Pdf indir - Beşiktaş Belediyesi
Transkript
Pdf indir - Beşiktaş Belediyesi
Sayı: Kış ’10/11 Beşiktaş’ta Fulya Sanat Nâzım Hikmet Denize akan sokaklar 68’in Kadınları Kent üniversiteleri 30 BEŞİKTAŞ KENTLİSİ’ NİN DERGİSİ Kış ’10 / 11 38 Nâzım Hikmet Bir vatanseverin portresi... İMTİYAZ SAHİBİ Beşiktaş Belediyesi adına Beşiktaş Belediye Başkanı İsmail Ünal YÖNETİM YERİ Beşiktaş Belediyesi Nisbetiye Mahallesi Aytar Caddesi Başlık Sokak No: 1 34340 Beşiktaş, İstanbul www.besiktas.bel.tr - 444 44 55 YAYIN TÜRÜ Dergi/Yaygın YAYIN KURULU Hasan Özgen, Yüksel Türkili, Görkem Kızılkayak PROJE YÖNETMENİ Hasan Özgen EDİTÖR Görkem Kızılkayak 46 Albüm: Tijen Burultay Tijen Burultay’ın objektifinden Beşiktaş’ta kadın... Kapak Fotoğrafı: Alaaddin Savaş 04 Başkan’ın Beşiktaşlılara Mesajı 12 Beşiktaş’ta denize akan sokaklar 7 tepeli şehrin yokuşu bol ilçesi Beşiktaş’ta, Boğaz’la buluşan sokaklar bekler sizi... 54 GENEL YAYIN YÖNETMENİ Gülçin Tahiroğlu GÖRSEL YÖNETMEN Nadir Mutluer SORUMLU YAZI İŞLERİ MÜDÜRÜ Ayla Çiringel YAZI İŞLERİ Gülçin Tahiroğlu, Ayla Çiringel, Nazan Ortaç, Nuran Savaş, Elif Kara SAYFA YAPIM Engin Ak KATKIDA BULUNANLAR Asude Süleymanoğlu, Yalçın Çiringel, Nuri Kurtcebe, Murat Katoğlu, Güneş Duru 12 20 Atatürk ve Bilim Bilimin medreseye karşı verdiği müthiş mücadelenin öyküsü. FOTOĞRAFLAR Görkem Kızılkayak, Alaaddin Savaş, Vural Yazıcıoğlu, Derya Aydoğan, Erdem Aydın Burak Görgün, Şenol Kaşıkçı YAPIM NDR Tasarım ve Reklamcılık Tic. A.Ş. Nisbetiye Mahallesi, Birlik Sokak Akyıldız Apt. C Blok No:22/6 Beşiktaş/İstanbul Tel: 0212 284 99 22 BASKI Promat Matbaacılık 0212 622 63 63 BASKI TARİHİ Aralık 2010 02 B+ KIŞ 54 68’in Kadınları Onlar yaşamı sorgulayan, değişime inanan kadınlardı. 20 26 Kent Üniversiteleri Sosyal ve kültürel anlamda kentsel dönüşümün en etkili aktörlerinden biri; Kent Üniversiteleri. 30 Fulya Sanat Bir futbol sahasından bir sanat merkezine dönüşümün muhteşem göstergesi. 58 Bir Semt: Etiler Yıllar öncesinden bugüne yolculuk... 58 64 Vefa: Ufuk Esin Yerli yabancı birçok bilim insanına yol gösteren Ufuk Esin, Bebeklilerin de hocasıydı. 64 68 Rahşan Düren Sergisi Ben resimlerimle özgürleşiyorum! Artı 68 72 Leventnâme Gündüz Vassaf‘ın kitabı, mahallesine yıllar ötesinden duyduğu aşkın da bir ifadesi. Tarikat-ı medeniyet... Atatürk, öğretmenlere yalnızca “hakiki zaferi kazanma” görevi vermedi. Onları yalnız bırakmayacağına dair de bir söz verdi: “Ben ve sarsılmaz imanla bütün arkadaşlarım, sizi takip edeceğiz ve sizin tesadüf edeceğiniz engelleri kıracağız.” 72 76 Bir Butik Müze Yıldız Sarayı’ndaki Şehir Müzesi küçük ama etkileyici. 76 82 Engelliler Kariyer Günü Engellilere engelsiz kariyer imkânı... 82 86 Haberler Beşiktaş’ta gerçekleşen etkinliklerden özetler... 92 Rehber / 24 saat Bilimin önüne çıkacak her türlü engeli kaldırma sözü veren Atatürk, millete dönüp bir de uyarıda bulundu: “Efendiler ve ey millet; iyi biliniz ki Türkiye Cumhuriyeti şeyhler, dervişler, müritler, meczuplar memleketi olamaz. En doğru, en hakiki tarikat, tarikat-ı medeniyettir.” Mustafa Kemal öğretmenlere verdiği bu sözü ve millete yaptığı bu uyarıyı hiç unutmadı, daima yerine getirdi. O hep bilimin en büyük dostu ve koruyucusu oldu. Bilim bu sayede güçlendi ve Türkiye Cumhuriyeti’ni güçlendirdi. “Bir Bilim Savaşçısı: Atatürk” belgeseli bu tarihi gerçeğin izinde hazırlandı. Belgeselin yapımı 1993 yılında sona erdiyse de kasada beklemekten kurtulamadı. Mustafa Kemal’in inanılmaz azmini ve bilime sağladığı o büyük desteği gözler önüne seren “Bir Bilim Savaşçısı: Atatürk” belgeseli ilk kez Beşiktaş Belediyesi’nin bir etkinliğinde halkla paylaşıldı. 10 Kasım’da Akatlar Kültür Merkezi’nde yüzlerce öğrencinin izlemesi sağlandı. Daha sonra Levent Kültür Merkezi’nde Beşiktaşlılarla buluştu. B+ okuyucuları belgeselin yapım öyküsünü ve o zengin içeriğinden bazı bölümleri Ahmet Hızarcı, Celal Kazdağlı ve Soner Sevgili ile yapılan röportajda bulabilir. Atatürk’ün bilime olan aşkı ne kadar gerçek ise Nâzım Hikmet’in vatanına duyduğu aşk da o kadar gerçektir. B+’nın bu sayısında yer alan “Ve bir Vatansever’in Portresi; Nâzım Hikmet” yazısında onu kendinize bir kez daha yakın hissedeceksiniz. Nâzım’ın onu halk düşmanı ilan edenlere inat yazdığı “Kurtuluş Savaşı Destanı”nı okumadan ve Nuri Kurtcebe’nin çizimlerine bakmadan sayfaları çevirmeyin. B+’da geçen sayıda işlenen “68 Kuşağı” konusunu bu sayıda farklı bir yorumla bulacaksınız. Bu kez sıra “68’li Kadınlar”da... Yazının kaynağı 68’in Kadınları kitabının yazarı Beşiktaş kentlisi Ayşe Yazıcıoğlu. Toplumsal kurallara karşı çıkan, yaşamı sorgulayan, değişime inanan 68’li Kadınlar yazısı ilginizi çekecek. Tijen Burultay’ın objektifinden “Beşiktaş’ta Kadın” B+’nın görsellikte ulaştığı boyutu görmek açısından çok güzel bir örnek. Dikkatinizi çekecek yazılardan biri de, Gündüz Vassaf’ın Leventnâmesi. “Gün gelecek türümüz son birkaç yüzyıldır mahkûm bırakıldığı apartman yaşamından kurtulacak” diyen Gündüz Vassaf’ın gözlemleri, yorumları yaşadığı mahalleye yıllar ötesinden duyduğu aşkın da bir ifadesi aslında. Beşiktaşlı olmanın ayrıcalığını hissedeceğiniz yerlerden biri de Yıldız Sarayı’nın Güzel Sanatlar binasında hizmet veren Şehir Müzesi... Yasemin Masaracı’nın paylaştığı bilgiler Beşiktaş’ta bulunan bu butik müzeye doğru çekiyor insanı. Tüm bu kültür ve sanat zenginliğini Beşiktaş’ta hissetmek tesadüf değil. Bu olguda son derece planlı bir kentsel dönüşümün izleri var. Beşiktaş kültür-sanat etkinlikleri açısından çok kapsamlı ve çok yaygın bir eylemlilik içinde. Bu ince planlanan oluşumun öyküsünü Beşiktaş Belediye Başkanı İsmail Ünal B+’ya anlattı. Başkan Ünal, “Beşiktaş’a Cumhuriyet mirasından, Mustafa Kemal ruhundan başka şey yakışmaz” diyor. Bunu Beşiktaş’ın her köşesinden izlemek mümkün değil mi? Yeni yıl, yeni umutlar demek... En güzel dileklerimiz sizinle olsun. Hoşça kalın Bu sayıda da birbirinden ilginç konu ve konuklar yine B+’da sizleri bekliyor. Bir Kültür Savaşçısı; Dr. Osman Şevki Uludağ ilginizi çekecek konulardan biri. Türkiye’nin ilk tıp tarihi yazarı, ilk dağcısı, Uludağ’ın isim babası Osman Şevki Uludağ’ı, kızı Ela Uludağ ve torunu İrem Yıldızeli’nin anlatımıyla tanıyacaksınız. besiktasarti@besiktas.bel.tr B+ KIŞ 03 Söyleşi Bilim ve sanatla yönetmek! Söyleşi: Hasan özgen Fotoğraf: alaaddİn savaş, erdem aydın, şenol kaşıkçı 04 B+ kış “Beşiktaş’a Cumhuriyet mirasından, Mustafa Kemal ruhundan başka şey yakışmaz!” Prof. Adnan Çoker’in Beşiktaş Çağdaş’ta 16 Mart 2010’da açılan retrospektif sergisi. B+ kış 05 Sanat, kurumlaşmak zorundadır. 06 B+ kış B+: Sayın Başkan, B+ bu sayısında bir değişiklik yapıyor. Önsözünüzü bu kez bir söyleşiyle biraz genişletelim istedik. Çünkü Fulya Sanat’ın açılması, kamuoyunda büyük yankı uyandırdı. Özellikle kültür-sanat çevreleri olayı büyük sevinçle karşıladılar ve bir kez daha Beşiktaş Belediyesi’ne içtenlikli ve güzel duygularını ilettiler. Basında da epeyce değerlendirme yazısı yer aldı. Beşiktaş kentini zaman içinde kendi deyiminizle “kültür ve sanat başkenti” haline getirdiniz. Bu durumda gelinen noktanın tesadüfi olmadığını, bir yerel yönetim programının öngörülmüş, önceden planlanmış bir parçası olduğunu düşünebilir miyiz? Bu çabalarınızın, bu projelerinizin arkasında duran yönetim anlayışını ve felsefesini okurlarımızla paylaşır mısınız? İsmail ÜNAL: Öncelikle bir genelleme yapmayı deneyelim. Dünyanın halini bilmeden Beşiktaş’ta yapmakta olduklarımızı, en azından düşünsel boyutta, felsefi boyutta anlaşılır kılmak epeyce zor. Uzunca bir süredir küresel kapitalist sistem ve onların temsilcisi merkezi iktidarlar toplumları yönetemiyorlar. Krizlerle dolu yönetimsizlik süreçlerinde paradoksal olarak en çok da “demokrasi”den söz ediyorlar. Dikkat edilirse son yıllarda özellikle merkezi hükümet temsilcileri birer demokrasi şampiyonu kesildiler… Demokrasi şampiyonluğuna soyunanların “demokrasi” anlayışlarında ise bir tuhaflık var. Demokratik sistemlerin tarihsel kaynağı olan kentleri, kent yaşamlarını ve dinamiklerini bir yana iterek, yani özgürlükçü ve insan odaklı bir demokrasi yerine, oligarşik bir demokrasi denemesi yapılıyor. Bütün gücün merkezi iktidarda toplandığı, baskıcı ve korkutucu bir demokrasi anlayışı dayatılmak isteniyor. Sanki sivil olmak, seçimle gelmek gibi kriterler yeterliymiş gibi, her şeymiş gibi yeniden tanımlanan demokrasi kavramı, bir üst otoriteye bağlı kalmayı esas alan, özgür yurttaş yerine cemaat ya da teb’a ilişkisini modelleyen bir ucube haline getirildi… Tarih yerine uyduruk efsanelerin, inanç yerine hurafelerin öne çıkartıldığı özel bir dönem bu… Bir anlamda da, bilimin ve sanatın toplumsal hayattan dışlanmaya çalışıldığı bir dönem. Kısacası sadece bir yönetim biçimini değil, insanca ve onurlu bir yaşama modelini de öngören yüce değerler sistemi olan “demokrasi”nin içi boşaltılıyor… Bu koşullarda hem demokrasinin temel değerlerine, hem de demokrasiyi var edip yaygınlaştıran kentlerimize sahip çıkmanın çok önemli olduğuna inanıyorum. Çok önemli, çünkü yönetilmek yerine “güdülmek” istenen toplumların birikim noktaları kentlerdir… Kentler, hem insan yaşamının yoğunlaştığı ve çeşitlendiği mekânlar olarak önemlidir; hem de gerçek siyasal ve sosyal insanın, dünyayı sorgulamanın, akılcıl düşünmenin, yaratıcı insan eylemlerinin kaynağı olarak önemlidir. Biz bu bakışımızı yerel yönetim anlayışımızın temel taşlarından biri haline getirdik. Yani, insanın sağlıklı bir fiziki çevrede yaşayabilmesi için gerekli olan altyapı, üstyapı gibi temel yatırımların; temizlik ve sağlık gibi süreklilik gerektiren hizmetlerin yanı sıra, kentli insanın “sosyo-kültürel varlığına” yönelik projeler geliştirdik. Bu projelerinizin bir kısmının yansımalarını alabiliyoruz. Örneğin Beşiktaş kenti, gerek kültür-sanat etkinlikleri açısından gerekse yetişkin eğitimi açısından çok kapsamlı ve yaygın bir eylemlilik içinde… Nasıl bir sıralama yapıyorsunuz ya da bu çalışmaları bir kez daha açıklar mısınız? Fulya Sanat Devlet Opera ve Balesi’nin temsiliyle açıldı, 24 Kasım 2010 (Solda ve üstte). İsmail ÜNAL: Sizin deyiminizle söylersek bu eylemlilik hali, bu hareketlilik ve asıl önemlisi kentli örgütlenme bizim temel farkımız. Biz bunları çağdaş kentsel buluşmalar, yönetenle yönetilenlerin, seçenle seçilenlerin doğrudan buluşma noktaları olarak yorumluyoruz ve çağdaş demokrasilerin altyapısı olarak görüyoruz. Bu projelerin iki temel ekseni, iki ana aksı var: B+ kış 07 Fulya Sanat’ın açılışı, 24 Kasım 2010 Yorum Kamu Hizmeti Olarak Sanat Yazı: B+ ması, Karabük’te Demir Çelik Fabrikası, Ankara’da modern stadyum ve hipodrom yaptırılması aynı yıllarda gerçekleşmiştir. İlginç olan, sanat işlerinin bir kamu hizmeti diye kabul edilmesi ve bu alanda kurumsallaşmaya gidilmesidir. Başta müzik, heykel ve resim sanatının, devlet sergileri ve müzecilikle desteklenmesi, Senfoni Orkestrası konserlerinin başlatılması, opera gibi Tür- Sanatın bir kamu hizmeti olarak ele alınması modern Türkiye kiye için yepyeni bir sanat türünün örgütlenmesi, İstanbul Şehir Tiyatroları- Cumhuriyeti’nin getirdiği yeniliklerden biridir. nın geliştirilmesi, Devlet Tiyatroları’nın kurulması, arkeolojik kazıların birçok bölgede yürütülmesi ve elbet müthiş bir yayımcılık kampanyası, Cumhuriyet Geriye dönüp bakınca; Cumhuriyet yeniliklerinin temel bir özelliği, sos- idaresinin toplum hayatına kazandırdığı orijinal ve çağdaş yeniliklerdir. Bir yal hayatın bütün alanlarında birden reformcu düzenlemelerin yapılma- uygarlık projesi olan Cumhuriyet rejiminin bütünselci çağdaşlaşma strateji- sıdır. Yani “bütünsel” bir kalkınma felsefesinin varlığını görürüz. Hiçbir sinin ayrılmaz parçalarıdır. İnsana yatırımdır. İnsanın iç aleminin, yaratıcılığı- sektör arasında ayırım yapılmaksızın; “bu önemli, şu önemsiz” denilme- nın gelişmesi için Cumhuriyet idaresinin sağladığı bir kamu hizmetidir. den atılım ve yatırımlara girişilmiştir. Yıllar sonra geriye dönüp bakınca, bugün çok olağan gördüğümüz işlerin, Çünkü Cumhuriyet kurucuları ve başta asıl modernleşmeci lider Mus- o dönemin ekonomik, maddi ve sosyal koşullarında gerçekleştirilmesinde- tafa Kemal, uygarlığın yaşamın her yönüyle, her alanıyla bir bütün oldu- ki ilerici, devrimci ruhu saygıyla hatırlıyoruz. Kararlılığına ve kısa sürede üst ğunu, adeta ‘birleşik kaplar’ kuralına benzediğini kavramışlardı. Hukuk- üste gelen yeniliklere imreniyoruz. ta, maliyede, sanayide, bankacılıkta, sporda, sanatta, eğitimde, sağlıkta, tarımda ayrım gözetmeksizin girişilen hamleler, bu bütüncü kalkın- Sanat ve kültür alanındaki hızlı, yenilikçi, halkçı ve dünyaya açılan hareketi ve ma felsefesinin sonucudur. sanatçı yetiştirmede devletin bilinçli politikasını birkaç örnekle hatırlayalım. 1920’li, 30’lu yılların yoksunluklar içindeki Türkiye’sinde, tıp, mühen- Daha 1924’de Topkapı Sarayı’nın müzeye dönüştürülmesine; saray müzik dislik, iktisat, sosyal bilimler, müzik, resim ve heykel alanlarında genç- heyetinin Ankara’ya nakledilmesi ve hemen Musiki Muallim Mektebi’nin lerin evrensel standartlarda yetişebilmesi için, onların yurt dışına devlet kurulmasına Adana ve Bergama müzelerinin örgütlenmesine tanık olu- hesabına burslu olarak gönderilmesi bu uygarlık anlayışının kanıtlarıdır. ruz, 1925’de Etnografya Müzesi inşaatının başlaması, 1926 da ilk defa Sarayburnu’na heykel konulması, Milli Eğitim Bakanlığı’nda Müzeler ve Medeni kanun, arkeoloji araştırmaları, Merkez Bankası’nın kurulu- Güzel Sanatlar Daireleri kurulması sanat işlerinin devlet tarafından kap- şu, Balkan atletizm şampiyonalarının düzenlenmesi, Selüloz ve Kağıt samlı şekilde ele alındığının göstergeleridir. Resim sergileri desteklenir. Fabrikası’nın, Kayseri Bez Fabrikası’nın kurulması; üniversite reformu Çeşitli şehirlerde anıt heykeller yabancı ve yerli heykeltıraşlara yaptırılma- ve Devlet Konservatuarı kurulması, heykel ve anıtların yaptırılması, ül- ya başlanır. Türkiye artık heykel sanatıyla da tanışmış olur. Bu yıllarda resim kenin her yerinde müzeler açılması, Dil ve Tarih kurumlarının oluşturul- sanatı, müzik ve bestecilik eğitimi için yurt dışına gönderilen birçok genç 08 B+ kış I. Bilim dünyasını ve çağdaş eğitimi öne çıkarmak, II. Kültür ve sanat dünyasını örgütlü ve sürekli hale getirmek; yani kurumsallaştırmak. Bilim dünyasını ve çağdaş eğitimi öne çıkarmak için geliştirdiğimiz proje ve uygulamalara geçmeden, her iki alanı birbirine yaklaştıran, birbiriyle bütünleştiren kentsel dinamiklere bakmak gerekir. Uyguladığımız demokratik ve katılıma açık projelerimizin Beşiktaş kentinin nüfus bileşenleri ile ilintisi var. Beşiktaş kentlisinin okuma düzeyi yüksek. Çalışan kadın, hayatı paylaşan kadın oranı da yüksek. Beşiktaş’ın ayrıca bir üniversiteler kenti olduğunu anımsatmalıyım. Yedi üniversitemiz ve bir o kadar da dershane trafiği var kentimizde… Beş bin kişinin üzerinde emekli insanımız var. Bunlar hem eğitim, hem bilgi hem de görgü olarak yüksek donanımlı kentlilerimiz… Bu yüzden geliştirdiğimiz projeler oldukça rafine ve özenli olmak zorunda… Türkiye bir anlamda gençlik enerjisini, entelektüel enerjisini hapsediyor, boşa akıtıyor. Bu özenli bakış nasıl bir program ortaya çıkardı peki? Bilim dünyası ve çağdaş eğitim alanında gerçekleştirdiklerimizi başlıklar halinde şöyle sıralayabilirim: 1) Bütün üniversiteler ile kent yönetimi olarak ilişkiler geliştirdik ve ortak projeler yaptık. 2) Yasaklanana kadar üniversite öğrencileri de dahil, başarılı öğrencilerimize düzenli ve yaygın burslar verdik. 3) Üniversiteli öğrencilerimizi barındırabilmek için kız ve erkek konuk evle- modern Türk resim ve müzik sanatlarının sonradan ün kazanan isimleri, birçok ustası bu şekilde yetişti. Çok sayıda yabancı mimar, heykeltıraş, arkeolog, filolog, müzikçi ve sahneleme ustası ve hoca gençlerin yetişmesi için Avrupa’dan getirtildi. Devlet Resim ve Heykel sergileri düzenli olarak gerçekleştirildi. Beşiktaş’ta Dolmabahçe Sarayı’nın veliaht dairesi Resim ve Heykel Müzesi’ne tahsis edildi. (1937) 1932’den sonra bütün ülkede yaygınlaşan Halkevleri de birçok tiyatrocunun, sanatçının, edebiyatçının yetişmesinde ocak oldu. Kısacası, güzel sanatlar, müzik ve sahne sanatları devletin büyük desteği ve koruması sayesinde bugünkü durumuna erişmiştir. Günümüzde insanlığın ve Türkiye’nin klasik Cumhuriyet yıllarından çok daha geniş maddi, teknik ve sosyal olanaklara kavuştuğunu biliyoruz. Çağımız belediyeciliği de artık hayatın her yönüyle ilgilenen, her türlü sosyal aktiviteden sorumlu ve yükümlü bir anlayışa sahiptir. Sanat ve kültür hayatının canlandırılmasını; her gün daha fazla etkinliklerle yoğunlaştırılmasını belediyelerin mutlak görevleri diye benim- ri açtık, kapasitelerini artırarak sürdürüyoruz. 4) Ara eleman yetiştirmek, meslek edindirmek ve kent insanının hobilerini geliştirmek için çeşitli alanlarda kurslar düzenliyoruz. 5) Bu yıl, kent halkı ile üniversite öğrencisini buluşturan ve “Can Yoldaşlığı” adını verdiğimiz öğrenci pansiyonculuğu projesini başlattık. 6) Aynı şekilde üniversite öğrencileri için “yarı zamanlı istihdam” projemizin altyapısını hazırladık, önümüzdeki yıl uygulamaya geçiyoruz. Bu projeler ve uygulamalar ağırlıklı olarak kentli gençlerle buluşma projeleridir. Dikkat edilirse günümüzde merkezi iktidarların gençlerimize yönelik dişe dokunur projeleri yoktur. Biz hâlâ üniversite kapısında biriktirdiğimiz bir gençliğe sahibiz. Özellikle son yıllarda üniversite mezunu gençlerimiz arasında işsizlik oranı hızla yükseliyor. İki fakülte bitirmiş, mastır, doktora yapmış pek çok gencimize iş bulamıyoruz maalesef. Türkiye bir anlamda gençlik enerjisini, entelektüel enerjisini hapsediyor, boşa akıtıyor. Yerel yönetim olarak bunları çözemeyiz ama, yasalar çerçevesinde bu sorunlara bir yanından yaklaşmak, gücümüz oranında çözümler üretmek zorundayız, diye düşünüyorum. Bunda kent halkının desteğine ihtiyacımız var. Özellikle “Can Yoldaşlığı” adını verdiğimiz öğrenci pansiyonculuğu ve “ yarı zamanlı istihdam” için… Kültür-sanat alanında ciddi bir başarıdan söz ediliyor ama bence asıl önemlisi bu alandaki sürekliliğiniz. Her yıl bir-iki mekân ya da proje ile karşımıza çıkıyorsunuz… Öncelikle şu tespitle başlayayım anlatmaya. Bildiğiniz gibi kültür daha çok organik süreçlerle ilerleyen bir olgudur. Ona çok müdahalemiz olamaz. Kültür yaşayarak, katılarak paylaştığımız bir süreçtir. semeliyiz. Klasik belediye hizmetleri arasında artık sanatın desteklenmesi, şehirlerin sanat eserleriyle, heykellerle, konser ve tiyatro salonlarıyla donatılması merkezi hükümetten çok belediyelerin sorumluluğu sayılmalıdır. Yaşam kalitesinin yükseltilmesi yalnızca maddi uygarlık ve teknolojinin kullanımıyla değil, estetik duyarlılığın geliştirilmesi ve sanat / edebiyat eserlerinin kullanım ve tüketilme yoğunluğuyla da ölçülüp tanımlanmalıdır. Sanata hizmet bireye hizmettir. Çünkü yaratıcılığı, üreticiliği, özgün düşünmeyi, insanı ve dünyayı merak etmeyi ve tanımayı, özetle kişiliği geliştirir. Yani sanata yatırım ve hizmet tam bir belediye yani kamu hizmeti olarak çağdaş belediyeciliğin anayasasında, baş köşede yer almalıdır. Fulya Sanat açılışı, 10 Kasım 2010 B+ kış 09 Metal Heykel Sempozyumu 2010 Bir Belgesel, Bir Gazeteci, Çay ve Simit 2010 açılış gecesi Ancak sanatı alışılageldiği gibi sadece bir yaratıcılık olarak göremeyiz. Sanat oluşturulması, olgunlaşması, paylaşılması ve sunulması anlamında “kurumlaşmak” zorunda olan eylemler toplamıdır. Bu yüzden sanatçılar bizlerden, bu arada kent yönetiminden de çeşitli imkânlar beklerler. Bu imkânların süreklilik ve tutarlılık gösterebilmesi de kurumlaşmanın ilk adımıdır. Bugün Beşiktaş kenti, “İstanbul’un Sanat ve Kültür Başkenti” olarak anılıyorsa sanatta kurumlaşmayı başardığımız içindir. Sanatta kurumlaşmayı açar mısınız? Önce sanatçıya sanatını icra edeceği, seyirci ile paylaşacağı özel donanımları olan merkezler yaratmalısınız. Biz bunu yaptık. Bugün beş ayrı noktada hizmet veren kültür-sanat merkezlerimiz var. Akatlar, Ortaköy, Levent, Mustafa Kemal Kültür merkezlerine son günlerde Fulya Sanat’ı ekledik. Bu merkezlerde gösteri salonları kadar galeriler ve hizmet üniteleri de yer alıyor. Bu merkezlerimizde tiyatro, opera, bale, klasik müzik, caz, pop ve benzeri konserler düzenleme imkânları var, resim galerileri, sinema gösterimleri dönüşümlü olarak hizmet veriyor. Bir araştırmaya göre İstanbul’un sahip olduğu toplam seyirci koltuğunun % 35’ine sahibiz. Ayrıca galerilerimizde sergilenen resim ve heykellerle ilgili, kataloglar hariç, 13 adet kapsamlı sanat kitabı yayımladık bugüne kadar. Sadece 2009 yılında sahnelerimizde 246 tiyatro oyunu sahnelendi, 53 söyleşi ve konferans düzenlendi, 32 resim sergisi, 26 film gösterimi yapıldı, 7 konser düzenlendi. Bu hizmetlerden 100 bin kişiden fazla kentlimiz yararlandı. Daha geçen ay Fulya Sanat’ı hizmete açtık. 630 kişilik salonu, son teknolojilerle kurulmuş özel ses, ışıklandırma, simultane çeviri odaları, gösteri sistemleri ve 100 kişilik bir orkestranın çalabileceği sahnesiyle yepyeni 10 B+ kış Cumhuriyet Konseri 2009 bir imkân İstanbul için... Nitekim Devlet Opera ve Balesi ile İstanbul Senfoni Orkestrası bundan böyle Fulya Sanat’ta sanatseverlerle buluşacak. Yılbaşından sonra da “İstanbul Resitalleri” bu merkezimizde izleyicilerini selamlayacak. Gerçekten önemli yatırımlardan ve kentsel paylaşım programından söz ediyorsunuz. Başka projeleriniz... İsmail ÜNAL: Başka örneklerimiz de var: Türkiye’nin en uzun soluklu ve saygın anma toplantılarını “Ustalara Saygı” adıyla altı yıldır aralıksız sürdürüyoruz. “Ustalara Saygı” etkinlikleriyle pek çok ilerici sanatçı, bilim insanı ve edebiyatçının toplumsal hafızamızdaki yerlerini tazeledik, yeniden gündeme taşıdık. “Ustalara Saygı” etkinlikleriyle pek çok ilerici sanatçı, bilim insanı ve edebiyatçının toplumsal hafızamızdaki yerlerini tazeledik. Yine, Türkiye’nin en uzun zaman dilimine yayılan “belgesel film gösterileri”ni Beşiktaş Belediyesi olarak biz düzenliyoruz. Bu yıl ikinci yılına giren bu etkinlik zinciri 8 ay sürüyor ve her çarşamba gecesi Levent Kültür Merkezi’ni şenlendiriyor. “Bir Belgesel, Bir Gazeteci, Çay ve Simit” adını verdiğimiz gösteri ve sohbet etkinliklerinde Belgesel Sinemacılar Birliği ve Türkiye Gazeteciler Cemiyeti ile de işbirliği yapıyoruz. Kapalı mekân örgütlenmesinin dışında, Beşiktaş kentsel alanlarını da sanatçıların hizmetine açtık. “Park Buluşmaları” adıyla artık gelenekselleşen projemiz, konserlerden yazlık sinemaya bir dizi etkinliği vatandaşın ayağına taşıdığımız bir çalışma. Özellikle kültür merkezlerine uzak noktalarda ve parklarda düzenlediğimiz bu proje, hizmet kadar sanatsal aktivitenin “yerinde” icrası amacını da gözetmektedir. Sizin en sürekli eylemlerinizden biri de kenti heykellerle donatmak… Amaç nedir sayın Başkan? Beşiktaş kentinin aklı; yönetiminden kentlisine, yaşlısından gencine kadar Cumhuriyet aklıdır. İsmail ÜNAL: Dediğiniz gibi kentin uygun açık alanlarını anlamlı heykellerle donattık, donatmaya devam ediyoruz. Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi ile “Heykel Sempozyumları” düzenliyoruz. Önümüzdeki yıl dördüncüsünü gerçekleştireceğiz. Heykelleri elbette kente estetik ve sanatsal katkı olarak düşünüyoruz. Ama biliyoruz ki heykeller, bir o kadar da okunan şeylerdir, anlamlar saklarlar ve öyküler anlatırlar. Hem kentsel belleğin diri kalmasında, hem de toplumsal hafızanın korunmasında heykellerin önemli olduğunu düşünüyoruz. dönüştürüyoruz. “B+” adıyla üç aylık dönemlerle yayımladığımız bu derginin yanı sıra sahip olduğumuz tarih değerlerini ve Cumhuriyet mirasını kapsamlı yayınlara dönüştürüyoruz. Çünkü Beşiktaş kentinin aklı, yönetiminden kentlisine, yaşlısından gencine kadar Cumhuriyet aklıdır. Beşiktaş kenti, Türk çağdaşlaşma ve aydınlanma hareketinin merkezinde yer almıştır. Beşiktaş, Mustafa Kemal’in 16 Mayıs 1919’da bağımsızlık ateşini yaktığı yerdir. Beşiktaş, 68 Gençliği’nin anti emperyalist şahlanışına, ABD 6. Filosu’nun denize dökülüşüne de tanık olan kenttir. Bu proje kapsamında bugün Beşiktaş kentinin değişik köşelerinde 100’ü aşkın heykel gündelik hayatımızı paylaşıyor. Atatürk ve 12 Demokrasi Kahramanı’nın yanı sıra Uğur Mumcu, Türkan Saylan gibi çağdaş aydınlar, Neyzen Tevfik, Melih Cevdet, Orhan Veli gibi şairler, Özhan Canaydın ve Süleyman Seba gibi spor adamları bize hâlâ bir şeyler söylüyor, kentimizi ve aklımızı bekliyor. Bu özel kente de özel bir yönetim anlayışı gerekir diyorsunuz... Bütün bu anlattıklarımı da belge ve bilgiye dönüştürerek hem kentlilerimizle paylaşmak, hem de gelecek kuşaklara iz bırakmak anlamında yayına İsmail ÜNAL: Onu diyorum da ama asıl önemli olanı, daha önemli bulduğum şeyi de söylemeliyim: Bu kente yani Beşiktaş’a, aydınlık Cumhuriyet mirasından, Mustafa Kemal ruhundan başka hiçbir şey yakışmaz. B+ Park Buluşmaları 2009 B+ kış 11 Boğaziçi Beşiktaş’ta denize akan sokaklar... Yazı: NURAN SAVAŞ Fotoğraf: Alaaddİn Savaş Beşiktaş’tan Boğaz’a girdiğinizde sırtını tepelere yaslamış, yüzünü de Boğaz’a dönmüş Yıldız, Mecidiye, Ortaköy, Kuruçeşme, Arnavutköy, Bebek karşılar sizi. Hangi sokağına girseniz denize çıkarsınız. 12 B+ kış B+ kış 13 Y edi tepeli şehrin yokuşu en bol ilçesidir Beşiktaş. Üstelik hangi yokuşun başında dursan, aşağıda İstanbul Boğazı bekler seni. Eskiyle yeninin, sükunetle karmaşanın, tarihle bugünün birleştiği bir noktadır burası. Sanki İstanbul’un damarlarına kan pompalayan kalbi gibi. Sabah uyanınca kafanın içinde çalan orkestra gibidir, Boğaz’daki Beşiktaş... Sahilde, Boğaz’ın tam kıyısında ayrı güzel, yukarılara çıkınca ayrı... Nasıl yaylılar, vurmalılar ve nefesli sazlar birlikte coşkuyla yükselirse hazzın doruklarına; siz de aynı uyum ve güzellikle coşarsınız burada... İşte öyle bir coşku yaşatır Beşiktaş’ın Boğaz’la buluşan yokuşları. İstanbul’un en fazla dikkat çeken ilçelerinden olan Beşiktaş; yaşamın farklı özelliklerini barındırır içinde. Farklı dilleri, farklı inançları, farklı renkleri... İstanbul’un kuruluşundan beri hep var olmuş, dikkat çeken birçok semtini de sarmalar. Onu hem ticaret, hem alışveriş, hem eğlence, hem de kültür merkezi olarak görmek mümkün. Bir de İstanbul’un incisi, Boğaz’ın eşsiz manzarasına sahip mahalleleri, caddeleri, yokuşlarıyla ayrı bir cazibe merkezi. Dolmabahçe’den başlayıp, Aşiyan’a kadar olan 8375 metrelik kıyı boyunca yürümeyen Beşiktaş kentlisi, hatta İstanbullu yoktur. Ayrıca İstanbul’a gelen her yabancı da yürümüştür bu yolu. Ama esas güzellik- 14 B+ kış ler, bazen arabaların dönemediği daracık sokaklarda, arnavut kaldırımlarında, dikbaşlı yokuşlarda saklıdır. Geçmişten bu yana ilgi merkezi olan ilçenin her mahallesi ayrı bir güzellik ve tarih barındırır. Özellikle Boğaz kıyısına sıralanan mahalleler.... Yıldız, Mecidiye, Ortaköy, Kuruçeşme, Arnavutköy, Bebek... Boğaz’ının kıyısına sıralanıp, sırtlarını dik tepelere dayamışlar yüzyıllardır. Hepsi birbirinden dik, birbirinden dar, kıvrılarak inen yokuşlarıyla övünürler. Barbaros Bulvarı’nın kaosundan sıkılırsanız, Serencebey’in sükunetiyle inersiniz Boğaz’a... Biraz vaktiniz varsa, Çitlembik Sokak’tan geçirin yolunuzu. Bir de buradan görün Boğaz’ı. Size nasıl bir nostaljik keyif yaşatacaktır. Çitlembik’in sonunda Asariye Yokuşu bekler sizi. Beşiktaş’ın en keyifli yokuşlarından biridir o. Serin, huzurlu Çırağan Caddesi’nden, çarşı kalabalığından uzak, mahalle tadını hâlâ koruyan, deniz manzaralı bu yokuşu tırmanmaya başlayın. Yarıya kadar pek ürkütmez ama, üst kısmı epey zorludur. Yine de çınar ağaçlarının güzelliği, denizin serinliğiyle bir çırpıda çıkılır. Eski mahalle sakinleri olan teyze ve dedelere doyum olmaz... Soluklanırken yol boyunca, onlara da bir selam verin. Yokuşun en tepesinde 1912 yılında yaptırılmış olan Asariye Çeşmesi vardır. Eskiden genelde Yıldız Sarayı’ndaki görevlilerin kaldığı evlerin yer aldığı yokuşta. Bugünse 60-70’lerde yapılan betonarme binalar almış onların yerini. Yokuşun sonunda, artık kurumuş çeşmede bir soluklanırsınız. Havanın soğumaya başladığını düşünürsünüz. Geriye dönüp baktığınızda Boğaz’ın mavi suları binaların üzerinden gözle görülür hale gelmiştir. Bu eşsiz manzara karşısında fotoğraf makinenizi çıkarıp, deklanşöre basma zamanıdır. Deklanşörün sesi tüm yorgunluğunuzu alır. Aşağıya inerken içiniz kıpır kıpır olur... Sonra birden çınar ağaçlarının arasından geçerek yine Boğaz’a kavuşursunuz. Denizin kokusu gelir burnunuza. Aslında iki farklı Ortaköy var: Birincisi sahildeki Ortaköy: Restoranlar, kafeler, barlar, kumpirciler, bohem bir hayata davet eder sizi... İkincisi Dereboyu Caddesi’nden yürüdüğünüzde karşınıza çıkan Ortaköy; ki birincisiyle uzaktan yakından alakası yoktur. Bu caddeye girdiğinde insan kendini tam bir Anadolu kasabasında hisseder. Hani tatile giderken geceleri içinden geçilen kasabalar vardır ya, işte öyle bir kasaba... Bir tek “beldemize hoş geldiniz” yazan levhalar eksiktir . Siz onun yerine yokuşları gösteren sokak tabelalarını takip edin yeter... Ortaköy’den Ulus’a doğru Arnavutköy 500 yıldır hâlâ dimdik ayakta duruyor. Kiliseler, eski evler, her biri Boğaz’a çıkan dar yokuşlar... Her yokuşun, her evin, her kaldırım taşının, her balkonun içinde ayrı bir öykü saklı. İstanbul’un hızla kaybolan “mahalle” dokusu, tüm değişim ve olumsuzluklara rağmen hâlâ geçerliliğini koruyor. Dostluk, sevgi ve paylaşımın hüküm sürdüğü semt, birçok tarihi gelişime tanıklık ediyor. Biz de bu izlerin peşinde, dar ve koca bir tarihi sırtlamış dik sokaklar arasında dolandık. Yitirilen birçok değeri bulduk. Beşiktaş kentlilerinin yaşadığı, içilen bir bardak çayın anlamlı olduğu bir semte geldiğimizi anladık. Zamanın yaşanmışlıklarına mı; yoksa Boğaz’ın serin sularına mı borçluyuz bu keyfi acaba? B+ Kültürlerin, inançların birleştiği Ortaköy’de bir de yokuşlar ve dar sokaklar birleşir Boğaz’la. Portakal Yokuşu’nu tırmanmaya başlarsınız... Ortaköy’den Ulus’a doğru yol alırsınız. Bu yol bacaklarınızı dermansız bıraksa da vazgeçmeyin... İki kıtayı birbirine bağlayan köprüsünün devasa, gri beton ayakları kırmasın şevkinizi... Bu grilik yok olacak az sonra . Yerini bazen mavi, bazen yeşil, bazen kıpır kıpır beyaz köpüklerin oynaştığı bir manzaraya bırakacak. İçinde salınıp duran küçük balıkçı motorlarına siz de seslenin: “Rastgele”. Yokuşu tamamen çıktığınızda, tepede biraz soluklanın. Belki tüm gün geçen yük gemilerini ya da tankerleri sayarsınız, ne dersiniz? B+ kış 15 Ihlamur kokulu bulvar: Barbaros Henüz günün ilk ışıkları… Levent’ten Beşiktaş’a doğru gidiyoruz. Yolun iki yanında sıralanmış yaşlı ağaçlar… Yapraklarında sonbaharın mahzun renkleri... Bulvar, henüz sabah mahmurluğunu atamamış üstünden. Az sayıda araç, telaşsız geçiyor önümüzden. 16 B+ kış Bir ucu denize, bir ucu saraya Denize kavuşan pek çok yokuştan biridir Serencebey. Bir ucu denize inerken diğer ucu Yıldız Sarayı’na uzanır. Günün her ışığında ayrı bir güzel… Birbirine dayanan apartmanlar, gizlenmiş arka bahçeler ve manzarasıyla kenti kucaklayan muhteşem teraslar… Burada gün vapur düdükleriyle başlar, martı sesleriyle şenlenir. Barbaros Bulvarı yerine sahile bu yokuştan inmeyi bir deneyin, pişman olmazsınız; martıların kanatlarında yaşama sevincini duyumsarsınız. Her aralıkta Boğaz Çitlenbik Sokak’ın iki ucu da, aniden Boğaz’ı görüveren yokuşlara bağlanır. Serencebey’de beş sokağın kesiştiği meydanda başlar, dikbaşlı Asariye yokuşunda son bulur. Hem Beşiktaş’ın, hem de İstanbul’un en güzel sokaklarından biridir. Baharda, evlerin bahçe duvarlarından sarkan mor salkımlar, filmlerdeki gibi gerçeküstü bir görüntü yaratır. Her aralıktan göz kırpan Boğaz manzarası daha bir kışkırtıcı yapar sokağı... B+ kış 17 İki afacan Okuldan geliyor iki afacan. Enerji yüklü, yerlerinde duramıyorlar... Ne gün boyu süren dersler, ne de tırmandıkları yokuş yormayı beceriyor onları. Büyük olan başını okşuyor, kovalıyor kardeşini. Yüzünde biraz şefkat, biraz muziplik, biraz da daha güçlü olmanın böbürlenmesi var. Belli ki iyi birer Beşiktaş kentlisi olacaklar büyüyünce. Kuruçeşme Yeşilpınar Sokağı Nefesiniz kesilecek Keyifli bir Boğaz yürüyüşünde Bebek’e varmadan Arnavutköy karşılar sizi. Semt, Boğaziçi’ne özgü bir yeşillik içindedir. Boğaz’ın en güzel manzarası burasıdır dense, yanlış olmaz hani... Semtin sokakları da ayrı güzellikler sergiler. Sakın yokuşlar sizi korkutmasın. İster Dulkadiroğulları’ndan başlayın, ister başka bir noktadan... Nasılsa birini görünce diğerlerini de görmek için can atacaksınız. Bu arada, nefesinizi yokuşlar değil, dönüp baktığınızda sizi karşılayan Boğaz manzarası kesecek. 18 B+ kış Üvez Sokağı Arnavutköy Dere Sokağı Kuruçeşme Parkı B+ kış 19 Tarihten bir sayfa Bir Bilim Savaşçısı: Atatürk! Söyleşi: GÜLÇİN TAHİROĞLU Fotoğraf: ALAADDİN SAVAŞ “Bir Bilim Savaşçısı: Atatürk” belgeseli, bilim ile medresenin yüzyıllık mücadelesinin etkileyici bir öyküsü. B ir Bilim Savaşçısı: Atatürk belgeseli bilimin medreseye karşı verdiği müthiş mücadeleyi anlatıyor. “Bir Belgesel, Bir Gazeteci, Çay ve Simit” etkinliğinde ilk kez seyirciyle buluşan belgesel Beşiktaşlıların yoğun ilgisiyle karşılaştı. Derin bir bilgi birikimi ve emekle hazırlanan belgesel, alanında bir “ilk”e de imza atarak Atatürk ve bilim ilişkisini gözler önüne seriyor. “Bir Bilim Savaşçısı: Atatürk”, bir bakıma Türkiye Cumhuriyeti’nin inşa edildiği temelleri konu alan bir belgesel aslında. Anlatımı, kurgusu ve görselliğiyle bu belgesel yıllar geçse de güncelliğini koruyacak, eskimeyecektir. Çarpıcı konular belgeselde birbiri ardı sıra yerlerini buluyor. Bilim ile medrese arasındaki mücadele Mustafa Kemal’in doğumundan 108 yıl önce başlıyor. Kesin zafer, 1933 yılında Darülfünun’un yerine İstanbul Üniversitesi’nin kurulmasıyla kazanılıyor. 20 B+ Kış Belgeselde Atatürk’ün Kurtuluş Savaşı’yla birlikte bir yandan da eğitim ordusunu kurma çabası çarpıcı bir dille anlatılıyor. Anlatım tarihi verilerle destekleniyor. İşte onlardan birkaçı: • Mustafa Kemal daha Meşrutiyet döneminde Bulgar Türkolog İvan Manolof’a ideolojisinin tümünü anlattı. • Atatürk yaşamı boyunca 3997 kitap okudu. • Cepheye silahlarla birlikte kitaplar da taşındı. • Her kitabın sayfasında kurulacak devletin şifreleri de vardı. • Sakarya Meydan Muharebesi devam ederken, 250 öğretmeni Ankara’da topladı. • Altı gün süren Eğitim Şûrası’nda Misak-ı Maarif’in temelleri atıldı. • Millet Mektepleri’nde 5 yılda 1 milyon 200 bin kişi okuma - yazma öğrendi. • Savaş boyunca okullar açık kaldı. • Savaşın sonunda silahın yerini kitap, askerin yerini ise öğretmenler aldı. “Bir Bilim Savaşçısı: Atatürk” belgeselinin yapımcısı Ahmet Hızarcı, yönetmeni Soner Sevgili ve senaristi Celal Kazdağlı okul arkadaşları. Ankara Siyasal Bilgiler Fakültesi Basın Yayın Yüksek Okulu mezunu üç arkadaşın yolları bu kez 2003 yılında “Bir Bilim Savaşçısı: Atatürk” belgeselinde kesişti. Projenin ortaya çıkmasında Güneş Kazdağlı’nın yazdığı “Atatürk ve Bilim” kitabının etkisi var. Ahmet Hızarcı, kitabı okuduktan sonra çok etkilendiğini ve belgesel çekme fikrinin ortaya çıktığını söylüyor. Bersay’ın kurucusu Ali Saydam’ın Ciner Holding için bir Atatürk belgeseli hazırlanmasını istemesiyle de fikir gerçeğe dönüşüyor. Ahmet Hızarcı teklif geldiğinde, “Birbirimize bir telefon uzaklığındaydık ve hemen bir araya geldik” diyor. Heyecanla kolları sıvayıp işe başlamışlar. Tam üç yıl sürmüş projenin hayata geçmesi. Üç yılda neler olmamış ki? O gün bugündür kasada tutulan belgesel ilk kez “Bir Belgesel, Bir Gazeteci Çay ve Simit” etkinliğinde halkla buluştu. Ahmet Hızarcı, “Gecikmiş bir galaydı bu adeta” sözleriyle duygularını dile getiriyor. Belgeseli 500 öğrencinin izlemesinden mutluluk duyduğunu söylüyor. Ahmet Hızarcı, Celal Kazdağlı ve Soner Sevgili B+’nın sorularını yanıtladı. Atatürk’ü konu alan bir film yapmak büyük bir sorumluluk yüklüyor insana değil mi? Ahmet Hızarcı: Yetmiş milyon Türk varsa, yetmiş milyon da Atatürk var. Herkesin kafasında başka bir Atatürk kavramı var. Bu farklı kavramları sentezlemek zor. Sponsor firma, Atatürk’le ilgili bir belgeselin tartışılmaya ve eleştirilmeye açık olabileceğini öne sürerek güçlü bir sivil toplum kuruluşunun desteğini istedi. Bu aşamada devreye Anıtkabir Derneği girdi. Bu der- Ahmet Hızarcı / Yapımcı nek, emekli askerlerin, valilerin bulunduğu bir dernekti. Dernek yönetimi ile birlikte üniversitelerin inkılap tarihi hocaları ve Genelkurmay’dan da iki kişinin katılımıyla 9 kişilik bir danışma kurulu ile çalışmaya başladık. Bu yapılanma, yapım aşamasını nasıl etkiledi? A.H: Senaryo metni danışma kurulu üyelerine gönderildi. Her birinden ayrı görüş alındı. Sonra hep birlikte yeniden değerlendirildi. Bu da süreci uzattı elbet. Ama yapılan yanlışlar düzeltildi ve zengin bir içerik kazandı. Bilgi eksikliği olmadı. Özellikle daha sonra vefat eden Anıtkabir Derneği Başkanı Emekli Tümgeneral Turhan Olcaytu’nun ve Genelkurmay’dan katılan askerlerin senaryo aşamasında büyük katkıları oldu. Üç yılın sonunda belgesel ATV’de yayınlanma sürecine girdiğinde, kanal el değiştirdi. Belgesel arşivde beklemeye girdi. Sponsor firma ile anlaşmamız iki yıl sonra yayın haklarının yapımcı firma Atlas’a devri şeklindeydi. Öyle de oldu. B+ kış 21 Soner Sevgili / Yönetmen Çalışmalar sırasında hangi duyguları paylaştınız? Soner Sevgili: Aslında Atatürk’e dair o zamana kadar farklı belgeseller hazırlamıştık ama her yeni gelen proje heyecan vericiydi. En büyük endişemiz tekrara düşmekti. Onu da Ahmet Bey’in yepyeni tekniğiyle farklı, çok güzel bir görsellik yakalayarak aştık. Üzerinde çalıştığım son proje Atatürk’ü etkileyen kitaplardı. Daha önce Can Dündar’la Mustafa’yı hazırlamıştık. O belgesellerde eksik kalan bölüm Atatürk’ün eğitim dünyasına katkılarıydı. O nedenle ne kadar uzun sürse de, biz her aşamada yeni bir şey yapmanın heyecanını yaşayarak keyifle çalıştık. A.H: Üç yıl sürdü ama işin doğrusu sıkılmadık. Hâlâ kafamızda bir şeyler var, eklemek istediğimiz. Yine otursak yine eklemeler yaparız. Anlayacağınız bizim için süreç hâlâ devam ediyor. Celal Kazdağlı: Belgesele konu olan kitabın da bir başka öyküsü var. Bülent Ecevit bilişim dünyasının ve teknolojinin ne kadar geliştiğini anlatırken Kurtuluş Savaşı’na atıfta bulunmuştu. Mustafa Kemal’in ihtilali telgraf telleriyle kazandığını söylemişti. Savaştan sonra Anadolu Ajansı’nın, daha sonra da Ankara’da matbaanın kurulmasını örnek vermişti. Eşim Güneş Kazdağlı’nın Atatürk ve Bilim kitabını hazırlamasında bu sözlerin etkisi oldu. Güneş bu sözlerden sonra Bülent Ecevit’le röportaj yaptı ve sonrasında da Atatürk ve Bilim kitabını yazdı. Belgeselin çekimi sırasında neler yaşandı? S.S: Film içinde canlandırmalar yapmamız gerekiyordu. Atatürk’ü oynayacak kişiyi ilk gördüğümde heyecana kapıldım. Üstad (Ahmet Hızarcı) bulmuştu Gökhan Akyüz’ü. Akyüz, Devlet Opera ve Balesi’nde tenor. İnanılmaz derecede benziyordu, sanki Mustafa Kemal günümüze gelmiş ve bizimle kahve içiyordu. Hiç makyaja ihtiyaç yoktu. Gökhan Akyüz, daha sonra “Mustafa” belgeselinde de oynadı. Levent Kültür Merkezi’ndeki katılımı nasıl buldunuz? A.H: Geçen yıldan bu yana her çarşamba ben Levent Kültür Merkezi’nde yim. Birkaç nedenle oradayım; birincisi evime çok yakın. İkincisi, bu etkinliğin hikâyesini biliyorum. Otuz beş yıllık dostum Hasan Özgen’den başından itibaren dinledim. Üçüncüsü 77’den beri belgesel sinema ile uğraşıyorum. Sürekli izlediğim için doğal olarak, bu kez katılım beni şaşırtmadı. Ben 77’den beri ilk defa bu kadar yoğun, düzenli, katılımlı bir organizasyon gördüm. Beni şaşırtan şey, insanların seyrettikleri filmi tekrar seyretme arzusu ve çevresindekileri etkilemeleri. Düşünsenize belgesel ilk gösterildiği gün 500 öğrenci izledi; salon akşam yine doluydu. Bu bizim için gecikmiş, güzel bir gala oldu. C.K: Beşiktaş Belediyesi’ne de çok teşekkür ediyoruz. Böyle bir organizasyonu düzenlediği ve düzenli olarak sürdürdüğü için. Bu ısrar devam ederse ben katılımcıların daha da artacağına inanıyorum. 22 B+ Kış Şimdi sıra belgeseldeki ayrıntıları konuşmaya geldi. Senaryodaki sırayı takip ederek sorarsak; Mustafa Kemal, Sakarya’da cepheden ayrılıyor ve 250 öğretmenle 6 gün bir arada oluyor. Bu şaşırtıcı bir olay değil mi? C.K: Bunun nedenini araştırırken Mustafa Kemal’in Samsun’a çıktığında kafasında her şeyi belirlemiş olduğunu görüyorsunuz. Çanakkale’de 18-25 yaş arasındaki eğitimli bir kuşak kaybedilmiş. Savaş devam ediyor, ama savaşı kazanacağından en küçük bir şüphesi yok. En çok ihtiyaç duyulan eğitimli insan… Mustafa Kemal’in daha 1908 yılında Bulgar Türkolog İvan Manolof’a söyledikleri çok çarpıcı. Neler söylüyor? C.K: Mustafa Kemal 29 Ekim 1907’de İttihat ve Terakki’ye üye oluyor. Bir yıl sonra Bulgar Türkolog’a ulusu için düşündüklerinin tümünü ifade ediyor. Daha Meşrutiyet döneminde tüm ideolojisini ortaya koymuş. Bu çok çarpıcı. Mustafa Kemal II. Meşrutiyet’le getirilen yenilikleri asla yeterli görmüyor, kafasında daha köklü bir değişim var. Belgeselde Bulgar Türkolog’u Hasan Özgen oynamıştı ama daha sonra yer almadı o bölüm. 31 Mart olayları Mustafa Kemal’in düşüncelerini nasıl etkiliyor? Mustafa Kemal öğretmenlerle öğrencilerin askere alınması- C.K: Mustafa Kemal 31 Mart olaylarında din ve dini duygularla, dini kendi çıkarları için kullananlar arasındaki farkı yaşayarak öğreniyor. nı istemiyor. Gazi Lisesi öğrencileri gidip de şehit olunca Meclis’te toplanıp karar alıyorlar. Savaş boyunca bütün okullar açık kalıyor. Cehaletle mücadele etmek gibi bir dertleri var. Mustafa Kemal 250 öğretmeni Ankara’da Eğitim Şûrası’nda topluyor ve Misak-ı Maarif’in temelleri altı günde atılıyor. Cumhuriyet’ten sonraki eğitimle ilgili kararların çoğu o altı günde alınmış. Öğretmen ve öğrencilerin savaşa katılmamasına Meclis’te karşı çıkanlar olmuş mu? Artık zamanı gelmişti; Silahın yerini kalem askerin yerini İrfan Ordusu alacaktı... A.H: Devlet olmak, savaş kazanmaktan ibaret değil. Mustafa Kemal kararlı ve etkileyici bir lider, diğer insanları yanına çekmiş. Sorun sadece toprağı savunmak değil, devlet olmak için de mücadele veriyorsunuz. C.K: Bir yandan da Ankara işgal edilecek diye halk Kayseri’ye doğru göçe İttihat ve Terakki ile hangi noktada ayrı düşüyor? C.K: İttihat ve Terakki’nin Almanlara yakınlaşmasına karşı çıkıyor. Birinci Dünya Savaşı’nı Almanların kaybedeceğini söylüyor. Ordunun siyasete atılmasına karşı. ”Asker olanlar asker kalsın” fikrini savunuyor. “Subaylar ya siyaset, ya ordu tercihini yapmalı” diyor. Batılılaşma hedefinden ayrılmıyor. Bu noktada Enver Paşa ile de ters düşüyor. Bu durumu belgeselde nasıl yorumladınız? C.K: Enver Paşa ile Mustafa Kemal arasında yakın bir ilişki var. hazırlanıyor. Savaşın ortasında Eğitim Şûrası’nı toplayarak Mustafa Kemal psikolojik bir yönlendirmeyle de bir anlamda, “Nereye gidiyorsunuz, bakın biz eğitim seferberliği başlatıyoruz” diyor. Mustafa Kemal öğretmenlere yalnızca hakiki zaferi kazanma görevi vermedi. Onları yalnız bırakmayacağına dair söz de verdi: “Ben ve bütün arkadaşlarım, sarsılmaz imanla sizi takip edeceğiz ve sizin tesadüf edeceğiniz engelleri kıracağız.” Belgeselde Mustafa Kemal’in çocukluğuna dönerek, eğitim konusundaki fikirlerinin aslında çocukluk ve gençlik dönemlerinde şekillendiğini anlatıyorsunuz. Bu noktada da Selanik faktörü önemli oluyor. Neydi Selanik’in Mustafa Kemal üzerindeki etkisi? C.K: Selanik, Osmanlı’nın Batı’ya açılan kapısı. Osmanlı’nın gelişmelere açık, Avrupa’daki fikirlerden en çabuk etkilenen bölgesiydi. Ciddi bir Yahudi nüfusu var; Rumlar, Ermeniler orada. Yahudiler Avrupa ilişkilerini düzenliyor. Mahalle mektebine gidenler dini eğitim alıyor ama rüştiye ve özel okullarda okuyanlar yabancı dille (Fransızca) birlikte çok şey öğreniyor. Mustafa Kemal küçük yaşına rağmen yeni olanı, cıvıl cıvıl olanı seçiyor ve annesinin isteği üzerine mahalle mektebine kaydının yapılmasına rağmen gidip Askeri Rüştiye’ye yazılıyor. Babasının isteği de bu yönde. Bizim dikkat çektiğimiz nokta da bu; kendi yetişmesinde bu ayrımı yapan kişi, devleti kurarken de bunun önemini bilerek hareket ediyor. Manastır’ın da önemli bir yeri var Mustafa Kemal’in hayatında değil mi? C.K: Milliyetçi hareketlerin arttığı, bağımsızlık seslerinin yükseldiği bir yer Manastır. Askeri okulda okuyanlarda “Vatan elden gidiyor” duygusunun açığa çıktığı yer. Vatanı nasıl kurtaracaklarını orada tartışmaya başlamışlar. Vatanı Batı’dan aldıkları eğitimle kurtaracaklarına inanıyorlar. Ulusal devlet kurma ideolojisinde de Fransa örneğini benimsedikleri biliniyor. Mehmet Emin Yurdakul’un “Ben bir Türk’üm” diye başlayan şiirinden Mustafa Ke- Celal Kazdağlı / Senarist Güçlü bir asker Enver Paşa, iyi bir komutan. Bizzat kendisi 200’ün üzerinde cephe savaşına katılmış. Efsane bir isim, her askerin onunla olmak istediği biliniyor. Askeri anlamda başarılı bir örgütçü. Mustafa Kemal, Enver Paşa’yı aşamayacağını biliyor. Enver Paşa dağa çıktığında ona ilk mesajı götüren kişi o. Enver Paşa’nın enerjisini, askeri başarısını biliyor. Enver Paşa heyecanlı, tutkulu bir kişiliğe sahip. Saray damadı olması nedeniyle de İslam coğrafyasında etkili. Doğu’dan yana. Mustafa Kemal bilime ve Batı ile buluşmaya yakın. Enver Paşa ikinci adamlığı kabul eden biri değil. Nitekim Enver Paşa da Mustafa Kemal’i Sofya’da ataşeliğe getirerek savaştan uzak tutuyor. Enver Paşa Mustafa Kemal’i Çanakkale Savaşı’ndan uzak tutsaydı tarih nasıl şekillenirdi? A.H: Bunu yorumlamak ve bundan bir sonuç çıkarmak çok zor. Onun yerine bir başkası olsaydı ne olurdu? Bu bir cephe savaşı… mal çok etkileniyor. Osmanlı,Türklüğü bir ırk olarak algılamamış. Diğer ülkelerde de ulusal hareketler yayıldıkça Türkler artık kendi benliklerine dönme ihtiyacı duyuyor. Bir heyecan dalgası yayılıyor Balkanlar’da. Osmanlı’da Türkçülük akımı olarak açığa çıkıyor bu dalga. S.S: Kazım Karabekir Doğu cephesine gidip de Mustafa Kemal’e “Emrinizdeyim” demeseydi ve onu tutuklamaya kalksaydı ne olurdu? Üç yıllık bir süreçte o kadar çok faktör var ki düşünülebilecek… B+ kış 23 Peki daha somut gerçekleri konuşalım. Trablusgarp Savaşı’nın önemi neydi? C.K: İtalyanların işgalindeki Trablusgarp’a gazeteci kimliğiyle gidiyor. Yerli halkı örgütleyip emperyalizme karşı ilk savaşını orada veriyor. Her şeyini kaybetmiş bir milletin mücadelesi bu. Milli mücadelenin ilk provasının yapıldığı Trablusgarp bu nedenle çok önemli. Ona destek veren din adamları da var, öyle değil mi? C.K: Şeyh Sünnisi Paşa var. Trablusgarp’tan sonra, milli mücadele döneminde de padişahın yanında değil, Mustafa Kemal’in yanında yer almıştır. Aydın din adamlarının milli mücadelede etkisi büyüktür. S.S: Denizli’de Müftü Hulusi Efendi var mesela. Milli mücadeleyi ilk ateşleyenler arasında din adamlarının rolü çok önemlidir. Sofya, Mustafa Kemal için çok iyi bir laboratuvar olmuş. Bu konu nasıl şekillendi belgeselde? C.K: Sofya o dönemde Avrupa’da istihbarat teşkilatlarının bir araya geldiği bir yer. Sofya’da sadece dans etmeyi değil diplomasinin inceliklerini de öğreniyor. Cepheden cepheye kitapları yanında Mustafa Kemal’in. Sürekli günlük de tutuyor. Milli Mücadele bittikten sonra meclis kurulmadan önce, Ankara’da kütüphane kuruluyor. Bu, hayranlık uyandıran bir şey değil mi? S.S: Anıtkabir kütüphanesine giren herkes eminim çok etkileniyordur. Kitapların sayfalarına baktığınızda bütün boşluklara kırmızı-mavi sabit kalemle notlar alındığını görüyorsunuz. Kendi önem derecesine göre notlar alıyor. Eserleri inanılmaz bir dikkatle okuduğunu hissediyorsunuz. 24 B+ Kış A.H: Daha savaş yokken bile kitaplara notlar düşmeye başlamış. Kitapla- C.K: Depremde kitap yardımı yapılması en son akla gelir. Bağışı yapan ki- rın tamamına yakınında notlar var. “Gelecekte kadınlarımızla ilgili kuraca- tapevi sahibine bir mesaj gönderiyor, teşekkür ediyor, “Cehaleti okuyarak ğımız bakanlığın temel düsturlarından biridir” gibi notlar var. Sayfalar ara- yeneceğiz” diyor. sındaki bilgilerin iletişlerini yazarak notlar alıyor. Aynı anda 5-6 kitap okuyor. Şiir, edebi eser, Fransızca kitaplar… Farklı disiplinden kitapları okuyor. Cephede hem okuyorlar hem de birbirleriyle bilgi paylaşıyorlar Belgeselde o kadar çok ayrıntı var ki, konuştuklarımız özetin özeti oldu. Son noktayı nasıl koydunuz? kitaplarla ilgili. C.K: Üniversite devrimiyle son verdik. Devrimlere ayak direyen Darülfünun’u kapatmak için uygun koşul- C.K: Evet, hayatı inşa etmek için, yeni bir dünya ların oluşmasını bekledi Atatürk ve 10 yıl sonra kurmak için okuyor Mustafa Kemal. Sürek- kararını verdi. Onun yerine İstanbul Üniver- li sabit bir yeri de yok. Mum ışığında, kandilde okuyor. Vefatına kadar okuduğu kitapları düşündüğümüzde yılda kaç kitap okumuş oluyor? A.H: 3997 kitap okumuş. 57 yaşında vefat etmiş, 45 yıl okumuş olsa… Yılda 85 kitap okuyor, yani ayda 7 kitap eder. Anıtkabir kütüphanesinde 4001 kitabı yan yana gördüğünüzde bunu sitesi kuruldu, ardından da Ankara’da üni- “Bir Bilim Savaşçısı: Atatürk” belgeselini yapımından yıllar sonra ilk kez yüzlerce öğrenci izledi. anlıyorsunuz. Belgeselde, Erzurum depremi sırasında yapılan bir kitap bağışı ile ilgili yaklaşımı da çok etkileyiciydi? versiteler açıldı sırasıyla. Atatürk’ün bütün bir ömrü, çağdaş dünyaya uyum sağlama yeteneğini kaybetmiş bir dizi kurumsal yapıyı, modernizmi yakalamak için yeniden yapılandırma mücadelesi ile geçti. Onun derdi Türkiye’yi Batılılaştırmak değil, modernleştirmek, çağdaş dünyanın bir parçası haline getirmekti. 10 Kasım’ı da geride bıraktık. Belgeseldeki son söz çok önemliydi... Bizimle paylaşır mısınız? C.K: Mustafa Kemal’in evlatlarına bıraktığı mirasın adı akıl ve bilimdi. B+ Beşiktaş Kaymakamı Sadettin Yücel ve Beşiktaş Belediye Başkanı İsmail Ünal’ın da katıldığı belgeselin ilk gösterimi Akatlar Kültür Merkezi’nde yapıldı. B+ kış 25 Kent ve eğitim Beşiktaş’ın değişim ve gençlik kaynağı: Kent üniversiteleri Yazı: ASUDE SÜLEYMANOĞLU Fotoğraf: DERYA AYDOĞAN Çoğumuzun ilk aklına gelen şekliyle “kent üniversiteleri”, sadece üniversite yerleşkesinin kent merkezinde bulunması demek değil aslında. Özellikle doksanlı yılların başında kullanılmaya başlanan “kent üniversiteleri” kavramı, üniversitelerden beklenen, eğitimin çok ötesindeki bir işlevi ima ediyor. İ stanbul’da yedisi devlet olmak üzere elliden fazla üniversite bulunmakta. Bu özelliği ile İstanbul, kentsel dönüşüm bağlamında, üniversitelerin bulundukları kent ve kentliler ile ilişkisini incelemek için zengin bir örnek. Çünkü dünyadaki kentleşme koşullarına bağlı olarak artık üniversiteler sadece birer eğitim-bilim merkezi değil. Özellikle doksanlı yılların başında kullanılmaya başlanan “kent üniversiteleri” kavramıyla üniversitelerden beklenen, eğitimin çok ötesinde bir işlev. Çoğumuzun ilk aklına gelen şekliyle “kent üniversiteleri” sadece üniversite yerleşkesinin kent merkezinde bulunması demek değil aslında. Zaten yerleşkenin merkeze göre konumu kentin büyüklüğü ile yakından ilgili. İstanbul gibi bir değil, her yakasında birkaç merkez ve bu merkezlere yakın daha küçük merkezlerin bulunduğu büyük ve karmaşık bir kentte üniversitelerin kendilerini herkese göre “merkezi” konumda tanımlamaları oldukça zor. Bu nedenle kent üniversitelerinin göreceli merkezi konumları dışında, diğer üniversitelerden ayırt edilebilmeleri için bazı özelliklerinin bulunması gerekiyor. Eğitim merkezi olması dışında kent üniversitelerinden beklenen özelliklerden biri bilimsel ve kentsel konulardaki araştırmalar ve çalışmalar ile kentteki diğer kurum ve kuruluşlarla kent faydasına yönelik genel kamu politikalarının oluşturulmasında yardımcı olmalarıdır. Özetle, üniversiteler sosyal ve kültürel anlamda kentsel dönüşümün en etkili aktörlerinden biri olarak kabul görmekte. Bu noktada kentin ihtiyaçlarının ve problemlerinin tespitinde üniversite çalışmalarının etkin olması ve bu ihtiyaç ve problemlerin giderilmesine yönelik çalışmalar yapılması, kentin olduğu kadar üniversitenin sürdürülebilirliği için de önemli. Bir üniversitenin ne yerleşkesinin merkezi olması ne de disiplinler arası eğitim programı “kent üniversitesi” olarak tanımlanması için yeterli. Bunun için, öncelikle üniversitenin kent dokusu ile bütünleşmesi gerekiyor. Üniversitenin kentle bütünleşmesinde, kente kattığı kadar kentin üniversiteye kattıkları ve 26 B+ KIŞ kentlinin üniversiteye yönelik algısı etkili unsurlar. Bu bağlamda konum olarak kent merkezinde bulunan ancak kentli ve kent yaşantısının dışında kalmış üniversiteler olduğu gibi, kentin dışında olup kent yaşantısına entegre olmayı başarmış üniversite örnekleri de var. Bu noktada “kent üniversiteleri” konusunda söyleşi yaptığımız Bahçeşehir Üniversitesi Yurtdışı Öğrenci Kaynakları Direktörü Prof. Dr. Necdet Tekin’in kampüs üniversiteleri ve kent üniversiteleri konusundaki ayrımı dikkat çekici: “ Kampüs üniversiteleri kendi gelenekleri ile yepyeni bir yapı oluşturuyorlar, halbuki kent üniversiteleri kentte uzun zamandır süregelen gelenek, alışkanlık ve yaşam biçiminin üstüne kurulmak zorunda. Birisinde boş, hazır bir bölgeye yerleşmek söz konusuyken, diğerinde yaratılmış olanda yer almak söz konusu.” Bu nedenle, kent üniversitesi için bölge halkı tarafından benimsenmek, sürdürülebilirlik için önemli bir unsur. Üniversitenin benimsenmesi için kente bir değer katması gerekiyor. Prof. Dr. Üniversiteler sosyal ve kültürel anlamda kentsel dönüşümün en etkili aktörlerinden biri... Necdet Tekin’in belirttiği gibi: “Aslında her kentin, ilçenin üniversiteye ihtiyacı yok, zaten böyle olması durumunda üniversiteler liseleştirilmiş oluyor. Oysa üniversite sadece eğitim merkezi değil, kentin yaşam biçimini, uluslararası ilişkilerini, dönüşümünü etkileyen bir kurum” Kentin dönüşümü için kent üniversitelerinden öncelikli beklentilerden birkaçı, iyi planlanmış bir yerleşke, çağdaş yaklaşımlara öncülük, kentin sosyal ve kültürel yaşamına destek ve kentin ekonomisine katkı olarak sıralanabilir. Ancak burada belki de altını çizmemiz gereken nokta her yüksek öğretim kurumunun kurulduğu kenti nasıl değiştirdiği, nasıl etkileşimde bulunduğu, kente göre konumu, kentin ve üniversitenin tarihi, sosyal yapısı gibi faktöre bağlı olarak farklı yanıtlar bulabiliyor. Örnek olarak Amerika’da kurulmuş olan birçok kent üniversitesi eğitim düzeyinin artırılması, suç oranının düşürülmesi gibi sosyal hayata yönelik katkıda bulunurken, Türkiye’nin çeşitli kentlerinde kurulan üniversiteler öğrenci nüfusunu çekerek şehre ekonomik canlılık getirmekte. Özellikle Eskişehir’de kurulan Anadolu Üniversitesi belki de kentüniversite ilişkisinin ekonomik alandaki etkileşiminin en net gözlemlenebileceği örneklerden biri. İstanbul gibi ticari hayatı canlı olan kentlerde ise kent üniversitelerinin ekonomik katkısı daha çok kent merkezine (merkezlerine) çekilen öğrenci nüfusu sayesinde oluyor.Çünkü öğrenciler, sadece üniversitede değil, yerleşke civarındaki mekânlarda da fazlasıyla vakit geçiriyorlar. Ancak konu kentsel dönüşüme geldiğinde, belki de Prof. Tekin’in dikkat çektiği gibi kent üniversiteleri var olan üzerine yerleştiklerinden, mimari ve çevresel anlamda üniversitelerin yerleşke çevrelerine yönelik etkileri henüz sınırlı. Zira üniversite öğrencileri ile yaptığımız söyleşiler de bu düşüncemizi destekler nitelikte: Galatasaray, Bahçeşehir, Boğaziçi ve Yıldız Teknik Üniversitesi’nden söyleşi yaptığımız 15 kadar öğrenci eğitim hayatları sırasında üniversitenin yakın çevresinde ciddi bir değişiklik gözlemlemediklerini belirttiler. Ancak bu fikri paylaşmayanlar da var: Boğaziçi Üniversitesi’nden Elif Peker “Öğrencilerin elde ettikleri gelirle bölge halkının sosyoekonomik durumunda bir gelişme olduğunu düşünüyorum” diye ekliyor. Çok radikal olmasa da her üniversite yerleşkesi etrafında artan kırtasiye, internet kafe, büfe ve ye- “Üniversitenin merkezi bir yerde olması sanat kültür festivallerini takip etmeyi kolaylaştırdığı gibi okul sırasında yarı zamanlı çalışmamı da sağladı.” mek yerleri sayısı çok göze batmayan ancak ticari hayatın canlılığının arttığını işaret eden ufak göstergeler. Bahçeşehir Üniversitesi’nden Büşra Keskin’in belirttiği gibi “Üniversite açıldığından beri kafeler, simitçiler, kırtasiyeler öğrencilerle dolup taşıyor.” Yaşam boyu eğitim merkezleri olarak kent üniversitelerinden diğer bir beklenen ise hem üniversitenin yüksek öğrenim ve sertifika programları ile farklı grupların yeni eğitim ihtiyaçlarını karşılayabilmesi hem de üniversite yerleşkesini kentliler için sosyal etkinlik alanına dönüştürmesi. Prof. Dr. Necdet Tekin’in söyleşi sırasında altını çizdiği gibi: “Üniversite öğrencilerine sunulan program ve dersler kent üniversitesinin işlevlerinden sadece biri. İkinci işlevi ise kentte yaşayanlara sertifika, doktora, yüksek lisans programları gibi yollarla sürekli eğitim sağlayan bir kuruluş olmayı başarabilmek. Halka açık tiyatro, konferans, seminer gibi etkinliklerin düzenlenmesi ise üniversitenin, bulun- B+ KIŞ 27 duğu çevreyi sosyal bir etkinlik alanına dönüştürmek için bir diğer işlevi”. Bu bağlamda, Beşiktaş sınırları içindeki Boğaziçi, Bahçeşehir, Galatasaray, Yıldız Teknik ve İstanbul Teknik Üniversitesi’nde sunulan yüksek lisans, doktora, yabancı dil ve meslek eğitim sertifika programları kentlilerin değişen eğitim ihtiyaçlarını karşılamakta. Buraya kadar söylenenler daha çok kentin üniversiteden beklentileri ve kazancı yönündeydi. Peki, merkezi konumdaki yerleşkenin üniversite için avantajları neler? Söyleşi yaptığımız üniversite öğrencilerinin büyük bir bölümü, üniversitelerinin merkezi konumunu tercihleri sırasında göz önünde bulundurduklarını belirtiyorlar. Hatta birkaçı üniversite tercihleri sırasında en önemsedikleri kıstas olduğunun altını çiziyor. Bahçeşehir Üniversitesi’nden Müge Yeşilbaş gibi: “Üniversitenin merkezi bir yerde olması benim için çok önemli. Yolda daha fazla zaman kaybetmek istemedim”. Özellikle İstanbullu öğrenciler için üniversitenin kolay ulaşılabilir olması hem kentteki sosyal kültürel etkinlikleri takip etmek hem de staj-yarı zamanlı iş gibi olanakları değerlendirmek için önemli bir avantaj. Galatasaray 28 B+ KIŞ Üniversitesi’nden Tuba Gültekin bu avantajı şöyle değerlendiriyor: “Üniversitenin merkezi bir yerde olması sanat kültür festivallerini takip etmeyi kolaylaştırdığı gibi okul sırasında yarı zamanlı çalışmamı da sağladı” Fakat üniversite dışında zengin kültürel ve sosyal faaliyetler mevcutken öğrencilerin üniversiteyi sosyal bir etkileşim alanı olarak kullanmaları zorlaşmıyor mu? Diğer bir deyişle, öğrenciler üniversiteleri sadece ders gördükleri merkez olarak kullanmaya başlamıyor mu? Bu konudaki düşüncemize söyleşi yaptığımız öğrenciler pek katılmıyor. Aksine büyük bir bölümü üniversitede sürekli aktif bir etkinlik bulunmadığı zamanlarda bile ders aralarında üniversitede vakit geçirmeyi tercih ettiklerini söylüyor. Ancak birkaç öğrenci bazı durumlarda dışarısının daha “çekici” geldiğini itiraf ediyor. Yıldız Teknik Üniversitesi’nden Benan Üzmez “Ders aralarında kampüs içinde vakit geçirmeyi seviyorum ama derslerden sonra kampüs dışına çıkmaya çalışıyorum” diyerek tercih önceliklerini dile getiriyor. Aslında Prof. Dr. Necdet Tekin’in de belirttiği üzere geniş anlamda mekân ve ulaşılabilirlik, kişi özgürlüğü ile ilgili; “Kent üniversitelerinde, öğrenci üniversiteden dışarı adımını attığı an kentin sosyal hayatına karışabiliyor. İstanbul içinden ve dışından gelen birçok öğrencinin beklen- tisi de bu sosyal ve kültürel hayatın bir parçası olabilmek. Bu yüzden kent üniversiteleri tercih ediliyor.” Kent üniversitelerinin zaten kent içinde kampüs hayatı geliştirmek gibi bir hedefleri yok. Ayrıca düzenlenen etkinlik ve aktiviteler özgün ve çağdaş değerlere uygun olduğu sürece öğrenci ve kentli tarafından katılımın her zaman yüksek olduğunu ekliyor Prof. Dr. Necdet Tekin. tivitelerini finansal olarak karşılayabilmek, kent üniversitelerine göre daha kolay. Kısaca, kentte yerleşke, yemek, kültürel aktiviteler için seçenek çok ama faturasını karşılamak her zaman herkes için mümkün değil. Ancak sayılan zorluklara rağmen kent üniversitelerinde eğitim görmek birçok öğrencinin gelecek hedeflerinden biri olmaya devam ediyor, hatta birçok öğrenci bu zorlukları göze alarak tercihlerini yapıyor. Kent üniversitelerinin sağladıkları olanaklar kadar, öğrenciler için yarattıkları zorlukları da incelemek gerekiyor. Bu konuda belki de karşılaşılan en temel problemlerden biri İstanbul dışından gelen öğrenciler için okula yakın bir yerleşim yeri bulmak. Kent üniversitelerinden bahsediyoruz ancak henüz öğrenci mahalleleri, öğrenci sokakları, öğrenci semtleri mevcut değil. Doğal olarak yerleşik olmayan öğrenci nüfusu üniversitenin kenti dönüştürme etkisini kısıtlıyor. Son yıllarda şehir merkezinde ufak da olsa bir yerleşke bulup açılan üniversite sayısı ve kent merkezine doğru taşınan üniversite yerleşkeleri göz önüne alındığında kent üniversitelerinin gelecekte şehir merkezlerini canlandıracağı tahmin ediliyor. Kent üniversiteleri henüz İstanbul için yeni bir kavram, ancak kısa vadede kent-üniversite arasındaki etkileşimin özellikle bütün kent sakinlerini ve öğrencileri etkileyen konularda daha etkin hale getirilmesi artık ihtiyaçtan öte, bir gereklilik. B+ Merkezi bir üniversitede eğitim görmenin diğer bir dezavantajının ise “ekonomik realite” olduğunu ekliyor Prof. Dr. Necdet Tekin: “ Öğrenci okuldan dışarı çıktığında sadece kentin sosyal-kültürel hayatıyla değil, ekonomik gerçekliğiyle de karşılaşıyor”. Kampüs hayatının yemek, yerleşim, kültür ve sosyal ak- * Yazıyı oluşturma aşamasında söyleşi için bize vakit ayıran, deneyimleri ve bilgi birikimiyle yardımcı olan Bahçeşehir Üniversitesi Yurtdışı Öğrenci Kaynakları Direktörü Prof. Dr. Necdet Tekin’e ve söyleşimize katılan Galatasaray, Boğaziçi, Yıldız Teknik ve Bahçeşehir Üniversitesi öğrencilerine çok teşekkür ederiz. Beşiktaş’taki üniversiteler Boğaziçi Üniversitesi Merkez Kampüsü Galatasaray Üniversitesi 1863 yılında Robert Koleji olarak kullanılan, 1971 yılında üniversite olarak eğitim vermeye başlayan Boğaziçi Üniversitesi’nin merkez kampüsü Beşiktaş’ın Etiler ve Bebek mahallelerine yayılmaktadır. Üniversitede Eğitim, Fen-Edebiyat, İktisadi ve İdari Bilimler ve Mühendislik olmak üzere dört fakülte, iki yüksek okul bulunmaktadır. 2009-2010 yılı verilerine göre üniversite 11 bin 821 öğrenciye ev sahipliği yapmaktadır. Galatasaray Eğitim Vakfı’nın girişimleriyle 1992 yılında kurulan Galatasaray Üniversitesi bünyesinde Hukuk, Mühendislik ve Teknoloji, İktisadi ve İdari Bilimler, İletişim ve Fen Edebiyat Fakültesi olmak üzere beş fakülte barındırmaktadır. Üniversitenin kampüsü Ortaköy’dedir. Yıldız Teknik Üniversitesi Yıldız Kampüsü 1911 yılında kurulan Yıldız Teknik Üniversitesi Türkiye’nin en eski teknik üniversitelerinden biridir. Bünyesinde on fakülte ve iki yüksekokul bulunmaktadır. Sanat ve Tasarım Fakültesi, İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi, Mimarlık ve Elektrik Elektronik Fakülteleri Yıldız yerleşkesinde bulunmaktadır. Bahçeşehir Üniversitesi 1998 yılında kurulan Bahçeşehir Üniversitesi’nde altı fakülte, iki yüksek lisans programı sunan enstitü bulunmaktadır. 9500 öğrencinin eğitim gördüğü üniversitenin Beşiktaş dışında iki kampüsü daha mevcuttur. Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi güzel sanatlar akademisi olarak 1883 yılından beri eğitim vermektedir. Üniversitenin Fen-Edebiyat Fakültesi’nin yerleşkesi ve Mimar Sinan Üniversitesi Devlet Konservatuarı Beşiktaş’ta bulunmaktadır. Yeditepe Üniversitesi Göz Merkezi Merkez kampüsü Kayışdağı’nda bulunan Yeditepe Üniversitesi’nin Göz Merkezi Beşiktaş Balmumcu’dadır. Üniversite bünyesinde göz hastalıkları araştırma merkezi olarak kurulan hastane 2007 yılından beri Beşiktaş’ta hizmet vermektedir. Bilim Üniversitesi Bilim Üniversitesi’nin Florence Nightingale Hastanesi Hemşirelik, Sağlık ve Sağlık Hizmetleri Meslek Yüksekokulu Gayrettepe Mahallesi’nde bulunmaktadır. İstanbul Teknik Üniversitesi İstanbul Teknik Üniversitesi bünyesinde on üç fakülte, otuz yedi bölüm, beş enstitü bulunmaktadır. Merkez kampüsü Maslak’ta bulunan üniversitenin Maçka yerleşkesindeki fakültelerden bir kısmı Beşiktaş kenti sınırlarındadır. B+ KIŞ 29 Kazanım İsmail Ünal: “Fulya Sanat’ta sesler söze, müziğe, ışığa ve aydınlık bir geleceğe dönüşecek” Yazı: ELİF KARA Fotoğraflar: Alaaddİn Savaş, ERDEM AYDIN Fulya’daki eski top sahasının yerinde artık Fulya Sanat var. Beşiktaş Belediyesi’nin İstanbul’a kazandırdığı Fulya Sanat açıldı. 30 B+ KIŞ B+ Kış 31 Ç oğumuzun başına gelmiştir. Bir gazetede, bir dergide, bir afişte hoşumuza gideceğini düşündüğümüz bir etkinlik çarpar gözümüze. “Gidilmeli” diye not alırız bir yerlere. Fakat büyük kentin ses ve görüntü kirliliği, hele de trafik karmaşası daha evden çıkmadan yapışır yakamıza, çelişkide bırakır bizi. Yorgun hissederiz kendimizi, bir sonraki konsere, bir sonraki dans gösterisine deyip avunuruz. Beşiktaş Belediyesi’nin; Akatlar Kültür Merkezi, Levent Kültür Merkezi, Mustafa Kemal Kültür Merkezi, Ortaköy Kültür Merkezi zincirine bir yenisini daha eklemesi öncelikle bu açıdan önem taşıyor. Yerel yönetimin, sanat etkinliklerinin insana, insanlığa iyi geldiğini bir dünya görüşü olarak benimsemesi kadar, her fırsatı değerlendirip kentin her yerine bunu somut bir şekilde taşıması dikkat çekici. Fulya Sanat’ın açılışına katılan davetlilerin ortak görüşü, Beşiktaş Belediyesi’nin sanat ve sanatçıları böyle mekânlarda buluşturma gayretinin çok anlamlı olduğu, diğer yerel yönetimler tarafından örnek alınması gerektiği yönünde. Davetlilerin, yeni açılan Fulya Sanat’la ilgili kendilerine özel yorumları da var. Beşiktaşlı bir anne örneğin, 14 yaşındaki oğlunu bundan böyle, trafik çilesi çekmeden, yaşadığı semtte bir klasik müzik konserine götürebileceği için mutlu. Müzisyen Burhan Şeşen bir diğer ayrıntının altını çiziyor: “Genci yaşlısı burada, Fulya Sanat’ta buluşup ortak havayı soluyacak”. Kültür eski bakanlarından, halen SODEV Onursal Başkanlığı’nı yürüten Ercan Karakaş ise, yerel yönetimlerin bütçelerinin bir bölümünü mutlaka kültür ve sanata ayırmaları gerektiğini belirtiyor. Malum AKM’nin kapıları birkaç yıldır kapalı ve klasik müzik dinleyicileri, bale ve operaseverler Kadıköy’e gitmek zorunda kalıyor. Bazı davetliler bu yüzden özellikle İstanbul Devlet Opera ve Balesi’nin nihayet Avrupa yakasında da seyirciyle buluşabilmesinin keyfini yaşıyor. Zira Fulya Sanat bir süre İstanbul Senfoni Orkestrası ve İstanbul Devlet Opera ve Balesi’ne ev sahipliği yapacak. Sözün kısası Fulya Sanat, sadece Beşiktaş’a değil İstanbul’a da çok şey vaat ediyor. 32 B+ KIŞ Kırmızı halılı açılış Fulya Sanat’ın açılış tarihi 24 Kasım olarak belirlenmişti. O akşam davetlileri özel kostümler giymiş gençler kapıda karşıladı, kırmızı halı içeriye kadar taşıdı. Halı üzerindeki yürüyüşe, klasik müziğin yerli ve yabancı isimlerinin fotoğraflarının eşlik etmesi, incelik ve vefanın göstergesiydi. Kokteyl boyunca sürdürülen konuşmaların ana başlıklarından biri Fulya Sanat’ın görkemli atmosferi oldu. Konuklar, Fulya Sanat’ın bir bölümünde sergilenen Beşiktaş Belediyesi’nin koleksiyonundaki resimleri incelemeyi de ihmal etmediler. Açılışta Gencay Gürün, Halit Kıvanç, Atilla Dorsay, Müjde Ar, Müjdat Gezen, Kadir İnanır, Nebahat Çehre, Ercan Karakaş, Mustafa Denizli, Serdar Bilgili gibi tanıdık yüzler de vardı. Beşiktaş Belediye Başkanı İsmail Ünal, titiz, bir o kadar da heyecanlı ve gururlu bir ev sahibi olarak konuklarla sohbet etti. Ardından salonun kapıları açıldı, Avrupa yakası sakinlerinin özlem duyduğu klasik müzik ve dansa bir adım daha yaklaşıldı. Fulya Sanat, İstanbul Senfoni Orkestrası ve İstanbul Devlet Opera ve Balesi’ne ev sahipliği yapacak. İstanbullular Fulya Sanat’a kavuştu. İlk gün ilgi büyüktü. B+ Kış 33 “İnsanlar aynı anda gülüyor, heyecanlanıyorsa, aynı anda avuçlarındaki kelebekleri uçuruyorlarsa orası bir mabettir.” Tan Sağtürk sanata verdiği değer… Bir sanat eserini seyrederken kendini yeniden bulmak ve keşfetmek, bir kitabı okurken başkasının birikimiyle hayatı zenginleştirip özelleştirmek... Bu kışkırtıcı duyguyu yaşamaya değmez mi? Batı ile ilgili verdiğim 20-30 yıl öncesinin bu rakamları bugün katlanarak artıyor. Bunları paylaşmamın nedeni, Batı’nın 20-30 yıl öncesini nasıl yakalarız?’ tartışmasını başlatmak.” “Her mekânı büyük bir şükranla karşılıyoruz” Sanattan korkmanın, uzak durmanın billurlaşmayı reddetmek olduğunu vurgulayan Sağtürk, “Dans bir maestronun orkestrayı yönetmesi gibi insanın kendi vücudunu yönetmesidir” diyerek sözlerine şöyle devam etti: “Dans, insanın ruhunu, müzikle hareketlere aktarmasıdır. İnsanlar aynı anda gülüyor heyecanlanıyorsa, aynı anda avuçlarındaki kelebekleri uçuruyorlarsa orası bir mabettir. Kısacası Fulya Sanat bir mabettir...” “Fulya Sanat bir mabettir” Tan Sağtürk’ün ardından bu kez Devlet Opera ve Balesi Genel Müdürü ve Genel Sanat Yönetmeni Prof. Rengim Gökmen sahnedeydi. Gökmen’in konuşmasında hem şükran duygusu hem de AKM’ye duyulan özlem hissediliyordu. Gökmen, İstanbul’un dünyanın sayılı kentleri arasında olduğundan, hatta tarihi, coğrafi, siyasi özellikleriyle sanat metropollerini geride bıraktığından bahsetti. Gökmen’e göre ciddi bir eksiğimiz var: Önce, Beşiktaş Belediyesi’nin kültür ve sanata yaklaşımını aktaran bir sunum, ardından bir kutlama mesajı paylaşıldı seyircilerle. CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu “Sayın İsmail Ünal” diye başlayan mesajında, Fulya Sanat’ın “sanata, sanatçıya olduğu kadar sanatseverlerimize de yeni bir mutluluk alanı olacağını” belirtiyor, emeği geçen herkese teşekkür ediyordu. Daha sonra sahneye çağrılan balet Tan Sağtürk, “En son ne zaman bir müze ya da sergiye gittik?” sorusuyla başladı konuşmasına. Sağtürk, Batı ülkelerinden bazı rakamlar vererek konukları düşünmeye çağırdı: “Japonya’da son 30 yılda 200 yeni sahne açılmış, Almanya 80’li yıllarda 300 yeni sahneye kavuşmuş. İngiltere’nin ise her 18 günde bir yeni sahneye kavuştuğunu görüyoruz. Bu ülkelerde halk talep ediyor, bu yerleri destekliyor. Kültür ve sanat, ayrıca ülkelere ekonomik açıdan kazanç da sağlıyor: Philadelphia’da Chagall sergisini seyretmek için müzeye akın eden insanlar, 7.5 milyon dolar bırakmışlar gişeye... Amerika’da sadece 1988’de çeşitli başlıklarla 55 bin 483 kitap basılmış. İşte ileri ülkelerin son 30 yılda “Şehir kriterlerini belirleyenler bir metropolün içeriğinin kültürle, özellikle sanatla doldurulması gerektiğini saptamış durumda. Bu bakımdan sanat mekânlarımızın çok zengin olduğunu söyleyebilecek rahatlıkta değil içimiz. Stadyumlarımız, yüzme havuzlarımız, spor salonlarımız çoğalıyor. Şehir olabilmenin kriterleri arasında bunlar da var ve olumlu buluyorum. Ancak uygar şehir olabilmenin öncelikli koşulu konser, tiyatro, sinema, opera, bale sahnelerine sahip olabilmektir. Üstelik stadyumdan ağlayarak çıkanların toplam seyircinin yarısını teşkil ettiğini, buna karşın bir sanat etkinliğinden herkesin güleryüzlü, zenginleşmiş, farklı bireyler olarak ayrıldığını düşünürsek bu toplanma, buluşma mekânlarının önemini daha iyi teşhis edebiliriz. Son yıllarda salonların sayısı artıyor. Ama İstanbul’un, tarihi ve coğrafi zenginliğine tanık olabilmemiz için daha birçok mekâna kavuşması lazım. Bu yolda atılan her adımı, her mekânı Türk sanatı, Türk sanatçıları adına büyük bir şükranla karşılıyoruz. Şu anda bulunduğumuz Fulya Sanat’ı, altı ay önce sayın başkanla birlik- Fulya Sanat’ın açılış programında Creatures, Carmina Burana, (C. Orff), Don Pasquale (G. Donizetti), Şen Dul (F. Lehar), Hoffmann’ın Masalları (J. Offenbach), Sevil Berberi (G. Rossini), Nabucco (G. Verdi) ile La Traviata (G. Verdi) adlı eserlerden bölümler sahneye taşındı. 34 B+ KIŞ te ziyaret ettiğimizde de heyecan duymuştuk. Şimdi de yaklaşık 2,5 yıl aradan sonra İstanbul Devlet Opera ve Balesi olarak Avrupa yakasında seyirciyle buluşabilmenin heyecanını yaşıyoruz. Beşiktaş Belediyesi’ne, aynı şekilde Süreyya Sahnesi’ni bize sunan Kadıköy Belediyesi’ne teşekkür borçluyuz”... Prof. Rengim Gökmen’in son sözleri daha çok bir dileği içeriyordu. Büyük opera ve bale eserlerinin özel koşullarda hazırlanmış büyük salonlara ihtiyaç duyduğunu belirten Gökmen, AKM’deki salonun Türkiye’nin gerçek anlamda tek opera ve bale salonu olduğunu söyledi. Dileği ise AKM’nin bir an önce yeniden hizmete girmesiydi. “Bir yerel yönetici olarak kültür, sanat ve bilim üçgeninde kentimin temel varlıklarını gördüm” Sahnenin sanatçılardan önceki son konuğu ise Beşiktaş Belediye Başkanı İsmail Ünal’dı. “Hoş geldiniz” diyerek konuşmasına başlayan Ünal, ev sahipliği yaptığı için mutlu ve gururlu olduğunu vurguladı, duygularının nedenini şu sözlerle seyirciye aktardı: “Sanat kurumu sıkıntısı çeken İstanbul’a Beşiktaş kentinde, İstanbul’un orta yerinde yeni ve büyük bir imkan yarattık. Bir yerel yönetici olarak kültür, sanat ve bilim üçgeninde kentimin temel varlıklarını gördüm. Bilim insanlarının, kültür adamlarının ve sanatçıların hayatımızı gerilikten, zorbalıktan koruyan öncüler olduğuna inandım, bu konuda Gazi Mustafa Kemal’e yürekten inandım. Şöyle diyor büyük Atatürk: ‘Sanatkar, toplumda uzun çaba ve çalışmalardan sonra alnında ışığı duyan ilk insandır.’ Bundan böyle sanatçılarımızı, bu güzel ışık insanlarını ve ışığın peşinden bıkmadan koşan sanatseverleri Fulya Sanat’ta buluşturacağız. Eski bir top sahasından çınlayarak yeni sesler söze, müziğe, ışığa ve en önemlisi hayatımız için onurlu ve aydınlık bir geleceğe, cesarete dönecek. Değerli konuklar, Beşiktaş’taki belediyemize ait kültür merkezlerini artık sanat merkezleri olarak adlandırıyoruz. Beşiktaş’ın farklı ve çağdaş bir kent olduğunu Beşiktaşlılar bir kez daha hissedecek ve hissettirecek. Yeniden ‘Hoş geldiniz’ diyorum, söz sahnenin. Sevgiyle kalınız.” İsmail Ünal’ın ardından sanatçılar müzik, dans ve opera ile sahneyi doldurdular. Şef Serdar Yalçın yönetimindeki İstanbul Senfoni Orkestrası’nın eşlik ettiği İstanbul Devlet Opera ve Balesi sanatçıları gece boyunca seyirciden coşkulu alkışlar aldılar. Salondan çıkarken herkesin yüzü gülüyordu. “Surround sound” ses teknolojisi var Fulya Sanat, Beşiktaş Spor Kulübü’nün antrenman yaptığı futbol sahasının eski yerinde bulunuyor. Fulya Sanat’ın 630 kişi kapasiteli, her türlü konser etkinliğinin düşünülerek tasarlanan salonunda ihtiyaç duyulabilecek ses ve ışık sistemlerinin tümü var. Salon, film gösterimi sağlayan görüntü sistemi ve “surround sound” ses teknolojisine sahip. Ses, Soundcraft’ın yeni çıkan modeli olan ses masasından kontrol ediliyor. Konser ve gösteriler yüksek teknolojili cihazlar ile kayıt altına alınıyor. Kameralar sayesinde sahne ve salon en ince ayrıntılarına kadar görüntülenebiliyor. Dört adet simültane tercüme odası bulunan salonda aynı anda dört dile çeviri yapılabiliyor. Fulya Sanat’ta güvenlikte tüm ayrıntılarıyla düşünülmüş. Kapalı devre televizyon sistemiyle her an takip edilebiliyor. Gelen seyirci sayısı, hatta iç ve dış sıcaklık dahi izlenebiliyor. Özellikle zemin katta konumlandırılan salonun toplam sekiz adet acil çıkış kapısı var. Herhangi bir acil durumda bu kapılar hemen bahçeye açılıyor. Zemin kat olması aynı zamanda engelli sanatseverlere de kolaylık sağlıyor. Otopark ve ana girişten önü oldukça geniş tutulan sahneB+ ye kadar hiçbir engele takılmadan ulaşılabiliyor. “Işığın peşinden bıkmadan koşan sanatseverleri Fulya Sanat’ta buluşturacağız” İsmail Ünal B+ Kış 35 Müjdat Gezen: “Sanat, insanı onarır” Halit Kıvanç: “Belediye her türlü sosyal ihtiyacı karşılamalı” Başkanın böyle bir şey yapmasını, eski bir top sahasını böyle muhteşem bir merkeze dönüştürmesini çok güzel buldum. Kaldı ki AKM kapandıktan sonra İstanbul Devlet Opera ve Balesi Kadıköy’de küçücük bir salonda sanat yapıyordu. Beşiktaş Belediyesi’nin yaptığı bu açıdan değerli... Beşiktaş’ın yanı sıra Kadıköy Belediyesi’nde de, Büyükçekmece ve Bakırköy’de de güzel şeyler oluyor. İstanbul’da pek çok belediyenin kültür ve sanata önem verdiğine tanıklık ediyorum. Sanat insanı onaran bir şeydir. İnsanın dünyaya bakışını olumlu yönde değiştirir. Onun için yapılması gerekeni yapıyorlar, ben bu yapılanları doğal karşılıyorum ve hepsini kutluyorum. Belediyenin kültür merkezleri olayını çok beğeniyorum. Bizim evin köşesindeki, Etiler’deki merkezde bazı aktivitelere de katıldım, büyük mutluluk veriyor. Belediye bana göre o bölgede oturan halkın her türlü sosyal ihtiyacını da karşılamalıdır ki İsmail Ünal bunu en güzel şekilde yapıyor. Beşiktaş Belediyesi’nin sınırlarında oturduğumuz için mutluyuz. Şebnem Başpınar: “Kültür merkezi mahallenizde olduğunda her şey çok farklı” Biz Akatlar Kültür Merkezi’ne çok yakın oturuyoruz, burası da yakın. Çok güzel yapılmış bir bina; çok daha büyük, daha kapsamlı... Yerel yönetimlerin kesinlikle öncelikli ilgilendiği işlerden biri bu olmalı. Kültür merkezleri ve buraya gelen özel tiyatrolar sayesinde yeniden tiyatroya gidilmeye başlandı. Benim çocukluğumda Devlet Tiyatroları’na çok giderdik. 14 yaşında bir oğlum var, bu merkezler sayesinde birkaç senedir tiyatroya gidiyor. İnşallah çoğaldıkça, her semtte bir kültür merkezi oldukça çocuklarımız da bu kültürü alacak. Ben oğlumu hâlâ bir klasik müzik konserine götüremediğim için çok üzgünüm. Eşim öyle büyümüş; küçücük yaşından itibaren klasik müzik konserlerine gitmiş ama konser salonları çok uzak bize. Okul var, trafik bir sorun. Ama kültür merkezi mahallenizde olduğunda her şey çok farklı... Mehmet Cüneyt Saraçoğlu: “Sadece Beşiktaş değil İstanbul kazandı” Gökhan Başpınar: “Beşiktaş bu konuda öncü” Ben de eşime katılıyorum. Özellikle Beşiktaş çok kozmopolit bir ilçe. Bu ilçede bu tür aktivitelerin olması çok iyi. Yakın çevremizde olması da bizim için büyük bir şans, özellikle İstanbul’un yoğun trafiğinde kendimize yakın olan yerleri tercih ediyoruz. Bu tür faaliyetlerin İstanbul’un en küçük ilçesine kadar yayılmasında fayda var. Beşiktaş’ın bu konuda öncü olduğunu senelerdir biliyoruz. 41 senedir Beşiktaş’ta oturuyoruz, o yüzden bu tür gelişmeler bizi mutlu ediyor. Yerel yönetim çok başarılı, destekliyoruz. 36 B+ KIŞ Bu kültür merkeziyle bana göre sadece Beşiktaş değil İstanbul kazandı. Biz operacılar için çok iyi oldu. Ben beş senedir İstanbul’dayım, daha önce İzmir Devlet Opera ve Balesi’nde çalışıyordum. İstanbul’da bir sene AKM’de çalışmak nasip oldu. Beşiktaş Belediyesi olsun Kadıköy Belediyesi olsun bu anlamda çabalarıyla diğer yerel yönetimlerin bir adım önüne geçtiler. O bölgede yaşayan halka çok şey kazandırıyor bu merkezler. Ne kadar çok sahne olursa o kadar çok kişiye ulaşabiliyoruz. Burhan Şeşen: “Bu merkezler gençleri başıboşluktan kurtarıyor” Beşiktaş’ta zaten çok güzel kültür merkezleri vardı. İsmail Bey çok iyi çalışıyor. Burası da çok güzel olmuş. Biz belediyenin düzenlediği gecelerde konserler verdik zaten. Bunun bütün belediyelere örnek olmasını istiyorum. Açık konuşmak gerekirse ne yazık ki diğer belediye başkanları İsmail Bey kadar bu işe duyarlı değil... Fulya Sanat açıldığı için çok mutluyum, bir müzisyen ve bir sanatsever olarak. Böyle kültür merkezleri insanın içindeki o boşluk duygusunu alıyor. Genç yaşlı birçok insan birlikte oturup ortak bir havayı soluyorlar. Gençleri başıboşluktan, kahve köşelerinden kurtarıyor. En büyük katkısı bu... Müjde Ar: “Beşiktaşımıza çok yakıştı” Ne kadar keyiflendiğimi anlatamam. Birkaç ay önce inşaat halindeyken görmüştüm. Gerçekten çok yakıştı Beşiktaşımıza. Kutluyorum başkanı, büyük bir eksiklikti. Kültür, hayatımızın en önemli parçası; beslendiğimiz yer, kaynağımız. Yıl boyunca yapılacak onlarca aktiviteyi düşünürseniz çok insan beslenecek buradan. Yerel yönetimlerin en öncelikli işi bu olmalı... Ercan Karakaş: “Sanatla insanlar birbirine yaklaşıyor” Günümüzün modern toplumları aynı zamanda kültür toplumları. Türkiye’de maalesef ne merkezi ne yerel yönetim kültür ve sanata yeteri kadar önem veriyor, bunun eksikliğini görüyoruz. Ama Fulya Sanat gerçekten çok yüksek standartlarda. Kutluyorum başkanı, emeği geçenleri. Çoğalması gerekir böyle yerlerin, kültür ve sanatı sergileyecek alanlara ihtiyacımız var. Onlar arttıkça insanlar arası ilişkiler, hoşgörü de artacak, kutuplaşma yerine insanların birbirini daha kolay anlaması mümkün olacak. Kültür ve sanat üzerinden insanlar birbirine de yaklaşıyor. Yerel yönetimlerin mutlaka bütçelerinin belli bir oranını kültür ve sanata ayırmaları lazım. Bizim belediyelerimiz genellikle bunu yapıyor, diğer belediyeler pek ilgilenmiyor. Belki bu konuda yasal bir düzenlemeye gidip bütçenin belli bir oranını kültür ve sanata ayırmak lazım. Türkiye çok genç bir nüfusa sahip. Gençlerimiz kültür sanatla ilgilenmek istiyorlar. O yüzden de burası Beşiktaş’ta büyük bir boşluğu doldurdu. Nebahat Çehre: “Ülkemiz adına sevindirici” Ne kadar kültür merkezi kazanırsak ülkemiz adına o kadar sevindirici. Beşiktaş’ı kutluyorum, hakikaten kültür hayatına, bizim mesleğimize yakın ve yanında. Böyle devam etmesini isterim. Fulya Sanat’ın İstanbul Devlet Opera ve Balesi’ne ev sahipliği yapacak olması da takdir edici... B+ Kış 37 Portre Nâzım Hikmet: Bir vatanseverin portresi Yazı: NAZAN ORTAÇ Çizimler: NURİ KURTCEBE ( KUVAYİ MİLLİYE DESTANI) Onlarınki büyük bir aşk! Ama her büyük aşkta olduğu gibi Nâzım’ın ülkesiyle aşkında da kırgınlık eksik olmadı. 109’uncu doğum yıldönümünde büyük ustanın, pek üzerinde durulmayan, vatansever olarak farklı bir portresi... 38 B+ kış V atan haini klişesiyle damgalanan Nâzım Hikmet, büyük bir vatansever, gerçek bir ulusalcıydı. Vatanını, toprağını, insanını, kültürünü aşkla severdi, ama her büyük aşkta olduğu gibi, Nâzım’ın vatan sevgisinde de hayal kırıklığı, öfke ve kırgınlık eksik olmadı. Ustanın, “Kurtuluş Savaşı Destanı”nı okuyup, bu aşkı iliklerine kadar hissetmeyen var mıdır? Kendisine atılan iftiralara aldırmazdı pek. Ama “vatan haini” yaftası ağır gelmişti ona. İstanbul Tevkifhanesi’nde tutukluyken sarıldı kalemine... Yıl 1939... Yüreğindeki yoğun vatan sevgisini damıta damıta, yazmaya başladı. Başucunda, Mustafa Kemal’in “Nutuk”u. “Başlangıç” dedi: rür, genel bağımsızlık yönünde başı çekmesini isterdi. Sömürgeciliğin azgın dönemlerinde kanı emilen Çin’in, Hindistan’ın, Afrika’nın insanları için şiirlerini hep o duyguyla yazdı. Kurtuluş Savaşı Destanı’nı nasıl, hangi ruh haliyle yazdı? Kendisine atılan iftiralara aldırmazdı pek. Ama “vatan haini” suçlaması çok yaralayıcı oldu. Ülkesini ve ulusunu onun kadar seven insan azdır. Öyleyken kendi halkına düşman gibi gösterilmesine isyan ediyordu. Kurtuluş Savaşı’mıza ve onun muzaffer önderine içtenlikle hayrandı. Hem o duyguyu dile getirmek, hem de pis iftiraları çürütmek amacıyla hapiste kaleme sarılıp başyapıt yarattı. Onlar Onlar ki toprakta karınca, suda balık, havada kuş kadar çokturlar; korkak, cesur, câhil, hakîm ve çocukturlar ve kahreden yaratan ki onlardır, destânımızda yalnız onların mâceraları vardır. Destanı tamamlaması üç yılını aldı. İstanbul Tevkifhanesi’nde başladı, Çankırı Hapishanesi’nde devam etti, Bursa Hapishanesi’nde bitirdi. Sekiz “bap” yazdı. Her “bap”da Kurtuluş Savaşı’ndan bir hikâye anlattı. O bir “vatan haini(!)”ydi de peki, Kurtuluş Savaşı Destanı nasıl bir ruh halinin eseriydi? Bu sorunun izini sürmek için “Nâzım Hikmet Şarkıları” belgeselinin yönetmeni Mehmet Eryılmaz ve sanatçının aile dostu gazeteci-yazar Refik Erduran’ın kapısını çaldık. Ve ortaya farklı bir Nâzım portresi çıktı... Refik Erduran: “Ülkesini Nâzım Hikmet kadar seven azdır!” Nâzım’ın Türkiye’den kaçmasına yardımcı olan arkadaşlarından gazeteci-yazar Refik Erduran, sorularımızı yanıtladı. Nâzım Hikmet’inki nasıl bir vatanseverlik, ulusalcılık? Onun siyasal inançlarının vatan ve ulus sevgisini dışladığı görüşü kavram kargaşamızın sonuçlarındandır. Nâzım Hikmet sömürüsüz bir dünya düzeninin bütün insanlıkla birlikte Türk ulusunu daha yüksek bir uygarlık düzeyine taşıyacağını düşünüyordu. Vatanını sevdiği için, inançları uğruna en verimli yıllarını kişisel özgürlükten yoksun geçirdi. Ulusalcılığı lafta bırakmayıp yaşantısı ve ürünleriyle kanıtlamış bir sanatçıdır. Bağımsızlık tavrını nasıl yorumlarsınız? Nâzım için bağımsızlık, insanlığın ezilen bölümünün ezenlere başkaldırısı anlamına geliyordu. Türkiye’yi mazlumların kurtarıcısı ve önderi gibi gö- Nâzım’ın vatan duygusu, dünyayı sevmekten gelen bir duygudur. Doğduğu mekâna saygıdır, sevgidir. Çok yönlü bir sanatçıydı; sadece şair, yazar değildi. Çeviri yaptı, operet yazdı. Senaryoları var. Ressam… Cezaevinde dokumacılığı öğreniyor. Ne diyorsunuz bu çok yönlülüğü hakkında? Resim yapmayı sever ama o alandaki yeteneğini eksik görürdü. Çeviri ve dokumacılık yapması, sırf cezaevinde biraz para kazanabilmek içindi. Senaryoyu, romanı ve fıkra yazarlığını “teğet geçerek” denedi. Şiir dışındaki asıl hevesi oyun yazarlığıydı. Bence –kendisine de çok kere söylediğim- hatası tiyatroya şiirsellik getirmekten çok oyunlarında mesaj vurgulamalarını öne çıkarması oldu. Atatürk ile ilgili anısı var mıydı? Atatürk’e yazdığı ama ulaştırılmadığı söylenen mektup doğru mu? Çok gençken Vala Nurettin ile gittiği Ankara’da Mustafa Kemal ile tanışıp kısaca konuştuğunu anlatmıştı. Hapisten ona yazdığı mektubun, yerine ulaşmasını Fevzi Çakmak’ın engellediği doğrudur. Bunun hikâyesini de bana Mareşal’in gençliğimde tanıştığım kızı anlatmıştı. Savaşa katılmak istediği ama alınmadığı yönündeki bilgiler hakkında ne söylersiniz? Ankara’da Va-Nu ile ikisi cepheye gönderilmek için başvurmuşlar. Toplum içinde ve kendi alanlarında çalışmalarının daha yararlı olacağı gerekçesiyle geri çevrilmiş başvuruları. Bunun, kendilerine güvensizlik duyulmasından kaynaklandığı iddiası yersizdir. O sırada Hamdullah Suphi’nin askere alınma isteğini de geri çeviren Mustafa Kemal’in şöyle dediği belgelidir: “Cepheye gönderilecek binlerce asker bulabiliriz. Ama bir başka Hamdullah Suphi nereden bulunur?” Nâzım Hikmet’in şiirleri, yazdıkları bugün bile kitlelere motivasyon sağlıyor. Bunu neye bağlıyorsunuz? Nâzım inanılmayacak kadar güzel dediği insan hayatının bugün “böyle zor, bu kadar dar, böyle kanlı, bu denli kepaze” olmasına şaşar. Yazık ki günümüzde de durum değişmiş değil temelde. Onun için şiirleri hâlâ hem güzelliklere tutulan bir ayna, hem de kepazeliklere isyan bayrağı. B+ kış 39 Ayın altında kağnılar gidiyordu. Kağnılar gidiyordu Akşehir üstünden Afyon'a doğru. Toprak öyle bitip tükenmez, dağlar öyle uzakta, sanki gidenler hiçbir zaman hiçbir menzile erişmiyecekti. Kağnılar yürüyordu yekpare meşeden tekerlekleriyle. Ve onlar ayın altında dönen ilk tekerlekti. Ayın altında öküzler başka ve çok küçük bir dünyadan gelmişler gibi ufacık, kısacıktılar, ve pırıltılar vardı hasta, kırık boynuzlarında ve ayakları altından akan toprak, toprak ve topraktı. Gece aydınlık ve sıcak ve kağnılarda tahta yataklarında koyu mavi humbaralar çırılçıplaktı. Ve kadınlar birbirlerinden gizliyerek bakıyorlardı ayın altında geçmiş kafilelerden kalan öküz ve tekerlek ölülerine. Ve kadınlar, bizim kadınlarımız : korkunç ve mübarek elleri, ince, küçük çeneleri, kocaman gözleriyle anamız, avradımız, yârimiz ve sanki hiç yaşamamış gibi ölen ve soframızdaki yeri öküzümüzden sonra gelen ve dağlara kaçırıp uğrunda hapis yattığımız ve ekinde, tütünde, odunda ve pazardaki ve karasabana koşulan ve ağıllarda ışıltısında yere saplı bıçakların oynak, ağır kalçaları ve zilleriyle bizim olan kadınlar, bizim kadınlarımız şimdi ayın altında kağnıların ve hartuçların peşinde harman yerine kehribar başaklı sap çeker gibi aynı yürek ferahlığı, aynı yorgun alışkanlık içindeydiler. Ve on beşlik şarapnelin çeliğinde ince boyunlu çocuklar uyuyordu. Ve ayın altında kağnılar yürüyordu Akşehir üstünden Afyon'a doğru. ... Kuvayi Milliye Destanı (Yedinci Bap) 40 B+ kış Nâzım, günümüzde yaşasaydı, nasıl bir tavrı olurdu? Ömrünün sonuna doğru bilgeleşmiş, ilkelerinden vazgeçmeden geçmişteki davranışlarının bir bölümünü sorgulamaya başlamıştı. “Putları kıracağız diye birçok değeri küçümsememiz yanlış oldu” diyordu. Sanırım günümüzde yaşasaydı sömürüye ve haksızlıklara karşı kavgasını hiç aksatmadan sürdürür, ama düşüncesini katı kalıplar içine sıkıştırmamaya ve gereksiz kırıcı olmamaya daha büyük özen gösterirdi. Ve Nâzım der ki: “Hiçbir zaman/böyle merhametli bir ümitle sevmedi/hiçbir insan/hiçbir aleti...” Resmen, Kurtuluş Savaşı’nın özetidir bu. Bir insanın, bir aracı merhametli bir ümitle sevmesi nasıl söylenebilir? Bu beş kavram nasıl yan yana gelir? Bu gerçekten yabancıların “incredible”, “unbelievable” dediği gibi, Türkçe anlatılamayacak bir anlatım biçimidir. Bu anlatım biçimini duygular yaratır. Memleketini, insanını sevmeyen bir insanın böyle bir şey yazması mümkün müdür? Mehmet Eryılmaz: “Memleketini sevmeyen hiç böyle yazabilir mi?” “Nâzım Hikmet Şarkıları” belgeselinin yönetmeni, gerçek bir Nâzım hayranı ve uzmanı Mehmet Eryılmaz, sanatçının hayatındaki kilometretaşlarını çok uzun anlattı ama, biz yerimiz yettiğince yayınlıyoruz. Nâzım’ın vatan sevgisi Nâzım Hikmet için vatan, sadece bir toprak parçası değil. Vatan bir ulusun, bir milletin yaşadığı fiziki topraklardan öte, o ulusun tarihi, kültürü, coğrafyası ile bir bütün olarak gördüğü, yaşadığı bir duygu. Nâzım, “Ferhad ile Şirin”in klasik hikâyesini bozmuştur, ters çevirmiştir. Ferhad, dağları delmeye başlar aşkı için. Ama zamanla Arzen şehrine su getirmek, gerçek amacı olur. Herkes aşkı yerden havaya yükseltirken, yani maddi bir aşkı soyutlandırırken ve idealize ederken, Nâzım yukarıdan alıp, ideali ele alıp aşağıya, maddi dünyaya indirmiştir, toplumsallaştırmıştır. Bu, çok önemli bir şey. Nâzım’ın vatan sevgisi de böyledir. Klasik anlamda, ego, mal-mülk sevdasından gelen, mülkiyetçi tutkuyla seven insanların sevgisinin dışındadır. Nâzım, insan sever, insanlık sever, dünya vatandaşıdır ama yaşadığı toprağın geçmişine ihanet etmeyen bir adamdır. Onun vatan duygusu, aslında dünyayı sevmekten gelen bir duygudur. Kendi yaşadığı, doğduğu, doyduğu mekâna saygıdır, sevgidir aslında. ... İç lastik boydan boya patladı. Yedek? Yok. Dağlarda avaz avaz imdat istemek? Sen Süleymaniyelisin oğlum Ahmet, sana tek başına verilmiştir üç numrolu kamyonet. Hem, hani bir koyun varmış, kendi bacağından asılan bir koyun. Süleymaniyeli şoför Ahmet soyun... Soyundu. Ceket, külot, pantol, don, gömlek ve kalpak ve kırmızı kuşak, Ahmet’i postallarının üstünde çırılçıplak bırakarak dış lastiğin içine girdiler, şişirdiler. Bu şarkı nihaventtir. Deniz kıyısında bir şehir... Beyaz başörtüsü... Kurtuluş Savaşı Destanı Kurtuluş Savaşı Destanı’nı okuduktan sonra İsmet Paşa’nın, “Kurtuluş Savaşı’nı bir kez daha kazandı Nâzım” dediği rivayet edilir. Öyle bir Kurtuluş Savaşı Destanı yazmıştır ki, gerçekten bunu iliklerinde hissetmeyen, ruhunda duymayan, bunu hayatında, hücrelerinde yaşamayan insan böyle bir şiir yazamaz. Dünya edebiyatı açısından olağanüstü bir şiirdir. Nâzım, Türk dilini anne sütü gibi saf, temiz, katışıksız kullanan en büyük şairlerden biridir. Ben kendimi, Nâzım’ı Türkçe okumanın egoist şerefiyle tüm dünya uluslarından üstün görüyorum. Bunun için çok şanslıyız. Yüzlerce sayfanın her bir sayfası olağanüstüdür. Bunu ancak Türkçe okuyan anlayabilir. Ne zaman düşünsem hâlâ çok heyecanlanırım. Saatta elli yapıyoruz... Dayan ömrümün törpüsü, dayan da dağlar anadan doğma görsün şoför Ahmet’i, dayan arslan... Hiçbir zaman böyle merhametli bir ümitle sevmedi hiçbir insan hiçbir âleti... ... Kuvayi Milliye Destanı (Yedinci Bap) Şoför Ahmet’in hikâyesi Kurtuluş Savaşı Destanı’nda Şoför Ahmet’in hikâyesi vardı yanılmıyorsam, cepheye cephane taşımaktadır. Bir gün geçitte tipiye yakalanır. Fakat tipiye yakalanması mühim değildir onun için, şambrel, yani lastiği patlar kamyonetinin. Yedeği de yok! Şoför Ahmet düşünür taşınır... Sonunda soyunur; çırılçıplak kalır! Postallarını, bütün kıyafetlerini bağlar iple, doldurur lastiğin içine. Langur lungur gider, cepheye yetiştirir ama donmuştur. B+ kış 41 ... Dağlarda tek tek ateşler yanıyordu. Ve yıldızlar öyle ışıltılı, öyle ferahtılar ki şayak kalpaklı adam nasıl ve ne zaman geleceğini bilmeden güzel, rahat günlere inanıyordu ve gülen bıyıklarıyla duruyordu ki mavzerinin yanında, birdenbire beş adım sağında onu gördü. Paşalar onun arkasındaydılar. O, saatı sordu. Paşalar : “Üç” dediler. Sarışın bir kurda benziyordu. Ve mavi gözleri çakmak çakmaktı. Yürüdü uçurumun başına kadar, eğildi, durdu. Bıraksalar ince, uzun bacakları üstünde yaylanarak ve karanlıkta akan bir yıldız gibi kayarak Kocatepe'den Afyon Ovası'na atlıyacaktı. Kuvayi Milliye Destanı (Sekizinci Bap) 42 B+ kış Romantik Komünist Nâzım çokkültürlü, entelekti yüksek, yabancı dili olan bir paşa torunu. Bu yüzden romantik bir komünist. Onun komünizm ideali, insanlık ve eşitlik sevgisinden kaynaklanır. Nâzım, Sovyetler Birliği’ne ikinci kez gittiğinde, Stalin dönemidir. Her yerde büyük büyük Stalin heykelleri vardır. Hemen ayağının tozuyla, onu bir yazarlar kongresine götürürler. İki gün sonra da Stalin’le randevusu vardır. O kadar duygusal ve romantik bir adamdır ki, yazarlar kongresinde kalkar ayağa; “Arkadaşlar bu ne ya, sağda solda kaba kaba Stalin heykelleri görüyorum!” der. Salona bomba düşmüş gibi olur. Herkes “Ne diyor bu adam, manyak mı?” diye şaşkındır. Nâzım, sözlerine devam eder:“Yarından sonra Stalin yoldaşla randevum var, ona da söyleyeceğim, ‘kaldır bunları’ diye...” Stalin, arkadaşıydı ama, Stalin bu arada kasaplık yapıyor. Hitler’den farkı yok. Tabii ki randevusu ertelenir... Bildiğiniz gibi Nâzım’ı öldürtmeye de çalışmıştır Stalin. Stalin kaba komünistti, Nâzım ise romantik komünist. Nâzım ve Atatürk Atatürk, Dolmabahçe’ye geldiğinde Nâzım’ın adını “Büyük Şair” olarak duymuştur. Muhtemelen okumuştur da… Bir davet gönderir; o dönem Nâzım’ın radikal dönemleridir. Haber gönderir Mustafa Kemal’e, “Ben Denizkızı Eftalya değilim” diye. Mustafa Kemal’in, “Aferin çocuğa! Şair dediğin de böyle olur zaten, her yere icabet etmez” dediği rivayet olunur. Atatürk’e yazdığı mektup vardır ama ulaştırılmamıştır çevresindekiler tarafından... Atatürk gerçekten yalnız bir adamdır. Anlaşılmamış değil, anlaşılamamış… Çağının çok ötesinde bir varlıktır. Zamansızlığı üzerine... Nâzım’ın Mevlevi şiirleri de vardır. Dedesinin Mevlevi olduğu söylenir. Biçimci dönemleri vardır. Ama yazmaya başladığı andan itibaren bir klasiktir. Dünya şiirindeki yeri çok ciddidir, 50’ye yakın dile çevrilmiştir eserleri. Bir Bach ya da Itri nasıl 300 yıldır hâlâ dinleniyorsa, Nâzım da hep okunacaktır. Huxley’in bir kitabı vardır; “Algının Kapıları” diye. Orada der ki: “Büyük adamların çoğu sanata hiç ilgi göstermediler. Hatta onlar sanatın üçüncü, beşinci sınıf eserleriyle, eleştirmenlerin beğenmediği eserlerle ilgilendiler. O eserin içinde bir detayı gösterip, ‘İşte bu’ dediler. Çünkü onlar sanatta, yemek tariflerinden çok yemeğin kendisiyle ilgilendiler.” Nâzım da bu anlamda şiirin özüyle ilgilenmiştir, ruhuyla ilgilenmiştir. Sanatçı kelimesi ve sanat kavramı Nâzım’a az gelir bence. Ruhsallığı da çok güçlü, entelekti de çok güçlüdür. Yazdığı her kelimede, her mısrada o büyüklük hissediliyor. Ve yazdıkları hâlâ çok modern. Dünyanın büyük bir dil ustasıdır Nâzım... Dilin bittiği yerde başlar, demek abartı olmaz. “Dörtnala gelip Uzak Asya'dan Akdeniz'e bir kısrak başı gibi uzanan bu memleket bizim. Bilekler kan içinde, dişler kenetli, ayaklar çıplak ve ipek bir halıya benziyen toprak, bu cehennem, bu cennet bizim. Kapansın el kapıları, bir daha açılmasın, yok edin insanın insana kulluğunu, bu dâvet bizim... Yaşamak bir ağaç gibi tek ve hür ve bir orman gibi kardeşçesine, bu hasret bizim...” Çok yönlü yetenek Nâzım, Türkiye’nin en iyi dublaj yönetmenlerinden biridir aynı zamanda. Filmler, belgeseller yapmıştır. Çok iyi tiyatro eserleri yazmıştır, romanları vardır. Ama tabii şairliği çok güçlü ve öndedir. Büyük ressamdır. Hatta hapishanede birçok kişiyi yönlendirmiştir. Mesela Orhan Kemal’i, yazmaya Nâzım yönlendirmiştir, “Sen şiirle falan uğraşıyorsun ama öykü yazmalısın” diye. Günümüzde Nâzım Nâzım hâlâ yaşasaydı, muhalif olurdu. Ama yaşatmazlardı sanki, Sabahattin Ali gibi olurdu bence, çünkü sözünü esirgemeyen, sert yazıları olan bir adamdır. Belli olmaz, sahiplenilirdi belki de, tam bilemem. Şimdi herkes sahipleniyor, bir yerinden tutuyor ama. Tabii büyük adamlar da biraz böyledir. Seveni de, düşmanı da çoktur, mesela Cemil Meriç’i reddedemezsiniz. Büyük yazardır, büyük filozoftur. Necip Fazıl büyük şairdir. Kolay değildir o “Kaldırımlar” şiiri, kolay yazılmaz! Olaya ideolojiyle bakmak yanlıştır. Nâzım’ı sağa sola koymak yanlıştır. Nâzım’a ideolojiyle değil, aşkla bakacaksın. Anahtar bu! Mezarının getirilmesi ise simgesel anlamda bir vasiyettir. Belki bu ülke için artı puandır. Toprağına aşık kendi çocuğunun, Aşık Veysel’in, Yunus Emre’nin toprağında yan yana yatmasının simge olarak iyi olabileceğini, bu ülkeye değer katacağını düşünüyorum. B+ B+ kış 43 44 B+ kış Yaşamaya Dair Otobiyografi 1 1902'de doğdum doğduğum şehre dönmedim bir daha geriye dönmeyi sevmem üç yaşında Halep'te paşa torunluğu ettim on dokuzumda Moskova’da komünist üniversite öğrenciliği kırk dokuzumda yine Moskova'da Tseka-Parti konukluğu ve on dördümden beri şairlik ederim kimi insanlar otların kimi insan balıkların çeşidini bilir ben ayrılıkların kimi insan ezbere sayar yıldızların adını ben hasretlerin Yaşamak şakaya gelmez, büyük bir ciddiyetle yaşayacaksın bir sincap gibi mesela, yani, yaşamanın dışında ve ötesinde hiçbir şey beklemeden, yani bütün işin gücün yaşamak olacak. Yaşamayı ciddiye alacaksın, yani o derecede, öylesine ki, mesela, kolların bağlı arkadan, sırtın duvarda, yahut kocaman gözlüklerin, beyaz gömleğinle bir laboratuvarda insanlar için ölebileceksin, hem de yüzünü bile görmediğin insanlar için, hem de hiç kimse seni buna zorlamamışken, hem de en güzel en gerçek şeyin yaşamak olduğunu bildiğin halde. Yani, öylesine ciddiye alacaksın ki yaşamayı, yetmişinde bile, mesela, zeytin dikeceksin, hem de öyle çocuklara falan kalır diye değil, ölmekten korktuğun halde ölüme inanmadığın için, yaşamak yanı ağır bastığından. 1947 2 Diyelim ki hastayız, hem de ağır hem de ameliyatlık, yani, beyaz masadan, kalkmamak ihtimali de var. Duymamak mümkün değilse de biraz erken gitmenin kederini biz yine de güleceğiz anlatılan Bektaşi fıkrasına, hava yağmurlu mu, diye bakacağız pencereden, yahut da yine sabırsızlıkla bekleyeceğiz ajans haberlerini. Diyelim ki, dövüşülmeye değer bir şeyler için, diyelim ki, cephedeyiz. Daha orda ilk hücumda, daha o gün yüzükoyun kapaklanıp ölmek de mümkün. Tuhaf bir hınçla bileceğiz bunu, fakat yine de çıldırasıya merak edeceğiz belki yıllarca sürecek olan savaşın sonunu. hapislerde de yattım büyük otellerde de açlık çektim açlık grevi de içinde ve tatmadığım yemek yok gibidir otuzumda asılmamı istediler kırk sekizimde Barış madalyasının bana verilmesini verdiler de otuz altımda yarım yılda geçtim dört metrekare betonu elli dokuzumda on sekiz saatte uçtum Pırağ'dan Havana'ya Lenin'i görmedim nöbet tuttum tabutunun başında 924'te 961'de ziyaret ettiğim anıt kabri kitaplarıdır partimden koparmağa yeltendiler beni sökmedi yıkılan putların altında da ezilmedim 951'de bir denizde genç bir arkadaşla yürüdüm üstüne ölümün 52'de çatlak bir yürekle dört ay sırtüstü bekledim ölümü sevdiğim kadınları deli gibi kıskandım şu kadarcık haset etmedim Şarlo'ya bile aldattım kadınlarımı konuşmadım arkasından dostlarımın içtim ama akşamcı olmadım hep alnımın teriyle çıkardım ekmek paramı ne mutlu bana başkasının hesabına utandım yalan söyledim yalan söyledim başkasını üzmemek için ama durup dururken de yalan söyledim Diyelim ki hapisteyiz, yaşımız da elliye yakın, daha da on sekiz sene olsun açılmasına demir kapının. Yine de dışarıyla beraber yaşayacağız, insanları, hayvanları, kavgası ve rüzgarıyla yani, duvarların arkasındaki dışarıyla. bindim tirene uçağa otomobile çoğunluk binemiyor operaya gittim çoğunluk gidemiyor adını bile duymamış operanın çoğunluğun gittiği kimi yerlere de ben gitmedim 21'den beri camiye kiliseye tapınağa havraya büyücüye ama kahve falına baktırdığım oldu Yani, nasıl ve nerede olursak olalım hiç ölünmeyecekmiş gibi yaşanacak... yazılarım otuz kırk dilde basılır Türkiye'mde Türkçemle yasak 1948 3 Bu dünya soğuyacak, yıldızların arasında bir yıldız, hem de en ufacıklarından, mavi kadifede bir yaldız zerresi yani, yani bu koskocaman dünyamız. Bu dünya soğuyacak günün birinde, hatta bir buz yığını yahut ölü bir bulut gibi de değil, boş bir ceviz gibi yuvarlanacak zifiri karanlıkta uçsuz bucaksız. Şimdiden çekilecek acısı bunun, duyulacak mahzunluğu şimdiden. Böylesine sevilecek bu dünya “Yaşadım” diyebilmen için... Şubat 1948 kansere yakalanmadım daha yakalanmam da şart değil başbakan filan olacağım da yok meraklısı da değilim bu işin bir de harbe girmedim sığınaklara da inmedim gece yarıları yollara da düşmedim pike yapan uçakların altında ama sevdalandım altmışıma yakın sözün kısası yoldaşlar bugün Berlin'de kederden gebermekte olsam da insanca yaşadım diyebilirim ve daha ne kadar yaşarım başımdan neler geçer daha kim bilir (11.9.'61 - Doğu Berlin) B+ kış 45 Albüm Ustanın Vizöründen Beşiktaş'ta kadın Tijen Burultay, B+ dergisi için Beşiktaş’ta kadını fotoğrafladı. Tijen Burultay Tokat, Niksar’da 1975 yılında doğdu. İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Arkeoloji Bölümü mezunu. Profesyonel olarak fotoğraf çekmeye 1998’de Milliyet Dergi Grubu’nda başladı. Maison Française ve Country Homes dergilerinde çalıştı. 2001’den itibaren serbest olarak çeşitli yayınlar için fotoğraf çekti. Atlas, Skylife, İstanbul Life, Max, Elle Decor, Sea Life, Elips, Hayallere Visa, Consensus, Breeze, Pegasus Magazi- 46 B+ KIŞ ne gibi dergilerde fotoğrafları yayınlandı. Notre Dame De Sion’un 150. ve İpana’nın 50. kuruluş yıldönümleri anısına 2006 yılında hazırlanan iki kitap için fotoğraf çekti. Paris’te Türk Mevsimi etkinliklerinde ‘Türkiye’de Yaşıyorum, Fransızca Konuşuyorum’ başlıklı sergide Türkiye’deki Fransız okulları fotoğrafları sergilendi. 2007’den itibaren Sabah gazetesinin ek yayınlarında fotoğrafçı olarak çalışıyor. B+ B+ KIŞ 47 48 B+ KIŞ B+ KIŞ 49 50 B+ KIŞ B+ KIŞ 51 52 B+ KIŞ B+ KIŞ 53 Güncel "68 rüya gibiydi..." Yazı: GÜLÇİN TAHİROĞLU Fotoğraf: ALAADDİN SAVAŞ “Onlar toplumsal kurallara karşı çıkan, yaşamı sorgulayan, değişime inanan kadınlardı... “68’in Kadınları” kitabının yazarı Beşiktaş kentlisi Ayşe Yazıcıoğlu 16 kadının öyküsünü sıcak bir dille kitabına aktarıyor. 54 B+ KIŞ Çemberlitaş Kız Yurdu’nda politik hareketlere katılan öğrenci grubu, 1968 1 968’i özel kılan nedir? Savaşa, devlete, bürokrasiye, üniversiteye, aileye karşı çıkan, tüm büyük sosyal yapıları sorgulamaya iten neydi? Gençlik tüm dünyada niçin aynı sene sokağa çıkmıştı? Ayşe Yazıcıoğlu, İstanbul Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi’ni bitirdikten sonra, bu soruların yanıtını ararken, yapımcı olarak çalıştığı televizyonda 68 kuşağı ile ilgili bir belgesel hazırlamaya başladı. Belgesel tamamlanmadan, Boğaziçi Üniversitesi Atatürk Enstitüsü’nde yüksek lisansını bitirmek üzere televizyondan ayrıldı. Ama bir kez içini 68’in heyecanı sarmıştı. Nasıl sarmasın ki? 1968, dünya gençlerinin, umutla bağımsızlık ve sosyal adalet için yola çıktığı yıldı. Resmi ideolojiden kopuşun başladığı 68’de insanlarda ilk defa yeni bir dünya kurma azmi somutlaştı. Avrupa’da işçi-öğrenci dayanışması kitleleri sürüklüyordu. Eleştirel aydınların çıkışlar yaptığı bir dönemdi. Jean Paul Sartre’ın Nobel ödülünü reddetmesi, direnişin sembollerinden biri oldu. Batı’da daha fazla özgürlük, daha yaşanılası bir dünya hayali kurulurken, Türkiye’de gençlik hareketlerinin merkezinde tam bağımsızlık ve sosyal adalet arayışı vardı. Sokaklara dökülen gençler taleplerini yüksek sesle dile getirirken, her türlü baskıya ve zorbalığa meydan okuyorlardı. Devir, toplumsal mücadelenin, sınıf mücadelesi zeminine sıçrama devriydi. Ayşe Yazıcıoğlu, olayların içine girdikçe farklı bir bakış açısı ile incelemeye karar verdi o yılları. Yaşananların siyasi yorumları, olayların kronolojik sıralaması pek çok kitaba, araştırmaya konu olmuştu. Ama o resmi söylemin dışına çıkıp, bireylerin hayatına farklı sorularla inmeyi düşünüyordu. Bu pek de kolay değildi. Ulaşabildiği isimlerden bazıları röportaj teklifini kabul etmedi, bazılarına ise hiç ulaşamadı. Ama o kararını vermişti ve 68 kuşağından mücadeleci 16 kadına ulaşmayı başardı. İnci Beşpınar, Birgül Akkoca Ergev, Büşra Ersanlı, Çimen Keskin Turan, Fatma Arda Sayman, Ferai Tınç, Füsun Özbilgen, Hatice Yaşar, Hülya Karadeniz, Işıl Özgentürk, Işıl Gürsol Uyar, Müfide Pekin, Okşan Kınış, Sema Bulutsuz, Şermin Çetiner ve Şule Perinçek kitapta yer almayı kabul ettiler. Konuya farklı bir pencereden bakma tutkusu “68’in Kadınları” kitabını ortaya çıkardı. Öyküler benzer olsa da, ayrıntıda saklı çok şey vardı. Soruların ardından aldığı samimi cevaplar, bir toplumun geçmiş hikâyesini ve gündelik hayatını gelecek kuşaklara aktaracaktı. Şimdi gelin, Ayşe Yazıcıoğlu ile birlikte kitabın sayfaları arasında küçük bir gezinti yapalım. Sosyalizmle evde tanıştılar 1960’lı yıllarda üniversitelerde buluşan kız öğrencilerin çoğunluğu münevver bir kuşağın çocuklarıydı. Genel olarak kentli orta sınıf aileden geliyorlardı. Kitapta yer alan 16 hikâyeden sadece ikisi, kızların üniversiteye gitmediği bir çevreden geliyor. Birgül Akkoca ve Hatice Yaşar kendi ailelerinde üniversiteyi bitiren ilk kadınlar. 68’li kadınların genel olarak aileleri tarafından özgür ve özgüveni yüksek bireyler olarak yetiştirildiklerini söylemek mümkün. 68 kuşağında İnci Beşpınar gibi pek çok devrimci, sosyalizmle evde tanıştı. Aydın bir aileleri vardı. Evlerinde Cumhuriyet gazetesi okunur, TİP’in radyosu dinlenirdi. İnci Beşpınar’ın doktor olan babası Ege’de Türkiye İşçi Partisi’yle ilgili çalışmalar yapıyordu. Sol değerlerle ev ortamında tanışmanın avantajını yaşadığını belirten Beşpınar şunları söylüyor: ”Böyle bir ev ortamında büyüdüğünüzde erken yaşlardan itibaren hem sorgulayan, hem de toplumsal sorunlarla ilgilenen biri oluyorsunuz”. B+ kış 55 İnci Beşpınar’ın önemli bir saptaması da vardı: “Daha sonraları sol söylemlerin çağrısıyla harekete katılan pek çok kişinin olayın özüne bakmaktansa, meseleye bir rüya, bir heyecanmış gibi yaklaştıklarını gözledim”. İnci Beşpınar’ın ODTÜ’den ranza arkadaşı Hülya Karadeniz de, muhalif bir ailenin içinde büyümüştü. Önce CHP’nin, 60 sonrasında da TİP’in rüzgarları esmişti evde. Arkadaşları yakalanıp hapse atıldığı zaman onlar üzülürken, anneannesinin yaklaşımını bugün gülümseyerek hatırlıyor Hülya Karadeniz: “Hapishanede yatak yorgan var mı? Yoksa hemen bir taksi tutun, yatak, yorgan gönderin” demişti. Akrabaları İstiklal Mahkemeleri’nde yargılanan, hayata karşı dimdik duran bir kadının yaklaşımıydı bu. 68’in Kadınları kitabındaki bu örnekleri çoğaltmak mümkün. 68’de sadece yürüyüş ve eylemler yoktu. Onların hayatında sergiler, sinemalar ve konferanslar da vardı. Fikir hayatı hareketliydi. Fikir Kulüpleri Federasyonu (FKF), buluşmalarda önemli bir odak noktasıydı. Daha sonra Devrimci Öğrenci Birliği (DÖB) kuruldu. DÖB, FKF’den farklı olarak hareketli, tepki eylemleri olan bir örgütlenmeydi. DÖB’ü aralarında İnci Beşpınar’ın eşi Mehdi Beşpınar’ın, Deniz Gezmiş’in de bulunduğu 16 kişi kurmuştu. DÖB’ün 6. Filo’ya karşı geliştirdiği eylemler anti emperyalizm ve anti Amerikancılığın yayılmasına neden oldu. 68 kuşağının örnek çifti İnci-Mehdi Beşpınar’ın nikâh töreni, 1970 Üniversiteler bilim yuvasıydı, Sencer Divitçioğlu, İdris Küçükömer, Cavit Orhan Tütengil ve daha pek çok değerli hoca onların ufkunu açıyordu. Bir yandan TİP’in, diğer yandan Devrimci İşçi Sendikaları Konfederasyonu’nun (DİSK) kurulması harekete ivme kazandırdı. Türkiye’de ilk defa işçi sınıfından söz edilmeye başlanmıştı. Işıl Özgentürk, İstanbul Üniversitesi İktisat Fakültesi’nde ders veren İdris Küçükömer’in DİSK’in kuruluşunu 4.5 saat boyunca öğrencilerine anlattığını belirterek, onun şu sözlerini aktarıyor: “Bir ülkede madenler artık başkasına aitse, o ülkede hiçbir ekonomik özgürlük olmaz”. Işıl ve Ali Özgentürk’ün Devrim İçin Hareket Tiyatrosu’nun da belleklerde önemli bir yeri var. Bulunduğu her yerde, sokakta politik tiyatro yapan grup Türkiye’de bir ilki başlattı. Tiyatronun izleyici kitlesinin bilinç düzeyini artırmak gibi bir misyonu vardı. Dönemin gençleri çay partilerine, diskolara kaçarken, onların mekânı sabahçı kahveleriydi. Dönem entelektüel açıdan doyurucuydu. Türkiye büyük bir çeviri dalgasıyla karşı karşıyaydı. Edebiyat- İktisat Fakültesi Karınca Şenliği, 1966 la ilgilenenler sosyalist edebiyatın parlak ürünlerine kitlesel ölçekte ulaşabiliyordu. 68 bereketli bir yıldı… Sosyalistlerin verdikleri mücadelenin, çektikleri azabın karşılığını elde ettikleri, bir anlamda ileriye doğru sıçradıkları yıldı. Siyasal şiddet başlayana kadar o kuşağın birbirinin fikirlerinden beslendiği, heyecanla içinde yer aldıkları sosyal bir yapılanma oluşmuştu. 68’in öncü kadınlarından Çimen Keskin; “Özgürlüğümü kısıtlayan hiçbir şey yoktu. Spor Sergi’deki Aşıklar Gecesi’nden gece yarısı çıkıp sabaha kadar sabahçı kahvesinde otururduk. Haftada bir kez mutlaka Ödemiş’teki aileme mektup yazardım. Mektup gecikince babam anneme, ‘Senin devrimci kızın Türkiye’yi kurtarıyor, mektup yazmadı’ dermiş, bana sitem ettiklerinde de, ‘Bir devrimcinin anası böyle düşünmemeli’ diye cevap yazmıştım” diye anlatıyor. Füsun Özbilgen’in 68’in sosyal hayatına ilişkin görüşleri şöyle: “60’lı yıllar bana göre çok güzel ve eğlenceliydi. O zamana kadar sana öğretilen bütün toplumsal kurallara karşı çıkıyorsun ve yaşamı sorguluyorsun. Her konuda yepyeni şeyler yapacağını düşünüyorsun. Hareketin dışında olan herkesin hayatı ve doğruları bilmediğini düşünüyorsun”. Devrimci ahlak Yıldırım Bölge Kadınlar Koğuşu, 1972 68 kuşağı devrimci ahlakı yaşayarak öğrendi. Aynı odayı paylaştıkları erkek arkadaşlarının “bacıları”ydılar. Ferai Tınç’ın “bacı” yorumuna bakışı şöyle: “Erkek işçilerle de çok iyi ilişkiler kurardım. İşçilerle Türkiye’de olup bitenler hakkında konuştuğumuz zaman ‘bacı’ olduk. O bacı lafı boşuna değildi. İşçilerin bize verdiği bir paye idi. ‘Bu kızlar bizim için çalışıyorlar’ düşüncesi vardı”. Gerçekten de onlar kardeşten ileriydi. Farklı gözle bakanlar ayıplanır, dışlanırdı. Babası Urla’da orman işçisi, annesi ev kadını olan Birgül Akkoca Ergev üniversite yıllarında tanıştığı devrimci ahlakı anlatırken şunları söylüyor: “Paramızı, yemeğimizi paylaşırdık. Birbirimize güvenmeyi öğrendik. Bilmemiz gerekenden fazlasını sormaz, polisin eline düşünce de kazara çözülürsek diye arkadaşlarımız adına ödümüz patlardı”. “Demokratik Üniversite” açık oturumu. Çimen Keskin Tura konuşuyor. Sağ başta Harun Karadeniz 56 B+ KIŞ Onların fikirleri; kurulu düzenin ise polisi, askeri, mürtecisi, faşisti, patronu, ağası, beyi vardı. Hepsi de o dönemde sol düşünceye karşıydı. Birgül Akkoca Ergev bu durumu; “TİP’e, DİSK’e, Dev-Genç’e, FKF’ye, DÖB’e, TÖS’e karşı kutsal ittifak kurmuşlardı” sözleriyle özetliyor. Karanlık günler Demokrat bir ailede yetişen Büşra Ersanlı, Boğaziçi Üniversitesi Kimya Mühendisliği bölümünü bitiremeden 1972 yılının nisan ayında tutuklandı. 1974 yılının temmuz ayına kadar Ankara Dışkapı’da siyasi tutuklu olarak kaldı. Dövüldü, falakaya yatırıldı, kadınlığıyla ilgili kötü sözler işitti. O günleri hatırlarken şu sözler dökülüyor ağzından: “Kızlar işkenceye alındılar. Erkeklere daha ağır işkenceler yapmayı tercih ediyorlardı. Onlar da erkeklerin daha fazlasını bildiğini biliyordu”. Modalı aristokrat bir ailenin kızı olan Fatma Arda Sayman 1965 senesinde İstanbul Üniversitesi Psikoloji bölümünü bitirdi. 12 Mart’tan sonra tutuklandı ve 1973 yılını siyasi tutuklu olarak Ankara Dışkapı Askeri Cezaevi’nde geçirdi. İşkenceye alındı, hakarete uğradı. Sayman, “O günlerden arda kalan nedir?” sorusuna şu yanıtı veriyor: “Hapishane süreci benim için son derece geliştirici oldu. Kendimle yüzleştim, sınırlarımı ve güçlü yanlarımı gördüm”. Kürt hareketi içinde önemli bir isim olan Hatice Yaşar ise o günleri nefretle anıyor. “Benim açımdan sevgili eli değmeden polis elinin vücudumda dolaşması en büyük işkence ve hâlâ en büyük öfke nedenidir. Hiçbir işkenceciyi asla bağışlamayacağım”... Yoldaşlıktan evliliğe 68 kuşağında Fatma Arda Sayman’ın da söylediği gibi, “kendini erkek değerleriyle algılama, hissetme durumu” hakimdi. Kadının cinsel özgürlüğü sorgulanmazdı, sol aydın çevrelerde bu konuda genellikle ahlak kalıplarıyla yargılanırdı. Kadınların serbest, rahat tavırları, güzelliklerini sergilemeleri, “hafiflik” olarak algılanırdı. Kızlar için eğer gönül ilişkisi başlamışsa “nişanlı” ya da “evli” olma durumu şarttı. 68’in efsane ismi Harun Karadeniz’le evlenen Hülya Karadeniz anlatıyor: “Biz el ele tutuştuğumuzda ya da yan yana oturduğumuzda, bu o kişiyle evleneceğiz demekti. Bilirdim ki, Harun beni arıyorsa, ben Harun’la evlenecektim. Siyaset evliliğin içindeydi”. Hülya Karadeniz, ilk kez Harun Karadeniz’le ilgili bir anısını da paylaşıyor kitapta: “Ben hiçbir zaman Harun’un paniklediğini görmedim. Çözümsüz durumlar için bile ‘on tane seçenek vardır’ derdi. Doktor, beş hafta ömrü kaldığını söyleyince ben çok kötü olmuştum. ‘Niye üzülüyorsun? Daha beş haftam var’ diyecek kadar hayata farklı bakan bir insandı.” “Ortaokuldan beri hayata bir itirazım vardı.” Bu sözler Müfide Pekin’e ait. O da eşini devrimci hareketin içinde bulanlardan. Evlendiği ilk gece firari olan Faruk Pekin’le evliliğini şöyle anlatıyor: “Evde kalmak tehlikeliydi. Faruk’la dışarıda buluşup, sinemaya gidiyorduk. Sonra da ben teyzeme, o da illegal evine kalmaya gidiyordu. Kaçakken kaldığı yerleri bilmezdim. Yoldaşlar ya hapiste, ya firarda, ya da ölmüşler… Aile uzakta… Ağır çalışma şartları… 1971 karanlığında dışarısı da işkenceydi”. Faruk Pekin, 74 affı ile çıktıktan sonra bu kez 1980’de DİSK nedeniyle hapse girdi. Müfide Pekin hem bir anne, hem de iki ayrı faşist darbede görüşmeciydi. Şule Perinçek ise, 68’i “eşitliğin başlangıcı” kabul ediyor. “Bazı durumları fark etmemizi sağladı. Mesela el ele tutuşunca mutlaka evlenmek gerekmediğini anladık, çünkü bazı evlilikler sonradan bozuldu. Bunlar hep hayatın içinde öğrenerek, evrilerek oldu. 68, biz kadınlara Türkiye’nin geleceği konusunda söz sahibi olabileceğimize, Türkiye’yi ve hatta dünyayı değiştirebileceğimize dair güven verdi”. 68’in ardından Hepsinin hemfikir olduğu konulardan biri de 68’in onlara kattığı değerlerle ilgili. Onlar değişim cesaretinin 68 ruhuyla pekiştiğine inanıyor. Fatma Arda Sayman, “Geriye baktığım zaman, değişim ve her zorluğun ardından yeni bir gelişim görüyorum. Değişme cesaretinin 68 ruhuyla pekiştiğine inanıyorum. Bir kadın olarak 68’den çok şey kazandığımı ve bireysel yaşamımı o sayede iyi ve üretken hale getirdiğimi düşünüyorum” diyor. Ferai Tınç, “Sol harekete girmeseydim çok mutsuz ve sorunlu bir kadın olurdum herhalde” sözleriyle bu görüşü doğruluyor. “Sol hareket kendimi tanımamı, yeteneklerimi ortaya koymamı ve kapasitemi genişletmemi sağladı”. Hülya Karadeniz, Türkiye’nin bugün yaşadığı sıkıntıların nedenini yine o yıllarda buluyor. “Sokaklar özgürlüktü. Kendimizi ifade ediyorduk. Ciddi bir muhalefet gibiydik. Değiştirmek istiyorduk; fakat o kuşağın liderlerinin başını kopardılar. Bence şu anki Türkiye’nin sıkıntısı da bundan kaynaklanıyor…” Şermin Çetiner dünden bugüne değişenleri şöyle anlatıyor: “1968-1971 arası aydınlık ve mutluluk içinde aktı. Bugün hayatımın en güzel ve en onurlu yıllarıydı diyorum. O günden bugüne değişenler oldu mutlaka ama, ben kendi eşimde ve yakın devrimci çevremde değişiklik görmüyorum. Hâlâ o saygın ve kutsanmış yoldaşlık sürüp gidiyor sanıyorum”. Çimen Keskin ise, “Bugün o yaptıklarımızdan geriye hiçbir şey kalmadı. 12 Mart’ta bir kısmı götürüldü. 12 Eylül’de temelli gitti” dese de, “Ama yine 68 olsaydı, aynı 68’i yaşardım” ı eklemekten kendini alamıyor. 68’liler Türkiye ve dünyada nesiller boyu konuşulmaya devam edilecek bir kuşak ve inanıyorum ki onlar hakkında yazılan kitapların sonu asla gelmeyecek. B+ Doğma büyüme Leventli Ayşe Yazıcıoğlu 1976 yılında İstanbul’da doğdu. İstanbul Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi Uluslararası İlişkiler mezunu. Televizyonda yapımcılık ve editörlük yaptı. Boğaziçi Üniversitesi Atatürk Enstitüsü’nde yüksel lisans yapıyor. İngilizce ve Osmanlıca biliyor. Ali adında bir oğlu var. Ailesiyle birlikte Akatlar’da oturuyor. B+ kış 57 Semt Bugün beş binden fazla hanede on üç bin kişinin yaşadığı Etiler Mahallesi, eğlence mekânları ve restoranlarıyla İstanbul’un gözdesi. 58 B+ kış Altmış yıllık değişimin simgesi: Etiler Yazı: ÇİÇEK KANAR Fotoğraf: VURAL ÇALIŞKAN Yazın kırlarında çocukların uçurtma uçurduğu Etiler bugün, kentin hızla değişip dönüşen kültürünün ana arterlerinden biri E tiler, bir mahallenin değil kentin yeni yaşam stilinin adı. Bir yanda kafeler, şık restoranlar, gece kulüpleri, mağazalar; diğer yanda kalabalık ve keşmekeşe karşın 50’li yıllardan itibaren yükselen site yaşamı… Bu kadar yenilik bir mahalleye sığar mı, sığar. Etiler, İstanbul’un son 60 yıllık tarihinde yaşanan değişimine bakmak istendiğinde, en önemli noktalardan biri. Etiler’i bir semt ve bir mahalleden çok, kentin hızla değişip dönüşen kültürünün ana arterlerinden biri olarak görmek en doğrusu. Bir mahalle isminden çok, bir sınıfın ve bir yaşam biçiminin ismi gibi Etiler. İstanbul’un orta üst ve üst gelir gruplarının yaşadığı Etiler mahalle olarak sınırlı bir bölgeyi de içerse, kentin büyük kesiminin algıladığı alan çok daha geniş. ‘Altmış yıl öncesinde buraları dutluktu’ ya da “Annem kışın buraya kurt iner diye babamın arsa alalım teklifini reddetmiş” gibi arkadaş muhabbeti klişelerine tam da uygun bir bölge Etiler. Bölgenin ilk sakinleri kışın yağan karın günlerce kalkmadığını ve kaydıraklarla kaydıklarını, yazın ise uçsuz bucaksız kırlarda uçurtma uçurduklarını anlatırlar. Bugünden bakıldığında masal gibi gelen bu anlatımlar aslında öylesine yakın bir döneme rastlıyor ki… 30 yıl geriye gitmek bile yeterli. Hiçbir döneminde bir göç merkezi olmadığı için yapılaşmanın en düzgün olduğu bölgelerden biri aynı zamanda. B+ kış 59 Site yaşamının ilk örnekleri Semtin ilk yerleşimi, Etiler Yapı Kooperatifi’nin 192 villalık sitesi. 1954 yılında ilk kepçeyi vuranlar bölgenin 40 yıl içinde kentin en lüks semtlerinden biri olacağını çok da tahmin etmiyorlardı herhalde. Levent’ten sonra ilk site yaşantısı Etiler’de oluştu. Aslında her biri kendi içinde bir mahalle olan siteleri 90’lardan itibaren yükselenlerle çok fazla karşılaştırmamak gerek. Eti Sitesi’nin ardından Nispetiye’nin alt ve üst kısımlarında art arda yeni siteler ve konutlar inşa edilme süreci özellikle 70’lerin ikinci yarısından itibaren hızlandı. 80’lerin ortalarından itibaren Etiler hemen hemen bugünkü halini alsa da 90’ların sonuna doğru o eski sitelerin yerine daha lüks, daha yeni, daha ışıklı ve çevresi daha yüksek duvarlı siteler yükseldi. Kent yeni bir yerleşim bölgesine sahip olurken, Etiler’i asıl meşhur eden, değişen “eğlence” kültürü oldu. 1970’lerin sonundaki sıcak yıllarda sokaktan yavaş yavaş el etek çekilip, mahalle sinemalarının kepenk indirme döneminin başladığı, sessizliğe gömüldüğümüz 80’lerin ikinci yarısına doğru Etiler semtin geleceğine ilişkin ilk ipuçlarını vermeye başlamıştı. Çay partilerinin adresi Bugün Etiler sınırları içinde yer almasa da bölgenin bilinen en önemli eğlence mekânı 80’lerin ortasına doğru açılan ve ABD’deki mekândan esinlenerek ismi verilen Stüdyo 54 oldu. Böylece yeni bir eğlence anlayışı da beraberinde geldi. Disco, dj, ortada dönen ışıldak, gündüz partisi ve çılgınca dans… Etiler artık, İstanbul’un dört bir yanından eğlenmek, biraz “Newyork havası almak” isteyenlerin adresi olmaya başladı. Evlerde verilen pikaplı partiler dönemi bitmişti. Nisbetiye Caddesi 60 B+ kış Sonraki yıllarda pıtrak gibi biten eğlence mekânları, dünya mutfağından örnekler sunan restoranlar, Etiler’i artık sadece o semtte yaşayanların olmaktan çıkardı. Bölge, bir sınıf ve kültürün simgesiydi artık. Etiler 80’lerin ortasından itibaren hızla yükselen “eğlencenin adresi” tanımını 2000’lerin ikinci yarısına doğru kentin Taksim merkezli bölgesine kaptırsa da, son dönemde yine eskiye dönüş gözleniyor. Bunda sanat ve televizyon dünyasının ünlü isimlerinin semtten kopamayışının da etkisi büyük. Uçaksavar’da geçen bir ömür Etiler Mahallesi’nin en eski ve en büyük sitelerinden biri olan Uçaksavar, yenilerden farklı özellikler taşıyor. Site kurulduğundan bu yana oturan sakinlerin çocukları da aynı bölgeyi tercih ediyor. Yaklaşık 100 bin metrekarelik alana kurulu olan site İstanbul’un yeşili en bol sitelerinden de biri. Çocuklar, bu sitenin ağaçlarıyla boy atmış. Etiler, aradan geçen yıllara karşı bitip tükenmeyen bir devinim dönüşüm içinde. Öğrenci, sanatçı, akademisyen, eski kentli, yeni zengin, eğlencenin peşinden giden, sakin ama merkezi site yaşamı seven… Akmerkez’e koşan genç, eskiyi özleyen yaşlı… Bunların hepsine bugüne dek bünyesinde yer verdiği gibi, bundan sonra da verecek mi, hep birlikte göreceğiz. Ormanın içinde yaşıyormuş hissine kapılıyorsunuz. Sakinleri hafta sonu uzaklarda keyif arama ihtiyacı hissetmiyor. Kendi içinde bir tatil mekânı gibi. İstanbul’da kuş cıvıltılarıyla uyanılabilen kaç mekân kaldı ki? Eğlence anlayışımız değişti Yaşanmışlığı ilk bakışta hissediyorsunuz. 45 bloklu bir mahalle… Kurulan dostluklar ağaçlar gibi köklü. Öyle ki, sitede yaşayıp ayrılanlar o dönemi unutamıyor. Eski bir site sakini geçmişi şu sözlerle anlatıyor: “Bizler kadar çocukluğu dolu dolu geçen çok az insan vardır. Uçaksavar bize doğasıyla, arkadaşlığıyla unutulmaz günler yaşattı. Kukalı saklambaçlar, BMX çetesi, tahta kılıçlar, samandan evler, kapı önlerinde lastik atlamalar, seksek taşı aramalar…” İstanbul’un mahalle yaşamının son kırıntıları… Boğaziçililer kopamıyor Çok sayıda lise ve ilköğretim okulu yanında Etiler bir üniversite semti aynı zamanda. Kendi, sınırları içinde olmasa da, yurt, spor tesisi ve sitesiyle Boğaziçi Üniversitesi’nin bir ayağı Etiler’de. Üniversiteye yakınlığıyla, akademisyen ve öğrencilerin tercih ettiği bir yaşam alanı. Öğrencilik yıllarında başlayan semt alışkanlığı sonraki yıllara taşınıyor. Semtte oturan çok sayıda Boğaziçili bulunuyor. Bölgede kurulan yeni eğlence mekânları beraberinde başka yenilikleri de getirdi. Bodyguard’lar, her biri servet değerinde lüks otomobiller, her daim şık kadınlar ve erkekler bu semtle özdeşleşse de gerçek mahalle sakinleri tam aksine sakin bir hayat sürüyor Etiler’de. Kentin hemen her bölgesine kolay ulaşım imkânı; bir çırpıda Boğaz’a inebilmek, bir kilometre gidip FSM Köprüsü’nü aşıp Anadolu yakasına ulaşabilmek ya da Taksim, Beşiktaş, Sarıyer’e trafiğin yoğun olduğu saatler dışında hemen gidivermek semtin sunduğu en önemli ayrıcalıklardan biri. Ancak eğlence mekânlarının çokluğuyla semtin cadde ve sokaklarını işgal eden otomobiller, semt halkının en büyük sıkıntısı. 1988’de Fatih Sultan Mehmet Köprüsü’nün açılması da semtin trafik yönünden yoğunlaşmasını daha da artırdı. Nüfusun önemli bir bölümü elli yaş ve üzeri Bugün beş binden fazla hanede on üç bin kişinin yaşadığı Etiler Mahallesi’nde yaş ortalamasının 50 ve üzeri olduğu gözönüne alınırsa semtin asıl sakinleri hakkında daha fazla fikir sahibi oluruz. Kurulan ilk sitelerde yaşayanların çocukları ve torunları yanında, yeni kurulan daha şık sitelerde yeni sakinler de yer alıyor. B+ kış 61 Bu bölgede yaşayanlar, kentin başka bölgelerine çok da kolay alışamıyor. Bu nedenle değişimden rahatsız olanlar bile kolay terk edemiyor bölgeyi. Uçaksavar, Pirelli, Yıldız Blokları, Basın Sitesi, Garanti, Uğur, Büyükhanlı, Geylani siteleri eski ve yeni site hayatının özelliklerini yansıtıyor; yaş grupları ve sakinleri açısından kendi aralarında da farklılık taşıyorlar. Etiler Mahallesi, konsoloslukların da tercih ettiği bölgelerden biri. Endonezya, Sudan, Ekvador başkonsoloslukları bu bölge sınırları içinde. Bolca yeşil alan Site içlerindeki yeşil alan dışında, Etiler park açısından da zengin bir bölge. Dilek Yıldızı, Etiler Çamlık, PTT, Yıldız Çiçeği, Hilal, Huzurevi ve Muhtarlık olmak üzere 6 parkı bünyesinde barındırıyor. Bebek Yokuşu Etiler, çok sayıda okula da ev sahipliği yapıyor. Bahçeli konutlar özellikle ana okullarının tercihi. Özel İstanbul Koleji, British International School, Cumhuriyet İlköğretim Okulu, Hasan Âli Yücel İlköğretim Okulu, Orgeneral Kami ve Saadet Güzey İlköğretim Okulu bunlardan birkaçı. Emekli Sandığı Etiler Dinlenme Evi, mahallenin en önemli merkezlerinden biri. Bir dinlenme evinin bu bölgede kurulmuş olması geçmişi hakkında da ipucu veriyor. Mahalle halkı, Beşiktaş Belediyesi’nin Etiler Yaşam Evi’nden de faydalanabilmekte. Semt sakinleri arasında daha çok akademisyen, asker emeklisi, işadamı ve medya çalışanı bulunuyor. B+ Yıldız Çiçeği Parkı Bahtiyar Sokak 62 B+ kış Hasan Âli Yücel İlkokulu Tepecik Yolu B+ kış 63 Vefa Bebekli Ufuk Hoca’nın ardından Yazı: GÜNEŞ DURU Fotoğraflar: UFUK ESİN ALBÜMÜNDEN Yerli yabancı birçok bilim insanına yol gösteren Ufuk Esin, Bebekli esnafın da Ufuk Hoca’sıydı. 64 B+ KIŞ A ydınlanmayı birkaç Batılılaşma hareketiyle kıyısından yakalamış olmasına karşın, Batı’da yeni yeşermekte olan birçok bilim dalı ve düşünce hareketi Osmanlı İmparatorluğu tarafından benimsenmemişti. Arkeoloji de bu dallardan biriydi. Osman Hamdi Bey gibi birkaç özverili araştırmacının çabaları dışında Anadolu ve Mezopotamya’nın muazzam kültür çeşitliliğine sahip Osmanlı topraklarında arkeoloji alanına yönelik bilinçli bir devlet politikası yoktu. Cumhuriyet’in ilk yıllarıyla birlikte; arkeoloji, tarih ve dil araştırmaları bizzat Mustafa Kemal Atatürk’ün himayesinde gerçekleştirilmişti. Ancak bu alanda çalışacak, özverili, çalışkan genç bilim insanlarına ihtiyaç vardı. İşte böyle bir ortamda, Cumhuriyet’in ilk yıllarında başlayan yaşam öyküsü ile Prof. Dr. Ufuk Esin, Anadolu arkeolojisinin bir bilim olarak bugünkü konumunu kazanmasını sağlayan en önemli figürlerden biri olmuştur. Ufuk Esin, İzmir’de dört çocuklu bir ailenin en küçük kızı olarak doğdu. İlkokula İzmir’de başlayan Ufuk Esin, ailenin İstanbul’a taşınması nedeniyle Arnavutköy’deki 25. İlkokulu’na devam etti. Babası o yıllarda Anadolu’nun farklı bölgelerinde sıtmayla mücadele amacıyla bataklıkların kurutulması için Bayındırlık Bakanlığı’nda su ve inşaat mühendisi olarak çalışıyordu. Çanakkale Savaşı gazilerinden kurmay yüzbaşı olan babası disiplini ve çalışkanlığı ile Esin’in en önemli kahramanıydı. Babasının gittiği yerleri ve gördüklerini merak ediyor, sorular soruyor, sürekli yeni şeyler öğrenmeye çalışıyordu. Çocukluğunda teşhis edilen önemli bir kalp hastalığı vardı. Bu yüzden diğer çocuklar gibi çok hareketli bir yaşamı yoktu. İlerleyen yıllarda bu hastalıkla yaşamayı öğrenecek, hastalığı bazı seçimler yapmasını gerektirecekti, yine de yaşama olan ilgi ve heyecanını hiçbir zaman kaybetmedi. Daha çocuk yaşlarda kitaplarla haşır neşir olmaya başlayan Ufuk Esin coğrafya ve çevre gibi konulara özel bir ilgi duyuyordu. Arkadaşlarını evine toplamasından rahatsız olmayan bir ailesi vardı. Bebek’te süren çocukluk ve gençlik yıllarında birçok dost edindi. Bu dostluklar sayesinde lise yıllarında bir ara amatör olarak tiyatroyla ilgilendi. Oyunculuğun yanı sıra sahne amirliği gibi görevler üstlendi. Bu kısa süreli deneyimi onun disiplinli ve herkese eşit mesafeli olan duruşuyla da örtüşüyordu. Lise yıllarında sanat tarihi ve arkeolojiye olan ilgisi onu İstanbul Üniversitesi Arkeoloji Bölümü’ne sürükledi. Cumhuriyet’in ilk yıllarında bizzat Mustafa Kemal Atatürk tarafından başlatılan arkeoloji seferberliği sırasında birçok Türk arkeolog Almanya ve Fransa’ya gönderilmiş, ihtisaslarını tamamlayanlar yeni öğrenciler yetiştirmek üzere Türkiye’ye dönmüşlerdi. İstanbul Üniversitesi’nde onu ilk karşılayanlardan biri de Fransa’da arkeoloji ihtisasını tamamlamış olan bir başka Beşiktaş kentlisi Halet Çambel’di. Henüz daha öğrencisi bile olmayan bölümde Halet Çambel ve Kurt Bittel’den başka kimseler yoktu. Beşiktaş Resim Heykel Müzesi’nde kurulan bölüm, önce Mimar Sinan Üniversitesi’nin Fındıklı’daki binasına daha sonra da Laleli’deki Edebiyat Fakültesi binasına taşındı. Ufuk Esin o yıl bölüme giren iki öğrenciden biriydi. Halet Çambel ise o yıllarda Anadolu’yu neredeyse at sırtında gezerek araştırmalar yapıyordu. Ancak Ufuk Esin’in sağlığı Anadolu’nun o yıllardaki yolsuz, elektriksiz coğrafyalarında sürdürülen araştırmalara dahil olmasına uygun değildi. Bu nedenle Çambel onun araziden çok buluntular üzerinde çalışması gerektiği görüşündeydi. Yine de kazılarda çalışmak isteyen Esin 1952-54 yıllarında Boğazköy ve İstanbul’daki en erken buluntu yerlerinden biri olan Fikirtepe’deki kazılara devam etti. 1957’de lisans eğitimini başarıyla bitirdi, bölümdeki ilk sertifika tezini yaptı, dahası bu bölümün ilk asistanı oldu. 1961 yılında Fullbright Bursu’nu alarak Amerika’ya giden Ufuk Esin, burada yaptığı araştırmalarla ve o yıllarda henüz Batı dünyası için bile yeni olan analiz yöntemlerini kullanarak yazdığı tezle 1966 yılında doktorasını aldı. 1960’larda Türkiye kapsamlı ve yeni bir kalkınma hamlesine girişmiş, elektrik ihtiyacı nedeniyle çok sayıda baraj yapımına başlanmıştı. Keban, ardından Karakaya barajlarının yapım sürecinde arkeologların önemli bir görevi vardı; baraj birçok yerleşim yerini su altında bırakacaktı. Belki yerleşimler sonsuza kadar suyun derinliklerine gömülecekti ancak en azından burada yaşamış olan topluluklara ait bilgiler su altında kalmaktan kurtarıl- Ufuk Esin yaptığı kazılarla Aksaray’daki Aşıklı Höyük’ü arkeoloji dünyasına tanıttı. B+ KIŞ 65 malıydı. Ufuk Esin de kurduğu bir ekiple 1968 yılında Elazığ kırsalında bulunan Tepecik arkeolojik alanında kazılara başladı. 1960’ların Türkiye’sinde kadın olarak bilim yapmanın, dahası arkeolog olarak halen ataerkil bir kimliğin hâkimiyetinde olan bir coğrafyada çalışmanın zorlukları vardı. Esin ve ekibi yedi yıl boyunca kimi zaman altı ay arazide kalarak belki Tepecik’i su altında kalmaktan kurtaramadı, ancak Anadolu kültür tarihi açısından son derece önemli verileri ortaya çıkarmayı başardı. Bölgede sadece Ufuk Esin’in kazısı yoktu, yerli ve yabancı birçok araştırmacı farklı höyük ve ören yerlerinde hızlı bir kurtarma seferberliği içindeydi. Ufuk Esin ve ekibi öylesine başarılıydı ki Tepecik ekibi kısa sürede diğer ekiplerin tamamının takdirini kazanmıştı. Daha sonra arkeoloji dünyasında “Tepecik Ruhu” olarak adlandırılan bu süreç günümüzde halen birçok kazı ekibinin hikâyelerini dinlediği ve gıpta ettiği bir ekipti. Bu başarının altında elbette Ufuk Esin’in disiplini ve ekip çalışmasına olan inancı yatıyordu. Bu kazı sonrası Ufuk Esin’i, kaderi tıpkı Tepecik gibi olan iki yerleşim daha bekliyordu: Tülintepe (1971-74) ve Malatya’daki Değirmentepe (1978-86). Su altında kalmadan önce Ufuk Esin ve ekibi bu kez bu iki yerleşime dair önemli bilgileri arkeoloji dünyasına kazandırdılar. Esin bu süreçte yayınladığı iki kitap ve çok sayıda makaleyle bilim dünyasında önemli bir isim olmuştu bile. 1980’de TÜBİTAK bünyesindeki Arkeometri Ünitesi’nin kurulmasının öncüsü, arkeoloji bilimi ile fen bilimlerinin ortak çalışacağı önemli bir zeminin hazırlayıcısı oldu. 1984’de hocası Halet Çambel’in emekli olmasının ardından Prehistorya Anabilim Dalı Başkanlığı’nı üstlendi. O yıllarda Türk arkeolojisi, her ne kadar baraj kazıları sayesinde saha çalışması adına oldukça iyi bir deneyim ve birikim kazanmışsa da daha bütüncül bir arkeoloji anlayışı için farkı dallarda uzmanlaşmış arkeologlara ihtiyaç vardı. Ufuk Esin’in en büyük hayallerinden biri de böyle bir ekip kurmaktı. Bunun için kapsamlı bir eğitim programı gerekiyordu. Öte yandan o yıllarda 66 B+ KIŞ Türkiye’de Esin’in hayalini kurduğu biçimiyle kapsamlı bir ekip çalışması alışkanlığı yoktu. Yine de tüm imkânları zorlayarak gerek üniversite çatısı altındaki, gerekse yurt dışında doktoralarını tamamlamakta olan parlak öğrencilerine kadrolar buldu. Anabilim dalı bünyesinde bilgisayar laboratuarı kurulmasını sağladı, farklı dallarda doktoralarını tamamlayan yeni öğrencilerle bölümdeki çeşitliliği artırdı. Bu anlamda 1989 yılında, bir başka kurtarma kazısı olan Aksaray’daki Aşıklı Höyük kazıları Prehistorya Anabilim Dalı’ndaki değişimi de temsil ediyordu. Kapsamlı, disiplinler arası ve içinde çok sayıda yabancı araştırmacıyı barındıran Aşıklı Höyük kazılarıyla Ufuk Esin, Çatalhöyük’ten bin yıl daha eskiye tarihlenen Anadolu’nun en erken yerleşim yerlerinden birini gün ışığına çıkarmıştı. 1993 yılında Türkiye Bilimler Akademisi’nin (TÜBA) kurulmasına öncülük eden araştırmacılardan olan Esin sadece arkeolojiye değil diğer bilim dallarına ve ilerlemeye olan inancından ve desteğinden hiçbir zaman vazgeçmedi. 2000 yılında emekliye ayrılmasına rağmen, aktif olarak arkeolojiyle olan ilgisini sürdürdü, TÜBA bünyesinde “Türkiye Kültür Sektörü” çalışmalarını başlattı. Sadece arkeolojik yerleşmeleri değil, yazılı ve sözlü tarihi de kapsayan bu envanter çalışması Türkiye’de yapılmış ilk geniş kapsamlı bütüncül çalışma oldu. Bu değerli bilim insanı ülkemizde daha yeni yeni tartışılmaya başlanan kültürel miras kavramının yerleşmesindeki en önemli kahramanlardan biriydi. Ufuk Esin yakın dostları için sadece “Ufuk”tu. Onlar çoğu zaman Esin’in bu muazzam başarı öyküsünden haberdar bile olmadı. Bunun nedeni elbette Ufuk Esin’in son derece mütevazı doğasıdır. O her zaman dostları için iyi bir insan, öğrencileri için de iyi bir hoca oldu. 19 Ocak 2008’de hayatını kaybeden Ufuk Esin, Bebek esnafının da sevgili Ufuk Hocası olmuştur. Küçük Bebek’te, Bebek Apartmanı’nda oturan Prof. Dr. Ufuk Esin Beşiktaş kentinin en eski sakinlerinden biridir. Çok sayıda öğrenci yetiştirmiş, yerli yabancı birçok bilim insanına yol göstermiş, arkasında iyi yetişmiş bir arkeoloji jenerasyonu bırakmıştır. Ufuk Esin’in yayınlanmış iki kitabı ve yüzün üzerinde makalesi bulunmaktadır. B+ Ufuk Esin bir toplantıda Erdal İnönü ve arkeolog meşlektaşlarıyla... Ufuk Esin’in Özgeçmişi Ufuk Esin 11 Ekim 1933’de Kurmay Yüzbaşı Mehmet Sacit ile Cihat Esin’in dört çocuğunun en küçüğü olarak dünyaya geldi. Çanakkale Savaşı’nda gazi olan babası askerlikten emekli olmak zorunda kaldı. O yıllarda mühendislik yapmaya başlayan Mehmet Sacit Esin Bayındırlık Bakanlığı’nda çalıştı. Ailenin İstanbul’a taşınmasıyla birlikte Ufuk Esin ilköğretimini Arnavutköy 25. İlkokulu’nda, ortaokulu Boğaziçi Lisesi’nde, lise eğitimini ise Avusturya Lisesi’nde tamamladı. 1951’de İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi, Arkeoloji Bölümü’ne girdi. 1957 yılında Prehistorya Bölümü’ne asistan olan Esin, 1961’de Fullbright Bursu ile Amerika’da araştırmalar yaptı. 1984 yılında Prehistorya Anabilim Dalı’nın başkanı olan Ufuk Esin, 1968-74 yıllarında Tepecik-Elazığ, 1971-74’de Tülintepe-Elazığ, 1978-1984 arasında Değirmentepe-Malatya, 1989-1999 yıllarında ise Aşıklı Höyük-Aksaray’da sürdürdüğü kazılarla sadece Anadolu kültür tarihi için değil, tüm dünya kültür mirası için son derece önemli sonuçlara ulaştı. 1980’de Türkiye’deki arkeoloji çalışmalarına yeni bir boyut kazandıracak olan “TÜBİTAK Arkeometri Grubu”nun kurulmasında öncülük eden Esin, Türkiye’de arkeolojinin fen bilimlerinden yoğun olarak faydalanmasına olanak sağladı. B+ KIŞ 67 Sergi “Anarşist ve özgür ruhlu bir insan” Rush Söyleşi: B+ Fotoğraf: KAYHAN KAYGUSUZ, ŞENOL KAŞIKÇI “Rush”, Rahşan Düren’in içsel dünyasından tuale yansıyanlar 31 Aralık 2010 tarihine kadar Beşiktaş Sanat Galerisi’nde gezilebilir. 68 B+ KIş Resimle tanışıklığınız nasıl başladı? Resimde sanat tarihi eğitimi önemli mi bilmiyorum ama “tendance” önemli, “creativity” önemli olduğunu düşünüyorum. Çocukluğumdan itibaren böyle bir ortamdaydım. Sotheby's'de çeşitli müzelerde gönüllü olarak çalıştım. Resim sanatını meslek olarak düşünmedim. Öğretmen, avukat ve doktorlardan oluşan bir ailem var. Resmi meslek olarak düşünmememin bir nedeni de buydu. Humboldt Üniversitesi'ni girmeye hak kazandım. Ayrıca Tıp Fakültesi'ne de gidebilirdim. Tercihimi tıptan yana kullandım. İlk iki yıl tıp öğrencileri için zor yıllardır. Bu iki yılda başarılı olunca tıpla birlikte sanat tarihi okumaya başladım. Aslında sanat tarihini bir hobi gibi görüyordum. Okuduğum üniversitenin sanat tarihi dersleri felsefe ve siyaset bilimi dersleriyle birlikte veriliyordu. Kendimi resimle ifade ediyorum. Yurtdışında Almanya Duren’deki psikiyatri kliniğinin sanat terapisi bölümünde çalıştım. Burada resimle tedavi ve teşhis yapılıyor. Maalesef Türkiye’de böyle bir hizmet yok. Benim için de resim bir terapiydi. Muhtemelen kendime ifade edemediğim şeyleri resimle ifade ediyorum. 2001'de Türkiye'ye geldim. Mete Düren'le tanışınca, onunla birlikte Türkiye'de kalabilirim diye düşündüm. Ama Türkiye'de çalışabilmem için denklik sınavını almam gerekiyordu. Onu da başardım. Uzmanlığımı Marmara Üniversitesi Psikiyatri Ana Bilim Dalı'nda yaptım. Çok şanslı olduğumu düşünüyorum. Hocam Esat Bey (Prof. Dr. Esat Oğuz Göktepe) "iyi sanatçı olursan, iyi bir doktor olursun" derdi. Ben sabahları Marmara Üniversitesi'ne sonra da Mimar Sinan Üniversitesi'ne giderdim. Mimar Sinan'da Prof. Ferit Özşen'le çalışırdım. Benim en büyük hayallerimden biridir heykel yapmak. Ferit Hoca'yla çok uzun Auguste Rodin konuştuğumuzu hatırlıyorum. Mimar Sinan'a kayıtlı değildim. Dersler tamamıyla hoca ile aramızdaki anlaşma üzerine gerçekleşti. O yıllarda ben tabii ki heykeli evde yapamıyorum. Yapabileceğim tek şey resimdi. Ve resim üretimine başladım. Kendimi resimle ifade ediyordum. Bir resmimi evde duvara astım, bir diğerini Mete'nin ofisine... Derken bunu insanlar görmeye başladı. Çok iyi resim yapıyorsun dediler. Ama ben çok gerçekçi insanım, doktor-hasta ilişkisinden çıkan bir iltifatı çok önemsemedim. Onun için hep erteledim. Çocukluk hayalimde büyünce bir galeri sahibi olmak veya en azından resim toplayan biri olmak vardı. Bu nedenle resme yöneldim. B+ kış 69 Mesleğinizle resminizin karakteri arasında bir bağ var mı? Yani burada insanın aklına gelebilir; resmim gördüğüm hastaları mı yansıtıyor? Hiç alakası yok. Ama beni yansıtıyor. Tabii ki o hastaların hikâyeleri benim bir parçam ama ben bu hikâyeleri resme taşımıyorum. Hiçbir bağlantısı yok. Çünkü o zaman bir imajinasyonla, bir projeyle tualin karşısına çıkmak gerekir. Farklı ülkelerde yaşadınız, eğitim aldınız, farklı kültürleri tanıdınız. Bu size neler kazandırdı? Ben hep ülke değiştirdim. Dört farklı ülkede yaşadım. Her yerde bir asimilasyon, adaptasyon süreçleri yaşadım. Çok da iyi başardım bu süreçleri. Muhtemelen özerkliğimin en geliştiği zaman Almanya'daki lise yıllarımdır. Her yerde, Türkiye'de dahil kendimi yabancı hissettim. İnsan olarak ve düşünce olarak... Bu özelliğim belki de resimlerde görülebiliyordur. Özgür düşünen, kendini özgürce ifade eden bir insanım. Bu konuda da çok tartışma yaptım. Türkiye'de çok takdir görmez özgür olmak. Ama yurtdışında takdir görür. Yurtdışında hocanıza "ben bunu kabul etmiyorum, bence siz yanlış noktadasınız" derseniz, o sizi takdir eder. Ama burada tam tersine seni yok etmeye çalışıyor. Bu yüzden aslında kişiliğimin en çok yabancılaştığı ülke Türkiye oldu. Çizdiğiniz çerçeveden resimlerinize bir özgürleşme projesi olarak bakabilir miyiz? Ressam Argun Okumuşoğlu resimlerim için “inanılmaz anarşist ve özgür 70 B+ KIş bir insan görüyorum. Dikine giden ve popülist yaklaşmayan biri görüyorum. Bu resimlerin hiçbiri popülist değil. Burada çiçek, böcek yok. Burada çok sert ve çok kolay hazmedilmeyen renkler ve resimler var. Bu ebatlarda bunu bir kadının yapması görülmedik birşey”, dedi. Bu sergide ben sırf soyut resimler koymak istedim. Çünkü soyut bir insanım ben. Soyutluğun arkasında gizlenmek istedim. İsmimi bile koymak istemedim. Çok tipik bir örneği vardır: Türkiye'de birçok ünlü erkeğin eşleri birşeye kalkışırlar. Ben buna "first lady sendromu" diyorum. Benim hiçbir zaman böyle bir ihtiyacım olmadı. Benim sosyal kimliğimin sergide öneminin olmamasını istedim. Ben burada önemsiz olayım. İnsanlar sadece resimlerimi görsün ve fikirlerini edinsin. Beni tanımaları hiç de önemli değil. Tabii biz de “kim bu” merakı var. Bilmek istiyoruz. Herkesi görmek ve izlemek istiyoruz. Mesela eşimin buradaki tek rolü “yap” demesidir. Ben hep “hayır, yapmayacağım” dedim. Mete neden bunu yap dedi, çünkü kendisi çok iyi bir piyanist, çok kreatif bir insan. Bizi birleştiren nokta bu olduğu için “bunu yap” dedi. Rush'ın hikâyesini anlatabilir misiniz? Rush'ı biz İngilizce yazdık ama Rush aslında şu: Rahşan'ı Almanca'da Rashan diye okuyorlar. Onu da zor telaffuz ettikleri için kısaltarak Rush diyorlar. İtalya'da hep böyle kullanıldı. Sergide Rahşan Düren ismini kullanmayacağıma yüzde yüz emindim. Bilmem kimin resim sergisi denildiği zaman bana primitif geliyordu. Onun için bu da soyut olsun, herşey soyut olsun de- dim. Özellikle resimlere de isim vermedim. Bu konuda çok güzel bir yorum aldım: “İnsanlar resimde söylemek istediklerini bitiremediklerinde altına bir de isim yazarlar” diyordu. Bence resmin isme ihtiyacı yok. Belki bunu yapan insanlara haksızlık etmiş oluyorum ama benim fikrim bu... Büyük boyutlarda çalışarak hangi iddiayı ortaya koymak istiyorsunuz? Ben ressam değilim, ben resim yapıyorum. Boyutun bu yüzyılda daha da önemli olduğunu görüyoruz. Giderek daha büyük arabalara biniyoruz, daha büyük evler istiyoruz... Boyut ve megalomani var. Kadınlar bile kendilerini şişirmekle uğraşıyor. Bende belki de bu yüzden boyuta dikkat ettim. Benim mekânımda bu kadarını yaratabildim. Bu mekân (sergi salonundan bahsediyor) benim olsaydı 4x5 metre olurdu resimlerim. dırarak üçüncü boyuta çıkarmayı istedim. Resimlerim öne doğru gelir. His olarak insanların büyük bir yalnızlık yaşadığını düşünüyorum. Ben de dahil... Bir sosyal ortamımız var ama içsel bir yalnızlığımız da var. Buna anlaşılamazlık da denilebilir. Resimlerimin bu yalnızlığı da anlattığını düşünüyorum. Bu benim yorumum, aslında önemli olan başkalarının ne gördüğü... Resimlere imza atmıyorum. Benim özgeçmişimin resmim üzerinde öneminin olduğunu düşünmüyorum. Önemli olan hissettiklerim... B+ Doğanın içinde olduğum zaman veya denize girdiğimde küçüklük hissini alabiliyorum. Ben ne kadar değersizim, benim sorunlarım ne kadar küçük diyebiliyorum. Ama genel olarak bunun anlaşılmadığını hissediyorum. O küçüklük hissini verebilmek gerekir diye düşünüyorum. O yüzden boyutu giderek büyütmeye çalıştım. Bunlar bile yetmiyor bana... Bir de resimlerim evlere girecek boyutlarda olsun istemedim. Hangi dönemlerden ve ressamlardan etkilendiğinizi öğrenebilir miyiz? Klasik ressamlardan beni en çok etkileyen Caravaggio'dur. Onun gölgeleri ve siyahlarıdır. Hep kendi kendime soruyorum acaba Caravaggio soyut resim yapsaydı şu karşınızdaki resme benzer miydi? Kanın, ifadenin ve siyahın olduğu soyut resimler nasıl olurdu? Ortaçağ'ın diğer adı karanlık çağdır. Ben aslında yeniden karanlık çağı yaşadığımızı düşünüyorum. Bu yüzden bugünün resmi karanlık... Bence biz yarınımızı göremiyoruz. Bir psikiyatrist olarak değerlendirmem gerekirse üzerimizde olağanüstü bir kaygı ve önümüzü görememe var. Ortaçağ'da gördüğümüz bazı özellikler devam ediyor: Korkutuluyoruz, yönetiliyoruz. Bazı resimlerde Ortaçağ'da kullanılan “The Gold Background” tanrının simgesi bu resimlerde de var. Özellikle de onun için kullanmışımdır. Resim tek boyuttur aslında, “flat”tir. Hatta Ortaçağ'da dünyanın düz olduğu düşünülüyordu. Ben aslında resmi “flat” ortamdan bir “plastisite” kazanB+ kış 71 Benim Beşiktaşım Gündüz Vassaf’ın “Leventnâme”si, “mahallesine yıllar ötesinden aşkının ifadesi” Yazı: EL‹F KARA Fotoğraf: ALAADDİN SAVAŞ Gündüz Vassaf “Leventnâme” adlı kitapta “İstanbul’un ilk Amerikan tipi banliyösü” Levent’in hikâyesini anlatıyor. Vassaf, “Ancak katılımcı demokrasi anlayışında, kent sakinleri ve yetkililerin bilgi ve güçlerinin paylaşımıyla insana yaraşır kentler mümkün” diyor. 72 B+ kış P sikoloji eğitimi gördü. 12 Eylül askeri darbesinden sonra öğretim üyesi olarak çalıştığı Boğaziçi Üniversitesi’nden istifa etti. Almanya, Kanada, Hollanda ve Avusturya’da çeşitli üniversite, klinik ve enstitülerde öğretim üyeliği yaptı, klinik psikolog olarak çalıştı, konuk araştırmacı ünvanıyla ağırlandı. International Council of Psychologist’in yönetim kurulunda bulunan Gündüz Vassaf, Af Örgütü’nün de İstanbul başkanıydı. Kitap okurları onu, kimi eleştirmenlere göre “şeytanın avukatlığı” rolünü üstlendiği “Cehenneme Övgü” ile tanıdı. “Gündüz Vassaf’ın kendisiyle hesaplaştığı, herkesi de hesaplaşmaya çağırdığı, kışkırtan” kitap, büyük ilgiyle karşılandı. “Cehenneme Övgü”nün yayımlanmasından 10 yıl sonra gözden geçirilmiş ve genişletilmiş ciltli bir baskısının hazırlanması, hesaplaşmalarımızın henüz bitmediğini gösteriyor. “Cennetin Dibi”, “Daha Sesimizi Duyurmadık - Avrupa’da Türk İşçi Çocukları”, “Zekâ ve Zekâ Testleri Nedir? Ne Değildir?”, “Annem Belkıs”, “40 Yıl Önce 40 Yıl Sonra: Amerika-Rusya”, “Tarihi Yargılıyorum” Vassaf’ın diğer kitapları. On yıldır Radikal gazetesinde de okuduğumuz Vassaf, “Leventnâme”de bu kez uzun süre yaşadığı semtin sokaklarında dolaştırıyor bizi. Kitap, İstanbul 2010 Avrupa Kültür Başkenti Ajansı Edebiyat Yönetmenliği’nin Heyamola Yayınları’yla işbirliği içinde gerçekleştirdiği “İstanbulum” projesinin bir parçası. Proje kapsamında ünlü isimler İstanbul’un farklı yerleşimlerini kişisel hikâyelerinden beslenerek anlatıyorlar. Gündüz Vassaf “Leventnâme”de Beşiktaş Belediyesi sınırlarındaki Levent semtinin sadece geçmişini aktarmakla kalmıyor; Çalıkuşu Sokak 11 numaralı evin penceresinden gördüğü “her şey”den, aslında Türkiye’den bahsediyor ve semtin neden İstanbul ve Türkiye için değerli olduğunu paylaşıyor okurla. “Leventnâme”yi hangi duygularla yazdınız, nasıl bir yöntem izlediniz? Örneğin İsmet İnönü’nün, Deniz Gezmiş’in adı geçiyor kitapta; Varlık Vergisi’nden söz ediyor, Ekşi Sözlük’teki yorumlardan yararlanıyorsunuz… “Leventnâme” adlı kitabım kâh bir çocuğun Levent sokakları ve tarihinde “Alice Harikalar Diyarında”casına gezinmesi, kâh bizleri ezen, ufkumuzu daraltan düzen ve efsanelerine bir başkaldırış, kâh da mahalleme yıllar ötesinden aşkımın ifadesi... İnsana yaraşır kentler yaratmanın sizce yolu hangi aşamalardan geçiyor? “İstanbul’un ilk planlı yerleşimi” olarak tanımladığınız Levent’te bir başka ilkten daha söz ediyor, “Leventliler ülkenin örnek bir sivil toplum kuruluşunu kurarak semti koruma altına aldılar” diyorsunuz. Böyle sivil inisiyatifler kentler açısından ne kadar önemli? “Gün gelecek türümüz son birkaç yüzyıldır mâhkum bırakıldığı apartman yaşamından kurtulacak.” Çocukları dışarıdan korumak amacıyla apartmanlara, sitelere hapsetmekle, korkak, ancak tek tip, benzerleriyle sosyalleşebilen, yaşam cahili kuşaklar yetiştiriyoruz. Onlar için seferber ettiğimiz “süper mekânlarında” çok iyi ud çalıp, basket oynayıp, satranç ustası olabilirler olmasına, ama dünyada değişim esas olduğuna göre en ufak toplumsal değişikliklerde şaşkın ördekler gibi ortada kalıp; yetişkinliklerinde ilaçlı, psikiyatristli bir dünyanın çaresizleri olmaya mahkûmlar. “Dünyada başka kaç şehir var ki İstanbul hızıyla büyüyüp Levent gibi zamanında dağ başında sayılan bahçeli müstakil evlerini gökdelenlerin arasında koruyabilsin? Farkında olmadan ileride mimari hazine sayılabilecek bir semte sahibiz.” Kitabın sonunda böyle yazıyorsunuz… İnanıyorum ki gün gelecek türümüz son birkaç yüzyıldır yaşamaya mahkum bırakıldığı apartman yaşamından kurtulacak. Yeni bir teknoloji, toz bile çıkarmadan göklere yükselen hilkat garibelerini yerle bir edecek. Sanayi devrimi tarihimizde bir dipnot olarak kaldıktan sonra, işlerimizi evlerimizde, istediğimiz başka yerlerde idame ettirebileceğiz. Şehirlerimiz otomobilsizleştirilecek. Dünyada hiçbir kent daha çok yol, köprü, altgeçit, üstgeçit yaparak trafik sorununu çözemedi. Bakarsınız Levent tüm sokakları otomobillere kapatarak toplu halde Türkiye’nin ilk yaya yerleşim bölgesi olarak dünyaya örnek olur. Kente taşınmakla kentli olunmuyor. Kentli bilincinde kuşakların yetişmesi zaman alıyor. Birbirimizi tanıdığımız köyümüzün, mahallemizin, cemaatimizin güvenli ortamından kopup, komşularımızın kim olduğunu bilmediğimiz, bakkal sohbetini kasiyerlere para uzatmaya terkettiğimiz kocaman yabancı şehre gelmek bizi birbirimize, çevremize yabancılaştırıyor, yalnızlaştırıyor. Kent sakinlerinin başlangıçta sırtlarını dönüp sorumluluk hissetmedikleri çevrelerine sahip çıkmamaları, otoriter ve suiistimale açık yönetimleri pekiştiriyor. Ancak katılımcı demokrasi anlayışında, kent sakinleri ve yetkililerin bilgi ve güçlerinin paylaşımıyla yaşanabilir, insana yaraşır kentler mümkün… Levent’i de ranta karşı koruyacak olan katılımcı demokrasi. Seçimden seçime oy vermekle yetinmek bir demokrasi aldatmacası… Kitabın etkileyici bölümlerinden biri çocukluğunuzu anlattığınız kısım. “Mahalleli olmak kız- erkek birlikte büyümek, birlikte oynamak demekti. Kız çocukları top peşinde koşar, erkek çocukları ip atlar, birlikte saklambaç oynanır, yazın ailelerimizle Tarabya’ya denize gidilirdi” diyorsunuz. Çocukları sokaktan uzaklaştırarak ne yapıyoruz aslında? Gündüz Vassaf’ın çocukluğunun geçtiği ev B+ kış 73 “Leventnâme”den “Annem Belkıs’tan” “Levent Mahallesi’ni 1940’ların sonunda Emlak Kredi Bankası inşa etti. Kaliteli malzeme kullanmış olacaklar ki bugün ustalar kiremitlerin, pencere kollarının, su tesisatının sağlamlığına şaşıp duruyorlar. Evler satışa sunulduğunda yoğun bir talep olmadığını hatırlıyorum. Dağ başı, kurtlar iner diye pek ilgilenen yoktu. Oysa satış koşulları çok uygundu. 20 bin liraya, 20 yıl taksitle bahçe içinde evler… İlk yıllarda Taksim’den günde bir otobüs Levent’e kalkar, dolmuşlar Şişli’den öteye gitmezdi. Mecidiyeköy gerçekten bir köydü, Etiler yoktu. Levent’ten sonra toprak yol devam eder; çilek tarlalarından geçilir, on- on beş dakikalık yürüyüşten sonra bugün Boğaziçi Üniversitesi’nin olduğu yerdeki domuz çiftliğine varılırdı. Levent devamının önemli bir kısmı da askeri bölgeydi. Çarşı pazara yakın olduğu, iç planını da beğendiğimiz ve komşularımız da anlaşabileceğimiz kimselerden olduğu için ev hoşumuza gitti. Oğlumuz Gündüz’ün de, o zaman pek küçük olduğu hâlde, fikrini aldık. Arka bahçenin büyüklüğü, karşımızda yeşil saha oluşu, komşularımızın onun yaşında çocukları olması pek hoşuna gitti. Apartman hayatının sıkıcılık ve sinirliliğinden kurtulmuş olduk.” “Reşat Nuri Güntekin’in evi...” “Mazbut Leventliler için 4. Levent başka bir âlemdi. Bizim sokağın da Gündüz Vassaf’ın çocukluğunda oynadığı park 74 B+ kış Türkiye’de yapboz tahtasına dönen sokak adlarının tersine Levent, botanik bahçesinde gezdiğiniz izlenimini verir. meşhurları vardı; ama onlar, meşhur oldukları için meşhurlaşanlardan, meşhur olmayı oynayanlardan değildi. Oturduğumuz sokakta, sokağa romanıyla adını veren, Türkiye’nin en çok okunan yazarının, yediden yetmişe kadar adını herkesin bildiği, sevdiği Reşat Nuri Güntekin’in evi vardı. Türkiye’de siyasi mücadele ve şöhret düşkünlüğünden yapboz tahtası haline gelen sokak adlarının tersine Levent, botanik bahçesinde, kuşlar arasında gezdiğiniz intibaını verir. Bir istisna olarak romandan adını alan Çalıkuşu, diğeri ise yıllar sonra semtin arka sokaklarında da olsa küçük bir aralığa verilen isim; Mimar Kemal Ahmet Aru Sokak. Ahmet Aru, kendisine yardım eden Rebi Gorbon ile, çarşısı, evleri, okulu, yeşil alanları ve camisiyle Levent’i planlayan, çizen kişi. Aru’nun anısına bir plaket, Levent’in bir meydanında heykeli düşünülebilinirdi...” “Semtin adının çağrışımlarından esinlenerek bir festival düzenlenemez mi?” “Venedik Karnavalı gibi olamazsa da (zaten niçin benzeri olsun ki?) semtin adının uçucu ve zengin çağrışımlarından esinlenerek bir festival düzenlenemez mi? Ama bize böyle şeyler hafifmeşrep gelir. Ciddi olacağız. Devletin sonunda kellelerini uçurduğu, ağaçlardan sallandırdığı, aşağılayıp mezar taşlarına bile izin vermediği leventler bile söz konusu olsa, dalga geçilmez. Eğlenceler, festivaller yakışık almaz. Levent’in bağlı olduğu Beşiktaş Belediyesi’nin başkanını kırmızı başlıklı, üstünde sarı şalvar, kulağında kocaman altın küpeyle festivalin açılış konuşmasını yaparken düşünebiliyor musunuz?” Levent gibi zamanında dağ başında sayılan bahçeli müstakil evlerini gökdelenlerin arasında koruyabilsin. Farkında olmadan ileride mimari hazine sayılabilecek bir semte sahibiz. Levent evleri, Erendiz ve Zühre gezegenlerinin 2052’de ayın koynunda birleştiklerinde, dünyanın bu çapta herhangi bir şehrindeki tek bahçeli evler olabilir. Olmayabilir de. Olmaması, Hiroşima ve Nagasaki’yi yerle bir eden benzer bir teknolojinin bu sefer insancıl ve estetik kaygıların hizmetinde kullanılmasına bağlı. Doğasıyla dünyanın en güzel, yapılaşmasıyla en çirkin şehirlerinden olan İstanbul, içlerinde sığınakta gibi yaşanan beton yığınlarından bir çırpıda kurtulabilir. Şehirleri tekrar yaşanılır kılacak, topraklarını nefes alacak hale getirecek, insanlara zarar vermeyecek ilk estetik amaçlı bomba belki İstanbul’da patlatılır. Önce İstanbul, sonra dünyanın diğer şehirleri, bahçeli evlerle Levent’leşir...” B+ Aziz Nesin’den Deniz Gezmiş’e… “Onun (Aziz Nesin) ve Kemal Tahir’in kitaplarını, ikisi de solcu oldukları için, kimse basmaya cesaret edemiyormuş. Karar vermişler, ortak olalım, kitaplarımızı biz basalım, satalım, kazandıklarımızı bölüşe- “Levent, bir istisna olacak” lim diye. Aziz Bey’in kitapları iyi satmış. Kemal Tahir’inkiler depoda “2008 yılı itibariyle dünya nüfusunun yarısından fazlası şehirlerde yaşıyordu. ABD’de kırsal kesimde yaşayanlar nüfusun yüzde 1’i. Yeni bir toplumsal düzenin şartları oluşmadığından, önüne geçilemeyen şehre göç her yerde devam ediyor. dura dura çürümüş. Yayınevleri kapanınca Aziz Nesin Levent’te kır- Levent, 2052 yılına gelindiğinde, gelirsek eğer, dünyada bir istisna olacak. “Deniz Gezmiş, bir arkadaşıyla birlikte tam da buralardan geçip birçok Başka megapollerde tesadüfen korunmuş tek tük evler kalırsa, bunlar şehirlerde bir zamanlar nasıl yaşandığını hatırlatan müzeler olacak. Tek istisna Levent olabilir. Dünyada başka kaç şehir var ki İstanbul hızıyla büyüyüp, tasiye dükkânı açmış. ‘Ama’ demişti, ‘Leventliler kitap okumuyordu ki.’ Bunun üzerine gazete bayii olmuş, sabah karanlığında kalkıp Leventlilerin evlerine gazete dağıtmış...” yerli filme de sahne olan dönemeçten Boğaz’a baktığında, ‘Bu güzel yerlerde devrim mevrim yapmak insanın aklından geçmez’ demiş.” B+ kış 75 Müze Beşiktaş’ta bir butik müze Yazı: NAZAN ORTAÇ Fotoğraflar: ALAADDİN SAVAŞ Yıldız Sarayı’nın Güzel Sanatlar binasında hizmet veren Şehir Müzesi, küçük ama etkileyici. 19’uncu yüzyıl İstanbul’unun günlük hayatına ayna tutan eserleri sergileyen müzeyi, yöneticisi Yasemin Masaracı ile gezdik. 76 B+ kış Şehir Müzesi, Osmanlı’nın son sarayı Yıldız Sarayı’nın Güzel Sanatlar binasında hizmet veriyor. B+ kış 77 İ stanbul’un 19’uncu yüzyılını anlatan etnografik eserlerin sergilendiği Şehir Müzesi, 1988 yılından beri Yıldız Sarayı’nın Güzel Sanatlar binasında hizmet veriyor. İki katlı müzede, sanıldığının aksine saray eşyaları değil, İstanbul halkının kullandığı günlük eşyalar sergileniyor. 1939 yılında kurulan müze önce Beyazıt’taki Belediye Kütüphanesi’nde hizmet vermiş, 1945’te Saraçhane’deki Gazanferağa Medresesi’ne “Belediye Müzesi” adı altında taşınmış. Şimdi ise Osmanlı’nın son sarayında... Gazete ilanıyla eser bağışı Temelleri 1929 yılında atılan müzenin koleksiyon oluşturma şekli ilginç; gazete ilanıyla vatandaştan eser bağışı yapılması istenmiş. Müze Yöneticisi Yasemin Masaracı, bunun sebebini şöyle açıklıyor: “Belediye, 1939’da gazeteler yoluyla müze kurulacağını ilan ederek, vatandaştan eşya bağışlamasını istemiş. Çünkü belediyede, kütüphane ve müze kurulması yönünde bir kanun var. İstanbul halkı da geniş bir katılımla, eser bağışında bulunmuş. Bir de tekke ve zaviyeler kapatıldığı zaman Şehremaneti’nin önüne çuvallar içinde tekkelerden eserler getirilip bırakılmış. Bu sebeple müzemizde, hiçbir yerde olmayan tarikat eşyaları da var.” Eski İstanbullular sanata meraklıymış Müzenin yerleşim alanı küçük olmasına rağmen, zengin bir koleksiyon sunuyor. Eserler, 19’uncu yüzyılda İstanbulluların nasıl yaşadığı hakkında ipucu veriyor. Belli ki iki yüzyıl önce İstanbullular, trafik derdi ve kalabalığın yarattığı kaos ve stresle uğraşmıyordu. Sanata meraklı ve zevk sahibi bir İstanbullu profili ortaya çıkıyor. Ustalıkla işlenmiş kahve fincanları, başka hiçbir yerde olmayan Eyüp işi çömlekler, Beykoz camlarından yapılan eşyalar, gümüş ve fildişinden yapılmış kadın süs eşyaları… 78 B+ kış Koleksiyon, Osmanlı dönemi İstanbul’unun sosyal hayatını yansıtan eserlerden oluşuyor. Esnaf aletleri de var Koleksiyonun önemli bir bölümünü İstanbul esnafının kullandığı eşyalar oluşturuyor. Sarrafların, berberlerin, tespih dizenlerin iş aletleri ilgi çekiyor. Ama en çok dikkat çeken iş, hiç kuşkusuz “hakkaklık”. Mühür yapma işlemi olan hakkaklığın önemini Yasemin Hanım, şöyle anlatıyor: “Mühür esnafı çok önemli. Çünkü mühür kazımak çok zor. Hem hat bileceksiniz, hem kazımayı bileceksiniz, hem de tersten kazıyacaksınız. O yüzden çok zor ve özel bir sanat. Hakkakların kullandığı bu aletler başka hiçbir yerde yok. Mühür koleksiyonumuz da çok özel. Mesela bir mühürün üzerinde küçük bir pusula var, kıbleyi gösteren. Ya da üç taraflı mühürler var. Çeviriyorsunuz bir tarafta isim, bir tarafta mahlas yazılı…” Kahve fincanındaki 12 dilim, Bektaşilere ait 12 İmam’ı sembolize ediyor. B+ kış 79 Alevi dedeleri Ali ve Fadıl. Üst katta İslam eserleri Müzede vitrinler, küçük temalar halinde oluşturulmuş. Alt kat günlük kullanılan eşyalara ve tablolara ayrılmış. Üst katta ise İslam eserleri sergileniyor. Hiçbir yerde olmayan tarikat eşyaları da bu katta. Alemler, şamdanlar, Mevlevi kaşıkları, yazı resimler... Özellikle Mevlevilere ait çok eser var koleksiyonda. Bu eserlerin bir kısmı Mevlana yılı dolayısıyla Ayasofya’da da sergilenmiş. Koleksiyon zengin ama maalesef alan darlığından dolayı sergilenemeyen çok sayıda eser de var. Yasemin Hanım, bu eserlerin temalar oluşturularak özellikle Müzeler Haftası ve diğer özel günlerde sergilenmesini sağlıyor. Resim ve hat koleksiyonu çok özel Müzede, çok sayıda ünlü ressamın İstanbul temalı eseri sergileniyor. Örneğin Hikmet Onat’ın “Kabataş”, Sami Boyer’in “Yenikapı”, Elif Naci’nin “Süleymaniye”, İbrahim Çallı’nın “Bebek Koyu”, Zeki Kocamemi’nin “Fatih’in Türbesi”, Henri Malla’nın “Otakçılar” eserleri gibi… Şevket Dağ’ın çok ender yaptığı iki dik resmi de, Bedri Rahmi Eyüboğlu’nun eşsiz eseri “Kariye” de bu müzede. Cami biçiminde kufi yazı Eserleri sergilenen hattatlardan bazıları ise; Mustafa İzzet, Sultan Abdülmecid, Mehmed Raşid, Sami Efendi, Hamit Aytaç... Müzenin kumaş koleksiyonu da zengin! Çatmalar, Selimiyeler… Şevket Dağ 80 B+ kış Henri Malla / Otakç›lar’da Evler Sultan 3. Osman’ın tuğralı fermanı (1754) Bedri Rahmi Eyüboğlu / Kariye Sadece Bedri Rahmi’nin muhteşem “Kariye” tablosunu görmek için bile Şehir Müzesi’ne gidilmeli! Yıldız Mahallesi, Yıldız Sarayı, Beşiktaş Tel: 0212 258 53 44 Müze, Pazar ve Pazartesi hariç her gün 09.00-16.00 saatleri arasında ziyarete açıktır. B+ kış 81 Dayanışma Engelsiz iş olanağı: 2. Engelliler Kariyer Günü Yazı: ASUDE SÜLEYMANOĞLU Fotoğraf: DERYA AYDOĞAN Beşiktaş Belediyesi, Galatasaray Rotaract Kulübü ve Kariyer. Net ortaklığı ile 12 Kasım Cuma günü Beşiktaş Evlendirme Dairesi’nde düzenlenen 2. Engelliler Kariyer Günü’nde firmalar ve engelliler buluştu. 82 B+ KIş G alatasaray Rotaract Kulübü’nün önderliğinde düzenlenen projenin temel amacı, kariyer günü sayısını artırmak ve daha çok engelliye daha çok firma ile mülakat olanağı sağlayarak istihdam edilmelerini kolaylaştırmak. İstihdam yoluyla engellilerin uzun vadede toplumsal entegrasyonunu sağlamayı amaçlayan proje, bugün birçok insanın, özellikle gençlerin işsizlik sorunu için de alternatif bir yol yaratıyor. Proje, engellilerin, kamu ve özel sektördeki uygun pozisyonlarla buluşmalarını hızlandırıyor. Bu bağlamda projenin üstlendiği aracı-kolaylaştırıcı rol fazlasıyla önemli. Zira özellikle küresel ekonomik kriz sonrasında yeni mezun gençler arasında “iş aramak aslında tam zamanlı bir iş” cümlesi, neredeyse deyim olarak yerleşmiş durumda. İş arama süreci zorlu ve uzun. Kuşkusuz, engelliler için bu süreç biraz daha yorucu ve daha uzun. Bu noktada etkinliğe katılan yeni mezun gençler ile yaptığımız söyleşi kanaatimizi destekler nitelikte. Örneğin, Simge Seferoğlu, yeni mezunlar için deneyim zorunluluğunun iş arama sürecini tıkadığını belirtiyor. Ahmet Erkoç ve Yunus Kılınç ise işe alım sürecinde eşit değerlendirilmediklerini belirtip, bazen gördükleri muameleden de şikâyetçiler. Grafik tasarımı bölümünden mezun olmalarına rağmen özgeçmişlerinin değerlendirilmediğini ve işitme engelli olmalarının iletişim kurmalarına tamamen engel olduğunun düşünüldüğünü söylüyorlar. Ahmet Erkoç iş görüşmeleri sırasında insanların yeterince duyarlı olmadığını düşünüyor ve ekliyor “Ben işitme engelliyim, özgeçmişimde bunu belirtiyorum ama mülakatta hep sorulan soru telefonumun olup olmadığı…” Söyleşi sırasında gençlerin ısrarla altını çizdikleri husus çalışma istekleri. Yunus Kılınç’ın belirttiği gibi: “Ben tabii ki mezun olduğum alanda çalışmak isterim ama şu dönem önemli olan sadece iş bulmak”. Lütfiye Fikret bunlara şunları da ekliyor: “Okul bittikten sonra, artık mezun oldum, ayaklarımın üzerinde duracağım diye düşünürken, iş arama sürecinde boşuna okumuşum diye düşünmeye başladım. Sonuçta sağlam insan hamallık da yapsa ekmeğini kazanır, ancak engelli her işi yapamaz. Biz iş ayrımı yapmıyoruz ama yine de engel çıkıyor.” Aslında konu, iş arama sürecindeki zorluklara geldiğinde deneyimlideneyimsiz fark etmeden herkes benzeri zorluklar ile boğuşuyor. Veysel Uygun uzun iş deneyiminden sonra %40 -%25 engel sınırlamasından rahatsız olduğunu belirtirken şöyle ekliyor: “Ben 20 yıldır çalıştığım alanda kendimi yeterli görüyorum, engelli alınacak diye ilan görüyorum, yasa gereği %40, ben kendimi özürlü sınıfına koymak istemiyorum ama neticede bir engelim var. Fiziksel olarak yapılması gereken işlerde artık %24’lük engelim sebebi ile 40 yaşında zorlanıyorum ancak devlet beni ne sağlam bir insan gibi görüyor, ne de engelli sınıfına koyuyor.” Engellilere uygulanan yüzdelik sınırlama, işe alım sürecinde karşılaşılabilecek ayrımcılık ve bazı durumlarda engelliler kadar firmaların istihdam ettirme konusunda yetersizlikleri söyleşiye katılanların ortak problemi. Özetle, Turabi Çelebi’nin dediği gibi, “En büyük zorluk kolaylık olmaması. İhtiyaca göre değil kotaya göre pozisyon dolduruluyor. Kota doldurmak için yapılınca ben şu pozisyonu arıyorum diye giremiyorsun ve ulaşım, iletişim her şey zorlaşıyor.” Bu bağlamda da, aslında sadece engellilerin değil, firmaların da kendilerine uygun elemanı bulma ve nasıl engelli istihdam ettirebilecekleri konusunda danışmanlığa ihtiyaç duydukları bir gerçek. Firma büyük ölçekli olduğunda engelliler için özel geliştirilmiş sistemler mevcut ancak orta ve küçük ölçekli firmalar hem engelliler için uygun çalışma ortamı geliştirilebilmek hem de engellilerin iş kapasiteleri konusunda yeterli donanıma sahip değil. Bu nedenle de Engelliler Kariyer Günü’nün gelecek hedeflerinden biri engellileri uygun pozisyonlarla buluşturmanın ötesinde, firmaların da engelli iş gücü konusunda farkındalıklarını artırmak ve işe alım konusunda kapasitelerini genişletmek. B+ B+ kış 83 2. Engelliler Kariyer Günü’nde Evren Doğru deneyimlerini katılımcılarla paylaştı. 84 B+ KIş Engelliler Kariyer Günü projesinin yaratıcısı Galatasaray Rotaract Kulübü Engelliler Kariyer Günü projesini hayata geçirmeye karar veren Galatasaray Rotaract Kulübü’nden Tuğba Özdinç ve Ayşegül Özenç ile etkinliğin yoğun temposu içinde kısa bir söyleşi yaptık. Engelliler Kariyer Günü düzenleme fikri nasıl doğdu? Tuğba Özdinç: Engellilerimize 3 yıl önce ebru eğitimi verilmişti. Ebru eğitiminin sonunda yapılan ebrular çerçevelettirilip satılmış, engellilerimiz için gelir elde edilmişti. Daha sonra geçen sene dönem başında engellilerimize iki günlük çağrı merkezi eğitimi verildi ve yaklaşık 10 kişi bu sayede işe yerleşti. kından tanıma fırsatı buluyorlar ve firmalarla ön mülakata da girebiliyorlar. Kariyer Günü boyunca kimi zaman engelli hakları gibi konularda bilgilendirici seminerleri, kimi zaman da başarı öyküleri ile geçen teşvik edici konuşmaları dinleme fırsatı buluyorlar. Düzenlediğiniz iki Kariyer Günü’nden sonra proje aşamasında karşılaştığınız zorluklar nelerdir? A.Ö: Proje aşamasında en çok zorlandığımız konu mekân bulmak. Çünkü Kariyer Günü engelliler için düzenlenince mekânın hem merkezi hem engellinin içinde rahatça hareket edebileceği bir yer olması şart. Sonra mekân içinde engelli tuvaletinin bulunması ve ulaşımın sağlanması gerekiyor. Bu konularda sponsor bulmak zor ama Beşiktaş Belediyesi iki seferdir bize Beşiktaş Evlendirme Dairesi’ni mekân olarak sunarak büyük destek vermiş oldu. Katılan firmalardan ise şimdiye kadar hep çok olumlu dönüşler aldık, yalnız her firmanın işe alım süreleri farklı olduğundan aynı günde hem engellileri hem de çok sayıda firmayı toplamak zor olabiliyor. Ama deneyimimiz arttıkça bu zorlukları aşmada daha başarılı olacağımıza inanıyorum. T.Ö: Bazen firma ve engelli dernek-vakıflarına ulaşmakta da zorluk çekiyoruz. Ayrıca kâr amacı gütmeyen kurum olduğumuz için maddi desteğe de ihtiyacımız olabiliyor. Bunları da sponsorlarımız ile halletmeye çalışıyoruz. Tuğba Özdinç / Galatasaray Rotaract Kulübü Bu sayıyı nasıl artırırız diye düşünürken böyle bir proje ortaya çıktı. Türkiye’de ilk kez yapılacak olan Engelliler Kariyer Günü için çok heyecanlandık ve istekle çalıştık. Bunun sonucunda bu sene gelenekselleştirdiğimiz projemiz doğmuş oldu. Ayşegül Özenç: Bu aslında geçen dönem başkanımız Fatih Taşkın’ın fikriydi. Engelliler Kariyer Günü’ne benzer etkinliklere internette rastlamış, bunun üzerine “Neden biz de böyle bir şey yapmıyoruz?” dedi. O sırada ben de gençlik kolunun meslek gelişim kısmının başkanıydım. Fikri ilk benimle paylaştığında hem bu proje çok hoşuma gitti hem de gözüm korktu acaba yapabilir miyiz diye. Çünkü bizler çok genciz ve bir iş çevremiz olmadan altından kalkabilir miyiz diye düşünmüştük. İlkini 2 Nisan 2010’da düzenledik, başarılı olunca 12 Kasım’da da ikinciyi düzenlemeye karar verdik, üçüncüsü de yolda. Geçen sene İzmir’den, Ankara’dan geri dönüşler aldık. Bu sene Hakkari’den bile elimize CV ulaştı... Engelliler Kariyer Günü kapsamında ne tip etkinlikler düzenliyorsunuz? T.Ö: Kariyer Günü’müzün bir web sitesi var: www.engellilerkariyergunu.org Engellilerimiz Kariyer Günü öncesinde bu siteye giriş yapıp özgeçmişlerini oluşturabiliyorlar ve o gün geldiklerinde firmalarla görüşmelerinde özgeçmişlerini bizden basılmış şekilde hazır olarak alabiliyorlar. Web sitesinden giriş yapmayan engellilerimiz için de salonumuzun girişinde bir kayıt- CV hazırlama masası bulunduruyoruz ve yine özgeçmişi olmayan engellilerimize CV oluşturma imkânı sunuyoruz. A.Ö: Bir üniversitedeki kariyer günü ya da fuarı gibi düşünün. Öncelikli olarak engelli istihdam edebilecek firmaları çağırıyoruz. Amaç, engellilerin özgeçmişlerini oluşturarak firmalara elden teslim etmelerini sağlamak. Bu sırada firmaları ya- Kariyer Günleri’nden sonra şimdiye kadar nasıl geri dönüşler oldu? A.Ö: Engellilerden çok fazla olumlu geri dönüş aldık. Arada hafta içi değil hafta sonu düzenlenmesini talep eden engelli arkadaşlarımız da oldu ama firmalar için sadece hafta arası mümkün. Bir de engellilerin önerileri oluyor, onları da tabii dikkate alıyoruz. Firmalardan geri dönüşler de olumlu, tebrik ve teşekkür mesajları alıyoruz. T.Ö: Düzenlediğimiz ilk Engelliler Kariyer Günü için İzmir’ den, Ankara’ dan geri dönüşler almıştık, “keşke burada da böyle etkinlikler yapılabilse” diye... Bu sene Hakkari’den bile elimize CV ulaştı... Galatasaray Rotaract olarak Engelliler Kariyer Günü bağlamında gelecekte neler planlayacaksınız? A.Ö: Bir de Anadolu yakasında Engelliler Kariyer Günü düzenlemek istiyoruz. Daha çok tanınıp daha çok firma ve sponsorla, özellikle ulaşımın kolaylaştırılması konusunda çalışmayı arzu ediyoruz. Bu projeyi özenli bir şekilde sürekli hale getirerek hem sayılarını hem kapasiteyi artırarak daha fazla engelliye ulaşmayı hedefliyoruz. Ayşegül Özenç / Galatasaray Rotaract Kulübü B+ kış 85 Haberler Çocuk gözünde deniz Beşiktaş’taki ilköğretim 2. sınıf öğrencileri Beşiktaş Belediyesi’nin Turkuazoo ile yaptığı işbirliği sayesinde 10 binin üzerinde deniz canlısıyla buluşma heyecanını yaşıyor. 86 B+ kış Beşiktaş Belediyesi ve Turkuazoo’nun işbirliğiyle Beşiktaşlı çocuklar dev akvaryumda deniz canlılarıyla buluşuyor. “Çocuk Gözünde Deniz” projesi Boğaz’ın kenarında yaşayan Beşiktaşlı çocukların deniz canlılarını daha yakından tanımalarını amaçlıyor. Kasım ayında başlayan proje kapsamında, Beşiktaş’taki ilköğretim okullarının ikinci sınıf öğrencileri dev akvaryumu ziyaret edecek, deniz canlıları hakkında bilgi alacak ve akvaryumda gördükleri canlıların farklı malzemeler kullanarak maketlerini yapacakları bir atölye çalışmasına katılacaklar. Beşiktaş Belediyesi, haziran ayında sona erecek projenin ardından Beşiktaş Meydanı’nda çocukların yaptığı maketlerden dev bir Beşiktaş akvaryumu sergisi açmayı planlıyor. Dev akvaryum hakkında: • 29 canlı sergi akvaryumu • 8 bin metrekarelik dev akvaryum • 10 binin üzerinde deniz canlısı • 80 metre sualtı tüneli • 270 derecelik panorama odası B+ kış 87 Haberler Kore’nin antik krallığı Koguryo’nun Duvar Resimli Mezarları Sergisi Beşiktaş’ta Göktürklerle yoğun bir siyasi ve kültürel etkileşimde olan Kore’nin antik krallığı Koguryo’nun UNESCO tarafından “Dünya Kültür Mirası Listesi”ne eklenen duvar resimli mezar odalarının sergisi 29 Kasım-11 Aralık 2010 tarihleri arasında Ortaköy Sanat Galerisi’nde düzenlendi. Bu önemli serginin Türkiye’ye gelişi Kuzeydoğu Asya Tarih Kurumu, Koreliler Derneği ve Beşiktaş Belediyesi’nin işbirliği sayesinde gerçekleşti. Serginin açılışına İstanbul’daki Kore Konsolosluğu ve Kuzeydoğu Asya Tarih Kurumu yetkilileri, Koreliler Derneği üyeleri, Kore gazilerimiz ve Beşiktaş Belediye Başkanı İsmail Ünal da katıldı. Kuzeydoğu Asya Tarih Kurumu Yönetim Kurulu Başkanı Chung Jae Jeong serginin açılışında yaptığı konuşmada şunları söyledi: “M.Ö. 1. yüzyılda kurulan Kore’nin antik krallığı Koguryo, Türklerin ataları Göktürk Kağanlığı ile güçlerini birleştirip Asya kıtasına hükmetti. Antik Doğu Asya’nın güçlü devleti olarak Koguryo’nun görkemli ve çok sayıda kültürel mirası bugünlere kadar geldi. Özellikle Koguryo’nun duvar resimli mezarları, yüksek sanatsal değerlerinden ötürü, dünya kültür mirası olarak belirlenip korunmaktadır. Bizler kardeş ülke Türkiye’de gizemli ve harika Koguryo’nun duvar resimli mezar dünyasını sergilemiş olmaktan kıvanç duymaktayız. Bu serginin, Göktürk Kağanlığı’nın antik kültürünün anlaşılmasında da büyük faydası olacağını düşünüyoruz. Dolayısıyla bu sergiyi vesile kılarak Kore’nin ve Türkiye’nin kültürel alışverişinin daha canlı gerçekleşmesini dileriz.” 88 B+ kış Buruk duyguların şairi: Cahit Sıtkı Tarancı Usta şair, 100. doğum yılı nedeniyle 13 Aralık’ta düzenlenen gecede “Ustalara Saygı”nın konuğu oldu. Şiirimize “Otuz Beş Yaş”ı armağan eden Cahit Sıtkı Tarancı, Beşiktaş Belediyesi tarafından düzenlenen “Ustalara Saygı” etkinliği kapsamında anıldı. Usta şair için, 100. doğum yılı nedeniyle düzenlenen etkinlik, Akatlar Kültür Merkezi Melih Cevdet Anday Sahnesi’nde gerçekleştirildi. Faruk Şüyün’ün hazırladığı “Ustalara Saygı” etkinliğinde; şiirlerinde özellikle ölüm, yalnızlık, yitik aşklar, yaşama sevinci, özlem gibi konular üzerinde duran Tarancı’nın sanatını Prof. Dr. Abdullah Uçman, Adnan Özyalçıner, Baki Asıltürk, Beşir Ayvazoğlu, Prof. Dr. İnci Enginün, Ömer Erdem, Sennur Sezer ve Prof. Dr. Zeynep Kerman yorumladı. Beşiktaş’ta artık kedilerin başlarını sokacakları evleri var! Beşiktaş Belediyesi'nin Beşiktaş Gönüllüleri ile birlikte başlattığı “Kedi Evi” projesi hayata geçirildi. "Sokak Hayvanlarına Sahip Çıkalım!" sloganıyla başlayan proje kapsamında hazırlanan ilk iki ev Konaklar ve Vişnezade mahallelerinde açıldı. Beşiktaş Belediyesi ve Beşiktaş Gönüllüleri sokak hayvanlarına sa- “Abbas”, “Akşam Vakti”, “Ömrümde Sükut”, “Düşten Güzel”, “Desem ki”, “Gün Eksilmesin Penceremden”, “Memleket İsterim” gibi unutulmaz şiirlerin yaratıcısı için hazırlanan geceye, sanatçının hayatta kalan tek kardeşi Yılmaz Tarancı ve yaşıtı kuzeni Reşit İskenderoğlu da katılarak Cahit Sıtkı Tarancı’yla ilgili anılarını konuklarla paylaştılar. hip çıkmaya devam ediyor. Bu kapsamda kedilerin kötü hava koşul- Tuna Egemen’in moderatörlüğünü üstlendiği “Ustalara Saygı” 1956 yılında, henüz 46 yaşındayken aramızdan ayrılan Tarancı’nın ölümsüz dizeleri de konuklara sunuldu. Dilara Küçükşahin’in, ustanın şarkıya dönüşen şiirlerini seslendirdiği gecede, Tuna Egemen ve Ergün Işıldar da bir şiir dinletisi gerçekleştirdiler. Etkinlikte Cahit Sıtkı Tarancı’nın yaşamının farklı dönemlerini belgeleyen fotoğraflardan oluşan bir dia gösterisi de izlendi. Yapılan kedi evleri gönüllülerin sorumluluğu altında olacak. Kedile- larından ve saldırılardan korunması amacıyla oluşturulan kedi evlerinin ilki ikisi açıldı. İlk kedi evleri Konaklar ve Vişnezade mahallelerinde hizmete girdi. "Sokak Hayvanlarına Sahip Çıkalım" sloganıyla başlatılan proje kapsamında oluşturulan evler her biri iki kedi kapasiteli olmak üzere 12 yuvadan oluşuyor. rin beslenmesi ve sağlık durumlarının izlenmesi gönüllüler tarafından yapılırken, evlerin temizliğini sokak temizlik personeli üstlenecek. 2011 yılında da devam edecek proje kapsamında yıl sonuna kadar 10 kedi evi daha yapılacak. Önümüzdeki yıl yapılacak evler ise hayvanseverlerden gelecek talepler doğrultusunda Beşiktaş'ın çeşitli mahallelerine yerleştirilecek. Kedi evlerinin çağdaş bir uygulama örneği oluşturacağını belirten Beşiktaş Belediye Başkanı İsmail Ünal şunları söyledi: "Evlerimiz sokak kedilerimizin hava koşullarından ve saldırılardan korunmasını sağlayacak, duyarlı hayvansever kentlilerimizin sağlıklı koşullarda kedi beslemelerine olanak verecek. Ayrıca evlerimiz sayesinde kedilerimizin sağlık durumlarını da kontrol altında tutacağız. Bu projenin sokak hayvanlarının korunması açısından da bir örnek oluşturacağına inanıyorum. Projenin hayata geçirilmesinde büyük emekleri olan Beşiktaş Gönüllüleri’ne de destekleri için çok teşekkür ederim. " B+ kış 89 Haberler Bebek’e yeni Atatürk Heykeli 10 Kasım 2010 Atatürk’ü anma törenleri kapsamında Küçük Bebek Meydanı’na Atatürk Heykeli dikildi. Heykelin tasarımını Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi Heykel Bölümü Öğretim Üyesi Prof. Rahmi Aksungur tarafından gerçekleştirildi. 90 B+ kış Heykelin açılışına Beşiktaş Kaymakamı Sadettin Yücel, Beşiktaş Belediye Başkanı İsmail Ünal, Prof. Rahmi Aksungur, Bebekliler Derneği üyeleri ve Bebekliler katıldı. 16. Nehar Tüblek Karikatür Yarışması 6 Mart 1995 tarihinde vefat eden, ömrünü karikatüre adamış değerli sanatçılarımızdan Nehar Tüblek adına Beşiktaş Belediyesi ile Karikatürcüler Derneği tarafından düzenlenen Karikatür Yarışması’nın bu yıl on altıncısı yapılıyor. Hem değerli karikatürist Nehar Tüblek'i anmak hem de karikatür sanatının yaygınlaşmasını sağlamak için sizleri bu yarışmaya katılmaya çağırıyoruz. Yarışma Konusu : “Dünya Hali” Ödüller: Birincilik Ödülü İkincilik Ödülü Üçüncülük Ödülü Üç Mansiyon (Her biri) Belediye Onur Ödülü : 3.000 TL : 2.500 TL : 1.800 TL : 1.000 TL : 1.500 TL numarası yeterli ve gereklidir. - Karikatürler en geç 5 Şubat 2011 tarihine kadar yazışma adresine elden ya da posta ile gönderilmiş olmalıdır. - Ödüller, 6 Mart 2011 tarihinde İstanbul, Beşiktaş'ta, bu tarihten önce yarışmacılara bildirilecek olan bir kültür merkezinde dağıtılacaktır. - İstanbul dışında oturup yarışmada ödül kazananların yol ve konaklama masrafları kendilerine aittir. Bu nedenle ödül kazandığı halde törene katılamayanların ödülleri adreslerine gönderilecektir. - Yarışma karikatürleri Beşiktaş Belediyesi'nce bir albümde toplanacaktır. Albüme girecek olan eserleri Seçiciler Kurulu tespit edecektir. Ayrıca bu eserler sanat galerilerinde sergilenecektir. - 15-18 yaş arası genç katılımcılar için özendirme ödülleri verilecektir. Genç katılımcılar başvurularına nüfus cüzdanı fotokopisini ekleyecektir. - Eserlerini yarışmaya gönderen tüm katılımcılar yukarıdaki koşulları kabul etmiş sayılır. Özel Ödüller: Beşiktaş Jimnastik Kulübü Özel Ödülü Karikatürcüler Derneği Özel Ödülü Kabataş Lisesi Eğitim Vakfı Özel Ödülü Gazeteciler Cemiyeti Özel Ödülü Dünya Yayıncılık Özel Ödülü Nehar Tüblek Ailesi Adına Özel Ödül Genç Karikatürcüler Derneği Çocukları Özendirme Ödülleri (Özel ödüller onur plaketi olarak verilecektir. Ancak özel ödül verecek olan kuruluşlar isterlerse parasal katkıda da bulunabilirler) Seçici Kurul: İsmail Ünal -Beşiktaş Belediye Başkanı Kemal Çiloğlu-Beşiktaş Belediye Başkan Vekili Tonguç Yaşar - Karikatürist Erdoğan Bozok - Karikatürist İbrahim Tapa - Karikatürist Aziz Yavuzdoğan - Karikatürist Ahmet Öztürklevent- Karikatürist Son katılım: 05 Şubat 2011 Yazışma Adresi: Şerife Ayvere ÖZMÜŞ Beşiktaş Belediyesi Kültür ve Sosyal İşler Müdürlüğü Nisbetiye Mah. Aytar C. Başlık Sk. No:1 Etiler-İstanbul Katılım Koşulları: Yarışma Konusu: "Dünya Hali" Gündelik yaşamın akışında insan için, sevgi için, uygar bir dünyayı paylaşmak için… - Yarışma bütün karikatür çizerlerine açıktır. - Yarışmaya gönderilecek karikatürlerde çizim tekniği serbesttir. - Gönderilecek karikatürlerin boyutları en fazla 30x40 cm. olmalıdır. - Yarışmacıların, karikatürleri ile birlikte fotoğraflarını ya da yaşam öykülerini göndermelerine gerek yoktur. Yalnızca karikatürlerinin arkasına yazacakları ad, soyad ve açık mektup adresi ile varsa telefon Nehar Tüblek Nehar Tüblek, 1924 yılında Yugoslavya’nın Manastır kentinde dünyaya geldi. Daha sonra Türkiye’ye yerleşen Tüblek’in ilk karikatürü 1943 yılında Amcabey dergisinde yayınlandı. Vefat ettiği güne kadar kendini karikatüre adadı. Hafta, Yavrutürk, Yeni Mecmua, Karikatür, Şaka, Amcabey, Akbaba, Dolmuş,Çarşaf dergileriyle Son Posta, Dünya, Akşam, Yeni Gazete, Hürriyet ve Günaydın gazetelerinde çizdi. Nehar Tüblek yurt içi ve yurt dışında yapılan uluslararası yarışmalarda da birçok ödül kazandı. İstanbul Gazeteciler Cemiyeti’nin düzenlediği yarışmalarda başarı ödülleri, İtalya, Tolentino ve Bordighea’da birincilik ile Kanada’da ve Yugoslavya’nın Üsküp kentinde de ödüller kazandı. Beygirname ve Paşaname adlı iki karikatür albümü bulunan Nehar Tüblek, son olarak Dünya Gazetesi’nde çalışmaktaydı. 6 Mart 1995 tarihinde gazetedeki çalışma masasının başında vefat etti. B+ kış 91 24 saat Beşiktaş'ta Yaşam Rehberi Her konu için arayın... 7 gün 24 saat 444 44 55 ACİL NUMARALAR BEŞİKTAŞ BELEDİYES‹ 110 Yangın İhbar Beşiktaş Belediye Başkanlığı 112 Sıhhi İmdat Nisbetiye Mah. Aytar Cad. Beşiktaş Tel: 0212 319 42 42 Faks: 0212 319 42 70 İletişim: 444 44 55 www.besiktas.bel.tr 121 Telefon Arıza 122 Ankesör Arıza 126 Kablo TV Arıza 154 Alo Trafik Beşiktaş Belediye Başkanlığı (Eski Bina) Çırağan Cad. No: 77 Yıldız Mah. Tel: 0212 236 10 20 (10 Hat) Faks: 0212 259 16 83 Özel Kalem Müdürlüğü Tel: 0212 280 48 03 155 Polis İmdat 156 Jandarma İmdat 158 Alo Sahil Güvenlik Emlak ve İstimlak Müdürlüğü Tel: 0212 319 42 54 Teftiş Kurulu Müdürlüğü Tel: 0212 319 42 94 175 Alo Tüketici 177 Orman Yangın İhbarı 182 Ruhsal Bunalım Danışma İnsan Kaynakları ve Eğitim Müdürlüğü Tel: 0212 319 42 96 Kültür ve Sosyal İşler Müdürlüğü Tel: 0212 319 42 42 184 Sağlık Danışma 185 Su Arıza 186 Elektrik Arıza Temizlik İşleri Müdürlüğü Tel: 0212 319 42 65 Arnavutköy Zabıta Karakolu Tel: 0212 265 12 66 Yazı İşleri Müdürlüğü Tel: 0212 319 42 26 Levent Zabıta Karakolu Tel: 0212 269 53 08 Çevre Koruma ve Kontrol Müdürlüğü Tel: 0212 319 42 92 Gayrettepe Zabıta Karakolu Tel: 0212 272 37 89 Mali Hizmetler Müdürlüğü Tel: 0212 319 41 23 Hukuk İşleri Müdürlüğü Tel: 0212 319 42 28 Sağlık İşleri Müdürlüğü Tel: 0212 319 42 04 Destek Hizmetler Müdürlüğü Tel: 0212 319 42 34 İmar ve Şehircilik Müdürlüğü Tel: 0212 319 42 53 Zabıta Müdürlüğü Tel: 0212 260 60 05 Plan ve Proje Müdürlüğü Tel: 0212 319 42 75 Beşiktaş Evlendirme Dairesi Nüzhetiye Cad. No: 68 Türkali Mah. Tel: 0212 260 64 97 Fen İşleri Müdürlüğü Tel: 0212 319 42 63 Ortaköy Zabıta Karakolu Tel: 0212 260 54 53 Park ve Bahçeler Müdürlüğü Tel: 0212 319 42 64 Beşiktaş Çarşı Zabıta Karakolu Tel: 0212 258 16 73 187 Gaz Arıza 188 Cenaze Hizmetleri Dikilitaş Semt Evi Emirhan Cad. Dilek Sok. No:2 Beşiktaş Tel: 0212 2612926 Etiler Yaşam Evi Etiler Mah. Ahular Sok. No:19 Beşiktaş Tel: 0212 2634369 Ulus Yaşam Evi Nisbetiye Mah. Ilgın Sokak No: 3 Ulus-Beşiktaş Tel: 0212 269 81 98 Ulus Semt Evi Ulus Mah. Yol Sokak No: 2 Ulus-Beşiktaş Tel: 0212 2872715 Ortaköy Yaşam Evi Ambarlıdere Yolu Sk. No: 4 Ortaköy Tel: 0212 227 33 94 Gençlik Merkezi Sinanpaşa Mah. Hasfırın Cad. No: 3 Kat: 5 Beşiktaş Tel: 0212 259 06 73 Kız Öğrenci Konuk Evi Çitlenbik Sok. No: 29 Yıldız-Beşiktaş Tel: 0212 236 10 24-25 Erkek Konuk Evi Prof. Dr. Bülent Tarcan Sok. No: 25/A Gayrettepe-Beşiktaş Tel: 0212 274 07 30, 0212 274 00 87 RESM‹ DA‹RELER BEDAŞ Bedaş Genel Müdürlük Tel: 0212 347 74 10 Faks: 0212 347 75 03 Bedaş Beyoğlu İşletme Şefliği Tel: 0212 237 23 50 Faks: 0212 297 63 04 Harp Akademileri Komutanlığı Konaklar Mah. Org. İzzettin Aksalur Cad. Beşiktaş Tel: 0212 284 80 65 Deniz Müzesi 92 B+ kış İstanbul Merkez Komutanlığı Mecidiye Mah. Palanga Cad. No: 62 Beşiktaş Tel: 0212 258 99 60 Faks: 0212 258 60 65 İlçe Emniyet Müdürlüğü Yıldız Mah. Çırağan Cad. No: 81 Beşiktaş Tel: 0212 327 50 01 Faks: 0212 260 99 99 2. Şube Emniyet Müdürlüğü Gayrettepe Mah. Prof. Dr. Bülent Tarcan Sok. No: 7 Beşiktaş Tel: 0212 214 40 18 Faks: 0212 214 45 00 3. Kolordu Komutanlığı Konaklar Mah. Org. İzzettin Aksalur Cad. No: 1 Beşiktaş Tel: 0212 285 06 46 Faks: 0212 285 03 23 Bayındırlık ve İskan Müdürlüğü Gayrettepe Mah. Barbaros Bulvarı No: 137 Beşiktaş Tel: 0212 274 64 80 Beşiktaş Kadastro Müdürlüğü Cihannuma Mah.Yıldız Cad. No: 42 Beşiktaş Tel: 0212 261 33 97 Faks: 0212 236 34 98 Darphane Dikilitaş Mah. Yenidoğan Sok. No: 55 Beşiktaş Tel: 0212 275 09 50 Faks: 0212 274 90 94 Deniz Müzesi Komutanlığı Sinanpaşa Mah. Cezayir Cad. No: 2 Beşiktaş Tel: 0212 327 43 45 Faks: 0212 236 68 93 Devlet İstatistik Enstitüsü Bölge Müdürlüğü Cihannuma Mah. Barbaros Bulvarı No: 53 Beşiktaş Tel: 0212 258 92 96 Faks: 0212 258 36 76 Halk Eğitimi Merkezi Dikilitaş Mah. Leylak Sok. No:10 Beşiktaş Tel: 0212 260 31 30 Faks: 0212 236 91 02 İlçe Milli Eğitim Müdürlüğü Nisbetiye Mah. Okul Sok. No: 4 Beşiktaş Tel: 0212 325 50 01 Faks: 0212 325 91 20 İlçe Özel İdare Müdürlüğü Yıldız Mah. Çırağan Cad. No: 77 Beşiktaş Tel: 0212 261 02 72 Faks: 0212 259 67 63 İlçe Seçim Kurulu Başkanlığı Nisbetiye Cad. Başlık Sok. No:1 Beşiktaş Tel: 0212 269 15 41 Faks: 0212 269 15 41 Jandarma Bölge Komutanlığı Balmumcu Mah. Şakir Kesebir Cad. No: 1 Beşiktaş Tel: 0212 213 44 00 Kaymakamlık Yıldız Mah. Çırağan Cad. No: 77 Beşiktaş Tel: 0212 327 33 10 Faks: 0212 327 33 11 Nüfus Müdürlüğü Yıldız Mah. Çırağan Cad. No: 77 Beşiktaş Tel: 0212 259 84 44 Faks: 0212 327 33 15 Milli Saraylar Daire Başkanlığı Vişnezade Mah. Dolmabahçe Cad. No: 11 Beşiktaş Tel: 0212 236 90 00 Faks: 0212 259 32 92 Müftülük Sinanpaşa Mah. Beşiktaş Cad. No: 37 Beşiktaş Tel: 0212 261 00 84 Faks: 0212 260 33 10 Polis Eğitim Müdürlüğü Akat Mah. Selçuklar Sok. No: 24 Beşiktaş Tel: 0212 352 36 93 Faks: 0212 352 36 92 1. Bölge Tapu Sicil Müdürlüğü Cihannuma Mah. Yıldız Cad. No: 42 Beşiktaş Tel: 0212 261 73 90 Faks: 0212 258 32 51 2. Bölge Tapu Sicil Müdürlüğü Cihannuma Mah. Yıldız Cad. No: 42 Beşiktaş Tel: 0212 260 20 02 Faks: 0212 236 51 65 İGDAŞ Etiler Şefliği Tel: 0212 358 51 62 Faks: 0212 358 51 63 İGDAŞ Fulya İşletme Şefliği Tel: 0212 212 52 87 Faks: 0212 212 52 88 İSKİ Beşiktaş Şube Müdürlüğü Tel: 0212 285 94 19-20 İSKİ Müşteri Hizmetleri Tel: 0212 328 17 55 Faks: 0212 328 17 61 İSKİ Beşiktaş Şefliği Tel: 0212 328 17 58 Faks: 0212 328 17 59 İTFAİYE Tel: 0212 261 75 00 - 0212 261 75 01 0212 227 81 19 - 0212 227 14 79 0212 258 75 34 Faks: 0212 227 81 19 MUHTARLIKLAR TRT İstanbul Televizyonu Kuruçeşme Mah. Ahmet Adnan Saygun Cad. No: 83 Beşiktaş Tel: 0212 259 72 75 Faks: 0212 227 61 16 Abbasağa Mahalle Muhtarlığı Muhtar: Yüksel Sağat Cihannuma Mah. Çömezler Sok. No: 1 Beşiktaş Tel: 0212 227 83 27 Faks: 0212 259 39 57 Türk Telekom Müdürlüğü Gayrettepe Mah. Yıldız Posta Cad. No: 40 Beşiktaş Tel: 0212 288 24 00 Faks: 0212 212 42 42 Akat Mahalle Muhtarlığı Muhtar: Murat Tayfun Kirmanlı Akat Mah. Haydar Aliyev Cad. No: 3 Beşiktaş Tel: 0212 351 21 69 Faks: 0212 351 12 84 Beşiktaş İlçe Afet Merkezi Yıldız Mah. Çırağan Cad. No: 83 Beşiktaş Tel: 0212 261 46 46 - 0212 327 33 13 Arnavutköy Mahalle Muhtarlığı Muhtar: Sedef İrteş Arnavutköy Mah. Satış Meydanı Sok. No: 27 Beşiktaş Tel: 0212 265 67 95 Faks: 0212 265 67 95 POLİS MERKEZLERİ Arnavutköy Polis Merkezi 1.Cadde No: 52 Arnavutköy-Beşiktaş Tel: 0212 263 60 07 Beşiktaş Polis Merkezi Yıldız Parkı girişi Çırağan-Beşiktaş Tel: 0212 327 52 80 Etiler Şehit Naci Soydan Polis Merkezi Nisbetiye Caddesi Dilhayat Sok. No: 1 Etiler-Beşiktaş Tel: 0212 263 17 67 Levent Polis Merkezi Hacı Adil Caddesi No:1 Levent-Beşiktaş Tel: 0212 264 18 00 Faks: 0212 236 96 63 H‹ZMET B‹R‹MLER‹ İ.E.T.T. Beşiktaş 1. Hareket Amirliği Tel: 0212 268 35 38 İ.E.T.T. Beşiktaş Boğaz Hareket Amirliği Tel: 0212 259 56 30 İ.E.T.T. Beşiktaş İşletme Şefliği Tel: 0212 259 33 57 İ.E.T.T. Dereboyu Hareket Amirliği Tel: 0212 347 79 50 İ.E.T.T. 4. Levent Aktarma Merkez Amirliği Tel: 0212 268 35 38 İGDAŞ Genel Müdürlüğü Tel: 0212 626 46 46 Faks: 0212 626 46 86 İGDAŞ İstanbul Bölge Müdürlüğü Tel: 0212 534 37 73 Faks: 0212 534 44 10 Balmumcu Mahalle Muhtarlığı Muhtar: Cüneyt Doğan Balmumcu Mah. Zincirlikuyu Sok. No: 21 Beşiktaş Tel: 0212 274 58 75 - 347 75 05 Faks: 0212 347 75 05 Bebek Mahalle Muhtarlığı Muhtar: Aydın Onar Bebek Mah. Bebek Hamamı Sok. No: 8B Beşiktaş Tel: 0212 263 33 00 Faks: 0212 263 33 00 Cihannuma Mahalle Muhtarlığı Muhtar: Ertan Kurtlutepe Cihannuma Mah. Mazharpaşa Sok. No: 15 D: 1 Beşiktaş Tel: 0212 258 79 61 Faks: 0212 259 99 62 Dikilitaş Mahalle Muhtarlığı Muhtar: Abdullah Sızmaz Dikilitaş Mah. Cami Meydanı Sok. No: 12A Beşiktaş Tel: 0212 261 57 33 Faks: 0212 261 57 33 Etiler Mahalle Muhtarlığı Muhtar: Seçil Eşki Etiler Mah. Ahular Sok. No: 19 Beşiktaş Tel: 0212 287 53 83 Faks: 0212 263 69 28 Ulus Yaşam Evi Kültür Mahalle Muhtarlığı Muhtar: Dursun Gül Kültür Mah. Sekbanlar Sok. No: 88 Beşiktaş Tel: 0212 263 35 37 Faks: 0212 263 35 37 Levazım Mahalle Muhtarlığı Muhtar: Ziya Uygur Levazım Mah. Koru Sok. No: 7 Beşiktaş Tel: 0212 288 93 21 Faks: 0212 288 93 21 Levent Mahalle Muhtarlığı Muhtar: Muzaffer Türk Levent Mah. Gonca Sok. No: 12 Beşiktaş Tel: 0212 264 75 31 SAĞLIK KURULUŞLARI Dentistanbul Diş Hastanesi Abbasağa Mah. Yıldız Cad. No: 71 Beşiktaş Tel: 0212 327 40 20 Hattat Hastanesi Levent Mah. Yeni Sülün Sok. No: 13 Beşiktaş Tel: 0212 282 36 48 Mecidiye Mahalle Muhtarlığı Muhtar: Cemal Şensöz Mecidiye Mah. Ambarlıdere Sok. No: 5 Beşiktaş Tel: 0212 261 73 30 Metropolitan Florence Nightingale Hastanesi Gayrettepe Mah. Cemil Arslan Güder Sok. No: 8 Beşiktaş Tel: 0212 283 34 00 Muradiye Mahalle Muhtarlığı Muhtar: Cengiz Hacıömeroğlu Muradiye Mah. Muradiye Deresi Sok. No: 2 Beşiktaş Tel: 0212 260 41 25 Levent Semt Polikliniği Levent Mah. Binbir Çiçek Sok. No: 2 Beşiktaş Tel: 0212 268 35 45 Nisbetiye Mahalle Muhtarlığı Muhtar: Hatice Ayşe Şirinler Nisbetiye Mah. Ahmet Adnan Saygun Cad. No: 30 Beşiktaş Tel: 0212 281 71 61 Şaban Gündeş Semt Polikliniği Kültür Mah. İETT Blokları Yolu No: 21 Beşiktaş Tel: 0212 257 01 16 Ortaköy Mahalle Muhtarlığı Muhtar: Refik Namunlu Gürcü Kızı Sokak. No: 4 Beşiktaş Tel: 0212 261 65 21 Ege Polikliniği Nisbetiye Mah. Nisbetiye Cad. No: 26/16 Beşiktaş Tel: 0212 325 40 46 Sinanpaşa Mahalle Muhtarlığı Muhtar: Zeki Bölükbaşı Sinanpaşa Mah. Hasfırın Cad. No: 5 BeşiktaşTel: 0212 258 75 74 Beşiktaş Polikliniği Sinanpaşa Mah. Şair Leyla Sok. No: 2 Beşiktaş Tel: 0212 261 00 81 Türkali Mahalle Muhtarlığı Muhtar: Ahmet Bayraktar Türkali Mah. Ihlamurdere Cad. No: 136 Beşiktaş Tel: 0212 261 58 34 Sefa Polikliniği Muradiye Mah. Nüzhetiye Cad. No: 15/2 Beşiktaş Tel: 0212 227 24 97 Gayrettepe Mahalle Muhtarlığı Muhtar: Necla Başar Gayrettepe Mah. Fahri Gizden Sok. No: 26 Beşiktaş Tel: 0212 288 20 16 Faks: 0212 288 20 16 Ulus Mahalle Muhtarlığı Muhtar: Kadriye Gedik Ulus Mah. Öztopuz Cad. Yol Sok. No: 2 Beşiktaş Tel: 0212 287 27 15 Faks: 0212 263 42 12 Konaklar Mahalle Muhtarlığı Muhtar: Aslı Akyüz Konaklar Mah. Faruk Nafiz Çamlıbel Sok. No: 1 Beşiktaş Tel: 0212 282 42 12 Faks: 0212 282 33 99 Vişnezade Mahalle Muhtarlığı Muhtar: Reyhan Cinyusuf Vişnezade Mah. Şair Nedim Cad. No: 53 Beşiktaş Tel: 0212 261 15 94 Faks: 0212 258 24 23 Kuruçeşme Mahalle Muhtarlığı Muhtar: Adnan Soysal, Kuruçeşme Mah. Kırbaç Sok. No: 40 Beşiktaş Tel: 0212 287 06 38 Faks: 0212 287 06 38 Yıldız Mahalle Muhtarlığı Muhtar: Şevki Yıldırım Yıldız Mah. Çırağan Cad. No: 17/1 Beşiktaş Tel: 0212 261 50 05 Transmed Polikliniği Levent Mah. Fulyalı Sok. No: 7 Beşiktaş Tel: 0212 281 10 94 Cosmed Polikliniği Levent Mah. Yeni Sülün Sok. No: 17 Beşiktaş Tel: 0212 283 91 81 Yaşasın Hayat Polikliniği Vişnezade Mah. Süleyman Seba Cad. No: 39 Beşiktaş Tel: 0212 236 73 00 Medis Polikliniği Konaklar Mah. Akasyalı Sok. No: 10 Beşiktaş Tel: 0212 269 66 66 Clinika Gayrettepe Polikliniği Gayrettepe Mah. Yıldız Posta Cad. No: 34 Beşiktaş Tel: 0212 347 55 77 Micromed Polikliniği Levent Cad. Sümbül Sok. No: 34/A Levent Tel: 0212 280 10 87 Etiler Kardiyoloji Polikliniği Akat Mah. Nisbetiye Cad. No: 41/25 Beşiktaş Tel: 0212 352 52 51 Kranioplast Polikliniği Nisbetiye Mah. Aytar Cad. No: 40: 7 Beşiktaş Tel: 0212 283 92 92 Refresh Polikliniği Levent Mah. Krizantem Sok. No: 19 Beşiktaş Tel: 0212 324 74 54 Tunç Polikliniği Kültür Mah. Esra Sok. No: 2A D: 3 Beşiktaş Tel: 0212 287 01 00 Güzel Günler Polikliniği Levent Mah. Güllü Sok. No: 4 Beşiktaş Tel: 0212 278 27 71 Beşiktaş Dikilitaş Sağlık Ocağı Dikilitaş Mah. Bestekâr Aralığı Sok. No: 4 Beşiktaş Tel: 0212 327 17 89 Beşiktaş Sağlık Grup Başkanlığı Yıldız Mah. Çırağan Cad. No: 77 Beşiktaş Tel: 0212 327 17 86 Beşiktaş Verem Savaş Dispanseri Sinanpaşa Mah. Sinanpaşa Köprüsü Sok. No: 13 Beşiktaş Tel: 0212 327 79 86 Faks: 0212 327 79 86 Merkez Sağlık Ocağı Yıldız Mah. Çırağan Cad. No: 77 Beşiktaş Tel: 0212 327 33 14 Faks: 0212 327 33 14 Ana Çocuk Sağlığı Dispanseri Mecidiye Mah. Müverrih Saadettin Sok. No: 20 Beşiktaş Tel: 0212 261 44 00 SSK Dispanseri Cihannuma Mah. Bostancı Veli Sok. No: 3 Beşiktaş Tel: 0212 227 04 41 Sait Çiftçi Kamu Sağlığı Merkezi Dikilitaş Mah. Barbaros Bulvarı No: 109 Beşiktaş Tel: 0212 236 77 62 B+ kış 93 24 saat Ortaköy Beltaş Sağlık Ocağı Mecidiye Mah. Müverrih Saadettin Sok. No: 20 Beşiktaş Tel: 0212 259 56 18 Levent Sağlık Ocağı Nisbetiye Mah. Yücel Sok. No: 15 Beşiktaş Tel: 0212 279 58 26 Karanfilköy Sağlık Ocağı Akat Mah. Zeytinoğlu Cad. No: 121 Beşiktaş Tel: 0212 351 25 53 Baykent Tıp Merkezi Nisbetiye Mah. Aydın Sok. No: 8 Beşiktaş Tel: 0212 284 00 90 Boğaziçi Tıp Merkezi Dikilitaş Mah. Yenidoğan Sok. No: 7 Beşiktaş Tel: 0212 227 00 00 Çebi Tıp Merkezi Ortaköy Mah. Dereboyu Cad. No: 58 Beşiktaş Tel: 0212 227 55 55 Otim Med Diyaliz Merkezi Dikilitaş Mah. Yeşilçimen Sok. No: 9 Beşiktaş Tel: 0212 327 87 47 Renmed Diyaliz Merkezi Levent Mah. Begonya Sok. No: 10 Beşiktaş Tel: 0212 269 47 31 K.S.V. Onkoloji Merkezi Nisbetiye Mah. Yücel Sok. No: 6-8 Beşiktaş Tel: 0212 278 83 41 Cosmed Estetik ve Plastik Cerrahi Merkezi Levent Mah. Yeni Sülün Sok. No: 17 Beşiktaş Tel: 0212 283 91 81 Levent Genel Cerrahi Merkezi Levent Mah. Yasemin Sok. No: 2/1 Beşiktaş Tel: 0212 324 01 50 İstanbul Anestezi Merkezi Levent Mah. Çamlık Cad. No: 31 Beşiktaş Tel: 0212 324 01 48 Ota Tıp Merkezi Sinanpaşa Mah. Beşiktaş Cad. No: 23 Beşiktaş Tel: 0212 227 84 50 İstanbul Ortopedi Merkezi Levent Mah. Çilekli Cad. No: 32 Beşiktaş Tel: 0212 324 03 24 Jinemed Tıp Merkezi Muradiye Mah. Deryadil Sok. No: 1 Beşiktaş Tel: 0212 283 92 70 Onep Estetik ve Plastik Cerrahi Merkezi Levent Mah. Manolyalı Sok. No: 15 Beşiktaş Tel: 0212 283 92 70 Dikilitaş Tıp Merkezi Dikilitaş Mah. Karakol Çıkmazı Sok. No: 1A Beşiktaş Tel: 0212 327 19 12 Acıbadem Etiler Tıp Merkezi Nisbetiye Mah. Aytar Cad. No: 40/8 Beşiktaş Tel: 0212 283 03 33 International Etiler Tıp Merkezi Levent Mah. Nisbetiye Cad. No: 19 Beşiktaş Tel: 0212 280 40 30 Ortaköy Tıp Merkezi Balmumcu Mah. Varnalı Sok. No: 3 Beşiktaş Tel: 0212 347 11 30 Novita Cerrahi Merkezi Levent Mah. Manolyalı Sok. No: 5 Beşiktaş Tel: 0212 284 97 03 Özel Acıbadem Göz Sağlığı Merkezi Etiler Mah. Yıldız Çiçeği Sok. No: 7 Beşiktaş Tel: 0212 284 90 90 Özel Dünya Göz Sağlığı Merkezi Nisbetiye Mah. Aytar Cad. No: 38/7-9-10 Beşiktaş Tel: 0212 324 73 73 Sevgi Kadın Sağlığı Merkezi Nisbetiye Mah. Aytar Cad. No: 38/11 Beşiktaş Tel: 0212 324 99 99 Etiler Lisesi Özel Gastro Med Merkezi Nisbetiye Mah. Aytar Cad. No: 38 Kat: 2 Beşiktaş Tel: 0212 324 73 73 Fertijin Kadın Sağlığı ve Tüp Bebek Mrk. Bebek Mah. Bebek Dağı Sok. No: 99 Beşiktaş Tel: 0212 287 57 75 Radisson Sas Bosphorus Hotel Yıldız Mah. Ortaköy Salhanesi Sok. No: 9 Beşiktaş Tel: 0212 260 57 57 Faks: 0212 257 65 55 Natal Fizik Tedavi ve Rehabilitasyon Merkezi Nisbetiye Cad. Erdölen İş Merkezi No: 38 / 13 Etiler-Beşiktaş Tel: 0212 324 30 10 Sürmeli Hotel Gayrettepe Mah. Prof. Dr. Bülent Tarcan Sok. No: 3 Beşiktaş Tel: 0212 272 11 60 Faks: 0212 272 75 32 Jinepol Kadın Sağlığı Kliniği Aytar Cad. Başlık Sok 1/B Levent Tel: 0212 264 18 28 Faks: 0212 264 18 80 The Plaza Otel Gayrettepe Mah. Barbaros Bulvarı No: 165 Beşiktaş Tel: 0212 274 13 13 Faks: 0212 273 15 90 OTELLER Bebek Oteli Bebek Mah. Cevdetpaşa Cad. No: 34 Beşiktaş Tel: 0212 358 20 00 Faks: 0212 263 26 36 Conrad International Yıldız Mah. Yıldız Cad. No: 79 Beşiktaş Tel: 0212 227 30 00 Faks: 0212 259 66 67 Çırağan Palace Kempinski Yıldız Mah. Çırağan Cad. No: 32 Beşiktaş Tel: 0212 258 33 77 Faks: 0212 259 66 87 Dedeman Otel Gayrettepe Mah. Yıldız Posta Cad. No: 50 Beşiktaş Tel: 0212 227 42 63 Faks: 0212 275 11 00 La Maison Hotel Yıldız Mah. Müvezzi Cad. No: 43 Beşiktaş Tel: 0212 227 42 63 Faks: 0212 227 42 78 Ortaköy Princess Hotel Ortaköy Mah. Dereboyu Cad. No: 10 Beşiktaş Tel: 0212 227 60 10 Faks: 0212 260 21 48 Valerian Jikia / Arnavutköy Yolu 94 B+ kış Beşiktaş Tel: 0212 310 12 00 Faks: 0212 227 91 85 Parksa Hilton Vişnezade Mah. Bayıldım Cad. No: 12 Levent Kültür Merkezi Onat Kutlar Sinema Salonu Levent Mah. Çalıkuşu Sok. No: 2-4 Beşiktaş Tel: 0212 325 73 71 KÜLTÜR MERKEZLERİ Akatlar Kültür Merkezi Melih Cevdet Anday Sahnesi Akat Mah. Zeytinoğlu Cad. No: 16 Beşiktaş Tel: 0212 351 93 82-84 Mustafa Kemal Merkezi Attila İlhan Sahnesi Akat Mah. Uğur Mumcu Cad. No: 8 Beşiktaş Tel: 0212 351 24 56 Levent Kültür Merkezi Hotel Les Ottomans Kuruçeşme Mah. Muallim Naci Cad. No: 68 Beşiktaş Tel: 0212 359 15 00 Faks: 0212 359 15 40 Onat Kutlar Sinema Salonu Levent Mah. Çalıkuşu Sok. No: 2-4 Beşiktaş Tel: 0212 325 73 71 Ortaköy Kültür Merkezi Afife Jale Sahnesi Swissôtel The Bosphorus, Istanbul Bayıldım Caddesi No: 2 Maçka-Beşiktaş Tel: 0212 326 11 00 Faks: 0212 326 11 22 W Hotel Süleyman Seba Cad. No: 22 Beşiktaş Tel: 0212 381 21 21 Faks: 0212 381 21 81 Ortaköy Mah. Ortaköy Dere Çıkmazı No: 1 Beşiktaş Tel: 0212 236 10 27 Beşiktaş Kültür Merkezi Sinanpaşa Mah. Hasfırın Cad. No: 7 Beşiktaş Tel: 0212 227 54 92 - 0212 236 18 18 MÜZELER SİNEMALAR Akmerkez AFM Kültür Mah. Nisbetiye Cad. No: 56 Beşiktaş Tel: 0212 282 05 05 Peugeot Cine City (Alkent Sitesi) Akat Mah. Tepecik Yolu Kaktüs Sok. No: 3 Beşiktaş Tel: 0212 352 16 66 Mayadrom AFM Akat Mah. Orkide Sok. No: 1 Beşiktaş Tel: 0212 352 23 51 Ortaköy Feriye Sinemaları Yıldız Mah. Çırağan Cad. No: 42 Beşiktaş Tel: 0212 236 28 64 Aşiyan Müzesi Bebek Mah. Aşiyan Yolu No: 15 Beşiktaş Tel: 0212 263 69 86 Deniz Müzesi Sinanpaşa Mah. Cezayir Cad. No: 2 Beşiktaş Tel: 0212 327 43 45 Mimar Sinan Üniversitesi Resim Heykel Müzesi Vişnezade Mah. Dolmabahçe Cad. No: 4 Beşiktaş Tel: 0212 261 42 98 Şehir Müzesi Yıldız Mah. Serencebey Yokuşu Yıldız Sarayı Beşiktaş Tel: 0212 258 53 44 Yıldız Sarayı Müzesi Yıldız Mah. Serencebey Yokuşu Beşiktaş Tel: 0212 258 30 80 ÜNİVERSİTELER Çırağan Taksi Tel: 0212 227 72 66 Bahçeşehir Üniversitesi Yıldız Mah. Osmanpaşa Mektebi Sok. No: 4-6 Beşiktaş Tel: 0212 236 54 90 Akatlar Taksi Tel: 0212 351 65 25 Boğaziçi Üniversitesi Bebek Mah. Şehitlik Dergâhı Sok. No: 2 Beşiktaş Bebek Mah. Cevdetpaşa Cad. No: 115 Beşiktaş Tel: 0212 359 54 00 Galatasaray Üniversitesi Yıldız Mah. Çırağan Cad. No: 36 Beşiktaş Tel: 0212 227 44 80 İstanbul Teknik Üniversitesi Vişnezade Mah. Süleyman Seba Cad. No: 90 Beşiktaş Tel: 0212 293 13 00 Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi Yıldız Mah. Çiğdem Sok. No: 1 Beşiktaş Tel: 0212 236 69 35 Yıldız Teknik Üniversitesi Yıldız Mah. Hamam Sok. No: 2 Beşiktaş Tel: 0212 259 70 70 TAKSİ DURAKLARI •Abbasağa Mahallesi Yıldız Taksi Tel: 0212 260 06 06 Conrad Taksi Tel: 0212 260 55 40 •Akat Mahallesi Karanfil Taksi Tel: 0212 651 97 68 Site Taksi Tel: 0212 268 42 85 Mayadrom Taksi Tel: 0212 325 81 69 •Arnavutköy Mahallesi İskele Taksi Tel: 0212 265 94 33 Sizin Taksi Tel: 0212 263 38 50 Kuruçeşme Parkı Kültür Taksi Tel: 0212 265 94 33 Güven Taksi Tel: 0212 261 65 27 Bebek Taksi Tel: 0212 263 72 45 •Balmumcu Mahallesi Merkez Taksi Tel: 0212 263 72 45 Dikilitaş Merkez Taksi Tel: 0212 261 56 26 Emirhan Taksi Tel: 0212 260 75 35 Dikilitaş Taksi Tel: 0212 258 05 41 Köşk Taksi Tel: 0212 264 44 23 Çeşme Taksi Tel: 0212 265 88 22 Öz Ulus Taksi Tel: 0212 263 05 06 Park Taksi Tel: 0212 287 61 56 Ulus Taksi Tel: 0212 263 69 46 Sahil Taksi Tel: 0212 265 88 22 2. Ulus Turizm Taksi Tel: 0212 264 70 79 •Kültür Mahallesi Turizm Taksi Tel: 0212 264 70 91 •Bebek Mahallesi Çınar Taksi Tel: 0212 265 22 37 Koza Taksi Tel: 0212 267 17 00 İskele Taksi Tel: 0212 263 72 45 Bahar Taksi Tel: 0212 351 19 03 •Levent Mahallesi •Dikilitaş Mahallesi Bizim Taksi Tel: 0212 263 53 15 Sevgi Taksi Tel: 0212 282 43 77 Doğan Taksi Tel: 0212 265 32 71 Basın Taksi Tel: 0212 264 69 89 Günaydın Taksi Tel: 0212 265 32 17 Levent Taksi Tel: 0212 264 16 17 Özen Taksi Tel: 0212 287 04 02 Site Taksi Tel: 0212 268 42 85 •Gayrettepe Mahallesi Levent Merkez Taksi Tel: 0212 264 19 64 İdil Taksi Tel: 0212 266 05 30 Merkez Taksi Tel: 0212 269 59 81 Ulus Vadi Taksi Tel: 0212 287 69 19 Öner Taksi Tel: 0212 211 66 63 •Etiler Mahallesi •Ulus Mahallesi •Kuruçeşme Mahallesi Levazım Taksi Tel: 0212 267 17 29 Esentepe Taksi Tel: 0212 266 23 80 Etiler Mahallesi Muhtarlığı Konaklar Taksi Tel: 0212 281 56 19 Bulut Taksi Tel: 0212 265 77 11 Uygun Taksi Tel: 0212 269 22 65 Birlik Taksi Tel : 0212 269 01 87 Cihan Taksi Tel: 0212 272 03 07 •Nisbetiye Mahallesi Esen Taksi Tel: 0212 272 29 07 Birlik Taksi Tel: 0212 269 01 87 Öz Ulaş Taksi Tel: 0212 266 18 17 Nisbetiye Taksi Tel: 0212 264 22 31 •Konak Mahallesi Öz Turizm Taksi Tel: 0212 269 90 99 Oyak Site Taksi Tel: 0212 264 16 58 •Ortaköy Mahallesi Yeni Levent Taksi Tel: 0212 268 12 10 Öz Ortaköy Taksi Tel: 0212 260 06 95 4. Levent Merkez Taksi Tel: 0212 264 19 64 Aile Taksi Tel: 0212 261 48 55 •Vişnezade Mahallesi Öz Valide Çeşme Taksi Tel: 0212 259 41 52 Valide Çeşme Taksi Tel: 0212 260 36 24 Merkez Taksi Tel: 0212 327 33 60 İSKELELER Arnavutköy İskelesi Arnavutköy Mah. Bebek-Arnavutköy Cad. Beşiktaş Tel: 0212 263 56 25 Bebek İskelesi Bebek Mah. Cevdetpaşa Cad. Beşiktaş Tel: 0212 263 60 23 Beşiktaş İskelesi Sinanpaşa Mah. Cezayir Cad. Beşiktaş Tel: 0212 261 96 15 Ortaköy İskelesi Mecidiye Mah. Vapur İskelesi Sok. Beşiktaş Tel: 0212 227 88 19 B+ kış 95