünleri Sanayi'nin sahip olduğu karşılaştırmalı üstünlüklerin 2000'li yıllarda aşınma eğiliminde olduğu; Giyim Eşyası Sanayi'nin ise 1990'lı yıllarda yakaladığı karşılaştırmalı avantajının 2000'li yıllarda aşınmaya başladığı görülmektedir. Yine Ek Tablo 2'ye bakıldığında günümüzde bu sanayilerin imalat sanayi toplam ihracatı içerisindeki paylarının 1990'lardaki düzeyinin oldukça gerisinde kaldıkları görülmektedir. Emek yoğun sanayiler içerisinde dikkati çeken bir başka sektör Metal Eşya Sanayi'dir. Bu sektör 1980'li ve 1990'lı yıllarda karşılaştırmalı dezavantaja sahipken 2003 yılından itibaren karşılaştırmalı avantaja sahip sektör konumuna gelmiştir. — Ölçek yoğun sektör grubunda TK indeksi her zaman negatif değer almaktadır. İndeks değerlerinin seyrine bakıldığında negatif indeks değerlerinin özellikle 2000'li yıllarda azalma eğiliminde olduğu gözlenmektedir. Bu da söz konusu sektör grubunun karşılaştırmalı dezavantajının azaldığı anlamına gelmektedir. Zira ölçek yoğun sanayilerin imalat sanayi toplam ihracatı içindeki payının 2007 yılı itibariyle % 40.6'ya yükselmesi de Türkiye'nin bu sanayilerde ihracat yeteneği kazanmaya başladığını göstermektedir (Bkz. Ek Tablo 2). Bu sektör grubu içerisinde Plastik ve Kauçuk Ürünleri Sanayi, Motorlu Kara Taşıtları ve Römorklar Sanayi ve Diğer Ulaşım Araçları Sanayi dışındaki 132 Sosyal Bilimler 6/1 (2008)s.129-140. sanayiler her zaman negatif TK indeks değeri göstermektedir. Söz konusu üç sanayinin TK indeksi ise dalgalanmaktadır. Bunlardan, Plastik ve Kauçuk Ürünleri Sanayi'nin indeks değeri 2001 yılından itibaren pozitiftir. Dolayısıyla bu sektörün 2001 yılından itibaren karşılaştırmalı avantaja sahip olduğu söylenebilir. Öte yandan, Motorlu Kara Taşıtları ve Römorklar Sanayi ile Diğer Ulaşım Araçları Sanayi'nin TK indeksi 2000'li bazı yıllardaki pozitif değerleri dışında negatif seyir izlediği görülmektedir. İhracat payları açısından bakıldığında Motorlu Kara Taşıtları ve Römorklar ile Ana Metal Sanayi 2000'li yıllarda öne çıkan sanayilerdir. 2007 yılı itibariyle Motorlu Kara Taşıtlarının ihracat payı %16.8'e, Ana Metal Sanayinin payı ise %12.2'ye yükselmiştir. — Farklılaştırılmış ve Bilim Bazlı Sanayiler grubunda TK indeksi her zaman negatif değer almaktadır. Ancak, ölçek yoğun sanayiler grubunda olduğu gibi bu sanayi grubunun indeks değeri de azalma eğilimindedir. Dolayısıyla bu sektör grubunun karşılaştırmalı dezavantajının azalmakta olduğu söylenebilir. Zaten Ek Tablo 2'ye bakıldığında bu sanayilerin ihracat payının yükselme eğiliminde olduğu da görülmektedir. Bu sanayiler içerisinde ihracat payları açısından öne çıkan iki alt sektör bulunmaktadır. Bunlar; Makina ve Teçhizat İmalatı ile Elektrikli Makina ve Cihazlar Sanayileridir. Her iki alt sektörün imalat sanayi ihracatı içindeki payları sırasıyla, % 1.1'den %7.9'a; % 0,2'den % 4.1'e yükselmiştir (Bkz. Ek Tablo 2). Söz konusu alt sektörlerin TK indeksleri incelendiğinde indeks değerinin negatif olmakla birlikte azalma eğiliminde olduğu görülmektedir. Buradan Türkiye'nin bu sektörlerde karşılaştırmalı dezavantajının azaldığını söylemek mümkündür. 2007 yılı itibariyle Türkiye'nin karşılaştırmalı üstünlüğe sahip olduğu sektörler sırasıyla, Giyim Eşyası, Tekstil Ürünleri, Gıda Ürünleri, Motorlu Kara Taşıtları ve Römorklar, Metalik Olmayan Diğer Mineraller, Metal Eşya Sanayi ve Plastik ve Kauçuk Ürünleri Sanayi'leridir. Bu sektörlerden ilk üç sektör her zaman pozitif TK değerine sahiptir ve güçlü karşılaştırmalı üstünlük sunmaktadır. Motorlu Kara Taşıtları ve Römorklar, Metal Eşya Sanayi ve Plastik ve Kauçuk Ürünleri Sanayileri ise 2000'li yıllardan itibaren karşılaştırmalı üstünlüğe sahip sektörlerdir. Boratav ve Türkcan (1993) 1970-1991 yıllarını kapsayan çalışmalarında imalat sanayinde hem sektör bazında, hem de mal bazında hesapladıkları ticarete katkı indeksi sonuçlarına göre 1991 yılı itibariyle her zaman pozitif TK değeri alan sektörler dokuma-giyim, gıda sanayi, deri- kösele, cam-seramik, çimento ve orman ürünleri sektörleridir. Bunlar aynı zamanda Türkiye'nin dış ticarette karşılaştırmalı üstünlüğe sahip olduğu sektörlerdir. Bu sonuçlar yukarıda belirtilen güçlü karşılaştırmalı üstünlüğe sahip sektör bulguları ile paralellik göstermektedir. Ancak, daha önce de ifade edildiği gibi, Türkiye'nin bu sektörlerdeki karşılaştırmalı üstünlüğü aşınmaktadır. 133 S. Aytemiz/Karşılaştırmalı Üstünlükler ve Türkiye İmalat Sanayi Tablo 1: Ticarete Katkı İndeksi Bütün Yıllarda Aynı İşareti Alan Sektörler Bütün Yıllarda Pozitif Ticarete Katkı Bütün Yıllarda Negatif Ticarete Katkı İndeksi Alan Sektörler İndeksi Alan Sektörler Gıda Ürünleri ve İçecek (15) Kağıt ve Kağıt Ürünleri (21) Tekstil Ürünleri (17) Kimyasal Madde ve Ürünler (24) Giyim Eşyası (18) Ana Metal Sanayi (27) Metalik Olmayan Diğer Mineraller (26) Makina ve Teçhizat İmalatı (29) Büro, Muhasebe ve Bilgi İşl. Mak. (30) Elektrikli Makina ve Cihazlar (31) Haberleşme Teçhizatı ve Cihazları (32) Tıbbi, Hassas, Opt. Aletler ve Saat (33) Öte taraftan, ihracat payları açısından bakıldığında ölçek yoğun ile farklılaştırılmış ve bilim bazlı sanayilerin payları toplamı imalat sanayi toplam ihracatının %55.8'ini oluşturmaktadır. Bu açıdan, Türkiye imalat sanayi ihracatının yapısında bir değişim sürecinin başladığı söylenebilir. Bununla birlikte, Türkiye'nin bu sanayilerde net ithalatçı konumunda olması (Bkz. Ek Tablo 3) her iki sektör grubunda karşılaştırmalı dezavantaja sahip olmasına yol açmaktadır. 5. SONUÇ Bu çalışmada 1980-2007 yılları arasında Türkiye'nin faktör kullanım yoğunluklarına göre imalat sanayi sektörlerinde karşılaştırmalı üstünlüğü TK indeksi yardımıyla araştırılmıştır. Araştırma sonuçlarına göre, sektör gruplarına bir bütün olarak bakıldığında emek yoğun sektör grubunda TK indeksi sürekli pozitif olurken, hammadde yoğun sektör grubunda TK indeksi dalgalanmaktadır. Ölçek yoğun ile farklılaştırılmış ve bilim bazlı sektör grubu ise her zaman negatif TK indeksi vermektedir. Yine sonuçlara göre, pozitif TK değeri veren sektörlerde indeks değerinde azalma eğilimi gözlenmektedir. Bu ise söz konusu sektörlerin karşılaştırmalı üstünlüğünün aşındığı anlamına gelmektedir. Öte yandan negatif TK değeri veren sektörlerde de indeksin mutlak değer olarak küçülmesi Türkiye'nin bu sektörlerde karşılaştırmalı dezavantajının azalması anlamına gelmektedir. 2007 yılı itibariyle Türkiye'nin güçlü karşılaştırmalı üstünlüğe sahip olduğu sektörler hammadde yoğun ve emek yoğun sektörler içerisinde bulunan Giyim Eşyası, Tekstil Ürünleri ve Gıda Ürünleri Sanayileri'dir. Bu sektörler aynı zamanda Türkiye'nin geleneksel olarak karşılaştırmalı üstünlüğe sahip olduğu sektörlerdir. Bunların yanında Türkiye 2000'li yıllarda üç yeni sektörde daha karşılaştırmalı üstünlük kazanmıştır. Bu sektörler ise Motorlu Kara Taşıtları ve Römorklar, Metal Eşya Sanayi ve Plastik ve Kauçuk Ürünleri Sanayileri'dir. Metal Eşya Sanayi emek yoğun sektör grubunda yer alırken, Motorlu Kara Taşıtları ve Römorklar ile plastik ve Kauçuk Ürünleri Sanayileri ölçek yoğun sektör grubunda yer almaktadır. Sonuç olarak Türkiye'nin emek yoğun ve hammadde yoğun sektörlerde karşılaştırmalı üstünlüğü bulunurken; ölçek yoğun ile farklılaştırılmış ve bilim 134 Sosyal Bilimler 6/1 (2008)s.129-140. bazlı sektörlerde henüz karşılaştırmalı üstünlüğü bulunmamaktadır. Bununla birlikte, bu sektörlerin toplam ihracat içerisindeki paylarının artıyor olması Türkiye'nin bu sektörlerde de ihracat yeteneği kazanmaya başladığını göstermektedir. KAYNAKÇA BALASSA, Bela (1965), "Traded Liberalization and "Revealed Comparative Advantage", The Manchaster School of Comparative Advantage", Weltwirtschaftliches Archiv, Cilt: 127, s.265-280. BORATAV, Korkut ve Ergun TÜRKCAN (1993), Türkiye'de Sanayileşmenin Yeni Boyutları ve KİT'ler, İktisat Politikası Seçenekleri, 1.Baskı, Tarih Vakfı Yayınları, İstanbul. EŞİYOK, Ali B. (2007), "Türkiye Ekonomisinin Rekabet Gücündeki Gelişmeler ve Faktör Kullanım Yoğunluklarına Göre Dış Ticaretin Yapısı", Finans Politik ve Ekonomik Yorumlar, Cilt: 44, Sayı: 514, s.15-36. FİLİZTEKİN, Alpay (2006), "Türkiye'de Açıklanmış Karşılaştırmalı Üstünlüklerin Evrimi", DTM Uluslararası Ekonomi ve Dış Ticaret Politikaları Dergisi, Yıl:1, Sayı:1, s.101116. KAZGAN, Gülten (1988), Ekonomide Dışa Açık Büyüme, 2. Basım, Altın Kitaplar Yayınevi, İstanbul. OECD (1996), Technology, Productivity and Job Creation, Paris. UTKULU, Utku (2005), Türkiye'nin Dış Ticareti ve Değişen Mukayeseli Üstünlükler, Dokuz Eylül Üniversitesi Yayınları, İzmir. VOLLRATH, Thomas L. (1991), " A Theoretical Evaluation of Alternative Trade Intensity Measures of Revealed Comparative Advantage", Weltwirtschaftliches Archiv, Cilt: 130, s.265-279. YÜKSELER, Zafer ve Ercan TÜRKAN (2008), Türkiye'nin Üretim ve Dış Ticaret Yapısında Dönüşüm, Küresel Yönelimler ve Yansımalar, TÜSİAD Yayınları Yayın No: TÜSİAD-T/2008-02/453, İstanbul. i Bir ülkenin dünya ekonomisi ile bütünleşmesi, mal-hizmet ve faktör hareketleriyle gerçekleşir. Mal ve hizmet ticaretinin ülkenin yarattığı gayri safi yurtiçi hasılaya (GSYİH) oranının yüksek ve dış ticarete devlet müdahalesinin en az düzeyde olduğu; sermaye hareketlerinin ilke içi tasarruf ya da yatırımdaki oranının yüksek ve devlet denetiminden arındırılmış olduğu ülkeler dışa çok açık, dünya ekonomisi ile bütünleşmiş sayılmaktadır. Bu makalede, çalışmanın amacına uygun olarak dış açıklık yalnızca dış ticaret açısından ele alınacaktır. Geniş bilgi için bkz. Kazgan, G. Ekonomide Dışa Açık Büyüme, Altın Kitaplar Yayınevi, 1988, İstanbul, s.32-33. ii En yaygın kullanılan yöntem Balassa (1965)'nın Açıklanmış Karşılaştırmalı Üstünlükler yaklaşımı’dır. Bunun dışında söz konusu çalışmaların bir kısmında Volrath (1991)'ın geliştirdiği üç indeks olan Göreli Ticaret Avantajı İndeksi, Göreli İhracat Üstünlüğü İndeksi ve Açıklanmış Rekabetçilik indeksi kullanılmıştır. iii Bu ürünler; gıda ürünleri ve içecek, tütün ürünleri, giyim eşyası ve tekstil ürünleridir. iv Faktör kullanım yoğunluğuna göre imalat sanayi alt sektörleri ekte verilmektedir. v Gıda ürünleri ve içecek sanayinin ticarete katkı indeksi 1980 yılında negatif çıkmıştır. Ancak, söz konusu yıl Türkiye'de yapısal dönüşümün başladığı yıl olması sebebiyle 1980 yılı analizlere katılmayabilir. v 2008 yılı verileri çalışmanın tamamlandığı tarih itibari ile TÜİK tarafından henüz yayınlanmadığı için analizlere dahil edilememiştir. 135 S. Aytemiz/Karşılaştırmalı Üstünlükler ve Türkiye İmalat Sanayi EkTablo1:FaktörKullanımYoğunluğunaGöreTicareteKatkıİndeksleri Sektörler HammaddeYoğun GıdaÜrünleriveİçecek(15) TütünÜrünleri(16) AğaçveMantarÜrünleri(20) KokKömürü,PetrolÜrün.veNük.Yakıt(23) MetalikOlmayanDiğerMineraller(26) EmekYoğun TekstilÜrünleri(17) GiyimEşyası(18) Bavul,SaraçlıkveAyakkabı(19) MetalEşyaSanayi(Makine,TeçhizatHariç)(28) Mobilya(36) ÖlçekYoğun KağıtveKağıtÜrünleri(21) BasımveYayım(22) KimyasalMaddeveÜrünler(24) PlastikveKauçukÜrünleri(25) AnaMetalSanayi(27) MotorluKaraTaşıtlarıveRömork(34) DiğerUlaşımAraçları(35) FarklılaştırılmışveBilimBazlıSanayi MakinaveTeçhizatİmalatı(29) Büro,MuhasebeveBilgiİşlemMak.(30) ElektrikliMakinaveCihazlar(31) HaberleşmeTeçhizatıveCihazları(32) Tıbbi,Hassas,OptikAletlerveSaat(33) Kaynak: TÜİK'denEldeEdilenVerilerleTarafımızcaHesaplanmıştır. 1980 -0,1821 -0,0115 0,0004 0,0007 -0,1729 0,0011 0,0325 0,0520 0,0257 -0,0011 -0,0442 0,0002 -0,3632 -0,0138 -0,0002 -0,2112 -0,0342 -0,0790 -0,0135 -0,0113 -0,1811 -0,1169 -0,0015 -0,0340 -0,0154 -0,0133 1981 -0,0124 0,0243 0,0002 0,0041 -0,0724 0,0313 0,0840 0,0644 0,0425 -0,0004 -0,0245 0,0020 -0,2851 -0,0109 -0,0001 -0,1561 -0,0295 -0,0614 -0,0113 -0,0157 -0,1791 -0,1239 -0,0024 -0,0209 -0,0197 -0,0122 1982 0,0840 0,0403 0,0004 0,0063 0,0107 0,0263 0,0992 0,0722 0,0440 -0,0016 -0,0182 0,0028 -0,1952 -0,0075 -0,0005 -0,0909 -0,0258 -0,0232 -0,0185 -0,0289 -0,1433 -0,0969 -0,0034 -0,0128 -0,0190 -0,0112 1983 0,0378 0,0488 0,0002 0,0043 -0,0239 0,0084 0,1398 0,0794 0,0708 -0,0014 -0,0113 0,0022 -0,2215 -0,0037 -0,0009 -0,1205 -0,0247 -0,0300 -0,0163 -0,0255 -0,1609 -0,1055 -0,0048 -0,0135 -0,0222 -0,0149 1984 0,0452 0,0295 -0,0021 0,0037 0,0085 0,0056 0,1636 0,0714 0,1051 0,0008 -0,0152 0,0015 -0,1845 -0,0057 0,0006 -0,1065 -0,0192 -0,0256 -0,0148 -0,0133 -0,1451 -0,0876 -0,0061 -0,0085 -0,0305 -0,0123 1985 0,0285 0,0108 -0,0038 0,0061 0,0042 0,0112 0,1580 0,0752 0,0734 0,0039 0,0032 0,0024 -0,1506 -0,0040 0,0009 -0,0825 -0,0122 -0,0095 -0,0216 -0,0217 -0,1256 -0,0671 -0,0067 -0,0107 -0,0306 -0,0104 1986 0,0113 0,0181 -0,0086 -0,0009 -0,0022 0,0050 0,1475 0,0755 0,0768 0,0007 -0,0072 0,0018 -0,1722 -0,0046 -0,0010 -0,0908 -0,0221 -0,0124 -0,0219 -0,0194 -0,2220 -0,1318 -0,0135 -0,0200 -0,0400 -0,0167 1987 0,0001 0,0169 -0,0095 -0,0074 -0,0007 0,0008 0,1726 0,0757 0,0978 -0,0013 -0,0007 0,0010 -0,1591 -0,0047 -0,0007 -0,0837 -0,0145 -0,0345 -0,0154 -0,0056 -0,1358 -0,0712 -0,0137 -0,0090 -0,0276 -0,0142 1988 0,0057 0,0145 -0,0083 -0,0046 0,0029 0,0012 0,1599 0,0826 0,0854 0,0010 -0,0081 -0,0011 -0,1131 -0,0095 -0,0011 -0,0657 -0,0140 0,0028 -0,0116 -0,0140 -0,1367 -0,0710 -0,0143 -0,0105 -0,0277 -0,0133 1989 0,0123 0,0206 -0,0095 -0,0001 -0,0044 0,0057 0,1765 0,0702 0,1139 0,0006 -0,0071 -0,0012 -0,1354 -0,0110 -0,0012 -0,0748 0,0007 -0,0135 -0,0145 -0,0212 -0,1420 -0,0766 -0,0127 -0,0175 -0,0201 -0,0151 1990 -0,0138 0,0046 -0,0121 -0,0004 -0,0115 0,0057 0,1631 0,0551 0,1191 -0,0025 -0,0052 -0,0033 -0,1830 -0,0094 -0,0018 -0,0984 -0,0077 -0,0012 -0,0460 -0,0186 -0,2109 -0,1246 -0,0187 -0,0215 -0,0239 -0,0222 1991 0,0061 0,0234 -0,0117 -0,0007 -0,0141 0,0093 0,1590 0,0563 0,1175 -0,0017 -0,0097 -0,0034 -0,1744 -0,0112 -0,0023 -0,0986 -0,0042 -0,0046 -0,0349 -0,0187 -0,2172 -0,1239 -0,0193 -0,0241 -0,0279 -0,0220 1992 0,0111 0,0203 -0,0059 -0,0010 -0,0126 0,0103 0,1737 0,0572 0,1280 -0,0006 -0,0073 -0,0035 -0,1936 -0,0106 -0,0019 -0,1006 -0,0037 -0,0044 -0,0419 -0,0305 -0,1957 -0,1163 -0,0180 -0,0189 -0,0211 -0,0213 1993 -0,0052 0,0169 -0,0062 -0,0033 -0,0194 0,0068 0,1466 0,0423 0,1195 -0,0022 -0,0093 -0,0037 -0,2743 -0,0159 -0,0039 -0,1083 -0,0066 -0,0144 -0,0624 -0,0627 -0,2273 -0,1400 -0,0191 -0,0212 -0,0221 -0,0249 Yılar 1994 0,0273 0,0282 -0,0007 0,0000 -0,0107 0,0106 0,1624 0,0567 0,1097 0,0008 -0,0041 -0,0007 -0,1194 -0,0085 -0,0019 -0,0784 0,0001 0,0180 -0,0153 -0,0334 -0,1441 -0,0852 -0,0115 -0,0123 -0,0148 -0,0204 1995 0,0114 0,0129 0,0027 -0,0007 -0,0116 0,0081 0,1526 0,0431 0,1193 -0,0017 -0,0053 -0,0028 -0,2220 -0,0191 -0,0023 -0,1149 -0,0018 -0,0145 -0,0229 -0,0466 -0,1636 -0,1017 -0,0161 -0,0092 -0,0185 -0,0180 1996 -0,0008 0,0096 0,0013 -0,0012 -0,0175 0,0069 0,1251 0,0417 0,0999 -0,0027 -0,0098 -0,0040 -0,2272 -0,0153 -0,0018 -0,1111 -0,0067 -0,0121 -0,0454 -0,0348 -0,2134 -0,1431 -0,0163 -0,0097 -0,0232 -0,0212 1997 0,0096 0,0185 0,0014 -0,0012 -0,0185 0,0094 0,1298 0,0458 0,0980 -0,0011 -0,0086 -0,0043 -0,2398 -0,0130 -0,0022 -0,1099 -0,0051 -0,0136 -0,0668 -0,0293 -0,2126 -0,1327 -0,0168 -0,0138 -0,0280 -0,0213 1998 0,0102 0,0169 0,0003 -0,0017 -0,0136 0,0084 0,1438 0,0522 0,1022 -0,0007 -0,0069 -0,0030 -0,2253 -0,0133 -0,0022 -0,1107 -0,0056 -0,0176 -0,0578 -0,0181 -0,2083 -0,1228 -0,0191 -0,0168 -0,0279 -0,0218 1999 0,0105 0,0192 0,0007 -0,0012 -0,0188 0,0106 0,1514 0,0565 0,0986 -0,0005 -0,0036 0,0004 -0,1749 -0,0145 -0,0021 -0,1088 -0,0043 -0,0063 -0,0337 -0,0051 -0,1804 -0,0747 -0,0222 -0,0169 -0,0460 -0,0205 2000 -0,0172 0,0120 0,0014 -0,0025 -0,0402 0,0122 0,1337 0,0486 0,0906 -0,0022 -0,0037 0,0004 -0,2505 -0,0174 -0,0037 -0,1176 -0,0045 -0,0227 -0,0743 -0,0104 -0,1947 -0,0785 -0,0270 -0,0137 -0,0533 -0,0223 2001 0,0095 0,0167 0,0007 0,0001 -0,0231 0,0151 0,1393 0,0544 0,0854 -0,0010 -0,0023 0,0027 -0,1091 -0,0091 -0,0030 -0,0884 0,0021 -0,0115 0,0075 -0,0069 -0,1041 -0,0563 -0,0122 -0,0030 -0,0172 -0,0154 2002 0,0010 0,0074 0,0008 -0,0005 -0,0218 0,0151 0,1319 0,0435 0,0898 -0,0017 -0,0022 0,0025 -0,1310 -0,0101 -0,0022 -0,1015 0,0002 -0,0210 0,0098 -0,0062 -0,1120 -0,0630 -0,0136 -0,0092 -0,0109 -0,0153 2003 0,0039 0,0111 0,0003 -0,0010 -0,0205 0,0140 0,1309 0,0408 0,0839 -0,0016 0,0040 0,0039 -0,1556 -0,0104 -0,0020 -0,1014 0,0003 -0,0372 -0,0106 0,0056 -0,1023 -0,0547 -0,0128 -0,0089 -0,0118 -0,0142 2004 0,0035 0,0119 0,0000 -0,0016 -0,0200 0,0131 0,1133 0,0346 0,0717 -0,0024 0,0051 0,0043 -0,1789 -0,0103 -0,0016 -0,1032 0,0001 -0,0350 -0,0245 -0,0044 -0,1091 -0,0529 -0,0141 -0,0131 -0,0135 -0,0154 2005 0,0038 0,0153 0,0002 -0,0024 -0,0212 0,0119 0,1073 0,0338 0,0654 -0,0033 0,0053 0,0061 -0,1786 -0,0103 -0,0021 -0,1039 0,0024 -0,0482 -0,0149 -0,0016 -0,1126 -0,0521 -0,0170 -0,0161 -0,0103 -0,0171 2006 -0,0074 0,0115 0,0006 -0,0021 -0,0257 0,0084 0,0915 0,0306 0,0560 -0,0038 0,0055 0,0032 -0,1600 -0,0106 -0,0016 -0,0979 0,0027 -0,0471 -0,0037 -0,0017 -0,1072 -0,0505 -0,0166 -0,0131 -0,0110 -0,0160 2007 -0,0025 0,0121 0,0005 -0,0020 -0,0222 0,0090 0,0843 0,0266 0,0506 -0,0034 0,0070 0,0035 -0,1432 -0,0097 -0,0023 -0,0949 0,0040 -0,0521 0,0093 0,0025 -0,0980 -0,0440 -0,0136 -0,0108 -0,0150 -0,0147 136 Sosyal Bilimler 6/1 (2008)s.129-140. EkTablo3: Faktör KullanımYoğunluklarınaGöre İthalat Payları* Sektörler Hammadde Yoğun Gıda Ürünleri ve İçecek(15) TütünÜrünleri (16) Ağaç ve Mantar Ürünleri (20) KokKömürü, Petrol Ürün. ve Nük. Yakıt (23) MetalikOlmayanDiğer Mineraller (26) EmekYoğun Tekstil Ürünleri (17) GiyimEşyası (18) Bavul, Saraçlıkve Ayakkabı (19) Metal Eşya Sanayi (Makine, Teçhizat Hariç) (28) Mobilya(36) ÖlçekYoğun Kağıt ve Kağıt Ürünleri (21) Basımve Yayım(22) Kimyasal Maddeve Ürünler (24) Plastikve KauçukÜrünleri (25) Ana Metal Sanayi (27) MotorluKara Taşıtları ve Römork(34) Diğer UlaşımAraçları (35) Farklılaştırılmış ve BilimBazlı Sanayi Makina veTeçhizat İmalatı (29) Büro, Muhasebeve Bilgi İşlemMak. (30) Elektrikli Makina ve Cihazlar (31) HaberleşmeTeçhizatı ve Cihazları (32) Tıbbi, Hassas, OptikAletler ve Saat (33) 1980 0,267 0,056 0,000 0,001 0,195 0,015 0,071 0,018 0,000 0,001 0,050 0,001 0,436 0,015 0,001 0,244 0,041 0,098 0,025 0,013 0,203 0,132 0,002 0,038 0,018 0,014 1981 0,170 0,035 0,000 0,000 0,121 0,013 0,064 0,018 0,000 0,002 0,043 0,002 0,479 0,017 0,001 0,240 0,055 0,107 0,035 0,024 0,268 0,187 0,003 0,032 0,029 0,017 1982 0,092 0,025 0,000 0,001 0,050 0,015 0,080 0,024 0,000 0,007 0,047 0,002 0,516 0,017 0,001 0,213 0,060 0,115 0,053 0,056 0,305 0,205 0,006 0,034 0,039 0,021 *Hemsektör grupları hemde alt sektörlerinimalat sanayi toplamithalatı içindeki payları (oranolarak). Kaynak: TÜİK'denElde EdilenVerilerle TarafımızcaHesaplanmıştır. 1983 0,124 0,022 0,000 0,001 0,081 0,020 0,058 0,021 0,000 0,006 0,029 0,002 0,507 0,009 0,002 0,234 0,057 0,126 0,035 0,043 0,300 0,199 0,008 0,032 0,038 0,024 1984 0,122 0,050 0,004 0,001 0,047 0,020 0,063 0,021 0,000 0,002 0,036 0,004 0,508 0,016 0,002 0,234 0,054 0,137 0,039 0,027 0,298 0,179 0,011 0,027 0,058 0,023 1985 0,121 0,056 0,008 0,004 0,043 0,010 0,046 0,024 0,001 0,004 0,013 0,004 0,512 0,013 0,001 0,210 0,042 0,151 0,053 0,043 0,310 0,180 0,013 0,032 0,062 0,023 1986 0,103 0,043 0,014 0,009 0,025 0,014 0,055 0,022 0,000 0,005 0,024 0,004 0,449 0,012 0,002 0,198 0,047 0,118 0,042 0,030 0,381 0,226 0,021 0,044 0,063 0,027 1987 0,127 0,052 0,017 0,016 0,023 0,019 0,054 0,023 0,001 0,009 0,018 0,004 0,465 0,016 0,002 0,213 0,044 0,145 0,033 0,010 0,328 0,188 0,024 0,038 0,050 0,027 1988 0,117 0,044 0,016 0,012 0,025 0,020 0,065 0,027 0,000 0,007 0,026 0,005 0,486 0,025 0,003 0,217 0,045 0,140 0,030 0,027 0,317 0,167 0,027 0,036 0,061 0,026 1989 0,116 0,050 0,017 0,003 0,031 0,015 0,052 0,016 0,001 0,006 0,024 0,005 0,518 0,024 0,003 0,237 0,013 0,160 0,041 0,040 0,297 0,157 0,024 0,040 0,047 0,028 1990 0,128 0,056 0,019 0,003 0,034 0,016 0,061 0,027 0,001 0,008 0,018 0,007 0,453 0,017 0,003 0,200 0,018 0,106 0,077 0,031 0,345 0,192 0,028 0,042 0,049 0,033 1991 0,118 0,046 0,018 0,003 0,038 0,014 0,068 0,026 0,001 0,008 0,025 0,008 0,431 0,020 0,004 0,196 0,019 0,095 0,063 0,034 0,370 0,199 0,030 0,049 0,059 0,034 1992 0,107 0,049 0,010 0,003 0,031 0,014 0,073 0,031 0,002 0,008 0,025 0,009 0,457 0,019 0,004 0,194 0,020 0,090 0,078 0,053 0,339 0,190 0,028 0,045 0,044 0,033 Yıllar 1993 1994 0,098 0,105 0,041 0,055 0,010 0,003 0,005 0,003 0,031 0,032 0,011 0,012 0,076 0,096 0,035 0,053 0,002 0,002 0,008 0,010 0,022 0,022 0,008 0,008 0,487 0,453 0,022 0,021 0,007 0,006 0,167 0,194 0,019 0,019 0,099 0,093 0,092 0,054 0,082 0,067 0,321 0,324 0,189 0,182 0,024 0,021 0,040 0,044 0,036 0,038 0,032 0,039 1995 0,103 0,061 0,001 0,003 0,026 0,012 0,096 0,055 0,002 0,009 0,021 0,010 0,490 0,032 0,004 0,204 0,020 0,098 0,061 0,071 0,287 0,169 0,024 0,033 0,035 0,027 1996 0,103 0,056 0,001 0,003 0,030 0,013 0,105 0,052 0,005 0,010 0,025 0,012 0,441 0,023 0,004 0,178 0,023 0,078 0,086 0,049 0,331 0,208 0,022 0,034 0,039 0,029 1997 0,086 0,043 0,001 0,003 0,028 0,011 0,102 0,050 0,007 0,009 0,024 0,013 0,454 0,020 0,004 0,175 0,022 0,081 0,107 0,045 0,330 0,195 0,022 0,036 0,047 0,029 1998 0,078 0,036 0,001 0,004 0,024 0,012 0,103 0,050 0,006 0,008 0,026 0,014 0,444 0,022 0,004 0,180 0,025 0,078 0,104 0,032 0,350 0,192 0,027 0,041 0,059 0,031 1999 0,084 0,030 0,001 0,004 0,037 0,012 0,096 0,048 0,005 0,006 0,024 0,013 0,450 0,026 0,005 0,198 0,026 0,069 0,097 0,030 0,350 0,146 0,035 0,045 0,091 0,032 2000 0,098 0,025 0,001 0,005 0,057 0,009 0,086 0,041 0,006 0,007 0,019 0,013 0,474 0,025 0,006 0,178 0,023 0,078 0,132 0,033 0,317 0,129 0,035 0,035 0,088 0,030 2001 0,098 0,030 0,001 0,003 0,054 0,010 0,109 0,050 0,008 0,008 0,026 0,017 0,470 0,023 0,007 0,202 0,024 0,108 0,066 0,041 0,298 0,147 0,023 0,036 0,061 0,030 2002 0,099 0,032 0,001 0,004 0,052 0,010 0,120 0,060 0,008 0,008 0,026 0,018 0,466 0,024 0,005 0,207 0,026 0,112 0,070 0,023 0,302 0,154 0,024 0,041 0,056 0,028 2003 0,093 0,029 0,001 0,004 0,050 0,009 0,108 0,055 0,008 0,008 0,020 0,017 0,504 0,023 0,004 0,199 0,025 0,129 0,113 0,009 0,281 0,144 0,021 0,036 0,054 0,025 2004 0,086 0,024 0,001 0,005 0,047 0,009 0,097 0,047 0,007 0,008 0,020 0,016 0,545 0,021 0,004 0,188 0,024 0,138 0,147 0,023 0,272 0,129 0,022 0,039 0,056 0,026 2005 0,099 0,022 0,001 0,006 0,058 0,011 0,094 0,042 0,007 0,009 0,021 0,015 0,530 0,021 0,004 0,186 0,023 0,145 0,131 0,020 0,277 0,130 0,026 0,045 0,049 0,028 2006 0,111 0,022 0,001 0,006 0,069 0,013 0,095 0,038 0,009 0,010 0,022 0,017 0,523 0,021 0,003 0,178 0,023 0,155 0,120 0,022 0,271 0,130 0,025 0,045 0,044 0,026 2007 0,109 0,020 0,001 0,007 0,071 0,012 0,098 0,040 0,010 0,009 0,021 0,018 0,527 0,021 0,004 0,176 0,023 0,172 0,113 0,017 0,266 0,128 0,022 0,047 0,044 0,025 137 S. Aytemiz/Karşılaştırmalı Üstünlükler ve Türkiye İmalat Sanayi Ek Tablo 4: Faktör Kullanım Yoğunluklarına Göre Sektör Sınıflandırması Hammadde Yoğun Gıda Ürünleri ve İçecek (15) Tütün Ürünleri (16) Ağaç ve Mantar Ürünleri (20) Kok Kömürü, Petrol Ürün. ve Nük. Yakıt (23) Metalik Olmayan Diğer Mineraller (26) Emek Yoğun Tekstil Ürünleri (17) Giyim Eşyası (18) Bavul, Saraçlık ve Ayakkabı (19) Metal Eşya Sanayi (Makine, Teçhizat Hariç) (28) Mobilya (36) Ölçek Yoğun Kağıt ve Kağıt Ürünleri (21) Basım ve Yayım (22) Kimyasal Madde ve Ürünler (24) Plastik ve Kauçuk Ürünleri (25) Ana Metal Sanayi (27) Motorlu Kara Taşıtları ve Römork (34) Diğer Ulaşım Araçları (35) Farklılaştırılmış ve Bilim Bazlı Sanayi Makina ve Teçhizat İmalatı (29) Büro, Muhasebe ve Bilgi İşlem Mak. (30) Elektrikli Makina ve Cihazlar (31) Haberleşme Teçhizatı ve Cihazları (32) Tıbbi, Hassas, Optik Aletler ve Saat (33) Kaynak: OECD (1996) 138 Sosyal Bilimler 6/1 (2008)s.129-140. EkTablo2: Faktör KullanımYoğunluklarınaGöre İhracat Payları* Sektörler Hammadde Yoğun Gıda Ürünleri ve İçecek(15) TütünÜrünleri (16) Ağaç ve Mantar Ürünleri (20) KokKömürü, Petrol Ürün. ve Nük. Yakıt (23) MetalikOlmayanDiğer Mineraller (26) EmekYoğun Tekstil Ürünleri (17) GiyimEşyası (18) Bavul, Saraçlıkve Ayakkabı (19) Metal Eşya Sanayi (Makine, Teçhizat Hariç) (28) Mobilya(36) ÖlçekYoğun Kağıt ve Kağıt Ürünleri (21) Basımve Yayım(22) Kimyasal Maddeve Ürünler (24) Plastikve KauçukÜrünleri (25) Ana Metal Sanayi (27) MotorluKara Taşıtları ve Römork(34) Diğer UlaşımAraçları (35) Farklılaştırılmış ve BilimBazlı Sanayi Makina veTeçhizat İmalatı (29) Büro, Muhasebeve Bilgi İşlemMak. (30) Elektrikli Makina ve Cihazlar (31) HaberleşmeTeçhizatı ve Cihazları (32) Tıbbi, Hassas, OptikAletler ve Saat (33) 1980 0,148 0,093 0,001 0,003 0,017 0,034 0,224 0,157 0,059 0,000 0,005 0,003 0,091 0,001 0,001 0,032 0,008 0,026 0,022 0,001 0,015 0,011 0,000 0,002 0,003 0,000 1981 0,228 0,104 0,001 0,009 0,030 0,085 0,271 0,161 0,089 0,002 0,013 0,007 0,121 0,002 0,001 0,034 0,021 0,031 0,028 0,004 0,027 0,021 0,000 0,004 0,002 0,000 1982 0,268 0,108 0,001 0,014 0,076 0,069 0,285 0,170 0,088 0,005 0,015 0,008 0,167 0,004 0,000 0,049 0,013 0,078 0,021 0,002 0,043 0,028 0,000 0,011 0,004 0,000 *Hemsektör grupları hemde alt sektörlerinimalat sanayi toplamihracatı içindeki payları (oranolarak). Kaynak: TÜİK'denElde EdilenVerilerle TarafımızcaHesaplanmıştır. 1983 0,230 0,126 0,000 0,009 0,052 0,042 0,355 0,187 0,143 0,005 0,013 0,007 0,181 0,004 0,001 0,047 0,021 0,096 0,011 0,002 0,047 0,033 0,000 0,012 0,002 0,000 1984 0,225 0,114 0,000 0,008 0,069 0,034 0,398 0,167 0,211 0,004 0,009 0,007 0,193 0,006 0,003 0,045 0,021 0,101 0,013 0,003 0,039 0,023 0,000 0,013 0,003 0,001 1985 0,185 0,081 0,000 0,016 0,054 0,033 0,365 0,175 0,147 0,012 0,021 0,009 0,239 0,005 0,003 0,056 0,020 0,140 0,013 0,001 0,075 0,056 0,000 0,012 0,004 0,003 1986 0,161 0,094 0,001 0,010 0,028 0,028 0,374 0,183 0,157 0,008 0,017 0,009 0,248 0,007 0,001 0,079 0,017 0,133 0,011 0,001 0,055 0,032 0,000 0,018 0,002 0,002 1987 0,149 0,095 0,001 0,004 0,026 0,024 0,410 0,179 0,198 0,008 0,020 0,007 0,222 0,009 0,001 0,080 0,022 0,100 0,008 0,001 0,110 0,076 0,000 0,027 0,003 0,003 1988 0,137 0,077 0,000 0,004 0,033 0,024 0,390 0,195 0,172 0,009 0,011 0,003 0,295 0,007 0,001 0,101 0,020 0,156 0,009 0,001 0,066 0,038 0,000 0,018 0,010 0,001 1989 0,152 0,096 0,000 0,003 0,025 0,028 0,411 0,158 0,229 0,008 0,012 0,003 0,297 0,005 0,001 0,110 0,015 0,149 0,016 0,001 0,042 0,019 0,001 0,009 0,011 0,001 1990 0,154 0,089 0,002 0,003 0,025 0,034 0,423 0,151 0,247 0,007 0,014 0,004 0,267 0,005 0,001 0,081 0,010 0,149 0,015 0,006 0,055 0,016 0,002 0,015 0,021 0,001 1991 0,176 0,111 0,001 0,002 0,023 0,038 0,420 0,151 0,243 0,008 0,014 0,004 0,236 0,005 0,001 0,067 0,018 0,122 0,015 0,008 0,064 0,020 0,001 0,018 0,023 0,001 1992 0,171 0,109 0,002 0,002 0,017 0,040 0,459 0,160 0,265 0,010 0,019 0,005 0,237 0,004 0,002 0,062 0,020 0,115 0,022 0,011 0,069 0,024 0,001 0,024 0,018 0,002 Yıllar 1993 1994 0,158 0,171 0,107 0,117 0,003 0,002 0,002 0,004 0,012 0,014 0,034 0,034 0,446 0,432 0,152 0,172 0,261 0,223 0,010 0,013 0,017 0,017 0,006 0,008 0,251 0,262 0,004 0,006 0,003 0,002 0,055 0,058 0,019 0,021 0,140 0,138 0,024 0,029 0,006 0,007 0,065 0,070 0,026 0,031 0,001 0,001 0,023 0,024 0,014 0,013 0,002 0,002 1995 0,172 0,114 0,007 0,003 0,014 0,034 0,454 0,168 0,250 0,009 0,019 0,008 0,247 0,006 0,001 0,057 0,025 0,112 0,040 0,006 0,076 0,033 0,001 0,028 0,012 0,002 1996 0,168 0,113 0,004 0,003 0,012 0,036 0,439 0,175 0,221 0,010 0,021 0,011 0,243 0,006 0,002 0,057 0,023 0,102 0,045 0,007 0,091 0,038 0,001 0,035 0,015 0,003 1997 0,163 0,111 0,005 0,003 0,007 0,038 0,445 0,180 0,220 0,012 0,021 0,012 0,241 0,006 0,002 0,055 0,025 0,105 0,036 0,012 0,093 0,040 0,001 0,030 0,019 0,002 1998 0,145 0,093 0,003 0,003 0,009 0,037 0,465 0,189 0,225 0,011 0,026 0,015 0,225 0,006 0,002 0,050 0,027 0,086 0,041 0,012 0,112 0,044 0,002 0,030 0,034 0,003 1999 0,138 0,081 0,003 0,003 0,013 0,038 0,443 0,181 0,210 0,007 0,026 0,019 0,261 0,006 0,002 0,049 0,027 0,082 0,064 0,031 0,111 0,048 0,002 0,028 0,031 0,003 2000 0,130 0,069 0,005 0,002 0,011 0,042 0,435 0,174 0,205 0,007 0,025 0,024 0,274 0,006 0,002 0,053 0,030 0,085 0,066 0,033 0,125 0,052 0,002 0,031 0,036 0,003 2001 0,129 0,068 0,003 0,004 0,014 0,041 0,402 0,166 0,181 0,007 0,025 0,024 0,309 0,008 0,001 0,050 0,031 0,098 0,089 0,032 0,125 0,052 0,002 0,035 0,034 0,003 2002 0,123 0,054 0,003 0,003 0,019 0,042 0,412 0,160 0,191 0,006 0,027 0,027 0,300 0,009 0,001 0,046 0,031 0,094 0,104 0,015 0,140 0,060 0,001 0,031 0,046 0,003 2003 0,124 0,058 0,002 0,003 0,021 0,040 0,399 0,151 0,180 0,006 0,033 0,029 0,312 0,008 0,001 0,042 0,032 0,086 0,120 0,023 0,142 0,069 0,001 0,027 0,043 0,003 2004 0,123 0,056 0,001 0,003 0,023 0,039 0,363 0,134 0,157 0,006 0,037 0,030 0,370 0,008 0,001 0,043 0,033 0,114 0,148 0,023 0,144 0,066 0,001 0,026 0,048 0,003 2005 0,143 0,062 0,002 0,004 0,037 0,039 0,348 0,127 0,144 0,005 0,039 0,033 0,360 0,008 0,002 0,041 0,036 0,100 0,149 0,025 0,148 0,071 0,001 0,028 0,046 0,003 2006 0,138 0,054 0,002 0,004 0,042 0,035 0,319 0,115 0,127 0,005 0,042 0,029 0,391 0,007 0,001 0,043 0,038 0,116 0,158 0,027 0,153 0,075 0,001 0,035 0,038 0,003 2007 0,140 0,051 0,002 0,005 0,049 0,034 0,302 0,107 0,117 0,006 0,042 0,031 0,406 0,008 0,001 0,040 0,039 0,122 0,168 0,027 0,152 0,079 0,001 0,041 0,027 0,003 139 S. Aytemiz/Karşılaştırmalı Üstünlükler ve Türkiye İmalat Sanayi 140 Sosyal Bilimler 6/1 (2008)s.141/158. SOSYAL BİLİMLER Yıl : 2008 Cilt : 6 Sayı :1 Celal Bayar Üniversitesi S.B.E. MANİSA Kariyer Sermayesi ve İstihdam Edilebilirliğin İş Güvencesizliği Üzerindeki Etkisi Araş. Gör. Dr. Barış SEÇER Dokuz Eylül Üniversitesi, İ.İ.B.F., Çalışma Ekonomisi ve Endüstri İlişkileri Bölümü. ÖZET İş güvencesizliği son yıllarda işgücü piyasasında yaşanan değişimler nedeniyle yaygınlaşmakta ve daha çok araştırılmaktadır. Çalışmada iş güvencesizliği nicel ve nitel iş güvencesizliği olarak alınmıştır. Nicel iş güvencesizliği işi tamamen kaybetme, nitel iş güvencesizliği ise önemli niteliklerini kaybetme korkusudur. Ömür boyu bir veya iki işletmede istihdam edilme yerini daha fazla iş değiştirmeye dayanan bir yapıya bırakmaktadır. Bu nedenle literatürde, çalışanlar için iş güvencesinin yerine istihdam edilebilirlik güvencesi sağlanması önerilmektedir. Birey işinin geçici olduğunu kabul etmeli, istihdam ilişkisi sona erdiğinde başka bir işveren için çalışmaya hazır olmalıdır. Böylece çalışanların kendi kariyerlerini kontrol etmeleri ve bu sayede güvencesizlik ile başa çıkmaları beklenmektedir. Bu durum, bireyin özelliklerini ön plana çıkarmaktadır. Bireyin ekonomik, beşeri, kültürel ve sosyal sermayesinden oluşan kariyer sermayesi, kariyer için kullanabilecek kaynakları göstermektedir. Kariyer sermayesinin her bileşeni kariyeri farklı şekilde desteklemektedir. Kariyer sermayesi düzeyi yüksek olan çalışanın nesnel ve öznel kariyer başarısı da yüksek olmaktadır. Çalışmanın amacı, bireyin sahip olduğu kariyer sermayesi ve istihdam edilebilirlik düzeyinin iş güvencesizliği üzerindeki etkisini ortaya çıkarmaktır. Bu sayede yeni kariyer yapılarında çalışanların iş değiştirmeye hazır olup olmadıkları anlaşılmaya çalışılacaktır. Araştırmada anket yönteminden yararlanılmış ve Manisa Organize Sanayi Bölgesindeki işletmelerde istihdam edilen 307 beyaz yakalı çalışan, bu ankete katılmıştır. Çalışmada ileri sürülen ilişkiler, yapısal eşitlik modellemesi (Lisrel 8.54) aracılığıyla incelenmiştir. Modelde kariyer sermayesi algılanan istihdam edilebilirliği pozitif yönde ve yüksek düzeyde etkilemektedir(.73). Algılanan istihdam edilebilirlik değişkeni, nitel iş güvencesizliğini pozitif yönde ve yüksek düzeyde etkilemektedir(.71). Son olarak, algılanan istihdam edilebilirlik nicel iş güvencesizliğini negatif yönde ve orta düzeyde etkilemektedir(-.29). Anahtar Sözcükler: Kariyer Sermayesi, İstihdam Edilebilirlik, İş Güvencesizliği The Effect of Career Capital and Employability on Job Insecurity ABSTRACT In recent years, job insecurity which becomes prevalent because of the changes in labour market and the replacement of career understanding which implies to belonging to definite company with new career understanding which gives an important responsibility to individuals are parallel developments. These developments require taking more individual responsibility, to 141 B.Seçer /Kariyer Sermayesi İstihdam Edilebilirliğin İş Güvencesizliği Üzerindeki Etkisi obtain more resources which is used for to direct career and to improve career success and to increase employability and in this way to cope with job insecurity. This study aimed at determining the effects of career capital and employability levels of individuals on job insecurity and interrogating whether the individuals are ready for changing jobs in their new career structure. First, career capital as a resource which is effective in directing the individual’s career and in improving the career success is examined with whole components. Then, the concept of employability which becomes an important concept due to the individual responsibility of career is analyzed in terms of the capacity of continuing the present job and finding a new job. Lastly, job insecurity which is affected by the level of career capital and employability is explained with details. The theoretical relationships concerning the effects of career capital and employability are analyzed and tried to support with empirical study which have a sample with 307 white-color employees. In the frame of the hypothesized models which are utilized from structural equation modeling, it is determined that the components of career capital and employability decreases the quantitative job insecurity and increases the qualitative job insecurity. Key Words: Career capital, employability, job insecurity 1. GİRİŞ İş güvencesizliği veya işini kaybetme korkusu son yıllarda işgücü piyasasında yaşanan değişimler nedeniyle yaygınlaştığı ileri sürülen ve daha çok araştırılmaya başlanan bir kavramdır. Buna göre işgücü piyasasında güvencesizlikler artmakta ve ömür boyu tek bir işletmede istihdamın yerini iş değiştirmeye dayanan bir yapı almaktadır. Bu nedenle literatürde, çalışanlar için istihdam güvencesinin istihdam edilebilirlik güvencesi ile değiştirilmesi, başka bir deyişle çalışana istihdam güvencesi yerine başka bir iş bulabilme kapasitesi sağlanması gerektiği belirtilmektedir(Van Buren, 2003). İstihdam edilebilirlik genellikle bireyin kendisinden kaynaklanmalı ve birey işinin geçici olduğunu kabul etmeli, istihdam ilişkisi sona erdiğinde başka bir işveren için çalışmaya hazır olmalıdır. Böylece çalışanların kendi kariyerlerini kontrol etmeleri ve bu sayede güvencesiz istihdamın olumsuz yönleriyle başa çıkmaları beklenmektedir. Bu durum, bireyin özelliklerini ön plana çıkarmaktadır. Bireyin ekonomik durumu, mesleki uzmanlığı ve sosyal ilişkileri istihdam edilebilirliğini etkilemektedir. Ekonomik, beşeri, kültürel ve sosyal sermayeden oluşan kariyer sermayesi, belirtilen özellikleri kapsamakta ve bireyin sahip olduğu kaynaklar olarak değerlendirilmektedir. Araştırmanın amacı, bireyin sahip olduğu kariyer sermayesi ve istihdam edilebilirlik düzeyinin iş güvencesizliği yani işini kaybetme korkusu üzerindeki etkisini ortaya çıkarmaktır. 2. İŞ GÜVENCESİZLİĞİ Araştırmada iş güvencesizliği öznel bir fenomen olarak psikolojik açıdan ele alınacaktır. Psikolojik tanımın odak noktası, bireyin değerlendirmesi üzerindedir ve bir işçinin mevcut istihdamına yönelik bir tehdit algılaması durumunu açıklamaktadır (Näswall, 2004). Öznel iş güvencesizliği veya algılanan iş güvencesizliği, bireyin bir iş durumunun sürekliliği hakkındaki beklentileri (Davy ve diğerleri, 1997), işin gelecekteki varlığı hakkında ayrıntılı kaygı (Sverke ve diğerleri, 2002), var olan 142 Sosyal Bilimler 6/1 (2008)s.141/158. işin sürekliliğine yönelik muhtemel bir tehdit algılaması (Heaney ve diğerleri, 1994), tehdit altındaki bir iş durumunda istenen devamlılığı sürdürmede kontrol eksikliği (Hui ve Lee, 2000) olarak benzer şekillerde tanımlanmaktadır. Tanımlar, öncelikle iş ile ilgili gelecekte yaşanabilecek belirsizlik durumuna işaret etmektedir. Gerçekten iş güvencesizliği yaşayan işçiler, işlerini koruyup koruyamayacaklarını tatmin edici biçimde belirleyememektedir. Bu durum, iş güvencesizliğini gerçek iş kaybından ayırt etmektedir. Çünkü iş kaybı derhal gerçekleşmekte iken, iş güvencesizliği gelecek hakkında belirsizliğin sürdüğü gündelik bir deneyimi içermektedir (Sverke ve diğerleri, 2002). Greenhalgh ve Rosenblatt (1984), istihdam devamlılığına yönelik tehdit ile iş özelliklerine yönelik tehdit arasındaki farklılığın önemini vurgulamıştır. Bu ayrım, bireyin bütün istihdamına yönelik bir tehdit veya ilerleme olanakları gibi işin belli değerli özelliklerine ait tehdit algılayıp algılamadığını dikkate almaktadır. İş özellikleri kariyer gelişimi, gelir akışı, statü/öz saygı, özerklik, kaynaklar ve topluluk olarak ele alınmaktadır. Hellgren, Sverke ve Isaksson (1999), Greenhalgh ve Rosenblatt’ın ayrımını nitel ve nicel iş güvencesizliği olarak adlandırmaktadır. Buna göre, birinin işinin sürekliliği hakkında endişe duyması nicel iş güvencesizliği anlamına gelmektedir. Nitel iş güvencesizliği, çalışma koşullarında kötüleşme, kariyer olanaklarından yoksunluk ve ücret artışının azalması gibi istihdam ilişkisinde kaliteyi zayıflatan algılanan tehditlere ilişkindir. Nitel ve nicel iş güvencesizliğinin, iş güvencesizliğinin sonuçlarıyla ilişkisinin farklı olabileceği belirtilmektedir. Kanımızca nitel ve nicel iş güvencesizliğinin belirleyicilerinin farklı olabileceği ileri sürülebilir. Literatürde iş güvencesizliği düzeyini belirleyen değişkenler geniş olarak ele alınmaktadır. Örneğin Klandermans, Vuuren ve Jacobson (1991), iş güvencesizliği belirleyicilerini iki bileşen altında incelemektedir. Bu araştırmacılara göre iş güvencesizliği, birinin algıladığı işini kaybetme olasılığı ile işini kaybetme şiddetinin fonksiyonudur. Algılanan olasılığı ve şiddeti veya ikisini de etkileyen tüm etkenler, şartlar veya durumlar iş güvencesizliğini arttırabilmektedir. Öncelikle insanlar tehdidi ne ölçüde yaşayacaklarında, örneğin işlerini kaybetmeyi ne düzeyde hissettikleri gibi, iş güvencesizliği yaşantılarında farklılaşabilmektedir. Böylece kendini güvencesiz hisseden kimseler tehdidi, muhtemelen düşük seviyede iş güvencesizliği bildiren kimselerden daha güçlü hissedecektir. Hissedilen tehdit düzeyini etkileyen diğer bileşen, tehdidin gerçekleşmesine ilişkin, yani işin kaybedilmesinin şiddetine ilişkin algılamadır. İşini kaybetmenin çok önemli olduğunu algılayan bir kimse, tehdide karşı kendini daha hassas hissedecek ve daha fazla güvencesizlik yaşayacaktır. Bu durum bireylerin kendi hassasiyetlerini hissetmelerindeki farklılıklara bağlanabilmektedir. Bazı bireyler iş güvencesizliğinin sonuçlarının üstesinden gelmek için gerekli kaynaklara sahip olduklarından emin olmadıklarında kendilerini daha hassas hissetmektedirler. Örneğin Näswall ve De Witte, araştırmalarında mavi yakalı işçileri düşük sosyal statülü, beyaz yakalı işçileri yüksek statülü olarak ele almaktadır. Buna göre düşük sosyal 143 B.Seçer /Kariyer Sermayesi İstihdam Edilebilirliğin İş Güvencesizliği Üzerindeki Etkisi statülü işçilerin yüksek statülülere göre, daha yüksek düzeyde iş güvencesizliği yaşantısına sahip olduğu tespit edilmiştir (Näswall ve De Witte, 2003). Yüksek sosyal statülü işçilerin, iş kaybı ile başa çıkmak için gerekli kaynaklara daha fazla sahip oldukları anlaşılmaktadır. İş güvencesizliğinin belirleyicileri, birinin algıladığı işini kaybetme olasılığını etkileyen birey, örgüt ve endüstri ilişkileri seviyesindeki bazı özellikler olarak ele alınmaktadır. İşi kaybetmenin algılanan şiddeti ise, iş özelliklerinin değeri, bu iş özelliklerini kaybetme olasılığı ve var olan işe bağımlılık değişkenleri ile açıklanmaktadır (Klandermans ve diğerleri, 1991). Diğer bir ifadeyle, iş güvencesizliğinin bazı belirleyicileri bireyi işini kaybedeceğinin daha muhtemel olduğuna inandıran etkenler ile birinin iş kaybına daha zor katlanmasına yol açan etkenlerdir. Böylece bir işçinin var olan işine bağımlılığını etkileyen faktörler önemli görülmektedir. Kariyer sermayesi ve istihdam edilebilirlik düzeyleri, var olan işe bağımlılık düzeyini etkileyen faktörler olarak ele alınarak araştırılacaktır. 3. KARİYER SERMAYESİ Araştırmada Mayrhofer vd. (2002) tarafından, ileri sürülen kariyer sermayesi yaklaşımı kullanılacaktır. Aslında Mayrhofer vd.’nin geliştirdiği kariyer sermayesi yaklaşımının temelinde, Bourdieu’nun yapısal eşitsizlik ile ilgili kuramı bulunmaktadır. Bu kuramdan faydalanan Mayrhofer vd., kariyer sermayesi yaklaşımını oluşturmuş ve bu yaklaşımı kariyer alanı ve habitus kavramları ile desteklemiştir. Mayrhofer vd.’ne göre kariyer sermayesi, bireyin sahip olduğu ekonomik, sosyal ve kültürel sermayeden oluşan bir bütündür. Ekonomik, sosyal ve kültürel sermayeden oluşan kariyer sermayesi yaklaşımına, araştırmada beşeri sermaye bileşeni eklenmiştir. Kültürel sermaye, kavramsal benzerlikten dolayı bazı çalışmalarda beşeri sermaye şeklinde ölçülmektedir*. Fakat kültürel sermaye, beşeri sermayeden farklı bir sermaye türüne işaret etmektedir. Beşeri sermaye eğitim, sağlık, işe hazır olma gibi konulara değinirken, kültürel sermaye daha çok ailede ve eğitim sisteminde kazanılan bazı özelliklerden söz etmektedir. Bu nedenle, modele beşeri sermaye boyutu da eklenmiştir. Aşağıda, kariyer sermayesinin bileşenleri genel olarak açıklanarak, kariyer ile ilişkileri ortaya konulacaktır. Ekonomik sermaye, bireylerin maddi piyasadaki pozisyonlarını göstermekte ve onların yaşam çizgilerini etkileyen erişebilecekleri finansal kaynaklar olarak tanımlanmaktadır (Krueger, 2004). Ekonomik sermaye, özellikle tüketim sürecini etkilemektedir. Gerçekten ekonomik sermaye, bireylerin tüketim eylemlerine başlamasına olanak veren, mevcut finansal kaynaklardır (Flint ve Rowlands, 2003). Araştırma sonuçlarına göre, ekonomik sermaye kariyer geçişlerine yardımcı olan ve diğer sermaye bileşenlerini geliştiren boyutta değerlendirilmektedir. Buna göre ekonomik sermaye, diğer * Örneğin M. Egerton, “Occupational inheritance: The role of cultural capital and gender”, Work, Employment & Society. Vol:11(2), 1997. 144 Sosyal Bilimler 6/1 (2008)s.141/158. sermaye türlerini etkileyen ve kolaylıkla diğer sermaye biçimlerine dönüştürülebilen özellik göstermektedir. Örneğin beşeri sermaye, eğitim yatırımı olarak ele alındığında ekonomik sermayenin etkisi ortaya çıkmaktadır. Bilindiği gibi eğitim yatırımının bir maliyeti bulunmakta ve bunu karşılamak üzere birey, ekonomik sermayesini harcamaktadır. Beşeri sermaye, kariyer başarısı üzerinde en etkili olan kariyer sermayesi bileşenlerinden biridir. Shultz (1971), becerileri ve bilgiyi insanların elde ettikleri, beşeri sermaye olarak sınıflandırarak beşeri sermaye düşüncesine olan ilgiyi canlandırmıştır. Son zamanlarda ise OECD (2001), beşeri sermayeyi “bireylerde somut olarak dışa vuran kişisel, sosyal ve ekonomik iyilik halinin yaratılmasını kolaylaştıran bilgi, beceriler, yeterlilikler ve nitelikler” olarak ele almaktadır. Bir başka tanıma göre ise beşeri sermaye, “bireye mal olmuş hünerler ve kazanılmış diğer niteliklerin değeri” dir (Akalın, 1981). Bu tanımlar beşeri sermayenin beceri yönünü ön plana çıkarmaktadır. Nitekim Fuente ve Ciccone (2002) sahip olunan beceriler, yeterlilikler ve nitelikler olarak beşeri sermayeyi genel beceriler, özel beceriler ve teknik ve bilimsel bilgi olarak değerlendirmektedir. Beşeri sermaye resmi eğitim, mesleki uzmanlık, işyerinde eğitim, bilgi ve becerilerin aktarılabilmesi, tecrübe ve sağlık durumu olarak ele alınmaktadır. Bireyin beşeri sermaye düzeyinin artması, var olan işvereni ve diğer işverenler için değerinin artması anlamına gelmektedir. Beşeri sermaye ile ilgili araştırma sonuçlarına göre, bu sermaye biçimi nesnel kariyer başarısını önemli boyutta etkilemektedir. Kuramsal açıklamalara göre beşeri sermaye düzeyi, özellikle gelir üzerinde etkide bulunmaktadır. Bireylerin ileride elde edecekleri kazanç için beşeri sermaye yatırımı yaptıkları belirtilmektedir (Judge,Cable,Boudreau ve Bretz, 1995). Kültürel sermaye, bireylerin paylaştıkları belirli farklı kültürel özellikler, zevkler ve tarzlar olarak açıklanmaktadır. Bourdieu’ya (1986) göre, kültürel sermaye üç durumda oluşmaktadır: dışa vurulan bir durumda, örneğin bireyin akıl ve bedeninin uzun süreli tabiatı olarak; nesnelleşmiş bir durumda, kültürel sermaye, “resimler, kitaplar, sözlükler, aletler, makineler vb.” gibi kültürel mallara dönüştüğü zaman; kurumsallaşmış bir durumda, dışa vurulan kültürel sermaye bir akademik kimlik biçiminde tanındığı zaman. Bourdieu (1986) için en önemli kültürel sermaye biçimi, dışa vurma durumudur. Kültürel sermaye özelliklerinin çoğunun beden ve farz edilen dışa vuruma bağlı, temel durumdan çıkarılabileceğini belirtmektedir. Kariyer açısından kültürel sermaye, iş görüşmelerinde yani işe alınma sürecinde yardımcı olmaktadır. Bu bağlamda, bireyin kültürel sermaye düzeyi işe alınmasını kolaylaştırıcı bir etki göstermektedir. Bu durum özellikle üst düzey yöneticiler için geçerli olmaktadır (Hartmann, 2000). Diğer bir araştırmaya göre, kültürel sermayenin kariyer amaçlarını şekillendirdiği ve kariyer amaçlarının düşük veya yüksek olmasının, ilerlemeyi etkilediği anlaşılmıştır (Beasley, 2003). Böylece kültürel sermaye, önemli kariyer 145 B.Seçer /Kariyer Sermayesi İstihdam Edilebilirliğin İş Güvencesizliği Üzerindeki Etkisi olanakları için bireysel boyutta istekli olmayı sağlamakta ve ilerlemeyi bu yolla etkilemektedir. Bireyin sahip olduğu sosyal sermaye düzeyinin, kariyer başarısını etkilediği ileri sürülmektedir. Bourdieu (1986) sosyal sermayeyi, sağlam bir ağda, daha az veya fazla kurumsallaşmış, karşılıklı tanıdıklık ve tanınma ilişkilerine sahip olmaya bağlı gerçek veya muhtemel toplam kaynaklar olarak tanımlamaktadır. Diğer bir deyişle, bir gruba üyelik, her bir üyesine topluluğun sahip olduğu sermaye desteği ya da itibar kazandıran bir meziyet sağlamaktadır. Sosyal sermaye, örgüt içinde bireyin başarım seviyesini arttırmakta ve ilerlemeyi kolaylaştırmaktadır. Ayrıca örgüt dışında iş arama sürecinde etkili olduğu ortaya çıkmıştır. Dolayısıyla sosyal sermaye, nesnel kariyer başarısını etkilerken, iş bulmayı da kolaylaştırmaktadır. Özetle kariyer sermayesi, kariyer başarısı ve istihdam edilebilirliği önemli ölçüde etkileyen sermaye biçimlerinden oluşmaktadır. 4. İSTİHDAM EDİLEBİLİRLİK İstihdam edilebilirlik, üzerinde çok tartışılan, fakat içeriği konusunda uzlaşmaya varılamamamış bir kavram niteliği taşımaktadır. Daha önce değinildiği gibi, kariyer sorumluluğunun artık işçilerde olduğu ileri sürülmektedir. Bu nedenle kariyer başarısını etkileyen, kariyer sermayesi, kariyer yetkinlikleri gibi olgular araştırılmakta ve istihdam edilebilirlik istihdam politikalarında önemli yer tutmaktadır. Avrupa Birliği İstihdam Stratejisi içinde istihdam edilebilirliğe önemli bir yer verildiği görülmektedir. İstihdam edilebilirliğin, sözlük anlamı “istihdam edilebilme niteliğinde veya karakterinde olma” şeklinde açıklanmaktadır. (http://dictionary.reference.com/browse/employability). İşverenler istihdam edilebilirliği, bireyin temel özelliği olarak görmektedir. İstihdam edilebilirlik araştırmalarında en son yaklaşım, algılanan istihdam edilebilirlik ve belirleyicilerinin araştırılmasıdır. Konuyla ilgili olarak az sayıda çalışma yapılmış ve istihdam edilebilirliğin algılanan boyutu tam anlamıyla geliştirilmemiştir. Berntson, Sverke ve Marklund (2006) istihdam edilebilirliğin, halen istihdam edilenler açısından ele alınma düzeyinin yetersiz olduğunu belirtmektedir. Gerçekten istihdam edilebilirlik kavramı, genelde işsizler ve istihdam durumları sorunlu gruplar için araştırılmıştır. Bu yaklaşımlar, istihdam edilenler arasında esneklik durumunun kavranmasında yeterli görülmemektedir. İşsiz olanlar için istihdam edilebilirlik, bireylerin işgücü piyasasına girmelerini sağlayacak olanaklar anlamına gelmektedir. Ancak istihdamda olanlar için, örgütsel değişimlerde işini koruma ve ayakta kalma olanakları anlamına gelmektedir. Ayrıca Berntson, Sverke ve Marklund (2006), istihdam edilen bireyler ile ilgili literatürün ise, bireylerin yeni bir iş isteyip istemediklerine yani nesnel istihdam edilebilirliğe odaklandığını belirterek, bu istihdam biçiminin aslında, işler arasında bir geçiş aşaması ile ilgili olduğunu açıklamaktadır. Bu nedenle, istihdam edilebilirlik olgusuna öznel bir bakış önermektedirler. Öznel bakış 146 Sosyal Bilimler 6/1 (2008)s.141/158. yani, algılanan istihdam edilebilirlik, birinin yeni bir istihdam elde etme olanağının birey tarafından algılanması olarak tanımlanmaktadır. Bunun yanında Berntson, Sverke ve Marklund (2006), istihdam edilebilirliği, işçinin kaynakları ve bireysel olarak yeni bir istihdam elde etme olanaklarının belirlediğini, bunun yanında istihdam edilebilirliğin işgücü piyasasındaki koşullardan kaynaklandığını ifade etmektedir. İstidam edilebilirlik tanımında işçinin kaynaklarına değinilmesi dikkat çekicidir. Bireyin sahip olduğu kaynaklar ekonomik kaynakları, ilişki kaynakları ve mesleki uzmanlık yani kariyer sermayesi olarak ele alınabilir. Berntson, Sverke ve Marklund (2006), algılanan istihdam edilebilirliğin belirleyici değişkenlerini araştırmıştır. Algılanan istihdam edilebilirlik düzeyinin bireysel olduğu kadar ortamsal etmenlerden de etkilendiğini ileri sürmektedirler. Bu nedenle araştırmada kullanılan belirleyici değişkenler beşeri sermaye düzeyi, ikili işgücü piyasası ve genel ekonomik durumdur. Beşeri sermaye, tamamlanan en yüksek eğitim seviyesi, yetkinlik gelişimi ve kıdem şeklinde ölçülmektedir. İkili işgücü piyasası, iş sözleşmesi türü, fiziksel/kimyasal tehditlere maruz kalma şeklinde ele alınmaktadır. Ekonomik durum ise 1993 yılında yaşanan durgunluk ve 1999 yılındaki ekonomik refah dönemleri olarak araştırılmıştır. Berntson, Sverke ve Marklund’un (2006) ileri sürdükleri algılanan istihdam edilebilirlik kavramı, sadece yeni bir iş bulabilmeyi kapsayan tek boyutlu bir olgu olarak ele almaktadır. Algılanan istihdam edilebilirlik yeni bir iş bulma yanında, var olan istihdamı koruma boyutunu da kapsamalıdır. Ayrıca işgücü piyasası hakkında bilgi, hareketlilik isteği gibi boyutlarda eklenebilir. Berntson, Sverke ve Marklund’un (2006) çalışmasında, algılanan istihdam edilebilirliği etkileyen bireysel kaynaklar sadece beşeri sermaye olarak ele alınmıştır. Araştırmada beşeri sermayeye ek olarak ekonomik, kültürel ve sosyal sermayeden oluşan kariyer sermayesi değişkeni kullanılmıştır. 5. KARİYER SERMAYESİ VE İSTİHDAM EDİLEBİLİRLİĞİN İŞ GÜVENCESİZLİĞİ ÜZERİNDEKİ ETKİSİ Literatürde istihdam edilebilirlik ile iş güvencesizliği arasında ilişki olduğu ileri sürülmektedir. İstihdam edilebilirlik iş güvencesizliğinin belirleyicisi olarak görülmektedir. İşgücü piyasasında başka iş bulabileceğini düşünen çalışanlar için işini kaybetme korkusu azalacaktır (Greenhalgh ve Rosenblatt,1984). Bunun nedeni olarak, işverenlerin istihdam edilebilirlikleri yüksek çalışanlarına daha güvenceli istihdam imkânı sağladıkları ileri sürülmektedir. Ayrıca istihdam edilebilirlik iş güvencesizliği ile başa çıkma açısından bir kaynak olarak değerlendirilebilir. İş güvencesizliği, literatürde bir stres yaratıcı olarak ele alınmaktadır. Başa çıkma, bireyin işindeki stres verici koşullara karşı verdiği açık tepkiler ve bu tepkileri hafifletme çabaları olarak tanımlanmaktadır. Lazarus ve Folkman’a (1984) göre başa çıkma, kişinin 147 B.Seçer /Kariyer Sermayesi İstihdam Edilebilirliğin İş Güvencesizliği Üzerindeki Etkisi kaynaklarını aştığı ve zorladığı değerlendirilen belirli iç ve dış istekleri yönetmek üzere bilişsel ve davranışsal çabalarıdır. İş güvencesizliği bu değerlendirme sürecinde bir tehdit olarak görülebildiği gibi bir meydan okuma olarak da değerlendirilebilir (Klandermans vd.,1991). İstihdam edilebilirliği yüksek olan bireyler için iş kaybı korkusu kariyer ve yaşam çizgilerini değiştirme fırsatı olarak anlaşılabilecektir. Kariyer sermayesi ise bu aşamada istihdam edilebilirliği desteklemektedir. Ayrıca kariyer sermayesi de, iş güvencesizliği ile başa çıkma sürecine yardımcı olan destek biçimlerini içermektedir. Örneğin sosyal sermaye aracılığıyla hem işgücü piyasasında iş olanakları takip edilebilmekte hem de iş güvencesizliği karşısında sosyal destek sağlanmaktadır. Araştırmada, ilk olarak kariyer sermayesinin algılanan istihdam edilebilirliğe etki edebileceği ileri sürülmektedir. Çünkü kariyer sermayesi, nesnel ve öznel kariyer başarısını etkilemekte ve algılanan istihdam edilebilirliğe temel oluşturmaktadır. Algılanan istihdam edilebilirlik ile ilgili bir araştırmada beşeri sermayenin etkisine değinilmektedir. Araştırmada, bu sermaye biçimlerinin de ötesinde ekonomik, beşeri, kültürel ve sosyal sermayeden oluşan kariyer sermayesinin bütün olarak algılanan istihdam edilebilirliği etkilediği ileri sürülmektedir. H1: Kariyer sermayesi arttıkça algılanan istihdam edilebilirlik düzeyi artmaktadır. Algılanan istidam edilebilirlik düzeyi, iş güvencesizliğinin daha düşük düzeyde olmasına yol açacaktır. Kariyer sermayesi ve algılanan istihdam edilebilirliğin, iş güvencesizliği üzerindeki etkisi tek bir modelde ele alınacaktır. Bu modelin hipotezleri şöyledir: H2: Algılanan istihdam edilebilirlik düzeyi arttıkça nicel iş güvencesizliği azalmaktadır. H3: Algılanan istihdam edilebilirlik düzeyi arttıkça nitel iş güvencesizliği azalmaktadır. Kariyer Sermayesi + Algılanan İstihdam Edilebilirlik - Nicel İş Güvencesizliği Nitel İş Güvencesizliği Şekil 1: Kariyer Sermayesi ile Algılanan İstihdam Edilebilirliğin Nicel ve Nitel İş Güvencesizliği Üzerindeki Etkisi 148 Sosyal Bilimler 6/1 (2008)s.141/158. 6. GEREÇ VE YÖNTEM 6.1. Veri Toplama Araçları Ankette kullanılan ölçekler, Türkçeye çevrilmiş ve daha sonra bir başka akademisyen tarafından İngilizceye çevrilerek kontrol edilmiştir. Bundan sonra 100 kişilik bir gruba pilot çalışma uygulanmıştır. İş güvencesizliği, algılanan istihdam edilebilirlik, beşeri sermaye, sosyal sermaye ve kültürel sermaye ölçekleri için yapı geçerliliği, Lisrel programı aracılığıyla doğrulayıcı faktör analizi ile test edilmiştir*. İş Güvencesizliği Ölçeği: Araştırmada Hellgren, Sverke ve Isaksson (1999) tarafından geliştirilen iş güvencesizliği ölçeği kullanılmıştır. Bu ölçek, 7 sorudan oluşmakta ve iş güvencesizliğini nicel ve nitel iş güvencesizliği olarak iki boyutlu ele almaktadır. Ölçek, 1-Hiç Katılmıyorum 5-Tamamen Katılıyorum olmak üzere 5’li Likert ölçeğine göre cevaplanmaktadır. Ölçekteki 4,5,6,7 numaralı sorular ters çevrilerek kodlandıktan sonra analiz edilmiştir. Ekonomik Sermaye: Bireylerin sahip olduğu ekonomik sermaye düzeyi, ankette 3 soru ile ölçülmüştür. Bu sorular, ailenin aylık toplam geliri (ücret, emekli maaşı, faiz ve kira gelirleri vb.), tasarrufların toplamı (banka hesabı, fon, döviz, altın vb.) ve çalışan işten çıkarıldığı takdirde hak kazanabileceği kıdem tazminatı miktarını ölçmektedir. Literatürde, bireysel düzeyde ekonomik sermayenin genellikle gelir ile araştırıldığı görülmektedir. Bazı çalışmalarda, maddi zorluk durumunda arkadaşlardan borç alınıp alınamayacağı ve ne kadar borç alınabileceğinin bile ekonomik sermayeye dahil edildiği görülmektedir (Krueger, 1998). Bu nedenle, bireyin sahip olduğu tasarruf miktarı ve işten çıkarıldığında alabileceği kıdem tazminatı da ekonomik sermaye içinde sayılmış ve ölçülmüştür. Beşeri Sermaye: Beşeri sermaye düzeyi, genellikle bireyin eğitim durumu ve kıdem düzeyi ile ölçülmektedir. Aslında eğitim ve kıdem düzeyi, bireyin işini ne kadar doğru yaptığı konusundaki düşüncelerini gösteren mesleki uzmanlığı etkilemektedir. Bunun için Heijde ve Heijden (2006) tarafından geliştirilen istihdam edilebilirlik ölçeğinin mesleki uzmanlık boyutunun 4 sorusu kullanılmaktadır. Kültürel Sermaye: Kültürel sermaye, bireyin çeşitli kültürel faaliyetlere katılım düzeyi olarak ele alınabilir. Bununla ilgili sorular, DiMaggio’nun (1982) bireyin kültürel sermaye düzeyi ile okul başarısını araştırdığı çalışmasından alınmıştır. Kültürel sermayenin bu boyutu ile ilgili 5 soru bulunmaktadır. Sorular, 1-Çok Az 5-Çok Sık şeklinde cevaplanmaktadır. Sosyal Sermaye: Sosyal sermayeyi ölçmek için kullandığımız sorular, Eby, Butts ve Lockwood’un (2003) geliştirdiği ölçek temel alınarak geliştirilmiştir. Eby, Butts ve Lockwood (2003), bireyin sahip olduğu örgüt içi ağ genişliğini 3 soru ve örgüt dışı ağ genişliğini ise 4 soru ile ölçmektedir. Ölçek, 1-Hiç Katılmıyorum 5-Tamamen Katılıyorum olmak üzere 5’li Likert * Doğrulayıcı faktör analizi sonuçları için yazara e-posta adresinden ulaşılabilir. 149 B.Seçer /Kariyer Sermayesi İstihdam Edilebilirliğin İş Güvencesizliği Üzerindeki Etkisi ölçeğine göre cevaplanmaktadır. Ölçekteki 7 numaralı soru ters çevrilerek kodlandıktan sonra analiz edilmektedir. Algılanan İstihdam Edilebilirlik: Algılanan istihdam edilebilirlik, çalışanın yeni bir iş elde etme olanağına ve mevcut işini sürdürebilmesine inancı olarak araştırılmaktadır. Az sayıda çalışmada ele alınan algılanan istihdam edilebilirlik, genellikle tek soru ile ölçülmektedir. Örneğin Berntson, Sverke ve Marklund (2006), algılanan istihdam edilebilirliği “şu anda bulunduğunuz yerden taşınmadan, benzer bir iş elde etmeniz ne kadar kolay olurdu?” sorusu ile ölçmektedir. Berntson, Sverke ve Marklund (2006), araştırmanın sınırlılıklarında istihdam edilebilirliği tek soru ile ölçmenin yeterli olmadığını, güvenilirliğin belirlenemediğini ve gelecekte çok boyutlu ölçeklerin geliştirilmesi gerektiğini belirtmiştir. Buradan hareketle, istihdam edilebilirlik faaliyetleri, örgüt içi ve dışı istihdam edilebilirlik gibi boyutları ölçen 6 soruluk bir algılanan istihdam edilebilirlik formu geliştirilmiştir. İstihdam edilebilirlik faaliyetleri ölçeğinden (Van Dam, 2004) uyarladığımız sorular, “işimden ayrılarak, çalışmadan geçirdiğim bir süre sonunda, yeniden iş bulabileceğimi düşünüyorum”, “şu anda çalıştığım işletme için değerli bir çalışan olduğumu hissediyorum”, “gelecekteki kariyer fırsatlarımın kontrolüm altında olduğunu düşünüyorum”, “şu anda bulunduğunuz iş pozisyonundan ayrılmadan, benzer bir iş elde etmeniz ne kadar kolay olurdu”, “istihdam edilebilirliğimi aktif olarak geliştirmeye çalışıyorum” ve “örgüt içi boş pozisyonlardan haberdar olduğumu düşünüyorum” şeklindedir. Sorular, 1-Hiç Katılmıyorum 5-Tamamen Katılıyorum olmak üzere 5’li Likert ölçeğine göre cevaplanmaktadır. Ankette kullanılan ölçek ve soru gruplarının güvenilirlik düzeylerinin belirlenmesi için Cronbach Alpha güvenilirlik katsayısından yararlanılmıştır. Tablo 1: Ölçeklerin Güvenilirlik Katsayıları Ölçekler Alpha Değeri İş Güvencesizliği Nicel İş Güvencesizliği Nitel İş Güvencesizliği Sosyal Sermaye Algılanan İstihdam Edilebilirlik Beşeri Sermaye Kültürel Sermaye 0,73 0,76 0,82 0,65 0,84 0,69 6.2. Örneklem Araştırma evreni, Manisa Organize Sanayi Bölgesindeki işletmelerde istihdam edilen beyaz yakalı çalışanlar olarak seçilmiştir. Evren olarak beyaz yakalı çalışanların seçilmesi, öncelikle mavi yakalı çalışanların daha yüksek düzeyde iş güvencesizliğine maruz kalabilmelerinden kaynaklanmaktadır. 150 Sosyal Bilimler 6/1 (2008)s.141/158. Çünkü mavi yakalı çalışanlar yeniden yapılanma, küçülme ve dışsallaştırma gibi uygulamalardan daha fazla etkilenmektedir. Bu durumda, mavi yakalı çalışanlar için elde edilen sonuçlar yanıltıcı olabilecektir. Ayrıca mavi yakalı çalışanların, kariyer sermayesi ve istihdam edilebilirlik düzeylerinin beyaz yakalı çalışanlara göre daha düşük olduğu tahmin edildiğinden, araştırma kapsamına beyaz yakalı çalışanlar alınmıştır. Anket uygulaması, 06.12.2006-06.04.2007 tarihleri arasında gerçekleştirilmiştir. Anket sürecinde Manisa Organize Sanayi Bölgesindeki işletmelerin 84 tanesi ile görüşülmüş ve olumlu yanıt alınan 19 işletmede anket uygulanmıştır. Anket uygulanan işletmelerdeki beyaz yakalı çalışanlar basit tesadüfi örnekleme yöntemi ile seçilmiştir. 19 işletmede iletişime geçilen personel beyaz yakalı çalışanların tümüne anketi uygulamıştır. 2006 yılı verilerine göre Manisa Organize Sanayi Bölgesinde 3608 beyaz yakalı çalışan bulunmaktadır. İşletmelere 700 anket dağıtılmış, 310 anket geri alınmıştır. 3 anket, cevapların büyük bir çoğunluğu boş olması nedeniyle değerlendirmeye alınmamıştır. Böylece kullanılabilir 307 anket formu elde edilmiştir. Örneklemin yaş, cinsiyet, medeni durum, eğitim durumu, kıdem gibi demografik özellikleri Tablo 2’de görülmektedir. Tablo 2’ye göre örneklem yaş açısından 24-32 yaşları arasında yoğunlaşmaktadır (%56,4). Ayrıca 33-41 yaş grubu da önemli bir sayıdadır (%31,3). 42 yaş üstü katılımcı sayısı ise oldukça azdır. Buna göre örneklem daha çok genç ve orta yaşlı katılımcılardan oluşmaktadır. Cinsiyet açısından, erkek ve kadınlar çok yakın oranlara sahip olmakla birlikte, erkek katılımcıların %57 ile daha ağırlıkta olduğu görülmektedir. Örneklemin medeni durumu da, yakın oranlara sahiptir. Küçük bir farkla çoğunluğu evliler oluşturmaktadır (%52,4). Çocuk sahibi olanlar %53,1 ile çocuğu olmayanlardan daha fazladır. 151 B.Seçer /Kariyer Sermayesi İstihdam Edilebilirliğin İş Güvencesizliği Üzerindeki Etkisi Tablo 2: Demografik Değişkenlerin Sayısal ve Yüzdesel Dağılımı Demografik Değişkenler Yaş 19-23 24-32 33-41 42-50 51 ve üstü Medeni Durum Evli Bekar Kıdem 1-5 yıl 6-10 yıl 11-15 yıl 16-23 yıl Sayı Yüzde (%) 28 173 96 9,1 56,4 31,3 8 - 2,6 - 161 140 52,4 45,6 208 65 67,8 21,2 11 5 3,6 1,6 Demografik Değişkenler Cinsiyet Erkek Kadın Eğitim Durumu İlkokul Ortaokul Lise Yüksekokul Fakülte Y. Lisans Doktora Çocuk Durumu Yok Var Sayı Yüzde (%) 175 128 57 41,7 2 1 23 ,7 ,3 7,5 73 159 47 1 23,8 51,8 15,3 ,3 163 144 53,1 46,9 İşletmede kaç yıldır çalışıldığı yani kıdem ile ilgili veriler, örneklemin en çok 1-5 yıllık kıdem grubunda olduğunu göstermektedir. Daha sonra 6-10 yıllık kıdeme sahip grup gelmektedir. Bu iki grup yani 1-10 yıl arası kıdeme sahip olanlar örneklemin %89’unu oluşturmaktadır. Örneklem eğitim açısından değerlendirildiğinde, katılımcıların eğitim düzeylerinin yüksek olduğu görülmektedir. Araştırma evreni beyaz yakalı çalışanlar olarak seçildiği için beklenen bir durumdur. Katılımcıların yarısı fakülte mezunudur (%51,8). Bu grubu yüksek okul mezunları takip etmektedir (%23,8). Yüksek lisans mezunları da dikkat çekici bir orandadır (%15,3). 6.3. Verilerin Çözümlemesi Araştırmada ileri sürülen hipotezler yapısal eşitlik modeli (YEM) aracılığıyla test edilmiştir. Kariyer sermayesi, algılanan istihdam edilebilirlik ile nicel ve nitel iş güvencesizliği arasındaki ilişkiler bütün olarak Lisrel 8.54 programı aracılığıyla ortaya çıkarılmaya çalışılmıştır. Bunun için ekonomik, beşeri, kültürel ve sosyal sermaye gözlenen değişkenlerinin tanımladığı kariyer sermayesi örtük değişkeni oluşturulmuştur. Gözlenen değişkenler için toplam puanlar hesaplanmış ve analizde bu puanlar kullanılmıştır. Buna göre, ekonomik sermaye 3 ekonomik sermaye sorusundan, beşeri sermaye mesleki uzmanlık ölçeği sorularından, kültürel sermaye kültürel faaliyetlere katılım ölçeği sorularından ve sosyal sermaye iç ve dış ağ büyüklüğünü ölçen sorulardan meydana gelmektedir. Modelde, ölçüm ve yapısal eşitlik modeli birlikte yani tek aşamalı analiz yöntemi izlenmiştir. Modelin hesaplanmasında, kovaryans matriksine göre en çok olabilirlik metodu izlenmiştir. 152 Sosyal Bilimler 6/1 (2008)s.141/158. 7. BULGULAR VE TARTIŞMA Araştırmanın amacının açıklandığı bölümde, kariyer sermayesinin bireylerin iş bulmalarını veya işlerini sürdürebilmelerini kolaylaştırabileceği belirtilmiştir. Bu bağlamda, kariyer sermayesi düzeyinin istihdam edilebilirlik düzeyini etkilediği anlaşılmaktadır. Böylece kariyer sermayesinin nicel ve nitel iş güvencesizliği üzerinde bireyin algıladığı iş olanakları veya algılanan istihdam edilebilirlik düzeyi ile etkili olduğu model analiz edilmiştir. Modelin t değerlerine göre tüm ilişkiler anlamlıdır. X2 değerinin serbestlik derecesine oranı 2.9 olarak bulunmuştur. Bu oran kabul edilebilir uyumu göstermektedir. Diğer uyum kriterlerinde de kabul edilebilir uyum sağlanmıştır. RMSEA (.80), CFI (.91) ve GFI (.92) olarak kabul edilebilir uyumu göstermektedir (Şimşek, 2007). Sosyal Sermaye Beşeri Sermaye Nicel İş Güvencesizliği 0.56 -0.29 0.81 Kariyer Sermayesi 0.73 İstihdam Edilebilirlik 0.40 0.71 Kültürel Sermaye Nitel İş Güvencesizliği 0.19 Ekonomik Sermaye Şekil 2: Kariyer Sermayesi ve Algılanan İstihdam Edilebilirlik ile İş Güvencesizliği Yapısal Eşitlik Modeli Kariyer sermayesini tanımlayan gözlenen değişkenler incelendiğinde, sırasıyla mesleki uzmanlık (.81), sosyal sermaye (.56), kültürel sermaye (.40) ve son olarak ekonomik sermaye (.19) gelmektedir. Buna göre kariyer sermayesini tanımlayan en önemli değişken mesleki uzmanlık yani beşeri sermayedir. Ekonomik sermaye, kuramsal olarak en önemli sermaye türü olarak görülse de burada en düşük öneme sahip değişken olarak değerlendirilmektedir. Kariyer sermayesindeki değişkenliği sırasıyla beşeri sermaye (%66), sosyal sermaye (%31), kültürel sermaye (%16) ve ekonomik sermaye (%3.5) açıklamıştır. Ölçüm eşitlikleri formülleri aşağıda verilmiştir: 153 B.Seçer /Kariyer Sermayesi İstihdam Edilebilirliğin İş Güvencesizliği Üzerindeki Etkisi SCT = 3.68*Kariyer, Errorvar.= 29.93, R² = 0.31 (0.41) (2.95) 8.87 10.16 MESUZ = 2.29*Kariyer, Errorvar.= 2.69 , R² = 0.66 (0.20) (0.72) 11.42 3.72 KULTUR = 1.46*Kariyer, Errorvar.= 11.24, R² = 0.16 (0.28) (1.08) 5.15 10.39 EKONO = 0.55*Kariyer, Errorvar.= 8.21 , R² = 0.035 (0.18) (0.67) 2.96 12.26 Kariyer sermayesinin algılanan istihdam edilebilirlik düzeyini arttırdığı ileri sürülmüştü. Modelde kariyer sermayesi algılanan istihdam edilebilirliği pozitif yönde ve yüksek düzeyde etkilemektedir (.73). Algılanan istihdam edilebilirlik örtük değişkeni, nitel iş güvencesizliğini pozitif yönde ve yüksek düzeyde etkilemektedir (.71). Son olarak, algılanan istihdam edilebilirlik nicel iş güvencesizliğini negatif yönde ve orta düzeyde etkilemektedir (-.29). Yapısal eşitliklere bakıldığında, kariyer sermayesi algılanan istihdam edilebilirlikteki değişkenliği yüksek düzeyde, %53 düzeyinde açıklamaktadır. Algılanan istihdam edilebilirlik ise, nitel iş güvencesizliği değişkenliğinin %51 ve nicel iş güvencesizliği değişkenliğinin %8.5’ini açıklamaktadır. Nicel = - 0.30*Algi, Errorvar.= 0.91 , R² = 0.085 (0.086) (0.21) -3.53 4.28 Nitel = 0.49*Algi, Errorvar.= 0.21 , R² = 0.51 (0.13) (0.10) 3.76 2.05 Algi = 0.70*Kariyer, Errorvar.= 0.42 , R² = 0.53 (0.086) (0.11) 8.13 3.87 Çalışmamızda kariyer sermayesinin ekonomik, beşeri, kültürel ve sosyal sermayeden oluştuğu açıklanmıştı. Bu kısımda kariyer sermayesi ekonomik, beşeri, kültürel ve sosyal sermaye gözlenen değişkenlerinden oluşan örtük bir değişken olarak analiz edilmiştir. Böylece kariyer sermayesinin bütün olarak algılanan istihdam edilebilirlik ve iş güvencesizliği üzerindeki etkisi ortaya çıkartılmıştır. Literatürde kariyer sermayesi ilk defa bu şekilde 154 Sosyal Bilimler 6/1 (2008)s.141/158. araştırılmaktadır. Bu sayede kariyer sermayesi örtük değişkeni, kuramsal olarak oluşturduğumuz kariyer sermayesi olgusunu doğrulamaktadır. Modelde kariyer sermayesi algılanan istihdam edilebilirliği, algılanan istihdam edilebilirlik de nicel ve nitel iş güvencesizliğini etkilemektedir. Kariyer sermayesi ile ilgili açıklamalarımızda, kariyer sermayesi düzeyi yüksek olan işçilerin istihdam edilebilirliklerini yüksek algıladıkları ve bu nedenle iş güvencesizliğini daha düşük yaşadıkları ileri sürülmüştü. Kariyer sermayesi, işçinin hem işini sürdürme hem de başka iş bulabilmeye olan inancını pozitif yönde etkilemektedir. Kariyer sermayesinden etkilenen algılanan istihdam edilebilirlik, nicel ve nitel iş güvencesizliği düzeylerini etkilemektedir. Dolayısıyla kariyer sermayesinin iş güvencesizliğini etkileyebileceği de doğrulanmaktadır. Kariyer sermayesi, algılanan istihdam edilebilirliği pozitif yönde ve yüksek düzeyde etkilemektedir. Algılanan istihdam edilebilirlik ise nicel iş güvencesizliğini negatif yönde ve orta düzeyde etkilemektedir. Buna göre, kariyer sermayesi arttıkça algılanan istihdam edilebilirlik artmakta ve işini kaybetme kaygısı azalmaktadır. Böylece ileri sürdüğümüz hipotez desteklenmiştir. Kariyer sermayesi bileşenleri, iş güvencesizliğini etkilediği gibi, kariyer sermayesi bütün olarak algılanan istihdam edilebilirlik aracılığıyla nicel iş güvencesizliğini etkilemektedir. Bu durum, kariyer sermayesi ve istihdam edilebilirliğin önemli bir başa çıkma kaynağı olduğunu göstermektedir. Algılanan istihdam edilebilirlik nitel iş güvencesizliğini pozitif yönde ve yüksek düzeyde etkilemektedir. Algılanan istihdam edilebilirlik yükselirken işin niteliklerinin kaybından endişe edilmesi işin önemini göstermektedir. Çalışanlar işlerini kaybetmekten daha az kaygılanırken, işin niteliklerini kaybetmekten daha çok endişe etmektedir. Bu durum, kariyer sermayesinin işin niteliklerinin yerine konmasında yardımcı olamamasından kaynaklanabilir. Ayrıca algılanan istihdam edilebilirlikleri yüksek düzeyde olan çalışanlar kendilerini işgücü piyasasında daha değerli görmekte ve bu nedenle kariyer ilerlemesi ve ücret artışı beklentileri daha yüksek olabilmektedir. Gerçekten nitel iş güvencesizliği ölçeğinde “işletmede geleceğe ilişkin kariyer fırsatlarım yeterlidir” ve “ücret artışım umut vericidir” soruları bulunmaktadır. Buradan anlaşılacağı gibi, algılanan istihdam edilebilirlik düzeyinin yükselmesi, kendini örgüt için daha değerli bulmaya yol açmakta ve nitel iş güvencesizliğini arttırmaktadır. 9. SONUÇ Çalışmada, iş güvencesizliğini etkileyen etmenler olarak kariyer sermayesi ve istihdam edilebilirlik olguları araştırılmıştır. Başka bir deyişle, iş güvencesizliğini etkileyen değişkenler olarak bireyin kariyer sermayesi ve istihdam edilebilirlik düzeyi ele alınmıştır. Kariyer sermayesi, kariyeri etkilediği gibi istihdam edilebilirlik düzeyini de etkilemektedir. İstihdam edilebilirlik ile ilgili literatürde en son yaklaşım, algılanan istihdam edilebilirlik düzeyi ve bunu etkileyen 155 B.Seçer /Kariyer Sermayesi İstihdam Edilebilirliğin İş Güvencesizliği Üzerindeki Etkisi değişkenlerin araştırılmasıdır. Bireyin sahip olduğu kariyer sermayesi, yani maddi durumu, mesleki uzmanlığı, kültürel faaliyetlere katılımı ve sosyal ağ genişliği mevcut işini sürdürmesini veya başka bir iş bulabileceğine olan inancını etkilemektedir. Buna göre, çalışmada beyaz yakalı çalışanlar üzerinde yapılan görgül araştırma sonuçlarına göre, literatürde de ileri sürüldüğü gibi, çalışanların kariyerlerinden kendilerinin sorumlu olmaları ve başka bir iş bulabileceklerine inanmalarının, algılanan iş güvencesizliğini azalttığı ortaya çıkmıştır. İstihdam edilebilir olduğunu düşünen ve kariyerleri için gerekli kaynaklara sahip çalışanlar, işlerini kaybetme korkusunu daha az yaşamakta, fakat genellikle işin niteliklerini kaybetme korkusu taşımaktadırlar. Kariyer sermayesi ve istihdam edilebilirliğin iş niteliklerini kaybetme korkusunu azaltmadığı hatta arttırdığı anlaşılmaktadır. Çünkü kariyer sermayesi ve istihdam edilebilirlik iş nitelikleri kaybına karşı koyabilmek için yeterli desteği sağlamamaktadır. Örneğin ücret artışında azalma hatta ücret düzeyinde azalma gibi durumlarda, kariyer sermayesi uygun başa çıkma kaynaklarını sağlayamamaktadır. Sadece ekonomik sermaye düzeyi, ücret ile ilgili sıkıntıları karşılayabilecektir. Ancak ekonomik sermaye düzeyinin de büyük ölçüde ücrete bağlı olduğu unutulmamalıdır. Diğer sermaye biçimleri bu gibi durumlarla başa çıkmak için çok etkili olmayacaktır. Bu noktada, işin değer verilen niteliklerinin kaybı durumunda kariyer sermayesi ve istihdam edilebilirliğin, tehdidi önleme ve başa çıkma kaynağı olarak etkili olmadığı üzerinde durmak gerekir. Hatta bu özellikler iş niteliklerinin kaybından duyulan korkuyu arttırabilmektedir. Bu nedenle, çalışanlar için mevcut işin çok değerli olduğu anlaşılmaktadır. Gerçekten terfi sürecinde yaşanacak bir duraklama, ücret artışının azalması veya durması, kariyer sermayesi ve istihdam edilebilirlik düzeylerinin yüksek olması nedeniyle işlerinden beklentileri yüksek olan çalışanları daha olumsuz etkileyebilecektir. Ülkemizde iş güvencesizliğinin algılanan boyutunu araştıran çalışma sayısının çok az olduğu ve iş güvencesizliğinin sadece hukuki ve iktisadi boyutları üzerinde durulduğu görülmektedir. Birçok çalışmada, işten çıkarılma hukuksal açıdan ele alınmakta ve diğer çalışmalarda ise, iş güvencesi yasasının ekonomik etkisine odaklanılmaktadır. İş güvencesi yasası kapsamında bulunma, tek başına algılanan iş güvencesizliği üzerinde etkili olabilecek özellik göstermemektedir. Bir başka deyişle, iş güvencesi yasası kapsamında bulunma işini kaybetme korkusunu azaltmamaktadır. Bu durumda, algılanan iş güvencesizliğinin diğer belirleyicilerinin araştırılması ve etkilerinin ortaya çıkarılması gerekli olmaktadır. İşsizliğin ve kayıt dışı istihdamın yüksek olduğu ülkemizde, araştırmacılar iş güvencesizliği konusuna yeterli ilgiyi göstermemektedir. Buna karşın iş güvencesizliğinin sağlık alanından ekonomik ve politik alana kadar olumsuz etkilerinin olduğu, çalışanlar arasında iş güvencesizliği yaygınlaştıkça 156 Sosyal Bilimler 6/1 (2008)s.141/158. ve sürekli hale geldikçe bu olumsuz etkilerin artacağı belirtilmelidir. Bu nedenle literatürde ele alınan diğer güvencesizlik biçimlerinin yanı sıra iş güvencesizliğinin de araştırılması gereklidir. Özellikle iş güvencesizliğinin olumsuz sonuçlarını azaltan etmenlerin araştırılması sayesinde, iş güvencesizliği düzeyini azaltan çözüm yolları bulunabilecek ve iş güvencesizliği ile karşı karşıya kalan bireylere yardım edilebilecektir. KAYNAKÇA Akalın Güneri, (1981) Kamu Ekonomisi. A. Ü. SBF, No: 486, Ankara. Angel Fuente, Antonio Ciccone, (2002) Human capital in a global and knowledge-based economy. Report prepared for the DG for Employment and Social Affairs of the European Commission, http://pareto.uab.es/wp/2003/56203.pdf, (17.10.2005). Beasley Maya, (2003) Perpetuating the occupational achievement gap through the aspirations of african-American and white college students. Stanford University. Yayınlanmamış Doktora Tezi. Berntson Erik, Sverke Magnus, Marklund Staffan, (2006) “Predicting perceived employability: Human capital or labour market opportunities?”, Economic and Industrial Relations. Vol:27, No:2, (223-244). Bourdieu Pierre, (1986) “Forms of capital”, (Ed. John G. Richardson) Handbook of theory and research for the sociology of education, Greenwood, New York. Buren Van Harry, (2003) “Boundaryless careers and employability obligations”, Business Ethics Quarterly. Vol. 13, No:2, (131-149). Davy Jeanette, Kinicki Angelo, Scheck Christine, (1997) “A test of job security's direct and mediated effects on withdrawal cognitions”, Journal of Organizational Behavior. Vol. 18, (323-349). DiMaggio Paul, (1982) “Cultural capital and school success: The impact of status culture participation on the grades of U.S. high school students”, American Sociological Review. Vol:47, (189-201). Eby Lillian T., Butt Marcus, Lockwood Angie, (2003) “Predictors of success in the era of the boundaryless career”, Journal of Organizational Behavior. Vol:24, (689-708). Flint John, Rowlands Rob, (2003) “Commodification, normalisation and intervention: Cultural, social and symbolic capital in housing consumption and governance”, Journal of Housing and the Built Environment. Vol:18, (213-232). Greenhalgh Leonard, Rosenblatt Zehava, (1984) “Job insecurity: Toward conceptual clarity”, Academy of Management Review. Vol. 9, No:3, (438-448). Hartmann Michael, (2000) “Class-specific habitus and the social reproduction of the business elite in Germany and France”, Sociological Review. Vol:48(2), (241-261). Heaney Catherine A., Israel Barbara A., House James S., (1994) “Chronic job insecurity among automobile workers: Effects on job satisfaction and health” Social Science & Medicine. Vol.38. Hellgren Johnny, Sverke Magnus, Isaksson Kerstin, (1999) “A two-dimensional approach to job insecurity: Consequences for employee attitudes and well-being”, European Journal of Work and Organizational Psychology. Vol. 8, No:2, (179-195). Hui Chun, Lee Cynthia, (2000) “Moderating effects of organization-based self-esteem on organizational uncertainty: Employee response relationships”, Journal of Management. Vol:26, No:2,(215-232). 157 B.Seçer /Kariyer Sermayesi İstihdam Edilebilirliğin İş Güvencesizliği Üzerindeki Etkisi Judge Timothy A., Cable Daniel M., Boudreau John W., Bretz Robert D., (1995) “An empirical investigation of the predictors of executive career success”, Personnel Psychology. Vol:48, (485-519). Klandermans Bert, Van Vuuren Tinka, Jacobson Dan, (1991) “Employees and job insecurity”, (Ed. J. Hartley, D. Jacobson, B. Klandermans, T. van Vuuren), Job insecurity: coping with jobs at risk, Sage Publications, London. Krueger Patrick M., (2004) Social, cultural, and economic capital, and behavioral investments in health. University of Colorado, Yayınlanmamış Doktora Tezi. Lazarus Richard S., Folkman Susan, (1984) Stress, appraisal, and coping. Springer, New York. Mayrhofer W., Strunk G., Schiffinger M., Iellatchitch A., Steyrer J., Meyer M., (2002) “Career Habitus: Theoretical and Empirical Contributions to Make a Black Box Gray”, Academy of Management Annual Conference. Näswall Katharina, De Witte Hans, (2003) “Who fells insecure in Europa? Predicting job insecurity from background variables”, Economic and Industrial Democracy. Vol:24, No:2, (189-215). Näswall, Katharina (2004) Job insecurity from a stress perspective: Antecedents, consequences, and moderators. Akdemitryek AB, Edsbruk. OECD, (2001) The Well-being of Nations: The Role of Human and Social Capital. Paris: OECD. Sverke Magnus, Hellgren Johnny, Näswall Katharina, (2002) “No security: A meta-analysis and review of job insecurity and its consequences”, Journal of Occupational Health Psychology. Vol:7, No:3, (242-264). Şimşek Ömer Faruk, (2007) Yapısal Eşitlik Modellemesine Giriş: Temel İlkeler ve LISREL Uygulamaları. Ekinoks Yayınları, Ankara. Van Dam Karen, (2004) “Antecedents and consequences of employability orientation”, European Journal of Work and Organizational Psychology. Vol:13(1), (29-51). Van Der Heijde Claudia M., Van Der Heijden Beatrice I. J. M., (2006) “A competence-based and multidimensional operationalization and measurement of employability”, Human Resource Management. Vol:45, No:3, (449-476). http://dictionary.reference.com/browse/employability 158 T.C. CELAL BAYAR ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ DERGİSİ YAZIM KURALLARI VE YAYIN İLKELERİ Celal Bayar Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi, Celal Bayar Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü tarafından yılda iki kez yayımlanır. Dergide, enstitüdeki yüksek lisans ve doktora programlarında yer alan anabilim dallarıyla ilgili konularda özgün ve nitelikli çalışmalar yayımlanabilir. Dergiye gönderilen eserlerde aranacak yayın ilkeleri ve yazım kuralları aşağıdaki gibi belirlenmiştir. 1. Dergiye gönderilen yazı ve makaleler daha önce hiçbir yerde yayımlanmamış ve yayın hakları verilmemiş olmalıdır. 2. Dergide yayımlanacak yazı ve makaleler Türkçe, İngilizce, Fransızca ve Almanca’dan herhangi biriyle yapılabilir. Ancak Türkçe hazırlanan çalışmalarda Türk Dil Kurumunun belirlediği kurallar esas alınmalı ve kelimelerin imlâsında Türk Dil Kurumu İMLA KILAVUZU dikkate alınmalıdır. Çalışmanın başında Türkçe başlık ve en fazla 200 sözcükten oluşan Türkçe ve İngilizce özet ile en fazla 10 tane anahtar sözcük verilmelidir. 3. Dergide yayımlanacak çalışmaların biçim sırası - Türkçe başlık - Özet - Anahtar sözcükler - Yabancı dilde başlık - Yabancı dilde özet - Yabancı dilde anahtar sözcükler - Metin - Kaynakça - Ekler şeklinde olmalıdır. 4. Yazıda yer alan konu başlıkları I, II, III, … gibi Romen rakamlarıyla, alt başlıklar ise A, B, C, … gibi büyük harflerle sıralanmalıdır. Makaleyi bölümlere ayırmada ondalık sistem kullanılmalıdır. Tablo ve şekillerin hazırlanmasında derginin boyutları ve genel dizayn dikkate alınmalıdır. Şekillere ve tablolara başlık ve sıra numarası verilmeli ve sayfaya ortalanmalıdır. Başlıklar tabloların üstünde şekillerin ise altında yer almalıdır. Denklemlere sıra numarası verilmelidir. Sıra numarası parantez içinde ve sayfanın en sağında bulunmalıdır. 5. Çalışmanın başlığı sol üst kenarsan 6 cm. aşağıdan yazılmalıdır. Başlığın sağ alt tarafına yazar veya yazarların adları akademik unvanlarla birlikte yazılmalı çalıştığı kurum, iletişim ve elektronik posta adresleri ise adların yanına konulacak dipnot işaretleriyle sayfa altına verilmelidir. Eğer çalışma başka bir kurumdan destek aldıysa başlık yanına verilecek dipnotla sayfa altına ilgili kurum yazılmalıdır. 6. Dergiye gönderilecek yazı makaleler MS Word programında yazılmış olarak diskette ve üç kopya olarak gönderilmelidir. Ayrıca, Dergi’nin elektronik posta adresine de iletilmelidir. 7. Çalışmalar ekleriyle birlikte 15 sayfayı geçmemelidir. 8. Metin yazımı A4 boyutundaki kağıda 1,5 aralıklı olarak Times New Roman tur karakteriyle 11 punto, dipnot ve açıklamalar 9 punto ile yazılmalıdır. Başlıklar koyu, özet ve dipnotlar tek ara ile yazılmalıdır. Sayfa boyutları sol 2,1 cm., sağ 2,1 cm., üst 2 cm. ve alt 2,1 cm. olacak şekilde ayarlanmalıdır. Kağıt boyutu “Özel Boyut”ta genişlik 17 cm. ve yükseklik 24 cm. olacak şekilde düzenlenmelidir. 9. Metin içindeki alıntı ve aktarma yoluyla kullanılan kaynaklar; parantez sistemine göre soyadı, yılı ve sayfası olacak şekilde metin içinde cümle bitiminde gösterilmeli ve ayrıca kaynakçada yer almalıdır. Açıklama ve diğer dipnotlar numaralandırma esasına göre metnin sonuna eklenmelidir. Makaleler “Kaynakça”sız verilmemelidir. Kaynakça şu biçimde olmalıdır; Dergi için; ERCİLASUN, Bilge(2001), “Modern Türk Edebiyatında Ahiret Kavramı”, Türkbilig Türkoloji Araştırmaları 2, s.40-45 Kitap için; TÜRK, İsmail(1999), Maliye Politikası, 13. Bası, Turhan Kitabevi, Ankara. 10. Celal Bayar Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi ulusal hakemli bir dergidir. Dergiye gönderilen yazı ve makaleler ilgili alandaki en az iki hakeme gönderilir. Oy birliği sağlanamazsa üçüncü bir hakeme gönderilerek sonuca karar verilir. Yazı ve makalelerin içeriğinden yazarlar sorumludur. Yayımlanmayan yazılar hiçbir şekilde iade edilmez. 11. Yazı ve makalesi yayımlanan her yazara derginin ilgili sayısından 1 adet gönderilir. Ayrıca telif ücreti ödenmez. 12. Dergi yayın ilkelerine, yazım kurallarına ve bilimsel araştırma yöntemlerine uygun olmayan yazı ve makaleler yayın kurulunca dikkate alınmaz. İLETİŞİM Editör Yrd. Doç. Dr. Cevdet KAYALI Celal Bayar Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Uncubozköy Mevkii 45030 MANİSA Tel: 0(236)2330949 Fax: 0(236)2330949 dergi@bayar.edu.tr 160 e-posta: sbe-