obama dönemi amerikan dış politikasında bölgesel yaklaşımlar analiz
Transkript
obama dönemi amerikan dış politikasında bölgesel yaklaşımlar analiz
T.C. BAHÇEŞEHİR ÜNİVERSİTESİ ULUSLARARASI GÜVENLİK VE STRATEJİK ARAŞTIRMALAR MERKEZİ OBAMA DÖNEMİ AMERİKAN DIŞ POLİTİKASINDA BÖLGESEL YAKLAŞIMLAR ANALİZ İSTANBUL Şubat-2009 İÇİNDEKİLER GİRİŞ: AMERİKAN DIŞ POLİTİKASINDA SÜREKLİLİK VE DEĞİŞİM .......... 1 1 . ORTADOĞU .......................................................................................... 12 • Sonuç ve Değerlendirme ............................................................... 23 • Türkiye-İran İlişkileri ....................................................................... 26 2. KARADENİZ-KAFKASYA ...................................................................... 31 • Türkiye-Ermenistan İlişkileri ........................................................... 42 • Sonuç ve Değerlendirme ............................................................... 45 3. BALKANLAR ........................................................................................... 50 • Günümüz Balkan Statükosu ve Bölgesel Dinamikler..................... 50 • ABD’nin Bölgeye Yönelik Politikalarının Değerlendirilmesi............ 52 • Balkanlara Yönelik Olası Obama Yönetimi Perspektifi .................. 54 • Sonuç ve Değerlendirme .............................................................. 58 3. KIBRIS VE AVRUPA BİRLİĞİ ................................................................ 60 • ABD’nin Varolan Politikaları ve Olası Obama Yönetimi Perspektifi ................................................ 60 • Sonuç ve Değerlendirme ............................................................... 62 4. ASYA (ORTA, GÜNEY VE DOĞU ASYA) .............................................. 64 • Tarihsel Arka Plan.......................................................................... 64 • Mevcut Durum............................................................................... 67 • Obama ve Asya Yaklaşımını Belirleyecek Dinamikler .................. 69 • Orta Asya ...................................................................................... 72 • Doğu ve Güneydoğu Asya ............................................................. 77 • Güney Asya ................................................................................... 80 • Sonuç ve Değerlendirme ............................................................... 85 • Türkiye-Asya Açılımı ...................................................................... 87 GENEL DEĞERLENDİRME ......................................................................... 96 KAYNAKÇA ..................................................................................................98 OBAMA DÖNEMİ AMERİKAN DIŞ POLİTİKASINDA BÖLGESEL YAKLAŞIMLAR GİRİŞ Amerikan Dış Politikasında Süreklilik ve Değişim: 2008 Seçimlerinin Kısa Bir Değerlendirmesi Amerikan dış politikasının temel ekseni olan “sarkaç” hareketinin tanımlanmasında süreklilik ve değişim ana unsurlar olarak ele alınabilir. “Sarkaç” hareketi, Amerikan dış politikasında her dönem izlenen politikaların kendi tepkilerini doğurması olarak açıklanabilir. Etki-tepki bileşenine dayalı politikaların temelindeki yapı taşları olarak tanımlanabilecek Amerikan siyasi kültürünü oluşturan ‘‘inanç, ideoloji ve değerler’’ bütünü, Amerika’nın bağımsızlığını kazanma sürecinde oluşmuştur. Siyasal kültürü oluşturan anılan yapı taşlarının dış politikada gelişen süreklilik ve değişim sürecinde birtakım ikilikleri de beraberinde getirdiği değerlendirilebilir. Amerika’nın; İngiliz Protestan kilisesinin baskılarına karşı çıkan muhafazakar Puriten ve Protestan bir grup tarafından kurulması, Amerikan iç ve dış politikasında etik değerlerin belirleyici olmasına eşlik etmiştir. Bu durum moral politik unsurların yanı sıra dönemsel olarak aşırı muhafazakar eğilimlerin de ağırlık kazanmasına neden olmuştur. Bu değerler bütününün temelinde coğrafi konum da bir diğer önemli etmen olarak ele alınabilir. Amerika’nın coğrafi olarak Hint, Atlas, ve Büyük Okyanus ile çevrili ‘‘eski dünya adası’’ndan uzak konumu, tarihte kendisine dünya sorunlarına “müdahil olup/olmama” konusunda seçim şansı tanımıştır. Ayrıca zengin doğal kaynakların verdiği kendine yetebilme kapasitesi ile güçlenen özgürlük ve bağımsızlık duygularının yanı sıra bu kaynakların sürdürülebilirliğini sağlama isteği de Amerikan dış politikasını şekillendirmiştir. Öte yandan, liberal ekonomi felsefesinin getirdiği fırsat eşitliğine dayanan bireyci ve özgürlükçü anlayış, devletçilik geleneğinin zayıf olduğu yapının temelini oluşturmuştur. Bu yapı, çoğulculuk ve katılımcılık kültürü ile 1 farklı bakış açılarının siyasi anlamda etkili olabilmesine olanak sağlamıştır. Sözü edilen anlayış dış politikada da etkinleşmiş, ABD kamuoyu ve karar alıcılar dış politika konularında “özeleştirel” olabilmiştir. Bu yaklaşım, Amerikan dış politikasına kendini yenileyebilme, bir bakıma “küllerinden yeniden doğabilme” becerisi kazandırmıştır. Dolayısıyla Amerikan dış politikası yukarıda tanımlanan yapı taşları bağlamında iki farklı temel ikilikle açıklanabilir; (1) Müdahalecilik-İnzivacılık (içe kapanma) (2) Moral Politik-Real Politik. Özellikle ilk döneminde müdahaleci, tek taraflı dış politika izlediği görülen George W. Bush’un yaklaşımı ile “değişim” söylemiyle çok taraflı politika ve geleneksel değerlere önem vereceğinin vurgusunu yapan1 Barack Obama’nın izleyeceği politikalar arasındaki olası farklılıklar da bu ikilikler bağlamında değerlendirilebilir. George W. Bush ve ekibinin müdahaleci dış politika eğilimlerinin 11 Eylül saldırılarının ardından realpolitik bir yaklaşım ile şekillendiği görülmüştür. 11 Eylül ile birlikte “Amerikan değerlerine düşman bir dünyada, Amerikan demokrasisinin barınamayacağı” ve diğer toplumlara “örnek olma” söylemi ile ABD dış politikası müdahalecilik eksenine kaymıştır. Müdahaleci yaklaşımın temellerini Thomas Paine’in 1776’da “Dünya’yı yeni baştan yaratma gücünün Amerikalılara verildiği” söyleminde aramak mümkündür.2 Anılan yaklaşım, demokrasi ve insan haklarının savunulması ve yaygınlaşması adı altında 2001 sonrası dönemde Afganistan ve Irak müdahaleleri ile somutlaşmıştır. Ancak, Bush yönetiminin terörle mücadele kapsamında “önalıcı vuruş” (preemptive strike) doktrini çerçevesinde Irak ve Afganistan’a yapılan askeri operasyonlar “tek taraflı” olarak nitelendirilmiş, ABD’nin uluslararası kamuoyunda itibarı zedelenmiştir. Özellikle önalıcı vuruş konsepti dahilinde gerçekleşebilecek müdahalelerin uluslararası hukuk açısından tehlikeli olduğu daha sıklıkla vurgulanmıştır. Aynı dönemde terörle mücadele önlemlerini içeren yeni düzenlemeler kapsamında 1 “Strenghtening Homeland Security”, (çevrimiçi) <<http//www.barackobama.com>> 2 Thomas Paine; ABD’nin 1776’da bağımsızlığını kazanma sürecindeki 13 kurucu atadan “founding father” biridir. 2 özellikle “Patriot” yasası3 uluslararası alanda ciddi tepkilere neden olmuştur. Temel hak ve özgürlüklerin korunması ve demokrasi gerekçesiyle diğer ülkelerin terörle mücadele girişimlerine müdahalelerde bulunan ABD’nin, Patriot yasası ile benzer hak ihlallerini bu defa kendisinin yaptığı kanısı yaygınlaşmıştır.4 Müdahaleler sonrasında ise gerek Irak gerekse Afganistan’da ABD’nin temel hedefi olarak açıklanan siyasi istikrar ve demokratik gelişmelerin sağlandığını söylemek mümkün olmadığı gibi bu bölgeler siyasi istikrarsızlık ve şiddetin kaynağına dönüşmüştür. Öte yandan Irak ve Afganistan savaşlarının, dolayısıyla müdahalecilik politikasının ABD’ye maliyetinin tahmin edilenden çok daha yüksek olması ve Amerikan ekonomisine büyük bir yük getirmesi de ortaya çıkan küresel finansal krizle birlikte Amerikan iç kamuoyunda ciddi rahatsızlığa neden olmuştur. Dolayısıyla uluslararası alanda prestij kaybı ve iç kamuoyundaki rahatsızlıklarla birlikte Bush’un müdahaleci, tek taraflı politikalarının kendi tepkisini yarattığı ve dış politikanın sarkaç hareketi ile ilintili olarak değişime doğru ivme kazandığı değerlendirilebilir. Demokratların değişik yaş, etnik, dini ve ekonomik grupları bir araya getirerek oluşturdukları seçim vizyonu ve dış politikada Bush döneminin aşırılıklarına duyulan tepkiler, yerel ve küresel “değişim” ihtiyacı vurgusu ile birlikte seçim kampanyalarının temel odak noktası olmuştur. Bu bağlamda Obama’nın temsil ettiği Demokratların daha uzlaşmacı, sorunların çözümünde diplomatik yöntem odaklı yaklaşımı ve azınlık sorunlarına karşı hassasiyetinin önümüzdeki dönem ABD dış politikasında belirleyiciliğinin artacağı varsayımı seçim sürecinde ağırlık kazanmıştır. Ancak yakın geçmişte başkan adaylarının seçim döneminde vaat ettiklerinden farklı dış politika tercihleri yapmak durumunda kalabildikleri dikkatlerden uzak tutulmamalıdır. Danışman kadroları, dünyada gelişebilecek olası krizler, ülkenin içinde bulunduğu psikolojik ve entelektüel ortam, 3 Patriot yasası; Patriot Law signed into law on 26 October 2001. Dan Plesch, “The Neo-Cons: NeoConservative Thinking since the on set of the Iraq War”, Alex Danchev and John MacMillan (edit), The Iraq War and Democratic Politics, London and Newyork, Routledge, 2005, s.49. 4 Ruhsar Müderrisoğlu, “11 Eylül İle Birlikte Yeni Dünya Düzenine (!) Doğru”, içinde Osman Metin Öztürk (Der), Uluslararası Terörizm ve Dış Politika, (Ankara: Biltek Yay., 2002), ss. 17-20; “The Uniting and Strengthening America by Providing Appropriate Tools to Intercept and Obstruct Terrorism Act of 2001 (USA Patriot Act)”, H. R. 2975, September 2, 2001. 3 uluslararası güç dengelerindeki değişimler, liderlerin seçim sonrasında farklı yaklaşımlar benimseyebilmelerine yol açabilecek öğeler olarak görülebilir. Dolayısıyla Obama’nın seçim öncesi uygulayacağını belirttiği politikalar değerlendirilirken bunların orta ve uzun vadede değişim ve dönüşüme açık olabileceği göz ardı edilmemelidir. Obamahükümeti yönetimi devralmadan önce dış politika üzerine seçim vaatleri incelendiğinde dört önemli noktanın vurgulandığı görülmektedir5; (1) Demokrasi ve İnsan Hakları’nın önceliği, (2) Amerikan değerlerinin askeri yolla da savunulabileceği, (3) Uluslararası örgütlerin uluslararası sorunların çözümlenmesinde yetersiz kaldığı ve güçlendirilmesi gerekliliği, (4) “Toplum Mühendisliği”6 yapılamayacağı. Anılan noktalar önümüzdeki dönemde ABD’nin içe kapanmadan, çok taraflı barışçıl müdahalelerle dünya sahnesinde etkinleşeceği, gerek duyulduğu takdirde askeri müdahaleden çekinmeyebileceğini, realpolitik ve moral politik anlayışlarını harmanlayacağının göstergesi olarak kabul edilebilir. Bu kurgu doğrultusunda, ABD’nin yeni başkanı olarak seçilen ve dünya kamuoyuna "değişim" vaat eden Barack Obama’nın önceliklerine ilişkin değerlendirmeler aşağıda verilmektedir. (1) Hükümetler arası işbirliğinden yararlanmanın maksimize edileceğinin vurgulanması: Bu kapsamda, küresel sorunların çözümünde diplomasiye dayalı hükümetler arası işbirliğinin arttırılmasının önemi belirtilmektedir. Sözü edilen işbirliği küresel krizlerin çözümünde, istihbarat paylaşımı, ortak yardım paketlerinin oluşturulması gibi yöntemlerle sağlanabilecektir. Afganistan’ın siyasi istikrarsızlığının ve güvenlik sorunlarının terörizme kaynak sağladığı, bölgede güçlenen Taliban’ın Pakistan’ı da istikrarsızlaştırdığı, El-Kaide’nin de 5 Barack Obama, “Renewing American Leadership”, Foreign Affairs, Temmuz/Ağustos 2007. 6 “Ortak değerlere, geleneklere, ve tarihsel belleğe sahip olan toplumlar özellikle de yabancılar tarafından asla inşa edilemez. Amerikalıların ulus inşası olarak ifade ettikleri şey aslında daha çok devlet inşasıdır-yani siyasi kurumlar oluşturma ve ekonomik kalkınmayı destekleme.” Francis Fukuyama, Ulus İnşası, Hasan Kaya (çev.), Ağustos, 2008, s. 14. 4 bölgede güç kazandığı vurgulanmıştır. Bu bağlamda terör kaynakları ile mücadelede sıcak çatışmalı bölgede şu anda yalnızca ABD, İngiltere, ve Hollanda kuvvetlerinin bulunduğu7, NATO ve AB üyesi diğer ülkelerin de asker göndermelerinin gerekliliğinin altı çizilmiştir. Başka bir örnek ise; doğrudan diplomasi yolu ile İran ve Kuzey Kore’ye nükleer silahlanmanın engellenmesinin tüm taraflar için kazançlı olacağının anlatılmasının etkili bir politika seçeneği olarak öne çıkarılmasıdır. (2)Terörizmle mücadele konusunda Obama idaresinin sertlik ve diplomasi arasında bir denge sağlama çabası: Terörizmle mücadelede askeri ve diplomatik yöntemlerin bir arada kullanılması ile uluslararası alanda terörist hareketlerin engellenmesine yönelik programlar ve operasyonların bir arada yönetilmesi ön plana çıkarılarak terörle mücadeleye ilişkin yasaların ve istihbarat operasyonlarının güçlendirileceği dile getirilmiştir. Ancak ABD’ye yönelik olası bir terör saldırısı durumunda, diplomatik yaklaşımların ötesinde askeri seçeneğin de her zaman kullanılabileceği vurgusu yapılmıştır. Obama askeri önlemlerin göz ardı edilemeyeceğini belirterek8, kara kuvvetlerinden 65.000 asker ve 27.000 deniz piyadesi ile ordunun nitel anlamda genişletileceğini vurgulamıştır. Aynı zamanda, Obama’nın uluslararası ilişkiler konusunda öne çıkacak kadrosu (Dış İşleri Bakanı Hillary Clinton, Cumhuriyetçi Savunma Bakanı Robert Gates, ve Milli Güvenlik Kurulu Danışmanı Emekli Orgeneral James Jones’dan oluşan ekip), “Çok taraflı diplomasi, müttefikler, uluslararası kurumlar ve hukuku öncelerken gerektiğinde güç kullanmaktan kaçınmamak” vurgusunu da desteklemektedirler. (3) Küresel terörizm tehdidine karşı mücadelenin küresel olması9: Terörle mücadelede ABD`nin uluslararası ittifaklarının arttırılması gerekliliği üzerinde durulmaktadır. Bu bağlamda iç ve dış güvenlik kadrolarına BM Temsilcisi’nin dahil edilerek “tek yanlı” karar mekanizması 7 Afganistan’da Kabil ve çevresinde yürütülen NATO harekatı, ISAF’a asker veren NATO ülkeleri, ülkenin doğu ve güneyindeki çatışmalı bölgelerden (Celalabad, Kandahar) uzak durmakta ve ABD’nin muharip birlik göndermeleri talebine çekince ile yaklaşmaktadırlar. 8 “Obama’nın dış politika-güvenlik ekibi ve Türkiye”, Radikal, 2 Aralık 2008. 9 “Obama ne yaptığını gayet iyi biliyor.”, Radikal, 28 Kasım 2008. 5 yerine diyaloga daha açık “çok-taraflı” bir siyaset izlenmesi yaklaşımı benimsenmiştir. Uluslararası işbirliği mekanizmalarına, son yıllarda olduğundan daha fazla önem verileceği; ABD karşıtlığı ile tanınan devletlerin liderleriyle önkoşulsuz olarak görüşülebileceği; Bush yönetimi döneminde bozulan transatlantik ilişkilerin yeniden onarılabileceği; ABD’nin Avrupa ile daha uyumlu şekilde ve birlikte hareket edeceği de belirtilmiştir. Yeni dönemde Rusya, Hindistan ve Çin gibi eski ve yeni küresel aktörlerle daha fazla işbirliğinin zorunluluğu da bu bağlamda üzerinde durulan önemli bir etmen olmuştur. (4) Nükleer silahların yaygınlaşmasını önlemeye yönelik geniş bir ittifak ve güvenlik alanı yaratılması: Nükleer silahlanmanın küresel bir tehdit olarak algılandığı günümüzde uzmanlığına daha fazla ihtiyaç duyulan Uluslararası Atom Enerjisi Ajansı’nın kaynaklarının arttırılması yoluyla etkinliğinin güçlendirilmesi ve ek protokollerle üye ülkelerin yükümlülüklerine bağlı kalmalarının sağlanması öngörülmüştür.10 (5) Bush döneminin jeopolitik vizyonu yerine jeoekonomik bir yaklaşıma kayılması11: 2008 yılında yaşanan küresel finansal kriz Obama’nın politikalarında ekonominin ağırlığının artmasına neden olmuştur. Nitekim Obama’nın Başkanlık devir teslim töreninde yaptığı konuşmanın başlangıç ve büyük bir bölümünü Amerikan ekonomisinin zorluklarına ayırmış olması bu ağırlığın yansıması olarak değerlendirilmektedir. Irak ve Afganistan’daki müdahalelerin maliyetinin beklenenin üzerinde olması ve krizle birlikte ekonomik sistemin askeri müdahale maliyetlerini karşılama yeterliliğinin azalması nedeniyle Obama döneminde çok yönlü diplomatik baskı ve ekonomik yaptırım politikalarının ağırlık kazanacağı vaat edilmiştir. Dolayısıyla demokratikleştirme ve terörizmle mücadele kapsamında siyasi kuruluşların ve sivil toplum örgütlerinin güçlendirilmesi hedeflenmektedir. Diğer taraftan güvenlikte küresel sistemin daha iyi yönetilebilmesi adına 10 Obama kişisel web sitesi, (çevrimiçi) <<http://www.barackobama.com/issue/defense/>> 11 Obama kişisel web sitesi, (çevrimiçi) <<http://www.barackobama.com/issue/defense/>> 6 “Uluslararası Güvenlik Ortaklığı” oluşturulmasıyla bilgi paylaşımının yanı sıra sınır güvenliğinin sağlanması, teröristlere kaynak aktarımının engellenmesi gibi konularda eğitim ve operasyon maliyetini karşılamak üzere bütçeden 5 milyar dolarlık bir kaynak ayrılması da öngörülmüştür. (6) Amerika'nın moral politik açıdan dünyadaki itibarını yeniden kazanması; Bush döneminde ulusal güvenlik konuları ile ilgili olarak moral politik açıdan uluslararası alanda Amerika’nın itibarını zedeleyen konularda uzlaşmaya yönelik bir tavrın benimseneceği belirtilmiştir. Bu bağlamda, Irak’tan “Güçler Statüsü Anlaşması” çerçevesinde Amerikan askerlerinin çekilmesi, “Guantanamo Üssü'nün”12 kapatılması13 ve “Nükleer Silahsızlanma Anlaşması”nın revize edilmesi14 gibi girişimlerde bulunulacağı açıklanmıştır. Obama’nın diplomasiye ve çok taraflılığa öncelik veren politik yaklaşımları Amerikan dış politikasında muhafazakar yaklaşımların dışlandığı anlamına gelmemelidir. Obama’nın kabinesinde dış politika konusunda öne çıkan kilit pozisyonlarda merkez sağa bağlı veya merkeze yakın isimler bu değerlendirmeyi anlaşılır kılabilir. Ulusal Güvenlik Danışmanı olarak tayin edilen eski deniz piyadesi ve NATO Avrupa Kuvvetleri eski Başkomutanı James Jones seçim kampanyası döneminde Cumhuriyetçi aday McCain’i desteklemiştir. Öte yandan Dışişleri Bakanı Hillary Clinton’ın da Başkan Bush döneminde Senato’da görev aldığı sürede “Neo-Con”lara15 yakın bir isim 12 Guantanamo üssü; Küba’da Guantanamo Körfezi’nde kurulmuş olan bir Amerikan gözaltı merkezidir. 2006 Ekim ayında Başkan Bush, Guantanamo’dakiler dahil “düşman savaşçıları” olarak gözaltında tutulanların ABD mahkemelerinde habeas corpus temyizlerinin dinlenmesinin önüne geçen Askeri Komisyonlar Yasası’nı imzalamıştır. Habeas corpus, keyfi gözaltı ve işkenceye karşı temel bir korumadır. Uluslararası Af Örgütü, habeas corpus’un hayata geçirilmesi ve Askeri Komisyonlar Yasası’nın yürürlükten kaldırılması veya tatmin edici şekilde değiştirilmesi için kampanya yürütmektedir.(çevrimiçi) <<http://www.amnesty.org.tr/yeni/index.php?view=article&catid=62%3Aguantanamo&id=572%3A5-ylndolduran-guantanamonun-kapatlmas-carsyla-duenya-capndaeylem&option=com_content&Itemid=81>> 13 Obama’nın göreve başlamasından sonra ilk kararı olarak Guantanamo’daki savaş suçları mahkemesindeki askeri savcılardan beklemedeki bütün davaları 120 gün boyunca dondurmalarını istemiştir. Guantanamo üssünün bir yıl içinde kapatılması ile ilgili karar onaylanmıştır. 14 Nükleer Silahsızlanma Anlaşması (NPT)’nin yeni hedefi, yalnız ABD tarafından tehdit olarak algılanan ülkelerin değil, tüm dünya ülkelerinin nükleer silahlardan arındırılması olarak belirlenmiştir. 15 Yeni Muhafazakarlık (Neo-Conservatism) felsefesinin entelektüel lideri olarak görülen Irving Kristol, Yeni Muhafazakarlık’ı tarihi görevi ve siyasi amacı Cumhuriyetçi Partiyi, Amerikan muhafazakarlığı 7 olduğu, Irak savaşını ve İsrail yanlısı politikaları desteklediği bilinmektedir. Obama’nın Başkan Yardımcısı Joseph Biden ise daha önce Amerika Senatosu’nun Dış İşleri Komitesi’nde görev almış, NATO genişlemesi, süper güç mücadelesi, Amerika’nın üçüncü dünya ile ilişkileri konularında çalışmış, Güney Afrika’da “apartheid”16 rejimine ilişkin eleştirileri ile öne çıkmıştır. Ayrıca, Clinton döneminde Sırp lider Miloseviç’in askeri uygulamalarına karşı NATO bünyesinde askeri müdahalenin gerekliliğini savunmuştur. Cumhuriyetçi Savunma Bakanı Robert Gates’in ise Obama’nın kadrosunda George W. Bush döneminden kalan tek isim olarak öne çıktığı görülmektedir. Bush döneminin başkan yardımcısı Dick Cheney’nin17 Irak’tan çekilme konusuna olumsuz tavrına karşılık Robert Gates, Irak’tan çekilme planını destekleyen, İran ile diplomatik temasa öncelik verilmesinin önemini vurgulayan pragmatik bir cumhuriyetçi olarak değerlendirilebilir. Bu doğrultuda, değişim söyleminin dış politikada transformasyon’dan çok restorasyon düşünülmektedir. olarak algılanmasının daha gerçekçi olduğu Ancak, Bush döneminde askeri girişimlerin ağır bastığı Amerikan dış politika tercihlerinin yerini Obama ile birlikte Amerika’nın dünya kamuoyunda zedelenen prestijinin düzeltilmesi doğrultusunda çok taraflı, diplomatik yöntemlerin alacağı, gerekli görüldüğü takdirde askeri seçeneklerin de göz ardı edilmeyeceği değerlendirilmektedir. Obama 20 Ocak 2009’da başkanlığı devralırken yaptığı ilk konuşmasında “kurucu atalara” (“our founding fathers”)18 gönderme yaparak hukukun üstünlüğünün ve insan haklarının Amerika siyasi kültürünün yapı taşlarını oluşturduğunu politikalarına dönüştürmek olarak tanımlamıştır. Kristol ve yeni muhafazakarlar, modern demokrasilerin ancak bu şekilde yönetilebileceğine inanmaktadır. John Davis, “The ideology of War: The neo-conservatives and the hijacking of US Policy in Iraq”, Presidential Policies and the Road to Second Iraq War: From Fourty one to Fourty Three, USA, Ashgate, 2006. 16 Apartheid rejimi Güney Afrika’da yönetimdeki beyaz azınlığın, Afrikalı çoğunluğu sömürmesine izin veren yasalar bütününden oluşur. Beyazlarca yönetilen Güney Afrika’da siyahlar temel hak ve özgürlüklerden ve siyasi halardan mahrum bırakılmışlardır. (çevrimiçi) <<http://www.un.org/av/photo/subjects/apartheid.htm>> 17 Amerikan Senatosu Demokrat Grup Başkanı Harry Reid’in Irak savaşının sona erdirilmemesi durumunda savaş fonlarının kesileceği uyarısına karşılık dönemin Başkan Yardımcısı Dick Cheney “Düşmana pes edeceğinizi söyleyerek savaşı kazanamazsınız” diyerek Irak’tan çekilme konusundaki olumsuz tavrını ortaya koymuştur. http://www.byegm.gov.tr/YAYINLARIMIZ/bultenler/disbasindairakyeni/arsiv/2007/db-irak-2007-89.htm 18 “Our founding fathers, faced with perils that we can scarcely imagine, drafted a charter to assure the rule of law and the rights of man, a charter expanded by the blood of generations.” Obama’s Inauguration Speech,(çevrimiçi), <<http://www.bbc.co.uk>>, 20 Ocak 2009 8 vurgulamış, önceki nesillerin karşılaştığı faşizm ve komünizm tehditlerinin yalnız askeri yöntemlerle değil aynı zamanda ittifaklarla önlenmesinin mümkün olduğunu söylemiştir. Ayrıca, “Amerika’nın düşüşünün”19 kaçınılmaz olduğunu iddia eden görüşlerin arttığını ancak yeni dönemde Amerika’nın büyüklüğünün dünya kamuoyuna yeniden kabul ettirileceğini belirtmiştir. Obama’nın küresel konulardaki yaklaşımlarının hayata geçirilmesinin finansal krizin çözümüyle bağlantılı olarak gerçekleşebileceği değerlendirilmektedir. Dolayısıyla Obama'nın başkanlık döneminin öncelikle; finansal krizle mücadeleye, işsizliğin yaygınlaşmasına, büyük çaplı mali açıklara ve ulusal üretimin düşmesi sorunlarına odaklanması beklenmektedir.20 Uluslararası Terörle Mücadele’nin Bush yönetimindeki öncelikli konumu değişmiş gibi görünse de, terörizme kaynaklık yapan uluslararası sorunların önemini yine de kaybetmeyeceği öngörülebilir. Ortadoğu, Balkanlar, Karadeniz-Kafkasya önümüzdeki dönemde de uluslararası alanda odak bölgeler olmaya devam edecek gözükmektedir. Türkiye’de, önümüzdeki dönemde Amerika’nın değişmeyen çıkarlarını gerçekleştirmek için uygulayacağı yeni çok taraflı, diplomasi ağırlıklı stratejiyi doğru yorumlayarak kendine yeni açılımlar yaratabilmelidir. Bush’un ağır ekonomik yükü olan savaş yanlısı politikalarından çok, Obama’nın çok taraflı, sorumlulukları paylaştıran ve büyük ya da küçük tüm aktör devletler için kazan-kazan oyunu öneren olası politikalarını avantaja dönüştürmenin Türkiye için yeni fırsat pencereleri açabileceği değerlendirilmektedir. Obama döneminde, Türk dış politikasının bölgesel açılımları ile ilgili analiz ve projeksiyonlar üretebilmek için günümüze kadar olan dönemde Türkiye-ABD 19 ikili ilişkilerinde varolan süreklilik faktörleri ile içinde Obama’s Inauguration Speech,(çevrimiçi), <<http://www.bbc.co.uk>>, 20 Ocak 2009 20 Obama Başkanlık devir teslim töreninde Amerika’nın ekonomik olarak yeniden inşa edilerek yeni yüzyıla hazırlanacağını vurgulamıştır. “Our economy is badly weakened, a consequence of greed and irresponsibility on the part of some, but also our collective failure to make hard choices and prepare the nation for a new age. homes have been lost; jobs shed; businesses shuttered. Our healthcare is too costly; our schools fail too many; and each day brings further evidence that the ways we use energy strengthen our adversaries and threaten our planet... For everywhere we look, there is work to be done... The state of our economy calls for action, bold and swift, and we will act-not only to create new jobs, but to lay a new foundation for growth. We will build the roads and bridges, the electric grids and digital lines that feed our commerce and bind us together. We will restore science to its rightful place, and wield technology's wonders to raise healthcare's quality and lower its cost. We will harness the sun and the winds and the soil to fuel our cars and run our factories. And we will transform our schools and colleges and universities to meet the demands of a new age. All this we can do. All this we will do.” Obama’s Inauguration Speech,(çevrimiçi), <<http://www.bbc.co.uk>>, 20 Ocak 2009 9 bulunduğumuz dönemde yaşanan gelişmeler sonucu gözlemlenen değişimleri değerlendirmek önemlidir. Türkiye-Amerikan ilişkilerinde 1947 Truman Doktrini’nden beri varolan süreklilik faktörleri; (1) ABD için Türkiye’nin jeopolitik ve jeostratejik önemi21, (2) ABD’de bulunan etnik lobilerin rolü;22 (3) Türkiye’nin iç politika dinamikleridir. Özellikle 9/11’in ardından yaşanan gelişmeler neticesinde belirginleşen değişim unsurları ise; (1) Türkiye’nin yeni dış politika vizyonu23, (2) ABD’nin 2003 Irak işgalinin bölge dinamiklerinde yarattığı değişimin Türkiye-ABD ikili ilişkilerine yansıması (3) Türkiye’de Amerikan karşıtlığının yükselişi24 olarak tanımlanabilir. Ayrıca yeni dönemde Obama dış politika kadrosunun Türkiye ile olan ilişkilere olası etkisi de göz ardı edilmemelidir. Kadrodaki isimlerin Türkiye’yi iyi tanıyan kişiler25 olmasının ABD-Türkiye ilişkilerinin spekülasyondan uzak 21 “Türkiye, Amerika için Karadeniz bölgesini stabilize eden, Akdeniz-Karadeniz Havzasını kontrol eden, Kafkaslar ile Rusya ilişkilerini dengeleyen, halen İslam köktenciliğine karşı panzehir olma özelliğini koruyan ve NATO’nun güney kanadını oluşturan bir eksen ülke (“pivotal state”) dir.” Zbigniev Brzezinski, The Grand Chessboard: American Primacy and Its Geostartegic Imperatives, 1997 22 ABD’de Beyaz Saray’ın Türkiye’ye karşı jeostratejik öneminden dolayı duyduğu yakınlığa karşı, Kongre her dönem frenleyici olmuş, bu bağlamda ilişkiler her dönem olumlu gelişmemiştir. Bunun nedeni ABD kongresinde etkin olan iki büyük lobinin Ermeni ve Yunan lobilerinin varlığıdır. Özellikle etkin olabilen Ermeni lobileri; ANCA (Armenian National Commitee of America) ve AAA (Armenian Assembly of America), Yunan lobisi ise; AHIA( American Hellenistic Institute of America)’dır. Bu lobiler sivil toplum kuruluşları ve düşünce kurumları ile de Amerikan Siyasal yaşamında etkinleşmektedirler. 23 Günümüze kadar gelen süreçte statükoculuk ve batı yanlılığı ile anlamlandırılan Türk Dış Politikası, son dönemde Ahmet Davutoğlu’nun dış politika vizyonu ile farklılaşmıştır. Bu vizyonun beş temel prensibi; sınırlarda sıfır sorun, özgürlükler ve güvenlik arasındaki bu anlamda realpolitik ile moral politik arasındaki hassas dengenin sağlanması, çok boyutlu dış politika izlenmesi, esnek ve sağlam diplomatik ilişkiler kurulması ve tüm dünya ülkeleri ile ziyaret trafiğinin önemini vurgulayan ritmik diplomasi anlayışı ile şekillenmiştir. Statükoculuktan ve batı eksenli dış politika çizgisinden açılma olarak değerlendirilebilen bu prensiplerin uygulanması Türk Amerikan ilişkilerinde “öngörülemez” (unpredictable) bir durum yaratmıştır. 24 Phillip Robins, “The Opium Crisis and the Iraq War: Historical Parallels in Turkey-US Relations”, Mediterrenean Politics, Sayı.12, No.1, 17-38, Mart 2007. 25 Savunma Bankı Robert Gates iki sene önce Donald Rumsfeld’den devraldığı görevi süresince Irak konusunda Türk mevkidaşları ile birlikte çalışmıştır. Kasım 2007’de imzalanan karşılıklı istihbarat paylaşımına dayanan anlaşmayı desteklediği bilinmektedir. Ulusal Güvenlik Danışmanı James Jones Avrupa Müttefikler Yüksek Komutanlığı (SACEUR) ve ABD Avrupa Yüksek Komutanlığı (EUCOM) yaptığı dönemlerde Türk askeri yetkililerle yakın ilişkiler geliştirmiştir. Dışişleri Bakanı Hillary Clinton ise Türkiye ve ABD arasında stratejik ortaklık söylemlerinin en yoğun olduğu dönem olarak değerlendirilen Bill Clinton’ın başkanlığı döneminden Türkiye’ye yakın bir isim olarak bilinmektedir. 10 ve gerçekçi yaklaşımlarla şekillenmesi olasılığını arttırdığı söylenebilir. Ancak, Obama’nın yeni kadrosu içinde Türkiye’ye en olumsuz bakan isim olarak değerlendirilen Başkan yardımcısı Joseph Biden’ın Irak, Kıbrıs ve Ermenistan ile ilgili konularda Türkiye savunulucuğunu yaptığı bilinmektedir. aleyhinde bazı politikaların Joseph Biden, Temsilciler Meclisi Başkanı Nancy Pelosi ile birlikte Ermeni Soykırımı iddialarının gündeme gelmesine yönelik girişimlerde bulunmuştur. Kıbrıs konusunda da Türkiye’ye tepkili olan ve Rum-Yunan lobisi tarafından desteklenen Biden Türkiye’nin adadan asker çekmesi gerektiği tezini savunmaktadır. Ayrıca Biden, Irak’ın yeniden yapılandırılması ile ilgili olarak Şiiler, Kürtler, ve Sünniler arasında bölünmüş bir yapıyı öneren planı hazırlamıştır. 26 Bu çalışmada, Türkiye-ABD ilişkilerinde varolan süreklilik ve değişim unsurları bağlamında, önümüzdeki dönemde yaşanabilecek gelişmeler değerlendirilecektir. ABD’nin Ortadoğu, Karadeniz-Kafkasya, Balkanlar, Kıbrıs-AB ve Asya’da izleyebileceği olası politikaların değerlendirilmesinin, Türkiye’nin bölgesel açılımlarını doğru yönlendirebilmek için yararlı olduğu düşünülmektedir. 26 “Obama, Türkiye karşıtı Biden’ı seçti”, Hürriyet Gazetesi, 23 Ağustos 2008. 11 ORTADOĞU Avrasya ile Afrika’nın, Akdeniz ile Hint Okyanusu’nun kesiştiği noktada yer alan, üç tek tanrılı dinin (Hristiyanlık, Musevilik, İslamiyet) doğum ve kültür beşiği sayılan, dünyanın en zengin petrol ve doğal gaz rezervlerinin bulunduğu coğrafyayı kapsayan Ortadoğu, sorunlar ve fırsatlar yumağı olarak tanımlanabilecek jeostratejik bir bölgedir. Bu özellikleri ile Ortadoğu, Brzezinski’nin tanımlaması ile “dünya adası”nın bir alt bölgesi olarak ABD dış politikası için her dönem önemli bir bölge olarak görülebilir. Bu doğrultuda, ABD dış politikasının önümüzdeki dönemde de “Genişletilmiş Ortadoğu Projesi”27 kapsamında bölgede dinamikleri etkilemeye devam edeceği değerlendirilebilir. Genişletilmiş Ortadoğu Projesi (GOP); görünürde demokratikleşmenin ve sağlıklı yönetim anlayışının desteklenmesini, eğitimli ve bilgili bir toplumsal yapı inşa edilmesini, ekonomik fırsatların genişletilmesini hedeflemiştir.28 ABD, GOP’un Araplar tarafından bir ‘sopa’ ya da hileli bir girişim olarak algılanmamasını, G-8 ülkeleri ile bölge arasında kurulacak bir ortaklığın temeli olarak görülmesini istemiştir. Proje sayesinde bölgede uzun vadeli reform sürecinin başlatılması; bu sürecin dışlayıcı değil kapsayıcı olması, ve bölgesel değil ülkesel yaklaşımların benimsenmesi hedeflenmiştir.29 Ancak 2004 sonrası dönemde GOP’un kendi içinde açmazları olduğu fark edilmiştir. Proje kapsamındaki demokratikleştirme girişimleri ile İslam’ın radikalleşmesinin engellenmesi mümkün olamamış; uygulanan yöntemler nedeniyle ABD ağır eleştirilere maruz kalmıştır. Irak’a müdahale gerekçesi olarak kitle imha silahlarının varlığını öne süren ve 30 yılı geçkin bir süredir Saddam Hüseyin’in baskıcı yönetimi altında yaşayan Irak halkının özgürleştirilmesi gerekliliğini öne süren ABD yönetimi, müdahale sonrasında anılan silahların bulunamaması, Irak’ın istikrarsızlaşması ve kaosun 27 Siyasal İslam’ın ve terörün kaynağı olarak görülen Ortadoğu bölgesinde, bu sorunlarla mücadele edebilmek için 2004 yılında “Genişletilmiş Ortadoğu Projesi” olarak bilinen değişiklikler paketi oluşturulmuştur. 28 Ahmad Majed Al Aitan, “Washington’s Greater Middle East Initiative: Regional Perspective”, (çevrimiçi) <<http://www.ndc.nato.int/download/publications/al_aitan.pdf>> 29 Tamara Coffman Wittes, “The New US Proposal for a Greater Middle East Initiative: An Evaluation”, Saban Center for Middle East Policy at the Brookings Institution, Mayıs 2004. 12 önlenememesi nedeniyle oluşan durumdan sorumlu tutulmuştur.30 Bu nedenle ABD’nin Irak müdahalesi uluslararası hukuka uygunluk yerine, meşruiyet düşüncesinin ön plana çıktığı bir dış politika tercihi olarak değerlendirilebilir. Uluslararası kamuoyunda, ABD’nin demokratikleştirme söyleminin pratikte daha çok soruna yol açması, ABD’nin öznel bölgesel politikalarını güvence altına almak adına demokratikleştirmeyi öne sürmesi olarak yorumlanmıştır. Bu noktada, ABD’nin bölgede varlığının bulunmasının ne gibi çıkarlara hizmet ettiğinin anlaşılması gerekmektedir. Anılan çıkarlar: (1) İdeolojik mücadele ve demokratikleştirme (2) Terörle Mücadele ve nükleer silahsızlanma (3) Enerji kaynakları ve boru hatları üzerinde etkinleşme mücadelesi olarak adlandırılabilir. Sözü edilen çıkarlar göz önüne alınarak Obama’nın GOP projesi kapsamındaki hedeflerinin değişmeyeceği, ancak Bush yönetiminden farklı olarak çok taraflı ve uzlaşmacı politikalar izlemeye öncelik vereceği değerlendirilebilinir. ABD Başkanı Obama’nın dış politika vaatleri ve bölgesel dinamikler göz önüne alınarak yapılan analizde aşağıdaki durumların ortaya çıkması öngörülebilir: • Bush yönetiminin geçtiğimiz dönemde terörizmi İslam ile ilişkilendirmesi, İslam dünyasında Amerika’ya karşı olan hoşnutsuzluk ve karşıtlığın artmasına neden olmuştur. Bu durum, bölgede demokratikleşme konusunda yapılabilecek herhangi bir uygulamanın başarısının önünde engel teşkil etmiştir. Obama, bu anlayışın değişimine vurgu yapmaktadır. Radikal bir İslam algısı ile ılımlı ve uyumlu İslam arasında yaratılmış ayrışmadaki kesin çizgilerin önümüzdeki dönemde bu bağlamda yumuşatılabileceği ve İslam’ın 30 Müdahale sonrasında Irak savaşı kararını veren en kritik isimlerden biri olan ABD Savunma Bakanı Donald Rumsfeld, Irak’taki kaotik ortam hakkında fikri sorulduğunda, “Özgür insanlar, hata yapmakta da, suç işlemekte de özgürdürler. Özgürlük düzensizdir.” Demiştir. Bu yorum, uluslararası kamuoyunda sorumsuzca karşılandığı gibi, Amerikan’ın müdahale sonrasında Irak’ta kalma gerekçesi olarak kullanılmıştır. Ivo H. Daalder and James M. Lindsay, America Unbound: The Bush Revolution in Foreign Policy, Washington, Brookings, 2003. 13 terörizmin odağında gösterilmekten çıkarılmasına yönelik eğilimlerin artacağı düşünülebilir. • ABD Genişletilmiş Ortadoğu Projesi kapsamında, güvenlik ve istikrarı tehdit eden ve bölgede varolan radikal İslami eğilimli terörist örgütlerle baş edebilmek için demokratikleştirme girişimi altında bu örgütleri devletlerin siyasi yapılanmalarına eklemleme girişiminde bulunmuştur. Bu bağlamda, ABD ve hatta İsrail’in desteğiyle Filistin’de demokratik seçimler yapılmış, Hamaslı parlamenterler demokratik seçimler sonucu 2006’da Filistin parlamentosundaki 132 koltuğun 76’sını kazanmışlar, aynı zamanda, Filistin Ulusal Yönetimi’nde yönetici olarak yer alma hakkını elde etmişlerdir. Böylece Filistin kamuoyundaki bölünmüşlüğün idari düzeye de yansımasıyla, İsrail ve Filistin Yönetimi arasında müzakerelerin gerçekleştirilmesi diplomatik seçenekler arasında yer almıştır. Ancak, ilerleyen dönemde kurumlaşma kültürü bulunmayan ve dış odakların etkileşimine açık görünen Hamas’ın, Filistin halkının sorunlarını çözmek için diplomatik müzakereler görülmüştür. yerine Bu güç kullanımına noktada, Hamas'ın dayalı yöntemleri kurumlaşma seçtiği kültürünü benimsemesi problemin çözümü için kritik bir unsur olarak ele alınabilir. Obama döneminde, ABD’nin taraflar arasında askeri güç kullanımının engellenmesi için diplomatik girişimlerini güçlendirmesi beklenebilir. Bu girişimler süresince ABD ile birlikte bölge ülkelerine ve Filistin halkına da sorumluluklar düşeceği değerlendirilebilir. Bu bağlamda, Filistin yönetimi içerisinde çağdaş idari yapılanmaların kurulması, uluslararası diplomasi ile organik bağlar oluşturulması, Hamas’ın ortadan kaldırılması yerine kadrosunun yenilenerek siyasi yapılanmaya dahil edilmesi yönünde adımlar atılabilecektir. Nitekim İsrail’in son operasyonunun bu açıdan değerlendirilmesinde yarar görülmektedir. • Bu yönde bir diğer girişim Afganistan konusunda gerçekleşebilir. Afganistan’ın çeşitli İslam ülkelerinden gelen gönüllülere bir eğitim ve pratik üssüne dönüşmüş olması, ABD’nin Ortadoğu’da gerçekleştirmek istediği modeli tehdit etmekte, radikal dinciliğin 14 yükselmesi Peştun çoğunluklu Pakistan’ı, Afganistan odaklı ekstremist hareketlerin etki alanına sürüklemektedir. Oteli’nin 2008’in Eylül ayında İslamabad’da Marriottt saldırıya uğraması, Pakistan Cumhurbaşkanı Zerdari’nin eşi Benazir Butto’ya düzenlenen saldırı, ve Kasım 2008’deki Mumbai saldırıları ile İslami temelli çatışmalar, ‘heartland’ ve ‘rimland’in31 kesiştiği noktada, Afganistan’da yükselişe geçmiştir. Böyle bir ortamda, çözüm olarak, bölgede tek bir devletin adıyla anılmayacak uluslararası birliklerin ISAF kapsamında artırılacağı söylenmektedir. Bölgedeki ISAF birliklerinin artırılması, bölgedeki çatışmaların şiddetini azaltacak ve böylece bölgedeki aktörlere siyasi reformların gerçekleştirilebilmesi için zaman kazandıracaktır. Bu noktada, sivil toplumun güçlendirilmesi, siyasal yapılanmaların eğitim yolu ile sağlam zemini olan bir anlayışa dönüştürülmesi, şeffaf ve katılımcı demokrasinin yerleştirilmesi hedeflenebilecektir. Bölgede kalıcı istikrar bu reformların başarılı olması durumunda sağlanabilecektir. 32 Nitekim Kabil ve çevresinde yürütülmekte olan ISAF harekatı ile Afganistan’ın güney, güneydoğu, ve doğu bölgelerinde ABD, Kanada, İngiliz, ve Hollanda birliklerince icra edilen “Enduring Freedom”33 harekatının tek komuta altında (ISAF) toplanması kararlaştırılmış bu bağlamda Federal Almanya, Afganistan’daki asker sayısını 4500’e yükseltmek için Federal Meclis’ten karar çıkartmıştır. NATO’nun Afganistan’daki operasyonunun mutlak bir başarı ile sonuçlanmasının zorunlu olduğu 31 Güncel jeopolitiğin kurucusu olarak kabul edilen Sir Halford Mackinder, 1904 yılında Avrasya’nın içinde eksen ülkesi olarak yeraldığı ve Orta-Doğu Avrupa’nın merkez olarak bulunduğu Heartland tasviriyle Büyük Oyun’u teorileştirmiştir. Bu teori içerisinde Orta Asya, Kafkasya ve Sibirya’nın da içinde bulunduğu coğrafya yaşamsal sıçrama tahtaları olarak adlandırılmıştır. Zbigniew BRZEZİNSKİ, Büyük Satranç Tahtası, çeviren Yelda TÜREDİ, İstanbul, İnkilap Kitabevi, 2005, s. 61. Soğuk Savaş dönemi “çevreleme” politikasının babası olarak kabul edilen Nicholas John Spykman’ın “Rimland” olarak tanımlanan Kenar Kuşak Teorisi’ne göre ise Mackinder’in dünya adası olarak tanımladığı Avrasya’yı çevreleyen kıyı ülkelerinin kontrolünün Avrasya’nın kontrolü için kritik olduğu vurgulanmıştır. (çevrimiçi)<<http://www.time.com/time/magazine/article/0,9171,850554,00.html>> 32 ABD, 2006 yılında açıklanan İnsan Hakları ve Demokrasi Raporu’nda ABD ve Körfez ülkeleri ile yapılan diplomatik değişim programlarının yanında USAID, Dışişleri Baknlığı’nın Yakın Doğu Bürosu ve Bakanlığın Demokrasi, İnsan Hakları büroları ile birlikte, Ortadoğu İşbirliği Girişimi (MEPI) ile de Ortadoğu’da bu tarz reformları desteklemiştir. Benzer bir işbirliği’nin Afganistan ile kurulması söz konusu olabilir. Kenneth Katzman,” The Persian Gulf States: Issues for US Policy, 2006”, CRS Report For Congress, 21Ağustos 2006. 33 (çevrimiçi) <<http://www.globalsecurity.org/military/ops/enduring-freedom.htm>> 15 yönünde AB ve NATO çevrelerinde beliren görüş önümüzdeki aylar içinde Türkiye’nin ISAF harekatına daha geniş katılımını gerektirebilecek bir düzeye ulaşacak görünmektedir. Afganistan’da yürütülen askeri operasyonun sivil aktivitelerle de desteklenmesini öngören yeni yaklaşım doğrultusunda Türkiye bu bağlamda da yeni yükümlülükler yüklenmeye aday görünmektedir. • Anılan coğrafya’da gerçekleşecek 2009 seçimler, yılında ABD’nin İran, İsrail, önümüzdeki ve Filistin’de dönemde dış politikasını şekillendirebilecektir. Türkiye’de de Ahmet Davutoğlu tarafından “domino teorisi”34 olarak dile getirildiği üzere, Ortadoğu’da seçimler sürecinde radikal ve ılımlı gruplar arasında rekabet yaşanabilecektir. Siyasi olarak tercihlerini yapacak toplumların, diplomasiye öncelik vermesi beklenen ılımlı partileri seçmesi iyimser bir olasılık olarak görülmektedir. Öte yandan, radikal partilerin seçilmesi durumunda bölge coğrafyasının yeniden çatışmaların yükseleceği bir döneme gireceğini, güvenliğin barıştan daha öncelikli olduğu anlayışının yerleşeceği öngörülebilecektir. 9 Ocak 2009’da müzakere yetkisi biten Filistin Kurtuluş Örgütü (FKÖ) lideri Mahmud Abbas’ın yerine önümüzdeki dönemde yapılacak seçimlerde Hamas liderinin seçilme ihtimali düşük de olsa göz ardı edilmemelidir. Bu ihtimal, İsrail’in 2008 Gazze askeri müdahalesiyle, Filistin kamuoyundaki çatışmacı eğilimlerin yükseldiği öngörüsüne bağlı olarak değerlendirilebilir. Şubat 2009’daki İsrail seçimlerinin de benzer bir durumu yansıtacağı görülebilir. İsrail’de radikal Likud partisi lideri sertlik yanlısı Benjamin Netenyahu ile ılımlı Kadima partisi lideri Tzipi Livni arasında da bir rekabet yaşanması beklenmektedir. İran’da 2009 yılının Ağustos ayında yapılacak seçimlerde ise, agresif açıklamalar yapmaktan çekinmeyen Ahmedinejad ile 2000-2004 yılları arasında devlet başkanlığı yapmış reformist Hatemi veya onun desteklediği aday arasında bir rekabet yaşanacağı tahmin edilebilir. Seçimlerden çıkacak sonuçlarda, ılımlı adayların seçimleri kazanması durumunda 34 David Ignatius, “Turkey’s Domino Theory”, The Washington Post, 21 Aralık 2008. 16 Obama’nın “yumuşak güç” kullanımına başvurarak izleyeceğini vurguladığı politikalar, uygun zemin kazanmış olacaktır. • Bölgesel dengelere bakıldığında radikal ve ılımlı eğilimlerin yanında Şii ve Sünni gruplar arasında da geçtiğimiz dönemde kutuplaşma yaratıldığı görülmüştür. Şii İran’ın siyasi ve diplomatik olarak etkinliğini arttırması, yalnız ABD ve İsrail’in değil, bölgedeki Sünni devletlerin özellikle Suudi Arabistan, Ürdün ve Mısır’ın da tehdit algılamalarının odağı olmuştur.35 Özellikle İran’ın da kışkırtması sonucu bölgede Şia ve Sünni eksenli kutuplaşma yaratıldığı sıklıkla belirtilmiştir. Suudi Arabistan’ın zengin petrol kaynaklarına sahip doğu bölgesinin Şii kökenli olması36, ve Şiilerin son dönemlerde varolan küresel demokratikleşme dalgasıyla, siyasal hayatta daha fazla söz sahibi olmak istemeleri Suudi Arabistan’ı İran ile karşı karşıya gelmek konusunda ikilemde bırakmaktadır.37 Suudi Arabistan, Amerika’nın İran’ı dengelemesini istemekle birlikte ABD-İran arasında olası bir savaş durumunu tercih etmeyecektir. Bunun nedeni; Irak, Lübnan, ve Suudi Arabistan’daki Şii grupların bir arada olmasa da, birbirlerinden güç alarak ayaklanma ihtimalleri olarak görülebilir. Aynı zamanda, Irak’taki yönetimin Şii ağırlıklı olması ve istikrarın sağlanması için bu yönetimle işbirliği içinde olması gerektiği düşünülen ABD’nin, Lübnan ve Filistin sorununun çözümünde de Şiilerin, ve Sünnilerin de taraf olduğu muhafazakar gruplar arasındaki kutuplaşmayı çok taraflı diplomatik müzakereler ile çözmeyi denemesi beklendiğinden, Suudi Arabistan-İran ilişkilerinin gerginleşmesinin önüne geçmek isteyebileceği değerlendirilebilir. 35 Arif Keskin, “İran- Suudi Arabistan İlişkileri ve Şii Jeopolitiği”, Stratejik Analiz, Mayıs 2007. 36 Mohammed Ayoob, “The Middle East in 2025: Implications for U.S. Policy” Middle East Policy, Sayı: XIII, No.2, 2006. 37 Kenneth Katzman, “Iran: US Concerns and Policy Responses”, CRS Report For Congress, 15 Mayıs 2007. Küresel ekonomik Kriz öncesi ortamda petrol fiyatlarının yükselmesi Suudi Arabistan Krallığının, iç karışıklıkları ekonomik yollarla dengede tutmaya çalışmıştır. Önümüzdeki dönemde bu avantajını kaybetmesi yüksek olasılık görülürken iç dengeler daha hassas bir konum kazanabilecektir. 17 Nüfus Dağılım Tahminleri Not: Bu haritadaki rakamlar bölgedeki ülkelerde varolan Sünni ve Şii nüfusunun oranlarını göstermektedir. Hıristiyanlar ve diğer azınlıklar dahil edilmediği için oranlar yüzde 100’e ulaşmamaktadır. Özellikle Şiilerin etkin azınlık grup olduğu bölgelerde ise istatistikler güvenilir olmayabilir.38 • Bölgede Amerika’ya karşı rejim temelli ideolojik mücadele veren İran, Amerika’yı bölgesel politikalarından caydırmak ve kendisini güvence altına almak için nükleer silah elde etme potansiyeline sahip olmanın gerekliliğine inanmaktadır. Bu doğrultuda, İran nükleer silah üretebilme potansiyeline sahip olabilmek için plütonyum ayrıştırma ve uranyum zenginleştirme teknolojisi geliştirmektedir.39 Uluslararası Atom Enerjisi Ajansı (UAEA) ile birlikte üç Avrupa ülkesinden oluşan EU3’de (Almanya, İngiltere ve Fransa) İran ile 38 uranyum zenginleştirme Febe Armanios, “Islam: Sunnis and Shiites”, CRS Report for Congress, 23 Şubat 2004. 39 Bu tesisler sınırlı oranlar ile ayrıştırılıp, zenginleştirildiğinde nükleer yakıt reaktörü olarak kullanılır ve barışçıl olarak görülebilir. Ancak daha yüksek oranlarda yapılacak zenginleştirme ki; bu sadece zaman farkına dayalıdır, nükleer silah başlığı üretimi anlamına gelmektedir. İran’ın nükleer silah üretimi yapabilecek potansiyeli olması ve 2002 yılında Nanantz bölgesinde gizli uranyum tesisleri kurmuş olduğunun farkedilmesi ile başta ABD olmak üzere bir çok batılı ülke huzursuz olmuştur. Osman Metin Öztürk, Y. Sarıkaya, Kaos’a Doğru İran – Güncel İran İncelemeleri, Ankara,Fark, 2006, s. 87. 18 programını durdurması için görüşmeler yapmış40, Kasım 2004’de imzalanan Paris Anlaşması ile İran bu konuda işbirliği yapma konusunda söz vermiştir. Mart 2005’de Bush yönetiminin bu görüşmeleri desteklediğini açıklamasının İran-Amerika arasında olası bir yumuşama için umut verebileceği düşünülebilir. Ancak Rusya’nın desteği ile Buşehr’de kurulmuş olan nükleer santralin yanında Ocak 2007’de Tahran’ın Rusya’dan anti-balistik füze sistemi Tor M1’i41 almış olması, Aralık 2008’de İran’ın, Rusya’nın kendisine S-300 füzeleri sattığını açıklaması ile İran’ın bölgede İsrail gibi askeri ve olasıdır ki nükleer bir güç olduğuna yönelik değerlendirmeler kuvvetlendirmiştir.42 İran’ın bu gücü ile bölgede Hamas ve Hizbullah gibi radikal grupları desteleyebilecek olma ihtimali de buna bağlı olarak yükselebilecektir. Anılan durum bölgesel sorunlara çatışmacı yaklaşımların etkinliğini güçlendirecek ve Obama hükümetini de bu yönde politikalar izlemek zorunda bırakabilecektir. • Öte yandan ABD, bölgedeki nükleer tehdidine karşılık, 2009’dan itibaren her yıl İran’ın da içinde bulunduğu bir zirve yapılmasını, varolan kırılgan, dış tehditlere açık tesislerin güvenli tesislere dönüştürülmesini43, ve UAEA’ya yapılan 225 milyar dolarlık yardımın konu ile ilgili personelin eğitimi için kullanılmasını önermiştir. Washington, bu doğrultuda İran’ı da uluslararası örgütler aracılığıyla kontrol altında tutabileceğini öngörmektedir. İran’ın UAEA ile işbirliğini reddetmesi durumunda, ABD İran’ı caydırmak için farklı yaklaşımlar tercih edebilir. 40 İran, 1968 yılında “Uluslararası Atom Enerji Ajansı”nın “Nükleer silahların yayılmasını önleme antlaşması (NPT)”’nı imzalamıştır. Ancak 1 Mart 2005’de İran Dışişleri Bakanı Kemal Harrazi İran’ın yılda en az yüz tane nükleer başlık üretebilme kapasitesi olduğunu açıklamış, uluslararası kamuoyunda endişelerin artmasına neden olmuştur. 41 Tor M1; karadan havaya kullanılabilen, hava savunma sistemidir. Detaylı bilgi için, bkz. (çevrimiçi)<<http://defense-update.com/products/t/tor.htm>> 42 Kenneth Katzman, “Iran: US Concerns and Policy Responses”, CRS Report For Congress, 15 Mayıs 2007. 43 Sovyetler Birliği’nden kalan 15000-16000 nükleer silah ve 11 zaman dilimine yayılmış 40000 adet daha yapabilmek için yeterli stoklanmış plutonyum ve uranyum bulunmaktadır. İnsanlar bu nükleer maddelerin kaçakçılığını yaparken ve karaborsada satmaya çalışırken yakalanmışlardır. Sistemde varolan bu kırılganlık giderilmelidir. (çevrimiçi), <<http://www.barackobama.com/pdf/issues/HomelandSecurityFactSheet.pdf>> 19 (1) Bölge ülkelerinin ekonomik ambargo yolu ile İran’ı çevrelemesine yönelik politikasını yoğunlaştırabilir, (2) Askeri olarak özellikle Körfez bölgesinde, “Körfez Güvenlik Girişimi” altında Kuveyt ve Katar’a Patriot füzelerinin yerleştirilmesi girişimi hız kazanabilir.44 ABD’nin askeri seçeneğe başvurması durumunda Soğuk Savaş retoriğini çağrıştıran bir ortam oluşabilir, öte yandan askeri caydırıcılık girişimlerinden diplomatik müzakereler sonucu geri adım atılabilmesi ihtimali de göz ardı edilmemelidir. Küresel finansal kriz petrol fiyatlarının düşmesine neden olmuş; Rusya, İran gibi ülkeler ciddi anlamda ekonomik güç kaybetmiştir. Dolayısıyla anılan ülkeler maliyeti yüksek askeri seçenekler yerine uzlaşma ve diplomasiye yönelebileceklerdir. • ABD, bölgedeki ittifaklarını45 önümüzdeki dönemde de korumak isteyecektir. Bu bağlamda bölgesel değil ülkesel yaklaşımların izleneceği vurgusu yapan Obama yönetiminin bölgede mezhep ve milliyet eksenli hassas dengeleri gözeterek bölgesel anlaşmalar yerine bölge ülkeleri ile ikili güvenlik ve ekonomik işbirliği anlaşmaları yapacağı değerlendirilebilir. Öte yandan, 2004 yılında İstanbul İşbirliği Girişimi altında NATO ve Körfez Ülkeleri İşbirliği Platformu oluşturulmuştur. Suudi Arabistan ve Umman’ın bu girişime dahil olmalarıyla bölgesel olarak da NATO çatısı altında “Barış için Ortaklık Programı”na (BİO) benzer bölgesel işbirliği platformu oluşumunun güçleneceği görülebilir. • ABD’nin Ortadoğu’da istikrarın sağlanmasına yönelik önceliğinin “Afganistan” olduğu Obama’nın dış politika dokümanında öne çıkmaktadır. Afganistan sorununun çözümüne ağırlık verilebilmesi için 44 Katzman, a.g.e. 45 Suudi Arabistan ABD’nin Afganistan üzerindeki denetimlerini artırabilmesi ve hava operasyonlarını yönetebilmesi için, Riyad’ın güneyindeki Combined Air Operations Center (CAOC)’ı kullanmasına izin vermiştir. Aynı zamanda Bahreyn 1948’den beri ABD donanmasının Körfez üssüdür. Oman, 2000 yılında yenilenen anlaşma ile ABD teçhizatının Oman havaalanlarına girişine izin vermiş, Katar ise 2003 yılında ABD tarfından Hava Operasyonları Merkezi kurulmasına izin vermiş ve ABD’nin Irak, Afganistan ve El- Kaide’ye karşı operasyonalrını desteklemiştir. Kenneth Katzman,” The Persian Gulf States: Issues for US Policy, 2006”, CRS Report For Congress, 21 Ağustos 2006. 20 Irak sorunu çözümlenebilmelidir. 2003 müdahalesi öncesi dönemde bölgede önemli bir güç olarak görülen Irak’ın işgalinin yarattığı boşluğun Ortadoğu’daki diğer ülkeler tarafından doldurulmaya çalışılması bölgesel istikrarsızlık ve kaos ortamını tırmandırmıştır. Bölge ülkelerinin Irak üzerinde etkinleşme mücadelesinin, ABD’nin bölgeden çekilmesiyle hız kazanacağı değerlendirilebilir. Suudi Arabistan ve İran, Sünni-Şii ekseninde karşı karşıya gelirken, Körfez ülkeleri nükleer silahlanma ihtimali bulunan İran’ı tehdit olarak algılamaya başlamış, Mısır, Ürdün, Filistin ve Lübnan’da, Hizbullah ve Hamas’ı destekleyerek etkinleşen ve sorunun çözümüne engel oluşturan İran’la anlaşmazlığa düşmüşlerdir. Bölge ülkeleri arasında yaşanan bölünmeler, Irak’ın istikrarının sağlanması sürecinde bölgede yeni düzen arayışının sonuçları olarak da değerlendirilebilir. Önümüzdeki dönemde İran, Türkiye, İsrail, hatta Körfez ülkeleri ve Suudi Arabistan’ın da yeni düzen arayışına dahil edilmesi gerekliliğini Obama yönetimi çok taraflı müzakere süreci kapsamında göz önünde bulundurabilecektir. • ABD’nin Irak’ı işgali ve sonrasında yaşanan gelişmeler neticesinde, 1946 yılında kurulan Mahabad Kürt Cumhuriyeti’nden beri ilk defa, Kuzey Irak’ta bağımsız bir Kürt Devleti ihtimaline bu kadar yaklaşılmış, anılan durum bölgede Kürt azınlığa sahip olan ülkelerin özellikle İran, Türkiye, ve Suriye’nin iç dinamiklerini olduğu kadar, söz konusu devletlerin ikili ilişkilerini de önemli ölçüde etkilemiştir. Aynı zamanda 2003 Irak işgalinin, bölgesel etnik-aktör olarak Kürtlerin etkinleşmesinin yolunu açtığı da değerlendirilebilir. ABD yönetiminin bölgedeki geleneksel ittifaklarının yanında, Bush doktrininde “şer ekseni” ülkeleri kabul edilen Suriye ve İran’da elini güçlendirmek için önümüzdeki dönemde azınlık haklarının korunması gerekçesi ile Kürt kartını da kullanabileceği öngörülebilir. • Obama’nın dış politika dokümanının bölge ile ilintili bir diğer önemli vurgusu, İsrail’in önümüzdeki dönemde de paylaşılan ortak değerler, demokrasiye ve Batılı değerlere bağlılık, karşılıklı çıkar ilişkileri ve Yahudi lobisi göz önüne alınarak ABD’nin bölgedeki en önemli ve 21 stratejik ortağı olarak değerlendirilmesidir. Obama iktidarı, bu doğrultuda İsrail’i tanımayan ve silahlı mücadeleden vazgeçmeyen Hamas’ı meşru bir aktör olarak kabul etmeyeceği, Hamas konusunda olduğu gibi Lübnan’da Hizbullah ile mücadelesinde de İsrail’in kendini savunma hakkını tanıyacağı, ve askeri-ekonomik yardım ile İsrail’e desteğinin devam edeceği vaatlerinde bulunmuştur.46 Hamas ile İsrail arasında Haziran 2008’de kabul edilen ateşkes süresinin dolmasının hemen ardından Aralık 2008’de İsrail’in orantısız güç kullanımı ile Gazze Şeridi’ni bombalaması ve bölgede yaşayan sivil halka zarar vermesi insan hakları ihlalleri ile birlikte düşünüldüğünde uluslararası kamuoyu açısından kabul edilmemesi gereken bir durum olarak değerlendirilebilir. Ancak, bölgedeki öncelikli stratejik ortağının İsrail olduğunu vurgulayan ABD’nin bu bağlamda İsrail hükümetine karşı uzun vadede herhangi bir yaptırımda bulunmayacağı öngörülebilir. Öte yandan, ABD, İsrail’in de çıkarları doğrultusunda El-Fetih ve Hamas yetkililerinden kurulu bölünmüş bir Filistin Koalisyon Ortaklığını destekleyebilir. Bu koalisyonun İsrail ile masaya oturmasına yönelik politika izlenebilir. İsrail’de hem bölünmüş Filistin Otoritesi ile daha kolay pazarlık edebilecek, El-Fetih ve Hamas’ın müzakere sürecinde anlaşmazlığa düştükleri konuları kullanarak elini güçlendirebilecek ve hatta “iki devletli” formülü kabul ederek kendi topraklarında artan nüfuslarıyla demografik tehdit oluşturan Arap nüfusunu, Filistin Devletine taşımanın planlarını yapabilecektir. • Orta Asya, Hazar Havzası, ve Rus doğal kaynaklarına duyulan heyecan bir yana Ortadoğu ve özellikle Körfez Bölgesi kanıtlanmış rezervleri ile halen dünyanın en önemli bölgesidir. Ortadoğu kanıtlanmış petrol rezervleri dünya rezervlerinin yüzde 66’sını oluşturmaktadır. Bunun da yüzde 62’si Körfez’de, yüzde 22’si ise tek başına Suudi Arabistan’dadır. İran yüzde 11 ile ikinci sırada gelmekte, İran’ı Irak, Kuveyt ve Birleşik Arap Emirlikleri (BAE) izlemektedir. Rus rezervleri ise ancak yüzde 6’da kalmaktadır. Dünya’nın kanıtlanmış 46 (çevrimiçi)<<http://origin.barackobama.com/pdf/IsraelFactSheet.pdf>>, İsrail’e yapılacak ekonomik ve askeri 30 milyar dolarlık bir yardım paketi ile Arrow savunma sistemleri’nin geliştirilmesini içermektedir. 22 doğal gaz rezervlerinin yüzde 40’ına sahip olan Ortadoğu’da İran ve Katar’ın payı yüzde 30’dur.47 1970’lerde dış enerji kaynaklarına yüzde 8 oranında bağlı olan ABD’nin bu bağımlılığının günümüzde yüzde 55 olduğu ve yakın gelecekte yüzde 70’e ulaşacağı tahmin edilmektedir. Dünya nüfusunun yüzde 5’ini temsil eden ABD’nin petrol tüketimi artarken diğer yandan durumda Basra Körfezi kendi petrol üretimi azalmaktadır.48 Bu başta olmak üzere Ortadoğu enerji rezervlerinin kontrolü, ABD başat güç konumunu sürdürebilmesi için kritik olarak değerlendirilmektedir. • Enerji konusunda da bölgedeki ittifaklarının güçlendirilmesi bağlamında İsrail ile ABD arasında Obama’nın girişimi ile ABD-İsrail Enerji İşbirliği Kanunu çerçevesinde alternatif ve yenilenebilir enerji kaynaklarının bulunmasına yönelik araştırma-geliştirme çalışmalarının yürütülmesi ile iki ülkenin enerji bağımsızlığını kazanması ve Ortadoğu petrollerine olan bağımlılığın azaltılması hedeflenmiştir. Sonuç ve Değerlendirme: Türkiye’nin Ortadoğu Açılımı ABD’nin çok taraflı, diplomasiye dayalı, yumuşak güç kullanımına ağırlık veren, bölgesel değil ülkesel yaklaşımları benimseyen, iç dinamiklerin göz ardı edilmediği politikalarının önümüzdeki dönemde Türkiye’nin özellikle İran, Irak ve İsrail ile ikili ilişkilerinin belirlenmesi anlamında kritik olduğu değerlendirilmektedir. • ABD‘nin Irak işgalinin ardından Richard Perle49 bölgede teröre destek verdiği düşünülen diğer ülkelere iki kelimelik kısa bir mesaj verildiğinin altını çizmiştir; “Sıra Sizde”. Dış İşleri Bakanı Collin Powell, Suriye’ye askeri saldırı yerine diplomatik müzakere şansı vermeyi teklif etmiş, Şam bu mesajı algılamış; Irak ile sınırlarını kapatmış, Irak’taki Baas rejiminden kaçanları ABD yetkililerine teslim etmiş, İsrail 47 Mohammed Ayoob, “The Middle East in 2025: Implications for U.S. Policy” Middle East Policy, Sayı: XIII, No.2, 2006. 48 Murat Metin Hakkı, Türkiye, Ortadoğu ve Avrasya’yı neler Bekliyor, Ötüken, İstanbul, 2007, s. 96. 49 Richard Perle, 1987-2004 arasında Savunma Bakanlığı Danışmanlığı yapmış, George W. Bush döneminde Savunma Bakanlığı Danışma Kurulu’na başkanlık etmiş, 9/11 saldırılarının ardından dış politikada etkinleşen Neo-conservative Project for the New American Century (PNAC) gibi düşünce kuruluşlarının üyesidir. 23 –Filistin Müzakerelerinde daha olumlu bir duruş sergilemiş ve Amerikan karşıtı retoriği hafifletmiştir.50 ABD dış politikasının Obama dönemiyle, uluslararası ve bölgesel sorunların çözümünde diplomasi ağırlıklı tutumunun daha da etkinleşeceği düşünüldüğünde, bu dönemin Türkiye tarafından Suriye ile masaya oturularak, su sorunu, Hatay, sınırlarda PKK faaliyetleri gibi konularda elini güçlendirmek için bir fırsat olacağı değerlendirilmelidir. • Türkiye, 2002 yılında İsrail’in Batı Şeria saldırılarını soykırım olarak adlandırmış, Mart 2004’de İsrail’in Gazze Şeridi’ndeki eylemlerini hükümet düzeyinde ‘terör’ olarak nitelendirmiş51 bunların yanı sıra 2007 yılında Filistinli radikal Hamas partisinin sürgündeki lideri Halid Meşal ile Ankara’da görüşülmüş, soykırım suçlusu olarak görülen Sudan devlet Başkanı Ömer El-Beşir Türkiye’de ağırlanmıştır. Reel politik açıdan Türkiye’nin Amerika-İsrail stratejik ortaklığının karşısında bir tutum almaması gerekliliğinin fark edilmesi önemli görülmektedir. Türkiye’nin diplomatik girişimlerinin önümüzdeki dönemde uluslararası kamuoyu tarafından, Obama’nın çok taraflı müzakere süreci dahilinde değerlendirilmesinin sağlanmasının yararlı olduğu düşünülmektedir. Ancak 2009 Ocak ayında yapılan Davos zirvesinde Türkiye Başbakanı Recep Tayyip Erdoğan ile İsrail Cumhurbaşkanı Şimon Perez arasında yaşanan tartışma, moderatör David Ignatius’un hatalı tutumundan kaynaklanmış da olsa diplomatik teamüllere aykırılığı nedeniyle ABD-İsrail-Türkiye ilişkileri açısından “talihsiz” bir gelişme olarak yorumlanmıştır. Nitekim ABD’nin Ankara Büyükelçiliği’nden James Jeffrey tarafından yapılan açıklamada da “talihsiz” sözcüğünün kullanılmış olması ile Obama’nın Ortadoğu Özel Temsilcisi George Mitchell’in Türkiye’ye ziyaretini teknik nedenlerle ertelemesi ciddi bir sinyal olarak algılanabilir. İsrail’in bölgede Türkiye ile dostluk ve işbirliğinin sürekli kılınmasına olan gereksinimi yüksek bir olasılıkla Tel-Aviv’i doğrudan bir tepki vermekten alıkoyacak ancak İsrail tepkisini daha çok ABD üzerinden aktarmayı tercih edebilecektir. Bu 50 Ivo H. Daalder, James M. Lindsay, America Unbound: The Bush Revolution in Foreign Policy, Washington D.C., Brookings Institution Press, 2003, s.173-175. 51 William Hale, Turkey, The US and Iraq, London Middle East Institute at SOAS, 2007, s.134. 24 bağlamda yaklaşan 24 Nisan ve ABD Kongresinde görüşülmesi beklenen Ermeni Soykırımı Karar Tasarısı’nın geleceği, Yahudi lobilerinin Türkiye’ye desteklerini çekmesi halinde çok kritik bir aşamaya ulaşabilecektir. • Obama döneminde, ABD uluslararası ittifakların geliştirilmesi ve küresel sorunlarla küresel olarak mücadele edilmesi kapsamında Irak’ta istikrarsızlık ve çatışma unsuru olarak görülen konuların çözümü ile ilgili olarak düşünülebilir. Birleşmiş Milletler girişimini destekleyeceği Birleşmiş Milletler kapsamında United Nations Assistance for Mission (UNAMI), sorunlu konular ve bölge ülkeleri ile ilgili sorunların çözümüne ilişkin teknik danışmanlık yapmaktadır. Etnik temelli güç mücadelesi ve enerji kaynakları ile ilgili sorunların çözümüne yönelik BM’nin konu ile ilgili tüm aktörleri dahil ederek Obama hükümetinin UNAMI girişimlerini destekleyebileceği düşünüldüğünde iki temel noktanın önemli olduğu değerlendirilmiştir: 1. 2008 Haziran ayında Irak hükümetine öncelikle sorunlu dört örnek bölge (district) seçilmesi, bu bölgelerde uygulanacak politikalar neticesinde istikrarın sağlanması durumunda Irak içindeki diğer sorunlu bölgelerde aynı politikaların uygulanması önerilmiştir. Bu doğrultuda, ilk etapta dört bölge (Aqri, Hamdaniya, Makhmour ve Mandali) seçilmiştir. Irak Merkezi Yönetimi tarafından uygun bulunan belirli bir süre için iki bölgenin Merkezi Irak Hükümeti’ne, diğer iki bölgenin ise Bölgesel Kürt Yönetimi’nin kontrolüne bırakılması teklif edilmiştir. Süre bitiminde, Mart yönetimlerin geçmiş uygulamaları, nüfus, güvenlik, 2003’den beri varolan yerel hükümet hizmetlerinin etkinliği, sosyo-ekonomik şartlar, 2005 Aralık parlamento seçimleri ile bölgede varolan etnik unsurların talepleri de göz önüne alınarak anılan bölgelerin yönetimi hakkında ortak karara varılması önerilmiştir.52 Nüfus manipülasyonlarını ve Aralık 2005 dışındaki seçim sonuçlarını dikkate almayan öneri neticesinde Türkmenlerin önceki seçimlerde maruz kaldıkları haksızlığın tekrar edilmemesi için 52 “Oil For Soil: Toward A Grand Bargain on Iraq and The Kurds”, International Crisis Group Policy Report, 28 Ekim 2008. 25 bölgede gözlemciler bulundurulması fikri Türkiye tarafından desteklenebilir. 2. Uluslararası Kriz Grubu, Kerkük’ün petrol kaynakları ile ilgili olarak “Petrol ve doğal gaz zenginliğinin idaresi için saydam, etkin, eşitlikçi bir çerçevenin hazırlanmasının yeni Irak’ın en önemli yapı taşlarından biri olacağını ileri sürmektedir. 53 Bu çerçevenin hazırlanmasında bölgedeki tüm pay sahiplerinin sürece dahil edilmesi gerekliliği özellikle vurgulanmaktadır. Türkiye’nin bu desteklemesi uygun bir yaklaşım olarak değerlendirilebilir. öneriyi Böylece bölgede belirli bir azınlık grubunun bu kaynakları kontrolüne alarak gelecekte ayrıcalıklı konuma gelmesi engellenebilecektir. Türkiye-İran İlişkileri 1979 İran İslam Devrimi sonrasında Türkiye ve İran kendi rejimlerine duydukları bağlılık ve buna karşı olan tehdit algılamaları ekseninde çatışma ve işbirliği dönemleri yaşamışlardır. Hem İran hem de Türkiye‘nin temsil ettikleri ideoloji ile ilgili karşılıklı problemleri olmuştur. Her iki ülkedeki etnik azınlıkların yarattığı sorunlara, ideolojik rekabet eklendiğinde siyasi ilişkiler gerilmiştir. Öte yandan, 9/11 sonrasında uluslararası güçlerin bölgeye girişi ve mikro-milliyetçi hareketlerin yükselmesiyle İran ve Türkiye dış tehditlere karşı, bölgesel istikrarı sağlamak adına denge politikaları yürütmüşlerdir. Tam bir çatışma veya uzlaşma yaşayamayan Türkiye–İran rekabetinin ironik olarak istikrarlı olduğu değerlendirilebilir. Robert Olson, Türkiye-İran ilişkilerini “Turkey-Iran relations 1997 to 2000: The Kurdish and Islamist Questions” adlı makalesinde, “omnibalancing” 54 olarak tanımlanmıştır. İlişki düzenine göre dış tehditlerin ön plana çıktığı ve iç tehditlerin bastırılabildiği durumlarda iki taraf arasında uzlaşma sağlanmış ve ekonomik işbirliğine ağırlık verilmiştir. Dış tehditlerin etkisini kaybettiği durumlar ise rekabetin arttığı, ideolojik çatışmaların yaşandığı ve özellikle İran’ın Türkiye’nin içişlerine müdahil politikalar izlediği 53 ICG Report, a.g.e. 54 Robert Olson, “Turkey–Iran Relations, 1997-2000: The Kurdish and Islamist Questions”, Third World Quarterly, Sayı: 21. s.871-890. 26 dönemler olarak gözlemlenmiştir. Terörle mücadele ve bölgesel dengeler kapsamında güncel konular; Yönetim “Model”i mücadelesi55, İran’ın nükleer silahlanması olarak değerlendirilmiştir. • Türkiye’de 2007 yılında yapılan seçimleri muhafazakar eğilimli olarak kabul edilen AKP kazanmış, bu durum, İran’daki basın organlarında iki temel bakış açısının doğmasına neden olmuştur. İran’da muhafazakar kimlikli basın organları “Keyhan” ve “Resalat”, anılan seçim sonuçlarının Türkiye’nin laik yapısını zayıflatarak İran düzlemine yakınlaştırdığını düşünmektedirler. Öte yandan reformist militan din adamları derneği (pro-reform Militant Clerics Society), AKP’nin seçim zaferinin muhafazakar İslam’a bir alternatif olarak ılımlı İslam’ın ön plana çıkarılması gerekliliğinin göstergesi olduğunu belirtmiştir.56 Reformist gazeteler Türkiye’deki seçim sonuçlarını, insan hakları, Avrupa Birliği ile ilişkiler ve ekonomik reformların İslam ile varolabileceğinin göstergesi olarak açıklamışlardır. birlikte Bu ılımlı yaklaşımın İran’da etkinleşmesinin sağlanması ABD için öncelikli bir etmen olarak değerlendirilebilir. İran’da varolan rejimi ideolojik ve nükleer tehdit olmaktan çıkarmak adına diplomatik müzakereler izlemeyi öncelikli olarak belirlediği düşünülen Obama iktidarının Türkiye’nin rolünü etkinleştirmesi beklenebilir. Öte yandan, Obama’nın İran’la diplomasiye öncelik veriyor olması askeri müdahale ihtimali seçeneğini yakın dönemde zayıflatacağından Türkiye açısından olumlu olarak değerlendirebilir. Ancak ABD, diplomatik süreci bir aksama halinde daha sıkı yaptırımlarla destekleyebileceği için Türkiye’nin ambargolar hususunda maliyetli bir sürece gireceğini öngörmek olasıdır. Ayrıca anılan süreçte Türkiye’nin Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi (BMGK) geçici üyesi olması da Ankara’nın alacağı tavrın Washington için önemini arttıracaktır. Bu çalışma, Türkiye’nin, orta vadede yaşanılabileceği öngörülen olası İran ve ABD 55 İran’da rejim, “Batı karşıtlığı” ve “İslami yayılmacılık” ile tanımlanmıştır. Bu anlamda, Amerika’nın bölgedeki demokratikleştirme ve liberalleşme politikalarına karşı olan kutbun başını çektiği iddia edilebilecektir. 56 “Iran’s Differing Views of Turkish Elections“, OSC Report, 27 Temmuz 2007. 27 çatışmasında taraf olmaktan kaçınması gerektiğini değerlendirmektedir. • İran’ın nükleer caydırıcılık kapasitesine sahip olmasının, Türkiye ve İran arasında yüzyıllardır varolan güç simetrisini İran lehine bozacağı değerlendirilmektedir. Bu durumun Ankara için güçlü bir tehdit algısı oluşturması beklenirken, Türkiye geçtiğimiz dönemde görece ılımlı politikalar izlemiştir. 2006 yılının Mayıs ayında Bali’de yapılan D8 Zirvesi’nde Erdoğan’ın, Ahmedinejat’a yönelik “Dünyayı siz ikna etmelisiniz, ben değil” sözleri Türkiye’nin bölgedeki kriz ortamını yumuşatma yönündeki eğilimini gösterir niteliktedir.57 Dönemin Dışişleri Sözcüsü Namık Tan, Türkiye’nin İran’ın nükleer programının yarattığı problemin diplomatik yollarla çözülmesi gerektiğini, bunun için Türkiye’nin EU3 çabalarına destek verdiğini belirtmiştir. Dönemin Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer, her ülkenin barışçıl amaçlarla olmak kaydıyla nükleer enerji kullanma hakkı olduğunu, yalnızca UAEA kurallarına uyulması gerektiğini vurgulamış, İran’ın bu kuralları göz önüne alacağına ilişkin güvenini belirtmiştir.58 Türkiye İran ilişkileri bağlamında bölgesel güç politikalarında kullanılan araçların işlevi ve etki potansiyeli her dönem küçük sapmalar göstermekle birlikte son tahlilde paralellik gösterdiği görülmüştür. Türkiye ve İran’ın 1639 Kasr-ı Şirin kaçınmalarının Anlaşması’ndan temelinde anılan günümüze güçler sıcak dengesinin çatışmadan bulunduğu belirtilebilir. Söz konusu dengenin Tahran lehine değişmesi Türkiyeİran ilişkileri ve bölgesel barış ve istikrar açısından sakıncalı olabilecektir. Bu bağlamda, Türkiye’nin önceliği İran’ın nükleer güç olmaması tarzında değerlendirilebilir. İran’ın nükleer güç olmamasının sağlanması için, Obama’nın bu yöndeki diplomatik girişimlerinin desteklenmesinin yararlı olacağı düşünülmektedir. Ayrıca uluslararası ve bölgesel örgütler olarak UAEA’nın ve EU3’ün sürece dahil edilmesinin desteklenmesiyle, İran’ın 57 Schleifer, Y. ,Caught in the Fray: Turkey Enters Debate on Iran’s Nucleer Program” , 2007. 58 Schleifer, Y, a.g.e. 28 anılan çabaları ABD’nin tek-taraflı girişimleri olarak algılamaması sağlanabilecektir. Nükleer İran’a karşı ise Türkiye iki farklı tutum sergileyebilir: 1. Nükleer güç sahibi bir İran karşısında bu güce sahip olmayan Türkiye’nin de nükleer enerji programına sahip olması gerektiği düşünülebilinir. Nitekim Ocak 2007’de TBMM, ABD ile Türkiye arasında kitle imha silahlarının yayılmasının önlenmesi amaçlarına yönelik yardım sağlanmasının kolaylaştırılması için imzalanan anlaşmayı onaylamıştır. Anlaşma sonrasında TBMM, İran’da uranyum zenginleştirmesi ve nükleer silah üretim potansiyeli ile ilgili endişe ve eleştirilerini içeren bir karar çıkarmıştır.59 Ahmedinejat’ın “provokatif ve agresif açıklamalar yaparak tehdit algılarıyla oynayabilecek tehlikeli bir lider” olarak algılanması bu politikayı güçlendirmektedir.60 2. Türkiye, Nuclear Suppliers Group, (NSG), Missile Technology Control Regime (MTCR), North Atlantic Treaty Organization (NATO), Comprehensive Test-Ban Treaty (CTBT) üyesi bir ülke olarak uluslararası hukuka uygun hareket etmekle yükümlüdür. Aksi durumda, uluslararası sistemin tamamı için tehdit algısına neden olabilecek bir yolun önünün açılabileceği fark edilmelidir. Diğer bölge ülkelerinin, Batı ile müttefik Türkiye’yi örnek göstererek zaman içerisinde nükleer silahlanma yolunu tercih etmesi olasıdır. Bu durum, bölgede “nükleer milliyetçilik”61 konseptinin güçlenmesine yaklaşımların önünün neden kesilmesi ve olabilir. uluslararası Çatışmacı hukukun uygunluğu göz önünde bulundurulduğunda Türkiye Obama’nın nükleer silahlardan arındırma programını destekleyebilir. İran’da 59 (çevrimiçi)<<http://www.tbmm.gov.tr/develop/owa/kanunlar_gd.durumu?kanun_no=5575>> 60 (çevrimiçi)<<http://www.tbmm.gov.tr/develop/owa/kanunlar_gd.durumu?kanun_no=5575>> 61 Ibrahim Al Marashi, “Turkish Perceptions and Nuclear Proliferation”, Over the Horizon Proliferation: Challenges for Counter-Proliferation Policy, 18–20 Haziran 2007, (çevrimiçi)<<http://www.ccc.nps.navy.mil/si/2007/Aug/OTH-al-marashi2Aug07.pdf>> 29 Muhammet Hatemi’nin62 Nükleer Silahlardan Arınmış Orta Doğu Bölgesi (Middle East Nuclear Weapons Free ZoneMENFZ) girişimi ile Mısır tarafından desteklenen Kitle İmha Silahlarından Arındırılmış Bölge (Weapons of Mass Destruction FreeZone- WMDFZ)63 girişimlerinin canlandırılması desteklenebilir. 62 Ilımlı politikaları ile tanınan Muhammet HATEMİ, 1997-2005 tarihlerinde İran devlet başkanlığı yapmıştır. Ağustos 2009’da yapılacak başkanlık seçimlerinde de aday olabilir. 63 İbrahim Al Marashi, “Turkish Perceptions and Nuclear Proliferation”, Over the Horizon Proliferation:Challenges for Counter-Proliferation Policy, 18–20 Haziran 2007, (çevrimiçi)<<http://www.ccc.nps.navy.mil/si/2007/Aug/OTH-al-marashi2Aug07.pdf>> 30 KARADENİZ-KAFKASYA AB ve NATO’nun Karadeniz’in yanı sıra Güney Kafkasya’yı da (“Dublin’den Bakü’ye”) içine alarak genişlemeyi tamamlamak istemesi, Karadeniz kılmaktadır. ve 64 Güney Kafkasya’yı birlikte değerlendirmeyi mümkün Karadeniz ülkelerinin ortak özelliği, ya eski Varşova Paktı üyesi (Bulgaristan, Romanya) ya da eski SSCB ülkeleri (Moldova, Ukrayna, Gürcistan, Azerbaycan, Ermenistan) olmalarıdır. Romanya ve Bulgaristan’ın 2007 yılında gerçekleşen AB üyelikleri ile Batı Karadeniz bölgesindeki ülkelerin Batı’ya eklemlenmeleri sürecinde önemli bir adım atılmış, RF’nin yanı sıra AB de Karadeniz’de belirleyici aktörlerden biri olarak değerlendirilmeye başlanmıştır. Karadeniz’de AB, ABD ve kurumsal bazda NATO’nun girişimleri ile günümüzde Batı jeopolitik eksenine kayma süreci hızlanırken, ABD’nin bölge ülkeleri ile ilişkilerini derinleştiren ve geliştiren politikası, RF ile ilişkilerin gerilmesine neden olmuştur. Ağustos 2008’de Gürcistan ile Rusya arasında Güney Osetya nedeniyle çıkan çatışmaların yol açtığı kriz bölgede gerginliği tırmandırırken, ‘‘Soğuk Savaş dönemine geri mi dönülüyor’’ sorusu daha sık dile getirilmeye başlanmıştır. Gürcistan-Rusya krizinin ateşkes ile dondurulması ancak nihai bir çözüme kavuşmaması bölgenin her an sıcak gelişmelere sahne olabileceğinin ve jeopolitik güç mücadelesinin tehlikeli boyutlarda devam edebileceğinin göstergeleri olarak değerlendirilebilir. Son olarak Rusya Güvenlik Konseyi tarafından hazırlanan 2009-2020 Ulusal Güvenlik Stratejisi Raporu taslağında Ortadoğu, Kuzey Kutbu ve Hazar Havzasındaki enerji kaynaklarını ele geçirme mücadelesi yüzünden savaş çıkabileceği, NATO ve Avrupa’da “füze kalkanı” benzeri sistemlerin yayılmasının bölgesel dengelerin bozulmasına neden olabileceği saptamalarının yer alması65 önümüzdeki dönemde bölgesel politikaların hangi alanlarda yoğunlaşacağının ipuçlarını vermektedir. ABD’nin bölgeye yönelik dış politika söylemlerine temel oluşturan “demokrasi”, “serbest pazar ekonomisinin desteklenmesi”, “insan hakları”, 64 Hasan Kanbolat, “Karadeniz’in Değişen Jeopolitiği”, Stratejik Analiz, C:6, Sayı:72, Nisan 2006, s.4. 65 “Ufukta Enerji Savaşı Var”, Milliyet Gazetesi, 26 Aralık 2008. 31 “bölgesel ekonomik bütünleşme” gibi unsurların ABD’nin Soğuk Savaş sonrası genel dış politik yaklaşımının parametrelerinden farklı olmadığı görülmektedir. Dolayısıyla ABD’nin Karadeniz ve Güney Kafkasya’daki politikalarını; (1) Güvenlik, (2) Siyasi istikrar ve demokrasinin desteklenmesi, (3) Enerji ve ekonomik yatırımlar başlıkları altında toplamak mümkündür. Bölgede ağırlığı en fazla hissedilen aktör olan Rusya’nın “Yakın Çevre Doktrini” ile bölgede etkinlik kurma yönünde gelişen dış politika konsepti ve AB’nin özellikle enerji alanında Rusya’ya bağımlılığı, ABD’nin, siyasi, ekonomik ve güvenlik bağlamında ilişkilerin güçlendirilmesi aracılığıyla bölgeyi kendi stratejik eğilimleri/çıkarları çerçevesinde dönüştürmesi önünde engel teşkil etmektedir. Öte yandan Karadeniz Bölgesi ABD’nin güç aktarımı politikası açısından dünyanın diğer bölgelerinden farklılık göstermektedir. Bilindiği gibi ABD dünyanın kriz bölgelerine kısa sürede deniz kuvvetleri yoluyla güç aktarabilmekte ve bölgede fiilen askeri operasyon yürütmese dahi etkili bir konum alabilmektedir. Oysa Karadeniz'in Montrö antlaşması ile belirlenen statüsü, bu denize kıyısı olmayan ülkelerin savaş gemilerine gerek gemi tipleri ve silah sistemleri, gerek tonaj gerekse süre bakımından kısıtlamalar getirmektedir. 2001 yılında NATO'nun Aktif Çaba Harekatı’nın (Active Endavour) küresel terörizmle mücadele kapsamında Akdeniz'de başlatılması sonrasında, harekatın Karadeniz'e de genişletilmesi talepleri gündeme gelmiştir. Montrö antlaşmasına aykırı bir durum yaratacak olan bu taleplere karşı Türkiye, “Karadeniz Uyumu Harekâtı” ve “Blackseafor” inisiyatiflerini ortaya koyarak Karadeniz'deki güvenlik zafiyetine yönelik iddiaların gündemden düşmesini sağlamıştır. Türkiye'nin hassasiyetlerini göz önünde bulunduran Washington, ABD’nin Montrö antlaşmasının değiştirilmesine yönelik bir politikası olmadığını ifade etmiştir. Karadeniz'deki mevcut uluslararası durum ABD açısından bölgede kalıcı askeri üslerin tesis edilmesi, bu sağlanamadığı takdirde bölge ülkelerinin bir kriz durumunda aynı tarafta bulunacak şekilde yapılandırılmasını daha da önemli hale getirmektedir. Nitekim Karadeniz'in batı kıyısındaki ülkeler -Bulgaristan ve 32 Romanya- hem NATO hem AB üyesi olmuş, iki ülkede de ABD askeri üsler kurmuştur. 11 Eylül sonrasında Bush doktrini ile birlikte güvenlik algıları ve politikalarındaki değişim sonucu terörle mücadelenin önem kazanması, Irak ve Afganistan müdahalelerinin gerçekleştirilmesi sadece Orta Asya ve Orta Doğu’ya yönelik bakış açılarını değiştirmekle kalmamış aynı zamanda, jeopolitik ve jeostratejik açılardan da Karadeniz ve Güney Kafkasya’yı da kapsayacak şekilde yeni algılamaların gelişmesine neden olmuştur. Askeri birliklerin ve teçhizatın NATO ülkeleri ve ABD’den Orta Asya’ya nakli bağlamında Güney Kafkasya (Gürcistan ve Azerbaycan), İran ve Rusya’ya alternatif olması açısından önemli bir lojistik koridor olmaktadır. Hâlihazırda Rusya, insani yardım amaçlı uçuşlara izin verse de Amerikan savaş uçaklarına kendi hava sahasını kullandırmamaktadır. Aynı şekilde İran hava sahası üzerinden uçuşun da imkânsız olması, NATO ülkelerinden Afganistan’a ulaşım için Gürcistan ve Azerbaycan hava sahalarının kullanımını gerekli kılmaktadır.66 NATO’nun genişleme stratejisi kapsamında Gürcistan, Azerbaycan ve Ukrayna’nın olası üyeliklerinin Orta Asya’da ABD müdahaleleri ile birlikte değerlendirilmesi daha anlamlıdır. Dolayısıyla ABD’nin bu yaklaşımının Moskova yönetimini tedirgin ettiğini söylemek mümkündür. Bu bağlamda Nisan 2008’de gerçekleşen NATO toplantısından önce Şubat 2008’de Rusya Dışişleri Bakanı Sergey Lavrov, gazetecilere yaptığı açıklamada, dönemin devlet başkanı Saakaşvili’ye Vladimir NATO’nun Putin’in, Gürcistan genişlemesinin Devlet kendilerini Başkanı Mikhail endişelendirdiğini söylediğini ve böyle bir adımın Rusya-Gürcistan ilişkilerini olumsuz etkileyeceği uyarısında bulunduğunu aktarmıştır.67 2008 yazında ise Rusya’nın bu söylemi uyarı sınırında kalmayarak Gürcistan’a askeri müdahaleye dönüşmüştür. 66 Svante E. Cornell, “Georgia After the Rose Revolution: Geopolitical Predicament and Implications for U.S. Policy”, Strategic Studies Institute, <<http://www.StrategicStudiesInstitute.army.mil/>>, Şubat 2007, s.12. 67 NTVMSNBC, (çevrimiçi) <<http://www.ntvmsnbc.com/news/436613.asp>> , 25 Şubat 2008. 33 RF’nin sözü edilen üç ülkenin (Gürcistan, Ukrayna, Azerbaycan) üyeliğine yönelik olumsuz yaklaşımına rağmen George W. Bush toplantı sırasında NATO liderleri arasında zirve öncesinde oluşan ortak anlayışı dikkate almayarak "Ukrayna ve Gürcistan'ın" NATO'ya üye yapılması yönündeki isteğini yinelemiştir. Öte yandan NATO'nun kimi güçlü üyeleri, ABD’nin eğilimi doğrultusunda karar almayarak Rusya ile ilişkilerin bozulmamasının kendileri için önemli olduğunu gösteren bir tutum içerisine girmişlerdir. Özellikle AB ülkelerinin NATO kapsamında alınan kararlarla RF’yi karşılarına almak istemedikleri ve uzlaşma aradıkları değerlendirilebilir. Uzlaşma zemininin aranmasının ardında ise, AB'nin doğal gaz ve petrolünün yüzde 25'ini sağlayan Rusya’nın özellikle enerji alanında çok önemli oyuncu olduğu değerlendirmesi yatmaktadır. Böylece NATO zirvesi, ABD'nin NATO üzerindeki egemenliğinin görece azaldığını, Rusya'nın gücünün ise Avrupa üzerinde yadsınamaz ölçüde etkin bir düzeye ulaştığını gösteren önemli bir gelişme olmuştur. Nitekim Nisan 2009’da gerçekleşecek NATO zirvesinde Gürcistan ve Ukrayna’nın üyeliklerinin gündeme gelmeyeceği, anılan iki ülkenin Kuzey Atlantik İttifakı’na üyeliklerinin görünür gelecek içinde gerçekleşme olasılığının bulunmadığı ifade edilmektedir. Bölgede dengeleri bozabilecek bir diğer önemli unsur olan “füze kalkanı” projesi ise ABD’nin ısrarlı desteği ile benimsenmiş ancak Rusya’ya önemli güvenceler verileceği de açıklanmıştır. Bahsedilen güvencelerden birisi proje kapsamındaki füzelerin silolara İran'ın balistik füze üretme kapasitesi kesinleşmeden konulmayacağıdır. İkinci güvence olarak radar sistemlerinin sabit bir beton zemine monte edilerek Rusya'ya dönmesinin engelleneceği, Rus uzmanların gerektiğinde sistemleri denetleme olanağına sahip olacağıdır. Böylece, füze kalkanının kullanılmasında Rusya önemli tavizler elde etmiş, İran'ın balistik füze kapasitesinin saptanması, sistemlerin denetlenmesinin koşulları gibi iki belirsiz alan yaratılmıştır.68 Sonuç olarak NATO zirvesi sonrası Rusya’nın şiddetle karşı çıktığı iki unsurdan füze kalkanı projesi kabul edilirken, Gürcistan ve Ukrayna’nın üyeliklerinin kabul edilmemiş olması ABD’nin bazı alanlarda Rusya’nın istekleri doğrultusunda gerilemek zorunda kaldığını göstermiştir. Aynı şekilde 68 Cumhuriyet Gazetesi, 07 Nisan 2008. 34 Rusya da karşı çıktığı önemli bir projenin kabulü ile geri adım atmak durumunda kalmıştır. Dolayısıyla göreli bir uzlaşma ve politikalardan ödün verme sürecinin her iki ülke açısından da yaşandığı görülmektedir. NATO zirvesi sonucu oluşan havanın Rusya’nın Gürcistan üzerindeki baskısını arttırmasına neden olduğu, Moskova’ya Güney Osetya ve Abhazya ayrılıkçı hareketleri konusunda önemli bir hareket serbestisi yarattığı söylenebilir. Rusya’nın tutumu sonucu gerilen Gürcistan-G. Osetya ilişkileri 1 Ağustos 2008’de çatışmaya dönüşmüş, 7 Ağustos’ta Gürcistan Tsinvali’ye operasyon düzenlemiştir. Rusya’nın bu operasyona yanıtı sert olmuş ve gerçekleşen Rus askeri harekatı Gürcistan topraklarını kapsamıştır. Moskova operasyonların sivillerin hayatlarını korumak için gerçekleştirildiğini söyleyerek Gürcistan’ı suçlamıştır. Öte yandan Washington ise Rusya’nın eylemlerinin ve Gürcistan da dahil olmak üzere bölgeye ilişkin niyetlerinin kabul edilemez olduğunu belirterek ABD/AB-Rusya ilişkilerinin tehlikeye girdiğini açık bir dille vurgulamıştır. Moskova ise ABD’nin sert eleştirilerini; ‘‘Washington, Tiflis ile Moskova arasında seçim yapmak zorundadır’’ retoriği ile yanıtlamış ve Gürcistan’ı “sanal proje” olarak nitelendirmiştir.69 Gürcistan’a, "orantısız askeri müdahalesi" nedeniyle Moskova’ya güveninin geniş ölçüde sarsıldığını belirten NATO, Rusya’nın Güney Osetya ve Abhazya’yı tanıma kararını kınayarak ilişkileri Ağustos’ta askıya almıştır. NATO, Kafkaslardaki gelişmelerin Avrupa-Atlantik güvenliği ve istikrarı açısından önemini vurgularken, sorunlara bulunacak barışçı çözümlerde Gürcistan’ın bağımsızlığı ve toprak bütünlüğünün temel ilke oluşturması gereği üzerinde durmuştur. Ardından 2008 yılı sonunda, bakanlar düzeyinde yapılan NATO toplantısı sonrasında, Rusya ile diyaloğun "koşullu ve aşamalı" olarak tekrar canlandırılması kararlaştırılmıştır. ABD ile Rusya arasında, Kafkaslarda yaşanan gerginlik yumuşamadan Polonya`nın topraklarına ABD`nin füze savunma sistemini yerleştirmesini kabul etmesi Rusya tarafından `tehdit` olarak kabul edilirken gerginliğin bir anda Polonya ve yeniden füze kalkanı eksenine kaymasına 69 BBC, (çevrimiçi)<http://www.bbc.co.uk/turkish/news/story/2008/08/080819_nato_russia.shtml> 35 neden olmuştur.70 Rusya’nın Gürcistan’a askeri müdahalesinden önce Polonya kamuoyunda füze kalkanı projesine karşı ciddi bir muhalefet gözlenirken çatışmalardan sonra desteğin artması Rus saldırılarının bölgede diğer ülkeler için ciddi bir endişe kaynağı oluşturduğunu göstermektedir. Dolayısıyla, Rusya’nın müdahalelerinin sadece Gürcistan’a yönelik bir gözdağı vermenin ötesinde, tüm Karadeniz/Kafkasya’ya yönelik olduğu algısının bölge ülkeleri arasında yayılmaya başlamış olmasından söz edilebilir. ABD’nin bölgeye yönelik politikalarında bir diğer önemli nokta istikrarsızlık unsurlarının barışçıl yollarla çözülmesi gerekliliğidir. Soğuk Savaş sonrası ilk dönemde Türkiye’nin bölge ülkeleriyle dil, din, kültür gibi faktörler nedeniyle hızlı bir bağlantı kurması, bağımsızlıkları ve toprak bütünlüklerinin korunması ABD tarafından da desteklenmiştir.71 Özellikle Kafkasya’daki istikrarsızlık unsurlarının çatışmaya dönüşmesi, Amerikan yatırımlarının bölgeye güvenli bir şekilde girmesi ve bölge ekonomilerinin liberal ekonomik sisteme entegrasyonu yolunda önemli bir engel olarak görülebilir. Batı’ya eklemlenmeye çalışan bölge ekonomilerinin istikrar ortamı içerisinde Batılı yatırımcılara güven veren bir şekilde gelişmesi, ABD’nin bölgedeki politikaları içinde önemli bir boyut olarak değerlendirilebilinir. Bu bağlamda Azerbaycan ve Gürcistan’ın bölgede ABD yatırımları ve siyasi varlığına sıcak baktığı görülmektedir. Özellikle Gürcistan toprak bütünlüğünün korunmasında ABD ve NATO’dan aktif destek beklerken Rusya ile yaşanan kriz sırasında anılan destek ancak kınama ve “Rusya’nın güç kullanımına yönelik sert mesajlar” düzeyinde gerçekleşebilmiştir. Dolayısıyla Saakaşvili’nin G.Osetya’yı kendi yönetimine bağlama beklentisi ile gerçekleştirdiği askeri harekât Rusya karşısında ağır bir yenilgiye uğramış, 70 Rusya Genelkurmay Başkan Yardımcısı General Nogovitsyn, Polonya`nın ABD füze savunma sisteminin parçalarının topraklarında kurulmasına izin vermesinin olası bir askeri saldırıya zemin hazırlayacağını söylemiştir. Rus İnterfaks ajansına yapılan açıklamada, ülkesinin askeri doktrininin olası bir nükleer saldırı seçeneğine izin verdiğine de dikkat çeken Nogovitsyn, “ABD kendisi için füze savunma sistemi konusunda çaba harcıyor, Polonya için değil. Polonya, (sistemin unsurlarını) konuşlandırarak kendisini askeri bir saldırıya açık duruma getiriyor.” demiştir. Nogovitsin, ayrıca “Polonya, füze kalkanı sistemlerinin yerleştirilmesini kabul ederek, kendisini herhangi bir saldırıya karşı yüzde 100 açık hale getiriyor açıklamasını yapmıştır. “ <<http://www.tumgazeteler.com/?a=4009717>> 71 Baskın Oran, Türk Dış Politikası Cilt II: 1980-2001, B. ORAN (Der.), İstanbul, İletişim Yayınları, 2001, s. 279. 36 Batı’dan beklenen destek sağlanamamıştır. Ateşkesin ardından G. Osetya ve Abhazya bağımsızlıklarını ilan ederken Rusya’nın bölgedeki askeri ve siyasal varlığı pekişmiş, G. Osetya ve Abhazya fiilen Gürcistan yönetiminden kopmuştur. Tüm bu gelişmeler bölgede siyasi istikrar ve toprak bütünlüğünün korunmasına yönelik politikalar söylemini önceleyen ABD için olumsuz ve önümüzdeki dönemde kendi lehinde dengelenmesi gereken unsurlar olarak karşımıza çıkmaktadır. ABD’nin bölgede istikrar ve güven sağlamaya yönelik dış politika konseptinin önemli bir ayağını bölgede gerçekleştirilecek alternatif enerji hattı projeleri oluşturmaktadır. Dolayısıyla istikrarlı bir Güney Kafkasya, enerji kaynaklarının aktarımı konusunda İran’ın devre dışı bırakılarak Türkiye üzerinden çoklu boru hatlarıyla sağlamak stratejisini destekleyen ABD için daha tercih edilebilir olacaktır. Rusya dünyanın en büyük gaz üreticisi72 ve ihracatçısı konumuyla sahip olduğu avantajı ekonomik olduğu kadar siyasi bir enstrüman olarak da kullanmaktadır. Diğer ülkelerle ikili görüşmelerinde her ne kadar aksi seslendiriliyor olsa da enerji faktörü ön planda tutulmakta; müzakerelerde, sınır sorunundan, askeri üsler konusuna, ikili ticaret ilişkilerinden, entegrasyon konularındaki görüşmelere kadar etkin bir ikna unsuru olarak kullanılabilmektedir. Ocak 2006’da, Rusya’nın Ukrayna’ya ihraç ettiği doğal gazın fiyatını arttırması ile çıkan anlaşmazlık Rusya’nın doğal gaz vanalarını kapatması ile sonuçlanmıştır. Aynı kriz 2008 yılının sonunda tekrar yaşanmış ve sorunun çözüm süreci beklenenden uzun bir zaman almıştır. Anılan tutum enerji unsurunun Rus dış politikasında ne kadar önemli bir enstrüman olduğunu göstermektedir. Dolayısıyla ABD’nin enerji politikalarında, çoklu boru hatları stratejisi ile Rusya’nın etkinliğini kırmaya yönelik hamleleri ön plana çıkmaktadır. Bu durum Karadeniz ve Kafkasya’ya yönelik politikalarda özellikle enerji alanında AB ile ortak bir tutumun gelişmesine zemin sağlamaktadır. Doğal gazda Rusya’ya karşı olan 72 Rusya 1.680 Tcf (İran rezervlerinin 2 katı oranında) ile dünyanın en büyük doğal gaz rezervlerine sahiptir. 2006 yılında Rusya 23.2 Tcf ile dünyanın en büyük üreticisi 6.6 Tcf ile en büyük ihracatçısıdır. Rusya 2007 yılında 6.37 Tcf doğal gaz ihracatı yapmıştır. Avrupa ülkeleri (Almanya başta olmak üzere) ve eski Sovyet ülkeleri (Ukrayna ilk sırada) Rus doğal gazının başlıca alıcılarıdır. Bunun yanı sıra, Türkiye, Japonya ve diğer Asya ülkeleri Rus doğal gazının uluslararası pazarlarda ulaştığı diğer noktalardır. 2007 yılında 23,1 Tcf olan doğal gaz üretiminin 2030 yılında 31,3 Tcf miktarına yükselmesi tasarlanmaktadır. Artan üretimin Avrupa pazarlarına güvenli şekilde ulaştırılması Rus hükümetinin üzerinde durduğu en önemli konulardan biridir. “Country Analysis Brief, Caspian Sea”, Energy Information Administration, (çevrimiçi)<<http://www.eia.doe.gov/emeu/cabs/Caspian/oil.html>> 37 bağımlılığı giderek artan ve zaman zaman Rusya ile doğal gaz alımı ve fiyatları konusunda sorunlar yaşayan AB, son dönemlerde Türkiye üzerinden geçerek AB’ye enerji akışını sağlayacak projeler üzerinde önemle durmaktadır. AB enerji politikasını açıklayan 2006 tarihli Yeşil Belgede, AB’nin enerji ihtiyacının artmasına rağmen kaynakların azaldığı belirtilmekte ve bağlantılı olarak enerji çeşitliliğinin sağlanmasının önemine dikkat çekilmektedir.73 Bu doğrultuda AB’nin Rusya, Hazar ülkeleri, Orta Doğu ve Türkiye ile çok yönlü enerji stratejileri doğrultusunda ilişkilerini geliştirmesi gerektiği üzerinde durulmaktadır.74 Güney Kafkasya’nın Batı pazarlarına eklemlenmesi, demokratikleştirme politikaları ve enerji kaynaklarının Rusya’nın dışında alternatif yollarla Batı’ya ulaşımının sağlanması AB için olduğu kadar ABD için de önem taşımaktadır. ABD’nin Hazar enerji kaynaklarına yönelik politikası 2001 yılında açıklanan enerji politikalarına ilişkin raporda belirtilmiştir.75 ABD’nin bölge ülkelerinin bağımsızlıklarının pekiştirilmesine, Batı ve ABD ile olan bağlarının güçlendirilmesine, Rusya’nın petrol ve doğal gaz ithalatındaki tekel konumunun kırılmasına ve Batı’nın enerji güvenliğinin Türkiye üzerinden geçecek alternatif hatlarla sağlanmasına yönelik politikalar izleyeceği belirtilmiştir.76 Bu noktada ABD’nin enerji aktarım hatlarında Türkiye ve Güney Kafkasya alternatifini desteklemesinde İran’ı devre dışı bırakmak istediği de göz ardı edilmemelidir. Dolayısıyla Türkiye’nin ABD’nin öngördüğü çoklu boru hatları stratejisi çerçevesinde, İran’a alternatif olarak Batı’nın enerji kaynaklarının çeşitlendirilmesinde önemli bir yere sahip olduğu görülmektedir. Karadeniz ve Kafkasya bölgesine yönelik yukarıda belirtilen unsurlar çerçevesinde şekillenen ABD politikasının Obama döneminde köklü ve 73 “Green Paper: A European Strategy for Sustainable, Competitive and Secure Energy” Commision of The European Communities, Brüksel 2006. 74 Gawdat Bahgat, “Europe’s Energy Security: Challenges and Opportunities”, International Affairs, 2006, s.2. 75 “Reliable, Affordable, and Environmentally Sound Energy for America’s Future”, The White House, The National Energy Policy Development Group, Mayıs 2001. 76 Jim Nichol, “Armenia, Azerbaijan and Georgia: Political Developments and Implications for U.S Interests”, CRS Report For Congress, Temmuz 2007, s.24. 38 yapısal değişimler geçirmeyeceği fakat bölgede dengeleyecek şekilde gelişeceği beklenebilir. Rusya’nın ağırlığını Dolayısıyla Gürcistan ile yaşanan son krizde Rusya ile herhangi bir şekilde sıcak temas ile neticelenebilecek yaklaşımlardan özenle uzak duran ABD’nin işbirliği ve diplomatik çözümleri ön planda tutması ve diplomatik girişimlerle bölgeye yöneleceği öngörülebilir. Bu kapsamda; • Bölgede ABD ve RF arasında Gürcistan krizi ile patlak veren gerilim ve etkinlik mücadelesinin önümüzdeki dönemde de devam edeceği ancak Gürcistan ve Ukrayna’nın kısa dönemde NATO üyeliklerinin gerçekleşmesinin zor olacağı değerlendirilebilir. • Rusya ve Ukrayna arasında Sivastopol deniz üssünün kullanımına ilişkin 1997’de imzalanan anlaşmanın süresinin 2017 yılında dolacak olması ve Ukrayna’nın limanın kullanım süresinin uzatılmayacağına dair açıklamaları Moskova-Ukrayna ilişkilerinde gerilim yaratacak önemli bir unsur olabilecektir. Bununla birlikte Rusya’nın Karadeniz’de stratejik öneme sahip limanın kullanım süresinin uzatılmaması olasılığına karşı Karadeniz Filosu'nun Yemen, Suriye, Libya ve Vietnam'a taşınması ile ilgili girişimleri tartışma konusu olmaya başlamıştır. Dolayısıyla kısa ve orta vadede Sivastopol limanının Karadeniz’de etkinlik mücadelesi açısından temel odak noktalarından birisi olacağı değerlendirilebilir. RF’nin Karadeniz filosu için alternatif limanlar araması ve Suriye ile görüşmeler başlatmış olmasına karşın, filosunun tümünü Karadeniz dışına taşıyarak bölgede bir boşluk yaratmaktan kaçınacağı değerlendirilmektedir. Bu nedenle RFUkrayna ilişkilerinin önümüzdeki dönemde daha da gerginleşmesi güçlü bir olasılığı ifade etmektedir. • Polonya ve Çek Cumhuriyeti’ne füze kalkanı yerleştirilmesine ilişkin müzakerelerin sonuçlandırılması RF-ABD ilişkilerinde hoşnutsuzluk yaratacaktır.77 77 Rusya Devlet Başkanı Dmitri Medvedev, bir açıklamasında ülkesinin çıkarlarını korumak için güç kullanma hakkını elinde bulundurduğunu, Batı ülkelerinin Rusya’yı çevreleme girişiminin de kabul edilmesinin mümkün olmadığını belirtmiştir. (çevrimiçi)<<http://www.gundelik.net/2008/12/26/medvedev-guc-kullanma-hakkina-sahibiz/>> 39 • ABD, İran’ın nükleer faaliyetlerinin durdurulması başta olmak üzere belli konularla transatlantik bir ittifakın kapısını aralamaktadır. Bu kapsamda Rusya’nın İran’a S-300’ler dahil hava savunma silahlarının teslimatını yapmakta olduğu haberleri ABD’nin füze kalkanı projesini meşrulaştıran bir gelişme olmuştur. Bu durumda Obama yönetiminin Demokrat Parti içerisinde füze kalkanına yönelik karşıt görüşleri de dikkate alarak Rusya’nın İran’a silah satımını durdurması karşılığında füze kalkanı anlaşmasının iptalini gündeme getirmese de sistemin kurulmasının ötelenme seçeneğini masaya yatırabileceği değerlendirilebilir. • Güney Kafkasya’da Gül Devrimi ile Batı’ya entegrasyon süreci hızlanan Gürcistan’a gerçekleşen Rus müdahalesi, bölgede Rusya’nın nüfuzunu artırma politikası çerçevesinde değerlendirildiğinde ABD’nin bu hamleyi dengeleyecek politikalara ağırlık vermesi önümüzdeki dönemde beklenebilir. Saakaşvili’nin Batı Bu yanlısı kapsamda politikalarının halen iktidarda olan desteklenmesi, Tiflis hükümetinin Rus müdahalesinden aldığı zararın en kısa zamanda telafi edilerek muhalif hareketlerin Rus yanlısı yeni bir yönetimin seçilmesiyle sonuçlanabilecek girişimlerinin önlenmesine yönelik politikaların geliştirilmesi öngörülebilir. Bu noktada Saakaşvili’nin; yeterli bilgi, birikim ve deneyime sahip olmamasına karşın "temelsiz özgüveni” nedeniyle yaptığı ciddi hatalar önemli yönetsel bir risk olarak ortaya çıkmaktadır. Bu nedenle Gürcistan’da ABD ve Batı’nın çıkarlarını koruma bağlamında daha akılcı ve gerçekçi bir lider arayışının gündeme gelmesi şaşırtıcı olmamalıdır. • Ermenistan’ın RF ve İran ile yakın işbirliğinden uzaklaştırılarak Batı’ya entegrasyonunun sağlanmasının hızlandırılması olası bir seçenek olarak değerlendirilebilinir. Türkiye-Ermenistan ilişkilerinde son dönemde gerçekleştirilen yeni açılımlar ve ABD destekli işbirliğinin artırılması çabası, Karabağ sorunu ve soykırım iddiaları sonucu Türkiye ve Azerbaycan’la diplomatik ilişkisi kesilerek Rusya-İran eksenine kayan Ermenistan’ın yeniden Batı’ya çekilmesi yolunda bir adım olarak değerlendirilebilir. 40 • ABD’nin bölgede etnik temelli çatışmalarda arabuluculuk rolünü üstlenmekte daha aktif bir politika izleyerek Dağlık Karabağ konusunda büyük oranda RF’nin elinde bulunan inisiyatifin ABD lehine geçmesine yönelik Ermenistan ile Azerbaycan’ı masaya oturtacak yeni açılımlar geliştirebileceği öngörülebilir. • Bunların yanı sıra ABD’nin Karadeniz ve Kafkasya genelinde özellikle enerji, ekonomi temelli yatırımları geliştirmek doğrultusunda politikalar izlemeye devam edeceği değerlendirilmektedir. Bu kapsamda George W. Bush yönetiminin tek yanlı politikalarından ziyade Obama döneminde çok yönlü girişimlerin tercih edileceği, bölgesel ve uluslararası örgütlere yakın politikalar izleneceği öngörülebilir. • Bu kapsamda ekonomik ve siyasi işbirliğinin artırılması konusunda bölgesel örgütlerin etkinliğinin artırılması ABD için önümüzdeki dönemde önemli bir seçenek olacaktır. Bu kapsamda GUAM ve Karadeniz Ekonomik İşbirliği Teşkilatı (KEİT) gibi örgütlerin etkinlikleri ABD açısından değerlendirildiğinde yetersiz kalmaktadır. Bunların yanı sıra ABD çıkarlarını bölgede savunacak yeni kurumsal bir yapıya ihtiyaç duyularak sivil toplum örgütleri veya çeşitli kurumlar bazında yeni oluşum ve örgütlerin hayata geçirilmesi ve bu konudaki çalışmaların artırılması da önemli bir seçenek olarak karşımıza çıkmaktadır. ABD’nin Rusya’nın Gürcistan’a askeri müdahalesinin ardından bölgedeki gelişmeleri kendi lehine değiştirecek yaklaşımlarda bulunabileceği öngörüsü dikkate alındığında Türkiye’den bu kapsamda yeni taleplerin gündeme gelmesi beklenebilir. Anılan durumda Gürcistan’daki sorunların çözümünün yanı sıra gerek Dağlık Karabağ gerekse Ermenistan-Türkiye ilişkilerinin geliştirilmesi açısından kısa ve orta vadede yeni açılımlar ve çözüm seçenekleri ortaya konabilecektir. Bu kapsamda Türkiye-Ermenistan ilişkilerinin ayrıntılı bir şekilde ele alınması geleceğe yönelik değerlendirmelerin yapılabilmesi açısından önemli olacaktır. 41 Türkiye-Ermenistan İlişkileri İlişkilerin Arka Planı Türkiye-Ermenistan ilişkilerinde başlıca üç sorunun varlığından söz etmek mümkündür. Birincisi, Türkiye’nin dost ve kardeş ülke olarak tanımladığı, ayrıca enerji kaynaklarının iletimi projeleri açısından önemli bir yere sahip olan Azerbaycan ile Ermenistan arasındaki Dağlık Karabağ sorunudur. İkincisi, 1915 olaylarına ilişkin Ermeni iddialarının dünya kamuoyunda “soykırım” olarak tanıtılmaya çalışılması ve belli ölçüde başarı kazanmasıdır. Üçüncüsü ise, Ermenistan’ın Türkiye ile olan sınırını tanımaması ve Ermeni yetkililerin Türkiye’den toprak talep edilmediğine ilişkin açıklamalarına78 karşın bazı çevrelerde Ermenistan’ın bu konuda gizli bir hedefinin olduğuna dair varolan yaygın kanıdır. Türkiye, Ermenistan ile diplomatik ilişki kurulabilmesi için Dağlık Karabağ sorununun çözümünü ön koşul olarak ortaya koymuştur. Uluslararası kamuoyunun Dağlık Karabağ sorununun çözümüne yönelik uzlaşma mesajlarına ve sıcak çatışmanın büyük ölçüde önlenmesine rağmen sorun halen çözülememiştir. Son olarak, soruna uluslararası hukuk ve kararlar temelinde barışçıl çözüm bulunmasını öngören deklarasyon Kasım 2008’de Moskova’da imzalanmıştır. Bu belge 1994 yılından beri iki taraf arasında imzalanan ilk belge olma özelliği taşımaktadır.79 78 Serj Sarkisyan, Milliyet Gazetesi tarafından yapılan bir röportajda; ‘Türkiye’den toprak talebiniz var mı?’ sorusuna, ‘Toprak iddiasına çok şaşırıyorum. Kesinlikle hiçbir Ermeni yetkili böyle bir açıklama yapmadı’ diyerek yanıtlamıştır. Ancak, kimi Ermeni yazarlar ve araştırmacıların Ermenistan’ın nihai hedefinin Türkiye’den toprak talebi olduğuna dair açıklamaları basında çeşitli kaynaklarda yer almıştır. 79 "Yukarı Karabağ çatışmasının siyasi yollardan çözülmesi yolunda detaylı görüşme yaptık" ifadeleri kullanılan deklarasyonda, şunlar kaydedilmiştir: "Görüşmelerin doğrudan diyalog yoluyla Avrupa Güvenlik ve İşbirliği Teşkilatı (AGİT) Minsk Grubu eşbaşkanları olan Rusya, Fransa ve ABD aracılığıyla çözülmesi taraftarıyız. Devlet başkanları, uluslararası hukuk prensiplerine ve normlarına uygun olarak Güney Kafkasya’da güvenlik ve istikrarın korunması, sağlamlaştırılması, bölgenin ekonomik olarak kalkınması ve çok yönlü işbirliğinin geliştirilmesine yardımcı olacaklarını kaydettiler. Aliyev, Sarkisyan ve Medvedev, AGİT Minsk Grubu eşbaşkanlarının 2007 yılında Madrid’de yaptığı görüşmeleri de göz önünde bulundurarak, aracılık çabalarının devam etmesinin önemini kaydederek, siyasi diyaloğun önemli ilkelerini oluşturmak için görüşmelere devam edilmesini onayladılar”. Rus, Azeri ve Ermeni liderlerin barış görüşmelerinin uluslararası hukuk güvencesi altında sürdürülmesi taraftarı olduğu belirtilen deklarasyonda, Azeri ve Ermeni liderlerin Yukarı Karabağ sorununun çözülmesi için en üst düzeyde görüşmelere devam edilmesi kararı aldığı, AGİT Minsk Grubu eşbaşkanları ile görüşme sürecinin daha aktif hale getirilmesi için iki ülke dışişleri bakanlarına talimat verildiği vurgulanmıştır. Minsk Grubu Rusya Eşbaşkanı Yuriy Merzleyakov da yaptığı açıklamada, "Bugün imzalanan deklarasyon, iki ülke arasında 1994 yılından beri imzalanan ilk anlaşma olması nedeniyle son derece önemli. Bu deklarasyon çatışmanın sadece barışçıl yollarla çözülmesi kıvılcımını oluşturabilecek çok önemli bir belgedir" demiştir. 42 Ermenistan-Türkiye ilişkilerinde güncelliğini hiç yitirmeyen ve ilişkilere en çok zarar veren konulardan bir diğeri 1915 olaylarına ilişkin Ermeni iddialarıdır. Yaşanan olaylarla ilgili iddiaların, Batı devletlerinde yaşayan Ermenilerin faaliyetleri sonucunda bir siyasal hak arayışına dönüştürülmesi, olayların “soykırım” olarak tanıttırılmaya çalışılması Ermenistan-Türkiye ilişkilerini geren en önemli sorun olmaya devam etmektedir. Dünyanın farklı ülkelerinde vatandaşlık hakkını almış Ermenilerin Diasporadaki faaliyetlerinin ve desteğinin Ermenistan’ın iç ve dış politikası üzerinde önemli bir ağırlığı bulunmaktadır. Ermeni lobilerinin, iddiaları kabul ettirme kampanyalarının hedefinde Türkiye’den geçmişe yönelik tazminat taleplerinde bulunma girişimleri sürmektedir.80 Diasporanın talebi doğrultusunda özellikle AB ülkeleri ve Amerikan uyruklu Ermenilerin yararlanması için “çifte vatandaşlık” gibi değişiklikler yapan, başta ABD ve Fransa’daki Ermeni Diasporasından “anavatana yardım” adı altında düzenli olarak mali yardım toplayan Erivan’ın81, Diasporanın öncelik verdiği 1915 olaylarına ilişkin politikasında, Türkiye ile ilişkileri normalleştirmek adına kısa vadede köklü bir değişime gitmesi beklenmemektedir. Bu sorunlar öncelikle Türkiye-Ermenistan diplomatik ilişkilerinin kurulamamasına ve Türkiye’nin Ermenistan sınırını kapatmasına sebep olmuş, sonraki süreçte ise ilişkilerin normalleşmesine engel olmuştur. Üstelik bu durum Türkiye’nin Ermenilerin soykırım iddialarını tanıyan üçüncü ülkelerle olan ilişkileri üzerinde de olumsuz etkiler yaratmıştır. Ermenistan açısından bakıldığında ise, bu durum Ermenistan’ın diplomatik ilişki içerisinde olmadığı iki ülke ile çevrelenmesine, bir ölçüde izole edilmesine ve eski Sovyet Cumhuriyetlerinin çoğunda görülen Batı ile entegrasyonun gerçekleşememesine sebep olmuştur. Ermenistan, bir yandan gereksinimlerini karşılamak için Rusya ve İran’a yaklaşmak zorunda kalırken öte yandan ABD ve Avrupa’da yaşayan Ermeni Diasporasının ülke üzerindeki etkisi nedeniyle Batı’dan da tam anlamıyla uzaklaşamamıştır. 80 Erhan Büyükakıncı, F. Sönmezoğlu (Der.), Türk Dış Politikasının Analizi, III. Baskı, İstanbul, Der Yayınları, s. 701. 81 NTVMSNBC,(çevrimçi) <<http://www.ntvmsnbc.com/news/436450.asp>>, 21 Şubat 2008. 43 Ermenistan’ın Rusya ve İran ile yakınlaşması Dağlık Karabağ sorununda Azerbaycan’a karşı barış görüşmelerinde bazı kazanımlar sağlamasına neden olmuştur. Azerbaycan-Ermenistan sorununun her iki tarafı da memnun edebilecek şekilde çözümlenmesi Rusya için Ermenistan’ın kendi desteğine olan ihtiyacının azalması ve stratejik ortaklığın zayıflaması anlamına gelebilecektir. Bu nedenle Rusya’nın desteğine muhtaç bir Ermenistan’ın bölgede varlığını sürdürmesini tercih edebileceği düşünülebilir. Dolayısıyla Ermenistan-Azerbaycan ve Türkiye ihtilafında bölge dışı aktörlerin hem Azerbaycan’la hem de Ermenistan’la stratejik işbirliği kurabilme yolunda pragmatik yaklaşımlar sergilediğini değerlendirmek mümkündür. Diplomatik olarak Türkiye ve Azerbaycan ile ilişkisi bulunmayan, coğrafi açıdan tam anlamıyla çevrelenmiş konumuyla denize çıkışı olmayan Ermenistan bir yandan Rusya’nın desteğini alırken diğer taraftan Diaspora Ermenilerinin faaliyetleri aracılığıyla Batı ile yakınlaşma yolunu seçmiş, AB ve ABD ile ilişkilerini kullanarak Türkiye’nin bir an önce Dağlık Karabağ yüzünden uyguladığı ambargoyu kaldırmasını ve diplomatik ilişkilerin kurulmasını isteyerek, bu konuda Türkiye’ye baskı yapılmasını önermiştir.82 Son Gelişmeler Son dönemde Türkiye’nin uzun zamandır sürdürdüğü Ermenistan politikasında bir takım değişimler gözlenmektedir. Eylül 2008’de Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ün bir futbol maçı için Erivan’a gitmesi ile birlikte aktif bir diyalog sürecinin başlatıldığı izlenmektedir. Bu girişimler daha önce diplomatik ilişkilerin geliştirilmesi için ortaya konulan ön koşulların gerçekleşmesi ilkesiyle zıt bir görünüm ortaya koymaktadır. Türkiye’nin Ermenistan “açılımı”nın zamanlaması, konunun Türkiye-Ermenistan ilişkilerinden daha geniş bir perspektifle incelenmesini gerekli kılmaktadır. Güney Kafkasya ve Karadeniz Bölgesine yönelik ABD ve AB politikalarının ana hatlarını; bu bölgelerin Batı ile siyasi ve ekonomik olarak bütünleşmesinin, Hazar ve Orta Asya enerji kaynaklarının Batı pazarlarına 82 Ali Faik Demir, “Türkiye’nin Güney Kafkasya’ya Yönelik Dış Politikası”, F. Sönmezoğlu (Der.), Türk Dış Politikasının Analizi, III. Baskı, İstanbul, Der Yayınları, s. 732. 44 güvenli ve Rusya’ya alternatif yollarla ulaştırılmasının sağlanması olarak ifade etmek mümkündür. Bu bağlamda Güney Kafkasya ülkeleri Gürcistan, Azerbaycan ve Ermenistan önemli bir siyasi-ekonomik rekabet alanı haline gelmektedirler. ABD-AB politikaları açısından Azerbaycan ve Gürcistan’da bu amaç görece gerçekleştirilmiş gözükürken Ermenistan, Rusya ve İran ile geniş ölçüde işbirliği içerisinde bulunan bir ülke konumundadır. Rusya’nın Ağustos 2008’de Gürcistan’ın Güney Osetya bölgesine müdahalesiyle birlikte bölgedeki jeopolitik mücadele somut bir biçimde ortaya çıkmış, bölgedeki tüm ülkeler gibi Ermenistan’ın da durumu daha kritik bir hal almıştır. Dolayısıyla Türkiye ve Ermenistan arasındaki ilişkilerin normalleşmesi yönündeki son girişimler üzerinde bölgedeki yeni konjonktürün büyük etkisi olduğu değerlendirilmektedir. Obama’nın adaylık Ermenistan’a verilecek destek sürecinde 83 Ermeni lobisine taahhütleri, ve 1915 olaylarına ilişkin iddiaların tanınması yönünde gelişmiştir. Obama’nın Kongre’de Ermeni iddialarını destekleyen ve Türkiye aleyhinde bir karar alma sürecine destek vermesi durumunda, Ermenistan ile mevcut sorunların çözümü güçleşebilecek ve hatta ABD Türkiye ilişkilerinin gerilmesi söz konusu olabilecektir.84 Sonuç ve Değerlendirmeler Kafkasya-Karadeniz mücadelesinin giderek bölgesinde sertleştiği ABD-RF görülmektedir. arasındaki Son dönemde etkinlik ciddi gelişmelerin yaşandığı ve belirsizliklerin arttığı bölgede dondurulmuş çatışma alanlarının her an sıcak çatışmaya dönüşebildiği son Gürcistan-Rusya krizinde açıkça görülmüştür. Gürcü lider Saakaşvili’nin G.Osetya’ya müdahalesinin Washington’dan bütünüyle bağımsız ve habersiz bir şekilde 83 NTVMSNBC, (çevrimiçi) <<http://www.ntvmsnbc.com/news/432835.asp>>, 25 Ocak 2008. 84 Bugüne kadar pek çok ülkede kabul edilen Ermeni iddialarının son dönemde ABD’de de sıkça gündeme gelmesinin Türkiye’yi rahatsız ettiği ve Türkiye ABD ilişkilerine zarar verdiği görülmektedir. Tarihsel süreçte ABD’de Temsilciler Meclisi ve Senato’ya daha önce birçok kez “Ermeni soykırımı”nın tanınması için çeşitli tasarılar sunulmuş, bunun yanı sıra dönemin ABD başkanlarından, özellikle 24 Nisan mesajlarında, “soykırım” sözcüğünü kullanmaları talep edilmiştir. Özellikle 2007 yılında, Ermeni “soykırım” iddialarını içeren ve aralarında 30 Ocak 2007 tarihinde Temsilciler Meclisi’ne sunulan 106 numaralı tasarının da bulunduğu birçok karar tasarısı Senato ve Temsilciler Meclisi’ne sunulmuştur. ABD Temsilciler Meclisi'nin Dış İlişkiler Komitesi 11 Ekim'de 1915'te Osmanlı Ermenilerinin katledilmesinin soykırım olarak benimsemesini isteyen 106 sayılı tasarıyı 21 "hayır"a karşı 27 "evet" oyu ile kabul etmesi tasarının bağlayıcılığı olmasa bile ABD Türkiye ilişkilerinin gerilmesine neden olmuştur. Türkiye 106 numaralı tasarının sunulmasından beri, her fırsat ve düzeyde tasarıya karşı olduğunu dile getirmiş ve kamuoyunda bu sorun ciddi rahatsızlık oluşturmuştur.84 45 gerçekleştirilmiş olması çok mümkün görülmemektedir. Bu kapsamda Rusya’nın müdahaleye yönelik sert tepkisini yalnızca Saakaşvili’nin başarısız öngörüsü olarak değerlendirmek doğru bir yaklaşım olmayacaktır. Rusya ile ateşkesin sağlanmasından sonra Ocak 2009 itibari ile Gürcistan ile ABD arasında yeni bir stratejik işbirliği anlaşması imzalanmıştır.85 Dönemin ABD Dışişleri Bakanı Rice, “ABD, Gürcistan’ın toprak bütünlüğünü ve egemenliğini desteklemektedir ve desteklemeye devam edecektir” diyerek Abhazya ve G. Osetya’nın bağımsızlıklarının Rusya tarafından tanınmış olsa dahi tarafından destek görmeyeceğini belirtmiştir. Dolayısıyla ABD Rusya’nın Gürcistan’a müdahalesi Kafkasya’daki Rus etkinliğini artırmış gözükse de önümüzdeki dönemde ABD’nin dengeleri kendi lehinde değiştirme girişimlerinin önünün açık olduğu değerlendirebilir. Rusya’nın Karadeniz ve Kafkasya’ya yönelik etkinliğini artırmak temelli politikalarında kısa ve orta vadede geri adım atması uzak bir ihtimaldir. G.Osetya ve Abhazya krizlerinden sonra Ukrayna ile yaşanan enerji krizi bu öngörüyü güçlendiren unsurlardır. ABD, AB ve kurumlar bazında NATO’nun Karadeniz ve Kafkasya’ya yönelik genişleme politikaları Hazar bölgesi dahil tüm Kafkaslar ve Karadeniz’i önümüzdeki dönemde krize en açık bölgeler haline getirmektedir. Irak’ta yakın bir gelecekte iç savaşın çıkması durumunda, Türkiye’nin Kafkaslar bölgesinde de bir çatışma durumu ile karşılaşması, olası senaryolar içinde belki de en tehlikelisi olacaktır. Anılan durumda, çatışmaların yayılması ve Türkiye’yi çevrelemesi ihtimali gündeme gelmektedir. Gelişmelerin bu şekilde seyretmesi zaten nükleer programı nedeniyle, ABD ve İsrail’in hedefinde olan İran’ın da, bu çatışmalara dâhil edilmesine ve önceden hesaplanamayan gelişmelerin ortaya çıkmasına neden olabilecektir.86 Karadeniz-Kafkasya bölgesinde ortaya çıkan yeni şartlar ve giderek daha belirginleşen ABD-Rusya rekabeti nedeniyle, Türkiye’nin bölgedeki rolü daha da önem kazanmaktadır. ABD ve RF, politika ve stratejilerinin gereği olarak bölgede yeni üsler edinmek ve etkinliklerini arttırmak istemektedirler. 85 NTVMSNBC,(çevrimiçi) << http://www.ntvmsnbc.com/news/471786.asp>>, 11 Ocak 2009. 86 M. Gökırmak, “Düşük Yoğunluklu Demokrasi ve Kafkaslar’da Güvenlik”, G.GÜNGÖRMÜŞ KONA (Der.), Uluslararası Çatışma Alanları ve Türkiye’ninGüvenliği, IQ Kültür-Sanat Yayıncılık, İstanbul, Şubat 2005. 46 ABD’nin bölgede dengeleri kendi lehine değiştirmek için önümüzdeki dönemde yeni açılım ve politikalara yönelmesi ve bu kapsamda Türkiye’ye yeni roller biçilmesi beklenebilir. Bu durumda, Türkiye açısından, bölgedeki gerginliklerin sıcak çatışmaya dönüşmeden çözümlenmesi ve bölgenin durağanlaştırılması en uygun politika olacaktır. Bu çerçevede, bölgede “güç dengesinin” taraflardan herhangi birinin lehine bozulması ve çatışmaların yayılması Türkiye’nin aleyhine olan ve güvenliğine tehdit oluşturacak en önemli unsurdur. Anılan tüm gelişmeler Karadeniz’de en uzun kıyı şeridine sahip olan ve Güney Kafkasya’ya komşuluğu bulunan Türkiye’yi hassas bir sürecin içine itmiştir. Bölgede içsel ve dışsal dinamikleri etkileme ve yönlendirme gücü görece sınırlı olan Türkiye’nin önümüzdeki dönemde Kafkasya/Karadeniz bölgesinde ciddi sıkıntılarla karşı karşıya kalması uzak bir olasılık olarak değerlendirilmemelidir. Bu çerçevede Türkiye açısından yapılan değerlendirmede aşağıdaki hususlar ön plana çıkmaktadır; • Rusya’nın Gürcistan’a müdahalesi G.Osetya ve Abhazya’nın bağımsızlıkları ile sonuçlanmıştır. Anılan iki bölgenin bağımsızlık sürecinin önümüzdeki dönemde nasıl işleyeceği kuşkulu olmakla birlikte Rusya, Gürcistan’ın toprak bütünlüğünün “artık ölü bir konu” olduğunu açıkça belirtmiştir. Gürcistan’ın toprak bütünlüğünün korunması, Rusya’nın açıklamaları ile birlikte değerlendirildiğinde aşırı iyimser bir beklenti olarak değerlendirilmektedir. Kafkasya’da istikrarsızlıkların toprak bütünlüğü anlayışı ile çözülmesinin günümüz koşullarında uzak bir ihtimal olması Dağlık Karabağ gibi diğer sorunların çözümü için de önümüzdeki dönemde Türkiye’nin, ülkelerin toprak bütünlüğünü benimseyen politik yaklaşımına karşıtlık oluşturan gelişmelerin yaşanmasına neden olabilecektir. • ABD’nin Polonya’ya füze savunma sistemleri yerleştirmesini öngören anlaşma ABD-Rusya gerginliğinin devam edeceğinin önemli bir göstergesidir. Rusya’nın İran’a füze satışının gündeme gelmesi ile birlikte düşünüldüğünde önümüzdeki dönemde ABD’nin Karadeniz’de etkinliğini artırma yönündeki politikalarını uygulama adına her türlü gelişmeyi değerlendireceğini öngörmek olasıdır. Bu kapsamda Gürcistan’a insani yardım amacıyla savaş gemilerini Karadeniz’e 47 gönderen ABD’nin (her ne kadar bu konunun gündemde olmadığı belirtilse de) önümüzdeki dönemde Montrö’yü tartışma konusu yapacak başkaca girişimlerde bulunacağı değerlendirebilir. • Karadeniz/Kafkasya bölgesinin enerji aktarım hatları açısından önemi değerlendirildiğinde sürekli çatışma ve istikrarsızlık ortamı büyük kayıplara yol açabilecektir. Türkiye’nin enerji arzının ve aktarım hatlarının güvenliğini sağlayacak politikaları titizlikle hayata geçirmesi gerekmektedir. Bu kapsamda Bakü-Tiflis-Ceyhan ve Bakü-TiflisErzurum boru hatlarının emniyetle işlerliğinin yanı sıra, henüz proje aşamasında olan Hazar ve Orta Asya bağlantılı alternatif boru hatlarının gerçekleştirilmesi öncelikli konular olacaktır. Ancak enerji tedariki konusunda büyük oranda Rusya’ya bağımlı olan Türkiye’nin bölgeye yönelik dış politikasında Rusya ile ABD arasındaki güç dengesinin korunması konusunda hassasiyet göstermesi gerekmektedir. • ABD’nin yeni başkanı Obama’nın adaylık süresinde Ermeni lobisine verdiği taahhütler ve desteğe ne ölçüde sahip çıkacağı kuşkuludur. Sorun Türkiye-ABD ilişkilerinde önemli parametrelerden biri olmakla birlikte Kongre’de soykırıma ilişkin bir tasarının kabulünün ikili ilişkilerde yaratacağı gerilim ve yaşanacak olumsuz gelişmeler göz önüne alındığında Obama’nın yaklaşımını değiştirmesi beklenebilir. • ABD’nin Irak’tan 2011 yılına kadar çekilmesini öngören anlaşmanın Irak meclisinde kabulünden sonra Türkiye ile ilişkilerin daha kritik bir konumda olacağı değerlendirebilir. Bu nedenle özellikle kısa dönemde soykırım tasarısının Kongre’de kabulünden ziyade, konunun gündemde tutularak Türkiye-Ermenistan ilişkileri ve Irak ile ilgili konularda Türkiye’den yeni taleplerin masaya yatırılabileceği öngörülebilir. • Türkiye-Ermenistan ilişkilerinin “geliştirilmesi” sürecinde Türkiye’nin önüne konulan seçenekler başkaca politik çözüm önerilerinde tecrübe 48 edildiği gibi Türkiye’nin aleyhine olabilecektir.87 Böyle bir durumda Türkiye açısından taleplere “razı olma” beklentisi yaratılabileceğinden uzun vadeli bulundurulması çıkarların gerekliliği anılan süreçte mutlaka değerlendirilmektedir. göz Bu önünde kapsamda ilişkilerin normalleşme yönünde atılacak iyi niyet adımlarının eş zamanlı atılması gerekliliği değerlendirilmektedir. • Yaşanan finansal kriz ve petrol fiyatlarındaki düşüşün RF’nin ekonomisini olumsuz yönde etkilediği ve döviz rezervlerinin büyük oranda eridiği düşünüldüğünde Moskova’nın sertlik yanlısı politika ve uygulamalarını ne ölçüde sürdürebileceği ciddi bir soru işareti olarak ortaya çıkmaktadır. Bu nedenle RF’nin savunma harcamalarına (konvansiyonel birliklerinin modernizasyonu için) ayırabileceği pay zorunlu olarak azalacağı için politikalarında bir yumuşamanın gündeme gelmesi olasılık sınırları içinde değerlendirilmektedir. 87 Bahsedilen durumun bir örneği Kıbrıs sorununun çözümünde gündeme gelmiştir. Annan Planı çerçevesinde Türk tarafının planı kabul etmesi karşılığında izolasyonların 25 Nisan 2004’te kaldırılması gündeme gelmesine rağmen referandum sonucunda (Türk tarafından yüzde 65 oranında evet cevabı çıkmıştır) planı kabul etmeyen Güney Kıbrıs Rum kesimi AB’ye üye olurken izolasyonların kaldırılması için Türkiye’den liman ve hava sahalarının Güney Kıbrıs Rum kesiminin kullanıma açılması koşulu öne sürülmeye başlanmıştır. 49 BALKANLAR Herhangi bir politikanın gerçekleştirilmesinde; konjonktür, mevcut statükonun iç ve dış dinamikleri, aktör/aktörlerin hedefleri, anılan hedefleri gerçekleştirmeye yönelik imkan ve kabiliyetler temel etmenler olarak karşımıza çıkmaktadır. Bu çerçevede Obama yönetiminin Balkanlara ilişkin tutumunu etkileyebilecek üç faktörden söz edilebilir: a) Günümüz Balkan statükosunu oluşturan içsel ve bölgesel dinamikler b) Obama yönetiminin bölgeye ilişkin hedefleri ve Balkanlar perspektifi c) Amerikan devletinin Obama yönetimine sunabileceği imkanlar Çalışmanın bu bölümünde, anılan kontekst çerçevesinde genel bir tablo ortaya konmaya çalışılacaktır. Günümüz Balkan Statükosu ve Bölgesel Dinamikler: Günümüz Balkan statükosunu, içsel ve bölgesel dinamiklerini belirleyen etmenler: çok etniklilik, geleneksel irredentizm88, etnik çatışma pratik ve potansiyeli şeklinde karşımıza çıkmaktadır. Demografik ve antropolojik olarak Balkanların ırksal, kültürel, dinsel ve mezhepsel anlamda tam bir mozaik görünümünde olduğu söylenebilir. Bununla birlikte bölgedeki hemen her toplumun klasik irredentist yaklaşımlar ile kimi zaman bu farklılıklar üzerinden geliştirebilmesi, etnik tehditkar çatışmayı tutumlar adeta ve tarihsel maceracı politikalar bir gerçeğine bölge dönüştürmüştür. Ayrıca Balkan ulusları çeşitli devletler içerisinde farklı oranlarda ancak güçlü bir etnik aidiyet anlayışı ile yaşamaktadır. Bu nedenle Balkanlarda bölgesel etkileşimin çok yoğun ve karmaşık olduğu öne sürülebilir. Anılan etkileşim coğrafi ve demografik etmenler ile temel güvenlik paradigmalarını da belirleyen bir kimliğe sahiptir. Örneğin Arnavutluk’ta etnomilliyetçilik hareketlerinin yükselmesi Balkan coğrafyasında Arnavut toplumun bulunduğu her devlete etnik ayrılıkçılık temelinde yansıyabilmektedir. Psikopolitik algının bölgesel dinamikleri belirleyen bir diğer başat etmen olduğu söylenebilir. Hemen her Balkan toplumu kendi kimliğini bir diğerini ötekileştirerek kazanmaktadır. Örneğin aynı Güney Slav gen havuzuna 88 İrredantizm; dil, din, soy ve kültür birlikteliği olduğu halde herhangi bir devletin sınırları dışında yer alan halk ile söz konusu devletin birleşmesi fikridir. 50 mensup Katolik Hırvatların ve Müslüman Boşnakların “ötekileştirilmesi”, Ortodoks Sırp kimliğinin temel karakteristiğini belirleyebilmektedir. Anılan durumun, Balkanlarda Milosevic ya da Karacic gibi irrasyonel kararlar almaya yatkın ırkçı figürlerin iktidara gelmesi halinde geniş çaplı etnik temizlik hareketlerine yol açtığı değerlendirilmektedir. Balkan statükosunu oluşturan içsel dinamikler bunlar iken; etkin dışsal dinamikler de gözden kaçırılmamalıdır. Bu kapsamda öncelikle bahsedilebilecek unsurlar Ortodoksluk ve Panslavizm olarak karşımıza çıkmaktadır. Özellikle Sırpların Ortodoks inançları Slav etnik unsurları ile sentezleyerek ortaya koyduğu kimlik algısı, anılan toplumu Moskova’nın bölgedeki çıkarları ile uyumlu hareket etmeye yatkın hale getirmektedir. Ayrıca Rus stratejik düşüncesinin bölgeyi bir “yaşam alanı (lebensraum)” olarak nitelediği değerlendirilmektedir. Dolayısıyla bölgeyi etkileyen başlıca dışsal dinamiklerden birisi olarak, Slav-Ortodoks ekseninde, Moskova’dan bahsedilebilir. Bu durum kendini belirgin olarak Kosova’nın bağımsızlık ilanında göstermiş, Rusya Federasyonu Sırpların pozisyonunu zayıflatan bu gelişmeye şiddetle karşı çıkmıştır. Balkanlar için bir diğer dışsal dinamik olarak Avrupa’dan ve Avrupa’nın güvenlik algılamalarından bahsedilebilir. Balkanlar’da yaşanabilecek etnik çatışmaların, terörist faaliyetlerin; insan, silah ve uyuşturucu kaçakçılığı temelinde oluşan organize suç örgütlerinin başlıca Avrupalı devletler tarafından çok önemli tehdit kaynakları olarak algılandığını söylemek yanlış olmayacaktır. Bölge statükosunu belirleyen son etmen olarak, Osmanlı-Türk tarihsel uzantıları ve Müslüman kimlik sayılabilir. Avrupa’nın ve Rusya’nın bölgeye dair en önemli ortak perspektifi, Müslüman kimliğin tasfiyesi olmuştur. Bu durumun Bosna ve Kosova örneklerinde belirginleştiğini öne sürmek olasıdır. Her iki güç odağının da bölgenin Osmanlı-Türk geçmişinin “hiç yaşanmamış” olmasını istediği düşünülmektedir. Balkanlarda Suudi Arabistan destekli Vahabilik89 mezhebinin faaliyetleri, Batı Avrupa ile Müslüman kimliğin tasfiyesi bağlamında karşıtlık, Osmanlı-Türk geçmişinin silinmesi bağlamında 89 Vahabilik; XVIII.Yüzyıl'da Arabistan'da ortaya çıkan dinsel ve siyasal akımdır. Kurucusu Muhammet Bin Abdülvehab'dır. Hambeli mezhebinin görüşlerini temel alır ama, dinsel öğeleri aşırı tutucu biçimde yorumlar ve kurallara zorla uyulmasını savunur. Başka mezheplere karşı tavrı çok serttir. Osmanlı İmparatorluğuna karşı da sık sık ayaklanmalar çıkarmışlardır. 51 özdeşlik göstermektedir. Gerek Bosna Hersek Savaşına, gerekse Kosova’ya gönderilen ''Suudi yardım ekipleri'' Vahabilik propagandası yaparak Balkanlarda Osmanlı'dan miras kalan kültür eserlerini sistematik bir şekilde yok etmişlerdir. Vahabi mezhebine bağlı örgütler, 1990'lı yıllarda Orta Asya, Kafkaslar ve Balkanlara girmiş ve zor durumdaki Müslüman halk kitlelerini yanlarına çekmişlerdir. Balkanlar ve Kafkasya'daki Türkler ''Hıristiyan misyonerliği'' ile ilgili çalışmalardan çok, Suudi Arabistan kaynaklı ''Vahabileştirme'' tehlikesiyle karşı karşıyadır. Bu durumun iki temel sonucu olduğu değerlendirilebilir. Bunlardan ilki etnik temizlik hareketlerininin Kosova ve Bosna’ya yoğunlaşması şeklinde karşımıza çıkarken, diğeri de Türkiye’nin kendisini bölge denkleminin “içinde bulmasıdır”. ABD’nin Bölgeye Yönelik Politikalarının Değerlendirilmesi: Günümüzde zengin enerji kaynaklarına sahip Hazar Havzası; kaynaklarını Avrupa Kıtası’na aktarmak için bir geçiş yoluna ihtiyaç duymaktadır. Batıda müttefiklerinin yer aldığı, doğuda nükleer silahlarıyla Rusya’nın bulunduğu bir bölge olan Balkanlardaki Amerikan etkinliği; ABD siyasi eliti için son derece önemlidir. Balkanlardaki olası bir çatışma anılan üç aktör için (AB, ABD, RF) ciddi güvenlik sorunları yaratabilir90. NATO’nun Balkanlara doğru genişlemesi ile ABD, Açık Kapı uygulaması doğrultusunda Üyelik Eylem Planı (MAP) ve Barış için Ortaklık (PfP) araçlarını kullanarak, NATO’nun Karadeniz’e kadar genişlemesi ve böylece Rusya ve İran’ın çevrelenmesi konusunda büyük bir aşama kaydetmiştir. Hırvatistan ve Arnavutluk’un NATO’ya davet edilmesi Soğuk Savaş sonrasında ABD’nin Balkanlardaki çıkarları açısından önemli bir gelişme olarak değerlendirilebilir. Varşova Paktı’nın 1991’de dağılmasıyla, Balkanlarda azınlık sorunları ve bölge ülkelerinin demokratikleşmesi konularında önemli rol oynayan Avrupa Güvenlik ve İşbirliği Teşkilatı (AGİT) ABD’nin de dahil olmasıyla 1994 yılında oluşturulmuş böylelikle ABD bölgede varlığını pekiştirerek kalıcılaştırmak için gerekli ön aşamaları kaydetmiş ve kendisine Balkanlar ile Avrupa arasında dengeleyici bir rol biçmiştir. Bush yönetiminin iktidara gelmesi ve özellikle 11 Eylül ile birlikte, ABD 1990'larda 90 Dr. Olsi Jazexhi, Halil İbrahimi, “ABD'nin Balkanlar Politikası”, (çevrimiçi) http://balkanpazar.org/balkanpolitikalan.esp 52 Clinton döneminde başlayan stratejik yapılanmanın Avrupa ayağını büyük ölçüde tamamlayarak ağırlığını Ortadoğu, Kafkasya ve Orta Asya gibi bölgelere vermeye başlamıştır. 2000'lerden itibaren Bush yönetimi, Afganistan ve Irak'ta askere ihtiyaç duyduğundan Balkanlardan asker çekmeye başlamış günümüzde bölgedeki ABD askerinin sayısı 5.000'nin biraz üzerinde bırakılmıştır. 91 Washington, İran’dan gelecek olası hava saldırılarına karşı füzeleri havada imha etmek için Baltıklara, Çek Cumhuriyeti’ne ve Polonya’ya birer füze savunma sistemi kurmak istemiştir. Kosova’nın 2008 yılında bağımsızlığını ilan etmesinin ardından Rusya’dan tepki alan ABD’nin füze savunma sistemleri kurma projesi Rusya’nın tehdit algılamalarını yoğunlaştırmış ve iki ülke arasındaki ilişkileri germiştir. Anılan füze sistemi ABD sınırları içinde kalsa idi, duruma bu denli fazla tepki göstereceğine ihtimal verilmeyen Rusya ve Avrupa ülkeleri, söz konusu “savunma” sisteminin Avrupa’ya kurulacağı anlaşıldıktan sonra tepkilerini dile getirmeye başlamıştır. Ancak bu tepkilerin başta Almanya olmak üzere Avrupa ülkelerinde zayıflamaya başladığı not edilmelidir. Zira, bu sistemlerin NATO’ya yeni üye olan ülkelere yerleştirilmek istenmesi, söz konusu ülkelerin NATO’ya anılan sebepten mi üye yapıldıkları sorusunu akıllara getirmektedir. Nisan 2008 Bükreş Zirvesinde, ABD tarafından önerilen füzesavar projesi; NATO ülkeleri92 tarafından onaylanmıştır.93 Çek kamuoyu bu teklifi tepkiyle karşılamış, bunun üzerine Ağustos 2008’te Polonya ile ön anlaşma sağlanmıştır. Rusya tüm bu gelişmeleri tehdit olarak algılamakla beraber, kendisinin de bir karşı önlem olarak Polonya sınırına füze yerleştirebileceğini açıklamıştır. Aynı zirvede Hırvatistan ve Arnavutluk’un NATO adaylığına 91 Doç. Dr. İlhan UZEL, “ABD Hegemonyası <<http://www.inadina.com/inadeski/sayi146/yazi2.htm>> 92 Oluşturulurken Balkanlar“, (çevrimiçi) NATO ülkeleri: Almanya, Belçika, Birleşik Krallık, Bulgaristan, Çek Cumhuriyeti, Danimarka, Estonya, Fransa, Hollanda, İspanya, İtalya, İzlanda, Kanada, Letonya, Litvanya, Lüksemburg, Macaristan, Norveç, Polonya, Portekiz, Romanya, Slovakya, Slovenya, Türkiye, Yunanistan 2009’da Katılacak ülkeler:Arnavutluk, Hırvatistan Aday ülkeler: Makedonya, Gürcistan,Ukrayna 93 Doç. Dr. Celalettin Yavuz, “Doğu Avrupa’da “Füze Kalkanı” ve Rusya’nın Geri Adım Atışı”, TÜRKSAM, 08 Nisan 2008. 53 davet edilmesi genişleme sürecinin devamı olarak yorumlanmış ve füzesavar sistemleri konusunda Rusya ile herhangi bir mutabakata varılamamıştır. Rusya devlet başkanı Dimitriy Medvedev, Rusya’nın güvenlik algılamaları bağlamında hassas olduğu, ABD’nin Polonya ve Çek Cumhuriyeti’nde kurmak istediği füzesavar sistemlerine karşı Polonya sınırına oldukça yakın olan Kaliningrad’da Iskender füzesavar sistemi kurarak bir tür ‘denge’ oluşturacaklarını açıklamıştır. Ayrıca Medvedev, Barack Obama’nın Orta Avrupa’ya füze sistemi yerleştirilmesinden vazgeçmesi halinde, Rusya’nın da Polonya sınırına füze konuşlandırma projesinden geri adım atabileceğini bildirmiştir.94 Demokratların Cumhuriyetçilerle kıyaslandıklarında füzesavar sistemi kurulması fikrine hem teknolojik olarak yeterliğinin kanıtlanmamış hem de finansal ekonomik krizin yaşandığı şu günlerde maliyetinin yüksek olması sebebiyle sıcak bakmayabileceği dikkate alındığında Obama yönetimi döneminde Polonya ve Çek Cumhuriyeti’ne kurulması öngörülen füzesavar sitemleri ile ilgili yeni gelişmeler yaşanması beklenebilir. 95 ABD, eski doğu bloğu ülkelerinin AB’ye üye olmasını stratejik konularda işbirliği yapmaları koşuluyla desteklemiştir. NATO’nun “doğuya doğru genişleme politikasının” salt Rusya faktörü ile açıklanması yeterli olmayacaktır. Kanımızca ABD, eski doğu bloğu ülkeleri de dahil olmak üzere anılan genişleme ile bir yandan Rusya’nın etki alanını çevrelerken, diğer taraftan da Fransa ve Almanya gibi AB’nin başat güçlerinin politik hareket serbestisini siyasi coğrafya düzenlemesi ile kısıtlamaktadır. Bu bölgeyi kontrol ederken, “Avrupa’nın” bağımsız bir jeopolitik ve jeostratejik perspektif geliştirmesini de sınırlandırmakta ve engelleyebilmektedir. Balkanlara Yönelik Olası Obama Yönetimi Perspektifi: Barack Obama`nın, klasik Amerikan güvenlik perspektifi ile Balkanlar’da yeni çatışmaların patlak vermesini önlemeyi hedefleyeceği düşünülmektedir. Obama yönetimindeki ABD’nin Balkanlarda geçmişte yaşanmış bazı siyasi sorunlarla tekrar karşı karşıya kalacağı olasıdır. Bunlardan ilki Yunanistan ile 94 Le Figaro, Medvedev Röportaj,14 Kasım 2008. 95 Habibe Kader, “ABD Başkanlık Seçimleri ve Moskova-Washington Hattı”, USAK, 11 Kasım 2008. 54 Makedonya Makedonya’yı arasındaki isim “Makedonya sorunu96dur. Cumhuriyeti” 97 Bush adıyla yönetimi ABD’nin tanımasının hemen ardından, Yunanistan hükümeti, Makedonya’nın NATO’ya veya AB’ye üye olma girişimlerini veto edeceğini açıklamış, Makedonya 3 Nisan 2008`deki Bükreş zirvesinde, Yunanistan vetosu yüzünden NATO`ya alınmamıştır. 98 Bush, Bükreş Zirvesi’nin hemen ardından gittiği Zagreb’de Arnavutluk ve Makedonya devlet ve hükümet başkanlarının da aralarında bulunduğu topluluğa hitaben yaptığı konuşmasında, Makedonya’nın en kısa zamanda NATO’ya üye olmasını umduğunu ayrıca Bosna-Hersek, Karadağ ve Sırbistan’ın NATO’ya üyeliklerine destek verdiğini ifade etmiştir. 99 13 Eylül 1995 tarihinde New York’ta Yunanistan ile Makedonya arasında 23 Maddelik “Geçici Anlaşma (Interim Accord)” imzalanmıştır. Bu anlaşma ile geçici bir çözüm sağlanmış ve Yunanistan bağımsızlığını kazanmış Makedonya’yı “Eski Yugoslavya Cumhuriyeti Makedonya” adıyla tanımıştır. Başkanlık seçimlerinde ABD`deki Rum lobisinin desteğini alan Obama`nın önümüzdeki dönemde Makedonya’ya yönelik nasıl bir siyaset izleyeceği soruları, Makedonya halkı arasında tedirginlik yaratmaktadır..100 Önümüzdeki günlerde Üsküp’ün “Makedonya Cumhuriyeti” olan anayasal isminin 120 civarında ülke tarafından tanınması101 kozunu kullanarak geri adım atmayacağı ve Obama yönetiminin iki ülke (Yunanistan, Makedonya) arasındaki isim sorunu ile tekrar karşı karşıya kalacağı öngörülebilir. Barack Obama Kosova'nın bağımsızlığını desteklediğini seçim konuşmalarında belirtmiştir. Ulusal Arnavut-Amerikan Konseyi'ne yazdığı mektupta, "Kosova'nın bağımsızlığını ve tam egemenlik yolunda ilerleme arzusunu destekliyorum. ABD'nin Kosova'da bütün halkın çıkarlarını 96 Makedonya Cumhuriyeti kısaca Makedonya. Güneydoğu Avrupa'daki Balkan Yarımadası'nda ülkedir. Kuzeyde Sırbistan, batıda Arnavutluk, güneyde Yunanistan, doğuda Bulgaristan ile komşudur. Birleşmiş Milletler tarafından 1993 yılında tanınan ülke, Yunanistan'ın baskıları sonucu Birleşmiş Milletler tarafından Eski Yugoslav Makedonya Cumhuriyeti (EYMC) adıyla tanınmaktadır. 98 “Makedonya'nın NATO'ya Üyelik Süreci ve Yunanistan'ın İsim Vetosu”, TASAM, 22/12/2008. 99 Melek Kırmacı, “Transatlantik İlişkilerde Balkanlar: ABD-Avrupa İşbirliği Derinleşiyor ”, AVRUPA ARAŞTIRMALARI MASASI, TUSAM, (çevrimiçi) <<http://www.tusam.net/makaleler.asp?id=1264&sayfa=9>> 100 “Obama’nın dış politika-güvenlik ekibi ”, Radikal, 2 Aralık 2008. 101 “Yunanistan-Makedonya arasındaki 17 yıllık sorun”, EU-Turkey News Network, 2 Mart 2008. 55 koruyacak yasaların uygulanmasıyla garanti altına alınacak güçlü bir demokrasi kurulmasına yardım etmesi gerektiğine inanıyorum" demiştir102.. Sırbistan kendi idaresinden ayrılmış Kosova'nın tek taraflı bağımsızlığını tanımamakta ve Kosova’yı özerk bir bölge olarak tanımlamaktadır. Sırbistan’ın Kosova dolayısıyla Batı ile ilişkilerinde zor günler geçirdiğini değerlendirmek mümkündür. Öte yandan Batı dünyası (AB, ABD) Rusya’nın Balkanlar’da güç kazanmasını engellemek amacıyla Sırbistan’a özel bir önem atfetmektedir. Kosova’nın bağımsızlığı sonucu ABD ile ilişkilerde kriz dönemine giren Sırbistan’ın AB’ye bağlı kılınması Avrupa’nın çıkarları açısından günümüzde daha da önemli bir hal almıştır. Böylesi bir ortamda Batı Balkanlar’da AB ile üyelik müzakerelerine başlamış tek ülke Hırvatistan’ın jeopolitik önemi ortaya çıkmaktadır. BM Güvenlik Konseyi geçici üyesi olan ve 2009 yılında AB üyeliğine kesin gözle bakılan Hırvatistan’ın Almanya ile “özel” bir müttefiklik ilişkisi olduğu bilinmektedir. Bu durum konuyu Hırvatistan–ABD ekseni yerine; perde arkasında Merkel– Obama diyaloğuna indirgeyebilir. Sırbistan’ın ABD çıkarlarına uygun düşecek şekilde AB ile bütünleşmesi bunun için de Sırbistan’da reform sürecinin Tadic gibi Batı yanlısı lider kadrolarca hızlandırılmasının desteklenmesi Washington’un öncelikli hedefi olarak yorumlanabilir. Bu bağlamda Obama seçim kampanyasında Kosova’nın Sırp nüfusunun haklarının ve dini özgürlüklerinin korunacağını garanti ederken, Sırbistan’ın ise geleceğini istikrarlı bir şekilde Avrupa ile entegrasyonda araması gerektiğini belirtmiştir. 103 Buna karşın Rusya’nın; daha önce söz edilen Slav–Ortodoks temelinde karşı argümanlar geliştirmesi olasıdır. Bosna savaşını sona erdiren Dayton Barış Anlaşması (1995) ile Bosna Hersek; Sırp Cumhuriyeti ve Bosna-Hırvat Federasyonu olarak ikiye bölünmüştür. Bu bağlamda bir “üçlü cumhurbaşkanları konseyi” kurulup, Hırvat, Sırp, ve Boşnaklar “bir arada yaşıyor” izlenimi verilmiştir. Bosna’da oluşturulan “ortak yapıya” rağmen, Sırplar diğer iki etnik grup olan Hırvat ve 102 Koha Ditore, New Kosova Report, Netpress, Politika, 23/09/08 103 B.Obama kişisel web sitesi (çevrimiçi) <<http://www.barackobama.com/pdf/Fact_Sheet_Europe_FINAL.pdf 56 Boşnaklardan tamamen ayrı yaşamakta ve Sırplar ile Hırvat-Boşnaklar arasındaki gerginlik devam etmektedir. Bu bağlamda önümüzdeki günlerde Bosna’nın gerginleşebileceği düşünülmektedir.104 Anılan durumda Washington yönetiminin “Obama çizgisinde bir özgürlük anlayışı” ile “Obama çizgisinde barışçıl bir dış politikayı” Balkanlarda ne derecede örtüşük zeminde yürütebileceği hususunda ciddi kuşkuların bulunduğu söylenebilinir. Balkanlarda Obama Paradoksu mu? Amerikan siyasi geleneğinin Demokrat ekolünde, Cumhuriyetçilere göre etnik grupların siyasi talepleri, insan hakları, liberal değerler gibi hususlara daha çok önem verildiği ve anılan noktalar üzerinde küresel bir perspektifle hassasiyet ile durulduğu söylenebilir. Politik bir figür olarak Obama Demokrat geleneğin sınırlarını zorlayacak şekilde anılan konularda belki de “Amerikan tarihinin en özgürlükçü modelini” oluşturmaktadır. Dolayısıyla Balkanlar gibi çok etnikli, çok dilli ve çok dinli bir coğrafyaya bu değerler sistemi üzerinden yaklaşması beklenebilir. Bununla birlikte Obama yönetiminin dış politika alanında; Balkanlar da dahil olmak üzere çatışmacı tutumlardan uzak, istikrarı ve barışı hedefleyen, yumuşak güç unsurlarına önem veren, çok yönlü diplomasi ile öne çıkan bir tutum sergileyeceği söylenebilir. Eğer Obama yönetimi Balkanlarda liberal değerlere vurgu yaparak etnik temelde siyasi hak taleplerini açıkça veya örtülü olarak destekler bir tutum alır; merkezi unsurları zayıflatır ise bu tutum, Balkanlar özelinde sui generis105 koşullar nedeniyle toplumlar arası çatışmalara neden olabilir. Bu olasılık ise klasik demokrat dış politika paradigmalarını olumsuz yönde etkileyebilir. Öte yandan Obama yönetiminin etnik temelde taleplere soğuk bakması, söylemsel ve ideolojik tutarlılığı zayıflatabilecek “Obama niteliktedir. Balkanların yakın gelecekte bir Paradoksu “ yaşayıp yaşamayacağı uzmanların analiz edecekleri en önemli konulardan biri gibi görünmektedir. 104 105 Zeynep Gürcanlı, “Babacan’ın Balkan çıkarmasının sırrı”, Hürriyet Gazetesi,19 Ocak 2009. Sui generis; Türkçede tam olarak, kendine özgü, nevi şahsına münhasır sıfatlarıyla karşılanabilir.Kendine özgü özellikleri olan ve başka bir örneği olmayan nesne ya da olayları anlatmak için kullanılır. 57 Sonuç ve Değerlendirmeler Obama liderliğindeki ABD yönetiminin; Hazar ve Orta Asya enerji kaynakları üzerinde Rusya’yı devre dışı bırakarak etkin olma isteğinin devam etmesi olasıdır. Yeni Amerikan yönetiminin enerji güvenliğine öncelik vermesi beklenmektedir.106 Türkiye enerji kaynaklarının yoğun olarak bulunduğu Hazar en Havzasına Obama’nın kişisel ekonomik internet transfer sitesinde onarılması” vurgusu yapılmıştır. 107 noktasında “Türkiye ile bulunmaktadır. stratejik ortaklığın Türkiye'nin Obama idaresi nezdinde "bölgesel bir güç olma" özelliğinin devam etmesi olasıdır. Bunun için de her düzeyde ve zeminde azami diyalog gerekmekte olduğu değerlendirilmektedir. Tarihsel, kültürel paydaşlıklar ve Balkanlarda yaşamakta olan Türk varlığı nedenleri ile anılan coğrafya ile kaçınılması olanaksız yoğun ilişkilere sahip olan Türkiye; Balkanlar özelinde sui generis koşullar nedeniyle olası toplumlar arası çatışmalarda kendisini bölge denkleminin içinde bulabilir. Türkiye önümüzdeki dönemde Amerika’nın değişmeyen çıkarlarını gerçekleştirmek ve korumak için uygulayacağı yeni politikalarını doğru yorumlamalıdır. Obama yönetiminin, Clinton dönemi konjonktüründe örnekleri görülen demokrat stratejik algısındaki Doğu Avrupa-Balkan odağını büyük ölçüde ekonomik kriz, Çin ve Rusya’nın frenlenmesi, Irak-Afganistan-Pakistan-İran ve Kuzey Kore sorunlarına kaydıracağı öngörülebilir. Değişen konjonktür nedeniyle Clinton ve Obama dönemi dış politika yaklaşımları bakımından bir paradigma kaymasından söz edilebilir. Büyük resme bakıldığında, Obama’nın Balkanlarda çok taraflı diplomasiyi, BM ve NATO gibi uluslararası kurumlarla çalışmayı ve güçlendirmeyi, Avrupa'yla bağları pekiştirmeyi önceleyen olası bir yol haritası izleyecek olması, Türkiye'nin lehinedir. Bu gerçekler ışığında Türkiye Obama yönetimine karşı; bölge ve dünya barışı ve güvenliğine katkı yapan, kendi güvenliğini ve meşru çıkarlarını korumaya kararlı bir ülke olduğunun anlaşılmasını sağlamalıdır. 106 “ABD Dış Politikasında Yeni Oyuncular ve Türkiye”, USAK Stratejik Gündem 107 B.Obama kişisel web sitesi (çevrimiçi)<<http://www.barackobama.com/pdf/Fact_Sheet_Europe_FINAL.pdf>> 58 Batı Balkanlarda yer alan ülkeler için Batı ile bütünleşme hedefinin “NATO ya da AB üyeliği” değil “hem NATO hem AB” üyeliği olarak algılandığı söylenebilir. Bölgesel işbirliğinin AB bünyesindeki “İstikrar ve Ortaklık Süreci ve İstikrar Paktı” ile NATO bünyesinde ise “Barış için Ortaklık” (BİO) araçları ile sağlanması öngörülmüştür. Böylelikle AB ve NATO için bölgede istikrar ve güvenliği sağlayıcı bir rol biçilmekle bölge ülkelerinin yumuşak geçişle Batı’ya yakınlaştırılması hedeflenmiştir. Her iki hedef Batı Balkanlar için dış politikada bir bütün olarak yorumlandığından ABD-Avrupa ayrılığı yerine ABD-Avrupa işbirliği bölge için zorunluluk haline gelmektedir. Obama yönetimindeki ABD’nin de Batı Balkan ülkelerinin AB/NATO üyeliğini bölgede istikrarın sağlanması yolunda vazgeçilmez bir hedef olarak değerlendireceği söylenebilir. 59 KIBRIS VE AVRUPA BİRLİĞİ ABD’nin Varolan Politikaları ve Olası Obama Yönetimi Perspektifi Kıbrıs’ın Doğu Akdeniz’de istikrarın sağlanmasındaki kilit öneminin ABD’nin uluslararası terörizmle mücadele ve kitle imha silahlarının yayılmasının önlenmesi amaçları doğrultusunda daha da arttığı söylenebilir. Kıbrıs stratejik öneminden dolayı terörizmle savaşta ve Ortadoğu ülkelerinin demokratikleşmesi ve liberalleşmesinde köprübaşı kimliği ile hayati bir rol oynayabilir. Batı’nın Doğu Akdeniz’deki yeni plan ve stratejileri, Doğu Akdeniz şeridinin odak noktasını oluşturan Kıbrıs’ın jeostratejik kaplama alanını genişletmiş ve ona yeni bir güvenlik boyutu eklemiştir. Ada, Doğu Akdeniz’in gözetlenmesi, askeri yığınaklanma ve güç nakli için son derece elverişli bir konumdadır.108 ABD’nin Kıbrıs sorununa yaklaşımını bu bağlamda değerlendirmenin daha rasyonel olacağı söylenebilir. Kimi analistlere göre, Kıbrıs sorununun çözümsüzlüğü ABD için belli bir oyun alanı da yaratmaktadır.109 Bu bağlamda adanın birleşmesi ve AB’ye katılımı ABD için potansiyel sorunlar yaratabilir.110 Temel olarak, ABD yönetiminin Kıbrıs meselesine yaklaşımı; mevcut statükonun devam etmemesi, ortak görüş ve işbirliği ile çözüme ulaştırılması olarak dile getirilmektedir. Ancak, ABD Kıbrıs sorununun çözümünde taraflara karşı farklı politikalar/yaklaşımlar uygulamaktadır111. BM’nin Annan Planı çerçevesinde ABD Kıbrıs’ın bütün olarak AB’ye dahil olmasından yana tavrını ortaya koymuş ve Planı desteklemiştir. Ancak, Annan Planı’nın referandumda reddedilmesi sonrasında Kıbrıs Rum Kesimi’nin 1 Mayıs 2004’te tek başına AB üyesi olması sürecinde ABD, Kıbrıs Rum Kesimi’nin Kıbrıs Cumhuriyeti adı altında AB’ye üyeliğini de desteklemiştir. Annan Planı’nın Kıbrıslı Rumlar tarafından reddedilmesine rağmen Kıbrıs Cumhuriyeti’nin AB’ye katılması Türkiye tarafında büyük bir hayal kırıklığına neden olmuştur. AB içindeki belli 108 Dr. Nejat Tarakçı, Gazze’nin Gizemi. 109 Bahadır Koç, “Yeni ABD Başkanı Barack Obama ve Türk-Amerikan ilişkileri”, ASAM. 110 Koç, a.g.e. 111 B.Obama kişisel web sitesi, (çevrimiçi)<< http://www.barackobama.com/issue/>> 60 başlı güçlerin Türkiye’nin AB üyeliğini iç politika unsuru yapması ve baltalamaya çalışması ise AB üyelik sürecinin yavaşlamasını destekleyen bir unsur olarak belirmektedir. Washington’un süregelen Kıbrıs politikalarını incelediğimizde ABD’nin Türk-Yunan ilişkilerindeki gelişmeleri Doğu Akdeniz güvenliğinin bir parçası olarak nitelendirdiğini söylemek mümkündür. Dolayısıyla, Kıbrıs’a ilişkin bir çözüm, ABD için ikinci önceliktedir. ABD, Türkiye-Yunanistan arasında meydana gelebilecek bir çatışmayı sadece NATO müttefikleri olmaları açısından değil, aynı zamanda ABD için hayati önem taşıyan bölgelerin güvenlik ortamını doğrudan etkilemesi ve kendi çıkarları açısından önlenmesi gereken bir durum olarak da görmektedir.112 Barack Obama seçim kampanyasındaki konuşmalarında, Türkiye’yi Kıbrıs’ta işgalci güç olarak nitelendirmiş ve böylelikle seçimlerde Rum lobilerinin desteğini almıştır. Bu durum, hem Kıbrıs Rum Yönetimi’nin, hem Yunanistan’ın, hem de AB’nin yaptırımlar ve tavizler kapsamında Türkiye’ye karşı elini güçlendirmektedir.113 Diğer taraftan Obama, Kıbrıs sorununun çözümünde, ABD’nin liderliğini sürdüreceğini ve çözüm konusundaki yaklaşımının iki-bölgeli ve iki toplumlu federasyon olacağını belirtmiş; Kıbrıs’ta çözümlenmeyi bekleyen mülkiyet, toprak, güvenlik ve sığınmacılar ile ilgili anlaşmazlıkların adil ve tarafların tümünü kapsayan uzlaşma ile çözümlenmesinin gerektiğini vurgulamıştır.114 Öte yandan Obama Kıbrıs sorununun çözümünün bölgeye getireceği barış, istikrar ve refahın yanı sıra, Türk-Yunan ilişkilerinin güçlenmesi, Türk demokrasisinin gelişimi, askeri çatışma riskinin azaltması, Doğu Akdeniz ile Ege Denizi bölgelerinde istikrarın artması ve Türkiye’nin AB üyeliğindeki temel engellerden birinin ortadan kaldırılması sürecini hızlandıracağını da belirtmiş115 ve Türkiye’nin AB üyeliğini destekleyeceğini dile getirmiştir. 112 Armağan Kuloğlu, Cumhuriyet strateji, 17 Kasım 2008. 113 Kuloğlu, a.g.e 114 B.Obama kişisel web sitesi (çevrimiçi)<< http://www.barackobama.com/issue/>> 115 B.Obama kişisel web sitesi (çevrimiçi)<< http://www.barackobama.com/issue/>> 61 Sonuç ve Değerlendirmeler ABD’nin Türk-Yunan ilişkilerindeki gelişmeleri Doğu Akdeniz güvenliğinin bir parçası olarak nitelendirdiğini söylemek mümkündür. Obama döneminde “Uluslararası Terörle Mücadele’nin” Bush yönetimindeki öncelikli konumu değişmiş gibi görünse de, uluslararası sorunların önemini koruyacağı öngörülebilir. Bu bağlamda Kıbrıs; yeni yönetim için de jeostratejik açıdan önemini koruyacaktır. AB’ye nazaran ABD’nin Türkiye’ye biraz daha yakın olduğu ifade edilmekle birlikte bu yakınlık ABD’nin Rumlar ile AB karşısında Türkiye’nin yanında olduğu anlamına gelmemektedir. Obama idaresindeki ABD’nin de taraflara stratejik ilişkilerini bozmayacak bir mesafede bulunacağını söylemek mümkündür.116. Demokrat/Cumhuriyetçi ayrışması Obama’nın değişim söyleminde ağırlık kazanan uzlaşmacı ve sorunların çözümünde diplomatik yöntem odaklı yaklaşımında somut bir şekilde görülebilmektedir. Bu bağlamda Obama’nın telkinlerinin Cumhuriyetçilere göre Avrupalılar üzerinde daha etkili olacağı düşünülebilir. Obama yönetimi, Avrupa Birliği ile yeniden dengeli bir ilişki kurduğu taktirde Türkiye’nin üyelik sürecini de olumlu etkileyebilir. Esas itibariyle Obama yönetiminin Kıbrıs konusunda çok dramatik bir politika değişikliğine gideceğini düşünmek için görünür bir neden yoktur. İkili görüşmelerin başarısızlıkla sonuçlanması, ya da bir anlaşma olsa bile anlaşmanın referandumda adadaki Rumlar ya da Türkler tarafından reddedilmesi halinde, KKTC’ye yönelik izolasyonların kalkması olasıdır. Ancak AB’nin Kıbrıs sorununun çözümü konusunda katı tutumunun sürdüğünün not edilmesi gerekmektedir. Ankara Protokolünde yer alan “Hava limanları ve limanların Kıbrıs Cumhuriyeti bandıralı gemi ve uçaklara açılmasına ilişkin Türkiye’nin imzası ile taahhüt ettiği yükümlülüğünün 2009 yılı sonuna kadar yerine getirilmesi gerektiği konusunda AB’de güçlü bir konsensüs ve kararlılık bulunmaktadır. Bu konunun 2009 yılı içinde TürkiyeAB ilişkilerinde bir kırılmaya neden olmasa bile ciddi gerginliklere neden olacağı değerlendirilmektedir. Anılan müzakere sürecinde Ankara ve 116 Ertan Efegil, “Bush Yönetimi ile AK Parti’nin Kıbrıs Politikalarının Karşılaştırılmalı Analizi”, Avrasya Dosyası, cilt 1, sayı 2. 62 Lefkoşa’ya “biraz daha ödün” vermesi için telkinler gelmesi, Obama yönetiminden de beklenebilir. Barack Obama’nın Kıbrıs’ta uygulaması beklenen çok taraflı, diplomasi ağırlıklı ve uzlaşmacı dış politika açılımı paralelinde Türkiye’nin bölge dinamiklerini en iyi şekilde değerlendirerek kısa ve orta vadeli stratejilerini belirlemesi gerekmektedir. Bu bağlamda Kıbrıs’ta son yıllarda ortaya çıkan petrol potansiyelini de dikkate alarak, AB ağırlıklı bir çözüm stratejisi yerine, iki bölgeli ve iki toplumlu bir çözüme yönelmesinin daha rasyonel olacağı değerlendirilmektedir. Öte yandan Türkiye’nin; adada çözümlenmeyi bekleyen mülkiyet, toprak, güvenlik ve sığınmacılar ile ilgili anlaşmazlıkların adil bir şekilde çözümlenmesi için meşru çıkarlarını koruma kararlılığını her söylemi ve eyleminde vurgulamasının önemli olduğu düşünülmektedir. 63 ASYA ( ORTA, GÜNEY VE DOĞU ASYA) Obama yönetiminin Orta Asya, Güney Asya ve Doğu Asya politikalarının projeksiyonu bölgeye daha kapsamlı ve bütüncül bir yaklaşımla bakılmasını zorunlu kılmaktadır. Bunun nedeni bölgenin herhangi bir altbölgesine yönelik geliştirilecek öznel stratejinin diğer alt-bölgelerdeki dinamikleri de göz önünde bulundurması gerekliliğinin varlığıdır. Örnek olarak, Güney Asya’daki denge sistemi Doğu Asya’daki ekonomik ve sosyopolitik dinamikler ele alınmadan değerlendirilemez.117 Dolayısıyla bölgeye yönelik yapılacak analizlerin niteliği bütüncül yaklaşımlarından ötürü çalışmanın geneline göre farklılık arz etmektedir. Bu doğrultuda, Güney Asya, Doğu Asya ve Orta Asya’daki gelişmeler bağlamında Obama yönetiminin bölgeye yönelik geliştireceği politikalarda kilit öneme sahip noktalar değerlendirilecek ve bu bölümdeki analiz aşağıdaki sistematiği izleyecektir. 1) Tarihsel arka planın incelenmesi 2) Bölgedeki mevcut durumun resminin çizilmesi (11 Eylül olayları sonrası Asya jeoekonomik ve jeopolitik yapılanmasının değerlendirilmesi) ve ABD’nin bölgedeki öncelikleri 3) Obama’nın yaklaşımını belirleyecek sistemsel/yapısal ve bölgesel faktörler (bölge ülkelerinin iç siyasal dinamikleri ve devlet dışı aktörlerin analizi de dahil edilecektir.) Tarihsel Arka Plan Avrupa jeopolitiği bir kenara bırakılırsa, Soğuk Savaş mücadelesinin en yoğun şekilde yaşandığı coğrafya Kore yarımadasından Vietnam’a kadar uzanan eksendir.118 Soğuk Savaş mücadelesi, günümüz Asya ve alt-bölgelerinin ekonomik ve güvenlik yapılanmalarını önemli ölçüde etkilemiştir. Bunun yanı sıra, halihazırdaki bölgesel çatışmalar Soğuk Savaş döneminin mirası olarak günümüze kadar uzanmıştır; bölünmüş Kore (Kuzey Kore-Güney Kore), Tayvan sorunu (Çin-Tayvan), Keşmir sorunu (Hindistan-Pakistan), Afganistan (Taliban 117 Lowell Dittmer, American Asia Policy and the US Election, Foreign Policy Research Institute, 2008. 118 Mesut Hakkı Caşin. “İpek Yolundan Çin Denizi’ne Barış ve Güvenliğin Yeni Parametreleri”, Çin’in Gölgesinde Uzak Doğu Asya, der. D.Ü. Arıboğan, 2001. 64 rejimi)…gibi. Dolayısıyla bölge ile ilgili analizler öncelikli olarak tarihsel arka planın verilmesini zorunlu kılmaktadır. Soğuk Savaş dönemi boyunca Asya dinamiklerini etkileyen başat faktör Çin-Sovyetler Birliği-ABD arasındaki üçlü denge mekanizmasıdır. 1940 sonlarındaki Sovyetler Birliği-Çin yakınlaşması Kore Savaşı ile birlikte Çin’in Sovyet kampına dahil olması ile sonuçlanmıştır. ABD’nin Soğuk Savaş stratejisi olan komünizmin çevrelenmesi doktrininin uzantısı olarak Japonya kapitalist sistemin bölgedeki merkezi olarak seçilmiştir. ABD Japonya’nın ekonomik yapılanmasını sağlamak için bir yandan teknik/finansal yardımlarını ülkeye aktarmış diğer taraftan ise Japonya’yı bölgede oluşturduğu güvenlik şemsiyesinin (Yeni Zelanda, Avustralya, Japonya) sınırları içine almıştır. Bu strateji aynı zamanda, diğer Doğu Asya ülkelerinin (Tayvan, Hong Kong, Güney Kore, Singapur) ve Güneydoğu Asya (Tayland, Endonezya, Filipinler) ülkelerinin de Japon merkezli kapitalist Asya sistemine dahil olmasını hedeflemiştir. Asya’da Çin-Sovyet ittifakının çevrelenmesi için bölgeye askeri ve ekonomik yardımlarda bulunulmuş ve 1954’te SEATO (ABD, Fransa, İngiltere, Yeni Zelanda, Avustralya, Filipinler, Tayland ve Pakistan) kurulmuştur. SSCB merkezli komünizmin çevrelenmesi stratejisi bağlamında ABD’nin Yakın Asya’daki Soğuk Savaş politikasının bir yansıması ise Bağdat Paktı’nın oluşturulmasıdır. Bağdat Paktı (1955-58), Türkiye, Irak, Pakistan ve daha sonra İngiltere ve İran’ın katılımında Sovyetler Birliği’nin Yakın Asya’da nüfuz kurmasını önlemeye yönelik olarak kurulan güvenlik ve savunma örgütüdür. ABD, Arap devletlerinin tepkisini çekmemek için Pakta üye olmamış ancak Paktın oluşumunda ve güçlenmesinde askeri, teknik ve ekonomik yardımda bulunmuştur. Örgüt 1959’da Irak’ın çekilmesi üzerine ABD’nin de dahil olduğu yeni bir yapılanmaya gitmiş; Merkezi Anlaşma Teşkilatı (CENTO) adını almıştır. 1979’da önce Pakistan ardından İran’ın çekilmesiyle CENTO’nun varlığı sona ermiştir. Yakın Asya’da Soğuk Savaş döneminde temelleri atılan diğer bir hükümetlerarası işbirliği platformu ise 1985’te Ekonomik İşbirliği Teşkilatı119 (ECO) adını alan Kalkınma için Bölgesel İşbirliği (RCD) Teşkilatıdır. 1962 yılında 119 Ekonomik İşbirliği Teşkilatı/Örgütü 1992’de Sovyetler Birliği’nin dağılması ile Azerbaycan, Afganistan, Kırgızistan, Tacikistan, Kazakistan, Türkmenistan ve Özbekistan’ın katılımı ile üye sayısını 10’a yükseltmiştir. 65 İran, Pakistan ve Türkiye tarafından kurulan örgüt üye ülkeler arasında ekonomik işbirliğini geliştirmeyi hedeflemiştir. Soğuk Savaş’ın küresel diğer bir sonucu ise Soğuk Savaş kamplaşmasına dahil olmak istemeyen üçüncü dünya ülkelerinin oluşturduğu Bağlantısızlar Hareketi’dir. 1950’li yıllarda Hindistan öncelikli olarak bağlantısızlar hareketinde yer almıştır. 1956 sonrasında ise Çin-Sovyetler Birliği ilişkisinin bozulmaya başlaması, Çin’in 1959 Tibet işgali sırasında Hindistan ile girdiği çatışmada Sovyetler Birliği’nin Hindistan’ı desteklemesi bölgedeki dengeleri yeniden şekillendirmiştir. Öte taraftan, 1967/1972 dönemi dünya sisteminde yeni bir sürecin başlangıcı olarak değerlendirilmektedir. Tet saldırısı120, 1971/1973 petrol krizleri, Japonya ve Almanya’nın artan ekonomik rekabetleri, ABD’nin Soğuk Savaş’taki hegemonyasının kırılma noktaları olarak değerlendirilmektedir. Nitekim sonraki dönemde kamplar arasında yumuşama ve Çin-ABD yakınlaşması, 1979’daki İran Devrimi ve Sovyetler Birliği’nin Afganistan işgali küresel/bölgesel boyutta ABD hegemonyasının azalması olarak değerlendirilmektedir. ABD’nin küresel/bölgesel eksende azalan etkisi Asya’da farklı dinamiklerin ortaya çıkmasına neden olmuştur. Bu bağlamda, komünizmin çevrelenmesi stratejisinin bir parametresi olarak çıkan Yeşil Kuşak’ın desteklenmesi özellikle bölge dinamiklerini etkileyecektir. ABD Afganistan ve Pakistan’da komünizm tehlikesine karşı İslami eğilimli grupları askeri ve finansal olarak desteklemiştir. (Sovyet işgali döneminde ABD Afganistan’daki Sovyet karşıtı güçler olan Afgan mücahitlere politik destek sağlamıştır.) Ancak 1980’li yılların sonlarına gelindiğinde Pakistan ve Afganistan radikal İslam temelli terörist ideolojinin oluşturulduğu ve gerillaların yetiştirildiği bir üs haline gelmiştir121. 120 30 Aralık 1968 tarihinde Viet-Cong (Vietnam Kurtuluş Cephesi) ve Kuzey Kore Ordusu tarafından Güney Vietnam’daki lojistik ve stratejik öneme sahip Amerikan askeri üslerine ve kilit önemdeki şehirlere düzenlenen sürpriz saldırıdır. Taraflar arasında Vietnam’ın Tet adı verilen yeni yıl bayramı nedeniyle 2 günlük ateşkes ilan edilmiş ancak bu ani saldırı ile ateşkes sona ermiştir. Saldırıya bu dönemde olması nedeniyle Tet saldırısı denmektedir. 121 Sovyet çekilmesi ile birlikte ABD’nin bölgedeki ilgisinin görece azalması ve Afgan mücahitleri arasındaki iç çekişmeler Afganistan’da siyasi otoritenin kurulması ve durağanlığın sağlanmasını engellemiştir. (Bu mücadele sonrası 1996’da radikal İslamcı Taliban rejimi Afganistan’da yönetime gelmiştir). Bölgedeki güç boşluğundan yararlanan El-Kaide güçlenmiş ve 1990lı yıllar boyunca dünyadaki radikal dinci örgütlere/terörist oluşumlara kaynak aktarımı, eğitim ve silah yardımında bulunmuştur. 66 1989’da Sovyetler Birliği’nin dağılması uluslararası sistemde ABD’nin tek süper güç konumuna gelmesi olarak yorumlanmıştır. Ancak Soğuk Savaş döneminden kalan iç/dış sorunlar nedeniyle Asya’nın ABD dış politikasındaki önemi görece azalmıştır. ABD’nin öncelikli dış politikası olan eski Sovyet bloğu ülkelerinin (özellikle Rusya’nın) kapitalist-liberal sisteme dahil edilmesi, odak noktasının Balkanlar’daki gelişmelere kaymasına neden olmuştur. Ancak demokratikleştirme ve ekonomik reform ile sisteme dahil edilmesi gereken bağımsızlıklarını yeni kazanmış Orta Asya ülkeleri gerek sahip oldukları doğal kaynakları gerekse bölgenin jeo-stratejik önemi nedeniyle ABD’nin Asya politikasında öncelikli yerini almıştır. Mevcut Durum 1990’lı yılların ortaları ile birlikte Asya’daki jeoekonomik ve jeopolitik dinamikler yeniden şekillenmeye başlamıştır. Çin’in dünyadaki komünist sistemlerin yıkılmasına rağmen istikrarlı yükselişini sürdürmesi, Japon ekonomisinin resesyona girmesi, 1997 Asya Krizi sonrasında geciken Amerikan yardımına karşılık Çin’in bölge ülkelerine (özellikle ABD-kapitalist sistemine dahil Güneydoğu Asya ve Doğu Asya ülkelerine) karşı sorumlu yaklaşımı ve ABD odaklı bölgesel ekonomik ve finansal sistemin bölge ülkeleri tarafından sorgulanmaya başlanması, Afganistan’daki Taliban rejiminin radikal İslamcı unsurları Güney ve Orta Asya’daki bölgesel sistemin dinamiği haline getirme çabaları, Orta Asya Cumhuriyetleri’nin bölgedeki diğer güçlerin stratejik açılımlarında önemli rol oynamaya başlaması (Rusya ve Çin ortak girişimi olan Şanghay Beşlisi122) gibi bütün bu unsurlar Soğuk Savaş sonrası dönemde ABD’nin Asya’daki varlığının Çin’in bölgede artan etkinliğine kıyasla önemli ölçüde azalmaya başladığının göstergesi olarak yorumlanabilir. 2000 yılı ABD Başkanlık kampanyasında Bush tarafından da dile getirilen bu durum, Bush’un 2001 yılında ABD Başkanı olması ile birlikte ABD’nin Asya yaklaşımının revize edilmesi ile sonuçlanmıştır. Bush yönetiminin ilk döneminde üç temel politika Asya’daki ABD varlığını etkinleştirmek için oluşturulmuştur. İlk olarak, Eylül 2001 Ulusal Güvenlik 122 1996’da Çin, Rusya, Kazakistan, Kırgızistan ve Tacikistan’ın Şanghay Beşlisi adı ile oluşturdukları yapılanma 2001’de Özbekistan’ın da katılımı sonrasında Şanghay İşbirliği Örgütü ismini almıştır. Halihazırda Şanghay Altılısı olarak da adlandırılmaktadır. 67 Stratejisi raporunda Kuzey Kore’nin nükleer güç yapılanması ve Çin tehlikesi vurgulanmış, bu bağlamda ABD askeri gücünün Avrupa’dan Asya-Pasifik eksenine kaydırılması gerekliliği dile getirilmiştir. İkinci olarak, 2001 yılından itibaren özellikle askeri harcamaların yüzde 75 oranında arttırılması öngörülmüştür. Üçüncü olarak, ABD’nin bölgedeki geleneksel müttefikleri olan Japonya, Avustralya ve Tayvan ile olan ilişkilerin canlandırılması gerekliliği vurgulanmıştır.123 9/11 saldırısı sonrası ABD dış politikasının temel motivasyonunu oluşturduğu söylenen ‘‘Terör ile Mücadele’’ söylemi ABD’nin Asya yaklaşımı ile stratejik ve güvenlik ittifaklarının da revize edilmesine neden olmuştur (ya da Asya’daki gelişmeler bu söylemi zorunlu kılmıştır). Çin ile yüzyüze bir stratejik mücadele yerine ABD Asya’daki varlığını sürekli kılmak için 3 temel yöntem üretmiştir; a) önleyici savaş, b) nükleer silahlanmanın engellenmesi, c) açık menü çok-taraflılık (a la carte multilateralism). Afganistan ve Irak işgallerinin ve diğer ülkelere muhtemel müdahalelerin uluslararası kamuoyu önünde meşrulaştırılması ve ABD’nin Asya’ya geri dönüşünün bu üç yöntemin Bush yönetimince etkin şekilde kullanılması ile gerçekleştirildiği söylenebilinir. 2001 Afganistan müdahalesi sonrasında ABD, terör ile savaş adına askeri üs kurmak için bazı Orta Asya ülkeleri (Özbekistan ve Kırgızistan) ile askeri-ekonomik işbirliği yapmıştır. Bunun yanı sıra, Afganistan’daki mücadelesine katkısı olacağını düşünerek Pakistan’da ABD-yanlı politik oluşumları desteklemiş, ülkeye askeri/ekonomik yardımda bulunulmuş; ve Afganistan’ın yeniden inşası için gerekli destek bölge ülkelerinden (özellikle Hindistan’dan) alınmaya çalışılmıştır. Bu süre zarfında, ABD Çin’e karşı tavır almaktan kaçınırken kısaorta vadedeki amaç olan uluslararası terör ile savaşı uzun-vadeli stratejisi olan Asya’da Çin’in dengelenmesini perdelemek için de kullanabilmiştir.124 (ABD’nin uluslararası terör ile savaş için Asya‘da konuşlandırdığı askeri üslerin hepsi Çin’in batı sınırında yeralan ülkelerdir; Afganistan, Pakistan, Kırgızistan, Özbekistan) ABD 9/11 ile birlikte birçok Güneydoğu Asya ülkesi ile de stratejik 123 Lowell Dittmer, American Asia Policy and the US Election, Foreign Policy Research Institute, 2008. 124 Dittmer, a.g.e. 68 işbirliğinde bulunmuş (Tayland, Endonezya, Singapur); kimilerinde askeri üsler oluşturmuştur (Filipinler).125 ABD’nin 2003 Irak işgali, müdahale için müttefiklerinden destek alamaması ve işgal sonrasında Irak’ta KİS’nın bulunmadığına dair çıkan haberler, ABD’nin uluslararası terörizmle mücadele adına yaptığı müdahalelerin kredisini azaltmıştır. Petrol fiyatlarının artışıyla birlikte yadsınamaz ekonomik büyüme ivmesi yakalayan Rusya, Çin ile birlikte ABD’nin 2001 yılından itibaren artmaya başlayan Asya’daki askeri ve siyasi varlığını doğrudan bir yaklaşım ile eleştirmiştir. Bu gelişmeler bağlamında, Rusya ve Çin Şanghay İşbirliği Örgütünün şemsiyesinde ABD’nin bölgedeki konumunu dengeleme adına girişimlerini arttırmışlardır. Orta Asya’daki yükselen Çin ve Rus etkisinin yanında, ABD’nin Irak’taki askeri güç kaybı ve Afganistan’daki yeni siyasi yapılanmayı etkin şekilde sağlayamaması, bölgedeki terörist unsurların kontrol altına alınamaması, Pakistan yönetiminin iç bölünmüşlüğü, ABD’nin 9/11 sonrası yakaladığı stratejik avantajın zayıflamasına neden olmuştur. Obama ve Asya yaklaşımını belirleyecek dinamikler Obama yönetiminin yaklaşımının belirlenmesinde iki temel unsur; yapısal faktörler ve aktörler arası ilişkilerdir. Kısa ve orta vadede değişmesi daha az olası yapısal faktörler ABD’nin uzun vadeli strateji projeksiyonunu etkileyen temel olgulardır. Bunların bir ya da iki başkanlık döneminde değişmesi öngörülmemektedir. • Asya kıtası Soğuk Savaş döneminde yoğun mücadelenin yaşandığı ve halen büyük güçlerin önemli stratejik açılımlarının hedefinde bir coğrafyadır. • Rusya ve ABD mücadelesinin yanı sıra yükselen güçler olarak nitelendirilen Hindistan ve Çin’in bölge dinamikleri üzerindeki etkinliği artmakta ve küresel sistemi de etkileme potansiyelini içinde barındırmaktadır. 125 Dittmer, a.g.e. 69 • 21. yüzyılda ABD’nin dış politikasını şekillendiren küresel terörle ile savaş ve Radikal İslam ile mücadele temel olarak Asya’da geçmektedir. (Dünyadaki en fazla Müslüman nüfusunu Asya kıtası barındırmaktadır.) • Doğu Asya ve Güneydoğu Asya’daki büyüme oranları, hızlı artan sanayileşme ile birlikte bölge enerji talebinin de artmasına neden olmuştur. Orta Asya ve Orta Doğu’daki enerji kaynaklarının dinamik Asya ekonomilerine transferi/ transfer yollarının hakimiyeti (Malacca Boğazı) ve paylaşımı Asya’da belirli bir kontrolü zorunlu kılmaktadır. • Asya dünyada nükleer güce sahip Rusya Federasyonu, Hindistan, Pakistan, Çin, Kuzey Kore’yi sınırları içinde barındırmaktadır. • Doğu ve Güneydoğu Asya ülkeleri ABD’nin en büyük kreditörü ve kıta temelinde Asya, ABD’nin en büyük ticaret ortağıdır. (Dolar rezervleri en çok olan bölge) Aktörlerarası ilişkiler ise kısa-orta vadeli strateji üretiminde etkin olup uzun vadeli projeksiyonun gerçekleştirilmesi için temel alınan unsurlardır. Bu bağlamda, Obama yönetiminin Asya yaklaşımını belirleyecek temel dinamikler; ABD ve bölge aktörleri arasındaki ilişkiler ve bölgedeki aktörlerarası ilişkilerdir. Küresel finansal kriz, Pakistan-Afganistan’daki El-Kaide ve Taliban varlığı, Mumbai saldırıları sonrasında yükselen geleneksel Pakistan-Hindistan gerginliği, Çin-Hindistan rekabeti, Çin-Japonya arasındaki bölgesel liderlik yarışı, Asya’daki çatışan stratejik açılımlarda Orta Asya ülkelerinin konumu, Şanghay İşbirliği Örgütü’nün askeri alanı içerecek zeminde genişleme girişimleri, Kuzey Kore’nin nükleer silahsızlandırılması, ABD’nin bölge aktörleri ile olan ilişkilerini belirleyecek konulardır. Ancak bu ilişkilerin merkez noktasını kısa vadede temel hedef olarak sunulan Afganistan’ın durağanlığa kavuşması ve anılan ülkede ABD varlığının kalıcı kılınması oluşturmaktadır. El-Kaide’nin Pakistan’daki örgütlenişi ve Afganistan’da Taliban varlığının ortadan kaldırılması bağlamında Güney Asya, ABD’nin dış politikasında kısa dönemde birincil öneme sahip bölge olarak öne çıkmaktadır. Özellikle Mumbai terör saldırıları sonucunda ‘‘Afganistan-Pakistan-Hindistan’’ üçlüsü ve aralarındaki bağlaşık ilişkiler ABD dış politikası gündeminde ağırlıklı olarak yer almaya başlamıştır. Obama’nın Güney Asya dış politika danışmanı Bruce 70 Reidel, Afganistan ve Pakistan konusunun Obama döneminde yeniden odak konusu olacağını dile getirmiştir. Reidel, Obama’nın Afganistan’da süregelen terörle savaşa kaynak aktarımına devam edeceğini ve Afganistan politikasının Pakistan stratejisi ile örtüştüğünü vurgulamaktadır. Bu bağlamda Obama, ElKaide ile yapılan savaşta Afganistan ve Pakistan’ı temel cepheler (sıklet merkezleri) olarak görmektedir.126 Kimi analistlere göre, Obama’nın söylemleri Afganistan’daki savaşın Pakistan’a da taşınacağının sinyallerini vermektedir.127 Taliban ve El-Kaide 2006 yılından beri bölgedeki etkinliğini özellikle Afganistan-Pakistan sınırındaki Peştun yoğunluklu bölgede128 arttırmaktadır. Bush yönetiminin başarısı tartışılan Irak savaşı El-Kaide ve Amerikan karşıtı güçlerin Orta Asya’da daha geniş hareket alanı bulmasına neden olmuştur. Peştun bölgesinin El-Kaide’nin ve uluslararası terörün yeni merkezi olduğu vurgulanmaktadır.129 Afganistan’da Taliban güçleri Karzai yönetimini Kabil ve yakın çevresine hapsederek ülke yönetiminde zayıflatmaktadır. El-Kaide’nin bölgedeki yeni stratejisinin nükleer güce sahip Pakistan’ın istikrarsızlaştırılması olduğu söylenmektedir. Gelişmeler, bu bağlamda Amerika’nın yumuşak ve sert gücünün test edildiği bir alan olarak Güney Asya’yı önemli kılmaktadır.130 Obama’nın bölgeye yönelik geliştireceği strateji, Orta Asya ve Doğu Asya’daki ABD varlığını ve aktörlerarası ilişkilerin de ayrıca değerlendirilmesini zorunlu kılmaktadır. 126 A Preview of Obama’s South Asia Policy,(çevrimiçi) <<http://southasiainvestor.blogspot.com/2008/10/preview-of-obamas-south-asia-policy.html>> 127 A Preview of Obama’s South Asia Policy,(çevrimiçi) <<http://southasiainvestor.blogspot.com/2008/10/preview-of-obamas-south-asia-policy.html>> 128 Pakistan’ın 2.650 km. Afganistan sınırında 15 milyonluk aşiretler (Peştun) bölgesi. 129 Obama’s Central Asian Crisis: The Wars to Come in Pakistan, Pasthunistan and Afghanistan, (çevrimiçi) <<http://www.washingtonhotlist.com/obamas-central-asian-crisis-the-wars-to-come-in-pakistanpashtunistan-and-afghanistan/>> 130 Obama’s Central Asian Crisis: The Wars to Come in Pakistan, Pasthunistan and Afghanistan, (çevrimiçi) <<http://www.washingtonhotlist.com/obamas-central-asian-crisis-the-wars-to-come-in-pakistanpashtunistan-and-afghanistan/>> 71 Orta Asya: Petrol ve doğal gaz, jeopolitik ve uluslararası terörle savaş ABD’nin Orta Asya’daki öncelikleri olarak değerlendirilmektedir. Bu üç faktör, ABD’nin bölgeye karşı yaklaşımı ve politikalarının şekillenmesinde etkili görünmektedir. Avrupa Birliği’nin Rusya’ya doğal gaz bağımlılığının azaltılmasına koşut olarak Orta Asya petrol ve doğal gaz kaynaklarının dünyaya dağıtımının Batının denetiminde olması ABD açısından önemlidir. Bunun yanı sıra, Rusya ve Çin’in bölgede nüfuz alanlarını genişletmeye yönelik girişimleri anılan coğrafyanın ABD için jeopolitik öneminin giderek artmasına neden olmaktadır. ABD, 11 Eylül sonrası Afganistan’a düzenlediği askeri operasyon sonrasında Orta Asya’da terörle mücadelesini sürdürebilmesi ve etkisinin kalıcı olabilmesi için gerekli güvenlik mekanizmasını sağlamaya çalışmış ancak sonraki gelişmeler bunu sekteye uğratmıştır. ABD’nin 2003 yılında Irak’a güç kaydırması ile bölgedeki siyasi boşluk Şanghay İşbirliği Örgütü (ŞİÖ)131 bünyesinde Çin ve Rusya tarafından doldurulmuştur. Orta Asya ülkelerinin ABD liderliğinde Batının bölgede sürdürmeye çalıştığı renkli devrimlere karşı tepkileri, Rusya’nın enerji fiyatlarının yükselmesiyle artan jeo-ekonomik gücü ve Çin’in 2004 yılından beri süregelen aktif bölge politikası ABD’nin bölgedeki etkinliğini önemli ölçüde azaltmıştır. Temmuz 2005’te Şanghay’da gerçekleştirilen ŞİÖ zirvesinde ABD kuvvetlerinin Özbekistan’dan çekilmesi ve Afganistan’dan çekilme takviminin sorgulanması Washington’un bölgedeki liderliğini zedelemiştir. Şanghay İşbirliği Örgütüne bölge ülkelerinden gelen üyelik talepleri ise Washington’ın örgüte olan yaklaşımının değişmesine neden olmuştur. Örgüt 2005’te İran, Pakistan ve Hindistan’ı gözlemci ülke olarak kabul etmiştir. (Moğolistan gözlemci ülke statüsünü 2004’te almıştır) Anılan gelişmeler ışığında, ABD Dışişleri Bakanlığı’nın Orta Asya ve Güney Asya büroları birleştirilmiş ve bölgedeki yeni dinamikler ABD’nin Büyük Orta Asya politikası geliştirmesi hedefini zorunlu kılmış ve yeni bölge stratejisinin amacı olarak Güney Asya ülkelerini yanına çekmek, bölgede Çin-Rus ağırlığına karşı alternatif geliştirmek şeklinde yorumlanmıştır. Washington yönetiminin bölgedeki enerji kaynaklarının 131 1996 yılında Çin, Kazakistan, Rusya, Kırgızistan ve Tacikistan tarafından Şanghay Beşlisi adı altında kurulan forum 2001 yılında Özbekistan’ın da katılımı sonrasında Şanghay İşbirliği Örgütü olarak kurumsallaşmıştır. 72 (Kazakistan ile Türkmenistan doğal gazı ve petrolü, Özbekistan’ın yeraltı termik enerji kaynakları, Tacikistan ve Kırgızistan’ın hidroelektrik kaynakları) Güney Asya ülkelerine aktarılmasını koz olarak kullanmaya çalıştığı düşünülmektedir.132 ŞİÖ’nün genişleme ve bir güç odağına dönüşmesinin engellenmesi ABD yönetiminin üzerinde durması beklenebilecek bir konudur. Halihazırda, ŞİÖ’de tam üyelik veya gözlemci ülke statüsü isteyen ülkelerin sayısı belli olmamakla birlikte tam üye adayı olabilecek ülkelerin dört gözlemci ülke ile birlikte Afganistan ve Türkmenistan olabileceği dile getirilmektedir. Ancak halihazırda hiçbir aday için kesin bir karara varılmamıştır. Üyeliği en çok arzulayan adaylar olan İran ve Pakistan’ın üyelikleri Örgüt tarafından pek istenmemekte, Türkmenistan ve Hindistan’ın muhtemel üyeliğine ise sıcak bakılmaktadır.133 İran’ın üyelik talebindeki temel etmen uluslararası izolasyondan kurtulmaktır. Rusya ve Çin örgüte İran’ın dahil edilmesine karşı temkinli yaklaşmaktadır. Ancak diğer taraftan hem Çin hem de Rusya’nın İran ile ortak çıkarları söz konusudur. Çin, İran’ın gaz ve petrolüne ihtiyaç duyarken aynı zamanda bu ülkeyi silah ihracatı için temel bir pazar olarak görmektedir. Rusya da İran’a daha fazla silah ve de nükleer enerji teknolojisi satmayı istemektedir.134 Son zamanlarda ŞİÖ gerek Afganistan gerekse Keşmir sorununa daha fazla ilgi duymaktadır. Özellikle Rusya bu sorunların ŞİÖ çerçevesinde çözülmesi isteğini dile getirmiştir. Pakistan ve Hindistan’ın üyelik sürecinin İran ile olan sürece kıyasla daha rahat geçeceği düşünülmektedir.135 Ancak Afganistan, Pakistan ya da Hindistan’a ŞİÖ üyeliğinin verilmesi, Orta Asya’daki ABD ve NATO varlığı ile ilgili görüş farklılıklarının ŞİÖ’ünde daha fazla artmasına neden olabilir. Bunun temel nedeni adı geçen ülke yönetimlerinin bölgedeki istikrarın sağlanmasında ABD’nin askeri varlığına ihtiyaçlarının olmasıdır. Bunun yanı sıra bu ülkelerin savunma ve istihbarat konusunda ABD 132 Erkin Erkmen, Şanghay İşbirliği Örgütü üzerinde Çin-ABD Sorunları, TÜRKSAM, 2006. 133 Richard Weitz, “SCO Fails to Solve Its Expansion Dilemma”, 2007, (çevrimiçi) <<http://www.cacianalyst.org>> 134 “Shanghai Cooperation Organization Denies Expansion Plans”, Journal of Turkish Weekly, (çevrimiçi)<<http://www.turkishweekly.net/news.php?id=58345>> 135 İlyas Kamalov, “Yükselen Güç Şanghay İşbirliği Örgütü ve Genişleme Politikası”, ASAM. 73 ile yakın/gelişmekte olan stratejik ilişkileri mevcuttur. Ancak diğer taraftan, otoriter yönetimi ve alternatif kalkınma modeli nedeniyle Çin bölge ülkeleri (özellikle rejimlerini renkli devrimlerden korumak isteyen Orta Asya ülkeleri) tarafından ‘rol model’ olarak algılanmaya başlamıştır. Küresel finansal krizin doğurduğu bir gelişme olarak devletin ekonomi yönetiminde artan önemi de yine Rus ve Çin modellerinin cazibesini arttırmaktadır. Obama yönetiminin özellikle İran, Afganistan ve uzun süredir askeri üs çalışması yürüttüğü Moğolistan’ın ŞİÖ’ne üyeliklerine tepki vermesi öngörülebilir. Ancak Pakistan ve Hindistan’ın üyelikleri konusunda daha farklı bir yaklaşım geliştirebilir. Bu bağlamda, ABD’nin kendisinin dahil olamadığı bu bölgesel oluşumda, örgütteki Çin-Rusya dengesini bozmak ve ŞİÖ’ündeki güç çatışmasını tetiklemek adına Pakistan ve Hindistan üyeliklerine sessiz kalması söz konusu olabilir. Orta Asya’daki bölgesel ve uluslararası çapta yürütülen jeopolitik üstünlük mücadelesinin diğer bir yansıması ise Hazar’ın Statüsü sorununda136 açığa çıkmaktadır. On yıldır bölgesel ve uluslararası aktörlerin mücadelesine sahne olan tartışmalarda gelinen nokta oldukça farklı bir şekil almakla birlikte Asya’daki yeni gelişmeler de tartışmanın seyrini etkileyebilecek dinamikleri meydana getirecektir. Statü sorunu tartışmasında, kıyıdaş ülkelerden kimileri başlangıçta savundukları fikirlerden vazgeçmiş, bazıları ise karşılıklı tavizler ile belirli derecede anlaşma ve uzlaşmaya varmışlardır. Bu açıdan değerlendirildiğinde, Rusya, Kazakistan ve Azerbaycan’ın Hazar Deniz’inin dibinin ulusal sektörlere bölünmesi ve su yüzeyinin ise ortak kullanıma açılması konusunda uzlaşmaya vardığı söylenebilir. İran ise en başından beri savunduğu görüş olan denizin beş eşit parçaya bölünmesi gerektiği tezini savunmaya devam etmektedir. Türkmenistan’ın duruşu ise hala belirginleşmemiştir. Kimi zaman İran tezini desteklediği dile getirilen Türkmenistan’ın halihazırda Azerbaycan ile olan 136 Hazar’ın Statüsü sorununda öncelikli taraflar Hazar’a kıyısı olan Rusya, Kazakistan, Azerbaycan, İran ve Türkmenistan’dır. 74 tartışmalı yataklar dışında Azerbaycan, Kazakistan ve Rusya görüşüne daha yakın olduğu dile getirilmektedir.137 Boru hatları güzergahları, kaynakların paylaşımı ve jeopolitik kazanımlar statü sorununun temelinde yatan unsurlardır. Bölgede yaşanan nüfuz mücadelesi sadece kıyıdaş ülkelerden kaynaklanmamaktadır. Uluslararası enerji firmaları ve bölgede etkin olmaya çalışan diğer bölgesel ve küresel güçler de analiz çerçevesine dahil edilmesi gereken aktörlerdir.138 Rusya’nın Hazar’ın statüsü sorununu kıyıdaş eski Sovyet bloğu ülkeler ile uzlaşma ve ikili görüşmeler yoluyla çözümleme yaklaşımı, bölgede küresel aktörlerin etkinliğini azaltmak için geliştirdiği bir yaklaşım olarak görülebilir. 2007’de Rus gaz şirketi Gazprom Kazakistan, Türkmenistan ve Özbekistan doğal gazının çok büyük bölümünün, Rusya tarafından dünyaya pazarlanmasını sağlayacak anlaşmayı imzalamıştır. Bu anlaşma aynı zamanda adı geçen ülke kaynaklarının 2009 itibariyle Avrupa fiyatları üzerinden verilmesini öngörmektedir. Rusya’nın 2009 Ukrayna-Rusya arasındaki doğal gaz krizi ile yeniden gündeme gelen Orta Asya doğal gazını Avrupa fiyatları seviyesinde alarak Avrupa’ya ithal etme düşüncesi ise Orta Asya kaynaklarının kendi kontrolü dışında Doğu Asya ve Güney Asya’ya aktarımının önüne geçmek için tasarladığı bir strateji olarak yorumlanabilir. Rusya ve Eski Sovyet bloğu ülkelerinin statü sorununda belirli bir uzlaşmaya varması muhtemel bir gelişmedir. Ancak İran’ın karşı tezleri sorunun nihai çözümünü geciktirmektedir. Bu gelişmeler, Rusya’nın OPEC benzeri uluslararası bir doğal gaz karteli kurma girişimleri olarak da değerlendirilmektedir. 2008 sonunda Ukrayna-Rusya arasındaki doğal gaz krizi ile eş zamanlı olarak Rusya’da Rusya-İran-Katar ve Libya önderliğinde gerçekleştirilen “Doğal Gaz İhraç Eden Ülkeler Forumu” (GECF)’nda Putin’in ülkesinin örgütün genel merkezini St. Petersburg’ta kurmaya ve tam bir diplomatik statü vermeye hazır olduğunu açıklaması dünyada doğal gaz karteli oluşumunun ilk adımları olarak yorumlanmıştır.139 Rusya’da etkisini gösteren ekonomik kriz ve düşen petrol fiyatları nedeniyle Avrupa’ya satılan gazın daha yüksek fiyatlardan değerlendirileceği 137 Sinan Oğan, “Yeni Global Oyun ve Hazar’ın Statüsü”, TÜRKSAM, 2005. 138 Oğan, a.g.e. 139 Mahmut Gürer, “Her Yıl Aynı Kriz”, Cumhuriyet Enerji, Ocak 2009 75 dile getirilmektedir. Rusya-Ukrayna arasındaki doğal gaz krizleri Avrupa için Nabucco projesinin bir an önce hayata geçirilmesi konusunu gündeme getirmiştir. Ancak proje için yeterli doğal gaz arzı mevcut değildir. Boru hattına kaynak aktarması muhtemel ülkeler; Azerbaycan, İran, Irak ve Türkmenistan olarak değerlendirilmektedir. Irak’taki siyasi belirsizlik ve İran’ın konumu nedeniyle ABD-AB, Nabucco için gerekli olan doğal gazın temelde Azerbaycan ve Türkmenistan’dan tedarik edilmesini istemektedir. Bunun arkasında yatan temel neden ise İran’a ve İran’da faaliyet gösteren yabancı firmalara uygulanan ambargodan çok İran’ın da Rusya gibi enerji arzını politikleştirme ihtimalidir. Bu açıdan değerlendirildiğinde, İran’ın sağlayacağı doğal gazın sürekliliğine güvenilmesinin doğru olmayacağı değerlendirilmektedir. Azerbaycan boru hattına doğal gaz aktarımında bulunacağı konusunda garanti vermiştir. Ancak Azerbaycan’ın hatta sağlayacağı miktar yeterli değildir. Bunun yanı sıra, Moskova yönetimi, Türkmen doğal gazının büyük bir bölümünün satış hakkını elde etmiştir. (2008 Kasım ayında benzer bir anlaşma Azerbaycan ile yapılmıştır.) Dolayısıyla, Nabucco projesinin hayata geçirilmesi önündeki en büyük engel olan kaynak sorunu halen mevcuttur. Nabucco için gerekli kaynak arzının sağlanması AB ve ABD’yi İran’a açılım ya da Hazar’ın statü sorunun çözümü ile tartışılan yatakların satış hakkının Batılı firmalar tarafından garantilenmesi ile sağlanabilir. ABD ve AB’nin statü sorununun çözümü için ortak girişimde bulunması olası görülmekle birlikte Hazar’ın statüsü sorununun kısa dönemde bir neticeye varması beklenmemektedir. Ancak ABD’nin İran konusundaki tutumunu daha esnek hale getirmesi ve enerji konusunda açılım yapması da beklenebilir. Bu durum hem Nabucco’ya doğal gaz arzı sağlamak hem de uluslararası doğal gaz karteli oluşumunun önüne geçmek adına takip edilmesi olası strateji olarak gündeme gelebilir. Rusya’nın finansal krizden nasıl/ne kadar etkileneceği, AB’nin Birliğin enerji güvenliğini sağlamak adına yapacağı girişimler, İran’da 2009 Haziran’ında yapılacak seçimlerin İran’ın bölgesel politikalarını nasıl etkileyeceği, yeni ABD yönetiminin Irak’taki ABD askerlerinin çekilmesi ile Afganistan’daki mücadelesini 76 ne şekilde sürdüreceği ve bu bağlamda Orta Asya ülkeleri ile ilişkilerin bölgedeki Rusya-Çin-ABD etkisi altında nasıl şekilleneceği ve ŞİÖ’nün genişlemesi Obama yönetiminin soruna yaklaşımını belirleyecek önemli unsurlar olması beklenebilir. NATO ve ABD müttefiklerinin Afganistan’daki etkinliği ve küresel terör ile savaşında bölgedeki ülkelerin destekleri ABD için hayati önem taşımaktadır. ABD’nin Güney Asya’daki terörle savaşında desteğine ihtiyaç duyacağı bölge ülkelerine yönelteceği yeni askeri, politik ve ekonomik açılımların Rus ve Çin çıkarları ile çatışmasının bölgedeki yeni bir siyasi mücadelenin başlamasına neden olabileceği değerlendirilmektedir. Bu bağlamda, Obama yönetiminin Rusya ve Çin’i karşısına almadan bölgedeki etkinliğini arttırmak için değişim söylemi altında Hazar’ın statü sorunu ve ŞİÖ’nin genişlemesi ile ilgili gelişmelerde yumuşak güç odaklı ve AB destekli diplomatik açılımlar yapması öngörülebilir. Doğu ve Güneydoğu Asya: ABD’nin finansal krizle olan mücadelesinde Asya’nın büyük ekonomileri ve bölgesel kurumları ile işbirliğinin önemi dile getirilmektedir. Irak ve Afganistan’daki ABD askeri varlığının devamlılığının sağlanması ve İran’ın nükleer silah yapımının engellenmesi konusundaki endişelerin ABD’nin bölgedeki ikili ve çok taraflı diplomasisinde temel unsurları oluşturması beklenmektedir. Bunun yanısıra ABD ve Asya’daki ekonomik istikrarın sağlanması ve düzenleyici reformlara odaklanılması, dış politika konularında oluşması muhtemel yeni girişimler ve ortak hareketlerin sekteye uğramasına neden olabilecektir. Bu bağlamda, Kuzey Kore’nin nükleer silahlardan arındırılması konusunun değerlendirilmektedir. gündemde daha arka sıralara düşeceği 140 Çin’in bölgesel ve küresel etkinliğini giderek arttırması, ABD’nin yeni yönetimi tarafından yakından izlenecek konulardan biri olarak Obama’nın bölge siyasetini etkileyecektir. Çin’in uluslararası güvenlik ve ekonomik sistemlere olası etkileri Obama’nın orta vadede ABD çıkarlarının sekteye uğramasının önlenmesi için gerekli adımları atmasını zorunlu kılabilir. Ancak kısa vadede 140 “Obama’s Asian Priorities”, (çevrimiçi)<<http://www.rgemonitor.com/economonitor monitor/254446/obamas_asian_priorities>> 77 ABD’nin Çin’e yönelik politikalarında önemli değişiklikler beklenmemektedir. Ticari ve finansal işbirliğinin yanı sıra ABD-Çin arasındaki ikili ilişkileri belirleyen diğer bir unsur ise Tayvan sorunudur. ABD, soruna olan yaklaşımını 1970’li yılların başında revize etmiş ve ‘‘Tek Çin politikası’’nı desteklediğini bildirmiştir. Ancak ABD’nin Tayvan’a askeri (ABD dünya üzerinde Tayvan’a en fazla silah satımında bulunan ülkedir) ve finansal yardımları Soğuk savaş ve sonrası dönemde de sürmüştür. Bush yönetiminin Ekim 2008’de Tayvan’a 6.5 milyar dolarlık silah satacağını açıklaması Çin tarafında büyük tepkiye neden olsa da kriz atlatılmıştır. Çin’in Tayvan yaklaşımını yumuşak güç unsurları-diplomatik açılım ağırlıklı bir dış politika açılımı ile revize etmesi kimi analistler tarafından tarihi anlaşmazlığın bir uzlaşma dönemine girmesi olarak yorumlanmaktadır. Bu bağlamda, Obama yönetiminin karşı karşıya kalacağı sorunlardan biri olarak değerlendirilen Tayvan sorununun ABD’nin ‘‘Tek Çin politikası’’nda önemli bir değişime neden olmayacağı düşünülmektedir.141 Bunun öncelikli nedenlerinden biri küresel ekonomik krizin finansmanında Çin’in ekonomik işbirliğine duyduğu ihtiyaçtır. Halihazırda, Çin’in ABD hazine bonosundaki payı yaklaşık 1 trilyon dolara ulaşmıştır. Çin ABD’de ikinci büyük yatırımcı konumundadır. Bunun yanısıra, bölgedeki bir diğer önemli konu olan Kuzey Kore’nin nükleer gücünün kontrol altına alınmasında da Bush döneminde olduğu gibi142 yeni dönemde de Çin’in desteğine ihtiyaç duyacaktır.143 ABD’nin bölgesel ve küresel sorunların çözümünde (özellikle Güney Asya’daki gelişmeler değerlendirildiğinde) Çin’in desteğine ihtiyaç duyması, uluslararası sistemde Çin’e daha fazla rol ve manevra alanı vermesini zorunlu kılabilir. Bu bağlamda Bush döneminden daha ağırlıklı olarak Çin’in ABD’nin küresel ve bölgesel politikalarının oluşumunda kilit ülkelerden biri olacağı vurgulanmaktadır.144 141 Suna Lee, “Yeni ABD Başkanı Barack Obama ve Çin”, ASAM, 2008, (çevrimiçi)<<http://www.asam.org.tr>> 142 2003 yılından itibaren süregelen Kuzey Kore’nin nükleer silah geliştirmesini engelleme çabaları, Çin’in konuda daha etkin rol alması ile birlikte altı-ulus görüşmeleri (Six-Nation Talks) adı altında sürdürülmüştür. ABD, Kuzey Kore, Güney Kore, Çin, Japonya ve Rusya’nın taraf olduğu üç adet yuvarlak masa toplantısı gerçekleştirilmiştir. 143 Andrew MacIntyre, “Obama and Asia“, (çevrimiçi)<<http://www.eastasiaforum.org/2008/11/06/obamaandasia/>> 144 “China Must be Central to US Global Agenda”, (çevrimiçi) <<http://www.cato.org/pub_display.php?pub_id=9833>> 78 Bölgedeki diğer önemli aktör olan Japonya’nın ABD dış politikasında kısa vadede önceliğinin azalacağı düşünülmektedir.145 23 Eylül 2008’de aşırı milliyetçi tavırlarıyla dikkat çeken Taro Aso’nun yeni başbakan olarak göreve başlaması ile146 Japon siyasi sisteminde yükselen milliyetçi eğilimlerin kontrol altında tutulamaması ihtimali, bölgede özellikle Çin ve Tayvan tarafından eleştiri ile karşılanmaktadır.147 Artan milliyetçiliğin kaynağı olarak Japonya’nın Soğuk Savaş dönemiyle birlikte sahip olduğu bölgesel ekonomik güç konumunun Çin’in yükselişi ve Japonya’nın özellikle 1990’lı yıllarla gelen ekonomik durgunluğu ile birlikte azalan merkezi konumu olarak nitelendirilmektedir. Çin ve Japonya arasındaki bölgesel liderlik yarışı sürmektedir. Japonya ve Çin’in bölge ülkeleriyle ayrı ayrı oluşturmaya çalıştıkları Serbest Ticaret Bölgeleri ekonomik alandaki mücadeleyi en iyi örnekleyen gelişmeler olarak yorumlanabilir. İki ülkenin bu mücadelesinin bölgedeki tartışmalı konularda (büyük miktarda doğal gaz ve petrol bulundurduğuna inanılan Diaoyu Adaları’nın konumu) gerilim yaratma ihtimali ise göz önünde bulundurulması gereken diğer bir unsurdur. Japonya-ABD stratejik ortaklığı Washington’ın Doğu ve Güneydoğu Asya stratejisinin bel kemiğini oluşturmaktadır. Ancak ABD’nin kısa ve orta vadede Çin ile ortak hareket etmeyi temel alan bölgesel ve küresel stratejisi Japonya’da iki farklı dinamiğe yol açabilir. Bir taraftan bu durum, Japonya’daki milliyetçi eğilimlerin artmasına neden olarak bölgesel liderlik mücadelesi içinde olan Japonya-Çin arasındaki tartışmalı konuların küresel ölçekte bir krize dönüşmesine neden olabilir. Diğer taraftan, Japon siyasi eliti olası Çin-ABD yakınlaşması nedeniyle Çin ile ilişkilerin geliştirilmesi konusuna odaklanabilir. ABD, Asya Krizi sonrasındaki yaklaşımı nedeniyle özellikle Güneydoğu Asya’da önemli bir güç kaybına uğramıştır. ABD etkinliğinin azalması ASEAN148 ve bölgesel diplomatik açılımlarıyla Çin’i Güneydoğu Asya’da temel aktörler haline getirmiştir. Ancak ABD bölgedeki etkinliğini terörle savaş söylemi altında 145 Andrew MacIntyre, “Obama and Asia”, (çevrimiçi)<<http://www.eastasiaforum.org/2008/11/06/obamaand-asia/>> 146 Temmuz 2007 senato seçimlerinde iktidardaki Liberal Demokrat Parti’nin büyük kayba uğramasıyla başlayan siyasi kriz sonrasında Başbakan Şinzo Abe’nin istifası gerçekleşmiştir. Ülkede devam eden siyasi kriz sonraki Başbakan Yasuo Fukuda’nın da istifası ile sonuçlanmıştır. 147 Suna Lee, “Japonya’da Siyasi Çıkmaz”, ASAM, (çevrimiçi)<<http://www.asam.org.tr>> 148 ASEAN (Association of Southeast Asian Nations): Güneydoğu Asya Ülkeleri Birliği 79 görece yeniden oluşturabilmiştir. 9/11 sonrasında Bush yönetimince Güneydoğu Asya ülkeleri ile çeşitli güvenlik işbirliği anlaşmaları gerçekleştirilmiştir. Bu bağlamda, Amerikan Ulusal İstihbarat Ajansı’nın yayınladığı raporda dile getirildiği gibi uluslararası etkinliği artması muhtemel bölge ülkelerinden biri ise Endonezya’dır. Dünyanın en kalabalık Müslüman ülkesi olmasının yanında, zengin doğal enerji kaynaklarına sahip olması bölgesel ve küresel güçlerin dikkatini çekmektedir. Bunun yanı sıra Endonezya dünyanın en kalabalık 4. ülkesi olması itibariyle daralmaya giren dünya ekonomisi için potansiyel pazar konumunu da pekiştirmektedir. Siyasi ve iktisadi reformların devam etmesi ile birlikte Endonezya’nın uluslararası rolünün artacağı dile getirilmektedir.149 Bu doğrultuda, kimi analistler ABD’nin Obama döneminde Endonezya’daki siyasi ve ekonomik etkinliğini arttırmak için girişimlerde bulunacağını ve bunu küresel terör ile savaşta Endonezya’ya yeni roller biçerek yapacağını değerlendirmektedir.150 Güney Asya: Obama stratejisini etkileyecek diğer faktörler ise; Afganistan’da istikrarın sağlanması, Pakistan’daki seçimler ve iç siyasetteki dinamikler, HindistanPakistan arasında süregelen Keşmir sorunu ve diğer çözümsüzlükler (frozen conflicts), bölgede gün geçtikçe etkisini arttıran radikal dinci ‘‘Cihad’’ hareketlerinin kontrolü ve denetimidir. Afganistan’daki sorunların hem güvenlik hem de politik bağlamda düşünülmesi gerekmektedir. Güvenlik bağlamında düşünülmesi gereken Obama’nın NATO ve AB’den Afganistan’daki mücadelesinde isteyeceği desteğin ne ölçüde karşılanacağı ve sonuç alıcı olacağıdır.151 Politik bağlamda ise; Afganistan’daki iç siyasi gelişmelerin hangi doğrultuda ilerleyeceği önemlidir.152 Afganistan’daki ABD müdahalesi ve istikrarın sağlanmasının Irak’tan çok daha zorlu geçmesi beklenmektedir. Irak’ın sosyo-politik yapısına oranla 149 “Global Trends 2025: A Transformed World”, National Intelligence Council, 2008. 150 Andrew MacIntyre, “Obama and Asia”, (çevrimiçi)<<http://www.eastasiaforum.org/2008/11/06/obamaand-asia/>> 151 “Obama’s South Asia Challenges”, (çevrimiçi)<<http://news.bbc.co.uk/2/hi/south_asia/7719123.stm>> 152 “Obama’s South Asia Challenges”, (çevrimiçi)<<http://news.bbc.co.uk/2/hi/south_asia/7719123.stm>> 80 Afganistan’daki Taliban etkinliği çok daha güçlüdür. Bunun yanında Karzai hükümeti ülkenin sadece 1/3 kısmını yönetebilmekte geri kalan bölüm ise İran odaklı Şii Hazaralar ve Taliban güçlerinin etkisindedir.153 Bu bağlamda, ABD’nin Ekim 2009 Afganistan başkanlık seçiminde Hamid Karzai’yi yeniden destekleyip desteklemeyeceği iç siyasi dinamikleri etkileyecek önemli bir unsur olarak görülmektedir. Afganistan’daki Başkanlık seçimleri ile ilgili olarak farklı görüşler mevcuttur: - Karzai’nin otoritesinin sarsılması ve 2009 seçimlerinde ABD desteğinin çekilmesi Afganistan liderliğine Peştun liderlerinden birinin geçmesi ile sonuçlanabilir. - Ilımlı Taliban eğilimlerin ve El-Kaide ile ittifak halinde olan askeri unsurların hükümete dahil edilerek sistem içine çekilmesi alternatif strateji olarak kullanılabilir. Bu stratejinin gerçekleştirilmesi için Amerika’nın Karzai hükümetine gerçekten girmek isteyen Peştun kökenli kabileleri Taliban etkisinden uzaklaştırması gerekmektedir.154 Afganistan’daki ABD-NATO güçlerine ikmal yolu olarak kullanılan Pakistan, ABD için bölgede hayati öneme sahiptir. Bu bağlamda, ülkenin ABD yanlı siyasi iktidarlar tarafından istikrarlı şekilde yönetimi ABD’nin önceliğidir. Ancak Pakistan’ın kuzeyinde yayılan Cihad hareketi ve Pakistan’daki askeri bürokrasi ve sivil hükümet arasındaki siyasi bölünmüşlük Afganistan’daki ABD varlığı için tehdit oluşturmaktadır. Afganistan’ın istikrarının sağlanması NATO güçlerinin katkısı ve siyasi iradesinin devamlılığına bağlıyken Pakistan’daki durum daha büyük endişelere neden olmaktadır. El-Kaide’nin Pakistan’da artan etkinliği ve yeni Pakistan Taliban hareketi olan Tehrik-i Taliban ile ittifakı Pakistan’ın istikrarı için önemli bir tehdit oluşturmaktadır. Bunun yanında Obama yönetimini Pakistan’da bekleyen diğer önemli sorun ise Pakistan ordusu ve istihbarat servisinin (the Inter Services Intelligence Agency) Amerikan yanlısı ve karşıtı bölünmüşlüğüdür. ABD, 153 “Obama’s Central Asian Crisis: The Wars to Come in Pakistan, Pasthunistan and Afghanistan”,(çevrimiçi)<<http://www.washingtonhotlist.com/obamas-central-asian-crisis-the-wars-to-comein-pakistan-pashtunistan-and-afghanistan/>> 154 “Obama’s Central Asian Crisis: The Wars to Come in Pakistan, Pasthunistan and Afghanistan”,(çevrimiçi)<<http://www.washingtonhotlist.com/obamas-central-asian-crisis-the-wars-to-comein-pakistan-pashtunistan-and-afghanistan/>> 81 Pakistan ordusunun Kuzey bölgelerinde yayılmakta olan Cihad hareketini yeterince bastıramadığından şikayetçidir.155 Ordu ve istihbarat servisinin terör örgütlerine destek sağladığı ve kimi ülkeler (İran, Kuzey Kore ve Libya) ile nükleer silah ticareti yaptığı söylenmektedir.156 Halihazırda, Pakistan Cumhurbaşkanı Zerdari ve Pakistan ordusu arasındaki gerginlik sürmektedir. Bunun arkasında yatan başlıca nedenler; aşiretlerin ülkenin kuzeyinde güçlenmeye başlaması, Taliban’ın Afganistan’dan ayrılıp Pakistan’ın kuzey bölgesini de kapsayacak Peştunistan’ı kuracağı ile ilgili açıklamaları, Zerdari’nin Hindistan-Pakistan gerginliğini iyi yönetememesi, Ordunun üst kademelerinde Müşerref zamanında atanan askerler olarak sıralanmaktadır. Kimi analistler, Pakistan’ın iç savaşa sürüklenme ve Pakistan ordusunun yönetime el koyma ihtimalinin güçlendiğini değerlendirmektedir.157 Pakistan ordusunun Müşerref’i yeniden Cumhurbaşkanı olarak görmek isteyip istemeyeceği ülkedeki ABD varlığını etkileyecek önemli bir dinamik olacaktır. Müşerref’in yeniden yönetime geçme olasılığı Pakistan’ın ABD etkisinde kalmasını büyük ölçüde garantilerken Ordudaki anti-Amerikan unsurların darbe sonrası etkin olması ABD’nin sadece Pakistan değil Güney Asya’daki varlığını da ciddi anlamda tehdit edebilir. Pakistan’daki ABD’nin öncelikleri bütüncül bir stratejiyi zorunlu kılmaktadır. Pakistan ordusunun ABD’nin müttefiki olarak kalması, medya halk ve orduda yayılan anti-Amerikan akımların giderilmesi ve ülkeye verilen Amerikan yardımının daha zorlu politik koşullara dayandırılması ABD’nin yeni dönemdeki stratejisini belirleyecek temel dinamikler olarak değerlendirilebilir.158 Obama’nın Güney Asya dış politika danışmanı Riedel, Obama’nın Pakistan’a karşı daha sert bir tutum izleyeceği ve Pakistan ordusuna sağlanan askeri yardımın ülkenin El-Kaide ve Taliban terör örgütlerine karşı mücadelesinin yeterliliğine bağlanacağını söylemektedir. Riedel, ABD’nin bölgedeki terörle 155 “Obama’s South Asia Challenges” ,(çevrimiçi)<<http://news.bbc.co.uk/2/hi/south_asia/7719123.stm>> 156 “Obama’s Central Asian Crisis: The Wars to Come in Pakistan, Pasthunistan and Afghanistan”, (çevrimiçi)<<http://www.washingtonhotlist.com/obamas-central-asian-crisis-the-wars-to-come-in-pakistanpashtunistan-and-afghanistan/>> 157 Barış Adıbelli, “Güney Asya İstikrarsız”, Cumhuriyet Strateji, 19 Ocak 2009. 158 “Obama’s South Asia Challenges”,(çevrimiçi)<<http://news.bbc.co.uk/2/hi/south_asia/7719123.stm>> 82 mücadelesine destek verdiği sürece mevcut iktidar partisi olan Pakistan Halk Partisini destekleyeceğini de vurgulamaktadır.159 Hindistan’ın saldırılar, 2008 bölgedeki Kasım’da dinamikleri Mumbai temelden şehrine düzenlenen etkilemiştir. Hintli terörist yetkililerin Mumbai’deki terör olaylarını gerçekleştirenlerin Pakistan bağlantılı olduklarını dile getirmesi Pakistan ve Hindistan ilişkilerinin gerilmesine neden olmuştur. Condolezza Rice’ın 3 Aralık’taki Yeni Delhi ziyareti oluşabilecek herhangi bir siyasi gerginliği engellemek amaçlıdır.160Saldırı sonrasında yeniden gündeme gelen Pakistan-Hindistan anlaşmazlığı ve tarihsel uyuşmazlıkların (Keşmir sorunu) uzlaşma ile çözümü ABD’nin Güney Asya’daki yeni stratejisinin temel taşlarından biri olacaktır. 161 Kimi analistlere göre terör saldırılarının arkasında yatan neden Pakistan ve Hindistan arasındaki uyuşmazlıkların yeniden gündeme getirilmesi ile birlikte gerçekleşecek Pakistan’ın Afgan sınırından Hindistan sınırına asker kaydırması ve dikkatini teröristlerle girdiği mücadeleden Hindistan’dan gelebilecek muhtemel tehditlere yöneltmesidir. Böylece Afgan sınırındaki Pakistan etkinliği azalacak ve terör örgütleri hareket alanlarını genişletecektir. Bunun yanında, Mumbai terör saldırılarının diğer bir nedeninin ABD’nin bölgedeki uluslararası terörle savaşa yönelik dış politika açılımlarının sekteye uğratılması ve askeri-siyasi etkinliğinin zayıflatılması olarak nitelendirilmektedir. Güney Asya uzmanı olan Giustozzi ise, saldırıda amacın yeni Pakistan sivil hükümeti ve Pakistan ordusu arasındaki ilişkinin zarar görmesi olduğunu söylemektedir. Giustozzi’ye göre, Hindistan’ın Pakistan sınırına askeri güç konuşlandırması Pakistan ordusu tarafında da sınıra asker kaydırılmasını zorunlu kılacaktır. Böyle bir durumda, ABD etkisinde olan Pakistan hükümeti, ABD’nin öncelikli hedefi olan Afgan sınırındaki askeri 159 “A Preview of Obama’s South Asia Policy”, (çevrimiçi)<<http://southasiainvestor.blogspot.com/2008/10/preview-of-obamas-south-asia-policy.html>> 160 “After Mumbai Attacks, South Asia seen as Key Challenge for Obama”, (çevrimiçi)<<http://www.rferl.org/Content/After_Mumbai_Attacks_South_Asia_Seen_As_Key_Challenge_For _Obama/1355448.html>> 161 “Obama’s South Asia Challenges”, (çevrimiçi)<<http://news.bbc.co.uk/2/hi/south_asia/7719123.stm>> 83 birliklerin Hindistan sınırına kaydırılması konusunda ordu ile anlaşmazlığa düşecektir.162 ABD’nin Delhi’ye İslamabad ile olan anlaşmazlıkların çözümünde baskı yapıp yapmayacağı konusu üzerinde düşünülmesi gereken bir unsur olarak öne çıkmaktadır. Kimi analistlere göre, Hindistan ve Pakistan arasındaki sorunların çözümü Pakistan ordusunun gücünü ve enerjisini Pakistan’daki Cihad hareketi ile mücadelesine yoğunlaştırmasına neden olacaktır.163 Reidel’e göre, Pakistan’ın köktendincilik ve terörist akımlarla olan ilişkisinde Hindistan kaynaklı tehdit algılamaları temel etmendir. Bu nedenle Pakistan’ın uluslararası sistemdeki yerini tanımlamasında Hindistan ile süregelen tarihsel mücadelesi belirleyicidir.164 Ancak göz önünde bulundurulması gereken bir diğer nokta ise Hindistan’ın Keşmir sorununun çözümünde herhangi bir dış baskıyı reddetmekte olmasıdır.165 Obama’nın bölgedeki stratejisi olarak Pakistan hükümetinin sınırlarında faaliyet gösteren militanlara karşı mücadelesinde teşvik edilmesi ve karşılığında Hindistan ile olan sorunlarının çözümünde Amerika’nın yardımcı olacağı yönünde görüşler mevcuttur. Bu bağlamda, Amerikan stratejisinin bir parçası olarak, Afgan sınırındaki Amerikan askeri sayısının arttırılacağı da vurgulanmaktadır.166 Pakistan’ın sadece Hindistan korkusu nedeniyle değil ama aynı zamanda ABD’nin bölgedeki muhtemel etkinliğinden çekinmesi, kimi analistler tarafından Pakistan’ın ABD için güvenilir bir müttefik olamayacağını ve ülkenin Çin merkezli bir strateji izlediği üzerine yoğunlaşmaktadır.167 Bu düşünceye göre, Güney Asya’daki temel çatışma alanı Pakistan-Hindistan arasındaki mücadeleden Çin- 162 “After Mumbai Attacks, South Asia seen as Key Challenge for Obama”, (çevrimiçi)<<http://www.rferl.org/Content/After_Mumbai_Attacks_South_Asia_Seen_As_Key_Challenge_For _Obama/1355448.html>> 163 “Obama’s South Asia Challenges”, (çevrimiçi)<<http://news.bbc.co.uk/2/hi/south_asia/7719123.stm>> 164 “A Preview of Obama’s South Asia Policy”, (çevrimiçi)<<http://southasiainvestor.blogspot.com/2008/10/preview-of-obamas-south-asia-policy.html>> 165 “Obama’s South Asia Challenges”,(çevrimiçi)<<http://news.bbc.co.uk/2/hi/south_asia/7719123.stm>> 166 “After Mumbai Attacks, South Asia seen as Key Challenge for Obama”, (çevrimiçi)<<http://www.rferl.org/Content/After_Mumbai_Attacks_South_Asia_Seen_As_Key_Challenge_For _Obama/1355448.html>> 167 Subhash Kapila,” South Asia: The United States Foreign Policy Predicaments” , South Asia Analysis Group, 2006. 84 Hindistan arasındaki stratejik mücadeleye kaymıştır. Pakistan hükümeti gibi Çin’in de Taliban hareketine destek olduğu dile getirilmektedir. Bu açıdan değerlendirildiğinde, Çin-Pakistan stratejik ilişkisinde168 Hindistan ve ABD çıkarlarının birbiri ile uyuştuğu söylenmektedir.169 ABD-Avustralya-Japonya arasındaki üçlü güvenlik mekanizmasına Hindistan’ın da dahil edilmesi 2004 yılından beri gündemde olan bir konudur. 2006 yılında yaptığı açıklama ile Hindistan Başbakanı Manmohan Singh bölgesel konularda üçlü güvenlik mekanizma ile diyaloga girilebileceğini belirtmiştir. Özellikle Japonya, Hindistan’ın üçlü güvenlik mekanizmasına dahil edilmesini istemektedir. Bunun yanı sıra ABD-Hindistan arasında 2005 yılında uzlaşmaya varılan nükleer anlaşma ve ABD-Hindistan arasında gelişen askeri ilişkiler de dikkate alınması gereken olgulardır.170 Bu açıdan, Çin-Pakistan yakınlaşması, muhtemel Hindistan-ABD-Japonya arasında üçlü bir blok oluşumuna da neden olabilir. Ancak kısa vade bu oluşumun önündeki en büyük engel, Hindistan kamuoyunda ve siyasi elitinde ABD ile yakınlaşmaya karşı tutumdur. Hindistan Başbakanı uzun süreden beri ABD ile yapılan nükleer ve silah anlaşmaları nedeniyle iç politikada zor durumda kalmış, Parlamentodaki muhalifler Başbakanı sert bir dille eleştirmişlerdir. Sonuç ve Değerlendirmeler: Yeni Asya yaklaşımı mı? Uzun vadede ABD’nin Asya’daki dinamikler göz önünde bulundurulduğunda Hindistan ile ortaklığı merkez alan bir politika üreteceği öngörülebilir. Hindistan’ın Avustralya-ABD-Japonya üçlü güvenlik mekanizmasına dahil edilmesi ile ilgili gelişmeler de bu stratejinin başlamasının işareti olarak yorumlanabilir. Bu bağlamda ABD, kısa ve orta vadede bölgeye yönelik üreteceği politikaları bu amacı desteklemek ile birlikte bölgedeki konjonktürel gelişmeleri de göz önünde bulunduracaktır. ABD’nin finansal krizikili ticari ilişkiler nedeniyle Çin’e verdiği önem, Afganistan’daki etkinliğini sürdürmek için gerekli gördüğü Pakistan hükümeti ile olan işbirliği (ve de 168 Çin için özellikle Afrika’da yaşanacak olan enerji mücadelesinde Pakistan’ın önemli bir lojistik merkezi olacağı değerlendirilmektedir. Çin’in korsanlar ile mücadele için Aden Körfezine gönderdiği savaş gemileri ikmal için Pakistan’ın kullanmıştır. 169 Subhash Kapila, “Asia’s Challenging Strategic Calculus”, South Asia Analysis Group, 2008. 170 Col R. Harrihan, “Is the Emerging Asian Security Paradigm A Threat to China?”, South Asia Analysis Group, 2007. 85 Hindistan halkının ABD ile yapılacak bir ittifaka olan negatif yaklaşımı), Hindistan-ABD ortaklığının daha uzun bir döneme yayılacağının göstergeleri olarak görülebilir. Orta Vadede Amerika’nın Asya politikasını ABD-Çin ve ABD-Hindistan ilişkilerinin belirlemesi muhtemeldir. Obama’nın da bu bilinçle hareket edeceğini söyleyen Reidel, Obama döneminde Hindistan ile stratejik ortaklığın gündemde olacağını söylemektedir.171 Stratejik ortaklığın bir diğer nedeni ise uzun vadeli stratejinin gerçekleştirilmesidir. Bu bağlamda, ABD Pakistan odaklı Güney Asya politikasında değişimler beklenebilir. Özellikle Afganistan ve Hindistan’ın ABD bölge politikasında kilit öneme sahip olacağı beklenebilir. Ancak Obama yönetiminin Pakistan’a karşı geliştirebileceği cezalandırıcı tutumun yanı sıra Hindistan yanlı politika açılımı bölgede ciddi çatışmalara yol açacak (özellikle nükleer silahlanma yarışı) bir dinamiği tetikleyebilir. Bundan dolayı kısa vadede, Obama’nın Afganistan-Pakistan-Hindistan üçgeninde dengeleri korumaya özen göstereceği düşünülmektedir. Güney Asya’nın yanı sıra Orta Asya ve Doğu Asya’daki ABD etkinliği bağlamında Çin ve bölge ülkeleri ile olan ilişkiler ve geliştirilecek yeni strateji büyük önem taşımaktadır. Bunun yanı sıra, Orta Asya ve Kafkaslarda artan Rusya etkisinin de dengelenmesi ABD’nin bölge stratejisinin oluşturulmasında orta vadeli olarak dikkate alınan unsurdur. Diğer yandan, ABD’nin bölgedeki etkinlik alanını Afganistan-Pakistan ekseninde sınırlaması, Orta ve Doğu Asya’da muhtemel Çin ve Rus etkisinin artmasına neden olabilir. Bölgenin ABD’nin küresel politikasındaki önemi nedeniyle ŞİÖ’nün geleceği ve evrimleştiği bölgesel entegrasyon modeli Obama yönetiminin de üzerinde duracağı bir konu olacaktır. Ancak Obama döneminde uluslararası ekonomik kriz ve ikili ticari ilişkilerin taraflar için hayati önemi nedeniyle ABD’nin yaklaşımında ılımlı, uzlaşmacı ve işbirlikçi bir duruş alması beklenmektedir. Özellikle üyelikler konusunda eleştirilerde bulunması ve diplomatik yolları denemesi muhtemeldir. Bunun yanı sıra, bölge ülkeleri ile yumuşak güç unsurları olan enerji-ticaret anlaşmalarının gündeme gelmesi söz konusudur. 171 “A Preview of Obama’s South Asia Policy”, (çevrimiçi)<<http://southasiainvestor.blogspot.com/2008/10/preview-of-obamas-south-asia-policy.html>> 86 Bölgede geniş kitlelere yayılan Amerikan karşıtlığının azaltılması ve Afganistan ve Pakistan’da Amerikan yanlısı siyasi iktidarların bulunmasının ABD’nin bölgedeki kısa vadeli öncelikleri olduğu değerlendirilmektedir. Bunun en önemli nedeni Afganistan’daki ABD varlığının güvence altına alınmasıdır. Ancak Obama’nın Pakistan’daki iç dinamikler ya da bölgedeki terörist unsurları kontrol altında tutabilmesi olanaklı görünmemektedir. Bu durum Obama’yı alternatif stratejiler geliştirmeye zorlayabilir. Bu bağlamda, Afganistan’daki ABDNATO birliklerine ikmal yolu olarak Güney Kafkasya-Orta Asya ülkelerinin önemi artabilir. Ancak Rusya’nın arka bahçesi olarak görülen bu coğrafyada ABD’nin Rusya ile karşı karşıya kalması çok büyük bir olasılıktır. Nitekim Özbekistan’ın ülkedeki ABD askerlerinin çekilmesini istemesi ile Kırgızistan’ın Manas’taki ABD üssünü, Rusya ile imzaladığı 2 milyar dolarlık kredi anlaşması ile birlikte kapatma kararı alması bu bağlamda değerlendirilmelidir. Bush’un tek taraflı-saldırgan politikalarını eleştiren Obama’nın böyle bir durumda AB ülkelerinden Rusya’ya karşı destek istemesi beklenebilir. Ancak AB’nin Rus gazına bağımlılığı üye ülkelerin Rusya’ya karşı tavır almasını engelleyebilir. Olası bir Rusya-ABD uzlaşması için ABD Rusya’ya bölgesel/küresel etkisinin artmasına neden olacak ödünler (NATO’nun doğuya genişlemesinin durdurulması) vermek durumunda kalabilir. Radikal eğilimlerin Orta Asya’daki diğer ülkelere özellikle Özbekistan ve Tacikistan’a da sıçramasının engellenmesi ve bölge ülkelerinin sahip olduğu nükleer silahların teröristlerin eline geçmesinin engellenmesinin de Obama yönetiminin diğer önceliklerini oluşturacağı düşünülmektedir.172 Türkiye-Asya Açılımı ABD’nin bölgeye yönelik uzun, orta ve kısa vadeli muhtemel stratejilerinin analizi göz önünde bulundurularak, Türkiye’nin bölgeye yönelik açılımları ile ilgili öneriler aşağıdaki başlıklar altında verilebilir. - Şanghay İşbirliği Örgütü Bölge ülkeleriyle yürüttüğü sınırlı ilişkileri ve bölgedeki etkinliği her geçen gün artan ŞİÖ (Rusya ve Çin), Türkiye’nin bölgeye yönelik 172 “Obama’s Central Asian Crisis: The Wars to Come in Pakistan, Pasthunistan and Afghanistan”, (çevrimiçi)<<http://www.washingtonhotlist.com/obamas-central-asian-crisis-the-wars-to-come-in-pakistanpashtunistan-and-afghanistan>> 87 politikalarının zayıflığını daha belirgin bir şekilde ortaya çıkarmıştır. ŞİÖ’nün genişlemesi ve güçlenmesi Türkiye tarafından yakından takip edilmesi gereken bir konu kimliğindedir. Kimi analistlerin de söz ettiği gibi Örgütün etkinlik alanını genişletmesi, orta ve uzun vadede Türkiye’nin bölgedeki çıkarlarını zora sokabilir. Bundan dolayı, ŞİÖ ekseninde gelişen olayların Türkiye’nin çıkarları bağlamında değerlendirilmesi, kısa ve orta dönemli stratejilerin belirlenmesinin gerekli olduğu düşünülmektedir. Türkiye’nin gözlemci üye olarak ŞİÖ’ne dahil olması173 tartışmasında iki görüş söz konusudur. Bir görüş, ŞİÖ’nün kuruluş amacı ve faaliyetlerine bakıldığında, Örgütün ABD karşıtı bir oluşum olduğu ve Türkiye için alternatif olamayacağıdır. Bu bağlamda, hem Türkiye’nin Örgüte üye olmaya ihtiyacı olmadığı hem de üye devletlerden özellikle Rusya ile Çin’in ABD’nin bölgedeki müttefiki ve NATO üyesi Türkiye’nin üyeliğine sıcak bakmasının zor olduğu dile getirilmektedir. Türkiye’nin üyelik girişiminde Doğu Türkistan sorunu ile enerji rekabetinin Çin ve Rusya açısından olumsuzluklara neden olacağı söylenmektedir. Bunun yanı sıra, Orta Asya’da tarihsel, kültürel bağları olan bir ülke olarak Türkiye’nin bölgeye dahil edilmesinin Rusya ve Çin’in etkinliğini azaltacak olması da ortaya atılan diğer bir unsurdur174. Diğer görüş ise, ŞİÖ’nün NATO karşıtı Varşova Paktı gibi bir yapılanma olarak algılanmaması gerektiği ancak uluslararası dengeleyici bir güç unsuruna dönüştüğü ve konjonktür nedeniyle bölgesel hatta küresel bir yapılanmaya dönüşmesi ihtimalidir. Bu bağlamda, ŞİÖ’nün (güvenlik ve enerji odaklı iki temel açılımı olan) yeni bir bölgesel organizasyon modeli olarak algılanması gerektiği üzerinde durulmaktadır. Bu açıdan bakıldığında, Türkiye’nin bölgedeki proaktif dış politika yaklaşımının, ŞİÖ’ne katılımını zorunlu kıldığı değerlendirilmektedir. Ancak burada üzerinde durulan nokta, 173 Türkiye, önceki ismi Şanghay Beşlisi olan yapılanmaya gözlemci olarak katılma isteğinde bulunmuş ancak kurumsallaşma aşamasında olan örgüt bu talebi kabul etmemiştir. 2005 Ocak ayında yapılan Erdoğan-Putin görüşmesinde Başbakan Erdoğan ŞİÖ ile ilişki kurma niyetini dile getirmiş ve bu istek Putin tarafından da olumlu karşılanmıştır. 174 İlyas Kamalov, “Yükselen Güç Şanghay İşbirliği Örgütü ve Genişleme Politikası”, ASAM. 88 ŞİÖ ile ilişkilerin AB ya da ABD ile olan ilişkilere alternatif olarak sunulmaması gerektiği ve bu konuda hassas davranılması gerektiğidir.175 ŞİÖ, Orta Asya’nın yanı sıra çeşitli üyelikleri ile birlikte etki alanını Güney Asya’ya da yaymaya başlamıştır. Bölgedeki dinamiklerin değerlendirilmesi ve gerekli adımların zaman kaybetmeden atılması adına Türkiye ŞİÖ’ne gözlemci ülke statüsünde başvurusu için gerekli diplomatik atılımların yapılmasının önemi değerlendirilmektedir. - Nabucco projesi ve bölgedeki mevcut doğal gaz kaynaklarının transferi (İran ve Irak’tan doğal gaz) /Hazar’ın Statüsü sorunu Son Rusya-Ukrayna arasındaki doğal gaz krizi ile birlikte gündeme gelen Nabucco projesi Türkiye’nin bölgedeki konumunu etkileyecek önemli bir gelişmedir. Bilindiği gibi projenin başlaması önündeki temel engel, boru hattına kesintisiz doğal gazın (31 milyar metreküp doğal gaz) nasıl sağlanacağıdır. Nabucco projesinin hayata geçirilmesi için gerekli kaynağın Türkmenistan176 ve Kazakistan’dan sağlanacağı düşünülmüştür. Ancak adı geçen iki ülkenin doğal gaz kaynaklarının büyük bölümünün satış hakkını Rusya’ya devretmesi ile proje sıkıntıya girmiştir. Bu gelişmeler ışığında, Ankara 15 Temmuz 2007 tarihli Türkiye-İran arasında imzalanan doğal gaz anlaşması ile İran ve Türkiye arasında işbirliğini amaçlamıştır. Anlaşmada Türkiye TPAO aracılığıyla İran’ın Güney Pars doğal gaz bölgesinde 3 sahada araştırma-geliştirme faaliyetlerinde bulunma hakkına sahip olmuştur. Bunun yanı sıra, Türkiye anlaşmaya göre Nabucco için gerekli olan doğal gazı İran ve Türkmenistan’dan temin edebileceğini açıklamıştır. Ancak İran ile yapılan bu anlaşma ABD ve AB tarafından tepki görmüştür. Nitekim, daha sonraki dönemde İran Nabucco’da yer almayacağını açıklamıştır.177 Rusya’nın liderliğindeki doğal gaz karteli oluşumu ve ABD’nin İran’a karşı tavrı konunun 175 Muharrem Ekşi, “Şanghay İşbirliği Örgütü’nün OPEC ve CSTO Ekseninde Açılımı”, Global Strateji Enstitüsü, 2007 176 Kaynak sorununun yanı sıra, Türkmen doğal gazının ne şekilde İran ve Rusya by-pass edilerek Türkiye’ye ulaştırılacağı ise diğer bir sorundur. Bu bağlamda, Türkmen gazının Azerbaycan üzerinden Türkiye’ye ulaştırılmasını sağlayacak Trans-Hazar boru hattı projesinin gerçekleştirilmesi gereklidir. Ancak Boru hattının gerçekleştirilmesi önündeki temel engel Hazar’ın statü sorunudur. 177 Mehmet Nayır, “Avrupa’nın Nabucco Dayatması Türkiye’ye Strateji Değiştirtebilir”, Referans, 2008. 89 çözümünü zora sokmuştur. Ancak gelinen noktada, ABD’nin İran konusunda daha esnek bir tavır alması beklenebilir. Bir diğer olasılık olan statü sorunun çözümü, ve tartışılan kaynakların satış/dağıtım haklarının Batılı firmalar tarafından garantilenmesidir. Bu bağlamda, AB ve ABD’nin sorunun çözümünde ortak girişimlerde bulunması olasıdır. AB ve ABD’nin sorunun çözümünde rol alma girişimleri karşısında Türkiye’nin konuya taraf olması, Rusya ve İran ile olan enerji anlaşmaları nedeniyle lehine görülmemektedir. Türkiye öncelikli olarak kendi ihtiyacı olan gazın teminini riske atmadan alternatif kaynaklardan hatta gaz akımını sağlayacak projeleri (örn. Mısır-Türkiye Boru Hattı) değerlendirebilir. Bu aynı zamanda, orta vadede Türkiye’nin doğal gaz arz çeşitliliğini de sağlayacaktır. Nabucco projesinin önündeki diğer bir engel ise Türkiye’nin proje kapsamındaki konumu ile ilgilidir. Projenin planlanması aşamasında hattan geçecek gazın yüzde 15’inin Türkiye’nin kullanımına sunulması ve geri kalan yüzde 85’lik gaz akışı için ise AB’nin Türkiye’ye aktarım ücreti ödemesi öngörülmüştür. Ancak 27 Ocak 2009’da Budapeşte’de yapılan son görüşmelerde Nacucco Hattının önceden planlandığı gibi BOTAŞ’ın mevcut dağıtım sistemini kullanmaması ve hattın mevcut dağıtım sistemine paralel olarak gerçekleştirilmesi teklif edilmiştir178. Halihazırda Türkiye Nabucco projesinde sadece transit ülke konumundadır. Son gelişmelerle birlikte düşünüldüğünde Türkiye’nin öncelikli olarak kendi doğal gaz arz çeşitliliğini sağlaması ve garantilemesinin ne kadar önemli olduğu görülebilir. - Hindistan açılımı Türkiye uzun süre ikinci plana attığı Güney Asya’ya gereken önemi vermeye başlamıştır. 2008 başındaki Dışişleri Bakanı Ali Babacan ve Dış Ticaretten sorumlu Devlet Bakanı Kürşat Tüzmen’in yaptığı ziyaretler Türkiye’nin yeni Hindistan açılımı olarak yorumlanabilir. Ekonomik krizle birlikte daralan AB pazarına alternatif olarak görülen Hindistan pazarı, Türkiye açısından artarak önemini korumaktadır. (Hindistan-Türkiye arasında 1 sene sonra yürürlüğe girecek Serbest Ticaret Bölgesi anlaşmasının imzalanması gündemdedir.) Öncelikli olarak iki ülke arasındaki ticaret178 Mahmut Gürer, “Her Yıl Aynı Kriz”, Cumhuriyet Enerji, Ocak 2009 90 ekonomik işbirliği alanında yapılan görüşmeler, Hindistan’ın Güney Asya’daki gelişmeler bağlamında artan önemi ile birlikte diğer alanlarda da ikili işbirliğine dönüştürülmüştür.179 Türkiye Başbakanı Erdoğan’ın 21-24 Kasım 2008 tarihlerinde yaptığı Hindistan-Türkiye arasındaki ikili görüşmeler yaklaşık 10 yıl sonra bir Türk Başbakan’ının Hindistan’a ilk ziyaretidir. İkili görüşmeler kapsamında Hindistan ile Nükleer İşbirliği ve enerji konusu gündemin başlıca unsurları olmuşlardır. Nükleer İşbirliği konusunda Türkiye, Hindistan’ın 1974 yılında yaptığı nükleer teste karşı kurulan ve Londra Grubu olarak bilinen uluslararası oluşumda Hindistan’ın barışçıl nükleer materyal ihracına izin verilmesi ile ilgili maddeye katılmıştır. Atılan bu adım, Hindistan ile Türkiye arasındaki nükleer enerji işbirliğinin yolunu açtığı şeklinde yorumlanmıştır.180 Diğer bir işbirliği konusu ise Hindistan’a İsrail üzerinden petrol sevkıyatı ile ilgilidir. Bu konuyla ilgili olarak Türkiye-İsrail-Hindistan arasında petrol boru hattı kurulması (Ceyhan-Kızıldeniz boru hattı) ile ilgili görüşmelere başlanacağı bildirilmiştir. Kızıldeniz Boru Hattı projesi ile Ceyhan’dan İsrail’in Akdeniz kıyısına döşenecek ham petrol boru hattının buradan Kızıldeniz’e uzanan mevcut hatla birleştirilmesi öngörülmektedir.181 Projede özelikle Hindistan’ın alıcı olarak bulunması, Ceyhan-Kızıldeniz Hattının yanı sıra Samsun-Ceyhan hattının gerçekleşmesini de destekler niteliktedir. (Şu anki tedarikçisi olan Rusya’dan petrol Hindistan’a tankerle ile ulaştırılıyor.) Güney Asya’daki kritik önemi ile bağlantılı olarak 2008’de Hindistan’a yapılan enerji ve ekonomik işbirliğinin derinleştirilmesinin Türkiye için giderek artan önemi dile getirilebilir. - Afganistan ve Türkiye’nin Asya’daki varlığı Afganistan’da yıkılan Taliban rejiminden sonra kurulan Geçici Yönetim ile birlikte Kabil’in güvenliğinin sağlanması için yapılandırılan Uluslararası Barış Gücü (ISAF) komutası altı aylık İngiliz komutasından sonra 2002’de Türkiye’ye devredilmiştir (2003 Şubat ayına kadar). 2003 yılında ISAF 179 “Türkiye Yönünü Hindistan’a Çevirdi”, (çevrimiçi)<<http://palhaber.com>> 180 “Türkiye ile Hindistan Arasında Nükleer İşbirliği”, Londravizyon, 2008. 181 “Türkiye-İsrail-Hindistan Enerji İşbirliği”,(çevrimiçi)<<http://cnnturk.com>> 91 komutası görev alanı ülke çapına yayılacak biçimde genişletilerek NATO’ya geçmiştir. Bununla birlikte NATO Sivil Temsilciliğinin kurulması ve 2004 yılında Hikmet Çetin’in NATO Kıdemli Yüksek Sivil Temsilciliğine getirilmesi gerçekleşmiştir. Türkiye-Afganistan arasındaki kültürel ve tarihsel yakınlık; Türkiye’nin Afganistan’daki olumlu imajı NATO tarafından Türkiye’ye ülkede daha fazla rol verilmesinin arkasında yatan temel unsurdur. Kimi analistlerin de belirttiği gibi Türkiye Afganistan’da diğer ülkelere göre bir adım öndedir.182 Obama yönetiminin ağırlığını Afganistan’daki ABD ve NATO varlığına verecek olması artık tüm uluslararası kamuoyu tarafından bilinmektedir. Bush yönetiminin son döneminde gündeme gelen Afganistan’a müttefik ülkelerden ek muharip birlik takviyesinde bulunulması konusunda sıkıştırdığı kimi NATO ülkelerinin bu talebe pek de sıcak bakmadığı dile getirilmektedir. Ancak Obama yönetiminin desteklenmesi yönünde AB’ye egemen olan görüş bu konuda bir tavır değişikliğini gündeme getirmeye aday görünmektedir. ABD ve NATO, özellikle Türkiye’nin Afganistan’daki mücadeledeki önemini vurgulamaktadır. Türkiye açısından değerlendirildiğinde Afganistan’a ek asker takviyesinin fayda ve zararlar aşağıdaki gibi ortaya koyulabilir. Türkiye’nin uluslararası kamuoyunda prestij kazanması, yeni dönemde ABD-Türkiye ilişkilerinin sağlamlaşması, Türkiye’nin NATO’daki yerinin ve gücünün kavranması, Türkiye’nin Orta Asya’ya tekrar geri dönüşünü sağlamak adına önemli bir adım atılması (bölgedeki enerji oyununa aktif bir aktör olarak katılması, Orta Asya cumhuriyetleri ile olan ilişkilerinin geliştirilmesi), Türkiye’nin Irak’ın yeniden şekillenmesi sürecinde söz hakkına sahip olması, Kıbrıs-AB ve Ermeni sorunu gibi konularda ABD’den destek alması. Ancak Türkiye’nin Afganistan’a ek asker göndermesi kendi içinde de önemli riskleri barındırmaktadır. Muhtemel riskler; bölgedeki ABD karşıtlığının Türkiye’nin olumlu imajını zedelemesi, Afganistan’daki mücadelenin Pakistan’a sıçraması ihtimalinde Pakistan ile tarihi ilişkilerin zarar görmesi, Rusya’nın Türkiye’nin bölgede artacak etkinliğine karşı bölgeyi Türkiye’ye kapatma politikası izlemesi (özellikle bölgedeki enerji kaynaklarının transferi konusunda 182 Orta Asya ülkeleri ile Türkiye arasındaki bağlantıların Fazıl Ahmed Burget, “Afganistan’da Başlayan Yeni Dönemde Türkiye’nin Yeri”, TÜRKSAM, 2006. 92 zayıflatılması stratejisi), Türkiye’nin El Kaide’nin hedefine dönüşme olasılığı..gibi sıralanabilir.183 Ancak tüm risk faktörlerine karşın Türkiye’nin talep gelmesi halinde Afganistan’daki askeri varlığını arttırmasının ve bu varlığı sivil faaliyetlerle de desteklemesinin (eğitim, sağlık, alt yapı çalışmaları vb.) son derece yararlı olacağı değerlendirilmektedir. Obama’nın Afganistan yaklaşımının ekonomik kriz, batılı müttefiklerin kısıtlı desteği ve iç-dış kamuoyundan yükselen eleştiriler karşısında Afganistan’da duranlığın sağlanması adına bölgeye sosyo-ekonomik açılımlar yapılması ve yumuşak güç unsurlarının kullanılmasına daha fazla önem vermesi beklenebilir. Yeniden inşası gündeme gelen Trans-Afgan boru hattı projesi başta olmak üzere, ülkenin rehabilitasyonu ve modernizasyonu için çeşitli alanlarda yatırımlara ihtiyaç duyulmaktadır. Bu bağlamda, Türkiye’nin Afganistan’daki varlığının sadece askeri boyutla kısıtlı kalmaması ve Afganistan’ın güvenlik-siyasi-ekonomik düzlemde yeniden yapılandırılmasında Türkiye’nin daha fazla rol alması hatta öncülük etmesinin yararlı olabileceği değerlendirilmektedir. TİKA, 2005-2007 Afganistan Acil Destek Programı184 kapsamında Afganistan’ın yeniden yapılandırılması adına sosyal altyapı, ekonomik altyapı, üretim sektörleri ve acil yardımlar olmak üzere 4 alt dalda faaliyetlerde bulunmuştur. TİKA’nın Afganistan’daki projelerinin devamının yararlı olacağı düşünülmektedir. Bu projeler kapsamında; ulusal ordu ve polis teşkilatının yeniden yapılandırılmasında güvenlik güçlerinin eğitimi, Afganistan’daki beyaz yakalı uzman personelin eğitiminin desteklenmesi, Türk devletinin gözetiminde ülkede yeni eğitim kurumlarının açılması; burs imkanı verilmesi; yüksek öğrenim kadrolarının ülke üniversitelerinde geçici görevlendirilmesi gibi unsurlar üzerinde durulabilir. Ekonomik-ticari ilişkilerin geliştirilmesi adına Afgan-Türk İş Konseyinin kurulması185, sivil toplum örgütleri tarafından Afganistan ve bölgeye yönelik 183 Muharrem Ekşi, “Türkiye’nin Afganistan’a Operasyon Amaçlı Asker Göndermesi”, Global Strateji Enstitüsü, 2008. 184 2005-2007 Afganistan Acil Destek Programı kapsamında Afganistan’ın yeniden yapılandırılması adına 10 milyon dolarlık bütçe ayırmıştır. 185 Fazıl Ahmed Burget, “Afganistan’da Başlayan Yeni Dönemde Türkiye’nin Yeri”, TÜRKSAM, 2006. 93 projeler geliştirilmesinin desteklenmesi, bölgeye yönelik stratejilerin geliştirilmesi için gerekli sivil toplum-kamu-özel sektörü bir araya getiren ulusal platformların oluşturulması, konferansların düzenlenmesi, hem Afganistan’da hem de Türkiye’de eş zamanlı faaliyet gösterecek araştırma merkezlerinin kurulması..gibi. Türkiye’nin izleyeceği dış politika, Orta Asya’da zayıflayan prestij ve etkinliğin geri kazanımı için bir fırsata dönüştürülebilir. Ancak burada önemli olan husus, Türkiye’nin bölgedeki gelişmelere salt NATO ve ABD ekseninden bakmaması ve kendi çıkarları doğrultusunda bölgedeki diğer dengeleri de gözeten bir diplomasi izlemesinin gerekliliğidir.186Bu bağlamda, özellikle Afganistan’daki savaşın Pakistan’a sıçraması ihtimali dikkate alınmalıdır. Bir diğer önemli nokta ise, Pakistan-Hindistan geriliminin tırmanması ile ortaya çıkacak uluslararası krizdir. Olası bir Pakistan-Hindistan gerginliğinde 20092010 döneminde BM Geçici üyesi sıfatını kullanmaya başlayan Türkiye’nin taraflar arasında denge gözetmesi gerekmektedir. - Ekonomik İşbirliği Teşkilatı 14 Eylül 1996 tarihli İzmir Anlaşması ile EİT yeniden yapılanma sürecine girmiştir. Bu bağlamda, orta vadede öncelikli hedef olarak üye ülkeler (Türkiye, Pakistan, İran, Azerbaycan, Afganistan, Kazakistan, Kırgızistan, Türkmenistan, Özbekistan ve Tacikistan) arasında işbirliğini gerçekleştirmek için ticaret, ulaştırma, haberleşme ve enerji sektörlerine ağırlık verilmesi kararına varılmıştır. Bu sektörlere yönelik stratejilerin belirlenmesinin temelinde bölgenin sahip olduğu zengin enerji kaynaklarının akılcı kullanımı ve uluslararası pazarlara ulaştırılmasının sağlanması yatmaktadır. 2002 İstanbul zirvesinde karara bağlanan Trans-Asya Ana Tren Hattı projesinin somutlaştırılması ve Afganistan’ın yeniden imarı için işbirliği EİT’nin öncelikli projeleri olmuştur. 2005 yılında Bakanlar düzeyinde yapılan toplantıda Teşkilat ‘‘ECO Vision 2015’’ raporunda orta vadedeki stratejilerini belirlemiş ve önceliği 2015 itibariyle hayata geçmesi planlanan EİT Serbest Ekonomik Bölgesi’nin oluşturulması almıştır. Son 2006 Bakü Zirvesinde187 ise bu rapor 186 187 Burget, a.g.e. Bir sonraki EİT zirvesinin bu yıl kararlaştırılmıştır. Ocak sonu-Mart başı arasında Pakistan’da düzenlenmesi 94 doğrultusunda bölgesel kalkınma ve işbirliği için gerekli mekanizmaların işlerlik kazanmasının gerekliliği dile getirilmiştir. Orta Asya Cumhuriyetleri ile birlikte üye olduğumuz tek bölgesel ekonomik kuruluş olan EİT’nin Türkiye için öneminin çok fazla olduğu düşünülmektedir. Üye ülkeler ile karşılaştırıldığında gelişmişlik düzeyi, Avrupa ülkeleri ile olan siyasi ve ekonomik ilişkileri ve coğrafi konumu nedeniyle Türkiye’nin lider olma ve EİT’yı yönlendirme potansiyeline sahip olduğu da değerlendirilmektedir.188 Türkiye’nin kısa vadede bu potansiyeli gerçeğe dönüştürmesi realiteden uzaktır. Ancak EİT, Türkiye’nin kısa vadede Yakın Asya’daki varlığını güçlendirmek için kullanacağı yumuşak güç unsurları için önemli bir platform olarak değerlendirilebilir. 188 Tahir Tamer Kumkale, “EİT ve Türkiye için Önemi”, 2003. 95 GENEL DEĞERLENDİRME George W. Bush’un müdahaleci, tek taraflı politikalarının uluslararası alanda yarattığı prestij kaybının ve iç kamuoyundaki rahatsızlıkların Amerikan dış politikasında değişime ivme kazandırdığı değerlendirilmektedir. Demokratların vizyonu ile dış politikada yerel ve küresel “değişim” ihtiyacı vurgusu seçim kampanyasının temel odak noktası olmuştur. bahsedilen değişim sürecinde geleneksel Ancak, Demokrat/Cumhuriyetçi ayrışmasının yanı sıra içinde bulunulan konjonktür nedeniyle Clinton ve Obama dönemi dış politika yaklaşımları açısından da bir paradigma kayması ihtimalinden söz edilebilir. Geleneksel Demokrat/Cumhuriyetçi ayrışması Obama’nın seçim sürecindeki değişim söyleminde ağırlık kazanan uzlaşmacı ve sorunların çözümünde diplomatik yöntem odaklı yaklaşımda somut bir şekilde görülebilmektedir. Bununla birlikte, konjonktürel değişimler dikkate alındığında Obama’nın değişim temelli politik söylemlerinin ne ölçüde hayata geçirilebileceği tartışmalıdır. Dünyada gelişebilecek olası krizler, ülkenin içinde bulunduğu psikolojik ve entelektüel ortam, uluslararası güç dengelerindeki değişimler, liderlerin seçim sonrasında farklı yaklaşımlar benimseyebilmelerine yol açabilecek ögeler olarak görülebilir. Yeni dönemde, öncelikle, finansal krizle mücadeleye, işsizliğin yaygınlaşmasına, büyük çaplı mali açıklara ve ulusal üretimin düşmesi sorunlarına odaklanılması beklenmektedir. Bununla birlikte, “Uluslararası Terörle Mücadele’nin” Bush yönetimindeki öncelikli konumu değişmiş gibi görünse de, uluslararası sorunların önemini koruyacağı öngörülebilir. Bu bağlamda İran’ın nükleer güç olma ihtimali, Irak ile imzalanan Güçler Statüsü Anlaşması, İsrail’in Gazze’ye askeri müdahalesi, Hindistan’daki terör saldırıları, Afganistan’daki kaotik durumun Pakistan ile olan etkileşimi, Rusya ile Ukrayna arasında yaşanan kriz gibi yakın dönemdeki konjonktüre etki eden gelişmeler Demokrat siyasi kültürünün yansıması olan “inzivacılık/içe kapanma” yaklaşımının uygulanmasını zorlaştırabilecektir. Nitekim, Obama’nın Dış İşleri Bakanı Hillary Clinton, Cumhuriyetçi Savunma Bakanı Robert Gates, ve Milli Güvenlik Kurulu Danışmanı Emekli Orgeneral James Jones’dan oluşan ekibinin, “Çok taraflı diplomasi, müttefikler, uluslararası kurumlar ve hukuk ama gerekirse güç kullanmaktan da kaçınmamak” 96 vurgusu Obama’nın gerektiğinde klasik demokrat çizgiden uzaklaşabileceği öngörüsünü desteklemektedir. Cumhuriyetçiler döneminde ABD dış politikasının sert güç unsurlarına dayalı ve tek taraflı bir hal aldığı bilinmektedir. Bush döneminde sıklıkla vurgulanan söylemler, ABD ile kurulacak ikili ilişkileri “Amerika’nın yanında ya da karşısında bulunma” seçenekleri ile sınırlamış görünmektedir. Bu yaklaşımın Türk-Amerikan ilişkilerine önemli yansımaları olduğu söylenebilir. Söz konusu durum, Türkiye’nin Ortadoğu politikaları, ABD’nin küresel terörle mücadelesi, enerji politikaları gibi karmaşık sorunlara yönelik tartışmaları temelde iki seçeneğe indirgemiştir. Bu temelin sınırladığı bölgesel politikalar, krizlerin sıklıkla görülebildiği bir ortamı hazırlamış, Mart 2003 tezkere krizi gibi gel-gitlerin sıklıkla yaşanabildiği bir siyasi durumu oluşturmuştur. Genel olarak, Demokratlar döneminde Amerikan dış politikasındaki söylem ve üslup değişimi, ABD-Türkiye ilişkilerinde de daha ılımlı ve esnek bir yaklaşımı beraberinde getirmektedir. Önümüzdeki dönemde Ortadoğu, Balkanlar, Karadeniz-Kafkasya ve Asya uluslararası güç mücadelesinin odak noktaları olmaya devam edecektir. Türkiye’nin, Obama yönetiminin uygulaması beklenen çok taraflı, yumuşak güç unsurları odaklı, diplomasi ağırlıklı ve uzlaşmacı dış politika açılımını kendi manevra alanını genişletme ve bölgede farklı açılımları mümkün kılma açısından bir fırsat olarak görmesi ve bölge dinamiklerini en iyi şekilde değerlendirerek kısa ve orta vadeli stratejilerini belirlemesi gerekmektedir. Öte yandan, bölgelerdeki diğer aktörler için de aynı hareket serbestisinin varlığı düşünüldüğünde bölgesel düzeyde daha rekabetçi bir ortamın oluşacağı öngörülebilir. 97 KAYNAKÇA KİTAP VE MAKALELER Adıbelli, Barış. “Güney Asya İstikrarsız”, Cumhuriyet Strateji, 19 Ocak 2009. Al Aitan, Ahmad Majed. “Washington’s Greater Middle East Initiative: Regional Perspective”, <<http://www.ndc.nato.int/download/publications/al_aitan.pdf>>. Al Marashi, İbrahim. “Turkish Perceptions and Nuclear Proliferation”, Over the Horizon Proliferation:Challenges for Counter-Proliferation Policy, 18 – 20 Haziran 2007, <<http://www.ccc.nps.navy.mil/si/2007/Aug/OTH-almarashi2Aug07.pdf>>. Arıboğan, Deniz Ülke. (der.), Çin’in Gölgesinde Uzak Doğu Asya, 2001. Aslan, Ali H. “ABD Dış Politikasında Yeni Oyuncular ve Türkiye”, USAK Stratejik Gündem Ayoob, Mohammed. “The Middle East in 2025: Implications for U.S. Policy”, Middle East Policy, Sayı: XIII, No.2, 2006. Bahgat, Gawdat. “Europe’s Energy Security: Challenges and Opportunities”, International Affairs, 2006. Brzezinski, Zbigniev. The Grand Chessboard: American Primacy and Its Geostartegic Imperatives, 1997. Burget, Fazıl Ahmed. “Afganistan’da Başlayan Yeni Dönemde Türkiye’nin Yeri”, TÜRKSAM, 2006. Coffman Wittes, Tamara. “The New US Proposal for a Greater Middle East Initiative: An Evaluation”, Saban Center for Middle East Policy at the Brookings Institution, Mayıs 2004. Col, R. Harrihan. “Is the Emerging Asian Security Paradigm A Threat to China?”, South Asia Analysis Group, 2007. Cornell, Svante E. “Georgia After the Rose Revolution: Geopolitical Predicament and Implications for U.S. Policy”, Strategic Studies Institute, <<http://www.StrategicStudiesInstitute.army.mil/>>, Şubat 2007. Daalder, Ivo H. and Lindsay, James M. America Unbound: The Bush Revolution in Foreign Policy, Washington, Brookings, 2003. Davis, John. “The ideology of War: The neo-conservatives and the hijacking of US Policy in Iraq”, Presidential Policies and the Road to Second Iraq War: From Fourty one to Fourty Three, USA, Ashgate, 2006. Ditore, Koha. New Kosova Report, Netpress, Politika, 23/09/08. 98 Dittmer, Lowell. American Asia Policy and the US Election, Foreign Policy Research Institute, 2008. Efegil, Ertan. “Bush Yönetimi ile AK Parti’nin Kıbrıs Politikalarının Karşılaştırılmalı Analizi”, Avrasya Dosyası, cilt 1, sayı 2. Ekşi, Muharrem. “Şanghay İşbirliği Örgütü’nün OPEC ve CSTO Ekseninde Açılımı”, Global Strateji Enstitüsü, 2007 Ekşi, Muharrem. “Türkiye’nin Afganistan’a Operasyon Amaçlı Asker Göndermesi”, Global Strateji Enstitüsü, 2008. Erkmen, Erkin. Şanghay İşbirliği Örgütü üzerinde Çin-ABD Sorunları, TÜRKSAM, 2006. Febe, Armanios. “Islam: Sunnis and Shiites”, CRS Report for Congress, 23 Şubat 2004. Fukuyama, Francis. Ulus İnşası, Hasan Kaya (çev.), Ağustos, 2008. “Green Paper: A European Strategy for Sustainable, Competitive and Secure Energy”, Commision of The European Communities, Brüksel 2006. Gürer, Mahmut. “Her Yıl Aynı Kriz”, Cumhuriyet Enerji, Ocak 2009 Habibe Kader. “ABD Başkanlık Seçimleri ve Moskova-Washington Hattı”, USAK, 11 Kasım 2008. Hakkı, Murat Metin. Türkiye, Ortadoğu ve Avrasya’yı neler Bekliyor, Ötüken, İstanbul, 2007. Hale, William. Turkey, The US and Iraq, London Middle East Institute at SOAS, 2007. Jazexhi Dr. Olsi, İbrahimi, Halil. “ABD'nin http://balkanpazar.org/balkanpolitikalan.esp. Balkanlar Politikası”, Kamalov, İlyas. “Yükselen Güç Şanghay İşbirliği Örgütü ve Genişleme Politikası”, ASAM. Katzman, Kenneth. “Iran: US Concerns and Policy Responses”, CRS Report For Congress, 15 Mayıs 2007. Katzman, Kenneth. ”The Persian Gulf States: Issues for US Policy, 2006”, CRS Report For Congress, 21 Ağustos 2006. Keskin, Arif. Mayıs 2007. “İran-Suudi Arabistan İlişkileri ve Şii Jeopolitiği”, Stratejik Analiz, Kırmacı, Melek. “Transatlantik İlişkilerde Balkanlar: ABD-Avrupa İşbirliği Derinleşiyor” Avrupa Araştırmaları Masası, TUSAM, <<http://www.tusam.net/makaleler.asp?id=1264&sayfa=9>>. 99 Koç, Bahadır. “Yeni ABD Başkanı Barack Obama ve Türk-Amerikan ilişkileri”, ASAM. Kona G.Güngörmüş. (Der.), Uluslararası Çatışma Alanları ve Türkiye’nin Güvenliği, IQ Kültür-Sanat Yayıncılık, İstanbul, Şubat 2005. Kumkale, Tahir Tamer. “EİT ve Türkiye için Önemi”, 2003. Lee, Suna. “Yeni ABD Başkanı Barack Obama ve Çin”, ASAM, 2008, <<http://www.asam.org.tr>> Lee Suna. “Japonya’da Siyasi Çıkmaz”, ASAM, <<http://www.asam.org.tr>> “Global Trends 2025: A Transformed World”, National Intelligence Council, 2008. Ignatius, David. “Turkey’s Domino Theory”, The Washington Post, 21 Aralık 2008. “Iran’s differing views of Turkish elections “, OSC Report, 27 Temmuz 2007. MacIntyre, Andrew. “Obama and Asia“, <<http://www.eastasiaforum.org/2008/11/06/obamaand-asia/>> “Makedonya'nın NATO'ya Üyelik Süreci ve Yunanistan'ın İsim Vetosu”, TASAM, 22/12/2008. Müderrisoğlu, Ruhsar. “11 Eylül İle Birlikte Yeni Dünya Düzenine Doğru”, Osman Metin Öztürk (Der.), Uluslararası Terörizm ve Dış Politika, Ankara, Biltek Yay., 2002. Nayır, Mehmet. “Avrupa’nın Nabucco Dayatması Türkiye’ye Strateji Değiştirtebilir”, Referans, 2008. Nichol, Jim. “Armenia, Azerbaijan and Georgia: Political Developments and Implications for U.S Interests”, CRS Report For Congress, Temmuz 2007. Obama, Barack. “Renewing Temmuz/Ağustos 2007. American Leadership”, Foreign Affairs, Oğan, Sinan. “Yeni Global Oyun ve Hazar’ın Statüsü”, TÜRKSAM, 2005. Olson, Robert. “Turkey–Iran Relations, 1997-2000: The Kurdish and Islamist Questions”, Third World Quarterly, Sayı: 21. “Oil For Soil: Toward A Grand Bargain on Iraq and The Kurds”, International Crisis Group Policy Report, 28 Ekim 2008. Oran, Baskın. Türk Dış Politikası Cilt II: 1980-2001, B. Oran (Der.), İstanbul, İletişim Yayınları, 2001. Öztürk, O.M., Sarıkaya, Y. Kaos’a Doğru İran: Güncel İran İncelemeleri, Ankara, Fark, 2006. Plesch, Dan. “The Neo-Cons: Neo-Conservative Thinking since the on set of the Iraq War”, Alex Danchev and John MacMillan (edit), The Iraq War and Democratic Politics, London and Newyork, Routledge, 2005. 100 “Reliable, Affordable, and Environmentally Sound Energy for America’s Future”, The White House, The National Energy Policy Development Group, Mayıs 2001. Robins, Phillip. “The Opium Crisis and the Iraq War: Historical Parallels in TurkeyUS Relations”, Mediterrenean Politics, Sayı.12, No.1, 17-38, Mart 2007. “Shanghai Cooperation Organization Denies Expansion Plans”, Journal of Turkish Weekly, (çevrimiçi)<<http://www.turkishweekly.net/news.php?id=58345>> Schleifer, Y. ,Caught in the Fray: Turkey Enters Debate on Iran’s Nucleer Program” , 2007. Sönmezoğlu, Faruk. (Der.), Türk Dış Politikasının Analizi, III. Baskı, İstanbul, Der Yayınları. Subhash, Kapila. ”South Asia: The United States Foreign Policy Predicaments”, South Asia Analysis Group, 2006. Subhash, Kapila. “Asia’s Challenging Strategic Calculus”, South Asia Analysis Group, 2008. Uzel, İlhan. “ABD Hegemonyası Oluşturulurken <<http://www.inadina.com/inadeski/sayi146/yazi2.htm>> “Weitz, Richard. “SCO Fails <<http://www.cacianalyst.org>>. to Solve Its Expansion Balkanlar”, Dilemma”, 2007, Yavuz, Celalettin. “Doğu Avrupa’da “Füze Kalkanı” ve Rusya’nın Geri Adım Atışı”, TÜRKSAM, 08 Nisan 2008. INTERNET KAYNAKLARI BBC Haber Portalı, www.bbc.co.uk. Barack Obama kişisel Web Sitesi, http//www.barackobama.com Cumhuriyet Gazetesi, www.cumhuriyet.com.tr . Energy Information Administration Resmi Web Sitesi, http://www.eia.doe.gov. Hürriyet GAZETESİ, www.hurriyet.com.tr. Le Figaro Haber Portalı, www.lefigaro.fr. Milliyet Gazetesi, www.milliyet.com.tr NTVMSNBC Haber Portalı, www.ntvmsnbc.com. Radikal Gazetesi, www.radikal.com.tr. 101 Uluslararası Af Örgütü Web Sitesi, http://www.amnesty.org.tr. T.B.M.M. Resmi Web Sitesi, http://www.tbmm.gov.tr. T.C. Dışişleri Bakanlığı Resmi Web Sitesi, http://www.byegm.gov.tr. Time Magazine Web Sitesi, http://www.time.com. Global Security Web Sitesi, http://www.globalsecurity.org. International Online Defense Magazine, http://defense-update.com. 102