Gelecek Trendler - e
Transkript
Gelecek Trendler - e
167_CP_02 1/27/14 6:10 PM Page 1 & Gelecek Trendler Yenilikçilik ve gelecek araşt›rmalar› dergisi l Şubat 2014 www.siemens.com.tr Bir riskler dünyası Söz konusu ister Japonya’daki tsunamiler, ister New York’taki kasırgalar olsun, şehirler sadece akıllı ve sağlam altyapıların yardımıyla gelecekteki tehlikelere karşı tetikte olabilirler. Karbondioksit seviyesi yükseldikçe korkutucu hava olayları çoğalır Prof. Peter Höppe “Olağanüstü hava koşulları yüzünden ortaya çıkan olayların sayısı son 30 yıl içinde yaklaşık üçe katlanmış durumda” diyor. Şehirleri güvenilir kılmak “Asla Uyumayan Şehir” New York’u bir süreliğine uyku moduna geçirmeyi sadece geçen Ekim ayındaki Sandy Kasırgası başarabilmişti. Ancak sekiz milyon nüfuslu bu şehir, beş ilçesini birden iklim değişikliğiyle ortaya çıkan meydan okumalara karşı koyabilecek duruma getirmek için kasırganın hemen ardından önlemler almaya başlamıştı bile. 168_CP_02 1/27/14 7:12 PM Page 2 2 GELECEK&TRENDLER Geleceği şimdiden oluşturmalı Editör - İçindekiler epimiz şiddetli bir yağmur ya da ortalamanın üstünde çok yağan kar H sonrasında neredeyse aynı tabloyla karşı karşıya kalıyoruz. Aşırı yağmurdan çökmüş yollar, uzun elektrik kesintileri ve zorluklarla kurulan telefon bağlantıları… Bu ayın konusu olan “Dirençli Altyapılar”, bu nedenle ortalamanın üstünde dikkatimi çekti. İklimdeki müthiş değişimi de göz önüne aldığımızda, önümüzdeki dönemde sadece yatırım yapmak değil, “dirençli” yatırım daha anlam kazanacak. Sigorta devi Munich Re’nin kurumsal iklim merkezi jeolojik riskler araştırmalar bölümünün başkanı olan Prof. Peter Höppe’nin tahminleri doğru çıkacaksa ki gidişat o yönde, hükümetlerin bu konuya daha fazla eğilmesi gerekecek. Çünkü Prof. Höppe’ye göre özellikle Avrupa ve Güney Amerika, önümüzdeki yıllarda daha fazla sıcaklık ve kuraklık dalgalarıyla karşılaşacak. Eskiden 50 yılda bir görülen sel baskını döngülerinin yerini, 20 yılda bir olanlar alacak. Öyle ki olağanüstü hava olaylarının neden olduğu hasarlar, dünya milli gelirinin yüzde 20’sine kadar çıkabilecek. Müthiş rakamlardan, büyük risklerden söz ediyoruz. Doğa olaylarını engellemek mümkün olamayacağına göre, yarının dünyasına yön veren hükümetlerin, daha kalıca altyapılar oluşturması gerekiyor. İlerleyen sayfalarda göreceğiniz gibi bazı ülkeler ve bilim adamları bu konuda epey mesafe almış… Sıra bizim gibi ülkelerde… Gelecek ay görüşmek üzere. Saygılarımızla… M. Rauf Ateş İÇİNDEKİLER Şehirleri güvenilir kılmak ....................................................................3 Bir riskler dünyası ..........................................................................................6 Karbondioksit seviyesi yükseldikçe korkutucu hava olayları çoğalır ..................................................8 Yay›nc› Do+an Burda Dergi Yay›nc›l›k ve Pazarlama A.( *cra Kurulu Ba)kanı Mehmet Y. Y›lmaz Yay›n Direktörü (Sorumlu) M. Rauf AteE Yayın Yönetmeni Sedef Seçkin Büyük Yaz›i)leri Müdürü Haber Müdürü Ebru F›rat Deyma Öncel BayAksel Görsel Yönetmen A. BertuB Pat›r Yayın Kurulu (Alfabetik sArayla) M. Rauf AteE, Özlem AydAn AyvacA, Hüseyin Gelis, Sedef Seçkin Marka Müdürü Gökçe Aykaç Mutlu Ankara Temsilcisi Erdal CpekeEen Tel: 0 312 207 00 95 Yönetim Genel Yayn Koordinatörü YeEim Denizel Projeler Direktörü (Tüzel Kii Temsilcisi) Ferit ÖzkaEAkçA Sat Direktörü Orhan TaEkAn Finans Direktörü Didem Kurucu Üretim Direktörü Servet KavasoBlu Yönetim Yeri Trump Towers, Kule 2, Kat: 21-24, 34387, DiEli-CSTANBUL Tel: 0 212 410 32 28 Faks: 0 212 410 32 27 capital@doganburda.com Reklam Grup Ba)kan› Viki Habif Grup Ba)kan Yard›mc›s› Nil Ertan Teknik Müdür Nusret K›r›ml›oBlu Tel: 0 212 336 53 60 (3 hat) Faks: 0 212 336 53 90 Rezervasyon Tel: 0 212 336 53 00-57-59 Faks: 0 212 336 53 92-93 Ankara Reklam Tel: 0 312 207 00 72-73 DB Okur Hizmetleri hatt› Tel: 0212 478 03 00 okurhizmetleri@doganburda.com DB Abone Hizmetleri hatt› Tel: 0212 478 03 00 Faks: 0212 410 35 12-13 abone@doganburda.com 169_170_171_172_173_174_175_176_CP_02 Dirençli altyapılar l 1/27/14 New York şehri (NYC) 6:30 PM Page 3 Sandy karşısında New York resmen nakavt oldu. Şimdi bu şehir gelecekteki felaketlere karşı kendini teçhizatlandırmakla meşgul. Şehirleri güvenilir kılmak “Asla Uyumayan Şehir” New York’u bir süreliğine uyku moduna geçirmeyi sadece geçen Ekim ayındaki Sandy Kasırgası başarabilmişti. Ancak sekiz milyon nüfuslu bu şehir, beş ilçesini birden iklim değişikliğiyle ortaya çıkan meydan okumalara karşı koyabilecek duruma getirmek için kasırganın hemen ardından önlemler almaya başlamıştı bile. Union Square genellikle çok hareketlidir. Burası her gün hızlı adımlarla yürüyerek adeta karınca sürülerini andıran banliyo yolcularıyla dolup taşar. Üniversite öğrencileri ders arası verilen teneffüslerde buradaki parkın keyfini çıkartır. Bir köşede sokak sanatçıları türlü türlü yeteneklerini sergilerken diğer tarafta ise küçük çocuklar kaldırımlarda satranç oynar. İşadamları ve işkadınları ya bir kaç dakikalığına temiz hava almak ya da bir sigara tüttürmek için burada gezinir. Atmosferdeki tarihi koklayan ve sürekli fotoğraf çeken turistler ise yığınlar halinde buranın mazisini hissetmeye çalışır. Sandy Kasırgası’nın Büyük Elma’yı (New York) vurduğu günün akşamında, New York Üniversitesi öğrencilerinden Alyssa Torske ile arkadaşları kaldıkları öğrenci yurdundan korkarak dışarı çıktıklarında Union Square’in baştan aşağıya değiştiğini görmüşlerdi. Şehir tamamen karanlığa gömülmüştü. Ortalıkta hiç bir araba yoktu. Ve hiç bir insan da yoktu. Yol işaretleri bağlı oldukları çelik direklerden kopup oraya buraya saçılmış ve yerler damlardan uçan kiremitler ile ağaçlardan kopan dallarla kaplanmıştı. Duyulan tek ses şiddetli rüzgarın uğultusu ile ambulansların acı sirenleriydi. Torske o günleri şöyle anımsıyor: “O kapkaranlık ve cansız sokaklar aslında tıpkı World War Z filmindeki gibi zombi cehen- nemi efektleri görmek isteyen birinin beklentilerine tıpatıp uyuyordu”. 41 New Yorklu’nun hayatına mal olan Sandy Kasırgası’nın ardından 800 binden fazla New York sakini elektriksiz kalmıştı. Kasırganın neden olduğu dört metre yüksekliğindeki fırtına dalgaları yüzünden 500 milyon ton civarında deniz suyu bu şehrin sahil kesimindeki bariyerleri aşarak Aşağı Manhattan’ı sele boğmuştu. Su baskınları yüzünden köprüler, tüneller ve karayolları büyük hasar görmüş ve metro sistemi yaklaşık bir hafta boyunca hizmet dışı kalmıştı. Şirketler kepenklerini indirmeye zorlanmıştı. New York Borsası ise iki gün ardarda açılamamıştı. Peki tüm bunların maliyeti ne oldu? Yaklaşık 19 milyar dolarlık hasar ve ekonomik faaliyet kaybı. Sandy’nin daha önce bir eşine benzerine rastlanmamıştı. Bununla birlikte, Manhattan, Queens, Bronx, Brooklyn ve Staten Island ilGelecek&Trendler l Şubat 2014 3 169_170_171_172_173_174_175_176_CP_02 Dirençli altyapılar l 1/27/14 6:30 PM Page 4 New York şehri (NYC) Solda: New York Şehri ile New Jersey’deki enerji şebekeleri arka-arkaya bir HVDC hattı ile istikrara kavuşturulacak. Sağda: Co-op Şehri’nin kombine ısıtma ve enerji tesisi. 4 Gelecek&Trendler l Şubat 2014 sine sahip ve akla gelebilecek her şeye karşı koyabilen bir şehir yaratabiliriz” dedi. Devasa sel baskını setleri ile suyu şehir dışında tutabilirsiniz, ancak tam anlamıyla dirençli olmak için aynı zamanda daha fazla yedekleme, iletişim, yerinden yönetim ve acil bir durumda daha çabuk tepki vermelerini mümkün kılan teknolojilere de yatırım yapılması gerekiyor. NYC şu anda bir dizi dirençli bina projesinde Siemens ile birlikte çalışıyor. NYC’nin dirençliliğini daha şimdiden arttıran önemli bir proje Siemens’in elektriği çok uzak mesafelere minimum kayıpla nakledebilen yüksek-voltaj doğrudan-akım (HVDC) teknolojisi. Siemens tarafından sunulan arka arkaya bağlı bir HVDC hattı aracılığıyla New Jersey’in elektrik şebekesi 2013 Haziran’ından bu yana New York’un şebekesine bağlanmış durumda ve bu sayede gerektikçe şehre ekstra 660 MW’lık daha enerji verilebiliyor. Her ne kadar, NJ ile NYC şebekeleri ara- sında zaten nakil ara-bağlantıları eskiden beri var ise de arka arkaya bağlı hat sayesinde hem ekstra kapasite hem de hızlı tepki verme işlevselliği sunulmuş oluyor. Bir başka ifadeyle, bu sayede hem her iki şebeke de istikrara kavuşturulmuş hem de elektrik kesintisi riskleri azaltılmış oluyor. Buna benzer başka bir proje de Siemens’in Long Island’ın enerji arzını istikrarlaştırmak için kurduğu bir nakil hattıyla 2007 yılında tamamlanmıştı. O günden bu yana Long Island kendi kullandığı enerjinin yüzde 20’sini NJ’in şebekesinden alabiliyor ve bu sayede içinde yenilenebilir enerjinin de olduğu çeşitlendirilmiş ve düşük maliyetli enerjiye erişerek bu işten kazançlı çıkıyor. 2014 yılı başlarında tamamlandığında One World Trade Center (1 WTC) “dirençli bina” teknolojilerinin pırıl pırıl parlayan bir örneği olacak. İçinde konvansiyonel elektrik kabloları ve kanalları yerine 1,443 metre uzunluğunda alan tasarrufu sağlayan Sen- New York’un doğal felaketleri hakkında inkar edilemez gerçekler Bir NYC Metro Şebekesi soruşturmasına göre New York metro şebekesinin gördüğü hasar 2010: Tornadolar, 200 km/s hızında rüzgarlar 2011: Sıcaklık dalgaları, 40 °C’ye kadar yükselen hava sıcaklıkları 2010: Kar fırtınaları — 100 km/s hızında aniden çıkan rüzgarlar, 50 cm kar Olay Sandy — 4-metre yüksekliğinde fırtına dalgaları, 130 km/s hızında ani rüzgarlar Yıl Hizmet kesintileri, metro hatlarının kapatılması Hasar ve elektrik kesintileri: Etkilenen 45,000 müşteri Enerji şebekesinde 400 milyon $’dan fazla hasar Hizmet kesintileri: Etkilenen 139,000 müşteri Maliyetler / hasar Kaynak: Hazards and Risk Review, NYC Metro Grid çelerinden oluşan NYC son yıllarda olağanüstü miktarlarda yağış alıyordu. 2011 Ağustos ayında ise Irene Kasırgası deneyimi yaşanmıştı. 2007 yılından bu yana tornadolar yani hortumlar bu şehri daha sık kırbaçlar hale gelmişti. Yazları sıcak hava dalgaları da giderek daha uzun süreli olmaya başlamıştı. ABD tarihinde kaydedilen en sıcak yıl 2012’de yaşanmıştı. Biliminsanları ortalama sıcaklıkların artmaya devam edeceği yönünde sürekli uyarılarda bulunuyorlardı. Belediye Başkanı Bloomberg ile toplantı yapan uzmanlara göre, bu bölgedeki deniz seviyesi 2050 yılına kadar 75 santimetreden fazla yükselebilirdi. Bu yüzden öngörülen taşkın bölgelerinde yaşayan New Yorklu sayısının iki kattan fazla artarak 800 bine ulaşması bekleniyor. Aynı zaman diliminde, bu şehrin savunmasız bölgelerindeki enerji tesislerinin oranı da yüzde 53’ten yüzde 97’ye çıkmış olacak. Global reasürans şirketi Swiss Re., 2050 yılında Sandy benzeri bir kasırganın Büyük Elma’nın bütçesinden 90 milyar dolarlık bir ısırık koparabileceğini öngörüyor. Sandy aslında New York’un altyapılarının direncinin artırılmasının ne kadar elzem olduğunu göstermişti. Bu hedefi tutturmak için Belediye Başkanı Bloomberg, şehrin sağlamlaştırılmasına yönelik dirençlilik önlemlerine yapılacak yatırımları kapsayan 20 milyar dolar bütçeli bir planın duyurusunu yaptı. Bu raporda, kritik altyapıları güvence altına alacak gelişmiş yapı yönetmelikleri ile bu şehrin yaklaşık 830 kilometrelik sahil şeridini koruyacak, deniz ve nehir suyu taşmalarını engelleyecek setler ile kıyı koruma perdeleri gibi sel baskınından korunma önlemlerine yapılacak yatırımlar özetleniyor. Belediye Başkanı, “Yıllar ve hatta onyıllar içinde adım adım, eskisine göre çok daha hazırlıklı olma kapasite- 169_170_171_172_173_174_175_176_CP_02 1/27/14 6:30 PM Page 5 Dirençli altyapılar l New York şehri (NYC) Siemens şu anda “1 WTC” (solda) ile New York Metrosu’nun sistem arızalarına karşı daha dirençli bir hale getirilmesine yardımcı oluyor. tron Busway’in ve otomatik devre korumasının da olduğu bu merkezin Siemens ürünü elektrik dağıtım sistemi şehrin en yüksek binasına istikrarlı ve güvenli bir şekilde enerji verilmesini sağlayacak. Bunun yanısıra, voltajın aşırı yükselmesi durumunda enerji arzının Siemens’in anahtarlama teknolojisi sayesinde otomatikman anında kesilmesi de mümkün olacak. Siemens’in anahtarlama teknolojisi aynı zamanda 1 WTC’nin (1 Dünya Ticaret Merkezi) yanında buraya hizmet veren tren istasyonuna da kurulan system, binanın acil durum havalandırma sistemini en kritik şartlarda bile çalıştırabilen düşük voltaj elektrik kesicileri ve otomasyon teknolojisiyle donatılmış durumda. Akıllı enerji şebekeleri. Sandy, NYC’nin elektrik şebekesi üzerinde devasa bir gerilim oluşturarak Aşağı Manhattan’ın çoğu bölgesinde günlerce elektrik kesintisi yaşanmasına sebep olmuş ve bu süre bazı mahallelerde haftaları bulmuştu. Alyssa için ise elektriğin olmaması bir kaç gün boyunca karanlıkta kalması, ısınamaması, musluktan su akmaması ve 20 katlı yurt binasının işlevsel olarak iflas etmesi anlamına geliyordu. Bu durumdan diğer kritik tesisler de nasibini almıştı. Bir türlü çalıştırılamayan bozuk acil durum jeneratörleri yüzünden New York Üniversitesi’nin Langone Tıp Merkezi ve Bellevue Hastanesi gibi büyük hastaneler yüzlerce hastasını tahliye etmek zorunda kalmıştı. Ancak daha fazla hazırlıklı durumda olan bir topluluk vardı: Bronx’da bir toplu konut sistemi olan Co-op şehri. Bu şehir kasırga esnasında her şeyi çalışır durumda tutmak için Siemens tarafından kurulmuş 40 MW kapasiteli kendi kombine ısı ve enerji tesisine güveniyordu. Bu çözüm sayesinde etraftaki böl- gelerin çoğu elektrik kesintisiyle boğuşurken, bu sitenin sakinlerinin hem elektrikleri vardı, hem ısınabiliyorlardı, hem de çeşmelerinden su akıyordu. Co-op şehri kendi mikro-şebekesiyle elektrik kesintisine meydan okuyabimişti. Gelecekte akıllı şebekelerin de bu kadar güvenilir olduklarını ispatlamaları gerekiyor. Siemens, 2011 Ağustos’undan bu yana NYC’nin en büyük alt yapı hizmetleri şirketi olan Con Edison ile birlikte bir Akıllı Şebeke Entegrasyonu projesi üzerinde çalışıyor. Con Edison çalışanları, özel entegrasyon yazılımı, standart veri arayüzleri ve sofistike görselleştirme teknolojileri sayesinde şebekenin genel durumu ve yedek jeneratörler gibi mevcut talep-tepki kaynaklarının kapasitesi hakkında kuşbakışı bilgi edinebiliyor. Üstelik bu bilgilere gerçek zamanlı olarak yani anında erişebiliyorlar. Sonuçta bir operatörün yük desteğinin gerekli olup olmadığına çabucak karar verebilmesi gerekir. Mesela sıcak bir yaz gününde talep aşırı artarsa bu operatörün ticari bir bina gibi talebe duyarlı bir varlığa elektrikte kısıntı yapılacağı mesajını iletebilecek durumda olması şarttır. Siemens şu anda Con Edison ile birlikte bu çözümün daha da geliştirilmesi üzerinde çalışıyor. Siemens’in bünyesindeki Kurumsal Entegrasyon ve Siber Güvenlik Hizmetleri grubunu yöneten Mayur Rao’ya göre, NYC’nin şebekesi de talep-tepki entegrasyonundan ve elektrik üretim kapasitesinin ileri boyutta çeşitlendirilmesinden kazançlı çıkacak, çünkü yenilenebilir enerjiyle daha büyük oranda entegre edilmiş olacak. Rao, “Manhattan’ın altyapısı ancak bu kadar büyütülebilir. Burada artan talebi karşılamak ve aşırı yüklenmelere karşı çare bulmak için daha fazla sayıda talep-tepki-tabanlı Akıllı Enerji kaynağını birbirine entegre etmek çok önemli” diyor. 2013 yılında Siemens, Bölgesel Planlama Teşkilatı ve Arup Danışmanlık firması tarafından ortaklaşa hazırlanan RUI Raporu’na göre, NYC’ye bir günlük elektrik kesintisinin maliyeti yaklaşık 1 milyar $. Aynı araştırmada, önümüzdeki 20 yıl boyunca Sandy gibi kasırgalar yüzünden bu şehrin elektrik şebekesinin göreceği hasarın tamiri için ise 3 milyar $’lık bütçe ayrılması gerekeceği hesaplanıyor. Ancak, aynı miktarda rakamın akıllı teknolojilere yatırılması halinde bu rakam 2 milyar $ azalacak ve aynı zamanda yakalanacak üstün verimlilik oranları sayesinde 4 milyar $ daha tasarruf edilmiş olacak. NYC metroları: Teknolojiyle çalışıyorlar. Bir yerden başka bir yere gitmek söz konusu olduğunda da sağlam bir altyapı kaçınılmazdır. Gwen Shockley, Manhattan’ın Harlem’e yakın bir semtinde oturmaktadır ve haftanın her günü bir tıp ressamı olarak çalıştığı Midtown’a gitmek zorundadır. Gwen bu yolculuğu gerçekleştirebilmek için metroya bel bağlamış durumda. Ancak Sandy yüzünden metro hizmetleri kesintiye uğradığında Gwen bir hafta boyunca işine gidememişti. Gwen, “Bu durum nedeniyle metroya aslında nasıl delicesine bağımlı olduğumu farkettim” diyor. Gwen, her gün NYC’nin metro sistemine bel bağlayan yaklaşık 5.7 milyon kişiden sadece biri. 100 yıldan uzun bir süredir hizmet vermekte olan bu sistem dünyada en eski olanlardan biridir ve sürekli olarak güncellenmek zorundadır. 1999 yılından bu yana Siemens bu süreçte çok önemli bir rol oynuyor. Örneğin, Chelsea (Manhattan) ile Canarsie (Brooklyn) arasında işleyen L hattı buGelecek&Trendler l Şubat 2014 5 169_170_171_172_173_174_175_176_CP_02 Dirençli altyapılar l 1/27/14 Page 6 New York şehri (NYC) gün Siemens’in tren kontrol teknolojisini kullanmaktadır. Bu radyo-temelli sinyalleşme sistemi sayesinde trenler birbirleri ve harekat kontrol merkeziyle haberleşebilmektedir. Bu teknoloji aynı zamanda yol kenarlarında donanım kurulması ihtiyacını da azaltmakta ve yol kenarlarındaki kritik donanımlar için fiberoptik bir ağdan faydalanmaktadır. Sonuçta ekipmanlar daha güvenli olan yerlere yerleştirilebildiklerinden dirençlilikleri de artmaktadır. Güzergah boyunca yerleştirilen bu radyo cihazları tıpkı Sandy vakasında yapılabildiği gibi bir sel baskını esnasında önceden yerinden çıkarılabilmektedir. Siemens’in 2008 yılında piyasaya sürdüğü bir başka teknoloji ise bugün 220 tane treni aynı anda ve gerçek zamanlı olarak takip etmekte ve bu metro sisteminin üçte birini kontrol altında tutabilmektedir. Bu teknolojinin en büyük avantajı, sunduğu fevkalade önemli bilgilerdir. Sonuçta operatörlerin bir tüneldeki treni tahliye etmek veya trenleri hasar görmüş hatlardan ayırıp başka yollara yönlendirmek gibi olayları anında takip etmek ve acil bir durumda çabucak tepki vermek gibi sorumlulukları vardır. Bu gibi sistemler aslında tehlikeli durumlara karşı hazırlıklı bir iletişimsel ve merkezi olarak kontrol edilebilen sistem yaratmak için birlikte çalışırlar. Peki NYC’nin metro sistemi nasıl daha da dirençli bir hale getirilebilir? New York’taki Siemens Mobilite’de Demiryolu IT projelerini yöneten Paul Eliea, sistem geneline yönelik bir çözümde merkezi olarak kontrol edilen bir tehdit algılama sisteminin kilit bir bileşen olabileceğine inanıyor. Elia, “Bu sistemin içine faaliyetsel olarak önemli sayılabilecek herhangi bir miktarda su girdiğinde, sensörler derhal komuta merkezini bir sorun olduğu yönünde bilgilendirir ve durumun ne yönde geliştiğinin izlenmesini mümkün kılacak gerçek zamanlı bilgiler sunarlar” diyor. Tüm bunlar NYC’nin elektrik şebekesinden transit sistemine kadar bütün kritik altyapılarının istikrarlı kılınmasında üstün performanslı ve sağlam teknolojilerin ne kadar önemli bir rol oynadığını gösteriyorlar. Ve daha küçük bir ölçekte olsa da bu şehrin sakinleri de kendi çaplarında dirençlilik arttırıcı yatırımlar yapıyorlar. Gwen, “Kasırgadan sonra gidip hemen kendime katlanabilir bir bisiklet aldım. Artık küçük bisikletim sayesinde bir daha asla eve çakılıp kalmayacağım” diyor. Sara Sauer 6 6:30 PM Gelecek&Trendler l Şubat 2014 Dirençli altyapılar Kısa ömürlü Mayıs sinekleri yaşlanmayı ancak rüyalarında görebilirler, oysa devasa Antarktika süngeri Scolymastra joubini bir tür ölümsüzlük sembolüymüş gibi görünür. Bu sünger 10 bin yıl yaşayabilir. Araştırmacılar onun bu uzun yaşam süresini çok az oksijen tüketmesine ve çok yavaş bir metabolizmaya sahip olmasına bağlıyorlar. Aslına bakılırsa, bu sünger yavaş çekimde büyür. Ardından da buz gibi soğuk ortamlarda yaşar. O da yüzyıllar boyunca kendini içinde yaşadığı ortama uydurmayı öğrenebilmiş yaratıklardan biridir. Tıpkı bu devasa sünger gibi insani yerleşimler de uzun ömürlü organizmalardır. Ancak onlar bugün sadece dünya nüfusunun giderek artan bir oranını temsil etmekle kalmıyorlar, aynı zamanda yaşadıkları ortamlara uyum söz konusu olduğunda tembel birer öğrenci olma vasfına da sahipler. Birleşmiş Milletler’e göre, 2000 ile 2012 yılları arasında olağanüstü hava koşullarının etkisi yüzünden dünyada 1,2 milyon insan hayata veda etmiş. Dünyanın en büyük reasürans şirketi olan Munich Re’de Jeo Risk Araştırmaları Bölüm Başkanı Prof. Peter Höppe, “İngiliz iktisatçı Lord Nicholas Stern’e göre, bu yüzyılın sonu itibariyle ortaya çıkan hasar, global gayri safi hasılanın yüzde 20’sine ulaşabilir” diyor. Ayrıca, özellikle Kuzey Amerika’nın büyük bir risk altında olduğunu eklemeyi de ihmal etmiyor: “Kuzey Amerika’da son 30 yılda hasar verici olayların sayısında neredeyse beş kata varan bir artış kaydedildi”. Bu olaylardan biri de bir süre önce New York Şehri’nde yaşanmıştı. 2012 yılının sonlarına doğru Sandy Kasırgası bu meşhur semaların ışıklarının sönmesine neden olan bir elektrik kesintisine yol açmıştı. Ancak bu metropolün sadece küçücük bir noktası bundan kendini kurtarabilmişti: Bronx’daki Co-op Şehri. Sandy, New York’u vurduğunda, Siemens ürünü 40 megawat’lık (MW) bir kombine çevrimli enerji tesisi sayesinde Co-op Şehri’nin 60 bin sakini elektriksiz ve susuz kalmamıştı. Burada kilit bileşen aslında elektrik şebekesinden tamamen bağımsız çalışan bir mikro-şebekeydi. Siemens, 2013 yılında New York Şehri Planlama Bölümü ve Arup danışmanlık firması ile birlikte New York’un elektrik şebekesine yönelik bir senaryonun oluşturulmasına katkıda bulunmuştu. Bu senaryoya göre, eğer hiç bir koruyucu önlem alınmazsa gelecek 20 yıl içinde Sandy gibi doğal felaketler 3 milyar dolar tutarında bir hasara neden olabilirdi. Aksine, elektrik şebekelerini daha akıllı ve daha l Eğilimler sağlamlaştıracak teknolojilere yatırım yapılması halinde ise bu hasarın maliyeti 2 milyar dolara kadar aşağı çekilebilirdi. New York daha şimdiden bu gibi önlemlerden ilkini hayata geçirdi bile. 2013 Haziran’ından bu yana New York ile New Jersey elektrik şebekeleri Siemens’in kurmuş olduğu bir yüksek-voltaj doğrudan-akım sırt sırta hattı ile birbirine bağlı halde çalışıyor. Burada hedeflenen ise Hudson Nehri altından geçen bir yüksek-voltaj doğrudan-akım kablosu aracılığıyla New Jersey’den aktarılan ekstra 660 MW elektrik enerjisi ile ‘Büyük Elma’nın enerji arzının güçlendirilmesini sağlamak. Bu arada ABD anakarasında olduğu kadar Hawaii’deki operatörler de kendi elektrik şebekelerini sağlamlaştırmak için Siemens ürünü teknolojilere güveniyorlar. Mesela Siemens’in akıllı şebeke yönetim sistemi ile anında şebekedeki arızaları tespit etmek, onları devreden çıkarmak, elektriği güvenli bir 169_170_171_172_173_174_175_176_CP_02 1/27/14 6:30 PM Page 7 Sandy Kasırgası’nın da gösterdiği gibi, felaketler tıpkı Fukushima (altta) ve New York şehri gibi geniş alanları felç edebilirler. gigawat (GW) olan kurulu rüzgar enerjisi kapasitesini 2020 yılına kadar 11 GW’ye çıkartmayı planlıyor. Tokyo şehri yönetimi Çevre Otoritesi’nin Planlama Bölümü Direktör Yardımcısı olan Shoji Kobayashi, “Rüzgardan elektrik üretmek için en uygun yerlerden biri de bu ülkenin kuzeyinde yer alan Hokkaido” derken Siemens Rüzgar Enerjisi’nin Asya Pasifik İş Birimi CEO’su Kay Weber ise “Asya Pasifik bölgesinde Japonya rüzgar enerjisinde en cazip pazarlardan biri” diyor. Japon adası Honshu’nun kuzeybatı sahil şeridinde 2014 yazından başlayarak her biri 3 MW kapasiteli olan Siemens ürünü altı adet dişlisiz rüzgar türbini hizmete girecek. Bir riskler dünyası Son yüzyıllarda dünyanın, kasırgalar, sel baskınları ve depremler gibi olağanüstü doğal felaketlere karşı savunmasız bölgelerine yerleşen insan sayısı giderek arttı. Söz konusu ister Japonya’daki tsunamiler, ister New York’taki kasırgalar olsun, şehirler sadece akıllı ve sağlam altyapıların yardımıyla gelecekteki tehlikelere karşı tetikte olabilirler. şekilde yeniden yönlendirmek ve dolayısıyla elektrik kesintilerini engellemek son derece kolay. Ancak kaosa giden en hızlı yol elektrik kesintisidir. Örneğin Google’ın arama motoru veya çevrimiçi bankacılık sistemi bir günlüğüne arızalansaydı neler olurdu? Bu gibi olaylar bir şehrin sakinlerinin sınırlarını zorlayabilir. Zaten bilgisayar merkezi operatörleri de işte bu yüzden kendi enerji kaynaklarını koruma altına almak için Siemens ürünü sistemlere güveniyorlar. Ve dahası da var: Texas’daki bir Google bilgisayar merkezi bile her biri 2,3 MW kapasiteli Siemens ürünü bir kaç rüzgar türbininden elde edilen yenilenebilir enerjiye bel bağlamış durumda. Japonya’da yenilenebilir enerji. Dünyanın her yerinde benzer tehditlerle yüzleşiliyor. Munich Re’de Jeo Risk Araştırmaları tarafından derlenen uzun vadeli bir istatistik raporunda, ABD’nin yanısıra oldukça savunmasız durumda olan bir başka bölgenin varlığından da bahsediliyor: Asya Pasifik. 1980 yılından bu yana gerçekleşen doğal felaketlerin yaklaşık yüzde 40’ı bu bölgeyi vurmuş. İçlerinde özellikle biri tüm dünyanın nefesini tutmasına yol açmıştı: şiddetli bir deprem ve ardından gelen tsunami ile 16,000’e yakın insanın öldüğü Japonya’da 2011 Mart’ında yaşanan mega-felaket. Fukushima Daiichi nükleer enerji tesisi de nükleer bir cehennemin eşiğine kadar gelmişti. Eskiden kullandığı enerjinin üçte birini nükleer enerji tesislerinden tedarik eden Japonya’da bugün faaliyette olan sadece iki nükleer reaktör kaldı. Yakın geçmişe kadar bu ülkede bunun gibi 54 tesis vardı. Her ne kadar Başbakan Shinzo Abe, bu ülkedeki nükleer enerji tesislerinin tekrar açılması gerektiğini iddia etse de, Japonya kendi yenilenebilir enerji kaynaklarını ciddi oranda arttırmaya kararlı. Japon Rüzgar Enerjisi Kurumu’na göre, bu ülke şu anda yaklaşık 2.6 Dünyada bir ejderha. Enerji aynı zamanda dünyamızın derinliklerinden de çıkarılıyor. Japonya Çevre Bakanlığı’na göre, bu ülke potansiyel olarak kendi jeotermal kaynaklarından 34 GW’lık enerji üretebilir; Japonya’da şu anda kurulu nominal jeotermal enerji çıktısı 0.5 GW’ın sadece biraz üzerinde. Ancak burada bir sorun var. Bir Japon efsanesine göre, Japonya’nın altında bir ejderha yaşamaktadır. Bu ejderhanın tepesi atarsa, ağzından alevler saçar ve dünyayı sallarmış. Bir başka deyişle, yanardağlarla dolu ve tektonik plakaların çarpıştığı bölgelerde sık sık sismik faaliyetler olur. Bu gibi meydan okuyucu coğrafyasal koşullar için özel yapım buhar türbinlerine ihtiyaç duyulur. Bu yüzden bir Siemens ekibi örneğin otomatik bir kapatma sistemine sahip optimumlaştırılmış türbinler üzerinde çalışmaktadır. Bir deprem olduğunda, bu türbinler hasar oluşmasını engellemek için çabucak güvenli bir şekilde bekleme konumuna geçebilirler. Siemens araştırmacıları aynı zamanda türbinler ile lokomotifler tarafından üretilen sensör verileri için gerçek zamanlı çalışan gelişmiş bir değerlendirme sistemi üzerinde de çalışıyorlar. Ortaya çıkacak bilgiler ile mekanik yüklerin belirlenmesine, arızaların öngörülmesine ve yapısal bir bileşen bozulmadan önce sorunların tanımlanmasına katkıda bulunulacak. Avrupa da büyük bir hızla kendi enerji karışımının içine yenilenebilir kaynakları dahil etmekle meşgul. Örneğin İtalya, kendi ulusal enerji planında kendisine 2020 yılına kadar bugün yüzde beş civarında olan yenilenebilir enerji oranını yüzde 17’ye çıkartmak gibi iddialı bir hedef belirlemiş durumda. Ancak enerji şebekesine güneş ve rüzgar gibi kaypak enerji kaynakları bağlandığında, enerji arzında dalgalanmalar kaçınılmaz hale Gelecek&Trendler l Şubat 2014 7 169_170_171_172_173_174_175_176_CP_02 Dirençli altyapılar l 1/27/14 6:30 PM Page 8 Eğilimler gelir. İşte bu yüzden, Siemens’in Siestorage ürünü gibi enerji depolama sistemleri gelecekte istikrarlı bir enerji arzının sağlanmasına katkıda bulunabilirler. Şu anda İtalya’nın en büyük enerji tedarikçisi olan Enel’de aktif olarak çalışan bir adet Siestorage sistemi bulunmaktadır. Bu sistem 500 kilowat-saat kapasitesinde ve 1 MW’lık üretime sahip. Siemens’de İleri Enerji ve Depolama Sistemleri Satış Müdürü olan Uwe Fuchs, “Bizim sistemimiz Avrupa’nın ilk büyük çaplı lityum-iyon sistemi. Kontrol sistemindeki elektronik bileşenler sürekli olarak şebeke voltajını ve frekansını ölçüyor. Siestorage, talebin seviyesine bağlı olarak ya şebekeden çektiği enerjiyi depolar ya da şebekeye enerji verir” diyor. Dirençli altyapılar Uluslararası Enerji Ajansı’na (IEA) göre, yakın bir geleceğe kadar fosil yakıtlar dünya genelinde enerji karışımının kilit bir parçası olmaya devam edecekler. Dünya ekonomisi açısından taşıdıkları önem sebebiyle, 2011 yılında bu alanda alınan teşvikler 2010’a kıyasla yüzde 30’dan fazla artarak 523 milyar dolar seviyesine kadar çıktı. Ancak buna rağmen karadaki petrol rezervleri giderek azalıyor ve şimdi örneğin okyanusların dibindekiler gibi yeni kaynaklardan büyük bir çaba ve masrafla faydalanılması gerekiyor. Bunun üzerinde çalışan Norveç’teki Siemens uzmanları şu aralar aşırı elverişsiz koşullarla başa çıkabilecek yeni teknolojiler geliştirmek için çabalıyorlar. Bunlardan biri de deniz seviyesinin 3 8 Gelecek&Trendler l Şubat 2014 Röportaj bin metre altında bile sorunsuzca çalışabilen güvenilir bir enerji arzı projesi. IEA’ya göre, artan petrol talebi başlıca, tek başına global karbon salımının yüzde 22’sinden sorumlu olan ve elektrik üretiminin hemen ardından bu gibi salımların en büyük ikinci kaynağı konumunda bulunan karayolu trafiğindeki artıştan kaynaklanıyor. Meseleye bu açıdan yaklaşıldığında, trafik sıkışıklıklarının azaltılmasının, çok daha verimli sürüş sistemlerinin geliştirilmesinin ve CO2 salımlarının düşürülmesinin önemli daha iyi anlaşılır. Siemens’in çevre odaklı trafik yönetim sistemleri, çok sayıda Alman şehrinde şimdiden pilot projeler halinde kendilerini ispatladıklarından, burada çok işe yarayabilirler. İster Hawaii’de (üstte solda), ister okyanusların diplerinde (üstte sağda), isterse de jeotermal anlamda aktif alanlarda olsun, dirençli sistemler daha önce hiç olmadıkları kadar çok önem kazanıyorlar. Bütüncül çözümlere yatırım yapmak. l Ancak tecrübeyle sabittir ki, bu gibi hedefler şehirlerin kapsamlı çözümlere yatırım yapmalarıyla tutturulabilir. Bir başka ifadeyle, bu gibi teknolojilerin kitlesel transit sistemleri, araba paylaşım sunumları ve düşük-salımlı araçlarla birlikte geliştirilmeleri gerekir. 2050 yılında dünyada takriben 9,5 milyar insanın yaşıyor olacağı gerçeği göz önüne alındığında, bu paketin ne kadar gerekli olduğu daha iyi anlaşılır. Ve bunların 6,5 milyardan fazlası kentsel merkezlerde yaşıyor olacakken, günümüzdeki gibi bu insanların çoğu da sahil şeritleri ile olağanüstü havasal olayların görüleceği bölgelere yerleşecek. İşte o zaman mümkün olduğunca sağlam ve verimli altyapılara sahip olmak günümüzdekinden bile çok daha önemHülya Dagli li hale gelecek. 59 yaşındaki Profesör Peter Höppe, üniversitede meteoroloji ve insan biyolojisi eğitimi aldı ve fizik bölümünde doktora yaptı. Prof. Höppe şu anda, dünyanın en büyük reasürans şirketi olan Munich Re Kurumsal İklim Merkezi Jeolojik Riskler Araştırmaları Bölümü’nün Başkanı olarak çalışıyor. Daha öncesinde ise Münih’teki Ludwig Maximilian Üniversitesi’nin biyo-iklimbilimi, uygulamalı meteoroloji ve meslek ile çevre hekimliği alanlarında çeşitli pozisyonlarda çalışmıştı. Dr. Höppe aynı zamanda ABD’deki Yale Üniversitesi ile Avusturya, Viyana’daki Doğal Kaynaklar ve Yaşam Bilimleri Üniversitesi’nde de araştırmalar yürüttü. Ayrıca 2007 yılından bu yana Bavarya Eyalet Hükümeti’nin Global Isınma Danışmanlık Kurulu üyeliğini de yürütüyor. 169_170_171_172_173_174_175_176_CP_02 1/27/14 Son yıllarda ABD, Sandy ve Katrina gibi kasırgalarla vurulurken, Almanya da 2013 yılında yine şiddetli sel baskınlarına maruz kaldı. Acaba “yüzyılda bir olan” bu gibi olaylar artık daha sık yaşanır hale mi geldi? Yoksa sadece medya bunları eskisine kıyasla daha mı fazla gündeme getiriyor? Höppe: Bugün gerek internet gerek sosyal medya aracılığıyla olağanüstü hava şartlarıyla ilgili çok daha fazla miktarda bilgiye erişilebileceği yadsınamaz bir gerçeklik. Nitekim sonuçta bizde bu gibi olayların çok daha sık yaşandığı gibi bir izlenim oluşuyor. Ancak bir hayli hasara neden olan hava koşullarına bağlı olayların gerçekten artmakta olduğu da bir gerçek. Bizim global doğal felaketler ve neden oldukları hasarlarla ilgili veritabanımıza göre, olağanüstü hava koşulları yüzünden ortaya çıkan olayların sayısı son 30 yıl içinde yaklaşık üçe katlanmış durumda. Özellikle dikkat çeken ise sel baskınlarında- 6:30 PM Page 9 tış da bulunuyor. Ancak bu faktörleri hesaba katıyor olsanız bile, yine de elinizde sadece atmosferdeki değişikliklerle açıklanılabilecek olağanüstü hava olaylarındaki artış kalır. Acaba atmosfer giderek daha fazla ısındığı için mi hava koşulları da giderek daha fazla istikrarsızlaşıyor? Höppe: İklim değişikliği, ortalama global sıcaklıktaki değişiklik ile tanımlanır. Bizim görebildiğimiz kadarıyla yaşanan hasar temel olarak ısınan iklimin okyanusları da ısıtmasından kaynaklanıyor. Mesela, Kuzey Kutbu Okyanusu’ndaki buz tabakaları yaz geldiğinde ciddi boyutlarda erirler. 2012 yılında ise bu buz örtüsü olağanüstü bir şekilde beklendiğinden çok daha az seviyede geri çekilmişti. Okyanus yüzeyindeki ısı değişiklikleri yüzünden buharlaşan su miktarı fevkalade artmıştı ve buharlaşan bu su aslında bizim zey Amerika’nın üzerindeki sis, duman bulutu yüzünden güneş ışınlarının dünyaya gelmesi engellenmiş ve dolayısıyla hafif bir soğuma etkisi tetiklenmişti. Bunun sonucunda pek çok ülkede çok daha sıkı çevre yasaları çıkarılmıştı ve hava kalitesi tekrar düzelmişti. Bir başka ifadeyle, sıcaklıktaki artış aslında hava kirliliğine neden olan parçacık emisyonu gibi diğer insan kaynaklı süreçlerin arkasına gizlenmişti. Peki ya son 10 yıldır neler olup bitiyor? Höppe: Global sıcaklık artık 1980’ler ve 1990’lardaki kadar hızlı şekilde artmıyor. Son on yılda orantısız sayıda La Niña olayıyla karşılaştık. La Niña ile onun zıddı koşul olan El Niño aslında Güney Pasifik’e has olgulardır, ancak onların dünyanın hemen her yeri üzerinde etkileri vardır. Bunlar okyanus yüzeylerini soğutan (La Niña) veya ısıtan (El Niño) suyla ilgili doğal dalgalanmalardır. La Niña Karbondioksit seviyesi yükseldikçe korkutucu hava olayları çoğalır ki artış. Ayrıca kasırgalarda da büyük miktarlarda artışlar kaydedilmiş, 1980 yılından bu yana görülen kasırga sayısı yaklaşık yüzde 250 oranında artmış. Diğer taraftan, depremler, volkanik patlamalar ve tsunamiler gibi jeofiziksel olaylarda ise kayda değer boyutta ciddi bir artış yaşanmamış. Tüm bunları iklim değişikliğinin üstüne yıkabilir miyiz? Höppe: Kategorik olarak hava şartlarına bağlı belirli bir olayın sadece iklim değişikliği yüzünden gerçekleştiğini söyleyemeyiz. Bununla birlikte, hava koşullarının son 30 yıldır sürekli değiştiğini söylemek de yanlış olmaz. Bu gibi değişiklikler sadece doğal iklim döngüsüne veya en azından bizim bugüne kadar bildiğimiz herhangi bir döngüye işaret ederek açıklanamazlar. Bir başka ifadeyle, bugün burada insan eliyle neden olunan iklim değişikliğinin önemli bir rol oynadığının son derece güçlü göstergeleri var. Kuşkusuz devreye giren başka faktörler de var. Bunların arasında hızlı nüfus artışı ile olağanüstü hava koşullarına sahip hassas bölgelere giden insan sayısında her geçen gün kaydedilen ar- global “hava makinemiz”in altının oyulmasını hızlandırıyordu. Bu sistemin bütününde artık daha fazla enerji var, çünkü buhar yoğunlaşıp bulutları oluşturduğunda kendi içindeki buharlaşma ısısını açığa çıkartır. İşte tropikal kasırgaları, şiddetli gök gürültülerini ve sağanak yağmurlarını tetikleyen de bu enerjidir. Son 15 yıl içinde global ısınmadaki artışın durakladığına dair göstergeler var. Bu nasıl mümkün olabilir? Höppe: Biz şu anda insanoğlunun neden olduğu bazı doğrusal artışlarla etkileşimde olan birkaç doğal iklim döngüsünün söz konusu olduğu karmaşık bir sistemle uğraşıyoruz. Bunun anlamı ise insan kaynaklı artışın farkedilebilir olmadığı veya global sıcaklıkların birkaç yıllık bir dönem boyunca aslında hafifçe düştüğü yinelemeli aşamaların varolduğu gerçeğidir. Bazı durumlarda bu düşüşün sebebi insan kaynaklı etkilerdir. Örneğin, 1960’lar ile 1970’li yılların başlarındaki ortalama global sıcaklıktaki azalıştan, genellikle söz konusu dönemde yaşanan hava kirliliğindeki artış sorumlu tutulur. Avrupa ile Ku- yıllarında ortalama global sıcaklık hafifçe azalır. Ancak bir La Niña yılından diğerine geçildiğinde artışlar görülür. Geçen yıl gerçekten de bir rekor kırılarak en sıcak La Niña yıllarından biri yaşanmıştı. Bir başka ifadeyle, bizim doğal iklim soğuma döngüleri ile insankökenli artışın içiçe geçmiş ve gizlenmiş bir durumumuz var. Bu La Niña döngüsü sona erdiğinde, global sıcaklıkların tekrar artmaya başlayacağını görmeyi umabiliriz. Yani kısaca bu okyanusların bizim havamız üzerinde çok önemli bir etkisi mi var? Höppe: Evet. Bazı araştırmalar dünyadaki okyanusların son birkaç yıl içinde eskiden olduğundan çok daha fazla miktarda ısıyı içine çektiklerini gösteriyor. Bu durum ise insanoğlu tarafından üretilen enerji fazlasının bir kısmının okyanuslara akması anlamına geliyor. Bu olay gerçekleşmeye devam ettiği müddetçe, bize şimdilik bir avantaj sunmaktadır, çünkü bu atmosferin o kadar da çabuk ısınmadığı ve global ısınmanın neden olduğu süreci yavaşlattığı anlamına gelmektedir. Ancak bu ısı halen sistemin içinde kalmaktadır, çünkü okyanuslarda muhafaza edilmekGelecek&Trendler l Şubat 2014 9 169_170_171_172_173_174_175_176_CP_02 Dirençli altyapılar l 1/27/14 Page 10 Röportaj tedir. Sıcak su derinlerden yüzeye yükseldiğinde bu ısıyı atmosfere geri verecektir. Yani şimdilik zaman kazanıyoruz, ancak bu sürecin tamamını durdurmanın başka bir yolu da yok. Halen bu mesele etrafında bazı soru işaretleri var. İklim araştırmacıları, işin içine karmaşık etkileşimlerin girmesinin tüm teorilerini bir dereceye kadar belirsizleştirdiğinin farkındalar. Peki güneş ışınlarındaki dalgalanmaların sıcaklıklar üzerinde ciddi etkisi olabilir mi? Höppe: Güneş ışınları, en kısası yaklaşık 11 yıl süren döngülere tabidirler. Biz şu anda güneş ışını faaliyetlerinin maksimum olduğu ama yine de çok zayıf kaldığı bir aşamadayız. Güneş döngülerinin ortalama global sıcaklık üzerindeki etkisi çok azdır. Belki 0.1 dereceden bile azından sorumludurlar. Gelecekte Sandy’e benzer kaç tane şiddetli sel baskını ve kasırga görmeyi bekleyebiliriz? Höppe: Bunu tahmin etmek çok zor. Kuzey Amerika’da son 30 yılda birçok şeyin değiştiği çok net. Burası fevkalade büyük hasarlara yol açan olağanüstü hava olaylarında en fazla artışın yaşandığı kıta. Kuzey Amerika’da hasara neden olan hava olaylarının sayısı son 30 yıl içinde neredeyse beşe katlandı. Bunların içinde, kar fırtınalarından orman yangınlarına, tornadolara, tropikal kasırgalara, sel baskınlarına ve kuraklıklara kadar her türlü aşırılığa rastlamak mümkün. Tornadolar yani kasırgalara ABD’de çok sık rastlanır çünkü burada Asya ve Avrupa’da olduğu gibi soğuk arktik hava ile sıcak tropikal hava kütlelerini birbirinden uzak tutan sıra dağlar yoktur. Bu yüzden Kuzey Amerika aslında değişikliklerin etkilerini en aşırı formlarda görebileceğiniz bir iklim değişikliği laboratuvarıdır. Peki Avrupa ile Asya’da yaşayan insanların nelerden endişelenmesi gerekir? Höppe: Güney Amerika’nın ardından olağanüstü hava olaylarındaki değişikliğin en az yaşandığı yer Avrupa oldu. Her ne kadar her ikisi de yoğun miktarlarda yağış alacak olsalar da, bu iki kıta özellikle sıcaklık dalgaları ve kuraklıklarda bir artışla yüzleşecekler. Bu şimdiden çok aşikar. Yapılan bir araştırmada, önümüzdeki 30 yıl içinde eskiden “50 yılda bir olan” sel baskınlarının yerini “20 yılda bir olan” sel baskınlarının alacağı tespit edilmiş. Ayrıca yaz aylarında gökgürültülü fırtına faaliyetlerinde de artış göreceğiz. Diğer kı10 6:30 PM Gelecek&Trendler l Şubat 2014 talarda ise iklim değişikliğinin tropikal kasırgalar üzerinde etkisi olacak, örneğin ABD’deki kasırgalar ve Asya’daki tayfunlar üzerinde. İklim değişikliği yüzünden bu kasırgaların daha şiddetli olacağına ve dolayısıyla havadaki su buharının üst seviyelerinden daha fazla enerji alacağına dair elde net göstergeler mevcut. Bu durum, bu tür olayların daha sık olacağı anlamına gelmemekle birlikte, bütün kasırgalar içinde çok şiddetli kasırgaların oranının artacağı anlamına gelir. Yüzyılın geri kalanı için öngörülen hasar hangi seviyelerde? Höppe: Avrupa’da hasar yönetilebilir olarak kalmaya devam edecek. Sigortacılık sistemi bununla başa çıkabilir. Uzmanlar, Almanya’da yaz aylarında çıkan fırtınaların sebep olduğu hasarın maliyetinin gelecek 30 yıl içinde her yıl yüzde bir artarak yaklaşık yüzde 30 yükseleceğine inanıyor. İklim koşullarının zaten kararsız olduğu bölgelerde ise durum çok daha farklı olacak. Örneğin, Hindistan’da iklim değişikliğinin musonların doğasını kökten değiştirebileceğine dair bazı endişeler var. Daha açık söylemek gerekirse, musonların çok daha şiddetlenmesi veya hiç olmaması durumunda ortaya devasa felaketler çıkabilir. İngiliz ekonomist Lord Nicholas Stern, iklim değişikliğiyle mücadele etmek için ciddi önlemler almadığımız takdirde olağanüstü hava olaylarının neden olduğu global hasarın maliyetinin, bu yüzyılın sonuna kadar gayri safi dünya hasılasının yüzde 20’sine çıkabileceğini öngörüyor. Şu anda bu önlemleri alıyormuş gibi de görünmüyoruz. Bundan da en büyük zararı gelişmekte olan ülkelerde yaşayan insanlar görüyor, çünkü iklim koşulları bu ülkelerin çoğunda daha şimdiden normalin ötesinde. Bu yüzden küçücük değişiklikler bile onların nüfuslarının tamamını tehdit eder hale gelebilir. Bunun dışında, bu ülkelerde yaşayan insanların elinde gerekli ayarlamaları yapabilecekleri araçlar da yok. Bizim kurmuş olduğumuz Münih İklim Güvenliği Girişimi (MCII), iklim müzakerelerinin sigortacılık çözümleri kısmıyla ilgileniyor ve bu gibi çözümlerle gelişmekte olan ülkelerin gerekli ayarlamaları yapmalarına yardımcı olunabilir. Daha iyi hazırlanmak için etkilenen bölgeler daha başka neler yapabilirler? Höppe: Yarın hemen en kararlı iklim koruma önlemleri alınmaya başlanmış olsa bile, gel- diğimiz bu noktada iklim değişikliğini engellememiz mümkün olmayabilir. Bu süreci ancak yavaşlatabilir ve görmeyi umduğumuz değişikliklere karşı uyum sağlayabiliriz. Mesela, sel baskınından korunma önlemleri bazında halen yapılacak çok şey var. Aynı zamanda sıcaklık dalgası uyarı sistemleri kurmamız ve hastaneler ile yaşlılar yurdu gibi yerlerde bina yönetimi ve havalandırma sistemlerine de yatırım yapmamız gerekli. Avrupa’da 2003 yılındaki şiddetli sıcaklık dalgası sırasında 70 bin civarında insanın öldüğünü unutmayalım. ABD’nin bina yönetmeliklerini kasırgalarda daha iyi korunma sunmalarını sağlayacak şekilde sıkılaştırması gerekiyor. Ayrıca insanların aslında tampon bölgeler kurulması gereken yerler olan okyanus kıyılarında evler inşa etmekten caydırılmaları da şart. Şimdi uyuyakalıp 50 yıl sonra uyansaydım ve global ısınma aynı hızıyla devam etseydi 2063 yılında karşımda nasıl bir dünya bulurdum? Höppe: Eğer uyandığınız yer Almanya olsaydı, isteyebileceğiniz ilk şey bir klima olurdu çünkü 2003 Temmuz’undaki aşırı sıcaklık dalgaları 2063’te Avrupa’nın her yerinde normal karşılanıyor olacak. 2003 Temmuz’undaki sıcaklık dağılımı eskiden yaklaşık her 500 yılda bir olan havasal bir olaydı. Ancak mevcut iklim modellerinde, 2003’teki gibi bir yaz mevsimi yaşanması olasılığı o kadar yüksek ki içinde bulunduğumuz yüzyılın ortasına gelindiğinde her iki veya üç yılda bir bu durumun yeniden yaşanmasını bekleyebiliriz. İklim değişikliği yüzünden tarımsal faaliyetlerin daha şimdiden zorlaştığı güneydeki bölgelerde ise işler daha da kötüye gidebilir. Eğer bu bölgelerde de hiç birşey yapılmazsa, uzun vadede buradaki insanların yaşamları tehlike altına girebilir ve çok sayıda insan göç etmek zorunda kalabilir. Bu durumda kaçınılmaz bir şekilde yaşam kalitesinin göreceli olarak daha iyi olduğu yerlere yöneleceklerdir. Sonuçta ise göç ettikleri bölgelerde politik gerilimler ve güvenlik sorunları çıkmasına neden olacaklardır. Tahıl üretimi ABD’den Kanada’ya doğru kaydıkça gıda üretimi de önemli bir sorun halini alacaktır. Rusya iklim değişikliğinden büyük ölçüde kazançlı çıkabilir. Fevkalade soğuk olduğu için günümüzde çoğu tarım alanı olarak kullanılmayan uçsuz bucaksız arazileri sayesinde Rusya “dünyanın tahıl ambarı” haline gelebilir. Bir Florian Martini röportajı