Sayı 1 Ağustos 2014 - Devrimci Halkın Günlüğü
Transkript
Sayı 1 Ağustos 2014 - Devrimci Halkın Günlüğü
Devrimci Halkın Günlüğü 2014 - AĞUSTOS - SAYI: 1 İÇİNDEKİLER İÇ İ ND EK İ LER Devrimci Halkın Günlüğü Neyin Ürünüdür?........................................................................ 1 Parti ilkelerini Savun, Kaypakkaya Güzergahında İlerle. MLM ideolojisiyle Sağ Oportünizme Karşı Dur.!.................................................................. 2 Sağ Oportünizme Karşı Durmak Parti Birliği ve İlerlemesinin Güvencesi Kaypakkayacı Çizgisinin Vazgeçilmez Görevidir!............................................... 27 Parti “ 3. Kongre”sine Karşı Tavrımıza Dair Açıklama ve Açık Çağrımızdır!........................... 35 İlkelere Bağlı ol, Parti Krizini Aşmak İçin Örgütlen, “3. Kongre” tasfiyeciliğine karşı dur!.................................................................................... 37 Halkın Günlüğü’nün “Zorunlu Açıklaması”na Cevabımızdır.................................................. 47 Devrimci İtiraz Oportünizmin Önündeki Yıkılmaz Barikattır!................................................ 53 “Sınıf Teorisi’nin Dünya-Türkiye-Kuzey Kürdistan’da siyasi durum” Analizine Eleştirel Bakış........................................................................................................ 61 “Tam Bilimselci” Değişimcilerin İlk Yanılgılarına Giriş............................................................ 93 Devrim Yolunda, 42. Yılın da Partimize Bin Selam!................................................................ 97 Komünizm Amacına Adanmış 17’leri Parti İdeolojisi, Siyasi ve Politik Özüyle Kavrayalım!....................................................................................... 100 Yeni Demokrasi Aileleri Birliği Açıklama ................................................................................ 105 Emperyalist Çarklar Kırılır, Duvarlar Yıkılır............................................................................. 106 Ahlak Daima Sınıfsaldır........................................................................................................... 108 İÇERİDE VE DIŞARIDA SALDIRILARA KARŞI DİRENELİM! ....................................................... 111 Saldırılara Birlikte Direnelim................................................................................................... 115 Devrimci Halkın Günlüğü 2014 - AĞUSTOS - SAYI:1 AYLIK SİYASİ DERGİ ZEMHERİDE KARDELENLER BASIM YAYIN LTD. ŞTİ. Sahibi ve Yazıişleri Müdürü: Düzgün ALTUN Yönetim Yeri: Huzur Mah. Arif Sk. No:23/A Ümraniye/İstanbul Tel: (0216) 612 27 26 e-mail: devrimcihalkingunlugu1@gmail.com Dizgi: Zemheride Kardelenler Yayıncılık Baskı: Basım Yayın Dizim Matbaacılık San. Tic. Ltd. Şti. Davutpaşa Cad. Güven San. Sit. B Blok 1.Kat No:366 Topkapı/İstanbul Tel: (0212) 544 66 34 Devrimci Halkın Günlüğü 2014 - AĞUSTOS - SAYI: 1 Devrimci Halkın Günlüğü Neyin Ürünüdür ? Her örgütlenme bir ideolojinin ürünü olduğu gibi sınıfsal, siyasi amaca hizmet eder. Marxizm, Leninizm, Maoizm bilimsel dünya görüşüyle donanan komünist hareketin bütün örgütlenmeleri devrimci işçi sınıfı, emeçli köylülük, geniş halk kitlelerinin devrim amacı uğruna mücadele yürütür. Kaypakkaya güzergahında komünizm ideolojisinin savunucusu ve halkın örgütlenme aracı olan yayın organları bedeller ödeyerek sansür, yasaklama, engelleme, işkence ve katliamları göğüsleyerek yürüyüşünü sürdürdü. Hiç bir saldırı bundan sonra da devrimci ilerlemeyi durduramayacaktır. Devrimci Halkın Günlüğü dergisi devrimci proletaryanın ideolojisinin ve politik mücadelesinin engellenemez sözünün somutlaştığı yayın organlarımız geleneğinin bir devamcısı olarak ortaya çıkmıştır. Sadece faşist türk devletinin azgın saldırılarını göğüslemekle kalınmamış aynı zamanda her türden burjuva sınıfsal işbirlikçi oportünist akıma karşı Marksizm ideolojisinin yılmaz savunucusu olmuştur. Kaypakkaya yoldaşın sosyal-şovenizm, oportünizme karşı sürdürdüğü keskin, kararlı mücadele mirasını devir almıştır.Tarihte olduğu gibi bugünde MLM ideoloji yoğun saldırı altındadır.Oportünizmin tasfiyeciliği devrimci dinamikleri yutma saldırısının pervasızlaştığı dönemin içindeyiz. Bu sadece dışımızdaki reformist parti ve akımların var olan durumundan değil aynı zaman da Maoist partide türeyen sağ oportünizmin yaratığı büyük tahribatlar, savrulma bakımından da böyledir. Maoist komünistler iki çizgi mücadelesini demokratik merkeziyetçilik bakış açısına bağlı olarak sürdürür. Klikçi, gurupçu, hesapçı, monolotik tarzı reddeder. Devrimci Halkın Günlüğü proleter devrimci demokrasinin sözü olacaktır. Birinci sayımızda yer alan açıklama ve değerlendirmelerden anlaşılacağı gibi Devrimci Halkın Günlüğü zorunlu ihtiyaç olarak doğmuştur. Demokratik merkeziyetçilik ilkesini terk eden “3.Kongre” çizgisinin sözcüsü olan Halkın Günlüğü gazetesi devrimci muhalefetin fikirlerine yer vermediği gibi Maoist iki çizgi mücadelesi anlayışını terk ettiklerini en çarpıcı ifadesi olarak kendilerine karşı çıkan, farklı fikirlere sahip olanlara başka örgütlere gitmeleri için yol göstermişlerdir. Karşı çıkanları her türden geri ve kötü sıfatla tanımlamış, damgalımşlardır. İç demokratik kanalların tamamen kapandığı, halka yalan söyleyerek gerçeklerin çarpıtıldığı, tasfiyenin derinleştirildiği ve Kaypakkayacı devrimci damarın kurutulmaya çalışıldığı kuşatmada Devrimci Halkın Günlüğü komünist çizgiyi savunma görevini üstlenmiştir. Darbeci, klikçi, hesapçı, anti- demokratik anlayışa karşı açık ideolojik mücadelenin mevzisi yaratılmıştır. Eski Halkın Günlüğü, MLM ideolojiyi tahrif eden içi boş klikçi, hesapçı, yurt dışı klığinin sağ oportünist fikirlerinin organına dönüşmüştür. Yeni ve Devrimci Halkın Günlüğü MLM ideolojisini savunacak devrim amacına ve çizgisine bağlı kalarak yozlaşmış, çürümüş sınıf işbirlikçi anlayışa karşı durma görevini yerine getirme gayreti ve kararlılığı içinde olacaktır. Zorlu bir görevi üstlendiğimizin bilincindeyiz. Devrimci Halkın Günlüğü komünistlerin birlik anlayışına uygun hareket edecektir. İlkesel bakış açısını asla terk etmeyecektir. Klikçi, gurupçu, ilkesiz anlayış ve tarzla parçalayan, dağıtanlara karşı, KAYPAKKAYACI çizgide birleşmenin sesi olacaktır. Emek, ısrar, özveri ve kararlılıkla yaratılan Devrimci Halkın Günlüğünün sahiplenilmesi, desteklenmesi büyük önem taşımaktadır. Hatalarımız eksikliklerimiz olacaktır ama hepsini aşacağımıza olan inancımız tamdır. Devrimci Halkın Günlüğüne sahip çık, destekle, çizgisiyle bütünleş, oku, dağıt, örgütlenerek mücadeleyi geliştir. Devrimci Halkın Günlüğü 1 Devrimci Halkın Günlüğü 2014 - AĞUSTOS - SAYI: 1 Parti İlkelerini Savun, Kaypakkaya Güzergahında İlerle, MLM ideolojisiyle Sağ Oportünizme Karşı Dur! Türkiye- Kuzey Kürdistan işçi sınıfı, emekçi köylü, geniş halk kitlesinin devrim uğruna mücadelesine bağlı olmamızın verdiği sorumlulukla içimizi acıtsa, bizi nefessiz bıraksa da karşılaştığımız engelleri aşmak için stratejik duruşumuzu halk kitlelerine açıklama görevimizi yerine getiriyoruz. Açıklamamızda yer alan bütün yazılarda anlaşılacağı üzere demokratik merkeziyetçilik ilkesini çiğneyip iki çizgi mücadelesini sonlandıran ve darbeciliği bir çizgi haline getirerek Kaypakkayacı partinin ideolojik, siyasi, örgütsel hattını değiştirdiğini ilan eden “3. Kongre”nin neden MKP’yi temsil etmediğini açıklamış olacağız. Bu aynı zamanda uluslararası komünist hareketin parçası olarak partimizin oportünizme karşı mücadele görevinin yerine getirilmesidir. Dünya devrimci işçi sınıfının biricik kurtuluş aracı olan Komünist Partisi tıpkı Marksizm, Leninizm, Maoizm ideolojisi gibi yerel değil evrenseldir. Komünizm mücadelesi zengin bir tarihsel deneyime sahiptir. Sınıf savaşımından elde edilen bu deneyim enternasyonal proletaryanın ortak mirası, kurtuluş bilinci anın devrimci savaş gücüne dönüşen toplumsal olgusudur. Proletarya diktatörlüğü amacını benimsemek ve bu uğurda mücadele etmek yalnızca KP aracılığı ile mümkündür. Biz evrimci olmadığımıza göre, devrimci yol ve yöntemlerle gerici hakim sınıflar iktidarına son vermek için örgütlenmemiz gerekmektedir. Devrimci teori olmadan devrimci partinin yaratılması olanaksızdır. Üretim araçları ve sermayenin özel mülkiyetini elinde bulunduran hakim sınıflara karşı işçi sınıfının devrimci ideolojisi ile donanmış halk kitleleri KP aracı ile kurtuluş amacına ilerleyebilir. Partimizin örgütsel ilkeleri, siyasi amaç ve ideolojiden koparılamaz. Daima ezilen sınıfların önder gücü olarak, örgüt ilkelerinin çiğnenemez olduğunu partimiz savundu. Akılda tutulması gereken önemli nokta şudur: Dünyanın herhangi bir ülkesinde her parti ve örgütün politik, ideolojik, siyasi çizgisi sadece dar kendi ulusal sınırları içinde bir olguymuş gibi ele alınamaz. Bu örgüt ve partiler uluslararası ideolojik siyasi akımların birer parçasıdır. Yeniden ve yeniden keşifler yapmaya kalkışmıyoruz. Sadece ve sadece KP’nin devrim ve komünizm davasının biricik önder gücü olarak sınanmış, benimsenmiş ilkeleri olduğunu hatırlatıyoruz. Elbette örgütsel ilkeler çiğnenemez. Eğer örgüt ilkeleri ayaklar altına alınırsa o zaman devrim hareketine önderlik etme niteliğini de yitirir. Revizyonist akımların da örgütsel anlayışları vardır. Ama oportünist örgüt anlayışı ile komünist örgüt anlayışı temelde birbiriyle uyuşmaz. Oportünist sınıf işbirlikçi akımların parti anlayışı ile komünistlerin parti anlayışı çelişir ve bu çelişme ideolojiden bağımsız değildir. Aksi takdirde Martovlar, Pleahanevlar, Troçkilerle devrimin büyük örgütleyicisi Lenin’in örgütsel bakış açısı arasında bir fark kalmazdı. Partimizin örgütsel anlayışı UKH’in anlayışından farklı değildir. Bu anlamıyla birçok küçük burjuva devrimci örgüt ve partilerin örgütsel çizgisi, örgütlenme ilkeleri ile partimizin örgütlenme ilkeleri ve çizgisinden farklıdır. Her partinin politik ilkeleri, ideolojik yapısı, siyasi amacına uygun şekil alır. Marksizmi çarpıtan, sınıf işbirliği rotasında ilerleyen küçük burjuva örgüt ve partilerden komünist örgütsel ilkelere bağlı kalmasını da bekleyemeyiz. 2 Devrimci Halkın Günlüğü Özcesi MLM bilimini rehber edinen KP tartışmasız bir netlikte komünist örgütsel ilkelere sıkı sıkıya bağlı kalmak, tavizsiz olmak zorundadır. Aksi takdirde devrimci savaşı yönetmesi halk kitlelerini devrim amacı uğruna örgütlemesi düşünülemez. Her meselede olduğu gibi parti aracını da evrensel uluslararası niteliği ile kavramalıyız. Aksi takdirde sınanmış örgüt ilkelerini ve disiplinin önemini anlayamayız. Komünist Partinin genel ve özgülümüzdeki önemi arasındaki diyalektik bağı hatırlattıktan sonra yaşadığımız parti krizinin özüne geçebiliriz. “3. Kongre”de Bayraklaşan Sağ Oportünizme MLM İdeolojisiyle Karşı Durulacak! Komünist harekette ideoloji temeldir. Bütün çalışmalarımızın ana damarını ideolojik mücadele oluşturur. Bir örgütün komünist nitelik taşıyıp taşımadığının ilk kriteri Marksizm, Leninizm, Maoizmi benimseyip benimsemediğine bakmaktır. Bir örgüt Marksizmi benimsememişse, başka herhangi bir niteliğine bakmaya gerek bile yoktur. Fakat sadece lafızda Marksizmi benimsediğini ilan etmekte yeterli değildir. Komünist hareketin ideolojisi, siyasi amacı örgütsel mücadelesi ile uyumlu olmak zorundadır. Aksi takdirde sadece lafızda Marksizmi benimsemekle kalır ve komünist olma niteliğini koruyamaz. Tarih Marksizmin temel bakış açısını benimseyip örgütsel oportünizmle lekelenen çok fazla KP örneğini bizlere sunar. Partimizin Marksist ideoloji, siyasi özünü burjuva düşüncelerle lekelemeye koyulan oportünizme kararlılıkla karşı koymalıyız. İdeolojiye önem vermeyenler, siyasi amaçlar da ortaya çıkan sınıfsal uzlaşmacılığı kavrayamaz. Devrimci tavır takınamaz. Her parlayan şeyi altın sanarlar. Oysa her parlayan şey altın değildir. İdeolojik savrulma komünizm amacından koparır. Siyasal hatta burjuva sınıf uzlaşmacılığını belirginleştirir. İflah olmaz karakterini görünür kılar. Uzlaşmacı niteliğini gizlemek için ne kadar Marksizmi çarpıtma yoluna başvurursa vursun bunu başaramaz. Sonuçta devrimci Marksist sloganlar altında burjuvaziyle kolkola girilir. 2014 - AĞUSTOS - SAYI: 1 Türkiye’de bir zamanın devrimci örgütlerinden gelen bugün burjuva demokrasisini savunmaktan öteye gidemeyen ÖDP, EMEP ve bunlara yeni katılan, katılacak olan türevlerinin reformist, parlamenterist niteliği iyi düşünülmelidir. Reformizm, parlementerizmin nasılda birbirini tekrar eden ideolojik ve politik çizgi izlediğini akılda tutmak zorunludur. Sosyal şovenizmin (devrim saflarında sosyalist maskeyle gizlenmiş ezen ulus milliyetçiliğidir, inceltilmiş milliyetçilikte denir) bir çırpıda Kürt ulusunun devlet kurma hakkını nasıl silikleştirip kenara atarak ezen ulus burjuvazisine eline uzattığını, diğer taraftan da bir elini ezilen ulusun burjuvazisine uzatarak onlara “Ne mutlu size ki uzlaşma adına kendi devletinizi kurmaktan vazgeçtiğinizi savunuyorsunuz” demelerinin ideolojik kaynağı bir ve aynıdır. Bütün versiyonlarıyla devrimci işçi sınıfının saflarında türeyen oportünizmin karakteri burjuva sınıfsal işbirliğidir. Bilinmeli ki hiçbir koşulda ve şartta burjuva sınıfsal işbirliği Marksizm çarpıtılmadan yapılamaz. Devrimci iktidardan vazgeçince Marksizmi savunamıyorlar, çünkü Marksizm, Leninizm, Maoizm devrimci iktidar ideolojisidir. Burjuvaziyle uzlaşmayı reddeder. Burjuvaziyle iyi geçinip uzlaşan “Marksistler” ise bu amacını sürdürmek için Marksizmi çarpıtmak zorundadır. Çünkü oportünizm açıktan Marksizmi reddetmez. Lenin’in vurguladığı gibi Marksizmin teorik gücü, Marksizme ihanet edenleri bile Marksist kılıfta görünmeye zorlar. Çünkü Marksizm milyonlarca ezilen sınıfların elinde kurtuluş bayrağıdır. Bu nedenle oportünizmin genel karakterini unutmayalım. Gerek dışımızda gerekse de partimizin içinde türeyen oportünizmin özü ve amacı aynıdır. Bildiğiniz gibi EMEP, ÖDP, SİP, SDP, TKP kendilerini en yaman sosyalist, Marksist olarak tanımlarlar. Bu reformist partilerin kendilerini nasıl tanımladıklarından çok gerçekte niteliklerinin ne olduğu önemlidir. Bu partiler ve türevleri Marksizmi bir maske olarak kullanmaktadırlar. Kautsky’nin başını çektiği 2. Enternasyonalci partiler, Menşevikler, Plehanevcular, Troçkistler, Çen tao tao’lar, Çen Due Su’lar Marksizmi kendilerine maske yapmadılar mı? Maoizmi reddeden açıktan saldıran Hocacılar böyle yapmadılar mı? Koordinasyon Komitesi (K.K) Yurt Dışı Hizbi kendilerini en yaman Marksistler olarak sunmuyorlar mıydı? 3 Devrimci Halkın Günlüğü Şimdi “3. Kongre” Kautskycı, Hocacı, Troçkist, burjuva globalist-küreselleşmeci teorik bulamacı bayraklaştırarak işçi sınıfına, partimize, Marksizme katkı yaptığını ilan etmiştir. Oysa partimizin tarihi bu Kautskyci, Hocacı , Troçkist kırması ideoloji ve siyasi çizgiye karşı mücadeleyle geçmiştir. Bu kadar basit midir bir çırpıda 42 yıllık tarihi bir kenara atmak. (?) Hem sağ oportünist ideolojinin savunucusu olmak hemde Kaypakkayayı savunmak olanaksızdır. Kaypakkayacı parti çizgisini terk ettiyseniz kendinizi Kaypakkayacı göstermekten vazgeçeceksiniz, açık ve dürüst olacaksınız. Size göre bir Marksizm, size göre bir Kaypakkaya yoktur. Devlet ve devrim sosyalizm sorunları ve değerlendirmelerinde, proletarya diktatörlüğü sorununda ulusal sorun, ulusal harekete yaklaşımda, ezilen ulusta devrimci sınıf bilinçli proletaryanın örgütlenme sorunlarında, ezen ve ezilen ulusa mensup komünistlerin ikili görevleri meselesinde, sınıfların mevzilenmesi, devrimin itici güçleri, ittifaklar sorunu, devrimin niteliği, emperyalizm değerlendirmesi ve bütün bunlara bağlı olarak ortaya konulan devrim stratejisi ve siyasi çizgi konularında “3.Kongre”nin anlayışı ile Kaypakkaya’nın teorik, siyasi, örgütsel anlayışı uyuşmaz. Bu esasta partimizin ideolojisi ile sınıf uzlaşmacı oportünist “3.Kongre”nin parlattığı burjuva ideolojisinin çatışması ve uyuşmazlığıdır. “3.Kongre” demokratik merkeziyetçilik ilkesini ve iki çizgi mücadelesini ortadan kaldıran gurupçu, klikçi anlayışıyla darbeci olduğu gibi ideolojik olarak da savrulmuştur. Darbecilik ideolojik savrulmadan besleniyor. “3.Kongre”nin ideolojisine sağ oportünizm damgasını vurmuştur. İdeolojik savrulma içinde olan çizginin proletarya diktatörlüğü amacına bağlı kalması düşünülemez. “3.Kongre” den nesnel koşullara uygun olarak Halk Savaşı çizgisinin diyalektik gelişimini açığa çıkarmasını beklemek için Marksizmi hiç bilmemek gerekir. Halk savaşı anlayışını geliştirmeyi bırakalım savaşı terk etmenin ilanını gerçekleştirdiler. Çünkü ideolojiye uygun siyasi amaç, siyasi amaca uygun örgüt şekil alır. Bu üç halka birbirine bağlıdır. Marksizmden sapan parti ne iç demokrasisini kurabilir, ne devrimci siyasi amaca bağlı kalır, ne de bu uğurda 2014 - AĞUSTOS - SAYI: 1 devrimci radikal araçları kullanan örgütlenmelere bağlı kalır. “3. Kongre” de bağlı kalmamıştır. Brenştain gibi “hareket her şey amaç hiçbir şey” anlayışındalar. Değişim bayrağıyla amaç hiçbir şeydir demektedirler. “3. Kongre” ideolojik, siyasi, politik çizgide tanımlanması zor bir eklektizm içindedir. İşine geldiği gibi davranmayı esas almıştır. Maocu bayrağı sallayan bu yeni Hocacılar işine geldiğinde Kautskycilikten işine geldiğinde Troçkicilikten yada burjuva küreselleşmeci sivil toplumculuktan devşirdiği teoriyle “yeni” Kaypakkayacılar olarak karşımıza çıkmışlardır. Eklektizm olguları çelişkileriyle ve hesaplanması güç ve sonsuz yönleri ve bütün nitelikleriyle ele almayı değil, olguların sadece işine gelen yanlarını ele almasıyla karakterizedir. Öyle bir değişim fırtınası estiriliyor ki tutarlı tek teorik bütünlüğe ulaşmak mümkün değildir. Öznelci eklektik düşünce yöntemiyle kafasındaki tasarımları kendi dışındaki nesnel olguların yerine koymuşlardır. Sadece işine gelenleri almak ise burjuva düşünce yöntemidir. Sınıf çelişkilerini çok yönlü ele almayıp işine yarayanı alıp gerçekleri gizlemek burjuva yöntemidir. Oportünizmin vazgeçmediği yaklaşımdır bu. Örgütsel olarak da grupçu, klikçi yaklaşımla işine gelen kuralları uygulamak işine gelmeyen kuralları uygulamamak 2. Kongrenin işbaşına getirdiği MK’nın ve “3. Kongre” ve önderliğinin ortak belirgin karakteridir. Bu darbeci anlayış ilkeleri kendilerine uyduruyor. İkinci Kongre’den “3. Kongre”ye kadar önderlik eden MK’nın örgütsel çizgisi demokratik merkeziyetçi değil grupçu, klikçi, eklektik ve darbecilikle lekelenmiştir. “3. Kongre” ise bu çürümüş, yozlaşmış eğilimin en somut oportünist finalidir. Sıkça üzerinde durmaya devam edeceğimiz gibi “3. Kongre”de ilan edilen ideoloji, siyasi ve politik çizginin şekillenmesinde haberimiz de, hiçbir katkımız da yoktur. Bu nedenle sadece “3. Kongre”nin darbeciliğini değil aynı zamanda partimizin çizgisinden bir sapma olan ideoloji ve siyasi niteliğini de açıklayacağız. “3. Kongre” Leninist emperyalizm teorisini tahrif etmiştir. Daha sonraki açıklamalarımızda emperyalizm teorisindeki sapmalara yanıt 4 Devrimci Halkın Günlüğü vereceğiz. “3. Kongre” Kautskynin tekelci kapitalizmi şirinleştiren, insancıllaştıran, barışçıl karakter kazandıran ultra emperyalizm teorisiyle burjuva küreselleşmeci-globalist anlayışla buluşmuştur. “Küresel emperyalizm/Kapitalizm” anlayışıyla Leninist emperyalizm bakış açısına “yeni” bir evre getirmiştir. Oysa bu revizyonist teorilerin yeni bir yanı yoktur. MKP 2. Konferansı (1981) emperyalizme yeni aşama getiren Hocacı revizyonist akıma cevap vermişti. Maoizm düşmanı E. Hocanın emperyalizmin var olan niteliklerini sanki yeni bir olguymuş gibi emperyalizmi yeniden keşfeden “çok uluslu şirketler” teorisini tekrar eden “3. Kongre”de “yeni” şeyler keşfetmiş gibi davranıyor. Bununla da yetinmiyor, emperyalizm-tekelci kapitalizm çağında küreselleşmeci burjuva akımın ideolojik manipülasyonu olan “serbest rekabet ve serbest ticaret” aldatmaca ve safsatasını da birbiriyle buluşturuyor. MKP 2. Konferansı özenle emperyalizme “yeni” özellikler kazandırmaya çalışan Hocacı revizyonist akıma ideolojik yanıt vermişti. Keza 1980’lerde hız kazanan ve giderek yükselen “küresel kapitalizm” safsatasıyla emperyalizme yeni boyut getiren akıma MKP 1.kongresi (2002) yanıt verdi. Bu konuda Sınıf Teorisi Sayı : 1 (2003) bakılmasını öneriyoruz. Partimizin mahkum ettiği Hocacı, Troçkist, Kautskyci burjuva küreselleşmeci revizyonist ideolojiyi “3. Kongre” “küresel emperyalizm” teorisiyle bayraklaştırmıştır. “3. Kongre” de partimizin ideolojisi, siyasi politik çizgisiyle çelişme halinde ve açıkça reddeden temel ilkesel sapmalar vardır. - Proletarya diktatörlüğünü lafızda kabul etse de “ emekçilerin yeni devleti” bakış açısıyla proletarya diktatörlüğü bakış açısı – ilkesini çarpıtmıştır. Marksist devlet öğretisinde sapma vardır. Sınıflar, devlet ilişkisi karıştırılmıştır. Hükümeti iktidar yapmışlardır. 2014 - AĞUSTOS - SAYI: 1 - “3. Kongre” işçi-köylü ittifakını reddetmiştir. Bir anda köylülüğü silmiştir. Köylülüğün azalması emekçi köylülüğün devrimin itici güçleri arasında işçi sınıfının ittifak gücü olmaktan çıkarmaz. Emekçi köylülüğün devrimdeki rolünü inkar etmek Troçkizmdir. “3. Kongre” Troçkist anlayışı benimsemiştir. Ülkemizdeki Hocacı-Troçkist kırması çizgiyi temsil eden TKİP, TİKB, MLKP, TDKP gibi örgütlerin anlayışını “3. Kongre” benimsemiştir. - Türk devleti emperyalizme bağımlı faşist bir devlettir. Kürt ulusu boyunduruk altındadır. Faşizm sürekli bir yönetim biçimidir. Köylülük azalsa bile feodal üretim diğer ifadeyle basit meta üretimi olan köylü üretimi belli oranda varlığını korumaktadır. Gerilla savaşı sadece Türkiye değil Kürdistan ve Orta Doğu’da siyasi gündemleri belirleyen, halkın devrimci mücadele çizgisini ileri taşımada kilit rolde önemini korumaktadır. Halk Savaşının özgün biçimi gerilla savaşı tali duruma düşürülemez. “3. Kongre” Gerilla Savaşını tali duruma düşürmüştür. “3. Kongre” çizgisi HKO örgütlenmesini tamamen kaldırma karakteri taşımaktadır. Gerilla savaşının sonlandırılmamasının tek nedeni parti içindeki bu sağ uzlaşmacılığa karşı gösterilen dirençtir. Gerilla savaşını sonlandırmasalar da tali duruma düşürdüler. S.H.S stratejisi eklektik, öznelci ve temelsizdir. Gerilla savaşını reddeden anti-Maocu bir çok örgütün bol askeri terminolojiyle süsleyip, kağıt üzerindeki askeri stratejilerinin bir tekrarıdır. Esas olarak lafazanca süslenmiş bu strateji savaşamamanın teorisidir. Yeni bir tarafı da yoktur. Gerilla savaşını tali duruma düşürenler T-K.Kürdistan ve Orta Doğu’daki siyasi, sınıfsal gelişmelerden kopmuşlardır. Lafızda devrimci durum tespiti yapılsa da devrimci savaşa hazırlanma ve sürdürme iradesi ve anlayışından yoksundurlar. “3. Kongre” 24’lerin hesabını vermeden nasıl bir savaş stratejisi izleyecekmiş? Önce grupsal istifaların, bozgunculuğun, teslimiyetin hesabını vermelidir. Bunların hesabını dürüstçe vermeden temelsiz taslaklar, içi boş süslü sözlerle devrimci savaş geliştirilmez. “3. Kongre” bu konuda da parti ve halk kitlelerinden gerçeği gizlemiştir. 5 Devrimci Halkın Günlüğü -2011’de MK Kürt ulusal hareketinin devrimci niteliğini kaybettiği sonucuna varmış ve KUH’ni reformist olarak tanımlamıştır. Yani yetkisi olmadan kongre kararını ve anlayışını darbeci tarzda değiştirmiştir. Partimiz ulusal sorun ve ulusal harekete yaklaşımda Leninist bakış açısını esas alır. Ulusal devrimci hareket ile ulusal reformist hareket ayrışımını Komünist Enternasyonalin de benimsediği Leninist içeriğiyle benimsemiş ve savunmuştur. “3. Kongre” KUH değerlendirmesinde partimizin ulusal sorun ve ulusal hareketlerin niteliği, kimleri destekleyip desteklemeyeceğimiz hususunda reformist ve devrimci ulusal hareket ayrımına ilişkin anlayışını tahrif etmiştir. Partimiz şimdiye kadar reformist olarak tanımladığı ulusal hareketlerin desteklenmesi yönünde anlayışa sahip olmamıştır. Bizler sadece devrimci ulusal hareketleri destekleriz. Israrla ideolojik mücadele verdiğimiz ulusal sorunda çarpık anlayışa sahip oportünist bloğa “3. Kongre” de katılmıştır. -Ezen ve ezilen ulusun burjuvazisini tamamen tekelci ve komprador gören, ulusal işletmelerin kalmadığını belirten, köylülüğün varlığını inkar eden emperyalizmi iç olgu yaparak, yarı sömürge ülkeler ile emperyalist haydut ülkeler arasındaki çelişkiyi ortadan kaldıran “3. Kongre”ye ilerleyen süreçte tümünü saymayacağımız sapmalara gerekli cevaplar verilecektir. -“3. Kongre” darbecilikle lekelendi. Parti içi demokrasiyi çiğnedi. Ama kendisini ultra demokratizmin temsilcisi olarak sunmaktadır. Pürüzsüz, muazzam, eksiksiz demokratiklik tasarımlarını okuyanlar bu “yeni” Hocacılara hayranlıkla bakmayacaklardır. Çünkü pürüzsüz sosyalizm tasarımları çizenler yeni değildir. Halkların özgürlüğünü tasarımlar, süslü ama içi boş cümlelerle kurgulamışlardır. “3. Kongre” sosyalizm değerlendirmesinde, sosyalizm mücadele tarihini olumsuzluklar üzerinden ele alarak burjuvazinin yedeğine düşmüştür. “3. Kongre” sosyalist devletleri adeta ulus ve halkların kör zindanı gibi görmektedir. 2014 - AĞUSTOS - SAYI: 1 Üstelik yığınla tahrifat, demagoji yapılarak… En geniş demokrasi olan proletarya diktatörlüğü anlayışı artık “3. Kongre”nin demokrasi anlayışını karşılamadığı için “proletarya diktatörlüğü” yerine “emekçilerin yeni devleti” diyeceklermiş. Darbeci, klikçi, bölücü tarzıyla parti içi demokrasiyi geliştirmeyi bırakalım, korumayı başaramayan “3. Kongre”nin işçi-köylü halk kitlelerinin devrimci iktidarı olan proletarya diktatörlüğü-proleter demokrasi anlayışına katkı (!) yapıyor oluşu tarihsel bir ironidir. -17’lerin katledilmesine dair soruşturma sonuçları nerede? 2. Kongre partinin önüne 17’lerin durumunu soruşturulması ve sonuçlarıyla halka açıklanması görevini koymuştu. “3. Kongre” bu meselede tek bir cümle bile kurmamıştır. Demek ki 17’ler bu klikçi, tasfiyeci küreselleşmeci baylar için pek önem arz etmiyor? Demek ki parti önderliği bunlar için pek önemli değilmiş. Alınan darbenin nedenlerinin öğrenilmesine de ihtiyaç yokmuş! Bu örgüt ciddiyetiyle bağdaşmayan bir anlayıştır. İzahı da yoktur. -“3. Kongre” ve sağ tasfiyeci klik partimizin tarihinde kimi olumsuzlukları sürekli tekrar ederek ne kadar adaletli, ne kadar demokratik olduklarını kanıtlamaya çalışmaktadırlar. Partimiz daha önce işkence meselesinde özeleştiri vermesine rağmen sürekli işkence meselesi pişirilmektedir. Yoldaşlarımızın katledilmesi, esir alınmasında düşmanla işbirliğine giren veya doğrudan ajan olarak tanımlanan ajan ve işbirlikçilerin onurlarının iade edilmesi uğraşına girenler, 17’lerin katledilmesini soruşturmaya ihtiyaç duymuyorlar. Siz bırakın açık ve net olan tarihi süreçleri “yeniden” aydınlığa kavuşturmayı. Ajan N.T ve tayfasının partiye, halka karşı işledikleri suçlar bellidir. Siz onlar aracılığıyla katledilen yoldaşlarımızı anlatın. 17’lerin katledilmesini açıklığa kavuşturun.! “3. Kongre” parti tarihi ve geçmişteki kimi meseleleri, olumsuzlukları üzerinden işleyerek güvensizlik tohumları ekiyor. 6 Devrimci Halkın Günlüğü -Kadın sorunu da sınıfsal değil cinsiyetçi bakış açısıyla burjuva fikirleri tekrar etmiştir. Devlet aygıtına “erkek devlet” diyecek kadar Marksizmden uzaklaşmıştır. “3. Kongre” gelinen aşamada sınıfların yapısının değiştiğini ileri sürmektedir. Marksizmin sınıf tahlillerini yeterli görmemektedir. Burjuvazi bu safsataları on yıllardır tekrar etmekteydi. Kısacası “3. Kongre”nin emperyalizm, sosyo-ekonomik yapı tahlili, çelişkilerin ele alınması, ulusal sorun, ulusal sorunun iktisadi ve sosyal temelinin açıklanması, örgütlenme anlayışı, komünizm ideolojisi, Demokratik halk devrimi, sosyalizm, komünizm değerlendirmelerinde partimizin Marksizm, Leninizm, Maoizm ideolojisi siyasi anlayışı tahrif edilmiştir. Özetlediğimiz konular parti için temel meselelerdir. Bu nedenle karşılaştığımız parti krizi herhangi bir örgütsel bir meseleden ibaret değildir. Partimiz tarihinin en kapsamlı ideolojik dönüşüm, komünist çizgiden sapma tehlikesi ve saldırısıyla karşı karşıyadır. “3. Kongre” partinin değil, bir grubun hesaplı, hileli, anti-demokratik yöntemlerle yapılmış kongresidir. Partimizin bu ve benzer revizyonist ideoloji ve çizgiye verdiği cevaplar dikkatle incelenmelidir. “3. Kongre”nin söylediklerinde yeni bir içerik yoktur. “Küresel emperyalizm” savunucularına, emekçi köylülüğün devrimci mücadeledeki rolünü inkar eden Troçkistlere, Hocacılara, proletarya diktatörlüğünü ürkütücü gören “sosyalistlere” partimiz cevap vermiştir. Öğrenmesini bilelim. Kaypakkaya güzergahının Marksist, Leninist, Maoist ideolojik bütünlüğünü kavrayalım. “3. Kongre” devrim yürüyüşümüzde bir büküntüdür, aşılacaktır. Parti İçi Demokrasi Anlayışından Yoksun “3. Kongre”de Somutlaşan Darbeciliğe Karşı Neden Mücadele Etmeliyiz? Marksistler sınıf savaşımında nesnel gerçeklere dayanırlar. Masa başı lafazanca kurgular ve 2014 - AĞUSTOS - SAYI: 1 gerçeklerden kopuk üstün teorilerden uzaktırlar. Toplumsal zeminde sınıflara ait olan gerçekleri neden ve sonuç ilişkisi içinde ortaya koyarlar. KP’nin kadroları, savaşçıları sınıf bilinçli insanlardan oluşur. Ezilen sınıflara ait olan gerçekleri aydınlanmamış milyonlara taşırlar. Gerçeklere dayanan komünistler siyasetini anlatırken hile, oyunlara başvurmazlar. Burjuva entrikalara başvurmazlar. Çünkü onlar hakim sınıflarca kurulan ideolojik, siyasi hakimiyetin altında kurtulan ve bilinçlenen ezilen devrimci sınıfların gerçekleri görmesi bilinçlenmeleri halinde kurtuluşunu kendi elleriyle gerçekleştirebileceklerine inanırlar. Ne kadar gerçekleri yalın ve açık anlatabilirlerse bir o kadar başarılı olacaklardır. Bu nedenle subjektif değil, diyalektik materyalist bakış açısıyla nesneldir. Oportünizm genel karakteriyle sınıf işbirlikçidir. Gerçeklere bağlı kalmadığı için, çarpıtmaya başvurur. Çarpıtma ve ilkesizlik ikiz kardeş gibidir. Yüzeysel, tek yanlı, eklektik ve ilkesizlikle gerçekleri kendi bilincindeki çarpıtmalara uydurmaya çalışır. Bu yanıyla da idealisttir. Burjuvazinin yöntemi kitleleri kandırmaktır. Çünkü kitleleri uyutmadan, bilinçlenenleri baskı altına almadan kapitalizm sistemini sürdüremez. Gerçekleri çarpıtan her eğilim hangi biçim altında yaparsa yapsın burjuvaziye hizmet eder. Oportünizm gerçeklerden uzaklaştıkça ilkesizliği artar ve maskesi düşer. Parti içinde burjuva ideolojisi diğer ifadeyle oportünizm ile komünist ideoloji sürekli çatışma halindedir. Var olan herşey çelişki halindedir. Canlı bir mekanizma olan parti durağan, monolitik değil çelişkilerle örülüdür. Bu çelişkinin iki ana yönü vardır: Proleter ideoloji ve burjuva ideolojisi . Bütün ideolojik, siyasi, örgütsel meselelerde bu iki ana yön çatışma olarak karşımıza çıkar. Bugün “3. Kongre” ile açığa çıkan çelişkinin de iki ana yönü vardır. Bir yön burjuvaziye, diğer yön devrimci işçi sınıfına hizmet etmektedir. İkisinin doğru olması olanaksızdır. İkisinden biri yanlıştır. Oportünizm nesnel olgulara bağlı kalmayıp, küçük burjuva anlayışıyla öznelciliğe 7 Devrimci Halkın Günlüğü saplandıkça, parti içinde sekterizmi geliştirir. Darbeciliğin düşünce yöntemindeki kaynağı öznelciliktir. Kendi hatalı anlayışının önündeki engelleri ilkesizce, burjuva yöntemlere başvurarak kaldırmaya çalışır. Sınıf savaşımının yıkıcı gerçeklerine dayansa, bu çirkin çürük tarza yönelmez. Fikri zayıf, geçici dalgalanmalara dayananların geleceği olmaz. Öznelci anlayış, sadece nesnel koşulları kendi sınıfsal çizgisine uydurmakla kalmaz, aynı zamanda parti ilkelerini de yozlaştırır. Ortada ilke bırakmaz. Sekter çizgisiyle sadece öznel anlayışının hakim olması için, örgütsel ilkeleri çiğner. Bölünmelere neden olur. Bozgunculuğun, klikçiliğin esas nedeni olur. Parti de küçük burjuva oportünist düşünce ve çizgiye karşı mücadele etmek her komünistin temel görevidir. “3. Kongre”nin darbeci, tasfiyeci karakteri, parti içindeki oportünizmin ifadesi, burjuva ideolojisine dayanmaktadır. Burjuva ideolojisine karşı yeterince mücadele edilmeyen her KP de oportünizm hakim olmuş, devrim davasına ihanet açığa çıkmıştır. Bu nedenle partide darbeciliğe, oportünizme karşı seyirci kalmamız demek, halka karşı suç işlemektir. Seyirci kalmadık, kalmayacağız! Parti içi demokrasinin yozlaştırılmasına sessiz kalınmaz. Demokratik merkeziyetçilik örgütlenme ilkesini ve iki çizgi mücadelesini rafa kaldıranların suçları geçiştirilemez. Burjuva globalist- küreselleşmeci Kautskyci, Hocacı, Troçkist bulamacı teorilerin bayrağını kaldıran oportünist “3 Kongre”ye neden darbeci demekteyiz açıklayalım : “3. Kongre”nin halka yaptığı açıklamaya bakıldığında kongrede ideolojik, siyasi, programsal, örgütsel, stratejik değişimin parti içinde demokratik süreç işletilerek sonuçlandığı belirtilmektedir. Açıkça halk kitlelerine partimize yalan söylemiştir, “3. Kongre”. Komünistler asla halka yalan söylemezler. Yalan üzerine kurulu bir siyaset izlemezler. “3. Kongre” de ideolojik dönüşüm gerçekleşti. Partimizin içinde bulunan pasifist, klikçi, sağ eğilim kongre süreciyle finalini tamamladı. İdeolojik dönüşüm diyoruz çünkü İ. Kaypakkaya’nın ideolojik siyasi çizgisini revize etmişlerdir. Bu dönüşüm parti de demokratik işleyişe uygun tartışılmamıştır. 2014 - AĞUSTOS - SAYI: 1 Hapishanelerde Maoist tutsaklar örgütlüdür. CPK PARTİNİN BİR PARÇASIDIR. Merkezi organ tarafından atanan CPK görevini sürdürmektedir. “3 Kongre” ne parti üye ve organlarının nede hapishanelerde bulunan parti üyelerinin bilgisi olmadan stratejik değişime gitmiştir. Yani örgütlü alanların iradesine başvurmamıştır. Partinin diğer alanlarında yeterince tartışılmadığını, nasıl olması gerektiğini açıklamamızda okuyarak pey der pey öğreneceksiniz. Bu ilkesiz, anti-demokratik darbeciliğin nedenlerini merkez organdan talep eden CPK ve dışarıdaki parti birimine şimdiye kadar tek bir yanıt dahi verilmemiştir. Yanıt olarak gayri ciddi bir tutumla çağrılarımız ısrarla cevapsız bırakılmıştır. Anlaşıldığı gibi bu oportünist değişimden hiçbir şekilde haberimiz yoktur. Kongreye katılım oldukça düşüktür. Anti demokratik, ilkesiz yöntemler 1. Kongrede mahkûm edilmişti. Konferans ve Kongreye gidemeyen üyelerin, delegelikleri yada üyeliklerinin düşürülmesi mahkum edilmişti. Parti tüzüğünde böyle bir ilke olmamasına rağmen “3. Kongre” iradesi mazeret bildirerek kongre ye katılmayan üyelerin delegeliklerini düşürdü. Grupçu, klikçi, hesapçı anlayışla karar yeter sayısını aşağı çekmek için delegeliklerin düşürülmesi ibretliktir. Bu tamamen grupçu anlayışlarını kabul ettirme tutumudur. Karar yeter sayısı tüzüğe göre; kongreye katılanların yarsının bir fazlası şeklinde değil, bütün delegelerin toplamının yarısının bir fazlası karar yeter sayısıdır. “3. Kongre” düşük katılımı hesaba katarak, katılmayan üyelerin delegeliklerini düşürerek, karar yeter sayısını aşağı çekti. Böylece kabul ettirilmesi zor bir çok kararı da grupsal olarak güvence altına almıştır. Bütün kararlar oy çokluğuyla alınmıştır. Bütün bunlar düşünüldüğünde kongrenin niteliği grupçuluğu, parmak demokrasisi de anlaşılır. Hangi tüzük maddesine dayanarak, katılmayan üyelerin delegeliklerini düşürüp karar yeter sayısını aşağı çektiniz.?! Bu da darbeciliğin en güçsüz, çaresiz biçimleridir. Çünkü parti demokrasisi ve tüzüğü bunu reddeder. Ayrıca kongreye katılamayan delegelerin gerekçe sunmalarına rağmen, kongre 8 Devrimci Halkın Günlüğü katılmayan bütün üyelerin delegeliklerinin düşürülmesini değil de, sadece bir kısmının delegeliklerini düşürmesi, ne tüzük ne anlayışımızla bağdaşmaz. Bu darbeci tarzda bile tutarsızlar. İlksizce belli hesaplar içinde olanlar ancak böyle yöntemlere başvurabilirler. Bunlar için tek önemli şey kendi grupsal anlayışını garanti altına alacak, riske atmayacak karar yeter sayısına ulaşmaktır. Parti demokrasisi, tüzüğü darbeci anlayış sahipleri için önemli değildir. “3. Kongre”nin Darbeciliğini İki Çizgi Mücadelesi ve Demokratik Merkeziyetçilik İlkesi Bakış Açısından İnceleyelim! Öncelikle belirtmeliyiz ki; İlkelere bağlı kalan hiçbir önderlik böyle hesapçı burjuva yöntemlere başvurmaz. Kongreye ne şekilde gidilmesi gerektiği tüzükte yazılıdır. Klikçi, grupçu hareket etmeyip, tüzüğe bağlı kalarak kongreyi gerçekleştirseler o zaman sorun çıkmayacaktı. Demokratik merkeziyetçilik ilkesine bağlı kalınsaydı kuşkusuz iki çizgi mücadelesi çerçevesinde komünist ve oportünist çizginin ideolojik netliğide anlaşılmış olacaktı. MKP tüzüğünde belirtildiği gibi, parti örgütlenme ilkeleri şu şekildedir: • Parti örgütlenme ilkesi demokratik merkeziyetçiliktir. Demokratik merkeziyetçilik ilkesine göre: Parti MK alttan üste doğru demokratik seçimler yolu ile seçilir. • Parti için tek disiplin geçerlidir: Azınlık çoğunluğa, alt organlar üst organlara ve böylece bütün kademeler merkez komitesine tabidir. MK ise partiye karşı sorumlu ve tabidir. • MK’nın partiye karşı sorumluluğu şu anlama gelir. Bütün parti yönetici organları düzenli aralıklarla kendisini seçen örgüt kademelerine hesap vermekle yükümlüdür. Parti yönetici organları devamlı olarak kendilerini seçen örgüt kademeleriyle temas halinde olur. Demokratik 2014 - AĞUSTOS - SAYI: 1 danışma mekanizmasını sürekli olarak işletir. • Kongreden sonra parti üst organları olan MK ihmal etmeksizin, düzenli olarak partiye hesap vermek zorundadır. Seçildikten sonra ne yaptığı parti tarafından bilinmeyen, parti sorunlarını bütün içerikleriyle partiye taşımayan, hesap vermeyen MK kendilerini seçen örgüt kademelerine karşı görevini yapmamış olur. Parti denilen mekanizmayı da işletmemiş olmasından kaynaklı hem kendisi partiye yabancılaşır hem de irade birliğinin parçalanmasına neden olur. • Demokratik merkeziyetçilik örgütlenme ilkesine göre partimiz iki çizgi mücadelesinin niyetten bağımsız nesnel bir gerçeklik olduğunu kabul eder. Toplumsal düşüncede çelişki ve iki çizgi irademize bağlı olmadan yaşamın her alanın da vardır. Partide bundan muaf değildir. Belirtmiş olduğumuz disiplin içinde herkes fikir mücadelesi yürütme hakkına sahiptir. Merkezi önderlik iki çizgi mücadelesinin doğru araçlarla ve verimli yürütülmesinin koşullarını yaratmakla sorumludur. Tüzük bunu emreder! MKP tüzüğü parti içinde yer alan herkesin düşüncelerini demokratik merkeziyetçilik ilkesi içinde ifade etmesini garanti altına almıştır. Yıllardır savunduğumuz gibi farklı fikirler, doğru yöntemle ele alındığında parti birliğimizi bozan değil, bilakis geliştiren güçtür. Oportünist anlayışların boşa çıkarılması ve komünist fikirlerin partide kavranması ve güçlenmesinin tek yolu demokratik merkeziyetçiliğin işlevleştirilmesidir. Programsal stratejik düzeyde olsa da hiç kimse fikirlerinden dolayı engellenemez, baskı altına alınamaz. Hiçbir yönetici organ tüzük kurallarını hiçe sayarak bu fikirleri partiden gizleyemez. Bu yönteme başvuranlar partiye tabi olmayan başaramayan küçük burjuvalardır. Kendilerini partinin sahibi sanan klikçi, grupçu, öznelci çizgilerini partiye dayatan tasfiyecilerdir. Parti içi demokrasinin gereği olarak, her parti üyesi parti siyasetini ilgilendiren tüm konularda ideolojik, siyasi tutumunu çalıştığı organda ve partinin en üst organı olan kongre de ortaya 9 Devrimci Halkın Günlüğü koyma hakkı garanti altına alınmıştır. Demokrasi mekanizması işleyen, tartışılarak sonuca gidilen ve alınan kararlar uygulanmak zorundadır. Alınan kararı doğru bulmayanlarda kararı uygulamak zorundadır. Üst organlara yapılan eleştiri partiden gizlenemez. Parti içi eleştiriyi bastırmak, idari tedbirlere başvurmak, ambargo koymak bir taraftan eleştiriyi engelleyip, diğer taraftan grup anlayışını hakim kılmaya çalışmak, demokratik merkeziyetçilik ilkesiyle bağdaşmaz. Bu tüzük ihlalidir; Partiye karşı işlenmiş büyük bir suçtur. Aynı zamanda partinin iradesine de yapılmış bir darbedir. MK birinci dereceden sorumludur. Partide üyelerin eleştirilerini yapabilecekleri canlı tartışma ortamı yaratmak zorundadır. Disiplinli bir parti yaratmak başka türlü olanaksızdır. Siyasi büro MK’nın aldığı kararları, MK ise kongre karar ve anlayışını asla değiştiremez. MK kongrenin karar ve anlayışını değiştirmeye kalkışırsa, parti iradesini çiğnemiş ve darbecilikle lekenmiş olur. Demokratik süreç işletilerek kongre de seçilen MK ikinci bir kongreye kadar partiye önderlik eder. Bir sonraki kongreye demokratik merkeziyetçilik ilkesine bağlı, tüzüğe uygun olarak partiyi kongreye götürmekle sorumludur. Aktardığımız gibi kongrenin nasıl yapılacağı tüzükte belirtilmiştir. Partinin bütün alanlarının tam iradesinin kongreye yansıtılması gerekmektedir. Demokrasi gereği ortaya konulan ideoloji, siyasi, politik, stratejik devrim yolunun parti üyelerine demokratik bir hak olarak, disiplin içinde tartışılması ve sonuca gidilmiş olması gerekmektedir. Kongre de alınacak kararlarda hapishanelerdeki üyelerinde oy hakkının olduğunu da hatırlatalım. Hapishanelerdeki üyeler sadece yönetici organlara seçilemezler ve seçilenler için oy kullanamazlar. Bunun dışında ideolojik, siyasi, politik, programsal mesellerde oy hakkı vardır. İradeleri alınmak zorundadır. Tarihimizde partimizin devrimci çizgide yürümesinde hapishanelerdeki üyelerin küçümsenemez katkıları olmuştur. 2014 - AĞUSTOS - SAYI: 1 Özcesi MKP’nin demokratik merkeziyetçilik ilkesi bu temel esaslar üzerine oturmaktadır. Bu ilkeye bağlı kalınmadan iç demokrasi güvence altına alınamaz. Parti iki çizgi mücadelesi asla verilenmez. Maoist parti tıpkı iki çizgiyi reddeden oportünist- revizyonist- partilere dönüşür. Bu nedenle her tutarlı komünist iki çizgi mücadelesini öldüren bu ilkesizliğe karşı durmak zorundadır. “3 Kongre” ana içeriğini belirttiğimiz gibi, demokratik merkeziyetçilik ve iki çizgi mücadelesi ilkesini çiğnemiştir. Parti tüzüğüne uygun kongre gerçekleşmemiştir. Partinin devrim yolu yeterince tartışılmadan ve partinin tam iradesi alınmadan değiştirilmiştir. “3 Kongre”nin ideolojik sapmasının yanında meşruluk sorunu vardır. Parti tüzüğüne bağlı kalınmadan kongre gerçekleştirilemez. Tüzük çiğnenerek gerçekleşen kongre meşru olamaz. Çok daha büyük kaos ve karmaşaya yol açar ve açmıştır da. Baştan sona darbeci anlayışla gerçekleşen “3 Kongre” revizyonist teorileri bayraklaştırmıştır. Sormak gerekir MKP’nin hangi tüzük maddesine dayanarak kongreye gelemeyen üyelerin delegeliklerini düşürüyorsunuz. Böyle bir tüzük maddesi olmadığı gibi bu tür anti- demokratik yöntemlerin partinin devrimci anlayışıyla ilgisi de yoktur. Birde kalkıp UKH‘e, partimize demokrasi dersi vermeye kalkıyorlar. Hapishanelerdeki üyelerinizi tecrit ederek, kimi üyelerin delegeliklerini düşürmek suretiyle, karar yeter sayısını aşağıya çekerek, iki çizgi mücadelesinin zemini olan demokratik tartışma görevini yerine getirmeyerek, hesapçı ve fırsatçı davranarak nasıl kendinizi partiye kabul ettirebilirsiniz. Moistlerin ilkesiz, tutarsız, parti disiplininden uzak önderlere ihtiyacı yoktur. Aksine bir an önce onlardan kurtulmak zorundadır. Aksi taktirde oportünist önderlikten kurtulmak olanaksızdır. Körce İtaat Mi? İlkeli Mücadele Mi? Parti de körce itaat olmaz. Marksist çizgi ile burjuva çizgi arasındaki mücadelenin önemini anlamayanlar, oportünist burjuva çizginin partide hakim hale gelebileceğini unutuyorlar. Bunu unutanlar 10 Devrimci Halkın Günlüğü Maoizmi redde varan Koordinasyon Komitesi ve yurtdışı hizbini hatırlamalıdırlar. “3.Kongre”nin ortaya koyduğu çizgi, siyasi amaç, ideolojik bütünlüğünü, MLM bilimin süzgecinden geçirmeyi esas almak yerine, körce ve kuru bir güven anlayışıyla Halkın Günlüğü sayfalarında pompalanan oportünizme baka kalanlar, idealist felsefi anlayışın etkisinden kurtulamamışlardır. Parti tarihimizde buna benzer kuru güven ve körce itaat anlayışından kurtulamadıkları için revizyonist Koordinasyon Komitesi hizbine tavır alamama, onların tasfiyeci, gayri MLM niteliğini açığa çıkarma ve tanıma konusunda gecikmelere neden olmamışlar mıydı.? Bu nedenle büyük dağınıklık çok başlılık ortaya çıkmamış mıydı.? “3. Kongre”nin klikçi, grupçu, tasfiyeci pratiği açık ve net olmasına rağmen yılgın, sessiz itaatkar kalanlar komünist tutumdan uzaklaştıklarını belirtmek zorundayız. Koordinasyon Komitesi hizbi ( 1976) birkaç sayfalık bildiriyle ilk İbrahim Kaypakkaya yolunu değiştirmeye koyulamadı mı? Merkezi yapının bu ihanetine örgütün gövdesi karşı çıkıp gayri MLM teori ve stratejiyi reddetmemiş miydi.? Demek ki merkezi önderliği bilimsel zemine oturmayan kör bir bağlılık ve itaat etmek devrim amacına hizmet etmez. Aksine büyük zarar verir. Parti çizgisini ayaklar altına alan Koordinasyon Komitesi nasıl ki tasfiyeci, darbeci ve revizyonist olarak tanımlandıysa bu gün çeşitli farklılıklar içerse de benzer darbeci tasfiyeci yöntem ve anlayışla gerçekleştirilen “3. Kongre”nin ideolojik olarak oportünist, örgütsel çizgi olarak tasfiyeci ve darbeci olduğu görülmek zorundadır. Çünkü komünist anlayış darbeciliği reddeder. Üç-beş Koordinasyon Komitesi üyesinin üç-beş sayfayla parti stratejisini değiştirmeleri ile partinin tam iradesi alınmadan, oyun ve hesaplarla yapılan “3. Kongre”nin yaptığı değişikliliğin anlamı aynıdır. Her ikisi de partiyi örgütü hiçe sayan anlayışa sahiptir. Her ikisi de tasfiyeci ve darbecidir. Gıdasını küçük burjuva ideolojisinden alan bu çizginin partimizde yeri yoktur. İlkesizliği çizgi haline getirenler iflah olmazlar. “İlkesizlik teslimiyet getirir. İlkesizlik yozlaşmanın ve çürümenin kendisidir. O nedenledir ki en zor koşullar da devrim için yola çıkmış ve 2014 - AĞUSTOS - SAYI: 1 komünizm ideasında olan bir parti ilkelerden asla taviz vermez.(…)’’ bize yön veren yolumuzu aydınlatan tek bir silahımız varsa o da ideolojimiz Marksist, Leninist, Maoist ilkelerimizdir.(…) Ama ilkesizliği “olağanüstü koşullar” özel koşullarla açıklamak(…) koca bir sahtekârlıktır. ( 1. Kongre Muhasebe Belgesi) İlkesiz çizgi teslimiyet geliştirdi-geliştiriyor. Sınır tanımıyorlar. Her şeyi kendilerine uyduruyorlar. Kongreye katılmayan üyelerin delegeliklerini düşürüyorlar. “1999 Merkezi konferansın hatalı kararları üzerine ‘’ ne demişti 1. Kongre: Bu yoldaşlar ne tez unuttular her şeyi …Aktaralım o halde “Merkezi Konferans’a katılmayan-katılamayan üyeler hakkında alınan karalar ve izlenen siyaset aslında olumsuzdur: Parti üyelikleri düşürülürken burada partinin hataları,eksikleri görülmemiştir.Kimi üyelere çifte standart uygulanmıştır.” (1.Kongre Muhasebe Belgesi) Ne yapmıştı merkezi konferans: Üyeliklerini düşürmüştü. Kongre dedi ki; “böyle bir hakkınız yoktur”. Şimdi kalkıp “3.Kongre “daha beterini yapıyor. İşine gelene dokunma, işine gelmeyenin haklarını doğramak tarzıdır. Bu mudur hatalardan ders çıkarmak.? Böyle davranmayı alışkanlık haline getirenler Maoist kadrolar olamazlar. Partimiz bu ve benzer tutumları geliştirenlere karşı duracaktır. Bundan şüphe duyulamaz. Marksist kadrolar siyaset üretir. Örgütsel sorunlara çözüm getirme iradesidirler. MLM kadroda ideolojik sağlamlık, ilkeli duruş tartışmasızdır. Örgütü kendi haline bırakan, tasfiyeciliği çizgi haline getirenlerin komünist kadro tipiyle alakası yoktur. Bunlar oportünist kadrolardır. Siyaset üretmek, çözüm bulmak yerine hesap ve onların peşindedirler. 1999 Üyelerin yarısını merkezi organa seçmişlerdi. Ama bu gerçekten kadro seçmek değildir. “Avrupa komünistlerin” havasını fazla soluyan kafaların grup, klik zihniyetiyle, parmak kaldır -indir hesabıyla ne kadro olunur nede ilan edilen önderlik partiyle bütünleşebilir. “ 3. Kongre” ve kadrosu grupçu, hesapçı ve tasfiyecidir. Proleter devrimci tarzı değil, burjuva tarzı sürdürmektedirler. Yığınla hatalardan öğrenmeye ayak diremektedirler. Tarihimizde yaşanılan hatalar 11 Devrimci Halkın Günlüğü mahkûm edilmesine rağmen hiçbir şey yaşanmamış, parti bilincimiz yokmuş gibi klikçi, grupçuluğu dayatmaktadırlar. Bunu da MLM çizgi olarak ifade etmektedirler. Bu düpedüz sahtekârlıktır. Halka yalan söylemektir. “3. Kongre” tasfiyeciliği ve darbeciliği “Kongre iradesinin” arkasına gizleyerek sunuyor. Bunda artık şaşılacak bir durum yoktur. Lakin darbeci yöntemi gören ama “yanlıştır” demekten öteye gitmeyen eleştiriyel bir öz içermeyen, ilkeleri unutan, kendine güvensiz, rahatına düşkün tutum ve tarzların Marksist komünist tutumla ilgisi yoktur. Bunlar bakar kördür. Partici geçinenler, ama sırt üstü yatarak ortaya çıkan çok başlılığı, dağınıklığı, partinin radikal araçlarını terk etmesini, yozlaşmasını umursamıyorlar. Hesapçı, grupçuların partide yarattıkları başıboşluğun anlamını düşünmüyorlar. Mücadeleyi kendi haline bırakarak, kendiliğinden sürüklenerek Kaypakkaya güzergahında yürünebilineceğini sanmaktadırlar. Tasfiyeciliği kanıksayan, laçkalığa, başıboşluğa, ilkesizliğe sessiz kalan yaklaşımlar bu dönemde en zararlı eğilimdir. Sınıfsal kaynağını küçük burjuvaziden alır. Bunlar için ilkelerin önemi kalmamıştır. Bir önderlik her alanda partiyi tasfiyeye yöneltiyorsa hile, oyun, darbecilik yapıyorsa parti içinde kalarak mücadele yürütme siyaseti doğrumudur? Sorusunu sorma hakkımız vardır. Eğer “3. Kongre” ve önderliği eleştirilerimizi ideolojik, siyasi, örgütsel, stratejik görüşlerimizi parti içinde yayma yolunu kapatmamış olsaydı, parti içi bir tartışma kanalı açmış olsaydı, bütün ısrarlı ve tutarlı çabamıza bu yönlü cevap vermiş olsaydı, bu gün bu satırları –halk kitlelerinin gerçeği ama sadece gerçeği öğrenmeleri için bu satırları yazmak zorunda kalmamış olacaktık. Çünkü o zaman sorun parti içinde mutlak bir nihayete vardırılacaktı. Eğer irademizin alınıp demokratik olan hakkımız kullandırılmış olunsaydı grupçu, tasfiyeci, hizipçi kliğin ideolojik dönüşüm saldırısına da yanıt verme hakkımızı kullanmış olacaktık. Bütün bu engel ve hileli yaklaşımlardan dolayı, açık ideolojik mücadele yürütmek zorunlu hale gelmiştir. “3. Kongre”nin tutumu ne olursa olsun, anlayışımı hakim kılayım tutumudur. Bu tutumun partimizle 2014 - AĞUSTOS - SAYI: 1 ne ilgisi vardır? Halkın Günlüğü Gazetesinde kendileri dışında herkesi cahil, geri ilan eden damgalayan bu anlayışın komünist tutumla ne ilgisi olabilir? Unutmayın “3.Kongre” ve önderliğini dilinden anlaşıldığı gibi oportünistler örgütsel ilkesizliklerini de en berbat lafazanca şekilde demokrasi, adalet işleyiş sloganlarını bayraklaştırarak yapmaktadır. Bir yandan demokrasicilik narası atıyorlar, diğer taraftan suç işler hak-hukuk tanımazlar. Bir yandan kongreye gelemeyen üyelerin delegeliğini düşürerek salt çoğunluk oranını aşağı çekerek istisnasız oy çokluğuyla karar yeter sayısıyla stratejiyi değiştireceksin, diğer taraftan demokratik haklardan ilkelerden bahsedeceksiniz. Sizin gerçekten dürüstlüğe ihtiyacınız vardır. Dürüstlüğünü kaybeden devrimci her şeyini kaybetmiştir. Bütün partililer, taraftarlarımız, ileri sempatizanlar, dostlarımız “3.Kongre” ve oportünist temsilcilerine sormalıdırlar: Hangi tüzük maddesine dayanarak kongreye mazeret bildirerek gelemeyen üyelerin delegeliklerini düşürdünüz? Bir kısım gelemeyen üyelerin delegeliğini düşürürken, neden diğerlerini düşürmediniz.? Böylesi bir ayrım yapan bir tüzük maddesi var mıdır?! Madem gelmeyen delegelerin, delegeliğini düşürme hakkınız var o halde neden gelmeyen herkesin delegeliğini düşürmediniz?! Bu yaptığınız tutarsızlık, ilkesizlik değimlidir? Evet bunları sorun ve cevap isteyin.? Unutmuşlar, hatırlatalım: İlkesizlik teslimiyeti geliştirir. Eğer bunun farkında değillerse dönüp arkalarına bakmalıdırlar. Tüzük bunlar için önemli değildir. Daha önceden hesaplayıp grupçu ruhla yaklaştıkları için asıl amaçları siyasi çizgilerini kabul ettirecek salt çoğunluk oranını garanti altına almaktır. Yoksa darbeci hizip ruhuyla ufukları kararmış oportünistlerin çok da umurunda değildir. Kimi üyelerin kongreye katılıp katılmaması… Onları ilgilendiren tek şey vardır: Öznelci düşünce ve kararlarını onaylatmaktır. Bu konuda başarılı oldular. Çünkü yurtdışı örgütü dışında bütün örgütlü alanlar tasfiye oldu. Hapishaneleri de zaten 12 Devrimci Halkın Günlüğü tecrit ettiler. Bu kongre MKP’nin değil yurt dışı örgütünün kongresidir. İzah ettiğimiz gibi delegeliklerin düşürülmesi suretiyle karar yeter sayısı oranı düşürülmese, düşük katılımlı kongrenin karar çıkaramayan duruma düşmesi kaçınılmazdı. Kongrenin yöntemi karar alma anlayışı ve işleyişi parti tüzük hükümlerine aykırıdır. “3. Kongre” nin güvenirliğini yitirdiğini belirtiyoruz. Çünkü partiye, halka yalan söylediler. Soruna doğru ve dürüstçe açıklık getireceklerini beklemek saflık olur. Beklemeksizin OPK toplanarak suçlu gruptan hesap sormalıdır. Bütün yanlarıyla açıklanmalıdır. 1999 ‘ da merkezi konferansa katılmayan üyelerin hiçbir soruşturmaya başvurmadan üyeliklerinin ellerinden alınmasını MKP 1. Kongresi mahkum etmişti. Herkes ama herkes tüzüğe uymalıdır. “3. Kongre” her şeyi kendisine uyduruyor. Menşevikler bile böyle laçka, her istediğini yapan grup anlayışına sahip değildi. Aylar geçmesine rağmen “3.Kongre” nin darbeci önderliği gazete sayfalarında karşı çıkanlara hakaret etmeye devam ediyorlar. Kendi stratejisini anlatmaktan ziyade karşı çıkanlara sayıpdöküyorlar. İç sorununu halen gazete sayfalarında tek yanlı, iki çizgi anlayışımıza aykırı şekilde sunuyorlar. Demokratik ilkeye uygun tartışma yürütülseydi böylemi olurdu. Ne kongrede ne de kongre sonrasında partide eylem ve irade birliğinin olmadığını bilmek için siyaset bilimci olamaya gerek yoktur. Halkın Günlüğünde ki yazıları okumak yeterlidir. Bir yandan her yana dökülen bu grupçu, hizipçi oportünizm diğer taraftan nitelik sıçrama “Kaypakkayalaşma , 17 lerleşme”den bahsetmektedir. Kaypakkayalaşmak için önce ilkeli olmak gerekir. “3. Kongre” ye düşük katılım olmuştur. Kongreye katılması gereken üyelerin çok altında bir oranda toplanmışsa bu durumu değerlendirmeliydi. Kongreye katılan üyelerin onayı ile ertelenmeliydi. Aynı zamanda parti iradesinin toplanmasını sağlayacak örgütsel çalışmayı güçlendirmek; katılanlar arasında bir komisyon oluşturarak kongreye katılımın neden düşük olduğunu katılmayan üyelerin durumunun netleştirilmesini keyfiyet ve engellemeler varsa ortaya çıkarılmasını sağlaması 2014 - AĞUSTOS - SAYI: 1 gerekir. Bu doğru yolu izlemeyip partiyi kendinden ibaret sanıp, küçük burjuva kibre kapılarak “gelmeyen gelmez, kararları çıkarmak için çoğunluğa ulaşamıyorsak o zaman gelmeyen üyelerden bir kısmının delegeliklerini düşürelim ve işin içinden çıkalım.” anlayışında hareket eden “3. Kongre” ilkesizliği seçmiştir. Kendisi merkezden tasfiyeyi partiye dayatmıştır. Açıkça belirtik belirtiyoruz: Bu darbeci, tasfiyeci yöntemden vazgeçin. Halka ve partiye öz eleştiri yapın. Partiye çağrı yapıyoruz. Grupçu, klikçi, hesapçılığı komünist yaklaşım olarak sunanlardan hesap soralım. Bu her komünistin, her foksiyonerin savunması gereken yaklaşımdır. Kongre maskesi arkasına sığınarak kendisini sunan revizyonist, Kautskyci, Hocacı, Troçkist, burjuva küreselleşmeci “3. Kongre”nin ideolojik, siyasi çizgisinin MKP’yi bağlamayacağını tereddüde düşmeden belirtiyoruz. Her türden oportünizm hangi slogan altında kızıl bayrak salarsa sallasın partimizi bağlamaz. MKP’yi bağlayan çizgi ancak ilkelerine bağlı kalınarak şekillenebilir. Parti iradesini tanıyan, ideoloji ve çizgisi parti ile netleştiren bir kongre ancak MKP’yi bağlayabilir. Bizler İbrahim Kaypakkaya yolunu takip ediyoruz. Süleyman Cihanların, Kazım Çeliklerin, Cüneyt Kahramanların, Cafer Cangözlerin, 17’ lerin yolunun, partiyi hiçe sayan hile, oyun, hesaplarla darbeciliği komünist çizgi olarak dayatan “3. Kongre” nin yolu ile ilgisi yoktur. Partimizin yolu, Kautskciliğe, Troçkizme, Hocacılığa, 2.Enternasyonelin en berbat takipçileri olan legalist reformculuğa, sosyal şovenizme meydan okumadır. “3. Kongre” 17’lerin yolundan saptı. Parti ağır ve kapsamlı saldırılar altındayken hile, oyunlarla, ilkesizlikle karakterize olan oportünist yurt dışı kliği partiye ideolojik dönüşüm dayatmıştır. Partimiz gizlilik şartlarında çalışmaktadır. Zor koşullarda mücadele eden, üyeleri katledilen, esir alınan, ömür boyu hapise mahkum edilen bir partiden bahsediyoruz. Elbette kongreye gidemeyen delegeler olacaktır. Bu delegelerin kongreye katılamama gerekçeleri doğru yada yanlış, 13 Devrimci Halkın Günlüğü ciddiyetsiz yada korkakça bulunabilinir. Ayrıca kongreye katılamayan delegeler arasında MK’ya üye seçilebilir. Ama kongre iradesi grupsal anlayışın rahat, engelsiz çıkarmak için –karar yeter sayısını düşürmek suretiyle- kongreye gelemeyen üyelerin bir kısmının “mazereti tutarsız” deyip delegeliklerini düşüremez. Tüzüğe aykırı anti-demokratik tutum kabul edilemez. Çünkü bu delegelerin kongreye gelememelerinin samimi olup-olmadıkları, gerekçelerin doğru olup-olmadığı ancak kongre sonrası yapılacak soruşturmayla netleştirile bilinir. Kongre sonrası ciddiyetle yapılan soruşturmayla ancak sonuca gidilebilinir. Doğrusu budur. Kongreye katılacak delege sayısı önceden tespit edilir. Önceden tespit edilmiş olan kongreye katılması gereken delegelerin toplamının yarısından bir fazlasına ulaşmışsa, salt çoğunluk karar oranına ulaştığı için kongre yapılabilir, ama gerçekten tutarlı, parti iradesini önemseyen, parti iradesinin yarısının katılmadığı bir kongrenin verimsiz ve gelecek açısından doğuracağı tehlikeleri ön görerek daha yüksek bir iradenin toplanması görevini önüne koyar ve kongreyi erteler. Durumun nedenlerini açıklığa kavuşturduktan sonra kongreye oturabilir. Ama pratik olarak partiden kopmuş olan yurt dışı kliğinde bu tutarlılık ne gezer. Bırakın kongreye katılımın düşüklüğünü kendisine dert edinmeyi, katılamayan üyelerin delegeliklerini düşürüyor. Hem de kendine göre “mazeretleri tutarsız” diyerek… Kongreye katılamayanların delegeliklerinin düşürülmesi apaçık darbeciliktir. Nasıl kongreye gelemeyen delegeler arasında MK yada genel sekreter seçilebiliyorsa, çeşitli gerekçelerle gelemeyen üyelerin delegeliklerini düşüremez. Kongre iradesi ancak ve ancak katılmama gerekçelerini doğru, yerinde ve samimi bulmadığı, savsaklama ve başka hesapların olabileceği sonucuna varmışsa, bu üyeler hakkında durumlarının netleştirilmesi için bir soruşturma komisyonu kurar ve durumlarını yine tüzüğe uygun şekilde netleştirir. Açık ve nettir: “3. Kongre” demokrasi bayrağını kaldırdığı oranda darbeci, sekter ve tasfiyecidir. Lafazanlık yapılarak parti işleyiş ve çizgisine bağlı kalınamaz. 2014 - AĞUSTOS - SAYI: 1 PARTİ İÇİ DEMOKRASİYİ ORTADAN KALDIRMAK İKİ ÇİZGİ MÜCADELESİNİ ENGELLEMEKTİR. Partimizin iki çizgi mücadelesine yaklaşımı bilinmektedir. Bilmek yeterli değil onu uygulamaktır bütün mesele… “3.Kongre”nin demokrasi ilkesine bağlı kalmadığını söylemekte sonuna kadar haklıyız. Klikçilik, gurupçuluğun gerçek niteliğini parti karşıtlığını göstermeye devam edeceğiz. Bizler İbrahim Kaypakkaya yoldaşın revizyonizme karşı verdiği parti içi mücadeleyi esas aldık. Bütün olumsuzluklarımıza rağmen bu konuda belli bir ilerleme ve sağlam bilince sahibiz. Kaypakkaya; parti içi ideolojik mücadelede MLM bir çizgi izlemiştir. Revizyonist fikirlere karşı tutarlı ve kararlı mücadele verirken TİİKP revizyonist yöneticilerini, demokratik merkeziyetçiliği rafa kaldırarak öne çıkan devrimci kadrolara karşı açıktan teşhire yöneldiler. Kaypakkaya yoldaşa ise gizli tertip (komplo)düzenlemeye koyuldular. Marksist muhalefetin yazılarını partiden gizlediler. Burjuva ayak oyunlarına hile ve entrikalara başvurdular. Kaypakkaya bütün olanağıyla bu oportünist çizgiyi anlatmaya yoldaşlarını devrimci çizgide mücadele etmeye yönelik örgütlemeye çalıştı. Revizyonist kliğin demokratik yolları tamamen kapatmasıyla Kaypakkaya önderliğinde MKP’nin önceli olan TKP(ML) kurulmuştur. Parti içi iki çizgi mücadelesini zorlamak, sorunları devrimci yöntemlerle çözmede ısrarcı olmak, doğru ve olması gerekendir. Fakat; Maoist iki çizgi mücadelesi ancak ve ancak parti tüzüğü işletilirse sürdürülebilinir. Aksi takdirde birey veya bir grubun arzusuyla, ısrarıyla olamaz. Bilindiği gibi Kaypakkaya’nın ısrarlı iki çizgi mücadelesi komplocu, burjuva hile ve entrikalara başvuran TİİKP revizyonistleri tarafından engellenmişti. Oportünizme karşı açıktan kızıl bayrak açmak bu durumda komünistlerin görevidir. Kaypakkaya hiç tereddüt etmedi. Sorun ilkeseldir ve komünistler ilkelerden asla taviz vermez. İki çizgi mücadelesinde benimsediğimiz Marksist, Leninist, Maoist ilkeli anlayışa rağmen, 14 Devrimci Halkın Günlüğü partimizde türeyen küçük burjuva oportünizmi şu yada bu şekilde iki çizgi mücadelesi anlayışımızı yozlaştırdı. Düşünün kendi öznelci fikirlerini örgüte dayatan Koordinasyon Komitesi ( 1976), yada yurt dışı hizbi (1979 ile 1981 arasında )’nin Kaypakkayacı partinin iki çizgi mücadelesi anlayışıyla ne ilgisi vardır.? Bu gün her satırından oportünizm akan “3.Kongre”nin de partimizin iki çizgi anlayışıyla ilgisi yoktur. Küçük burjuva anlayış öznelcidir. Gerçek olguların yerine kendi düşüncesini koyan bu anlayışın örgütsel ilkelere bağlı kalacağını beklemek hayalciliktir. Çünkü oportünizm ilkesiz ve tutarsızdır. Yaşayış biçimine bağlı olarak düşünce yönteminde tek yanlıdır. “3. Kongre”nin klikçi önderleri dünyayı tek yanlı değerlendiriyorlar. Düne kadar sol sloganlar atarken, fazla zaman geçmeden sağ yatmaları bundandır. Örgütü önemsememeleri devrime olan inançlarındaki kırılmanın ifadesidir. Aksi takdirde partinin tam iradesine başvurmadan ideolojik, siyasi, örgütsel çizgide nasıl değişikliliğe gidebilir. Nasıl bu ilkesizliğe karşı çıkıp haklarını savunan ve yanıt bekleyen üyelerine cevap verme, sorunu açıklama ciddiyetini göstermez! Maonun ifadesiyle bu “kumar oportünizmi”dir. Küçük burjuva ruh halinin, istikrarsız iktisadi yaşamın ideolojik ve pratik yansımasıdır. Halkın Günlüğü Gazetesinde yoldaşlarını küçümseyen bu kibirli, çok bilmiş, kendine güvensiz ama kendine çok güvendiğini yansıtan, örgütsel tutumda anti-demokratik ve sekter, toparlayıcı değil tasfiyecilerin hangi biçim altında kendini gösterirse göstersin küçük burjuva karakteristiğiyle gayri Marksist öz içermektedir. Tarihimizi, bilinç ve deneyimlerimizi hiçe sayan anlayış Kaypakkaya güzergahını temsil edemez. Bir parti sadece lafızda Marksist ilkeleri tekrar etmekle sonuç elde edemez. Tarihimizde ideolojik, siyasi çizgi olarak ayrı fikirlere sahip olmamalarına rağmen parti merkez organının demokratik ilkeyi işlem dışı bırakmasından kaynaklı ayrılıklar, kopmalar ortaya çıkmıştır. Yönetici organ her zaman doğru yapar diye bir şey yoktur. 2014 - AĞUSTOS - SAYI: 1 Koordinasyon Komitesi Partinin yönetici organıydı. Ama kendisi parti karşıtı hizip ve oportünist merkez haline gelmiş ve parti ile alakası kalmamıştı. Keza birçok parçalanmada parti önderliğinde ortaya çıkan savrulma, örgütsel oportünizmi nasıl bir kenara atabiliriz. Örneğin 1.MK işleyişe bağlı kalmamış, örgütsel sekterizme düştüğü için MKP 1. Kongresinde (muhasebe belgesinde) mahkum edilmiştir. 1. MK yetkisi olmamasına rağmen 1. Konferans kararlarını ve anlayışını çiğnediği için mahkum edilmemiş miydi? “1.MK(…) daha ilk toplantıda yetkisi olmadığı halde darbeci bir şekilde konferansın kararını değiştirmekle örgütsel ilkeyi ayaklar altına almıştır. Bu açık bir disiplinsizliktir. 1. MK daha ilk toplantısında yetkisi olmadan konferansın düşünce ve kararlarını bir kalem darbesiyle değiştirdi, dolayısıyla usulsüzlük yaptı. 1.MK’nın bu usulsüzlüğü 2. Konferansımızda mahkum edildi.” ( 1. Kongre Muhasebe Belgesi) Dün mahkum ettiğini bu gün tekrar edenlere kim neden güvenecek! Şimdi “3. Kongre”nin önderliğini yapanlar 1. ve 2. Kongrenin karar ve anlayışını yetkileri olmamasına rağmen 2011’de değiştirmediler mi.? Bu ilkesizliği ortaya koyan eleştirileri ise partiden gizlemediler mi.? Bütün bunlar nasıl inkar edilecek?! Partimizin bu sahtekârlığı öğrenme hakkı vardır ve öğrenecektir. “3. Kongre” parti deneyimlerini hiç hatırlamak istememiştir. Partinin tam iradesi alınmadan kongrenin yapılmayacağını, bunun ilke olduğunu bilmiyor olamazlar! Geriye tek şey kalıyor, ilkeleri uygulamamak! Sanki yığınla ilkesizlik, hatalar parti tarihimizde mahkum edilmemiş gibi yeni ilkesizliklere imza atmanın neyi savunulabilinir. Parti tarihimizin de gösterdiği gibi nesnel şartları öznelci, idealist düşünce yöntemiyle analiz edenler örgütsel çizgide sekter olmuştur. 1.MK Konferans karar anlayışını darbeci bir şekilde çiğnemekle kalmamış, buna karşı duranlara karşı yıkıcı, sekter tutum takınmıştır. Bu gün her şeyden önce parti içi demokrasiyi geliştirme ihtiyacımız vardır. Parti içinde fikir özgürlüğü olamadan gelişme olmaz. Mahkum ettiğimiz pratikleri asla tekrar etmeyelim. 15 Devrimci Halkın Günlüğü “1.MK’nın örgütsel sekterizmi kendisini daha çok şu noktalarda göstermekteydi. En önemlisi parti Konferansının politik, taktik kararlarını değiştirerek partiyi sınıf mücadelesinden koparması iken, diğerleri ise aşağıdan gelen eleştirileri bastırmak yöntemiydi. “ (1.Kongre Muhasebe Belgesi) 2. Kongrenin görev verdiği MK ile “3.Kongre” ve görev alan önderliği tamda 1.MK’nın özetlediğimiz çizgisinin en tasfiyeci tekrarıdır. Çünkü en başta parti içi demokrasiyi yok etmişlerdir. Bir karşılaştırma yapma derdinde değiliz. Sadece 1. MK’nın mahkum edilen yanlışlarını hatırlatıyoruz. Çünkü “3.Kongre” ve önderliği verdiğimiz örneği kat kat aşan düzeyde parti anlayış ve örgütsel ilkelerinden uzaklaşmıştır. 2.Kongrede görevlendirilen MK ve “3.Kongre” darbecidir. Çünkü ilkeleri çiğnemişlerdir. 2.Kongrenin görev verdiği MK 1. ve 2. Kongrenin karar ve anlayışına bağlı kalmamıştır. Bu ilkesizlik açık olmasına rağmen “3. Kongre” bunu mahkum etmemiş bilakis 2011!de darbeci tarzda ilan ettiği çizgiyi kongrede resmileştirmiştir. Sınıf teorisin de yansıttığı gibi. “3. Kongre” parti içi demokrasi ilkesinden uzaklaşmıştır. Sağ pasifist, tasfiyeci, klikçi ve darbeci MK ya yapılan eleştirilerin partiden gizlendiği apaçık olmasına rağmen “3. Kongre” de tartışılmamış üstü örtülmüştür. Bu mudur parti demokrasisi? Her halde kalkıp halk kitlelerine “eleştiriler partiden gizlenmemiştir.” diyemeyeceksiniz. MK kongre kararlarını değiştiremez. “3.Kongre” de MK ya hesap sorulmalıydı.! MK’nın nasıl olurda kongre karar ve anlayışını değiştirmesiyle yarattıkları ideolojik kaosun sonuçları açıklanmalı ve mahkum edilmeliydi. Peki ne oldu? “3.Kongre” suç işleyen MK ya dair tek değerlendirme bile yapmadı. Kendi kendilerini mahkum edecek değillerdi. Dün olduğu gibi bu günde yineliyoruz böylesi durumlarda her komünistin görevi parti ilkelerini korumak, darbeci tutuma karşı mücadele etmektir. Aksi taktirde “ MLM örgüt ilkelerinin ayaklar altına alındığı yerde o örgüt eğer zamanında bu yanlışını düzeltmez ve hata yapan organ ve 2014 - AĞUSTOS - SAYI: 1 komitelerinin üzerine gidip hatalarını düzeltmezse, bu çizgi süreç içerisinde hem partiyi genel çizgisinden uzaklaştırır hem de örgütsel kaos yaratarak yeni başarısızlık ve hatta yenilgi ve ayrılıklara kadar götürür.” ( 1.Kongre Muhasebe Belgeleri). Bilindiği gibi 1.Konferansta 1. MK ya hakim olan gelişerek dışa vuran yurt dışı hizbi ( Bolşevik partizan) karakteristik örgütsel çizgisi kendiliğindenci, sağ pasifist, grupçu MK’ ya karşı yapılan eleştirileri bastıran ve yazılanları partiden gizlemek şeklindeydi. Bunun yanında ideolojik kaos ve örgütsel sorunlara neden olan önemli öne çıkan özelliği 1. MK’nın Konferansın belirlediği anlayış ve tespitleri değiştirmiş olmasıydı. Örgüte danışmadan, tartıştırmadan kendi başına grup ruhuyla değişikliliğe gidilmiştir. Ne oldu?... 1. Konferansta mayalanan tasfiyeci, oportünist ilkesiz çizgi revizyonist yurt dışı hizbi olarak mahkum edildi. 1.MK’nın örgütsel ilkesizliğini alın ve “3. Kongre”nin örgütsel çizgisiyle hatta “3 Kongre” ye varmadan 2. Kongrenin görevlendirdiği MK’nın çizgisiyle karşılaştırın. Somutlaşan oportünizmin derinliğini görmek zor değildir. Parti bir kliğe, grup yada bir avuç kadronun her istediğini yapabileceği bir mekanizma değildir. Partinin en büyük irade olduğunu kavramayan kibirli, disiplinsiz proleter demokrasi anlayışından yoksun olan küçük burjuva devrimciliğinin tutumu daima partiyi parçalamaya götürmüştür. Partiden onay almadan ideolojik, siyasi, örgütsel değişimlere gitmek partide kaos yaratır. Böylesi bir tutum merkezi önderlik tarafından geliştirilmiş yıkıcı bir tasfiyedir. Partimizde mahkum edilen anti-demokratik darbeci tarzı ve tutumların dökümünü yapmak istemiyoruz. Fakat 1. MK’nın Konferans kararlarını çiğnemesi, 2. MK’nın aynı çizgiden kopmaması örgütü hiçe sayan tutumların yarattığı kaos parçalanmalardan ders çıkartılmamıştır. “3.Kongre” de darbecilikle lekelendi! Partide iç demokrasiyi öldüren darbeciliğe yer yoktur. 1982’de güçlendirme konferansında MK ya seçilecekleri bölgeler düzeyinde üyelerin seçimleriyle belirlenmek yerine MK kendisi atamalar 16 Devrimci Halkın Günlüğü 2014 - AĞUSTOS - SAYI: 1 yapmıştı. Yani MK kendi tercihi doğrultusunda düşünüldüğünde parti tarihinin en şiddetli kriziyle seçilmesi gerekenleri belirlemişti. Bu ve benzer karşı karşıyayız. Bu mücadele komünist çizgi ile sağ tüzüğü ihlal eden demokratik olmayan yöntemler oportünizm arasındaki mücadeledir. partiye zarar verdi. Güçlendirme yerine zarar verdi. Tarihimizden öğrenelim ve hatırlayalım: Şimdi bizler “3. Kongre” ye neden ilkelere Partiyi dikkate almayan önderlikler yozlaşarak –tüzüğe- uymadın? Parti kural ve işleyişine uygun devrim amacından koptular. Parti başına seçtiği hareket etmedin, bunun hesabını ver dediğimiz MK ya “ oyun ve hile yap” demiyor. “Karar ve için kitlelere kadar bizi hizipçi, bozguncu göster- anlayışıma uygun önderlik et” diyor. Grupçu, kibirmeye koyuldular. Ama resmi olarak şimdiye bir tek li, klikçi MK ise hizip ruhuyla partiye hesap vermiycevap vermeyi bir türlü başaramadılar…! İşte or. Neler çevirdiklerini ancak “3. Kongre” ile öğrentasfiyeciliğin tarzı budur! ebildik. Oysa demokratik bir hak olarak bu “yeni” oportünist teorilerden çok önceden haberimiz 2.Kongre sonrası MK ile “3. Kongre” ve olması gerekirdi. Ama bizlerde halkımızla birlikte önderliği tıpkı 1. ve 2. MK gibi tüzüğe bağlı gazete sayfalarında açıklanınca öğrendik. Bunda kalmadıkları için klikçi, dağıtıcı, grupçu ve tasfiyeci bir komünist parti ciddiyeti görüyor musunuz?! Bu ortak özellikler taşımaktadırlar. “Küresel kapital- ilkesizliği, ciddiyetsizliği, laçkalığı reddettik… Çünkü izm, emperyalizm” bakış açısını benimseyince parti anlayışı bunu emrediyor. İlkelerden kopanlar demek ki örgütsel ilkelerde alt-üst oluyor! Oysa teslimiyeti geliştiriyor. parti bütün anti-demokratik tarzları mahkum etmiştir. 2. Kongre sonrası MK ve “3.Kongre”nin “3.Kongre” anın ihtiyaçlarına cevap verme çizgisi ve örgütsel bakış açısıda şimdiden mahkum niteliği taşısaydı tarihimizde var olan hataları olmuştur. 2. Kongre önderliği kendiliğindenci, tekrar etmezdi. 1. Konferansta partinin önderliğine pasifist, grupçu, sağ tasfiyeciliği, darbeci tarzla gelen 1. MK içinde ideolojik sapmasının yanında bütünleştirdi. Bunu da meşru ve devrimci çizgi tüzüğe bağlı kalmayan eğilim yurt dışı hizbi olarak olarak gösterdi. Oysa pratikte partinin bütün savrulup gitti. 2.MK’nın tüzüğü çiğneyen tutumu örgütlü alanlarını tasfiye ettiler. Bu derece partiyi güçlendirmedi. 1983’te ikinci örgütsel yenilmaharetli olduklarını da (!) unutmamak gerekir. giye götürdü. Keza 1986 -87 ve 1992-94 de partinin yaşadığı ayrılık ve birliklerde parti tüzüğüne bağlı Sürekli olağan üstü koşullardan bahsettil- kalmamanın sonuçları ağır oldu. Komünist örgütün er. 17’lerle aldığımız darbenin arkasına sığındılar. ilkelerinden sapmak kaçınılmaz olarak yozlaşma ve Darbeci, klikçi hareket tarzlarına olağan üstü zor çürüme yaratır. koşullarla benimsetmeye kalktılar. Oysa hiçbir olağan üstü dönem ilkelerden vazgeçmeyi gerekDemek ki sadece lafızda Marksist ideolojiyi tirmez. Hiç kimseye parti tüzüğünü çiğneme hakkı savunmak yeterli değildir. Parti tüzüğüne bağlı vermez. Parti tüzüğünü MK da dahil hiçbir organ ve kalmakta zorunludur. Sadece önderliğin ilkelere üye çiğneyemez. Tüzük dışı çözüm yöntemlerine bağlı kalması da değil, bütün parti organlarının, başvurulduğu zaman parçalanma, zayıflama ve üyelerinin örgüt tüzüğüne uymamalarını neden yozlaşma oldu. Yenilgi ve teslimiyet gelişti. Kongre- hayati önemde olduğunu anlatması ve partiyi Konferans kararlarının MK tarafından değiştirilme- eğitmesi önderliğin görevidir. Fakat bu önderlik si partide kaos ve kargaşaya neden oldu. 2.Kon- kendisi birinci derece tüzüğü ihlal eden konumgrenin önderliği kendiliğindenci, klikçi, pasifist sağ dayken örgütü nasıl eğitebilir! Kendisi tasfiyeci bir tasfiyeci MK’sı kongre kararlarını tüzüğe aykırı merkez haline gelmiştir. Bu nedenle MK ya olan olarak değiştirmemiş olsaydı, “3. Kongre”yi parti- güven zedelenmiştir. Çünkü 2. Kongre sonrası MK, nin tam iradesine başvurmadan gerçekleştirme kongre kararları tersine kendi fikirlerini merkezi yoluna başvurmamış olsaydı, bu gün içinde bulun- yayınlar üzerinden benimsetme uğraşını pervasızduğumuz parti krizi olamayacaktı. Üstelik ca arttırdıkça örgüt ile kendi arasında ki mesafenin gerçekleşen ideolojik dönüşümde kat ettikleri yol açıldığını görmek bile istememiştir. 17 Devrimci Halkın Günlüğü Parti kendi haline bırakılmıştır. Alanlar kendi kavrayış düzeylerine göre parti çizgisinde mücadeleyi geliştirmeye gayret etseler de bu yeterli olamamıştır. Partideki çok başlılık, grupçuluk alıp başını gitmiştir. Çünkü MK görevini yapmamıştır. Tüzüğü çiğnemiştir. Sağ tasfiyeci çizgisiyle bizzat örgütü dağıtan biricik merkez olmuştur. Aynı zeminde boylanan “3.Kongre” fiili olarak partiden koptuğunun farkına bile varamamıştır. Çünkü 2. Kongre MK’sının darbeci çizgisini olduğu gibi sahiplenmiş kendi suçunu daha büyük utanç verici bir pervasızlıkla “3.Kongre” de resmileştirmiştir. Demek ki parti tüzüğü iç demokrasiyi garanti altına alıyor. İç demokrasi yoksa parti nasıl gelişebilir? Yapılması gereken şuydu; tüzüğe uygun olarak demokratik hak gereği yapılacak değişiklikleri bütün alanlarda tartışmak, parti iradesini tam yansıtmaktı. 2012 Kasımında alınan darbeden sonra fırsatçı, grupçu davranıp kendi anlayışını parmak hesabıyla kabul ettirmek uğraşına girmek yerine, partinin toparlanması için en geniş çerçevede temel sorunlarda ciddi tartışmalar yürütmek, en demokratik zeminde partiyi kongreye hazırlamak gerekirdi. MK tartışmasız olarak 16 Kasım teslimiyeti ve toplu istifalardan birinci dereceden sorumludur. Halen bir şey olmamış gibi davranmaktadırlar. Yazdıklarına değerlendirme bile denilemez. Hesap verme diye bir yaklaşımları yoktur. “3.Kongre” ye proleter demokrasi değil yurt dışı kliğinin matematiksel parmak demokrasisi damgasını vurmuştur. Buna rağmen demokrasi nutukları atılmaktadır. Oysa önce partimizin demokrasi anlayışına bağlı kalmayı öğrenmeleri gerekmektedir. Önce yoldaşlarının haklarını korumak gerektiğini öğrenmeleri gerekiyor. İki çizgi mücadelesinden uzun uzun dem vuruluyor. Sormazlar mı size o halde MK ya yapılan eleştirileri neden partiden gizlediniz. Neden ideolojik, siyasi, politik olarak sistemleşmiş fikirleri içeren çalışmaları partiden gizlediniz. Partiden gizlenen, kongreye taşınmayan engellenen fikirleri halka açıklayacağız. Böylece ideolojik mücadelenin ürkütücü, yıkıcı olmadığını bir kez daha hatırlatmış olacağız. 2014 - AĞUSTOS - SAYI: 1 MK iki çizgi mücadelesinin devrimci yöntemle ele alınması ve partimizi güçlendirecek öze kavuşması için görevini yapmamıştır. Bırakalım görevini yapmayı demokratik hakkı engelleyerek ideolojik mücadelenin önünü tıkamıştır. 2. Kongrenin görevlendirdiği MK’nın kurallara uymama, eleştiriyi bastırma yada partililerin kongreye taşınması gereken görüşlerini engelleme yetkisi yoktur. Örgütsel çizgide bütün bunları yapanlar “3. Kongre” de Marksizme “katkı” yapan ustalar olarak karşımıza çıktılar. “ Kongre tartışmaları sürecinde herkesin kendi görüşlerini ( isterse program temelinde) açıktan ortaya koyması her partilinin görevidir. Dolayısıyla bu görüşlerin ortaya konulmasını kimse engelleyemez. Bu Marksist örgütlenmenin temel ilkelerinden birisidir.” ( Sınıf Teorisi 2003 Sayı:4 Ekim –Kasım sayfa: 75). Soruyoruz: Partiye taşınması ve kongrede değerlendirmesi için hazırlanmış çalışmaları partiden neden gizlediniz?. Sistemleşmiş fikirlere neden yok hükmünde yaklaştınız? MK’ ya yapılan eleştiriler neden değerlendirilmesi? Neden sadece grupsal, oportünist fikirlerinizi önce partiyle paylaşıp netleştirmeyi değil de özel mülkünüz haline getirdiğiniz parti yazınında partinin resmi görüşüymüş gibi propaganda ettiniz? Bu tarzın Maoist örgütlenme anlayışıyla bir ilgisi yoktur. Partiye sunulması için yapılan çalışmaların doğru yada yanlışlığını tartışmıyoruz. Doğru yada yanlışlığına parti karar verecektir. Bu ideolojik mücadeledir. Demokratik hakkın kullanılmasında yaratılan engellerin partiyi ölüme sürüklediğini belirtiyoruz. Çünkü bütün ideolojik, siyasi eğilimler ancak ve ancak partide disiplin içinde tartışılabilinirse, demokratik merkeziyetçilik ilkesi işlevleşmiş olur. Yoksa demokrasiden yoksun bir klikçi merkez meydana gelmiş olur. Ancak bu yolla parti devrim yolunda komünist fikirlerle eğitilebilinir. Ancak bu yolla oportünizme, öznelciliğe, sekterizme, kendiliğindenciliğe, pasifizme karşı mücadele edilebilinir. Hesapçı, dürüstçe olmayan yöntemlere itibar edilemez. Kaypakkayacı partiye bu çürümüş 18 Devrimci Halkın Günlüğü tarzları demagojilerle dayatmazsınız. Parmak hesaplarıyla, oyunlarla ortaya çıkmış stratejilerin geleceği yoktur. Masa başında kusursuz demokratik bir toplum projesi kurgulamayı değil, önce partide proleter iç demokrasiyi sağlamanız gerekiyor. MK ne yaptı? Eleştirileri, yapılan çalışmaları –fikirleri-engelledi. Oyun ve hilelere başvurdu. Oysa “herkesin kendi görüşlerini disiplin çerçevesinde ortaya koyması en dürüst ve devrimci tavırdır. Tehlikeli olan gizli kapaklı dahası disiplin dışı hareket etmektir. Bu ilke MKP’nin tüzüğünde mevcuttur.(Sınıf Teorisi Sayı:4 say:75 2003). Apaçıktır ki MK ve “3. Kongre” disiplin dışı davranmışlardır. Son derece hesaplı ve tehlikeli bir tarz ve yöntemle oportünizmi hakim hale getirmişlerdir. Örgütsel olarak suç işlemişlerdir. İdeolojik olarak “3. Kongre”nin sağ oportünizme savrulduğuna değindik. “3.Kongre” meşru değildir ve MKP’yi temsil edemez. Çünkü darbecilikle kendisini meşrulaştırmaya çalışsa da bu olanaksızdır. “3. Kongre” sistemleşmiş bir çizginin sadece resmi ilanıdır. Birden bire doğmadı. İçimizde bizi çürüten virüs aşama aşama gelişti ve nihayete erdi. Özü oportünist olduğuna göre MLM olarak değerlendirilemez. Marksizmden sapmıştır. Tamda tanımladığımız çizgiye evirildikleri için partide iki çizgi mücadelesini sonlandırdılar. Lafızda ise demokrasi nutukları atmaktadırlar. Oysa demokrasi ilkesi yoksa iki çizgi mücadelesi yürütülemez. Partide klikçi-grupçu, tekçi fikirleri hâkim hale getirmeye çalıştıkça partiyi tasfiye ettiler, kolkola yurt dışı kliği olarak kaldılar ve keskin sloganlarla yüksek perdeden Marksizm adına savurmaya devam ediyorlar. Bu parti burjuva küreselleşmeci, Troçkist, Kautskyci, Hocacı bulamacından yoğrulan fikirleri çok iyi bilir. İç Demokrasi Yoksa Hesap Sormak Olanaksızdır. Canlı Fikir Mücadelesi Şartları Yoksa Oportünizmle Mücadele Edilemez! İki çizgi mücadelesinin parti için önemi teorik ve ilkesel olarak tanımlanmıştır.Uygulayacak 2014 - AĞUSTOS - SAYI: 1 olan kadrolardır. Bütün açıklık ve netlikle belirtmeliyiz ki 2. Kongrenin görevlendirdiği MK darbeciliği çizgi haline getirmiştir. Merkeziyetçiliğin demokrasi yanını rafa kaldırmıştır. Parti öznelci, oportünist fikirlerin prangasına bağlandı. Bu klikçi, grupçu, bölücü ”önder”lerin merkeziyetçiliği bildiğini oku merkeziyetçiliğidir. Bu pervasızlığın son bulması için çaba gösteren yoldaşların eleştiri ve fikirleri partiden gizlendi. Şayet eleştirilerin önü engellenmeseydi, fikir mücadelesi yok edilmeseydi ( engelleme anlamında kullanıyoruz-yoksa fikir mücadelesini durdurmak olanaksızdır-) MK bu derece pervasız davranamazdı. Çünkü MK’nın partinin üstünde olmadığını hatırlatmış olurduk. Sormak gerekmiyor mu (?) hangi hesap ve yaklaşımla gerilla alanını yalnız bıraktınız?! Tasfiye olmasını hesapladığınız için mi? Bu teslimiyet genç deneyimsiz savaşçıların mıdır, yoksa gerillasını yalnız başına bırakan MK’sının mıdır?! Bu teslimiyet sağ tasfiyeci MK’nındır. Ne yazık ki hesabı verilmemiştir. Büyük bir lütufta bulunarak “3. Kongre” de gerilla alanını yalnız bıraktıklarını kabul etmişler. Peki bu suçu işleyen kadrolar –MK ya ne oldu. Bu yoldaşlar kongreye oturunca bir önceki özelliklerinin yok olduğunu mu sanıyorlar. “3. Kongre” ile temize mi çıktınız?! Madem gerilla alanını yalnız bıraktığınızı kabul ediyorsunuz, o halde nedenlerini açıklayacaksınız. Bunu yapan önderliğe karşı kongrenin tutumunu açıklayacaksınız? Ama nerede? Çünkü ne hesap sorma nede ders çıkarma derdi vardır. Suçlar meşrulaştırılmıştır. Önce gerilla bölgesini neden kendi başına bıraktığınızın hesabını vereceksiniz. Kendiliğindenci, pasifist, sağa yatan, sürüklenen, karamsar, takatsiz çizginin hangi ideolojik zeminden beslendiğini açıklayacaksınız ki ne kadar tutarlı olduğunuzu halkımız görsün. Her politik çizgi bir ideolojiye dayanır. Sürdürdüğünüz çizgi teslimiyeti geliştirdi. Siz güçlenmeyi değil, teslimiyet ve çözülmeyi temsil ediyorsunuz. Sağ tasfiyeci nitelikle çizginin önderleri olduğunuz apaçıktır. O halde aynı yerde duran sizler nasıl oluyor da “3. Kongre “ ile Marksist önderler haline geldiniz.?! “3.Kongre” belgenizle anlaşıldığı üzere partiyi dağıtan, bölen, gruplaştıran pratiğinizin tek bir hesabını vermiş değilsiniz. Unutmamalı ki teslimiyetin, bozgunculuğun, grupçuluğun, kendiliğindenci, pasifist, küçük burjuva kafalar“3. Kongre” ile 19 Devrimci Halkın Günlüğü komünist önderlere dönüşmezler. Eğer gerçekten ciddi ve samimi hesap verme dürüstlüğünü göstere bilseler hiçbirinin merkezi önderlikte yer almayı hak etmediği anlaşılmış olacaktır. Parti tüzüğü boşuna yönetici organların partiye düzenli olarak hesap vermesi gerekir dememiştir. Bu tasfiyeci eğilim partiye açık olmadı, kapalı davrandılar grupçu anlayışı körüklediler. Oysa tek devrimci yöntem şudur: Bütün burjuva eğilimlerin raporlaştırılarak partiye sunulmasıydı. MK çizgine yapılan eleştirilerin partiden gizlenmemesi. MK’nın hatalı oportünist çizgisinden vazgeçmesi, şayet vazgeçmiyorsa partiden proleter tokadı yemeliydi ve gerekli düzenleme yapılmalıydı. Çünkü 2.kongrenin MK’sı başarısız ve suçludur. Parti içi demokrasiyi kaldıran, merkeziyetçiliği kendi grupsal tasfiyeci anlayışı için kullanan çizgi “3.Kongre” ile sağ tasfiyeciliğe evrildi ve Kaypakkaya güzergahından saptı. AÇIK İDEOLOJİK MÜCADELE YÜRÜTMEK DEVRİM AMACINA BAĞLI KALMANIN ISRARIDIR! Yoldaşlar; MKP’nin örgütlenme ilkelerini açıkladık. Bütün açık ve net kurallara rağmen bölücü, bozguncu, darbeci, tasfiyeci bir önderlik türeyip oyun-hilelerle parti krizi çıkarır, oportünizmi hakim hale getirirse ne yapılmalıdır? Bu hayati derecede önemli bir sorudur? Komünistler ayrılıklara, parçalanmalara karşıdır. Fakat komünistlerin ilkelerden vazgeçerek oportünizmle birlik siyaseti yoktur. Çünkü politikada uzlaşmak, tavizler vermek olsa da ilkelerde taviz verilmez. Bu anlamıyla burjuva globalist –küreselleşmeci kapitalizm değerlendirmeleriyle, Kautskyi dirilten, politik siyasi çizgide, Hocacı-Troçkist kırması oportünizmi bayraklaştıran “3.Kongre” çizgisine birlik adına seyirci kalmak suçtur. Marksistlerin böyle bir örgütsel anlayışı yoktur, olamazda. Hiç kimse bizi partiyi bölmekle suçlayamaz. Çünkü bizler partinin bize tanıdığı, hepimizin gönüllü olarak kabul ettiği onayladığımız ilkelerini savunuyor ve onlara göre mücadele 2014 - AĞUSTOS - SAYI: 1 ediyoruz. Bölücü, bozguncu, hizipçi ve tasfiyeci olan 2. Kongrenin MK sı ve “3.Kongre”dir. 2.Kongrenin MK içinde kümelenen en tasfiyeci ve sağ eğilimin bu gün somutlandığı merkez “3. Kongre”dir. Bu bir eğilim bir çizgidir. Böyle bakıldıktan sonra tek tek bireylerle uğraşmadığımız kendiliğinden anlaşılır. • Birincisi: Demokratik merkeziyetçilik ilkesi çiğnendiği ve partinin tam iradesine başvurulmadan gerçekleşen “3. Kongre”nin meşru olmadığını açıkladık. • İkincisi: Uluslar arası akım olan oportünizmin bir parçası “3. Kongre” MLM ideolojisini tahrif etmiş ve partimizin anlayış ve çizgisinden sapmış olduğunu açıkladık. 42 yıldır ideolojik mücadele ettiğimiz Kauskyci, Hocacı, Troçkist, burjuva küreselleşmeci 2. Enternasyonel akımların hamurundan yoğrulan ideolojiyi bayraklaştıranlarla aramızda keskin ve kalın çizgi vardır. “3. Kongre” bir çırpıda parti tarihini bir kenara atmıştır. Böylesi bir durumda gelişmeler karşısında devrimci tutum ne olmalıdır? Kaypakkaya yoldaşın TİİKP oportünizmine karşı verdiği mücadeleyi anlattık geçmiş sayfalarda. Kaypakkaya açıktan bayrak açıp 1972 de partimizin kuruluşuna önderlik edene kadar aktif ideolojik mücadele yürütmüştür. Olanakları ölçüsünde yoldaşlarını oportünizmin etkisinden kurtarmaya çalışmıştır. Bu karşı devrimci kontra oldukları apaçık anlaşılan unsurlar “Perinçek ve tayfası” o dönem Kaypakkaya ya karşı gizli tertiplere başvurmuşlardı. Kaypakkayayı durduramadılar. Hile, oyun, burjuva entrikalar aşıldı ve partimizin bayrağı bedellerle göndere çekildi. Bizler ideolojik mücadeleyi sürdürdük, sürdürüyoruz. Bilgimiz dışında gerçekleşen “3. Kongre” değişimini çok geçmeden öğrendik. Henüz kitlelere açıklama yapılmadan muhataplarından demokratik merkeziyetçilik ilkesini çiğneyen bu duruma açıklık getirilmesi istendi. Fakat aylar geçmesine rağmen ilgili parti organından hiçbir talebe cevap verilmemiştir. Halen de tek bir açıklama yapılmış değildir. 20 Devrimci Halkın Günlüğü Düşünün ki örgütlü olan, iradeleri çiğnenen alanlar ısrarla meseleye cevaplar bekliyor ama hiçbir şey yok muş gibi cevap verilmiyor. Bu Maoist partinin örgütsel çalışma yöntemine uymaz. Ahlaki ve dürüstçe değildir. Darbeci anlayış sahiplerine beslendikleri küçük burjuva sınıfsal temel üzerinde boylanan ve yapılan örgütsel ilkesizlikler iletilmiştir. Açık ve dürüstçe tüzüğe uygun gerçekleşmediği için “3.Kongre”nin meşru olmadığı kendilerine belirtilmiştir. Sorununun giderilmesi için parti göreve çağrılmıştır. Bölücü, darbeci, hizipçi, tasfiyeci klikten hesap sorulması için partinin tam iradesinin yansıyacağı OPK’nın geciktirilmeden örgütlenmesi perspektifi sunulmuştur. Sorunun çözümü için demokratik kanalların açık olması zorunluluğu ve önemi ısrarla hatırlatılmıştır. Bu onur kırıcı gelişmeler gerekçe gösterilerek partinin terk edilemeyeceği fikri savunulmuştur. Ama esasta yurt dışı kliğinin damgasını vurduğu oportünist gurupçu azınlığa, partiyi temsil etmedikleri açık ve dürüstçe belirtilmiştir. Bütün bunların yanında soruna çözüm beklenildiğini ifade edenlere yaman örgütçüler bunca zamandır tek bir yanıt vermemişlerdir. Üstelik soruna çözüm getirilmediği ve yanıt vermemeleri halinde, hukuksuzluk giderilmediği için devrimci bir çaba ve ısrar ortaya konulmaması halinde, halk kitlelerine açıklama yapma hakkımızın kullanılacağı kendilerine açıkça ifade edilmesine rağmen… “3. Kongre”yi temsil eden, başını yurt dışı kliğinin çektiği bölücü, grupçu, darbeciler ne yaptı? Uzun zamandır alışa geldikleri yöntemlerini devreye soktular. Üsten aşağıya örgüt içinde dedikodu yoluna başvurdular. Örgütsel sorunu bireyselleştirdiler. Yalana başvurdular. Kimi yoldaşları hedef haline getirdiler. Kendi önünde engel olarak gördüklerini sudan bahanelerle ve işleyişe aykırı olarak üyeliklerini düşürdüler. Haklı ve meşru talebini ısrarla savunanları hata yapmaya zorladılar. Partiyi terk etmeleri için çabaladılar. Çünkü “ uyan uyar, uymayan gider” anlayışıyla hareket ettikleri açıktır. Gazete sayfalarında karşı çıkan yoldaşlarına başka partiye gitmeleri şeklinde yol gösterdiler. Kimin neden, hangi gerekçelerle, karşı çıktığına değinmeden pervasız ve saygısızca 2014 - AĞUSTOS - SAYI: 1 karşı çıkanları bütün geri ve olumsuz sıfatlarla tanımladılar. Böylece bir yandan parti içi iki çizgi mücadelesinin disiplin içinde verdiği –verileceği demokrasi kanalını kapattılar- diğer taraftan gazete üzerinden partinin örgütlü gücünü, kitlesini etkileme ve devrimci muhalefete karşı ön yargı oluşturma taktiğine başvurdular. Kongre açıklamalarına başlamadan evvel –karşı çıkabilecekleri hesapladıkları için – karşı çıkanlara pervasızca saldırmaları bundandır. Ama korkunun ecele faydası yoktur. Kuşatma ve tecrit altında soruna çözüm bulmaya çalışanları yıpratarak, tasfiyeyi tamamlamayı ve böylece bütün engellerden kurtulmayı tasarladılar. Bütün pratikleri bu olguları kanıtlamıştır. Demek ki; darbeci ve hesapçı yol ve yöntemlerle oportünizmi hakim hale getirseler de, parti içinde demokratik merkeziyetçilik ilkesine bağlı olarak iki çizgi mücadelesi görevi yerine getirilmiştir. “3.Kongre”nin meşru olmadığını belirtip parti göreve çağrıldı. Fakat “3.Kongre”nin yönetici organı bu çağrıları da partiden gizledi. Ne cevap verilmiş nede çözüm ısrarı ve eleştiriler partiyle paylaşılmıştır. Bu ilkesizlikler yıllardır yapılanın bir tekrarıydı. Zaten kendilerine iletilen düşüncelerin bir kısmını okumuş olacaksınız. Yoldaşlar; Devrimci muhalefet iki çizgi mücadelesi çerçevesinde görevini yapmıştır. Fakat “3. Kongre”nin darbeci önderliği bir şey yokmuş gibi “ Kumar oportünizmine” devam etti. İki çizgi mücadelesini engelledi. Demokratik kanalı kapattı ve muhatap almamayı seçti. Bu gelişmeler karşısında “3. Kongre”nin meşru olmadığını örgütlü gücümüzle paylaşmak bir zorunluluk olmuştur. Devrimci duruş ve görevlerden taviz verilmeden darbeci çizgiye karşı durulması çağrısı yapılmıştır. Kaypakkayacı güzergâhın taraftarlardan-örgütlü gücüne kadar esas olarak darbeciliğe, klikçiliğe, ilkesizliğe karşı durulması yönünde nettir. Elbette halk kitlelerine gerçeklerin açıklanmasını istemeyen ve gerçeklerden endişe duyan yoldaşlarımızda vardır. 21 Devrimci Halkın Günlüğü Partinin yaşadığı büyük sorun ve uğradığı saldırı karşısında ortaya koyulan net ve dürüstçe tutumu görev çerçevesinde yanıtlamak yerine dedikodu yoluyla yalanla-çarpıtma maharetiyle yıpratmayı seçtiler. Bölücü, klikçi, darbeci “3. Kongre” orta yerde çıplak kral gibi duruyorken, parti ilkelerini ve haklarını savunanlar hizipçi olarak gösterildiler. Hatırlattık ve hatırlatma gereği duyuyoruz. Biz MKP’liyiz. Hiç bir parti, örgüte gideceğimiz yoktur. MKP’yi temsil etmeye devam ediyoruz. Ama siyasi-ideolojik çorbayla öznelci, eklektik “3. Kongre” kimi temsil ettiği de daha iyi anlaşılacaktır. Parti hile, oyun, entrika ve hesaplara başvuranların arkasından gitmez. Hiç kimse hiçbir şey adına devrim amacına adanmış partililere dayatılmış ideolojik, siyasi sapmayı kabul etmelerini bekleyemez. Devraldığı yada var olan çizgisiyle “3. Kongre” demokrasi kanalını kapatarak görüşlerimizi bastırma yolunu seçti. “İdeolojik sorunların yada doğru –yanlış sorunları idari emirlerle ve zorlayıcı önlemlerle çözme çabaları hiçbir işe yaramadığı gibi zararlıdır.” ( Mao Seçme Eserler Cilt 5 sayfa: 43) diyen Mao’dan bir şey anlamamışlardır. Kongre iki çizgi mücadelesinin açığa çıktığı en üst organdır. Stratejik programsal fikirler, raporlar kongreye taşınmadımı bu parti içi demokrasinin, diğer ifadeyle iki çizgi mücadelesinin engellenmesinin en korkunç ifadesidir. Görüşler, fikirler “3.Kongre” den gizlenmekle kalınmadı, tam iradeye başvurulmaması yetmiyormuş gibi “3. Kongre” darbesine karşı içten verilen ideolojik mücadelede aynı hileli, yozlaşmış, grupçu anlayışla engellenmiştir. Yoldaşlar; Anlaşıldığı gibi parti içi demokrasi kanalını kapattıkları için var olan gerçeklerin kitlelere açıklanması kararına varılmıştır. Bu sonuç zorunlu hale gelmiştir. İdeolojik mücadelenin önüne konulan engeller, devrimci olmayan yöntemlere başvurulması, oportünizmin pervasızlığı, partinin içinde bulunduğu krizin daha da derinleşmeye devam etmesi, tasfiye ve çözümsüzlüğün sürmesine bağlı daha büyük tarifhatları engelleme anlayışı bu görevi önümüze koymuştur. Açık ideolojik 2014 - AĞUSTOS - SAYI: 1 mücadele aynı zamanda gerçeklerden habersiz olan partililere, partisizlere, ileri sempatizan, savaşçılara, taraftarlara, hukuksuzca, haksızca tasfiye edilip kenara atılan yoldaşlara yapılmış bir çağrıdır. Kaypakkayacı ruhla örgütlenme çağrısıdır, PARTİYE SAHİP ÇIKMA ÇAĞRISIDIR.! İki çizgi mücadelesi kurallar işletilirse verilir. Fikirler kongreye taşınmıyorsa, partililerin kongre gündemlerinden haberi yoksa hangi iki çizgiden bahsedilebilinir? Kongrenin darbeci sonuçlarına açıklık getirme gereği bile duyulmuyorsa hangi iki çizgiden bahsedilebilinir. Küçük burjuva anlayıştan beslenenler parti içinde hile ve oyunlara başvurur. İdeolojik mücadeleyi dürüstçe sürdürmezler. Kendi fikirlerini hileli yollarla hakim hale getirmenin hesabını yaparlar. “3. Kongre”nin yaptığı da budur. Partiye oportünizm hakim olmuşsa, üstelik hile, entrika, oyun varsa, ilkesizlikle damgalanmışsa, iki mücadele yolu vardır: • Birincisi: Oportünizme karşı parti içinde komünist kadroların düşünce birliğini sağlamak burjuva anlayışlara karşı mücadelesini güçlendirmek için aktif ideolojik mücadele vermek, fakat bu mücadeleyi sürdürmek için demokratik kanalların açık olması gerekmektedir. İki çizgi mücadelesi, demokratik merkeziyetçilik ilkesine bağlı olarak disiplinin işlemesi ve düşüncenin hile ve oyunlarla engellenmemesi gerekmektedir. Demokrasi kanalı, diğer ifadeyle iki çizgi mücadele yolu kapalı olursa ideolojik mücadele sürdürülemez. İki çizgi mücadelesi engelleniyor. Eleştiri ve fikirlerin partiden gizlenmesi, kongreye taşınmaması bunun kanıtıdır. “3. Kongre” sonrası pratik tutum bunun son kanıtıdır. • İkincisi: Özetlediğimiz gibi demokrasi yolu kapanmış grupçu-klikçi, darbeci, hesapçı tarzla oportünizm Marksizm, Leninizm, Maoizm olarak kitlelere sunuluyor ve devrim amacına ihanet ediliyorsa, komünistlerin görevi açıktan meydan okumaktır. Kaypakkaya yoldaş böyle yaptı. Bu tutum Marks, Engels, Lenin, Stalinin, Maonun tutumudur. İlkelerden asla taviz vermediler. Onların hareket yönünü ne pahasına olursa olsun takip edeceğiz. 22 Devrimci Halkın Günlüğü Halk kitlelerine açık ideolojik mücadelenin sürdürülmesi anlayışı ve kararlılığı özetlediğimiz iki temel üzerinden şekillenmiştir. Yıllarca oyalamacı taktiklerine kanarak yanıt beklenemezdi. Hocacı, Troçkist, Kautskyci fikirlerin bulamacından oluşan teoriye sessiz kalınamazdı. Çünkü parti önderliği hizipçi bir grubun elindedir. Demokrasi yolunu kapattıkları için devrimci muhalefetin partiye ulaşma olanağı yoktur. Geriye tek ve doğru yöntem kalıyor; Açık ideolojik mücadele vermek. “3. Kongre”nin oportünist niteliğini açıklamak, devrim amacına bağlı olarak partiyi burjuva eğilimlerden temizlemek ve kendi ayakları üzerine dikmektir. Demokratik tartışma yolu kapatılmamış olsaydı içten ideolojik mücadeleyi sonuna kadar götürmekten asla geri duramazdık. Fakat parti içi ideolojik mücadele olanağı tanınmamıştır. Bu nedenle kitlelere açık, ideolojik mücadele ihtiyacı açığa çıkmıştır. “Ne olursa olsun parti birliği” diyenler su katılmamış oportünistlerdir. Grupçu, klikçi, tasfiyecilikle parti birliğinin sağlamayacağını görmek istemeyenlerdir. İdeoloji ve örgütsel ilkelerin önemini kavramayanlardır. Komünistler oportünist-tasfiyeci saldırıyı göğüslemek zorundadır. “3. Kongre”nin ideolojik sağ sapmasını darbeci çizgisini görüp sessiz kalanlar, deyim uygun düşürse sırt üstü yatanlar Maoist partili olma vasfından uzaklaşmışlardır. İlkesizliklere seyircilik komünistlerin tutumu olamaz. Bu durumda olan yoldaşların kendi hatalarını görüp, öz eleştiri yaparak devrimci tutumu güçlendirme mücadelesine tutuşmaları gerekmektedir. Hatadan dönmek, silkelenip doğruyu sahiplenmek erdemli bir tutumdur. Komünistlerin şahsi kaygıları olamaz. Kaygılara kapılanlar küçük burjuvadır. Kitlelere Gerçekleri Açıklamak Partiye Ve Devrim Amacına Zararlımıdır? Gerçekler bize zarar veremez. Çünkü Marksistler gerçeklere bağlı hareket ederler. Küçük burjuvazinin sınıf tavrı gerçeklere bağlı değil anın çıkarlarına bağlıdır.Parti içinde küçük burjuva düşünce 2014 - AĞUSTOS - SAYI: 1 yönteminin güç kazanmasının maddi temeli vardır. Bunda şaşılacak bir yan yoktur. Proleter devrimci anlayışa dayanarak hatalı –yanlış burjuva eğilimlere karşı duracağız. Gerçeklerin devrimci sınıflar tarafından bilinmesi devrimci amaca zarar vermez, aksine güçlendirir. Demokratik merkeziyetçiliğin işlemediği, oportünizmin hakim olduğu durumda partimizin ilke ve amaçlarını sahiplenmek ve açık ideolojik mücadele yürütmek parti birliğini sağlayacak tek yoldur. Bazı yoldaşlarımızın “ parti zarar görür” kaygısı gerçekçi değildir. Çünkü bölücü, darbeci, klikçi önderlik ortada parti ve parti anlayışı bırakmamıştır. Tasfiyecilik dibe vurunca artık gruplar koalisyonundan da bahsedilemez. Parti hesapçı bir grubun elindeyken grupçuluk, yıkım ve dağılma getirmişken, hangi parti birliğinden bahsedilebilinir. Bu yoldaşlar açık ve ideolojik mücadelenin ancak partiyi ilkeleriyle bütünleştirebileceğini yeterince kavramamışlardır. Ancak bu yöntem ve tutumla parti grupçu tasfiyecilerin elinden kurtulabilinir. Bölücü ve hizipçi olan yurt dışı kliğinin başını çektiği “3. Kongre”dir. Tarifi zor bir durum vardır. Kongre parti birliğini değil parçalanmasının merkezi olmuştur. Çünkü anti-demokratiktir. “3.Kongre”nin çizgisini savunmuyoruz. Düşük katılımlı kongrede bütün kararlar oy çokluğuyla çıktığına göre kongreye katılanların bir kısmı da “3.Kongre” çizgisini savunmuyor. Kongreye katılmayan üyeler savunmuyor o halde hangi parti birliğinden bahsedilebilir. Bir azınlık grubun partinin aldığı darbeden, alanların tasfiyesinden yararlanarak demokratik sürecide hakkıyla tamamlamadan, hile ve oyunlarla kendi oportünist fikirlerini hakim kılmasıdır. Bu mudur parti birliği?! Kuşkusuz bu durum birliği değil var olanında dağılma ve parçalanma sürecine girdiğini gösteriyor. Bu nedenle özgüvenle ve tereddütsüzce “3. Kongre”nin partimizi temsil etmediğini açıklamaktan duyacağımız bir kaygı yoktur, olmayacakta. Çünkü Maoist partili olma görevimizi yerine getiriyoruz. Yakınmıyoruz. Devrimci amacımızın önüne çıkan engellin niteliğini açıklıyoruz. Kararlılığımızı ifade ediyoruz. “Halk kitleleri gerçekleri öğrendiğinde parti zarar görür” kaygısı taşıyanlar devrimin yaratıcı gücü olan kitlelerin ne olduğunu anlamayanlardır. Parti içi demokrasiyi işlevli kılan, 23 Devrimci Halkın Günlüğü ideolojik mücadeleyi içte başaran parti ideolojik fikir mücadelesini kitlelere taşımaktan geri durmaz. Ancak bu yolla devrimci fikirlerin kitlelerce benimsenmesi mücadelesi verilebilinir. Kaygıya kapılacak olanlar küçük burjuva sınıf tavrını partide hakim kılmak için hileli yollara, oyunlara başvuranlardır. Sarsılacak olanlar partileşemeyen, Marksist ideolojiyi kavramayan sallantılı kişilerdir. Komünistlerin gerçeklerden sarsılma durumu yoktur. Küçük burjuvalar etkilenir diye partinin karşılaştığı en kapsamlı sınıfsal uzlaşmacı ideolojik dönüşüm saldırısına, darbeciliğe sessiz mi kalacağız.? Üstelik alay edercesine bu sessizliği “parti zarar görür” sözü arkasına mı gizleyeceğiz.? Açıktır ki bu Maoist partililerin tutumu değildir. Gerçekleri açıkladığımızda partiyi temsil etmeyen “3. Kongre”nin önderliği kaygılanacaktır. Bu da iyidir. Bizler parti ilklerini esas alan mücadeleyi savunuyoruz. İlkesizliği çizgi haline getiren oportünizmin ideolojik niteliğini açıkladığımızda parti zarar görmez. Aksine gözlerine kül serpilen, uyutulan, kafaları bulanan, savrulmanın eşiğinde olanları sarsacaktır. Partimizin devrimci rotası güç kazanacaktır. Ancak bu yolla parti oportünizm kamburundan kurtulabilir. Oportünist burjuva safsatalar ancak komünist kararlılıkla göğüslenebilir. Bu nedenle açık ideolojik mücadele yürütmek “3. Kongre” tasfiyeciliğinin önüne dikilmiş barikattır. Meydan okumadır. Partinin başını eğmesi için boynuna asılmış değirmen taşını söküp atmaktır. Bu mücadele İbrahim Kaypakkaya güzergahında kanla yoğrulan devrimci geleceğin kendini yeniden yaratmasıdır. Merkezden aşağıya yayılan ideolojik savrulma ve parti çizgisine ihanet etmiş “3. Kongre” ve önderliğine devrimci damarın meydan okumasıdır. Devrimci muhalefetin kendine açtığı yol bu anlama gelmektedir. Çünkü onlar Kaypakkayacı partide kendilerine meydan okuyacak devrimci potansiyelin kalmadığına kendilerini inandırmışlardır. Bu nedenle pervasız hoyratça davranmışlardır. Oysa parti tarihimizde Marksist çizgiyi yozlaştıran, çarpıtan, hizip yapan önderliklere partinin tabanı devrimci kadrolarıyla örgütlü kitlesiyle daima meydan okudu. 2014 - AĞUSTOS - SAYI: 1 Bugünde devrimci mirasına sahip çıkıyor. Üzülecekler ama gelenekte devrimcilik var. .! Grupçu, bölücü, sağ tasfiyeci “3. Kongre” ve önderliğinin bu gün dedikodu yolu ile sürdürdüğü çarpıtma ve dedikoduları ortadan kaldırmanın yolu açık ve dürüstçe ideolojik, politik meseleleri açığa kavuşturmaktır. Bir kez daha demokratik merkeziyetçilik örgütlenme anlayışına uyulmadığı zaman partide ortaya çıkan grupçu, klikçi hile ve oyun yozlaşmanın nedenini göstermek zorunda kaldık. Açıklanan gerçeklere Kaypakkaya çizgisini sürdürenler asla seyirci kalamaz. Partili, partisiz bütün militanlar herkes kendi alanında parti çizgisi ve ilklerinin aktif savunucusu ve örgütleyicisi olmak zorundadır. Çünkü bu aynı zamanda bir taban hareketidir. Burjuva küreselleşmeci, sivil toplumcu, karamsar ve yılgın düşüncelerle kafası çorba kasesine dönen, örgütsel ilkeleri paçavraya çeviren yurt dışı kliğinin tasfiyeci “3.Kongre”sine Kaypakkayacı devrimci muhalefetin tabandan verdiği yanıttır. Bu nedenle hata ve eksiklerden korkumuzda yoktur. Çünkü doğrunun izinde eksiklerden kurtulmayı başaracağız. “3.Kongre” Oportünizmine Meydan Okumak Ayrılık Anlamına mı Gelir? Partide tek disiplin geçerlidir. Partide çok başlılığa, farklı disiplin anlayışıyla hareket eden gruplara izin verilemez. Bütün çabamız parti disiplinine bağlı mücadele etmektir. 2. Kongre MK ve onun çizgisini takip eden tam içeriğiyle açıklığa kavuşturan “3. Kongre” ilkesizliği, grupçuluğu esas aldı. Bu nedenle parti ilkeleri ve çizgisinin savunulması amacıyla bir yol açılmıştır. Marksist ideolojiyi tahrif eden oportünizmle partide bir yol ayrımına girildi. Fakat bu asla partiyle bir ayrılık ilanı değildir. MKP’yi temsil ediyoruz ve etmeye devam edeceğiz. Bu kongre bir grubun kongresidir, bölücüdür. Anlaşılması kolay bir politik gelişmedir. Fikirler ve eleştiriler partiden gizlendiği ve parti iradesi çiğnendiği için partiye açık çağrı yapılma yoluna başvurulmuştur. Bu bir ayrılık değildir. Kaypakkayacı hareketi 24 Devrimci Halkın Günlüğü bölen, parçalayanların kim olduğunu göstermektir. Şayet ayrılması gerekenler varsa hile, entrika, darbeciliğe başvuranlardır. Maoist partiliyiz. Devrimci mücadele çizgimizi koruduk ve bütün çaba ve yeteneğimizi ortaya koymaya da devam edeceğiz. Elbette “3. Kongre” anlayışını savunmadık, savunmayacağız. Bilinmeli ki ideoloji bilinçle benimsenir. Partide olmak gönüllülüğe dayanır. Dayatma, hesap ve oyunlarla kimseye ideoloji benimsetilemez. Demokrasi hakkı kaldırılarak merkeziyetçilik ilkesi tesis edilemez. Merkeziyetçiliğin kabulü ve meşruluğu ancak demokrasi ilkesi tam işlerse gerçek anlamını bulur ve partide irade ve eylem birliği sağlanabilir. Ne yazık ki bütün çabalara rağmen “3. Kongre” halen anti-demokratik ilkesiz tutumlara devam etmektedir. Parti birliğinin sağlanması için herkes üzerine düşeni yapmalıdır. OPK’nın örgütlenmesi çağrısı başarıya dönüştürülmelidir. Aksi taktir de çözüm bulmak olanaksızdır. Sekter, yıkıcı, grupçu tutum ve tarzlar örgütlenme anlayışımızla bağdaşmaz. İçten pazarlıkçı, grupçu azınlıktan hesap sormak ve partiyi yeniden örgütlemek zorunludur. Bu iki olgu birbirine bağlıdır. Açılan yol bu amaca hizmet edecektir. Demokratik bir süreçle bütün eksikleri açığa çıkaracak devrimci perspektifi yaratacağız. Bütün grupsal eğilim ve tarzlara karşı amansız olacağız. Kimler hangi hakla, hangi yetkiyle parti çizgisinde canını vermekten sakınmayan tutsak Maoist partililere demokratik merkeziyetçilik ilkesini savundukları için “MKP den ayrıldınız” diyebilir. Kimler demokratik fikir belirtme haklarını savundukları için Maoist partililere “ Siz artık MKP’li değilsiniz” diyebilir!? Bunu diyemezler çünkü Maoist partililer devrimci çizgide bulundukları alanlarda tereddütsüz durmaktadırlar. Partiden kopan “3. Kongre” ve önderliğidir. Buna bağlı olarak iki ayrı grup iki ayrı çizgi sürdürülemez. Parti öznelci, darbeci çizgiyi bertaraf edecektir. Açılan yol ayrılık değil partiyi yeniden örgütlemenin yoludur. İdeolojik mücadelenin bastırılıp engellendiği bir parti komünist niteliğini koruyamaz.Parti 2014 - AĞUSTOS - SAYI: 1 yıllardır demokratik merkeziyetçilik ilkesi üzerine yığınla değerlendirme yapmıştır. Açık ideolojik mücadele yürütmemizin politik zorunluluğunu açıkladık. Bu nedenle bir ayrılık değil demokratik hakları gasp edilmiş olan Maoist partililerin Kaypakkayacı partiye olan açık çağrısı olarak kavranmalıdır. Örgütlü yapıyı ve görevleri asla zaafa uğratmadan açık-kapalı bütün mücadele alanlarında parti gücü olarak “3.Kongre” darbeciliğine meydan okunmalıdır. Partiden ayrılmayı değil klikçi, bölücü, tasfiyeci sağ sapmaya tabandaki örgütlü gücümüzle karşı koyuyoruz. “3. Kongre” meşru değildir. Kaypakkaya güzergahında açık ve dürüstçe ilkeli mücadele yürüten partililer başta olmak üzere bütün örgütlü alanlar darbeciliğe karşı devrimci tutumunu ortaya koymalıdır. Devrimci tabanın kendisini örgütlemedeki açık iradesi olacak bu tutum sanıldığından çok daha önemlidir. Her örgütlü alan parti ilkelerini savunmalıdır. Tutumunu açıklamada tereddüt etmemelidir. Açık ideolojik mücadelenin tek amacı vardır: Sağ sapmaya karşı partinin eylem ve irade birliğinin yeniden tesis edilmesidir. MKP’ liyiz ve partinin birliğini savunuyoruz. Sağ çizgide değil nesnel şartlara uygun ilerlemesini açığa çıkaracak Kaypakkayacı parti çizgisinde yürüyeceğiz. “3. Kongre” ve önderliği parti birliğini değil grupçuluğu benimsemiştir. Şayet eylem ve irade birliğini esas almış olsaydılar aylardır CPK’ya ve diğer partililere cevap vermiş olurlardı. Bu nedenle yoldaşlarımız her iki tutumu çok iyi değerlendirmelidir. Kimin partiden yana kimin partiyi böldüğü açık değimlidir. Örneğin hiçbir şeyden haberi olmayan tutsak Maoist partililer neden “3. Kongre” den sonra neden MKP den ayrılacaklarmış. Tutsaklar parti ilkelerini savunduklarını tereddütsüz ilan ettiler. “3.Kongre” ye sağ oportünist ve darbeci tanımını yaptılar. Diğer örgütlü alanlarda devrimci tutumlarını geliştirdiler ve geliştirmeye de devam edeceklerdir. Bu ayrılığı değil birliği, revizyonizmi değil Marksizmi savunma tutumudur. Dağınık olan parti gücü toparlanacak devrimci savaş çizgisinde ilerleyecek. HKO savaşçıları, Maoist militan gençlik, Maoist kadınlar, sempatizanlar, parti kitlemize çağrımız nettir: Parti ilkelerini savun Kaypakkaya güzergahında ilerle. MLM ideolojisiyle sağ oportünizme karşı dur.! 25 Devrimci Halkın Günlüğü Partinin örgütlenme ilkelerini savunmamıza ayrılık diyenler yanılacaklardır. Çünkü devrimci çizgi manipülasyon, çarpıtma, hile ve entrikalarla durdurulamaz. Elbette zorlanacağız ama engelleri aşacağız. Bütün partililerin iradesinin yansıyacağı OPK’nın örgütlenmesi zorunludur. Bu demokratik merkeziyetçi örgütlenme ilkesinin gereğidir. Açık ideolojik mücadele bir yandan bir azınlığın- yurt dışı kliğinin kongresi olan darbeciliği göstermek diğer taraftan dağılan, gruplara bölünen, partiyi örgütlemektir. Her bir yoldaşın yapabileceği önemli görevler olacaktır. Yoldaşlar; Temel perspektifimiz bulunduğumuz örgütleri terk etmek değil, aksine örgütlerimizi savunmak ve korumaktır. “3.Kongre”nin neden meşru olmadığını her bir yoldaşa anlatmaktır. Parti içi demokrasiyi işletmeden kendisini ilan eden merkeziyetçiliğin komünist örgütlenme esaslarına aykırı olduğunu kavratmaktır. Açık ideolojik mücadele en zor şartlarda parti içi demokrasiyi yeniden kuracak devrimci merkezdir. Başta Maoist partinin bütün örgütlü gücüne partiye sahip çıkması; daima fedakârlık ve büyük özveride bulunarak partimizi koruyan parti kitlesiyle bütünleşerek devrimci çizgide sağ tasfiyeciliğe karşı mücadeleyi yükseltmeye ÇAĞIRIYORUZ. Değerli Dostlar, Yoldaşlar; Partimiz 2007’ de gerçekleştirdiği 2. Kongre ‘’Maoizmle ilerleyip halk savaşıyla kazanacağız ‘’ şiarı şiarımızdır. Bu şiarla yolumuza devam edeceğiz. Partimizin 2. Kongresinin önüne koyduğu şu temel görevler: Halk savaşı diyalektik bütünlüğü içinde, gerek merkezi halka olan kızıl siyasi iktidarlar için köylü gerilla savaşı ve gerekse de onun bir parçası olarak her bir görev dağınık değil, ideolojik ve siyasal çizginin somutta birleştirilmesi çerçevesinde bir planlamayı şart koşar. Plansız yürüyüş kör bir yürüyüştür. Karanlıkta el yordamı ile görevler yerine getirilemez. Parti ve 2014 - AĞUSTOS - SAYI: 1 önderliğindeki güçlerin faaliyetlerini merkezileştiremeyen ve merkezi görev dinamizmi etrafında koordine edemeyen dört bir yana yumruk sallayışlar, komünist faaliyetin ruhuyla çelişir. Devrimci savaş ve onun her bir somutta ele alınışı da elbette esnekliği yadsımayan somut gelişmelere bağlı olarak şekillendirmesini bilen, yeni gelişmelerle ilerleten bir plan dahilinde ele alınmalıdır. 2. Kongre çizgimizin her alanda iktidarlaşması için temkinli ilerleme taktiğine uygun, partimizin tüm örgütlü alanlarının önüne görev olarak koyduğu bu 7 politik –taktik görevi doğru kavrayıp pratikte uyguladığımızda göreceğiz ki en başta halkımızın, şehitlerimizin ve yoldaşlarımızın bizden bekledikleri haklı istemlerini yerine getirmiş olacağız. 1 . Kongremizin işaret ettiği 5 temel nokta eksenindeki görevlere iki temel görev daha ekleyerek 2. Kongre önderliğimiz, her alana ilişkin uygulayacağı yedi ana görevi belirledi. 1-Önderliği kurumsallaştırmak ve derinleştirmek, 2-Partinin ideolojik ve siyasi seviyesini yükseltmek, 3-Düşmanın marjinalleştirme politikasına karşı kitleselleşmek, 4-Parti örgütlenmesini oturtmak ve derinleştirmek 5-Gerilla birliklerinin nicel ve nitel olarak seviyesini yükseltmek, 6-Araştırılması gereken görevleri sonuçlandırmak, 7-Deşifrasyonun önüne geçmek, Bu görevler ekseninde alanlardaki örgütlenmeyi güçlendirerek ve kaldığımız yerden Maoist bilinç ışığında halk savaşını yükselteceğiz. Parti ilkelerine bağlı kal halk savaşıyla iktidarlaş! Yaşasın Marksizm, Leninizm, Maoizm! Yaşasın Halk Savaşı! Yaşasın Partimiz MKP! Biz kazanacağız, halk kazanacak, halk savaşı kazanacak! Yaşasın Parti Birliği MKP ÖRĞÜTLENME KOMİTESİ 26 Devrimci Halkın Günlüğü 2014 - AĞUSTOS - SAYI: 1 Sağ Oportünizme Karşı Durmak, Parti Birliği ve İlerlemesinin Güvencesi, Kaypakkayacı Çizgisinin Vazgeçilmez Görevidir! Politik sorunlar ancak ilkeler doğrultusunda hareket edilmesi gerektiğinden kimsenin itirazı olmaz. Lakin politik bilincin en geri seviyeye geldiği politik ilkeleri pekte önemsemeyen anlayışın alenileştiği koşullarda sorunları çözme iradesini geliştirmek bir o kadar zorlaşır. Ortaya çıkan parti krizine gösterilen yaklaşımlardan anlaşıldığı üzere örgüsel oportünizmin var olan sorunları prangası haline getirdiği anlaşılmaktadır. Oportünist bütünün aşılmasının tek yolu detaylı tartışa bilmek hatalar karşısında irade oluşturmak, ilkeli tutumu benimsemektir. İki doğru yoktur. Bizler daima doğrunun yada diğer ifadeyle gerçeğin savunulması için bütün benliğimizle işe koyulmanın önemini vurguladık. Gerçekler hiçbir zaman devrimci tarihsel ilerlemeye tezat oluşturmadı. Bu nedenle var olan gerçeği - doğruyu - bir kenara bırakarak, üstünü örterek, günü kurtarabilmek adına geleceği karartanlar daima oportünistlikle lekelendiler. Bu lekeden kurtulamayanlar hiç bir zaman devrimci geleceğin temsilcisi olamadıkları gibi daima engelli haline geldiler. Çünkü gerçekler inatçıdır ve ergeç vazgeçilmez yazgısıyla kitlelerin elinde can bulurlar. Ortası olmayan keskin çelişkilerle örülü bu olguyla karşı karşıyayız. Ya darbeci oportünizmi reddetmek yada hiçbir içeriği olmayan soruna zerre kadar katkı ve açıklayıcılık getirmeyen anlayışları yanlış karşısında dünü gibi itaate çağıran "yanlışa yanlışla karşılık verilmez" diyerek darbeciliği meşrulaştırıp oportünizmin halkası haline gelmek...Evet açıkça söylüyoruz bunun ortası yoktur. Zaten felsefi olarak ortada kaynaştırıcı rol oynadığını sananlar şu yada bu eğilime hizmet ettiğinin farkına varamazlar çoğu zaman.Net olmak yada ortada oynamanın zararlı ayrıştırıcılığını kim = belirleyecek ve ayrıştıracak. 2012 Eylül S.T 'de açıkça kendisini ilan eden ve “3. Kongre” ile zirveleşen darbeci oportünist sağ tasfiyeci anlayışı reddedip reddetmeyeceği tamamen bu yapının görevidir. Var olan gerçeklerin devrimci gücüne inanılarak örgütsel zorunluluk gereği bu oportünist -darbeci anlayışın gelişim seyrini örgütlü güce açıklamak tarihsel bir sorumluluk olarak görüldü. Çünkü dayatılan ideolojik politik çizgiye onur kırıcı bir şekilde kabul etmek yada terk etmek... Her ikisi de devrimci çözüm yöntemi içermediğinden yanlıştır. Politik ideolojik sorunlar sessizlikle geçiştirilemez bu birincisi. İkincisi de sorunlar terk etmekle çözülmez. Sorunları çözen tek güç örgütün kendisidir. İdeolojik olarak devrim amaç ve stratejisinde oportünizmin çizgi olarak hâkimiyeti komünist çizgi ile yürümeyi olanaksız hale getirir. Komünistlerin ne pahasına olursa olsun oportünistlerle birlik anlayışı yoktur olamazda. Unutulmamalı ki hiç bir sorun gizli kalamaz kalmamıştır da. Sorunları tek tek dedikodulardan öğrenmek, karmaşık içinden çıkılmaz gereksiz tartışmalara sürüklenmenin engellenmesinin tek yolu var olan sorunların çekincesiz paylaşılması gerçeklere uygun hareket edilmesidir. Örgüt gerçeklerden korkmaz gerçekler halkı rahatsız etmez onları yılgınlığa sürüklemez. Aksine oportünizme karşı bilinçlendirir öfkelendirir. Devrimciler bana bu gerçeği neden açıkladın şimdi diyemez. Oportünist darbeci tasfiyeciliğe karşı durulması çağrısı varsa bu bir gerçekliğe dayanıyorsa- ki işin ilginç yanı kimse bu olguya itiraz etmiyor. Bundan korkulmaz. Sorulması gerek ilk soru bu virüsün nedenleri. 2) Gelişimi ve karakteri. 3) Bu virüsten nasıl kurtulabiliriz olmalıdır. Örgüte başvurmak devrimci olana sarılmak 27 Devrimci Halkın Günlüğü oportünist tarz ve çizgiye karşı durmaktır. Bazı yoldaşlar "bizimle mi çözeceksin, yada bizimle mi karşı duracaksın" diyebilirler. Çok açık ve net elbette sizinle karşı durulacaktır. Çünkü Kaypakkayacı parti eğer devrimci çizgisini koruyabilmişse tamda bu devrimci örgüt gücü sayesindedir. Elbette bu güç yanlışın karşısında duracaktır yeter ki gerçeğe hâkim olsun. KP kendi kuralları içinde iç demokrasisini işletir. Sınırsız bir demokraside yoktur zaten. Sürdürdüğümüz tartışmanın da bir disiplini vardır ve olacaktır. Bazıları bunu anlamakta zorlansalar da sonunda kavrayacaklardır. Şimdiye kadar ideolojik siyasi politik olarak parti anlayışından sapan, ideolojik darbe niteliği taşıyan tespitlere karşı ideolojik mücadele verilmiştir. Fakat erksiz bir ideolojiyle mücadeledir. Çünkü parti ile paylaşılması engellenmiştir. İdeolojik mücadelenin amacına ulaşabilmesi için iki çizgi güvencesi olan demokratik işleyişin olması gerekir. Eğer demokrasi güvencesi yoksa ( ki bu devrimci pratikle kanıtlanmıştır) parti ölü ve donuk bir mekanizmaya dönmüş demektir. Bu nedenle parti ile buluşmayan bütün ideolojik çalışmalar amacına ulaşmaması bakımından erksizdir. Eğer bu ideolojik, siyasi, politik çalışmalar KP 'nin darbeci elitleri elinde çekmecelerde küflenmeye terk edilmişse, KP iç demokrasisi son bulmuştur. Bütün bu olgulara rağmen sorunların geniş çerçevede kimseye taşınmadığı bilinmiyor değildir. Fakat KP en üst boyutta darbeci tarzda en temel kurallarını çiğneyerek ve temel stratejik değişime gider ve sonuçları halka açıklanırsa iradeleri yerle bir edilenlerin bu anti-demokratik ilkesiz ve MLM anlayışıyla asla bağdaşmayan sonuç ve çizgiye karşı aynı ölçüde haklarını kullanma yetkileri vardır. Çünkü anti-demokratik tarzda kurallar çiğnenerek bir sonuca gidilmiştir. İdeolojik, politik, siyasi yanları olan temel bir meseledir. Bu nedenle açıkça "demokratik işleyişle tam iradeyle gerçekleşti "nidaları eşliğinde araçlarla halk kitlelerine ifade etme hakkı doğar.Emin olun ki bugün devrimci yayın organında darbeciliği mahkûm eden komünist anlayışın ifade edilmemesi mevcut koşulların zorluğu subjektif olanaksızlıkların sonucudur.Tutarlı hiç bir devrimci KP'nin ilkeleriyle, oportünizme karşı durmanın,darbeciliği mahkum = 2014 - AĞUSTOS - SAYI: 1 etmenin yanlış, ilkesiz olduğunu ileri süremez. Burada savunulan KP ilkeleri, mahkum edilen ise değişim teorisini devrimci savaş alanlarını terk etme siyasetiyle buluşturan, MLM emperyalizm teorisini tahrif en darbeci, sağ pasifist tasfiyeci oportünizmdir. Devrim amacına bağlı sorumlulukla soruna yaklaşma ve çözme iradesinin açığa çıkarılması, hatanın giderilmesi KP'nin demokrasi ilkesinin güvence altına alınması ve artık proleter kaynağa bulaşan oportünist ideolojik lekelerin tahribatların düzeltilmesi de eklenerek düzeltilmesi için ortaya konulacak en üst ve tutarlı çabadır. Eğer tam iradenin yansıtılması zorunlu ilkesine bağlı kalmayıp parti demokrasisini yok ederek devrimin yolu değiştirilmişse en üst boyutta bir sorun ortaya cıkmış demektir. Bu mesele herhangi bir örgütsel sorunla karşılaştırılamaz. Böyle bir sonuç karşısında KP ilkelerini savunmak bu ilkesizlik karşısında tavrını ve tutumunu ortaya koymak halkın devrimci amacına bağlı kalma sorumluğunun bir gereğidir. Böylesi bir durumda KP iç birliğini parçalayan demokrasisini yok eden ilkesizlere ve bu bataklıktan çıkma çağrısı yapılmasının yanında ilk başta geniş örgütsel çevresiyle sorundan haberdar etmek ve bu ilkesizliğe karşı durmaya çağırmak temel bir haktır. Ortada apaçık bir darbe olmasına rağmen halen sadece "muhataplarına eleştiri yürütülme genelle tartışmamalı, çünkü tüzük kuralı böyle emrediyor "diyen yoldaşlar vardır. Bu anlayış son derece hatalıdır ve karşısına çıkan temel sorunun ciddiyetini ve çözüm yöntemini kavramaktan da uzaktır. Esas olarak ideolojik netlik taşımayan, çizgide güvensiz, politik ilkeleri de öylesine işine geldiği gibi hatırlayan oportünist anlayışına kurban eden bir öze sahiptir. (Öğrendiği kadar ve politik deneyimi kadar bu meseleyi sadece sıradan bir sorunmuş gibi gören dürüst yoldaşlar bunun dışındadır). Birincisi; bu anlayış böyle bir krizde darbenin parti tüzüğünde yeni olup olmadığına bakmıyor. Parti tüzüğünde demokratik haklar yok sayılarak tam irade yansıtılmadan kongre olmaz demektir. Tutarlı olanların önce bunu mahkûm etmesi ve bu ilkeyi savunması gerekmiyor mu?(!) Devrimci işçi sınıfına halk kitlelerine karşı böylesine büyük bir suç varsa -ki olduğu apaçıktır- o halde nasıl olurda bu suça karşı örgütü göreve çağıran, sorumluluğa davet edenlere= 28 Devrimci Halkın Günlüğü "yanlışa yanlışla cevap veriyorlar" diye ithamda bulunabilinir! Parti tüzüğü açıkça parti tüzüğünün çiğnenmez olduğunu ve her partilinin bu ilkeleri savunmasını emrediyor."Tüzüğe uygun içte tartışmalı " fikrini savunduğunu sanan yoldaşlarımız acaba apaçık meşruluğu olmayan darbeci oportünist “3.Kongre”nin sonuçlanmasından sonra iradesi çiğneniyor ve partililerin ne olursa olsun bu anti-demokratik Kongrenin karar ve iradesine uymak zorundadırlar diyen bir tüzük maddesi gösterebilirler mi? Tabi ki gösteremezler. Ama biz diyoruz ki KP'nin tüzüğü tam irade alınmadan demokratik süreç işletilmeden Kongrenin yapılmayacağını güvence altına da gösteriyoruz. Nerede tutarlılık.(!) Bu söylediklerine kendileri inanıyorlar mı acaba. Güya tüzük kurallarından bahseden ama esasa örgütsel oportünizm ve ideolojik kırılmaların nasiplerini alan ve ilkesizlikleri de pek önemsemedikleri başı belli olan bu eğilim, darbeye karşı tavır ve tutum çözüm yolu; noktasında tek söz söylemezken halen "yanlışa karşı yanlışla cevap verilmez" kendi aranızda çözün yada "içten muhataplarıyla tartışın" şeklinde kendilerini ifade etmektedirler. Gerçekten bu yoldaşlar parti tüzüğünü savunduklarına kimi inandırabilirler. Bu anlayış darbeci oportünizme nasıl karşı durulması tüzük ilkelerini savunma zorunluluğu üzerine tavır geliştirmek yerine, bu sorun geniş çerçevede örgütte tartışılmasının korkusuna kapalıdır. Nedense burada tüzüğü hatırladılar. Böyle bir darbeciliğin nasıl gerçekleşebildiği üzerine düşünmekten çok bu sorunun tartışılmasının endişesini duyuyorlar. Çünkü gerçeğin öğrenilmesinden korkuyorlar, çünkü gerçeğin üstünü öreterek birlik sağlanabileceği oportünist zehirli anlayıştan etkilenmektedirler. Çünkü hep böyle davranılmıştır. Bu nedenledir ki böylesine tarihsel süreçte örgüte başvuran anlayışı tüzük kurallarıyla karşılama yoluna başvuruyorlar. Bu değerli yoldaşlarımız gerçekten tüzüğümü savunuyorlar?(!) Hayır. Çünkü en af edilmez, mutlak suretle politik, siyasi tavır gerektiren bir suçtur. Darbeye karşı geçiştirmeci, üstünü örten "aman kimse duymasın" tavrına girenler hangi tüzüğe bağlıdırlar. Acaba bilmediğimiz iki ayrı tüzük mü vardır. En geniş çerçevede gerçeklere bağlı kalarak örgüte başvurulmasına"darbecilerle aynı anlayışa düşüyorsunuz" diyenanlayış hatalıdır. 2014 - AĞUSTOS - SAYI: 1 .Darbeci öznelci oportünizm örgüte başvurmaktan ziyade örgütün demokratik işleyişini felç etmiştir. Elbette birçok kez sineye çekilen anti-demokratik çalışmalar olmuştur. Ama bahsini ettiğimiz parti krizini bunlarla karıştırmamak gerekir. Burada demokratik hakları, kuralları savunmak için örgüt gücüne başvurulmaktadır. Fakat "aman bu tartışmayı genelleştirmeyelim" diyen anlayış -ne kadar masum olursa olsun- örgüt ilkelerini savunamayacağı, iç demokrasisini pekte önemsemediği açıktır. Çünkü gerçeği savunmayı partinin gelişmesine, güçlenmesine ve birliğine uygun olmayacağını sanmış olmalılar ki darbeyi değil de "aman kimse duymasın" telaşına kapılmış ve gerçeğin üstünü süslü ve kurallı tüm tumturaklı sözlerle bezenmiş şalla örtmeye koyulmanın yararının ne olduğunu bize anlatabilmiş değiller. Gerçeklerin üstünü örtüp kendi aralarında uzlaşanların politik tutarlılığı yoktur, her dönemin adamı olmayı seçerek tasfiyeciliğe hizmet ederler. Darbeci oportünizm karşısında durarak örgütü bilinçlendirmeyi değil darbeciliğe boyun eğmeyi, sürüklenmeyi devrimci politika olduğunu savunanlar. KP demokratik hakları rafa kaldırarak tüm iradeyi yansıtmayan bir değişime gitmesinin başlı başına KP olmayı tartışmalı hale getirdiğini görmemektedirler. Bu ciddi bir politik geriliğin ifadesidir. Bu önemli meselenin üzerinde yoğunlaşmak krizi aşmak için konulması gereken tavrı ortaya çıkarmak yerine, gerçeklerin gizli kalması derdine düşmek kabul edilemez. Evet tüzüğü savunuyoruz bu nedenle darbeci oportünizme karşı durulması için mücadele edilmektedir. Kendi iradelerini savunamayan hakları yok edilmiş olanların haklarına sahip çıkmakta tereddüt gösterenler- ki bu ilkelere karşı olan tereddüttür.- oportünizmin yolunu daha da genişletirler. Bu eğilim en korkunç tüzük çiğnemesi olan darbeye ağzıaçık bakarken güya tüzüğe bağlı kalmanın arkasına sığınmak gerçeği örtmeye çabalarken partinin daha da büyük darbeler yiyeceğini ve daha da savrulacağını görmüş olacağız. 29 Devrimci Halkın Günlüğü "Yapılan darbedir" Demek Bir Tavır Mıdır? Biliyoruz ki oportünizm Marksist geçinerek Marksizmi çarpıtır. Ortada bir savaş varsa savaşın var olduğunu kötü ve yıkıcı olduğunu söylemek pek bir işe yaramaz. Savaşı sonlandırmak barış ve huzuru sağlamak için savaşmak gerekir. II. Enternasyonalin kötü ünlüleri olan otoriteleri Marksist tumturaklı ifadeleriyle emperyalist savaşı kabul etmişlerdi, ama onlar bunu söylerken aynı zamanda "Demokratik bir barış" ileri sürerek "kendi" burjuvazilerine karşı savaşmayı reddetmişlerdi. Bolşevikler ise barış için savaşmayı seçmişlerdi. Bazı yoldaşlar bu önemli geri dönüşü olmayan sorun karşısında "yapılan darbe yanlıştır" demektedirler. İlk bakıldığında bu yoldaşların çok önemli bir şey yaptıkları, sanılabilir. Sonuçta doğru bir şey söylemek elbette küçümsenemez. Fakat tanımını yeterli değildir. Demezler mi KP' inde darbe yapılmışsa bu darbeye karşı yapılması gereken nedir? Marksist bu meselede ne olmalıdır. Çıkış yoluna dair önerin nedir? Ne yazık ki bu yoldaşların “darbe” dedikleri affedilemez suça karşı bir çözüm ve tavırları yoktur. Aksine " yanlışa yanlışla cevap verilmez" "böyle tartışmak zararlı" "sorunların çözüm yolu yöntemi belli" demeleri dışında fikirleri olmamıştır. Oysa anti-demokratik ilkesel olarak iç demokrasiyi parçalayan darbeci oportünizm suç işlemişse kesin olarak buna karşı tavır olmalıdır. Mücadele olmalıdır. Partiyi aydınlatma olmalıdır. Bu yoldaşlar var olan oportünist, parçalayıcı, tasfiyeci duruma karşı yapılması gerekenden bahsetmiyorlar bile.. Aksine oportünizme karşı durmaların gerçekleri açıklayıp yapıyı irade bildiğine çağırmalarından endişeleniyorlar. Darbeye tasfiyeciliğe "darbe" demekle yetinmek bir tavır değildir. Şayet bu yoldaşlar bu durumun darbe, ilkesizlik, tasfiyecilik diyorsa devrimci tavrın etrafında kenetlenmek zorundadırlar. Fakat bu anlayış darbeye darbe demesine rağmen uysallık öneriyor. Netleşmek için doğruları tartışmayı değil, üstünü örtmeyi seçiyorlar. Bu oportünizmdir.Bazı yoldaşlar bu meselenin önemini kavramadığından bölünme parçalanma endişelerinden kaynaklı gerçekleri tartışma ve öğrenmekten ürkmelerini anlamak mümkündür.Ama bunu tüzük perdesiyle yapılması 2014 - AĞUSTOS - SAYI: 1 tutarlı değildir. Bu eğilimin kendi politik, ideolojik kırılmasını bir kez daha bu meselede dışa vurduklarını bilmek zorundayız. Darbeci tasfiyecilik varsa ona karşı mücadele zorunludur. Bu mevcut sonuç fiili bir parçalanma ve tasfiyedir zaten. Sanırım uysallık öneren yoldaşlar darbeciliğin tüzüğü kökten reddetme pratiği diğer ifadeyle tüzüğü rafa kaldıran en üst boyuttaki ret ve ihlalin hakları gasp edilen partililerin iradesini yansıtmalarını doğuran bir ihlal olduğunu bilmiyorlar. Bu mesele karşısında "bizde doğru bulmuyoruz katılmıyoruz, darbe kabul edilemez" demek yeterli değildir. Bunları söyledikten sonra gerçekleri gizlemeye koyulmak kendi güçsüzlüğünü, iradesizliğini örgütün iradesizliği sanarak "olan olmuş yuvarlanıp gidelim" tavrına bürünmenin tutarlı tavırla ilgisi yoktur. Bu düpedüz çelişkidir, politik, siyasi açıdan ise oportünizmdir. Savaşın varlığını söyleyip savaştan kurtulmak için savaşmadan barışın borazanlığını yapmakla eş değerdir. Tas�iyeciğe, Darbeci Oportünizme Karşı Durmak Hizip midir (?) İki anlayış vardır. Birincisi; örgütten gerçekleri gizleyerek kendi aralarında meseleyi tartışma adına kötürümleştiren ve yozlaşarak sürekli hareketi eritenler. Bu eğilim aynı zamanda iç demokrasiyi de öldüren ve ideolojik mücadeleyi rafa kaldırmakla karakteriye olmuştur. İkicisi; Temel ve önemli bütün sorunları partiye gecikmeden taşımanın iç demokrasiyi güçlendirmenin, ideolojik mücadeleyi güvencelemenin, birlik ve disiplini sağlamanın ve partiyi işlevleştirmenin biricik yolu olduğunu savunan anlayıştır. Bazıları her dönemde komünist maskesiyle yozlaşmış tavır ve tarzları suçları partiyi parçalayacağını ileri sürerek gizlediler. Fakat tarihsel deneyimlerimizde sabit olduğu gibi bütün parçalanmalar gerçekler partiden gizlemenin sonucunda gerçekleşmiştir. Bugünde Kaypakkayacı partinin karşılaştığı en önemli ideolojik dönüşüm kavşağında karşımıza çıkan sorunun gerçek boyutlarıyla tartışılmasından korkan oportünist bir anlayış vardır. Hiç kuşku yok ki darbeci oportünizmde "kendi aramızda çözeriz" diyeceklerdir.Yıllar sonra eğer mahkûm edilebilinirse komünist hareket, halk kitleleri ancak 30 Devrimci Halkın Günlüğü duyabileceklerdir. O zaman şu cümlede eklenecektir, "Ne yazık ki darbeci tasfiyeciliğe karşı komünist kadrolar yeterince ve kararlıca mücadele edemediler, partinin sağa savrulmasına dolaylı katkı sundular." Söylemekte hiçte haksız sayılmazlar... Var olan hakikati gizlemenin proleter devrimci mücadelenin nasıl zararına olabileceği yönünde temellendirmesi olabilecek bir komünist düşünemeyiz. Biz partimizin gücüne belirleyiciliğine inanıyoruz. Örgütün kabul etmediği bir şeyi zorla dayatma olanağı yoktur. Eğer gerçekten amaç kavranırsa güçlenerek çıkılacağından kimsenin kuşkusu olmasın... Tartışmaktan, gerçekleri öğrenmekten korkanların varlığına rağmen bu süreçten kaçış yoktur. KP'sin de darbe olduğunu açıklayan anlayışa hizip denmez. İdeolojik, politik amaç için gizli ilkesizce bir çalışmadır hizip. Oysa KP'de darbeye karşı tutarlı durmanın öneminden ilkelerden, açıklıktan ve devrimci ilkeli irade oluşturmaktan bahsediliyor. Ayrılma parçalanma değil karşı durma ve çözüm yolundan bahsediliyor. Bu nasıl hizip olabilir? Ama darbeyi dayatan anlayışın öznelci, tasfiyeci olduğunu ifade ettiği doğrudur. Söylenenler tepeden tırnağa açıklık anlayışıyla işlenmektedir. Kişiden kişiye gruptan gruba değil, aksine bu tartışmaya kendisini "layık görmeyen" ama gücün kendisinde olduğunu anlamak isteyenlerinde -az sayıda da olsa- olduğu örgütün gücüyle yapmaktadır. Bu var olan felsefeci anlayışa darbeciliğe karşı parti anlayışını, ilkelerini ortaya koyma mücadele yöntemi ve karşı duruşun iradesini oluşturmanın gelecek açısındaki önemli ihtiyacı açığa çıkarma çabasıdır. Bahsedildiği gibi darbeyi pekte önemsemeyen genel bir irade oluşması halinde bu tartışmanın da son bulmuş olacağı kendiliğinden anlaşılır. O zaman oportünizm ve darbeciliğin tamamıyla kanıksanmış KP çizgisi haline geldiğini şimdiden tarihe not düşerek ifade etmemiz yerinde olacaktır. Bir yerlere savrulma ayrılma değil, aksine ortak iradeyle doğru devrimci amaç ve ilkelerde ısrar ederek çözüm arayışını dile getirmektedir. İradeyi hiçe sayanların yol ve adres gösterme 2014 - AĞUSTOS - SAYI: 1 durumları da şaşırtıcı olmayacaktır. Darbeciliğin KP’nin ilkeli devrimci tutumuymuş gibi karşılayanların tasfiyeciliğe tutarlı tavır takınacaklarını da beklemek hata olur. İdeolojik olarak kırılgan ve kararsız olanların politik sorunlarda kararlı olmadığı kanıtlanmış bir doğrudur. Hiçbir yere gitmeden devrimci görevlerini yaparak, iç disiplinini koruyarak, dik durmak darbeci tasfiyeci oportünizme hayır demektir. Sorunun kendisini anlamaktan, çözüm geliştirmekten ziyade bu açıklamanın sorun olduğunu göremeyip hizip ya da farklı tanımlamalarla saman alevi gibi parlayıp iç disiplini bir çırpıda olumsuzluğa uğratmaya kalkışanların örgütsüz yaşama olan eğilimlerini dışa vurdukları da açığa çıkmıştır. Buna izin verilmeyeceği de bilinmelidir. Bir sorun üzerine süren tartışma ne derece sert olursa olsun bu d... ki devrimci duruşumuzu askıya almayı gerektirmez. Herkes söylediğini söyler ve mesele bir sonuca bağlanır. Cpk Anlayışını Açıklamakla İlkesel Hataya Mı Düştü… (?) Konuyla ilgili bir dizi çalışma vardı. Ocak 2014 tarihli söz konusu anlayış öz olarak Cpk`nın darbeci oportünizme karşı takındığı tutumlu anlayışını yansıtmaktadır. Elbette bu görüşler açıklanmadan bütün partililerin görüşünün alınmasını gerektiğini belirten eleştiriler olduğu anlaşılıyor. Kendileri açısından haklılık payı olabilir, fakat bu kollektif bir karardan ziyade iradeleri dışında gerçekleşmiş darbeci bir stratejik, ideolojik değişimin birinci derece de muhatabı olarak kendi anlayışını gerçeklerle birlikte açıklama ihtiyacından doğmuştur. Bu aynı zamanda ideolojik, politik, stratejik değişimin içeriğine dair soruların muhatabı olmadıklarını açıklama zorunluluğudur. Çünkü Cpk zerre kadar bilmediği stratejik çizgiyi ideoloji ve siyasi amacı savunamazdı. İstese bile bunu yapamaz.. Buna rağmen ulaşa bildiği oranda olanakları ölçüsünde sorulmaya çalışılmıştır. Darbeci sağ oportünizme Cpk`nın anlayışının açıklanması sadece genel ile bir tartışmanın değil, aynı zamanda bütünsel bir netleşme sürecinin üretilmesi anlamı taşımaktadır. Cpk`nın meseleye 31 Devrimci Halkın Günlüğü yaklaşımı örgütsel duruşunun bir gereğidir. Sorunlara köklü değişime yaklaşımını ortaya koymak için bütün partilileri onayını alma zorunluluğu yoktur. Cpk`nın anlayışını açıklamasını bir işleyiş hatası olarak göstermek hatalıdır. Cpk köklü değişimden haberdar olmadığını açıklamamazlık edemeyeceğini belirtmiştir. Çünkü bilmedikleri bir ideolojik doğrultunun ve pratiğin açıklayıcıları ve uygulayıcıları olamayacaklarının bilinmesinin tarihsel bir sorumluluk olduğunu değerlendirmiştir. Nitekim Cpk`nın darbeciliğe net tavrına karşı gerçeği halının altına süpürelim kendi aramızda konuşalım,yanlışı yanlışla cevaplamayalımla formüle eden ve eleştiren yoldaşlar da vardır. Burada bir yok sayma, danışmama, yetki aşımı ve irade çiğnemesi söz konusu değildir. Örgütsel işleyişin nasıl olduğu bilinmektedir. Cpk anlayışını önce muhataplarıyla herhangi bir cevap verilmemiştir. Sonradan genel olarak geniş örgütsel yapısıyla paylaşmıştır. Bu tarihsel sorumluluk karşısında yoldaşlarına itaati önerenlerde olacaktır. Kararlı ve tutarlıca ilkeleri savunarak darbeciliği söküp atmayı zorunlu gören ve tereddütsüz mücadele edenlerde olacaktır.Açıklamış olduğumuz eğilimlerde hatalı ve doğru olanlar net olarak anlaşılmaktadır. Yeni stratejiyi bilmediklerini açıklamaları yanlışa yanlışla cevap vermek mi oluyor...(?) İdeoloji, mücadele ve amaca bağlılığın temeli can damarıdır. Önüne koydukları her teoriyi ya da ideolojiyi yutacak koyunlar değildir. Kadrolar elbette birinci sorun darbeci oportünizmdir. Bu örgütsel olguya gösterilen tavır aynı zamanda tutarlı belirleyen önemde olduğu apaçıktır. Bazı yoldaşlar, ideolojiyi ve siyasal anlayışı ilkesel olduğunu unutmuşlardır. Tüzüğü rafa kaldırarak stratejik, ideolojik, siyasi, politik değişim olmuş, halen bazı yoldaşlar sorunu genelle tartışmak doğru değil diyorlar. Peki demokratik olarak şekillenmesi sürecine katılmadığı bu strateji Cpk nasıl savunacak.Eğer kuralsa kongreden sona herkesin bu stratejiyi savunması gerekiyor. Peki Cpk bu darbeci anlayışı açıklamadığını bir an düşünelim. 2014 - AĞUSTOS - SAYI: 1 Yoldaşlarımız kavramak uygulamak için bu stratejinin ne mezem bir içerikte olduğunu kime soracaklar. Kuşkusuz Cpk`ya soracaklardır. Peki Cpk bilmediği teoriyi nasıl açıklayacaktır. Kaldı ki ortaya çıkan anlayışı oportünist buluyorsa- ki buda açığa çıkmıştır- Cpk onur kırıcı durumu kabul ederek oportünist anlayışlarla birlikte darbeciliği savunacaktır. Buna da komünist tutum denilecek öyle mi.(?) Boynumuzdaki halkayı ağırlaştırmaya çalışan oportünist politik görüşlerin çürüdüğü buradan anlaşılıyor. Fakat devrimci tutumu bataklığa çekenlerin bu itaatkar ultra-ilkeli yardımseverliği kabul edilmeyecektir. Henüz stratejinin kendisi açıklanmadan H.G’nin sayfalarında sırf ön olmak için ''karşı çıkanlara'' yapılan hakaretlere yoldaşların yaptığı eleştiriler bile bu meselenin tartışma durumunun olmadığını gösteriyor mu? Buradaki mesele oportünist çizginin aynı zamanda darbeci olduğu gerçeğinin Cpk tarafından açıklanmış olmasıdır. Eğer ilkelere bağlı ol, parti krizini aşmak için örgütlen”3. Kongre” tasfiyeciliğine karşı olur. Başlıklı yazıda meseleyi açıklamamış olsalardı, hiç kuşkusuz bu dedikodu yolu ile yayılmasının yanında belgeler üzerinde tartışma ve sorulan sorulardan Marksizmi tahrif eden bu teoriden haberlerinin olmadığını açıklamak zorunda kalırlardı. Kaldı ki hakları kökten ve bütünüyle çiğnenenlerden''tüzük gereği'' deyip, her şart altında oportünizmin savunulmasını istemek komünist tutum değildir. Tasfiyeciliği meşrulaştırmaktır. Komünist kadroların ideolojik, siyasi görüşlere sahip olmadığını söylemektir. ”3. Kongre” çizgisini kavra kavrat deniliyor. Acaba herkes teorisyendi de biz mi bilmiyoruz. Herkes olduğu yerde okuyarak mı (?) kavrayıp-kavratacak. Zorunlu olarak bütün çıplaklığıyla tartışmak zorundadır. Herhangi bir sorundan bahsedilmiyor, 42 yıllık siyasi, ideolojik, politik çizginin değişiminden bahsediyoruz. Çelişkilerin giderilmesi için sorulacak ve tartışılacaktır. Ki bunu sürdürmek normal olarak sorumluluk gereğidir. Cpk’nın bilmediği “3. K.”nin çizgisinin açıklayıcısı durumunda olmadığını belirtmesi, açıklaması kesin bir açıklıkla meşrudur. Asıl bu olguyu gizlemesi oportünizm olurdu. Bu köklü sorunun herhangi bir örgütsel soruna indirgeyerek oldu-bittiyle ortaya çıkmış olan “3.Kongre” 32 Devrimci Halkın Günlüğü çizgisinin tartışmasız benimsenmesini olanaklı görmüş olmalı ki ''aman genelle tartışmayalım'' kaygısına kapılan eğilimin varlığını vurguladık. Oysa ne darbeci pratiği ne de ortaya çıkan ''tam bilimselci'' oportüzmi gizlemek olanaksızdır. Bu nedenle amaç ve politik güç ve gelişme bakımından en doğru tutum en geniş ve demokratik bir tartışma yürütmek için katılımcı bir çaba göstermelidir. Vahiyle inmiş gibi önümüze çıkan bilmediğimiz stratejiyi öğrenmenin ve oportünist sapmaları ortaya çıkarmanın yolu kollektif bir anlayış ruhuyla tartışmaktan geçer. Tarihsel süreçlerde, Marksist politik mücadele deneyimlerinin gösterdiği gibi örgütsel oportünizme karşı ancak örgütle durulur. Sorunların dar çerçeveden çıkıp geniş çerçevede tartışmaya ihtiyaç duyması azınlık gurubun darbe ile iç demokrasiyi tahrip etmesinin getirdiği bir sonuçtur. Darbeci çizginin tam iradeyi yansıtmayan ve halka açıklanan sonuçları, eleştiriyi, örgüt ve ilkesini dikkate almamasından ileri gelmiştir. İlkelerin önemini kavrayan, darbeciliği reddeden KP güç kazanmış demektir. Ne darbeciliğin varlığını açıklamak, ne de bilmediğimiz stratejiyi tartışmak oportünizmin içeriğini açıklamak yanlış değildir. Bırakalım bunun yanlış olmasını bu ilerlememizin vazgeçilmez anahtarıdır. İdeolojik-politik sorunlara ilgisiz eleştirmekten uzlaşmayı herkese gül uzatmayı devrimci siyaset olarak göremeyiz. Bu eğilimin” 3.Kongre”nin darbeci oportünizmine karşı aynı uzlaşmayla yaklaşıp devrimci ilkeli mücadele çizgisinde ısrar eden politik doğrultuyu yolundan saptırmak, tutumunu uysallaştırmak çabasına girmesi şaşırtıcı olmamıştır. Parti Birliğini Ve Disiplinini Korumak Uzlaşmaktan Değil, İlkesizliğe, Darbeciliğe, Pasi�izme Karşı Durmaktan, Yalana Karşı Doğruyu Gerçeği Savunmaktan Geçer… KP’sin de ve geniş örgütlü gücünde gerçeklerin kendilerine açıklanmasından 2014 - AĞUSTOS - SAYI: 1 çekinenlerin olması bir hayli tuhaftır. Bu da akılda tutulması gereken bir gerçektir. Fakat unutulmaması gereken diğer yanı ise darbeciliğe karşı durulmasında tereddüt taşımayanların varlığıdır. Şimdiye kadar yığınla sorun olmasına rağmen genel bir açıklama yoluna gidilmemesi kuralların bir gereğidir. Fakat ortada tam irade alınmadan ortaya çıkartılan bir darbe gerçeği durunca geniş çerçevede açıklama yoluna gidilmemesi sadece ve sadece dayatılan tasfiyeyi, politik ilkesizliği durdurma ısrarıdır. Bu olguya rağmen''Parti Birliği ''adına ya da ''Parçalanma Değil Birlik Zamanı'' ya da çeşitli gerekçe ve kılıflarla süslenmiş gerekçelerle darbeci oportünizmin üstünü örtmeye, sessizlikle geçiştirmeye koyulmak yanlış ve tehlikeli boyutta parçalayıcı bir tutum ve yaklaşımdır. Yanlış ve ilkesiz alanla uzlaşmak kızıl tutumu lekeler. Parti birliğini asla sağlamaz, bilakis kısa vadede birlik görüntüsüne bürünse de gerçekler çelişkileri görünür kılar ve daha büyük zararlara neden olur. Her zor ve sancılı dönemde ''Birlik adına'' gerçekleri gizleyenler oldu. Çelişkileri konuşmayı dahi ötelemeyi ''birlik” adına meşrulaştıranlar oldu. Ama bu oportünist anlayışın daima parti sorunlarını ağırlaştırdığını ve parçalamalara kırılmalara neden olduğu görüldü. Gerçeği gizlemek yani, çelişkiler doğurduğu gibi var olanları da keskinleştirir. Güveni zedeler. İdeolojik siyasi oportünizme seyirci kalmak “Yanlış görüyorum”la yetinmek örgütsel sorunda darbeciliği meşrulaştıracağı gibi Parti birliğini asla sağlamaz ve oportünizmin batağına saplanılır. Çünkü ilkelere bağlı davranılmadığından da bu böyledir. Çünkü yalana seyirci kaldığı için birliği sağlayamaz. Açık olmadığı, uzlaştığı, partiyi geniş örgütlü gücü küçümsediği K.P. değerlerinden uzaklaştığı, yozlaştığı, çürümüş tarz ve tutumlara itiraz etmediği için birliği değil parçalanmayı derinleştirir. Fakat her zaman ki gibi oportünizm uzlaşmacılığını ''Parti Birliği'' ideolojisine büründürür. Bu anlamıyla uysallık önerenler çözüm yolunu ortaya koymak zorundadır.Darbeci anlayışa karşı hangi MLM tavrın ve devrimci perspektifin gösterilmesi gerektiği üzerine Cpk ya söyledikleri bir şey yoktur. Tabi darbeyi meşrulaştırma dışında bir içeriği olmayan ''Yanlışa karşı yanlışla cevap verilmez.'' vb söylemleri saymazsak. Demokratik haklarımız ve ilkeler böylesi kararsız 33 Devrimci Halkın Günlüğü anlayışlarla nasıl savunulabilinir. Parti ilkelerini, demokratik haklarını savunanlara iki cümleyle ''Yanlış yaptıklarını'' söylemeyle yetinmek sadece kendi tavrını “3.Kongre “darbeciliğinden yana yakmaya yarar. Sorumluluk duymanın bir gereği olarak Cpk’nın hangi konuda ''yanlış'' yaptığını açıklamayı gerektirir. Öncelikle darbeci oportünizme karşı Marksistlerin tavrı ne olmalıdır. Sorunun çözüm yolunu koyarak eğer varsa Cpk’nın yanlışını detaylandırmak her yoldaşının özgürlüğü dahilindedir. Aksi taktirde pek çabuk telaşlanarak darbeciliği görmezden gelerek H.G’de ifade edilen ''ya uyun ya gidin'' çizgisinin parçası durumuna gelinir. Bu önemli tarihi dönemeçte ''olanlar vardır'' ama ''karşı çıkmayın kaderinize razı olun'' görüşü parti birliğini korumak değil, oportünist darbeciliği korumaktır. Bilinmelidir ki Kaypakkayacı partinin bu tarihsel dönemeci öyle gölgede bırakılıp yıllar sonra üzerinde konuşulabilecek şekilde kendi haline bırakılacak bir geçici çelişme değildir. Bu oportünist ve proleter devrimci çizginin mücadelesidir. Tabi ki yazılan sözler tarihe kazındı ve bir daha kimse sökemeyecektir. Proleter çizgi anlayışını gerçekler üzerinde ifade etmeye devam edecektir. Bütün yoldaşların ortak fikri darbeci anlayışı yanlış bulmuş olmalıdır. Açıkladığımız gibi darbeye darbe demek örgütsel bir sorunda çözüm değildir. Cpk’nın ortaya koyduğu çözüm perspektifini ileri taşımak gerekmektedir. İrade birliği oluşturmak ve yanlışın karşısında durmak parti birliğini korumanın birinci yoludur. Darbeyi yanlış bulan bütünün içinde küçük bir eğilim böylesine bir sorun karşısında şaşkınlığa düşmüştür. Bir eğilimde geniş tartışmayı doğru bulmamanın yanında niyetten bağımsız çözüm yolu olmadığı, işin darbeyi pratik olarak meşrulaştıran bir çizgidir. Bir kısımda bölünme parçalanma endişesiyle bir nevi ''şimdi bunları bize niye açıkladınız'' anlaşılması güç tavrındandır. Meselenin ciddiyetini parti ilkeleri bakış açısıyla kavrayan ve Cpk’nın anlayışında somutlaşan eğilim darbeciliğe karşı kararlı durulması gerektiğinden tereddüdü yoktur. Parti krizinin aşılması için bütün gücünü ortaya koymaya devam edecektir. 2014 - AĞUSTOS - SAYI: 1 Sorunu bir güvensizliğe dönüştüren, açıklamayı kuralsızlığının, örgütsüz yaşam gerekçesi haline getirmeye çalışanların pratikleri hem olumsuz örnekler olarak bilinmelidir, buna izin verilmeyecektir. Daima örgütlü gücü ve iradesine inananlar bu sorunun nasıl yürümesi gerektiğini açığa çıkarmanın size bağlı olduğunun bilincindedir. Ocak 2014 tarihli çalışmada ifade edilen de budur. CPK darbeciliğine karşı durmanın tasfiyeciliğe karşı durmak olduğunun bilincindedir. Buna bağlı olarak darbeciliğe karşı dururken “3.Kongre” çizgisinin genel olarak tartışılması ve netleşmenin sağlanması doğru olacaktır. Öncelikli olarak 1) Ocak 2014 tarihli çalışmada belirtildiği gibi bir karşı duruş vardır. Darbeci çizgi karşısında durulması yönündeki tutum ve değerlendirmemiz; 2) Parti ilkelerine bağlı bu devrimci tavır ve karşı koyuşun birer iradesi gücü ve kollektif irade için değerlendirme ve fikirlerinize ihtiyaç vardır. Bu fikirler tutumun sürdürülmesi perspektifini netleştirecek içerikte olmalıdır. Bu konuda ki netleşme önemlidir. KAYPAKKAYACI PARTİNİN DENEYİM VE ÇÖZÜM ANLAYIŞINA UYGUN SORUNLARIN ÜSTESİNDEN GELİNECEĞİNE İNANALIM. HER YOLDAŞ KENDİNİ ÇÖZÜMÜN BİR GÜCÜ OLARAK GÖRMELİDİR. PARTİ DEMOKRASİSİNİ KORUYAMAYANLAR HALK DEMOKRASİSİNİN ÖNDER GÜCÜ OLAMAZLAR. Yoldaşlar; Sonuç olarak Partimizin 2007’ de gerçekleştirdiği 2. Kongre kararları ile yolumuza devam edeceğiz. ‘’Maoizmle ilerleyip halk savaşıyla kazanacağız ‘’ Canımız Halk Savaşına Feda Olsun! Yaşasın Partimiz MKP! Yaşasın Halk Savaşı! Yaşasın Parti Birliği! Biz Kazanacağız, Halk Kazanacak, Halk Savaşı Kazanacak! MKP Hapishane Parti Komitesi CEZAEVİ PARTİ KOMİTESİ ( CPK ) 34 Devrimci Halkın Günlüğü 2014 - AĞUSTOS - SAYI: 1 Parti “ 3. Kongre”sine Karşı Tavrımıza Dair Açıklama ve Açık Çağrımızdır! 21. yy proleter devrimlerine önderlik edecek UKH’ın fonksiyonunu oynamaması dünya proleteryası, ezilen uluslar ve halkların üzerindeki emperyalist haydutluğu artırmaktadır. Fakat emperyalist barbarlığa karşın rüzgar ezilen dünyadan yana esiyor. İsyan halkın emekçi ellerinden yeniden kalıba dökülmektedir. Türkiye - Kuzey Kürdistan’da kitlelerin öfkesi kabardı. Normal zamanlarda sömürü ve baskıya “alıştırılan” halk artık ayaktadır. Kitlelerin kendinden patlayan öfkesini, direnişini devrim amacıyla bütünleştirip geliştirmek komünist hareketin görevidir. Komünist Parti önderliği olmadan ezilen sınıfları kurtuluşa taşıyacak devrimin zaferi olanaksızdır. Devrimci krizin olgunlaştığı bu tarihi dönemde kitlelerin gerisinde sadece düşmanın kitlelerin gerisinde kalan komünist hereketin hızla eksikliklerini gidermesi gerektiği açıktır. Marksizm ideolojisiyle donanmış disiplinli ve bütün saldırıları göğüsleyebilecek kadar sağlam parti olmadan sınıf savaşımında önderlik yapılamaz. Toplumsal pratikte kanıtlanmış örgütsel gerçekler bilinse de yaşanmakta olan parti krizini ortadan kaldırmıyor. Fakat sorun ağır, engeller ne kadar büyük olursa olsun aşılabileceğine sonsuz inanıyoruz. Biliyorsak sınıf mücadelesinde sadece düşmanın fiili saldırıları karşı koymak yeterli değildir. Aynı zamanda içimizde türeyen çeşitlli oportünist eğilimlere çizgiye karşı da kararlı mücadele etmek gereklidir. MLM ideolojisinde sapmalar olbileceği gibi örgütsel ilişkileri yerle yeksan oprtünist sağ-sol çizgilerle ortaya çıkabilmektedir. Parti tarihimiz bu gerçeği fazlasıyla kanıtlamaktadır. Kaypakkayacı 72 kızıl güzergahı devrimci iktidar amacında kesintisiz ilerledi. Ağır bedeller ödedi, büyük acılara katlandı. Karşımıza çıkan büküntüleri aşmayı, düşmanın amacını ve saldırılarını boşa çıkarmayı başardı. Partiyi devrim yolunda koparmayı başaramadılar. En zor kuşatmaları aşmayı başaran Kaypakkayacı partinin, bugün karşısına çıkan darbeci tasfiyeci engelide aşacağına kuşkumuz yoktur. Parti bir bütündür. Açık-kapalı olan ve bütün ötgütleri için MLM ideolojisi, program, strateji ve aynı tüzük ilkeleri geçerlidir. Bütün parti organları var olan örgütlü gücümüz gibi hapishane örgütü de bu ilkeleri iyi bilmektedir. MLM ideoloji yerine burjuva ideolojisi konamayacağı gibi hiçbir organ, birey, mültecileşmiş grup tarafından Maoist örgüt anlayışı ve ilkeleri rafa kaldırılamaz. Kongre ve konferanslarda tüzük kuralları çerçevesinde gerçekleştirilmek zorundadır. Açıklamamızla doğrudan ilgisi olacağı için bunları hatırlatmak bir ihtiyaçtır. Bilindiği gibi “MKP 3.kongresini” “demokratik süreç işletilerek tamamlandığını” halka açıkladı “3. Kongre önderliği.” “Parti iradesinin yansıtıldığı bir kongreyi tamamladık” dese de, bu açıklamalar gerçeği yansıtmamaktadır. “3. Kongre” iradesi-önderliği devrimci işçi sınıfına, emekçi köylülük ve geniş halk kitlerine yalan söylemiştir. Halka ve yoldaşlarına açık ve dürüst olmayanlar Kaypakkayacı parti çizgisinden sapmışlardır. “3.kongre” ile MKP’nin devrim yolu program, tüzük, ideolojik anlayışında stratejik değişimler oldu. Söz konusu değişimden CPK ve hapishanedeki bütün parti üyeleri hiçbir şekilde sözlü-yazılı haberdar edilmemişlerdir. (MKP tüzüğü madde 7) “ Hapishanelerde parti üyelerinin kongrelerde parti organlarına seçme ve seçilme hakkı olmamakla beraber kendilerine sunulan alt kongrelerde gündem maddeleri üzerinde görüş belirtme ve kararlara ilişkin oy hakkı vardır” demektedir. Demek ki halka açıkladığı gibi “3. Kongreye” partinin tam iradesi yansıtılmamıştır. 35 Devrimci Halkın Günlüğü “3. kongre” olması gerekenin olması, gerekenin altında katılımla (oranını kendileri açıklamalıdırlar) gerçekleşmiştir. Kitlelere açıklandığı gibi istisnasız bütün kararlar oy çokluğuyla alınmıştır. Dahası şu yada bu gerekçe ile kongreye katılamayan üyelerin delegeliğinin düşürülmesi görülmemiş bir şeydir. MKP tüzüğüne göre kongrede de olsa kararlar toplantıya katılanların değil toplam üye/delegelerin salt çoğunluğuyla alınır. Düşürülmüş olan delege sayısındaki oran, karar yeter sayısında düşürdüğünü söylemeye gerek bile yoktur. Çok açıkça anlaşıldığı gibi CPK ve ona bağlı parti üyelerinin hiçbir karar ve değişimden haberlerinin olmamasıyla sınırlı değil. Alanların temsil edilmemesi, düşük-oldukça düşük- katılımla birlikte düşünüldüğünde kongrenin kendi demokratik işleyişi, temel ilkeleri çiğnemeleri bakımından da darbecidir. Gerek kapalı-açık alanlar, gerek askeri alanlar parti güçlerinin aldığı darbelerin ve tasfiyenin sorumlusu olan bu çizgisi CPK sağ pasifist darbeci oportünizm olarak tespit etmiştir. CPK “3. Kongre” darbesinden sonra hapishane örgütünün somut olarak çiğnenen iradesine dayanarak parti önderliğinden-yapılan darbeye açıklık getirmesi için talepte bulunmuştur. Uzun zaman- aylarca- geçmesine rağmen CPK’ya hiçbir yanıt verilmemiştir. CPK anlayışını ifade eden “İlkelere bağlı ol. Parti krizini aşmak için örgütlen “3. Kongre” tasfiyeciliğine karşı dur!” , “Devrimci itiraz oportünizmin önündeki yıkılmaz barikattır” ve “Sağ oportünist darbeci tasfiyeciğe karşı duralım görevlerimizi kavrayalım partiyi koruyalım” başlıklı yazılar kaleme alındıktan bir süre sonra sözlü olarak “3.Kongre” usulüne uygun tamamlanmıştır” ifade edilmesi dikkat çekici olduğu kadar ciddiyetten yoksundur. Sağ tasfiyeci, darbeci anlayış sahipleri pervasızca CPK’nın ısrarlı sorularını yanıtlamamaları (fiili olarak muhatap almamak şeklinde tutumlarını tanımlamak daha doğru olacaktır. Gazete üzerinden karşı koyuşları hesaplayarak ) kendi ifadeleriyle öngörmüşlerdir. Herkesi “dogmatik, gelenekçi, gizli gündemi olanlar, geri anlayış sahipleri”vb-vs ifadelerle Maoist anlayışa asla uygun 2014 - AĞUSTOS - SAYI: 1 düşmeyen metotla ve bakış açısıyla gelecek eleştirileri bastırmaya koyulmaları gibi, bütün neden ve sonuçları nedeniyle CPK,” 3.kongreyi” neden sağ pasifist, darbeci, tasffiyeci değerlendirdiğini bütün hapishane örgütlü gücüne, bununla birlikte dışarıdan partiye ve örgütlü gücüne açıklamayı tarihsel bir sorumluluk olarak değerlendirmiştir. Halka açıklanan “3. Kongrenin” anti demokratik darbeci anlayışına karşı açık ideolojik mücadele vermek zorunlu olmuştur. Ayrıca talep ve eleştirileri dikkate almak yerine, izah ettiğimiz tavır CPK’nın değil de sanki tek tek bireylerin karşı koyuşu ve görüşleriymiş gibi yansıtma ve yayma çabaları da eklenince CPK bu açıklamayı yapma ihtiyacı duymuştur. Oportünizme, darbeci tasfiyeciliğe karşı duruşumuzu hizip olarak göstermeye çalışanlar gerçeği gizliyor. CPK’nın ve dışarıda aynı tavırda olan yoldaşları parti ilkeleri ile darbeci tasfiyeciliğe karşı durmaları hizip değildir, olamaz. Darbeciliğe karşı partiyi savunmaya ve devrim amacına bağlı kalmaya devam edeceğiz. Gerçekler inatçıdır ve gizlenemezler. Çağrımız açık ve nettir. Gerçekten parti iradesinin tam olarak yansıtılacağı OPK darbeci çizgi mahkum edilerek parti krizinden çıkalabilinir. Halka açıklanan stratejiye açık ideolojik mücadele verilecektir. CPK bu anlamıyla “3.Kongre”nin ideolojik, siyasi, örgütsel, oportünist teorilerine ayrıntılı yanıt verecektir. CPK’nın gönderdiği çağrıya cevap verilmemiştir. Parti içi kanalları tamamen kapatmakla birlikte gayri-ciddi cevaplarla parti ilkeleri çiğnenmiştir. Devrimci kültürden yoksun olanlar devrim ve komünizmin önünde engel olanlardır. Dün olduğu gibi bugünde oportünizme karşı mücadele ederek, parti birliği sağlanacaktır. Cezaevi Parti Komitesi 36 Devrimci Halkın Günlüğü 2014 - AĞUSTOS - SAYI: 1 İlkelere Bağlı ol, Parti Krizini Aşmak İçin Örgütlen, “3. Kongre” tas�iyeciliğine karşı dur! Bütün oportünist akım ve eğilimlerin temeli toplumsal maddi üretim temeli üzerinde var olan sınıflardadır. Komünist hareketin temeli, dayanak gücü devrimin itici güçleri olan işçi sınıfı, köylülük, küçük burjuvazi, geniş halk kitleleridir. Eğer şu yada bu farkla küçük burjuvazinin radikal unsurları burjuva demokrasisi hayranlığıyla halen Türkiye-K.Kürdistan’da göz dolduruyorsa, bu oprtünizmin güçlü olduğunu gösterir. Dünya komünist partilerinde ortaya çıkan biçimsel çeşitlilik gösteren oportünist eğilimlerin özünde aynı olduklarını unutmamalıyız. Devrim amacının iktidarı almaksızın gerçekleşmeyeceği, ezilen sınıflara özgürlük ve demokrasi gelemeyeceğini unutan küçük-burjuva sosyalizmi; reformist, parlementerist karakteriyle MLM’i çarpıtmaya devam ediyor. Ezilen sınıflar ölümün meydan okuyarak isyan etselerde reformist, parlementerist akımlar daima amacına uygun davranmaktadırlar. Komprador burjuvazi ve büyük toprak sahibi sınıflar ve onların gerici devleti yıkılmadan halklara özgürlük, kardeşlik mümkün olabileceği yalanını, aldatmacasını tekrar edip dururlar. Taksim -gezi parkı- halk hareketi kitlelerin devrimci başkaldırı ruhunu filizlendirdi. Bugün küçük burjuva devrimci örgütlerin önemli bir kısmı, Kürt ulusal hareketi Gezi ruhunu yerel seçimlerin ruhu yapacaklarını söylüyorlar! Kentlerde halkın kendini yönetebileceğinin propagandif yaklaşımlarından ziyade, kendilerini buna inandırmış olmaları ve sisteme karşı gelişmekte devrimci isyan ruhunun yerel seçimler ve parlementer reformist hayallerle boğulamak istendiği apaçıktır. Bütünüyle bu yaklaşım yerel seçimlerin devrimci sınıf mücadelesini ileri taşıma aracı olması kavrayışından uzaktır.İki farklı yoldur bu: Halkın devrşmci isyanını, başkaldırısını, ayaklanmasını devrimci amaca uygun örgütlemek, ileri taşımak, daha büyük çatışmalara hazırlamak, yada bütün demogojik söylem ve çarpıtmalarla isyan ruhunu seçimlere, parlemento kürsülerine taşımak… Devrimci proleter mücadelenin güçsüz olduğu dönemde küçük burjuvazinin bir sııf olarak burjuva demokrasisinin hayaliyle kapitalist düzenin bir destek gücü halinde olması şaşırtıcı olamaz. Ama sömürücü düzende hiçbir beklentisi kalmayan milyonların olduğunu ve sayılarınında hızla artığını, artmayada devam edeceğini görmeyenler devrimci sınıf bilincinin kitlelere taşınmasının ne derece önemli olduğunun ayırdına varamazlar. İşbirlikçi sınıfların rantcı, bürokratik faşist cumhuriyet diktatörlüğü altında neredeyse yüzyıldır inleyen halkımıza, kürt ulusuna, çeşitli azınlıklara demokrasi vaat edilmektedir. Demokrasi vaadi küçük burjuva sosyalizmini cezbediyor, beklentiye sokuyor ve sınıf uzlaşmacı çizgisini hiç olamadık kadar belirginleştiriyor. Sürekli reformlar peşinden koşmaktan, devletin çelişkili, çalkantılı, çatışmalı düzenleme ve reorganizasyonları üzerine sonu gelmeyen, ama çoğunlukla gayrı marxist tanım ve tespitlerle, pratik yaklaşımlarla devrimci siyaseti sürdürdüğünü sanıyorlar. İlkeli mücadeleden ziyade günü kurtarmaya koyuluyor ve reformizm yolunda devrimci lafzı maske olarak kullanarak ittifaklara giriyor. Hatta ilerledikçe devrimci lafzıda bir kenara atmaktan çekinmiyorlar. Bu nedenledir ki Kürt ulusunun yeniden Türk devletine entegrasyonu olan “barış” sürecinin, bu entegrasyonun Türkiye cephesi örgütü olan HDK-HDP’nin aktif katılımcıları olan “komünist” devrimci hareketlerin kendilerini “Kürt halkının destekçileri” olarak tanımlamaları şaşırtıcı olamaz.Teorik olarak Türkiye- Kürdistan’ın, yada Türkiye, Türkiye-kürdistan’ın 37 Devrimci Halkın Günlüğü devrim hareketi olarak kendilerini tanımlamaya devam etselerde onlar bu tavır ve pratikleriyle türk halkının “önder gücü” ama Kürt halkının “destekçisi” olmanın ne büyük bir çelişki ve oprtünizm (Kürt ulusunun devlet kurma hakkını öteleyen, üstünü örten içeriğiyle komünistlik adına bunun parçası olanlar inceltilmiş milliyetçilik de denilen sosyal sovenizm batağına batmışlardır)olduğunu anlamamazlıktan geliyorlar. Devrimci iktidar hedefinden uzaklaşmış reform ve gerici düzenin devlet biçimi üzerine politika sürdürüş tarzıyla kendini tüketen küçük-burjuva sosyalist akımlar devrimin değil burjuva demokrasi çemberinde hapis olmuş durumdadırlar. Dünyada isyan dalgası gelişiyor. Afrika ve Ortadoğu’da –türkiye ve Kürdistan da Ortadoğu’nun bir parçasıdır- ortaya çıkan devrimci duruma uygun konumlanmak bir yana, oportünizmin tamda yalpalayan kararteristik çzigileri bu tarihi dönemde çok daha belirgin açığa çıktı, çıkmaya da devam edecektir. Türkiye ve Kürdistan’ın devrim hareketinin içsel ayrışımı reform diyenler ile devrim diyenlerin ayrışımıdır. Genel olarak bütün hatlarıyla oportünizm ile komünist çizginin çatışması ve yol ayrımı durmaksızın gerçekleşiyor. Maoist hareketin içinde gerçekleşen ideolojik çelişki ve çatışmanın temelide buna dayanıyor. İlkeler Çiğnenerek Devrimci Perspektif Yaratılamaz. Sınıf mücadelesinde keskin dönemeçler vardır, eğer önümüze çıkan bu keskin dönemeçlerde esnek olduğunuz kadar kararlı ve casur olmazsanız uçurumdan yuvarlanmanız kaçınılmaz olur. Maoist hareketin önüne keskin virajlardan biri daha çıktı. Uçurumun dibine düşenler kalkıp düze çıkamk yerine partiyi bütünüyle kendileriye birlikte karanlığa sürüklemek gayretindedirler. Elbette bunu başaramayacaklardır. Daha önce çeşirli kereler belirtiğimiz gibi oportünizmin genel karakterini açıklarken aynı 2014 - AĞUSTOS - SAYI: 1 zamanda içsel bir sorun olduğunu vurgulamıştık. Yani oportünist eğilimleri sadece dışımızdaki hareketlerde değil, içimizde de aramalıyız. Politik sorunları gelip geçici, yada birey, grup, grup tutumu olarak değil toplumdaki sınıfsal temeline bağlı olarak ekonomik içerikleriyle bir çizgi olarak, eğilim, akım olarak incelemeyi öğrenmeliyiz. Bugün maoist harekette ortaya çıkan her önemli sorunun kayanağında bunlara bağlı bir süreç vardır. Sonuçlar birden bire oluşmaz; doğuşu, gelişimi ve sonuçlanma diyalektik hareketine uygun gelişir. Türkiye-K.Kürdistan(geniş anlamda Kürdistan) da gelişmeye başlayan devrimci duruma yanıt verebilecek KP’ne olan ihtiyaç apaçıktır. Çünkü ezilip sömürülen proleteryanın halk kitlelerinin kurtuluşu için KP’den başka aracı yoktur. Bütün hatalı ve eksik yanlar, bütün oprtünist lekeler silinmeden sağlam, kararlı, disiplinli bir parti olmak olanaksızdır. Hiçbir şekilde yalpalamaya, karamsarlığa kapılmaya gerek yoktur. Çünkü ezilenler isyan halindedir. Canlarını vermekten kaçınmayacakları koşullar oluşmuş tur. Devrim amacına bağlı kararlı ve tutarlı olan hareketin güçlenmesi kaçınılmazdır. Fakat devrimci mücadele lafızda değil gerçekten devrimci MLM perspektif, gerçekten adanmışlıkla ileriye doğru taşınabilir. Dikkat ederseniz devrimci durumdan bahsediyoruz. Sınıf hareketinin genişleme potansiyelinden, gelişmeden, hareketin güçlenme dinamiklerinden bahsediyoruz.Gözden kaçırılması olanaksız bir gerçek daha vardırki maoist hareketin içinde güçlenen, bir çizgi haline gelen, sağ pasifist tasfiyeci çizgi, örgütsel olarak dağınık disiplinsiz karakteriyle epey bir zamandır devrimci koşulların gelişimine rağmen tasfiyecilikten, güçsüzlükten, dağınıklıktan, iddasızlıktan, savrulmadan bahsedip durmaktaydı. Onlar tasfiyeci çizgilerini devrimci hareketinin genel tablosunun yıkıntıları arasına gizlemeye çalışırken öz olarak partiyi tüketiyor ve dağıtıyorlardı. Tasfiyeci eğilim kendi gücünü adeta devrimci dinamiklerin sürekli tasfiye edilmesi üzerine oturtmuştur.. İdeolojik, siyasi savrulma örgütsel sorunlarda kendisini göstermiştir. Politik oportünizm parti gücünün tüketilmesinde kesintisiz bir çizgi izler. Bunu anlamak için daha uzağa gitmeden 1994’ten günümüze uzanan gelişimi çeşitli biçimleriyle incelemek, değerlendirmek meseleyi anlamak 38 Devrimci Halkın Günlüğü açısından yeterli olacaktır. 1994 bölünmesini ortaya çıkaran politik sorunlar bilinmektedir. 1994 bölünmesi ve sonrasında partinin durumu KHK ve KDH’nin ezilmesi sonrası parti içi mücadele, C. Kahraman’ın şehit düşmesinden sonra KHK’nin çizgisinin fiilen sonuçlanmasının getirdikleri… Parti tarihinin en derin tasfiyeci sürecinden sonra gerçekleşen 2002 1. Kongre ve 17’lerin kaybıyla alınan yenilgi(darbe) ve günümüze uzanan sürecin oportünist ve devrimci çizginin analizi yapılmadan, üzerine düşünülmeden bugün partinin içinde bulunduğu kriz anlaşılamaz. Hatalı eğilimlerin kökeni bu tarihin içindedir. 1.ve2.kongre bütün yanlarıyla doğru ve eleştrisiz kabul eden anlayışlar hatalıdır. Bugünkü parti krizinin köksüz, gelişimsiz ve aniden ortaya çıkan sonuçlar olarak görme hatasına düşmek idealizme tekabül eder. Politik çizgide oportünist, kuralsız, sekter olanlar devrimci perspektifleri yaratacak tutarlılığa sahip olamazlar. Birbirine bağlı iki hakikattir bu. Sağ Pasi�ist Tas�iyeci Çizginin İlkesizliği ve Parti Krizinden Çıkış Yolu. Yıllarca KP disiplini, ilkeleri hakkında yapılan tekrarlar bugün yaşanılan parti krizine çözüm değildir. Bugün devrimci kavrayışla ilkelere bağlı tavır takınma, devrimci çizgiyi pratikte sürdürme sınavıyla karşı karşıyadır herkes… Nasıl bir sorunla karşı karşıya kalındığı bilinmezse çözüm üretilemez. Maoist harekette dönüşüm ilerleme ve eğitimdir. Bu dönüşüm aynı zamanda teori ve pratiğin uyumudur. Bizler tasfiyeci lafazanlar gibi bıktırıcı felsefi tekrarlar yapmayacağız. Partinin içinde bulunduğu krizi anlatmaya çalışacağız. Çözüm yolunu sunacağız. Bütün partilileri, örgüt gücünü sorunun özünü kavramaya davet etmekle birlikte, krizi aşmak için çok daha fazla kararlı olmaları gerektiğini hatırlatacağız. Tekrar olsada söyleyelim meseleyi kişi, grup yada kişiler üzerinden değil, ideolojik, siyasi, politik çizgi, eğilim olarak ele almalıyız. 42 yıllık kaypakkayacı hareketin devrim yolu “3.Kongre” ile değiştirildi. H.G. sayı:74-2014 ‘de yayınlanmasıyla hepiniz gibi bizlerde bu köklü değişimi öğrenmiş olduk. Kafamıza yediğimiz balyozla sersemliğimiz geçtikten sonra 2014 - AĞUSTOS - SAYI: 1 önümüze serilen manzarayı gözlerimiz seçmeye başladı: ENKAZ. Elbette parti kongresi devrim yolunu değiştirmek de dâhil herşeyi değiştirme yetkisine sahiptir. Fakat her kongrenin MLM temelde gerçekleşebileceği fikri temelde yalnıştır. Örgütsel ilkeler bakımından kongre partinin en üst organıdır; strateji, temel örgütsel hattı belirleme, ideolojik, siyasi doğrultuyu karara bağlama, tüzük kurallarını belirleme iradesine sahiptir. Kongre devrimci perspektifi açığa çıkarıp atılıma önderlik etme iradesini ortaya çıkarabileceği gibi, oportünist kulvara evrilip burjuva rotayı da seçebilir. Kongrenin MLM içerikle tamamlandığını belirleyen ise ideolojik olarak MLM, siyasi açıdan proleterya diktatörlüğüne bağlı, politik olarak devrim yolunun- (strateji, temel doğrultuyu, temel arçları içine alır) nesnel şartlara, sınıfsal mevzilenmeye uygun olması bütün bu saptama ve amacın mutlak suratle partinin tam iradesinin güvencelenerek, yani üyelerinin, örgütlerinin iradesinin yansıtılmasıyla gerçekleştirilmesi zorunluluğudur. Parti iradesinin tam yansıtılmasında bir sorun yaşanmayıp, ama devrime ihanet eden kongrelerin sayısı enternasyonal işçi sınıfının mücadele tarihinde hiç te az değildir. 1956’da Rusya komünist partisi 20. Kongresi buna yeterli örnektir. Devrim amacına bağlı kalan stratejik, taktik ve örgütsel olarak çözüm iradesi olan önceki kongrelerin aksine(1956) RKP 20. kongresi bir ihanet iradesi olmuştur. Demek oluyor ki kongreye tam iradenin tam yansıtılmasının zorunluluğunun yanında içeriğinde ne olduğuda önemlidir. Bir komünist parti kongreye giderek yada gitmedende sosyalizm yolundan sapmış iflah olamz şekilde oportünizm batağına batmışsa zaten komünistlerle yolları ayrılır. Örneğin 1. Emperyalist savaş (1914-18) koşullarında alman sosyalistleri başta olmak üzere B. Avrupa sosyalist partilerinin teorik olarak program ve asgari hedeflerinde bir sorun yoktu, ama bu Marksist amaç ve programlarına rağmen bu sosyalist partiler savaşta “vatan severlik” adı altında “kendi” burjuvazilerini destekleme kararı aldılar. Bu partiler oportünist doğrultusunu ister kongre ile ister ise kongreye gitmeden belirlesin burjuvazi ile kol kola girdikleri için devrim amacına ihanet etmiş oldular. Bu sosyalist partilerin 39 Devrimci Halkın Günlüğü pragramları, onların oportünist, ihanetçi çizgilerine engel olamamış tarihin çöp sepetine etılmalarının koruyucusu olamamıştır. Tam iradenin yansıtılmadığı kongre meşru değildir! Hem bireylerin hemde şu yada bu partinin kendisi-kendiler- hakkında ne söyledikleriyle değil, gerçekte onların ne olduklarına bakılarak bir sonuca varılır. Kongrenin tüzük kurallarına (ilkedir bunlar) uygun gerçekleşmesi zorunludur. Eğer daha önce ki kongrede güvence altına alınmış hak ve sorumluluklar çiğnenerek yeni kongre gerçekleşirse başlı başına parti ilkelerine en üst organ aracılığıyla ihanet etmiş olur ki böyle bir partinin komünist niteliği tartışmalı hale gelir. Kongre tam iradenin yansıtılmasının yanında içeriğinin, devrimci siyasi amaç, komünist ideoloji, devrimci örgütsel doğrultuya sahip olması gerektiğini belirtmiştik. “3.kongrenin” “strateji, temel taktikler, kısa ve özcesi devrimin yolu komünist partinin niteliğini belirlemez, etkilemez” anlayışında ortaya çıkan katıksız oportünizmdir. Anlaşılan kendisini komünist ilan eden herkesi komünist olarak kabul etmemizi söylüyorlar. Bu menşeviklerin “ kendisini partili hisseden herkesin partili olduğu, partili kabul edilmesi gerektiği” örgütsel oportünist anlayışını hatırlatıyor. Bu anlayışın 42 yıllık Kaypakkayacı partinin strateji, bu doğrultuda devrimci savaş içinde gizlenen ilerleyecek olan görüşüyle asla uyuşmadığı açıktır. Bu sapmanın eleştrisi ayrıca yapıldığı için hatırlatarak geçiyoruz. Meselemiz kongre ve tam iradenin yansıtılması zorunluluğunun hiçe sayılmasıdır. Tam örgütsel iradeyi yansıtmadan çeşitli hesap, fırsat, kişisel öç almalarla bezenmiş yaklaşımlarla gerçekleşen kongrenin MLM niteliği olamaz. Örgüt kuralları çiğnenerek sağlam, devrimci perspektif ortaya çıkarılamaz ancak ve ancak burjuva yöntemlere oportünizm baş vurma ihtiyacı duyabilir. Bugün “3.kongre” ile ortaya çıkan parti krizinde, ortaya atılan köklü değişimden önce bu değişimin ilkelere uygun olarak tam irade yansıtılarak gerçekleştirilip-gerçekleştrilmediğidir. Tartışılması gerekli ilk şey budur! Bu sorun öncelikle açığa kavuşturulmadan hiçbir şey demokratik bir biçimde tartışılamaz 2014 - AĞUSTOS - SAYI: 1 bile… Çünkü merkez organ da dâhil hiç kimse örgüt kurallarını çiğneyemez. Bildiğiniz gibi RSDİP 2.konresinden(1903) sonra Tüzük kurallarını çiğneyerk İskra merkez yayın kuruluna yapılan koptasyonn(atama) ve bir dizi suç ve ilkesizlekten sonra derinleşen çelişki çözülemeişti. Lenin’in tavizsiz ilkeli karşı koyuşu sonucu RSDİP ilkesizliği kabul etmeyerek bölünmüştü. Kökeninde ideolojik, siyasi fikir ayrılıkları olsa da bu sorun örgütseldi. Demek ki kimi tarihsel süreçlerde örgütsel sorunlar ideolojik sorunların önüne geçebilir ve partide bölünmelere neden olabilir. Menşevikler, Plehanovcular tüzük kurallarını çiğneyerek merkezi yayın organını ele geçirmeyi ve oportünist fikirlerini yaymanın merkezi yapmaya kararlıydılar. Ne oldu? Tüzük kurallarını –ki bu aynı zamanda bütün partililerin iradesi demektir- Leninistler sahiplenerek oportünizme geçit vermediler. Bölünme oldu. Demekki parti için tüzük kuralları bir kenara bırakılmayacak kadar önemlidir. Çiğnenemez kurallar olması bundandır. Bu kurallara bağlı kalmaksızın parti olabilmek olanaksızdır. Bunları derinlemesine kavramayanalar kendilerini partinin sahibi; sonsuz yetkilere sahip “ yaratıcılar” kendilerine göre işleyiş ve kurallar yaratarak dağıtıcı tasfiyecilikle karakterize olurlar. *”3.Kongre” ….PARTİ’nin tüzük ilkelerini çiğneyerek lekelenmiştir, gayrı meşruluk ve yaratılan parti krizi Maoist partinin tüm üyelerin katılımıyla veya delegeler usulüyle kongre yapabilir. Hangi yöntemle-iki yöntemden hangisiyle yaparsa yapsın partinin tam iradesini yansıtmak zorundadır. Belirlenmiş süre zarfında alanlarda alt kongrelerde gündemlere bağlı olarak tartışmalar yürütme, iradeyi açığa çıkarmak zorundır. Alt kongrelerde tartışılmayan programsal, satratejik, örgütsel doğrultu meselelerinin kongrenin dar bileşeni-sadece delegelerle tartışılıp karara bağlanması düşünülemez. Örneğin alanlarda hiç gündeme gelmeyen, tartışılmayan, ama kongrede sadece delegelerce tartışılıp örgütsel temel değişikliklilere gidilmesi karara bağlanması demek kongre yolu ile yapılmış bir darbe niteliği taşır. 40 Devrimci Halkın Günlüğü Çünkü böylesine akıldışı, gayri bilimsel bir yol partililerin iradelerinin çiğnenmesiyle kalmaz, örgütsel bölünmeye, parçalanmaya, tasfiyeye götürür. Demek ki hangi boyutta değişiim olursa olsun, ister stratejik doğruldu ister tüzük, isterse kimi saiyasi, programsal meselelerin karara bağlanması olsun, partinin tam iradesinin alınmasını zorunlu kılar. Çünkü parti yüzüğü kongrenin yapılış şeklini belirlemiştir. Partililerin demokratik hakları güvenceye alınmıştır. Örneğin ..P Tüzük ‘ünde “parti üyelerinin hakları;7)hapishanelde parti üyelerinin kongrelerde parti organlarına seçme ve seçilme hakkı olmamakla beraber kendilerine sorulan alt kongrelerde gündem maddeleri üzerinde görüş belirtme ve kararlara ilişkin oy hakkı vardır” demektedir. Demekki Maoist hareket bütün mücadele alanlarındaki partilililerin haklarını tam güvence altına almıştır. Bu güvenceyi hiç kimse, hiçbir organ yok sayamaz ve görmezden gelemez. Tam iradenin yansıtılması ne demektir? Kongre gündemine bağlı olarak ideolojik, programsal, stratejik, örgütsel doğrultuyu, tüzük meselelerinde parti üyelerinin demokratik hakları gereği tartışma yürütme, iradelerini belirtmesi, değişimlere, diğer deyişle gündemdeki meselelere yönelik iradenin açığa çıkarılması ve netleştirilmesidir. Güvenlik ve zorunlu engellemeler dışında bütün parti üyelerinin bu sürece dâhil olması zorunludur. Kongre öncesi alt kongrelerin yapılması ihtiyacı buradan gelir. Amerikayı yeniden keşfetmiyoruz dünyadaki kp’lerin bunca deneyimi varken bu derece ilkesizliklerle boğuşmak tarihsel bir ironidir. Tartışma süreci sürdürülmeden parti iradeasinin açığa çıkarılması düşünülemez bile… Program değişikliği olacaksa parti örgütleri bu değişimden sadece haberdar olmaları değil değişim hakkındaki olumlu-olumsuz oy hakkını, yaklaşımını da belirtmesi gereklidir. Bu demokratik hak sonuna kadar işletildikten sonra kongrede delegelerin-ki bu aynı zamanda bütün örgütlerde bulunan parti üyelerinin delegelerde temsil edilmesidir-çoğunluk oylarıyla karara bağlanmışsa kimse bu kongrenin örgütsel demokratik işleyiş açısından meşru olmadığını ileri süremez.Ortaya çıkan kongre çizgisinin aksine fikirlere sahip yoldaşlar kongre çizgisini doğru bulmamasına rağmen-azınlıkta 2014 - AĞUSTOS - SAYI: 1 kaldıkları için ya kongre iradesine ve çizgisine uyar, çalışırlar, yada dürüstçe, namusluca ayrılırlar. Peki, tam irade yansımamışsa ne olacak? Bu ne anlama gelir? Yukarıda iradenin tam yansıtılmasını açıkladık. Şayet tam irade yansımamışsa, demek ki kongrede karara bağlanan rogramsal, stratejil, örgütsel meseleler bütün alanlarda parti üyelerince tartışılmamış, gizlenmiştir. Parti üyelerinin bir kısmının demokratik hakları- (tüzükte güvence altına alınan 7. Madde) çiğnenerek, iradeleri üzerinde silindirle geçilerek belli bir kesim tarfından tüzük kurallarının hiçe sayılamsı, tam iradeyi yansıtmayan değişimlerin karara bağlanmasıdır. Programsal, stratejik köklü değişimler bu ilkesizlik yoluyla gerçekleşmişse tek açık ifadeyle:Darbeçiliktir!!! Hiç kuşku duyulmasın ki komünistler asla darbeci oportünizme geçit vermezler. MKP “3.kongre”sinin kamuoyuna açıklanan sonuçlarının içeriklerinin önceden önemli oranda parti üyeleri tarfından tartışılmamıştır. Tartışılmasını bırakın bu köklü değişimden haberleri bile olmamıştır. Bir oldu bitti ile sonuçlanan kongre olduğu apaçıktır. Elbette bu stratejinin çoğunluk kararıyla çıktığı kamuoyunda deklere edilenlerden anlaşılmıştır. Bu konuda da sonraki süreçte değerlendirmeler yapılacaktır. MKP “3.kongre”sinin köklü değişiminden hiçbir şekilde hapishanelerdeki parti üyelerinin haberdar olmadığı “3.kongre” sonuçlarının deklere edilmesiyle açığa çıkmış anlaşılmıştır. Yani bir önceki sayfada aktarılan “parti üyelerinin hakları” başlığıyla 7. madde “MKP tüzük” bölümünde garanti altına alınmış haklarını hiçe saymıştır. Kararlar hakkında oy hakları bulunan parti üyelerinin mevcut programsal değişim kararı üzerinde kesin etkisi olacağını bilen darbeci oportünizm bu değişim planını gizlemiştir. Belki bu inanılması güç gelişmeyi açıklamaya çalışan satırlar okundukça yoldaşlarımız şaşıracaklardı.Ama şaşkınlık ne yazık ki gerçeği yerinden oynatamıyor. Politik ilkeler bakımından kongrenin herkes tarafından bilinen son, nihayi yetkisine dayanarak ilkesizce iradesini çiğnediği partililerin kucağına “3. Kongre” yeni bir strateji bırakmıştır. Tam iradenin 41 Devrimci Halkın Günlüğü yansıtılmamasının bu örneği tek başına “3.kongre”nin meşru olmadığını kanıtlar. Diğer açıdan partililer arasında yeterince tartışılmadığı, söz konusu değişimin temellendirmesinin temellendirmesini hiç bilmediklerini eklersek durumun ne kadar trajik, ne kadar gayrı MLM, ne kadar ilkesiz ve fırsatçı olduğu anlaşılır. Düşünebiliyormusunuz 20-30 yıldır parti saflarında mücadele eden partililer hiçbir şeyden ama tam anlamıyla açıklanan köklü değişimden hiçbir şekilde haberi olmadan aniden kucaklarında yeni bir progaram ve staretejiyi bulmuş olmalarının gülünçlüğünü. Biraz kendine saygısı olan herkes bu yaklaşımın aynı zamanda bir aşağılama içerdiğiini hemen görür. “3.kongre” partililere “sizin iradenize gerek yok”, “sizin bu parti için bir değeriniz yok” demiştir fiili olarak… Meydanı boş bulanpartinin aldığı darbelerden yararlana ve önderliğe soyunan bu tasfiyeci grubun dayattığı bu değişimin meşruluğu yoktur. Strateji değiştirmede maharatli olan bu yoldaşlarımızın parti tüzüğünü bilmeyecek kadar bilgisiz olmadıkları açıktır. O halde geriye; yaşanılan dağınıklıktan, alınan darbelerden dolayı partinin yaşadığı önderlik krizinden yararlanarak tasfiyeci çizgiyi partiye dayatmaları kalıyor. Tasfiyecilik kendisini kongre yolu ile kendisini dayatmış ve son darbesini vurmuştur. İdeolojik dönüşüm dayatmasına karşı, devrimci dinamiğin direnci, tasfiyaci pasifist çizgiyi engelleyecek tek barikattır. Şu bilinmeli ki partinin toparlanması için demokratik süreç işletilerek krizden çıkarmak varken adeta şaşkınlık verecek derecede pervazsızlıkla, partiye hançeri sapladılar. Değerli yoldaşlar parti tarihini bilen herkes hatırlayacaktırki hapishanelerde tutsak yoldaşların mücadeleye büyük emeği, katkısı ve değeri vardır. Parti önderliği birçok dönem tutsak yoldaşlara karşı görevini yerine getiremesede yine de partiye olan bağlılıklarında kırılma yaşamadan parti ruhunu kuşanan tutsakların yartığı bir tarih vardır.Ne yazık ki bugün olduğu kadar hiçbir zaman yok sayılmadılar. Ama sağ pasifist çizgi sahipleri bu aşağılamayı kabul etmeyenleri ilkelerine sahip çıkarak haklı, devrimci karşı koyuşlarına tanık olacaklar. Öfkelenselerde bundan kaçış yok. 2014 - AĞUSTOS - SAYI: 1 “3.kongre” tam iradeyi temsil etmediği için meşru değildir. Hiçbir –kongrede dâhil- partililerin iradesini çiğneyerek stratejik değişim yapamaz. Yoldaşları parti çizgisinde kenetlenmeye, önüne hedef koyarak tam iradenin yansıtılarak yaratacağı devrimci perspektifin ortaya çıkarılması için kararlıca mücadeleye çağırıyoruz. Maoist hareket gerilla savaşının siperkerini kızıllaştıranların, işkencehanelerde, hapishanelerde, ÖO’da direnen ve savaşanların ruh verdiği partidir. Hapishanelerdeki yoldaşlarını hiçe sayıp, üstünden geçen irade devrimci değildir; su katılmamış tasfiyeci oportünizmdir. Parti’ye yabancılaşmış ve çürümüş bu çizgide direniş ve Halk Savaşı bilinci yoktur. Sadece ve sadece içi boş felsefi tekerlemeler ruhunu kaybetmişlerin yakınmaları güçsüzlük edebiyatları vardır. Bu çizginin bilincinde hapishaneden firar edip çatışarak ölümsüzleşen M. Zeki Şerit’in politik çizgi bilinci yoktur. Hapisahaneden çıkıp görev başına koşan 1986’da konferansa giderken şehit düşen-9 delegeyoldaşlarımızın bilinci bu çizgide asla yoktur. Engellenemez kızıl irade, başeğmez savaşçı ve önder Baba Erdoğan’ın hapishane firarından dağ zirvelerine uzanan gerillla ruhunun bilinci de yoktur, bunlarda. Pasifist tasfiyeci oportünizmin bilincinde ajan ve işbirlikçilerin açığa çıkarılıp ezilemesi sürecinde partimiz dört bir yandan kuşatılmışken daha önce yoldaş gözüken ama düşmandan daha düşmanca davrandığı, dostaların bile kuşku yayıp ve yıpratma yaptığı şartlarda hapishanelerde 1996 ÖO’u direnişini zaferle taçlandırılmasının partimiz için taşıdığı anlam ve önem de yoktur bu bilinçte… 20 Ekim 2000 ÖO’u direnişinin önderleride olan çıktıktan sonra 1.kongrenin mimarları olan 2005’te vahşice katledilen 17’lerin mücadele tarihi üzerine düşünme derleri yoktur bu tasfiyeci çizginin.Eğer biraz düşünmüş olasaydılar hapishanelerden dağlara ve bütün mücadele alanlarına bağlanan bir yol olduğunu görmüş olurlardı. Bu devrimci savaş ve direniş çizgisidir. Parti’ye yabancılaşmış olanların görebileceği bir şey değildir! Eğer biraz parti bilincine sahip olsaydılar ve düşünseydiler tutsak yoldaşların partiden koparılmasının mümkün olmadığınıda görmüş olurlardı. Tüm engeller, kuşatma, tecrit, tredmana rağmen eylem ve irade birliğinden koparılamayan tutsak yoldaşlarımız önderliğe soyunmuş tasfiyeci azınlık tarafından 42 Devrimci Halkın Günlüğü bir çırpıda “silindi”(!). F tipi tecrit, tredman, sistemi devrimcileri örgütten koparma projesiydi. Bunu asla başaramadılar. Fakat “3.kongre”“tam bilimselci” oportinist önderler takımı çok planlı olarak tutsakların iradesini hiçe sayarak parti için bir anlam taşımadıklarını ilan etmiş oldular. Fakat tasfiyeciler bir şey daha unuttu; hangi büyük süslü laflarla ortaya çıkılırsa çıkılsın parti iradesi üzerinde bu derece hoyratça tepinen tutsakları “unutup” bir kenara fırlatan, aşağılayan çizgiye parti kitlesi, halkımız, sempatizan yoldaşlarımız itibar etmeyeceklerdir. Eger siz değerli yoldaşlar bu oportünist ilkesizliği “sineye çekelim” her dönemin insanları olamayı tadalım diyorsanız-diyecekseniz , partiyi ölü bir cesete çevirmeye çalışanlara kan taşımış olacaksınız. Ama bunu kabul etmeyeceğinize olan inancımıza dayanarak parti iradesinin tam açığa çıkarılması va parti krizinin aşılması için “tam bilimselci” pasifist tasfiyeci akıma karşı durmak zorunludur diyoruz. Örgüt ilkeleri çiğnenerek asla devrimci stratejiler yaratılamaz. Stratejileri uygulayacak olan örgüttür. Gözü kendinden başka bir şey görmeyen tasfiyeci azınlık partinin kendisini dağıtmaya koyulmuştur. Çünkü iradesini çiğnedikleri yoldaşlara açıkça-uymuyorsanız çekip gidersiniz- deme tavrı bütün anlayışta dışa vurmuştur. H.G. sayı 72, 73, 74’ü okuyan herkes karşı duranlara yapılan tanımlamarı hatırlayacaklarıdır. Bu anlayışa tereddütsüz karşı çıkıyoruz. Varsın hırsla öç alırcasına devrimci çizgide sebaat edenleri “ dogmatik, sekter, subjektif, gizli gündem ve palanları olanlar, sisli hava yartanlar, gelişmeyi engelleyenler, art niyetliler, hastalıklı itiraz kültür taşıyıcıları, herşeye karşı çıkanlar hatta bilmeden karşı çıkanlar” vb. vs. olarak tanımlasınlar! Neye karşı çıktığımızı çok iyi biliyoruz varsın onlar tasfiyeciliğe karşı duran parti kitlesini küçümsesin ağız büksünler. Küçük burjuva devrimci örgütlerin sevinçleriyle- ne yapacaklard!- kendilerini avuta dursunlar. Biz neye, hangi çizgiye karşı çıktığımızı biliyoruz. Örgüt iradesi hiçe sayılarak stratejinin değiştirilemeyeceğini öğreteceğiz. Parti sorunlarına bu derece ilgisiz kalan partilililerin bu tarihsel deneyimi devrimci bilinçlerinin önemli yerine oturtacaklardır. 2014 - AĞUSTOS - SAYI: 1 Parti İradesini Hiçe Sayan Çizginin Gelişimi ve “3.Kongre”nin Politik İlkesizliğiyle Olan Uyumu. Hiçbir şey olmaz, oluşmaz. Tasfiyeci “3.kongre”sinin parti iradesini hiçe sayan sonucu parti içerisindeki gelişimle uyumludur. Gazete sayfalarına yansıdığı gibi partide ciddi fikir ayrılıkları vardı. Bu sadece ideolojik siyasi meselelerdeki fikir ayrılığı değil örgütsel sorun ve çizgide de var olan çatlaklara, parçalanmalara, bırakmalara neden olan fikir ayrılıklarını barındırıyordu. Örgütsel bilinci kötürümleştirip yozlaştıran bu sağ çizgi sahiplerinden, anlayışından başkası değildir. Tasfiyeci eyilimin belirgin karakteri. Tüzük kurallarına uymayarak oportünist fikirlerini, partinin fikirleri. Kendi kararlarını, partinin kararlarıymış gibi sunmasıdır. Ne kadar önderlik etme görevini yerine getirmeyip örgütsel sorunlara müdahale etmediyse, aynı oranda içte halledilmesi gereken sorunları gazete sayfalarına taşıdılar. Önemli oranda parti’ye karşı güvensizliğin gelişmesine neden oldular. Oysa merkezi yayın organları parti çizgisine mutlak uyumlu devrimci amaç ve mücadelenin organlarıdırlar. İç sorunların gizemli, akıl erdiremez lafazanlıklarla sıralandığı organlar değildir, gazeteler. Bu rezaleti yapanlar diğer taraftan örgütün altını oyan ortada kural anlayış bırakmayarak örgütü parçalayanlara tavır bile takınamayanlardır. Örgüte yabancılaşan tasfiyeci çizgi bütün eleştrileri ciddiye almaksızın aynı tarzla suç işlemeye devam etmiştir. “3.kongre”nin tamda bu çürümüş ve yabancılaşmış anlayışı zirvesi olduğunun kanıtı ise kongre açıklaması yapılmadan, demokratik haklarının bir gereği kendilerine hak ölçüsünde karşı çıklın yoldaşları nasıl da “kötü birer engel olduklarını”açıklamaya başlamalarıyla daha iyi anlaşılmıştır.Oysa tüzük kurallarına iç sorunların gazetelere taşınması suçtur. Bütün ihlallere, parti çizgisine, kongre karar ve anlayışlarına aykırı kamuoyuna açıklanan tespit, değerlendirmelere yönelik gerekli eleştri ve uyarılar yapılmasına rağmen ciddiye almamışlardır. Bu sorunlara dair cevap ve açıklama isteyen yoldaşlarına, ilgililere tek bir cevap verme, tek bir açıklama çabasına tanık olunmamıştır.Bulundukları mevkiler canı istedikleri herşeyi yapabilecekleri 43 Devrimci Halkın Günlüğü bir çiftlik sanan yozlaşmış ve yabancılaşmış, komünist önderlik kabiliyetinden yoksun bir azınlığın partiyi kendisindenibaret sanmış olduğu gerçeği geri dönülmez biçimde kanıtlanmıştır. “3.Kongre” gibi tasfiyeci ve darbeci değil de parti iradesinin tam yansıtıldığı kongre kararlarını MK değiştiremez. Kongre kararları ya kongre yolu ile yada kongreye gitmeksizin değiştirilmek istenilen kararın bütün partiye sunulması yolu ile değiştirilebilinir. Bu temel işleyişi bilmeyeniniz yoktur. Belirtiğimiz ilkeyi akılda tutarak aşağıdaki örneği karşılaştırın ve parti iradesini çiğnenmesinin bir örneği olup-olmadığına siz karar verin. Partimizin 1.ve2.kongrelerinde Kürt ulusal hareketi değerlendirilmişti. Ulusal hareketin değerlendirme temellendirmesini komünist enternasyonalin 2.kongresinin(1920) kabul etmiş olduğu reformist ve devrimci ulusal hareket ayrışımında göz önünde bulundurulacak kıstaslara dayandırmıştı. Enternasyonal komünist hareketin benimsediği bu Leninist teze bağlı olarak 1.ve2.kongre ulusal hareket değerlendirmesinde Kürt ulusal hareketini devrimci ulusal hareket olarak değerlendirmişti. Peki, ne oldu? Birden bire gazetelerden ulusal hareket değerlendirmesini değiştiğini okuduk. Bir çırpıda devrimci ulusal hareket değerlendirmesi değişmiş, reformist ulusal hareket tanımı yapımıştı. İlke tanımayan tasfiyeci eğilim hiç tereddüt etmeden kongre anlayış ve kararlarını hiçe sayara Kürt ulusal hareketini reformist olarak tanımladı. Yani kongre değerlendirmeleri üzerinde tepindiler. Partililerin haberi varmıydı ?! Yok! Gerçektende partiye başvurmadan kongre değerlendirmesini bir çırpıda değiştirmişlerdi. Bunun suç olduğunu hatırlatan devrimci eleştrilere cevabını ise oynak kalemleri ile gazete sayfalarından verdiler: Merkezi kararları olduğu hatırlatmasında bulunarak. Fakat partinin devrimci gücü bu hatalı ve ilkesiz değişikliği benimsemediği de apaçıktır. Devam edelim: Peki Kemalist ideolojinin hâkimiyetini yitirdiği tespitinde bulunulurken partiye baş vuruldumu? Hayır. İşbirlikçi Türk büyük burjuvazisinin ve büyük toprak sahibi sınıflarının 2014 - AĞUSTOS - SAYI: 1 en ırkçı, en milliyetçi, en gerici, en talancı ve kanlı-fetihçi ideolojinin hâkim sınıf ideoloji olduğunu benimseyen 1.ve2.kongre değerlendirmelerini nasıl rafa kaldırabildirler. Elbette kimsenin haberi yoktu. Partiye danışmaya gerek bile duymadılar. Bütün kapsamlı eleştrileri dikkate bile almadılar. Bu yönlü partiye yazılımış değerlendirmeleri gizlediler. Partlilere dağıtmadılar. Peki, yerine hangi ideolojiyi koydular? İrticacı(yani geriye dönüşe ve şeriata özenen, geri dönmek anlamında) ılımlı ıslamcı,cemattci din ideolojisini koydular. Kemalizmin özü olan; İslam dini ile harmanlanıp, kutsallaştırılan(türk-islam) faşist türk milliyetçi ideolojiyi bir kenara atmış oldular. Emperyalizmin işbirlikçi hâkim sınıflar ideolojisinin yerine “cemaat-akp koalisyonunun İslam orijinli” ideolojisini koydular. (demek ki bunlara göre parti ve cemaatlerde ideoloji yaratıyormuş. Oysa ideoloji yanlızca ve yanlıcza sınıflara aittir. Proleterya bir sınıf olarak doğmasaydı bugün dahiler bile böyle bir ideoloji-proleter idelojiyi yaratamazlardı.). İşbirlikçi büyük burjuvazi ve büyük toprak sahibi sınıfların faşist diktatörlüğüyerine de baş düşman tespiti olarak “irticacı-cemaatçi-akk koalisyonu olarak, cemaat-akp diktatörlüğü”nü koydular. Şimdi akp tarihin çöplüğüne gitmek üzeredir. Cemaat ise chp ile kol kola girmiştir. Bütün bu gerici partiler, cemaat gibi gerici odaklar emperyal babalarına hizmet etme yarışını sürdürüyorlar. Peki, bu anlayışların Kaypakkayacı partinin proleter devrimci, sınıflar, siyasi anlayışıyla bir bağı var mıdır? Tabi ki yoktur. Ne yazık ki, partiden habersiz, partinin görüşü haline getirildi! Akp hükümetini “akp-cemaat diktatörlüğü” tespitiyle baş düşman yapanlar, iktidar yapanlar bunu parti’ye sordular mı? Kocaman bi hayır. Peki, 2. Kongre’nin böyle bir tespiti var mıydı? Yok! Kaypakkayacı parti’nin kongre değerlendirmelerini hiçe sayanlar aynı zamanda tutarsız gayri MLM tespitlerle, Marksizmin devlet öğretisini de çarpıttılar. İktidar olan sınıflardır. Hükümet hangi biçim alırsa alsın devletin sadece bir parçasıdır. Akp çöp sepetine gittiğinde, hükümetin “ ele geçirmiş olduğu bir devletin olmadığ”nı yada hükümetin devlet üstü, sınıflar üstü “orduyu tasfiye eden” bir nitelik taşımadığı ve taşıyamayacağını oportünizm 44 Devrimci Halkın Günlüğü anlamış olacaktır. Bu teoriler MLM devlet öğretisinin en rezil, en çapsız çarpıtılmasıdır. Parti’nin çizgisine, anlayışına da aykırıdır. Kapitalizm çağında tek tanrının sermaye olduğunu söyler marxizm. Sermaye modern sanayi üretimin bir kategorisidir. Kapitalist üretimin gerekkli aşaması olduğu gibi sosyalizmde de üretimin-toplumsallaştırılmış içeriğiylebir kategorisidir. İlkesiz tasfiyeci eğilim sermayeye yenikimlik ve ideolojiler “ kazandırdı” “kemalist sermaye” “yeşil sermaye” (bu durumda hristiyan, alevi, ortodoks, êzidi, kadın , erkek sermayeside var demektir.) tanımlamalarını p..ye “kazandırdı”. “Akp-cemaat diktatörlüğü ve dinci devlete gidiş” tespitler yapılırken parti’nin haberi varmıydı? Elbette yoktu. Bütün bunlar 1. ve 2. Kongre değerlendirmelerine aykırıydı. Bu tespitlerin değiştirilmesi için parti iradesine başvurmak zorunludur. Fakat tasfiyeci tarz ilkeleri çoktan bir kenara attığı, kendi oportünist görüşüne uygun herşeyi değiştirmeye koyuldu. Parti’nin resmi görüşüne aykırı bu tarz karışıklığa, fikirsel ideolojik karmaşaya neden oldu. Bu suçları işleyen parti çizgisine aykırı tespitlerde bulunan oportünist eğilimin yarttığı bu ideolojik kaosa karşı duran, eleştiren yoldaşlara açıklama yapmak yerine gazete sayfalarından “ maoistlerin merkezi tespiti bu şekildedir, yöntemde hatalar bile olsa herkes uymak zorundadır” diye yazabilmişlerdir. Tasfiyeci çizginin oportünist içeriğine ışık tutan kapsamlı eleştriler bu konuda da parti’den gizlenerek çekmecelere küflenmek üzere atılmıştır. Böylece demokratik bir hak olarak parti içi ideolojik mücadelenin önünde de işleyiş dışı bir barikat oluşturulmuştur. Bunca açık saldırı ve oprtunist kuralsız tespitlere rağmen parti çizgisini savunamayan, örgüt İlkelerini koruyamayan, oportunizm ile parti’nin proleter devrimci çizgisini birbirinden ayırmasını bilmeyen partililerin olduğu potansiyele “3.kongre” sonucu “müstehaktır” denilebilir! Bu utanç verici ilgisizliği, tavırsızlığı ve ilkesiz iteat tavrını bir kenara bırakmak gereklidir. 2014 - AĞUSTOS - SAYI: 1 İç meseleleri sürekli gazete sayfalarına taşıdılar. Kongre anlayışını çiğneyerek oportünist tespitler yaptılar. Ama bütün alanlarda örgütü kendi başına bırakmayıda ihmal etmediler. Bozguncu tasfiyeciler onlarca parti çalışanını mücadeleden koparırken değişimlerde pek maharatli bu “önderlik” tavır takınmayı bırakalım, yine gazete sayfalarında “yoldaşlık” güzellemeleri yaptılar. Bu “önderler” takımı, ne gerillada yaşanan teslimiyeti, ne de partiyi sırtından hançerleyen bozguncu istifacı tasfiyeciliğin nedenlerini partiye açıkladılar. Bunu sorgulayan, açıklama talep edenlere cevap bile verilmemiştir. Demek oluyorki, örgütsel olarak laçka, ilke-kural- tanımayan, savaştan uzaklaşan, ideolojik siyasi olarak parti çizgisini yozlaştıran, eline geçirdiği kurum ve konumu, araçları tasfiyeci anlayışını yaygınlaştırmak için-parti anlayışı olarak sunarak- uzun zamandır partide ideolojik kaosun yaratılmasına neden olmuşlardır. Parti’yi tasfiye etmenin en iyi yolu ideolojik kaosu derinleştirmektir. İdeoloji bütün çalışma ve amaçların can damarıdır. Oportünizim can damarımızda akan kanı zehirleyerek, fikirlerini korsanca proleter damara enjekte ederek beynimizi felç etmeye koyuldu. Buna karşı daima direndik, bugün de direneceğiz. Direnmekle kalmayacak bizi zehirlemeye yeminli oportünizm’den arınacağız. Anlamış olduğunuz gibi parti krizinin temelinde önderlik krizi vardır. Tasfiyeci virüs tepeden aşağı inmekte devrimci dinamiği esir almaya yönelmektedir. Pasifist sağ tasfiyeci çizgi parti’nin aldığı darbelr, bozgunculuk, bırakmalar(hepsi birbirine bağlıdır. İdeolojik kaos yaratılıp, parti ruhu öldümü, ilkeler toprağa gömüldümü parçalanma kaçınılmazdır.Bunların hepsinin olduğunu açıkladık. ) sonrası eline geçirdikleri fırsatla parti’nin tam iradesine başvurma gereği bile duymadan, çoktandır örgüt anlayışına, çizgisine ve ruhuna yabancılaşan azınlık tarafından parti’nin devrim yolu değiştirildi. Bütün bunlardan habersiz olan bu köklü değişim kararını etkileyebilecek oranda partililerin kucağına yeni stretejiyi oturmuştur. Bu nedenle “3.Kongre” sonucu sıraladığımız gelişime utanç verici toplanma biçimine uyumludur.Tasfiyeci pervazsız eğilim yaptıklarıyla övünmektedir. Komünistler gözünü açmaz ve iradelerine sahip 45 Devrimci Halkın Günlüğü çıkmazlarsa ideolojik körlüklerinin kurbanı olarak parti’ye saplanan hançerin sapında, onların eli olmuş olacaktır. Değişim darbe pratiğiyle gerçekleşmiş ve halka açıklanmıştır. Artık tasfiyeci darbeci, ilkesizlikte tutarlı “önderler” takımından bir düzeltme, demokratik haklarının güvencesinin ne olduğunu sormak anlamını yitirmiştir. Artık dar ilgililer arasında sürdürülecek bir tartışmayı geride bırakmış olduğumuz açıktır. En üst seviyede iradeyi çiğneyenlerden çözüm beklemek ölüncül hata olacaktır. Sadece ilgili alanlarda değil, bütün parti kitlesiyle tartışmak zorunludur. Tasfiyaciliğe karşı durmanın tek yolu buradan geçer. Bütün parti gücüyle, karşı durulmaksızın bu parçalayıcı tasfiyeci dalgayı kırmak olanaksızdır. Bu nedenle hiçbir tereddüt duymadan, ne yaptığımızı bilerek açıkça tartışmalı, meselenin özüne yoldaşlarımıza, halkımıza açıklamalıyız. Ayrıca ideolojik, programsal, stratejik meselelerde yapılan çalışmaların partililere taşınması için işleyişe uygun çalışmalarını sunanların çalışmaları parti’den gizlenmiştir. Adeta parti’nin kural tanımaz sahipleri olarak davranmayı normallaştirmişlerdir. Sıcak mücadele alanlarından uzaklaşmış, yabancılaşmış tarz ve çalışmayı devrimci görevmiş gibi yutturmayı başarmışlardır. Kongre gündemine taşınması için yapılan bir kısım çalışmaların gizlendiği kongrenin gündemine alınmamış oloduğu anlaşılmıştır. Teorik, stratejik, politik sorunlara dair çalışmalar örgütsel doğrultuyu geliştirme ve güçlendirme amacıyla ortaya çıkarılmış perspektiflerin muhataplarına ne olduğuna, ne olması gerektiğine dair cevap dahi verilmediği anlaşılmıştır. 2014 - AĞUSTOS - SAYI: 1 ilerleyeceğine karar vermek tamamen elinizdedir. Tasfiyeciliğe meydan okunmadan bir adım dahi ilerlemeyeceğini tekrardan hatırlatıyoruz. Onlar azınlıktır. Parti tabanı devrimcidir. Kitleler devrimcidir; ploleter amaca, devrimci savaş çizgisine yanıt vereceklerdir. Yapılması gereken örgütlere, kurumlara sahip çıkmak, tasfiyeciliğe meydan vermemektir. Parti somut, nesnel şartlara uygun değişimi gerçekleştirecektir. Ama değişimleri tam iradenin yansıtılmasıyla yapacaktır. Oportünizmin pervasızlığana bakarak tepkiyle parti’den kopmak, karamsarlığa kapılmak, ne yapacağını bilmemek, boyun eğmemek, teslimiyet ve parçalanmaya izin vermek devrimci amaca ihanet olur. Görevlere sarılmak, mücadeleyi geliştirmekten asla geri adım atılamaz. Buna bağlı olarak; parti’nin tam iradesinin nesnel şartlara uygun ortaya çıkaracağı devrimci perspektif için parti ilkelerine bağlı, devrimci çizgide yoldaşları birleşmeye, darbeci pasifist oportünist tasfiyeciliğe karşı durmaya çağırıyoruz. Bu derece kibir, boşvermişlik ve örgüt gücünü hiçe sayan, adeta cevap alınamayan ve ulaşılması mümkün olmayan, ama iç meseleleri gazetede yazmakta maharetli; yıkımın, güçsüzlüğün, dağınıklığın, bolluğunu yazmakta çok istikrarlı bu tasfiyeci eğilim-akım tamamen planlı asla masum değerlendirilmeyecek son darbeyle rolünü tamamlamıştır. Parti’nin kızıl güzergahdamı ilerleyeceği, yoksa pasifist sağ oportünist çizgi sahiplerinin eline tamamen teslim edilip rotadan çıkması yolunda mı 46 Devrimci Halkın Günlüğü 2014 - AĞUSTOS - SAYI: 1 Halkın Günlüğü’nün “Zorunlu Açıklaması”na Cevabımızdır.! Temmuz 2014 tarihinde Halkın Günlüğü gazetesi “Devrimci Kamuoyuna Zorunlu Açıklama” yaptı. Bu açıklamada, bir süre önce yakında devrimci basın cephesinde yayın hayatına başlayacağını açıklayan Devrimci Halkın Günlüğü (D.H.G) dergisi devrimci anlayışta yeri olmayacak düzeyde hedef alandı. Devrimci Halkın Günlüğü dergisi komünistdevrimci cepheden gelen her türlü eleştiriye açıktır. Kendi hatalarını kabul etmekte çekinmeyecektir. Doğru olanı kabul edecek ve savunacaktır. D.H.G Marksizmin, teorik, siyasi, örgütsel çizgisini savunan yayın organıdır. Dost ve düşman güçlerini birbirinden ayırmasını bilen ve hangi metotlarla yaklaşması gerektiğini pratik hattıyla da tanıtlayan Kaypakkaya güzergâhından gelmektedir. Yeni ortaya çıkmış bir yayın organı değildir. Bilakis açıklamamızda da belirttiğimiz gibi MLM devrimci basın organlarının bir devamıdır. Bu anlamıyla DHG İbrahim Kaypakkaya’nın önderlik ettiği komünist çizginin 1972’den günümüze teorik, felsefi, siyasi ve örgütsel savunucusudur. Devrimci proletaryanın komünizm yürüyüşünde büyük amaca uygun mücadelesini kararlılıkla sürdürecektir. Yapacakları konusunda büyük, içi boş laflar etmeyi değil, açıklamış olduğu yayın çizgisine uygun görevlerini yerine getirme sorumluluğunu esas almaktadır. D.H.G’nin neden bir ihtiyaç haline geldiği yayın hayatına başladığı için anlaşılmıştır. Bu nedenle bu meselenin üstünde durmaya gerek görmüyoruz. Fakat henüz yayına başlamadan H.G’nin saldırıya geçmesine yanıt vermek zorunlu olmuştur. H.G bilindiği gibi bir süreden beri MLM bilimsel bakış açısını, ilkelerini çarpıtan, yozlaştıran, tahrif eden, İ. Kaypakkaya çizgisinden kopan, sol lafazanlıkla maskelenmiş sağ oportünist- revizyonist tasfiyeci çizginin organı durumuna gelmiştir. D.H.G ideolojik, siyasi, politik içeriğiyle Kaypakkaya güzergâhında türeyen sağ sapmaya yanıt verecektir. Bu eğilime karşı mücadele edecektir. H.G bu gerçeği gayet iyi bilmektedir. Onu öfkeyle saldırganlaştıran, Maoist yaklaşımdan uzaklaştıran, hile ve manipülasyon, olumsuz algı oluşturmaya iten gerçek budur. Fakat hile ve entrikalar gerçekleri ortadan kaldırmaz. Çünkü gerçekler inatçıdır. H.G’nün henüz yayına başlamayan D.H.G hakkında açıklama yapması, düzeysiz yakıştırmalarda bulunması doğru ve devrimci bir yöntem değildir. Komünist Partilerde bölünme, kopmalar olabileceği gibi önderliği MLM çizgiye ihanet edebilir; yada bir döneme kadar komünist olan çizgisini değiştirip burjuva hatta savrulabilir. Politik mücadeledeki çelişmeler devrimci yöntemle ele alınmalıdır. Revizyonistler burjuvazinin bayat yöntemlerine, komünistler ise Marksist yöntemler ile çelişkilere yaklaşırlar. Marksizmin oportünizmerevizyonizme karşı mücadele görevi ilkeseldir, ötelenemez! H.G’nün D.H.G ile olan çelişkisi nedir.? Hangi açıdan kendilerini ilgilendirmektedir.? Tutarsız gerekçelerle dergimiz hakkında neden olumsuz algı oluşturma çabasına girmektedir.? Bunu yapmak yerine halk kitlelerine çelişkinin özünü açıklamanız gerekmez miydi.? Anlaşılıyor ki gerçekleri gizlemek, yığınla boş laf arasına düşmanın kullandığı dil ve üslupla komünist devrimcileri damgalamak, üstelik bunu D.H.G’ ne karşı yaptıkları “zorunlu açıklama” da vurgulamak, bu yaman “Maoist”lerin ne derece Kaypakkayacı 47 Devrimci Halkın Günlüğü çizgiden ulaklaştığını göstermesi bakımından ibret verici olmuştur. Bakalım her konuda kibirlice metodoloji sunan bu açıklamadan hakaret ederken ve damgalarken bile “adalet” ve “demokrasi” kavramlarına sarılan bu “adalet” şampiyonları neden “zorunlu açıklama” yapmışlar? H.G söz konusu açıklamasında şunları söylüyor: “Zira gazetemizin ismi gazetemizle ilişiği olmayanlar tarafından kullanılmakta, bu vesile ile gazetemiz haklarını savunma anlamında bu açıklamayı yapma ihtiyacı duymaktadır. Birincisi; gerçekleri gizleme telaşına düşünce H.G’nün benzerlik kavramları da alt-üst olmuştur. D.H.G dergimiz ile H.G ismi aynı değildir. Sadece isim açısından değil içerik açısından da aynı değildir. İkinci olarak da örneğin “Özgürlük Yolu” ile “Toplumsal Özgürlük” yada “Öncü Partizan”, “Partizan Sesi”, “Partizan Gençlik” ile “Partizan” isimleri aynımıdır.? Bu isimler aynı olmadığı gibi H.G ile D.H.G ismi de aynı değildir. “ Gazetemizin ismi kullanılıyor” diye açıklama yapmak gerçeklerle bağdaşmamaktadır. Her şeyden koptuğunuz gibi tarihte yaptığımız doğru eleştirilerden de mi koptunuz!? Kaypakkaya hareketinde yaşanan bölünmede bir kanat “Partizan” ismini “mülkiyetine” almak istemişti. H.G henüz devrimci çizginin organı iken yakın sürece kadar bu hatalı anlayışlara doğru eleştiriler yürütmüştü. Bu kadar erken unutmayın! Siz masa başında burjuva demokratizminizle sosyalizmde “KP diktatörlüğünü KP mülkiyetini” kaldıracağınızı savunuyorken aynı isim olmamasına rağmen isim mülkiyetçiliğine soyunmanız sırıtan bir çelişki değil midir.? Manipülasyonlara başvurmak burjuva yöntemlerdir. D.H.G ile çelişkiniz ne ise onu açıklayın. Açıklama yapma gerekçeniz gerçeklerden kopuk düpedüz safsatadır. H.G’nün bu düzeysiz açıklamasında hangi genellemeye bağlarsa bağlasın karalama ve hedef göstermeleri kendimize söylenmiş olarak alıyoruz. Bakın H.G ne diyor: 2014 - AĞUSTOS - SAYI: 1 “Her bir birey için sanal ortamın rahat ulaşıla bilir olması ve bu şekilde çeşitli fırsatlar sunması yaşamı ciddiye almayan, kuralları ve ilkeleri olmayan bireylere de istediğini hiçbir bedel ödemeden söyleme rahatlığını da ulaştırıyor.” H.G ne dediğini bilmiyor. “İsim kullanması” gerekçesiyle başlayıp demagojik göndermelerle devam ediyorlar. Birincisi: D.H.G internet sayfasına yayına başlama duyurusu dışında içerik yazılarını koymamıştır. Peki, bu “yeni adalet anlayış sahipleri” daha yayına başlamayan dergimizi nasıl böyle düzeysiz tanımlayabiliyorlar?! D.H.G’nün “ İlkeleri olamayan, bedel ödemeyen” lerin bir ilanı olarak göstermek hangi “İlkeli, adaletli” tutumun göstergesidir.? İnternette dönen her türlü kirli bilginin D.H.G dergisi ile nasıl bir bağını kuruyorsunuz? Eğer sizinle ilgili bir yazısını okumuş olsaydınız, değerlendirme ve bunun üzerinde söz hakkınız doğardı. Ama “İsim mülkiyeti”nden başlayıp ilgisiz bağlantılarla olumsuz algı yaratmaya çalışmanız Maoist çizgiye uyan yaklaşımlar değildir. Ama sizin bir süreden beri sadece görünürde Maocu olduğunuz için bu yaptıklarınıza da şaşmıyoruz. Ayrıca Kaypakkayacı çizgiden gelen, savunucusu ve sürdürücüsü olacağını ilan eden, D.H.G ancak bedeller ödeyen ve bedel ödemeyi, acılara katlanmayı göze alabilenler tarafından oluşturulabilinir. Bu gerçeği akılda tutarak devrimci yerinize uygun düşen seviyeli yaklaşımlar göstermelisiniz. H.G MLM çizgi savunuculuğundan kopunca komünistlere, henüz yayına başlamamış dergimizin emekçilerine hakaret etmeyi kendisinde bir hak görüyor. İçindeki zehri kusuyor. Dergimizi ve emek verenleri itibarsızlaştırmak için her yola başvuruyor. Meseleleri şahsileştiren, çizgiyi değil bireyleri hedef alan, damgalama ve düzeysiz ithamlarda bulunan, devrimci değil, karşı devrimci dili kullanan yozlaşmış anlayış sahipleri daima ideolojik mücadeleyi burjuva yöntemlere tercih etmişlerdir. D.H.G tasfiyeci çizginin karakteristik niteliklerini gayet iyi biliyor olduğundan ideolojik mücadele silahını elinden bırakmayacaktır, asla yozlaşmış anlayışların seviyesine de düşmeyecektir. 48 Devrimci Halkın Günlüğü H.G şöyle devam ediyor: “Bir süredir Maoist Kaypakkaya güzergahının yapı taşlarına yönelik amansız bir karalama ve yırtma faaliyeti gözlemlenmektedir. Ki siyasi takatten yoksun bu karşı cephenin menfi faaliyeti kamuoyu bilgisi dahilin de olup alenen izlenendir.” Şu unutulmamalı; hile ve yalana başvuranlar iflah olmazlar. Halkın devrimci mücadelesinde son derece zararlı örnekler oluştururlar. Ama oportünizm çarpıtmaya başvurmadan da kendisini var edemez. Sormak istiyoruz H.G’ne “İdeolojik siyasi geleneğimiz hiçbir tartışmadan ve devrimci sorumluluklardan geri adım atmaması” bu mudur? Bu mudur Maoist ideolojik mücadele ve yayıncılık anlayışı? Bu anlayışın Kaypakkayacı çizginin yaklaşımıyla zerre ilgisi olmadığı açıktır. Maoistler kendi içinde ayrılanlara, bölünmelerde dahil hiçbir örgüt, parti, çevreyi “karşıt cephe” olarak tanımlamazlar. Sizlere ne yaptık da D.H.G’nü “karşıt cephe” olarak ilan ettiniz?! Madem bizim kim olduğumuzu bilmiyorsunuz ( Burada açıkça yalan söylemektedirler) ne tez ve nasıl bizi “karşıt cepheye” koydunuz. Açık ve nettir ki H.G Kaypakkayacı ideolojik, siyasi hattan kopmuştur. Kabul etmekte zorlansanız da çizginizi tanımladık ve bu gerçekleri de söylemeye devam edeceğiz. Herhangi bir devrimci örgüt ve partiyi karalamak ve yıpratmak düşman faaliyetidir. Marksistler dost güçlere ancak eleştiri yürütürler. H.G kendisini kaybetmişçesine henüz birinci sayısı çıkmamış, hiçbir yazısı yayınlanmamış dergimizi “karalama ve yıpratma” faaliyeti ile suçlaması devrimci ahlaki ölçülere sığmaz. Bu bir çaresizlik, telaş, ne yapacağını bilmeme üzerine oturtulmuş saldırganlığın ifadesidir. D.H.G’nün içeriğinden de anlaşılacağı gibi Kaypakkaya güzergahına saldırmıyoruz aksine Maoist hareketin yapı taşlarına yönelik tarihinin en büyük ideolojik dönüşüm saldırılarına karşı durmaktayız. Dergimiz MLM ideolojisini savunmaktadır. H.G gibi bir süreden beri sağ oportünist tasfiyeci anlayışların sözcüsü olmayacaktır.Bu anlamıyla dergimizi Kaypakkaya güzergahına 2014 - AĞUSTOS - SAYI: 1 saldıran bir yayın olarak göstermek halkı kandırmak, açıkça yalan söylemektir. Yalan ve demagoji ile dergimizi hedef haline getirme çaresizliği dönüp H.G’nü vuracaktır. Halkımız ve bütün devrimci dost güçler bu karalamaların temelsiz olduğunu göreceklerdir. Bu sağ oportünistlerin üstünden atladıkları çelişkilerin özünü açıklama sorumluluğumuzu yerine getireceğiz. Politik çelişmeleri devrimci metotlarla ele almak, sorumlu ve dürüstçe yaklaşmak yerine çelişmelerin üstünden atlamayı, yok saymayı, anti-demokratik yöntemlere sarılarak devrimci ilkeleri ayaklar altına alacak boyutta saldırganlaşmak H.G’ne bir şey kazandırmayacaktır. Faşist Türk devleti duruyorken komünistleri kendisine düşman gibi gösterme aymazlığından vazgeçilmelidir. Böyle bir ölçüsüzlük kabul edilemez. Bakalım D.H.G neyle suçlanyor; Güya “İsim kullanılması” açıklaması ama ne ararsan var! “Bazen içten gelişen örgütsel mücadelelerde son tahlilde ayrılma, kopma gibi ciddi zaaflara düşerek olumsuz bir rol oynamaktadır. H.G gazetesi olarak parçası olduğumuz gelenek bugün düşmanın tasfiyeci saldırılarına denk düşen bir örgütsel tasfiyecikle malumdur” Sormak gerekiyor “parçası olduğunuz geleneği” ( Üstelik siz gelenekçi olmadığınızı tekrarlayıp durdunuz, gelenekçilerin engellenmelerini sıraladığınızı unuttunuz galiba) tasfiye eden kimdir.? D.H.G henüz çıkmadan “geleneğinizi” nasıl tasfiye etmiş olabilir. Siz alışmış olduğunuz gibi tasfiyeci safsatalarınızı halka, dostlara, henüz meselenin özünü fark etmeyen yoldaşlara yutturabileceğinizi mi sanıyorsunuz? Demek sizin “atılım döneminiz” de karşınıza bir engel çıktı ve bu engelin adı da Devrimci Halkın Günlüğü’dür. Hiçbir kaygı duymadan, ahlaki bir ölçü taşımadan D.H.G dergimizin çıkışını kendiniz açısından “düşmanın tasfiyeci saldırısına denk düşen bir örgütsel tasfiyecilik” olarak tanımlıyorsunuz. 49 Devrimci Halkın Günlüğü İşte tam da bu yüzden Kaypakkayacı harekette türeyen hesapçı, hileci ve tasfiyeci çizgiyi deşifre etmek, gerçekleri açıklamak için dergimiz görevini yerine getirecektir. Anlaşılıyor ki sağ oportünist tasfiyeci çizginiz karşısında duran herkesi kendinizle düşman olarak tanımlıyorsunuz. Ne oldu birden? Demagojik demokratizminiz yerlere göklere sığdıramadığınız “adalet anlayışınız” birden bire çöktü. Bu telaş niye! Tasfiyeciler hile ve oyunlara başvuranlardır. Tasfiyeciler fırsatçı olanlar ve iki çizgi mücadele anlayışını rafa kaldıranlardır. Tasfiyeciler Maoist hareketin bütün alanlarında istisnasız örgütsel yapıyı parçalayan, kopmalara, bırakmalara neden olanlardır. Tasfiyeciler ilkesizliği işleyiş haline getirerek teslimiyet çizgisini geliştirenlerdir. Yüzlerce yoldaşlarımızı mücadeleden koparan ama hesap vermeyen sanki bir şey olmamış gibi davrananlardır tasfiyeci olanlar. Üstelik bütün alanlara tasfiyeyi yaşatmasaydılar bugün sol lafazanlıkla maskelenmiş MLM ilkelerini, ideolojisini tahrif eden sağ oportünist – revizyonist çizgi bayraklaştırılamazdı. Ayrıca savunuculuğunu yaptığınız çizgiye karşı çıkanlara başka örgüte gitmeleri yönünde “yol gösteren” sizin sayfalarınız değil miydi? Ne zaman Kaypakkayacı güzergahta oportünist, tasfiyeci, gayri Marksist anlayışlara - çizgiye karşı çıkan yoldaşlarına hangi demokratik ilke ve işleyişe dayanılarak gazete sayfalarından kapı gösterilmiştir. Sizin anladığınız monolitik, tekçi tarzla Maoistlerin iki çizgi anlayışı yan yana konulamaz. Demek ki hiçbir politik ilke ve anlayışta yeri olmayacak içerikte gazete sayfalarında kibirlice, karşı çıkan yoldaşları “başka örgüte gönderme” saygısızlığınız karşılığını bulmamıştır. Sesini kesmeye çalıştığınız Maoistler sizin ideolojik, politik özünüzü ortaya koymanın aracını da ortaya çıkarmışlardır. Endişenizin büyük olması bundandır. Çünkü maske düşecektir. İki gün öncesine kadar beraber olduğunuz yoldaşlarınızı bir çırpıda düşman görmeniz sizlerin zayıflığınızı, hemde MLM anlayıştan ne kadar uzaklaştırdığınızı gösterir sadece. 2014 - AĞUSTOS - SAYI: 1 H.G’nün dil, üslup ve anlayışına dikkat edin. Bakın nasıl devam ediyor. “Bugün ortalığa düşen bir arkadaş devrimci norm ve hukuksal süreci bir kenara iterek, bir kurumun iç bütünlüğüne dair çeşitli söylentiler yayarak, Maoistler içerisindeki merkezi bütünlüğü parçalama gayreti saf edip, hapishanelerdeki Maoist tutsakların isimlerini dahi kendi kirli gayesi içerisinde kullanmaktan çekinmeyen gayri resmi politik bir çaba içerisine girmiş gözüküyor.” H.G devrimci bir basın organımıdır yoksa dedikodu toplama merkezimidir? İdeolojiyi, çizgiyi değil dedikodulara dayalı gerekçeler ileri sürmektedirler. Bu gülünç gerekçelerle açıklama yapan bir devrimci yayın merkezi olarak tarihe geçtiler. Bunlar içimizi acıtsa da ifade etmekten kaçınmayacağımız gerçeklerdir. Ciddi her politik kurumun asla içine düşmeyeceği bir tutumdur. Ancak politik ciddiyetten, kurumsal yaklaşımdan, işleyişten uzaklaşan, kişisel hırslarının daralmış dünyalarının esiri olanların fütursuzluğuyla yapılabilecek bir açıklamadır. Devrimci bir basın organı toplum içindeki dedikoduları muhatap almaz. Partilerin, örgütlerin muhatabı bireyler olamaz; ancak kurumlar olabilir. Kulağını mahalle dedikodularıyla dolduran H.G’ nün kurumsal yaklaşımı, işleyişini kaybedip üstüne vazife olmayacak içerikle herkesi düşman ilan etmesinin birbiriyle bağlantısı vardır. Üstelik D.H.G dergimize yönelik açıklamasında bu dedikodulara yer vermesi, açıklamasının gerekçeleri haline getirmesi tamda H.G’nün dedikodu merkezi haline gelerek ilkesel tutumda yozlaştığını göstermektedir. Eğer mahalle dedikoduları H.G’nün dediği gibi “Maoistler içerisindeki merkezi bütünlüğü parçalama” boyutundaysa o zaman söz konusu “Maoist merkezi bütünlük” de bu dedikoduların bir parçasıdır. Eğer dedikodularla Maoistler merkezi boyutta parçalanıyorsa varsın parçalansınlar. Zaten böylesi durumda olanlara Maoist denilemez. Herkes bilmelidir ki her hangi birpolitik güç dedikodularla değil ideoloji ile politik sorunlardan 50 Devrimci Halkın Günlüğü bölünebilir, parçalanabilir. Politik çelişkilere ilkesel yaklaşmayıp, çelişmeleri iç çözüm yollarında ele almadan gazete sayfalarından ilan eden, damgalayan, başka yapılara gitmeleri için yol gösteren en çarpıcı örneklerinin merkezi haline gelen H.G’nün savunduğu anlayış tasfiyeye neden oldu-olur. Birliği parçalar, parçalamıştır. Kulağını mahalle sokağına dayayıp, gözlerini monitöre kilitleyip dedikoduları depolayarak açıklamalarına taşımak, değerlendirmeler yapmak devrimci bir tarz değildir. Parçalanmaya hizmet eder. Bizi H.G’ nün resmi açıklamaları ilgilendirir. Mahalle dedikodularını bırakıp ideolojik, politik olarak ortaya koyduklarımızla ilgilenirlerse bir nebze olsun kendilerini gereksiz, fuzuli meşguliyetlerden kurtarabilirler. Kendilerinden de bunu bekliyoruz. Diğer bir konu; Kimdir “Ortalığa düşen birkaç arkadaş” kimdir bu “Kirli gayesi” olanlar? Bumudur Kaypakkayacı güzergahı halen temsil ettiğini iddia eden H.G’ nün “devrimci norm”u ?! Kendinizi kaybetmeyin ve devrimci kimliğinize uygun davranın. Anlaşılan sol lafazanlıkla sağa yatınca aynı hızla “devrimci norm” unzdan şimdiden uzaklaştınız. Yazdıklarınızın altında kaldınız. Marksistler politik, ideolojik nedenlerden dolayı yaşanılan çelişki ve bölünmede meseleyi eğilim olarak ele alır. Bireyleri hedef alarak devrimcilere “ortalığa düşen birkaç arkadaş” şeklinde seviyesizce yaklaşımlardan kaçınırlar. Nasıl ki H.G’ünde bir süreden beri sağ tasfiyeci oportünist-revizyonist sol lafazanca “teori”yi döktürenlere “kendini kaybetmiş üç-beş lafazan” demek sorunu ele almada hiçbir şekilde çözüme yardım etmeyecek ve doğru olmayacaksa, H.G’de komünistlere hakaret etmeyi bırakmalıdır. Devrimci bir yayın organı bırakalım devrimcilere, toplumda sıradan insanlara da böyle hitap etmemelidir. Komünist – devrimci mücadele de ısrar edenlere “kirli gaye içerisinde” kiler tanımı yapan H.G düşmanın dilini kullanıyor. Bu hatalı anlayış ve tarzından vazgeçmelidir. 2014 - AĞUSTOS - SAYI: 1 Ayrıca H.G Maoist tutsaklar adına konuşmamalıdır. Kimsenin Maoist tutsakların isimlerin kullanma cüreti olamaz. Pürüzsüz demokratizminizin çerçevesine sığmayan Maoist tutsakların sesini H.G’ünde neden kestiniz? H.G’nde “Tutsak Partizan” köşesini neden kaldırdınız?! Sansür koydunuz. Sizin yayınlamadığınız yazılara da sayfalarımızda yer vereceğiz. H.G’ nün mevcut çizgisi tarihimizi ideolojik, siyasi, politik olarak inkâr üzerine oturmuştur. Eğer tarih ve devrimci geleneklerimizi gerçekten temsil etmiş olsaydınız sayıp - döktüğünüz yığınla düzeysizliği konuşmak zorunda kalmazdık bile. H.G bulanık suda balık avlamaya çalışıyor. Aksi taktirde şu cümleleri kuramazdı: “Bugün internet ortamında şaibeli yazılarla süslenmiş, tutsaklarımızı, şehitlerimizi ve tarihimizden kesintilerin yapıştırılarak sunulan ilanlarla karşı karşıyayız.” D.H.G ilanı bu yaman “ Maoistleri” bu kadar öfkelendirmişse, yayınlanmasında artık ne olur kestirmek zordur. Soruyoruz “şaibeli yazılarla süslenmiş” derken kastettiğiniz nedir?. Her metnin ideolojik, siyasi, politik, edebi içeriği olur. Taşıdığı içeriğe göre değerlendirilir. Yazının “şaibeli” olanı ne demektir. H.G burjuva yöntemlere özenmemelidir. D.H.G’ nü düşman gibi gösterip “şaibeli” ilan etmeniz sizin boynunuza asılan değirmen taşı olmuştur. Tanımıyormuş gibi davranıp halka yalan söylemeyin. Kendinizi de, yoldaşlarımızı da aldatmayın. Halkı, yoldaşları kandırmak ciddi bir suçtur. Kimdir bu “şaibeli” ilan verenler? Kimdir bu Kaypakkaya tarihini sahiplenenler? Siz onları tanımıyor musunuz? H.G iki günde unuttuysa ve yoldaşlarını bir çırpıda “şaibeli”, “kirli gayesi olanlar”, “ortalığa düşenler”, “düşmanın tasfiyeci saldırılarına denk düşen” saldırıları yapan düşmanlar olarak ilan ettiyse o zaman hatırlatalım kimdir bunlar: Bunlar Kaypakkayacı çizgide yirmi-otuz-kırk yıldır mücadele yürütenlerdir. Gerilla mevzilerinde savaşan, hapishanelerde 51 Devrimci Halkın Günlüğü Ölüm Oruçlarında, barikatlarda, düşmanın her türden saldırısına karşı direnenlerdir. Gençler, kadınlar, Maoist tutsaklardır. Her mücadele aşamasından geçen sınanmış komünistlerdir. MLM ideolojik içeriğe, siyasi amaca uygun görüşlerini ortaya koyan Maoist çizginin birer militanıdırlar. Bir çok alanda her düzeyde görev alan birlikte mücadele ettiklerinizdir. Bu kadar hızlı unutmayınız ve “karşıt cephe” olarak tanımlamanız tasfiyeciliği hangi boyutta sürdürdüğünüzün kanıtı olmuştur. Demagoji yapmak H.G’ nün son dönem tarzı haline geldi. Önce yığınla tanımlama yapıyor, sonrasında da bakın ne diyor: 2014 - AĞUSTOS - SAYI: 1 D.H.G’nün dayandığı ideolojik, siyasi, politik çizgiyi H.G test edemez. Aksine MLM biliminin, siyasi çizgisinin üstünde tepinmeye başlayan H.G’ nün yeni çizgisinin Maoist eleştiri terazisinde tartılmaya ihtiyacı vardır. Bu nedenle kendilerine önerimiz şudur: Zamanınızı dedikodulara, internet ortamının gerçekçi olmayan bilgileriyle fazla harcamayın. Kaypakkaya güzergahında “yeni” çizginizle yarattığınız yozlaşma ve tasfiyeciliğin sözcülüğünü yapmanın tarihsel hatasını kabul edin ve özeleştiri verin. Yoldaşça çağrımızı devrimci temelde değerlendirin. Devrimci Halkın Günlüğü “İlkelerimiz gereği devrimci değerleri sahiplenmek ve devrimci politikaları yaşamsal alanlarda örgütleyen yeni kişi yada grupların ilkesini ve neyi amaçladıklarını netleştirmeden, öte yandan bu kişi yada grupların örgütsel bütünlüklerini güvenilir olduğunu görecek politik, siyasi hareketliliğini görmeden bir belirleme yapmak istemiyoruz” Gerçekten bu açıklamada yer alan satırların birbiriyle tutarlı yanı var mıdır.(?) Her hangi bir parti, yapı, kurum, gazete henüz tanımadığı herhangi bir dergi hakkında değerlendirme yapamaz. Peki H.G nasıl oluyor da aynı ismi taşımayan dergi hakkında “ismimizi kullanıyorlar” bahanesiyle yığınla tanımlamaca, karalama yapabiliyor. Böylemi devrimci değerleri sahipleniyorsunuz.? İyisimi siz önce devrimci değerlere nasıl bağlı kalınacağını öğrenmelisiniz. Sağ tasfiyeciliğin merkezi haline gelerek devrimci değerlere bağlı kalınamaz. Kaldı ki hakkında seviyesiz ithamlarda bulunma cüretinde bulunduklarınızı çok iyi tanıyorsunuz. Tanımaktan öte açıktan tehdit ediyorsunuz. Yeri geldiğinde “sonuçlarına katlanırsınız” tehditlerinize de değineceğiz. Fakat önce devrimci tutarlılıktan yoksun karakteristik ilkesizliğinizin açığa çıkarılması gerekmektedir. Bir yandan tehdit ediyorsunuz, bir yandan tanımıyormuş gibi yaprak “karşıt cephe” olarak “şaibeli” olarak göstermeye koyuluyorsunuz. 52 Devrimci Halkın Günlüğü 2014 - AĞUSTOS - SAYI: 1 Devrimci İtiraz Oportünizmin Önündeki Yıkılmaz Barikattır! Komünistler neye karşı çıktıklarını bilirler. KP içinde burjuva ideolojisi ile proleter ideoloji çatışma halindedir. Bütün ideolojik çatışmanın temelinde burjuva ve proleter sınıfların damgası vardır.Modern çağın kaçınılmaz gerçeğidir bu.Bugün maoist parti de ortaya çıkan ideolojik çatışma ve çelişkinin özü tam da bu gerçeğe uygunluk taşır.Devrimci proleter çizgi ile tasfiyeci oportünist çizginin çatışması kendisini bütün içerikleriyle dışa vurmuştur. Esas olarak içte var olan,ama ilkesizce dışa taşan hatta çoğunlukla Parti ideolojisi,siyasi kavrayışına uyumlu olmayan tespitler düzeyinde kitlelere yansıdığı bilmeyenimiz yoktur.İçerde konuşup hala yoluna konulması gereken,kimi politik sorunların anlaşılmaz şekilde sayfalara döküldüğü süreçlerden geçtik-geçiyoruz . Sürekli kendi iç sorunlarını yansıtan, tasfiyecilikten, dağınıklıktan parçalanmışlıktan, iddiasızlıktan, devrimci-hareketin aldığı darbelerden, yılgınlıktan, ruhsuzluktan bahsedip duran bir Parti halka güven veremez, gelişemez, örgütlemesini genişletemez. Sürekli güç kaybeder sorunlarıyla boğuşmaya devam eder. Uzun zamandır yapılan tamda bundan başka bir şey değildir. “3.Kongre” ideolojik siyasi perspektifin geliştirilmesi ve örgütsel sorunların giderilmesinin iradesi mi oldu,sorunları derinleştiren,yol ayrımlarını keskinleştirip,ayrımlarını aydınlatan işaret fişeği mi oldu.”3.Kongre “ partiyi güçlendiren, zayıflayan bağları onaran,güveni tazeleyen,dağınıklığı önleyerek,tasfiyeciliğe kızıl bir barikat mı oldu.? yoksa yabancılaşmayı,parti’den uzaklaşmayı en son sınırına vardırmanın iradesi mi oldu?! Kongre öncesi tam iradenin yansıtılması için yapılması gereken iç tartışmaları yapmayarak Parti ve Ordu ismi dışında ideolojik, siyasi, örgütsel hatta bütünüyle değişime giderek karşımıza çıkan “3.Kongre“yi Maoist partiyi geri dönülemez şekilde kaotik bir tartışmanın içine itti.Kendisini tam bilimselci olarak sunan” 3.Kongre” iradesi ne yazık ki MLM politik ilke ve deneyimlerden,örgütsel yöntemlerde gayrı bilimsel olduğunu hemen dışa vurdu.Bunun sonuçları hiç şüphesiz ağır olacaktır.Bu gelişme daha fazla ideolojik kaos , daha fazla kısır tartışma ,daha fazla ayrışım,daha fazla disiplinsizlik kopma ve savrulmanın tetiklenmesidir. Denile bilir ki “3.Kongre” yi yeni bir tasfiyeci sürecinde fitilini ateşledi. Önce stratejiyi değiştir sonra kitlelere açıkla ve tartıştır! Partinin önüne bir tartışma süreci koy... Bu tek kelimeyle politik oportünizmdir.Örgütsel oportünizmin özü itibarıyla tasfiyecidir.sürekli demokrasiden,disiplinden ilkelerin öneminden bahsetmesine rağmen ,bütün bunları öteleyen sol sekterizmle işte yıkıcı olur,tasfiyeciliği derinleştirir. H.G gazetesi 72,73,74. sayılarında dışa vuran''tam bilimselci'' değişimci tasfiyeciliğin örgütsel sekterizmini anlamak zor değildir.Çünkü örgütsel demokrasi çiğnenerek yapılmış olan stratejik,programsal,örgütsel, hat değişikliğinin''tam bilimsel ''liğini anlatmaktan, bu değişimin tasfiyeci ilkesizliğine karşı çıkan yoldaşlarını damgalamakla işe başlamıştır.72,73, sayılarında ''dogmatik,öznelci,sekter,kaba, gelişmeye ayak direyen,art niyetliler'' vb tanımlamalarına cevap vermiştik. H.G Sayı:74(2014) “3.Kongre” bildirisi vardı.Aynı gazete sayısında perspektif sayfasında “3.Kongre”nin stratejisini anlatmaya zaman ayırmak yerine değişimin önünde engel çıkaranlara ayırmışlar “değerli” vakitlerini.Oysa değişimi 53 Devrimci Halkın Günlüğü gerçekleştirmişsiniz, korku neden!Mademki bütün engeller aşıldı; “dogmatik,sekter,öznelci,dar deneyici,sisli hava yaratanlar,gelişmeye ayak direyenleri,gelişmeyi istemeyenleri her şeye itirazden ,hiç bir şey beğenmeyen, geri kafalıları”,aştınız bu telaş niye?! İradesi olan fonksiyonerlerin haklarını çiğneyen,hiçe sayan ''tam bilimselci'' tasfiyeci tarz ve çizgi her değerlendirmenin başına diyalektik materyalist felsefenin temel anlayışını sıralayarak ''geri kafalı diyalektik yöntemle düşünemeyen,değişime ayak direyen'' yoldaşlarına parti kitlesine felsefe dersi vererek pervazsızca yoldaşlarını aşağıladıklarını düşünmek bile istemiyorlar. Stratejiyi darbe ile değiştiren azınlık dışında hiç ama hiç kimse Maoist partide diyalektik düşünemiyormuş(!) Bu da öğrenildi! sadece ve sadece diyalektik materyalizmi sabah uyandığımızda yeni bir devrim yolunu(program, sıtrateji,temel örgütsel hat,siyasi amaç ve ideoloji'yide kapsar) değiştiren yoldaşlarımız kavramıştır.Bu değişime eleştiri getiren karşı duranlar ise gayrı MLM ,gayrı diyalektik ilan edileli çok oldu! Açık olarak bilinilmelidir ki bu yaklaşım bütün eleştirileri bastırmanın burjuva yöntemidir. Tasfiyeciliğe, bozgunculuğa,ihanete karşı durmak isteyen yoldaşların devrimci eleştiri ve mücadelesini boşa çıkarmanın yöntemi ve yaklaşımıdır.Parti içinde sol sekter olan tasfiyeci çizgi darbecilikle yaptığı değişimin bütün yollarını deneyerek kabul ettirmeye çalışıyor. 42. yılında KAYPAKKAYA’cı hareket bu savruk tasfiyeciliği reddedecek kadar felsefi derinliğe politik olgunluğa ve siyasi kararlılığa sahiptir. Söz konusu yazılarda değiştirilen Stratejiye kaşı çıkanları ne kadar olumsuzluk varsa onlarla nitelendirmiştir. ''Karsı çıkmayın !'' denilmekte dir. 42 yıllık hareketin devrim yolunu değiştiren bu yazarlar,iradesi olan fonksiyonel yoldaşlarının örgütlü alanlarının bu stratejik değişimden bi haber olması ile pek ilgilenmiyorlar. Üstelik zerre kadar bilgisi olmayan yoldaşlarının söz konusu kongre belgelerinin- basımı yapılmış dağıtılmış kitabı okunmamışken hatta ve hatta gazete sayfalarında yapıla bilecek özet ve değerlendirmeleri bile okumamışlarken ''tam bilimselci'' yazarlar bütün enrjileri ile kendinden boşalırcasına 2014 - AĞUSTOS - SAYI: 1 değişime karşı-özünde bu oportünizme karşı durmaktır,duranları mahkum etmeye koyulmuşlardır. Çünkü kendileri de gayet iyi biliyor olmalılar ki bir kp de darbe yöntemi ile değişikliğe gidilmez, gidilemez. Biliniyor ki sabah uyandığın da kendi iradelerinin üstün de tepinerek partinin devrim yolunun değiştirildiğini öğrenenler bu aşağılanmayı kabul etmeyeceklerdir. Yine bilinmeli ki ''tam bilimselci'' denilen belgeler okundukça yoldaşlar sahip oldukları teorik kapasiteleri ile karşı koyacaklardır. Bu gerçeği bilen ''tam bilimselci'' yazarlar, kendilerine karşı gelişecek olan eleştiri tufanına kendince- özünde ölçüsüz,ilkesiz ve saldırganca- bentler örmeye çalışmışlardır. Fakat nafiledir! gerçekler demogojik söylemlerle örtbas edilmez.Oportünist kıvraklıkla komünistlerin gözlerine kum serpilemez. Evet itiraz ediyoruz, etmeğe de devam edeceğiz. Çünkü devrimci işçi sınıfının engellenemez mücadelesinin başarısının olmazsa olmazlarından olan bir görevi de oportünizme karşı mücadele etmektir.Her dönemin adamı olanlar yada kendi hata, yetmezlik ve ilkesizlikleriyle yüzleşmek yerine parti tarihini çarpıtan yada mahkum ederek kendini kanıtlamaya çalışanlar, zor ve dağınık dönemlerde partiyi toparlamak yerine fırsatlardan yararlananlar partiye önderlik edemezler. Onlar '' itiraz etmeyin!'' dese de, itiraz edenleri süslü laflarla, içi boş tekerlemelerle lanetleseler de devrimci amaca uygun sözünü söyleyecek ve tarihe not düşürülecektir. Asla hiç bir zaman sadece eleştiren olmadık. Sadece iyi olanı sahiplenip,kötü olanı, başarısızlığı başkaldırılarına mal etmedik.''Dün bizimdi gün bizim gelecekte bizim olacak''şiarına uygun olarak parti tarihini bütün yönleriyle sahiplendik,sahipleneceğiz.Başarılar bir bireyin, eğilimin değil partinindir.Buna bağlı olarak başarısızlıkta partinin dir.O halde ” 3.Kongre “değişimine, hattına karşı duran parti içindeki eğilimini hedefe oturtmanın derin önemini ve anlamını kavramak gerekir.Bilinmeli ki bu telaş hali bu ölçüsüz damgalama çabası, burjuva tarzın zehirli okları sadece kongrede karşı çıkan yoldaşlara yapılmıyor.Hatta bu eleştiri özü itibarıyla kongre bileşeninde karşı çıkanlara yapılmadığı da apaçıktır.Karşı çıkışın dinamiği olan esasta parti tabanını, kongreye yansıtılmayan 54 Devrimci Halkın Günlüğü iradenin potansiyeli,hapishaneler, pratik mücadelenin yürütücülerinin devrimci eleştirisinin önünü almak için saldırmaktadır. Bu amaçladır ki “3.Kongre” stratejisi henüz açıklanmadan gazete sayfalarında karşı çıkanlar''dogmatik,gelişimin önünde engel,sübjektif,geri kafa,cahil,gayri diyalektik düşünenler,idealist,her şeye itiraz edenler,dar deneyimciler art niyetliler,gizli gündemleri alanlar,sisli hava yaratanlar''olarak damgalandılar.(H. G. Sayı: 72,73,74 2014 bak)gerçekten karşı çıkanlar bu karakterde midirler?! Mücadelede yıllarını veren gerilla alanında bulunan hapishanede can bedeli direnen yoldaşlarımız günümüze kadar 42 yıllık parti çizgisine bağlı kaldıkları için gerçekten gelişmenin önünde engel haline mi geldiler.Gerçekten bu yoldaşlarımız ''gayrı MLM'' olarak bu partinin gelişmemesi için mi dağlara gittiler,hapishanede gözünü kırpmadan ölüm bantlarını taktılar,direndiler,direnmeye devam ediyorlar.Suçlumudur bu yoldaşlarımız!Açıktır ki sağ tasfiyeci oportünizm partiye o derece yabancılaşmıştır ki devrimci eleştiriyi , devrimci tutumu,tavrı partili olma haklarını kendi başarısı için zorunlu görmektedirler. Bu nedenledir ki iradelerini çiğnedikleri yoldaşlarının yapabilecekleri karşı koyuşu zayıflatmaya koyulmuşlardır.Hem de burjuva yöntemlerle... Parti içinde var olagelen oportünist anlayış ile proleter devrimci anlayış arasındaki mücadeleyi perdeleyerek sorunun darlık, gerilik,kavrayışsızlık,sorunu bilmeden kavramadan karşı koyan sübjektivizme ve itiraz hastalığına kendini meşrulaştırmaya çalışan bu çizginin örgütsel olarak dağıtıcı , tasfiyeci ,siyasi açıdan yalpalayan,uzlaşmacı karakter taşıdığı apaçıktır. Çünkü parti hukuku ve demokrasisini, tüzük haklarını çiğnemiş olmalarına rağmen haklarını çiğnedikleri üyelerinin kaçınılmaz karşı koyuşlarındaki haklı eleştirileri zayıflatmaya , perdelemeye,önceden içeriğini boşaltmaya yönelmişlerdir.Tam da tasfiyeci çizginin başladığı yerden,yoldaşlarına engelleyici barikat görüp kötülük tanımlamalarıyla donattığı yerden başlayarak itiraz ediyoruz.Tüzük ilkelerini çiğnenmesindeki politik oportünizme karşı koymayacak kadar korkak değiliz.Eğer ilkelerinizi savunacak 2014 - AĞUSTOS - SAYI: 1 cesarete sahip değilseniz, siyasi devrimci amaca bağlı kalamazsınız. HG Sayı:74(2014)''ilerleme azmi ve itirazcı kültür''başlığı ile bir yazı çıktı.72,73,74, HG sayılarındaki anlayışları ileri taşıyarak sürdürdü''art niyetliler''e karşı ''kendini savunacak güçte''(!)olduklarını hatırlatmayı ihmal etmedi.”3.K.” köklü değişimine karşı çıkanları(itinacı kültür) le açıklamaya koyulmuştur.Fakat ideolojik mücadelenin böylesine basitleştirerek kültürel kronik bir alışkanlık seviyesine çekerek sorunun ciddiyetini asla ve asla ortadan kaldıramayacağı kalemi pek oynak yoldaşlarımızın bilmesi gerek.İdeolojik mücadele alışkanlık haline gelmiş bir karşı koyuş boşu boşuna enerji tüketilen lafazanlık değildir.Kültürel bir durum olarak ise asla açıklanamaz.Hele hele ki devrimci eleştiri ile karşısında duranların ideolojik,siyasi anlayışını küçümseyen görmezden gelen ve kendince kıvrak,ölçüsüz,saldırganca tanımlamalarıyla işi kaytarmaya çalışıp böylesine köklü bir değişimi ilkesizce gerçekleştirdikleri şartlarda devrimci eleştiri'' her şeye itiraz edenler''düzeyinde açıklayamaya kalkmak ancak gerçekleri örtmeye çalışan burjuva siyasetlerin tarzı olabilir.Hatta ve hatta karşı çıkanların fikirlerini açıklamaksızın onları neye karşı çıktıklarını bilmemekle itham etmek pervazsız küçük burjuva kendini bilmezsizliği beğenmişliğin ifadesidir.Eğer lafazanlıkla devrime önderlik edilebilinseydi gerçekte bütün laf ebesi küçük burjuva aydınlar oturduğu yerden çoktan devrim yapmışlardı. Söz konusu HG gazetesi yazısında''itirazcı kültür'' n içimizde var olduğunu belirttiği çeşitli örneklerle anlatılmış.Nasılmış(itirazcı kültür)e sahip olanlar bakalım. ''Kendisini özeleştirinin dışında tutan sadece tarihin başarılı yanlarında ortaklık... eden .Çarpık bilinç ve anlayıştır... Bu kesim her olumsuzluğu kendi dışında arar(...)Bu kültür bir bakıma ve yer yer alışkanlığada düşmüştür .İtirazcı kültür.Kavrayıştan da bağımsız olarak karşı çıkmayı adeta meslek edinmiştir.(Bak hele ... Karşı çıkma mesleğimiz varmışta haberimiz yokmuş bundan). 55 Devrimci Halkın Günlüğü İlk refleksi karşı çıkmak , eleştirmek,beğenmemek olur. Karşı çıktığı şeyi inceleme,anlama öğrenme zahmeti duymadan karşı çıkar peşinen (...)Bu bahsettiğimiz kültür taşıyıcıları mücadele tarihi boyunca izlediği seyir açısından itiraz profilini çıplak şekilde ortaya koyar.(Boynundan büyük laflardır bunlar.Bir zahmet itiraz profilimizin gelişim seyrinin sıralamasını yapar mısınız?Sayın yazarların haberleri yok.Parti değerlendirmelerinde ''bilmeden,etmeden,cahilce karşı koyan kadro ve üyelerimin bir oranlaması yoktur . böylesine ciddi bir tehlikeyi(!)P......nin hiç görmediğini bunu ana gündemine hiç almadığını da bilmiyor olamaz.Bizlerde azımsanamayacak uzunlukta bir mücadele deneyimine sahibiz.Her şeye itiraz eden ciddi bir kadro,üye profiline tanık olmadık.Anlaşılan kendi kafalarında P... tarihi oluşturan bu yoldaşlarla aynı partide mücadele yürütmemişiz(!).parantezi kapatıp dinleyelim nasıl devam ettiklerini).”Birleşememe aynı pencereden bakmaya çabalamama baktığı pencerenin kuyunun ağzı olduğunu bir türlü idrak edememe hep aynı pozisyonda bakma...Statükoyu sürdürme (K ...P.... de statükoyu sürdürme ne anlama gelir?Demek ki P..... çizgisini sürdürmek statükoyu sürdürmekmiş!!! NE dediğini bilmemektir bu).Değişim gibi zorlu bir işten kaçınıp kolaylığa baş vurma”(HG 2014 SAYI: 74 perspektif ) Bitmedi devam ediyor.Değerli okuyucu ''tam bilimselci'' değişimciler dışında Maoist harekette ne kadar zararlı eğilim unsur var olduğunu iyice kavrasın diye sayıp, dökmeye devam ediyorlar . DİNLEYELİM. “Karşı çıkmayı hüner sanmak,statüko ve kalıplarının arkasına sığınacak savunmaya geçmek değişmezlere sahip olmak bilimsellikten uzak durup manevi ve duygusal bağlılık taşımak,ezbere dayalı karşı çıkış göstermek,bütün bu çerçevede kendisini dışta hissetmek ve birleşip bütünleşememe hastalığı vs. bu itirazcı kültürün diğer özellikleridir.” Komünistlerin vahiyle inmiş kitapları yoktur.Her şeyi değiştirmeyi marifet sanan ya da değiştirebileceğini sananların ''değişmezlere sahip olmak ''saldırısını yuvarlak kavramlarla niçin 2014 - AĞUSTOS - SAYI: 1 kullandıkları açıktır,ama diğer açık olan ise bu yoldaşların tüzük kurallarını hiçe saydıkları üzerinde tepindikleridir.Evet bizim için tüzük ihlal edilemez.itiraz eden,ilkeleri hatırlatan yoldaşlarımızı kuyunun dibindeki kurbağaya dönüştürmeden önce iyi düşünüp bunu öğrenmeniz gerekmez miydi?!Yukarda uzunca anlattığımız bütün tanımlamaları getirip bir yere bağlıyorlar.Yani halk kitlelerine gelişmelerden bihaber olan iradesi olan fonksiyon erler yoldaşlara diyorlar ki bunlara itiraz edenler devrimci eleştiri ile örgüt ilkelerini çiğnenemez olduğunu söyleyenlerin karşı kuyusu ''hastalıktır''itibar etmeyin!Zaten bunların mücadele profilde böyledir.Bunlar geri ve dogmatiktirler diyerek olmayan çarpıtmalar yaparak '' itirazcı kültür'' ün bağlandığı son darbeyi(!) İNDİRİYOR. Şöyle diyor: Parti “3.Kongre”sindeki bu köklü değişiklikler ve yenilikler anlaşılır biçimde belli bir eleştiriye maruz kalsa da genel olarak itirazcı kültürün bir itiraz ve eleştirisi vardır.'' Ne kadar zekice!'' itirazcı kültür'' ün niçin anlatıldığını böylelikle anlamış olduk.Tüzük kurallarının ayaklar altına alındığını bunu kabul edilemez olduğunu söyleyenlerin durumunu 'itirazcı kültürle '' açıklayıp bitirdiler! Demek ki ''tam bilimselci'' değişimci yoldaşlar,karşı çıkmayı meslek edinmiş hastalıklı itirazcı kültürün taşıyıcı olanların” 3.Kongre” çizgisine karşı çıktığını belirtip işin içinden çıktı.Sanırım her okuyan üstüne almayarak kafasındaki hayali art niyetlilerin varlığına var olabileceğine kendilerini inandırması gerekir.Bu söylenenleri unutabilsin ama bu dahice saptamaların sağ tasfiyeciliğin ayaklarına taş düşürdüğünü anlamak zor değildir. KAYPAKKAYA cı hareketin 42 yıllık çizgisi asla ''statükoyu koruma'' çizgisi değildir .Tespitlerinde programmında devrim yolunda eskimiş olanların yenilenmesi günün koşullarına uygun cevap verebilecek içeriğe kavuşturulması ihtiyacı elbette vardır.Öfkesini boşaltırcasına parti çizgisine bağlı olarak karşı koyana devrimci eleştiri kendini bilmezce ''statükoculuk''olarak damgalamayı haklı çıkarmaz ,çıkaramaz. 56 Devrimci Halkın Günlüğü Söz konusu değişim köklüdür.İdeolojik,siyasi,politik önemi vardır.Böylesi bir değişimde başlı başına köklü devrimci ideolojik mücadeleyle ancak giderilmesi ve düzeltilmesi gereken yanlar olduğunu kim inkar edebilir.İdeolojik mücadele yürütülmeden parti çizgisinde netleşme,arınma ve kızıl güzergah net olarak açığa çıkarılmaz.Lakin ''tam bilimselci''(!)” 3.Kongre “ye dayanarak hapishaneler, örgütlülüğünü hiçbir biçimde bu değişimden haberdar etmeden, kaçınılmaz olarak bu değişime etkisi apaçıkken tam iradenin yansıtılmasının zorunluluğu görmezden gelinerek darbeci şekilde yaptığı değişimi karşı konulamaz şekilde ilan etmiştir.İdeolojik mücadeleyi her türlü burjuva anlayışa uygun olabilecek tarzla ''hastalık,alışkanlık'' seviyesine çekerek kültürle açıklamaya çalışmıştır. İdeolojik mücadeleyi(HG sayı: 74, 2014) ''hastalıklı kültürle''açıklayan tasfiyeci akım bir kp için ideoloji mücadelenin, demokrasinin , örgütsel kuralların ne anlama geldiğini hatırlamak istemiyorlar.Düştükleri ilkesizlik,battığı çamur deryasını gül bahçesi göstermek için gerçekliği olmayan tanımlamalarla karşı duran oportünizme barikat olmaya çalışan devrimci çizgiye saldırıyorlar.Söz konusu yazıları okuyan taraftar,ileri sempatizan,sıradan okuyucu''kimmiş bu hastalıklı itirazcı kültür sahipleri'' kimmiş bu ''sisli hava yaratanlar'' kimmiş bu''art niyetliler'' demekten kendini alamazlar.Sahiden kimdir bunlar.örneğin Hap...... lerde onca yatan on,yirmi yıldır direnen yoldaşlarımız mıdır bu'' hastalıklı itirazcı kültüre '' sahip olanlar?!! Çünkü darbeci anlayışa ,pratiğe itiraz ediyorlar. İdeolojik Mücadele, Kültürel Hastalık Sorunu Değildir. Değerli yoldaşlarımız bilinemez hayali bir Parti dünyası kafasında yaratmasın. Maoist partide itiraz hastalığına kapılan kimsede yoktur.Fakat bugün çok ciddi ortaya çıkan ideolojik dönüşümün içinde proleter ve oportünist çizginin çatışması vardır. Burjuva düşünce ile proleter düşüncenin çelişki ve çatışması partinin program,strateji,siyasi tespit amaç,ideoloji meselesinde karşı karşıya geldiği,gelecektir de.Bu çelişki kültürel hastalık sorunu değildir.Devrimci çizgide yürümek 2014 - AĞUSTOS - SAYI: 1 isteyenler ile partiyi bir bütün olarak köklerden koparmak isteyenlerin mücadelesidir.Her karşı koyuşun sınıfsal ideolojik muhtevası vardır.Şayet karşı koyuşumuz proleter ideolojik içerikten yoksunsa oportünist olarak damgalama hakları vardır.Fakat ideolojik siyasi temellendirmelerimiz devrim amacına bağlı gerçeklere uygun ve tutarlıysa ve devrimci pratiğimizle bütünleşmişse oportünizmin lafazanlıklarını silip süpürür.Onlar “hastalıklı kültür , gerilik'' olarak değerlendirebilirler devrimci eleştirilerimizi ,ama bu saldırılar gerçek olanı değiştirmez. Her yenilik devrimci değildir! Her değişimin olumlu olumsuz yanları vardır.Karşı devrimci yenilikler, devrimcilere ihanetlerin çok çabuk unutulduğu anlaşılıyor.Paçanda Nepelde yeni bir yol deniyordu. Devrime ihanetle sonuçlandı .Yeni dedikleri yol burjuvaziye giden yolun döşenmiş taşları oldu.BERNŞTHEİN ' de yenilikçiydi,KAUTSKY'de marxizme yenilik getirmemiş miydi?KUROŞ ÇOU 'da yenilikçi değil miydi.Bolşevik tarihini üzerinde tepindiklerinde onların burjuvaziye nasıl engellenemez bir coşkunlukla koştuklarını MAO görebilmişti.Parti tarihinde 1976,1978,1980 lerde yenilikçiler çıkmadı mı?Mesele yenilikçi midir.Oportünizmin en militan Marxist söylemlerle iddialı ve yenilikçi olarak ortaya çıktığını bilmeyenimiz var mıdır?Bu meseleyi ''yenilikçi,gelenekçi,değişimci,değişime karşı duranlar'' biçiminde tartışamayacağız.Böylesine böyle bir dar kafalılık ancak oportünist kavrayışa sahip olanlar dile getirebilir.Parti Kongresi tüzük ilkelerine uygun yapılmak zorundadır.İdeolojik,programsal,stratejik meseleler ancak parti tüzüğüne bağlı kalınarak gerçekleştirilen Kongre ile çözüme kavuşturulabilinir..”3.Kongre” tüzük (ilkeler) kurallarını çiğnemiştir!Tüzük'te belirtilmesine rağmen bu stratejik değişimde Hapishane fonksiyon erlerinin bırakalım görüşlerini almayı haberdar etmeyi bile gerek duymamışlardır.Şayet tam irade yansıtılmış olsa çokluk kararıyla alınan bu köklü değişim kararı da alınmamış ya da değişim içeriği böyle olmayacaktı! Fakat herşey alt üst edildi.Bu gerçekler ortada iken,şimdi bizler demagojik ifadelerle ''hastalıklı karşı koyma kültürü '' nü tartışacağız?Yoksa “3.Kongre” 'nin neden tüzük ilkelerine bağlı kalmadan darbeci şekilde parti'nin 57 Devrimci Halkın Günlüğü 2014 - AĞUSTOS - SAYI: 1 devrim yolunu isim dışında nasıl her şeyi değiştirdiklerini tartışacağız. Kuşkusuz ikincisini tartışacağız.”3. Kongre” iradesi çiğnenenlerin karşı koyuşunu nasıl engelleyecek?! Emin olun ki ilkesiz , tutarsız, savruk,dağıtıcı yenilikçilik perdesi ile devrimci çizgiden uzaklaşan oportünist eğilim ve akımlara karşı duracağız.Sık sık deniliyor ki ''bilmeden incelemeden neden karşı çıkıyorsunuz'' insanın aklıyla alay etmek gibi... Bizde diyoruz ki bilmesi gerekenler tam irade için bütün fonksiyon erleri bilmesi gerekenler nasıl oluyor da bilinmiyor.Nasıl oluyor da yedi yabancı gibi sonradan öğreniyorlar? Yoksa bütün iradi fonksiyon erlerin bu teorik,ekonomik,siyasi,politik değişimleri bilmesi gerektiğini bunları bilmeksizin bir değişimin olmayacağını önceden hatırlamadınız mı? Peki bu temel nasıl hatırlamadınız ?! Bu ilkesizliğe bu örgüt kurallarını hiçe sayışınıza karşı çıkışımızı nasıl ''hastalıklı itiraz kültürü''ile açıklayabilirsiniz?! Bütün bu gerçeklere rağmen her cümleye ''bilimsellikle''bu arada bilimde sınıfların elindedir.Başlayıp demokrasi ile bitiren felsefeci anlayışın komünist örgüt ilkelerinden yoksun olduğunu rahatlıkla belirte biliriz. bundan yararlanmak isteyenlerin varlığına’’ işaret etmek gerçekten tek kelime ile devrimci eleştiriyi bastırmak karşı duranları yıpratmak amaçlıdır.Bu kabul edilemez. “3.Kongre”vesilesiyle gündeme gelecek art niyetli eleştiriler karşısında veya sisli hava yaratıp bunlardan faydalanmak isteyenlerin saldırılarına karşı partimizi savunacak militanlar her alanda mevcuttur.Ne saldırıya uğramaktan ne de iftiralara mağruz kalmaktan korkuyoruz(HG sayı:74 2014 pers....) Hiçbir şekilde değişimden haberdar olmayan,iradesi hiçe sayılan alan ve foksiyonerlerin nasılda tartışmasız “3.Kongre”nin stratejisinin kabulü beklene bilir? Karşı çıkanları ise ‘’hastalıklı, itirazcı kültür’’ taşıyıcıları olarak damgalayacaksınız.”3.Kongre”nin bu sağ tasfiyeci çizgisi dayatmayla bir şey kabul ettiremeyeceği açıktır.Bu duruş parti çizgisinden uzaklaşmak,savrulmadır. DÜŞMANCA KARALAMA İLE eleştiriyi birbirinden ayırmak zor değildir.Eğer düşmanca bir yönteme baş vurulmuşsa zaten buna eleştiri denilmez.O halde eleştiride niyet aramak yerine söylenene bakılır.Yazıda ''hastalıklı itirazcı kültür'' 'den başlayıp ''art niyetli eleştirilerle bitirmek ve buna sisli hava yaratabilecekleri '' ni eklemek hangi amaca hizmet ediyor.Örneğin ''art niyetli'' eleştirilerin ölçüsü nedir?Bunu kimler ve hangi kriterlere göre tespit ediyor? Bizim eleştirilerimizi hangi kategoriye koyuyorsunuz. ''sisli hava yaratma'' durumu olabilir mi? “3.Kongre” çizgisine karşı durup eleştirenleri tanımlayıp ‘’ art niyetli,sisli hava yaratıp ‘’Sisli hava yaratanlar’’ ‘’yaratmak isteyenler’’ kimdir? Komünistler sisli hava yaratmazlar, onlar sisli olanı açık hale getirirler.Şayet düşman saldırılarından bahsediyorsanız – ki onlarda açıktıro halde bunu açıkça ayıracaksınız.Dört bir yanınız ‘’itirazcı hastalıklı kültür sahipleri sisli hava yaratanlar saldıranlar’’la çevrildiği yaygarasını koparmayı bırakacaksınız.Madem partinin en zayıf olduğu dönemde darbeci yöntemle,ilkesizce yaptığınız köklü değişimle övüneceksiniz korku niye? Kendi cesaretinizin propagandasını kendiniz yapıyorsunuz. Bırakın cesaretinizi başkaları övsün.O halde bu değişime karşı yükselecek eleştirilere karşıda cesur durun!Damgalamak son derece haksız,doğru olmayan tanımlamalara başvurmak da ne oluyor?Bu hakkı nereden alıyorsunuz? “3 Kongre” size kendiniz dışındaki parti gücüne,hakaret etme,onları istediğiniz şekilde tanımlama hakkını mı tanıyor? ‘’3.Kongre”kararları veya çizgisinin kavranıp kavratılmasının bir belli süreç kapsayacak. Hareket bu süreci kendi içinde tartışacaktır.’’ ( H.G. Sayı:74 2014)denmektedir. Anlaşılıyor ki tartışmaktan kasıt herkesin söyleneni kabul etmesidir. Partiden habersiz , Parti için yapılan değişimi kavratma tartışmalarına başlamanız sizin örgüt denilen muazzam aracı hiç mi hiç kavramadığınızı çıplak göstermiştir.Bu vesile ile kalıcı şekilde öğrenilmiş olunacaktır ki, her türden programsal ,stratejik, örgütsel değişimlerin esas olarak Kongre öncesi tartışıldığını çoğunun Kongre öncesinde hangi yönde kararlaştırılacağının netleştiğini Parti tarafından organ ve alt Konferanslar aracılığıyla 58 Devrimci Halkın Günlüğü netleşen örgütsel doğrultu ve stratejik kararların Kongre de son haline kavuşturularak resmileştiği öğrenilecektir. Bu sürecin sonunda Kongre sonuçlanınca hareketin tartışması değil bütün kısır gereksiz tartışmaları bir kenara bırakarak –çünkü öncesinden tartışmış demokratik haklarını kullanmış oldukları için – Kongrenin kararlarını ısrar ve kararlılıkla uygulamaya koyuyorlar. “3.Kongre”ise öncekarar alıp alıp örgütsel her şeyini – ismi dışında – değiştiriyor,sonrasında da ‘’tartışın,kavrayın,itaat edin’’ diyor.Yüksek perdeden konuşmayı seven , ama asla KP önderliğini yapamayacağı bir anlayış ve tutumla örgüt’ü hiçe sayan tasfiyeci oportünizm karşısında dimdik durmaya Partiyi ve haklarımızı savunmaya devam edeceğiz.Olağanüstü olsa da tam iradenin yansıyacağı bir yeni oturumla işlenen suçun açığa çıkarılması ; hata ve eksikliklerin açığa çıkarılması ,devrimci perspektifin açığa çıkarılması tek geçerli yoldur. Demokrasi ilkesini rafa kaldıranlar ‘’ eleştiri hakkı parti içinde vardır, ama tavır alma hakkı yoktur.’’ ( H.G. Sayı : 74 2014 B.can ) demektedirler.Disiplini işleyen KP ‘ de çok doğru olarak eleştiriler demokratik haklar çerçevesinde yerine getirilir. Eylem ve irade birliği zorunludur. Peki ‘’ tavır alma yoktur’’ diyenler kendileri temel ilkeleri çiğnemişse nasıl olacak? Adı KP olan ve özün de bir avuç insanın oturup parmak hesaplarıyla gerçekleştirdiği örgütsel hat, program,strateji değişikliği bir darbe pratiğiyle değiştirilmişse buna nasıl tavır alma hakkı doğmaz.Kongrenin meşruluğu yoktur.Çünkü; tam irade bütününde tartışılmayan ,bilgi sahibi olmadıkları bir strateji kabul edilmiş ve harekete dayatmaya başlamıştır.Elbette ilkelerimizi savunacağız. Değişimin ancak tam iradenin yansıtılacağı bir sonuçla, diğer ifadeyle Parti ile yapılabileceğini bilmeyenlere öğreteceğimizi söylüyoruz.Bazıları Parti denilince sadece kendilerini, birbiriyle uyumlu oportünist takımı olarak anlıyor.Yani kendilerini Partinin sahibi olarak görüyorlar. İradeyi hiçe sayanlar parti iradesi olarak konuşamaz.Bilmediğimiz bir strateji ve programı savunamayız.Gönüllü olarak savaş kurallarına uyduğumuz hareketin amacına bağlıyız.Dar bir grup ‘’tam bilimselci’’olarak ortaya çıksa da 2014 - AĞUSTOS - SAYI: 1 kuralları çiğneyerek parti adına , Partiye rağmen hattını değiştiremez. Hiç kuşkusuz kim olursa olsun,hangi seçkin,bilgiç ve kendini beğenmiş önderler takımı olursa olsun böyle bir durumda kendisini kabul ettiremez.Çünkü; önderlikler parti üstü değil, ancak ve ancak partiye tabi oldukça önderlik edebilirler.Önderler partiye karşı görevlerini ideolojik,politik siyasi açıdan yerine getirdikleri çok yönlü devrimci persfektifiyle partiyi eğitip ileri taşıdığı oranda gerçekten önderliği hak ederler.”3.Kongre”ise parti yi sonu şimdiden kestirilemeyecek bir karmaşaya kaosa sert ve keskin çelişkilere sürüklemiştir.Proleter devrimci önderlik partiyi bir kenara bırakarak particilik yapamaz.”3.Kongre”nin bunu bilmesi gerekir. Tam iradenin yansıtılması doğrultusunda olağanüstü bir çözüm yoluna başvurmaktan başka çözüm yolu yoktur.Maoist harekete bulaşan kiri pası, darbeci oportünist anlayışı söküp atmak için bütün gücüyle çalışmak tutarlı her komünistin görevidir.Herkesi aptal yerine koyanlar yanılacaklardır.’’Beğenmeyenler gider’’tavrıyla olup-bittiye getirip stratejiyi değiştirenler bilmeli ki komünistlerin gidebileceği bir yer yoktur.Devrimci işci sınıfına emekçi,köylülük geniş halk kitlelerinin devrim amacına bağlı bütün devrimci değişimlere açık anlayışıyla bir görevini yerine getirme ısrarıyla komünist çizgide yürüyeceklerdir.Hiç bir oportünist anlayış kızıl güzargahta ilkelerle hareket edenleri sarsamaz. Oportünizm Partide ki yol ayrımını utanç verici bir sahtekarlıkla büyük bir kaos ve darbeyle gerçekleştirmiştir.Güvensizlik yayan savruk karamsarca tasfiyeciliğin varlığından yakınan sürekli şikayet eden saflarda dağınıklığı laçkalığı yaygınlaştıran bozgunculara yoldaş deyip ,arkasından gözyaşı döken , partinin görüşü amacı perfektifi değil, kendi görüş ve amacını esas alan bu darbeci anlayışın uzun süredir at oynattığı etabın sonuna gelindi. Pasifist sağ tasfiyeciler tam iradenin alınmasına gerek duymadan partinin devrim yolunu değiştirerek son darbesini vurdu.’’ Tam bilimselciler’’ stratejiyi değiştirmekle kalmadılar ,bunun önünde duracak devrimci çizgiye saygısızca saldırmaya başladılar.Söyledikleri’’art niyetliler’’ tüm yaşamını devrim mücadelesine adamış yoldaşlarımızdan başkaları değildir.Onların şahsında mahkum edilmek istenen 59 Devrimci Halkın Günlüğü 2014 - AĞUSTOS - SAYI: 1 devrimci çizgidir.Bunu asla unutmayalım.Eğer dürüst, açık ,ilkeli değilseniz komünist olamazsınız. Hukuk,irade çiğnenerek azınlığın,çoğunluğa hükmetme dayatma’da bulunma cüreti devrimci amacı ileri taşıma değildir:Tasfiyeciliktir! Partinin komünist kadroları, foksiyonerleri devrimci sezgilere sahip parti kitlesi tasfiyeciliği kabul etmeyecektir.Tam bir güvenle mücadelemizi ileri taşıyacağız, yılgınlığa,karamsarlığa,dağıtıcılığa,ilkesizliğe yer yoktur.Tasfiyecilik sahtekarca parti nin idolojik dönüşümünü tamamlayarak kaypakkayacı devrimci damarı kesmektedir.Fakat nafiledir.Tasfiyeci dayatmalara karşı dik duracak devrimci dinamik buna izin vermeyecektir. Demokratik hakkımızı kullanarak darbeci,tasfiyeci “3.Kongre” nin çizgisine karşı duruyoruz.’’ Devrimci değişim Parti ile yaratılır’’ Şiarına uygun olarak ‘’ tam bilimselci’’ oportünizme karşı durma görevimizi yerine getireceğiz. Ayrıca bu görevi dar bir çevre tarafından değil bütün yoldaş ların tutarlı ve kararlı mücadelesiyle başarılabileceğini tekrar belirtmek istiyoruz. 60 Devrimci Halkın Günlüğü 2014 - AĞUSTOS - SAYI: 1 “Sınıf Teorisi’nin Dünya-Türkiye-Kuzey Kürdistan’da Siyasi Durum” Analizine Eleştirel Bakış. Başlığından da anlaşılacağı gibi S.T’nin de ileri sürülen kimi sapmalara yanıt vermekle yetineceğimiz için başlı başına Dünya, Türkiye ve K.Kürdistan’da durum tespitlerini bütünüyle değerlendirmeye varan genişlikte olmaycaktır söyleyeceklerimiz. Esas amacımız ST’de ortaya çıkan oportünist eğilimin ideolojik siyasi zayıflığına dikkat çekmektir. Proleter komünist hareket bilimsel teorik donanımındaki yıkılmaz gücü gerçekleri olduğu gibi yaklaşmaktan alır. Şayet olgulara tüm çıplaklığıyla ve olduğu gibi yaklaşmayı başaramamışsanız geleceği temsil etme iddianızda, düşünsel teorik zayıflık ortaya çıkmış demektir. Partimizin teorik olarak taşıdığı yetersizlikler kuşku yok ki mücadelenin her alanında ortaya çıkmaktadır. Komünist ideoloji temeldir ve saçmalıkları taşımayacak kadar gerçeği temsil etmektedir. Proleter hareket komünist ideolojinin ışığında devrimci pratik içerisinde kendisini eğitir. Şayet Marksist-LeninistMaoist ideolojiden uzaklaşmış, siyasi berraklığını kaybetmiş teorik tahlillerle kitlelerin karşısına çıkarsanız, politik olarak savrulur oportünist bir yapı haline dönüşürsünüz. Partimizin ideolojik, siyasi, politik çizgisi, geleneği ve iç tutarlılığının ortaya çıkardığı mücadele kararlılığı oportünist eğilime izin vermez. Daha önce değindiğimiz, kimi meselelerde ifade ettiğimiz gibi partimizin ideolojik seviyesinin yükselmesi, teorik sapmalarla devrimci sınıf bakış açısından uzaklamasıyla başarılamaz. “Açık düşünebilenin ifadesi de açıktır” der Şop Bahaver. Ne yazık ki ST’nin 15. Sayı (2011 Eylül) sında ortaya çıkan siyasi ideolojik bütünlükteki karmaşa partimizin düşüncesinin net olmadığını tüm çıplaklığıyla ortaya çıkarmıştır. Açık düşünmeyen ( ki bunun anlamı devrimci sınıf bakış açısından uzaklaşmaktır ) Partimizin ifadelerindeki muğlaklık oportünist eğilim olarak daha açık hale gelen anlayışı partide ideolojik mücadeleyi zorunlu hale getirmiştir. Eleştirilerimiz sadece sapmalara karşı değil, örgüt ilkelerinin en açık şekilde çiğnenmesi ve önderlerin kendilerini partinin üzerinde bir güç olarak görmelerinin somut ifadesi olan ilkesizlikleri de kapsayacaktır. Buradan hareketle teorik olarak ifade edilen ama pratikte yaşama “geçirilemeyen” “ilerleme sağladık” denilen meselelerde dahi halen Komünist Partinin bilimsel, örgütsel ilke ve işleyişinden ne kadar uzaklaşıldığı da bir nebze olsun anlaşılmış olacaktır. ST neden zamanında ve düzenli çıkmıyor? Halen ideolojik, siyasi ve politik olarak kendisini ifade edemeyen Komünist Parti işçi sınıfı hareketine ve kitlelere önderlik edemez, komünist kadrolar eğitemez, parti aracını güçlendiremez ve yenilgilere uğramasının süreklileşeceğini partimiz yeterince anlamamışsa, ideolojik mücadelemizin değeri de yeterince anlaşılamaz. Bu anlamıyla yeterli düzeyde ciddiyetle ve zorunluluğu kavranmış olsa mevcut güçle ST’nin düzenli çıkması zor değildir. Açık olarak söyleyebiliriz ki parti önderliğimiz Marksist ideolojinin önemini yeterince kavrayamamıştır. Konuya yazının içerisinde değineceğiz. Dünyadaki siyasi durumu genel anlamda değerlendirmek, bu eleştirel çalışmanın konusu değildir. ST’nin yaptığı siyasi değerlendirmelerin 61 Devrimci Halkın Günlüğü ideolojik siyasi zayıflığını göstermek olarak belirtmiştik, çalışmanın amacını. Komünistler her toplumsal sorunu proleterya ve burjuva sınıf çıkarları bakımından incelerler. Toplum ve doğada çelişkisiz hiçbirşey yoktur. Herşey diyalektik zıtlık, birbiriyle mücadelesi içinde, karşıt kutuplar içinde incelenmek zorunda olduğu gibi modern dünyada sınıf savaşımında işçi sınıfı ve emperyalizm bakış açısı içeriğine uygun olarak ortaya koymak zorunlu bir görevdir. Bu anlamıyla dünyanın sömürülen halklarını, ezilen uluslarını ve dünya işçi sınıfını, emekçi köylülerini vahşice sömüren ve zor yolu ile ezen tekelci burjuvazinin amaçları anlatılırken elbette asla ezilip sömürülen sınıfların çıkarları, savaşımları ve devrimci kararlılıkları unutulamaz. Komünistler bir olguya sadece bir taraftan bakmazlar. Her olay ve olguya bütün kapsamı bütün yanlarıyla bakmayı esas alırlar. Bunun anlamı şudur; Olay ve olguların ortaya çıkışı, gelişimi ve sonlanması diyalektik sıralamasını bilimsel açıklıkla takip edebilme, açığa çıkarma ve doğru sonuçlara varma yeteneğinde olabilmektir. Tekellerin emrinde satın alınmış kalemşorlar, burjuva liberalleri, devasa basın yayın sahibi olan tekelci şirketler, emperyalist gruplaşmaları, dünya üzerinde emperyalist grupların birbirleriyle rekabetleri, dünyadaki zenginlikleri sömürmede vardıkları ortak çalışmaların kapsamı, derinliği ve içinde taşıdıkları çelişki, çatışma, vahşi rekabet ve birbirini dışlama güdüsünü yansıtmaktadırlar. Hem de bu genel bilgileri şu ya da bu düzeyde kendini Marksist gösteren analistlerden çok daha iyi yapmaktadırlar. Asıl mesele ise şudur: Tekelci burjuvazinin yaydığı ekonomik krizin hareket yönü ve derinleşmesi ya da zorunlu olarak krizleri aşmanın aracı, emperyalist gruplar şu anda dünyada sürdürdükleri bölgesel savaşların bir dünya savaşına varıp varamayacağı yönünde açık fikirlere sahip olmaktır. Tekelci kapitalizmin gelişim seyri, taşıdığı uzlaşmaz çelişkinin sürdürülemez oluşunun dünyada işçi sınıfına, halk kitlelerine, ezilen ve sömürülen yarı sömürge ülkelere getireceği “geleceğin” ne olduğunu doğru tespit edebilmektir. II. paylaşım savaşından sonra 20. yüzyılın 2014 - AĞUSTOS - SAYI: 1 ikinci yarısının ortalarında daha derinleştirilerek sürdürlen ideolojik saldırının temelinde savaş sadece komünistlerin istediği, AB ve ABD ‘nin özgürlüğün merkezi olduğunu, dünyanın özgürleşmesi için komünizmden kurtulması gerektiğini ve bundan sonra sorunların savaş yoluyla çözülemeyeceğ,i Alman faşizminin dünyada yarattığı yıkımın sorumlusu da “Ruh hastası, psikopat” Hitler idi.! Böylece 1930’lar da başlayan ekonomik krizin bir dünya savaşına erişmesinin iç gelişimini gizleyerek savaşın nedenini bir “Ruh hastası psikopat”a bağlayarak büyük ideolojik perdelenmeyi günümüze kadar sürdürebilmişlerdir. Tekelci kapitalizmin 1930’lardaki ekonomik krizi sadece zor, fetih, imha ve insan aklını zorlayan yöntemlerle insanlığı öğüten bir savaşın ortaya çıkmasıyla tanımlanamaz. Emperyalizmin dünya halklarının tek kurtuluş yolu olarak ortaya çıkan ve kıpkızıl parlamakta olan sosyalizm bayrağını indirme amacının en öne geçtiği bir savaş olarak tanımlamak zorundadır. Dünya halklarının kanını akıtan, zenginliğini yok eden kapitalist barbarlığın bu savaşından sonra, 20. yüzyılın ikinci yarısında emperyalist güçler barışı, demokrasiyi ve diyalog ve uzlaşmayı benimsiyor dedikçe dünyanın yarı sömürge ülkelerinde savaşlar yürüttüler, darbeler düzenlediler, ülkeleri açıktan işgal edip bombaladılar. Son 60 yılda ikinci dünya savaşında ölen insan sayısından fazla insan öldürdüler. Dünyada sosyalist devletlerin içinde kapitalizmin restore edilmesi ve resmi olarak yıkılışını ilan ettikten sonraki son 20 yılda emperyalizmin dünya halkları ve ezilen uluslarına karşı saldırısını dahada pervasızlaştırmıştır. Burjuvazi dünyaya “Komünizm öldü” ilanında bulunsa da, ölen komünizm değildir. Ölmekte olanın tekelci kapitalizmin kendisi olduğu gün gibi ortadadır. 2008’den beri ABD’de patlak veren ve dünya ölçeğinde giderek derinleşmekte olan ekonomik kriz, dünyanın birçok bölgesinde siyasi iktidarsızlığı ortaya çıkarmıştır. ABD, Rusya, Çin ve AB içinde var olan emperyalist gruplaşmaların dünya üzerindeki paylaşım rekabeti sahte gülücüklerin yayıldığı, barış elçileri görünümlerindeki uyumlu toplantı pozlarını sona erdirdiği bir döneme girilmiştir. 62 Devrimci Halkın Günlüğü Dünya tekellerinin yaşadığı ekonomik krizin iflaslar geçirdikleri koşullarda son 10 yıldaki kaosta büyümeye devam eden tek sektör savaş sanayi tekelleri olmuştur. Dünyanın emperyalist tekelci devletleri Rusya, Çin, Fransa, AB, Almanya, İngiltere, İspanya, İtalya başta olmak üzere ve emperyalistlerin kuklaları olan yarı sömürge devletler hızla silahlanma yarışına devam etmektedirler. Türkiye devleti de silahlanmaya devam eden ülkeler arasındadır. Hiç kuşkusuz barışçıl bir dünyaya doğru gidilmiş olması halinde, dünya devletleri tarihte hiç olmadık kadar teknolojik, biyolojik, nükleer, kimyasal silahlarla donanmazlardı. Daha büyük tartışmasız mutlak egemenlikler kurmak, ekonomik zenginlikleri bütünüyle ele geçirip daha büyük emperyalist blokları safdışı etme ve onları da kendi pazarlarına dönüştürmek için emperyalizm savaşlara hazırlanmaktadır. Dünya ve kapitalizmin tarihi bölge ve tek tek ülkeleri işgal etme, zor yolu ile bölge ve ülkeleri denetim altına alıp mutlak egemenlik kurmanın ortaya çıkardığı koşullarda, daima daha büyük çelişkilerin filizlendiğini ve daha büyük savaşlara evirdiğini göstermektedir. Leninizmin emperyalizmin teorisi 21.yy da tüm açıklığıyla kendi doğruluğunu korumaktadır. Günümüzde burjuva bakış açısının etkisi altında kalan “barışçıl ve insancıl” ikiyüzlü sahtekarca söylemleri halk kitlelerini, dünya ezilen sınıflarını yanıltma amaçlı ideolojik saldırılar olduğunu ayırt edemeyen her türden oportünist akımlar dahil dünyadaki çelişki ve çatışmaların bir dünya savaşına evrilemeyeceği gibi kesinlik içeren tespitlerde bulunabilmektedirler. Bunu söylerken emperyalizmin son 60 yılda her zaman bölgesel savaşları yürüttüğünü unutmaktadırlar.Yine bunu söylerken, Irak, Afganistan işgalini, 2011’de Kuzey Afrika ve Orta Doğu’da ortaya çıkan devrimci durum sonrasında emperyalist güçlerin Tunus, Mısır, Yemen, Bahreyn, Libya ve şuanda Suriye’deki gelişmelere hangi araçlarla katıldıklarını unutuyorlar. Suriye gibi küçük bir ülkede devam eden halk ayaklanmaları Esad diktatörlüğünün yıkılması için halk kitlelelerinin devrimci ayaklanmasını kendi amaçları doğrultusunda kullanmak için her türlü 2014 - AĞUSTOS - SAYI: 1 yöntem ve yolu deneyen tekelci burjuvazinin dünya ölçeğindeki rekabet ve çelişkilerini Suriye gibi bir ülkede nasıl ortaya çıktığını unutuyorlar. Halkı diktatörlerden kurtaracağını söyleyen ABD ve fino köpeği Sarkoz Fransasını Esad diktatörlüğü altında ezilen Kürt ulusunun taleplerini görmezden gelerek, her açıklamalarında “Suriyenin toprak bütünlüğünü önemsiyoruz” demelerinin altında Suriye’yi yeniden yapılandırarak Lübnan, Ürdün, Beyrut kısacası büyük Filistin toprakları olan ülkelerdeki siyasi, politik yapılanmaları etki altında tutmak ve İran’a yapacakları saldırının ön temizliğini gerçekleştirmektir. Bunu yaparken Kürt ulusunun haklarını tanımamak yönünde gerek Arap milliyetçilerine gerekse Türk devletine verilen taahhütler, Suriye kuşatmasında Türk devletinin saldırganlığını açıklamaktadır. Evet, küçük ve önemsiz gözüken Suriye üzerinde ortaya çıkan emperyalist kamplar arasındaki çelişki ve dalaş dünya ölçeğindeki çelişkilerin bir görünümü niteliğindedir. Kapitalizmin krizi, ABD’nin başını çektiği emperyalist kampın dünyadaki egemenliği uğruna bölgesel olarak veya tek tek ülkeleri işgal etmeyi normal bir hak gibi göstererek, diğer emperyal blokların alanını, Pazar payını daraltmayı, onları çevrelemeyi başarmış ve tehdit boyutunu arttırmış olması ancak savaş yoluyla ortadan kalkabilir. Dünyada emperyalistler arası soluklanma ve “barış” molası sonlanmıştır. Tüm veriler daha büyük savaşın koşullarını olgunlaştırmaktadır.21 yy savaşlar, ayaklanmalar ve devrimler yüzyılı olacaktır. Bu anlamıyla Maoistler “emperyalistlerin kendi aralarındaki çelişkileri bu süreçte savaş yöntemleriyle çözmeleri uygun değildir” gibi saçmalıkları dillendirmekten ziyade emperyalizmin tüm yönleriyle bir dünya savaşını olgunlaştıran dinamiklerini anlatmak zorundadırlar. ST emperyalist bloklar arasındaki çelişkiler ve çelişkileri çözme aracı olan savaş hakkında ne demektedir?“Emperyalizmin ortak sistemsel kaygılarda birleşmesi” ne anlama gelmektedir? Denge ve uyumun korunması subjektif yani politik güçlerin karar verebilecekleri bir mesele midir yoksa tamamen nesnel koşulların ekonomik temeli üzerinde mi şekillenmektedir? Savaşlar kötü niyetli komutan ve hükümetlerin işi midir? Yoksa kapitalizmin , 63 Devrimci Halkın Günlüğü emperyalizmin içsel ekonomik gelişiminde savaşlar krizleri aşmanın vazgeçilmez aracı mıdır.?! “Emperyalist bloklar arası çelişkiler keskinleşse de içinden geçtikleri süreç emperyalist blokların aralarındaki çelişkileri savaş yöntemiyle çözmelerine uygun değildir. Bir taraftan sistemin yapısal finans krizin derinliği ve bunun emperyalist blokları ortak sistemsel kaygıda birleştirmesi, diğer taraftan bu nesnel zemindende bağımsız olmayan sosyal patlamalar korkusu yada tehdidi emperyalistler arasında belli bir denge yada uyumun korunmasını koşullamaktadır.” ST Sf: 8 Sayı:15 2011 ST’de çıkan bu görüşler hatalıdır. Emperyalist savaşların içsel nesnel temelini anlamayanlar ya da gerçeği gizlemek isteyenler ancak böyle konuşabilir. Her ne kadar “yakında bir paylaşım savaşı gözükmemektedir” Sf:8 desede. Hemen aynı sayfada “ortaya çıkacak muhtemel koşullar emperyalist güçlerin yeni bir paylaşım savaşına girmesine kapı aralayabilir’’ demektedir. Hem o hem bu olasığını işlerken içinden geçilen süreçten kaynaklı emperyalistlerin savaş yöntemiyle sorunları çözemeyecekleri kesinliğini koyabilmektedir. Hemde şu gerçeklere dayanarak : “Finans krizinin derinliği, sistemle kaygılar sosyal patlamalar korkusu-tehdidi” ve benzeri gerekçeler sıralanarak emperyalist güçler arası bir “uyum ve denge zorunluymuş ” denmektedir. Birincisi: Emperyalist savaşlar tekellerin içine düştükleri ekonomik krizi buna bağlı olarak siyasi istikrarsızlığı ve krizi aşmak, dünya ölçeğinde tamamlanmış ekonomik pazarlar üzerindeki denetimi yeniden paylaşmak için savaşların kapitalist üretimin zorunlu sonucu olduğunu biliyoruz. İkincisi: Ekonomik krizler emperyalist bloklar arasındaki uyumu arttırmaz, bilakis derinleştirir. Daha büyük ve güçlü olan blokların daha zayıf ve güçsüz olan emperyalist bloklar üzerinde baskı oluşturmaya dünyadaki egemenlik ilişkisinde kendilerine yedeklenmesi gerektiği siyasetini daha fazla ve şiddetli dayatmaları ortaya çıkar. Çünkü tekelci burjuvazinin iradesiyle ekonomik krizlerin uyum, uzlaşma ve benzeriyle ortadan kalkması durumu söz konusu değildir. Sistemsel “kaygılardan” çok ortaya çıkmakta olan devasa işsizlik 2014 - AĞUSTOS - SAYI: 1 derinleştikçe kıtlığa varan ekonomik tükeniş, üretimin durmasının, aşılmasının yollarını emperyalizm savaşlarla çözmeye kalkar. Hiçbir sosyal patlama endişesi emperyalist savaşları durduramaz. Bu anlamda ST’de ileri sürülen gerekçeler teorik sapma olarak değerlendirilebilinir. 1909’da II. Enternasyonel bir Avrupa savaşının kapıda olduğunu ve devrimlerin güncelleştiği tespitini yaparken burjuvazi bu olgulardan habersizdi denemez. Buna rağmen I. Paylaşım savaşı çıktı ve devrimler kaçınılmaz hale geldi, zaferle taçlandı. Tekelci burjuvazinin kan emici blokları arasında uyumu ve dengeyi belirleyen nesnel koşullar ve üzerinde boy veren krizleri, sosyal patlamaları sistem kaygısı taşıyan “akıllı” yöneticilerin öngörüleri değil, bizzat ekonomik paylaşım, bu paylaşım uğruna fetih, istila ve doymaz kar hırsıyla dünyayı yeniden paylaşma rekabeti belirlemektedir. Kapitalizm başka türlü sistemi sürdüremeyeceği içindir ki savaşa başvurmaktadır. Savaş yoluyla çelişkileri çözme kavramı muğlâktır. Savaş yolu ile Pazar alanlarını genişletme daha fazla kar elde etmek için savaşa başvurma gerçeği asla gözden kaçırılamaz. Bilindiği gibi Kautsky 1914-15 savaşında emperyalist blokların bu büyük yıkımdan doğru dersler çıkardıklarını, artık dialog ve uzlaşma yolu ile sorunları çözeceklerini ifade ediyordu, ama dünya I.paylaşım savaşından çok daha büyük bir savaş daha gördü. Bunun dışında ise emperyalizm dünyanın ezilen ulus ve halklarına karşı sürekli savaş halini sürdürmüştür. S.T. “emperyalist bloklar arasında savaş çıkması güncel değildir” derken sunduğu gerçekler ve kesinlik ifadesiyle emperyalizmin tarihsel çelişkisi ve gelişim seyrine ters saptamalarda bulunmuştur. S.T. esas enerjisini emperyalizmin neden bölgesel savaşlar sürdürdüğünü ve bir dünya savaşını kendi çelişkisi içinde nasıl taşıdığını anlatmaya harcamalıdır. Bırakın burjuva idologlar daimi “barışçılar” 3.Dünya savaşının çıkmayacağını 64 Devrimci Halkın Günlüğü anlata dursunlar. Bırakın tüm dünyada emperyalist güçlerin ve uydu devletlerinin tam hızla silahlandığı koşullarda “barış” için silahlandıklarını, savaş yoluna başvurmayacaklarını anlatsınlar. Ama gerçek savaş sirenleri çalmaya devam edecektir. S.T’nin dünya siyasi değerlendirmesinde eleştirilmesi gereken birçok yan vardır. Fakat hepsine uzun uzadıya değinmeye koşullarımız el vermemektedir. Ama belirtmeden geçemeyeceğimiz bir hususta S.T’nin K.Afrika, Ortadoğudaki devrimci halk ayaklanmalarını değerlendirişindeki çarpıklıktır. Ağzında birçok laf geveledikten sonra söylediklerinin son noktası şudur: “Ortadoğu ve K.Afrika’da ki halk ayaklanmalarının emperyalizmin bölgeyi yeniden düzenlemenin bir oyunu olduğu” tespitine varmış olmasıdır. S.T bunu her şeyden fazla dillendirdiğine göre K.Afrika ve Ortadoğu’da devrimci sürecin ortaya çıktığını söylememesi gerekir. Gerçi söyledikleri hali hazırda bu anlama gelmektedir. Türkiye devirmci hareketinin ezberci, dogmatik felsefi yapısındaki pratik ve teorik saptamaların bir benzerini yapan ST’nin K.Afrika, Ortadoğudaki halk ayaklanmaları ortaya çıkan devrimci durum karşısındaki görüşlerini zaman geçirmezsizin gözden geçirmesi gerekmektedir. ST’nin saptaması halk kitlelerinin devrimci istekleri uğruna devrimci tarzla diktatörlüklere karşı ölümü göze alarak meydan okumaları ve binlercesinin katledilmesindeki nesnel devrimci koşulları doğru görmeyenler komünist bakış açısına sahip değillerdir. ST’nin meselelere bakışının yarattığı sonuç ifadesini şöyle bulmaktadır. “Her değişim yada yenilik ileri dönük değildir ve olmlu anlam taşımaz. Örneğin; Tunus, Mısır, Libya’da değişen iktidarlar bu olumluluğu taşımaz” Halkın Günlüğü 10 -20 Şubat 2012 Sayı : 30 Aynı ST AKP hükümeti döneminde yapılan “değişimlerin” halkın bilincinde olumluk yarattığını söylemektedir. Ortadoğudaki değişimlerin ise olumlu bir tarafı bulunmuyormuş. Birincisi: Halkın meşru demokratik talepleri uğruna ayakalanması, diktatörlerin yıkılmasını, emperyalist kukla devlete ve egemen sınıfları varolandan daha demokratik değişimlere 2014 - AĞUSTOS - SAYI: 1 zorlamasını ve bu isteklerinin bir kısmını da elde etmesi devrimcidir. Bu değişime, devrim olmadı diye gerici yada “olumluluk taşımaz ” denemez. Tek partili bir faşist diktatörlükte çok partili bir parlementer demokrasi istemek halkı özgürleştirmez, ama bu talepler ilericidir ve desteklenir. Ordunun siyaset üzerindeki etkinliğinin azalmasını istemek halkı özgürleştirmez ama talep daha demokratik ve meşrudur. Ayaklanan halkın devrimci- demokratik isteğidir. Açlık, yoksulluk, baskı ve zulüm son bulsun, demokratik ve adaletli bir düzen istiyorum demekle halk kitleleri özgürleşmez bunu biliyoruz. Halk kitlelerinin özgürlüğü olmayacak yerde araması sadece onların eksik hatalı sınıf bilinçsiz yanını gösterir, ama asla onların devrimci olmadığını göstermez. Ayaklanmaları ve değişimi canları pahasına tanklara karşı direnerek istemeleri olumludur ve devrimcidir. Kadınların alanlarda erkeklerle direnip savaşmalarının devrimci bilincini kim nasıl yatsıyabilir. Fakat ST dogmatikçe halk ayaklanmalarını emperyalizmin bir oyunu gibi sunmaktan geri durmamaktadır. Gazi mahallesinde faşist saldırıya karşı direnişe geçen halk kitleleri sosyalist parti direktifiyle sokaklara çıkmadılar. Komünist değillerdi. Direnirken faşist Türk ordusunu alkışlayıp “Asker buraya” demekteydiler. Direnen Gazi de şehit düşen halkımızı, halk evlatlarını devrimci hareket halen anmaktadır. Peki; zulme, baskıya, yoksulluğa isyan eden daha demokratik bir düzen için ölümüne direnen Arap halkı neden devrimci değilmiş ve olumluluk taşımıyormuş? Emperyalist güçler yada tek tek partiler devrimci durumu yaratıp halk kitlelelerini aylara, yıllara varacak ayaklanmalara sürükleyemezler. Devrimci süreçler tek tek emperyalist ülke, parti ve sınıfların iradelerinin dışında ortaya çıkan nesnel bir durumdur. Faşist burjuva feodal diktatörlüklerde taleplerin burjuva çerçevede kalması halk ayaklanmalarının ilerici olmadığı, devrimci öz taşımadığı anlamına asla gelmez. Komünistler demokratik değişimlerin özsel içeriğinin ne anlama geldiğini 65 Devrimci Halkın Günlüğü halk kitlelerine daima anlattılar. Suriye de, Esad diktatörlüğüne karşı halk kitlelerinin çok partili sistemi istemesi, parlementonun işlevselleşmesi, ordunun ve denetiminin son bulması, kadın haklarında düzenlemelerin yapılmasının talep edilmesi, farklı dini gruplara veya ulusal yapıların haklarının tanınması, özetlersek daha özgür ve adaletli bir toplum arzusuyla ayaklanmaları ve diktatörlüğü değiştirmek için canlarını vererek zorlamalarına devrimci değil demek için Marksist –devrimci durum- devrimci süreçler teorisini hiç bilmemek gerekir. Suriyede Kürt ulusu baskı altındadır. Aynı şekilde ulusal olarak Kürtler kendilerini Demokratik Özerk bir statüde şimdilik yaşama hakkının tanınmasını istemektedirler. Aktif olarak ayaklanmalara katılmamaları Batı Kürdistanlılara elbette unutulmayacak bir leke yapıştırmıştır. Ama buna rağmen beşer- onar öldürülmekten de kurtulamamaktadırlar. Zira herşeye karşın Kürtlerde örgütlü bir güç olarak Esad diktatörlüğünü demokratik değişime zorlamaktadırlar. Kürt ulusunun taleplerinin halen devrimci olduğunu unutanlar elbette hatalı sonuçlarla herekesi herşeyi emperyalizmin bir oyunu oyuncağı olarak görmeye devam edeceklerdir. ST, Ortadoğu, K. Afrika devrimci halk ayaklanmalarının sadece emperyalizmin bölgesel çıkarları çerçevesinde, işbirlikçi kukla devletleri yeniden düzenlemeleri, ayaklanma koşullarından yararlanma somut durumdan yola çıkarak meseleleri açıklamaya kalkarken; nesnel koşulların ortaya çıkardığı devrimci krizin (devrimci durumun) ekonomik temeli ezilen sınıfların devrimci hareketlenmesi halk kitlelerine kazandırdıkları deneyim pratikten öğrenme, eğitilmelerini sağlayan savaşımını görmezlikten gelmektedir. Oysa emperyalizmin yarı sömürgelerde ayaklanmalar sonrası yapmak istedikleri değişimleri açıklamak için nesnel devrimci durumu bütünlüklü analiz etmek gerekmektedir. Günümüzde Kuzey Kürdistanda burjuva talepler uğruna serhildana kalkan Kürtlerin (Newroz kutlamaları, şehit gerillaların uğurlama törenlerine katılan halk kitlelerinin katledildiği bütün gösteriler hatırlanmalıdır) ölüm pahasına taleplerini dillendirmelerine, sokakları feth etmeleri nasıl ki devrimci diyoruz Orta Doğu, Kuzey 2014 - AĞUSTOS - SAYI: 1 Afrika da ki halk ayaklanmalarına da demeliyiz! Halkın devrimci isyanı komünistlerin varlığı yada yokluğuyla açıklanamaz, bilakis komünistlerin kendisi ve ayaklanmalarda nesnel koşulların ortaya çıkardıklarıyla çok kolaylıkla açıklanabilir. Ortadoğudaki halk ayaklanmalarının içinde olan (hali hazırda kürtlerin 4 ülkede savaş verdikleri unutulmamalıdır) Kürdistanın devrimci durumu görülmeden hiçbir politik taktik, siyasi tespit, Türkiye ve Kürdistan devrimci -devrimperspektif haline gelemez. Partimiz Kürdistanın, Ortadoğu ve Afrikada ortaya çıkan devrimci durumun bir parçası olduğunu anlayamamış, yapılan tespitlerden anlaşılmıştır. Çünkü partimizin harıl harıl kaynayan bir devrimci volkan enerjisi taşıyan Kürdistana yüzünü dönmeye niyeti yoktur. !!! Masa başı burjuva libarellerin bakış açısıyla harmanlanmış toplama kes-yapıştır bilgilerle kaba dogmatik teorilerle bugün Ortadoğu ve Kuzey Afrikadaki halk ayaklanmalarını değerlendirmektedir. Örneğin Suriye de nesnel gelişmelerin Türkiye ve Kürdistan devrim sürecindeki etkilerini analiz eden bir çalışmaya rastlamak mümkün gözükmemektedir. Çünkü partimiz K.Kürdistan’da komünist mücadelenin devrimci enerji ve kalkışma ruhunu taşıyan Kürt halk kitleleriyle bütünleşmeden örgütlenemeyeceğiğni kavrayamamıştır. Suriyedeki gelişmeler, Ortadoğudaki ayaklanmalar, Türk burjuvazisini ilgilendirdiği kadar (“Suriye bizim iç meselemiz ” diyen R.Tayyip in sözü hatırlanmalıdır) partimizi ilgilendirmiyor ama şu bilinmelidirki; Suriyedeki sistemsel siyasi, politik gelişmeler tüm bölgeyi etkileyecek düzeyde önemlidir. Uluslararası bir sorun olarak Kürt ulusal sorunu her bakımdan çok daha yaygın konuşulacak olmasının yanında ülke devrimimizin, devrim mücadelemizin bir parçası olarak partimizin sorunudur. Partimiz, K.Afrika ve Ortadoğu halk ayaklanmalarını emperyalizmin bir oyunu nitelerken bu sorunun bir parçası olduğunu asla düşünmüyor. Ortadoğu da haklı taleplerinden dil ucuyla bahsedip emperyalizmin bölgesel düzenlemesine dair haddinden fazla tekrara düşerken devrimci ayaklanmalarının ülkemiz (Türkiye ve Kürdistan) devrimiyle ilişkisi, etkileri ve olası sonuçları üzerine tek söz bile etmiyor-edemiyor.Çünkü Güney Kürdistan’da ezilen, 66 Devrimci Halkın Günlüğü yeni katliamların tehlikesi altında olan Kürt ulusunun Kuzey Kürdistan da Kürt halkını dolayısıyla da Türk halkını ilgilendirdiğini düşünemiyor. Partimiz yazınlarındaki yerel yönetimler ve kültürel çalışmalara yer verdiği kadar Orta Doğu’daki gelişmeler veya ayaklanmaların komünist harekete sağlayacağı olanaklar, ortaya çıkardığı gerçeklere yer vermiyor. Şayet partimiz Dersim dışında bir yeri görmemeye devam ederse yaşadığı iç tasfiyeyi durduramayacak ve gözleri gerçekleri göremez hale gelecektir. Şayet Kürdistan ve Türkiye devriminin önder gücüyüz demeye devam ediyorsak, bizzat kitlelerin elleriyle taşınan devrimci sürece nasıl seyirci kalabilriz? Kalmamalıyız, kalmayacağız… Seyirci kalma durumu Kürdistanı tamamıyla ulusal harekete havale etme bakış açısının bir sonucudur. Teorik olarak her ne kadar bu olgu kabul edilmemiş olsa da, ne yazık ki sadece Türkiye işçi sınıfını temsil eden bir partiye dönüşen sosyal-şovenist tutucu politik kavrayışla bilimsel enternasyonel örgütlenme ihtiyacını reddeden pratiğiyle Kürdistan’dan kopmuştur. Bu nedenle Kürdistan’daki devrimci süreci doğru değerlendiremediği gibi, devrimci sürecin bir parçası durumuna gelmemektedir. Oportünist, ezen ulusun devrimci hareketinin bakış açısının etkisi altında kurtulamayan kavrayış tabiki Kürdistan’nın aynı zamanda ortadoğuda ki gelişmelerin bir parçası olduğunu umursamaz “Marksist Devrimci Durum Kavrayışı Üzerine” isimli çalışmada konu daha geniş işlenmişti. Bu nedenle daha fazla uzatmadan söz konusu çalışmaya bakılmasını da önemsiyoruz. Partimizin Afrika ve Orta Doğu da ki halk ayaklanmalarını değerlendirmeleri Marksist kavrayıştan uzaktır. Düzeltilmesi gerekmektedir. Doktriner teorilerden çok kitlelerin ayağa kalktığı devrimci koşullara bakmalıyız. Gerçek çıplak olarak karşımızda durmaktadır. .(Daha önce sunduğumuz çalışmada devrimci durum kavrayışındaki hatalara işaret etmiştik.) 2014 - AĞUSTOS - SAYI: 1 S.T’nin “Türkiye –Kuzey Kürdistan’da Siyasi Durum” Değerlendirmesindeki Burjuva Etkiler. Emperyalizm ve işbirlikçi faşist kukla Türk devletinin tarihsel süreçteki kanlı geçmişini ve gelişimini detaylı anlatmak bu yazının konusu değildir. Buna rağmen tekelci burjuvazinin işbirlikçisi Türk egemen sınıflarının ideolojik, politik ve siyasi iktidarını günümüz açısından irdelerken tarihe uzanmak zorunda kalabiliriz. Materyalist diyalektik görüş açısı, üst yapı kurumu olan partileri, siyasi yapıyı, kültür ve ahlakı, dini, toplumun ekonomik alt yapısını inceleyerek yanıtlar. Bizlerde 21. Yüzyılın ilk çeyreğinde emperyalizmin üzerinde at koşturduğu politik ve siyasi güçleri kendi amaçları doğrultusunda şekillendirip kalıba döktüğü üst yapı kurumlarının kendi aralarındaki çatışmaları ve benimsedikleri ideolojik içeriğin dayandığı temeli açıklamayı esas alarak meseleleri analiz edeceğiz. Neden nasıl ele alacağımızı belirtiyoruz. Çünkü Parti önderliğimiz, devrimci anlayışımızın tersine siyasi partilerin arasındaki rekabeti esas alarak toplumun ve ideolojilerin değişimini, iktidarların el değiştirdiğini vb. biçimde ele almıştır. İşte bu nedenle burjuva partilerde ve aralarındaki rekabetten bahsederken burjuva-feodal sınıf iktidarını ve dayandıkları ekonomi temeli unutmaktadırlar. Söz konusu tespitleri değerlendirmeye geçmeden Parti tüzük ilkelerini Parti Üye’lerin (PÜ) hatırlatması zorunludur.Çünkü ancak ve ancak kongrelerde değiştirilebilecek , yada netleştirilebilecek meseleler parti önderliği tarafından çiğnenmiştir.Şayet Parti önderliği kendi başına programsal yada bir önceki kongrelerin belirlediği kararları ortadan kaldırabiliyor, yeni program ve tespitler oluşturabiliyorsa Parti’ye ne gerek vardır!!! KP’nin tüzük ilkelerini çiğnemek suçtur!!! Parti karşısında hesap vermeyi gerektirir. Partiden büyük önderler yoktur. Kim olursa olsun tüzük ilkelerine uygun hareket etmek zorundadır. 67 Devrimci Halkın Günlüğü Kendisini partiden üstün gören anlayış pratiklerin mahkûm edilmesi, özeleştiriye davet edilmesi zorunludur. Şayet programsal ve tüzüksel değişikliklere gitmek, yeni stratejik belirlemeler yapma ihtiyacı varsa partiyi hiç geçiktirmeden kongreye taşımak gerekir. Fakat kongreye taşımaktan çok kendi fikirlerini partinin fikir ve görüşleriymiş gibi savunmaya başlamak düpedüz partiye darbedir. Hali hazırda darbecilik eleştirileri ve tartışmalarıyla yıllarını tüketen bir hareketin çıkardığı onca dersin varlığından söz ediyorken partinin ideolojik siyasi anlayışına ters yönde tespitlerde bulunulması, devrimci çizginin muğlâklaştırılması, Oportunist eğilimin darbe yaparak ortaya çıkışı hak ettiği cevabı alacaktır. Masumane tespitler olarak değerlendirmekten ziyade partimizin içinde ki oportünist bakış açısının kural ve ilke tanımadan konu ettiğimiz fikirleri partimizin görüşleriymiş gibi yansıtılmış olmasıdır. Önderlik suç işleyerek kendi görüşlerini tek ve mutlak doğru olarak sunabilir ilkeli komünistler, PÜ’lerini tüm partiyi oportünist eğilimi ve tüzüğü çiğneyenleri ve işleyenleri tanımaya ve tavır takınmaya davet ediyoruz. Parti tüzüğü şunu söyler : “MK konferans, kongre karar ve anlayışlarını değiştiremez”. MK önderlik olarak hiçmi siyasi, politik değerlendirme yapamaz diye sorulabilinir. Elbette MK siyasi değerlendirmeler yapmak zorunda olduğu gibi partiyi ve devrim gücünü yönetmekle sorumludur. Bu görevine bağlı olarak perspektif sunmak zorundadır da. Lakin MK’nın tüm siyasi, politik, programsal, tespit ve perspektifleri kongre-konferanslar da belirlenen program tüzük, strateji ve kararlara uygun olmak zorundadır. Kongrenin “kara”dediği-şeye MK’nın ”ak” deme yetkisi yoktur. “Karayı”,”ak” yapması için Kongre’ye gitmesi gerekmektedir.Örneğin: Kaypakkayacı Hareket kırk yılı geçkindir Türk egemen sınıflarının egemen ideolojisi Kemalizm olarak ifade edilen faşist ideolojidir. Tespitini benimsemişken MK yada SB kalkıp bir anda “Kemalistler tasfiye oldu”, “Kemalizm egemen ideoloji olmaktan çıktı’’diyemez. Neden diyemeyeceğini açacak olursak; Çünkü partimizin 1972’ den beri benimsediği bu devrimci Marksist analizler 1 ve 2. Kongre’de sürdürülmüş ve resmi görüş olmayada devam ettirilmiştir. O halde önderliğimiz “Fethullah Gülen faşizmi“ 2014 - AĞUSTOS - SAYI: 1 ‘’Kemalist ideoloji yerine Türk egemen sınıfların ideolojisi haline geldi’’ tespitini partimizin görüşü haline getirmek istiyorsa önce bu anlayışı kongrede netleştirmek zorundadır. Bu ve benzeri anlayışların, kongreye değil de basına taşıyor ve partimizin fikirleriymiş gibi sunuyorsa suç işliyor, darbeci –duruma düşüyor demektir. Burdan yola çıkılarak yapılan tespitlerin doğruluğu yada yanlışığı bir yana- ki oportünizm apaçıktır-öncelikle tüzük ilkeleri çiğnenmiştir. MK, SB partinin hangi anlayışlarını çiğnemiştir. 1-) Kemalizm olarak ifade edilen ideolojinin emperyalist işbirlikçi milliyetçi Türk egemen sınıflarının ideolojisidir tespiti partimizin resmi anlayışıdır. MK, SB partimizin söz konusu anlayışını ve tespitini kongreye gitmeden değiştiremez. 2-) Kürt ulusal hareketinin değerlendirilmesin de partimiz PKK’yi devrimci ulusal hareket olarak tanımlamıştır.Bir hatırlatma yapalım: Reformist ulusal hareketlerin komünistlerce desteklenmeyeceğini- hatırlatarak, günümüzde çoğunlukla ulusal hareketinin eksenine girip kuyrukçuluk yapan TDH’nin “PKK reformisttir ” değerlendirmesine rağmen kapsamlı bir eleştiri ve özeleştirisi yoktur.Madem ki PKK reformisttir.Devrimci “Marksistlerin” HDK’da ne işi var?! Kendi tespitlerine dahi uygun davranmadıkları açıktır. Oportünist önderlik 1.ve2. Kongre’nin ulusal hareketin niteliğine dair tespitini Kongre’ye gitmeden değiştirmiştir. 3-) Ulusal sorunun proleter devrimin bir parçası olduğu bakış açımız bilinmektedir. K.Kürdistanda (Kürdistan) ulusal sorun çelişkisi ve çözümü için “özel program uygulanması” nda bahsedilmektedir.(Sayfa28-29 S.T) öncelikle program oluşturulacaksa bu ancak kongre ile gerçekleştirilebilinir. İkincisi: programların ortaya çıkarılması ihtiyacı varsa içeriği belli olmayacak şekilde programların uygulanacağından bahsetmek parti işleyini çiğnemektir. Ayrıca program olarak kabul edilip MK – SB tarafından sözü edilen programın Parti tarafından kabul edilip – edilmeyeceğini nereden bilmektedirler.?! Tasarlanan herneyse kabul edilmediğinde halk kitlelerine ne cevap verilecektir.Şunu mu diyeceğiz: Kâğıt kalemi eline aldığında 68 Devrimci Halkın Günlüğü lafazanlık yapan yoldaşlarımızın saçmalıklarıydı. Partimizce kabul edilmedi. 4-) 1993 DPK da çeşitli kavramlar üzerine tartışmalar yürütülmüş ve “ Faşist Türk Devleti” kavramı benim senmiştir. Fakat MK, SB “Faşist Türk Devleti, Faşist Kemalist Diktatörlük“ vb. kavramları kaldırmıştır.Yerine “T.C”, “T.C Devleti” kavramlarını geçirmiştir. Önderliğimiz 93 OPK’sını kendi tarihi olarak görmemiş olmalı ki benimsediği kavramlarıda parti iradesine danışmadan değiştirmiştir. Faşist Türk Devleti olarak yazdığımız yazılar değiştirilerek “ TC Devleti“ yazılmaktadır. Benimsenen kavramlar parti yazınımızda açıkca anlaşılmaktadır. O halde şöyle bir soru yöneltelim: Almanya ve Fransa’dan bahsedilerken “Almanya yada Fransa Cumhuriyeti Devletimi deniliyor?” Yukarıda dört madde altında belirttiğimiz tespitlerde MK – SB, Parti tüzüğünü çiğnemiştir. Sıradan bir PÜ’nin tüzük ihlalinden bahsetmiyoruz. Bahsettiğimiz MK-SB’nin tüzüğü ihlal etmesi ve suç işlemesiyle partinin harekete geçmesi gerekmektedir. Bugün bu derece anlayışlarımızı değiştiren MK-SB yarın partimizi burjuvazinin kapısından içeri sokmak için çalışmayacağını kimse söyleyemez. Oportünizm ilkesizliği ilke haline getiren bir eğilimdir. KP’nin önderliğini tek bir mesele de bile ilkelerini çiğnemesi asla görmezden gelinmeyecek ciddi bir gelişmedir. Bu temel gerçeği kavrayamanlar KP’ni ve disiplini devrimdeki rolünü Parti ve önderlik ilişkisinin devrimci biçimini-içeriğini asla anlayamamışlardır. Tüzük şunu söyler: Hapishanelerde parti üyelerinin kongrelerde parti organlarına seçme ve seçilme hakkı olmamakla birlikte, kendilerine sunulan alt kongrelerde gündem maddeleri üzerinde görüş belirtme ve kararlara ilişkin oy hakkı vardır. Gündemler hakkında bilgilendirilmeleri ve görüşlerinin alınması zorunludur.Tam bu meselelerde hapishanelerde ki parti üyeleri bilgilendirilmediği gibi zor koşullar altında ideolojik , politik siyasi tespit önerilerle katkı sunma çabaları önderlik tarafından engellenmiştir. Mevcut durum bunu ifade ediyor !!! Öneri ve eleştirilerin parti merkezine ulaştırılmaması, merkeze ulaşanların ise parti iradesinden gizlenmesi nasıl bir kuşatma 2014 - AĞUSTOS - SAYI: 1 altında olduğunun anlaşılmasının yanında, henüz demokratik ve ilkeli işleyen bir KP haline gelmediğimizin de açık göstergesidir. Sormakta tereddüt etmiyoruz, kimin fikirleri kimlerden gizleniyor.Bu yetki nereden gelmektedir?!! Yukarıda dört madde altında belirttiğimiz tespitlerde MK-SB Parti tüzüğünü çiğnemiştir. Sıradan bir PÜ’nin tüzük ihlalinden bahsetmiyoruz. Partimizin anlayışlarına ters, ilkelerini çiğneyerek kamuyona sunulan çizginin özsel içeriğinin oportünist tasfiyeci olduğunu rahatlıkla söyleyebiliriz. Tutarlı Marksistler asla örgütsel ilkelerini çiğnemezler, çünkü onlar çok iyi bilirler ki bilimsel olarak kabul edilen,tarihsel deneyimlerle de sabit olan örgütsel ilkelerine sıkı sıkıya bağlı olunmadan disiplinli bir örgüt olunamayacağı gibi kendi iç demokrasisi ve özgürlük sınırlarını asla koruyamayacağını, bu durumun partiyi dağıtmaya , anarşizme, başı boşluğa her grubun parti çizgisine değil kendi doğrularını savunmaya götüreceğini ve bunun da tasfiyecilik olduğunu çok iyi bilirler. Peki MK-SB ne yapıyor? Yılda bir kez merkezi yayın organını çıkarıyor çıkardığı bu yayın da Partinin değil kendi oportunist görüşlerini yaymaya çalışıyor. Gazete MLM ideoloji, politik, siyasi bilincin kıvılcımını kitleler bilincinde çıkmıyorsa proleter mücadeleye bir yararı yoktur. Gazetenin özellikle 2011 de başlayan çizgisi devrim hareketinin merkezi yazının, merkezi örgütlenme aracı olmaktan çok toplama fikirlerin yayınlandığı, Marksizm karşıtı fikirlerin gırla yayıldığı, ama aynı şekilde devrim ruhunda, şehitlerimizden, Halk Savaşından, hapishane direnişlerinden, hareketimizin devrimci gelenek ve ruhundan uzaklaşılmaktadır. Çeşitli küçük burjuva aydınların fikirlerini yayınlanmasıyla, hatta partili yazarların köşelerini bireysel k.burjuva aydının bireysel diliyle yazmaya vardırması ibretlik gelişmelerdir. Zannediliyorki biçimsel olarak radikal gazetesi tadında bir yayın çıkarırsak çok başarı sağlanır. Partinin bir yayın organı olduğu çoktan unutulmuştur. 69 Devrimci Halkın Günlüğü Hapishanelerde komünistlere-devrimcilere yapılan saldırılar gazetede yer almazken çeşitli dünya devrimlerine mal olmuş tarihi günlerden bahsedilmezken bahsedilsede devrim önderlerinin resimleri bile konulmazken, gerillaya ait neredeyse göze hitap eden resim ve söylem ortadan kakmışken, sayfaların yarısı tamamen burjuva içerikli, k.burjuvazinin yüzeysel biçimsel duygu ve algısına hitap eden resimlerle doldurulmaktadır. Sözde gazeteyi okunur yapacaklarmış! Gazeteyi okunur yapmamız önemliymiş! Elbette bu da son derece gereklidir, ama okuyucuya Marksist bilime götürüp- götürmediğimizin çok daha önemli olduğunu oportunizm unutuyor. Parti yazınında ortaya çıkan oportunist çizgi elbette MK-SB nin çizgisidir. Yapılmakta olan eleştirileri dikkate alıp değerlendirmek yerine HG sayfalarında “Maoist Parti teorik ideolojik tartışmaları geride bırakmıştır. Mesele pratik uygulamadadır.” Şeklinde ifadesini bulmaktadır. KP de ideolojik mücadelenin teorik sapmaların ve çelişkilerin durağan değil “sonsuz” olduğu gerçeğini bile çiğneyerek ideolojik tartışmaların tamamlandığı sonucuna varmaktadır. Peki ne adına? Elbette yapılan eleştiriler, programsal ve stratejik önerileri engelleme adına! Aynı şekilde ön sayfalarda izah ettiğimiz gibi tüzüğümüzü çiğneyerek değiştirdikleri anlayışları mutlak olarak kabul edilip savunulması için Halkın Günlüğü sayfalarında “Kemalist diktatörülüğün tasfiye olduğunu” yerine “ Akp faşist diktatörlüğün geçtiği” tespitini partinin merkezi kararı olduğu ve bu kararı uymanın zorunluluğu yazılmaktadır. Peki neden? Çünkü MK –SB nin tüzük ihlalini yapmasının suç olduğunu oportünist sapmaların partinin anlayışıymış gibi sunulamayacağını, kabul edilemez olduğunu belirten eleştirilerimiz mevcuttur. Eleştirilerimizi PÜ’lerle paylaşmak yerine kırk yılı geçgin parti anlayışını savunanlara ültümaton verilmektedir. İlkesizce kendini partinin üstüne koyan bu oportünist pratik sahipleri elbette mahkûm olacaklardır.Çünkü gerçeğin üstüğünü örtme çabaları sonsuza kadar devam edemez.Çok rahatlıkla anlaşılacağı gibi, belirttiğimiz yaklaşımlar ve pratik çizginin işleyiş ve bakış açımızla ilgisi yoktur. 2014 - AĞUSTOS - SAYI: 1 İşçi sınıfı ve emekçi köylülerin devrimci iktidarı uğruna savaşan partimizin önderliği PÜ’lerinin haklarını çiğnediğinde kendisine tartışmasız olarak uyması gereken ilkeleri ihlal ettiğinde şu gerçek su yüzüne çıkar: MK-SB partimizi yönetemez, devrime önderlik edemez. MK-SB içindeki oportunist eğilimi bu ilkesizliği kongreye taşınarak mahkûm edilmek zorundadır. KP’nin bir avuç k.burjuva şefin iki dudağı arasında yönetilecek bir araç olmadığını bilmeyenler öğrenmelidir. Fikirlerinizin doğruluğun kabul edip, halk kitlelerine taşımamızı istiyorsanız, öncelikle fikirlerinizi bize anlatmanız ve kongre ve partimizin resmi anlayışı haline getirmeniz gerekir. Masa başında teori üreterek partiye yeni anlayış, strateji ve programlar dayatamazsınız. Günümüzde olduğu gibi MK-SB, partiyi hiçe sayarak kendini dayatabilir, ama fikirlerini devrim hareketinde, halk kitlelerinin ellerin de maddi bir güce dönüşeceğini hiç kimse ileri süremez. Örnek vermek gerekirs; Teorik olarak hiçte geri olmayan hapishanlerde, MK-SB’nin anlayışının ifadesi olan önceki sayfalarda belirttiğimiz ve daha da belirteceğimiz anlayışını benimsememektedir. Bilakis oportünist tasfiyeci çizginin ideolojik siyasi düşüncesi olarak değerlendirmektedir. Bu anlamıyla ( S.T 2011 Eylül) da çıkan “Dünyada T-K.Kürdistan’da siyasi durum değerlendirmesi” ni olumlayan paylaşımlarda – bulunabilenler arasında – olumlayan yoktur. Partimizin hapishane alanını dikkate alma gibi bir yaklaşımı yokmudur. Hapishanelerde bulunan PÜ’lerin bakış açısıyla parti merkezinin bakış açısı arasında meydana gelen bu uçurumun anlamı büyük olsa gerek. Öte yandan MK-SB’nin oportünist eğilimine karşı sürdürebileceğimiz ideolojik mücadelenin merkezle değil bizzat parti ile verilmesi gerektiğini belirterek ideolojik, siyasi tespit öneri ve eleştirilerimizin PÜ’lerle ulaştırılmasının önündeki engellemeler kaldırılmalıdır. Pratik olarak yazılanların PÜ’lerine taşınmadığı ortaya çıkmıştır. Belirttiğimiz önemli hususlardan sonra S-T’de çıkan sapmalara geçebiliriz. MK-SB’nin özet tespiti şudur: “İrticai hortlamanın başını çeken AKP iktidarı altında muhafazakar dinci, totoriter, baskıcı, faşist diktatörlük derinleşmektedir. Esas 70 Devrimci Halkın Günlüğü tehlike veya baş düşman olan klik bugün artık Kemalist CHP – Ordu kliği değil! , siyasi islam modelinde ki veya çatısı altında ki ABD uşağı AKP kliğidir. Özellikle önümüzde ki sürecin baş tehdidi Akp iktidarının dinci, gerici terörcü faşist diktatörlüğüdür.( Sınıf Teorisi Sayı : 15 Syf:27) Bizler bakışaçısını daha netleştirerek halkımızın diliyle lafı dolandırmadan açık ve net söylersek MK-SB artık Türk devletine faşişt Kemalist diktatörlük denemez, Kemalist diktatörlük sonlandı. Yerine Akp faşist diktatörlüğü geçti demektedir. Nasıl ve ne biçim bir el değişikligi oldugu anlatılmıyor. Kemalizim olarak ifade edilen ideolojininde milliyetçi Türk egemen sınıflarının ideolojisi olmaktan çıktığı belirtilmetedir. Nasıl ve hangi toplumsal dönüşümle Kemalist ideolojinin ezen Türk ulusal toplumunda eğitim, siyaset, politika, kültür, felsefi düşünüşünde nasıl ortadan kalktığı asla anlatılmıyor. Sadece ideolojik olarak son buldugunu belirtiyor. Bakınız MK-SB’ne diyor? “Temel sınıf ideolojileri... /… Siyasal ideolojik şekillenişte nüanslar gösterirler. Bu nüans ayrışım “Kemalist idelojiyi” benimseyen klik ve laik karşıtı olarak bilinen “ılımlı İslam” tabelalı dini irtica akımı veya Kemalist devlet yerine dini esaslara dayalı devlet biçimini amaçlayan dini motifli “ideoloji” şeklinde değerlendirilebilinir.” Devam edelim. “Akp bugüne kadar ki süreçte iktidarlaşma anlamında küçümsenemez bir yol aldı…/…Akp iktidarı iyice hatta sağlamca oturduğu .../… 50.000 bin kişilik özel ordu projesi de Akp’nin mevcut Kemalist ordu yerine “kendi ordusunu” oluşturmak plan ve düzenlemeleri” SF:21 Alıntıda da görülecegi üzere AKP’nin iktidarlaştığı belirtilmektedir. Öyleki kendi özel ordusunu oluşturabilecek kadar kendine has sınıf iktadarı sahibiymiş AKP!: Oldu olası bari AKP savaş ağası kliği olarak ilan edilebilinirdi.(!) 800 bin kişilik faşist Türk ordusu “atıl duruma düştüğüne” sevinmeliyiz. (!) Yoksa partimizin belirlemelerine göre sadece ve sadece faşist AKP diktatörlüğüne zehirli 2014 - AĞUSTOS - SAYI: 1 oklarımızı öfkeyle savurmalıyız diye insan düşünmeden edemiyor. Öyle ya, 800 bin kişilik ordu ile savaşmaktansa 50 bin kişilik özel orduya karşı savaşmak daha kolaydır. Şayet Kemalist ordu yerine kendi özel ordusuyla savaş yürütmüş olsaydı gerçekten bu yararlı bir gelişme olurdu. Ne yazıkki gerilla savaşı veren partimizin MK-SB’si mevcut düzenlenmeleri birbirinden ayıramayacak kadar burjuva liberallerin güncel gazete saptama ve propaganda diliyle analizler yapmaya başlamıstır. Tekrar ve sıkıcı olsa da alıntılar yapmaya devam edelim. “İktidar dalaşının düğümlendiği somut odak; geleneksel Kemalist devlet modeli emperyalizmin yeni dönem çıkarlarına uygun olarak güncellenmesi eyleminde, devlet iktidarının el değiştirilmesi veya iktidar sınıflarında yeni aktörlerin ( cemaat örgütlenmesine oturan ve “ılımlı İslam“ eşarbı takmış olan ABD kuklası AKP ) devreye sokularak eski iktidar sınıflarından bir kesimin ( AB uşağı stalikocu Kemalist kesmi ) tasfiyeye tabii tutulması noktasıdır.” (Sınıf Teorisi 2011 Sayı: 15 SF:24) Basitleştirerek söylersek Türkiye egemen sınıfları arasında devlet bir elden diger ele gecmiştir. Diğer bir deyişle Kemalist olan egemen sınıfın bir kesimin elindeki devlet ABD’ci, Fethullahcı, AKP’ci, İslamcı egemen sınıflar tarafından zorla alınmıştır, denmektedir. Bu kadar basit yani! ... Tarihte devletler bir sınıfın elinden bir diğer sınıfın eline geçtiler, ama bu daima kanlı oldu. Demek ki masa başında oportünizmin eli ile devlet el değiştirebiliyor. Bir sınıfıntan diğer sınıfın eline geçebiliyormuş! “Kemalizm, komprador Türk büyük burjuvazisinin ve orta burjuvazisinin ve orta burjuvazinin sağ kanadının ideolojisidir.” İbrahim Kaypakkaya Özet olarak yaptığımız alıntılarda anlaşıldığı gibi MK-SB Türkiye-K.Kürdistan siyasi durum değerlendirmesinde Kemalist kliğin tasfiye olduğunu, dolayısı ile Kemalizmin tasfiye edilmiş olduğunu söylemektedir. 71 Devrimci Halkın Günlüğü Şu çok açık bilinmelidir ki önderimiz İ.KAYPAKKAYA yoldaşın Kemalizm tahlilinden başlayarak günümüze varan 40 yıla aşkın mücadele tarihimizde Kemalizmin tasfiye edildiği tespiti bir ilki temsil etmektedir. Bu anlamıylada son derece önemlidir. İdeolojik, siyasi arka planına bakılması zorunludur. Yapılmış olan siyasi durum değerlendirmesinin gerçeklerle ilgisi yoktur. Denilebilirnirki ekonomik temelden kopup bu derece yüzeysel değerlendirmenin Kaypakkayacı hareketin net ve açık olduğu meselelerde ortaya çıkmasını nasıl açıklamak gereklidir. Açık ve tek kelime ile partimizin içinde uc veren oportünist eğilimin ideolojik politik dışa vurumu olduğunu soyleyebiliriz. Oportünist eğilimin önce Kemalizmi tasfiye eder, dolayısıyla bir süre sonra faşizmi sonlandırır. Kemalizm yada MK-SB’nin tanımlanmasıyla “ AKP faşist diktatörlüğünün” önümüzdeki yada sonraki seçimde hükümeti kaybetmesi durumunda hem faşizm hemde Akp diktatörlüğü son bulmuş olur! “Kemalizmin faşizmle bağdaşmaması bir yana Kemalizm bizzat faşizm demektir”İbrahim KAYPAKKAYA madem Kemalizm tasfiye oldu o halde burjuva demokrasisi ülkemizi gülbahçesine çevirecektir! Bu arada faşizmin burjuva demokrasisin bir yönetim biçimi olduğunu hatırlamak gereklidir. MK-SB’nin ileri sürdüğü darbeci fikirlerini partimizin resmi fikirleri haline gelmesi ve savunulması halinde kısa sürede strajesini ve temel taktiklerini değiştirmesini gündemleştirmesini zorunlu kılar. Kemalizmin ne olduğunu kavramayanlar önderimiz İ.KAYPAKAYA Yoldaşa yeniden başvurabilir. Yinede bizler kemalizm denilen ideolojiden ne anladığımızı özetlemeye konumuz açısından gerekli olduğunu düşünüyoruz. Dini İrtica Akımı Yada Din İdeolojisi Kemalist İdeolojinin Yerini Alabilir Mi? Türkiye, faşist Kemalist diktatörlük devlet sınırlarında Türk, Kürt ulusu ve çeşitli azınlıklar bulunmaktadır. Proleter ve emperyalizm devrimler çağı olarak tamınlaman 20. yüzyılın nesnel 2014 - AĞUSTOS - SAYI: 1 koşullarına bağlı olarak sosyalist devrim, yani diğer bir deyişle işçi, emekçi ve köylülerin devrimci proleter diktatörlüğü dışında kalan biçimde bağımsızlığını kazanmış ama özünde emperyalzmin, yarı sömurge durumuna gelmiş dünya ulusları şeklinde temel ekonomik, siyasi realiteye bağlı olarak Türk devleti şekillendirildi. Emperyalizmin kapitalizmin son aşaması olarak ortaya çıktığında ve dünyada girmediği ülke, pazar kalmadığı koşullarda sosyalist ülkeler dışında hiç bir ülke emperyalizmden bağımsız olmadı -olamazdı. Türkiye gibi önemli, Bolşevik devrimci iktidarının sınırlarında bulunan bir ülkenin istisna olarak emperyalizmden bağımsız olacağını düşünmek MLM'nin emperyalizm anlayışını yadsıtmak demektir. 1914-1918 paylaşım savaşı sonrası emperyal galip devletler tarafından Kürdistan dört devlet arasında paylaşıldı, bölüşüldü. Daha önce Osmanlı hanedanlığı egemenliği altında olan uluslardan Arapların geri, feodal parçalı koşullarından yararlanıldı ve Araplar çeşitli parçalara bölündü. 1920'lerde Irak, Suriye gibi ulusal devletler yapılandırıldı. İngiltere’nin denetiminde İran devleti tahkim edildi. Elbette Orta Doğu ve Afrika yeniden şekillendirilirken savaşdan yeni çıkan teslimiyet koşullarını kabul eden, sömürge derekesine inen Osmanlının merkezi olan İstanbul’da konuşlanan İngiliz, Fransız güçler tarafından Kemalist, faşist Türk devleti yapılandırıldı. Bolşevik devriminin zaferi ile emperyalizm ve sosyalizm olarak 2’ye bölündü. Güya diğer tarafdan komünizme karşı emperyalist güçlerin şekillendirdiği Orta Doğu, Afrika, Türkiye ve dünya siyaseti... Ulusal sorun, ulusal bağımsızlık sorununun doğuya kaydığı ve Bolşevik Devrimi ile Rus çarlığı altında ezilen 16 ulus ve onlarca azınlığın sosyalizm bayrağı ile bağımsızlığını kazanmış olması yeni ve engellenemez bir süreci ortaya çıkarmıştı. İşte bu koşullar altında anti-komünizm bayrağı ile çok kısa sürede emperyalizm kuklası yarı sömürge ulus devletler “Bağımsız görünümleri” ile ortaya çıktılar. Fakat biçimde bağımsız ulus olarak gözüken bu devletler esas olarak, emperyalizme ekonomik, askeri,politik ve siyasi olarak 72 Devrimci Halkın Günlüğü bağımlıydılar. Tıpkı Suriye, Irak, İran gibi Türk devletide bu yarı sömürgelerden biridir. Kemalist ulusal hareket emperyalizmle iş birliği halinde Türk devletinin yarı sömürge statüsüne öncülük etmesi bakımından işbirlikçi Türk burjuvazisi büyük toprak sahipleri sınıflarının siyasi temsilcisi olarak Türk devletinin kurucu önderi olarak benimsenmiştir. Partimiz M.Kemal'in emperyalist işbirlikçi Türk devletinin yapılanmasının kuklası olduğundan zerre kadar şüphe duymadı. Bu anlamıyla daha detaylı tarihsel gelişim sürecini anlatmayı gerekli bulmuyoruz. Fakat M.Kemal ile özdeşleşen ideolojinin sınıf karakterlerinden bahsetmek gereklidir. Gerçekten MK-SB'nin söylediği gibi “Devlet bir sınıfın elinden diğer bır sınıfın eline mi geçti ”? Bu devletin el değistirme süreci tamamlanırken ve yine kendi değimleriyle “AKP devletleşirken” haliyle atıl duruma düşen ezilen işbirlikçi “komprador” sınıfların bir kesiminin atıl yada tasfiye olmasını geniş halk kitleleri tarafından fark edilmesi gerekir. Çünki iktidar ve devletin el değiştirmesini halkdan gizlemek mümkün değildir. Türk devleti emperyalizm ile işbirligi halinde şekillendirilirken, Türkiye’de egemen sınıflar hangisiydi? İşbirlikçi (komprador) Türk burjuvazisi ( o dönem esasını ticaret burjuvazisi oluşturuyordu. Çünkü sanayi yok denilicek kadar azdı) Ve büyük toprak ağaları Osmanlıdan Cumhuriyet’e evrilen ittihak teraki kadroları Cumhuriyetin bürokratik kapitalizmin rantçı devletin pay sahipleri olan askeri- sivil bürokrasi. Ayrıca devlet bürokrasisi daima egemen olan emperyalist işbirkliçisi Türk büyük burjuvazisi ve toprak ağaları sınıfına hizmet etmişlerdir. Marksist materyalist diyalektik bilim her Marksiste şunu öğretir. Bir toplumda ekonomik olarak egemen olan sınıfların düşüncesi, felsefesi, kültürü, politikası o toplumda egemen hale gelir. Bir diğer öğrettiği ise şudur:Devlet, egemen olan sınıfların elinde diğer sınıf-sınıfları baskı altında tutma aracıdır. Örneğin; burjuvazinin elinde, işçi, köylü k.burjuvaziyi sürekli denetim altında tutarken, işçi sınıfı, emekçi köylü iktidarında ise devlet burjuvaziye karşı kullanılır. O halde Türk devleti kurulduğu ilk günden bu güne emperyalizmin işbirlikçisi Türk burjuvazisi büyük 2014 - AĞUSTOS - SAYI: 1 toprak sahiplerinin elinde kukla bir devlettir. Yönetim biçimi faşizimdir! Emperyalizmin bölgesel denetimi, Kürt ulusunun ve çeşitli milliyetlerden azınlıkların mutlak baskı altına alınması, komünist hareketin yok edilmek istenmesi, en ufak toplumsal devrimci mücadelenin filizlenmemesi için sınırsız şiddet, zindan, daragaçları, katliam ve soykırım demek olan Kemalist diktatör sistemin tanımı Faşizimdir...! Ekonomik, siyasi, tarihsel bir olgu olarak büyük burjuvazi ve büyük toprak sahiplerinin oldugu bir toplumda küçük burjuvazi iktidar olamaz. Kemalizmi devrimcı gören TKP revizyonizminden tutalımda, kentlerde küçük mülk sahipleri olan dükkancılar, tabelacılar, esnaflar, zanaatçılar, atölyeciler kırda küçük toprak sahipleri, kır ve kent küçük burjuvazisin iktidarda olduğunu bu sınıfların temsilcinin Kemalizm yani “devrimci küçük burjuva iktidarı” olduğunu söyleyip revizyonizmin ideolojik, siyasi anlayışını tekrar eden DHKP/C gibi küçük burjuva örgütlerin aksine partimiz, Kemalizm olarak ifadesini bulan ideolojinin emperyalist işibirlikçi Türk büyük burjuvazisi ve büyük toprak sahiplerinin ideolojisi olduğunu ta başından tutarlı bir şekilde savunmaktadır. Daha açık ifadeyle Kemalist dikdatörlük faşist karakteriyle, ideolojik bütünlüğü ile günün en yalın ifadesi emperyalizm çağına uygun olarak sınırsız faşist Türk milliyetçiliğidir. Türk milliyetçiliğinin ideolojik kurgusu masa başında M.Kemal ve ittiatcı kadrolar tarafından üretilen topluma şırıngalanan bu ideoloji olarak tanımlanamaz. Türk milliyetçiliğinin toplumun biricik egemen ideolojisi haline gelmesi Türk egemen sınıflarının emperyalizmle tartışmasız işbirliği içinde dayandıkları ekonomik temelin ifadesinden başka birşey değildir. Türk burjuvazisi ve büyük toprak sahipleri neye dayanmaktaydılar? 1915 Ermeni soykırımı ile Ermeni ulusuna ait sermaye ve üretim güçlerinin tümü devlet eli ile Türk egemen sınıflarına kalmışdır. Toprakları bölüşülmüştür. Cumhuriyetin ilanından sonra devlet sınırları içinde kalan, sınırları emperyalist güçler tarafından çizilen ve Türk devletinin faşist denetimi altında bırakılan Kürdistan (kuzeyi). Kürt ulusunun zenginliğinin sömürülmesi, azınlıkların yok sayılması ve 73 Devrimci Halkın Günlüğü sömürülmesi, milyonlarca Kürt yoksul köylüsünün ucuz iş gücü pazarına sürülmesi ve tekelci burjuvaziye akan kârların artı değer temellerinden birincisini oluşturmasıdır. Ezen Türk burjuvazisi ve büyük toprak sahiplerinin ayrıcalıklı durumunun devam ettirilmesi yukarıda izah ettiğimiz sömürü için zorunluydu. Bu nedenledir ki ezen Türk ulusunun mutlak egemenliğini korumak ve bu faşist egemenliğin meşruluğunu Türk halkına benimsetmesi gerekmekteydi. Türk egemen sınıfların ezen Türk ulusal varlığı içinde imtiyazlı durumunu korumak, karlarına kar katmak,sınırsız bir fetih ve büyüme arzusuyla emperyalizme hizmetini sunarken Kürt ulusuna soykırım uyguladı. Azınlıkları yok etti. Tamamen ekonomik temele dayanan bu fiili sonuçların ideolojik ifadesi şu oldu: Tüm diller Türkçe, tüm uluslar Türktür. Türklerden başka uluslara bu devlet sınırları içinde yaşam hakkı yoktur. Güneş dil teorisi 1930’larda ortaya çıktığında esas itibarı ile Türk egemen burjuvazisine büyük toprak sahiplerinin elinle olan devlet aracıyla siyasi temsilcileri olan Kemalist hükümetle fiili olarak ‘’güneş dil’’ teorisinin temelini gerçekleştirmişlerdi. Geriye sadece faşist egemenlik biçiminin sürdürülmesinin ideolojik ifadelerini daha da derinleştirmek kalmıştı. Çünkü 1930’lara gelindiğinde Kemalist diktatörlük ezen Türk ulusu adına Kürdistan da on binlerce Kürt halkını katletmiş, soykırım uygulamıştır. Unutmayalım ki milyonlarca insandan meydana gelen bir ülkede olan Kürdistan köylülükte dâhil üretimsel olarak bitirilmiştir. İğneden- kaleme, helvadan-una kadar tüm tarımsal mamullerin satışı esas olarak emperyalist-işbirlikçi Türk burjuvazisini zenginleştirirken Kürdistan yoksulluğun en derinine sürüklenmiştir. Zor yolu ile iktidarı kurulan ve pekiştirilen Türk burjuvazisi, büyük toprak sahipleri sınıflarının ekonomik içsel karakteri Kürt ulusunu mutlak baskı altına almak keza çeşitli azınlıkları baskı altına almak ve sömürmek; diğer yandan tekelci burjuvazinin Türk devleti sınırları içindeki çıkarlarını korumak ve hizmet etmek, jandarmalığını yapmaktır. Yönetim biçiminin faşizm olduğunu tekrardan belirtelim. Ezen ulus imtiyazına bağlı faşist diktatörlüğün ideolojik içeriği Kemalizim olarak adlandırılan Türk milliyetçiliğidir:.! 2014 - AĞUSTOS - SAYI: 1 Türk milliyetçiliği, emperyalist işbirlikçi büyük Türk burjuvazisi ve büyük toprak sahiplerinin daimi ideolojisidir. O halde Kemalistlerden yola çıkarak ekonomik temel açıklanamaz, ancak ve ancak ekonomik temele inilerek karşılıklı sınıfların mevzilenmesi ile Kemalistler açıklanabilinir. Aynı şekilde günümüzde de egemen sınıfların siyasi temsilcileri de açıklanmak zorundadır. Kemalizim olarak ifadesini bulan Türk milliyetçiliği, Türk egemen sınıfların ideolojisi olarak konulduktan sonra 1920’lerden beri sürdürülen siyasetin ve toplumda egemen olan ideolojinin içsel özelliğini ve biçimlerini anlamak kolaylaşacaktır. Türk milliyetçiliği Türk olmayan ulusları kendi egemenlik kurduğu devlet sınırları içinde yok sayan, sadece Kürt ulusunu soykırıma uğratmak ve sınırsızca sömürmek değil, diğer azınlıkları yok etmek, sınırları dışında olan uluslar üzerinde egemenlik kurma, fetih ve istila arzusunu daima diri bir hak olarak tutar. Ezen Türk ulusu ayrıcalığıyla,Türk olmayan ulus ve azınlıkların aşağılanması, kültür, dil, tarih ve coğrafyalarının tahrip edilip, talan edilmesini kendisine hak görüyor. Eğitimde Türk ulusunu diğer uluslar üzerinde ki hakimiyetini bir hak olarak sunan miliyetçi, fetihçi bir temele oturtarak Türk olmayan uluslara öfke ve nefret duygusunu, düşüncesini en yaygın düşünce haline getir.Türk olmayanların dillerini barbarca yasaklar. Politik alanda örgütlenmesini ortadan kaldırır. Bu gün Kürt ulusu üzerinde sürdürülmekte olan inkar ve imha savaşının temeli Kemalist diktatörlüğünün kuruluş temelidir. Kısaca özetlediğimiz politik, siyasi, felsefi, dinsel bütün egemen sınıfların, hâkim ideolojisi olarak Kemalizm hâkim ideolojidir. Kemalizm olarak ifadesini bulan faşist, gerici ideolojinin sembolik olarak Kemal, Ahmet yada Mehmet ismi ile anılmasının bu durumda hiçbir önemi yoktur. Egemen olan büyük Türk burjuva, toprak sahiplerinin milliyetçi ideolojisi toplumun derinliklerine kadar nufüz etmiştir. Mevcut ideolojinin yerini başka bir ideolojiye bırakması demek Türk egemen sınıflarının ekonomik temele dayalı olarak amaçlarının değişmesi demektir. Böylesine bir değişime rastlamayı bırakalım Türk milliyetçiliğinin daha da geliştiğini söylemek abartılı olmayacaktır. 74 Devrimci Halkın Günlüğü Bu anlamıyla ister tek parti dönemindeki Kemalist hükümet, ister 20. yüzyılın ikinci yarısından günümüze faşist diktatörlükteki tüm hükümetler Türk milliyetçiliğinin siyasi temsilciliğini yapmışlardır. Hak ettikleri gibi hangi görüntü altında gelirlerse gelsinler Kemalistler denmesinin nedeni budur. Çünkü; Kemalizm burjuva milliyetçi çıkarların en açık, en gerici, ırkçı, faşist ifadesidir. Şu yada bu nüans farkıyla bir dönem hükümet olan partilerin egemen sınıfları milliyetçi çıkarlarına ters davranması mümkün değildir, olamazdı da. Ne terk parti döneminin statükoculuğuna karşı (ki kendileri de zamanında CHP üyeleriydi) “Yenilikçi ve özgürlükçü demokrat” ( tıpkı bugün ki Akp gibi) , DP Menderes hükümeti, isterse halkçı , (su kullananın, toprak işleyenin) diyen, faşist B.Ecevit hükümeti, isterse "tüm Müslümanlar kardeştir" teranelerini dillendiren müslüman Kürde karşı savaş sürdüren Erbakan hükümeti olsun. İsterse milli görüşün babası Erbakan'ın öğrencileri olan herkese özgürlük ve demokrasi vaad eden Akp hükümeti dönemi olsun. Bu arada Demirel , Turgut Özal,Tansu Çiller hükümetlerini de asla unutmamak gerekir.Tüm ama tüm bu hükümetlerin ortak amaçları egemen emperyalist işbirlikçi Türk burjuvazisi ve büyük toprak sahiplerinin imtiyazlı varlığını korumak, milliyetçi çıkarları ne pahasına olursa olsun güvence altına almaktır.Büyük teorik analizler yapıp lafı dolandırmaya hiç gerek yoktur. Sadece ve sadece son elli yılda Türk ulusal egemenliğinin, Kürt ulusu üzerinde nasıl, hangi araçlarla ve hangi siyasal temsilcilerle sürdürüldüğüne bakmak yeterli olacaktır. Tüm siyasal- politik yapının Kemalist olduğunu anlayama yeterde artarda. Çünkü egemen sınıf ideolojisi sadece azgın anti-kominizm içeriğine sahip değildir. Aynı şiddetle Türk olmayan ulusların reddi, imha ve soykırımına vardırılan felsefi içeriğine de sahiptir. Hükümet olan tüm partilere bakıldığında sistemli sürdürdükleri görevlerinin başında kürt ulusuna karşı savaşma, komünistleri yok etmek, emperyalizmin jandarmalığını yerine getirmek , Türk , Kürt , Laz , Çerkez , Rum , Gürcü , Pomak vb. çeşitli halklardan halkımızın emperyalizm ve yerli uşakları sınıflarının çıkarları uğruna sömürülmesini karantina altına almaktır. 2014 - AĞUSTOS - SAYI: 1 Din Ortaçağın Egemen İdeolojisidir. Kapitalizmin henüz ortaya çıkmadığı ortaçağda, egemen feodal monarşilerin ideolojisi olan din ve tanrı egemen sınıfların fetih savaşlarının meşruyetini ifade eden gerekçelendiren metinsel araçları haline getirmişti. Feodal beylerin, monarkların, sultanların topluma hükmetmesi bir tanrı vergisi olarak kabul edilmişti. Fakat ezilen sınıflarda eşitlik adelet için zulme karşı savaşımında dinsel biçimler altında ortaya çıktılar. Lakin modern çağın ortaya çıkmasıyla din artık toplumun geçerli tek ideolojisi olmasından çıktı. Kapitalizmin ortaya çıkması gelişen bilim, teknoloji, sanat ve felsefe de karşılığını buldu. İşçi sınıfı ve burjuvazisi arasındaki çelişki ve çatışma ideolojik özünü ekonomik üretim temelinden almaktaydı. Tüm felsefi akım ve eğilimleri bir kenara koyarsak kapitalizmin gelişmesi ile birlikte ulusal pazarlar ve ulasal bilinç ortaya çıktı. Milliyetçilik kapitalizmin gelişmesinin belli bir evresinde ortaya çıkmıştır. Burjuvazinin tartışmasız olarak egemen olduğu toplumsal koşullarda ulusal çıkar ve bütçesi burjuvazinin sınıfsal çıkarlarını temsil eder. Burjuvazi feodal monarşi ile anlaşıp silahlarını işçi sınıfına çevirdiği tarihten günümüze milliyetçi ideolojinin ulusal savaşların biricik ideolojisi olmakla kalmadı, ama aynı zamanda emperyalizm çağında milliyetçilikte ki kapitalizmin en gerici, en vahşi güçlerin elinde üstün ırk ideolojik içeriğine vardırılarak faşizmin en vazgeçilmez ideolojisini oluşturdu. Ulus devletlerinin ortaya çıktığı 17.,18. yüzyıldan günümüze burjuva milliyetçiliği din ideolojisiyle harmanladı. Egemen sınıfların elinde ezilen ulus ve halkların istila ve sömürülmesinde bir araç olarak kullanıldı. Emperyalizmin çağında tekelci burjuvazinin işbirlikçisi olgun kukla ulusal devletlerde egemen olan işbirlik sınıfların ideolojisi yalnız başına din olamaz. Tüm ulusal devletlerde şu ya da bu oranda burjuva milliyetçiliği egemen ideoloji felsefe idealizmle harmanlanarak toplumun egemen ideolojisi olarak ortaya çıkar. Teokratik şeriatla yönetilen faşist İran diktatörlüğünde ki tüm dinsel içerik Fars burjuvazisi ve büyük toprak sahiplerinin milletçi çıkarlarına hizmet edecek 75 Devrimci Halkın Günlüğü şekildedir. Dinsel yaklaşımın ulusal bağımsızlığı yadsımaz. Ulusalcılığı reddetmez, çünkü ortaçağda ve öncesinde uluslar ortaya çıkmış değildi. Fakat günümüzde suni islam ideolojisi nasıl ki Türk devletinin Kürt ulusuna karşı sürdürdüğü savaşta egemen sınıfların elinden Türk milliyetçiliğinin savaşı kutsallaştıran çok önemli bir araç haline gelmişse: Aynı şekilde İran da, Fars milliyetçiliğinin elinde Şii İslam ideolojisi İran burjuvazisinin Kürt ulusuna karşı sürdürdüğü savaşın ideolojik aracı haline gelmiştir. Burada baskın ideolojik içerik dinsel değil milliyetçi özdür. Ekonomik olarak burjuvazinin başka ulusları fetih etme, işgal ve sömürme eğilimin iktidar biçimlerinin ideolojik olarak milliyetçilik ve din felsefi inancıyla harmanlanmıştır. Açıktır ki Türkiye'de “Kemalist kliğin tasfiye edilmesiyle Kemalist ideolojinin son bulduğunu ve onun yerine irticacı, ılımlı yeşil İslam ideolojisinin geçtiğine” dair MK-SB'mizin tespiti hatalıdır. Çağımızın ekonomik temeline ters, yüzeysel ve çarpık anlayış felsefi idealizmin bir ifadesidir. Çünkü siyaset, kültür, politika mevcut değişimleri ekonomik değişimlerle açıklamaktan ziyade bilimsel değişikliklerden yola çıkarak “üst yapı kurumlarının değiştirdiğini, Türk devletinin bir sınıfın elinden bir diğer sınıfın eline geçebildiğini söyleme” hatasına düşmüştür. Kemalist ideoloji olarak tanımlanan Türk burjuvazisi ve büyük toprak sahibi sınıflarının egemen Türk milliyetçi ideolojisi din karşıtı bir ideoloji değildir. Yukarıda aktardığımız gibi Türk egemen milliyetçi ideoloji din ile iç içe geçerek sınıfsal çıkarlarını koruyan en iyi araçlardan birisi haline getirilmiştir. 1920'lerden beri devam eden felsefi, yönetimsel anlayışın öz olarak değişmediği çok açıktır. Faşist Türk Devlet'i farklı bir devlet değildir. İslam dini devletin tekelindedir. İslam dini devletin resmi dini haline getirildiği içindir ki Alevi, Ezidi, Keldani, Hıristiyan, Musevi vb dinlerin milliyetçi çıkarlar için baskı altına alınmıştır.Laik bir devlet olmadığı için toplumda insan ile tanrı arasında olan inanç dünyasını denetim altına almış ve 5 bakanlığın bütçesinden daha fazla bütçe ayırarak çeşitli inançlara sahip insanlardan oluşan toplumun vergilerini sunni İslam devlet kurumundan Diyanet İşleri bakanlığına ayırmıştır-ayırtmaktadır. 2014 - AĞUSTOS - SAYI: 1 Fakat Kemalist solcular “Devletin laik olduğunu ve koruyucusunun da Türk ordusu ile CHP'nin” olduğunu ileri sürmektedirler. Bu yapılan ve gerici propagandanın amacını anlamamız zor değildi. Ama MK-SB 'nin ülke de sadece laik klik olarak CHP ve Orduyu “işaretlemesi” TKP revizyonist anlayışının partimize sirayet etmesi olarak değerlendirilebilir. Ne demişti MK-SB, “..Kemalist ideolojiyi benimseyen klik ve laik karşıtı olarak bilinen ılımlı islam ....irticacı akım” (S.T 2011 Sayı : 15 Sfy:27) CHP ve Ordu laik klik olarak konulurken “AKP laiklik karşıtı şeriat düzeni getirmeye çalışan klik olarak” konulmaktadır. Açıktır ki Parti'miz kırk yıl sonra " Amerika”'yı yeniden keşfetmiştir. Türk Devlet'inin laik olduğunu ve temsilcisinin de ordu ve CHP olduğunu ilan etmiştir. Cumhuriyet mitinglerine katılan sıradan kitlenin " Türkiye laiktir laik kalacak!" sloganı günümüzde tebessümle karşılayıp şeriat korkusuyla doldurulmuş kitlelerin çığlıkları komünistlerce de ifade edilmesi tarihin bize ironisi olsa gerek. Faşist diktatörlükte İslam dini devletten özgürleşmelidir! Sloganı ilericidir ve gereklidir. Çünkü burjuva demokrasilerinde devletin resmi dini olmaz. Devlet sınırlarında bulunan çeşitli dini inançlara " eşit" mesefade yaklaşır-biçimsel bile olsa - Türk devleti gibi İslamı devletin resmi dini haline getirip diğer dini inançlar üzerinde baskı aracı haline getiremez. Fakat laik olmayan faşist diktatörlük karekteri gereği Türk egemen sınıflarının milliyetçi çıkarlarına uygun olarak tek ırk, tek devlet, tek dil demekle kalmadı tek din ( İslamiyet ) dediler. Kemalist kadroların devleti yönettiği dönemde dâhil günümüze kadar devam eden yönetim biçimi değişmemiştir. Sadece Türk olmayan ulus - azınlıkların asimile edilmesiyle yetinilmemiş farklı dini inançlarda asimile edilmiştir. Bu sistem, devlet politikası olarak uygulanmıştır. Türk devletinin günümüzde Aleviliği bir din olarak kabul etmemesi devletin laik olup olmadığını açıklamaktadır. Bu durumda olmayan "laikliği" hiç bir klik temsil edemez. CHP-faşist Türk ordusu tarihsel olarak ezen ayrıcalıklıTürk ulusunun emperyalist 76 Devrimci Halkın Günlüğü işbirlikçi egemen sınıflarının milliyetçi temsilcisi olduğu gibi aynı zamanda faşist devlet dini olan sunni İslam’ında en koyu temsilcisi ola gelmişlerdir. Çünkü Kemalizm olarak tanımlanan Türk egemen sınıflarının ideolojik bütünlüğü Türk islam sentezine dayanır. Türk devletinin tek egemen ulusu " Türk" egemen dini ve "islam " dır. Burjuva ve feodal sınıfların uzaklaşarak emperyalizmin hizmetine girmiş oldukları yarı sömürge bir ülkenin tarihsel ideolojik bütünlüğünde hiç bir yanıltıcı teori bu gerçeği silemez. İslamiyet’in teorik olarak özgürleşmediğini söylemek doğru olacaktır. Çünkü islamiyet egemen sınıfların çıkarlarını koruması amacıyla, diğer dinlerin baskı altına alınması ve ideolojik baskı aracı haline getirmiştir. Faşist Kemalist diktatörlük Kürt ulusuna karşı sürdürdüğü savaşta daima İslam dininden yararlanmıştır. Son otuz yıllık savaşta, cuma hutbelerinin ideolojik savaş merkezleri tarafından hazırlanarak merkezi olarak tüm camilere yollandığını Türk milliyetçiliğinin “kutsal” metinlerle halk kitlelerine sunulduğu ideolojik merkezler olduğunu hiç kimse unutmamalıdır. Komünist harekete ve Kürt ulusuna karşı savaş yürüten faşist Türk devleti savaşın esas vurucu gücü olan ordusunun aynı zamanda yeşil kuşak projesinin uygulayıcaları arasında olduğunu belirtmeliyiz. Yeşil kuşak denilen anti-komunizm üzerine kurulu projenin aşırı İslamcı akımların ortaya çıkmasını içerdiği gibi milliyetçiliği yücelten ve komünizme karşı savaşmayı kutsallaştıran bu toplumsal yapının şekillendirilmesi için din ideolojisinin bir afyon gibi kullanılması gerekmekteydi. 1960-70 lerde sadece Afganistan yada Pakistan, Mısır, Filistin, Yemen, Suudi Arabistan'da İslamcı anlayışlar-akımlar geliştirilmedi. Türkiye'de de aynı amaç doğrultusunda özgün koşulları içinde yeşil kuşak projesi uygulandı. 12 Eylül 1980 AFC'den sonra Türkiye tarihinde en fazla imam hatip okulu kuran kursları ilahiyat fakülteleri, İslamcı basın yayın camilerin yapımlarının hızla artması herşeyi açıklar. Laik olarak sunulan faşist Türk ordusunun kendi dini olan suni islamın komünist harekete ve KUH'ne karşı kullanmak için nasıl geliştirildiğini bilmeyenler araştırmalıdır. Öğretmenlerden çok diyanet işlerinin başkanlığının bütçesinden atanan imamların Kürdistan da çoğunlukla MİT'in birer elemanı gibi çalıştığını da hatırlatalım.Kısaca 2014 - AĞUSTOS - SAYI: 1 Türk egemen sınıflarının ideolojisi Sünni İslam la harmanlanmış, komünizm karşıtı azgın Türk milliyetçiliğidir. Bu anlamıyla da laik olanlarla olmayanlar ayrışımı yapmak yersizdir. Egemen sınıflar kullandıkları araçların denetiminden çıkması, aşırıya kaçması, sınıfsal çıkarlarına zarar verecek duruma gelmesi halinde zor yolu ile olsada bastırır, yeniden düzenler. Devleti yöneten başbakanlarını, ordu kurmaylarını, yüksek bürokratlarını gerektiğinde ölüm döşeğine yatırdıkları gibi denetim dışına çıkan, çeşitli cemaat, İslami örgüt yapı ve çevreleri de düzene sokmaktadırlar. Türkiye'de hangi tarihi dönemde hangi ideolojik söylem nüans farklılıklarına, ister “laik” gözüken CHP ve türevleri, ister “muhafazakar islamcı demokrat” olarak kendisini tanıtanlar olsun tüm hükümütlerin ortak noktası; emperyalist işbirlikçi Türk egemen sınıflarının ideolojisinin Sünni İslam’la kutsallaştırılan Türk milliyetçiliğinin en katı biçimde savunmuş olmalarıdır. Günümüz de hiç kimse sosyal demokrat başbakan B.Ecevit , “Müslüman demokrat” olarak T.Erdoğan'ın, MHP'den daha az Türk milliyetçisi olduğunu kanıtlayamaz. Çünkü iktidar olan gerici sınıfların çıkarlarını koruyamayan hiç bir politik güç devleti yönetemez, ona izin verilemez. Emperyalist iş birlikçi sınıfların milliyetçi çıkarlarını temsil etmeyen bir hükümet, emperyalizmin çıkarlarını da temsil edemez. Ekonomik, askeri, politik, siyasi olarak emperyalizme bağlı olan bir ülkedeki hükümetler dünya ekonomik, denge ve çıkarlarına uygun belirlenir. Egemen sınıfların egemen ideolojisi topluma hâkimdir. Kemalizmle adlandırılan Türk milliyetçi ideolojisi devletin sadece askeri, sivil bürokrasisi ve CHP tarafından temsil ediliyor demek egemen sınıf ideolojisinden hiç birşey anlamamak demektir. Bu durumda esas tartışmamız gereken halka hayati derecede önemlidir. Türk milliyetçi ideoloji ekonomik alt yapı olarak Kürt ulusun baskı altına alınması, azgınca sömürülmesi ve çeşitli azınlıklar üzerinde de aynı amaç doğrultusunda baskı kurulmasıdır. Günümüz de egemen sınıflarının milliyetçi çıkarlarına 1920'li veya 30’lu yılların söylem biçim ve tarzıyla 77 Devrimci Halkın Günlüğü savunulacağını ancak toplumların durağan bir kitle olduğunu savunanlar inanabilir. Örneğin; 1930'larda Kemalist ittihatçı kadrolar "Bu ülke Türklerindir, herkes Türk olmak zorundadır. Olmayanlar Türklerin köleleri olacaktır.” Şiarı ile Türk milliyetçiliğini savunuyorlardı. Kürdistan daki egemenliği zor yolu ile kurmaktaydılar. Günümüzde ise yüz yıllık bir savaşımın sonunda 500 binden fazla Kürt soykırıma uğratıldı. Azınlıklardan binlercesinin katledildiği, zorla göç ettirildiği, yüz yıllık savaşımdan sonra yığınla demokrasi, adalet, özgürlük ve kardeşlik vaadlerine rağmen yine aynı şekilde Türk egemen sınıflarının imtiyazlı varlığının devam ettiğini görmekteyiz. Yine ne pahasına olursa olsun Kürdistan denetim altındadır. Kürtlere karşı imha savaşı sürdürülmektedir. Burjuva ideolojisi, fetihçi, istilacı, yağmacılığa dayanır. Egemenliğin sürdürülmesini, kârını kolaylaştırıp arttıracak her aracı kullanmaktan çekinmez. 21. yy da faşist Türk burjuvazisi ve büyük toprak sahibi sınıfların, Kürtlerin varlığını kabul etmek zorunda kalmışlarsa bu onların demokratlığından değildir. Kürtlerin yüzyıldır savaşmış olmalarındandır. 500 binden fazla Kürdün kanıyla toprağın sulanmış olmasındandır. Bu gün Kürtlerin varlığının kabulü Kürt ulusunun baskı altına alınması, imtiyazlı Türk burjuvazisinin varlığının aynen devam ettirilmesinin bir aracı haline getirilmişse hiç kimse bunlara olumlu payesi biçemez. Bugün sınıfsal çıkarların savunucuları hangi kılıkta olursa olsun bu anlamıyla Kemalistlerdir. “Arjantin’de de olsa Kürt devletine karşı çıkarız” diyen Türk başbakanın fettullahcı, nakşibendici olmasının bir önemi yoktur. Ya da kelimenin tam anlamıyla Türk hükümeti olan siyasi partinin nakşi tarikatının sadık üyeleri olmalarının bir önemi olamaz. Olsa olsa Sünni İslam’ın emperyalist işbirlikçi Türk egemen sınıflarının milliyetçi ideolojisinin bir parçası olduğunu görmeyenlere daha fazla göstermiş olur. Kemalistler Ne İstiyordu? Azınlıkları asimile etmek, Kürt ulusunu denetim altına almak ve Türkleştirmek… Bu, milliyetçi Türkçü egemenliğe karşı çıkanlara ise soykırım yapmak Kürdistan’ın ekonomik zenginliklerini sömürmek; neredeyse bağımsızlığını 2014 - AĞUSTOS - SAYI: 1 – yarı sömürge anlamında-kazanmamış ulus kalmamışken (bir elinin parmakları sayısında ulus henüz bağımsızlığını kazanmadı) ikiyüz devlet yer yüzünde kurulmuşken 21.yy da Türk egemen sınıflarının siyasi temsilcisi hükümeti 1920’ler deki amacı gerçekleştirmiyor mu? Hiç kuşkunuz olmasın ki tarihte hiç olmadık düzeyde vahşi yöntemlerle aynı amacı gerçekleştirmektedir. Türk hükümetinin iç işleri bakanının Hocalı Katliamının anmasına katılıp milliyetçiliği körüklemesi “hepiniz Ermenisiniz, hepiniz piçsiniz” sloganları altında Ermeni ulusuna karşı nefret, öfke, kin ve saldırganlığı kışkırtması İslamcı kimlikli Türk milliyetçiliğin Kemalist karekterli en güzel ifadesidir. Her olgu sınıf çıkarları bakımından değerlendirilmek zorundadır. Hangi söylem ve demogojik çarpıtmaya başvurulursa vurulsun 1920’lerde Kemalistlerin sürdürdüğü sınıfsal çıkarları ile 21. yüz yılın ilk çeyreğinde Türk hükümetinin sürdürdükleri arasında amaçsal bir fark yoktur. Yöntem ve araçları değişmiştir hepsi o kadar! Bu nedenle “Kemalist klik tasfiye oldu Kemalist ideolojinin yerine, dinci, şeriatçı” demek gerçekleri çarpıtmaktır. Bugün Türk hükümetinin “tek devlet, tek dil, tek ırk, tek din, tek bayrak” olarak sürdürdüğü kanlı politika 1920’lerden bu yana sürdürülen Kemalist politakaların kendisidir. AKP, Türk egemen sınıfları istila, vahşet ve kanla koruyan Kemalistler kadar Kemalisttir. Sadece on yıllık AKP döneminde binlerce Kürt katledilmiştir. Peki ne adına ?!! Tabi ki Türk egemen sınıflarının K.Kürdistan’daki egemenliğini sürdürmesi adına. “İslamcı demokratik”, “nurculuk” Kemalist amaçlardan ayrıysa Kemalizm nedir ?!! Türk dilinin tabi ki Türkçe olmayan dillerin yasak olmasının eğitim ve öğrenimin ortadan kaldırılmasının ulus ve azınlıkların yok sayılmasının herhangi bir dinsel ideoloji ile açıklamak mümkün olamaz. MK –SB, nin günümüzde egemen olan sınıfların ideolojisinin ılımlı İslam motifli irticai akım olarak tanımlaması materyalist kavrayıştan uzak bir tespittir. Eğer din kardeşliği esas alınsaydı, nurcu tarikat lideri Amerika da CIA tarafından korunan merkezinden mücadele eden Kürtlerin imha edilmesi için fetva çıkarmazdı !Hem de Kürtlerin ezici çoğunluğu Müslüman olmasına, hatta nurculuk tarikatının kurucularının Kürt 78 Devrimci Halkın Günlüğü olmasına rağmen. Tartışmasız bir olgu olarak din egemen sınıfların elinde toplumu uyuşturmak için bir araçtır. Nurcu tarikatına sadık müridleri ve AKP hükümeti el değmemiş Türk milliyetçisidirler. Ve de günümüz de Kemalizmin en sadık temsilcisidir. Kemalizmi temsil etmek sembolik sloganlar atmak, 19 Mayıs, 23 Nisan, 29 Ekim, 30 Ağustos kutlamalarını yapmak değildir. Aksine emperyalizmin işbirlikçi Türk burjuvazisi ve büyük toprak sahibi sınıfların milliyetçi çıkarlarını her yolu deneyerek korumak, kanlı yöntemlere başvurmaktan çekinmemek ve bu amacı meşru bir hakmış gibi başta Türk ulusu olmak üzere çeşitli milliyetlerden, azınlıklardan halkımıza anlatmak, gerçekleri çarpıtarak kitleleri kandırmak ve destekçileri durumuna getirmektir. CHP Atatürkçü sloganlar atmakla meşgulken, AKP Kemalizmi uygulayan en faşist hükümettir. Bu nedenle değme Kemalist denmeyi hak ediyor. Sını�lar ve Devlet İlişkisi: Türkiye’de Devlet 2011’de El Mi Değiştirdi? Partimiz emperyalizm çağında yarı sömürge ülkelerde egemen sınıfların yapısı, demokrasinin faşist karekteri, sınıflar ve devlet ilişkisi, egemen sınıflar ve egemen ideoloji… KP’nin proleterya diktatörlüğü uğruna mücadelesinde stratejik HALK SAVAŞI silahıyla mücadele etmede açık ve nettir. Her olguyu somut temeli üzerinde başlangıç, gelişme ve sonuçlanma gelişim hareketi içinde inceleme ilkesine MK-SB’nin bağlı kalmadığını tekrar vurgulayalım. TDH’de k.burjuva oportunizminin yüzeysel tespitlerinin sosyal şoven çizginin bugün reformculuk ve parlamenterizmle tamamlandığını görmeyen kalmışsa tekrar etmiş olduk. Oportünizmin karekteristik yapısı sınıf işbirliği olduğu için ilkeleri esas almaz.Bugün söylediğini yarın unutması bundandır. En temel mesele de yüzeysel, gayri Marksist felsefi, siyasi belirlemeler yapması sadece sınıfsal pozisyonu egemen burjuvaziye yakınlaşmasına hizmet ettiği gibi işçi, emekçi ve köylü halk kitlelerinide yanıltır. Devrimci 2014 - AĞUSTOS - SAYI: 1 enerjisini tüketmede rol oynar. Oportünizm çağımızda MLM’yi çarpıtmadan burjuvazinin görevini yapamayacağını unutmamak gerekir. Bu anlamıyla da oportünizme karşı mücadele vermeden ne faşist diktatörlüğe nede emperyalizme karşı mücadele edilebilinir. Partimizin içinde ki oportünist eğilime karşı ideolojik mücadele devrim hareketinin zorunlu vazgeçilmez görevidir. MK-SB’nin söz konusu siyasi, ideolojik değerlendirmelerini masum, ön görüsüz birer hata olarak değerlendiremeyiz. Açık ve net olarak oportünist çizginin devrimci MLM çizgiyi burjuva, refomcu, parlamenterist, tasfiyeci rotaya sokma girişiminin ideolojik politik ifadeleri olarak değerlendiriyoruz. Çünkü sınıfların devletle olan ilişkisi, devlet aracının tarihsel kullanımı, hükümetlerin devlette ki yeri, egemen ideolojinin ekonomik temelinin birbirine karıştıran çizginin Marksist devrimci iktidar yolunda ilerlemekten çok burjuvaziye hizmet edeceği ortadadır. MK-SB, “…devlet iktidarının el değiştirmesi… İktidar sınıflarında yeni aktörlerin (ılımlı İslam-Akp)…eski iktidar sınıflarından bir kesiminin (AB’ci statükocu kemalist kesim ) tasfiyesi “ (S.T 2011 Sayı:15 Syf:24 ) gerçekleşti denmektedir. Peki, bu iktidar değişikliği nasıl oldu? İktidar da olan sınıflardan bir kesim iktidarlarını nasıl bıraktılar. Somut olarak bu sınıfların en büyük temsilcilerinden birkaç örnek gösterile bilinir mi? Asla gösterilmemiştir. Gösterilemez de! MK-SB’nin değerlendirmesi tıpkı TKP revizyonizminin 1950 sonrası özellikle ikinci dönem ve 27 Mayıs faşist askeri darbesi dönemlerinde Türkiye’nin kapılarının DP hükümeti ile (onlar da Demokrat parti ( DP ) iktidarı, Menderes Diktatörlüğü demekteydiler) emperyalizme açıldığını, Kemalist devrimin tasfiye ettiğini, Kemalist devrime karşı olduğunu, Kemalist devletçi kapitalizmi uygulasaydı sosyalizme varılacağını; Fakat Demokrat Parti diktatörlüğünün kapitalist pazara açıldığını söyleyerek Kemalist devrimin koruyucusu Türk ordusu yanında saf tutmuşlardı.1960’lı yıllardan sonra Kemalizmin sol ideoloji olduğu safsatası revizyonist TKP artıkları ve “Kemalist aydınlar” tarafından geliştirildi.M.Belli, H.Kıvılcımlı’dan küçük burjuva devrimci örgütlere kadar 1970-1971 de Türk ordusundan devrimci darbe beklemenin 79 Devrimci Halkın Günlüğü özündeki ideolojik kavrayış budur. Nihayet ABD’nin en sadık uşağı olan DP hükümeti (oportünizme göre DP-Menderes diktatörlüğü) emperyalistlerin kararı ile yıkıldı. Ve Menderes’in boynuna İmralıda urgan geçirelerek idam edildi. O gün Kemalist devrim tasfiye edildi diyenler yanılmışlardı. Bugün “ Menderes’in takipçisiyiz” diyen Erdoğan hükümetinin Kemalizmi tasfiye ettiğini söyleyenlerde yanılmaktadırlar. Gerçekten Türkiye’de iktidar da olan sınıfların bir kesimi tasfiye oldu mu? Devlet bir elden diğer ele geçti mi? Türkiye’de somut olarak iktidar da olan emperyalizmin işbirlikçisi büyük Türk burjuvazisi ve toprak sahibleri sınıflarının toplandığı yer TUSİAD’dır. TUSİAD kendisini sivil toplum kuruluşu olarak tanıtmasada yukarıda izah ettiğimiz işbirlikçi sınıfların toplanma klubüdür. K. Kürdistan’nın zenginliğini emen, Türkiye toplam sermayesinin esasını elinde bulunduran, emperyalizmin yerel temsilcileri – taşeronları durumunda olan TUSİAD’ın en belirgin ve herkesçe bilinen sermaye grupları yerli yerinde durmaktadır. Ekonomik verilerde bunu ispatlamaktadır. Türkiye’de servet el değiştirmedi. Aile şirketleri, servetlerini arttırarak en tepe yerlerini korumaktadırlar. Hatta bırakalım dolar milyarderlerinin sayısının artmasını ( “Forbes dergisi” her yıl Türkiye’nin en zenginleri listesini yayınlamaktadır), 36’dan, 28’e düşmüş olan (2012 verilerine göre ) milyar dolarcıların sayısı tekelci kapitalizmin gerçeğine uygundur. Yani en zenginler listesinde daralma olurken, zenginler arasın da ki makasta genişlemiştir. En zengin yüzün içinde ilk sıradakilerle son sıradakiler arasında ki zenginlik – servet oranı açılıyor. Listede bilindik aile şirketleriyle yarışan yada onları geçen “Anadolu sermayesi” dediklerinin milyar dolarcılar arasında isimleri yoktur. Son elli yılın tarihine bakıldığında daima servetlerinin tekelci burjuvazinin işbirlikçisi aile şirketlerinin Türk burjuvazisinin en büyükleri oldukları ve olmaya devam ettikleri görülecektir. Söylendiği gibi AKP “Anadolu”, “İslami sermayeyi “ temsil etmiyor… İktidarda olan sınıflara hizmet ediyor ve temsil ediyor. Tekrardan hatırlatacak olursak Sabancı’lar, Koç’lar, Eczacıbaşı, Doğuş, Doğan, Boyner, Alarko, vd. Adını saymaya gerek 2014 - AĞUSTOS - SAYI: 1 duymadığımız sermayesini ve kâr oranını sürekli büyüten en büyük tekelci burjuvaziye bağımlı şirketler yerli yerinde durmaktadırlar. En açık ifadeyle Türkiye-K. Kürdistan’ın tüm zenginliğine el koyan emperyalist işbirlikçi büyük türk burjuvazisi ve toprak sahipleri sınıflarının aynı zamanda Türkiye ve K.Kürdistan’da iktidar da olan sınıflar olduklarına kimse karşı çıkamaz. Şayet denildiği gibi iktidar da olan büyük Türk burjuvazisinin bir kısmının tasfiye edilmiş olsaydı. En büyük sermaye gruplarının somut olarak batması, sermaye ve üretim araçları üzerinde ki mülkiyetlerini kaybetmesi demekti. Verilere bakıldığında böylesi bir gelişmenin olmadığı hemen görülür. O halde devlet iktidarın “eskiyi temsil eden statükoculardan”(Bu durum da partimiz yenilikçi ve özgürlükçü olduğunu kabul ediyor) ılımlı İslam ideolojisini benimseyen ( Ilımlı İslam özgürlükçümüdür? değilse faşisttir! Faşist olanlar yeniyi temsil edemez ve baskıcı, zorba, sömürücü, yağmacıdırlar). MK’nin kavrayışıyla statükocudur. Ilımlı İslam maskeli irticacı kliğin eline iktidarların geçmesi gibi bir durum gerçekleşmiş olamaz! Devlet egemen sınıfların elinde, toplumun diğer tüm sınıfrlarını baskı altında tutma aracıdır. Devleti Türk egemen sınıfları aynı amaçla kullanmakta, halkımıza kan kusmaktadırlar. Günümüzde egemen sınıfların birbirleriyle çatışması sonucunda devletin el değiştirmesi durumu söz konusu olmadığı gibi emperyalizm bölgesel çıkarlarına uygun şekilde Türk devletini dizayn etmiştir-etmektedirler. Devlet sınıflar üstü değildir ve olamaz.Devletin bir elden diğer bir ele geçmesi, tarihte daima kanla ve devrimle olmuştur. Feodalizm ile burjuvazinin 18 yy’dan Paris Komün’üne (1871) kadar ki tüm çalışmalarında devletin bir elden başka bir ele geçmesi zor yolu ile gerçekleşti. Komünden sonra ve proleterya diktatörlüğünün burjuva – feodal devletin paramparça edilmesi zorunluluğu pratikte kanıtlandı. 20 yy’da ise tüm yarı sömürge devletlerin emperyalizmin egemenliği altında olmasından kaynaklı bu devletlerin daima emperyalizmin birer kuklası ve işbirlikçileri olan egemen sınıfları ellerinde tutulduğunu asla akıldan çıkarmamak gerekir. 80 Devrimci Halkın Günlüğü Emperyalizm, yarı sömürgelerde bir avuç işbirlikçi sınıfa dayanır. Bu nedenle toplumun ezici çoğunluğu olan işçi ve emekçi köylü halk kitlelerini derinden sömürerek kaynaklarını kurutmak için zor yönetimine başvurur. Bunun için kitleleri devlet aracıyla baskı altına alıp ezer. Türkiye’de bu görevin ordu eliyle sürdürülmesi bir tesadüf değil. Emperyalizmin yarı-sömürgelerdeki ekomonik, siyasi ve askeri politikasının temel biçimidir. Faşist Türk ordusunun halk kitlelerini mutlak denetime almak, K.Kürdistan’da Kürt ulusunu prangaya vurmak için daima silahlarını kullandı. Sürekli savaş hali faşist Türk ordusunun Türkiye’nin devlet yönetimindeki yetkisini arttırdı. Emperyalist çıkarları tehlikeye düşüren toplumsal gelişmelere, komünist harekete karşı silahını kullanmakla kalmadı, faşist Türk ordusu yeri geldiğinde faşist karakterli demokrasiyide egemen sınıfların siyasi temsilcisi hükümetleri devirmek siyasetini yeniden devreye soktu ve düzenleme görevinide yerine getirdi. Halk kitlelerini baskı altında tutulmasının aracı olan bu faşist devlet ve devletin etkin silahlı gücü ordu, siyasetin istemeyen uçlarını törpülerken Türk devleti asla egemen sınıfların arasında bir elden diğer bir ele geçmedi. Baskıya uğrayan hatta idam edilen, siyasi yasak getirilen burjuvazi ve büyük toprak sahibi sınıfların temsilcisi – doğrular kendileri değildir-şu yada bu akım belli sürelerde yeniden hükümet oldular. Türkiye burjuva siyaset alanı fazlasıyla örnekle mevcuttur. Çeşitli sermaye gruplarının, rantçı Türk devletinin olanaklarından daha fazla yararlanması (halkın vergilerinden) kâr oranlarını ve sermayelerini arttırmaları her zaman mümkündür. Sermeyenin kendi içindeki rekabet, entrika, komploları tartışmıyoruz. Devletin bir sınıf elinden bir başka sınıf iktitarı eline geçipgeçmediğini tartışmaktayız. Burjuva feodal sınıflara ideolojik olarak her hangi bir partinin taraftarları olarak bakılamaz. Burjuvazinin tek ideolojisi kârdır. Bu nedenle burjuva siyasetinin çeşitli eğilimlerin içinde hangi parti emperyalizmin bölgesel çıkarlarını Türk egemen sınıflarının halkı sömürmesini, kârını artırmalarını en iyi şekilde sağlıyor ve halkımızıkandırıp gerektiğinde zora başvuracaksa 2014 - AĞUSTOS - SAYI: 1 hükümete taşınır ve desteklenir. Kitleler gözünde tehşir olan, güven kaybeden -ki bu zorunludur. Çünkü; o gerçeklere değil sömürüye dayanmaktadırlar. Hükümetler değiştirilir halk kitlelerini bir dahaki seçime kadar kandıracak yeni hükümet getirilir, olmadı parlamento ortadan kaldırılır. Tüm bu değişimler sermaye grupları arasındaki rekabet daima Türk büyük burjuvazisi ve büyük toprak sahiplerinin milliyetçi çıkarları doğrultusunda gerçekleşir. Elbette önemli siyasal gelişmeler emperyalizmden bağımsız gerçekleşemez. 28 Şubat 1997 darbesinde (post modern darbe denilen) milli görüşçü Erbakan ve koalisyon hükümetini tekelci medya, ordu işbirliğiyle yıktılar. Milli görüşçü akımın içinden emperyalizmin en sadık uşakları olucak AKP çıktı. İçeriği boşalmış “dış güçler”, “İslam birliği” söylemleri yerine muhafazakar demokrat, değişimci, özgürlükçü, ılımlı İslamcı vb. vb… Yığınla söylemle ortaya çıkan AKP, tabi ki tekelci burjuvaziye hizmetini kusursuz yerine getirmektedir. Nasıl ki 1997 ile 2002 arası hükümet değişimlerinde devlet el değiştirdi diyemiyorsak, AKP döneminde de devletin bölgesel ve dünyada ki gelişme ve çıkarlara uygun düzenlenmesine bakarak devlet el değiştirdi denemez. Hükümetler iktidar değil, sadece devletin yürütmesinde devletin bir parçasıdır. Devlet ancak zor yolla yıkılır ama hükümetler seçim yolu ile ( yada askeri darbelerle ) değiştirilir. O halde devletin düzenlenmesini bakılarak sınıflar tahlil edilemez, ancak sermayenin ve üretim araçlarının özel mülkiyeti elinde bulunduran egemen işbirlikçi sınıfların mevcut durumunda büyük bir oynama, kanlı bir çatışma, kayıp yaşanıp yaşanmadığı ve bu sınıfların işçi sınıfı ve emekçi köylü halk kitlelerinin karşısındaki konumuna bakılarak analiz edinilebilinir. MK-SB’nin anlamadığı şudur: Türk devleti yüz yıllık süreçte, ta başından beri anti-Komunist, azınlıklara, Kürt ulusuna karşı savaşa göre şekillendi. Sovyetlerin resmen yıkılmasından sonra emperyalizm sadece kendi içinde yeni düzenlemelere gitmekle kalmadı, tam bir özgürlük ve demokrasi temsilcisi rolünde yarı sömürgelerde 81 Devrimci Halkın Günlüğü 2014 - AĞUSTOS - SAYI: 1 ki darbeci genarallerin yargılanmasından tutalımda Gladyo örgütlemelerinin işe yaramaz kısımlarının tasfiye edilmesine kadar bir dizi yeni yapılandırmada rol oynadı. Türk devletinin komunizme karşı savaşta akla hayale gelmeyecek düzeyde vahşİ ve sınırsız yöntemlere başvuran Türk GLADYO’sunun kirlenen, artık işe yaramaz denetim dışına çıkan kısımlarının tasfiye edilmesine, devletin el değiştirmesi yada eski “statükocu” (CHPordunun ve sınıfların bir kısmının iktidarını kaybetmesi – CHP ve ordu olarak konuyor) iktidarının kaybedilmesi , “yeni muhafazakar demokrat İslami şeriatçı akımın temsilcisi AKP’nin iktidara gelmesi” olarak tanımlanamaz. Böylece parlementoyu iktidar yapmış oluyorlar. Bu ülkede üç askeri darbe olduğunu unutuyorlar. bilinen uslup ve biçimlerle savunup zor yöntemleri ile de uyguluyorduysa, günümüz açısından da değişen şartlar, verilen yüz yıllık mücadele, halkımızın kanıyla kazandıkları değerlerin artık inkar edilemez şekilde toplum da kabul edildiği koşullarda Türk egemen sınıflarının iktidarının devam edilmesi uğruna farklı araçların devreye sokulması, Kemalizm denilen ideolojinin dayandığı temel araçları dini biçimlerle , yeni yöntem ve araçlarla, hatta ve hatta Kemalizmin diktatörlük olduğunu söyleyerek Kemalist diktatörlüğün amaçlarını faşist yöntemlerle sürdüren Sünni İslamla yoğurulmuş Türk milliyetçi ideolojiyi de aynı şekilde savunmaktadır. Amaç daima aynıdır. Sadece söylem ve savaş araçları yenilenmiş, hizmetlerine sunulmuştur. Oysa günümüzde Orta Doğuda ve bölgesel olarak Türk devleti emperyalist güçlerin elinde görevini yapacak düzeyde yapılandırılmıştır. Kürt ulusuna karşı sürdürülen imha, inkar politakasının en vahşi yöntem ve yeni araçlarla sürdüren bu “yeni” yapıdır. Faşist Türk ordusunun kirli, posası çıkmış paşalarının tutuklanmasının iktidarın el değiştirmesiyle ilgisi asla yoktur. Türk milliyetçiliği; Temeli üretim araçlarının özel mülkiyetine sahip sınıfların fetih, ulusal ayrıcalık, sınırsız kâr, başka ulusları baskı altına alıp istila etme eğilimidir. Kemalizmin Türkçü ideolojisi egemen sınıf ideolojisidir. 5-10-100 generalin tasfiye edilmesiyle ortadan kalkabilecek bir ideoloji değildir. Burjuva siyasetinde çeşitli partilerin benimsediği ideolojik nüans farkları; Toplumun ezilen milyonlarının çoğunluğunun henüz burjuva partilerinin benimsenmiş oldukları fikirleri kabul etmelerinden kaynaklıdır.Hükümet ve muhalefet partilerinin rekabetlerine, yalan ve entrikalarına bakılarak bazı siyasi partilerin bir süre sonra dibe vurmasıyla “egemen sınıfların bir kısmının tasfiye olduğunun” sonucuna varmak burjuvazinin ne olduğunu bilmemektir. Unutmayalım ki tekelci burjuvaziye bağımlı egemen sınıfların temsilcisi olarak bir yada birkaç dönemde seçilen hükümet ihtiyaca cevap vermediği oranda – kanlı yöntemler de dahil – düşürülür, değiştirilir. Bu anlamıyla da egemen sınıflar eşittir, hükümetler yada çeşitli siyasi partiler değildir. Yani egemen sınıf iktidarı eşittir parlemanto hiç değildir. Türk egemen sınıfları nasıl ki 1930’lar da çıkarları gereği Kemalizm denilen Türk milliyetçi ideolojiyi (bugün demokrat gözüken burjuva kalemşörleri tarafından dâhil faşist görülmektedir.) Tekellerin tekelleştiği dünyanın en büyük tekellerinin istila ettiği ve diğer büyük tekeller tarafından bölüşüldüğü koşullarda, emperyalizme göbekten bağımlı Türk bujuvazisi ve büyük toprak sahibi sınıflarının çeşitli emperyal gruplara bağımlı olmasına bağlı olarak birbirleri arasında kanlı çatışmalara girmeleri gibi bir durum söz konusu değildir. Çelişkiler ve sertleşen rekabetler dün olduğu gibi günümüzde de mevcuttur. Fakat iktidar olan sermaye ve üretim araçlarının mülkiyetini elinde bulunduran egemen sınıfların “CHP ile AKP’nin durumuna yada Türk devletinin reorganizasyonunda generallerin bir kesimin tasfiye edilmesine bakılarak” bir kısmının tasfiye edildiğinin hiçbir maddi temeli yoktur. S.T’nin iktidar ve devlet ilişkisin de ne anladığını şu kısa satırdı görmek mümkündür. Ki “Türkiye-K.Kürdistan siyasi değerlendirmesine” damgasını vuran anlayıştır.”AKP”diyor S.T “ Bugüne kadar süreçte iktidarlaşma anlamında küçümsenemez bir yol aldı”(SF:21 ) 82 Devrimci Halkın Günlüğü Ulusal ve çeşitli k.burjuva devrimci hareketlerin çoğunluğu tıpkı TKP oportünistleri ve savrulan Kemalist oportünist artıklarının egemen sınıfları, Türk devletinin değil Menderes-DP hükümetini “baş düşman” ilan etmeleri gibi bugün AKP hükümet olarak değil iktidar olarak baş düşman ilan edilmiş, sınıflar üzerine yerleştirilmiştir. Ne yazık ki devlet, hükümet ve egemen sınıflar ilişkisinde ideolojik siyasi bakış açısı net olan Kaypakkayacı harekette aynı koroya katılmıştır. Bu teoriye göre “ AKP devletleşmiştir”! “AKP iktidarlaşmıştır.”AKP, devletin kurumları olan “polis-ordu-yarıgıyı” ele geçirmiştir. Vb – vs… Sürüp giden iktidarlaşma teorileri ile halk kitlelerinin sınıfsal bakış açısından devletin faşist diktatörlükle değişmez amaç ve görevlerinin daima halkı ezmek olduğu gerçeğinden saptırarak asıl hedefin bir iki seçim sonrası – ihtiyaç kalmaması halinde – yok olabilecek bir hükümet olduğunu söylemektedirler. Modern devlette günün ihtiyaçlarına göre daima düzenlemeler olur. Komünistler egemen sınıfların elinde halk kitlelerini ezmek için kullandıkları devlet aracının”yürütmesinde”olan hükümetin, siyasi partinin, polis, yargı, orduda hangi kadrolaşmaya gittikleriyle uğraşmazlar. Bu hükümetlerin en demokratik görünümlü düzenlemeler ışığında yaptıkları kadrolaşmalar olsa bile devletin halk kitlelerine kan kustuğu gerçeğiyle ilgilenir ve kitlelere anlatırlar. Komünistler, emperyalizmin egemen olduğu kukla bir devlete egemen gerici sınıfların diktatörlüğünün biricik sahipleri olduğunu anlatmaktan kendisini koparıp tekelci burjuvazinin uşağı AKP hükümetini asla iktidar olarak göstermezler. S.T 2002 Kasımında hükümet olan AKP’nin hangi temel ekonomik ve siyasi değişimlerle iktidar olduğunu iktidarlaştığını anlatmak durumundadır. “Ergenekon ” operasyonuyla başlayan GLADYO’cu generallerin bir kısmını ( Bir kısmının yeniden düzenlenen gladyonun içinde durmaktadır.) Kemalist egemen sınıfların ve özü en saldırgan ırkçı, Türk milliyetçiği olan ( iktidarda olan sınıflar ) toplum da egemen ideoloji olan Kemalizmin nasıl tasfiye olduğunu anlatmak durumundadır. Şayet Kemalizmi sadece tutuklanan generallerle CHP 2014 - AĞUSTOS - SAYI: 1 temsil ediyorsa toplumun egemen ideolojisi ne idi? Nedir?! Burjuvazinin elinde ki bu silahın hamuru din ile mayalıdır. Din ideolojisi hiçbir koşulda çağımızda milliyetçilikten arınmış şekilde egemen ideoloji olamaz. Çünkü bu durumda burjuva milliyetçi sınıfların kâr, istila, genişleme ve başka ulusların ülkesini talan etme amaçlarına hizmet etmez. S.T’ye sorumuz şudur: Şayet egemen sınıfların faşist milliyetçi ideolojisi olan Kemalizmi ve iktidarda ki sınıfların bir kısmını “ AKP iktidarı” tasfiye ettiyse o halde AKP iyi bir iş başarmıştır! Çünkü milliyetçi ideoloji ezilen sınıfların ve ulusların düşman ideolojisidir. Bu durumda komünistlerin işi AKP’yi baş düşman ilan etmesimidir ?! Bundan proleteryanın çıkarı nedir? İkinci soru şudur: Şayet Kemalist ideoloji Türk milliyetçiliğinin en saldırgan en kanlı biçiminin ifadesiyse, bundan daha farklı bir milliyetçilik olanaklımıdır? Milliyetçilik dünyanın heryerinde egemen sınıfların çıkarlarına hizmet eder. Bu kavramın iki anlamı yoktur. Bugün hiç kimse “ılımlı İslamcı”,”demokrat muhafazakar” AKP hükümetinin Türk milliyetçisi olmadığını ileri süremez. Milliyetçiliğin biraz laikçi tonda mı, yoksa İslami-dini tonda mı savunulduğuyla ilgilenmiyoruz. Egemen sınıfların tarihsel durumu ve amaçlarını hangi araçlarla sürdüğüyle ilgileniyoruz. 1920’lerden günümüze Türk egemen sınıflarının çıkarlarının aynı temel üzerinde büyüdüğünü görmeyenler sadece burjuva reformlarına gözlerini dikmiş dar kafalılardır. Eğer aklı başında herkez bugün AKP hükümeti tarafından sürdürülen politikaların, amaç bakımından 1920-30 yada 1950-60 yıllarıyla karşılaştırma zahmetine katlanırlarsa emperyal işbirlikçi Türk egemen sınıflarının amaçlarının aynı olduğunu görecekler. Bu nedenle diyoruz ki Türk egemen sınıflarının milliyetçi ideolojisi Kemalizm ılımlı İslam maskeli AKP hükümeti ile çok daha harmanlanmış şekilde sürdürülmektedir. Unutulmamalıdır ki ideoloji kapsayıcıdır. Felsefe, kültür, din, hukuk, siyaset üst yapı düşüncelerini içine alır. Asla durağan değildir. Toplumsal gelişmelere parelel ideolojiyi de daima yeniden üretilir. Ancak dar kafalılar düşüncenin 83 Devrimci Halkın Günlüğü üretim temelinin değişimine, gelişimine, sınıf savaşımının engellenemez hareketine uygun olarak değiştiğini göremeyip ideolojinin sabit durağan soyutlamalar olduğunu savunanlar ancak Kemalizmin 1920’lerdeki gibi kavram ve söylemlerle savunulabileceğini savunurlar. Kemalizm yada burjuva ideolojisi daima sınıfların karşılıklı uzlaşmaz çatışması ve toplumun genel alt yapı durumuna göre pozisyon aldığına göre burjuva milliyetçiliği 2012 de, 1920’li kavramlar ve düşünüş ile savunulamaz. Bu nedenledir ki egemen sınıfların egemen ideolojisi olan Türk milliyetçiliği bugün toplumsal ihtiyaçlarına uygun dile getirilmektedir. “Biz yaradılanı yaradandan ötürü seviyoruz”,”tüm Müslümanlar kardeştir ”diyenler pratik olarak “Yaşasın Türk Devleti’nin kutsal çıkarları”, egemen sınıflarının çıkarı anlamına gelir. Bu sloganlarla, çoğunluğu Müslüman Kürt ulusunu katletmeye devam ediyorlar. İşçi Sınıfı, Emekçi Köylüler, Geniş Halk Kitlelerinin Gündeminde Şeriat Tehlikesi Yoktur. Türkiye ve Kürdistan’da ezilen sınıfların sömürülmesi, Kürt ulusu ve azınlıkların baskı altında tutulması zor yolu ile gerçekleşirken aynı zamanda ideolojik savaş verilmektedir. Egemen sınıfların kendi aralarındaki rekabet ve çelişkisi entrikalarla devam etmektedir. Türkiye’de de tüm dünyada olduğu gibi hiçbir önemli siyasal, politik mesele, emperyalizmden bağımsız ele alınamaz. Mesele böyle konulduktan sonra Türk hükümetinin emperyalizmin bir kuklası olduğuda kendiliğinden anlaşılır. Günümüzde ABD ve AB emperyal blokları Türkiye’de şeriat esaslarına, uygun bir devlet düzenine geçmeyi desteklemektemidirler?! Desteklerler mi? yada Türkiye K.Kürdistan’da şeriat dini esaslarına uygun devlet yönetimine geçmeye müsait mıdır? Tam bunlar analiz edilmeden siyasal partilerin kitleleri uyutmak için dile getirdikleri söylemlere bakılarak “din yada irtica” nın güncel tehlike olduğunu tespit etmek burjuva siyasetçilerinin yapay propagandalarının seviyesine düşmektir. 2014 - AĞUSTOS - SAYI: 1 S.T “Kemalist devlet yerine dini esaslara dayalı yönetimini amaçlayan din motifli ideoloji” ( ST Syf:27) olarak yaptığı tanımlamayla açıktan “Din- irtica akımı” nın , “irticai eskiye dönüş” iktidar olduğunu söylemektedir. Söylenen şudur : “Kemalist egemen sınıflar devrildi” , “Kemalizmin ipliği pazara çıkarıldı” tespiti yapan S.T’ye bakılırsa iktidarda olan irticai akımdır. Bu durumda din esaslarına uygun devletin tesis edilmesi gerekmektedir. Nedense on yıllık AKP hükümeti döneminde faşist diktatörlüğün yapısını değiştirecek bir durum söz konusu değildir. Peki, S.T’nin söz konusu tespitlerinin anlamı nedir? Partimizin Marksist kavrayışı üzerinde tepinen bu yüzeysel oportünist bakış açısının tutarlı tarafı yokken nasıl oluyor da partimizin anlayışıymış gibi merkezi yayınlarda ortaya çıkıyor ?! Hali hazırda “laik ordu” irtica akımını “tehlike olmaktan çıkarmamışken” ST’nin “irtic” yı keşfetmesinin teorik “derinliğini” nerede aramalıyız. Oportünizm olmasın mı? Çünkü Kemalizmin aşıldığını söyleyen her -kes- eğilim bu ülkede demokrasinin geliştiğini dillendirmeye başlamaktadır. Milyonlarca Kürt ulusuna mensup insanın faşist diktatörlük altında inim inim inlemesinin oportünizmin demokrasi çıtasında yeri yoktur! Onlar kendilerine sunulan reform, değişim ve kırıntılarla meşguldürler. Bilindiği gibi TKP oportünizmi Kemalist hükümeti, sosyal-şovanist ideolojik politik çizgisi ile daima destekledi. Laikliğin olmadığı bir devlette faşist Türk ordusunun, Kemalist asker, sivil bürokrasiyi laikliğin bekçisi olarak ilan etti. “Kara Kuvvetler” olarak irtica tehdidini daima ideolojik söyleminin içinde taşıdı. TKP’nin amacı özündeki ilericilik adına ulusalcı maske ile Türk egemen sınıflarıyla işbirliğine girmekti. Oportünizm (Revizyonizm) Kemalizme devrimcilik rolünü yüklerken halk ayaklanmaları biçimindeki Kürt İsyanlarını “kara kuvvetler, irtica akımı” olarak tanımladı. Hiç kuşku yok ki eskiye dönüş mümkün değildi, fakat oportünizm yedeklendiği faşist diktatörlükte ilericilik olduğunu kabul ettirmek için gericilik tehlikesini sürekli işaret ediyordu. 84 Devrimci Halkın Günlüğü 2002 Kasımında hükümet olan AKP’nin ek bir şey yapmasına gerek yoktu. Faşist diktatörlüğünün askeri vurucu gücü ordu eli ile toplumun beynini uyuşturmak için yeteri kadar İmam Hatip, kuran kursu, camii, cemaat evleri, gizli ödeneklerden cemaatlere sermayenin akıtılması, cemaatlerin siyasal partilerde kendilerine yer bulmalarını, emperyalist güçlerin –özellikle ABDnur tarikatını dünya ölçeğinde kullanacak kadar geliştirmesi ve Türkiye – K.Kürdistan’da etkinliğini artırmasına olanaklar sunduğu koşullarda devletin muazzam bir bütçe ile Sünni İslam dinini tekelinde bulundurduğu devlet düzeninde geriye dönüş (irtica) tehlikesi yoktur. Çünkü zaten laik olmayan dinin devletten özgürleşmediği koşullarda din Türk milliyetçiliği ile harmanlanmış ve Kemalizmin ruhunu oluşturmuştur. Burada asıl olan dinin devlet denetiminde olmasıdır! Bu anlamıyla ST’nin “irtica akımı devlet düzenini değiştirecek” (yaptığı tespitlere bakılırsa değişmesi gerekiyor) tespiti temelsizdir. Oportünizmdir. ST. “esas tehlike…, baş düşman… bugün Kemalist CHP-ordu kliği değil siyasal İslam modelinde ki ABD uşağı AKP kliğidir.” (ST. SF: 20) demiştir. Bu durumda “AKP diktatörlüğü ”denilen “İslamcılığın” Kemalist klik denilen klikten daha faşist, gerici olması gerekir. Veyahut Türk ordusunun tasfiye olmuş, işlev dışı kalmış olması gerekir. Yukarıdaki alıntı yaptığımız yazıya kaleme alanların Marksist devlet teorisini yerle bir ettiklerini söylemek durumundayız. Tutarlı komünistler böylesi saçmalıkları elinin tersi ile itmelidir, itecektir de. Ordu –eşittir CHP demek hatalı olduğu gibi faşist Türk ordusunun emperyalizmin denetiminde bir ordu olduğunu ve tüm tarihi Ermeni, Kürt uluslarına, azınlıklara, komünistlere karşı savaşmak olduğunu unutuyorlar. Devlet içinde ordunun rolü unutulmuştur. ST.’nin “Ordu asıl tehlike değil” dediği 2011 Eylülden sonra henüz altı ay geçmeden bu ordu K.Kürdistan’da hava saldırılarıyla 34 kürt köylüsünü kimyasal silahlarla katletti. Sistemli kimyasal silah kullanarak gerçekleştirdiği saldırılarda 2012 kış ayları içinde 250’ye yakın Gerilla katledildi. Çok doğru… Türk ordusu ihtiyaçlara göre yeniden dizayn edildi. S.T’nin tehlike olmaktan çıkardığı 2014 - AĞUSTOS - SAYI: 1 ordu komutanına Kürtler ‘’kimyasal Necdet’’ demektedirler. Çünkü sistemli kimyasal silah kullanan saldırıların sorumlusudur. Bu durumda CHP’nin pozisyonuna bakılarak Kemalizm tasfiye oldu tartışmasına girmek anlamsızdır. Sınıflar ve egemen ideolojileri apaçık dururken siyasi partilerin demogojik slogan vari söylemleri ve pratikleri ile sınıflar tahlil edilemez. İdeolojinin içeriği anlaşılamaz. TKP oportünizmin ve Perinçek’çi teorilerin kırması anlayışların partimizde yeri yoktur. Bırakın irtica akımıyla, “cumhuriyetin elden gittiği ile”, “yapay gericilik şeriat tehlikesi ile” oportünizm oyalansın. Onların külliyatında “kara kuvvetler” dedikleri “suni –irtica tehlikesi’’ varken pratikte Türk ordusu hayranlığı ve Kemalizm ortaklığı mevcuttur! Yaklaşımımız açık ve net olmalıdır. Milliyetçi Türkçü egemen ideolojinin şu yada bu nüans farkıyla kitlelere sunulmasının özsel içeriğini tahlil etmenin ayrı gerici amaçlar uğruna işleyen değişim safsatalarını tahlil etmeliyiz. Komünistler en gelişmiş burjuva demokrasinin ezilenlerin özgürlüğü anlamına gelmediğini, yıkılmasının zorunlu olduğunu çok iyi bilirler. Bu nedenledir ki para babalarının, hırsızların, tefeci tüccarların, kodomanların, hortumcuların, bütün zenginlerin çıkarlarının koruyacak demokrasi ve özgürlük rüzgârlarının estirilmesinin bizim açımızdan anlamı bellidir. Zamanımız yetmez ama evet biçimiyle “olumlu şeylerde oluyor” türünden cümleler kurmaya ayırmayacağız faşist diktatörlükte tüm iyi gözükenlerin halkımızı baskı altına almak, ezmek ve bilincini bulandırmak, sömürüyü derinleştirmek için yapmak zorunda olduklarını çok iyi biliyoruz. MLM’ler olguları sınıfsal bakış açısıyla değerlendirirler. Gerçeklerden asla vazgeçmezler. Bu temel halka esas alınarak düşünülürse günümüzde toplumu esir alan egemen ideolojinin milliyetçilik olduğu anlaşılır. Din ile harmanlanmış Türk milliyetçiliğinin toplumun derinliklerine nufuz ettiğini Türkiye’nin birçok ilinde Kürt tarım işçilerine, esnaflarına, demokratik hak alma amaçlı protestocu kitleye azgın milliyetçi saldırılarla anlaşılmaktadır. Faşist Türk devleti milliyetçiliği 85 Devrimci Halkın Günlüğü ilkokuldan başlayarak topluma şırıngalamaktadır. Politika, kültür, siyaset, medyada, sanatta fışkıran milliyetçiliğin detaylarını sunmak konumuzu kapsamıyor. Fakat ST’nin “AKP’nin Kemalist devleti dini temellere dayalı bir devlete dönüştürme yönelimlerinde” tespitinden sonra Türk milliyetçiliği değilde “dini irtica”yı baş tehlike ilan etmesi ve AKP’ye karşı “irtica odağı” olarak mücadeleye çağırması partimizin anlayışını cumhuriyet mitinglerindeki sloganlarla yakınlaştırırken, milliyetçiliğin başlıca tehlike olduğu gerçeğinden uzaklaştırmıştır. Türkiye de burjuva siyasetinde laik-batıcı-modern gözüken CHP, ve Cumhuriyet karşıtı irticacı yada Kemalist devrim düşmanı olarak sunulan sağcı-dinci kanat DP’den AKP’ye varan cephe arasında sunulduğu gibi sistem, yönetim ve Türk milliyetçiliği konusunda pek bir fark yoktur. İki faşist kanat kendilerini demokrat, özgürlülçü kılıflarda, çatışmalı zeminde (laik-dinci) sunarken halk kitleleri her dönem burjuva feodal diktatörlüğün bir kliğine siyasal yönelim bakılımından yedeklenmişlerdir. Oysa her iki kanat aynı sınıfların diktatörlüğünü temsil etmektedirler. Her iki kanat egemen Türk milliyetçiliğinin azılı temsilcileridir. Çok partili sisteme geçildikten sonra 1950’lerde D P(Demokrat Parti) “Kemalist devrim karşıtı” olarak sunuluyordu. Elbet bu saptama kuru bir yalandı! Menderes Bayar ikilisi CHP’nin etkin kadroları kanlı devlet yöneticileriydiler. Azınlıkların yok edilmesi, Kürt ulusuna uygulanan soykırımın altında bu faşist devlet yönecilerininde imzaları vardır. 1937-38 Dersim Kürt soykırımında Celal Bayar ve Menderesin makamı ve imzalarına bakmak yeterlidir. Bugün AKP’nin içinde otuz-kırk yıllık siyasetçiler ANAP, MHP, DYP gibi sağ, laik ve batıcı gözüken, özünde faşist olan partilerden gelenlerin yanında “sol-demokrat, özgürlükçü, batıcı” gözüken faşist CHP, DSP ve türevlerinden gelenler de yer almaktadır. “Dünün modernistleri” Kemalistleri bugün AKP’de irticacı mı oldular ?! Kemalizm’i tasfiyemi ettiler? Bütün bunlar egemenlerin topluma sundukları değişim yalanlarından başka bir şey 2014 - AĞUSTOS - SAYI: 1 değildir. Burjuva siyaseti kendi çıkarlarını korumak için milliyetçiliği asla bırakmadığı gibi çıkarları gereği her kılıfa girer. Gerekli olanı kullanmaktan hiç çekinmez. Tıpkı katı Kemalist gözüken faşist Ecevit’in Fetullah Gülen’i el üstünde tutması gibi… Çünkü atası Atatürk aynı şekilde tarikat ve cemaat önderlerini yanında toplamaktan geri durmamıştır. Bu nedenle faşist generallerin yönetimindeyken en fazla kuran kursu, imam hatip okullarının açılmasına “Kemalist olmayan faşist generaller yaptı” denemiyorsa burjuva feodal siyasetin temsilcileride milliyetçilikten koparılamaz. Hem modern, hem Müslüman-muhafazakâr gözükenler Müslüman kitlelerinin denetim altında tutulmasının siyasetini yürütüyorlar. Türk milliyetçiliğini derinleştirip anti-komünizm siyasetini dini duyguları kullanarak kitlelere benimsetiyorlar. Faşist Türk ordusu eliyle komünizme karşı mücadele derneklerinin başında büyütülen Fetullah Gülen bugün ABD elinde çok daha geniş – büyük cephede kullanılmaktadır. “Cemaat iktidar oldu” türü kavramlar saçmadır. Egemen sınıflar taş gibi yerinde durmaktadır. Milliyetçi çıkarlar en vahşi Kemalist eğilimlerle daha fazla İslamiyet’e bulandırılarak sürdürülmektedir. Burjuva siyasetinde çıkarlar gereği bugün burada olan yarın öbür tarafa geçebilir, anlayışı pratiği vardır. CHP’ye gelen MHP, DYP (DP) , ANAP’lılara şaşırmak mı gerekiyor ?! Ne Erbakan, nede “milli görüş” gömleğini çıkardık diyen Erbakan’ın öğrencileri AKP başbakanları emperyalizmden bağımsızdırlar! Ezilen sınıfları her dönem bu yada şu burjuva eğilimi arkasına yedeklemek siyasetinin gerçek içsel özelliğini asla gözden kaçırmamak gerekir. Komünistlerin görevi farklı dille konuşan, ama aynı pislik içinde olan gerici parti ve hükümetlerin aynı amaçlar için çırpındıklarını kitlelere anlatmaktır. Onların demogojik söylemlerinden, vaadlerinden demokrasi, değişim beklemek proleter sınıf mücadelesine ihanettir. Gerek batıcı-laik gözüken kamp, gerekse İslamcı muhafazakâr sağcı gözüken kamp olsun… Her ikisi bir paranın iki yüzü gibidir. Ne kadar farklı zırvalıklar ederse etsinler hükümet olduklarında emperyalizmin denetimi altında faşist diktatörlüğün işleyen çarkında aynı amaçla 86 Devrimci Halkın Günlüğü çalışmaktadırlar. “Cumhuriyet” tarihi bu gerçeği fazlasıyla kanıtlamıştır. Her iki kampı ezilen sınıflara karşı komünist hareketi yok etmek azınlıkların asimile edilmesinde, Kürt ulusuna karşı devam ettirilen imha savaşında bütünleştiklerini asla unutmamak gerekir. O halde AKP ve CHP’nin ne söylediğinden çok Türk egemen sınıflarının ekonomik çıkarlarının nasıl korunduğuna bakılması gerekmektedir. Egemen sınıflar halk kitlelerini ideolojik olarak yönlendirmek, sınıfsal düşüncelerini köreltmek için her yolu denemektedirler. Korkular, tehlikeler, yapay değişimler, özgürlük vaadleri itina ile yaratırlır.! Hatırlanmalıdır… Faşist Türk devleti 28 Şubat 1997’de MGK’da irtica tehlikesinin olduğunu ilan etmişti, lakin irtica gelmedi, ama Kürt ulusuna karşı savaş kanlı şekilde sürdü. Hapishanelerde onlarca devrimci, komünisti katleden süreci hazırladılar. Ekonomik kriz ile halkımız yarı yarıya yoksullaştı ve İMF programı sorunsuz uygulandı. Bugün “irtica”dan bahseden yok. Cumhuriyet gazetesi dâhil bu söylemi terk etti. Ne yazık ki ST’nin (2011 Eylül) sayısında merkez irticanın baş tehlike olduğu tespitini 28 Şubat 1997’den onbeş yıl sonra yineledi. Partimizin bu tespiti aynı zamanda egemen sınıfların siyasi temsilcileri ve devlet bürokrasisinin aralarında ki çelişki ve demogojik söylemlerin çeşitli yeniden yapılandırmaların komünist hareket üzerinde ki büyük etkisini açığa çıkarmıştır. Acı ama gerçek budur! Ulusal Hareket, Kürt Ulusal Sorunu ve Görevlerimiz. Emperyalist güçler 1918-20 ‘lerde böldükleri ve 4 devletin egemenliklerine teslim ettikleri Kürdistan 21.yy’da da emperyalist güçlerin denetimi altında ulusal bağımsızlığı – burjuva anlamında – engellenmektedir. Kürt ulusal sorunu yerel değil bir dünya sorunudur. Çünkü emperyalizm çağında özellikle Orta Doğu da haritaların masa başında çizildiği ve mutlak denetim kurdukları bölgede ulusal sorun gibi önemli bir mesele ekonomik-politik, siyasi açıdan emperyalizmden 2014 - AĞUSTOS - SAYI: 1 bağımsız düşünülemez. Kürt ulusunun kendi devletini kurma hakkını kayıtsız- şartsız tanımanın beraberinde Türkiye –K.Kürdistan proleter devriminin zaferi için verdiğimiz mücadelede ikili enternasyonel görevlerinin yerine getirilmesi gerekmektedir. Kürt ulusal sorunu sadece ulusal hareket üzerinden değerlendirme dönemi çoktan geride kalmıştır. Ulusal sorunun proleter devrim sorunu olduğu temel gerçeğinin ne anlama geldiğinin devrimci temelde kavranması zorunludur. Proleter devrimci hareket dışında ulusal hareket bir olgu olarak vardır. Ezilen Kürt ulusunun ulusal hareketi çeşitliliği ile bilinmektedir. Bizler ulusal hareketin Kürt halk kitleleri üzerindeki etkilerini dikkate almadan mücadele yürütemeyiz. K.Kürdistan da burjuva milliyetçi etkileri Kürt halkı üzerinde parçalama görevi elbette Kürt komünistlerinin görevidir. Başka herhangi bir ulustan; Irak’ta Arap yoldaşlar, İran’da Fars yoldaşlar, Suriye’de Arap yoldaşlar, Türkiye’de Türk yoldaşlar ve bu ülkelerdeki çeşitli azınlıklardan yoldaşlar K.Kürdistan’da burjuva milliyetçiliğine karşı mücadele edemezler. Bu görevleri ancak Kürt komünist yoldaşlar yapabilir. Çünkü ezen uluslara mensup komünistler ezen ulusun baskısına karşı savaşma görevini yerine getirmek zorundadırlar. Özel olarak komünist hareketin ikili görevini yerine getirmesi için görevleri doğrultusunda örgütlenmeleri gerekir. Açık ve net olarak ulusal hareket kendi pratik ve ideolojik bütünlüğü içerisinde değerlendirildiği gibi Kürt ulusal meselesi kendi tarihsel gerçekliği, nesnel koşulları üzerinde başlı başına değerlendirmeyi gerektirir. Bununla birlikte K.Kürdistan’da komünist hareketin durumu ise ayrı değerlendirilmek zorundadır. Bu aşamada K.Kürdistan ulusal harekete bırakıldı. Komünist hareketin olmadığı ve bu nedenle Türkiye –K.Kürdistan devriminde komünistlerin ikili görevlerini yerine getirmediği kabul edilmek zorundadır. S.T değerlendirmelerinde halen Kürt ulusal sorunu ulusal hareketin üzerinden tartışıyor. K.Kürdistan’da komünist hareketin örgütlenmesi sorununa dair program ve perspektif yoktur. Kürt ulusal hareketine (KUH) teslimiyet ve tasfiye 87 Devrimci Halkın Günlüğü dayatılıyor. Türk devletinin tüm yönleriyle Kürt ulusuna karşı savaşta desteklendiği çok açıktır. İmha ve katliam devam etmektedir. Ulusal hareketin uzlaşma çabalarına silahla yanıt verilmektedir. Olasıdır ki ulusal hareket uzlaşma yolunda bir sonuca varır ve devrimci niteliğini kaybeder. Bu tamamıyla pratik bir süreçtir. Fakat partimiz ulusal hareketin devrimci niteliğini uzlaşma arayışına bakarak yitirdiğini saptaması hatalı olur. Uzlaşma arayışını analiz etmek ve eleştirmek görevken ulusal hareketin pratik olarak egemen uluslara karşı savaştığı ve komünist hareketi fiili olarak Kürt işçi ve emekçi köylüleri arasında örgütlenmesine engellediğine dair bir tespit yokken – ki yoktur. “Ulusal reformist hareket” olarak tanımlamak hatalıdır. Ulusal hareket üzerinde devam eden kuşatmalar, süren savaşın niteliğine bakıldığında var olan kongrede anlayışımızı değiştirmemizi gerektirecek bir gelişme yoktur. Ulusal devrimci hareket tanımlamamızın esası ulusal hareketin ezen ulusa karşı demokratik meşru talepleri için baskıya karşı savaşması ve komünist hareketin ezilen sınıflar arasında çalışmasına engel çıkarmamasıdır. Komünistlere karşı savaşan bir ulusal hareket devrimci olarak görülemez. Fakat çok açıktır ki K.Kürdistan’da, Kürt ezilen sınıfları içinde örgütlü komünist hareket yoktur. Bu anlamıyla Kürt ulusal hareketi, ona karşı savaşmasıda, engellemeside güncel bir mesele değildir. Dersim pratiğinde ortaya çıkan saldırılar ise sistematik değildir. Bu anlamıyla S.T nin “Reformist ulusal hareket” olarak tanımlaması hem işleyiş açısından (Kongre kararı gerektirir ), hemde politik, siyasi gerçeklik bakımından hatalıdır. T.D.H’nin en önemli açmazlarından birisinin ulusal hareketin tasfiyesi yada devrimci çizgisinin terk etmesi, diğer bir söylemle savaşını sonlandırıp, Türk egemen sınıfları ile geri taleplerle uzlaşıp ulusal bağımsızlık talebini yozlaştırması sonucunda doğacak boşlukta “Kürtlerin sınıf hareketlerine yöneleceğini” -Ki burada hareket kendisini kastediyor- düşüncesindedir. Bu oporünist anlayış kendi başarısızlığını ideolojik, siyasi, politik çizgisine bakmak, kendisine öz eleştirel bakmak yerine başarısızlığının nedenlerini ulusal hareketinin başarısı ve varlığı ile açıklamaktadır. Ulusal hareket olmasa K.Kürdistan’da milyonlarca kitleyi 2014 - AĞUSTOS - SAYI: 1 örgütleyeceklerini sanmaktadırlar. Oysa milyonlarca emekçi, köylü, işçi barındıran ülke olan Kürdistan’da ulusal hareketin saflarında savaşan onbin gerilla gücü, iki buçuk milyon oy (oy verenlerin hepsi Pkk’li değildir) toplayan politik bir güçtür. Peki, geri de kalan milyonlarca Kürt yoksulların içinde nasıl oluyor da komünist örgütün halen tek örgütlenmesi yoktur? Bu durum asla ulusal hareketin varlığı ve gücü ile açıklanamaz. Komünist hareket K.Kürdistan’da ulusal hareket kadar güçlü olmayabilirdi ama çelişkilerin şiddetli yaşandığı yerde en azından belli düzeyde örgütlülükleri olurdu. Komünist Hareket Kürt işçi sınıfı ve emekçi köylülerine hitap etmediğini halen anlamak istemiyor. Milyonlarca emekçi, köylü ve işçi için onların dilinden, kültüründen özgün koşulları içinde hiçbir şey demeden kendi saflarına katılabileceklerini var sayıyor. Olmaz, olması da mümkün değildir. Hatırlanacağı gibi 1999 A.Öcalan’ın yakalandıktan sonra uzlaşmacı çizgisini ilan etmesinden itibaren yaşanan morel bozukluğu ve belli oranda ortaya çıkan tasfiyecilik rüzgarında Kürt Hareketi’nin çözülme yaşayabileceğini ve devrimci çizgisini korumak isteyenlerin sınıf hareketine katılabilecekleri konuşulmaktaydı. Bu sığ ve k.burjuva yaklaşımın hiçbir tutarlı yanı olmadığı anlaşıldı. Elbette Kürt hareketinden kopan binlerce militan vardır ama sınıf hareketine katılan kaç kişi duydunuz?! Hatta ayrılıp devrimci duruşlarını koruyan çevre, gruplar bile sınıf hareketine katılmıyorlar. Çünkü K.Kürdistan’da gelişen politik bilinç Kürt devrimcilerinin sınıf hareketine katılmaya değil sınıf hareketini K.Kürdistan’da örgütlemenin zorunlu olduğunu ve bu görevin kendilerine ait olduğunun bilincine varmışlardır. Türkiye –K.Kürdistan proleter devrimi için Kürt, Türk ve çeşitli azınlıklardan işçi sınıfının enternasyonel görevleri ile mücadele etme perspektifleri olmadığı için devrimci enerji ve potansiyel erimeye devam etmektedir. Ne yazık ki S.T’de kürt ulusal hareketinin uzlaşma arayışlarının sonuçlanması halinde iki eğilim ortaya çıkacağını söylerken birincisinde, yani tasfiyeciliğin derinleşeceğini, ikincisinde ise; “diğer taraftan mücadeleden yanaolan kitlelerin yeni arayışlara girmesine yol açacak sınıf hareketine katılmaları gündeme gelecektir. 88 Devrimci Halkın Günlüğü 2014 - AĞUSTOS - SAYI: 1 Boşluğun doldurulması önümüzde bir görevdir.” (S.T Syf=29) Partimiz K.Kürdistan’da kitleler arasında örgütlü değilse, bu kitlelerin tümünün ulusal hareketin denetiminde olduğu için değil, politika üretmediği içindir. Komünist program ve perspektiflere kendisini kapattığı sosyal şovenizme düştüğü içindir. Mevcut haliyle kitlelerin sınıf hareketine katılabileceğini söylemek proleter görevleri ertelemektir. Çünkü hazırlıklı olmak için örgüt şarttır. Proleteryanın örgütten başka aracı yoktur. Örgütümüz var yaklaşımı ile tekrara düşerse bir komünist hareket örgüt yaratmanın ne olduğunu anlamamış demektir. Kavrayışsızlıktandır ki yanlışlığı ortaya çıkmış düşünceyi tekrar ediyor. S.T. “Neymiş: PKK tasfiye edilirse kitleler boşlukta kalır ve sınıf hareketine katılırmış”! Neden boşlukta kalacakmış ki? Egemen sınıflar, KUH ne güne duruyor ki?! Dün devrimci zeminde kitleleri örgütleyen hareket dönüşüncede reformist çizgide kitleleri örgütleyebilir hatta daha kolay ve yaygın şekilde. Hemde anti-Marksist felsefi düşünceyi K.Kürdistan’da yaygınlaştırarak. Evet, örgüt yoksa yürütebileceğimiz bir politika da yok demektir. Dolayısıyla boşluğu doldurmak mümkün olmadığı gibi süreci hazırlıklı olmakta oportünist kavrayışla mümkün değildir. Tekrar etmekte sakınca yoktur. Ulusal hareketin hangi haklar üzerinde uzlaşacağını çerçevesi ve biçimi üzerinde tartışmanın zamanı değildir. Asıl mesele proleter görevlerimiz üzerine tartışma yürütmek ve hazırlıklar yapmaktır. Kuzey Afrika, Orta Doğu’da devrimci halk ayaklanmalarının dayandığı nesnel koşulların benzeri K.Kürdistan’da mevcuttur. Bakışımızı, devrimci enerjimizin mayalandığı yere çevirmek görevdir. K.Kürdistan’ın devrimci volkanında büyümeyi başaramayan KP’nin devrime hazırlanması, halk kitlelerini devrime seferber etmesi olanaksızdır. Bu tespit abartılı değil nesnel koşulların varlığı çelişkinin kaynama zemininin somut tahlilidir. Ne seyretmek ne ezilen milliyetçiliğine savrulmak, tek yol proleter ulus kızıl bayrakla kitlelere gitmektir. K.Kürdistan’da halk kitlelerinin cehennemi sömürü koşulları içinde sınıfsal dünyasının üzerine ezilen ulus milliyetçiliğinin serptiği toprağı kaldırmayı ancak KP başarabilir. Ya sosyal şovenizmi mahkum edecek, pratikte verilecek öz eleştiriyle atılım sağlayacak yada tasfiyeci sürecin içinde yok olacak. Tasfiyecilik oportünist zeminde güçleniyor. Zemini kurtarmak için çelişkilerin en yoğun olduğu yerden devrimci halk savaşı ile yanıt vermek zorunludur. Tüm bu görevler başarılmazsa ulusal hareketin kuyruğunda sürünmekle Kürt halkına karşı görevlerin yapıldığını söyleyen sosyal-şoven oportünist cepheye adım adım katılmak kaçınılmaz hale gelir. Bu gün üzerinde tartışılan olgu devrimin temel sorunudur. O halde içeriği belli olmayacak şekilde kamuoyuna “özel programla” K.K ürdistan’da çalışacağız demenin haklı bir tarafı yoktur. Neden? Çünkü KP‘nin örgütlenme sorunları özel değildir. Olsa olsa şimdiye kadar görülmemiş ve başarılmamış, yada yeni ortaya çıkan nesnel koşulların daha açık anlaşılmasıyla birlikte program ve pesrpektifini geliştirip programını ihtiyaca cevap verecek hale getirmiş olsun. Buna bağlı olarak temel taktik ve stratejik yönelim belirlenir. Buna da asla “özel program” v.b denemez. Şu nedenledir ki kamuoyuna içeriksiz vaadlerde bulunmanın zararları büyüktür. Hatalıdır! Mesele tüm detayları ile parti içinde tartışıldıktan sonra kongereye taşınmalı ve netleştirilmelidir. Ancak bu aşama tamamlandıktan sonra örgütsel perspektifine uygun olarak ideoloji ve siyasi açıdan açıklamalarda bulunur. ST’nin “özel programla K.Kürdistan’da biçimlenmelidir.” Derken meseleyi derinden kavradığı ve ciddiyetle yaklaşıldığı söylenemez. Çünkü proleter görevler hakkında KP’nin yapması gerekenler üzerine hazırlanan rapor parti ile paylaşılmamıştır. Konuya bağlı olarak tüm çalışmalar parti ile paylaşılmamıştır. O halde ideolojik mücadeleyi tıkayan, çalışmaya değer veremeyen, çalışmanın ideolojik, siyasi hatları –sapmalarıvarsa merkez tarafından cevaplanması gerekirken hiçbir cevap –hatalımı doğrumu- veremeyen merkezin yaklaşımı KP’nin çalışma tarzı ve ilkelerine uygun düşmemektedir.Bu nedenle 89 Devrimci Halkın Günlüğü bilmediğimiz “özel program”ın içeriksiz açıklanması kongre kararı olmadan propaganda edilmesi ilkesizdir. Meseleye ciddiyetle yaklaşılmadığının göstergesidir. Şayet ulusal demokratik haklar talep eden demokratik çalışmaların yoğunlaştırılması v.b “özel program” olarak sunuluyorsa (-ki öyle anlaşılıyor) Merkezin K.Kürdistan da proleter hareketi örgütleme ve geliştirme kavrayışının oluşmadığı, yetersiz olduğu anlaşılır. Olan UKKTH’nın sadece propaganda etmeyi henüz aşamadığını gösteriyor. Çünkü UKKTH’nı savunmak, propaganda etmek sadece bir görevdir. Esas mesele ve görev proleter bayarak altında ezilen ulusun halk kitlelerini örgütlemektir. Bu görev başarılmadan Kürt ulusal hareketin demokratik taleplerinin desteklenmesi başarılamaz. Günümüzde de olan budur. Tasfiyecilik, dogmatizmle damgalanmış sosyal şovenizmin partimizde ki etkilerinden kurtulmak istemeyen oportünist eğilim, devrimci atılım yapmamızın önünde engeldir. Bugün acil ihtiyacımız olan iç demokrasi ile işleyen disiplinli bir parti, partide tartışılması ve netleştirilmesi gereken K.Kürdistan’da komünist hareketin örgütlenmesi programı, temel taktik ve stratejilerin belirlenmesi görevleridir. Parti üyeleri bu temel meselede yaptığımız çalışmaları merkezden isteyerek bu tartışmalara katılmalı ve zenginleştirmelidir. Maoist Komünistlerin Durumuna İlişkin Bir Kaç Not Partimiz sık sık tasfiyeci süreçten bahsetmektedir. Bu nedenle emperyalizmin işbirlikçisi egemen sınıflarının komünist devrimci, ulusal hareketlerin bir bütün olarak tasfiye etme saldırılarının çok boyutlu oluşu üzerinde durmayacağız. Düşman bizleri hangi kollarda zayıflatmak istiyorsa bizim güçlendirmemiz gereken kollarımız onlardır. Açıktır ki komünist hareketi iktidar hedefinden kopararak düzen sınırları içine hapsetmek, legalleştirmek, reformist bir parti haline getirmek istenilmektedir. Büyük bir yol kat 2014 - AĞUSTOS - SAYI: 1 edildiğini kimse inkâr edemez, tasfiyeciliğe karşı mücadele çağrıları yapılırken dahi tasfiye olmaya devam eden partimizin durumuna bakılınca ne dediğimiz anlaşılır. Mazeretlere sığınamayız, sığınılamazda, Karadeniz, dörtler, 17ler gibi önderliğimizin katledilmesine günümüzdeki başarısızlığımızı bağlayamayız. Devrim hareketi nesnel koşullar üzerinden ilerleyecek olan dinamik bir güçtür. Kitlelere dayanır, kitlelerin ihtiyaçlarına cevaplarına olur. Taktik politikalarını dahi tartışma konusu yapmayan örgütsel anlayışın nasıl bu kadar kök saldığına şaşıranlar olabilir. Ama son 20 yılını bilenler Partimizin bu durumuna şaşırmayacaklardır. Tasfiyeci süreç deyip sürekli geri çekilme “temkinlilik taktiğinin” parti güçlerini koruyamayacaklarını belirtik, belirtiyoruz gelişimin tek yolu disiplin işleyen Parti önderliğinde devrimci çizgi ve olgularla mücadele etmektir. Sürekli geri çekilme taktiği diyen sağ çizgiyi bertaraf etmek zorunludur. Kendini koruma adına devrimci militan davranış, tarz ve düşünüşten uzaklaşan bir devrimci kuşağı yetiştirildi. Sadece kendi bulunduğu alanda kendi işini yapan proleter sınıf bakış açısını yeterince öne almayan kurumların Parti ile olan bağını ve görevlerini fiili olarak amacından saptırdıkları-bugün açısından- açık ve nettir. İllegalite adına –oysa kıçı dışarıda dost ve düşmanın bildiği şeyi- Parti adının anılmaz olduğu kurumlar yaratıldı. Demokratik alanda, kültür, gençlik, kadın vb örgütlenmelerde demokratik haklar çerçevesini aşmayan bir düşünüş, pratik ve tarzın esiri durumuna getirilen mücadele biçimi ne devrimci ne de komünist… Ne yaptı !! Sorumluları da dahil demokratik hak mücadelesi etrafında toplanan kitle komünist hareketin yani Partimizin hedef, amaç ve savaşma kararlılığından uzaklaştırıldı. Yeni örgütlenenlere ise tam devrimci bilinç taşınmadı. Partiye kan taşımaktan çok demokratik kurumlar partinin enerjisini tüketir duruma geldiler. Nasıl bir eser yaratıldı derseniz? Özetleyelim tek cümle ile : “Ben gençlikteyim Parti ile işim olmaz. Ben platformcuyum Parti ile ilgim yok . Ben kadın hareketindeyim Parti ile ilgim yok. Ben gazeteciyim Parti ile ilgim yok.”Söylemine vardırıldı.Parti bilinci zayıflayan çevreye dönüşen pratik biçim bunu doğurdu . Aynı amaç için mücadele eden kendi 90 Devrimci Halkın Günlüğü alanlarında ayrı olan bu örgütlerin bağlandığı ana halka olan Parti kenara itilince hatırlanamaz, ismi anılmaz olunca örgütler kendi başlarına iş yapan kurumlara dönüştüler. Araçlar amaç haline geldi. Platform Partiden daha önemli görünmeye başlandı. Çünkü bu örgütlerde görevlendirilen yoldaşların örgütsel bilincinde zayıflama yaratarak taktik politika sonuçlarını vermiş örgütleri Partiden ve amaçlardan koparmışlardır. Öyle bir uzaklaşma yaşanmıştır ki kendi kurumlarında Partiyi andıran amblem, sembol, resim ve vd. daha doğrusu komünizim mücadelesini temsil eden komünistlerin, bedel veren devrimcilerin resimleri kurumlara girmemektedir. Ne adına? İllegalite adına !!! Oysa bu gün tam tersine daha çok ve yaygın komünizmi temsil eden sembol, resim, sloganlar kullanmaya uygundur. Peki tüm bu “korunmacı” çizgi komünist harekete kan taşıya bilir mi? Asla !!! Aksine bir süre sonra kendisi de devrimcilikten kopar. Kurumlar yaratılmış ama komünist harekete nasıl militan kazanılacağı ise düşünülmemiştir, daha doğrusu oportünist akım düşünmekten ziyade devrimci olmayan çizgide ısrar etmesi karakteri gereğidir. Bu nedenledir ki yaratılan örgütler, hapishanelerde direnen Parti gücünden koptukları gibi, dağlarda savaşan gerilla gücünden de uzaklaşılmıştır.Sorumlusu kimdir?. Elbette illegalite adına, korumacılık adına militan çizgiden feragat eden oportünist anlayışın ta kendisidir. Güncel ihtiyaç, tüm örgütler de parti bilincinin yaratılması için ideolojik mücadele yürütmek olduğu gibi demokratik örgütlerde Partinin hissedilmesi –propaganda edilmesinin-pratik biçimleri mutlaka oluşturulmalıdır. Tarihini kendileri ile taşımayanlar geleceği temsil edemezler. Tutuklanmayan, bedel ödemeyen, öldürülmeyen, savaşmadan devrimcilik yapılacağına inanan bir kitle yetiştirilmiştir. Pasifist oluşu izlenen politik taktikler ve ideolojik şekillenişin bir sonucudur. Örneğin gazeteciler sadece görselliğe önem veren belirlene sürede gazetenin çıkarılmasını esas görev olarak, gazetenin okunur 2014 - AĞUSTOS - SAYI: 1 esas amaç haline getirerek görevlerini yaptıklarının sanıyorlarsa; nasıl olacak?! Elbette gazetemiz çıkar, belki çok okunur, ama bu gazete komünizim mücadelesine layiki ile hizmet etmiyorsa komünist harekete güç taşıyacak ideolojik kaynak görevi görmüyor küçük burjuvaziyi memnun ediyorsa bu gazete komünist yayın organı olamaz. Şayet her koşulda partimizin strateji ve taktiğimizin propagandasının yapılmasının esas görev olarak öne çıkarılmamışsa o halde gazeteler sadece bir gazetenin çıkartılmasını esas amaç haline getirmişlerdir. Bu gün gazetemizin mevcut durumu tamda buna denk düşmektedir. Çeşitli gerekçelerle sudan bahanelerle yargılanan halktan kitlenin duruşmalarını haber yaparken parti üyeliğinden yargılandığını yazmaktan ziyade ‘’ örgüt üyeliği, örgüt yöneticiliği’’nden yargılanmaktadır diye haber yapmaktadırlar. Çünkü bu gazeteciler partinin propagandasını yapmaya gerek görmüyorlar verilen bu bedellerin aynı zamanda komünist mücadelenin kendisi olduğunu, bunları yazmanın bir görev olduğunu elindeki aracın komünist amacı için doğru ve yerinde kullanması gerektiğini yeterince kavramıyorlar. Neden yapıyorlar derseniz? ‘’ biz gazeteciyiz bizim parti ile ilgimiz yok’’ demek istiyorlar. Sonrada diyorlar ki ‘’ parti propagandası yapmak bizim işimiz değildir’’ işte parti bilinci (!) ancak bu dere korkunç yok edilir, ancak bu derece örgütlerin partiden koparılması, partinin elsiz, ayaksız, sözsüz bırakılması başarıla bilinir. Çok basit bir örnek; 19 Aralık 2000 saldırısını ( ölüm orucu direnişi demektir aynı zamanda ) yada şehit yoldaşlarımızdan anmalardan, mektuplardan bahsederken direnişçilerin yada partiyi andıran bir resim bile kullanılmıyor. Proleteryanın çıkarlarına zerre kadar bir faydası olmayan bir film v.b tanıtımda yazılan yazıdan büyük resimler yayınlanabiliyor. Burada sınıf bakış açısı yoktur. Burjuva gazeteciliği desen o da yoktur. Tüm örgütler partinin bir parçası olduğunu, amaçlarının ne olduğunu kavramak zorundadır. Oportünist tasfiyeci pratik mahkûm edilmeden gelişme olmaz. 91 Devrimci Halkın Günlüğü Bu nedenle tasfiyecilik dışarıda aranmamalıdır. Tasfiyecilik içerde aranmalı, sürekli ideolojik mücadeleyi tüm parti ile sürdürmeliyiz. Eleştirisini uzun zamandır yapmamızın –dikkate alan yok ne yazık ki- tamda bu geliştirilen pasifizm, reformizm, dağınık, laçka parti çizgisinin oportünist içeriği neydi. Merkez şunu anlamalıdır: pratik olarak devrimden kopan devrimci aydınların, ( eski kadrolarımız olsa) küçük burjuva aydınlarının analiz ve oportünist bakış açısıyla toplama yazıların ağırlıkta olduğu bir gazete ile işçi sınıfı hareketine öderlik edilemez; bu mümkün değildir. Örgüt demek ortak merkezi program ve perspektifinin olması demektir. Şayet parti kendi anlayışının, kendi yayın organında anlatmıyorsa, her kafadan bir ses çıkacak bir duruma gelmişse partimizde ortak ideolojik, siyasi, politik, ortaklık parçalanmıştır. Bunun tek yolu komünist kadroların, oportünist eğilimlerini partiye taşımak, tartışmak, devrimci çizgiyi güçlendirmek ve oportünizmi parti yönetici organlarından alaşağı etmektir. Zorlu sürece meydan okumak için netleşmek ve ilkelerden ödün vermeden karşı durmak her komünist için zorunluluktur. Herkese gül uzatmaya çalışan anlayışta devrimci sınıfsal bakış açısı yoktur. 2014 - AĞUSTOS - SAYI: 1 tanımlamalarla değil bizzat taktik politikalarımız hatalı kavrayışımızın üzerinde durmalıyız. İster saflarımızı terk edenler isterse halen saflarımızda olup terk edenlerin çizgilerini sürdürmeye çalışanlar olsun açık olarak partiye anlatılmalıdır. (‘’ oportünizme karşı mücadele üzerine’’ ‘’parti ve önderlik ilişkisinin devrimci kavrayışı üzerine’’ başlıklı çalışmalarda mesele üzerinde durulmuştur, bakılmalıdır.) Çünkü oportünizme karşı mücadeleye dair merkezi organda karşılıklı tartışılarak verilmez, ancak partinin kendisiyle mücadele yürütülebilinir. Hangi anlayışın komünist hangi anlayışın oportünist olduğuna partinin kendisi karar verecektir. Not: “Sınıf Teorisi’nin Dünya – Türkiye – K.Kürdistan’da Siyasi Durum” Analizine Eleştirel Bakış başlıklı yazının kendisi 2012 yılında Halkın Günlüğü gazetesine yayınlanması üzere gönderilmiştir. Fakat Halkın Günlüğü gazetesi tarafından hiçbir gerekçe gösterilmeden yayınlanmayan çalışma güncelliğini koruduğu için dergimiz Devrimci Halkın Günlüğü ile çizgisinin denk düştüğünden dolayı siz okurlarımızla paylaşıyoruz. Her gelişmenin sonuçlanma aşaması vardır. Partimizde mevcut olan oportünist tasfiyeci eğilim, son sınırına varmış taşınamaz duruma gelmiştir. Yada devrimci çizgi terk edilerek burjuvazi ile sınıf işbirliğine girilecek, yada oportunizm tasfiye edilerek devrimci çizgi güçlendirilecektir. Parti iradesinin anlayışını parçalayan, örgütleri partiden koparan, alanları kendi başına bırakan, laçkalığı, disipsizlinliği geliştiren devrimci savaşı değil korumacılık adına sağa yatan oportünist çizgi yeterince tasfiyeciliği geliştirmiştir. Günümüzde ise ideolojik olarak ilkesizce partimizi dönüşüme zorlamaktadır. Bu nedenledir ki devrimde ısrar eden komünistler tasfiyeci çizgiye meydanı bırakamazlar, bırakmazlar. İlkesel olarak açık olmak iç ideolojik mücadeleyi taktik, politik hatalarımızın eleştirisi üzerinden sürdürmek hayati önemdedir. Oportünisst eğilime karşı tutarlı mücadele ancak ve ancak parti içinde savundukları ideoloji ve politika anlatılarak başarıla bilinir. Soyut 92 Devrimci Halkın Günlüğü 2014 - AĞUSTOS - SAYI: 1 “Tam Bilimselci” Değişimcilerin İlk Yanılgılarına Giriş 1.Bölüm HG: 2013/72 sayı da “Nesnel şartlara uygun değişim devrimdir” başlıklı perspektifte ki yöntem siyasi ve politik hatalar dizisi barındırdığından eleştiriyi hak ediyor. MLM’ler şartların gerçek ve net açık tahliline karşı durmak bir yana bütün devrimci perspektiflerin yürücütüsü olurlar.Bu nedenle toplumsal değişimlerin karşısında durmak bir yana (ki duramazlar da) ileriye doğru değişime uygun araçlar,yöntemler ve strateji yle yanıt olurlar.Fakat komünistler ”değişim” sloganı ile bunu yapmazlar.Öncelikle felsefi marksizimi benimseyen KP’nin doğa ve toplumda,insan düşüncesinde de değişmez oysa olan diyalektik hareket-değişimle bir sorun olamaz.Bu nedenle KP siyasi,ideolojik,politik meseleler “değişimciler ve değişimcilere karşı duranlar. Değişimi , ilerlemeyi kabul edenler ile etmeyenler”şeklinde açıklanmaz.Doğayı ve toplumu durağan gören,sınıf mücadelesinin ihtiyaçlarına bilimsel yanıt olmaktan uzak eğilimler felsefi olarak idealizm ,politik siyasi açıdan dogmatik ve oportünist içerikleriyle açıklanır. Anlaşılmaz olan şu olmuştur:”Örgütsel çizgi politikası, stratejisi, taktikleri ve hattı değişmiştir ”diyen KP nasıl oluyor da bu değişim stratejisinin kendisine açıklamak yerine ‘Ey ahali “değiştik” ilanında bulunuyor. Üstüne üstlük bu değişimin müjdesini hatalı değerlendirerek ”biz her şeyi değiştirdik ama bizim değişimimizi doğru değerlendirin” deme hatasına düşüyor. Malum ilanını da yapıyor:”Değişime ayak direyen tutuculardır!” Bu durumda ileri sürdükleri , sürecekleri teoriyi kabul etmeyen herkes tutucu olmuş oluyor. O halde stratejik değişimi ideolojik siyasi politik içeriğiyle açıklamaya kalkan hatalı yanlarına ayak direyen ve mahkum eden her yoldaş”değişime ayak direyen tutucular” olarak önceden damgaladılar. Bu “öngörülü”değişimcilerin olmayan stratejisidir. devrimci Açıkça bu yöntem yoldaşlarının eleştirilerini bastırma pervazsızlığı olarak tarihe geçti.Doğru ve ilkeli de değildir.Kaldı ki eğer stratejik bir değişiklik yapılmışsa(ki öyle olduğu söylenmiştir)elbette kural ve usulüne uygun yapılması zorunluluğu vardır.Şayet bunda bir ilkesizlik olmamışsa Parti irade olarak stratejisini netleştirmiş,önderliğini temel taktik ve programını değiştirmişse bundan sonrası o parti için pratik meselesidir.Eski olanı atan ve somut şartlara uygun strateji belirleyen bir parti hiçbir kaygıyla strateji,taktik meselelerde,programını açıklamadan önce kalkıp “kendi içinde değişime ayak direyenleri“halka anlatmaya kalkmaz bunun derdine düşmez.(Burada bir ek yapmalıyız,sonradan anlaşıldı ki darbeci değişimlere karşı çıkışları ön gördüklerinden dolayı bu bastırma yöntemine başvurdukları açığa çıkmıştır.)Eğer bu değişim mahareti partiye bütün içeriği ve niteliğiyle anlatılmamış ve onayını almamışsa kendini her şeyin sahibi ve belirleyeni sana dar bir elit tarafından yapıldıysa bu değişim tasfiyeci dalganın şiddetlenmiş olduğunu gösterir.Tabi ki stratejinin ne olduğunu açıklamadan evvel eleştiriye yoldaş’larını susturmaya yönelen henüz kimsenin bilmediği (hapishane örgütünün bu 93 Devrimci Halkın Günlüğü değişimden hiçbir şekilde haberinin olmadığını hatırlatarak)bilmesi gerekenlerde dahil bilmedikleri bu değişime devrimcidir diyenlerin kafasında patlar. Lafı dolandırmayalım KP stratejik programsal değişikliklere gider. Bu tartışılmaz, ama KP bu değişikliklerin belgelerini açıklar,bu stratejiyi açıklamadan kamu oyuna ,halka ve yoldaş’larına “stratejinin doğruluğunu”anlatma telaşına düşmez.Buradan hareketle stratejinin partiyebile hakkıyla anlatımadığı söz konusu yazıda anlatılmıştır.Bu politik açıdan yararsız ve tasfiyeciliğin yıkıcı hatta en yıkıcı biçimidir.Siyasi açıdan örgütü bu derece önemsizleştiren anlayış amacına yabancılaşmış bürokratları hatırlatmaktadır.Yönetme sanatından da yoksundur.Strateji taktiksel,örgütsel çizgisi değişiyor ama halen iç sorunlarını yansıtmamayı bilmiyor,bir bunu değiştirmek istemiyorlar.Açıklamak mı istiyorsunuz.O halde stratejiye karşı olan yoldaşların temellendirmelerini açıklayın .Şayet bunu açıklayamıyorsanız “tutucu eskide ısrarcı,değişim karşıtı”olarak yoldaşlarımızı damgalamayın.Hedef göstermeyin .Böyle bir hak hiç kimsenin elinde olamaz.Böyle olursa”değişim karşıtı”ilan ettikleriniz kendilerini ortaya koymada hatalı yöntemleri banimseyebilir,kopabilirler.Bu yöntem yanlıştır.Parti anlayışına da aykırıdır.Çünkü halka ve mücadelenin amacına zararlı olduğu apaçıktır. Devrimin Yolu KP’nin Niteliğini Belirlemez Mi? Çok açıktır ki devrimin itici güçleri olan sınıfların konumlanmasına dayanarak koşullar değişmeden değiştirilemeyecek her bakımdan savaşımı bütün temel taktikleri üzerinde belirleyici olan stratejiyle devrim amacı için mücadeleye tuştan KP nin tam da politik (yani örgütsel) niteliği belirlenen devrim yoluyla ortaya çıkar. Kaypakkayacı parti tam da devrimin dost ve düşman sınıflarını, devrimin itici güçlerini, devrim amacına karşı görevlerini savaş stratejisi ve taktiklerini devrimci içeriğiyle tespit edip mücadel ettiği için KP’dir. Elbette sadece programıyla değil pratiğiyle birlikte KP niteliği meydana gelir. 2014 - AĞUSTOS - SAYI: 1 ‘’Devrimin yolu, strateji KP nin niteliğini etkilemez’’ H.G perspektif sayı:72 demek MLM teori ve savaş kavrayışına terstir. Ne deniyor: ‘’örgütsel çizgisi, politikası, stratejisi taktikleri ve hattı değişimiştir. Ama bu değişim partinin MLM ölçüler karşısındaki niteliğini bozmaz.’’ 2013 sayı:72 HG perspektif Gerçekten böyle midir.(?) TKP’nin oportünist olduğunu söylemekle hata mı ettik… bütün lafazanları komünist mi saymalıyız acaba. ‘’Tam bilimselciler’’ diyor ki hangi strateji benimsenirse benimsensin temel ilkelerin kabul edilmesini yeterli görerek partinin niteliği değişmez sonucuna varıyorlar. Bu anlayış temelden yanlış ve oportünisttir. ‘’Bolşevizm tarihinin bazı sorunları üzerine’’başlıklı çalışmasında partinin pratik hattının ne kadar belirleyici ve önemli olduğuna açıklık getirir. ‘’Partilerin ve önderlerin yalnızca açıklamalarına göre değil,her şeyden önce eylemlerine göre sınanması gerektiğini arşiv farelerinden başka kim kavramaz ki ? Tarih rahatsız edici eleştiricilerden yakasını kurtarmak için herhangi devrimci bir kararı bonkörce imzalamış olan az sosyalist tanımaz. Ama bu onların bu kararları pratiğe geçirdiği anlamına gelmez. Yine tarih, diğer ülkelerin işçi partilerinden ağzından köpükler saçarak en devrimci eylemleri talep eden az sosyalist tanımaz. Ama bu onların kendi partilerinde ya da kendi ülkelerinde kendi oportünistleri önünde kendi burjuvazileri önünde yelkenleri suya indirmediği anlamına gelmez. İşte bu nedenle Lenin bize devrimci partileri, akımları, önderleri, açıklamaları ve kararları temelinde değil, eylemleri temelinde sınamamızı öğretmemiş midir?’’ Stalin cilt:13 sayfa 92,93 Devrime. KP’lerin eylem hattının stratejilerine bağlı gerçekleştiğini ya da teorik olarak kabul ettikleri stratejilerine ters düşecek şekilde gerçekleşebildiğini belirtmemize gerek bile yoktur. Hepimiz biliyoruz ki temel Marksist 94 Devrimci Halkın Günlüğü ilkelerde Menşeviklerin, teorik olarak bolşeviklein farkı yoktu, ama buna rağmen tarih Menşevikleri oportünist akım olarak kaydetti. Menşeviklerde marksizme proleterya diktatörlüğünü devrimde zor ilkesini kabul etmemişlerdir. Bir partinin sadece teorisi programına MLM temel ilkeleri teorik olarak kabul etmesine bakmakla yetinilemez. Bunların kesin kabulu ile birlikte çizdiği devrim yolu –stratejisini ve bunu uygulamasına bakılır. Bu stratejide yol pratiğin kendisidir. Ve partinin niteliğini belirler. ‘’Tam bilimselci’’ Yoldaşlarımız Ne Diyorlar Birlikte Okuyalım. ‘’Devrimin zora dayalı gerçekleşmesinin (zor ilkesinin) kesin kabulü proleterya diktatörlüğü… KP’nin devrimdeki önderliğinin … proleterya diktatörlüğü şartlarında devrimi sürdürtmesinin kesin kabulü gibi MLM temel ilkelerde bir değişim revize ve erezyon söz konusu değilse yaşanan değişim partinin niteliğini bozmaz,bozmamıştır.’’ HG sayı:72 perspektif 2013 Aynen böyle deniyor’ diğer 20. Yy devrim pratiklerini bir kenara bırakalım sadece Menşevik ve Bolşevik partilerin durumu yukardaki tespiti çürütmeye yeterlidir. Menşevikler zor ilkesini, kp önderliğini, proleterya diktatörlüğünü devrimin sürdürülmesi anlayışını da kabul ediyorlardı’ 1917 sosyalist devrime kadar da Menşeviklerin programı azami ve asgari hedefleri teorik olarak aynıydı. Parti iki kanada ayrılmasına rağmen Menşevikler bu ilkesel Marksist kabulleri hiçte değiştirmediler, reddetmediler, aksine bu kabulleri tek sürdürücüleri olduklarını daima ileri sürdüler. Peki teorik olarak ve programsal kabuller mi Menşeviklerin niteliğini değiştirdi, ya da belirledi. Ya da bu temel Marksist ilkeleri kabul ettikleri için mi ‘’ komünist’’ nitelikleri ne yaparlarsa yapsınlar korundu(!) Korunmuşmuydu!? Hayır! Menşevikler bütün stratejik ve temel önemde olan taktiklerde çuvalladılar ve sınıf işbirlikçi nitelikleriyle bir akım olarak yolların devam etmişlerdir.Çünkü Menşevikler bu temel ilkelerini kesin kabulünü ta baştan ilan etmelerine rağmen örgütsel ilkelere,devrimci 2014 - AĞUSTOS - SAYI: 1 sınıf savaşına (1905 devriminde halkın önünde savaşmaya değil halkı sakinleştirmeyi seçmişlerdi) devrim arabalarını kullanmayan taktik ve stratejik meselelerde tutarsız ve oportünistçe yaklaştılar. İşte bu pratik yönelim ideolojik, politik oportünizmle damgalanmasına yetti. Demek ki hiçbir şekilde ‘’program buna bağlı olarak strateji ve taktikler bir KP’nin niteliğine etkisi olmaz, niteliğini bozamaz ve belirleyemez.’’ Denmesi kabul edilemez. Bu tarihsel deneyimler açısından bilgisizliktir. Teorik ve pratik amaç arasındaki kesin uyum zorunluluğunu da yerle bir eden bir anlayıştır. 1917 şubat devrimden Menşevikler burjuvaziyle –ki programları bile Bolşeviklerle devrim kadar aynıydı- hükümeti paylaştılar. Sınıf işbirlikçi taktik ve strateji izlediler. Bolşevikler ise 1905 te izledikleri gibi 1917’de de devrimci iktidar hedefli strateji izlediler. Burada izlenen strateji ve taktikler nasıl olur da Menşeviklerin niteliğini belirlemez diyebiliriz? Bunu diyemeyeceğimize göre KP’de devrimin yolu stratejisi ve taktiklerde oportünist çizgideyse MLM ilklerini kesin kabulü programına yazsa da pratikte komünist siyaset açısından hiçbi değeri olamaz. 1930 yılında tartışma makalesinde Lenin’e saldıran Slutski’ye Stalin şöyle cevap vermiştir. Slutski, Lenin’in savaş öncesi oportünizmle uzlaşmış ya da yeterince mücadele etmemekle suçlamıştır. Slutsky diyordu Stalin. ‘’Lenin’in ve Bolşeviklerin uzlaşmazlığını gerçekten sınamak istiyorduysa yazısında tek tek belgeleri ve iki üç özel mektubu temel almak yerine bolşevikerleri eylemler, tarihleri davranışları temelinde sınaması gerektiği açık değil midir?’’ cilt:13 sayfa:92 Stalin Devrim stratejisini bu drerece önemsizleştiren gerçek bir stratejiye sahip olmanlardır. Nasıl ki bir insan kendisi için taşıdığı düşüncelerle değerlndirilmezse aynı şekilde bir KP de kendisi için yaptığı tanımlama, söyledikleriyle değerlemdirilemez. Nasıl bir devrimci savaş yürüttüğüyle ve halka önderlik edip etmediğiyle değerlendirilir. Hiç kuşku yokki bu sınanma stratejik ve taktiksel 95 Devrimci Halkın Günlüğü doğruluk gerektirir ve partinin niteliğini belirler, açığa çıkarır. Devrimin yolu aynı zamanda stratejik yoldur, stratejinin bir partinin niteliğinde belirleyici olmadığı ifade etmek, teoride devrimci pratikte sınıf işbirlikçisi, opotünizme,reviyonizme evrilme durumu nu görememektir. ‘’Biz değişimciyiz değişim yaptık. MLM temel ilkelere bağlıyız, devrimin yolu, strateji önemli değil, niteliğimize etkisi olmaz.’’ Sonucuna varmak kaypakkayacı partinin 42 yılllık siyasi ideolojik politik anlayışını mezara gömmektir. Oportünizsttir, çünkü ‘’değişim felsefesiyle’’ strateji ve temel taktikleri örgütsel hattı önemsizleştiriyor. Devrimin yolunu devrimci temelden koparıp doğru dürüst tespit etmeyen, edemeyen partinin komünist olamayacağı gerçeğini reddediyorlar. Politik hatta oportünizmin kesin kabulü ancak bu şekilde cüretkar ifade edinilebilirdi. Parti içinde MLM temel ilkelerin kesin kabulüne sahip olmasına rağmen sağ ve sol akımların türediğini de reddetmektedir. Çünkü sağ yada sol çizgiler izledikleri taktik ve stratejik hatta tasfiyecilikte rol oynarlar. Bu eğilim ve akımlara ‘’ama MLM temel ilkelerine inançları kabulleri tamdır mı’’ diyeceğiz. Bu gülünçtür yoldaşlar. Almanya komünist hareketi Kautsky önderliğinde 1914 de Rozona’nın deyişiyle bir ceset haline geldiğinde yukarıda saydığımız bütün Marksist ilkeleri kabul eden ideoloji program örgüt ilklerine sahiptiler. Ama Kautskyci akım 1. Paylaşım emperyelist dünya savaşında Alman burjuvazisini avrupadaki 2. Enternasyol üyesi sosyalist partileri nerdeyse tamamı aynı çizgideydi. Vatanseverlik politikasıyla kendi burjuvazisini desteklediler. Siaz buna ister strateji ister temel taktik deyin ama bu hat Almanya sosyalist hareketinin Kautskyi takip eden kanadını bir ceset haline getirdi. Demek ki strateji taktikler partinin niteliğini belirleyebiliyor. Bu gerçekler nasıl inkardan geline bilinir. Diğer açıdan ‘’her türden yenilik ve değişim karşısında tahammülsüz olan yoldaşlar öncelikle içeriğe bakmak zorundadır.’’ HG sayı:72 2013 ) denmektedir. 2014 - AĞUSTOS - SAYI: 1 Yine ‘’ değişime ayak direyenler tutuculardır’’ vb kesin belirlemelerle itaat emreden,önden ilanla karşı eleştiriyi ‘’tutuculuka’’ damgalayan bakış açısı sakat ve ölçüsüzdür. Elbette stratejiyi, taktiklerde, politik hatta ,diğer ifadeyle devrim yolunda oporünizm mevcutsa komünistlerin görevi bu sapmaya karşı tutarlıca mücadele olacaktır. Yoldaşlarını ‘’tutucu,geri, eski, gayri diyalektik, hesapçı’’ vb tanımlamalarla eleştirenlerin önünü almak mümkün olmaz. Parti eleştirilerin önünü tıkamayı değil, demokratik olarak eleştiriyi teşfik etmek durumundadır. Öncelikle değişiklerin içeriğine bakmak her eleştiriyi yürütenin görevi ve tutumu olmalıdır. Fakat KP içeriğini açıklamadığı stratejiye yoldaşlarını nasıl değişime karşı duran tutucular olarak suçlayabilir!Halkı ve yolddaşlarına‘’değişimimizi eleştirmeyin, size söylediğimiz biçimde yorumlayın ve değerlendirin’’ diyen başka bir parti yoktur. Bağışlayın ama varsa biz bilmiyoruz. Değişimin zorunluluğunu, stratejiyi,i örgütsel çizgi değişikliğini hiç kuşku yokki halkımız, komünistler, dostlarımız değerlendirecektir. Değişim sloganı çekici olsa da ,onun çekiciliği şayet opotünzimle lekelenmişse proleter bilincin kızıl eleştirisiyle karşılaşacaktır. Şayet nesnel koşullara uygunsa örgütsel ilkleri çiğnememiş tam iradeyi yansıtmışsa devrimci gelişmelere ışık olacaktır. (fakat bu vasıfları taşımadığı anlaşılmıştır. gerçekten net olarak anlaşılmaya başlandıktan sonra bunu eklemeyi gerekli görüyoruz.) Söz konusu perspektif yazısındaki tutarsız gayri MLM anlayışa karşı duruduğumuz gibi ‘’tam bilimselci değişimin’’ içindeki opotünizme de tereddütsüz karşı duracağız. Devrimci olanı geliştireceğiz. Her şeye rağmen stratejiyi değil de, bu gereksiz, zararlı öncü depremi konuşmak, konuşmak zorunda kalmak gerekli derslerin çıkarılmadığını göstermektedir. Söz konusu yazı MKP Tutsaklar tarafından içerik ve yöntem açısından çok hızlı bir refleksle hatalı bulundu. 96 Devrimci Halkın Günlüğü 2014 - AĞUSTOS - SAYI: 1 Devrim Yolunda, 42. Yılın da Partimize Bin Selam! Devrimci işçi sınıfı, emekçi köylülüğün ve geniş halk kitlelerin KP’sinden başka kurtuluş aracı yoktur. Komünist önderliğinden vazgeçilmez önemi kavranmadan emperyalist haydut güçler ve iş birlikçi sınıfların ezilen sınıflara dayattığı modern köleliği ortadan kaldırmak için uzlaşmaz bir çizgide sürdürülen devrimci savaşın içeriği ve görevleri anlaşılamaz. Yokluk, yoksulluk, sefalet çekilmez boyuta vardığında, isyan ve ayaklanmaların patlak verdiği koşullar oluşmasına rağmen ezilen sınıflara önderlik edilmediği gibi her tarihi dönem de halk kitleleri devrimci proletarya iktidardan yoksun kaldılar. MLM politik bilinç ve siyasi amacı derinden kavrayan herkes KP’nin devrimci iktidar için biricik savaş örgütü olduğunu bilir. Kitlelere önderlik etmek, komünist bilim ışığında devrim amacına bağlılık, demirden disiplini olmayı ve ilkelerine bağlı kalmayı gerektirir. MKP komünist önder İbrahim Kaypakkaya önderliğinde 24 Nisan 1972’de Enternasyonal Komünist Hareketin bir kolu olarak tarih sahnesine çıktı. ‘’Devrim yolu, strateji, temel taktiklerin KP niteliği üzerinde belirleyici olmaz’’ diyen küçük burjuva oportünist anlayışların aksine Kaypakkaya hattı ulusalcı, Kemalist, parlamenterist, reformist akım ve eğilimlere karşı ideolojik mücadele içinde ve küçük burjuva örgütlerle benzerliği olmayan devrim yoluyla ortaya çıkmıştır. Bu anlamda 72 Nisan güzergahı sapmaz bir kararlılıkla doğrudan devrime çıkar. Kaypakkaya çizgisi MLM’nin teorik ve pratik uygulayıcı çizgisidir. Marksizmin burjuva ideolojisi ile barıştırılması olanağı yoktur olamaz. 19. ve 20 yy da devrimci proletaryanın burjuvazi ve feodal sınıflara karşı savaşımında da kanıtlandığı gibi. MLM sadece ve sadece devrimci proletarya ve ezilen yığınların devrimci iktidar mücadelesinin silahıdır. Her türden gerici sınıfların ezilmesinin teorisi ve pratiğidir. Kaypakkaya’nın Halk Savaşı diyalektik çizgisi hiçbir koşulda proletarya diktatörlüğü amacından sapmaz. Bütün devrimci politik biçimleri bu doğrultuya uygun ete kemiğe bürünür. 1970’lerden günümüze Kaypakkaya çizgisini kendi oportünist anlayışlarına, ilkesizliklerine devrimci savaş çizgisinden uzaklaşıp yozlaşarak, amaçta kararsızlaşmış örgütsel çizgilerine uydurmaya çalıştılar, ama başarılı olamadılar. Çünkü Kaypakkaya mücadele hattı hiçbir koşulda lafı dolandırmadan kendisini dışa vuran komünist ideolojik netliğe sahip olmakla karakterizedir. Bu perspektife uygun olarak da devrimci savaşın rotası olmuştur. Oportünizm ulusal değil, genel uluslar arası bir nitelik taşır. Kaypakkaya hattı Marksizmin kapitalizm eleştirisini daima esas aldı. Bütün oportünist türevlere karşı ideolojik mücadele duruşunu korudu ( ideolojik mücadele görevini yeterince yapamadığı da unutulmamalıdır ). Sadece Maoizmi reddeden Hocacı anlayışlara değil, burjuvazinin pişirip yeniden sürdüğü küreselleşme teorileriyle emperyalizme yeni boyutlar getirme uğraşına girip Kautsky, Troçkist teorileri yeniden dirilten reformist - oportünist akımlara karşı durdu. Küreselleşme safsatasıyla emperyalizme yeni bir boyut getiren oportünizme birinci kongre cevap oldu. Kaypakkayacı çizgi bu günde Leninist emperyalizm bakış açısından şaşmayarak komprador kapitalizme ‘’ yeni’’ kılıflar biçen Kautskyci anlayışlara karşı kararlıkla karşı durmayı sürdürecektir. 97 Devrimci Halkın Günlüğü Toplumsal sınıfsal harekete bağlı olarak değişim zorunludur. Fakat değişim teorileriyle devrimci savaş çizgisini terk etmenin, gerilla savaşını tali duruma düşürmenin gerekçeleri üretilemez. Kaypakkaya devrim yolu radikal araçlarını elinden bırakmayı daima reddeden, ideolojik berraklığa ve siyasi kararlılığa sahip oldu. Bu nitelik partimizin komünist özünden ileri gelir. Kaypakkaya bir avuç militanla yola çıkmıştı. Partimiz 42 yılı geride bıraktı. Daima amacına bağlı kalarak, beş parti genel sekreteri ve yüzlerce kadro savaşçısını yitirdi. Bütün fiziki imha saldırılarına rağmen devrimci amaca bağlılığı engellemedi. Partinin ideolojik özü ve siyasi amacına bağlı, can bedeli savaşan ve şehit düşen yüzlerce yoldaşımızın devrimci çizginin uygulayıcıları olduğunu kimsenin unutmaması gerekmektedir. Ezilen sınıfların kurtuluş mücadelesi büyük bedellerle sürdürülmektedir. Süleymanları, Kazımları, Cüneytleri, Caferleri anmak, partinin tarihsel yürüyüşüne, devrimci amacına bağlı kalmayı ve her türden tasfiyeci oportünizme karşı durmayı, devrimci savaşı geliştirmeyi gerektirir. Partinin doğuşu ile 42 yıllık mücadele birbirinden ayrıştırılamaz. Tarih bilinci taze ve diri tutulmalı. Kaypakkaya emperyalist işbirlikçi burjuvazinin fetihçi, en gerici, en vahşi, ırkçı dinle harmanlanmış Türk milliyetçi ideolojisinin ezilen sınıflar içindeki temsilcisi durumunda olan sosyal şovenizmin kabuğunu çatlatmakla kalmadı, ezilen Kürt ulusu ve çeşitli azınlıkların uğradığı ulusal baskıyı analiz etti. Sosyal şoven anlayış bugün üstünü örtse de Kaypakkaya ezen Türk ve ezilen Kürt ulusundan komünistlerin ikili görevlerine işaret ederek vurgulayarak ezilen sınıfların örgütlenme yolunu gösterdi. Bugün barış sloganlarıyla ortalığı bulandıran, seçimle halk iktidarını kuracaklarını ilan eden, ezilenlerin özgürlüğünü KUH’ne havale eden kuyrukçu ‘’komünistlerin’’ aksine Kaypakkaya çizgisine ezen Türk ve ezilen Kürt ulusu ve çeşitli azınlıklardan ezilen sınıfların KP önderliğinde kendi bayrakları altında ilerleyerek ancak kurtuluşa ulaşabilecekleri vazgeçilmez ilkesi damgasını vurmuştur. Açık ve net olarak Kaypakkaya yolunda 2014 - AĞUSTOS - SAYI: 1 ilerlemek proleterleşmek her türden burjuva eğilime meydan okumaktır. Partimiz sadece hatalarına karşı özeleştiri yapmakla diğer küçük burjuva sosyalistlerinden ayrışmakla kalmaz, aynı zamanda iki çizgi mücadelesini güvenceleyen demokratik merkeziyetçilik ilkesini de esas alır. Maoist safları zehirleyen darbeci tasfiyeci eğilimler türese de Kaypakkaya hattının demokratik merkeziyetçilik ilkesel özü silikleştirmek kadar net tarihe kazınmıştır. Darbeciliğe, onu yaratan öznelciliğe, uzlaşmacılığa, hatalara sessiz kalmaya, ilkeler üstünde tepinmeciliğe, nesnel koşulları kendine uyduran subjektivizme ve öz olarak MLM den her türlü sapmaya karşı başta işte ve dışta mücadele etmek vazgeçilmez bir ilkedir. Kaypakkaya oportünist anlayışları sözünü bir mızrak gibi batırmıştır. Bu gerçeği akılda tutarak bugün belirgin ve en büyük tehlike olarak dizginsiz olarak ilerlemiş partinin boynuna değirmen taşı gibi asılmış olan sağ tasfiyeciliğe karşı ideolojik mücadele yürütmek en belirgin görevdir. İlkesel olarak partinin demokrasisini çiğneyen eğilimler daima örgütsel oportünizme düşen ve kendilerini düzeltmeyi başaramayan KP’lerin savrulup gittikleri bilinmektedir. Kaypakkaya önderliğinde Marksist çizgi işçi-köylü yığınlarının eylem ve direnişlerinin kitleselleştiği dönemde doğdu. Kitlelerin kendiliğinden yükselen eylemlerine oportünist anlamlar yükleyerek kendiliğinden kitle hareketinin kuyrukçuluğuna düşmedi. Aksine oportünist sapmalara kendiliğinden doğan kitle isyan direnişlerine tapan anlayışlara karşı mücadele yürüttü. Kitlelerin tek kurtuluşunun KP önderliğinde ve devrimci savaş çizgisinde olduğunu teori ve pratiğiyle ortaya koydu. Bu anlamda Gezi halk hareketini överek göklere çıkardıktan sonra gözler, seçimleri, parlamentoyu, reformları, barış sloganlarını, mahkemelerde adalet anlayışlarını, hükümeti istifaya davet etmeleri dışında bir şeyi görmeyen, halk hareketlerinden devrimci dersler çıkarmayarak kendiliğinden patlak veren isyana, kendiliğinden hareket kuyrukçuluğuna savrulan gayrı MLM çizgilerle Kaypakkaya hattı net olarak ayrışır. 98 Devrimci Halkın Günlüğü 2014 - AĞUSTOS - SAYI: 1 Oportünizm bir yandan ayaklanmayı överken diğer yandan güçsüzlükten, tasfiyecilikten bahsedip burjuva demokratik talepleri aşamayan talepleri güncel anın temel sloganları olarak ileri sürüyor. Kitleleri devrimci savaşa hazırlama, her türden kölelikten kurtulmanın radikal araçlarına sarılmayı değil seçimleri, hükümeti teşhir etmeyi, ‘’bir oyun büyük öneminden’’ dem vuruyor ve görev olarak tespit ediyor. Partimiz bütün taktik ve mücadele araçlarını devrim amacına uygun belirler. Dünya Türkiye-K.Kürdistan da (geniş anlamda Kürdistan) devrimci isyan ruhu halk hareketi gelişiyor. Kapitalizmin genel bunalımı derinleşiyor. Devrimci durumun varlığı radikal araçları güçlendirmeyi, devrimci savaşı geliştirmeyi bir görev olarak partimizin önüne koymuştur. Halk hareketinin isyan ruhunun gerilla savaşıyla bütünleştirilmesinin tarihsel şartları dünden daha uygun hale gelmiştir. Orta doğuda, batı Kürdistan da, Irak, Suriye de çok çabuk iç savaşa dönüşen gerilla savaşının olmazsa olamaz biçimleriyle sürdürülen savaşlardan doğru sonuçlar çıkarmak gerekir. Komünist önder İbrahim Kaypakkaya’nın kalıba döktüğü partinin sağ tasfiyeciliği aşarak iç sancıları dindirecektir. Karamsarlığa, yılgınlığa yer yoktur. Cüneytin, 17lerin ısrarını sürdürmek devrime bağlılık faşist diktatörlüğe meydan okumaktır. Tarihsel yazgı devrimci pratikle yazılacaktır. Kaypakkaya çizgiyi ilerletmeye değil de, komünist özü oportünizme uydurmaya çalışan şu yerde bu eğilim devrimci gerçeklerin duvarına çarpacaktır. Tarih yığınla süslü lafla büyük program ve taslaklarla kendini ilan eden ama devrimci pratikte sınıfta kalan az parti ve büyük teorisyene tanıklık etmedi. Tarihte proleter kızıl bayrağa bulaştırılan bütün oportünist ilkeler devrimci işçi sınıfının kararlı mücadelesiyle sökülüp atıldı. Bugünde böyle olacaktır. Maoist tutsaklar Kaypakkayanın MLM ideolojik hattına bağlı olarak 24 Nisan 1972 güneşini, Maoist partisinin doğuşunu selamlıyorlar. 99 Devrimci Halkın Günlüğü 2014 - AĞUSTOS - SAYI: 1 Komünizm Amacına Adanmış 17’leri Parti İdeolojisi, Siyasi ve Politik Özüyle Kavrayalım! Sınıf mücadelesi tüm keskinliğiyle devam ediyor. Bir yandan halk kitlelerinin isyanı, direnişi, başkaldırısı, diğer taraftan emperyalizmin uşağı faşist diktatörlüklerin ölüm kusan amansız baskısı… Türkiye - K.Kürdistan geniş ve tam ifadeyle Kürdistan ve Ortadoğu da devrimci koşullar durulmak bir yana daha da olgunlaşmıştır. Devrimci koşulların gücü halkın direnişi her türden savruk, yılgın, karamsar, laçka ve kararsız eğilimlerin bertaraf edecek kadar güçlüdür. İşçi sınıfı, emekçi köylülük, geniş halk kitlelerinin iktidarı için devrimci savaş çizgisi geliştirilmedikçe önderlik görevi yerine getirilemez. Devrimci savaştan uzaklaştıkça yakınma, yılgınlık, karamsarlık, ilkesizlikler kaçınılmaz çizgi haline gelmiş demektir. Bu aynı zamanda devrimci rotadan sapma anlamına gelir. MLM devrim ideolojisidir. Fakat sadece lafızda Marksist ideoloji benimsenilemez. Marksizme gerçekten bağlı olmanın tek ölçütü devrim amacı uğruna tutarlıca savaşmaktır. Bu nedenle Kaypakkayacı parti saflarında adanmışlık ruhuyla kendini devrime adamak ve kızıl nehrin birer damlası olabilme onurunu yaşamak aynı zamanda MLM ideolojiyi benimsemenin ifadesidir. Kısaca da olsa devrimci duruma dikkat çekerek devrimci koşulların bizden yana olduğundan söz ettik. Fakat kendi kendine devrim olanaksızdır. Devrimin olabilmesi için uygun şartların yanında Komünist önderliğin olması zorunludur. Halkın ortaya çıkan özgürlük, eşitlik ve kurtuluş bilincini ve arzusunu bu gün parlamento kürsülerinde sürdürmeye ant içmiş reformist, parlamenterist akımların aksine Kaypakkayacıların yolu devrimci savaş yoludur. Hakim gerici sınıflarla uzlaşma değil, devrimci iktidar yoludur. Bu devrimci perspektif 42 yıldır yüzlerce şehidimizin kanıyla tarihe yazıldı. Kendini devrim amacına adamış, yoldaşlarımızın fedakarlığı, halkımızın özverili, bedel ödeyen tutumuyla kızıl bayrağımız bu günlere taşınmıştır. Bu gerçekliği unutan, küçümseyenler partimizden kopanlardır. Parti tarihini anlamayanlar özünde Türkiye- K.Kürdistan devriminde rotasını şaşırmış küçük burjuva anlayışın esiri olanlardır. ‘’İbrahim Kaypakkaya savaş çağrısıdır!’’ şiarıyla mücadelede bedellerle taşınan bir çizgi ruhudur. Başlı başına devrim perspektifi doğrultusunda durmaksızın ileri atılmayı emreder. Bizim için yoldaşlarımızı anmak tıpkı İbrahim Kaypakkaya yoldaşa gösterdiğimiz yaklaşımla bir savaş çağrısı anlayışıyla hareket etmektir. Direnmek, savaşmak ve kazanmaktır. Engelleri aşmaktır. Oportünizme karşı MLM ideolojisini ve devrim amacını savunmaktır. Bu düşünce parti ruhumuzun canlı dinamiğidir. Bu nedenle şehit yoldaşlarımızı anarken devrimci savaş çizgisinin somutlaşmış değerleri olarak onları büyütmeyi, Marksizmi milyonlarla buluşturmayı esas alırız. 17’leri anarken diyoruz ki “17’ ler savaş çağrısıdır! “ Devrimci bilincimizi bulanıklaştırmaya koyulan oportünizmin zehiri bizi güçten düşürmeye çalışsa da hiçbir güç partimizin yarattığı ideolojik, siyasi, politik, kültürel ve ahlaki bilinci silikleştiremez. Nesnel şartları kendi öznel düşüncelerine uydurma gayretine girenler parti tarihini ve çizgisinde aynı anlayışla kendi öznel fikirlerine uydurmaya koyulmaktadır. Devrim hareketi çelişkisiz değildir.Maoist harekette ve genel olarak devrim hareketinde de sınıf mücadelesinin parti içinde ki ifadesi olarak proleter düşünceler 100 Devrimci Halkın Günlüğü ile burjuva düşünceler daima çatışma halindedir. Oportünizm devrim hareketi içinde palazlanır, ama kaynağı burjuva fikirlerdir. Bu nedenle partimizi devrim amacından saptıracak olan oportünizme karşı sürekli olarak mücadele etmek zorunludur. Tarihimizden doğru dersler çıkartarak güne yanıt olalım… “17’leri anmak savaşmaktır” şiarı ideolojik, siyasi, politik olarak üç yönüyle incelenmelidir. Şayet bu bütünsellik içinde incelenmezse 42 yılda devrim ve komünizm amacı uğruna çekinmeden canını veren yüzlerce yoldaşımızın yarattıkları değerleri anlayamayız. 17’ler aynı zamanda 1. Kongremizin ideolojik, siyasi, politik önderleridir. Onların tarihinde hapishanelerde ölüm orucu direnişi ile gerilla savaşında kızıl namluların birliği vardır. 17’lerin yolu devrim yoludur; sözü ve özü birdir. Partimizin siyaseti bir bütündür. Her hangi bir birey ve grubun değildir, kolektif ruhla ve ilkelerle örgütsel halkalarla birbirine bağlıdır. Maoist tutsakları halktan, partiden tecrit etmek düşmanca bir tutumdur. Komünist tutsakların mücadeledeki yerini kavramayanlar devrime önderlik edemezler. 17’ler 1. Kongre ile MLM ideolojisini tavizsiz savundular. AB “demokrasisini” bayraklaştıran parlamenterist, reformist akımlara yanıt verdiler. Kürt ulusunun devlet kurma hakkını “barış” aldatmacasıyla inkar eden KUH’nin uzlaşmacı burjuva çizgisine; KUH’ nin “barış” siyasetinin entegrasyoncu özünü komünist kılıfla alkışlayan küçük burjuva devrimci örgütlerin savrulmalarına net ve açıkça karşı duruldu. Bu gün bu cephe genişlemiş olsa da ne kadar devrimci çizgi ile ideolojik mücadele verildiği daha iyi kanıtlanmıştır. Kürdistan işçi sınıfı, emekçi köylü halk kitlelerinin devrim uğruna mücadelesini, nihayi sınıfsal çıkarlarını bir kenara atıp, devrimi KUH’ne havale eden ve kendisini Türk halkının temsilciliğiyle sınırlayan her türden oportünist inceltilmiş sosyal şoven anlayışı reddetmesini bildiler.Türkiye- K.Kürdistan’da Kürt, Türk ve çeşitli azınlıklardan işçi sınıfı, emekçi köylü halk kitlelerinin tek kurtuluşunun komünist bayrak altında gerçekleşeceğine dair siyasi çizgiyi MLM ideolojiyle savundular. 2014 - AĞUSTOS - SAYI: 1 Çoktandır “Kürt halkının destekçisi” haline gelip Kürt ulusunun devlet kurma hakkını inkar eden siyasi hattın ortakçıları durumuna gelen oportünist bloğun Türk halkıyla kendisini sınırlayan küçük burjuva devrimciliğine karşı ideolojik mücadeleyi yükseltmemiz gerektiği apaçıktır. İDEOLOJİSİ DEVRİMCİ OLMAYANLARIN GELECEĞİ KARANLIKTIR. İDEOLOJİ BÜTÜN SİYASETİMİZİN CAN DAMARIDIR. BU ANLAYIŞA BAĞLI KALAN ÖLÜMSÜZ YOLDAŞLARIMIZDA ÖĞRENMESİNİ BİLELİM. 17’ler 1980’lerde beri burjuvazinin parlatıp piyasaya sürdüğü “ Küresel kapitalizm” yada “Küresel emperyalizm” neo-libaral ( yeni kapitalist diye okuyun) ideoloji saldırılara 1. Kongre ile karşı durdular. Leninist emperyalizm teorisini reddeden bu aldatmacalara yanıt verildi. Dünya ulus ve halklarının zenginleşeceğini artık kapitalizmde savaş değil entegrasyon ve uzlaşmanın esas hale geldiğini yeni bir çağın başladığını, dünya üzerine mutluluk ve özgürlüğün yayılacağını vaaz ediyorlardı. Onlara göre sınıf savaşımı son bulmuş, ideolojiler ölmüş, komünizm devride kapanmıştı. Çünkü sanki 1900’lerin başından beri sermaye uluslararasılaşmamış gibi sermayenin çok uluslu hale gelerek ulusu ve sınırları geride bırakarak artık uygar ulusların yeni uluslara kültür ve uygarlık taşıyacağı ve buna bağlı olarak emperyalist kamplar arasında uzlaşmayla artık emperyalist savaşların tarihe gömüldüğünü belirten safsatalar yığını çok geçmeden gerçekler karşısında hükmünü yitirdi. 17’ler partimizin Leninist emperyalizm teorisiyle bu safsatalara yanıt verdiler. Komünizm ideolojisini sınıf savaşının son bulduğu, emperyalizmin gerçek niteliğini gizleyip değiştiğini ileri süren Fukuyamacı, Hungtigtoncu burjuva teorilerin birer ideolojik aldatmacadan ibaret olduğunu 1. Kongre ile ilan etti. Marksizme ihanet eden 2. Enternasyonelci çizginin çeşitli versiyonlardaki devamcıları bütün dünyada “ Küresel emperyalizm” teorisine dört elle sarıldılar. Bildiğimiz emperyalizmin saldırgan, fetihçi, sömürgeci en politik gerici niteliğini gizlemeye hizmet ettiler. Türkiye- K.Kürdistan da reformist partiler, Hocacılar, Troçkistler, Kautskyi yeniden 101 Devrimci Halkın Günlüğü dirilten oportünist akım Leninist emperyalizm teorisini yozlaştırıp özünde inkar ettiler. “ Küresel emperyalizm” anlayışının savunuculuğunu yaptılar. MKP 1.Kongresi ile burjuvazinin bu safsatalarına cevap vermemiş gibi bu gün partimizin içinde türeyen, ama belirgin karakteriyle parti ideolojisi, siyasi amacı ve politik stratejik çizgisinden kopan oportünizm “küresel emperyalizm” anlayışının savunucusu haline geldi. Bu mudur 17’lerin çizgisine bağlılık. Bu mudur Kaypakkaya’nın kızıl güzergahında ilerlemek.(!) Kautskyçiliği, Troçkizmi, Hocacılığı nasıl Marksizm, Leninizm, Maoizm ile kaynaştıra bilirsiniz? Ya Leninist emperyalizm teorisini yada burjuvazinin “ küresel emperyalizm “ safsatasını savunacaksınız. Partimizin çizgisini yozlaştıran oportünist, tasfiyeci, darbeci çizgi “ küresel emperyalizm” anlayışını savunduğunu ilan etti. Bir kez daha ilan ediyoruz: Revizyonizmi değil Marksizmi savunun ve uygulayın diyoruz. Bizler Leninin yolunu partimizin çizgisine bağlı kalan 17’lerin yolunu takip ediyoruz. Sağ tasfiyeci –revizyonist safsatalara 17’lerin savunduğu parti ideolojisi Marksizm , Leninizm, Maoizm ile karşı duracağız . Bizler tamda 17’leri bu ruhla anıyoruz. 17’ler 1. Kongre ile emperyalizm –proleter devrimler çağında “serbest rekabet ve serbest ticareti” geri getiren ve ideolojik manipülasyon yapıp kapitalizmi şirinleştiren politik gerici özünü gizleyen omurgasız Kaustkyci, Hocacı, Troçkist kırması saldırılara yanıt verirken, bu akımların Marksist sınıfsal bakış açısını yozlaştıran ve devrimin itici güçlerini, dostlarını, ittifak güçlerini muğlaklaştıran teorilerine cevap verdiler. Ezen ve ezilen ulusun olduğu Türkiye-K.Kürdistan da emekçi köylülüğün devrim mücadelesindeki yeri ve önemini yok sayan, köylülüğü devrimin ittifak gücü olarak görmeyen Troçkist- Hocacı kırması revizyonist anlayışlara karşı ideolojik mücadele verdi 17’ler. Onlara kapitalizmin hakim olduğu Rusya da Leninizmin işçi-köylü devrimci ittifakı üzerine kurulu işçi-köylü devrimci iktidarını tarihsel deneyimleriyle 2014 - AĞUSTOS - SAYI: 1 hatırlamasını bildiler. Sosyalizmi yaşayan Rusya da halen köylülüğün bir sınıf olarak varlığını koruyorken, tamamen ortadan kalkmamışken komünist maskesi takan Troçkist kafalılar köylülüğü ittifak gücü olmaktan çıkardılar. Emperyalist tarım tekellerinin gıda ihracı istilası karşısında olağan üstü zor şartlarda üretim yapan milyonlarca yoksul köylünün varlığını görmezden geldiler ve devrim mücadelesindeki rolünü inkâr ettiler. Onlara göre köylülük sınıfı tamamen yok olmuştu. Partimizin anlayışı netti: Emperyalizmin, yarı sömürgesi Türkiye ve dört devletin ulusal boyunduruğu altında olan Kürdistan ve dar anlamda K.Kürdistan da köylülük oranının azalması emekçi köylü sınıfını devrimin ittifak gücü olmaktan çıkarmaz. Bu bilinçle 17’ler Marksist ideolojik netlikle sınıflar mevzilenmesi, dost ve düşman güçleri birbirine karıştıran, çarpıtan TroçkistHocacı kırması revizyonist anlayışlara cevap verdiler. Bugün darbeci niteliğini sonsuza kadar gizleyebileceğini sanan oportünist anlayışın “ 3. Kongre” çizgisinde somutlaştığı görülmek zorundadır. Kaypakkaya çizgisini temsil iddiasıyla konuşmayı sürdüren bu çizgi devrim mücadelesinde işçi-köylü ittifakını reddetmiştir. Üstelik bu revizyonist siyasi çizgiyi Maoistlerin devrim doğrultusu olarak sunmaktadırlar. 17’ler Marksizm, Leninizm, Maoizm perspektifiyle bu TroçkistHocacı revizyonist anlayışı mahkum etmişti. Köylülüğün- oranının azalması belirleyici olamazdevrimdeki rolünün reddedilmesi Troçkizmdir. MLM ideolojiye bağlı olarak partimizin proletarya diktatörlüğü bakış açısını devrim zor araçlarıyla buluşturulmasında 17’ler asla tereddüde düşmediler. Ülkemiz şartlarında devrimci iktidar uğruna gerilla savaşını büyütmenin adı ve eylemi oldular. Çocukların sokaklarda kurşunlandığı şartlardayız. Zora zorla karşı koymanın radikal temel aracı olan gerilla savaşını tali plana düşüren bütün oportünist, reformist, legalist anlayışlara dün meydan okudukları gibi bu günde sağ tasfiyeciliğe karşı durmamızı militan, baş eğmez komünist ruhlarıyla ve devrimci savaş çizgisiyle bize gösterdiler.Savaştan bahsedip 102 Devrimci Halkın Günlüğü askeri terimleri kullanmayı pek seven, ama gerilla savaşını reddeden kimi küçük burjuva devrimci örgütlerin tutarsızlığını açığa çıkaran ideolojik mücadeleyi elden bırakmadılar. Bu ve benzer savruk, çürümüş çizgilerin burjuva özünü gösteren parti çizgisini 17’ler her şart altında savundular( gösterdiler). Maoist saflarda türeyen sağ oportünist tasfiyecilik gerilla savaşını tali duruma düşürdü. Üstelik dağlarda binlerce gerilla varken, üstelik kurtuluş ve özgürlük merkezi olan dağlara halkımızın ilgisi ve gerillaya katılımı daha da artmışken…Bu mudur Kaypakkayacı parti çizgisine, 17’lere bağlılık.(?) Bu mudur partimizin Marksist güzergahını ilerletmek.(?) Bu ilerletmek değil, parti çizgisini revize etmektir. Proletarya diktatörlüğünü açık ve net savunamayana Marksist denemez. Çünkü proletarya diktatörlüğü en geniş demokrasidir. 17’ler MKP’nin proletarya diktatörlüğü anlayışını savundu. Devlet, devrim iktidar anlayışında burjuva fikirleri benimseyen akımlara karşı tutarlı ideolojik mücadele yürüttüler. Hükümet ve sınıf iktidarını birbirine karıştıran Emep, Ödp ve bir çok küçük burjuva örgütün nasılda MLM devlet öğretisini çarpıtmalarının altında yatan burjuva sınıfsal işbirlikçi reformist, parlamenterist çizgiyi gösterecek nitelikte parti anlayışımızı savunmayı başardılar. Partimizin ideolojik netliği yokmuş gibi Maoist önderliği ele geçiren darbeci, tasfiyeci sağ oportünizm partimizin devlet öğretisini çarpıttı. Proletarya diktatörlüğünü lafızda kabul etsede ona burjuva biçim vermeye koyuldu. Proletarya diktatörlüğü yerine “emekçilerin devleti” ni koydular. Yığınla gayri bilimsel MLM ile ilgisi olmayan düşünceler ileri sürdüler. Partimizin MLM örgüt ilkelerine bağlı olarak demokratik merkeziyetçi, iki çizgi mücadelesini 17’ler savundu. Darbeci anlayış ve tutumların reddedilmesinin ilkesel içeriği demokratik merkeziyetçilik ilkesinin kavranması ve uygulanmasında anlaşılabilinir. Marksist örgütsel ilkelerin ayaklar altına alındığı yerde, partinin komünist 2014 - AĞUSTOS - SAYI: 1 çizgiden uzaklaşacağını, yenilgilerle ve ayrılıklarla tanışmak zorunda kalınacağını tarih bize gösterdi. 17’ler partimizin örgütsel ilkelerini savundular. Sanki MKP tarihinde yaşanmış örgütsel ilkesizlikler mahkum edilmemiş gibi sağ tasfiyeciler Kaypakkayacı partiyi derin örgütsel krize sürüklediler. Hemde partinin tam iradesini almadan darbeci yöntemle gerçekleştirdikleri stratejik değişikliklerle parti anlayışını revize ettiler ve ilkelerinden koparak yaptılar. Bütün bunların yanında 17’lerin siyasi çizgisi tek ve yalın ifadeyle partimizin vazgeçilmezi olan devrimdir. Devrimci amaç için politik çizgileri ise devrimci savaşın somutlaştığı gerilla savaşıydı. Disiplinli, güçlü bir partinin kumandasında gerilla savaşını geliştirmek için bütün enerjileri ve yetenekleriyle çalıştılar. Ne yazık ki halen alınan darbenin yeri doldurulmuş değil… Yaşanılan parti krizinin önderlik sorunundan kaynaklandığı da apaçıktır. 17’ler sözü ve özü bir olan komünist önderlerdi. Söyledikleri gibi yaşadılar ve ölümsüzleştiler. 17’ler parti çizgisini temsil ettiler. MLM’yi savundular. Kautskyci, Troçkist, Hocacı kırması çizgi ve fikirlerin Kaypakkayacı partide dikiş tutmayacağını tarihimiz göstermiştir. Sağ tasfiyeciler bu olguyu unutmuşa benziyorlarsa, devrimci komünist çizgi bu hakikati hatırlatacaktır. İçimizde türeyen sağ tasfiyecilerin ileri sürdükleri ideolojik, siyasi ve politik düşüncelerin kötü örnekleri reformizmle, legalizmle, parlamenterizmle çoktan lekelendiler. 17’ ler hafızası çürüyenlerin değil, devrim amacına, devrimci savaş çizgisiyle, gerilla savaşı ruhuyla yoluna devam edenlerin bilincindedirler. 17’ler yolunu takip edenler ilkesizliklere, pasifizme, darbeciliğe, yasalcılığa karşı duracak, devrim amacına ve Kaypakkayacı parti çizgisine bağlı kalacaklardır. 17’leri anmak Kaypakkaya güzergâhında ileri yürümektir.Yeni Demokrasi Aileleri olarak,17’leri bu komünist bilinç ışığında anıyor, anmaya da devam edeceğiz. Ancak ve ancak 17’lerde somutlaşan ve geliştirip güçlendirmemiz 103 Devrimci Halkın Günlüğü 2014 - AĞUSTOS - SAYI: 1 gereken partimizin MLM ideolojik, siyasi, politik kararlığıyla devrim amacına bağlı kalınabilinir. 17’ler Kaypakkayacı güzergahın bütün devrimci dinamiklerine bu günde en büyük çağrıdır. Çağrılarına uymaya devam edeceğiz. Bu saygı ve komünist bağlılıkla 17’leri anıyoruz ve selamlıyoruz. 17’ler Yaşayan Savaş Siperlerimizdir! 17’ler Ölümsüzdür! Mercanda Bir ses, 17’ler Ölmez! YENİ DEMOKRASİ AİLELERİ BİRLİĞİ 104 Devrimci Halkın Günlüğü 2014 - AĞUSTOS - SAYI: 1 Yeni Demokrasi Aileleri Birliği Açıklaması Merhaba Yoldaşlar; Hepimizin bildiği gibi 1-2 ay içerisinde çok ciddi bir dönüşüm sürecinin yaşatılması dayatılıyor. Buradan çok açıkça altını çizerek söylüyoruz; YDAB bu oportünist dönüşümün içerisinde olmayacağını, oportünizme karşı devrimci mücadelesini tarihten aldığı inanç ve bilinçle sürdüreceğini huzurunuzda ilan ediyoruz. Bu U dönüşü sürecinde tutsak yoldaşlarımızın tavrı, tutumu referansımızdır. Tutsak örgütlülüğün çığlığını, sesimizi, soluğumuzu yaşamın her alanın da and olsun ki taşımaktan geri durmayacağız. Burada tutsak örgütlülüğün göndermiş olduğu yazıda şunu net olarak her birimize yalın bir şekilde ifade etmişlerdir. Yazıda şu gerçekliğin altını çizerek bu tasfiyeci, darbe girişimi durdurulmadan aynı çatı altında olmayacaklarını bildirmişlerdir. Biz Yeni Demokrasi Aileleri Birliği’ne de tutsakların bu tutumu dışında kalmak düşmez. Tam aksine bu tutumu kuşanarak en önde siper olmak vazgeçilmez bir sorumluluktur. Bu sorumluluk bilinci ile burada bir kez daha sizlerin huzurunda açıkça söyleyelim ki; Ölümsüzleşen Yoldaşlarımızın arkasında ki sıkılı yumruğun ne ifade ettiğini ve tutsak yoldaşlarımızın bizlerden neler beklediklerini çok iyi adımız gibi biliyoruz. Biz bu bilinçle yolumuza devam edeceğiz. Yeni Demokrasi Aileleri Birliği’nin tüm yoldaşlara çağrısı; Beynimize vurulan zincirleri, ayaklarımıza takılan prangaları parçala ki; yürüsün sevgi yüklü, sevda yüklü, umut yüklü yoldaşlık sıcaklığımız kıtalardan kıtalara… Yeni Demokrasi Aileleri Birliği (YDAB) Merkezi Yürütme 15 Mart 2014 105 Devrimci Halkın Günlüğü 2014 - AĞUSTOS - SAYI: 1 Emperyalist Çarklar Kırılır, Duvarlar Yıkılır. Kürt ulusal sorunu siyasal özgürlük sorunudur. Geçici tedbirlerle, reform paketleriyle, Kürtlerin silahsızlandırılarak devlete entegre edilmesi projesiyle çözülecek bir sorun değildir. Sadece dil ve kültür sorunu da olmadığı kendiliğinden anlaşılır. Kürdistan’ın son yüzyıllık tarihine dört parçada bakıldığında Kürtlerin en küçük haklarını dahi savaşarak, büyük bedellerle elde ettikleri görülür. Yine dört parçada hâkim ulus devletlere Irak, İran, Suriye, Türkiye ye- karşı kurtuluş mücadelesinde barışçıl demokratik taleplerini daima ileri sürdüler. Qasımlo 1980’lerde ‘’Kürdistan’a özeklik, İran’a demokrasi’’ talebini ileri sürse de 1989’da Avrupa’nın göbeğinde İran ve çeşitli emperyalist güçler organizasyonuyla katledildi. İran bugün Kürt devrimcilerini sınır tanımaz gaddarlıkla idam ediyor. ABD, AB dünyanın herhangi bir ülkesinde gazeteci, aydın, siyasetçilerin tutuklanmasını işine gelmediğinde hemen kınarken İran da peşi sıra idam edilen Kürtler ve çeşitli ulus azınlıklarından devrimciler ya da Batı Kürdistan da katledilen Kürt halkı yada Roboski de Türk uçaklarının bombalarıyla bedenleri parçalanan halkımız için bir kınama yaptıklarını duydunuz mu? Duyamayız çünkü Kürdistan meselesinin tarihsel ekonomik, siyasi arka planı vardır.( Bu olgu çıkarlarına uygunsa yarın Kürtlerin mücadelesini destekleyebilecekleri gerçeğini de dıştalamaz.) Bu arka plan 1914-18 savaşı sonrası bölüşülen Orta Doğu da tabi ki petrol alanları üzerinde anti-komünizm cephesinin emperyalist egemenliğidir. Orta Doğu düzenin de Kürdistan dört parçaya bölüşüldü. 1920’nin siyasal düzeni yüzyılı doldurmak üzeredir. Emperyalizmin Kürdistan üzerindeki kanlı geçmişi anlaşılmadan bugün KUS’ın özü anlaşılamaz. Kürtler daima hâkim ulus ordularına karşı savaştılar. 1919-30 arasında Güney Kürdistan da İngiliz Ordusuna karşı da savaştılar. Fakat Kürt ulusunun kürt halkının siyasal bilincinde emperyalist haydutların yer edinmesinden çok, İran, Türkiye, Suriye, Irak faşist devletleri ve orduları yer edinmiştir. Bu yürüttükleri savaşın pratik bir sonucudur. Fakat şu bir gerçektir ki, kukla işbirlikçi bu devletlerin kürt ulusu üzerindeki egemenliğini bizzat emperyalist güçler ( İngiltere, Fransa ve 1950’den sonra ise ABD devir almıştır.) tesis emiştir. Bu yüzyıllık egemenlik ve kuşatma çemberi halen kırılmış değildir. Kürtler dört parçada savaşmaya devam ediyor. Güney de Federe yapı olsa da baskı halen sürüyor. Bugün Batı Kürdistan devrimi –Rojava Kürdistan- İran, Irak, Suriye, Türkiye faşist devletlerini korkutuyor. Bunlar Kürt düşmanlığın da her zaman olduğu gibi bugünde ortaktırlar. Qaideci Nusracı her türden cemaatçi kontra güçleri, dinci çetecileri, işbirlikçileri, kendi uzman sabotörleri, ajanları ve para, silah sağlamakla Batı Kürdistan devrimini boğmaya çalışmaktadırlar. Türk devleti Batı ile Kuzey Kürdistan arasında Nusebin’de duvar örerek kürt ulusuna karşı tarihsel düşmanlığını, hâkimiyetin karanlık, sınır tanımazlığını dışa vurmuştur.Faşist Türk devleti Kürtlerin ulusal onuru üzerine duvar örerek iktidarını her türlü koruyacağını ilan ediyor. Elbette bu onursuzluk dayatmasına sadece Kürtler değil çeşitli azınlıklardan halkımız, demokratlar, ilericiler, komünist devrimciler karşı durmalıdır. Emperyalist güçler Kürt ulusunun herhangi bir dört parçada siyasal özgürlüğünü istemiyor. 106 Devrimci Halkın Günlüğü Çünkü burjuva anlamda bile kürt ulusal bağımsızlığı, özgürlüğü Orta Doğu dengelerinin bozulması ve yeniden oluşturulması anlamına gelir. Sosyolojik, siyasal bilinç ve politik güç bakımından Kürtlerin mücadelesi bu emperyalist kuşatmayı açığa çıkarmış, sürdürülemez seviyeye dayandırmıştır. Ayrıca toplumsal hareket, yer değiştirme, sömürünün çekilemez boyutlara varması bakımından komünist mücadelenin sınıfsal temeli hiç olmadığı kadar olgunlaşmış ve açığa çıkmıştır. Orta Doğu da ki halk hareketleri, Kürtlerin toplumsal seviyesi, mücadelesi, siyasal özgürlüğü hiç olmadığı kadar güncelleşmiştir. Bu anlamıyla da reform ya da hak kırıntıları değil, devrimde ısrar özgürlükte ısrardır. Kürt ulusunun kendi devletini kurma hakkı vardır. Bu siyasal hakkı öteleyen ve yozlaştıran her türden görüş hâkim ulus devletlerinin Kürtler üzerindeki hâkimiyetini güçlendirir. Ayrıca bu görüşler toplumsal gelişim karşısında da hükmünü yitirir. 2014 - AĞUSTOS - SAYI: 1 perspektifiyle Kürdistanlılaşmalıdır. Bunun yolu Kürt işçi, emekçi köylülük ve halk kitlelerinin devrim amacı uğruna örgütlenmesinden geçer. Bu olmaksızın Komünist bayrak altında sınıfsal ve ulusal baskıya karşı savaşılamaz ve ezen-ezilen ulusun komünistleri enternasyonel içeriğiyle ikili görevlerini yerine getiremezler. Unutulmasın ki ulusal hareketin haklı mücadelesini desteklemek ayrı bir görev -ki bu da zorunludur- ezilen ulusun ezilen sınıflarını devrim için örgütlenmesi ayrı ve en ilk başarılması gereken görevdir. Türk devleti Kürt ulusunun siyasal haklarını tanımıyor. PKK’yi silahsızlandırmak, Batı Kürdistan devrimini boğmak için oyalama, beklenti taktiğine başvuruyor. Kalekollar, barajlar, mayınlar ve orduyla yetinmeyerek Batı ve Kuzey arasında duvar ören, bir devletin Kürtlerin haklarını tanıyacağı beklentisine kapılmak hatalıdır. Fakat unutmamak gerekir ki bu faşist devletler hangi yönteme başvururlarsa vursunlar Kürt ulusal bağımsızlığı haklı, meşru tarihsel yolunda ilerliyor. Bu ilerleme her adımında hakim ulus devletlerin pençesi altında entegrasyon-uzlaşma- yoluna değil burjuva içerikte de olsa siyasal bağımsızlık yoluna ilerliyor. Devletin yok sayıcı, irade kırıcı, egemenliğini esas alan tavrına rağmen KCK devletle uzlaşma ısrarını sürdürüyor. Türkiyelileşme projesiyle sadece kendisi değil kimi devrimci hareketleri, reformcu partilerle ‘’müzakereci’’ çizginin parçası oldular. Komünist devrimci hareket, KCK reddetse de ilkesel olarak Kürt ulusunun devlet kurma hakkını savunmalı, mücadele yürütmeli, savaşmalı ve eleştiri yürütmelidir. Esas görevi ise Türkiyelileşme projesiyle müzakereci değil devrim 107 Devrimci Halkın Günlüğü 2014 - AĞUSTOS - SAYI: 1 Ahlak Daima Sınıfsaldır. Bir kez daha faşist Akp hükümeti ahlak anlayışını kadın düşmanlığı üzerinden dışa vurdu. Başbakan öğrencilerin “kızlı-erkekli aynı evde kalıyorlar” diyerek “toplumun ahlak anlayışına ters” saptamasıyla son noktayı koydu. İşin özü burjuva-feodal ahlak anlayışının topluma (ki bu kendilerinin sınıfsal ahlak anlayışının) dayatmasıdır. Mevcut ifadeler burjuva-feodal ahlak anlayışının iç içe geçmiş halidir. Bilindiği gibi Cumhuriyet kurulduğundan günümüze ‘’laik cumhuriyet’’ sloganı atılır. Oysa bu laiklik gerçeği örtmek için bayraklaştırılan bir slogandan öteye geçmemiştir. Devlet biçimi aynı zamanda demokrasi biçimidir. Türk milliyetçiliği din ideolojisiyle –islamla – harmanlanmış işbirlikçi egemen Türk hakim sınıflarının ideolojisidir. Irkçı, saldırgan, fetihçidir. Buna bağlı olarak faşist Türk devlet iktidarı en baştan beri İslam dinini tekeline aldı. Birincisi; Türk olmayan ulus ve azınlıkların Türkleştirilmesi-asimilasyonu- iken, ikincisi; İslam olmayan Alevi,€zidi, Keldani, Hiristiyan,Süryani,Yahudi v.d farklı dinlere sahip toplulukları İslamlaştırmaktı. Yüz yıl geride kalmasına rağmen halen Alevi’lerin ve diğer dinlerin üzerindeki devlet baskısı kalkmamış , halen tartışılmaktadır.Ne İslam ne de İslam olmayan dinler özgür değildir.Çünkü tanrı ile kul arasına tank ve topuyla faşist devlet girmiştir. Burjuva bir gelişme olarak modern devletin bütün dinlere eşit mesafede olması; din’i insan ile tanrı arasındaki ilişki olarak tanıması laikliktir. Fakat Türk devleti İslam’ı tekeline almış ve devletin resmi dini haline getirmiştir. Dini olan devlet laik olamaz. Alevi , Hırıstiyan,Yahudi, €zidi, Keldani, Süryani,Katolik yurttaşlardan –ateistlerde dahil – aldığı vergiler suni islamı yaygınlaştırmak için kullanıyor.Bununla da yetinmiyor, dini ahlaki görüşleri devlet sopasını kullanarak hakim kılmayı sürdürüyor.Bu durum Akp döneminde çıkmış değil, tarihinin her döneminde vardır.Beş bakanlığın bütçesinden fazla bütçeyi Diyanet İşleri başkanlığına ayırabilen devlet düzeninden bahsediyoruz.Bu anlamıyla İslam dinide özgür değildir.Din’in devlet iktidarından kurtulması ciddi, kararlı bir demokrasi mücadelesi meselesidir.Bu temele dayanan devletin yürütmesinin –Akp¬- dini görüşlerle ahlak ölçüleri belirlemesi şaşırtıcı değildir. Türk devleti İslam dinini tekeline alarak diğer dini topluluklara karşı baskı aracı haline getirdiği için laik bir devlet değildir. Tarihin hiçbir döneminde de laik olmamıştır. Bu anlamıyla orta da tasfiye edilmiş laiklik yoktur.Bu nedenle Türk milliyetçiliği İslam diniyle kutsallaştırılmaktadır.Kutsallaştırılmıştır. Denecek ki bu olgunun faşist Akp hükümetinin ahlak anlayışına etkisi nedir? Kuşkusuz bu olgu hâkim sınıfların ideolojik hamurunu ve ahlak anlayışının temelini oluşturur. Din bir ideolojidir. Milliyetçiliğin kutsal ikizi olarak hâkim sınıf ideolojisinin bir parçası olduğuna göre ahlak anlayışı da kendisini dışa vurur. Onlar Türk ırkının bekası, gücü, mutlak ve sarsılmaz egemenliği için (- ki bu sınıf egemenlikleri ve çıkarlarıdır) kutsal çıkarlarına uygun bir ahlak anlayışı ileri sürerler. Bu kutsal değerlerine göre sıkça dile getirdikleri gibi ‘’kadın-erkek eşit olmaz, olamaz’’, ‘’dindar bir nesil’’ Türk toplumunun geleceği için zorunluymuş.Feodal aile ilişkisinin karanlığını ifade eden bu arzular hiç şüphesiz ki faşist zihniyetin kadın düşmanlığı yüzünü göstermesidir. 108 Devrimci Halkın Günlüğü Hitler ‘’Kavgam’’ kitabın da ‘’Kadın cinsine ilişkin eğitimin sarsılmaz amacı geleceğin annesi olmak zorundadır.’’ der. Yani kadına çocuk doğurmak , annelik,mutfak görevini dayattı faşizm.Onlar üstün Alman ırkını böylece çoğaltacaklardı.Hitler Alman kadınını evlilik kredileriyle dört çocuk doğurana (-Tayyip 3’le yetiniyor)’’Annelik şeref madalyası’’yla ‘’onur’’landırdılar.Böylece kadını üretimden koparıp eve hapsettiler.1940’larda kürtaj yapanlar kurşuna dizilmişti.Anneliği yücelten madalya verip doğurganlığı arttıran Hitler aynı tarihte mücedele eden komünist kadın –anneleri kurşuna dizdiriyordu. Ne kadar da benzer! Faşist başbakan bugün doğurganlığın peşine düşmüştür. Üniversite öğrencilerine bile evlilik kredisi açıyor. ‘’Üç çocuklu dindar nesilleri’’ eve kapanıp çocuk yetiştiren bir aile düzeni istiyor. Bu nedenle birçok Akp milletvekilinin çok eşli çekirdek aile düzeninin hangi ahlaka uygun olduğu tartışılmıyor. Unutulmasın ki hâkim sınıfların ezilenler üzerindeki dizginsiz sömürü egemenliği aynı zamanda kadının özel sömürülmesi ve düşmanlığıyla kendisini dışa vurur. Ekonomik Kalkınma ve İşbirliği Örgütü (OECD) Kasım 2013’te açıkladığı raporunda Türkiye’de çalışanların %45’i haftada 50 saatten fazla çalışıyor. Avrupa’da ortalama oranı ise % 10’ların altındadır. Türkiye’de 25-64 yaş arasındaki nufusta lise ve üniversite mezunu oranı % 3o’ dur. Avrupa’da ortalama oranı ise % 75’in üstündedir. Japonya, Çek Cumhuriyeti’nde bu oran % 90’dır. Türkiye ve K.Kürdistan arasındaki eğitim oranı farkını ortaya koyarsak geriliğin, sömürünün seviyesi Kürtlerin aleyhinde daha da ürkütücü olduğu görülür. Türkiye’de çalışan kadın oranı % 20 dir. 2013’te 115 kadın katledildi. Konut barınma ihtiyacını çözmek yerine ‘’kızlı-erkekli aynı evde kalıyorlar’’ diyen faşist Başbakan’ın Türkiye’sinde kişi başına düşen oda sayısı 0,9’dur. Kanada da kişi başına 2 Avrupa’da ise 1,5 ‘ in üzerindedir bu oran. Lise, üniversite eğitim oranı %30 olan bu ülkede kadınların bu eğitimlilik içindeki oranı çok düşüktür. İşte bu sömürücü, baskıcı, eşitsiz ve 2014 - AĞUSTOS - SAYI: 1 faşist düzeni savunmak en büyük ahlaksızlık değimlidir ?! Akp bu düzenin savunucusudur. Onların ahlakı ahlaksızlık olarak somutlaşır. İdeoloji, Siyaset, Kültür Gibi Ahlakta Sınıfsaldır. Engels ‘’Anti Dühring’’ eserinde ahlaki görüşlerin temelini mükemmelce tanımlar. ‘’ İnsanlar ahlaki görüşlerini bilinçli ya da bilinçsiz olarak eninde sonunda sınıfsal durumlarının pratik koşullarından, üretimin ve değişimin ekonomik ilişkilerinden edinmektedir… …Ahlak sürekli olarak sınıfsal ahlak olmuştur; O ya egemen sınıfın egemenliğini ve çıkarlarını haklı göstermiş ya da ezilen fakat artık yeterli biçimde sağlamlaşan sınıfın bu egemenliğe karşı çıkmasını belirtmiş ve ezilenlerin gelecekte çıkarlarını savunmuştur.’’ Akp’nin ahlak anlayışı ezen egemen sınıfların anlayışıdır. Bu nedenle kadın-erkek emeğinin vahşice sömürülmesini, kadının özel olarak ezilmesi, baskıya, şiddete uğraması, katledilmesini her gün yeniden üreten rejimin ahlaki görüşlerinin temsilcisi ve ifadesidir. Ezilenlerin devrimci proleter ahlakı bu gerici, adaletsiz düzeni reddeder. Onu yıkıp parçalamayı vazgeçilmez ilke olarak kabul eder. Kadın sadece sınıfsal ezilmişlikle kalmaz aynı zamanda özel ezilmesi gerici sömürücü sistemin sürdürülmesi açısından kadın insan yaşamının üretimi ve tekrar üretimi işlevini yerine getirir. Çekirdek aile modern devletin küçük birimidir. Faşist Akp hükümeti görmek istediği “karı-koca” çekirdek ailesi özünde gerçekleştirilmesi gerektiğine inandığı devlet düzeninin ta kendisidir. Kadın bedeni üzerinden dönen ahlak anlayışı özünde feodal kapalı köy toplumunun dini, ahlaki değer yargılarının kent yaşamında kadın üzerinde egemen kılınması çabasıdır. Çünkü Gezi halk hareketinde isyana duran barikatların en önünde direnen, üstünde ki kabuğu, karanlık 109 Devrimci Halkın Günlüğü çerçeveyi kıran kadın duruşu faşist Akp hükümetinin ayağının altındaki toprağı çekiyor. Çekirdek aile üzerinden ( kadını merkez alan) oluşturulmak istenen düzen toplumun mevcut seviyesiyle çelişki halindedir. Kadına dayatılan özünde ezilenlere dayatılmaktadır. Meselenin özü sınıfsaldır. Kadının şekli, boyu, görünüşü, giyinişinin ahlaki bir ideale uygun olup olmadığına karar verilmektedir. Bugün faşist hükümet bu ahlaki ölçüsünü din ideolojisine dayandırarak yapmaya çalışmaktadır. Kendi çıkarlarına uygun güzelliği, huy, davranış, yaşam tarzını pervazsızca dayatmaktadır. Beden ve ruhen köleleştirilen kadının özgürleşmemesi için yeniden ve yeniden çerçeveler çiziliyor. 2014 - AĞUSTOS - SAYI: 1 Ezenlerin ahlaki karanlığı, ezilenlerin ise özgürlükle donanmış aydınlığı haklı gösterir. Hiç kuşkumuz yok ki ezilenlerin devrimci mücadelesi özgürlük ve eşitlik uğruna devrim hedefiyle gerici, sömürücü düzene karşı çıkmanın ahlaki değerlerini büyütecektir. Bedenin dili vardır. Kadın bedenini, bilinci gibi tutsaklaştıran sistem özünde kadının kendisini köleleştirmiştir. Kadın toplumun yarısıdır. Yaşamın yeniden ve yeniden üretilmesinde proleter çekirdek olan kadın bedeni, cinselliği üzerinden ezilen sınıflara ahlaki norm dayatılmaktadır. Bu ahlaki norm ezen sınıfların ezilenler üzerindeki diktatörlüğün çekirdek ailedeki ifadesidir. Kadının özgürleşmesi toplumsal özgürlük demek olan ezilenlerin özgürlüğünden asla bağımsız düşünülemez. Faşist devlet iktidarında kadın-erkek eşit görülmüyor. Kadına sadece şiddeti teşfik etmekle kalmıyor, bizzat devlet -asker,polis- kadını öldürüyor, tecavüz, taciz ediyor, aşağılıyor. Üniversite gençliği üzerindeki tartışmada kadın, ama özünde toplum aşağılanıyor. Rantçı, bürokratik Cumhuriyet korku imparatorluğu kurmuştur. Bir yılda bin ikiyüz (1200) den fazla işçiyi iş kazaları adıyla katleden, kadını ezen, aşağılayan, İslam dinini hakimiyeti altına alıp diğer dinleri ezen Türk hâkim ulusuna dayanıp Kürt ulusuna, çeşitli azınlıklara ölüm dayatan, yok eden, işçi sınıfını, köylülüğü, halkı en vahşi şekilde sömüren işbirlikçi hâkim sınıflar düzenini öven, çıkarlarını koruyan ahlak burjuvazinin, büyük toprak sahiplerinin ve onların siyasi temsilcisi olan Akp’nin ahlakıdır. Gerici ve karanlıktır. 110 Devrimci Halkın Günlüğü 2014 - AĞUSTOS - SAYI: 1 İÇERİDE VE DIŞARIDA SALDIRILARA KARŞI DİRENELİM! Komünist devrimci tutsaklar, sadece hapishanelerde sonu gelmeyen saldırılara direnmekle kalmadılar. Daima baskılara karşı verilen bütün mücadeleye ruhen, fikren ve eylemleriyle destek oldular; bütünleştiler. Bu durum başlı başına devrimcilerin mücadeleden koparılmamalarının yakın ifadesidir. Sınıf mücadelesinin uzlaşmaz çelişkisi hapishanelerde en çıplak biçimde devam eder. Komünist devrimciler amaç ve değerlerine bağlı kalarak direnirler. Devlet ise teslimiyet dayatır, itaate zorlar ve kişisizlikleştirmek için her şeyi yapar. Hapishane devletin baskı araçlarından biridir. Ezilen sınıfların önder güçleri, ilerici kesimler, ulusal baskıya karşı direnen ve genel anlamıyla da dinsel, cins ayrımına ve her türden baskıya karşı mücadele edenler ezilsin diye kullanılıyor hapishaneler. Sadece dışarıda öldürmekle yetinmiyorlar. Hapishanelerde de teslim almayı amaçlıyorlar. Sadece Vietnam ’ın Saygon’u, Fransa’nın Bastil’i, Rusya’nın Kara’sı kötü namlı değil; Türk devletinin hapishaneleri de uluslararası katliam ve ilkence merkezleri olma namına sahiptir. Hapishaneler genel olarak ezen sınıfların hizmetindeki devletin ezilenleri hizaya getirmesi amacıyla kullanılmıyor. Hapishaneler aynı zamanda emek sömürüsü merkezlerine dönüştürülmüşlerdir. Kapitalizm, suç üreten bir sistemdir. Geçinebilme olanakları, üretim araçları elinden alınan mülksüzler yığını, doğal ve insani ihtiyaçlarını karşılayamaz duruma sokularak suça itilirler.Mahkeme, hapishane; hukuk yolu ile sürdürülen bir sektör olarak işlemektedir. Devlet baskısının şarklarına kendisini kaptıranlar varını yoğunu dökmektedir kurtulmak için. Bu nedenle baskı mekanizması sömürüyle bütünleşmiş şekilde işler ve amacına ulaşır. Ezilenler ceza, ölüm ve hapishanelerle korkutulur. İnsanı emeğine yabancılaştıran, metalar karşısında çaresizleştiren kapitalizmde hapishaneler toplum yararı için kullanılmaz. Aksine ezilen sınıflar baskı altına alınır, yabancılaştırılıp suça itilenler denetim altına alınırken özünde toplumsal denetim mekanizması işletilmiş olur. Adaletsizliği güvence altına alan burjuva hukuku bu nedenle devleti ve yasaları kutsallık derecesinde yüceltir. ABD, AB ve genel olarak dünyada kapitalist devlet ve hapishaneler farklı işlem görmez. Bu nedenle sorunun genel parçasına bağlı olarak Türk devletinin hapishanelerinin işkence, katliam ve büyük direnişlerle öne çıkmasının özel, kendine has sosyolojik nedenleri vardır. Hapishanelerin durumu doğrudan devletin niteliğiyle bağlantılıdır. Devletin niteliği de özünde demokrasinin niteliğinin ifadesidir. Bütün tartışmaların bu eksende döndüğü de açıktır. Rantçı, askeri ve bürokratik bir devletin hapishanelerinin ortalama düzeyde insani ölçülere sahip olması imkânsızdır. Türk devleti Kürt ulusuna kaşı savaş sürdürüyor. Kürt ulusu dışında Laz, Çerkez, Ermeni, Rum, Süryani, Keldani, Roman, Gürcü vb. azınlıklıkları da baskı altında tutuyor. İslam dışındaki dini inançları eziyor. Asimilasyon vazgeçilmez politikadır. Antikomünizmin ileri karakolu olarak övünen bu devlet acımasızca komünist devrimcileri katletti, ezdi. Niteliği emperyalizme bağımlı bu kukla faşist devlet, ezilen sınıflara karşı tepeden tırnağa bir savaş devleti olarak çalışmaktadır. En demokratik haklarını isteyen her kesim potansiyel düşman olarak değerlendirilmektedir. Ezilmesi ve yok edilmesi hedeflenmektedir. Ordu, yargı, polis 111 Devrimci Halkın Günlüğü gücüne uyumlu olarak hapishaneler çalıştırılır. Kürt isyanlarında öldürülen binlerce Kürt halkının yurtlarının yakılıp yıkılması, hapishanelere kapatılan binlercesinin de katledilmesi, idam sehpalarına yollanması tesadüf değil, sürdürdükleri savaşın özüyle uyumludur. Qoçgirî, Şex Saîd isyanında katledilen, idam edilenlerin; Agırî isyanında Adana hapishanesinde zehirlenerek katledilen binlerce Kürt yurttaşının durumu demek istediğimizi anlamaya yeter. Günümüzde de yüzyıl sonra halen binlerce Kürt siyasetçilerin hapishaneye kapatılmasının özü bu devletin faşist niteliğinin olduğu gibi sürmesiyle doğrudan bağlantılıdır. Ecevit, “İMF istedi, biz de yaptık.” demişti. F tipi hapishaneler ve tabi ki 19 Aralık 2000 Katliamı için… Emperyalizme bağımlı kukla devletin halka, ezilen Kürt ulusu ve azınlıklara karşı sürdürdüğü savaş ve baskı rejimi emperyalist çıkarlarla uyumludur. Demokrasinin beşiği olduklarını ileri süren Avrupa, ABD ve NATO’nun Türkiye’deki ve tüm yarı sömürgelerdeki askeri darbelerin mimarları olduklarını, bu askeri darbelerin Kürt ulusu ve diğer azınlıkların üzerinde işkence, ölüm ve vahşet anlamına geldiğini bilen herkes emperyalizmin çıkarlarının nasıl korunduğunu görebilir. Devletin rantçı niteliğini ya da ordu, hukuk, yürütme ve yasama ayaklarını tek tek açıklamaktan ziyade bu rejime bağlı olarak hapishanelerin durumuna dikkat çekiyoruz. Demokratik haklarını kullanıp idrak eden milyonların Gezi halkı hareketiyle sokakları zapt etmesi sonrası yüzlerce yurttaşın hapishanelere kapatılması, tam da ezilenlerin baskı altına alınması ve ıslah edilip teslim alınması amacında hapishanelerin rolünün ne kadar önemli olduğunu göstermesi bakımından güncel ve çarpıcıdır. Tecrit/diretmen ağırlaştırılıyor. Devlet eliyle sömürücü düzene toplumsal itaat dayatılıyor. Fakat bu dayatma ve itaat amacı, baskıya uğrayanların ve devrimci sınıf hareketinin direnişine çarpıyor. “Dünyada sınıf mücadelesi şahlandı.”demişlerdi. Ama Avrupa, Asya, Ortadoğu, Latin Amerika, Afrika’da halklar isyan bayrağını kaldırmış durumda. Bu anlamıyla Türkiye ve Kuzey Kürdistan’da sınıf mücadelesi sert ve keskin biçimiyle devam etmektedir. Toplumsal barış değil, sınıfsal 2014 - AĞUSTOS - SAYI: 1 çatışma ve isyan derinleşecektir. Hapishaneler de bu mücadelenin bir alanıdır. Devlet yirmi hapishaneye birden saldırıp yirmi sekiz komünist devrimciyi katletmiş ve 19-22 Aralık 2000 katliamıyla uygulamaya koymuştu. Hukuksal altyapısını 1989’da hazırladıkları f tipi tecrit sistemine katliamlarla geçiş yaptılar. Amacı politik tutsakları teslim almak, halkı devrime örgüte olan bağlılıklarını yok etmek, örgüt bilincini parçalamaktı. Aradan 13 yıl geçti. Devlet bu amacını gerçekleştiremedi. Çünkü komünist devrimciler 20 Ekim 2000’de ölüm orucu direnişiyle zaten f tipi saldırısına karşı direnme perspektiflerini ortaya koymuşlardı. Saldırılar hiç son bulmadı ama direniş duvarına çarptılar. Genel olarak Türkiye -Kuzey Kürdistan komünist devrimci hareket hapishanelerde direniş çizgisinde durdu. Devlet devrimcileri birbirinden fiziken ayırdı. Ama devrimciler direnme çizgisi örgütsel duruşunu korumayı başardı. Zor şartlar altında ağır bedellerle kendi ve devrimci çizgisine bağlı kalınabileceğini yoldaşlarımız bize gösterdiler. Devletin saldırı konsepti amacına ulaşamadığı içindir ki her geçen gün tecridi ağırlaştırıyor. Son olarak kamera saldırısı devreye sokulmuştur. Tecrit/diretmen sadece politik tutsakların üç ve tek kişilik hücrelere konulması değildir. Bu elbette fiziki yalıtma olarak önemlidir. Ama tecrit sistemi yaşamın ihtiyaçlarını kapsayan yaptırımlar dizisidir. Sonu gelmez baskı, zor, işkence, sürgün yöntemleri ve sınırsız yetkilerle donatılmış hapishane idarelerinin sürdürdüğü mahkeme ve askerin tamamlayıcı rol oynadığı kapsamlı zamana yayılmış teslim alma saldırısıdır. Tek amaç devrimcileri halktan, değerlerinden, insanlaşma erdeminin anlam bulduğu mücadeleden koparmaktır. 5275 Sayılı Ceza İnfaz Kanunu hapishane idarelerine sınırsız yetki tanımıştır. Bu yasaya dayanarak ceza bitmişse infaz yakabilir. Sudan gerekçelerle süngerli hücreye atabiliyor, sürgün edilebiliyor, mektup, faks, tedavi olma, iletişim, tv, radyo hakkını elinden alabiliyorlar, avukatını engelleyebiliyorlar. En son MKP tutsaklarına Malatya Hapishanesi’nde olduğu gibi ters kelepçe 112 Devrimci Halkın Günlüğü 2014 - AĞUSTOS - SAYI: 1 takma şeklinde işkence yöntemlerini devreye koyabilmektedirler. Aramaları insanlık dışı biçimlere bürünebilmektedir. Tutsakların insani olarak temel ihtiyaç duyduğu her şeyi kendilerine karşı kullanma yetkilerini keyfince uygulamaktadırlar. Malatya’daki saldırılara karşı MKP tutsakları süresiz açlık grevi direnişine başlamışlardı ve beş ayrı hapishaneye sürgün edilmişlerdi. Özünde bu hapishane politikası NATO’nun antikomünizm konseptine uygun Özel Harp Dairesi’nin halka karşı sürdürülen talimnamelerine uygunluğudur. 12 Eylül’de yüz kişilik koğuşlarda günlük işkencelerle teslimiyet dayatılıyordu. Yani sorun ve amaç mekânsal değildir. Yöntemler farklılaşmaktadır. 19 Aralık 2000’le birlikte saldırı üst boyuta sıçratılmıştır. Buna rağmen devrimci direniş karşısında hükümsüz kalmışlardır. Bu nedenle insanlık dışı uygulamalarına yenilerini eklemektedirler. dışı bir tutum ve saldırıdır. Yaşamımıza yapılmış bu saldırıyı kabul etmiyoruz. Dün olduğu gibi bugün de direnmekten asla vazgeçmeyeceğiz. Hapishanelerde uygulamaya konulmaya başlanan 24 saat gözetlenme saldırısı çürümüş rejimin, faşist AKP hükümetinin, Türk devletinin karakterini göstermektedir. Elbette kameraları kıracağız. Her türlü mücadele edeceğiz ve direneceğiz. 24 Saat Gözetleme Yaşamımıza Yapılmış Saldırıdır. Asla Kabul Etmeyeceğiz! Hapishanelerde baskı ve saldırılarda her geçen gün artış vardır. Sürgün sevkler bile başlı başına işkencedir. Kasım 2013’te sadece bir ay içinde Malatya, Muş, Diyarbakır, Siirt, Mardin hapishanelerinden yüzlerce tutsak çeşitli hapishanelere sürgün edildi. Sürgün sevk hem tutsaklara hem de ailelerine yapılmış saldırıdır. Çünkü devlet aileleri de potansiyel düşman olarak görmekte ve değerlendirmektedir. Kamerayla 24 saat gözetlemek aktardığımız tecrit/diretmen politikanın yoğunlaştırılmasıdır. İleri demokrasi diyen faşist AKP hükümeti 2000’de uygulamaya konulan tecrit/diretmen siyasetini en katı şekilde sürdürdü. Bu nedenle sürekli hapishaneler yapmakla övünmektedirler. 12 Eylül anlayışını sürdüren bu köhnenmiş devletin ancak ve ancak halkın devrimci mücadelesiyle yıkılabileceğini unutmamak ve iyi kavramak gerekmektedir. Zalimlerin demokrasi vaatlerine ezilenlerin karnı toktur. İçi boş söylemlerle algı yönetmek boşa çıkmıştır. Halkta karşılığı yoktur artık. Devrimcileri katletmek devletin vazgeçilmez politikasıdır. 162’si ağır, ölümcül toplam 544 hasta tutsak ölüme sürükleniyor. Yıllar içinde hapishanelerde katledilen hasta tutsaklar gibi… Devletin 13 yıldır uygulamaya koyduğu tecrit/diretmen politikası devrimci direnişle çoktan çakışmıştır. Şimdi de tecridi ağırlaştırarak sonuç alacağını sanmaktadır. Hapishanelerde hücrelerin içini, havalandırmaları 24 saat gözetleyen, ses kayıt eden kameralar yerleştirmeye başladılar. Devlet yaşamımızın 24 saatini gözetlemek istiyor. Politik tutsakların üzerindeki kuşatmayı son sınırına vardırıyor. Söz konusu hapishaneler devrimciler olunca anayasal haklar rafa kalkıyor. Oysa dayandıkları 12 Eylül Anayasası bile “Özel yaşam ihlal edilemez.” demektedir. Ama bu devlet tutsakların tepesine 24 saat gözetleyen kamera yerleştiriyor. Nasıl ki her yurttaşın evinin içini izlemek insanlık dışı ahlaksız bir tutum ise aynı şekilde tutsakların yattığı, yemek yediği, gezindiği, sohbet ettiği hücrelerin 24 saat ses ve görüntü kaydeden kameralarla gözetlenmesi ahlaksızca insanlık Avukat görüş yerlerinin duvarları yıkılarak şeffaf cam yerleştirilmiş, bu duruma hem kameralar hem de görevli personel tarafından gözetleniyor ve denetleniyor. Avukat ve müvekkili arasındaki görüşme gizliliği ilkesi ihlal ediliyor. Ulusal ve uluslararası hukuk kurallarına ve ilkelerine, insan hakları evrensel normlarına, etik değerlerine aykırıdır. Sınır tanımayan hak ihlalleri yasalarını bile hiçe sayarak özel yaşam alanlarına ve avukatlarımızla görüşmelerimize saldırılar yapılmaktadır. Birleşik mücadeleyi kararlıca geliştirelim. Bütün ilerici demokrat aydın, oda, sendika, kurum, parti ve çevreleri saldırılara karşı duyarlı olmaya çağırıyoruz. Bu yönlü çabanın ortaya konulması için mücadele etmek gerekir. 19-22 Aralık 2000 katliamının ve kahramanca direnişinin 113 Devrimci Halkın Günlüğü 2014 - AĞUSTOS - SAYI: 1 yıldönümündeyiz. Şehit düşen yoldaş ve siper yoldaşlarımızın direnme ruhu bizi aydınlatıyor. Maoist tutsaklar saldırıların bilincindedir. Sadece hapishanelerde grupsal anlayışlardan sıyrılmış, ortak direniş çizgisini güçlendirmek değil; aynı zamanda dışarıda da saldırılara karşı ortak mücadeleyi güçlendirmek ertelenemez bir ihtiyaçtır. Tecridin daha da yoğunlaşıp ağırlaşmasına izin vermeyelim. Dışarıdan kararlı birleşik mücadeleyle tutsaklara karşı sürdürülen saldırılara karşı duralım. Zorbaların çarkı, saldırıları ancak halkın devrimci gücüyle yıkılacak 114