Dünyadan Çeviri Bir “iş” olarak seks üzerine – Silvia Federici 1975
Transkript
Dünyadan Çeviri Bir “iş” olarak seks üzerine – Silvia Federici 1975
26.03.2016 Bir “iş” olarak seks üzerine – Silvia Federici 1975 – Dünyadan Çeviri Dünyadan Çeviri dunyadanceviri Çeviri içinde 01 Temmuz 201401 Temmuz 2014 2,129 Words Bir “iş” olarak seks üzerine – Silvia Federici 1975 Seks, çalışma yaşamının disiplininden muaf olduğumuz alandır. Rutinin gerekli bir tamamlayıcısı, iş günlerinin düzenleyicisidir. “Çılgına dönmek”, “kendinden geçmek” için bir ehliye‗ir, bu sayede pazartesileri işimize çok daha tazelenmiş olarak dönebiliriz. (h‗ps://dunyadanceviri.files.wordpress.com/2014/07/activista‑silvia‑federici‑marta‑ jara_ediima20140522_0775_13.jpg) Çeviri: Güleren Eren ‑Serap Güneş Bir “iş” olarak seks üzerine… Seks, çalışma yaşamının disiplininden muaf olduğumuz alandır. Rutinin gerekli bir https://dunyadanceviri.wordpress.com/2014/07/01/birisolarakseksuzerinesilviafederici19752/ 1/5 26.03.2016 Bir “iş” olarak seks üzerine – Silvia Federici 1975 – Dünyadan Çeviri Seks, çalışma yaşamının disiplininden muaf olduğumuz alandır. Rutinin gerekli bir tamamlayıcısı, iş günlerinin düzenleyicisidir. “Çılgına dönmek”, “kendinden geçmek” için bir ehliye‗ir, bu sayede pazartesileri işimize çok daha tazelenmiş olarak dönebiliriz. ‘Cumartesi’, ‘kendiliğinden’liğin istilasıdır, yaşamımızın kapitalist disiplin altındaki rasyonelliğinin içindeki irrasyonelliktir. Çalışmanın karşılığının bu olduğu farz edilir ve ideolojik olarak işten ‘başka’ bir şey olarak pazarlanır. Arzularımızı sürekli baskılamaya, ertelemeye, rafa kaldırmaya, kendimizden bile gizlemeye zorlandığımız bir sosyal ilişkiler evreninde samimi/cinsel ilişkiler kurma ihtimaline sahip olduğumuzun, gerçekten kendimiz gibi davranabildiğimizin varsayıldığı bir özgürlük alanıdır. Vaat edilen bu iken, elimize geçen aslında beklentilerimizin çok gerisindedir. Sadece kıyafetlerimizi çıkartarak doğaya dönemediğimiz gibi, sadece sevişme vakti geldiği için ‘kendimiz’ oluveremeyiz. Aşkın/sevişmenin zamanlaması, koşullar ve bunun için gereken enerji bizim kontrolümüz dışında olduğu sürece kendiliğindenlik imkânsızlaşmaktadır. Bir haftalık çalışmanın ardından bedenlerimizin ve duygularımızın uyuşması, onları bir makine gibi açıveremediğimiz gibi, aynı zamanda ‘kendinden geçme’ halinde açığa çıkan yatakta yeniden doğmaya hazır gizli benliğimizden ziyade çoğunlukla bastırılmış şiddet ve düş kırıklığı olmaktadır. Her şey bir yana, bu kendiliğindenliğin sahte olduğunun her zaman farkındayızdır. Yatakta ne kadar çığlık a‗ığımızın, inlediğimizin, kaç tane erotik egzersiz yaptığımızın bir önemi yoktur. Bunun bir parantez olduğunu ve ertesi gün ikimizin de yeniden medeni kıyafetlerimizi giyeceğini, işe gitmek üzere hazırlanırken beraber kahve içeceğimizi biliriz. Günün ya da haftanın geri kalanı aksi şekilde ilerleyip biz bunun bir parantez olduğunun daha da farkına vardıkça, sosyal olarak belirlenmiş bu sevişme vaktinde “vahşiler”e dönüşmemiz ve her şeyi unutmamız bizim için daha da zorlaşır. Hisse‗iğimiz tedirginliğe engel olamayız. Sevişeceğimizi bilerek soyunduğumuz an deneyimlediğimiz utanç, ertesi sabah sınırları yeniden belirlemekle meşgul olduğumuz sıradaki utanç ve en nihayetinde günün geri kalanında olduğumuzdan tamamen farklıymışız gibi davranmanın utancı hep aynıdır. Bu dönüşüm özellikle kadınlar için acı vericidir; erkeklerse bu konuda uzmanlaşmış gibidirler. Bunun sebebi büyük ihtimalle onların şimdiye kadar işlerinde daha katı bir sistematik ayrıştırmaya maruz kalmış olmalarıdır. Kadınlar, tutkunun sergilendiği gecelerin ertesinde erkeğin bambaşka bir dünyaya uyanabilmesinin, kendisinin onunla herhangi bir fiziksel temas ardından bile toparlanmasının zor olduğu zamanlarda dahi erkeğin böylesine mesafeli kalışının nasıl mümkün olabildiğini hep merak etmişlerdir. Her durumda cinsel ilişkilerin şizofrenik karakteri en çok kadınlara zarar verir. Bunun sebebi sadece günün sonunu omuzlarımızda daha çok iş ve tasayla getirmemiz değil, aynı zamanda cinselliği erkek için tatmin edici kılmaktan sorumlu olmamızdır. Kadınlar bu yüzden cinselliğe erkeklerden daha az heveslidir. Seks bizim için bir iş, bir görevdir. Memnun etme görevi cinselliğimizin içine öyle işlenmiştir ki, haz almanın erkeği heyecanlandırmaktan, ona haz vermekten geçtiği öğretilmiştir bize. Bizden beklenen bir rahatlatma olduğu için, kaçınılmaz biçimde erkeklerin bastırılmış şiddetini boşaltan bir nesneye dönüşüveririz. Hem yataklarımızda hem sokaklarda tecavüze uğrarız çünkü tam anlamıyla cinsel tatmini sağlamakla mükellef hale getirilmiş, her ters giden şeyin emniyet supabı olmuşuzdur ve biz bu role uyum sağlamadığımızda, özellikle de karşı çıktığımızda erkekler öůelerini bize yöneltme hakkına her zaman sahip olmuşlardır. Cinselliğimizi sakatlayan pek çok şeyden biri onu bölümlere ayırıyor oluşumuzdur. Emek https://dunyadanceviri.wordpress.com/2014/07/01/birisolarakseksuzerinesilviafederici19752/ 2/5 26.03.2016 Bir “iş” olarak seks üzerine – Silvia Federici 1975 – Dünyadan Çeviri Cinselliğimizi sakatlayan pek çok şeyden biri onu bölümlere ayırıyor oluşumuzdur. Emek gücünün yeniden üretiminin cinselliğimiz üzerinde baskın olmasıyla heteroseksüellik onaylanabilir tek cinsel davranış kalıbı olarak kabul edilegelmiştir. Gerçekteyse her özgün iletişim biçimi bir cinsel içeriğe sahiptir; çünkü bedenimiz ve duygularımız bölünmezdir ve biz her daim, her düzeyde iletişim kurarız. Kadınlarla cinsel temas yasaklanmıştır çünkü burjuva ahlakında üreme temelli olmayan hiçbir ilişki doğal değildir, tuhaftır, sapıklıktır. Hayatımızın daha ilk evrelerinde âşık olabileceğimiz insanlarla sadece konuşmakla yetinmemiz gerekenler, bedenlerimizi açabileceklerimizle sadece ‘ruhlarımızı’ açabileceklerimiz, dostlarımız ve âşıklarımız arasındaki ayrımı öğrenmemizi gerektirdiğinden, bu, bize şizofrenik bir durumun dayatılması anlamına geldi. Sonuç, kadın arkadaşlarımıza bedensiz ruhlar, erkek âşıklarımıza ise ruhsuz bedenler olmamız. Ve bu bölünme, bedenlerimizde ve hislerimizde neyi kabul edip etmediğimiz açısından, bizi yalnızca diğer kadınlardan değil kendimizden de ayırıyor, açıkça göstermek için var olan ‘temiz’ kısımlar ve yalnızca gerdek gecesi, üretim noktasında gösterilebilecek ‘kirli,’ ‘gizli’ kısımlar. Üretim açısından da aynı kaygı cinselliğin, özellikle de kadında, yaşamlarımızın belirli dönemlerine sıkıştırılmasını istedi. Cinsellik, yaşlı kadınların yanı sıra çocuklarda ve genç kadınlarda bastırıldı. Dolayısıyla, cinsel olarak aktif durumda olmamıza izin verilen yıllar, çalışma yükünü en fazla taşıdığımız yıllar oldu, böylelikle, cinsel deneyimlerimizden haz almak maharet haline geldi. Fakat seksten haz alamamamızın ana sebebi, kadınlar için seksin iş olması; haz vermek her kadından beklenen bir şey. Cinsel özgürlüğün de faydası yok. ‘Sadakatsizlik’ yaptığımızda veya bakire olmadığımız ortaya çıktığında taşlanarak öldürülmemek şüphesiz önemli bir şey. Ancak cinsel özgürlük daha fazla iş yükü demek. Geçmişte sadece çocuk yetiştirmemiz bekleniyordu. Artık ücretli bir işimizin olması, yine de evi temizlememiz ve çocuk sahibi olmamız, çifte işgününün sonunda ise, yatağa atlayıp cinsel açıdan çekici olmamız bekleniyor. Ayrıca bundan zevk de almalıyız (ki bu pek çok işte beklenen bir şey değildir) çünkü bezgin bir performans erkekliğe hakaret sayılır. Son yıllarda bedenlerimizin hangi kısımlarının (vajina mı yoksa klitoris mi) cinsel açıdan daha üretken olduğuna dair bunca araştırma tam da bu yüzden yapılıyor. Fakat ister özgürleştirilmiş isterse bastırılmış şekilde olsun, cinselliğimiz yine de kontrol altında. Yasa, tıp ve erkeğe olan ekonomik bağımlılığımız bunu garanti altına alıyor, kurallar gevşemiş olsa da, cinsel hayatlarımızda içimizden geldiği gibi davranmak halen imkânsız. Ailedeki cinsel baskılama bu kontrolün bir işlevi. Bu açıdan babalar, abiler, kocalar, pezevenkler, bunların tümü devlet ajanı olarak işlev görüyorlar. Seks işçiliğimizin süpervizörlüğünü yapıyorlar ve kurulu, toplumsal olarak onaylanmış üretim normlarına göre cinsel hizmet sağlamamızı temin ediyorlar. Ekonomik bağımlılık, cinselliğimiz üzerindeki denetimin temel aracı. Seks işçiliğinin kadınlar için halen ana mesleklerden biri olmasının ve her cinsel deneyimin fuhuş olarak mimlenmesinin sebebi bu. Bu şartlar altında, bizim için ne sekste herhangi bir kendiliğindenlik olabilir ne de cinsel haz gelip geçici bir şeyin ötesine geçebilir. İşin içinde bir alışveriş olduğundan ve erkeklere haz verme görevi yüzünden, kadınlar açısından cinselliğe daima anksiyete eşlik eder ve eviçi emeğin en çok kendinden nefret etmeye neden olan kısmı budur. Ayrıca, kadın bedeninin metalaştırılması da şekli veya formuna bakmadan bedenlerimizden memnun olmamızı imkânsız kılar. Çok az kadın erkeklerin karşısında isteyerek soyunur çünkü erkek olsun kadın olsun, kentlerimizdeki her duvarda ve 3/5 https://dunyadanceviri.wordpress.com/2014/07/01/birisolarakseksuzerinesilviafederici19752/ 26.03.2016 Bir “iş” olarak seks üzerine – Silvia Federici 1975 – Dünyadan Çeviri karşısında isteyerek soyunur çünkü erkek olsun kadın olsun, kentlerimizdeki her duvarda ve her dergide ve TV ekranında yüzümüze vurulan ve herkesin gayet bilincinde olduğu yüksek güzellik standartlarına göre değerlendirileceklerini bilirler. Görünümümüzün yargılanacağını ve bir şekilde kendimizi pazarlıyor olduğumuzu bilmek, kendimize olan güvenimizi ve bedenlerimizle barışıklığımızı mahveder. Bu nedenle ister sıska ister dolgun, ister uzun ister kısa burunlu, uzun veya kısa boylu olalım, hepimiz bedenimizden nefret ederiz. Nefret ederiz çünkü ona karşılaştığımız erkeklerin gözlerinden, dışarıdan ve aklımızda yer etmiş beden pazarından doğru bakmaya alışmışızdır. Nefret ederiz çünkü onu pazarlanması gereken bir şey, bizden neredeyse bağımsız hale gelmiş ve daima tezgahta olan bir şey olarak düşünmeye alışmışızdır. Nefret ederiz çünkü ne çok şey ona bağlı, biliriz. Ona bağlı olarak iyi veya kötü bir işimiz olabilir (evlilikte veya evin dışındaki işte), belirli bir toplumsal güç, bu toplumda bizi bekleyen yalnızlıktan kaçabileceğimiz dostluklar elde edebiliriz. Ve bedenimiz bize yüz çevirebilir, kilo alabilir, kırışabilir, hızlı yaşlanabilir, insanların artık farkımıza varmamasına, cinsel ilişki hakkımızı kaybetmemize, dokunulma veya sarılma şansımızı kaybetmemize neden olabilir. Kısacası, rol yapmakla çok meşgulüz, memnun etmekle çok meşgulüz, başarısızlıktan, sevişmekten haz almaktan ödümüz kopuyor. Her cinsel ilişki bize ne değer verileceğini belirliyor. Bir erkeğin yatakta iyi olduğumuzu söylemesi, biz zevk almış mıyız almamış mıyız önemi olmadan, daima büyük bir memnuniye‗ir; sahip olduğumuz güce dair gururumuz okşanır, sonrasında bulaşığı gene kendimiz yıkayacağımızı bilsek bile. İşin içindeki alışverişi unutmamıza asla izin verilmez çünkü bir erkekle olan aşk ilişkimizdeki değer ilişkisini asla aşamayız. Her cinsel deneyimimize hükmeden soru ‘Ne kadar?’dır. Pek çok cinsel deneyimimiz hesaplarla geçer. Yatakta iç çeker, inler, ağlarız, soluk soluğa kalır, hoplar zıplarız ama bu arada zihnimiz sürekli ‘ne kadar’ sorusu ile meşguldür: Kendimizi kaybetmeden veya düşürmeden kendimizden ne kadarını verebiliriz, karşılığında ne alacağız? İlk randevumuzda soru, karşımızdakinin ne kadar alacağına izin verebileceğimizdir: elini eteğimizden sokabilir mi, bluzumuzu açabilir mi, parmaklarını iç çamaşırımızın içine sokabilir mi? Hangi noktada ona dur demeliyiz, ne kadar şiddetli reddetmeliyiz? ‘Kolay’ olduğumuzu düşünmeden önce ondan hoşlandığımızı ne kadar söyleyebiliriz? Fiyatı yüksek tut, kural budur, en azından bize öğretilen birinci kural. Yataktaysak hesaplamalar daha da karmaşıklaşır, çünkü hamile kalma olasılığımızı da hesap etmek zorundayızdır, dolayısıyla, inlemeler, nefes nefese kalmalar ve diğer tutku gösterileri arasında, regl günlerimizi saymak zorundayızdır. Cinsel eylemde orgazm yokken tatmin olmuş görünmek ekstra bir iştir ve zordur. Çünkü rol yaparken ne kadar ileri gidebileceğinizi asla bilemezsiniz ve yeterince iyi rol yapamamış olma korkusuyla her zaman fazla rol yapmış olursunuz. En sonunda, hiçbir şey olmadığını kabul edebilmek, epeyce mücadele ve kolektif toplumsal gücümüzde bir sıçrama gerektirir. h‗p://www.commoner.org.uk/wp‑content/uploads/2012/02/05‑federici.pdf (h‗p://www.commoner.org.uk/wp‑content/uploads/2012/02/05‑federici.pdf) Çevirenlerin (Güleren‑Serap) notu: 1975 ABD’si koşullarında yazılan bu metin, 2 dalga feminizmin cinsel özgürlük tartışmasından cumartesileri kapitalizmin çemberinden kurtulabilen işçi kadınlara dek, yazıldığı dönem bağlamında okunması gereken yanlar içeriyor. Etiketler: Çeviri, Feminizm, https://dunyadanceviri.wordpress.com/2014/07/01/birisolarakseksuzerinesilviafederici19752/ 4/5 26.03.2016 Bir “iş” olarak seks üzerine – Silvia Federici 1975 – Dünyadan Çeviri Feminizm, Seks işçiliği, Silvia Federici “Bir “iş” olarak seks üzerine – Silvia Federici 1975” üzerine 3 yorum İtaatsiz e‑Dergi dedi ki: 21 Ekim 2014, 11:49 | Düzenle Reblogged this on itaatsiz.org. Cevapla Geri bildirim: Önsöz: Bakım İşi ve Müşterekler – Massimo De Angelis* | Dünyadan Çeviri | Düzenle Geri bildirim: Bir “iş” olarak seks üzerine – Silvia Federici (1975) | Bacılar Kıraathanesi | Düzenle WordPress.comʹda ücretsiz bir web sitesi ya da blog oluşturun. | Tema: Raam Dev tarafından Independent Publisher. https://dunyadanceviri.wordpress.com/2014/07/01/birisolarakseksuzerinesilviafederici19752/ 5/5 26.03.2016 Cadı Hikayeleri: Silvia Federici ile röportaj – Dünyadan Çeviri Dünyadan Çeviri dunyadanceviri Çeviri içinde 18 Nisan 201510 Mayıs 2015 2,508 Words Cadı Hikayeleri: Silvia Federici ile röportaj (https://dunyadanceviri.files.wordpress.com/2015/04/cadilar.jpg ) Çeviren: Serap Güneş Giriş Caliban ve Cadı: Kadınlar, Beden ve İlksel Birikim (Otonom) kitabında, İtalyan feminist Silvia Federici, cadı katliamlarını kadınları evcilleştiren [eve hapseden], onlara işgücünün yeniden üretimini karşılıksız bir angarya olarak dayatan bir kapitalist sistemin temeli olarak https://dunyadanceviri.wordpress.com/2015/04/18/cadihikayelerisilviafedericiileroportaj/ değerlendiriyor. Federici, yeniden üretim işinin bu gelişme şeklinde, kadın hareketi için 1/6 26.03.2016 Cadı Hikayeleri: Silvia Federici ile röportaj – Dünyadan Çeviri değerlendiriyor. Federici, yeniden üretim işinin bu gelişme şeklinde, kadın hareketi için merkezi bir mücadele alanı görüyor. Bu ne bir masal ne de sadece cadılarla ilgili. Cadılar, diğer kadınlara ve yakından ilişkili olan karakterlere genişliyor: kafir, şifacı, ebe, itaatsiz karı, tek başına yaşamaya cüret eden kadın, efendinin yemeğine zehir katan ve kölelerin isyanına ilham veren büyücü kadın. Kapitalizm, ilk ortaya çıkışından bu yana bu kadınlarla ö㏿eli ve dehşetli bir şekilde uğraşıyor ve savaşıyor. Caliban ve Cadı’da Federici bu sembolik kadın figürü ile ilgili temel sorular soruyor: Kapitalizm, başlangıcından bu yana, neden bu kadınlara karşı savaş yürütmek zorunda? Cadı avları, neden tarihin en zalimane ama yine de en az kayda geçmiş katliamlarından biri? Bu kadınlar kazığa bağlandığında neyin ortadan kaldırılacağı düşünülüyor? Bu kadınlarla Amerika’daki plantasyonların siyah köleleri arasında bir paralellik kurmak neden mümkün? Kitabının başlığı iki Shakespeare karakterinden geliyor: Caliban, sömürgecilik karşıtı bir isyancı, direnen bir köle işçi; İngiliz yazarın geri planda tu←5uğu Cadı ise artık sahnenin önünde: onun yok oluşu, kadınların evcilleştirilmesinin başlangıcını, doğurmaya otonomi kazandıran bilginin çalınmasını, anneliğinin angaryaya dönüştürülmesini, yeniden üretim işinin “iş olmayan”a indirgenmesini ve komüniter topraklara el konulması eşliğinde fahişeliğin yaygın şekilde artışını temsil ediyor. Caliban ve Cadı adları, birlikte sermayenin yalnızca bedenlere değil, aynı zamanda direnen avam ve itaatsiz figürlere de dayatmak istediği disiplinin ırkçı ve cinsiyetçi boyutunu sentezliyor. Verónica Gago: ABD’de feminist militanlığa nasıl başladınız? Silvia Federici: Feminizmimin kökenleri öncelikle bir kadın olarak 50’ler İtalya’sı gibi baskıcı bir toplumda büyüme deneyimimden kaynaklanıyor: antikomünist, patriarkal, Katolik ve savaş tarafından yere serilmiş bir ülke. İkinci Dünya Savaşı İtalya’da feminizmin gelişmesinde etkili oldu çünkü kadınların devlet ve aile ile ilişkisinde bir kopuşma anına işaret ediyor, çünkü kadınların kendi ayakları üzerinde durmaları gerektiğini, kaderlerini erkeklerin ve patriarkal ailenin eline teslim edemeyeceklerini ve onları katledilmeye yollayacak bir devlet için daha fazla çocuk üretmek zorunda olmadıklarını anlamalarını sağladı. Teorik kökenler neler? Teorik olarak feminizmim daha çok İtalya’daki işçilerin otonomisi hareketinden ve işsiz hareketlerinden, sömürgecilik karşıtı hareke←5en ve sivil haklar hareketlerinden ve ABD’deki Black Power hareketinden gelen temaların bir karışımı. 70’lerde, çoğunluğu siyah kadınlardan oluşan ve çocukları için devlet yardımı elde etme mücadelesi veren bir hareket olan Ulusal Refah Hakları Hareketi’nden etkilendim. Bizim için bu feminist bir hareke←5i çünkü bu kadınlar ev işinin ve çocuk bakımının tüm işverenlerin faydalandığı toplumsal emek olduğunu ve ayrıca devletin toplumsal yeniden üretimde yükümlülükleri olduğunu göstermek istiyorlardı. Birincil hedefimiz ev işinin kişisel bir hizmet olmayıp gerçek iş olduğunu göstermekti, çünkü işgücünü üreten iş olduğu için tüm diğer iş formlarının sürmesini sağlayan bu işti. Ev içi emeğin daha geniş bir anlamda görülmesini sağlama fikriyle konferanslar, etkinlikler, gösteriler organize e←5ik: cinsellikle iç içe geçmişliğinde, çocuklarla olan bağlantısında ve al←5a yatan faktörleri ve yeniden üretim kavramını değiştirme ve bu meseleyi siyasi çalışmanın merkezine yerleştirme ihtiyacını daima vurgulayarak. https://dunyadanceviri.wordpress.com/2015/04/18/cadihikayelerisilviafedericiileroportaj/ 2/6 26.03.2016 Cadı Hikayeleri: Silvia Federici ile röportaj – Dünyadan Çeviri Ücret için ve ücrete karşı Peki ya ücret için mücadele ile ücrete karşı mücadele arasındaki çelişki meselesi? Kadınlar ev işi için ücret mücadelesi verdiklerinde aynı zamanda bu işe karşı da mücadele veriyorlar çünkü ev işi ancak ve ancak karşılıksız olduğu sürece devam edebilir. Kölelik gibi bir şeydir. Ev işi için ücret talebi, kadın köleliğini normal bir şey olmaktan çıkardı. Dolayısıyla, ücret nihai hedef değil fakat kadınlar ile sermaye arasındaki iktidar ilişkilerinin değişmesini sağlamak için bir araç, bir strateji. Mücadelemizin hedefi, karşılıksız karakteri nedeniyle doğallaşmış olan sömürücü köle emeğini toplumsal olarak kabul gören işe dönüştürmek; Caliban ve Cadı’da “ücret patriarkası” olarak adlandırdığım maskülin ücretin kadınların yeniden üretim emeğini kontrol etme gücüne dayalı olan cinsel işbölümünü yıkmak. Aynı zamanda, bunun daima bir kadın yükümlülüğü, bir kadın uğraşı olarak değerlendirilmesi olgusunun yara←5ığı tüm suçluluğun ötesine geçmeyi öneriyoruz. Yani ev işi konusunda aynı anda hem bir ret hem de bir yeniden değerli kılma söz konusu? Ret, yeniden üretimin kendisine yönelik değil, ama evet, kendileri için değil de işgücü piyasası için yeniden üretim olduğu ölçüde, erkek ve kadın herkesin, toplumsal yeniden üretimi yaşaması zorunlu kılınan koşulun reddi. Bizim için, yeniden üretim emeğinin ikili karakteri merkezi bir tema; yaşamı, yaşama olanağını, kişiyi yeniden üreten ve aynı zamanda da işgücünü yeniden üreten: Bu denli denetim altında olmasının sebebi bu. Bize göre, çok özel bir emekle karşı karşıyayız ve bu nedenle bir insanı yeniden üretmekle ilgili kilit soru şu: [yeniden üretim emeğine] ne için veya hangi işlevi için değer biçilmeli? Kişinin kendisi için mi yoksa pazar için mi değer biçilmeli? Kadınların ev işi için mücadelesinin, merkezi bir antikapitalist mücadele olduğunu anlamak önemli. Gerçekten de toplumsal yeniden üretimin kökenine iniyor, kapitalist ilişkilerin dayandığı köleliği alt üst ediyor ve proletaryanın bedeninde yara←5ıkları iktidar ilişkilerini alt üst ediyor. Ev içi emeğin merkeze yerleştirilmesi, kapitalizmin analizinde ne gibi bir değişim yaratıyor? Emek gücünün doğal bir şey olmadığının, kendini üretmesi gerektiğinin kabulü, tüm yaşamın bir üretim gücü haline gelmesinin ve tüm ailenin ve cinsel ilişkilerin üretim ilişkileri haline gelmesinin kabulü anlamına geliyor. Bu, kapitalizmin yalnızca fabrika içinde gelişmediğini, daha ziyade toplum içinde geliştiğini ve toplumun, kapitalist birikimin temel bir zemini olarak bir kapitalist ilişkiler fabrikası haline geldiğini söylemek anlamına geliyor. Bu sebeple ev içi emek, toplumsal cinsiyet ayrımı, erkekler ile kadınlar arasındaki ilişkiler, kadınlık modelinin inşası söylemi, temel önemde. Bugün örneğin, küreselleşmeye yeniden üretim emeği perspektifinden bakmak, göç sürecini yönlendirenlerin, neden ilk kez kadınlar olduğunu anlamamızı sağlıyor. Küreselleşmenin ve dünya ekonomisinin liberalizasyonunun tüm dünyada ülkelerin yeniden üretim sistemlerini mahve←5iğini ve bugün neden kadınların yeniden üretim yolları bulmak ve kendi yaşam koşullarını geliştirmek için topluluklarını, yerlerini terk e←5iğini anlamamızı sağlıyor. https://dunyadanceviri.wordpress.com/2015/04/18/cadihikayelerisilviafedericiileroportaj/ 3/6 26.03.2016 Cadı Hikayeleri: Silvia Federici ile röportaj – Dünyadan Çeviri Üçüncü Dünya’daki deneyim 80’lerde Nijerya’daki yaşamınız ilgi alanlarınızı nasıl etkiledi? Nijerya’da yaşamak çok önemliydi çünkü orada Afrika gerçeği ile, “gelişmemiş” denilen dünya ile tanıştım. Çok eğitici bir süreçti. Tam da IMF’den borç alınıp alınmaması üzerine yoğun toplumsal tartışmaların olduğu (üniversitelerde de) bir dönemde (1984‑1986), büyük borç krizinin başlangıcı sonrası ve petrol patlamasının yara←5ığı kalkınma döneminin sonunda oradaydım. Liberalizasyonun başlangıcını ve bu programın toplum ve okullar için sonuçlarını gördük: kamu harcamalarında kapsamlı değişiklikler, sağlık ve eğitim harcamalarının kesilmesi, IMF’ye ve yapısal uyum programına karşı bir dizi öğrenci mücadelesinin başlangıcı. Bunun sadece yoksulluktan kaynaklanan bir çatışma olmadığı, aynı zamanda siyasi yeniden sömürgeleştirme programına karşı bir protesto da olduğu kesindi. Bu ülkelerin kapitalist yeniden sömürgeleştirilmesi çerçevesinde yeni bir uluslararası işbölümünün nasıl yaratıldığını net şekilde görebiliyorduk. Bir müşterek mallar teması var, özellikle de daha sonra belirginleşen, müşterek toprak meselesi… Evet. Nijerya’da öğrendiğim diğer önemli şey toprak meselesi oldu. Nüfusun büyük kısmı komünal mülkiyet rejimi altında topraktan geçiniyordu. Özellikle kadınlar açısından, toprağa erişim geçim yollarını büyütme imkanı, kendilerini ve ailelerini pazara bağımlı kalmaksızın yeniden üretme imkanı anlamına geliyordu. Bu dünya anlayışımın önemli bir parçası haline gelen bir şey. Nijerya’da kaldığım süre enerji, petrol ve dünya çapında petrol şirketleri tarafından körüklenen savaş konusundaki kavrayışımı da geliştirdi. Nijerya’da 80’lerde yaşanan şey, Avrupa’da on yıl sonra yaşanan şeyle aynı: önce kamu üniversitesinin, sonrasında şirket tarzında dönüştürülmesi amacıyla, yoksullaştırılması, ki bu nedenle üre←5iği bilgi tamamen pazara yönelik ve bu trendin dışında kalan her şey değersiz. Müşterek mallar neler? Müşterek mallar söylemi nereden geliyor? 60’lar ve 70’ler hareketlerinin söyleminde “müşterek” kavramı yoktur. Birçok şey adına mücadele verildi ama şimdi anladığımız anlamıyla müşterekler için değil. Bu kavram, özelleştirmelerin, tüm bedene, bilgiye, toprağa, havaya ve suya el koyarak piyasalaştırma girişiminin bir sonucu. Sonuç bir reaksiyon olmakla kalmadı, müşterek hayatımız fikrine gerçek anlamda yeni bir siyasi bilinçlilik atfedildi ve bu, yaşamlarımızın komünitaryen boyutu hakkında düşünmeyi tetikledi. Dolayısıyla, istimlak, müştereğin üretimi ve bir yaşam konsepti olarak müştereğin, toplumsal ilişkilerin önemi arasında çok güçlü bir ilişki veya alakalılık söz konusu. Feminist teorileştirmelerin müşterek meselesi açısından etkisi nedir? Müştereği feminist bakış açısından formüle etmek kritik önemde çünkü şu anda, kadınlar müşterek kaynakların savunulmasında ve daha yaygın toplumsal işbirliği formlarının inşasında en çok yatırım yapılanlar [mücadelede]. Dünya genelinde, kadınlar geçimlik tarım üreticileri, toprak özelleştirildiğinde en büyük bedeli ödeyenler onlar; örneğin Afrika’da, geçimlik tarımın yüzde 80’i kadınlar tarafından üretiliyor ve dolayısıyla, toprağın ve suyun komünal mülkiyetinin varlığı onlar açısından temel önemde. Son olarak, feminist perspektif, https://dunyadanceviri.wordpress.com/2015/04/18/cadihikayelerisilviafedericiileroportaj/ 4/6 26.03.2016 Cadı Hikayeleri: Silvia Federici ile röportaj – Dünyadan Çeviri komünal mülkiyetinin varlığı onlar açısından temel önemde. Son olarak, feminist perspektif, topluluğun ve hanenin örgütlenmesi ile ilgileniyor. Beni şaşırtan bir şey şu; tüm müşterek tartışmalarında, toprak ve interne←5en söz ediliyor ama evden bahseden yok! Benim mücadeleye başladığım yer olan feminist hareket daima cinsellik, çocuklar ve evden söz ediyordu. Ve sonrasında, tüm feminist, ütopik sosyalist ve anarşist geleneğin bu konulara nasıl yaklaştığını çok merak e←5im. Ev, alan ve aile konusunda bir söylem yaratmalıyız ve bunu müşterek politikasının merkezine koymalıyız. Bugün yeni komünitaryen modeller yaratan pratiklere duyulan ihtiyacı görüyoruz. Bundan neyi kastediyorsunuz? Örneğin ABD’de, yaygınlaşan zorla ev boşaltmalar yüzünden sokaklarda, bir çeşit kamp benzeri yerlerde yaşayan binlerce insan var. Şu anda California’da konut krizinden kaynaklı olarak kamplar mevcut. Günlük toplumsal ilişkinin yapısının çözüldüğü bir moment bu ve yeni bir toplumsallık ve işbirliği formuna yönelik bir olasılık mevcut. Bu anlamda Arjantin’deki evden atılmış kiracılar hareketinde birçok insanın hayatlarını müşterekleştirmesinin gerektiği bir moment olarak görebileceğimiz şeyin temel önemde olduğunu düşünüyorum. Bu kesin bir şekilde komünitaryen pratiğin yeniden icadı. Cadılar Meclisi Cadı avlarının amacını nasıl özetlersiniz? Cadı avları, kadınların, emeklerinin ve cinsellikleri ile yeniden üretim güçlerinin devletin denetimi altına sokulduğu ve ekonomik kaynaklara dönüştürüldüğü patriarkal düzenin inşasının aracı oldular. Bu şu demek, cadı avcıları, belirli bir suçu cezalandırmaktan çok, artık hoş görmedikleri ve toplumun gözünde de tiksindirici görülmesi gereken genelleşmiş kadın davranışı formlarını ortadan kaldırmakla ilgileniyorlardı. Bu nedenle suçlama binlerce kadına yayılabildi… Cadılık suçlaması, dikkat çekici şekilde, İngiliz hukuk sistemine aynı dönemde giren “ihanet” ve günümüzdeki “terör” suçlaması ile benzer bir işlev gördü. Suçlamanın muğlaklığı – cadılığın bir yandan azami dehşet uyandırıcı bir şey iken, diğer yandan kanıtlanması imkansız bir şey olması – yaşamın en sıradan yönleri hakkında olmak da dahil, şüphe uyandırma hedefi ile, her türden protestoyu cezalandırmak için kullanılabileceği imasını taşıyordu. Cadı avlarıyla, kadınların otonomisine karşı büyük bir savaş verildiği söylenebilir mi? Çitlemelerin komünal toprakları köylülerden zorla almasındaki ile aynı şekilde, cadı avları da, kadınları işgücünü üretme makineleri işlevi görmelerini engelleyecek tüm engellerden “özgürleştirerek”, onlardan bedenlerini zorla aldı. Kazığa bağlanıp yakılma tehdidi, kadınların bedenlerinin çevresine, komünal toprakların çitlenmesindekinden daha büyük, dehşetli bariyerler dikti. Aslında kadınların komşularını, dostlarını ve akrabalarını kazığa bağlanmış yakılırken görmelerinin; gebeliği önlemeye dönük herhangi bir girişimin şeytani bir sapkınlığın ürünü olarak algılanacağını fark etmelerinin, üzerlerinde bıraktığı etkiyi hayal edebiliriz. Kaynak (h←5ps://viewpointmag.com/2015/04/15/witchtales‑an‑interview‑with‑silvia‑federici/) https://dunyadanceviri.wordpress.com/2015/04/18/cadihikayelerisilviafedericiileroportaj/ 5/6 26.03.2016 Cadı Hikayeleri: Silvia Federici ile röportaj – Dünyadan Çeviri Kaynak (h←5ps://viewpointmag.com/2015/04/15/witchtales‑an‑interview‑with‑silvia‑federici/) Etiketler: Beden politikaları, Cadı avları, Ev içi emek, Ev işi, Feminizm, Kadın Emeği, Kapitalizm ve kadın emeği, Silvia Federici, Toplumsal cinsiyet, Toplumsal yeniden üretim, Yeniden Üretim WordPress.comʹda Blog Oluşturun. | Tema: Raam Dev tarafından Independent Publisher. https://dunyadanceviri.wordpress.com/2015/04/18/cadihikayelerisilviafedericiileroportaj/ 6/6 26.03.2016 Giriş: Bakım İşi ve Müşterekler – Camille Barbagallo ve Silvia Federici (The Commoner) – Dünyadan Çeviri Dünyadan Çeviri dunyadanceviri Çeviri içinde 23 Ocak 201512 Şubat 2016 6,622 Words Giriş: Bakım İşi ve Müşterekler – Camille Barbagallo ve Silvia Federici (The Commoner) (h旆ຕps://dunyadanceviri.files.wordpress.com/2015/01/kadin‑ev‑isleri‑dava‑aa.jpg) The Commoner’ın bu sayısında, hem ücretli hem de ücretsiz formda, bakım işini ve daha genel olarak, çocuk bakımı, ev işi, seks işi ve yaşlı bakımından başlayarak, insanı ve meta emek gücünü yeniden üreten faaliyetler ve hizmetler birleşimi anlamında, yeniden üretim işini tartışmaya başlıyoruz. Amacımız, küresel ekonominin geçtiğimiz otuz yılki neoliberal yeniden yapılandırılmasının, bu işin örgütlenmesini nasıl yeniden şekillendirdiğini incelemek. Özel olarak ise, bedenlerimizi ve arzularımızı nasıl dönüştürdüğünü, evlerimizi, ailelerimizi ve toplumsal ilişkilerimizi nasıl yeniden yapılandırdığını, daha da önemlisi, kadınların, yeniden üretim emeğinin yeni koşullarına yanıt olarak verdikleri mücadelelerin neler olduğunu ve bu1/11 https://dunyadanceviri.wordpress.com/2015/01/23/bakimisivemustereklergiriscamillebarbagallovesilviafederici/ 26.03.2016 Giriş: Bakım İşi ve Müşterekler – Camille Barbagallo ve Silvia Federici (The Commoner) – Dünyadan Çeviri üretim emeğinin yeni koşullarına yanıt olarak verdikleri mücadelelerin neler olduğunu ve bu bağlamda ortaya çıkan yeni işbirliği formlarını inceliyoruz. Yeniden üretim işine ve özel olarak da bakım işine odaklanırken, bu konuda üretilmiş veya miras kalmış feminist ve Marksist bilgi birikimine yeniden göz atıyor ve bu bilgi birikiminin, kadınların sınırlar arasında, şehirlere, evliliklerin dışında, ücretli işe, geleneksel toplumsal cinsiyet rollerinin dışına, yaşlılığa ve anneliğin içine ve dışına doğru artan hareketliliği ile, yeniden üretim alanında yaşanan gelişmelere karşı, işe yararlığını sınıyoruz. Ayrıca, yeniden üretim/bakım işi ile göç, toplumsal cinsiyet, ırk, emek ilişkilerinin kesişimini ve hem “özel” alanda gerçekleştirilen işin hem de bu işi gerçekleştiren öznelerin değişen doğasını da inceliyoruz. Bu analize girişmenin önemli olduğuna inanıyoruz çünkü “yeniden üretim” konusundaki mücadele, diğer tüm mücadelelerin ve “kendi kendini yeniden üretim hareketlerinin” merkezinde, yani kendimizi yeniden üretmenin getirdiği ihtiyaçları, deneyimleri ve pratikleri göz ardı eden hiçbir mücadele sürdürülebilir olmadığı için, politik işi yaşamlarımızın yeniden üretimi için gerekli faaliyetlerden ayırmayan hareketlerin gelişiminin merkezi. Ayrıca, küresel ekonomik krizin yoğunlaşması ve kurumsallaşması, ne devletin ne de piyasanın haya旆ຕa kalmamızı garantileyebildiği her gün daha da netleşirken, toplumsal yeniden üretimin daha otonom formlarının inşasından başlayarak, kapitalizm içinde yaşama bir alternatif inşa etme gerekliliğini yeni bir aciliyetle ortaya çıkarıyor. Dolayısıyla, yeniden üretim işine dâhil olan (ki bu hepimiziz) insanlar olarak, yalnızca yeniden üretim emeğini değil, genel olarak işi ve evi dönüştürmek isteyen toplumsal hareketlerdeki insanlarla fikirleri, soruları ve araştırmaları paylaşmaya açığız. Aklımızda bu amaçla, yeniden üretimin uluslararası olarak yeniden örgütlenmesinin kapsamlı bir analizini vermekten ziyade, bu görev için en kritik soruların bazılarını araştırmamıza yardımcı olacak bir dizi belge, görüşme ve makale seçtik. Yeniden üretim faaliyetlerinin ilişkisel karakterini vurgulayan “bakım işi” kavramının, büyük ölçüde yapay olduğunu fark ederek başlıyoruz. Çünkü tüm bakım işi ev içi emek gerektiriyor ve tüm ev içi emek, az ya da çok, bir miktar bakım işi gerektiriyor. Ancak, birçok yeniden üretim görevinin piyasalaştırılmasından kaynaklanan bu ayrım, pratik bir amaca sahip. Ev içi işçilerin işverenleriyle pazarlıklarında, işe alındıkları görevler ve faaliyetler konusunda anlaşmaya varmasına ve kendilerinden işlerinin parçası olarak neler istenebileceğine sınırlar koymasına yardımcı oluyor. Örneğin, evinizi temizlemek için işe girdiysem, temizliğe geldiğim gün hasta olduğu için evde kalan altı yaşındaki çocuğunuza bakmak, bir temizlikçi olarak iş tanımımın dışında olacaktır. Bakım işinin ev içi işten ayrı olarak ifade edilmesi, farklı yeniden üretim işleri için gereken çeşitli becerileri de vurguluyor ve muhtemelen yeniden üretim faaliyetlerinin toplumsal değerini artırıyor. Fakat ayrım, günümüz sosyoloji literatüründe sıkça yapıldığı gibi, dışlar şekilde anlaşılmamalı. Çünkü üstüne bir de giysilerini yıkama, asma ve katlama veya oynadıkları ya da dinlendikleri yerleri süpürüp silme görevlerini düşünmeksizin, bir çocuğa veya hasta insana bakmak için gereken ilgi, şeㆌ�at ve ilişkiselliği tartışmak için ampirik veya teorik olarak hiçbir anlam ifade etmiyor. Ha旆ຕa “bakım işi”, ister ücret karşılığı isterse ücretsiz yapılsın, maddi emeği maddi olmayan emekten ayırmanın imkânsızlığının çarpıcı bir örneği. Bakım işinin ev içi işten ayırılamaması, en iyi bu iş, işlerini yeniden üretimin iletişim ve şeㆌ�atle ilgili yönleriyle sınırlandırıp daha maddi olan işleri başkalarına veremeyen aile üyeleri tarafından yapılırken görülebilir. Ha旆ຕa çocukları ile geçirilecek yalnızca “kaliteli zamanları” olan ebeveynler durumunda, bu zaman da tüm maddi görevlerden azade bir zamandır ve https://dunyadanceviri.wordpress.com/2015/01/23/bakimisivemustereklergiriscamillebarbagallovesilviafederici/ 2/11 yalnızca üst sınıflarda bulunan bir nadirliktir. “Bakım işini” analizin tek odağı olarak 26.03.2016 Giriş: Bakım İşi ve Müşterekler – Camille Barbagallo ve Silvia Federici (The Commoner) – Dünyadan Çeviri yalnızca üst sınıflarda bulunan bir nadirliktir. “Bakım işini” analizin tek odağı olarak önceliklendirerek, ev içi işin ve maddi faaliyetin değer kaybına uğraması ve evde yapılan ve karşılığı ödenmeyen ev içi emeği tekrar görünmez kılma riskine de giriyoruz. Dolayısıyla, “bakım işini” yeniden üretim işinin şunları kaste旆ຕiğimiz belirli bir yönü olarak ele alıyoruz: hane temizliği, alışveriş, yemek yapma, çamaşır yıkama, faturaları ödeme, dinleme ve yol gösterme şeklinde yakınlık ve duygusal destek sağlama, çocuk doğurma, onları yetiştirme (eğitme ve disipline etme) de yeniden üretim işinin önemli bir parçasıdır. Ayrıca, krizleri öngörmek, önlemek veya çözmek, akraba ve komşularla ilişkileri iyi tutmak, sağlığımıza yönelik (yediğimiz yemekten, içtiğimiz sudan kaynaklı) artan tehditlerle baş etmek için gereken adsız, adlandırılamaz emeği de eklememiz gerekir. Bu tanım, yine de, açıklanan görevlere ek olarak, saatlerini su, yakacak odun taşımak, açıktaki ocakları tutuşturmak için harcayan gezegen çapındaki milyonlarca kadının ve çocuğun işini hesaba katmaz. Laura Agustin’in makalesinde vurguladığı üzere, “bakım işinin” kritik bir bileşeni de, onun ifadelendirişiyle, toplumsal yaşamı diğer bedensel hizmetlerle aynı şekilde, sıkça yarenlik ve özgüven aşılama konuşmaları içererek, yeniden üreten ve yeniden üretimimiz için en az yemek yemek ve sağlıklı bir çevre kadar önemli olan bir faaliyet olan seks işidir. Geleneksel olarak görünmeyen, önemsiz sayılan, herhangi bir toplumsal sözleşmenin dışında hiçbir ücret verilmeksizin gerçekleştirilen bu işi politik teorinin ve örgütlenmenin ön planına taşımak, 1970’lerin feminist hareketi tarafından gerçekleştirilen teorik ve politik devrimlerden biri olmuştur. İronik biçimde, tam da ev işine adanmış bir kaderi redde旆ຕikleri anda, onu emek gücünü üreten, bu itibarla, kapitalist üretimin diğer tüm formlarının bir ön koşulu olan iş olarak yeniden tanımlayarak, birçok feminist bu işin kritik toplumsal işlevini keşfe旆ຕi. ARŞİV BÖLÜMÜMÜZDE, öneminin abartılamayacağına inandığımızdan, bu analizin ilk işlendiği metinlerden bazılarını sunuyoruz. Bu yeni feminist perspektif, ev içi/bakım işinin kişisel bir hizmet veya kapitalizm öncesi bir emek formu olduğuna ilişkin yaygın varsayımı redde旆ຕi ve bunun yerine onu kapitalist toplumda ve değer yaratımında toplumsal yeniden üretimin kritik bir boyutu olarak yeniden tanımladı. Ev işini işgücünü yeniden/üreten iş olarak almak, ücret ilişkisinin kalbinde, muazzam bir karşılığı ödenmeyen emek olduğunu ortaya çıkardı ve özellikle kadınlar için özgürleştirici bir etki yara旆ຕı. Bu işin kapitalist işlevinin ortaya çıkarılması ile, ev içi işin bizi yeniden üre旆ຕiğinin ancak çoğu kısmıyla bizler tarafından belirlenmemiş koşullarda gerçekleştirildiğinin gösterilmesi ile, kadınların bu işi reddetmek isterken sıkça yaşadıkları suçluluk duygusunun giderilmesine yardımcı oldu. Eşit şekilde önemli bir diğer nokta ise, Dalla Costa’nın ARŞİV bölümündeki ileri görüşlü makalesinin de konusu olan, kadınların Avrupa’da 2. Dünya Savaşı sonrası “doğurmayı reddetmesi” ile dış göç arasındaki ilişki gibi, daha önce fark edilmemiş bütün bir mücadeleler, ilişkiler ve bağlantılar alanının üzerindeki örtüyü kaldırmış olmasıdır. Bu sebeplerle, başta karşı karşıya kaldığı farklı çevrelerden gelen (feministler, solcular, liberaller) muhalefete rağmen, bu Feminist Marksist yaklaşım, radikal ve ha旆ຕa akademik politik söylemde öylesine güçlü bir etki yara旆ຕı ki ana ilkeleri yaygın nosyonlar haline geldi. Ayrıca, Ev İşi için Ücret talebi de, Türkiye’den Sosyalist Feminist Kolektif’in, bu sayının son bölümüne eklenmiş olan yakın tarihli kampanya manifestosunun gösterdiği üzere, ilgi çekiciliğini koruyor. Ancak bugün, geçtiğimiz on yıllar içinde, yeniden üretim emeğinin örgütlenmesinde, kadınların ücretli işgücü pazarına kitlesel girişi, birçok ev içi görevin etnikleştirilmesi ve piyasalaştırılması ve aile yaşamının birçok yönünün feminist yeniden müzakeresi ile birlikte yaşanan değişimler ışığında, bu perspektifin hala geçerli olup olmadığı sıkça sorulan bir soru. Artık bu kadar çok kadın ücretli çalışıyorken ve bu kadar çok yeniden üretim işi evin dışında 3/11 https://dunyadanceviri.wordpress.com/2015/01/23/bakimisivemustereklergiriscamillebarbagallovesilviafederici/ 26.03.2016 Giriş: Bakım İşi ve Müşterekler – Camille Barbagallo ve Silvia Federici (The Commoner) – Dünyadan Çeviri Artık bu kadar çok kadın ücretli çalışıyorken ve bu kadar çok yeniden üretim işi evin dışında ticari olarak veya evde ama ücretli ev içi “yardımcılar” tarafından gerçekleştiriliyorken, dünyaya, sermayeye ve kadın‑erkek ilişkilerine, kadınların karşılığı ödenmeyen ev içi emeği noktasından bakan bir perspektife tutunup tutunamayacağımız soruluyor. Ev içi iş çoktan fiyatlandırılmadı mı? Dahası, bakımın “küreselleşmesi” ve etnikleştirilmesi birçokları arasında bir hanımefendi‑hizmetçi ilişkisi teşkil etmişken, karşılığı ödenmeyen yeniden üretim emeğinin kadınlar için bir müştereklik zemini olduğunu iddia etmeye nasıl devam edebiliriz ki? Cinsiyet ayrımlarının, ha旆ຕa üretim ve yeniden üretim, ücretli ve ücretsiz emek arasındaki ayrımların ötesine geçmenin zamanı gelmedi mi? Seçtiğimiz makaleler arasında birçoğu bu sorulara temas ediyor, çoğunlukla da bu perspektifin geçerliliğini sürdürdüğünü savunuyor. Silvia Federici’nin “Tamamlanmamış Feminist Devrim”i bugün bile, dünya çapında karşılığı ödenmeyen yeniden üretim işini gerçekleştirenin kadınlar olduğuna ve ticari bir temelde reorganizasyonu ile kendisinden sürülen kadar yeniden üretim emeğinin eve geri döndüğüne (sağlık hizmetinin yeniden yapılandırılması ve enformel emeğin yaygınlaşması üzerinden) işaret ediyor. İşbirliğine dayalı/kolektif yeniden üretim formlarının oluşturulmasına yönelik acil bir ihtiyaç doğurduğunu düşündüğü yaşlı bakımı krizine dair analizinde de bu konuya geri dönüyor. Benzer şekilde Mariarosa Dalla Costa “Yeni Açığa Çıkan Durumlarda Kadınların Bakım İşi için Otonomisi ve İstihkakı”nda, ev işine dair 1970’lerdeki feminist analizin, karşılığı ödenen ev içi işi göz ardı e旆ຕiğini belirterek bugünkü tehlikenin ise kadınların evde yaptığı karşılığı ödenmeyen işin tekrar görünmez hale gelmesi olduğu uyarısında bulunuyor. Sonuç olarak, Viviane Gonik’in “Ev İşi Aşkta Çözünür mü?”sü, cinsiyete dayalı işbölümü karmaşıklaşırken, kadınlar ile erkekler arasındaki ilişkide ciddi bir değişim yaşanmadığını öne sürüyor. Ancak kuşku yok ki feministlerin 1970’lerde yüz yüze oldukları ve isyan e旆ຕiklerinden çok farklı bir durumla karşı karşıyayız. Kritik bir değişim alanı “refah devletinin” krizi, yani, kadınların ücretli emeğe kitlesel göçleri ile birleştiğinde politik bir krizin yanı sıra bir yeniden üretim krizi de oluşturan, işgücünün yeniden üretimine yönelik her türlü yatırımdaki sert düşüş. Sosyal adalet/antikapitalist hareketlerin sıkça ortaya koyduğu üzere, ikilem refah devletini bildiğimiz şekilde yeniden oluşturmak için mücadele mi edeceğimiz yoksa krizinin geri dönüşsüz olduğunu kabul mü edeceğimiz, ha旆ຕa toplumsal yeniden üretimin, hiçbir üretkenlik anlaşmasına veya sendikaların ve partilerin aracı temsiliyetine bağlı kılınmamış daha bağımsız formlarını inşa edeceğimiz zemin olarak kucak mı açacağımız. Ancak bu, Camille Barbagallo ve Nicholas Beuret’nin de “Toplumsal Ücre旆ຕen Başlamak”ta belir旆ຕiği üzere, üre旆ຕiğimiz refahın çoğunun devletin elinde rehin kaldığı bir bağlamda, pratik bir alternatif olmayabilir. Onlara göre mesele, “toplumsal ücreti” savunup savunmamalı mıyız değil, devletin kontrolündeki kaynaklara nasıl erişeceğimiz ve elde edilmelerini ve kullanımlarını devletin yaşamlarımız üzerindeki denetimine tabi kılmadan bu kaynaklardan – para, varlıklar, hizmetler – nasıl tasarruf edeceğimiz. Makale, Britanya hükümetinin, çocuk bakımının özelleştirilmesinin bir ilk adımı olarak devlet kreşlerinin fonlarını kesmesine yanıt olarak ebeveynlerin ve çocuk bakımı işçilerinin örgütlediği mücadeleleri incelerken bu soruyu ortaya atıyor. Farklı toplumsal kesimleri içeren geniş bir mobilizasyon olmaksızın ve yaratmak istediğimiz topluma dair kolektif bir vizyon açıkça ifade edilmek suretiyle çocuk bakımı konusundaki mücadele, toplumsal değişim için bir kamu gücü haline getirilmeksizin, devlet kreşlerinin savunulamayacağını veya yaygınlaştırılamayacağını öne sürüyor. Bu bağlamda verilebilecek bir örnek, toplumsal hareketlere katılımlarını kolaylaştırmak için, https://dunyadanceviri.wordpress.com/2015/01/23/bakimisivemustereklergiriscamillebarbagallovesilviafederici/ 4/11 26.03.2016 Giriş: Bakım İşi ve Müşterekler – Camille Barbagallo ve Silvia Federici (The Commoner) – Dünyadan Çeviri Bu bağlamda verilebilecek bir örnek, toplumsal hareketlere katılımlarını kolaylaştırmak için, Afroamerikalı veya Asya kökenli düşük gelirli ebeveynlere ve kuir ebeveynlere 2005’ten bu yana çocuk bakımı sağlayan Regeneración Çocuk Bakımı Kolektifi’dir (New York). Manifestolarında yazdıkları üzere, Regeneración üyeleri, kendi mü旆ຕefik rollerini, daha geniş bir projenin parçası olarak görüyorlar: Çocuklarla etkileşimde bulunmanın, yaşamlarımızı zenginleştiren ve yeni bir politika türü üreten; işbirliğini, yeniden üretimimizin temel bir parçası olarak gören yeni bir insan neslinin yaratılmasına katkıda bulunan yaratıcı bir faaliyet olabileceğini göstermek. La Paz’daki bir feminist örgüt olan Mujeres Creando tarafından organize edilen otonom bakımevinin faaliyetleri de, bakımevinin önde gelen çalıştırıcılarından biri olan Ana Rosario Adrian Vargas ile yapılan bir röportaja göre aynı hedeflere sahip. Mujeres Creando bakımevi, doğrudan annelerin kendileri ile, maddi gücü elvermeyenler için ödeme yapan başka kadınların katkılarıyla faaliyetlerini sürdürüyor. Bu şekilde büyük ölçüde otonom çalışabiliyor ve yalnızca kadınların zamanını özgürleştirmeye değil, aynı zamanda çocukların psikolojik, duygusal ve fiziksel gelişimlerine de odaklanabiliyor. Vargas’ın işaret e旆ຕiği üzere, bu, çocukların annelerinin ve giderek artan şekilde de babalarının dâhil olduğu, bakımevinin örgütlenmesinde gözetilmesi gereken değerleri ve hedefleri tanımlayan yoğun bir bilinç yükseltme, bilgi sirkülasyonu ve bilgi üretimi sürecini gerektirmiş. Regeneración Kolektifi’nin ve Mujeres Creando’nun bakımevinin deneyimleri, Kolombiya’daki Madres Comunitarias’tan Liliana Caballero’nun, neredeyse her ülkedeki aile bakım hizmeti sağlayıcılarının ve ücretli bakıcı/ev işçilerinin vaziyetinin tipik bir örneğini veren tanıklığı ile pozitif karşılaştırmaya imkân veriyor. Caballero, Kolombiya’daki Madres’in işverenler ve devlet tarafından neredeyse kendi haline terk edildiğini ve aldığı fonun yetersizliği sebebiyle, ilgilendikleri çocukların bakımı için kendi üç kuruşluk ücretlerinden artırıp malzeme aldıklarını açıklıyor. Üstelik verdikleri bakım hizmeti standardın altında olarak değerlendirilirse lisansları her an iptal edilebilir. Caballero’nun tanıklığı önemli çünkü bir yanda, günlük bakımı yaratıcı bir faaliyete ve bir çocuk/yetişkin “müştereğine” dönüştürmeyi amaçlayan tüm girişimlerin, ücretlendirilme ve toplum tarafından tanınma anlamında bakımın / yeniden üretim işinin değerlileşmesine dayanması gerektiğini doğrularken; öte yanda, ev içi işin ticarileştirilmesinin, örneğin ücretli emek olarak örgütlenmesinin – bakım/yeniden üretim işinin örgütlenmesindeki diğer büyük yenilik – bu işin değersiz görülmesini sona erdirmeye kendiliğinden yeterli olmadığını gösteriyor. Bu işin yüzyıllardır ve halen iş olarak görülmüyor olması, karşılıksız yapılmış ve “kadın işi” olarak içselleştirilmiş olması gerçeği, onun kölelik, sömürgecilik ve göç geçmişi ile ilişkisi babında, toplumsal statüsü üzerinde büyük bir etkiye sahip oldu. Ancak ev işçilerinin koşulları berbat derecede yoksul olmaya devam ederken, dünya çapında ev/bakım işçileri hareketleri de bugün uluslararası feminizmde ve yeniden üretim işinin değersizleştirilmesine karşı mücadelede öncü güçlerden biri olacak kadar büyümüş durumdalar. ABD, Bolivya ve İspanya’daki ev işçileri ile sayısız görüşme ile dikkatimizi bu hareketlere çeviriyoruz. Konuşan kadınlar farklı bölgelerden geliyorlar ancak karşı karşıya oldukları sorunlar temelde aynı. Başlangıç olarak bakım/yeniden üretim işinin kişiselleşen doğası ve gerçekleştirilmesindeki yalıtılmışlık hali, özellikle de yatılı çalışma durumlarında kolaylıkla suiistimale dönüşen, duygusal açıdan yüklü, patlama potansiyeli taşıyan bir durum yaratıyor.5/11 https://dunyadanceviri.wordpress.com/2015/01/23/bakimisivemustereklergiriscamillebarbagallovesilviafederici/ 26.03.2016 Giriş: Bakım İşi ve Müşterekler – Camille Barbagallo ve Silvia Federici (The Commoner) – Dünyadan Çeviri suiistimale dönüşen, duygusal açıdan yüklü, patlama potansiyeli taşıyan bir durum yaratıyor. İşverenlerinin evlerinde çalıştıkları ve iş koşulları çocukların ve diğer insanların bakımını içerdiği için, ev/bakım işçileri açısından, iş ile kişisel ilişkiler arasına net bir çizgi çekmek de çok zor. İşverenin – muhtemelen başka bir kadının – eve gece geç gelip ev işçisine vekil partner gibi davrandığı, onunla işyerindeki sorunları hakkında konuştuğu durumu düşünün. Oysa yatılı ev işçisi uyumak istiyordur. Ayrıca baktığınız çocuklara bağlanmanızı gerektiren ama ebeveynlerinin yaptığı hatalara müdahale etme gücünüzün olmadığı bir işte, bu çocuklarla tüm ilişkinizin her an kesilebileceğini bilerek çalışmanın ne demek olduğunu düşünün. RJ Maccani’nin belir旆ຕiği gibi, “sıkıntılı bir aile” ile, stres yükselebilir. Erkek bir bakım işçisi olarak Maccani, bir şekilde, örneğin kadın işçilerden rutin olarak beklenen görevleri gerçekleştirmesinin istenmemesi gibi, özel bir muamele gördü. Ancak o da, deneyimini sinir törpüsü olarak adlandırıyor. Bir dadı olarak, hesapta olmayan kararlar vermeniz gerekir fakat ebeveynlerin o durumda ne yapacağını da tahmin etmek zorundasınızdır çünkü “ebeveynlerin yapacağından başka bir şey seçerseniz, başınız kuvvetle muhtemel, der旆ຕe demektir.” Ev işçileri için, bireysel bazda pazarlık yapmak zorunda oldukları sürece, tatmin edici iş ilişkileri kurmanın ne kadar zor olduğu Pascale Molinier tarafından, bazı Parisli feministlerin, çalıştırdıkları ev işçileri ile etkileşimlerini sınırlandırmak amacıyla yaptıkları manevraları anlatan “Feministler ve Temizlikçi Kadınları” içinde gösterilmekte. Büyük ihtimalle toplumsal adalete ve kadınlarla dayanışmaya bağlı olsalar da, görüşülenlerin tümü, bu işçilerle ilişkileri konusunda içlerinin rahat olmadığını ve onların mümkün olduğunca görünmez olmasını umduklarını kabul etmiştir. Bu kasılmanın bir sebebi ev işini net bir şekilde, kariyer fırsatı olmayan bir iş olarak görmeleri ve bunu başka kadınlara bindirdikleri için kendilerini suçlu hissetmeleri. Fakat asıl sebep, yükümlülük altına girmekten ve basitçe, yalnızca çalışmasını bekledikleri ancak yine de evlerini paylaştıkları ve kaçınılmaz şekilde kişisel ilişki geliştirdikleri bu kadınlar için kendi hayatlarında yer açmak zorunda olmaktan korkmaları. Sonuç, sözde dostluk ve kaygı namına yürütüldüğü için daha da yıkıcı hale gelen bir mikro savaş hali – bölgesel sınırlar çizmek, olası duygusal talepleri önceden boşa düşürmek, protestoları engellemek. İşte burada sahne genişliyor ve ev işçilerinin iş sözleşmesi ile ilişkili konular kritik hale geliyor. Bu süreç, burada verdiğimiz görüşmelerin de gösterdiği üzere, çoktan başlamış durumda. Bu durum, Mujeres Creando’dan Victoria Mamani’nin ve ulusal Ev İşçileri Hareketi aktivistlerinin sözleri ile Latin Amerika’daki ev işçileri için özellikle geçerli: “Yeni nesil daha mücadeleci, haklarını biliyorlar ve suiistimale uğradıklarında buna hemen karşı çıkıyorlar.” Bu bölgede ev işçilerinin oluşturduğu yeni gücün bir ifadesi, yatılı hizmetçi olmak yerine “dışardan çalışan” olma konusundaki eğilimlerindeki artış. Bu hamle, onların otonom bir alana sahip olmasına, daha geniş toplumsal ağların (komşular, dostlar, siyasi gruplar) parçası olmalarına ve toplumsal tartışmalara ve mücadelelere katılmalarına imkân sağlamış. Fakat, Latin Amerika’daki ev işçilerinin elde e旆ຕiği yeni toplumsal gücün daha açık bir işareti, birçok ülkede (örneğin Brezilya, Uruguay, Bolivya) mevcut iş yaslarına dâhil edilmekten asgari ücret, ücretli izin, emeklilik, annelik izni ve kıdem tazminatı gibi belirli hakların tanınmasına kadar, hukuki statü kazanmaları. Bolivya’da örneğin, Victoria Mamani ile görüşmemizden öğrendiğimiz üzere, ev işçilerinin mobilizasyonu 2003’te 15 günlük izin, bir miktar kıdem tazminatı ve ABD’deki ev işçilerinin halen mücadelesini verdikleri sekiz saatlik işgünü gibi haklarını tanıyan bir yasanın geçmesini sağlamış. Aynı politik dönüşüm, küresel ölçekte göçmen ev işçileri arasında da görülebilir. Nereye https://dunyadanceviri.wordpress.com/2015/01/23/bakimisivemustereklergiriscamillebarbagallovesilviafederici/ 6/11 26.03.2016 Giriş: Bakım İşi ve Müşterekler – Camille Barbagallo ve Silvia Federici (The Commoner) – Dünyadan Çeviri Aynı politik dönüşüm, küresel ölçekte göçmen ev işçileri arasında da görülebilir. Nereye giderlerse gitsinler, göçmen ev işçileri, yeni gelenlere farklı türde yardımlar sağlayan ulusötesi topluluklar ve dernekler kurdular; diğer işçilerle aynı hakları elde etmek için de mücadele e旆ຕiler ve toplanarak fikir teatisi yaptıkları, yalıtılmışlıklarını ortadan kaldırdıkları ve taleplerini tartışabildikleri toplumsal alanlar oluşturdular. Bunun bir örneği, çoğunlukla Latin Amerika’dan gelen ancak artık Madrid’de çalışan ev işçilerinin 2006’da kurduğu bir dernek olan SEDOAC (Aktif Ev İşçileri). Diğer ev işçisi gruplarıyla birlikte, SEDOAC, bir toplumsal alan olan ve kadın kolektiflerinin ve ev işçisi olarak çalışan veya meseleyle ilgisi olan çeşitli milliyetlerden aktivistlerin ayda bir buluştuğu bir feminist öz‑örgütlenme merkezi olan Escalera Karakola’da bulunan Territorio Domestico’yu oluşturdu. Buradaki Rafaela, Marlene ve Mary ile olan görüşmeleri gerçekleştiren Alman bir feminist sanatçı olan Konstanze Schmi旆ຕ ile birlikte, birçok SEDOAC üyesi sanatsal bir projenin de katılımcısı: Gösterilere götürülmek üzere, dünyanın ev işinin üzerinde döndüğünü sergileyecek şekilde, karton bir tekerlekli araba olan “Ev İşinin Utkusu”nun inşası. Bu arada, New York’ta, Ev İşçileri Birliği, bir anlamda yeni “toplumsal müşterekler” olan, yeni kolektif pazarlık (toplu sözleşme) formlarının temelleri olacak topluluk yapıları oluşturuyorlar. Kasım 2010’da, yıllar süren mobilizasyondan sonra, DWU, ev işçilerine diğer işçilerle aynı hakları veren Haklar Yasası’nı geçirmeyi başardı. Ancak Priscilla Gonzales’in vurguladığı üzere, şu anda sorun bunun uygulanması. Bu amaçla DWU, anlaşmaların adil ve saygılı olmasını sağlayarak referans noktaları ve ev işçileri ile işverenler arasında aracı ve ortak bir çıkarın yükseltilebileceği bir yer olarak işlev görebilecek, komşuluk temelli sözleşme ağları ve grupları oluşturmaya çalışıyor. DWU ayrıca, Gonzales’in savunduğu üzere, çalıştırdıkları bakım işçilerinin tatmin edici koşullarda olmasının kendi çıkarlarına olduğundan emin bir şekilde, işverenlerin de kampanyaya desteğini amaçlıyor. Dalla Costa da (daha önce söz edilen makalede), gerektiği şekilde ücretlendirilmesi ve şu anda kadın göçünü motive eden yıkıcı ekonomi politikaları ile bağlantısının kesilmesi durumunda, ücretli bakım işinin, kadınlar için şu an var olan alternatifler açısından makul bir iş seçeneği haline gelebileceğini savunarak, işverenler ile çalışanlar arasında bir işbirliği olasılığı görmekte. Feministler zaman zaman kadınların ev ve bakım işçisi çalıştırmasını eleştirmiş olsa da, Dalla Costa da tıpkı Gonzales gibi ev işçileri ile işverenleri arasındaki ilişkinin politikleştirilmesinin ve kadınlar arasında, yeniden üretim işinin değersiz kılınmasının kadınların ortak meselesi olduğunun ve devleti bu işin tanzimine daha fazla kaynak ayırmaya zorlamanın ortak ihtiyaç olduğunun farkına varılmasına dayanacak politik bir rekompozisyonun zeminini örüyor. Ev işinden ve diğer ev içi ve bakım işlerinden daha az olmamakla birlikte, seks işi de 1970’lerden bu yana, feministlerin ve seks işçileri hareketlerinin henüz daha yeni analiz etmeye ve mobilize olmaya başladığı büyük bir yeniden yapılanma geçirdi. Ancak şu kesin ki, bu yeniden yapılanmanın bir yönü, seks işgücünün uluslararasılaşmasının yanı sıra, seks işçilerinin sayısındaki ve satın alınmaya müsait ticari hizmetlerin türünün çeşitliliğindeki ciddi genişleme oldu. Bu gelişmelerin sayısız sebebi var, yalnızca neoliberal politikaların üre旆ຕiği, çalışmanın, toplumsal cinsiyet ilişkilerinin ve cinselliğin yeniden düzenlenmesi değil. Bu gelişmeler konusunda daha fazla araştırma yapılması gerektiği kesin. Net olansa, seks işçilerinin büyük çoğunluğunun bugün Afrika, Güney Amerika ve Doğu Avrupa’dan gelen göçmen kadınlar ve ayrıca erkekler ve trans insanlar olduğu. Seks işçilerinin sayılarına ilişkin istatistikler, seks işinin mahrem ve lanetlenmiş doğası https://dunyadanceviri.wordpress.com/2015/01/23/bakimisivemustereklergiriscamillebarbagallovesilviafederici/ 7/11 26.03.2016 Giriş: Bakım İşi ve Müşterekler – Camille Barbagallo ve Silvia Federici (The Commoner) – Dünyadan Çeviri Seks işçilerinin sayılarına ilişkin istatistikler, seks işinin mahrem ve lanetlenmiş doğası sebebiyle birçok ülkede veya bölgede epey tartışmalı. Ancak seks endüstrisi yalnızca fahişe olarak çalışanları değil dansçıları, porno modellerini ve aktörlerini, dikiz şov ve “çıplak” barı çalışanlarını, telefon seksi operatörlerini, internet web kamerası çalışanlarını, resepsiyon personelini, güvenlik görevlilerini, şoförleri de içerecek şekilde ele alınırsa, dünya çapında “yetişkin eğlence sektörü”ndeki kadın, trans ve erkek işçilerin sayısı afallatıcı büyüklüktedir. Seks endüstrisinin genişlemesi ve çeşitlenmesi ile birlikte, seks işçisinin toplumsal özne olarak görünümünde de bir değişim yaşandı. Hem küresel göçteki artış, hem dünya çapındaki yaygın yoksullaşma hem de cinselleştirilmiş işe atfedilen lekenin (fahişelikte belirgin şekilde) azalması sebebiyle, seks işçileri bugün, özellikle de göçmenler arasında, çeşitli toplumsal ve ekonomik arka planlardan işçileri içeriyor. Bugünün göçmen seks işçileri dünün öğretmenleri, fabrika işçileri, hemşireleri, öğrencileri, paranın değer kaybetmesi sebebiyle fırlayan fiyatlarla baş edemeyen dükkân sahipleri, çocuklarının okul ücretlerini veya özelleştirilen sağlık hizmetlerinin yüksek masraflarını artık ödeyemeyen anneler. Birçok seks işçisi, işlerini belirli hedeflere ulaşmak için kabul edilmiş veya tercih edilmiş, geçici bir iş olarak görüyorlar: Okul ücretlerini ödemek, ev satın almak, güzellik salonu açmak veya çoğunlukla diğer istihdam formlarına ek olarak evde benzer işler kurmak; her durumda ev içi veya bakım işçisi olarak veya imalat atölyelerinde çalışmaya tercih etmek suretiyle (Carchedi 2004). Dolayısıyla, fahişelikte bile, işgücü son derece farklılaşmış durumdadır. Kendi işleri üzerinde yüksek derecede bir denetime sahip olan ve “cinsel ilişkinin” ötesinde karmaşık bir hizmetler toplamı sunan (kız arkadaş deneyimi, eşlik etmek, etkinliklere birlikte katılmak, sohbet), epey iyi kazanan serbest çalışanlar, kendi hesabına çalışanlar, özel apartlarda çalışanlardan; çoğunlukla göçmen kadınlardan oluşan, sokaklarda veya genelevlerde, montaj ha旆ຕı benzeri koşullarda, sıkı bir denetim altında ve sıklıkla da son derece riskli durumlarda çalışan, çok daha yaygın bir fahişelik kategorisine kadar. Bu farklılıkları akılda tutarak, seks işçilerinin koşullarının, seks işçileri hareketinin başlangıcını işaret eden 1970 sonlarına kıyasla genel olarak kötüye gi旆ຕiği öne sürülebilir. Kötüleşen ekonomik koşullar ve seks endüstrisindeki artan rekabet, seks işçilerinin, fahişelerin kendi çalışma koşulları üzerinde daha önce sağladıkları türde bir kontrolü oluşturmasını zorlaştırdı. Birçok göçmen seks işçisi belgesiz ve Avrupa’da sıkılaşan sınır rejimleri ve göçmen politikaları nedeniyle, yurtdışına seyahatlerini finanse etmek ve organize etmek için yasadışı aracılara dayanmak zorunda kaldılar ve sonuç olarak, seks işçilerinin deneyimlediği şiddet ve cebir yükseldi. Gerçekte, seks işçileri ve özellikle de fahişe olarak çalışanlar bugün üç bakımdan cezalandırılıyorlar: seks işçileri olarak, belgesiz işçiler olarak ve senet esaretinin ve sömürünün kurbanları olarak. 1980’lerden bu yana, feministler arasındaki çatışmada kilit fay ha旆ຕı, fahişeliğe dair feminist analizi iki zıt kampa bölen “kadın kaçakçılığı” meselesi oldu. Bir tarafta, fahişeliğin gönüllü olmayan bir faaliyet olduğu, hiçbir kadının bunu yapmayı özgür iradesiyle seçmeyeceği görüşündekiler, tüm fahişelik durumlarını kadına yönelik şiddet olarak tanımlamayı önerdiler. Diğer tarafta ise, tüm fahişeliği her zaman ve her durumda şiddet olarak gören bir pozisyonun onlara yukarıdan bakmaya ek olarak, seks işçilerinin emniyetini riske a旆ຕığını, ahlakçı olduğunu ve seks işçilerine ve genel olarak kadınlara, özellikle de ekonomik liberalizasyonun yıkıcı formlarına maruz kalmış ülkelerden gelenlerine açık olan alternatif iş seçeneklerine içkin olan şiddete karşı kör olduğunu öne sürenler oldu. Bu tartışmadaki çeşitli pozisyon alışları içeren kapsamlı bir literatür mevcut ve birçok şekilde8/11 https://dunyadanceviri.wordpress.com/2015/01/23/bakimisivemustereklergiriscamillebarbagallovesilviafederici/ 26.03.2016 Giriş: Bakım İşi ve Müşterekler – Camille Barbagallo ve Silvia Federici (The Commoner) – Dünyadan Çeviri Bu tartışmadaki çeşitli pozisyon alışları içeren kapsamlı bir literatür mevcut ve birçok şekilde seks endüstrisindeki insan kaçakçılığı konusunda söylenecek pek az şey kaldı. Artık doygunluğa erişmiş bir tartışmaya girmek yerine Laura Agustin’in, bugünlerde seks işini tartışırken hemen ticari değiş tokuş noktasına yoğunlaşıldığını, oysa ona, ticari olmayan seksin de (diğer şeylerin yanında) işle ilgili olduğunu fark etmemizi sağlayan daha geniş bir tanım getirmemiz gerektiğini savunan “İş Olarak Seks ve Seks İşi (h旆ຕps://dunyadanceviri.wordpress.com/2014/11/14/is‑olarak‑seks‑ve‑seks‑isi‑laura‑agustin/)” makalesini aldık. İhtilaf bugün halen sürmekte ve aslında, kısmen, iki taraf da argümanlarını birey olarak fahişelerin motivasyonları ve sorumluluklarına dayandırdığından, fahişeliğin zorlamanın mı yoksa spontane tercihlerin eseri mi olduğunu tartıştığından, bir pata kalma durumu yaşanıyor. Ancak küresel seks endüstrisi milyonlarca bireysel tercihin eseri değil; şirketlerin (hem yasal hem de yasadışı) ve uluslararası finans örgütlerinin yüksek ölçüde yapılandırılmış müdahalesinin eseri. Dolayısıyla, fahişeliğe şu anda fahişeler ve onların patronları arasındaki veya fahişeler ve onların müşterileri arasındaki bir dizi bireysel işlem şeklinde organize oluyormuş gibi yaklaşamayız. Hangi seks işçilerinin daha fazla toplumsal güce sahip olması gerektiği olasılıklarına ve kendi kendini yönetme olasılığına karar veren, fahişeliğin işlediği, bu daha geniş kapsam. Bu bakış açısından, seks işçileri örgütleri fahişeliğin iş olduğunu savunurken haklılar; yasaklama ve kriminalizasyon, seks işçilerini polis tacizlerine daha açık hale getirerek ve onları ve ha旆ຕa tüm göçmenleri sınır dışı edilme riski altına sokarak yalnızca iş koşullarını daha da kötüleştirmeye yarayabilir; ticari cinsel iş, günümüz küresel işgücü piyasasındaki birçok diğer işten daha fazla şiddet içeriyor ya da daha köleleştirici değildir. Ha旆ຕa, köleliğin ve sözleşmeli köleliğin artan şekilde görülmesi fahişeliğe özgü değildir ve seks işinin kriminalize edilmesi ile, pamuk toplamanın yasaklanmasıyla 19. yüzyılda kölelik için olabileceğinden daha etkili şekilde ortadan kaldırılamaz. Ancak, ayakta kalmak için giderek artan bir rekabetin söz konusu olduğu bir dünyada piyasanın kendisi bir şiddet aracı haline geldiğinden, seks işçilerinin durumunun iyileşmesi için seks endüstrisinin yasallaşmasının yeterli olmayacağı da bir gerçek. Yine de, fahişelerin işçi olduğu argümanı her zamankinden daha isabetli geliyor; çünkü maruz kaldıkları sömürü ve çektikleri acılar, uluslararası ölçekte diğer işçilerinki ile – ister göçmen ister değil – giderek artan bir bütünlük oluşturuyor. Aslında, birçok açıdan ex‑lege proletaryanın oluşturulduğu “ilksel birikim” dönemine benzer şekilde, cebir, küreselleşmenin mevcut aşamasında, işin kilit bir yönü haline geldi (Federici 2004). Bu, yeniden üretim işi meselesini sadece bakım işine odaklanarak nasıl çözemezsek, seks işçilerinin durumunun da sadece cinsel egemenliğe ve cinsel köleliğe odaklanılarak ve seks işçilerini diğer işçilerden ayrıştırarak dönüştürülemeyeceği anlamına geliyor. Tamı tamına seks işi sıklıkla özgür olmayan emek olduğu nispe旆ຕe, seks işçisi küresel ekonomide paradigma işçi haline geliyor. Tıpkı ücretsiz, güvencesiz, “enformel” kadın emeğinin tüm sömürü biçimleri için paradigma haline gelmesi gibi. 70’lerde olduğu gibi bugün de, mesele bu realizasyonun kadın işgücünün farklı kesimleri arasında bir rekompozisyonun zemini haline gelip gelmeyeceği. Ha旆ຕa seks işi, ev içi ve bakım işi gibi, mevcut feminizmlerin en çok sınanacağı alanı teşkil ediyor. Farklı bir soru, bugün erkekler ile kadınlar arasında bir rekompozisyonun hangi zeminde gerçekleşebileceği. Ev/bakım işinin ticarileştirilmesinin birçok durumda erkeklerin ev işinden kaçınmasının (ki bu pek çok ilişkinin tatsız kısmıdır) “çözümü” olduğu sıklıkla öne sürülüyor. Ancak, erkekler ile kadınlar arasındaki ilişkinin bir ölçüde yeniden yapılandırılmış olduğu veya en azından bunun olacağına dair bir beklenti olduğu da doğru. Çekirdek ailenin yapısı kadınların mücadelesi ve ücretli emek piyasasına girmeleri ile birlikte krize girerken ve https://dunyadanceviri.wordpress.com/2015/01/23/bakimisivemustereklergiriscamillebarbagallovesilviafederici/ 9/11 26.03.2016 Giriş: Bakım İşi ve Müşterekler – Camille Barbagallo ve Silvia Federici (The Commoner) – Dünyadan Çeviri kadınların mücadelesi ve ücretli emek piyasasına girmeleri ile birlikte krize girerken ve yeniden üretim işinin çoğunluğu halen kadın tarafından gerçekleştirilirken, erkeklerin bugün yeniden üretim faaliyetleri ile ilişkisinin, eve gelen, gazeteyi açan ve yemeğin servis edilmesini bekleyen babalarınınkinden farklı olduğu bir gerçek. Babalarına göre birçok erkek ters bir durumda yaşıyor, ev işlerinden üstlerine düşeni yapmaları bekleniyor ve aynı anda daha güvencesiz ama yine de daha zorlayıcı işlerde çalışıyorlar. Bu “kimlik krizi” birçok psikolojik analizin konusu oldu ancak değişimin bir kin politikasını mı besleyeceği yoksa toplumsal cinsiyet temelli emek hiyerarşilerinin altını oymaya mı katkıda bulunacağını göreceğiz. Bu bağlamda, Gonik’in “Ev İşi Aşkta Çözünür mü?”sü, birliğe ve işbirliğine dayalı, özyönetimli ağların oluşturulması üzerinden, ev işinin toplumsallaştırılmasını ve politikleştirilmesini, örneğin “işin eşler düzeyinde paylaşımı kavgasından bunalmanın” alternatifi olarak politik tartışmaların merkezine yerleştirilmesini öneriyor. Son olarak, bakım işi üzerine tartışmamız, onu “enerji meselesi” ve hızlanan küresel ısınma, petrol sızıntılarının yayılması, savaşlar dâhil diğer ekolojik felaketler ve şimdi de Fukushima faciası ardından gökyüzümüz ve denizlerimiz boyunca yayılan radyoaktivite ile her gün daha dramatikleşen çevre krizi açısından ele alıyor. “Öㆌ�eli” Japon annelerin tanıklıkları bu noktada çok dokunaklı. Radyoaktivite içtiğimiz suda, soluduğumuz havada, yediğimiz yemekte, çocukların oynadığı toprakta iken hayatın nasıl bir kâbusa dönüştüğünü, gündelik mücadele gerektirmeyen tek bir “bakım işi” anının bile olmadığını aktarıyorlar. Böylelikle hiç de şaşırtıcı olmayan bir şekilde Ariel Salleh’nin etkileyici aktarımıyla “Fukushima: Kadınların Liderliği için bir Çağrı”da, nükleer ve kimya endüstrisinin çevreye olan saldırıları karşısında en kararlı örgütlenenlerin kadınlar, özellikle de eko‑feministler olduğunu görüyoruz. Bu fenomenin biyolojik bir yönü olmadığı açık. Burada mesele, dünyada ev işinin ve çocuk yetiştirmenin çoğunu yapanın kadınlar olması ve çevresel yıkımın yeniden üretimimize olan maliyeti ile en doğrudan şekilde onların yüz yüze kalması. Buna uygun şekilde, Kolya Abramsky “Enerji ve Toplumsal Yeniden Üretim”de bize en önemli enerji formunun iş olduğunu hatırlatıyor, özellikle de kadınların yeniden üretim emeği, gerçekten de kömürden veya rüzgâr gücünden daha fazla şekilde, bugüne kadar dünyayı döndüren enerji oldu. İngilizce orijinal (h旆ຕp://www.commoner.org.uk/wp‑content/uploads/2012/02/01‑ introduction.pdf) Çeviri: Serap (h旆ຕps://twi旆ຕer.com/serpgnes) Etiketler: Bakım emeği, Bakım işi, Camille Barbagallo, Feminizm, Kadın Emeği, Müşterekler, Silvia Federici, The Commoner, Toplumsal yeniden üretim, Yeniden Üretim https://dunyadanceviri.wordpress.com/2015/01/23/bakimisivemustereklergiriscamillebarbagallovesilviafederici/ 10/11 26.03.2016 Giriş: Bakım İşi ve Müşterekler – Camille Barbagallo ve Silvia Federici (The Commoner) – Dünyadan Çeviri “Giriş: Bakım İşi ve Müşterekler – Camille Barbagallo ve Silvia Federici (The Commoner)” üzerine 4 yorum Geri bildirim: Önsöz: Bakım İşi ve Müşterekler – Massimo De Angelis* (The Commoner) | Dünyadan Çeviri | Düzenle Geri bildirim: Bakım İşi ve Müşterekler – Camille Barbagallo & Silvia Federici (The Commoner) | Bacılar Kıraathanesi | Düzenle secmeeserler dedi ki: 04 Nisan 2015, 15:40 | Düzenle Reblogged this on Seçme Eserler. Cevapla Geri bildirim: Yeniden örgütlenmek için imkanlar, deneyimler, örnekler, tartışmalar, çerçeve metinler | Dünyadan Çeviri | Düzenle WordPress.comʹda ücretsiz bir web sitesi ya da blog oluşturun. | Tema: Raam Dev tarafından Independent Publisher. https://dunyadanceviri.wordpress.com/2015/01/23/bakimisivemustereklergiriscamillebarbagallovesilviafederici/ 11/11 26.03.2016 İş Olarak Seks ve Seks İşi – Laura Agustin – Dünyadan Çeviri Dünyadan Çeviri dunyadanceviri Çeviri içinde 14 Kasım 201402 Ocak 2015 4,392 Words İş Olarak Seks ve Seks İşi – Laura Agustin (hĀps://dunyadanceviri.files.wordpress.com/2014/11/sexaĀhemargins1.jpg) Çeviren: Sarp Solakoğlu (hĀps://twiĀer.com/Sarp_OMG) Albay, birliğindekiler için vereceği toplantıyı başlatmak üzeredir. Kahvenin hazırlanmasını beklerken gece çok da uyuyamadığını çünkü eşinin gece pek bir işveli olduğunu söyler. Sonra da herkese tek tek sorar: Seksin ne kadarı iş, ne kadarı zevktir? Binbaşı, oranın %75 iş, %25 zevk olduğunu söyler. Yüzbaşı ise %50‑50 der. Teğmene göre ise ne kadar içkili olduğuna göre %25‑75 ile zevk daha baskındır. Herhangi bir uzlaşıya varamazlar, bunun üzerine albay kahveyi hazırlamakla görevli ere sorar: O ne düşünüyordur? Bir an bile duraksamadan “%100 zevktir komutanım” der. Şaşıran albay nedenini sorunca er yanıtlar: “Komutanım, eğer seks iş olsaydı, üstlerim kendileri için benim yapmamı emrederlerdi.” Muhtemelen aralarında en gençleri olduğundan er, seksin sadece zevki temsil edebileceğini düşünürken, yaşlılar ise işin içinde daha fazlasının olduğunu bilmektedirler. Onlar, seksin insan yeniden üreme makinesini çalıştıran iş olduğunun daha fazla ayırdındadırlar. Biyoloji ve tıbbi metinler seksi, tarifi mümkün olmayan deneyimleri ve duyguları dışarıda tutarak, https://dunyadanceviri.wordpress.com/2014/11/14/isolarakseksveseksisilauraagustin/ 1/9 26.03.2016 İş Olarak Seks ve Seks İşi – Laura Agustin – Dünyadan Çeviri tıbbi metinler seksi, tarifi mümkün olmayan deneyimleri ve duyguları dışarıda tutarak, yerinde bekleyen yumurtaya doğru bir savaşım veren kıvrımlı sperme indirgeyip salt mekanik olgular olarak sunar. İşin içine dahil duygularla soğuk gerçek arasındaki ayrım devasadır. Subay, iş derken şehvet ve tatmin sorularından ayrı, muhtemelen evliliğin devamlılığını da aklının bir köşesinde tutuyordur. Birbirini seven insanlar arasındaki seksin çok özel, haĀa kutsal olduğunu söylüyorlardır tabii, ama aynı zamanda seksin hayat boyu sürecek bir ilişkinin parçası olduğunu, bu nedenle de pragmatik bir şekilde ele alınması gerektiğini de biliyorlardır. Birbirine âşık olan insanların bile fiziki ve duygusal ihtiyaçları birbirinin tıpatıp aynısı değildir, bu nedenle farklı durumlarda seks, az ya da çok farklı biçimler ve anlamlar alacaktır. Bu küçük fıkra, bize, seksin iş olarak ele alınmasını gerektirecek birkaç yol gösteriyor. Günümüzde, seks işi dediğimizde vurgu öncelikli olarak ticari mübadeleye gidiyor, fakat ben bu makalede bundan daha fazlasını kastedeceğim ve iş ile diğer şeylere dâhil olan seks ile seks işini net bir şekilde ayırmadaki kabiliyetimizi sorgulayacağım. Fahişeliğin ve diğer biçimdeki ticari seksin etrafını kuşatan ahlaki şamatanın çoğunluğu, iyi ve iffetli ile kötü ve zararlı seksin farkının kesin olduğunu vurguluyor. Seks satan kadını bastırma, mahkûm etme, cezalandırma ve kurtarma çabaları, bu kadınların toplumun ve normların dışında bir yer işgal eĀikleri iddiasında yatmaktadır ve bu kadınlar, “Nasıl Yaşamaları Gerektiğini En İyi Ben Bilirimciler” tarafından kolayca tanımlanabilmekte ve nasıl davranmaları gerektiği konusunda çeki düzen verilebilmektedirler. Bu iddianın yanlışlığını göstermek bu neo‑koloniyal projenin güvenilirliğini sarsacaktır. Sevmek; Seks ve Seks Olmadan En iyi tecrübenin romantik aşk, birbirine âşık insanların yaşadığı seksin de birçok yönden en iyi seks olduğu, seksin en tepede yer aldığı duygusal değerler hiyerarşisinde, ilişkilerin romantizm üzerine temellendirildiği bir çağda yaşıyoruz. İki insanın “tek” olmasının bir yolu, bazılarına göre hele de bir çocuk ile taçlandırılırsa, daha da yüceleceğine inanılan romantik tutku oldukça anlamlı görülmektedir. Ayrıca diğer cinsel gelenekler de mekanik ve sıkıcı bir sıradanlığın ötesine geçmeyi becerir. Örneğin, seksin 3 farklı amacının olduğunu söyleyen Tantra gibi: üreme, zevk ve kozmik bilinçlilikteki kendini kaybetme ile nihayete eren özgürleşme. Batılı romantik gelenekte tutku, şehvet gibi sadece fiziki olan bir şeyin zıĀı olarak ve fiziksel zevkin ötesine geçen, belirli bir kişiye yönelen, güçlü olumlu duyguları içeren bir şey olarak algılanır. Yine de, hangisinin hangisi olduğunu nasıl bildiğimizi tam olarak söyleyebilmemizin imkânı yok, baştaki hikâyedeki erin de aradaki farkı anlayamamış olma ihtimali var. Ani ve aşırı testosteron tarafından güdülenmiş ya da baskıcı aile değerlerine karşı gelmek adına yapılan isyankâr ergen seksi, duygudan ve anlamdan yoksun mekanik bir üremeye indirgenemez, daha ziyade bu çeşit seksler bir çıkış yoluna veya kendimizi ifade etme araçlarına benzerler. Seks başkalarına hava atmak veya birinin cazibesini veya çekiciliğini onaylamak için yapıldığında bile “anlamsız” kelimesi, bu durumları tarif etmede kullanabileceğimiz son kelime olabilir gibi gözükmektedir. Bir insan tutkudan eksik olabilir, haĀa karşısındakinin duygularını ve arzularını göz ardı da edebilir ama sıklıkla karşısındaki kişi de aynı amacı gütmektedir. Bu noktada, şehvet ve aşk, insanların birbirleri ile seks yaptıklarında ne olduğunu açıklamakta yeterli gözükmemekteler. Dahası, gerçek tutkunun, bir insanı uzun süredir ve yakından tanıma üzerine kurulduğu düşünülürken, paralel bir hikâyede de, tutkunun aniden 2/9 https://dunyadanceviri.wordpress.com/2014/11/14/isolarakseksveseksisilauraagustin/ 26.03.2016 İş Olarak Seks ve Seks İşi – Laura Agustin – Dünyadan Çeviri yakından tanıma üzerine kurulduğu düşünülürken, paralel bir hikâyede de, tutkunun aniden ortaya çıktığı ilk görüşte aşk yüceltilmektedir ki bu ilk görüş âlem yapılan bir yerde ya da bir barda olabileceği gibi Tac Mahal’de de olabilir. Aşk mitolojisinin bir kısmı, birbirini seven çiftlerin her zaman sorunsuzca, serbestçe ve sadıkça birlikte seks yapmayı isteyip keyfini çıkaracaklarının güvencesini verir. Fakat birçok insan bilir ki çiftler, birlikte seksin sadece bir yüzünü oluşturduğu ve genellikle de iki tarafın birbiri ile seks yapmaktan bıkması ile sonuçlanan çok yönlü bir ilişkiye sahiptirler. Her ne kadar şüpheciler, artan boşanma oranlarının aşk mitinin bir yalandan ibaret olduğunu gösterdiğini söylese de diğerleri ise sorunun, âşıkların birlikte kalabilmek, kişisel, ekonomik ve mesleki sorunlarla baş etmek için çaba harcamaya yetenekleri veya niyetlerinin olmadığını söylemektedirler. Bu çabanın bir kısmı pekâlâ cinsel olabilir. Aradaki kıvılcımın biĀiği bazı ilişkilerde, çiftler birbirlerine başkaları ile seks yapma iznini bahşedebilir veya (çift olarak ya da bireysel) üçüncü kişilere cinsel yaşantılarına heyecan katmaları için para teklif edebilirler. Bu, çiftlerin ötekilerle birlikte oynadıkları eş değiştirme, çoklu evlilik veya geçici evlilik, aldatma veya ihanet ya da para karşılığı seks gibi açık uçlu bir sözleşmeye dayanan çoklu aşk projesine dönüşebilir. Seks Sözleşmesi İşin içinde aşk olsa bile, insanlar seksi, karşılığında bir şeyler alma umudu ile kullanabilirler. Bu tarz bir güdü, tamamen bilinçli veya bilinçsiz olabilir. • Seninle seks yapacağım, çünkü havamda olmasam bile seni seviyorum. • Seninle sonrasında bana müteşekkir kalacağını ve istediğim bir şeyi bana alacağını umarak iyi hissedip seks yapacağım. • Seninle seks yapacağım, çünkü yapmazsam bana, çocuklarımıza veya arkadaşlarımıza karşı tatsız olabilecek veya istediğimiz bir şeyi reddedebilecek birisisin. Bu tarz durumlarda seks, içinde çiftlerin birbirlerine karşı yükümlülüklerinin ve bu yükümlülükleri yerine getirmediği zaman terk edilme, zina, boşanma ve ayrılık gibi oluşacak sonuçların yer aldığı klasik evlilik yasası tarafından desteklenen ilişkinin kabul edilebilir bir parçasıymış gibi hissedilir. Bu, çiftlerden birisinin seks yapmayı istemediği zaman tersi şekilde de ortaya çıkabilir. • Seninle seks yapmayacağım, ister bu şekilde seks olmadan yaşarsın ya da gider başka bir yerden bulursun. Seks yapmak isteyen fakat bu isteğini evden karşılayamayan eşin seçim yapması gerekmektedir: olmadan mı devam edecek hayatına ve kendini çaresiz mi hissedecek? Peki, ya eski bir arkadaş? Eskort mu aramalı? Bardan birisini mi ayarlamalı? Fahişelerin olduğu sokağa gitmek? Kamu tuvaletleri? Ya şişme bebek? Peki, üçüncü dünya ülkelerinden birisine uçmak? Her toplumsal cinsiyeĀen insan kendisini, paranın en azından geçici bir süreliğine de olsa durumu kurtarmaya yardımcı olduğu ve birden fazla seçeneğin denenmek zorunda kaldığı bu tip bir durumda bulabilir. Bir eşten sıkılmak evrensel bir deneyimdir ve yerel rehberlere ve sahildeki delikanlılara para ödeyen kadınlarla ilgili yapılan araştırmalara göre para karşılığı seks elde etmenin hiç de eril bir yanı yoktur. Toplumumuzun hala patriarkal olması, kadınların hala ev işleri ve çocuk bakımında erkeklerden daha fazla sorumluluk alması ve erkeklerin kadınlara nazaran hala daha fazla gelir elde ediyor olması, kamuya açık, para karşılığı elde https://dunyadanceviri.wordpress.com/2014/11/14/isolarakseksveseksisilauraagustin/ 3/9 26.03.2016 İş Olarak Seks ve Seks İşi – Laura Agustin – Dünyadan Çeviri kadınlara nazaran hala daha fazla gelir elde ediyor olması, kamuya açık, para karşılığı elde edilecek seçenekleri diğer tüm toplumsal cinsiyeĀen bireylerle karşılaştırıldığında erkekler için daha fazla uygun kılıyor. Ne kadar insan ne yapıyor bilmiyoruz ama biliyoruz ki seks işçilerinin (bir kısmı mutlu, bir kısmı mutsuz tamamı erkek) müşterilerin çoğu evli olduklarını söylüyorlar. Para karşılığı seks elde etme güdüsünün nedeni olarak beyanlarında çoğunlukla çeşitliliğe duyulan arzu veya istedikleri tarzda ya da yeterli seviyede seksi evden alamamalarıyla baş etme yolunu gösteriyorlar. • Seninle seks yapmak istiyorum ama başkası ile de yapmak istiyorum. Bu, seks sözleşmesinde birçok insanın “peki neden?” sorununu yaşadığı noktadır. Niye evde seks, hem de güzel seks yapabilecek bir kişi, başka birisi ile de yapmak istiyor ki? Buradaki varsayım tabii ki bizim sadece tek bir eşi arzulamak zorunda olduğumuz, çünkü hepimizin sadık, tutkulu ve tek eşli bir tipteki aşkı istemek zorunda olduğumuzdur. Hem eşime ona âşık olduğumu söyleyip hem de başkaları ile seks yapmak istemem sapıkça, açgözlüce görülecektir ve epeyce bir çaba da zaten bu tip insanlara bağırıp çağırılarak harcanmıştır. Ne var ki, tek eşlilikte, seksin diğer çeşitlerine karşı olan tutumdan daha doğal bir yan bulunmamaktadır. Eğer evliliği kurtarmak bir değerse, birden fazla seks işçisi bilirler ki onların rolleri ilişkilerin bitmesine engel olmak ya da en azından eşlerin zorlu bir ilişkideki gerginliği atmalarına yardımcı olmaktır. İşçi denildiğinde, sadece ücreti mukabil yapılan eylemin aleni cinsel tarafı olması değil, aynı zaman da müşterilerinin hikâyelerini dinlemek, egolarını tatmin etmek, seks teknikleri öğretmek ve duygusal destek sağlamak gibi hissi emeğin ortaya konulması da kastedilmektedir. Çok nadiren seks işçileri müşterilerinin eşlerini düşman olarak görür ya da başka bir şekilde söylenirse, müşterilerini onların elinden almayı düşünürler; tersine, çoğunluğu ilişkiyi, ortak ve sürekliliği olan bir üçgen (karı‑koca‑seks işçisi) ilişki olarak görür. Bu yolla, seks işçileri, evliliğin yeniden üretilmesini, haĀa geliştirilmesini sağladıklarına inanırlar. Üretken Emek Olarak Seks Seksin toplumsal yaşamı yeniden üreĀiği fikrini desteklemek için, tatmin edici seks yaşayacak kadar şanslı olan insanların bu sayede tamamen onaylanmış yenilenmiş hisseĀikleri söylenebilir. Bu mantıkla, seks hizmeti veren bir işçi üretken bir iş yapmış demektir. Ücretli seks işi, işçilerinin arkadaşça ya da terapist gibi veyahut da rol icabı olsun olmasın müşterisinin sırtını sıvazladığı sürece şe尜Āat‑bakım hizmeti sağlamış oluyor. Şe尜Āat‑bakım hizmeti sağlayan kişi karşısındakine kendisini iyi hissetmesi için beynini, duygularını ve vücudunu kullanır: • Bebeği rahat eĀirmek için eğilmek • Ağrıyan omuzlara masaj yapmak için eğilmek • Boynu, alnı veya göğsü öpmek için eğilmek • Penisi veya göğsü emmek için eğilmek Eğer alıcı, teması olumlu olarak algılarsa beynin alımladığı iyi olma hali üretilir ve bireyin yalnızlığı silinir. Bu etkiler sırf erojen bölgeler dâhil edildi diye diğer bölgelerdeki etkilerden daha farklı olacak diye bir şey yok. Buradan baktığımızda, ücretli olsun ya da olmasın, seks işi temel toplumsal yaşamı yeniden üretir. Seks işini üretici bir emek olarak görmeyi reddeden argüman, cinsel deneyimin bazen geçici https://dunyadanceviri.wordpress.com/2014/11/14/isolarakseksveseksisilauraagustin/ 4/9 26.03.2016 İş Olarak Seks ve Seks İşi – Laura Agustin – Dünyadan Çeviri Seks işini üretici bir emek olarak görmeyi reddeden argüman, cinsel deneyimin bazen geçici olarak da olsa kişiyi dinçleştirdiği hissini kabul etse de, seksi, ne her zaman pozitif ne de bireyin hayatına devam etmesi için zaruri bir iş olarak görür. İnsanlar yemek yemek, bedenlerini ve çevrelerini temiz tutmak zorundadır, fakat tersine, hayaĀa kalmak için seks yapmak zorunda değillerdir, seks tarafından yaratılan kendini iyi hissetme durumu olsa olsa bir lüks veya ekstra olarak tanımlanır. Seks, birçok insan için yemek içmek kadar zaruridir ve yokluğunda çok mutsuz olabilirler, fakat yine de yaşamaya devam edeceklerdir. Bir İş Olarak Seks Cinsel deneyimlerin çeşitliliği hangi seksin seks işi olarak belirlenebileceğini zorlaştırıyor. Benim kendi tutumum, bireyin beyanını temel almak. Eğer birisi kendi deneyimini seks satmak olarak görüyorsa ben onun sözünü kabul ederim. Eğer bir başkası yaptığı işi bir iş olarak görmüyorsa, bu sefer de onun sözünü veri alırım. İş gibi hisseĀirmek ne demek peki? Birkaç tane ihtimal var: • Kendi belirlediğim bir hizmeti satmak için kendimi düzenlemem. • Başka birisinin işinde başkalarının yapmadığı ama benim yaptığım ve bazı yönlerini kontrol edebildiğim bir işte olmam. • Başkalarının bana ne aradıklarını söylediği ve benim de kendimi uyarlamam, müzakere etmem, dönüştürmem ve bir performans sunmam gereken, ama en nihayetinde para aldığım için bir iş olan durumlara kendimi uyarlamam. Tabii, başka olasılıklar da mevcuĀur. Bütün hizmet işleri, asla tam olarak kestirilemez bir yönü bulunan müşteri ilişkilerini içerir. Bazı müşteriler tam olarak ne istediklerini ve tatmin olduklarından emin olduklarını bilmeyi becerebilirken diğerleri beceremez ve işçinin kendilerine sunduğu şey ile yetinmek durumunda kalırlar. Her ne kadar uzun sürer ve ne pahasına olursa olsun her işçinin kendi işinde söz sahibi olmak için yoğun bir mücadele verdiği düşünülünce, müşterinin parayı veriyor olması, işçinin her zaman güçsüz olduğu sonucunun çıkartılamayacağını gösterir. Bu, fail olmanın basit bir tanımıdır. Ayrıca hatırlamakta yarar var ki, seks işinin büyük bir oranı satmaya harcanmaktadır; atmosferi, potansiyeli ve olasılığı, seks yapmak için para mübadelesine dönüştürmek, ayartma ve flört etmeyi gerektirmektedir. Dahası, her ne kadar satıcı ve müşteri gibi birbirinden ayrı iki rolün mevcudiyetini düşünmeye meyletsek de aslında cinsel ilişkilerde roller bulanıklaşmaktadır. Teorisyenler, işçinin müşteri için bir şey yaptığını veya müşterinin işçiye uygulaması için komutlar verdiğini düşünmeye eğilimlidir. Fakat bir komutu yerine getiriyor olmak, onu kendi yöntemleri ile yapıyor olmaya engel, ya da, bu yüzden, zevk almaya, bağlılık hissine ve kendini üretmeye mani değildir. Evde Partner Harici Birisi İle Seks Bir sürü insan ticari olmayan (ya da gerçek) seksin evde, ticari olanın ise gizli saklı düşkün yerlerde yapıldığını düşünür. Fakat partnerlerden birisinin yokluğunda evde kolayca seks yapılabilmektedir. Bu tarz bir seks, ücreti karşılığında ya da aldatma, çoklu cinsel partnerin varlığı veya tek eşlilik dışında bir şekilde olabilir. Bazen partner harici bu kişi, hizmetçi veya bakıcı olarak çalışan ve “neredeyse aile içinden birisi” gibi görülür. Bazen de para karşılığı bir iş yapmaya gelen, şu çok bilindik sütçü veya tesisatçı gibi birisi olabilir. Ayrıca evde web kamerası aracılığı ile internet üzerinden, telefon yoluyla veya cinsel deneyimi yaratacak https://dunyadanceviri.wordpress.com/2014/11/14/isolarakseksveseksisilauraagustin/ 5/9 26.03.2016 İş Olarak Seks ve Seks İşi – Laura Agustin – Dünyadan Çeviri kamerası aracılığı ile internet üzerinden, telefon yoluyla veya cinsel deneyimi yaratacak nesneler ve imgeler gibi partnerin varlığına dahi ihtiyaç olmayacak şekilde de olabilir. Seks endüstrisi aile bireylerinin içine öyle bir nüfuz eder ki ailenin ötekisi olarak görülemezler. Seks endüstrisinin nasıl değiştiğini açıklayan çoğu açıklamalar, daha geleneksek iş alanlarından ayrı olarak cinsel toplulukların devamlı olarak oluştuğu ve değiştiği internet üzerine odaklanmaktadır. Facebook gibi sosyal medya siteleri ticari, estetik ve aktivistin kesiştiği ve örtüştüğü, aynı zamanda geleneksel alma verme ayrımının da muğlaklaştığı alanlara imkân verir. Chat ve anlık ileti insanlara, ticari olan cinsel kimlik de dâhil birçok fırsatı deneme imkânı sağlar. Bunların çoğu ölçülebilir şeyler değildir ve tüm katılımcıların birbirine karıştığı, alıcı ve satıcı diye kategorize edilemeyecekleri sitelerde gerçekleşir. İnterneĀe satılan pornonun değeri hakkındaki istatistikler, satılan ürünlerin kataloğunun bulunduğu sitelere yoğunlaşır, ama web kamerasının uzantısı, aynı eskinin röntgen gösterileri gibi porno ve fahişeliğin sınırlarını bulanıklaştırır. Her ne kadar meslektaşım Elizabeth Bernstein gibi bazı insanlar kız arkadaşvari bir deneyim teklif eden seks işçilerinin, sanayi sonrası yaşamın bir dışa vurumu olduğunu iddia etse de, ben bu konuda onlarla hemfikir değilim. Birçok farklı dönemden seks işçilerinin tanıklıkları, görüşmelerin sıklığı arĀıkça veya müşteri cinsel çekiciliğin yanı sıra arada bir bağ da olduğunu düşündüğü zamanlarda, her daim ortaya çıkmayı bekleyen karmaşıklıkların varlığından bahsetmiştir. Benzer şekilde, üst sınıf müşterilerin kortezanları, geyşaları, metresleri aşağılayan deneyimlerinin, “muamele” kültürlerindeki işçi sınıfı erkek ve kadınlarının sosyalizasyonundan daha farklı olmadığı kanaatindeyim. Bunun yerine, ticari ve ticari olmayan seksin arasındaki sınırın hep bulanık olduğu her zaman aşikârdı, mesela orta sınıf evlilik tam da buna bir örnektir. Seks kültürlerini araştıran akademisyenler arasında, evliliğin ticari seksin araştırma alanından ayrı olduğu dogmasını takip edenler çok da fazla bir yol kat edemeyeceklerdir. Seks turizmi ve yabancı gelin firmalarına karşı çıkanlar, saf ilişkinin olması gereken alana para mübadelesi girmesine içerlemişken, çöpçatanlığın, farklı şekillerdeki evlilik düzenlemelerinin ve çeyizin geleneksel olduğu toplumlarda, seks ve ücret arasındaki bağ aleni ve normal olagelmiştir. Sadakatin ve aşkın aileye dönüşmemiş biçimi, seksin sadakatsiz biçimi ve aşkın seks olmadan yaşandığı biçimi gibi, bu yapay, cinsel olarak iyi ve kötü gibi daha baskıcı fikirlere sahip mitolojik ayrıştırma biçimleri ile ilgili elimizde haddinden çok daha fazla bilgi var artık. Şimdi biliyoruz ki tek eşlilik ille de daha iyi değil, ücretli seks sevecen olabilir, çiftler seks yapmadan da yaşayabilir, aşk dolu bir evliliğe para dâhil olabilir ve seks iş içermektedir. Ben burada postmodern bir eleştiri görmüyorum. Bazıları, İkinci Dünya Savaşından sonra batının gelişiminin daha mutlu ailelere, daha adil toplumlara doğru, gitmesi gereken yönde olduğunu ama neoliberalizmin bunu yok eĀiğini düşündü. Fakat tarihsel araştırmalar gösteriyor ki çekirdek aileye olan yoğunlaşmayla, ahlaki saygınlığın belli başlı çeşitleriyle, esnek ve gevşek düzenlemelerin sekse karşıtlığı ile burjuvazinin Avrupa toplumlarının ortasına doğru ilerleyişinden önce aile ve cinsellik, üst sınıf ve işçi sınıfı için benzerdi. Uzun dönemde, 200 yıllık burjuva “aile değerleri” insanlık tarihi arenasında minik bir nokta olarak gözükebilir. Seks, Eşitlik ve Para Profesyonel seks işini anlamak, toplumsal cinsiyet ilişkileri için eşitliği bir standart haline https://dunyadanceviri.wordpress.com/2014/11/14/isolarakseksveseksisilauraagustin/ 6/9 26.03.2016 İş Olarak Seks ve Seks İşi – Laura Agustin – Dünyadan Çeviri Profesyonel seks işini anlamak, toplumsal cinsiyet ilişkileri için eşitliği bir standart haline getirmede bir kolaylık sağlamadı. Sadece, eğer herkes aynı gözükür ve davranırsa ki bu sadece imkânsız değil, aynı zamanda farklılığın da baskılanmasıdır, cinsel deneyimlerin eşit olup olamayacağını gerçekten bilebiliriz. Cinsel ilişkilerde eşitlik hayali, daha kültürel arka plan ve sosyal statü farklılıklarına gelemeden, farklı bedenler, cinsel hazzı sergilemede ve zevki deneyimlemede farklı yollar sorununa toslamaktadır. Diğer insanların sapkınlığı ve sapıklığı ile ilgili dert yananlar, bu tavırları nedeni ile baskıcı cinselliğin sıkıcı taraftarları olmakla suçlanmışlardır. Seks işinden bakıldığında, eşitlikle ilgili daha büyük bir soruna, katılımcıların aktif veya pasif bir rol ve kimlik takındığını gören klişeye takılıyoruz. Ama sadece seks işçilerinin de dışında, birçok insan seks işinin, aktif bir rol alıp karşındakinin pasif olduğunu varsayabileceği gibi tersi şekillerde de olabileceğini bilir. Bazen insanlar, zaten sevdiklerini bildikleri şeyleri yaparlar, bazen ise yeni şeyler denerler. Bazen de ne istediklerini bilmezler ya da şaşırtılmak isterler veyahut da kontrolü kaybetmeyi. Bazı eleştirmenlere göre, müşterilerin verdiği paralar, müşterilere işçiler üzerinde mutlak bir otorite sağlıyor ve bu yüzden eşitliğin sağlanması da mümkün olamıyor. Paraya karşı bu tarz bir tavır çocuk veya yaşlı bakımı için, tecavüz, alkolizm ve intihar ve daha birçok profesyonel yardım gerektiren durumlarda para verdiğimiz düşünüldüğünde garip kalıyor. Bu tarz hizmetler para ile karşılandığında sorun yaratmadığı düşünülürken seks parası tamamen olumsuz, özellikle bu tarz bir metalaşma yaraĀığı için oldukça korkunç, kirletici bir güç olarak görülüyor. Ticari seks mübadelesinde hiçbir vücut organı satılmıyor olduğu gerçeğine rağmen para, burada bir fetiş olarak karşımıza çıkıyor. Seks İşi ve Göçmenlik Birçok yerde, genç erkek ve göçmen kadınlar ücretli seks işinin büyük bir kısmını yapıyorlar, çünkü: Dünyada çok fazla yapısal eşitsizlik var, çünkü her yerde insanlar, diğer ülkelerde çalışma riskini gözde alıyor ve çünkü sosyal medya, ileri teknoloji ve ulaşım bunu çok geniş çapta mümkün kılıyor (Agustin 2002). Göçmenler, ortalıkta olan işleri alıyor, düşük ücreti kabul ediyor ve işyerinde yer edinmekten daha önemsiz buldukları için birinci sınıf vatandaşlardan daha az haklara sahip olmayı tolere edebiliyorlar. Diğer yetenek ve tecrübe isteyen, ister kuaför, isterse de üniversite profesörü olsun, işleri kabul edenler bile göçmen olmayanlar tarafından itibarsız olarak görülüyor. Birçok insan, düşük itibarlı işlerde çalışan göçmenleri fail olma, sosyal kazanım elde etme, işinden zevk alma gibi konularda etraflarını saran güçler tarafından mutlak olarak kısıtlanmış olarak görse de, göçmenleri anlamak için farklı yollar da bulunmaktadır. Eleştirmenler, özel evlerde çalışan göçmenlerin “her şeye gücü yeten işverenlerinin” sosyal hayatlarını üreĀiklerini ama kendileri lehine çok az şey başarabildiklerini belirtiyorlar. Bu çok garip, çünkü göçmen olmayan ama düşük itibarlı işçilerin toplumla bir bağ kurma, daha iyi bir iktisadi aktör olma bilgisine ve daha fazla seçeneğe sahip oldukları kabul ediliyor. Göçmenliğe, ne bir aşağılanma ne de kadının konumunda bir ilerleme olarak bakıyoruz. Bunun yerine, göçmenliği, toplumsal cinsiyet ilişkilerinde yeniden yapılandırma olarak görüyoruz. Bu yeniden yapılandırma, tatmin edici bir mesleki hayat dolayımı ile ifade edilmek zorunda da değildir. Sosyal yaşantıda otonominin olduğunun ifadesi, geride bıraktığı ailesi ile olan ilişki, sosyal ağlara ve resmi bağlantılara katılım şeklinde olabilir. Geldiği ülkedeki https://dunyadanceviri.wordpress.com/2014/11/14/isolarakseksveseksisilauraagustin/ 7/9 26.03.2016 İş Olarak Seks ve Seks İşi – Laura Agustin – Dünyadan Çeviri olan ilişki, sosyal ağlara ve resmi bağlantılara katılım şeklinde olabilir. Geldiği ülkedeki kazancı ile yerleştiği ülkedeki arasındaki farkın kendisi bile, yeni geldiği ülkedeki mesleği yatılı hizmetçi veya fahişelik de olsa bir tarz otonomi yaratıyor olabilir. Kapitalizmin en büyük çelişkilerinden birisi de, adaletsiz, hukuki olmayan ve muğlak bir sözleşmenin bile aktif özneler yaratabiliyor olmasıdır. Daha İlerisi Akademisyenlere fahişeliğin bildik çalışmasının sınırlandırmalarından azade olacakları, iktidar, toplumsal cinsiyet ve para hakkında ideoloji ve ahlakçılığın öncelikli tutulduğunu gösteren ticari seksin kültürel bir çalışmasını önermiştim (Agustin 2005). Kültürel çalışmalar, herhangi bir seks ve para mübadelesinin ne anlama geldiğini zaten bildiğimizi değil, anlamın her bir kültürel bağlamda değiştiğini varsayar. Bu da, ticari ve ticari olmayan seks arasında temel bir fark vardır tarzında bir varsayımda bulunamayacağımız anlamına gelir. Batı dışı toplumları çalışan antropologlar, duyguların da ifade edildiği para ve seks mübadelelerinin hala var olduğundan, tarihçiler ise benzer durumun geçmişte de bulunduğundan söz ederler (örneğin Tabet 1987 ve Peiss 1986). Subayların zaten bildiği ve erlerin de günün birinde öğreneceği gibi seks ve işin birbirinden kati suretle ayrılabileceğini düşünmek mümkün değildir. hĀp://www.commoner.org.uk/?p=144 (hĀp://www.commoner.org.uk/?p=144) Etiketler: Beden politikaları, Feminizm, Sarp Solakoğlu, Seks işçiliği “İş Olarak Seks ve Seks İşi – Laura Agustin” üzerine 4 yorum Geri bildirim: Önsöz: Bakım İşi ve Müşterekler – Massimo De Angelis* (The Commoner) | Dünyadan Çeviri | Düzenle Geri bildirim: Giriş: Bakım İşi ve Müşterekler – Camille Barbagallo ve Silvia Federici (The Commoner) | Dünyadan Çeviri | Düzenle Geri bildirim: Bakım İşi ve Müşterekler – Camille Barbagallo & Silvia Federici (The Commoner) | Bacılar Kıraathanesi | Düzenle Geri bildirim: İş Olarak Seks ve Seks İşi – Laura Agustin | Bacılar Kıraathanesi | Düzenle WordPress.comʹda ücretsiz bir web sitesi ya da blog oluşturun. | Tema: Raam Dev tarafından Independent Publisher. https://dunyadanceviri.wordpress.com/2014/11/14/isolarakseksveseksisilauraagustin/ 8/9 26.03.2016 İş Olarak Seks ve Seks İşi – Laura Agustin – Dünyadan Çeviri https://dunyadanceviri.wordpress.com/2014/11/14/isolarakseksveseksisilauraagustin/ 9/9 26.03.2016 Kapitalizme karşı ve kapitalizmin ötesinde müşterekler – George Caffentzis ve Silvia Federici – Dünyadan Çeviri Dünyadan Çeviri dunyadanceviri Çeviri içinde 18 Mayıs 201520 Mayıs 2015 6,352 Words Kapitalizme karşı ve kapitalizmin ötesinde müşterekler – George Caffentzis ve Silvia Federici (h普椠ps://dunyadanceviri.files.wordpress.com/2015/05/f1‑large.jpg) Zapatista kadınlar müşterek bir bostanda çalışıyorlar (fotoğraf: George Caffen慭牯is) Çeviren: Serap Güneş https://dunyadanceviri.wordpress.com/2015/05/18/kapitalizmekarsivekapitalizminotesindemustereklergeorgecaffentzisvesilviafederici/ 1/12 26.03.2016 Kapitalizme karşı ve kapitalizmin ötesinde müşterekler – George Caffentzis ve Silvia Federici – Dünyadan Çeviri Çeviren: Serap Güneş Commons against and beyond capitalism (h普椠p://cdj.oxfordjournals.org/content/49/suppl_1/i92.full.pdf) Bu makale, ‘müşterekler’in üretiminin altında yatan mantığı, kapitalist ilişkilerin mantığı ile karşılaştırmakta, ve ‘müştereklerin’, hangi koşullar altında devlet ve piyasanın ötesindeki bir toplumun tohumları haline geldiğini açıklamaktadır. Bunun yanı sıra ‘müştereklerin’, düşük maliyetli yeniden üretim formları sağlamak amacıyla sistem‑içileştirilmesi tehlikesine karşı da uyarıda bulunmakta ve bu sonucun önüne nasıl geçilebileceğini tartışmaktadır. George Caffen慭牯is* George Caffen慭牯is, Midnight Notes Collective (h普椠ps://dunyadanceviri.wordpress.com/2014/12/27/umut‑vaat‑edici‑notlar‑krizden‑ mustereklere‑midnight‑notes‑kolektifi‑ve‑dostlari/) kurucu üyesi. Ayrıca Southern Maine Üniversitesi’nde fahri profesör. Toplumsal ve siyasal konularda birçok kitabın ve makalenin yazarı ve editörü. Son kitabı In Le普椠ers of Blood and Fire: Work, Machines and the Crisis of Capitalism. Silvia Federici (h普椠ps://dunyadanceviri.wordpress.com/tag/silvia‑federici/)* Silvia Federici, çok eski bir feminist aktivist, bir öğretmen ve yazar. 1991’de Afrika Akademik Özgürlük Komitesi’nin kurucuları arasında yer aldı. Küreselleşme karşıtı hareke普椠e ve idam cezası karşıtı hareke普椠e faal şekilde yer aldı. Siyaset felsefesi, feminist teori, kültürel çalışmalar ve eğitim konusunda birçok makalenin yazarı. Yayınladığı kitaplar: Sıfır Noktasında Devrim (Otonom Yayıncılık), Caliban ve Cadı: Kadınlar, Beden ve İlksel Birikim (Otonom Yayıncılık), A Thousand Flowers: Social Struggles Against Structural Adjustment in African Universities (2000, editör olarak) ve Enduring Western Civilization: The Construction of Western Civilization and its ‘Others’ (1994, editör). Hofstra Üniversitesi’nde fahri profesör (Hempstead, New York). E‑posta adresleri: silvia.federici@hofstra.edu (S.F.); gcaffen慭牯@aol.com (G.C.) ÖZET: Bu makale, ‘müşterekler’in üretiminin altında yatan mantığı, kapitalist ilişkilerin mantığı ile karşılaştırmakta, ve ‘müştereklerin’, hangi koşullar altında devlet ve piyasanın ötesindeki bir toplumun tohumları haline geldiğini açıklamaktadır. Bunun yanı sıra ‘müştereklerin’, düşük maliyetli yeniden üretim formları sağlamak amacıyla sistem‑içileştirilmesi tehlikesine karşı da uyarıda bulunmakta ve bu sonucun önüne nasıl geçilebileceğini tartışmaktadır. Giriş ‘Müşterekler’, günümüzün siyasal, ekonomik ve ha普椠a gayrimenkul lisanında yaygın şekilde yer etmiş durumda. Sol ve sağ, neoliberaller ve neo‑Keynesçiler, muhafazakârlar ve anarşistler, kavramı kendi politik müdahalelerinde kullanmaktalar. Dünya Bankası, Nisan 2012’de, “içerde yürütülen veya bağışları ile desteklenen tüm araştırmaların Yaratıcı Müşterekler telif hakkı lisansı kapsamında erişime açık olması” gerektiğini belirterek, kavramı benimsemiş olduğunu gösterdi (Dünya Bankası, 2012). Neoliberalizmin en büyük savunucularından Economist bile, müşterekler konulu çalışmaların duayeni sayılan Elinor Ostrom’un vefatı vesilesiyle yayınlanan anma yazısında onu överken, kavramı benimser tarzda kullandı: 2/12 “Elinor Ostrom’a göre, dünya büyük bir ortak akıl içeriyordu. İnsanlar, kendi başlarına bırakılmaları https://dunyadanceviri.wordpress.com/2015/05/18/kapitalizmekarsivekapitalizminotesindemustereklergeorgecaffentzisvesilviafederici/ 26.03.2016 Kapitalizme karşı ve kapitalizmin ötesinde müşterekler – George Caffentzis ve Silvia Federici – Dünyadan Çeviri “Elinor Ostrom’a göre, dünya büyük bir ortak akıl içeriyordu. İnsanlar, kendi başlarına bırakılmaları halinde, haya普椠a kalmak ve geçinmek için rasyonel yollar bulacaklardı. Dünyanın ekilebilir arazileri, ormanları, içme suyu ve balıkçılık alanlarının bir sonu olmasına rağmen, bunları tüketmeden paylaşmak ve savaşmadan korumak mümkündü. Başkaları, meselenin aşırı avlanma ve aşırı ağaç kesimi tarafını görerek müştereklerin trajedisi hakkında kasvetli yazılar yazarken, Bayan Ostrom, o kahkahası ile, neşeli ve aykırı bir duruş sergiliyordu. (Economist, 2012)” Son olarak, ‘müştereğin’ veya ‘müştereklerin’, üniversite kampüslerinin, alışveriş merkezlerinin ve etrafı çevrili güvenlikli sitelerin gayrimenkul diskurunda savurgan şekilde kullanılmakta olduğu göz ardı edilemez. Elit üniversiteler öğrencilerinden yıllık 50 bin dolara varan paralar talep ederken, kendi kütüphanelerini ‘bilgi müşterekleri’ diye tanıtıyorlar. Şu artık neredeyse çağdaş toplumsal yaşamın bir kuralı haline geldi: Müşterekler, ne kadar çok saldırıya uğrarlarsa o kadar çok övülüyorlar. Bu makalede, bu gelişmelerin sebeplerini ve bugün antikapitalist müşterekçilerin yüz yüze olduğu ana sorunlardan bazılarını ortaya koymaya çalışacağız: ‘Antikapitalist müşterekler’ derken neyi kastediyoruz? Mücadelelerimizin meydana getirdiği müştereklerden, emeğin sömürüsü üzerine kurulu olmayan yeni bir üretim tarzını nasıl ortaya çıkarabiliriz? Müştereklerin sistem içileştirilmesini ve batmakta olan kapitalist sınıfın faydalanabileceği platformlar haline getirilmesini nasıl önleriz? Tarih, kapitalizm ve müşterekler Hangi yollardan bölündüğümüzü ortaya çıkardığında bile, eğer ki çoğul seslerle anlatılıyorsa, tarihin kendisinin de bir müşterek olduğunu akılda tutan tarihsel bir perspektifle başlıyoruz. Tarih, kolektif belleğimizdir, bizi geniş siyasi pratiğimize anlam ve güç kazandıran bir mücadeleler dünyasına bağlayan, uzamış gövdemizdir. O zaman, tarih bize ‘ortaklaşmanın’ insanlığın binlerce yıldır varoluşunu örgütlediği prensip olduğunu gösterir. Peter Linebaugh’un bizlere hatırla普椠ığı üzere, kalbinde/özünde müştereklerin yer almadığı bir toplum yok gibidir (Linebaugh, 2012). Bugün bile, komünal mülkiyet sistemleri dünyanın birçok yerinde, özellikle de Afrika’da ve Latin Amerika’nın yerli halkları arasında varlığını sürdürmektedir. Dolayısıyla, hayal edilen ya da var olan, paylaştığımız refah formları olarak ‘müşterek’ veya müşterekler prensibinden söz e普椠iğimizde, yalnızca küçük ölçekli deneyimleri kast etmemekteyiz. Prekolonyal Amerika’da var olmuş, günümüz Şili’sinden Nikaragua ve Teksas’a uzanan, geniş bir ekonomik ve kültürel değiş tokuş düzeni ile birbirine bağlanan komünal topluluk ağları gibi geçmişte kıta çapında var olan büyük ölçekli toplumsal formasyonları kast etmekteyiz. İngiltere’de, müşterek topraklar yirminci yüzyılın başına kadar önemli bir ekonomik faktör olmayı sürdürdü. Linebaugh, 1688’de, İngiltere ve Galler’in toplam alanının çeyreğinin müşterek topraklar olduğunu tahmin etmektedir (Linebaugh, 2012). Milyonlarca akrelik özelleştirmeyi içeren iki yüzyıldan uzun süren çitlemelerin ardından, 1911’de kalan müşterek toprak miktarı, 1.500.000 ila 2.000.000 akre idi, yani İngiliz topraklarının yüzde 5’i kadar. Yirminci yüzyılın sonu itibariyle, müşterek topraklar, halen toplam toprakların yüzde 3’ü idi (Naturenet, 2012). Bu değerlendirmeler, müştereklere dayalı bir toplumun ütopya olduğuna veya müştereklerin küçük ölçekli projeler olması gerektiğine, yeni bir üretim tarzına temel olmaya müsait olmadıklarına dair varsayımlardan kurtulmak için önemli. Müştereklerin binlerce yıldır var olagelmesinin yanı sıra, komünalliğe dayalı bir toplumun unsurları da, kapitalist gelişme https://dunyadanceviri.wordpress.com/2015/05/18/kapitalizmekarsivekapitalizminotesindemustereklergeorgecaffentzisvesilviafederici/ 3/12 26.03.2016 Kapitalizme karşı ve kapitalizmin ötesinde müşterekler – George Caffentzis ve Silvia Federici – Dünyadan Çeviri olagelmesinin yanı sıra, komünalliğe dayalı bir toplumun unsurları da, kapitalist gelişme komünal mülklerin ve ilişkilerin yıkımını gerektirdiği için sürekli olarak saldırı altında olmalarına rağmen, halen etrafımızdadır. Avrupa’da köylülüğü topraktan süren on altıncı ve on yedinci yüzyıl ‘çitlemeleri’ne referansla – modern kapitalist toplumun doğuşu eylemi – Marx ‘ilksel’ veya ‘birincil’ birikim demiştir. Fakat bunun mekânsal ve geçici olarak çevreleyen tek seferlik bir ilişki değil, bugüne uzanan bir süreç olduğunu öğrenmiş bulunuyoruz (Midnight Notes Collective, 1990). ‘İlksel birikim’, kapitalist sınıfın emek üzerindeki hâkimiyetini yeniden tesis etme ihtiyacı duyduğu kriz dönemlerinde daima başvurduğu bir stratejidir ve neoliberalizmin gelişiyle birlikte bu strateji uçlaşmış, dolayısıyla özelleştirme varoluşumuzun her yanına uzanmıştır. Artık içtiğimiz sudan vücut hücrelerimize ve genlerimize kadar her şeyin fiyat etiketi taşıdığı bir dünyada yaşıyoruz ve şirketlerin dünya üzerindeki son açık alanları da çitleme ve bizi buralara erişmek için para ödemek zorunda bırakma hakkına sahip olmasını sağlamak için hiçbir çabadan kaçınılmıyor. Daha önce benzeri görülmemiş boyutlarda yeni bir ‘toprak gaspı’ şeklinde, topraklara, ormanlara ve balıkçılık alanlarına ticari kullanım amacıyla el konması tek mesele değil. Yeni Delhi ve New York’tan Los Angeles’a, kentsel mekân özelleştirilmekte, sokak satıcılığı, kaldırımlarda oturmak veya bir plajda parasız uzanmak yasaklanmakta. Nehirlere barajlar kuruluyor, ormanlar keresteye dönüştürülüyor, sular ve pınarlar şişeleniyor ve piyasaya sürülüyor, geleneksel bilgi sistemleri Fikri Mülkiyet Yasaları ile cebe indiriliyor ve devlet okulları kar amaçlı işletmelere dönüştürülüyor. Bu durum, müşterekler fikrinin kolektif tahayyülümüzde neden bu denli çekicilik taşıdığını açıklıyor: bunları kaybetmek, varlıklarının ne kadar önemli olduğunu fark etmemizi sağlıyor ve haklarında daha fazla şey öğrenme arzumuzu artırıyor. Müşterekler ve sınıf mücadelesi Müşterekler, maruz kaldıkları tüm saldırılara rağmen yok olmadılar. Massimo De Angelis’in savunduğu üzere, kapitalizmin ‘dışında’, birçok ortaklaşmacı bünyenin yanı sıra radikal tahayyülü de besleyerek sınıf mücadelesinde kilit rol oynamış müşterekler daima var olageldi (De Angelis, 2007). On dokuzuncu yüzyıl karşılıklı yardım toplulukları bunun örneğidir (Bieto, 2000). Daha da önemlisi, sürekli olarak yeni müşterekler oluşmaktadır. Kapitalizmin bize daha fazla sefalet ve bölünmeden başka bir şey getirmeyeceğinin farkına varılması ile birlikte, ‘ücretsiz yazılımdan’ ‘dayanışma ekonomisi’ hareketine kadar koca bir yeni toplumsal ilişkiler dünyası, komünal paylaşım prensibi temelinde vücut buluyor (Bollier ve Helfrich, 2012). Ha普椠a ve ha普椠a, işlere, ücretlere ve toplumsal alanlara sürekli saldırı yaşanan günümüz kalıcı kriz koşullarında, müştereklerin inşası – ‘zaman bankaları’, kent bostanları, topluluk destekli tarım, gıda kooperatifleri, yerel para birimleri, ‘yaratıcı müşterek’ lisansları, takas pazarları – kritik önemdeki ayakta kalma yolları olarak öne çıkıyorlar. Yunanistan’da, geçtiğimiz iki yıl içinde, ücretler ve sosyal ödenekler ortalama yüzde 30 kesintiye uğrarken ve işsizlik gençler arasında yüzde 50’ye varırken, ücretsiz sağlık hizmetleri, çiftçilerin ürünlerinin kent merkezlerinde dağıtımına yönelik ücretsiz ağlar ve faturası ödenmediği için kesilen elektrik hatlarının ‘onarılması’ gibi çeşitli karşılıklı yardım biçimleri ortaya çıktı. Fakat ortaklaşma inisiyatifleri, yaşamlarımıza yönelik neoliberal saldırıya karşı set olmaktan daha ötesini ifade ediyorlar; bunlar oluşmakta olan alternatif üretim tarzının embriyo halindeki tohumları. Birçok kentsel periferide ortaya çıkan işgal hareketlerine de bu gözle bakmalıyız, formel dünya ekonomisi ile bağı kalmamış ve artık kendilerini devlet ve piyasa denetimi dışında yeniden üreten, büyümekte olan bir kent sakinleri nüfusunun işaretleri (Zibechi, 2012). Amerika kıtasındaki yerli halkların toprakları ve suları üzerindeki süregiden özelleştirmeye https://dunyadanceviri.wordpress.com/2015/05/18/kapitalizmekarsivekapitalizminotesindemustereklergeorgecaffentzisvesilviafederici/ 4/12 26.03.2016 Kapitalizme karşı ve kapitalizmin ötesinde müşterekler – George Caffentzis ve Silvia Federici – Dünyadan Çeviri Amerika kıtasındaki yerli halkların toprakları ve suları üzerindeki süregiden özelleştirmeye karşı direnişleri, müşterekler mücadelesine yeni bir ivme kazandırdı. Zapatistaların kolektif mülkiyeti tanıyan yeni bir anayasa çağrısı, Meksika devletinin umurunda olmazken, yerli halkların kendi bölgelerindeki doğal kaynakları kullanma hakları Venezüella Anayasası tarafından 1999 yılında tasdik edildi. Bolivya’da da, 2009 yılında yeni bir anayasa ile komünal mülkiyet tanındı. Bu örnekleri çağrısını yaptığımız müşterekler toplumunu destekleme konusunda devletin yasal aparatına güvendiğimizi değil, toplumsal işbirliği prensibine göre örgütlenmiş yeni toplumsallık formları yaratılmasına ve hâlihazırda mevcut komünalizm formlarının savunulmasına yönelik olarak tabandan gelen talebin ne kadar güçlü olduğunu göstermek için veriyoruz. Raquel Gutiérrez (2009) ve Raúl Zibechi’nin (2012) gösterdiği üzere, Bolivya’da 2000 yılında yaşanan ‘su savaşları’, Aymara ve Quechua arasında yaşamı düzenleyen aylu ve diğer komünal sistemlerin sağladığı girift toplumsal ilişkiler ağı olmaksızın mümkün olmazdı. Yerel kadın inisiyatifleri, bu bağlamda özel bir rol oynamıştır. Giderek büyüyen bir feminist literatürün gösterdiği üzere1, ücretli istihdamla güvencesiz ilişkileri nedeniyle, kadınlar doğa müştereklerinin savunulması ile daima erkeklerden daha ilgili olmuşlardır ve birçok bölgede çevresel yıkıma karşı ilk ayağa kalkanlar kadınlardır: ormanların kesilmesine, ağaçların ticari amaçlarla satışına ve suyun özelleştirilmesine karşı. Kadınlar aynı zamanda, var olan en eski ve en yaygın halk bankacılığı formlarından biri olan ‘tontin’ gibi çeşitli kaynak biriktirme formlarına da hayat vermişlerdir. Bu girişimler, kemer sıkma planlarının ve siyasi baskıların birçok ülkedeki birleşik etkilerine (örneğin Arjantin ve Şili) yanıt olarak, kadınların hem bütçelerini doğrultmalarını hem de izolasyon ve yenilginin yara普椠ığı paralize olma halini kırmalarını sağlayacak komünal yeniden üretim formları oluşturmak üzere bir araya geldiği 1970’lerden bu yana, katlanarak artmıştır. Şili’de, Pinochet darbesi ardından kadınlar, aşevleri – comedores populares – kurmak üzere kolları sıvayarak mahallelerinde imece usulü yemek pişirmişler ve yalnızca aileleri için değil, topluluktaki karnını doyuramayacak kişiler için de yemek çıkarmışlardır. Darbe sonrası ülkenin üzerine inen korku perdesini aralama noktasında aşevleri deneyimi öylesine güçlü olmuştur ki, devlet bunları yasaklamış, polisleri gönderip tencere ve tabakları kırdırmış ve kadınları komünist aşevleri kurmakla suçlamıştır (Fisher 1993). Farklı şekillerde, bu 1980’ler ve 1990’lar boyunca Latin Amerika’nın birçok yerinde tekrarlanan bir deneyim olmuştur. Zibechi’nin (2012) bildirdiği üzere, Peru ve Venezüella’da da daha çok kadınlar tarafından örgütlenen gıda, toprak, su, sağlık, kültür gibi konularda binlerce halk örgütlenmesi, kooperatif ve topluluk alanı ortaya çıkmış ve kullanım değerlerine dayalı ve hem devlet hem de piyasadan bağımsız işleyen, işbirliğine dayalı bir yeniden üretim sisteminin temelini döşemiştir. 2001’de ekonomik çöküşün eşiğinden dönen Arjantin’de de kadınlar, mahallelerin yanı sıra otoyolları da ‘ortaklaştırmak’ üzere öne çıkmış ve yemek tencerelerini piquete’lere götürüp yol kapatmaların sürekliliğini sağlamışlar ve aynı zamanda halk meclisleri ve kent konseyleri örgütlemişlerdir (Rauber, 2002). ABD’nin birçok kentinde, örneğin Chicago’da da, kısmen zarure普椠en, kısmen de ekonomik yeniden yapılanma ve soylulaştırmanın parçaladığı toplumsal dokuyu yeniden oluşturma ihtiyacından kaynaklı olarak özellikle de kadınlar ticari ağların erişiminden kurtulan çeşitli pazar, takas ve karşılıklı yardım formları örgütledikçe, formel olanın kapsamı dışında yeni bir ekonomi büyümektedir. Müştereklerin sistem‑içileşmesi Bu gelişmeler ışığında bizim görevimiz, bu farklı realiteleri birbirine nasıl bağlayabileceğimizi5/12 https://dunyadanceviri.wordpress.com/2015/05/18/kapitalizmekarsivekapitalizminotesindemustereklergeorgecaffentzisvesilviafederici/ 26.03.2016 Kapitalizme karşı ve kapitalizmin ötesinde müşterekler – George Caffentzis ve Silvia Federici – Dünyadan Çeviri Bu gelişmeler ışığında bizim görevimiz, bu farklı realiteleri birbirine nasıl bağlayabileceğimizi ve yara普椠ığımız müştereklerin toplumsal ilişkilerimiz üzerinde gerçekten dönüştürücü etki yapmasını ve sistem‑içileştirilememesini nasıl sağlayabileceğimizi anlamaktır. Sistem‑içileşme tehlikesi gerçek bir tehlikedir. Yıllardır, uluslararası kapitalist düzenin bir kısmı, daha yumuşak bir özelleştirme modelini teşvik etmekte ve neoliberalizmin tüm ekonomik ilişkileri piyasa diktasına bırakma girişimine bir çare olarak müşterekler prensibine başvurmaktadır. Piyasa mantığının en uca kadar zorlanarak uygulanmasının, verimli bir üretim sistemi için gereken işbirliğini dışlayarak kapitalist birikim açısından bakıldığında bile üretkenlik karşıtı bir hal aldığının farkına varılmıştır. Bilimsel araştırmanın ticari çıkarlara tabi kılındığı ABD üniversitelerinde bilim insanları arasındaki iletişim azalmış, bu rekabet ortamı onları araştırma projelerini ve sonuçlarını gizlemeye mecbur kılmıştır. Hayırsever görünme peşindeki Dünya Bankası bile özelleştirmeye olumlu bir imaj kazandırmak ve muhtemel direnişi köreltmek için müşterekler dilini kullanıyor. ‘Küresel müştereklerin’ koruyucusu pozunda, insanları nesiller boyudur yaşadıkları ormanlık alanlardan çıkarıp sürmekte ve piyasanın en rasyonel muhafaza aracı olduğu argümanı ile, oyun parkına ve başka ticari işletmelere dönüştürülen bu alanları, parasını ödeyebilenin erişimine açmaktadır (Isla, 2009). Birleşmiş Milletler de dünyanın ana ekosistemlerini, yani atmosferi, okyanusları ve Amazon ormanlarını yönetmenin ve bunları ticari sömürüye açmanın hakkı olduğunu öne sürmektedir, ve yine “insanlığın ortak mirasını koruma” adına. ‘Komünalizm’ ücretsiz emeği kullanmak için de başvurulan bir jargon olmuştur. Bunun tipik bir örneği, İngiliz Başbakan Cameron’un, insanların enerjisini, sosyal hizmetlerde kendi yönetiminin ekonomik kriz adına yaptığı kesintileri telafi etme amaçlı gönüllü programları için mobilize eden ‘Büyük Toplum’ programıdır. Margaret Thatcher’ın 1980’lerde ‘There is no such thing as Society’ (TINA – Toplum diye bir şey yok) diyerek başla普椠ığı gelenekle ideolojik bir kopuşma olan ‘Büyük Toplum’ programı, kreşlerden kütüphanelere ve kliniklere kadar, devlet sponsorluğunda organizasyonlara, sosyal kaynaşma olarak tanımlanan ve tümü de toplumsal yeniden üretimin maliyetini azaltan, ‘toplumsal değer’i artıran faaliyetlere dâhil olacak yerel sanatçıları ve gençleri hiçbir ücret ödemeksizin işe koşmaları doğrultusunda yol göstermektedir. Bu, yaşlılara yönelik programlar sunan kar amacı gütmeyen organizasyonların, kapitalizme yerleşik, toplumsal ve çevresel olarak sürdürülebilir bir toplumun avantajlarını hesaba katan özel bir aritmetiğe göre hesaplanan ‘toplumsal değer’ yaratabilmeleri durumunda bir miktar devlet fonundan yararlanabilecekleri anlamına gelmektedir (Dowling, 2012). Bu şekilde, piyasanın dışında, dayanışma ve işbirliğine dayalı varoluş formları inşa etme yolundaki komünal çabalar, yeniden üretimin maliyetini düşürmek ve ha普椠a kamu sektöründeki işten çıkarmaları hızlandırmak için bile kullanılabilir. Meta üreten müşterekler Antikapitalist müştereklerin tanımına ilişkin farklı bir sorun türünü ortaya çıkaran, piyasa için üretim yapan ve ‘kar motifinin’ belirleyici olduğu müşterekler de söz konusudur. Bunu klasik bir örneği, büyük İsviçre süt ürünleri endüstrisi için süt sağlayan mandıra inekleri için her yaz otlağa dönüşen İsviçre’nin Alp meralarıdır. Bu meraları, çabalarında son derece işbirliği içinde olan mandıra çiftçileri meclisleri yönetiyor. O kadar ki, Garret Hardin, İsviçre peynirinin buzdolabına kadar nasıl geldiğini incelemiş olsaydı, ‘Tragedy of Commons’ eserini yazmış olamazdı (Ne普椠ing, 1981). Piyasa için üretim yapan ve sık atıfta bulunulan bir başka müşterek örneği, Maine’in 1000’in https://dunyadanceviri.wordpress.com/2015/05/18/kapitalizmekarsivekapitalizminotesindemustereklergeorgecaffentzisvesilviafederici/ 6/12 26.03.2016 Kapitalizme karşı ve kapitalizmin ötesinde müşterekler – George Caffentzis ve Silvia Federici – Dünyadan Çeviri Piyasa için üretim yapan ve sık atıfta bulunulan bir başka müşterek örneği, Maine’in 1000’in üzerindeki ıstakoz avcısı tarafından organize edilmekte ve her yıl milyonlarca ıstakozun yaşadığı, çoğaldığı ve öldüğü yüzlerce millik kıyı suları boyunca işletilmektedir. Yüzyıldan fazla bir sürede, ıstakoz avcıları, sahilin, yerel ‘tayfalarca’ yönetilen, üzerinde anlaşılmış ayrı bölgelere ayrılması temeline ve yakalanacak ıstakoz sayısı konusunda gönüllü olarak uyulan sınırlara dayanan komünal bir ıstakoz avı paylaşım sistemi inşa etmişlerdir. Bu her zaman barış içinde işleyen bir süreç olmamıştır. Maine’liler daima sağlam bireycilikleri ile övünmüşlerdir ve farklı tayfalar arasındaki anlaşmalar zaman zaman bozulur. O zaman ayrılan av bölgelerini genişletme veya av sınırlarını aşma amaçlı rekabet mücadelelerinde şiddet patlak verir. Fakat avcılar bu gibi mücadelelerin ıstakoz stokuna zarar verdiğini çabucak öğrenmişler ve zamanla müşterekler rejimini yeniden hâkim kılmışlardır (Woodward, 2004). Onlarca yıl anti‑tröst yasalarını ihlal e普椠iği gerekçesiyle yasaklanan müşterek temelli bu avcılığı artık Maine eyaletinin av idaresi dairesi bile kabul ediyor (Caffen慭牯is, 2012). Resmi tavırdaki bu değişimin bir sebebi ıstakoz yataklarının durumu ile Maine Körfezi’nde ve Körfezin okyanusa bağlandığı Georges Bank’te yapılan taban balıkçılığınınki (örneğin morina, mezgit, pisi ve benzeri türlerin avlanması) arasındaki karşıtlıktır. İlki son çeyrek yüzyılda sürdürülebilirlik yakalayıp bunu korumuşken (öyle ki en şiddetli ekonomik sıkıntı dönemlerinde bile), 1990’ladan bu yana, taban balıkçılığı ile periyodik olarak bir türün ardından bir diğeri aşırı avlanmaya maruz kaldı ve George Bank’in art ardına yıllarca resmi olarak kapalı kalmasına sebep oldu (Woodward, 2004). Meselenin özünde, taban balıkçılığı ve ıstakoz avcılığı için kullanılan teknolojideki farklılıklar, hepsinin üzerinde de, avlanmanın yapıldığı yer farkı bulunmaktadır. Istakoz avcılığı ortak havuz kaynağının sahile yakın ve eyaletin karasuları dâhilinde olması avantajına sahiptir. Bu durum, yerel ıstakoz tayfalarına bölge ayrılmasını mümkün kılmakta, oysa Georges Bank’in derin suları kolayca bölümlere ayrılabilir değildir. George Bank’in 20 millik karasuları sınırının dışında olması, büyük trol tekneleri kullanan yabancıların karasuları sınırlarının 200 mile uzatıldığı 1977’ye kadar avlanabilmesine neden olmuştur. 1977’den önce dışarıda tutulmamaları mümkün değildi, bu da balık yataklarının tükenmesinde büyük bir etki yara普椠ı. Son olarak ise, ıstakoz avcılarının kullandığı görece arkaik teknoloji, rekabeti teşvik etmemektedir. Bunun aksine, 1990’ların başından itibaren, ‘taban balıkçılığı teknolojisindeki ilerlemeler, yani daha iyi ağlar ve balıkları daha etkili şekilde tespit eden elektronik ekipmanlar, açık erişim prensibine dayalı olarak organize olmuş bir endüstride tahribat yaratmıştır (‘bir tekne bul ve avlan’). Daha gelişmiş ve ucuz tespit ve yakalama sistemlerinin kullanılabilmesi, sektörün ‘herkes herkese ve doğa hepimize karşı’ mo普椠osuyla belirlenen rekabetçi organizasyonu ile çatışmış ve sonuç, Hardin’in 1968’de tasavvur e普椠iği ‘Tragedy of the Commons’ (Müştereklerin Trajedisi) olmuştur. Bu çelişki Maine taban balıkçılığına özgü değildir. Dünya çapında balıkçı topluluklarını salgın gibi sarmıştır. Bu topluluklar balıkçılığın endüstriyelleşmesi ve okyanusları ağları ile tüketen büyük trol teknelerinin kudreti ile giderek daha artan oranlarda yerlerinden olmaktadır (Dalla Costa, 2005). Newfoundland’deki balıkçılar bu nedenle, topluluklarının yaşam koşulları üzerinde talihsiz sonuçlarla, Georges Bank’takilere benzer bir durumla yüz yüze kalmışlardır. Şimdiye kadar Maine ıstakoz avcıları, müştereklerin yalnızca özel ve sınırlı koşullar altında ayakta kalabileceğine dair neoliberal kuralı teyit eden zararsız istisnalar olarak değerlendirildiler. Ancak sınıf mücadelesi perspektifinden ele alındıklarında, Maine ıstakoz müştereği, çalışma süreci ve sonuçlarına ilişkin bazı önemli kararlar üzerinde işçilerin denetimini içermesi itibariyle antikapitalist bir müştereğin unsurlarına sahiptir. Öyleyse bu deneyim, büyük çaplı müştereklerin nasıl işleyeceğine dair örnekler sunan paha biçilmez bir https://dunyadanceviri.wordpress.com/2015/05/18/kapitalizmekarsivekapitalizminotesindemustereklergeorgecaffentzisvesilviafederici/ 7/12 26.03.2016 Kapitalizme karşı ve kapitalizmin ötesinde müşterekler – George Caffentzis ve Silvia Federici – Dünyadan Çeviri deneyim, büyük çaplı müştereklerin nasıl işleyeceğine dair örnekler sunan paha biçilmez bir pratik teşkil etmektedir. Öte yandan, ıstakoz müştereklerinin kaderi halen parçası oldukları uluslararası deniz ürünleri piyasasınca belirlenmektedir. ABD piyasası çökerse veya eyalet Maine Körfezi’nde açık deniz petrol çıkarma faaliyetlerine izin verirse tasfiye olacaklar. Öyleyse Maine ıstakoz müşterekleri, bizler için model teşkil edemez. ‘Üçüncü sektör’ olarak müşterekler: barış içinde bir arada yaşam mı? Piyasa açısından müşterekler, eski çalışma imecelerinin işlevsiz kalıntısı olarak görülebilse de, neoliberalizmin aşırılıklarından kaygı duyan ve/veya komünal ilişkilerin gündelik yaşamın yeniden üretimi açısından avantajlarının farkında olan çok çeşitli sosyal demokrat güçlerin, müştereklere yönelik artan miktarda bir ilgisi söz konusudur. Bu bağlamda, müşterek/ler, devlet ve piyasanın ötesinde ve bunlara denk bir olası ‘üçüncü’ alan olarak belirmektedir. David Bollier ve Burns Weston tarafından, ‘yeşil yönetişim’ tartışmalarında formüle edildiği üzere: “genel amaç, otoriteyi yeni baştan gruplandırmak ve yeni, daha faydalı yollardan konfigüre etmek için, neoliberal devletin/piyasanın, müştereklerle birlikte bir “üçlü iktidar” şeklinde (devlet/piyasa/müşterekler) yeniden kavramsallaştırılması olmalıdır. Devlet, temsili hükümet ve kamu mülklerinin idaresi görevlerine devam edecektir, tıpkı özel işletmenin piyasa sektöründe satılabilir mal ve hizmetler üretmek amacıyla sermaye sahibi olmaya devam edecek olması gibi (Bollier ve Weston, 2012, s. 350).” Aynı şekilde, çok çeşitli gruplar, örgütler ve teorisyenler, bugün müştereklere bir güvenlik, toplumsallık ve ekonomik güç kaynağı olarak bakmaktadır. Bunlar, ‘ortaklaşmanın’ onlara daha iyi satın alma koşulları getireceğine inanan tüketici gruplarının yanı sıra evlerini satın almakla birlikte, güvenliği ve sağlanan mekânlar ve faaliyetler bakımından geniş bir olanaklar aralığını da garanti eden bir topluluk bulma arayışında olan ev alıcılarını içermektedir. Kaynağı belli taze gıda arzusunun büyüdüğü günümüzde birçok kent bostanı da bu kategoriye girmektedir. Bunların tümü kuşkusuz meşru arzulara hitap eden oluşumlardır. Ancak bu gibi inisiyatiflerin sınırı ve tehlikesi, müştereklerin bizler için ifade e普椠iği prensibin aksine ‘ötekinden’ korunma sağlayan, sıklıkla girişe tabi topluluklar üreten, üyelerinin homojenliği temelinde inşa edilen müşterekler ile, kolaylıkla yeni bir çitleme formu yaratabilecek olmalarındadır. Müşterekleri yeniden tanımlamak O zaman ‘antikapitalist müşterek’ tanımını neye göre yapacağız? Tartıştığımız örneklerin aksine, bizim inşa etmek istediğimiz müşterekler, toplumsal ilişkilerimizi dönüştürmeyi ve kapitalizme alternatifler yaratmayı hedeflemektedir. Yalnızca sosyal hizmetler sağlama veya neoliberalizmin yıkıcı etkilerine karşı tampon oluşturma amacında değildirler ve kaynakların komünal yönetiminden çok çok daha öte bir şeydirler. Özetle, kapitalizme insan yüzlü geçiş yolları değildirler. Müşterekler ya eşitlikçi ve işbirliğine dayalı bir toplumun oluşumunun yolu olurlar ya da onlara ulaşabilecek ve dolayısıyla çevrelendikleri sefaleti daha kolay göz ardı edebilecek olanlar için güvenli alanlar yaratarak toplumsal bölünmeleri derinleştirme riski yaratırlar. O zaman antikapitalist müşterekler, hem yeniden üretimimizin koşulları üzerindeki kontrolü geri alabileceğimiz otonom alanlar olarak hem de çitleme süreçlerine karşı çıkmanın ve hayatlarımızı aşama aşama piyasa ve devle普椠en kurtarmanın zeminleri olarak anlaşılmalıdır. 8/12 Dolayısıyla, Ostrom Ekolünün savunduğu, müştereklerin kamu ve özel sektör ile bir ‘bir arada https://dunyadanceviri.wordpress.com/2015/05/18/kapitalizmekarsivekapitalizminotesindemustereklergeorgecaffentzisvesilviafederici/ 26.03.2016 Kapitalizme karşı ve kapitalizmin ötesinde müşterekler – George Caffentzis ve Silvia Federici – Dünyadan Çeviri Dolayısıyla, Ostrom Ekolünün savunduğu, müştereklerin kamu ve özel sektör ile bir ‘bir arada varoluş’ ilişkisi içinde olduğu tahayyülden farklıdırlar. İdeal olarak, Marksist ve anarşistlerin arzuladığı ancak gerçekleştirme konusunda başarısız olduğu bir vizyonu somutlaştırmaktadırlar: ‘özgür üreticiler birlikleri’nden oluşan, kendi kendini yöneten ve yalnızca soyut bir eşitlik temin etmek için değil, halkların gereksinimlerini ve arzularını tatmin etmek için de örgütlenmiş bir toplum vizyonu. Bugün bu dünyanın yalnızca kesitlerini görmekteyiz (tıpkı geç Ortaçağ Avrupa’sında kapitalizmin yalnızca kesitlerini gördüğümüz gibi) ancak inşa e普椠iğimiz müştereklerin, sermaye ve devlet karşısında daha fazla güç kazanmamıza yardımcı olması ve artık rekabet prensibine değil kolektif dayanışma prensibine dayanan yeni bir üretim tarzına dair tasarımlar vermesi gerektiği, kesin. Bu hedefe nasıl ulaşılacak? Birkaç genel kriterle, sermaye ilişkilerinin hâkim olduğu bir dünyada yara普椠ığımız müşterek/lerin zorunlu olarak geçici formlar olacağını akılda tutarak, bu soruya yanıt verilmeye başlanabilir. 1. Müşterekler verilmez, üretilirler. Müştereklerin her yanımızda mevcut olduğunu – soluduğumuz hava ve konuştuğumuz diller paylaşılan varlıkların en önemli örnekleridirler – söylesek de, yaşamlarımızın üretiminde yalnızca işbirliği üzerinden bunları üretebiliriz. Çünkü müşterekler temel olarak maddi şeyler değil toplumsal ilişkilerdir, yapıcı/kurucu toplumsal pratiklerdir. Bu yüzden bazıları, tam da bu politik projenin ilişkisel karakterinin altınız çizmek için, ‘ortaklaşmadan’ veya ‘müşterek’ten söz etmeyi tercih ederler (Linebaugh, 2008). Fakat, müşterekler yaşamlarımızın yeniden üretimini güvence altına almalıdır. İnternet gibi ‘maddi olmayan’ müştereklere özel bir bağlılık, bunu sağlamayacaktır. Su sistemleri, topraklar, plajlar ve yanı sıra çeşitli kentsel mekân formları, ayakta kalabilmemiz için vazgeçilmezdirler. Burada da geçerli olan yeniden üretim işinin ve yeniden üretimin ilgili olduğu koşulların kolektif doğasıdır. 2. Yeniden üretimimizi güvence altına almak için ‘müşterekler’, paylaşımlı doğal veya toplumsal kaynaklar formundaki bir ‘ortak varlıkla’ ilgili olmalıdır: hepsi de ticari olmayan amaçlarla kullanılacak olan topraklar, ormanlar, sular, kentsel mekânlar, bilgi ve iletişim sistemleri. Müşterek kavramını sık sık zaman içinde kendimizin saymaya başladığımız, sosyal haklar, sağlık hizmeti sistemleri, eğitim gibi çeşitli ‘kamu malları’nı ifade etmek kullanıyoruz. Ancak müşterek ile kamu arasında kritik bir fark bulunmaktadır. İkincisi devlet tarafından idare edilir ve bizim denetimimizde değildir. Bu demek değildir ki kamu mallarının savunulması ile ilgilenmeyelim. Kamu geçmiş emeğimizin çoğunun depolandığı yerdir ve özel şirketlerin bunu ele geçirmemesi bizim çıkarımızadır. Ancak antikapitalist müşterekler mücadelesi açısından, bu ayrımı gözden kaçırmamak kritik önemdedir. 3. Bugün yüz yüze olduğumuz zorluklardan biri, kamuya dair mücadeleleri müştereklerin inşası için olanlarla birbirine bağlama, böylece birbirlerini güçlendirmelerini sağlama konusundadır. Bu yalnızca ideolojik bir zorunluluktan öte bir şeydir. Tekrar edelim: ‘kamu’ dediğimiz şey esasen bizim üretmiş olduğumuz ve geri kazanmamızın gerektiği refahtır. Ayrıca açıktır ki kamu işçilerinin mücadeleleri ‘topluluğun’ desteği olmaksızın başarıya ulaşamaz. Aynı zamanda, deneyimleri yeniden üretimimizi yeni baştan inşa etmemize, örneğin iyi sağlık hizmetinin ne olduğuna, ne tür bilgilere ihtiyacımızın olduğuna ve benzeri şeylere karar vermemize yardımcı olabilir. Yine de, kamu ile müşterekler arasındaki ayrımı göz önünde tutmak çok önemlidir çünkü kamu, bizim denetleyemeyeceğimiz bir özel ekonomik ve sosyal ilişkiler alanının mevcudiyetini var sayan bir devlet kuruluşudur. 4. Müşterekler komünallik gerektirir. Bu komünallik herhangi bir ayrıcalıklı kimlik temelinde belirlenmemeli, müşterekleri yeniden üretmek ve onlardan alınanı yeniden üretmek için yapılan bakım işi temel alınarak belirlenmelidir. Müşterekler aslında haklar kadar yükümlülükler de getirmektedir. Dolayısıyla, prensip, müştereğe ait olanların https://dunyadanceviri.wordpress.com/2015/05/18/kapitalizmekarsivekapitalizminotesindemustereklergeorgecaffentzisvesilviafederici/ 9/12 26.03.2016 Kapitalizme karşı ve kapitalizmin ötesinde müşterekler – George Caffentzis ve Silvia Federici – Dünyadan Çeviri yükümlülükler de getirmektedir. Dolayısıyla, prensip, müştereğe ait olanların sürdürülmesine katkıda bulunulması olmalıdır: bu yüzden (gördüğümüz üzere) bir ‘küresel müşterekler’den söz edilemez. Çünkü bu, bugün var olmayan ve belki de olası veya arzu edilir olduğunu düşünmediğimiz için asla var olmayacak olan küresel bir kolektivitenin mevcudiyetini varsayar. Dolayısıyla, ‘Topluluk Yoksa Müşterek de Olmaz’ derken, belirli bir müştereğin vücuda getirildiği ve sürdürüldüğü ilişkilerin üretiminde belirli bir topluluğun nasıl yaratıldığı var aklımızda. 5. Müşterekler, paylaştığımız refahın nasıl kullanılacağı ve korunacağının şartlarını belirleyen düzenlemeler, eşit erişimli yönetim prensipleri, verilen ile alınan arasında karşılıklılık, kolektif karar alma ve sınanmış becerilerden kaynaklanan ve gerçekleştirilecek görevlere bağlı olarak farklı özneler arasında sürekli olarak el değiştiren aşağıdan yukarıya iktidar gerektirirler. 6. (Yeniden) üretim yollarına eşit erişim ve eşitlikçi karar alma müştereklerin temeli olmalı. Bu vurgulanmak durumunda çünkü müşterekler tarihsel olarak eşitlikçi ilişkilerin pek de örneği olmamışlardır. Tersine, kadınları komünalizm konusunda kuşkucu hale getirecek şekilde, sıklıkla patriarkal bir yoldan örgütlenmişlerdir. Bugün de birçok mevcut müşterek, çoğunlukla cinsiyet temelinde, ayrımcıdır. Afrika’da kullanılabilir topraklar azaldıkça, kabileden olmayan insanların erişimini yasaklayan yeni kurallar devreye sokuluyor. Fakat bu durumlarda eşitlikçi olmayan ilişkiler müştereklerin sonu demek, çünkü eşitsizlikler, kıskançlıklar ve bölünmeler yaratarak bazı ortakçıları çitlemelerle işbirliğine gitme konusunda cezbediyorlar. Sonuç Sonuç olarak, müşterekler, yalnızca üre普椠iğimiz kaynakları eşitlikçi bir tarzda paylaştığımız yollar değil, aynı zamanda, kolektif özneler yaratma, yaşamlarımızın her alanında ortak çıkarların geliştirilmesi kararlılığıdır. Antikapitalist müşterekler, kapitalist olmayan bir dünya inşa etme mücadelesinin son noktası değil yoludurlar. Yeniden üretimimizi komünal bir tarzda örgütlemediğimiz, ve yalnızca toplantı ve gösterilerin mekân ve zamanını paylaşmakla kalmayıp, farklı ihtiyaçlarımız ve imkânlarımız temelinde tüm dışlama veya hiyerarşikleştirme prensiplerini reddederek örgütlenip yaşamlarımızı da müştereğe katmadığımız müddetçe, hiçbir mücadele dünyayı değiştirme konusunda başarılı olamaz. Son notlar: 1 Kadınların işbirliğine dayalı yeniden üretim formlarının inşasındaki rolüne genel bir bakış için bkz. Federici (2010). Ayrıca bkz. Shiva (1989, 2005) ve Bennholdt‑Thomsen ve Mies (1999). Referanslar de Angelis M. The Beginning of History: Value Struggles and Global Capital. London: Pluto Press; 2007. Bennholdt‑Thomsen V., Mies M. The Subsistence Perspective. London: Zed Books; 1999. Bieto D. From Mutual Aid to the Welfare State: Fraternal Societies and Social Services, 1890– 1967. Chapel Hill, NC: University of North Carolina Press; 2000. Bollier D., Helfrich S. The Wealth of the Commons: a World Beyond Market and State. Amherst, MA: Levellers Press; 2012. Bollier D., Weston B. H. Green governance: ecological survival, human rights and the law of the commons. In: Bollier D., Helfrich S., editors. The Wealth of the Commons: a World Beyond Market and State. Amherst, MA: Levellers Press; 2012. p. 343‑352. Caffen慭牯is G. The making of the knowledge commons: from lobsters to universities. St. https://dunyadanceviri.wordpress.com/2015/05/18/kapitalizmekarsivekapitalizminotesindemustereklergeorgecaffentzisvesilviafederici/ 10/12 26.03.2016 Kapitalizme karşı ve kapitalizmin ötesinde müşterekler – George Caffentzis ve Silvia Federici – Dünyadan Çeviri Caffen慭牯is G. The making of the knowledge commons: from lobsters to universities. St. Anthony‘s International Review 2012;8(1):25‑42. Dalla Costa M., Monica C. Nostra Madre Oceano. Questioni e lo普椠a dei movemento dei pescatoi. Rome: DeriveApprodi; 2005. Dowling E. The Big Society, Part 2: Social Value, Measure and the Public Services Act. 2012. New Left Project, erişim: h普椠p://www.newleftproject.org/index.php/site/article_comments/the_big_society_part_2_social _value_measure_and_the_public_services_act (h普椠p://www.newleftproject.org/index.php/site/article_comments/the_big_society_part_2_social _value_measure_and_the_public_services_act) (Ağustos 2012). Federici S. Uses of a Whirlwind: Movement, Movements, and Contemporary Radical Currents in the United States. Oakland, CA: AK Press; 2010. Feminism and the politics of the commons in an era of primitive accumulation. Edited by the Team Colors Collective. Fisher J. Out of the Shadows. Women, Resistance and Politics in South America. London: Latin America Bureau; 1993. Gutiérrez Aguilar R. Los Ritmos del Pachakuti. Levantamiento y Movilización en Bolivia (2000–2005). México, DF: Sísifo Ediciones; 2009. Isla A. Who pays for the Kyoto Protocol? In: Salleh A., editor. Eco‑Sufficiency & Global Justice: Women Write Political Economy. London: Pluto Press; 2009. Linebaugh P. The Magna Carta Manifesto: Liberties and Commons for All. Berkeley: University of California Press; 2008. Linebaugh P. Enclosures from the bo普椠om up. In: Bollier D., Helfrich S., editors. The Wealth of the Commons: A World Beyond Market and State. Amherst, MA: Leveller Press; 2012. p. 114‑ 124. Marx K. Capital. Vol. I. New York: International Publishers; 1967. Midnight Notes Collective. The New Enclosures. Boston: Midnight Notes; 1990. Naturenet,. Common land. erişim at: h普椠p://www.naturenet.net (h普椠p://www.naturenet.net) (13 Ağustos 2012). Ne普椠ing R. Balancing on an Alp: Ecological Change and Continuity in a Swiss Mountain Village. Cambridge: Cambridge University Press; 1981. Rauber I. 2002. Mujeres Piqueteras: El Caso de Argentina. Fenneke Reusoo, ed., pp. 107–123. Shiva V. Staying Alive. Women, Ecology and Development. London: Zed Books; 1989. Shiva V. Earth Democracy. Boston: South End Press; 2005. The Economist. Elinor Ostrom, defender of the commons, died on June 12th, aged 78. 2012. erişim: h普椠p://www.economist.com/node/21557717 (h普椠p://www.economist.com/node/21557717) (3 Nisan 2013). Woodward C. The Lobster Coast: Rebels, Rusticators, and the Struggle for a Forgo普椠en Frontier. New York: Penguin Books; 2004. World Bank. World Bank Publications and Research is now Easier to Access, Reuse. News and Broadcast. 2012. erişim: h普椠p://web.worldbank.org/WBSITE/EXTERNAL/NEWS/0 (h普椠p://web.worldbank.org/WBSITE/EXTERNAL/NEWS/0),,contentMDK:23164771~pagePK:642 57043~piPK:437376~theSitePK:4607,00.html (3 Nisan 2013). Zibechi R. Territories in Resistance: A Cartography of Latin American Social Movements. Oakland: AK Press; 2012. Etiketler: Antikapitalist mücadele, Çitleme, Bakım emeği, Bakım işi, https://dunyadanceviri.wordpress.com/2015/05/18/kapitalizmekarsivekapitalizminotesindemustereklergeorgecaffentzisvesilviafederici/ 11/12 26.03.2016 Kapitalizme karşı ve kapitalizmin ötesinde müşterekler – George Caffentzis ve Silvia Federici – Dünyadan Çeviri Bakım işi, Emek, Feminizm, George Caffen慭牯is, Müşterekler, Midnight Notes Collective, Otonom, Silvia Federici, Yeniden Üretim “Kapitalizme karşı ve kapitalizmin ötesinde müşterekler – George Caffentzis ve Silvia Federici” üzerine 2 yorum umut dedi ki: 19 Mayıs 2015, 08:55 | Düzenle Reblogged this on umutyasarozgen. Cevapla Geri bildirim: Kapitalizme karşı ve kapitalizmin ötesinde müşterekler – G. Caffen慭牯is ve S. Federici | YazınSol | Düzenle WordPress.comʹda Blog Oluşturun. | Tema: Raam Dev tarafından Independent Publisher. https://dunyadanceviri.wordpress.com/2015/05/18/kapitalizmekarsivekapitalizminotesindemustereklergeorgecaffentzisvesilviafederici/ 12/12 26.03.2016 Kesişimselliğin Ötesinde Toplumsal Yeniden Üretim – Sue Ferguson ve David McNally – Dünyadan Çeviri Dünyadan Çeviri dunyadanceviri Çeviri içinde 12 Mart 201612 Mart 2016 4,389 Words Kesişimselliğin Ötesinde Toplumsal Yeniden Üretim – Sue Ferguson ve David McNally Toplumsal hareketler veya işyeri harici mücadeleler sınıf mücadeleleridir. Yani, kendileri potansiyel olarak özünde antikapitalis│irler, tıpkı bir işyeri mücadelesinin en başta daima antikapitalist olması gibi. Ve aletleri yakıp yıkmak bir kapitalist kalbi nasıl tekletebiliyorsa, insan yaşamının ayrımcı şekilde aşağılanmasına son verilmesini, geçim araçlarına tam ve komünal erişimi, kendi insan bedenlerimizin denetimini talep eden bir hareket de tekletebilir. Tek başına hiçbir hareket veya işyeri mücadelesi elbe│e kapitalist kalbi tamamen durdurmayacaktır. Ancak her bir teklemenin, potansiyel olarak nabzını zayıflatarak gövde üzerinde bir etkisi olur. Bu yüzden toplumsal yeniden üretim yaklaşımının politik önemi, birçok cephede ama açık bir antikapitalist yönelimle mücadele etmenin önemini gösterme kapasitesinde yatmaktadır. 31 Ekim 2015, ViewPoint Magazine (h│ps://viewpointmag.com/2015/10/31/social‑reproduction‑ beyond‑intersectionality‑an‑interview‑with‑sue‑ferguson‑and‑david‑mcnally/) Viewpoint: Toplumsal yeniden üretim kavramının kendisinden başlayabilir miyiz? Yakın tarihte Lise Vogel’in 1983 tarihli klasik çalışması Marksizm ve Kadınların Ezilmişliği’nin yeniden basımına yazdığınız önsözde, Vogel’in Marksist feminist düşünceye ayırt edici katkısının, onun “işgücünün olanaklılığının koşulları”nı veya işgücünün biyolojik, toplumsal ve kuşaklar boyu yeniden üretilme tarzını araştırması olduğunu söylüyorsunuz. Bu önemli noktadan kalkarak, ücretli emeğin ve sınıf oluşumu süreçlerinin, üretimin dışındaki kesintisiz mevcudiyeti için gerekli olan faaliyetlerin ve ilişkilerin iç bağlantılarının izini sürebilmek mümkün hale geliyor. Size göre toplumsal yeniden üretim Marksist sınıf analizi kategorilerini nasıl dönüştürüyor? Teorik ve politik önemi nedir? https://dunyadanceviri.wordpress.com/2016/03/12/kesisimselliginotesindetoplumsalyenidenuretimsuefergusonvedavidmcnally/ 1/8 David McNally ve Sue Ferguson: İlk olarak kategori dönüşümü meselesini ele alalım. 26.03.2016 Kesişimselliğin Ötesinde Toplumsal Yeniden Üretim – Sue Ferguson ve David McNally – Dünyadan Çeviri David McNally ve Sue Ferguson: İlk olarak kategori dönüşümü meselesini ele alalım. Sorunuzun da işaret e│iği üzere, toplumsal yeniden üretim yaklaşımı, işgücüne dair anlayışımızı dönüştürüyor. Geleneksel Marksist analizlerde, işgücü kendiliğinden var olan, verili bir kapitalist üretim faktörü olarak varsayılır. En iyi ihtimalle doğal, biyolojik olarak belirlenen, rejeneratif süreçlerin ürünü olarak anlaşılır. İşgücünü toplumsallaştırırken – onun tarihe, topluma ve kültüre eklemlenmesini ortaya çıkarırken – toplumsal yeniden üretim feminizminin yaptığı şey, ilk olarak, işgücünün kendiliğinden mevcut olduğunun varsayılamayacağını; işgücünün, doğrudan emek/sermaye ilişkisinin ötesinde, özel alan denilen alanda var olan belirli bir cinsiyetlendirilmiş ve cinselleştirilmiş toplumsal ilişkiler kümesi içinde ve bu ilişkiler kümesi üzerinden yeniden üretimi ile sermayenin kullanımına sunulduğunu ortaya koymaktır. Aynı zamanda, toplumsal yeniden üretimimizin tüm yönlerini – birikim açısından temel olan, ama aynı zamanda ona ayak bağı da olan (çünkü sermaye bunu ücretler, sosyal haklar ve vergiler üzerinden dolaylı olarak öder) insan ihtiyaçlarını tatmin etme ve yaşama arayışımızı – belirleyerek, işgücünün sermayeye açısından çelişkili pozisyonuna dair anlayışımızı da keskinleştirir. Toplumsal yeniden üretim feministlerinin ilk kuşağının temel görüşleri bunlar. Ama daha yakın tarihli çalışmaların gösterdiği üzere, bu yaklaşım aynı zamanda işgücünün kendisinin de daha karmaşık, farklılaşmış bir kategori olduğunu ortaya koyuyor. Toplumsal yeniden üretim ilişkilerine bakıldığında, kapitalist değer elde etme sürecinin eşitleyici etkilerine rağmen, tüm işgücünün aynı olmadığı ortaya çıkıyor. Belirli işçiler, giderek de artan bir şekilde, ağırlaşan ezilmişliğe diğerlerinden daha açık hale geliyorlar. Bunun sebebi kapitalist birikim yasalarının işleyiş tarzındaki bir fark değil; işgücünün toplumsal yeniden üretimine işyerinin ötesindeki ezme ilişkilerinin aracılık ediyor olması ve bunu, sadece işçilerin sermayenin kapısına ulaşmasını temin ederek değil, değişen derecelerde aşağılama ve gayri insani muamelede cisimleştirerek yapması. Bu bizi ikinci sorunuza getiriyor, toplumsal yeniden üretim yaklaşımının teorik önemine. Bir yanda kendimizi yeniden üretmek için yaptığımız ücretsiz iş ile diğer yanda ücretli işin birbiri ile bağlantısını açıklarken, toplumsal yeniden üretim feminizmi bize, toplumsal bütünlüğün karmaşık bir şekilde farklılaşmış ama yine de birleşik bir anlayışını sunar. Marksizm’e merkezi teorik katkısı budur. İkili sistem analizinden kesişimselliğe dönüşle birlikte, radikal toplumsal teorisyenler, bize karmakarışık deneyimsel dünyanın ikna edici bir görüntüsünü sundular ve birkaçını saymak gerekirse partiyarkal, ırklandırılmış ve yerleşimci sömürgeci ilişkileri sürdüren temel toplumsal, politik, ekonomik ve psikolojik dinamikleri belirlediler. Ve en iyi kesişimsellik değerlendirmeleri, haklı bir şekilde, belirli herhangi bir ezme ilişkileri kümesini diğerlerinden izole etmenin mümkün olduğunda ısrar e│i. Yine de, örneğin heteroseksüelleştirilmiş ilişkilerin patriyarkal ilişkilerle nasıl ve neden kesiştiğinin (zaman içinde uyum sağlayacak şekilde biçim değiştirmesine rağmen – örneğin eşcinsel evlilik – aile, neden heteronormatifliğin ve patriyarkanın her zaman değilse de rutin bir şekilde onaylandığı bir özel kurum olmaya devam ediyor) anlaşılır bir açıklamasını getirmiş değiller. Bunun, kesişimsel feminizmin toplumsal bütünlüğü, birbirinden ayrı toplumsal ilişkilerin, içinde ve dolayımıyla kesiştiği genel süreçleri veya dinamikleri eksikli teorize etmesiyle bir alakası var. Bu dinamik ya hiç teorize edilmiyor ya da nört ve iktidar ilişkilerinden muaf sayılıyor. Ve bunun anlamı elbe│e, birbirinden ayrı ezilmişliklerin bir arada var olduğunu iddia etmelerine rağmen, aslında bu ezilmişliklerin, ontolojik olarak, mekanda birbirinden ayrı, çapraz kesişen veya geçişimli sistemler olarak ele alınması demek oluyor. Toplumsal yeniden üretim yaklaşımı, öte yandan, kapitalist bir bütünlük de varsayıyor. https://dunyadanceviri.wordpress.com/2016/03/12/kesisimselliginotesindetoplumsalyenidenuretimsuefergusonvedavidmcnally/ 2/8 26.03.2016 Kesişimselliğin Ötesinde Toplumsal Yeniden Üretim – Sue Ferguson ve David McNally – Dünyadan Çeviri Toplumsal yeniden üretim yaklaşımı, öte yandan, kapitalist bir bütünlük de varsayıyor. Kapitalist bir toplumsal bütün, ilk olarak, işçilerin (ki bununla kendilerini ve dünyayı yeniden üretmek için çalışan tüm insanları, diğer bir deyişle toplumsal yeniden üretimcileri kastediyoruz) kendi geçimlerinden (veya toplumsal yeniden üretimlerinden) ayrılması ile tanımlanıyor. Bu, kapitalizmde çıplak bir gerçektir ve bu itibarla, – en başta emek/sermaye ilişkisinde, ama aynı zamanda işyerinin ötesindeki cinsiyetlendirilmiş, ırklandırılmış, heteroseksüelleştirilmiş vb. ilişkilerimiz dahilinde de – olanaklı olanı esaslı bir biçimde şekillendirmektedir. Kapitalist belirlenimden söz etmek Marksist tutuculuğa geri dönüş gibi gelebilir ancak bu belirlenim nosyonunda mekanik olarak nedensel bir şey yok. Patriyarka ve ırkçılık, bu bakış açısına göre, sermayenin ihtiyaçları açısından doğrudan işlevsel görülmez; sermaye onları var e│iği için ortaya çıkmazlar. Daha ziyade, belirli olanaklılıkların kendisi – örneğin kadınların işgücüne katılım veya kürtaja erişme derecesi – mücadele üzerinden değiştirilse bile, neyin olanaklı olduğunun sınırlarını belirlemesi anlamında, kapitalistin biriktirme zorunluluğudur belirleyici olan. Bu hesaplama ile, toplumsal olarak kendimizi yeniden üre│iğimiz ilişkiler epeyce değişiklik gösterebilir. Ve insanlar sürekli olarak bu ilişkileri kendi ihtiyaçlarına en uygun gelecek şekilde değiştirebilir ve değiştirirler ve aslında, kapitalizmin işgücü ihtiyaçlarına ayak bağı da olabilirler. İnsanlar, örneğin çocuksuz ilişkiler de dahil, her türden ilişki içinde yaşamayı tercih edebilirler. Erkekler, kadınlar ve translar ev işini ve çocuk bakımını eşit şekilde paylaşabilirler. Diğer başkaları hiç satmayacakları resimler çizerek, gökyüzüne bakarak veya ırkçılıkla sokaklarda mücadele ederek zaman geçirmeyi seçebilir. Bunların hiçbiri kapitalizm için işlevsel değildir ve tümü de sermaye için işgücünü yeniden üretmenin önüne insan ihtiyaçlarını koyarlar. Ama, belirli ezme ilişkisi biçimleri, işgücünü sermayenin kapısına getirme vazifesini (engellemek yerine) yerine getirdiği sürece, ırkçılığı, cinsiyetçiliği ve diğer ezilmişlikleri idame e│iren ve insanların alternatif insan ilişkileri kurma cesaretini kıran kuvvetli güçler (ister devlet, isterse sivil toplum veya sermaye kurumları ve uygulamaları olsun) olacaktır. Sonuç olarak, insanların işyerinin ötesinde kendi yaşamları üzerindeki kontrolü ele alabilmelerinin, örneğin kadınların ücretli işlerinin ve yeniden üretim işlerinin koşulları ile bedenlerinin denetimini ele alabilmesinin, veya ırklandırılmış insanların topluluklarındaki barınma, çocuk bakımı ve gıda dağıtımının kontrolünü ele alabilmesinin derecesi, kapitalizm içinde, sınırlı olacaktır. Farklı bir şekilde koyarsak, baskıcı uygulamaların ve kurumların kapitalizmde kendiliğinden yok olmamasının ve kapitalizm sürdüğü müddetçe mücadele konusu olarak kalacak olmalarının bir sebebi var. Ve bu bizi son soruya getiriyor, toplumsal yeniden üretimin politik önemi sorusuna. Kapitalizmin yeniden üretiminin doğrudan emek/sermaye ilişkisinden, “ekonomik” değiştokuşlardan ve hareket yasalarından daha fazlasını gerektirdiğini, aslında ciddi derece farklı cinsiyetlendirilmiş, cinselleştirilmiş, ırklandırılmış insan varlıklarınca sürdürülen karmakarışık, kompleks yaşanan ilişkiler kümesine dayandığını kabul edelim. Durum buysa, ırklandırılmış, cinselleştirilmiş, cinsiyetlendirilmiş bedenlerin, uygulamaların ve kurumların önemli olduğunu da fark etmemiz gerekir: ırkçılık ve cinsiyetçilik, bir şekilde kapitalizmin “gerçek” veya “ideal” işleyişinden ayrı sayılabilecek tarihsel sapmalar değildir. Aksine, buna gerçekten ve aktif bir şekilde olanak sağlamaları bakımından, gerçek sermaye mülksüzleştirme ve birikim süreçlerinin bütünsel bir parçası ve belirleyicisidirler. Aynı akıl yürütme ile, ırkçılığa, cinsiyetçiliğe veya işgücünün toplumsal yeniden üretimini etkileyen herhangi bir ezme‑ezilme ilişkisine karşı mücadele etmek, sermayenin yeniden üretimine çomak sokabilir. Bu anlamda “hareket” veya işyeri harici mücadeleler, sınıf mücadeleleridir. Yani, kendileri https://dunyadanceviri.wordpress.com/2016/03/12/kesisimselliginotesindetoplumsalyenidenuretimsuefergusonvedavidmcnally/ 3/8 26.03.2016 Kesişimselliğin Ötesinde Toplumsal Yeniden Üretim – Sue Ferguson ve David McNally – Dünyadan Çeviri Bu anlamda “hareket” veya işyeri harici mücadeleler, sınıf mücadeleleridir. Yani, kendileri potansiyel olarak özünde antikapitalis│irler, tıpkı bir işyeri mücadelesinin başlangıç olarak daima antikapitalist olması gibi. Ve aletleri yakıp yıkmak kapitalist kalbi nasıl tekletebilirse, insan yaşamının ayrımcı şekilde aşağılanmasına son verilmesini, geçim araçlarına tam ve komünal erişimi, kendi insan bedenlerimizin denetimini talep eden bir hareket de tekletebilir. Tek başına hiçbir hareket veya işyeri mücadelesi elbe│e kapitalist kalbi tamamen durdurmayacaktır. Ancak her bir teklemenin, potansiyel olarak nabzını zayıflatarak gövde üzerinde bir etkisi olur. Bu yüzden toplumsal yeniden üretim yaklaşımının politik önemi, birçok cephede ama açık bir antikapitalist yönelimle mücadele etmenin önemini gösterme kapasitesinde yatmaktadır. VP: Socialist Register’ın son sayısındaki yazınızda, toplumsal yeniden üretim ile göçmen emeği arasındaki bağlantıya, özellikle de Kuzey Amerika bağlamında odaklanıyorsunuz. Bugün göç ve göçmenlik Avrupa’daki Marksist düşünürler tarafından kapsamlı şekilde ele alınıyor ancak ABD, Kanada ve Meksika’da göçmen emeğini geniş ve çağdaş bir Marksist teori içinde ayrıntılı bir şekilde inceleyen araştırmalara Avrupa’ya nazaran çok az ilgi var. Elbe│e istisnalar var, ilk akla geleni Rosemary Hennessy’nin son kitabı ama genel olarak, göçmen hakları örgütlerinin politikası Marksist veya sosyalist bir dil üzerine kurulu değil. Yazınızı, örneğin göç ve ırklandırma süreçlerini sınıf ve toplumsal cinsiyet analizinden ayrılamaz görme bakımından, bu daha geniş projeye bir katkı olarak görüyor musunuz? DM ve SF: Sorunuzun kısa yanıtı evet. Marksist bir toplumsal yeniden üretim teorisi, işgücünün oluşumunun merkezindeki çelişkiyi açmamıza ve incelememize yardımcı olur. Nihayetinde kapitalizm emeği homojenleştirme ve biri diğeri ile değiştirilebilir hale getirme eğilimine sahiptir. Aynı zamanda, pazarda sermaye tarafından satın alınmayı bekleyen, işgücü denilen ayrı bir meta da yoktur. Bundan ziyade, Marx’ın zekice ifadesi ile, işgücünün “taşıyıcısı” olan somut insanlar vardır. Sonuç olarak, soyut emek kapasitesi somut insanlara bağlıdır. Ve bu insanlar, farklılaştırılmış yerlerde ve mekanlarda gerçekten vardırlar. İşgücünün gerçek toplumsal ilişkiler içinde üretilmesi ve yeniden üretilmesi nasıl gerekiyorsa, bu ilişkiler de somut mekan ve zamanda var olmaktadırlar. Ancak – ki bu sistemin bir başka eğilimidir – sermayenin mekanları ırk ve imparatorluk rejimlerine göre farklılaşmıştır. Bunların tümü işgücünün canlı “taşıyıcılarının” göreceği gerçek muameleyi ciddi şekilde etkilemektedir, özellikle de ırksal olarak eziliyorlar veya kapitalist birikimin temel alanlarının dışındakiler olarak konumlandırılıyorsa. Radikal politik ekonominin çoğunda, tıpkı gayrimenkul veya yatırım malları gibi kendi pazarlarına sahip bir meta olarak “emek” fikrine fit olmaya meyilli bir ekonomist darlık söz konusu. Toplumsal yeniden üretim teorisi, Marx’ın işgücünün insan taşıyıcıları konusundaki anlayışını öne sürerek ve ardından da bunların üretiminin ve yeniden üretiminin koşulları hakkında sorular sorarak, tüm bunları demistifiye eder. Ve bu yeniden üretimin somut mecralarını teorize etmek, yalnızca ilk toplumsal yeniden üretim teorisinin temel görüşü olan ev ve topluluk pratiklerine değil, aynı zamanda bu evlerin ve toplulukların, ulus devletler dahilindeki ve arasındaki ırklandırılmış bir toplumsal hiyerarşi içindeki toplumsal‑coğrafi konumuna da bakmayı gerektirir. Ve burada göçe dair sorular öne çıkar. Her şeyin ötesinde, işgücü bugün ciddi şekilde kapitalist üretim ve birikimin çekirdek alanlarının dışındaki düşük ücret mecralarında yeniden üretilmektedir. Kimi durumlarda sermaye, üretim, dağıtım ve bilgi ağları kurmak için işgücünün ucuz olduğu alanlara göçebilmektedir. Ama işin mekansal olarak hareketsiz olduğu durumlarda – örneğin tarım işletmeleri, Küresel Güney’deki varsıl aileler için çocuk bakımı https://dunyadanceviri.wordpress.com/2016/03/12/kesisimselliginotesindetoplumsalyenidenuretimsuefergusonvedavidmcnally/ 4/8 26.03.2016 Kesişimselliğin Ötesinde Toplumsal Yeniden Üretim – Sue Ferguson ve David McNally – Dünyadan Çeviri durumlarda – örneğin tarım işletmeleri, Küresel Güney’deki varsıl aileler için çocuk bakımı veya bu aynı alanlardaki inşaat, restoran ve otel hizmetleri işi söz konusu olduğunda – ucuz işgücünün (ve bunun insan taşıyıcılarının) bu işin doğrudan gerekli olduğu yere getirilmesi gerekir. Ancak işgücünün insan taşıyıcıları genellikle çaresiz olduğundan, tam yasal ve siyasi haklar ve üyelikler sunulmaksızın getirilebilirler. Bu, birçok göçmen işçinin taşıdığı farklılaşmış statüleri ve bunlarla birlikte gelen artan güvencesizliği, aşağılamayı ve baskıyı doğurur. Elbe│e birçok yorumcu geçici işçi rejimlerine ve bunların neden olduğu esaret biçimlerine dair zengin açıklamalar sundular. Bu çalışmaların çoğu son derece değerli. Ama Marksist bir toplumsal yeniden üretim yaklaşımının, göçmen emeğini, geç kapitalizmdeki rolünü ve özellikle de cinsiyetledirilmiş ve ırklandırılmış boyutlarıyla sınıf oluşumlarının içerdiği çok boyutluluğu daha iyi açıklayacak şekillerde teorize edebileceğine inanıyoruz. Bir örnek vermek gerekirse, evdeki yeniden üretim ile maaşlı işlerin mekansal ayrımını ele alabiliriz. Bunu hakkınca teorize etmek için sadece göçmen işçilerin sınırlardan fiziksel geçişine bakmakla yetinmemeli ve şu anda onların eline bakan ve büyük ihtimalle kapitalist çekirdeğe göçe hazır küresel yedek emek ordusunun parçasını oluşturacak olan çocukların büyütülmesi ve eğitimi işinin yanı sıra, ücretlerindeki ters yönde akışa da (anayurda gönderilen işçi dövizleri şeklinde) bakmalıyız. Toplumsal yeniden üretim analizi, mekansal ve ulusal olarak ayrılmış ücretli iş ve toplumsal yeniden üretim pratiklerini kompleks ama birleştirici bir toplumsal süreç içinde vermesinin yanı sıra, bu insan ve ücret akışlarını bağlantılandırma kapasitesine de sahip. Dolayısıyla göç, sermayenin ve küresel işçi sınıfının yeniden üretiminde ilgi çekici bir yan unsurdan ziyade merkezî hale geliyor. Ve ırklandırmayı ve farklılaşmış statüyü anlamlı bir toplumsal cinsiyet ve sınıf analizine böylesine bir inceleme tarzı bağlayabilir. VP: Sue Ferguson, sınıf, toplumsal cinsiyet ve ırkın ilişkisel karakterini spesifik açıdan kapitalist iktidar ikişkilerinin daha geniş bağlamı içine kavramsal olarak dahil eden bir yaklaşım olarak Kanada toplumsal yeniden üretim feminizminin yükselişi ve önemi üzerine yazmıştı. Burada özellikle Studies in Political Economy gibi dergiler ve Hidden in the Household gibi editörlü etkili koleksiyonlardaki ilk dönem teorisyenlerinden, Stephen Gill ve Isabella Bakker, David Camfield, Alan Sears gibi daha çağdaş teorisyenlere ve Himani Bannerji gibi olumlu eleştirmenlere kadar çeşitli çalışmaları düşünebiliriz. Toplumsal yeniden üretim analizi neden Kanada düşüncesinde bu derece ön planda oldu? DM ve SF: Avrustralya’dan Kate Davison’un geçtiğimiz yıl Londra Tarihsel Materyalizm konferansında belir│iği gibi, Kanada’da 1970’ler ve 80’lerde süregiden bir “toplumsal yeniden üretim partisi” olduğu kesinlikle doğru. Bunun neden başka bir yerde değil de burada olduğu konusunda yalnızca spekülasyon yapabiliriz. Bir yerden başlamak gerekirse, sosyalist feminizmin İngilizce konuşulan Kanada’da 1970’lerin başında hakim feminizm haline gelmiş olması kesinlikle önemli (Quebec’te, sendikalarda ve ulusal sol toplumsal hareketlerde kaydadeğer kökleri olan solcu bir feminizm tutundu). Meg Luxton ve Heather Jon Maroney, bunun iki sebebi olduğunu söylüyorlar: (i) toplumsal demokrasinin gücü (ABD’nin aksine, burada 1930’lardan beri sosyal demokrat bir partinin toplumda ve seçimlerde anlamlı bir varlık göstermesi), (ii) daha geleneksel bir Marksizm benimsemiş kurumların ve pratiklerin görece azlığı (komünist partilerin daha büyük bir varlık gösterdiği İngiltere veya Fransa’nın aksine). Al│a yatan bu koşulların, sosyalist fikirleri ciddiye alan bir entelektüel ve siyasi kültür oluşmasına ve sürmesine yardımcı olduğuna inanıyorlar. Kendisini komünist partiden etkilenmiş Marksizm’den ayrıştıran bir grubun üyeleri olarak – https://dunyadanceviri.wordpress.com/2016/03/12/kesisimselliginotesindetoplumsalyenidenuretimsuefergusonvedavidmcnally/ 5/8 26.03.2016 Kesişimselliğin Ötesinde Toplumsal Yeniden Üretim – Sue Ferguson ve David McNally – Dünyadan Çeviri Kendisini komünist partiden etkilenmiş Marksizm’den ayrıştıran bir grubun üyeleri olarak – David 1970 ortalarında, Sue ise 1980 başlarında Enternasyonel Sosyalistlere katıldı – Marksist feminist çerçevedeki tartışmaların birçoğuna dahil olduk. Lise Volgel’in kitabı Marksizm ve Kadınların Ezilmişliği ile bu şekilde tanıştık. Vogel’in metnine olan ilgimiz siyasal saflarımızda yaygın şekilde paylaşılmamasına ve ha│a doğrudan düşmanca karşılanmasına rağmen, Vogel’in yönelimini birleştirici bir Marksist feminist yaklaşım geliştirme konusunda en sağlamlardan biri olarak görmeye devam e│ik. Ancak daha önemli olanı, sosyalist feminizmin hem İngilizce konuşulan Kanada hem de Quebec’teki sendikalar içinde bir miktar gerçek çekim gücü geliştirme şekli oldu. Bu bakımdan perakente sektörü ve banka işçileri arasındaki sendikal çalışmalar çok önemliydi, aynen 1970’ler boyunca hemşire ve hastane işçileri grevlerinde olduğu gibi. Bizim faaliyet yürü│üğümüz Ontario’da, 1978’de ağırlıklı olarak kadın otomobil parçası işçilerinden oluşan bir grev, sol açısından bir toparlanma noktası haline geldi. Aynı zamanda, “Grevi Destekleyen Eşler” pankartı altında örgütlenen kadınların kritik, ateşleyici bir rol oynadığı büyük bir nikel madencileri grevi patlak verdi. Bunu, sendikalaşma oranlarının yüksek olduğu çelik sektöründe kadınların işe alınmasına yönelik 1980 başlarındaki sendika bazlı bir kampanya izledi. Tüm bunlar feminist meselelerin sendikalar içinde yankı bulduğu anlamına geliyordu. Ve bu, toplumsal cinsiyet ezilmişliği ile sınıfsal sömürü arasındaki iç bağlantılar konusunda ısrar eden sosyalist feministlere gerçek bir kredibilite sağladı. Bu, tüm kompleks çeşitliliği içinde emek ve sınıf deneyimi ile derdi olan bir feminizmin gelişebileceği bir toplumsal ve siyasal bağlam sağladı. Elbe│e bu alanlarda postyapısal söylem temelli feminizmin yükselişini de gördük. Ancak feminist politik ekonomi, Marksist ve toplumsal yeniden üretim varyantları da dahil, canlılığını korudu. Üniversitelerde bu alanda yapılan teorik çalışmaların çoğu 1970’ler sonunda çıkmaya başlayan Studies in Political Economy dergisinde yer buldu. Diğerlerinin yanı sıra Meg Luxton, Bonnie Fox, Wally Seccombe ve Pat ve Hugh Armstrong gibi feministler, çoğu politik ekonomi çerçevesindeki erkek bakış açısını ifşa etmeye başladılar. Margaret Benston’ın öncü çalışmalarından faydalanan bunun gibi sosyalist feminist teorisyenler, ev içi emek tartışmasının eksiklerini aşacak yollar aradılar. Himani Bannerji’nin de belir│iği üzere, çoğu zaman yapısalcı bir çerçevede kalmalarına ve ırklandırılmış kadınların deneyimlerini teorize etmeyi ihmal etmelerine rağmen, toplumsal cinsiyet ve sınıfı materyalist, birleştirici kavramlarla teorize etmek için çaba gösterdiler. Birçokları postmodernizmin sirenine kulak vermişken, onlar tüm olanaksızlıklara rağmen, 1980’ler boyunca ve 1990’lara dek toplumsal yeniden üretime entelektüel bir ilginin sürdürülmesini sağladılar. VP: İtalyan Marksist feminist düşüncenin Kanada Marksist feminist çevrelerindeki etkisi neydi? Diğerlerinin yanı sıra Mariarosa Dalla Costa ve Silvia Federici toplumsal yeniden üretimin teorik bir çerçeve olarak geliştirilmesine ayırt edici katkılar yaptılar. Ayrıca, çalışmaları ABD’de de epey etki yara│ı. Bu gelenekle doğrudan herhangi bir bağ oldu mu? DM ve SF: Mariarosa Dalla Costa etkili olduğunu bildiğimiz tek İtalyan Marksist feminist. Onun çalışmalarından esinlenerek birkaç “Ev İşi için Ücret” kolektifi oluşturuldu, özellikle de Toronto’da ama bunlar görece marjinal kaldılar ve sendikalarda çalışan sosyalist feministlerin yaklaşımına asla ciddi bir alternatif teşkil etmediler. Kadınları sendikalı ücretli işe dahil etmek, onları ev işçileri olarak örgütlemek fikrinden çok daha baskındı. Dalla Costa’nın çalışmaları eviçi emek tartışmasının parçası olarak değerlendirildi ve bu itibarla yapıcı bir şekilde eleştirildi. Bugün ise Silvia Federici’nin çalışmaları çok yaygın şekilde okunuyor, ancak bu https://dunyadanceviri.wordpress.com/2016/03/12/kesisimselliginotesindetoplumsalyenidenuretimsuefergusonvedavidmcnally/ 6/8 26.03.2016 Kesişimselliğin Ötesinde Toplumsal Yeniden Üretim – Sue Ferguson ve David McNally – Dünyadan Çeviri eleştirildi. Bugün ise Silvia Federici’nin çalışmaları çok yaygın şekilde okunuyor, ancak bu kısımlarda ev işi için ücret akımı ile bağlantılı olmaktan ziyade çitleme, ilksel birikim ve kadınların bedeni meselelerindeki görüşleri ve yeniden ele alışı ile. VP: Sonuç olarak: Teorik analizin daima alandaki toplumsal hareketlerle bağlantılı olduğunu biliyoruz. Sizi yakın geçmişte ve bugün toplumsal yeniden üretimi ve sınıf oluşumunu incelemeye iten mücadele alanları nelerdi? Burada söz edebileceğiniz spesifik deneyimler var mı? DM ve SF: Deneyimimizin bir kısmı basitçe 1970 ve 80’ler solunun teoride ve pratikte sınıf ve toplumsal cinsiyeti bütünleştirmek için mücadele verdiği karmaşık yollarla alakalı. İkimiz için de özellikle önemli olan ise, Ontario’da 1980 ortalarından sonlarına kadar süren kadınların kürtaj hakkı mücadelelerine dahlimiz oldu. Bu harekete katılmak, gerçekten de kapitalist toplumların kadınların yeniden üretim özgürlüklerine ne kadar direnç gösterdiğini günyüzüne çıkarıyor. Ve bu, ikimizin de ilgisini çekmiş olan her türden ilginç teorik ve stratejik sorunun ortaya atılmasına sebep oluyor. Ama özellikle de politik olarak daha az dogmatik bir Marksist ortamda (özellikle de New Socialist ağında) çalışmaya başladığımız 1990 ortalarından itibaren, ırk ve ırksallaştırma ile – ve nihayetinde de cinsellik ve engellilik ile – sınıf ve toplumsal cinsiyetin temel boyutları olarak çok daha ciddi bir şekilde boğuşma ihtiyacını giderek daha fazla hisse│ik. Irkçılık karşıtı ve göçmen hakları hareketlerine desteğimiz bu geçmişin önemli bir parçası elbe│e. Ve sırf modern kapitalist toplumda birden fazla ezilme biçiminin “kesiştiğini” iddia etmek bize yeterli gelmedi. Kesişimsellik teorisi önemli sorular ortaya atmasına ve önemli görüşler üretmesine rağmen, bu çok yönlü ezilmişliklerin neden var olduğunu ve geç kapitalizm içinde neden yeniden üretildiğini açıklarken ve etkileşimlerini izah ederken debelenmekte. Toplumsal yeniden üretim teorisi, bütünselci ve birleştirici bir yaklaşıma sahip olduğundan, potansiyel olarak bu alanlarda bizce daha donanımlı. Ama bu, ilk dönem toplumsal yeniden üretim teorisinin kimi ciddi eksiklerini aşabilmek için epeyce çalışmayı ve ırkçılık ve sömürgecilik karşıtı teori ve pratiğin en iyisinden öğrenmeye gerçek bir adanmışlık gerektiriyor. Sue, kapitalizmin mekanlarının nasıl her daim ırklandırılmış ve kolonyal olduğunu gösterdiği birkaç makalesinde kapitalist ve işçi sınıfı yeniden üretiminin mekansal örgütlenmesinin altını çizerek bu zorlu işe el atmış durumda. Ve en son Socialist Register sayısındaki ortak yazımız, işçi sınıfının yeniden üretimini, göçün merkezi bir özellik olduğu küresel bir fenomen olarak ele almak için ulus devlet u㓿unun ötesine keskin bir zorlama yaparak, bunu bir şekilde ileriye taşıma çabası. Tarihsel materyalistin bu alanlarda çalışması için özellikle heyecan verici ve zorlayıcı bir dönemde olduğumuzu düşünüyoruz. Ve gerçek toplumsal mücadelelerin canlı nabzı, bu alanlarda önümüzdeki daha birçok yıl çalışmaları tetiklemeye devam edecek gibi. Çeviri: Serap Güneş Etiketler: Avrupa, Bakım işi, Beden politikaları, Cinsiyet, Engellilik, Ev işi, Eviçi emek, Feminizm, https://dunyadanceviri.wordpress.com/2016/03/12/kesisimselliginotesindetoplumsalyenidenuretimsuefergusonvedavidmcnally/ 7/8 26.03.2016 Kesişimselliğin Ötesinde Toplumsal Yeniden Üretim – Sue Ferguson ve David McNally – Dünyadan Çeviri Feminizm, Grev, Irk, Kadın Emeği, Kadın işçi hareketi, Kanada, Kürtaj, Kürtaj hakkı, Kürtaj hakkı mücadelesi, Kesişimsel feminizm, Kesişimselci feminizm, Marksist feminizm, Postmodernizm, Postyapısalcılık, Sendika, Silvia Federici, Sosyalist feminizm, Tarihsel materyalizm, Tarihsel Materyalizm Konferansı, Toplumsal yeniden üretim, Toplumsal yeniden üretim feminizmi, Yapısalcılık, Yeniden Üretim, İtalyan marksizmi, İşçi hareketi, İşgücü WordPress.comʹda Blog Oluşturun. | Tema: Raam Dev tarafından Independent Publisher. https://dunyadanceviri.wordpress.com/2016/03/12/kesisimselliginotesindetoplumsalyenidenuretimsuefergusonvedavidmcnally/ 8/8 26.03.2016 Ne kadar para, o kadar gülümseme – Dayna Tortorici – Dünyadan Çeviri Dünyadan Çeviri dunyadanceviri Çeviri içinde 15 Mart 201626 Mart 2016 5,822 Words Ne kadar para, o kadar gülümseme – Dayna Tortorici https://dunyadanceviri.wordpress.com/2016/03/15/nekadarparaokadargulumsemedaynatortorici/ 1/13 26.03.2016 Ne kadar para, o kadar gülümseme – Dayna Tortorici – Dünyadan Çeviri (h←5ps://dunyadanceviri.wordpress.com/2016/03/15/ne‑kadar‑para‑o‑kadar‑gulumseme‑dayna‑ tortorici/2‑4/) N+1 Magazine (h←5ps://nplusonemag.com/issue‑17/reviews/more‑smiles‑more‑money/) Geçtiğimiz Kasım ayında sanatçı Martha Rosler, Modern Sanat Müzesi’nde (MoMA) ilk kişisel sergisini açtı. Meta‑Monumental Garage Sale (h←5ps://www.google.com/search?q=Meta‑ Monumental+Garage+Sale&tbm=isch&imgil=EJ4Hgm_xZjMf3M%253A%253BlaP83sXZfCrRjM %253Bh←5p%25253A%25252F%25252Fwww.nytimes.com%25252F2012%25252F11%25252F22%2 5252Fgarden%25252Fmoma‑garage‑sale‑as‑performance‑ art.html&source=iu&pf=m&fir=EJ4Hgm_xZjMf3M%253A%252ClaP83sXZfCrRjM%252C_&usg =__6‑ DkxlZ8evTTmJ93tyHGri1ogew%3D&biw=1920&bih=969&ved=0ahUKEwjjg5Xt08LLAhWDh3I KHQBEBlwQyjcILw&ei=_vrnVuOMPIOPygOAiJngBQ#imgrc=_) (Meta Anıtsal Garaj Satışı) https://dunyadanceviri.wordpress.com/2016/03/15/nekadarparaokadargulumsemedaynatortorici/ 2/13 26.03.2016 Ne kadar para, o kadar gülümseme – Dayna Tortorici – Dünyadan Çeviri KHQBEBlwQyjcILw&ei=_vrnVuOMPIOPygOAiJngBQ#imgrc=_) (Meta Anıtsal Garaj Satışı) adını verdiği bir enstalasyon ve performans çalışması. Gerçekten de devasa bir garaj satışıydı bu, tepeleme oyuncak, mobilya, giysi ve mutfak eşyası, raflara ve masalara dizilmişti. Gösteri, Rosler’ın 1973’te başladığı bir projenin, UC San Diego’da bir mastır öğrencisi olarak sahnelediği bir performansın devamıydı. 1977’de gösteriyi San Francisco’da Traveling Garage Sale (Gezici Garaj Satışı) ile yeniledi ve ardından gelen on yıllar boyunca dünya üzerindeki çeşitli müzelerde Garaj Satışı’nın versiyonlarını düzenledi. Öncülleri gibi Meta‑Monumental Garage Sale de değer üzerine bir tefekkürdü. Normalden daha fazla “meta” idi, çünkü MoMA’daydı: rekonstrüksiyon en şık biçimde hazırlanmalıydı, yani sokakta garaj satışı için reklam/ilan olamazdı (MoMA’ya giren insanlar bir sergi aradıklarını biliyor olmalıydılar, parasını verdikleri bir sergi) ve sergilenen 14.000 eşya, enstalasyon öncesinde tütsülenmeliydi. Bu ise oyunun bir kısmını sokak satışının dışına çıkarıyordu. Müzenin hediye mağazasına yakınlığı düşünüldüğünde, gösteri o bilindik konsept‑sanat tarzında da “meta” idi: bir satıcı motorsuz bir araba sa←5ı, bir başkası kocaman kredi kartları satın aldı. Hem sergi hem de hediye mağazası, üzerinde kurumun adı olan makbuzlar kesti ama yalnızca bir tanesi sizi farkın ne olduğunu görmeye zorluyordu. Yani bu gösteri sanat ve para ile ilgili benzer soruları deşiyordu: MoMA gibi kurumların, neyi sanat eseri olarak öveceğimiz hususunda halen elinde tu←5uğu güç. Ama Meta Monumental Garage Sale ile Rosler’ın derdi, eleştirmenleri yalnızca sanat dünyasıyla sınırlı olan emsallerinin aksine, siyasi göndermesi ile, garaj satışlarının kadınların “ev işi” olarak bilinen ücretsiz işini nasıl ortaya çıkardığına dikkat çekmekti. Kadınların evde yaptıkları her şeyi kapsayan bir kavram olarak ev işi halen görünmeyen bir iştir. Yalnızca kapalı kapılar ardında yapılmakla kalmaz, aynı zamanda sonsuzdur: sıradan yaşamın maddi inkarından başka kendisi için gösterecek hiçbir şeyi olmaksızın, bir sonraki gün bir daha yapılmak üzere her gün yapılır. Eski oyuncaklar, plastik kap makası, küçük kalmış bebek elbiseleri, bahçe aletleri… garaj satışının ıskarta teklifleri, bakım işine adanmış bir ömrün günlüğü gibidir. Her bir nesne eşlere, anne babalara ve çocuklara bakmakla – yemek yaparak, temizlik yaparak, öğreterek, eğlendirerek, kendini ve başkalarını okula ve işe hazırlayarak – geçen, görülmeyen ve miktarı belirsiz bir zaman zarfına işaret eder. Bunu kamu için bir araya getirmek suretiyle, kendisi de bir ev işi (bahar temizliği) olan garaj satışı, kadınların karşılıksız çalışmasının kanıtını sunmaktadır. Rosler’ın 1973’te ilk Garaj Satışı’nı gerçekleştirmesinden bu yana kadınlar için bu ülkede epey şey değişti, ama bu değil. Kadınların ücretli işgücüne kitlesel olarak dahil olması, ev işinin yüzünü değiştirdi ama yeni yüz erkeğin değil, başka bir kadının, veya saatler süren mesaiden sonra yine aynı kadının. Ev işine, çocuk bakımına ve yaşlı bakımına harcanan karşılıksız emek büyük oranda görünmezliğini sürdürüyor ve görüldüğünde de, üzerine düşünülmüyor. Rosler’ın Garaj Satışı gibi çalışmalar bunu değiştirmek için bir şeyler yapıyor – meseleleri tufahlaştırarak açığa çıkarmak – ve geçtiğimiz yıl, gösterisi tam da doğru zamana denk geldi sanki. Medyada çocuk bakımı ve iş‑yaşam dengesi konusundaki “tartışmalar”, Demokratların stratejisti Hilary Rosen, Ann Romney’in “hayatı boyunca bir tek gün bile çalışmadığını” söylemesinden bu yana şiddetlenmişti ve Forbes bile “ev üretiminin” değerini hesaplamanın GSMH’yı nasıl etkileyeceğini gösteren bir araştırmanın sonucu paylaşırken, evi çekip çevirmenin “üretken değeri” sorusu bu tartışmanın neredeyse merkezindeydi. (2010’da ev işi aşağı yukarı 3,8 trilyon dolar değerinde olacak ve GSMH’yı yüzde 26 kadar artıracaktı.) https://dunyadanceviri.wordpress.com/2016/03/15/nekadarparaokadargulumsemedaynatortorici/ 3/13 26.03.2016 Ne kadar para, o kadar gülümseme – Dayna Tortorici – Dünyadan Çeviri Rosler’ın gösterisi ile aynı ay Ulusal Ev İşçileri Birliği’nin bir raporu, çoğu kişinin zaten bildiğini istatistiklerle doğrulamış oldu: ev işçilerinin yüzde 95’i kadındı, yüzde 51’i beyaz olmayanlardı, yüzde 36’sı belgesiz göçmenlerdi ve büyük çoğunluğunun sağlık sigortası veya hastalık izni yoktu. Bu esnada, Avrupa’da kemer sıkma tedbirleri bakım işini kamu hizmetlerinden daha da çıkarıp bireysel hanelere kaydırırken, 1970’lerin o zamanlar farklı olan Avrupa’sında ortaya çıkan bir hareket olan Ev İşi için Ücret’in hatırası, hareketin kurucuları Silvia Federici ve Selma James’in yeni kitaplarının yayınlanması ile birlikte Amerikan solunda dirildi. Ev İşi için Ücret Kampanyası ilkin Padua, İtalya’da, 1972 yazında başladı. Selma James, Brigi←5e Galtier, Mariarosa Dalla Costa ve Silvia Federici’nin kurucusu olduğu Uluslararası Feminist Kolektif adlı yirmi kadar kadının örgütlenmesinden ortaya çıktı. Tam zamanlı bir ev kadını ve Marksist bir aktivist olan James, partneri radikal entelektüel C. L. R. James ile İngiltere’de yaşıyordu. Fransa’da yaşayan Galtier, otonomcu gazete Matériaux pour l’intervention’ı çıkaran grupla ilişkideydi. İtalya’dan bir akademisyen ve aktivist olan Dalla Costa, kuzey İtalya’daki fabrika grevlerinin canlanmasından ilham alan bir aydın hareketi olan operaismo’dan geliyordu. Marx üzerine yaptıkları yeniden okumalarda, operaismo grubu kapitalizmde toplumsal ilişkilerin şeklini belirleyenin fabrika sahipleri değil işçiler olduğunu ve işçilerin kendisinin, kendi çıkarlarına hizmet edecek doğrudan eylemler üzerinden kapitalizmde kriz yaratabileceğini savunuyordu. Operaismo ücreti işçi denetimi için mücadelenin merkezinde görüyordu: artı değeri işçiye geri iade etmenin ve bir insanın ne kadar ücret karşılığında ne kadar çalıştığını yeniden belirlemenin bir yoluydu. Ücrete yönelik bu vurgu, Ev İşi için Ücret kampanyasının ortaya çıkmasında çok önemli oldu. Selma James ve diğerlerinin Ev İşi için Ücret kampanyasına sömürgecilik karşıtı, sivil haklar ve öğrenci hareketlerinin deneyimlerini getirmesi gibi, Dalla Costa da operaisti’nin ücreti hem ekonomik bir karşılık hem de politik bir araç olarak gören anlayışını getirdi. Ev İşi için Ücret hareketinin erken dönem düşüncesi açısından eşit derecede kritik olan, Mario Tronti’nin “toplumsal fabrika” kavramıydı. Hareketin gazetesi Quaderni rossi’de, Tronti toplumsal ilişkilerin sermayeye içerilmesi ile, toplumun kendisinin, üretimi ve dolaşımı örgütleyip destekleyen bir “fabrika” haline geldiğini savundu. Dalla Costa ve Ev İşi için Ücret’ten kadınlar, Tronti’nin teorisinden erkek yoldaşlarının eksik kaldığı çıkarsamayı yaptılar: Toplumun tümü fabrika haline geldiyse, ev işi de fabrika işi değil miydi? Öyle ise, neden ücretle karşılık görmüyordu? https://dunyadanceviri.wordpress.com/2016/03/15/nekadarparaokadargulumsemedaynatortorici/ 4/13 26.03.2016 Ne kadar para, o kadar gülümseme – Dayna Tortorici – Dünyadan Çeviri (h←5ps://dunyadanceviri.wordpress.com/2016/03/15/ne‑kadar‑ para‑o‑kadar‑gulumseme‑dayna‑tortorici/mariarosa‑dalla‑costa/) (h←5ps://dunyadanceviri.wordpress.com/2016/03/15/ne‑kadar‑ para‑o‑kadar‑gulumseme‑dayna‑tortorici/sony‑dsc/) (h←5ps://dunyadanceviri.wordpress.com/2014/07/01/bir‑is‑ olarak‑seks‑uzerine‑silvia‑federici‑1975‑2/activista‑silvia‑federici‑marta‑ jara_ediima20140522_0775_13/) Bu fikirler tamamen yeni değildiler. Kadınlar ev işi için ücret talebini en azından 20. yüzyıldan bu yana savunuyorlardı; Crystal Eastman, 1919’daki ilk feminist kongrede yaptığı açılış konuşmasında “anneliğin yasalarla teminat altına alınacak şekilde maaşa bağlanması” çağrısını yapmıştı. Çocuk yetiştirme işinin, diğer işler gibi kabul görmesi ve karşılığının ödenmesi gerektiği fikri, bakımın hakkının “maaş” ile verilmesini talep eden Amerikan sosyal haklar aktivistleri arasında 1960’larda tekrar yüzeye çıktı. Bu çabalar Engels’in Ailenin, Özel Mülkiyetin ve Devletin Kökeni’ndeki, tarihteki ilk işbölümü cinsiyete dayalı iken (evi çekip çevirme sorumluluğunun kadınlara kalması), bu işbölümünün ancak özel mülkiyetin ve patriyarkal tekeşli ailenin yükselişi ile, kadınların toplumsal katkılarını değersizleştirecek şekilde hiyerarşik hale geldiği tespitlerine dayanıyordu. Komüncü hane çözülünce, yazacaktı https://dunyadanceviri.wordpress.com/2016/03/15/nekadarparaokadargulumsemedaynatortorici/ Engels, ev işi kamusal özelliğini yitirdi: “Artık toplumu ilgilendirmiyordu… Modern bireysel5/13 26.03.2016 Ne kadar para, o kadar gülümseme – Dayna Tortorici – Dünyadan Çeviri Engels, ev işi kamusal özelliğini yitirdi: “Artık toplumu ilgilendirmiyordu… Modern bireysel aile, eşin (kadının) açık veya örtülü ev köleliği üzerine kuruludur.” Feministlerin anneler ve eşler için maaş talebi, kadınları erkek maaşına bağımlılığın “ev köleliğinden” kurtarmaya ve kadınların özel mücadelesini kamunun ilgi alanına yeniden taşımaya yönelik bir girişimdi. Ama Engels’in tespitleri de yanıltıcıydı ve Marksist gelenek büyük çoğunluğuyla, 20. yüzyıl boyunca eşi (kadını) “toplumsal üretimde tüm katılımlardan dışlanmış” olarak ele aldı, yani ev işinin üretimle hiçbir ilgisi yoktu, kapitalist pazarın dışında mevcu←5u. Ev İşi için Ücret kampanyası, bu varsayımı birincil hedefi haline getirdi. Savunucuları, iş ile ev, “üretken” ile “yeniden üretken” iş arasındaki ikiliğin yalnızca uydurulmuş olmayıp, kapitalizmin temeli için gerekli bir uydurma olduğunda da ısrar e←5iler. Sermaye birikimi ücretsiz ev işine bağımlıydı: gelecek işgücünü doğurma, evet, ama aynı zamanda kocaları, çocukları ve ebeveynleri besleme, arkalarını toplama, kirlilerini yıkama, temizleme, dünya onları hayal kırıklığına uğra←5ığında avutma vs. vs. Bunu öncüllerinden daha net bir şekilde görerek, Ev İşi için Ücret hareketi, ücretsiz çalışmayı reddetmenin kapitalist sisteme ne kadar zarar verebileceğini anladı. Dalla Costa, 1970’te yazdığı “Kadınlar ve Toplumun Alt Üst Edilmesi” broşüründe, “kadınlar yalnızca ev işlerini karşılıksız ve greve gitmeksizin yaptıkları için değil, aynı zamanda ekonomik krizlerle düzenli olarak işlerinden atılanları daima eve geri kabul e←5ikleri için de servis dışıdırlar. Aile, bu anacıl yuva … aslında işsizlerin sistem için hemen başbelası haline gelmemesinin de en büyük garantisidir” yazacaktı. Tüm kariyerine yayılan bir makale koleksiyonu olan Sıfır Noktasında Devrim’de Silvia Federci, Dalla Costa’nın broşürünü ilk okuyuşunu hatırlıyor. “İlk sayfayı okuyup bitirdiğimde,” diyor, “bir kadın ve bir feminist olarak evimi, kabilemi ve kendimi bulduğumu biliyordum.” 1942’de İtalya’da doğan Federici, 1967’de SUNY Buffalo’da felsefe öğrenimi için ABD’ye taşındı. Teori ve sol politika üzerine, çoğunlukla operaismo perspektifinden yazılar yazdı; Telon’un ilk sayılarından birindeki bir Althusser eleştirisine katkı yaptı ve Guido Baldi mahlasıyla Mario Montana ile birlikte ilk dalga otonomcu metin “Theses on the Mass Worker and Social Capital”i (Kitlesel İşçi ve Toplumsal Sermaye üzerine Tezler) kaleme aldı. Kadın hareketi konusunda karışık hislere sahipti; ruhsuz bir şekilde şöyle diyordu: “muhtemelen yıllarımı erkek gibi davranabilme becerime dayanarak geçirmiş olduğumdan.” Ama 1972’de, Dalla Costa’nın çalışmasıyla tanıştıktan sonra Federici, Uluslararası Feminist Kolektif’e katıldı ve Ev İşi için Ücret kampanyasının lideri olarak Dalla Costa’nın fikirlerinin hayata geçirilmesini gördü. Takip eden yıl, Federici ABD’de Ev İşi için Ücret grupları başla←5ı. Ev İşi için Ücret kampanyasının Brooklyn’de bir ofis açtığı 1975’te, hareketin amaçlarının en aydınlatıcı metinlerinden biri olan “Ev İşine Karşı Ücret” bildirisini yayınladı. Bildiri bir şarkıyla veya görünmez bir koro için yazılmış dramatik dizeleri ile şarkıya benzer bir şeyle başlıyor: They say it is love. We say it is unwaged work. https://dunyadanceviri.wordpress.com/2016/03/15/nekadarparaokadargulumsemedaynatortorici/ 6/13 26.03.2016 Ne kadar para, o kadar gülümseme – Dayna Tortorici – Dünyadan Çeviri They say it is love. We say it is unwaged work. Buna aşk diyorlar, biz ücretsiz iş diyoruz. They call it frigidity. We call it absenteeism. Buna frijitlik diyorlar. Biz işe gelmeme diyoruz. Every miscarriage is a work accident. . . . Her düşük bir iş kazasıdır… More smiles? More money. Nothing will be so powerful in destroying the healing virtues of a smile. Daha fazla gülümseme mi istiyorsun? Pamuk eller cebe. Bir gülümsemenin sağaltıcı erdemlerini hiçbir şey daha iyi yok edemez. Neuroses, suicides, desexualization: occupational hazards of the housewife. Nevrozlar, intiharlar, cinsiyetsizleşme: ev kadınının meslek hastalıkları. Tuhaf bir başlangıç doğrusu, açıklama yok, ama Federici’nin argümanlarını gerçek bir protesto, gerçek bir hareket bağlamında temellendiriyor. Ev İşi için Ücret kampanyası sadece bir tartışma noktası veya bir düşünsel deney değildi. Bu gruplar vardılar, gerçek taleplerle ve bunlara eşlik eden protesto şarkılarıyla (1975’te Boo Watson ve Lorna Boschman tarafından yazılan “Wages Due Song” gibi: “What do you think would happen if we women went on strike? – Bi düşün bakalım, biz kadınlar greve gitsek n’olurdu? / There’d be no breakfast in the morning, there’d be no screw at night – Sabah önünde kahvaltı, gece yatakta seks olmazdı / There’d be no nurses treatin’ you, there’d be no waitresses servin’ you, there’d be no typists typin’ you‑ o‑o‑o – Seni tedavi eden hemşire, sana servis yapan garson, senin dizgini yapan kimse olmazdı, o‑ooo olmazdı”). Buradaki “biz” vurgusu, James ve Dalla Costa’nın Kadınların Gücü ve Toplumun Alt Üst Edilmesi broşürünün – Dalla Costa’nın özgün çalışması üzerine kurulu olan ve James’in yeni kitabı Sex, Race and Class (2012, Cinsiyet, Irk ve Sınıf) içinde yakın zamanda yeniden basılan bir makale – proleter ev kadınının, kadınların etrafında toparlanabileceği bir figür olduğu şeklindeki başlangıç noktasını yankılıyor. Biz, kadınlar, hepimiz ev kadınıyız, diyordu Ev İşi için Ücret kampanyası – bu işi benimsemek/yüceltmek için değil, bazısı en doğrudan şekliyle bundan kaçabilse bile kapitalizmin kadınlara layık gördüğü bu role karşı çıkmak için. Bu aynı zamanda Federici’nin tarzının da harika bir açılış gösterisiydi, tepesi atmış bir entelektüelin keyifsiz nüktedanlığı: Daha mı çok gülümseme istiyorsun? E o zaman pamuk eller cebe! https://dunyadanceviri.wordpress.com/2016/03/15/nekadarparaokadargulumsemedaynatortorici/ 7/13 26.03.2016 Ne kadar para, o kadar gülümseme – Dayna Tortorici – Dünyadan Çeviri (h←5ps://dunyadanceviri.wordpress.com/2016/03/15/ne‑kadar‑ para‑o‑kadar‑gulumseme‑dayna‑tortorici/13f34e2b533e12c6166f88368dcd8c07_xl/) (h←5ps://dunyadanceviri.wordpress.com/2016/03/15/ne‑kadar‑ para‑o‑kadar‑gulumseme‑dayna‑tortorici/d3b3799d6611d677944f5f86a500beb3_xl/) (h←5ps://dunyadanceviri.wordpress.com/2016/03/15/ne‑kadar‑ para‑o‑kadar‑gulumseme‑dayna‑tortorici/42121f00ffc451d0c288e11c1f28cbd4_xl/) Federici “Ev İşine Karşı Ücret” bildirisini kaleme aldığında, Ev İşi için Ücret kampanyası hem Marksist hem de feminist çevrelerden dirençlerle karşılaşmıştı bile. Erkek Marksistler için, feminist bir fraksiyon mücadele birliğinin altını oymak demekti; Amerikalı feministlerin Yeni Sol’la yaşadığı zorluklardan yeterince bildiğimiz bir hikaye. (Dalla Costa, İtalya’da 1972’deki bir erken dönemi hatırlıyor, bazı kadınlar kadın istihdamı üzerine yalnızca kadınlara açık bir atölye örgütlemişler, sonrasında olan: “Yoldaş bildiğimiz erkek gruplarının tepkisi, odanın dışından su dolu prezervatifler atıp camları kırarak atölyelerin yapılmasını engellemekti… Kadınların kendi aralarında toplanabileceği gerçeği bile böylesi şiddetli bir tepkiyi doğurabilmişti.”) Öte yandan feministler ise, Ev İşi için Ücret kampanyasını, ekonomik rasyonalizasyonu evin içine–“kapitalist yaşamın, insanların birbirlerinin ihtiyaçlarına sırf sevgiden veya umursadıkları için hizmet edebildiği muhtemelen tek çatlağına” (Carol Lopate, https://dunyadanceviri.wordpress.com/2016/03/15/nekadarparaokadargulumsemedaynatortorici/ Liberation’da böyle yazmıştı) kadar genişletmekle ve kadınları, maaşa bağlamak suretiyle ev 8/13 26.03.2016 Ne kadar para, o kadar gülümseme – Dayna Tortorici – Dünyadan Çeviri Liberation’da böyle yazmıştı) kadar genişletmekle ve kadınları, maaşa bağlamak suretiyle ev işine daha da mahkum etmekle suçladılar. Ev İşi için Ücret kampanyasını önce özel olanı yeterince yüceltmemekle, sonra da kadınları sonsuza dek oraya, yani cehenneme mahkum etmekle kınadılar. “Ev İşine Karşı Ücret”te Federici yanlış anlamaları düzeltmeye çalışıyordu. Ev İşi için Ücret konusunda kafası karışık feministler, ücret talebini bir şey talep etmek (“peşin para” diyordu Federici) olarak yanlış anlamaya meyilliydiler. Para kesinlikle işe yarardı ama Ev İşi için Ücret kampanyası basit bir talepten fazlasıydı: aynı zamanda politik bir perspektifti de. Ev işi için ücret talep ederek kadınlar, tek bir ifade ile, talep, eleştiri ve gözlemlerden, daha sonra kendi toplumsal rolleri hakkındaki varsayımları dağıtmak için kullanabilecekleri bir bağlantı noktası damıtıyorlardı. Ev işi için ücret talep etmek, Federici’nin yazdığı üzere “işin doğamızın bir yansıması olduğunu reddetmek ve dolayısıyla sermayenin bizim için icat e←5iği kadın rollerini reddetmek anlamına geldiğinden, bu ifade, ev işini doğal olmaktan çıkarıyordu.” Talep ev işi için ücre←5i, ev kadınları için değil, ve devlete yöneltilmiş bir talepti, kocalara ve ha←5a erkeklere bile değil. Çünkü “kolektif sermayenin temsilcisi” olan devlet, “bu işten kar sağlayan gerçek ‘Adam’ idi.” Büyük Adam, yani devlet, ve küçük adam, yani koca, kadına karşı kenetlenmişlerdi: Erkek ne kadar hizmet eder ve ezilirse, o kadar çok ezer. Bir erkeğin evi onun kalesidir ve karısı şunları öğrenmek zorundadır: erkeğin kaprislerini çekmeli, morali bozuk olduğunda ve dünyaya sayıp söverken onu keyiflendirmeli, “Bu gece çok yorgunum” dediğinde veya bir kadının “mayonez kavanozuyla da görebilirdi işini” derken söylediği gibi sevişirken fazla hızlı gi←5iğinde, sırtını dönüp uyumalı. Yine 1975’te yayınlanan “Why Sexuality Is Work?” (Seks Neden İştir?) aynı meseleyi ele alır. Bize işin “ötekisi” olarak satılan seks, der Federici, mesai haftasının disiplinini daha katlanılır hale getirmek olarak anlaşılır. Ama aslında böyle değildir: “Bu kendiliğindenliğin sahte olduğunun her zaman farkındayızdır. Yatakta ne kadar çığlık a←5ığımızın, inlediğimizin, kaç erotik hareket yaptığımızın önemi yoktur. Bunun bir parantez olduğunu ve ertesi gün ikimizin de yeniden medeni kıyafetlerimizi giyeceğini, işe gitmek üzere hazırlanırken beraber kahve içeceğimizi biliriz.” Sonuç olarak, “kadın arkadaşlarımız için bedensiz ruhlar, erkek âşıklarımız içinse ruhsuz bedenlerizdir.” Cinsel özgürlük de bu konuda pek yardımcı olmaz ve bu durum hem evli hem de bekar kadınlar için geçerlidir: “‘Sadakatsizlik’ yaptığımızda veya ‘bakire’ olmadığımız ortaya çıktığında taşlanarak öldürülmemek şüphesiz önemli bir şey,” diye yazar. “Ama ‘cinsel özgürlük’ iş yükümüzü ağırlaştırdı.” Üçüncü dalganın temel kaygılarını öngören Federici şöyle yazar: “Geçmişte sadece çocuk yetiştirmemiz bekleniyordu. Artık ücretli bir işimizin olması, yine de evi temizlememiz ve çocuk sahibi olmamız, çifte işgününün sonunda ise, yatağa atlayıp cinsel açıdan çekici olmamız bekleniyor.” Bu erken dönem makalelerinin – ki Federici’nin tüm çalışmasını kapsar – ortak stratejisi bir muhasebedir aslında: Federici, kadınların “iş” olarak gerçekleştirdiği tüm toplumsal etkinlikleri yeniden ele alarak en uç mantık noktasına kadar zorlar. Mesele aslında, formalite icabı yapılan evlilik seksine bir paha biçmek veya değer kategorilerinde, bütünlüklerini çözecek şekilde, sınırı zorlamak değildir; sözüm ona kapitalist olmayan etkinliklerin, yaşamlarımızı bu denli yapılandıran ve kontrol eden ekonomik sisteme nasıl payanda olduğunu aydınlatmaktır. Politik ve feminist bilinci dürtmek, tasarlanmış bir taktiktir. Ve dönüştürülmesi gereken şeylerin, insanın en özel ilişkileri şeklinde ufukta dümdüz dikildiği 1970’lerde, bu dürtme yeterli gibidir. Ama bir hareket başlatmak için bu şekilde bir dürtmeye güveniyor olsa da, Federici https://dunyadanceviri.wordpress.com/2016/03/15/nekadarparaokadargulumsemedaynatortorici/ 9/13 26.03.2016 Ne kadar para, o kadar gülümseme – Dayna Tortorici – Dünyadan Çeviri Ama bir hareket başlatmak için bu şekilde bir dürtmeye güveniyor olsa da, Federici görüşlerinin kavramsal karmaşadan mustarip olduğunu erkenden fark etmiş görünüyor. Başlığı ev işi için ücre←5en ev işine karşı ücrete değiştirerek, amacın reform değil devrim olduğunu netleştiriyor: “Ev işi için ücret talep etmek, ücret karşılığında bu işi yapmaya devam edeceğimiz anlamına gelmiyor. Tam tersi. Ev işi için ücret talep etmenin onu reddetmeye giden yolda ilk adım olduğunu söylüyoruz.” 1975’te Nicole Cox ile birlikte yazdıkları “Counterplanning from the Kitchen”da (Mutfaktan Karşı Planlamalar) Federici şöyle vurguluyor: “Ücret kazanmanın devrim olduğunu söylemiyoruz. Bunun devrimci bir strateji olduğunu söylüyoruz, çünkü bize kapitalist işbölümü tarafından atanan rolün altını oyuyor ve sonuç olarak işçi sınıfı içindeki iktidar ilişkilerini bize ve sınıfın birliğine daha yararlı şartlarda değiştiriyor.” 1980’lerde Amerikan feminizmi hakkında anlatılan bir hikaye vardır: 60’ların ve 70’lerin muazzam zaferleri ardından, Kadın Kurtuluş Hareketi sırasında rüştünü ispatlayan feministler bir dizi duvara tosladılar. Biri, bir yandan göstermelik bir feminizmi benimserken diğer yandan aşağıdan feminist örgütlenme çabalarını sistematik olarak parçalayan (örneğin bir yandan ilk kadın Anayasa Mahkemesi başkanını atamak ama öbür yandan önceki on yılların mücadelelerini kazanmış hukuki ve politik inisiyatifleri ortadan kaldırmak) Reagan’ın başkanlığı dönemi oldu. Ardından birçoğu önceki hareketin faydasını görmüş olan ama öncüllerini “fazla tenkitçi, sekse olumsuz bakan, ev hayatının hazlarına karşı hissizleşmiş ve kariyerizmin vaatleri konusunda yersiz şekilde kötümser” diye karikatürize eden “post‑” ve anti‑feministler geldi. (Böyle başladı işte “çocuk da yaparım kariyer de” feminizmi.) Bazı eski feministler kendini kültür ve sanata verdiler. Diğer birçokları yeni bir “küresel feminizm” projesine döndü yüzünü. Küresel feminizm ferahtı ve tek bir kategori olarak, hantaldı – tek bir ad altında etkisiz BM konferansları toplamak, kadın sünnetini dert etmek, bolca STÖ adı kısaltmasını yaygınlaştırmak ve bölgeye özel dayanışma çalışmaları yapmak. Ama hareketin sosyalist feminist kanadından yükselen ve ABD’deki durumu gelişmekte olan dünyadakiyle, gelişmekte olan dünyadaki durumu da ABD’deki ile bağlantılandırmaya çalışan başka bir küresel feminizm çizgisi daha vardı. Farklı yerlerde farklı feminizmler yoktu, tek bir küresel durum vardı ve eşitsizlikler bir yerden diğerine aksediyordu. 1970’lerde, feminizmin radikalize e←5iği Batılı kadınlar ev işi yapan kadınlardı. Bu işin ne olduğunu ilk elden biliyorlardı: ne kadar gergin ve sıkıcı olduğunu, ne tür toplumsal yükümlülüklerle ilişkili olduğunu, erkeklere nazaran konumlarına nasıl takoz olduğunu… Kendilerini tanımak idi bilinç yükseltmeyi – bir odada diğer kadınlarla konuşmayı – bu denli güçlü bir araç haline getiren: cinsiyetçiliğe dair kişisel deneyiminizin sadece size ait olmadığını teyit ediyordu. Kişisel olanı politik hale getiren bir ölçekte, teorik bir çerçeve ve toplumsal gerçekliğin bir resmi sunuyor, aynı zamanda da dayanışma zemini yaratıyordu. Rosler ve Federici – ve Flo Kennedy, Ti‑Grace Atkinson, Shulamith Firestone, Ellen Willis, Kate Mille←5, Valerie Solanas ve daha birçokları – gibi insanların erken dönem çalışmaları, kadınların aniden hayatlarını yepyeni bir gözle görmelerini sağladı. Odanın aydınlatmasını değiştirmek gibi bir şeydi: tüm mobilyalar aynıydı ama yeni bir yerleşimle, bir daha asla eskisi gibi olmayacak bir şekilde görünüyordu. Onlarca yıl sonra, büyük çoğunluğu kadın kurtuluş hareketinin ön safında yer almış beyaz, orta sınıf kadınların kızları (eğer kızları olduysa) artık ev işi kölesi değildiler. Dert ediyorlarsa, yapması için başkasını tutuyorlardı – ve tu←5ukları insanlar büyük oranda küresel güneyden kadınlardı, Batı’da ev işine yönelik büyüyen talebin çektiği ve kendi ülkelerindeki yapısal ve politik güçlerin i←5iği kadınlar. Bu o denli büyük bir ölçekte gerçekleşti ki, bir uluslararası işbölümü ortaya çıktı: ABD, Kanada, Avrupa ve Suudi Arabistan’da çalışan hizmetçiler, https://dunyadanceviri.wordpress.com/2016/03/15/nekadarparaokadargulumsemedaynatortorici/ 10/13 26.03.2016 Ne kadar para, o kadar gülümseme – Dayna Tortorici – Dünyadan Çeviri işbölümü ortaya çıktı: ABD, Kanada, Avrupa ve Suudi Arabistan’da çalışan hizmetçiler, bakıcılar ve hemşireler, giderek artan ölçüde Güney Asya’dan, Kuzey ve Doğu Afrika’da, Endonezya’dan, Filipinler’den, Orta Amerika’dan ve eski Sovyet ülkelerinden geliyorlardı. Ve halen de gelmeye devam ediyorlar. Bu, işverenler için öyle gizli saklı bir durum değildi ve şu an da değil ama gizli saklı kalmış olabilecek bir şey varsa ilk başta ülkelerini neden terk e←5ikleri. 1980’lere gelindiğinde, Federici için işi devrime bırakmanın hata olduğu artık açıktı. “Pu←5ing Feminism Back on Its Feet”te (Feminizmi Yeniden Ayakları Üzerine Kaldırmak – 1984) şöyle yazar, “Kadın hareketinin temel zayıflıklarından biri, kölelik sanki zihinsel bir durummuş da kurtuluşa yalnızca iradi eylemle ulaşılabilirmiş gibi, toplumsal değişim noktasında bilincin rolünü abartma eğilimi oldu.” Bu hiçbir yerde, Federici’nin de dikkatini yönel←5iği küresel güneyde olduğundan daha belirgin değil. 1980’lerden bu yana, küresel ticareti liberalleştiren ekonomi politikaları, kimsenin tahmin edemeyeceği ezme‑ezilme ilişkileri yara←5ı; Federici’nin sözleri ile, borca, muhtaçlığa ve bir türlü değişmeyen koşullara “kölelik” inkar edilemez ölçüde maddi. Uluslararası işbölümü “üçüncü dünya” kadınlarını birincinin yara←5ığı hasarı temizlemekle başbaşa bırakarak daha da derinleşirken, ev kadının durumu ortada. Bu yüzden Ev İşi için Ücret kampanyasının ortaya a←5ığı sorular üzerine düşünmek bugün her zamankinden daha kritik önemde, Federici de bunu söylüyor. Ama kendisi bunu söylerken yazıları kavramsal ve bilinçlenmeye yönelik erken dönem vurgularını terk ediyor. Bunun yerine, yazılarında argümanın işlevini bilgiler yerine getirdikçe, dipnotlar katlanarak artıyor. Tarz ve odaktaki bu kayma, Sıfır Noktasında Devrim’de, 1984 ile 1999 arasındaki bir boşlukla da örtüşür. Bu yılların ikisi boyunca Federici Nijerya’da öğretmenlik yapıyordu. Bu yılları o ülke için, uluslararası baskılar sonucu çoğu Nijeryalıyı yoksul ve istikrarsız bırakacak bir “ekonomik istikrar” programının dayatıldığı bir “dönüm noktası” olarak tanımlar. Bu sürece birinci elden tanık olmak Federici’nin sonraki çalışmalarını etkiledi ve gördüklerini iletmenin aciliyeti ile, yazıları daha kuru ve acı hale geldi. 1999’da yapısal uyumun etkileri hakkında yazarken – yeni ekonomi politikalarının Asya, Afrika, Latin Amerika ve eski sosyalist ülkelerden kadınları Batı’daki orta sınıf kadınların artık yapmayacağı ev işini yapmak üzere ülkelerini terk edip “göç etmeye teşvik ederek” Avrupa, ABD ve Kanada’daki ev işi krizini nasıl “çözdüğünü” anlatırken – meseleyi olguların kendisi ortaya koyar. Aynı şekilde, insani müdahale ve gıda yardımı programlarının istikrarsız hükümetler ve gıda bağımlılığı yaratmak ve dolayısıyla çokuluslu şirketlerin önünü açmaktan başka bir işe yaramadığını anla←5ığı bir makalede, sövüp saymanın ve eleştirel içgözlemin artık yeterli gelmediği bir noktada araştırmacı gazeteciliğe dönüyor. Federici feministlere harekete geçme çağrısı yapıyor: “Üçüncü dünya borçlarının” silinmesini desteklemek için, yapısal uyum programlarına son verilmesini talep etmek için, “yeni uluslararası işbölümünün bir aracı olduğu yeniden sömürgeleştirme girişimine karşı örgütlenmek” için. Okurlara ne yapacaklarını söylemek onun için yeni bir şey değil, ama onlara ne bilmeleri gerektiğini söylemek yeni. Federici ve Rosler, son birkaç on yılın feminist aktivizmi üzerine iyi vaka çalışmaları çıkarıyorlar. Yazın ve sanat çalışmaları, zaman içinde stratejilerde bilinç yükseltmeden bir bariyerin ötesine yayın yapmaya doğru yaşanan ve ikisinin de politik projelerinde en iyi yöntemleri ararken buldukları kaymayı da yansıtıyor. Peki ama en iyi çalışmaları on yıllardır ortalıkta dolanırken neden şimdi popüler oldular? Bir yanıt, kurumsal tanımanın daima güvenli bir mesafenin ardından geliyor olması. Bu kadınların çalışmalarının yayınlanmasını ve kamuoyuna bu ölçekte mal olmasını görmesi zaman aldı. Bir diğeri ise, insanları yeniden https://dunyadanceviri.wordpress.com/2016/03/15/nekadarparaokadargulumsemedaynatortorici/ 11/13 26.03.2016 Ne kadar para, o kadar gülümseme – Dayna Tortorici – Dünyadan Çeviri kamuoyuna bu ölçekte mal olmasını görmesi zaman aldı. Bir diğeri ise, insanları yeniden otonomculuğa, operaismo’ya ve Ev İşi için Ücret kampanyasına çeken ve Rosler ile Federici’nin açıktan desteklediği Occupy hareketi. Rosler ve Federici’nin erken dönem çalışmalarının neden şimdiye ait ve acil hissedildiğini açıklayan bir şey daha olabilir. Batıda gelişme çağlarını işyerlerinde freelance, part‑time, yardımcı pozisyonunda, maaşsız ve stajyer olarak çalışarak geçiren gençler – dünyanın geri kalanından daha sonra olduğunu teslim etmek gerekse de – yaptıkları işin karşılığını almadıklarını hissetmeye başlıyorlar. “Az ücret almak” değil, hiç almamak; çünkü balon gibi şişen hizmet, iletişim ve özel bakım sektörleri, giderek artan şekilde, insanların sırf sevgilerinden yapmasının beklendiği türde işleri talep ediyorlar. Bu koşullar altında, annelerin, eşlerin, büyükannelerin sömürülmesine dair yıllanmış eleştiriler, çocuklu ya da çocuksuz çok daha genç ve çok daha geniş bir kadın ve erkek nüfusu içinde yeni bir güçle hissediliyor. Biraz hayal kırıklığı olsa da yine de bir gelişme. Anaakım kültürün ücretsiz işin değerini teslim etmedeki bu gecikmesi, kadınların sorunlarının ancak erkeklere de dokunan “genel” sorunlar olarak formüle edilebildiğinde ilgi çektiği gerçeğini doğruluyor görünüyor. (“Patriyarka erkeklere de zarar veriyor,” dendi bize. Evet, verir, ama umursamamız için illa bu mu gerekli?) Bu genel olarak Amerikan politikasının da bir semptomu. Başka bir yerde yaşanan türbülans, ancak artçı şoku şahsen hisse←5iğimizde dank ediyor: ülkenin “trickle‑down” (aşağı damlayan) ekonomi teorisini tamamlayan bir “trickle‑up” (yukarı damlayan) ezme‑ezilme ilişkisi teorisi. Anaakım Batı feminizmi yıllarca kendi dar politikalarının yankı odasına sıkışıp kaldı. Hareketin halen ağırlıklı olarak beyaz, hetero ve müreffeh önderleri dördüncü bir dalganın yükselişini bekleyerek kendi deneyimlerinin sınırlarını tekrar ve tekrar keşfederken, iş‑hayat dengesi, kürtaj, cinsel çifte standartlar, eşit ücret gibi konularda aynı tartışmalar çok az varyasyonla yapılıp tüketildi. Onlar kendi çarklarını döndürürken, çevrelerindeki kadınların deneyimleri hareketin neye odaklanması gerektiğine dair epey işaret gösteriyordu. En zengin, en başarılı iş elbiseli feministler evde burunlarının dibinde kadın ezilmişliğini hala bulabilirler ama eşitsizlik onlarla değil çalıştırdıkları temizlikçi kadınlarla ilgili. Bu esnada, kadınlara yönelik en büyük sistemli ve gündelik yaşamlarımızı etkileyen suçlar – ve en korkunçları da değil bunlar – u㏿un ötesinde kalmaya devam ediyor. En nihayetinde kadınlar ve özellikle de anneler hizmetlerinin pazardaki karşılığını alsalar ne olur? En başta, bu işin başlangıç değeri sıfırın üzerine çıkar bir kere. Böylece ücretli ekonomide çırpınıp duran en alt tabaka hemşireler, temizlikçiler ve çocuk bakıcıları böylesine berbat ücretler karşılığında çalışmak zorunda kalmazlar. Rosler ve Federici, ekonomik rasyonelliğe büyük oranda kuşku ile bakan ama etkisini aşamalı olarak azaltmak yerine genişletmek için mücadele etmenin kadınlara faydası olacağına inanan bir sol kuşağın üyeleri. Kadınların yaptığı işe paha biçin, diyorlar. O iş aniden çok pahalanıyorsa, demek ki öyle olmalı. Belki de erkekler (giderek daha fazla işsiz kalan cinsiyet), düşük ücret karşılığında “kadınların işini” yapmalı, aynen kadınların sanayi devriminden beri erkeklerin işini düşük ücrete yaptığı gibi. Ve belki de kadınlar, yapılan çalışmaların da gösterdiği gibi, kendi gelirlerini tüm hane halkının, tüm toplumun yaşam kalitesini geliştirmek için kullanır. Ekonomistler, uzundur biliyorlar ki kadınlar sosyal gereksinim dönemlerinde bir sürü işi ücretsiz yapıyorlar. Dikkat çekici olan ise, bu gerçeği katı neoliberal kemer sıkma politikalarının gerekçelerinden biri olarak kadınların aleyhine kullanmaları: “Kadınların bunları bedava yapacağını biliyorken neden kamusal hizmetleri finanse edelim ki?” 80’lerde ve 90’larda politikalara yön verenler buna “çölü aşmak” (annenin kendisi aç kalma pahasına yemeyip çocuğunu beslemesini anlatan bir deyim) diyorlardı; su kaynağı bulmak için https://dunyadanceviri.wordpress.com/2016/03/15/nekadarparaokadargulumsemedaynatortorici/ 12/13 26.03.2016 Ne kadar para, o kadar gülümseme – Dayna Tortorici – Dünyadan Çeviri yemeyip çocuğunu beslemesini anlatan bir deyim) diyorlardı; su kaynağı bulmak için kilometrelerce yürümek ve kamusal hizmetler geri çekildiğinde veya altyapı çöktüğünde genellikle yükü sırtlamak. Kadınların bu fedakarlık eğiliminin her zaman onların sağlığını ve selametini tehdit etmeyen öteki yüzü de var oysa: 2. Dünya Savaşı sırasında İngiliz hükümeti doğrudan kadınlara verilen gelirin, erkeklere verildiğindekinin aksine tüm hane halkının yaşam kalitesini yüksel←5iğini fark e←5i. Mikrofinans alanındaki daha sonraki “deneyler” de aynısını ortaya koydu. Neoliberal planlayıcılar için hedef en katı bütçeyle en az zararı vermekse (ki katı kemer sıkma programlarını meşrulaştırmak için yeterince güçlü sayılan bir argüman), bu hakikatin de kadınlar için evrensel bir gelir savunusu yapmaya yetecek güçte olduğunu düşünürsünüz. Yani: ev işi için ücret. ‑Bi←5i‑ Çeviri: Serap Güneş (Metnin Rosler’ın özgün çalışmasının detaylarını veren kimi kısımları atlandı.) Etiketler: Ev içi emek, Ev işi, Ev İşi için Ücret, Feminizm, Mariarosa Dalla Costa, Selma James, Silvia Federici, Yeniden Üretim WordPress.comʹda ücretsiz bir web sitesi ya da blog oluşturun. | Tema: Raam Dev tarafından Independent Publisher. https://dunyadanceviri.wordpress.com/2016/03/15/nekadarparaokadargulumsemedaynatortorici/ 13/13 26.03.2016 Önsöz: Bakım İşi ve Müşterekler – Massimo De Angelis* (The Commoner) – Dünyadan Çeviri Dünyadan Çeviri dunyadanceviri Çeviri içinde 09 Kasım 201401 Haziran 2015 1,092 Words Önsöz: Bakım İşi ve Müşterekler – Massimo De Angelis* (The Commoner) (h←5ps://dunyadanceviri.files.wordpress.com/2014/11/commoner.png) Giderek daha da belirginleşiyor ki mevcut ekonomik, toplumsal ve çevresel krizler, dünyanın birçok yerinde insanların yaşam koşullarını kötüleştirmekte ve ha←5a toplumsal ve ekolojik yeniden üretimimize yönelik kıyamet gibi tehditler ortaya çıkarmakta. Küresel elitlerin bu krizlere verdikleri yanıtların bu sorunlara hiçbir çözüm getiremediği de açık. Aslında, stratejik ufuklarında ciddi bir paradigma değişimi yaşanmadıkça, bu cepheden hiç ümit yok. Mesele sadece hükümetlerin bankaları kurtarmak için sosyal harcamaları ve yardımları kesmeye devam etmesi değil. Neoliberalizmin krizi ile baş etmek için hayata geçirilen politikalara karşı mücadele yoğunlaştıkça, faşizmin postmodern bir formunun yükselişine tanıklık ediyoruz. Militarize bir polis gücünün ABD ve Avrupa’daki işgal hareketlerine karşı vahşi saldırıları, Ortadoğu’daki morgları ceset yığınları ile dolduran sonu gelmez sivil katliamları, bu trendin farklı boyutlarına işaret ediyor. Yine de, yeni toplumsal hareketler, örgütsel formlarının yenilenen yaratıcılığıyla her yerde mantar gibi çoğalıyorlar. Ilımlı medya bile, bu hareketlerin ifade e←5iği kurucu iktidara karşı sergilediği kinizmine rağmen, farklı örnekler arasında paralellikler çizerek, alışkın olunmayan i←5ifaklar (örneğin ordu gazileri, işçiler ve öğrenciler) https://dunyadanceviri.wordpress.com/2014/11/09/onsozbakimisivemustereklermassimodeangelis/ 1/3 26.03.2016 Önsöz: Bakım İşi ve Müşterekler – Massimo De Angelis* (The Commoner) – Dünyadan Çeviri paralellikler çizerek, alışkın olunmayan i←5ifaklar (örneğin ordu gazileri, işçiler ve öğrenciler) açığa çıkararak artık New York’tan Atina’ya, Kahire’den Madrid’e dolaşmakta olan bu halk isyanlarının makullüğünü ve ana akım medyanın sefaletini kabul etmeye başladı. Bu bağlamda, yaşamlarımızı yeniden üretmenin devletler ve piyasalar tarafından sunulmayan, kapitalist olmayan yollarını inşa etmek açısından acil bir gereklilik söz konusu. Bu dergi ilk çıkmaya başladığından bu yana, bu alternatiflerden “müşterekler” olarak bahse←5ik. Bu çabamızda yalnız değiliz. Bugün birçokları müşterekleri radikal biçimde yeni bir toplumsal sistemin tohumları olarak görüyor ve sermaye çevrimlerine içkin olan değerlere temelden zıt olan dayanışma, karşılıklı yardım, işbirliği, insanlığa ve çevreye saygı, yataycılık ve doğrudan demokrasi gibi değerlerin yön verdiği bu yeni sistemde, yeniden üretim, çeşitli türlerdeki kaynakları yeniden talep eden, paylaşan ve bir araya toplayan üretici topluluklarının doğrudan katılımından kaynak alıyor. Fakat bu dergiyi diğerlerinden ayıran şey, müştereklerin, toplumsal ve ekolojik metabolizmaya sermaye önceliklerinin hakim olduğu bir dünyada, bugün var olmak zorunda olduğunu ve bunların toplumsal yeniden üretim açısından nasıl bir tehdit teşkil e←5ikleri kabul etmektir. Dolayısıyla müşterekler (bunların gelişimi, birbirleri arasındaki ağ oluşumları, ayakta kalmaları) iktidar ilişkilerinin alanı içinde ele alınmalı ve yalnızca yaşamı yeniden üretmenin alternatif yolları olarak değil, potansiyel içererek genişleme ve çitleme hedefleri olmanın yanı sıra mücadele alanları olarak da görülmelidirler. Bu iki anlama gelir: Birincisi, mevcut küresel kriz, bizleri kapitalizm altındaki yaşama alternatif oluşumlara ve toplumsal yeniden üretimin daha otonom formlarının inşasına dâhil olmaya zorlamakta. Ne devlet ne de piyasa ayakta kalmamızı garanti edemediğinden, müştereklerin gücü üzerine inşa edilmiş bir dönüşüm yolculuğuna çıkmak zorundayız. Fakat bunun için hem kendimiz hem de ekosistem açısından ayakta kalma zihniyetinin ötesine geçmemiz gerekiyor çünkü sermayeden farklı olarak bizim iktidarımızın gerçek kaynağı kendimizi yeniden üretmek için inşa e←5iğimiz toplumsal ilişkilerdir. Nihai olarak, bu yolculuk öznelliklerimizi dönüştüren bir “ortaklaşmayı” ima eder. İkinci olarak, müşterekler bir iktidar ilişkileri alanı dahilinde gelişirken, otonomilerinin karakteri ve toplumsal alanı ister istemez sermaye ile müzakere edilir. Fakat müzakere ancak müştereklerin oluşturulmuş olan gücü temelinde gerçekleştirilebilir. Ki bu da yeniden üretim sürecine katılanların tümünün yaşamı ve bedenini saygın ve özgür bir şekilde yeniden üretmenin gücüdür. The Commoner’ın Camille Barbagolla ve Silvia Federici’nin editörlüğünü yaptığı bu sayısının önemi buradan kaynaklanıyor. Bir araya getirdiği analiz ve öyküler, bizleri müştereklerin gücüne, işgücünün yanı sıra insanlığı da yeniden üretmek için gerekli olan emeğin perspektifi ile bakmaya zorluyor: çocuk bakımı, ev işi, seks işi ve yaşlı bakımı, hem ücretli hem de ücretsiz (görünmeyen) işgücü formunda. Hedefi, yalnızca “küresel ekonominin son otuz yıldaki neoliberal yeniden yapılanmasının, bedenlerimizi ve arzularımızı dönüştürerek ve evlerimizi, ailelerimizi ve toplumsal ilişkilerimizi yeniden yapılandırarak bu işin organizasyonunu nasıl yeniden şekillendirdiğini” incelemek değil. Daha önemlisi, bu sayı evde bakım işçilerinin (çoğunlukla kadın ama aynı zamanda erkekler de) mücadelesinin yeniden üretim emeğinin yeni koşullarına yanıt olarak ne durumda olduğuna da ışık tutmak. Bu mücadeleler, hem yeni ortaklaşma formlarına dönük ihtiyacı ortaya çıkarıyor hem de işçi ve işverenler, müşteriler ve hizmet sağlayıcıları, ebeveynler ve dadılar gibi roller arasında ve bu rollerin ötesinde köprüler inşa ederek yeni ortaklaşma formları icat ediyor. Bu ortaklaşma formları, bizler için hayati önemde, yalnızca yüz yüze olduğumuz yeniden üretim krizinin üstesinden gelmek ve bedelini toplumsal olarak en kırılgan olanların (kadınlar, çocuklar, yaşlılar, göçmen işçiler) ödemesini reddetmek için değil, aynı zamanda yeni bir toplumun 2/3 harcını karmaya başlamak ve müşterek(er)i yeniden oluşturmak için de. Bu sayıdaki makaleler, https://dunyadanceviri.wordpress.com/2014/11/09/onsozbakimisivemustereklermassimodeangelis/ 26.03.2016 Önsöz: Bakım İşi ve Müşterekler – Massimo De Angelis* (The Commoner) – Dünyadan Çeviri harcını karmaya başlamak ve müşterek(er)i yeniden oluşturmak için de. Bu sayıdaki makaleler, müşterek(ler)in gücünün, kendimizi maddi olarak yeniden üretmek ve duygusal olarak kendimize bakmak için harcadığımız toplumsal güçlerle başladığını gösteriyor. The Commoner’ın 2012 kışında çıkan Bakım İşi ve Müşterekler konulu 15. sayısının önsözü. Bu sayıda yer alan çevirisi tamamlanmış makaleler: Giriş – Camille Barbagallo ve Silvia Federici (h←5ps://dunyadanceviri.wordpress.com/2015/01/23/bakim‑ isi‑ve‑musterekler‑giris‑camille‑barbagallo‑ve‑silvia‑federici/) İş Olarak Seks ve Seks İşi – Laura Agustin (h←5ps://dunyadanceviri.wordpress.com/2014/11/14/is‑olarak‑ seks‑ve‑seks‑isi‑laura‑agustin/) Bir “iş” olarak seks üzerine – Silvia Federici 1975 (h←5ps://dunyadanceviri.wordpress.com/2014/07/01/bir‑is‑olarak‑seks‑uzerine‑silvia‑federici‑1975‑2/) Bu sayı (h←5p://www.commoner.org.uk/wp‑content/uploads/2012/01/commoner_issue‑15.pdf)nın tüm makaleleri çevrilecek… Etiketler: Bakım emeği, Bakım işi, Değer, Emek, Ev içi iş, Ev işçiliği, Ev işi, Feminizm, Görünmeyen emek, Güvencesizlik, Kadın Emeği, Marksizm, Massimo De Angelis, Müşterekler, Seks işçiliği, Silvia Federici, The Commoner, Yeniden Üretim WordPress.comʹda Blog Oluşturun. | Tema: Raam Dev tarafından Independent Publisher. https://dunyadanceviri.wordpress.com/2014/11/09/onsozbakimisivemustereklermassimodeangelis/ 3/3 26.03.2016 Örgütlenme ve Yaşam: Silvia Federici ile söyleşi – Dünyadan Çeviri Dünyadan Çeviri dunyadanceviri Çeviri içinde 26 Şubat 201401 Haziran 2015 3,347 Words Örgütlenme ve Yaşam: Silvia Federici ile söyleşi (h嬄ps://dunyadanceviri.files.wordpress.com/2014/02/mans‑world1.jpg) Silvia Federici İtalya’nın Parma kentinde doğdu. New York, Brooklyn’de yaşıyor. Hofstra Üniversitesi’nde profesör ve Nijerya’da öğretmen olarak çalıştı. Federici, Uluslararası Feminist Kolektif’in (1972) ve Afrika’da Akademik Özgürlük Komitesi’nin (1990) kurucularından. Eserleri arasında Revolution at Point Zero (Sıfır Noktasında Devrim) (2012) ve Caliban and the Witch: Women, the Body, and Primitive Accumulation (Caliban ve Cadı: Kadınlar, Beden ve İlksel Birikim) (2004) bulunmaktadır. 2013 Mayıs’ında Zagreb’deki Subversive Forum (h嬄p://www.subversivefestival.com/foruml/7/5/en/subversive‑forum)’da Chiara Bonfiglioli’ye konuştu. C.B: İzin verirseniz, kişisel geçmişiniz ve Wages for Housework (Evişine Ücret) kampanyası ile başlamak istiyorum. ABD’ye ne zaman taşındınız ve İtalya, İngiltere ve ABD arasındaki Wages for Housework grubu nasıl ortaya çıktı? S.F: ABD’ye 1967’de taşındım. Orada öğrenci hareketine katıldım ve ardından 1969 sonrasında bazı kadın çalışmaları gruplarına ve cezaevindeki kadınlar için kefalet bulmaya çalışan New York’taki bir örgüt olan Women’s Bail Fund (Kadın Kefalet Fonu) gibi feminist örgütlere katıldım. 1971 gibi, New York’ta, İtalya’dan ayrılan ve La Classe gibi Operaist dergilerle bağlantılı bazı yoldaşlarla birlikte çalışmaya başladım. Yeni hareketlerle; Potere Operaio ve Lo嬄a Continua ile oldukça ilgiliydiler, bu yüzden beraberce bazı materyalleri çevirmeye karar verdik (Operaismo hakkında İngilizce bir genel bakış için bkz. (h嬄p://libcom.org/library/storming‑ heaven‑class‑composition‑struggle‑italian‑autonomist‑marxism‑steve‑wright)). Aslında, aklımızdaki şey İtalyanca belgelerin bir antolojisiydi ve 1971’de bu konuda çalışmaya başladık. Tronti, Sergio Bologna ve diğerlerinden bazı makaleleri çevirdik. Mariarosa Della Costa’nın “Women and the Subversion of the Community” (İtalyanca “Potere femminile e sovversione https://dunyadanceviri.wordpress.com/2014/02/26/orgutlenmeveyasamsilviafedericiilesoylesi/ sociale”) eseri ile karşılaşmam bu şekilde oldu. O zamanlar Lo嬄a Femminista içindeydi ve bu 1/6 26.03.2016 Örgütlenme ve Yaşam: Silvia Federici ile söyleşi – Dünyadan Çeviri sociale”) eseri ile karşılaşmam bu şekilde oldu. O zamanlar Lo嬄a Femminista içindeydi ve bu kitabı henüz yazmıştı. Kitap beni çok coşkulandırdı ve “İşte bu! İhtiyacım olan feminist bakış açısı bu!” diye düşündüm. 1972 yazında, İtalya’ya gi嬄iğimde, onunla tanışmaya gi嬄im ve Padova’da büyük bir feminist mitinge denk geldim. Bu karşılaşmadan günler sonra, International Feminist Collective (Uluslararası Feminist Kolektif) adını verdiğimiz bir kolektif kurma kararı geldi. Bu, geldiğimiz ülkelerde Evişine Ücret kampanyası başlatma kararı almış farklı ülkelerden kadınlardan oluşuyordu. İtalya, İngiltere, Almanya, ABD ve Kanada’da bulunan gruplarla uluslararası bir ağ oluşturduk. Bu epeyce malzeme ve deneyim açığa çıkardı. Birkaç yıl boyunca Evişine Ücret kampanyası yaptık ve kampanyamızı nasıl planlayacağımızı ve belirli mücadelelere nasıl katılacağımızı ele aldığımız uluslararası toplantılar organize e嬄ik ve perspektifimizi teorik ve pratik olarak geliştirdik. Evişine Ücret ile ilişkim 77 sonuna dek sürdü. Kırk yıl sonra, Evişine Ücret kampanyasına bu denli ilgi olduğunu görmek beni çok cesaretlendiriyor. Yetmişlerde, sunduğumuz perspektif daima birçok feministin ve solun saldırısı altındaydı. Bugün tam tersini görüyorum. Bir dizi Tarihsel Materyalizm konferanslarında bulundum ve yeniden üretim meselesinin Marksist feminist perspektifin temel bir bileşeni haline geldiğini gördüm. Son otuz‑ kırk yıldır küresel ekonominin yeniden yapılandırılmasına bağlı olarak işin organizasyonu konusunda yaşanan değişimler, yeni bir anlayış doğurdu ve ücretli emek üzerinden kurtuluşun dışında, yeni bir feminist stratejiye olan ihtiyacı açığa çıkardı. C.B: Kapitalizmin yeniden üretim noktasından eleştirisini neden gerekli görüyorsunuz? S.F: Çünkü bize kapitalizmi bütün olarak yeniden düşünme fırsatı sunuyor. Yeniden üretim meselesine baktığınızda, işin kapitalist organizasyonu ile ilgili temel bir şey görürsünüz. Kapitalizmin, bir sistem olarak yeniden üretim işini değersizleştirmeye mecbur olduğunu görürsünüz. Hem kölelik hem de kadınların işinin değersizleştirilmesi, maddi olarak kökenini, işçi sınıfının üretilmesinin maliyetini azaltma yönündeki kapitalist ihtiyaçtan alır. Kapitalizmin yaşamın üretilmesinin, işin üretilmesinin veya işgücünün üretilmesinin maliyetini en aza indirmesi gereklidir. Kapitalizm, doğaya karşılıksız olarak el koyduğu gibi, köleleştirdiği insanların ve kadınların ev içi emeğine de el koyar. Bunu anladığımız an, antikapitalist bir perspektif benimsememiz gerekir çünkü cinsiyetçiliğin ve ırkçılığın yapısal öğeler olduğunu ve kapitalist sistem için yapısal bir gereklilik olduğunu görürüz. Irkçılığı veya cinsiyetçiliği bir biçimde taşımayan bir kapitalizm olamaz. Bu yüzden, ne tür bir mücadele içinde olursak olalım, kapitalizme bir alternatif yaratmaya başlamamız gerekiyor. Kadın hareketinde, Evişine Ücre嬄e, bunu gördük. Örneğin, çocuk bakımı çerçevesinde mücadele edebileceğimiz farklı yollar olduğunu gördük. Ücretli emek için zamanımızı özgürleştirmek amacıyla kreş mücadelesi verebiliriz veya zaten çalışıyor olduğumuzun ve daha fazla işe ihtiyacımız olmadığının bilincinde olarak kreş için mücadele verebiliriz. Kreş zamanımızı daha fazla çalışmak için özgürleştirmemeli, çalışmaktan özgürleştirmeli. Çocuk bakımı organizasyonu da ne tür bir yeni nesil yaratmak istediğimizle ilgili soruları ortaya çıkarıyor. Bu iş basitçe çocuklar için parklar oluşturma meselesi değil. Kapitalist birikim döngüsünü kırmaksızın bir çalışma türünün yerine diğerini koyduğumuz kapitalist perspektife sıkışıp kalmak yerine, mücadelemizin uunu genişletiyoruz ve gelecekteki toplumun nasıl olacağını tahayyül ediyoruz. C.B: Çalışmalarınızda, Marksizm’in ve liberal feminist geleneğin parçası olan, kadınların kurtuluşunun emek üzerinden olacağı fikrine güçlü bir eleştiri var. Ücretli emek üzerinden kurtuluş konseptinin neden sınırlı olduğunu düşünüyorsunuz? https://dunyadanceviri.wordpress.com/2014/02/26/orgutlenmeveyasamsilviafedericiilesoylesi/ S.F: Birçok bakımdan sınırlı olduğunu düşünüyorum. Öncelikle, sınırlı çünkü işin kapitalist 2/6 26.03.2016 Örgütlenme ve Yaşam: Silvia Federici ile söyleşi – Dünyadan Çeviri S.F: Birçok bakımdan sınırlı olduğunu düşünüyorum. Öncelikle, sınırlı çünkü işin kapitalist tanımını kabul ediyor; sanki bu tek sömürü ve antikapitalist mücadele biçimiymiş gibi işi ücretli emekle eşitliyor. Evişini ücreti ödenmeyen emek olarak ele almak, yepyeni bir anlayış doğurdu, kapitalist sömürü ve mücadele alanlarının sanılandan çok daha geniş olduğunu gösterdi. Bu, Black Power hareketinin ve sömürgecilik karşıtı hareketin, köleliğin kapitalist birikimin bir örtüsü olduğunda ısrar ederek ortodoks Marksist sola getirdiği eleştirilerle aynı. Ayrıca bu bir strateji ve organizasyon meselesi. Kadınlar, dış kaynak kullanımı ve çalışmanın güvencesizleştirilmeye başlamasıyla birlikte ‘işyerinin’ yoğun bir saldırı altına girdiği bir dönemde ücretli işgücüne katıldılar. Dolayısıyla işgücüne katılmak öyle büyük bir zafer değildi. Yetmişlerin sonunda, iş serbest bölgelere kayıyordu ve sendikalar tüm sözleşmeleri yeniden açıyor ve işçilerin kazanımlarından vazgeçiyorlardı. Bu nedenle, feminist hareketin çabalarını “işyerinde” örgütlenmeye kanalize etmesi stratejik bir hataydı. Elbe嬄e kadınların ücretli çalışmaması gerektiğini söylemiyorum. Fakat bunu politik strateji haline getirmek başka şey. ABD’de bu, yeniden üretim konusundaki mücadelenin terk edilmesi anlamına geldi. Her şey kadın sendikaları kurmak ve eşit işe eşit ücret almakla ilgiliydi. Peki ne oldu? İşgücüne katıldık fakat işyerini değiştiremedik. Örneğin, çok az yer kreş sunuyor. İşin organizasyonunu değiştirmedik çünkü işgücüne bir zayıflık anında girdik. Yeniden üretim konusundaki bir mücadele ise, kadınlar arasında siyasal bir yeniden kompozisyona yol açabilirdi. Ancak 70’lerin ortalarına doğru yeniden üretim konusundaki mücadele en azından ABD’de terk edildi. Oradaki feminist hareket, eşitlik taleplerinin önüne geçecek bir şey yapmaktan öyle korkuyordu ki, annelik izni için bile savaşmadı. Sonuç olarak bugün annelik iznimiz yok. Tek tek her işyerinde bunun mücadelesini vermemiz gerekiyor. Mesele Yüksek Mahkeme’ye gi嬄iğinde birçok feminist savaşmak istemedi çünkü ‘ayrıcalık’ isterseniz, eşitlik talep edemeyeceğinize inanıyorlardı. Annelik izninin ayrıcalık olmadığını görmediler. Oysa biz, tam insan muamelesi görmek için erkekmiş gibi davranmak zorunda kalmamalıyız. C.B: Çalışmalarınızda bakım topluluklarından söz ediyorsunuz, çok önemli bulduğum bir şey bu. Revolution at Point Zero’da örneğin, yaşlılar ve yaşlı bakımı konusunda güzel bir bölüm var. Bakım meselesi ve bunun siyasal mücadeleleri bir bütün olarak yeniden düşünmemizi nasıl sağlayabileceği hakkında konuşabilir misiniz? S.F: Müşterekler ve bakım toplulukları meselesi çok önemli. Bu tür bir tartışmaya yıllar önce New York’ta, küreselleşme karşıtı hareketin zirvesindeki günlerde başladık. O zamanlar, Sea嬄le’dan sonra, epeyce coşku vardı. Binlerce insan Sea嬄le’da veya Montreal’de bir araya geldi fakat kısa bir süre sonra her şey dağıldı. Birçok genç insan, hareket içinde örgütlenme yollarını sorgulamaya başladı. Bu harika mobilizasyonların birçok insanı dışarıda bıraktığını düşünüyorlardı. Örneğin, hasta olduğu için katılamayan birçok kişi vardı. Kimilerininse ailevi sorumlulukları vardı, küçük çocuklara veya yaşlı akrabalara bakmakla yükümlüydüler. Bu şekilde hareket sadece “en fitlerin”, geceyarısı saat 12’ye kadar toplantılarda konuşabilenlerin, küçük çocuğu olmayanların ve toplantıya gi嬄iğinde bakıcı ücreti ödemek zorunda olmayanların katılabildiği bir harekete benziyordu. Böylece, kendi kendini yeniden üreten, kendini yeniden üretebilen, örgütlenme ile gündelik yaşamlarımızı birbirinden ayırmayan bir hareket yaratma üzerine konuşmaya başladık. Bu tartışmaların sonucu olarak, kendi kendini yeniden üreten bir harekete sahip olmanın ve karşılıklı bir destek ağı yaratmanın anlamını yansıtan bir dizi küçük kitap ve fanzin üretildi. Anarşist hareke嬄e (yalnızca anarşistlerde değil; yüzyıl dönüşü ile 1920‑1930’lar arasında, refah devleti öncesi komünist hareketin erken dönemlerinde de) bu denli öneme sahip olan karşılıklı yardım fikri üzerinde yeniden düşünmeye başladık. O zamanlar, tüm bakım işleri işçi https://dunyadanceviri.wordpress.com/2014/02/26/orgutlenmeveyasamsilviafedericiilesoylesi/ örgütlerince yapılıyordu; emeklilik, kazalar için tazminat vb. sağlayan, sendikalardı. O şekilde, 3/6 26.03.2016 Örgütlenme ve Yaşam: Silvia Federici ile söyleşi – Dünyadan Çeviri örgütlerince yapılıyordu; emeklilik, kazalar için tazminat vb. sağlayan, sendikalardı. O şekilde, sendikalar toplum içinde çok daha köklüydüler ve bir mücadele vardı, toplum ve işyeri daima birlikteydi. Bugün toplum denen şey yok, en azından ABD’deki birçok kent merkezinde. Bu yüzden dayanışmayı yeniden inşa etmek zorundayız; kasabalarımızın sosyal dokusunu yeniden oluşturmamız ve mücadelemiz için yeni bir zemin yaratmamız gerekiyor. Yeniden üretimin bağımsız formlarını yaratmamız gerekiyor ki direnişin zemini haline gelebilsinler. Antikapitalist bir mücadele inşa etme konusunda ciddiysek, ne tür bir toplum yaratmak istediğimizi de sormak ve yeni işbirliği formlarını deneyimlemek zorundayız. Yeniden üretimi işbirliği yöntemi ile organize etme meselesi özellikle önemli, çünkü yeniden üretim işini endüstriyelleştiremeyiz, en azından en zahmetli yanlarını, çocuk bakımına ilişkin olanları. Bütün işi makinelerin yapacağı bir toplum tahayyülleri konusunda Marx ve sola ilişkin eleştirim bu. Makineler çocuk bakamaz. Dolayısıyla, teknolojikleştirilemeyecek devasa bir iş miktarı var. O zaman bunu organize etmenin tek yolu, daha işbirliğine dayalı hale getirmek. Yeniden üretim işinin büyük oranda kişiselleştirilmiş ve izole bir şekilde örgütlenmesi bizi bitiriyor. Dolayısıyla bakım toplulukları fikrinin pek çok boyutu var. Haya嬄a kalmaya ilişkin bir yanı var fakat yeni bir toplumun nasıl olacağı konusunda fikir üretmekle de alakalı. Direniş boyutu da var, sosyal dokunun yeniden inşası var… Bunlar, esasen ne tür bir yeniden üretim istediğimize karar verme hakkımızı ve kapasitemizi yeniden talep e嬄iğimiz yeni ilişkiler, yeni işbirliği formları. İşgal hareketi cesaret vericiydi çünkü bunlar genç insanlardı, birçoğu daha önce siyasetle ilgilenmemişti ve işgal sırasında en önemli deneyimleri kendi kendilerini işbirliği içinde yeniden üretmeleriydi. Yedi ay boyunca süren, işbirliğine dayalı büyük bir yeniden üretim deneyiydi: temizlik ve yemek ekipleri olarak organize olma ve çalışma, çiftçilerle bağ kurma, kütüphane ve diğer ‘bilgi müştereklerini’ organize etme, bilgi dolaşımını organize etme, canlı yayın, beraber afişler yapma. Eşsiz bir dönüştürücü deneyimdi. İnsanlara yalnız olmadıkları, gündelik yaşantımızda yeniden üretimimiz konusunda birbirimizle işbirliği yaptığımız bir toplumda yaşamanın neye benzediğini hisse嬄irdi. Ve bu nedenle, çadırlar sökülüp kamplar dağıtıldıktan sonra bile, burada ortaya çıkan birçok mücadele devam e嬄i. Örneğin, öğrenci borçlarına karşı mücadele. İşgal hareketinden çıkan örgütlenmelerden biri ve halen Strike Debt olarak işlevini sürdürüyor. C.B: Revolution at Point Zero’da ortaya koyduğunuz bir başka nokta ise feminist hareketin son otuz yıldaki kurumsallaşması ve sistem‑içileşmesi. Bu konuyu biraz açabilir misiniz? S.F: Sık sık Birlemiş Milletler’in feminist hareketle ilişkisindeki rolünü, sömürge karşıtı hareketlerle ilişkisindeki rolüyle karşılaştırırım. Kendisini dekolonizasyon sürecinin tepesine yerleştiren BM, bu sürecin uluslararası sermaye ile ABD’nin çıkarına, yumuşak bir şekilde gerçekleşmesini sağladı. Kadın hareketi konusunda da benzer bir şey yaşandı. BM’nin feminist politikaya müdahalesi, feminist gündemi neoliberal programla uyumlu bir biçimde yeniden şekillendirdi. Kapitalizmde erkeklerin, kadınlar ile sermaye arasında aracı olarak oynadığı rolün krizde olduğu netleşince, BM yeni yapılar ve kurumlar yaratmak üzere müdahale etmek zorunda kaldı. Kadınların ücretli işgücüne kitlesel katılımı kadınları sermaye ile çok daha doğrudan bir ilişki içine soktu. Ve bu durum kurumsal yapıda bir değişim gerektiriyordu. Bir tarafta, BM’nin ve STK’ların işi feminist gündemi yeniden oluşturmak, ehlileştirilemeyecek yönlerini ayıklamak, diğer tarafta ise, hükümetleri kadınlar ile sermaye arasındaki bu yeni doğrudan ilişkiyi benimseyen politikalar oluşturma konusunda eğitmekti. Sonuç olarak, on‑on beş yıllık bir zaman diliminde, bağımsızlığını giderek kaybeden bir feminist harekete tanık olduk. Yıllar yılı, 1975’te Mexico City’den 1995’te Beijing’e dek, feministler faaliyetlerini BM gündemleri, konferansları etrafında organize e嬄iler. https://dunyadanceviri.wordpress.com/2014/02/26/orgutlenmeveyasamsilviafedericiilesoylesi/ Uluslararası kuruluşlar ve STK’lar sadece kadın hareketinin bağımsızlığını değil, hayatlarını 4/6 26.03.2016 Örgütlenme ve Yaşam: Silvia Federici ile söyleşi – Dünyadan Çeviri Uluslararası kuruluşlar ve STK’lar sadece kadın hareketinin bağımsızlığını değil, hayatlarını pazarın dışında örgütlemeye çalışan milyonlarca kadının bağımsızlığını da erozyona uğra嬄ılar. Örneğin, geçim ekonomisiyle yaşamını sürdüren, geçinmek için toprakta çalışan ama şimdi kredi aldıktan sonra bankalara borçlu olan Afrika ve Asya’daki kadınlara mikro krediler dayatıyorlar. STK’lar, Dünya Bankası ve BM tarafından kadınların güçlendirilmesinin bir yolu olarak pompalanmasına rağmen gerçekten de ahlaksız bir program olan mikro kredinin hücum kıtaları haline geldiler. Gerçeklikte, yaşamın kıyısında ayakta kalabilme mücadelesi veren fakat yine de bir çeşit karşılıklı destek ağı oluşturmayı başarabilmiş kadınlardan daha fazla iş ve para koparmanın bir yolu bu. Bolivya’da Mujeres Creando (Kadınlar Yaratıyor) adlı feminist grup, La Pobreza es un gran negocio (Yoksulluk karlı bir iş) adını verdikleri güçlü bir rapor hazırladı. Bu rapor, mikrofinansın tüm krediler arasında en yüksek faiz oranına (%20‑30) sahip olduğunu gösteriyordu. Neden? Yanıt olarak, neleri olduğunu ortaya çıkarmak için daha çok çalışmanız gerektiğinden, yoksullara kredi vermenin çok zahmetli olduğunu söylüyorlar. Bu yüzden kilometrelerce yürüyecek, bahçelerinde ne olduğuna bakmak için kredi alan kadınların evine gidecek insanlar tu嬄ular. Diyelim ki bir tavukları, birkaç tabakları var. Bangladeş’te tabakları alıyorlar. Kadınların pirinç pişirmek için kullandıkları tabaklar, bunları kadınların elinden aldılar ki bu çok büyük bir aşağılamaydı ve bazı kadınların kendini öldürmesine yol açtı. Lamia Kerim bu konuda güçlü bir kitap yazdı: Micro‑finance and its Discontents (2011). Kitap Bangladeş’teki Grameen Bankası ve STK’lar ile ilgili ve mikro kredi işine karışmış STK’ların gerçekten ayrıntılı bir analizini yapmış. Bangladeş’te durum çok daha şiddetli, çünkü bir kadın ödeme yapamadığında, başka kadınlar ve STK görevlileri evine gidip yıkıyorlar: “Ödemezsen evini yıkarız” diyorlar. Ve yaptıkları ilk iş daha sonra satacakları ince çatıyı sökmek, bu yüzden ev çatısız kalıyor. Sonra tabakları alıyorlar ve kadınların hiçbir şeyi kalmıyor. Yani bu iş kolektif denetime dayanıyor. Her bir kadının diğerini denetlemesine, kolektif olarak sorumlu tutuldukları krediyi geri ödemeye zorlamasına dayanıyor. Bir başka akademisyen olan Julia Elyachar, Markets of Dispossession: NGOs, Economic Development, and the State in Cairo (2005) adlı bir kitap yazdı. Farklı kültürler farklı utanma kodlarına sahip olduğu için, bankaların ve STK’ların utandırma taktikleri üzerinde nasıl çalıştıklarını anlatıyor. İnsanları nasıl utandırabileceklerini bilmek istiyorlar ki ödemeyi reddedemesinler. Dolayısıyla o pek meşhur ‘güçlendirme’ kavramının arkasında, yalnızca paraya ulaşmanın size güç verdiği fikri ve daha önce geçim ekonomisi ile yaşayan kadınları parasal ilişkilerin kontrolü altına alma girişimi var. Bunun önemli bir kısmı kadınları topraktan koparmakla ilgili çünkü dünyada halen epeyce geçimlik tarım var. Geçimlik tarım insanlara güç verir çünkü ücretlerin aşırı derecede düşük ve işsizliğin çok yüksek olduğu bir ülkede bir parça toprak üzerinde yaşama fikri size bir miktar bağımsızlık kazandırır; size yemek, haya嬄a kalmak ve sömürünün en berbat biçimlerinden kaçmak fırsatını verir. Bu yüzden Dünya Bankası gibi uluslararası finans kuruluşları buna son vermek isterler. Yazdığım makalelerde, Afrika’dan Papua’ya kadar dünyanın çeşitli bölgelerinde yeniden görülmeye başlanan cadı avlarının bu süreçle çok alakalı olduğunu öne sürdüm.* Küreselleşmenin yara嬄ığı yoksullaşmaya yanıt olarak, kadınlar kırsal bölgelerde ve ayrıca kentlerde toprağı yeniden talep ediyorlar. Toprağın ticarileştirilmesine, suyun ticarileştirilmesine, ağaçların satılmasına karşı direniyorlar. Bu yüzden şiddetli saldırılarla yüz yüze kalıyorlar. Bu da neyin değerli olup neyin olmadığını yeniden tanımlama konusundaki mücadelenin bir parçası. Bkz. Silvia Federici, “Witch‑Hunting, Globalization, and Feminist Solidarity in Africa Today” (Journal of International Women’s Studies, Ekim 2008). https://dunyadanceviri.wordpress.com/2014/02/26/orgutlenmeveyasamsilviafedericiilesoylesi/ h嬄p://www.citsee.eu/interview/organising‑and‑living‑interview‑silvia‑federici 5/6 26.03.2016 Örgütlenme ve Yaşam: Silvia Federici ile söyleşi – Dünyadan Çeviri h嬄p://www.citsee.eu/interview/organising‑and‑living‑interview‑silvia‑federici (h嬄p://www.citsee.eu/interview/organising‑and‑living‑interview‑silvia‑federici) Etiketler: Çeviri, Beden politikaları, Eviçi emek, Feminizm, Kapitalist yeniden üretim, Silvia Federici, Yeniden Üretim WordPress.comʹda ücretsiz bir web sitesi ya da blog oluşturun. | Tema: Raam Dev tarafından Independent Publisher. https://dunyadanceviri.wordpress.com/2014/02/26/orgutlenmeveyasamsilviafedericiilesoylesi/ 6/6 26.03.2016 Radikal Kolektif Bakım Projesi – Dünyadan Çeviri Dünyadan Çeviri dunyadanceviri Çeviri içinde 20 Ağustos 201523 Ağustos 2015 789 Words Radikal Kolektif Bakım Projesi (hꓰ�ps://dunyadanceviri.files.wordpress.com/2015/08/526577_495960713786979_1902323482_n.j pg) Kapitalizmin mevcut krizinde kendisi de krizle birlikte anılan “toplumsal yeniden üretim” alanında yapılan çalışmaların, ortaya çıkan deneyimlerin ve araştırmaların değerlendirilmesine yönelik bir proje olan Radikal Kolektif Bakım Projesinin blogundaki tanıtım yazısını bu alandaki yerel çabalara bir katkı olması için çevirdik. Blogda pek çok değerlendirme mevcut, mümkün oldukça Türkçeleştireceğiz. Türkiye’den örneklerle karşılaştırmak ve kendi deneyimlerimizle de yan yana getirmek daha da güzel bir katkı olabilir. Hakkında https://dunyadanceviri.wordpress.com/2015/08/20/radikalkolektifbakimprojesi/ 1/3 26.03.2016 Radikal Kolektif Bakım Projesi – Dünyadan Çeviri Hakkında Bu blog, toplumsal hareketlerle bağlantılı olarak kolektif bakım, yeniden üretim ve karşılıklı yardım pratiklerinin incelendiği bir kolektif araştırma sürecinin parçasıdır. Bakım, barınma ve gıda üretimine alanında radikal pratiklere ilişkin örnekler topluyoruz. Çalışmamız bu çevrimiçi araç kutusunda yayınlanan araştırma sunumlarının rotasına dayanıyor. Bu proje Manuela Zechner, Julia Wieger ve Bue Rübner Hansern tarafından 2012’de VBKÖ Viyana’da başlatıldı ve kimisini burada yayınladığımız çeşitli bağlamlarda ve biçimlerde devam ediyor. Örneğin mevcut krize yanıt olarak ortaya çıkan çağdaş hareketlerin yanı sıra tarihsel kadın veya işçi hareketlerinin açığa çıkardığı pratiklerle de ilgileniyoruz. Dolayısıyla belirli otonom yeniden üretim pratiklerinin potansiyelleri ve sınırlılıkları hakkında düşünmemize yardımcı olabilecek, aynı zamanda bunlardan doğru hareket noktaları geliştirmemizi de sağlayabilecek ‘vaka çalışmalarını’ topluyor ve tartışıyoruz. Avrupa ve ötesinde hayata geçirilen bazı inisiyatiflerin haritasını çıkarmak, bunların iç ilişkilerini ve içinde yer aldıkları ağları izlemek, mikropolitikalarını incelemek ve devletle olan ilişkilerini kavramak istiyoruz. İçerik Avrupa’yı, özellikle de PIIGS’yi (Portekiz, İtalya, İrlanda, Yunanistan ve İspanya) baştan sona saran mevcut toplumsal krizin ışığında, kafa kafaya (ve el ele, kalp kalbe) verip yeniden üretim ve bakımın olası kolektif modelleri üzerine düşünmenin aciliyetini gördük. Hızla artan işsizlik, güvencesizlik, yoksulluk ve mülksüzleşme, yeni toplumsal kurumların ve karşılıklı güvenlik ağlarının aşağıdan yaratılmasının aciliyetini gösteriyor. Destek ağları, dayanışma ekonomileri ve müşterek kurumlar, kolektif bakım pratiklerinin nasıl mümkün ve sürdürülebilir olabileceği konusunda faydalı ipuçları sunuyorlar. Bu gibi yeni ve eski örnekleri bulup paylaşıyor, özörgütlenmeye yönelik araçları tartışıyor ve geliştiriyoruz. Kamu kurumlarının ve temsili demokrasinin süregiden krizi, gündelik yaşamlarımızı belirleyen kimi yapıları yeniden oluşturma konusunda epeyce fırsat sunmakta. Hem de sürüsüne bereket! Ama sadece bu da değil: bir yandan rekabet ve kemer sıkmayı dayatırken işbirliğinden de faydalanan politika modelleri ile birlikte. Devlet ile özyönetim arasındaki ilişki bir kez daha milyon dolarlık soru olmuş gibi görünüyor! Bu olguyu mevcut durumumuz içinde düşünmeye çalışıyoruz. Örnekler… Vaka çalışmalarına şu örnekleri verebiliriz: Kara Panterlerin ücretsiz kahvaltısı; Occupy Sandy’nin karşılıklı yardımı; Wiener Deewan’ın “gönlünden kopanı öde” restoranı; Einküchenhäuser; San Francisco Solano’nun Toplum Sağlığı Merkezi; halk mutfakları – krizdeki Yunanistan’ın yanı sıra 30’lar Avrupa’sında; Viyana yakınlarındaki Ochsenherz çiftliğinde toplum destekli tarım; yerel üreticilerden topluluk temelli alışverişin örgütlendiği İtalya’daki GAS ağı; karşılıklı yardım ve akıl sağlığı desteği için Icarus projesi; tarihsel kadın hareketlerinden, kreşler veya sağlık hizmeti gibi inisiyatifler; erken dönem işçi hareketlerinin öz‑değerlemeli kurumları vb. Bu proje nasıl yürütülüyor? Toplumsal yeniden üretim ve bakım alanlarında örgütlenen, çalışan ve araştırma yapan https://dunyadanceviri.wordpress.com/2015/08/20/radikalkolektifbakimprojesi/ 2/3 26.03.2016 Radikal Kolektif Bakım Projesi – Dünyadan Çeviri Toplumsal yeniden üretim ve bakım alanlarında örgütlenen, çalışan ve araştırma yapan insanların bir araya gelerek görüş alışverişlerinde bulunmalarını teşvik etmek istiyoruz. Dolayısıyla finansal metodolojimiz şu ana dek çalışmalarımızı sanatsal mekânlara dayandırmak ve bundan aldığımız parayı (şimdiki veya gelecekteki) sunumları için insanlara ödemek şeklinde oldu. Bu epey güvencesiz bir iş ve açık ki bu projeyi karşılıksız sürdürüyoruz ama bulabildiğimiz müddetçe parayı paylaşmak bizim için önemli. Örnekler sunmanız ve sunumlara ve tartışmalara katılmanız dileğiyle. Bize ulaşmak için blogumuza (hꓰ�p://radicalcollectivecare.blogspot.co.uk/p/blog‑page.html)bir yorum bırakmanız veya bir toplantıya gelmeniz yeterli. Radical Collective Care Practices Project (http://radicalcollectivecare.blogspot.co.uk/) Etiketler: Bakım emeği, Bakım işi, Barınma, Dayanışma, Ev içi emek, Kadın Emeği, Radical Collective Care Practices Project, Radical Collective Care Project, Radikal Kolektif Bakım Projesi, Toplumsal hareketler, Toplumsal yeniden üretim, Yeniden Üretim “Radikal Kolektif Bakım Projesi” üzerine bir yorum dunyadanceviri dedi ki: 23 Ağustos 2015, 02:10 | Düzenle İtalya’ya İzlanda demişim hiç demiyorsunuz… Cevapla WordPress.comʹda Blog Oluşturun. | Tema: Raam Dev tarafından Independent Publisher. https://dunyadanceviri.wordpress.com/2015/08/20/radikalkolektifbakimprojesi/ 3/3 26.03.2016 Silvia Federici ile söyleşi – Occupied Times – Dünyadan Çeviri Dünyadan Çeviri dunyadanceviri Çeviri içinde 01 Kasım 201402 Kasım 2014 3,336 Words Silvia Federici ile söyleşi – Occupied Times (h ps://dunyadanceviri.files.wordpress.com/2014/11/silfed_inline.jpg) Silvia Federici New York’ta yaşayan bir düşünür, öğretmen ve örgütçü. Nijerya’da yıllarca öğretmenlik yaptıktan sonra bir sosyal bilimler profesörü olarak çalıştığı Hofstra Üniversitesi’nde fahri profesörlüğü sürdürüyor. Federici, diğer birçok rolünün yanında, Afrika Akademik Özgürlükler Komitesi’nin ve Uluslararası Feminist Kolektif’in kurucularından. Evişi için Ücret kampanyasını örgütledi ve Midnight Notes Collective’in içinde yer aldı. Federici’nin en bilinen çalışması Caliban ve Cadı: Kadınlar, Beden ve İlksel Birikim, ilksel birikimin kapitalizmin temel bir özelliği olduğunu savunuyor. Occupied Times Çalışmanız, özellikle de fabrika sistemi içinde, üretim ve yeniden üretimin optimum birimi olarak görülmeye başlandığı on dokuzuncu yüzyıl kapitalizminin bir yapısı olarak çekirdek ailenin ortaya çıkışına odaklanıyor. Çekirdek aileyi telafisiz şekilde geriletici ve dönülmez biçimde kapitalist ilişkilerle bağlantılı mı görüyorsunuz? Öyle ise, kendimizi bu normatif toplumsal yapıdan nasıl kurtarabiliriz? Silvia Federici Çekirdek aile, çelişki üzerine kurulu bir toplumsal formdur. Yeniden üretimi sağlar ancak gelecek veya günlük sömürümüz açısından işçiler olarak. Bu denli baskıcı olmasının bir sebebi budur. Çocukken kapitalist iş disiplinini kabul etmeyi öğrendiğimiz yerdir. Ayrıca eşitsiz ilişkilerin de yeridir. Eviçi emek ve eviçi yaşam, kadınların karşılıksız emeği ve erkeğin bunu denetimi üzerine kuruludur. Çalışmalarımda sık sık işaret e iğim üzere: ücret yoluyla sermaye ve devlet, kadınların çalışmasını denetleme yetkisini erkeklere vermiştir, bu yüzden eviçi şiddet toplumsal olarak kabul görür ve bugün bu denli yaygındır. Karınızı döversiniz çünkü evişini yapmamıştır. Örneğin, daima evişinin bir parçası olarak görülen cinsel ilişkiyi reddetmiştir. https://dunyadanceviri.wordpress.com/2014/11/01/silviafedericiilesoylesioccupiedtimes/ Feministler buna karşı mücadele verene dek, karınızın dövülmesi suç olarak görülmüyordu; 1/6 26.03.2016 Silvia Federici ile söyleşi – Occupied Times – Dünyadan Çeviri Feministler buna karşı mücadele verene dek, karınızın dövülmesi suç olarak görülmüyordu; aynı şekilde, çocukların dövülmesi de şiddet sayılmıyordu, toplumsallaşma süreçlerinin bir parçası olarak görülüyordu, çünkü çocuklar, çalışmadıkları için bedenleri ve beden bütünlükleri üzerinde denetime sahip sayılmıyordu. Resmi makamlara aile içinde de tecavüz diye bir şey olabileceğini kabul e irmek uzun bir mücadele gerektirdi. Çekirdek aile toplumsallığın ortadan kaldırılmasının bir aracı olageldi. 20 yy.da işçi sınıfı ailesi toplumun geri kalanından giderek daha izole bir hale geldi. Konut politikaları, banliyönün de oluşumu ile bu süreci hızlandırdı. Kendimizi aileden nasıl kurtarırız? Öncelikle bugün işçi sınıfı ailesi zaten kriz içinde, çünkü işsizlik, güvencesiz çalışma ve ücretlerdeki çöküş birçok genç insanın aile kurmayı ertelemesini veya bundan vazgeçmesini getiriyor ya da ebeveynleri iş peşinde farklı yerlere sürüklüyor. Aile sahibi olma hakkı, ki bu belirli bir seviyede yeniden üretim hakkıdır ve kölelik ile ücretli işgücü arasındaki farkı yaratan şeydir, giderek daha fazla tehdit altında. Fakat aynı zamanda, kan bağlarından ziyade dostça ilişkiler üzerine inşa edilen daha geniş aile türlerine de bir dönüş yaşıyoruz. Bu, sanırım takip edilmesi gereken bir model. Bir geçiş döneminde olduğumuz ve epeyce deneyin yaşandığı aşikâr, fakat aileyi – hetero veya gey – daha geniş bir topluluğa açmak, onu giderek daha fazla izole eden ve sorunlarına kolektif bir şekilde çözüm aramaktan alıkoyan duvarları yıkmak; işte sömürüye karşı direnişimizi güçlendirmek için almamız gereken yol bu. Çekirdek ailenin yok edilmesi / dışa açılması, direniş topluluklarının inşasına giden yol. OT Selma James ve Bell Hooks gibi diğerleri, hareketin siyah, trans ve işçi kadınların deneyimlerine olan körlüğünü ortaya çıkarırken, siz de sınıfsal ve ırksal önyargıları nedeniyle 1970’lerin kadın özgürlük hareketine eleştiriler getirdiniz. Feminizm içindeki tartışmalar ve mücadeleler bugün sıkça benzer bölünmelere odaklanırken, bu meseleler etrafında örgütlenmekten kaynaklı paylaşabileceğiniz pratik dersler var mı? Devrimci hareketlerin kadınların yaşamlarını etkileyen farklı farklı ve çakışan baskıları tanımasını ve bunlar üzerinden harekete geçmesini sağlamak için hangi yaklaşımların en etkili olacağını düşünüyorsunuz? SF En iyi yaklaşım, cinsel ve ırksal çizgilerle ayrıldığımız sürece daha adil bir toplum yaratma gücüne sahip olamayacağımızın farkına varmak. Daha spesifik olarak, kadınların sömürülmesinin bütünselliğine karşı mücadele vermezsek ve yalnızca sınırlı bir kadın grubunun yararına olan politikaların kavgasını verirsek, hiçbir ciddi toplumsal değişim elde edemeyiz. Örneğin, bedenlerimiz üzerindeki denetimin kürtaj hakkı ile tanımlanması ve dolayısıyla sterilizasyon riski altındaki veya ekonomik koşulları nedeniyle çocuk sahibi olamayan kadınların durumunun göz ardı edilmesi, feminist hareketi zayıflatmıştır. Öyle ki bugün yasal kürtaj bile bir meseledir ve birçok ülkede düşük gelirli kadınların erişimine uzaktır. Benzer şekilde, doğum izni için güçlü bir kampanya yürütülmemiş olması (mesele 1976’da ABD Yüksek Mahkemesine gi iğinde) ve sosyal yardım alan kadınların aşağılanması ve kriminalize edilmesi – hepsinden de ötesi, sosyal yardımların Bill Clinton tarafından 1996’da kaldırılmasına karşı mobilize olmamış olmak – da tüm kadınları etkileyen önemli bir hata oldu. Evişini gerçek iş saymıyorsak, ki bu sosyal yardımdan çalışma yardımına geçişin dayanak https://dunyadanceviri.wordpress.com/2014/11/01/silviafedericiilesoylesioccupiedtimes/ 2/6 26.03.2016 Silvia Federici ile söyleşi – Occupied Times – Dünyadan Çeviri Evişini gerçek iş saymıyorsak, ki bu sosyal yardımdan çalışma yardımına geçişin dayanak noktasıdır, kimsenin aile geçindirmek için kurumsal destek almaya hakkı olmaz. O zaman, devlet, çocuklarımızı yetiştirmemizin kişisel bir sorumluluk olduğunu ve örneğin kreş istiyorsak parasını ödememiz gerektiğini iddia e iğinde haklı olur. Kısacası, yaklaşım, tüm kadınların ve hepsinden önce en çok sömürülen ve ayrımcılığa uğrayanların yararına olmayan herhangi bir talep ve stratejinin, içimizde oluşturulmuş hiyerarşileri ayak altına almayan tüm yaklaşımların iflas etmeye mecbur olduğunda ve anlık olarak elde e iğimiz tüm kazanımların en sonunda sonunu getireceğinde ısrar etmektir. OT Caliban ve Cadı’da, kadınlara dayatılan boyun eğmenin ve bedenlerine ve emeklerine el konmasının merkezinde yer alan (diğer faktörlerin yanı sıra) cadı avı yargılamalarına, yakmalara ve işkenceye işaret ediyorsunuz. Tarihsel cadı avlarının günümüz dünyasında paralelleri var mı? Örneğin, benzer çitleme ve birikim süreçlerin işlediği Sahara Altı Afrika’da cadı avları gördük. SF Evet, 16‑18. yy.ın cadı avları ile bugün dünyanın birçok bölgesinde gerçekleşenler arasında bir devamlılık var. Arada büyük farklar da var: Bugünün cadı avları hükümetler ve ulus devletler tarafından yürütülmüyor, yasalarca desteklenmiyor ve geçmişte olduğu gibi çağdaş entelijansiya tarafından savunulmuyor. Devamlılık şurada: Geçmişin cadı avlarında olduğu gibi, günümüzdekiler de ‘ilksel birikim’ sürecine özgü gelişmelerle, bu durumda, giderek artmakta olan, kadınların toprağa erişimini kısıtlama çabalarına ve toprak sahibi olan ve/veya müsadereye direnen kadınlara (özellikle de yaşlı kadınlara) yönelik saldırılara yol açan toprak müsaderesi ve özelleştirmeler süreci ile bağlantılı. Hem Afrika’da hem de Hindistan’da binlerce kadın cadılık suçlaması ile öldürüldü, kocaları öldükten sonra topraklarını ellerinde tutmak için mücadele eden dullar da kurbanlar arasında. Devamlılığın daha ileri bir unsuru, cadı avının yalnızca kadınların ekonomik konumunu değil ancak toplumsal kimliklerini de yeniden tanımlamak ve toplumsal güçlerinin altını oymak için kullanılması. Kocalarının ücretsiz yardımcısı olmaya indirgenmeye karşı çıkan, direnen kadınlar da (örneğin Afrika’da) cadı olarak görülmüştür. Tesadüfi olmayan bir şekilde bugün Hindistan’daki cadı avı (geçmişte olduğu gibi), kadınların geleneksel olarak ekonomik açıdan daha bağımsız olduğu kabile bölgelerinde özellikle yaygındır. Bu sorularla ilgili olarak uluslararası kadın çalışmaları dergisi Journal of International Women’s Studies’de Ekim 2008’de yayınlanan “Witch‑hunting, Globalisation and Feminist Solidarity in Africa Today” (Cadı Avı, Küreselleşme ve Afrika’da Bugün Feminist Dayanışma) çalışmama başvurulabilir. OT Avrupa ve Amerika’da kadınlara boyun eğdirilmesinin kapitalizmin oluşumunda kritik olduğunu savunuyorsunuz. Bu sadece bir Atlantik fenomeni mi yoksa Asya’da sömürgecilik de benzer bir rol oynadı mı? SF Gerçekten de benzer bir rol oynadı, birçok bölgede sömürgecilik (örneğin Latin Amerika’dan) daha sonraki bir tarihe denk gelmesine ve toplumsal ilişkiler üzerinde aynı etkiyi yaratamamasına rağmen. Ha a Çin’de, sömürgecilik kıyı şeridi ile sınırlı oldu. Ve cinsiyet ilişkilerinin sömürgecilik tarafından dönüştürülme derecesinde bölgesel farklılıklar da vardı. Ancak genel bir eğilim olarak sömürgecilik, hem İngiliz hem de Hollandalı sömürgeciler patriarkal geleneksel hükümleri destekledikleri ve kadınları toprağa erişimden ve ha a otlak hakkından artan şekilde dışlayan bir toprak özelleştirmesi sürecini körükledikleri için cinsiyet eşitsizliklerini derinleştirdi. 3/6 Hindistan’da örneğin, İngilizler Hindistan’ın dulların kocalarının mülkünü miras almasına dair https://dunyadanceviri.wordpress.com/2014/11/01/silviafedericiilesoylesioccupiedtimes/ 26.03.2016 Silvia Federici ile söyleşi – Occupied Times – Dünyadan Çeviri Hindistan’da örneğin, İngilizler Hindistan’ın dulların kocalarının mülkünü miras almasına dair kısıtlamalarını resmi olarak desteklediler ve kırsal bölgelerde kadınların bağımsızlığının altını oymak için yerel şeflerle işbirliği yaptılar. Hem Hindistan’da hem de Endonezya’da sömürgeci egemenliği, birçok bölgede gelişmiş olan (örneğin kadınların toprağın kolektif mülkiyetine sahip olduğu ve anasoy zinciri üzerinden miras aldığı Hindistan’da Kuzey Kerala’da ve Endonezya’da Batı Sumatra’nın Minangkabau topluluklarında) anasoylu toplumların sonunu getirdi. OT Caliban ve Cadı’da şunu söylüyorsunuz: “Marks, doğurmanın bir sömürü alanı olabileceğini ve aynı şekilde bir direniş alanı haline gelebileceğini asla görmedi. Kadınların yeniden üretimi reddedebileceğini veya böylesi bir reddin sınıf mücadelesinin parçası olabileceğini asla tahayyül etmedi.” Bu reddedişin kolektifleştirilmiş şekilde uygulanmasını savunur muydunuz? SF Dünya üzerindeki kadınlar, savaş sürdüğü müddetçe erkeklerle sevişmeme kararı alan Atinalı kadınlarla aynı şekilde, kendileri için daha dostça bir yer haline gelene dek bu dünyaya daha fazla çocuk getirmemek için bir doğurma grevine gitse harika olurdu. Fakat bunu yapmayı önermiyorum. Bu sürdürülebilir bir strateji değil çünkü nasıl örgütlenebileceğini tahayyül etmek zor ve nüfus kontrolü destekleyicilerinin yararına sonuçlanabilir. Ayrıca, yeraltından sürmekte olan bir doğurma grevi olduğunun da bilincinde olmak gerek. Savaşların salgın hale geldiği Afrika ülkelerindeki kadınlar çocuk doğurmamaya veya düşürmeye çalışıyorlar, tıpkı kölelik döneminde kadınların yaptığı gibi. ABD’de ve Avrupa’nın Fransa hariç çeşitli bölgelerinde de doğum oranları düşüşte. Bu nüfus istatistiklerinin arkasında kapitalist gelişmeyi şüphesiz bir şekilde etkileyen bir mücadele süreci olduğunu görmeliyiz. OT Sıfır Noktasında Devrim’in önemli bir bölümünde, toplumsal hareketlerin sürekli olarak yaşlı bakımı meselesini görmezden geldiği gerçeğine işaret ediyorsunuz. Aslında, sol eğilimli bazı yorumcular tarafından “kuşaklar arası adaletsizlik” hakkında epey tartışma yürütüldü. Özellikle de ABD’de ve Batı Avrupa’nın bazı bölgelerinde yaşlıların tecrit ve ihmal edilmesi gibi meselelerin toplumsal hareketlerin politik pratiğine veya taleplerine nasıl dâhil edildiğini görmek istiyorsunuz? SF Yoksulluk, aşağılanma ve yalnızlığı mesele ediyorsak, bu sorunların tümünün, ciddi finansal kaynaklara sahip değillerse toplumumuzda nüfusun en görünmez ve unutulmuş kesimi arasında olan yaşlılar tarafından korkunç bir şekilde deneyimlendiğini görmemiz gerek. Feministler bile, Nancy Folbre gibi birkaç istisna haricinde, yakın zamana dek genellikle yaşlıları görmüyordu. Yaşlı bakımına politik bir mesele olarak ilgi yeni bir olgu. Toplumsal hareketlerin ele alması gereken birçok sorun var. Örneğin, ABD’de ücretli iş sahibi olmamış ancak hayatları boyunca tam zamanlı ev kadını olarak çalışmış kadınların, dokuz yıl evli kalmaları ardından kocalarınınki hariç hiçbir (ki o da maaşının ancak yarısı kadar) sosyal güvenceye sahip olmadıkları gerçeği. Ayrıca, yaşlılara yönelik sosyal hizmetler de kırpıldı ve bunun sonucunda yaşlılar için bugün huzurevlerine veya evde gündelik işleri için hemşire bakımına erişmeleri giderek daha zor hale geldi. Yine de, yaşlıların hayatlarındaki bu giderek artan kötüleşmeye karşı hiçbir grup mücadele vermedi. Aynı şekilde, ABD’de, hükümet emeklilik yaşını artırma planını duyurduğunda Fransa’da gelişen gibi kuşakları aşan bir protesto türü görmedik. Sosyal güvenceyi ortadan kaldırmaya veya azaltmaya yönelik girişimlere karşı bir hareket inşa etmek iyi bir başlangıç noktası 4/6 olacaktır. Özellikle de sosyal güvence, gelecek nesillerin fırsatlarını kısıtlayarak ulusun refahını https://dunyadanceviri.wordpress.com/2014/11/01/silviafedericiilesoylesioccupiedtimes/ 26.03.2016 Silvia Federici ile söyleşi – Occupied Times – Dünyadan Çeviri olacaktır. Özellikle de sosyal güvence, gelecek nesillerin fırsatlarını kısıtlayarak ulusun refahını yaşlılara harcıyormuş gibi bir izlenim yaratılırken. Gençlerimizle yaşlılarımızı bölmeye dönük bu arsız girişim tüm toplumsal hareketlerin kaygı duyması gereken bir mesele. OT Toprak ve mekân sürekli olarak boş (ihlal edilebilir) hudut muamelesi görüyor: süregiden bir birikim sürecinde kolonileştiriliyor, yeniden yapılandırılıyor ve eski durumuna geri getiriliyor. David Harvey’in ‘mülksüzleştirme yoluyla birikim’ teorisi, ilksel birikim fikrini genişleterek, gentrifikasyon sürecinin güçlü bir açıklamasını sunuyor; ki siz de Marx’tan bu konuda ayrılarak bu sürecin kesintisiz devam e iğini belirtiyorsunuz. Bu kesintisiz ilksel birikim döngülerinin sınırları olduğuna inanıyor musunuz, varsa bu sınırlara erişmek üzere miyiz? Kapitalizmin, kendini yeniden üretmesine imkân veren, her zaman bulduğu yüzeysel, geçici ve teknolojik çözümlerin sınırı var mı? SF Bu sınırları görmüyorum, ufukta değiller. Örneğin yıllardır pik petrol hakkında bir şeyler duyuyoruz ve artık daha önce hayal edilemeyen derinliklere sondaj yapılması, bu varsayımların ne denli yersiz olduğunu gösterdi. Ayrıca, kapitalizmin sömürü sürecinde karşılaşabileceği sınırlara konsantre olmak kötü bir politika. Kapitalizmin kendi kendisini yok edeceği illüzyonunu besliyor ve ajandamızda sömürüye dayanmayan bir dünyanın inşasına yer açma ihtiyacının üzerini örtüyor. Dünyanın bir sonu olduğu açık, fakat antikapitalist bir strateji inşa etmeye yönelik bir bakış açısı ile, bizim meselemiz kapitalist gelişmenin maddi sınırları olmamalı. Bizim meselemiz, halkın, doğanın talanını ve çevresel yıkımı körükleyen kapitalist teknolojiye duyduğu hayranlık olmalı. Dünya üzerinde bu kadar çok insan kapitalist teknolojiye hayranlık duymaya devam e iği sürece, kapitalizm, varsa karşılaşabileceği sınırları da aşmayı başaracaktır. OT Müşterekleri yazılarınızda hem tarihsel hem de çağdaş bir mücadele alanı olarak ele aldınız. Fakat sermaye ortaklaştırma girişimleri ile birlikte var olmaya devam edemez mi? Ha a bunlar üzerinden kendini geliştiremez mi? Bu mücadeleye özgün bir tehdit olma özelliğini veren ne? SF Açık ki müştereklerin inşası izole, sınırlı bir faaliyet olarak kaldığı sürece sistem içileştirilebilir ve bugün bu kesinlikle ciddi bir mesele. Ancak müşterekler kapitalist ilişkiler denizindeki adacıklar olarak değil, sömürüden kaçmak için bize güç veren direniş toplulukları olarak algılanırsa, bunları inşa etmek kapitalist sisteme karşı meydan okuyucu olabilir. Rekabetçi zihniyeti reddetmeye kararlı ve işbirliği prensibine göre yaşamak isteyen bir nüfus, kapitalist topluma ciddi bir tehdi ir. OT İngiltere’de iş, zorunlu çalışma yardımı programları, kamusal verilerin tek elde tutulması ve yeni medya çağında ücretsiz sosyal sermaye oluşumu ile, giderek daha az şekilde ücret ilişkisi üzerinden sağlanıyor. Bu ücretli emek erozyonu, evişine ücret taleplerini güçlendiriyor mu yoksa zayıflatıyor mu? SF Güçlendirdiğini düşünüyorum. Çalışmanın güvencesizleştirilmesi ve sosyal yardımdan çalışma yardımına geçişin yıkıcı sonuçları, ücretli emeği kadınların özgürlüğüne giden yol ve cinsiyete dayalı işbölümünün sonu olarak tanımlayan feminist stratejinin başarısızlığını gösteriyor. Ayrıca, bizi yeni mücadele alanları bulmaya da zorluyor. Bu bağlamda, temel bir gelir talebinin evişi için ücrete olan ilgiyi canlandırmış olması önemli. İnsanlar bana bu talep hakkında ne düşündüğümü ve örgütlenme potansiyelinin gidebileceği yer açısından evişi için ücretle nasıl karşılaştırılabileceğini soruyorlar. Bir zamanlar ücrete eklenmiş olan birçok yardımın ortadan kaldırılması ve ücretlerin kalıcı şekilde düşürülmesi, yaşamlarımızdaki https://dunyadanceviri.wordpress.com/2014/11/01/silviafedericiilesoylesioccupiedtimes/ 5/6 26.03.2016 Silvia Federici ile söyleşi – Occupied Times – Dünyadan Çeviri yardımın ortadan kaldırılması ve ücretlerin kalıcı şekilde düşürülmesi, yaşamlarımızdaki kapitalist devalüasyona karşı mücadeleyi radikal politikanın merkezi meselesi haline getiriyor. Karşılıksız eviçi emek bunun yalnızca bir parçası değil, kritik bir parçasıdır. OT İklim değişiminin sonuçları insanlığı, Soğuk Savaş’ın zirvesinde nükleer silahların yayılmasından bu yana görmediği şekillerde, kendi yıkımını izlemek zorunda bırakıyor. Soğuk Savaş’ın kültürel belleğinden çekip çıkarılan, tarihin sonunda yaşıyor olabileceğimiz ihtimalini göz önünde bulundurduğumuzda, bu ölümcül görünen bağlam dâhilinde adalet için mücadele vermeye nasıl devam edebiliriz? SF Yok oluş göreceli bir şey. ABD’de birçok topluluk için – çocukları sokak ortasında polis tarafından öldürülen siyah topluluklar, uranyum madenleri ile bir arada yaşamak zorunda olan Najavo gibi yerli toplulukları, işsizliğin zirve yaptığı topluluklar… – kıyamet şu an yaşanıyor. Bu bağlamda, doğanın yıkımına karşı mücadeleyi hapishanelere, savaşa, sömürüye karşı mücadeleden ayrı tutmayı reddederek adalet mücadelesi veriyoruz. Hayatınız her gün tehdit altındayken iklim değişimi konusunda endişe edemezsiniz. Bugün bu ülkede birçok insan için durum bu. h p://theoccupiedtimes.org/?p=13482 (h p://theoccupiedtimes.org/?p=13482) Etiketler: Çeviri, Feminizm, Kadın Emeği, Silvia Federici “Silvia Federici ile söyleşi – Occupied Times” üzerine bir yorum umut dedi ki: 01 Kasım 2014, 23:17 | Düzenle Reblogged this on umutyasarozgen. Cevapla WordPress.comʹda ücretsiz bir web sitesi ya da blog oluşturun. | Tema: Raam Dev tarafından Independent Publisher. https://dunyadanceviri.wordpress.com/2014/11/01/silviafedericiilesoylesioccupiedtimes/ 6/6 26.03.2016 Toplumsal yeniden üretim ve kolektif bakım – Manuela Zechner ve Bue Rübner Hansen – Dünyadan Çeviri Dünyadan Çeviri dunyadanceviri Çeviri içinde 23 Ağustos 2015 3,453 Words Toplumsal yeniden üretim ve kolektif bakım – Manuela Zechner ve Bue Rübner Hansen (h쓭థps://dunyadanceviri.files.wordpress.com/2015/08/socialrepro_inline.jpg)Çeviren: Serap Güneş Yazarlar: @zanubar ve @BueRubner | Radikal Kolektif Bakım Projesi 20 Ağustos 2015 Mücadeleler ve pratikler için bir ufuk Radikal Kolektif Bakım Projesi, kolektif bakım pratikleri politikasını inceleyen küçük bir araştırma grubu. Hedefimiz, karşılıklı hukuki yardımlaşma ve barınma kooperatifleri gibi küçük özörgütlenme deneyimlerinden PAH ve Occupy Sandy gibi esaslı hareketlere kadar, farklı metodolojileri ve tek mutfaklı ev gibi geçmiş deneyimleri ve feminist ekonomiden öneriler gibi politika modellerini araştırmak. Web sitemizde, bu hareketlerin yaşadığı belirli zorlukları irdelemek ve öğrenmek üzere bu yelpazeden örneklere dair mütevazı bir vitrin https://dunyadanceviri.wordpress.com/2015/08/23/toplumsalyenidenuretimvekolektifbakimmanuelazechnervebuerubnerhansen/ derliyoruz. Bu ufuk dâhilinde ortak bir bilgi birikimi ve sıkça ortaya çıkan sorunlar kümesinin1/7 26.03.2016 Toplumsal yeniden üretim ve kolektif bakım – Manuela Zechner ve Bue Rübner Hansen – Dünyadan Çeviri derliyoruz. Bu ufuk dâhilinde ortak bir bilgi birikimi ve sıkça ortaya çıkan sorunlar kümesinin bir haritasını çıkarabilmeyi umuyoruz. Gelecekte projeyi genişletmek için kaynaklar bulabilmeyi ve daha geniş bir katılıma açabilmeyi umuyoruz. Toplumsal yeniden üretim etrafında mücadele İçinde bulunduğumuz kriz derin bir kriz. Çatırdayan sadece ekonomik sistem değil, artık tükenme noktasına varan ekolojik sistemlerin yanı sıra toplumsal örgütlenme ve yeniden üretim tarzı da krizde. Bu kriz, çözülmek bir yana kesintisiz patlamalarla ekonomik, sosyal ve çevresel düzeylerde yeni kırılmalara yol açacak bir kriz. Bu gezegen üzerinde haya쓭థa kalabilmemiz ve gelişebilmemiz artık sömürü zincirleri üzerinden idare edilemez çünkü bu zincirler giderek daha fazla parçalanıyor. Küresel Kuzey’de, en azından kuzeyli kimlik belgelerimiz ve cilt renklerimizle – hiç kimseye bağımlı olmadan yaşamlarımıza devam edebileceğimizi, kendi kendimizin efendisi olduğumuzu düşündük. Bu, toplumlarımızı ve ilişkilerimizi yapılandıran ve bağımsızlığı fetişleştiren, kendisini evrensel addeden liberal özne ile uyum içinde. Ama aslında küresel kapitalizmde hepimiz birbirimize dayanmak zorundayız – toplumları adalar olarak düşünemeyiz (ister ulusal, ister etnik isterse başka bir düzeyde) çünkü Polonyalı tesisatçılara veya Hintli BT çalışanlarına bağımlı olduğumuz kadar, bazı temel ulusal sanayi alanlarını desteklemek için Çin fabrika işçilerine ve Kongolu madencilere bağımlıyız. Bu bağımlılıkları daha sürdürülebilir ve dostane olanlarla değiştirme zamanı geldi ve bu mücadelenin verileceği alan toplumsal yeniden üretim. Toplumsal yeniden üretim nedir ve mücadele için ne anlama gelmektedir? Marksizm’den ve feminizmden gelen kavram, toplumun kendisini – yaşam formlarını ve verili bir grubu meydana getiren bedenlerin bakılma şekillerini – yeniden üretme ve sürdürme yollarını ifade etmektedir. Kapitalizmin yeniden üretim tarzı, kriz zamanlarında kemer sıkma ve işsizliğin yanı sıra devasa bir “artı nüfusun” oluşmasıyla da sonuçlanmaktadır. Dolayısıyla toplumsal yeniden üretim düzeyinde nasıl mücadele edileceği sorusu sadece bir ülkenin refah devletinin nasıl yönetileceği ile ilgili değildir. Ha쓭థa refah devleti 20. yüzyıldaki biçimiyle bir nüfus içindeki bedenlerin bakımının genelleşmiş bir şeklini organize etmek açısından artık bir opsiyon değil çünkü beslendiği ekonomik büyüme Avrupa’da artık mümkün değil (ve üzerine kurulu olduğu ücretli erkek işçi demistifiye oldu). Toplumsal yeniden üretim birçok düzeyde işlemekte: gündelik ihtiyaçlarımızı nasıl karşıladığımız; ihtiyaç ve arzularımızın karşılanması için kaynaklarla ve ekolojik sistemlerle nasıl ilişkilendiğimiz; evden mahalleye ve kente ve bölgeye, ülkeye veya kıtaya ve ha쓭థa küresel düzeylere kadar farklı ölçeklerde ihtiyaç ve arzuların karşılanmasını nasıl örgütlediğimiz ve yöne쓭థiğimiz. Ve burada, sayısız hareketin önerdiği üzere, mesele gerçekte neyi hangi ölçekte (ölçek burada yabancılaşmamızın ve büyük şirketler ve finansal mekanizmalar tarafından yönetiliyor olmamızın bir ifadesinden ibaret) organize etmemiz gerektiğini yeniden düşünmemizle ilgili. Dolayısıyla toplumsal yeniden üretimi yeniden tahayyül etmek ve bu alanda mücadele vermek, barınma veya su hakkı için, sosyal haklar ve insanın geçimini sağlayabileceği bir vatandaşlık geliri için mücadele etmek anlamına gelebilir. Özelleştirmeye karşı ve tedarik, yönetim ve dağıtım için başka sistemler (ücretsiz kendi kendine eğitim platformlarından aşevlerine dek) kurma mücadelesi anlamına gelebilir; bir topluluğun tüm üyelerine ait olan ve 2/7 kolektif yönetilen kaynaklar anlamında müşterekler için mücadele etmek anlamına gelebilir; ev https://dunyadanceviri.wordpress.com/2015/08/23/toplumsalyenidenuretimvekolektifbakimmanuelazechnervebuerubnerhansen/ 26.03.2016 Toplumsal yeniden üretim ve kolektif bakım – Manuela Zechner ve Bue Rübner Hansen – Dünyadan Çeviri kolektif yönetilen kaynaklar anlamında müşterekler için mücadele etmek anlamına gelebilir; ev içi ve bakım işinin yapılma yollarında, cinsiyet ve ırk hiyerarşilerinin ötesinde bir ‘geçiş’ veya yeniden örgütleme perspektifi anlamına gelebilir. Bu mücadeleler, neredeyse her şeyi kapsayan çok geniş bir alana işaret ediyor ve ilgilendiğimiz şey günümüzde olan biteni ve mücadelelerimizdeki sorunun nerde olduğunu okumak için kullandığımız perspektifte bir değişim olduğundan, bu da amaçlarımız için sorun teşkil etmiyor. Bu sadece iyi yönetim veya ücretlerle ilgili bir mesele değil, ihtiyaç ve arzularımızı karşıladığımız, yaşamlarımızı sürdürdüğümüz kanalların bazılarını esaslı şekilde yeniden organize etmeyi gerektiren bir mesele. Kendisini yüksek işsizlik ve artan güvencesizlik dönemlerinde gösteren bir mesele. Yeniden üretim stratejileri Çok temel bir düzeyde, toplumsal yeniden üretim bir soruna işaret etmektedir. İhtiyaçlarımıza erişimimizin garanti olmadığı sorununa; yeniden üretimimizin, örneğin iş bulabilmeye veya sosyal haklara erişime veya bize bakabilecek dostlara veya aileye sahip olmaya baktığına işaret etmektedir. Hepimiz bu sorunla bağlantılı olarak yeniden üretim stratejileri geliştiriyoruz ve bunlar yoğun şekilde bireycileştirici, rekabetçi ve normatif olabiliyorlar (örneğin kariyerizm ve çekirdek aileler). Ama aynı zamanda kolektif de olabiliyorlar ve gündelik ayrım ve rekabet ilişkilerine dayanan mücadeleler yukarıdan aşağı güçlü bir liderliğe ve ideolojik yatırıma bağımlı olma eğiliminde olduğundan bir ölçüde böyle olmak zorundalar da. Kolektif bakım stratejileri ise bireyciliği dayanışmaya fikirlerin ve sloganların becerebildiğinden çok daha köklü ve somut şekillerde dönüştürüyorlar. Ve büyük fikirlerden yola çıkmak yerine, bu stratejiler, gündelik olandan başlıyor – çocuk bakımı veya geçim gibi şeylerden – yani birçok insan için erişilebilir durumdalar ve her an oradalar. Bu yolla politik değişim yalnızca insanların bireysel gündelik mücadelelerinin ötesine geçmekle kalmıyor, aynı zamanda da bireysel gündelik mücadeleleri kolektif mücadelelere dönüştürüyor. Bu yalnızca paylaşılan talepler meselesi değil, kolektif kapasitelerle de ilgili. İspanya’daki barınma hareketi PAH, bunun ilginç bir örneği. Bireyciliği ve ödenmeyen morgıçlarla yakalanmanın utancını aşmayı başardılar. Birçok insan PAH’a sadece kendi bireysel davaları konusunda yardım almak için katıldı ama herkesin kendi hikâyesini paylaşması kısa süre içinde sorunlarının ortak olduğunu fark etmelerini sağladı. Ve ev boşaltmalara direnmek, banka işgalleri ve bankalarla kolektif pazarlık gibi ortak taktikler, çözümün de kolektif olacağını açığa çıkardı. Ev sahibi olmak gibi bireysel bir hayali savunmak adına ilk PAH toplantısına giden birçok kişi, kısa süre içinde barınma hakkı için kolektif mücadele verir hale geldi çünkü bireysel sorunla en iyi başa çıkma yolunun kolektif dayanışma olduğu ortaya çıkmıştı. Emekle ilişki Dünya savaşlarının ardından belirli merkez kapitalist ülkelerde var olan tama yakın istihdama geri dönebilmek mümkün görünmüyor. Refah devletinin mümkün olabildiği ekonomik büyüme momenti bi쓭థi. Çin veya Hindistan gibi ‘gelişmekte olan’ ülkelerde benzer bir ekonomik büyüme görebiliriz ancak bunun aynı zamanda görece kısa vadede bile sürdürülebilir olmayan çevresel ve toplumsal bir maliyetle de geldiğini görüyoruz. Bedenler ve topluluklar yaşamsal ihtiyaçlarını bulma konusunda zor bir mücadele verirken ekonomi politikaları, hastalıklar, intiharlar, grevler, protestolar, ayaklanmalar, gıda tedarikleri ve göç gibi etmenler tümü birlikte birbirini tetikliyor. Emek yoğun sanayi üretiminin son yüzyılda yavaş yavaş ortadan kaybolduğu Batıda, işgücü https://dunyadanceviri.wordpress.com/2015/08/23/toplumsalyenidenuretimvekolektifbakimmanuelazechnervebuerubnerhansen/ 3/7 26.03.2016 Toplumsal yeniden üretim ve kolektif bakım – Manuela Zechner ve Bue Rübner Hansen – Dünyadan Çeviri Emek yoğun sanayi üretiminin son yüzyılda yavaş yavaş ortadan kaybolduğu Batıda, işgücü ve ücretler artık taleplerimizin tek u뫹u olamaz çünkü nüfusun küçülen bir kısmını ilgilendiriyorlar. Ücret etrafındaki mücadeleler artık Çin’de yaygınken bizim giderek daha fazla sancısını çektiğimiz şey işsizlik, güvencesizlik ve bir bir ortadan kalkan sosyal hizmetler. Bu, emek mücadelelerinin zamanının geçtiği anlamına gelmiyor elbe쓭థe, nüfusumuzun büyük kısmı hala çalışıyor ama ikincilerin nüfusun yarısını oluşturduğu bir ortamda, işi olanları eksik çalıştırılanlara veya işsizlere karşı saçma bir şekilde ayrıcalıklı kılan bir sistemi sürdürmemiz de imkânsız. Bu yüzden yeniden üretim etrafındaki mücadelenin en güçlü şekilde, işsizliğin ve sınıf düşmenin eşlik e쓭థiği hızlı bir ekonomik gerilemenin yaşandığı Güney Avrupa’da ortaya çıktığını görüyoruz. Burada insanların sorduğu soru şu (ki bu soru başka yerlerde de yankılanıyor kesinlikle): ‘Bizi bir anda ortada bırakabilecek bu soyut güçlere bağlı kalmanın ötesine geçip geçim yollarımızı nasıl organize edebiliriz?’ Zorlukların üstesinden gelmenin ve insanların birbirlerine destek olmasının yeni formlarını, en azından kendi gündelik yaşamlarımızı sürdürmenin temel mekanizmalarını kontrol edebileceğimiz yeni öz‑yönetimli tedarik zinciri formlarını ve işbirliğine dayalı öz‑istihdam formlarını nasıl inşa edeceksiniz? Bu yüzden, toplumsal yeniden üretim perspektifi, günümüz mücadelelerinin karakterini anlamak açısından zorunlu. Ancak bundan daha önemlisi, yeni olasılıklara da kapı aralıyor olması. Klasik işçi örgütlenmelerinde ücret mücadeleleri, kendi belirli çıkarları için mücadele veren farklı sektörel sendikalar şeklinde bölümlere ayrılmış durumda. Öte yandan ev içi işçilerinin yanı sıra göçmen ve ırklandırılmış işgücü de büyük oranda toplu sözleşme süreçlerinden dışlanmış durumda. Toplumsal yeniden üretim alanına girdiğimizde, hemen işgücü ve işgücü dışı farklı formları kesen bir mesele ile karşılaşıyoruz. Yeniden üretim konusundaki bu arızilik sorunu, kendi hesabına işlerde, yasal olmayan işlerde ve enformel ekonomilerde çalışan insanlar için olduğu kadar maaşlı çalışanlar ve ücretli erkek ile evliliği paraya merkezi erişimi olan ev kadınları için de yaygın. Kimlikler yerine sorunlar etrafında örgütlenme Kara Panter Partisi geleneksel sivil haklar hareketinin yara쓭థığı hayal kırıklığından doğdu. Gündelik yaşamda sosyal bir güç yaratarak sembolik protestoların ve kısa ömürlü sivil itaatsizlik eylemlerinin ötesine geçmenin nasıl mümkün olabileceğini sordular. Bunu kendilerini doğrudan topluluklarının hizmetine adayarak, kendi ezilmelerinin özgüllüğünden kalkarak yaptılar. ‘Özsavunma programları’ ile, siyahların diğer yoksul topluluklardan çok daha can yakıcı şekilde yaşadıkları, polis şiddeti ve ırkçılık gibi sorunlar etrafında somut bir zemin inşa e쓭థiler. Bu, farklı siyah grupları arasında, işçiler, öğrenciler ve yardımla geçinenler arasında dayanışma oluşmasına yardımcı oldu. Ancak siyah milliyetçi bir kimlik politikasını benimseyip salt beyaz üstünlükçü kimlik politikalarına karşı çıkmakla yetinmediler. Farklı mücadeleler arasında – öğrencilerin, Amerikan Yerlilerinin ve homoseksüellerin mücadeleleri – i쓭థifaklara zemin oluşturmanın yanı sıra, yeniden üretimine dair gündelik politikalar örgütlediler. Survival Pending Revolution programları (“devrim öncesi ayakta kalma programları”) ile, yeniden üretimin gündelik politikasını yara쓭థılar. Bunlar çocuklar için ücretsiz kahvaltı programlarını, yoksullar ve yaşlılar için ücretsiz gıda programlarını, ücretsiz sağlık kliniklerini, hukuki yardım desteğini ve bunun gibi daha birçok şeyi içeriyordu. Bu programlar Panterleri sıradan silahlı devrimci gruplardan çok daha güçlü kılan bir toplumsal taban yara쓭థı. Onlar için “devrimci mücadele” sadece yarına dair verilen ideoloji bazlı bir mücadele değil, hâlihazırda gelişmekte olan yeni toplumsal ilişkilerin savunulması ve https://dunyadanceviri.wordpress.com/2015/08/23/toplumsalyenidenuretimvekolektifbakimmanuelazechnervebuerubnerhansen/ 4/7 genişletilmesi adına verilen bir mücadeleydi de aynı zamanda. Gündelik yaşamın 26.03.2016 Toplumsal yeniden üretim ve kolektif bakım – Manuela Zechner ve Bue Rübner Hansen – Dünyadan Çeviri genişletilmesi adına verilen bir mücadeleydi de aynı zamanda. Gündelik yaşamın örgütlenmesine yönelik “ayakta kalma” programları, siyahlar, Meksika kökenliler ve yoksul beyazların yanı sıra hem yoksul işçiler hem de işsizler, kadınlar, erkekler ve çocuklar tarafından, yani özetle, ücretlerin ve sosyal yardımların yeniden üretimleri için yeterli gelmediği insanlar tarafından paylaşılan sorunlara hitap ediyordu. Panterler bize toplumsal yeniden üretim sorunlarından temel alan mücadelelerin ırksal hatları ve farklı çalışma koşullarını çapraz kesen doğrudan bakım ilişkileri yaratabildiğini gösteriyor. Devletle ilişki Devlet meselesi açık ki burada anahtar bir rol oynuyor çünkü bu kriz devletlerin nüfuslarının (en azından bir kısmının) ayakta kalmasını garanti e쓭థiği bir paradigmanın sona ermesi ile ilgili. Refah devletinin özgün olarak işçilerin temel sosyal güvenlik ve hakları adına verdikleri mücadelelerden kaynaklandığını hatırlamak önemli. Refah devleti, sanayi işçilerini kamusal taleplerine ve mücadelelerine bir yanıt vererek pasifize etme ihtiyacından doğdu. Bu süreçte kazandığımız toplumsal ve ha쓭థa siyasal haklar çok esaslı ve günümüz mücadeleleri ve kurumlarını düşünürken bunu akılda tutmanın önemli olduğunu düşünüyoruz. Birçoklarımız, devlet politikalarının neoliberalizmle birlikte nasıl yozlaştığını ve ekonomik güçlerin belirleyiciliği altında olduğunu gördüğümüzden, kurumların yetki alanlarındaki bedenlerin bakımı konusundaki rolleri hakkında giderek daha kinik hale gelmiş olabiliriz. Devle쓭థen bu yabancılaşmayı kabul etmemiz ve onu iş tutmuş elitlere karşı çıkmamız gerekiyor ama birçok yerde kendi ihtiyaçlarımıza hitap eden yeni kurumsal deneyimler ve yönetişim biçimleri başlatmak daha makul hale geliyor. Şeffaflığı zorlamak ve tedarik zincirleri oluşturma konusunda kendi deneyimlerimizi güçlendirmek için özyönetim fonksiyonlarını geri istememiz ve demokrasilerimizi aşağıdan yukarıda ve daimi karar alma alanları şeklinde canlandırmamız kesinlikle gerekli. Akdeniz’deki yeni seçim platformlarının ve partilerin mücadelelerinde gördüğümüz gibi, bundan yeni kurumlar doğabilir ve ha쓭థa eskileri geri alınabilir. Türkiye’de HDP, Yunanistan’da Syriza ve İspanya’da belediye platformları, taban örgütlenmeleri ve mahalli düzeylerde, toplumsal yeniden üretim altyapılarının önemini kavrayan partiler/siyasi oluşumlar. Dayanışma klinikleri, aşevleri, işçi kooperatifleri veya tabandan örgütlenen tarımsal‑ekolojik ağlar gibi kolektif bakım hareketleri ile ilişkilenme şekilleri, politikalarının gelecekte sürdürülebilir olup olmayacağını belirlemede kilit rol oynayacak. Umudumuz o ki sosyal demokrat emek ve ekonomik büyüme politikalarına geri dönmekle yetinmezler ve bir paradigma değişimine olan ihtiyacı görürler; bu durumu gördüklerini ve onları bu toplumsal hayaller ve pratiklerle uyumlu politikalar sunmaya zorlayan birçok hareket olduğunu biliyoruz. Krizde, özörgütlenmeye dayalı bakım pratiklerinin devletin sorumluluğunu üstlenip onun yatırım yapmaktan geri durduğu yaşamları nasıl umursayıp kurtardığını gördük. Hareketler, gönüllüler, arkadaşlar ve aileler yeni karşılıklı destek ağları inşa e쓭థiler. Bazı neoliberal stratejilerin de aklında bu var; İngiltere’nin Muhafazakâr Büyük Toplum programı gibi örneğin; veya çoğunlukla istemeden de olsa özelleştirmeyi ima eden, Almanya’da 1980’lerdeki ebeveyn kontrolünde kreşler için verilen mücadele. Bu stratejiler sık sık “yeni‑komüniter” mücadeleler olarak adlandırılırlar ve sosyal yardım ve emeklilik gibi sosyal güvenlik ağlarındaki kesintileri, insanların bunları piyasa ile birlikte çalışarak daha iyi halledeceğini söyleyerek meşrulaştırmak suretiyle özelleştirmeye yol vermek için toplumsal olanı araçsallaştırmaya çalışırlar. Süregiden kolektif örgütlenmeyi absorbe etmeye ve mevcut https://dunyadanceviri.wordpress.com/2015/08/23/toplumsalyenidenuretimvekolektifbakimmanuelazechnervebuerubnerhansen/ 5/7 26.03.2016 Toplumsal yeniden üretim ve kolektif bakım – Manuela Zechner ve Bue Rübner Hansen – Dünyadan Çeviri araçsallaştırmaya çalışırlar. Süregiden kolektif örgütlenmeyi absorbe etmeye ve mevcut kolektif yapıları zayıflatmaya çalışan bir stratejidir. İnsanların özgürlüğünü piyasa serbestiyeti ile ilişkilendirir ve devletin özgürlük sağlayamadığında ısrar eder. Occupy Sandy, topluluk örgütlenmesinin devletin başaramadığı işleri – doğal afetlerle yüz yüze kalan insanları kurtarmak – nasıl yapabileceğinin harika bir örneği ve bu örnek, Occupy Wall Street’in, onları o zamana dek medyayla içli dışlı ve fikir ve pratikleri kendi yaşamlarıyla alakasız bir avuç orta sınıf aktivist olarak gören işçi sınıfından insanlarla işbirliği yapması açısından da bir şans yara쓭థı. Mücadeleyi genişleten, manifestolar değil yardım eylemleri oldu. Aynı zamanda, Yunanistan gibi ülkelerde, faşistler ve kilise de aşevleri kuruyor ve gıda dağıtımları üzerinden sadakat yaratmaya çalışıyor. Bunların faaliyetleri, tüm o bildiğimiz şantaj ve bağımlılık yaratan işlevleri ile hayırseverlik faaliyetlerine benziyor ama yine de gıda tedariki daha militan bir yoldan, hayırseverlik olarak değil dayanışma şeklinde de yapılabilir. Birçok inisiyatif, yoksulluğun patladığı dönemlerde kritik bir vazife gören, herkese açık kolektif aşevleri işletiyor. Bakım ve yeniden üretim ağları oluşturmak, istihdam programı veya ırka dayalı uygulamalar gibi, yardım kuruluşlarının veya devletin şartlı desteği ile birlikte gelen şantajdan, disiplinden ve bireycilikten kaçınmanın da bir yolu olabilir. Yo Si Sanidad Universal kampanyasında insanların kamusal sağlığa resmi erişimi olmasa bile (2012’de yasa birçok insanı dışarıda bırakacak şekilde değiştirildiğinden) tedavi olmasını sağlayarak, hastaların ve sağlık çalışanlarının sağlık hakkından dışlanmaya karşı birlikte mücadele e쓭థiği İspanya’da olan da bu. Güney/Kuzey, Merkez/Çevre Maddi anlamda merkezi yeniden üreten elbe쓭థe çevredir. Avrupa örneğinde, uzundur ortada duran bir Doğu yarı‑çevre olgusu var ve bir de krizden bu yana daha alt kümeye düşürülen PIGS (Portekiz, İspanya, Yunanistan ve İspanya) olarak adlandırılan yenilenmiş bir Güney var. Ve elbe쓭థe bir de küresel çevre var; hammaddelerin çıkarıldığı, kaynaklarının kullanıldığı, işgücü ithal edilen, atık çöplüğü muamelesi gören, savaşlar açılan o uzak yerler – analiz edilmesi karmaşık, ve güçlü jeopolitik kaymalara gebe. Periferi/çevre ülkelerde, toplumsal yeniden üretim daha bariz bir ortak mesele. Tam şu an, içinden geçmekte oldukları şiddetli değişimlerle, Avrupa’nın Akdeniz ülkeleri toplumsal yeniden üretim politikalarında, toplumsal ve siyasal manzaralarını değiştiren ve yalnızca yeni pratikler ve hareketler değil yeni öznellikler ve kolektif direnişler de yaratan bir patlama yaşadılar. Doğudaki çevre ülkelerde, süper sömürü deneyimleri ve ayakta kalma mücadeleleri onlarca yıldır bir realite. Avrupa ‘entegrasyonu’, yeni neoliberal mantık kapsamında öz‑ yeniden üretime dair Yugoslav ve ha쓭థa Sovyet bağlamındaki komünal bilgi birikiminin ve pratiklerin güçlü şekilde aşındırılmasının yanı sıra bu sömürüyü yeniden yapılandırmaktan başka bir şey ifade etmedi. Bu komünal bilgi birikimi de çok fazla şey öğrenebileceğimiz bir anahtar işlevine sahip ve bir sonraki vaka çalışmaları turumuz bunların günümüz sorunları açısından nasıl anlamlandırılabileceğini ele alacak. Dolayısıyla yaptığımız şey bu mücadele u뫹unun – kolektif bakım veya toplumsal yeniden üretim dediğimiz şeyin – farklı yerlerde nasıl anlamlandırıldığını görmek için yola koyulmak. The Occupied Times of London (h쓭థp://theoccupiedtimes.org/?p=14000) Etiketler: https://dunyadanceviri.wordpress.com/2015/08/23/toplumsalyenidenuretimvekolektifbakimmanuelazechnervebuerubnerhansen/ 6/7 26.03.2016 Toplumsal yeniden üretim ve kolektif bakım – Manuela Zechner ve Bue Rübner Hansen – Dünyadan Çeviri Etiketler: Bakım, Dayanışma hareketleri, Radical Collective Care Practices Project, Radical Collective Care Project, Radikal Kolektif Bakım Projesi, Toplumsal yeniden üretim, Yeni toplumsal hareketler, Yeniden Üretim WordPress.comʹda ücretsiz bir web sitesi ya da blog oluşturun. | Tema: Raam Dev tarafından Independent Publisher. https://dunyadanceviri.wordpress.com/2015/08/23/toplumsalyenidenuretimvekolektifbakimmanuelazechnervebuerubnerhansen/ 7/7 26.03.2016 Umut vaat edici notlar: Krizden müştereklere – Midnight Notes Kolektifi ve dostları (2009) – Dünyadan Çeviri Dünyadan Çeviri dunyadanceviri Çeviri içinde 27 Aralık 201413 Nisan 2015 16,463 Words Umut vaat edici notlar: Krizden müştereklere – Midnight Notes Kolektifi ve dostları (2009) (hᦧ䝙ps://dunyadanceviri.files.wordpress.com/2014/12/berkin‑alexis‑6‑630x400.jpg) Alexis’in kalbine saplanan kurşun, bir polisin silahından ‘inatçı’ bir çocuğun bedenine yapılmış rastgele bir atışın sonucu değildi. Kararlarına direnen çevreleri ve hareketleri şiddet kullanarak teslim almak isteyen devletin bilinçli bir tercihiydi. İşte, sosyal güvenlikte, kamusal sağlıkta, eğitimde vb. yeni düzenlemelere karşı çıkmak isteyen herkese karşı bir tehdit anlamına geliyordu. – Aralık 2008’de Yunanistan’da yazılıp dağıtılmış “Artık hiçbir şey eskisi gibi olmayacak” başlıklı bir bildiriden çeviri. Broşür: Umut vaat edici notlar (hᦧ䝙ps://dunyadanceviri.files.wordpress.com/2014/12/umut‑vaat‑ edici‑notlar1.docx) Kriz: Nedir ve Ne Değildir? Beş yüzyıl var olduktan sonra, kapitalistler bir kez daha sistemlerinin krizde olduğunu duyuruyorlar. Herkesi yaşamlarından fedakarlık yapmaya çağırıyorlar. Bu fedakarlıkları yapmazsak, hepimizin içinde olduğu bu geminin batacağını söylüyorlar. Böyle tehditler, ciddiye alınmalı. Dünyanın her bir parçasında, işçiler işten çıkarmalar, kitlesel işsizlik, emeklilik haklarının kaybı, hacizler ve ölümlerle krizin bedelini zaten ödüyorlar. 1/27 Tehditleri daha korkutucu hale getirmek için, haklarımızın her yerde saldırı altında olduğu bir https://dunyadanceviri.wordpress.com/2014/12/27/umutvaatedicinotlarkrizdenmusterekleremidnightnoteskolektifivedostlari/ 26.03.2016 Umut vaat edici notlar: Krizden müştereklere – Midnight Notes Kolektifi ve dostları (2009) – Dünyadan Çeviri Tehditleri daha korkutucu hale getirmek için, haklarımızın her yerde saldırı altında olduğu bir çağda olduğumuzu ve dünya egemenlerinin istedikleri fedakarlıklar reddedilirse hiçbir zulümden kaçınmayacaklarını her gün hatırlatıyorlar. Gazze’nin savunmasız nüfusu üzerine bırakılan bombalar, bu açıdan ibretlik. Bu bombalar, direnişe karşı verilecek meşru yanıtın ne olabileceğine ilişkin çubuğu sürekli aşağı çektiklerinden, aslında hepimizin üzerine bırakılıyorlar. Bu bombalar, Atina polisinin Alexis Grigoropoulos’un bedenine 2008 Aralık ayı başında sıktığı ölümcül kurşunun arkasındaki öldürme kastını bin kat daha şiddetli hale getiriyorlar. Her tarafta kıyamet çağında yaşadığımıza dair bir algı var. Bu kıyamet günü krizi nasıl gelişti ve kapitalizmden kurtulmanın muhtemel yollarını arayan antikapitalist/sosyal adalet hareketleri için ne anlama geliyor? Bu broşür, kriz derinleştikçe daha da yoğunlaşan bu sorular ve günümüzün açığa çıkmakta olan devrimci olasılıkları üzerine yürütülen tartışmalara bir katkı. Bu broşürü, bu krizi çevreleyen ve nasıl yanıtlar verilebileceği üzerine kafa yormayı ve sermayenin sonraki adımlarını tahmin etmeyi çok zorlaştıran sis perdesinin ardını görebilme çabasıyla yazıyoruz. Anormal ölçüde sık şekilde, haᦧ䝙a solun kendi içinde bile, krize dair açıklamalar bizi finansal devrelerin ve işlemlerin içinden çıkılmaz dünyasına veya yüksek riskli yatırım fonlarının/türev işlemlerinin karmaşık, çetrefil düğümlerine, yani çoğumuzun kavrayamayacağı, insanların vermekte oldukları mücadelelerle hiçbir alakası olmayan bir dünyaya götürüyor ve dolayısıyla krize direnmenin herhangi bir biçimini projelendirmeyi bile imkansız hale getiriyor. Broşürümüzün, krizle ilgili anlatacak başka bir hikayesi var çünkü milyarlarca insanın dünya çapında yaşamlarının sermaye tarafından sömürüsüne ve çevresel bozulmaya karşı verdiği mücadeleler ile başlıyor. Yirmi birinci yüzyıldaki krizlere, sınıf mücadelelerini krizlerin önemli bir kaynağı olarak görmek yerine krizleri kapitalist “üretim anarşisinin” neden olduğu iş döngülerinin otomatik, kaçınılmaz ürünleri olarak değerlendiren 19. yy.ın gözlerinden bakılamaz. Müdahaleci bir devrimler, reformlar ve dünya savaşları yüzyılı, bu bakışta bir gözden geçirmeye yol açtı. Öncelikle gerçek bir çığır açıcı krizle durgunluk arasındaki ayrım görüldü. İkincisi bir “dengesizlik” durumudur (örn. işlerin olağan seyri sayılan normal dinamiğin, düzenli aralıklarla işçi sınıfını disipline eden bir parçası). Birincisi ise, toplumsal istikrarın ve haᦧ䝙a sistemin ayakta kalmasının bile sorun haline geldiği varoluşsal bir meseledir. İkinci bir revizyon, durgunlukların ve krizlerin insan kontrolünün tamamen dışında olmadıklarının kabulüydü; stratejik olarak tahrik edilebilir, zamanından önce patlatılabilir, geciktirilebilir ve derinleştirilebilirlerdi. Kapitalizmin işgücü, sermaye ve toprağın tam istihdamına/kullanımına otomatik meyilli olması, tarih tarafından çoktandır yalanlandı. 1930’larla birlikte burjuva ekonomistler bile gerçek krizlerde hükümetin, tam istihdamın epeyce gerisinde tıkanıp kalan sistemi çekip çevirmesi ve uyarması gerekebileceğini gördüler. Fakat Büyük Buhran krizinin üstesinden gelmenin araçlarını tasarlarken, krizleri ve durgunlukları planlayabileceklerini de fark eᦧ䝙iler. Krizler asla ortadan kaldırılamaz ancak devlet müdahalesi ile hızlandırılıp geciktirilebilirler. Tehlikeli olmasına rağmen, sınıf mücadelelerinin sertleştiği durumlarda sistemi ayakta tutmak için darbe tezgahlama fırsatları olarak kullanılabilirler. Sistemin bir ayağının çukurda olduğu hissedildiğinde ve temelde bir şeylerin değişmesi gerektiğinin farkına varıldığında, kapitalizmin sınır yoklamalarıdır. Geçtiğimiz yüzyıl, işçiler tarihsel olarak kapitalist krizlere sisteme içkin çelişkileri ve https://dunyadanceviri.wordpress.com/2014/12/27/umutvaatedicinotlarkrizdenmusterekleremidnightnoteskolektifivedostlari/ 2/27 26.03.2016 Umut vaat edici notlar: Krizden müştereklere – Midnight Notes Kolektifi ve dostları (2009) – Dünyadan Çeviri Geçtiğimiz yüzyıl, işçiler tarihsel olarak kapitalist krizlere sisteme içkin çelişkileri ve dengesizlikleri kırılma noktasına kadar yoğunlaştırarak dahil olabildiklerinden (ücretli ve ücretsiz, köle ve özgür, kırsal ve kentli) sınıf mücadelelerinin krizleri şekillendirmedeki önemini de göstermiştir. Bu kapasite, işçilerin devrimci potansiyelini anlamamızı mümkün kılıyor: Kapitalizmi krize sokamıyorlarsa, devrimci bir durumda, kapitalizmi yıkma gücüne nasıl sahip olabiliyorlar ki? Ancak 19. yüzyıldan bugüne krizlerde bir şey aynı kalmayı sürdürüyor: krizler, devrimci kopuş durumları. Karl Marx’ın 1848’de ısrarla belirᦧ䝙iği üzere, krizler “tüm burjuva toplumunun varoluşunu, düzenli olarak ve her seferinde daha tehditkar bir biçimde hesaba çeker.” Dolayısıyla onun için, yaklaşık olarak her beş ila yedi yılda bir, iş döngüsü tüm kapitalizmin hesaba çekildiği bir krize girer. Kriz sözcüğünün kökeni tıptan gelmektedir: “hastalığın gidişatında, hastanın ya öldüğü ya da yaşama tutunduğu bir aşama.” Bu durumda, hasta kapitalist toplumdur. Bu yüzden Marx ve yoldaşları için yaklaşmakta olan kriz heyecanla ve haᦧ䝙a neşeyle beklenir, çünkü devrimin habercisidir. Sistemin daha da derin krizlerinin yakındaki ölümünün ve mülksüzleştirenlerin mülksüzleştirilmesinin habercisi olacağından emindirler. Mevcut krize işte bu bilgiyle, bu perspektiften ve ihtiyatlı bir neşeyle yaklaşıyoruz. Tartışmamız beş bölüm içeriyor: 1. Krizin uzun vadeli kaynakları; 2. Şu anki sebepleri ve sonuçları; 3. Her bir sınıfa sunduğu fırsatlar; 4. Müşterekleştirme düzeni, örn. Gezegenin ve insanlığın müşterek kaynaklarını paylaşmak için kullandığımız kurallar; 5. Ve krizin açığa çıkardığı devrimci mücadelelerin içeriği. 1. Geçmiş Krizler ve Mevcut Kriz: Keynesçilikten Neoliberalizm ve Küreselleşmeye Mevcut kriz ile Büyük Buhran arasında sık sık benzerlik kuruluyor ve dolayısıyla sık sık New Deal’ın kopyası olan kapitalist bir çözüm aranıyor. Ancak Büyük Buhran ile mevcut kriz arasındaki derin farklar, New Deal politikalarına bir geri dönüşü engelliyor. İki kriz arasında elbeᦧ䝙e bolca benzerlik var. İki krizin de merkez üssü spekülatif yatırımlar. İki kriz de kapitalistlerin azalan geri dönüş karşısında üretime yatırım yapmaya devam etmeyi reddetmesinin sonuçları. Daha da önemlisi, iki kriz de, bolluklara ve kar oranlarında düşüşe neden olan ve tümü bir araya geldiğinde yeni yatırımları donduran ve bir “kredi sıkışmasını” tetikleyen aşırı üretimin ve yetersiz tüketimin ürünleri olarak okunabilirler. Birçok solcu analist, kapitalist toplumdaki bu yaygın trendlerin “aşırı birikime” veya “stagnasyona”, diğer bir deyişle, kapitalistlerin meta üretiminde uygun bir geri dönüş oranı sağlayacak yatırım fırsatları bulamamasına yol açtığı varsayımını öne sürdü. İddia, bir bakıma, kapitalizmin 1980 ve 90’larda fazla başarılı olduğuydu: ABD’li işçilerin gücünü öyle bir derecede yok eᦧ䝙i ki işçiler artık üreᦧ䝙ikleri metaları satın almaya yetecek kadar yüksek ücretler için mücadele etmiyorlar ve bunun sonucu olarak da bolluklar, aşırı kapasite, yetersiz yatırım vb. ortaya çıkıyordu. Mevcut krizimize dair yeni ortaya çıkmaya başlayan sol teori, sistemin kar krizine yol açan ticari başarısızlığının altını çizer. Buna sıkça realizasyon sorunu denilmektedir, örneğin, metalar aşırı üretilir ve işçi sınıfının talebi kısıtlıdır (karları korumak 3/27 için), bu da yetersiz tüketime ve imalat sanayilerinde makul bir kar oranı ile yatırım yapmanın https://dunyadanceviri.wordpress.com/2014/12/27/umutvaatedicinotlarkrizdenmusterekleremidnightnoteskolektifivedostlari/ 26.03.2016 Umut vaat edici notlar: Krizden müştereklere – Midnight Notes Kolektifi ve dostları (2009) – Dünyadan Çeviri için), bu da yetersiz tüketime ve imalat sanayilerinde makul bir kar oranı ile yatırım yapmanın zorlaşmasına yol açar. İşçilerin ücretlerine saldırarak kar yapma güdüsü, tam da karlılık koşulunu baltalıyordu çünkü kar elde etmek için üretilen metaların satın alınması gerekiyordu! Sonuç, iddiaya göre, üretime yatırımın artık yeterince karlı olmaması nedeniyle, giderek daha fazla sermayenin spekülatif karlara yatırıldığı, ekonomik sistemin finansallaşmasıydı. Bu finansallaşma, yemek yemekten bahçeye tohum ekmeye kadar toplumdaki tüm eylemlerin parasallaştırılması ve piyasalaştırılması çabalarından faydalandı ve bu çabaları güçlendirdi. Aslında, son otuz yıldır hakim ekonomik stratejinin (sıkça neoliberalizm olarak adlandırılan) amacı, tam da dünya ekonomisini New Deal öncesi serbest piyasa kapitalizmi aşamasına geri döndürmekti. İki krizin benzerliklerine bir de buradan bakılabilir. Bu anlamda, bugün sermayenin, aşırı üretim ile yetersiz tüketim arasında kendi tasarladığı bağlantısızlığın bedelini ödediğini de söyleyebiliriz. İdeal koşullarda, aşırı birikim çeşitli sermaye formlarının (satılmayan metalar, üretim araçları ve milyonların ücretleri) yok edilmesi ve/veya devalüe edilmesi ile nihai olarak düzeltilebilir. FDR bu yolu izlemeyi reddeᦧ䝙i (Herbert Hoover’a danışmanlık yapan paleo‑liberal ekonomistlerin tavsiyesi idi), çünkü devalüasyonun yol açacağı yıkım bir devrime sebep olabilir gibi görünüyordu. (1) Sendikaların resmi olarak tanınması üzerinden işçi sınıfının sisteme entegrasyonu, (2) artan ücretlerin üretkenlikte yaşanacak artışlarla takas edildiği bir üretkenlik anlaşması şartı ve (3) refah devletinin bir birleşimi olan New Deal çözümü, bugün artık kartlar arasında değil. New Deal, yıllarca süren bir yürüyüşle, işsizliğe ve işten çıkarmalara karşı ayaklanmalarla ve gözleri Sovyetler Birliği’nde, Washington’a yürümeye hazır milyonlarla güçlenmiş olan ABD’deki örgütlü, asi işgücü bağlamına sıkıştı. Bugün çok farklı bir dünyadayız. Sınıf mücadelesi devam ediyor ancak ABD’de bugünün ücretli ve ücretsiz işçileri, 1930’larda sahip oldukları siyasal güç ve örgütlülük seviyesinden çok uzaklar. New Deal’a ilham veren ve teorik altyapısını oluşturan Keynesçi politika (ekonomist ve filozof John Maynard Keynes’in adını taşır), 1960’lar ve 70’lerde ücretli ve ücretsiz işçilerin New Deal’ı aşmak isteyen uzun mücadeleler döngüsünce ortadan kaldırıldı. Sendika inisiyatifini aşarak yapılan grevlerden sosyal hizmet bürosu işgallerine, gerilla savaşlarına kadar bu mücadeleler, hem metropollerdeki hem de sömürgelerdeki çiftliklerin yanı sıra fabrikalardan okullara, mutfaklara ve yatak odalarına kadar dolaştı. Emeğin, eşitsiz mübadeleler ve ırkçılık ve cinsiyetçilik mirası ile, cinsel, ırksal ve uluslararası bölünmesine meydan okudular. Kısacası, Keynesçilik işçi sınıfı (ücretli ve ücretsiz) tarafından 1970’lerde çözüldü. Ayrıca, bu mücadelelere bir yanıt olarak, 1970’lerin ortalarında sermaye kendi Keynesçiliğinin sonunu ilan eᦧ䝙i ve haᦧ䝙a kısa bir dönem için sıfır büyüme programı bile benimsedi. Bu 1980’lerin başındaki derinleşen krizin ve uluslararası işçi sınıfının, sömürgeciliğin sonundan refah devletine dek kazanımlarının yok edilmesi hedefiyle neoliberal küreselleşme adı altında yürütülecek olan geniş reorganizasyonun sadece girizgahı niteliğindeydi. Bu nedenle, bugün karşı karşıya olduğumuz kriz, Büyük Buhrandakinden kat kat daha derindir. 1930’ları sonraki dönem için yol gösterici olarak kullanmak sorunludur, çünkü işçi sınıfının ABD’deki ve uluslararası ölçekteki siyasal kompozisyonu o denli radikal biçimde değişmiştir. Neoliberal küreselleşme ile gerçekleştirilmesi amaçlanan planın yalnızca otuz yıl sonra neden yeni bir krize yol açtığını ele almak daha faydalıdır. Neoliberalizmin Keynesçiliğin krizine karşı genel çözümü, işgücünün değerini düşürmek, https://dunyadanceviri.wordpress.com/2014/12/27/umutvaatedicinotlarkrizdenmusterekleremidnightnoteskolektifivedostlari/ 4/27 26.03.2016 Umut vaat edici notlar: Krizden müştereklere – Midnight Notes Kolektifi ve dostları (2009) – Dünyadan Çeviri Neoliberalizmin Keynesçiliğin krizine karşı genel çözümü, işgücünün değerini düşürmek, ücret hiyerarşilerini yeniden oluşturmak ve işçileri apolitik metalara indirgemekti (19. yüzyıl burjuva ekonomisinde olduğu gibi). Neoliberalizm işçilerin gücünün farklı kompozisyonları ve yoğunluğuna yanıt olarak birçok biçime girdi: üretim araçlarının konumunun değiştirilmesi, sermayenin yersiz yurtsuzlaştırılması, işgücü piyasasının genişletilmesi suretiyle işçiler arasındaki rekabetin artırılması, refah devletinin ortadan kaldırılması ve toprak gaspları (istimlak) (bkz. MN, 1997). Bu, 2. Dünya Savaşı sonrasının üç büyük “anlaşmasına” (Anlaşma A: Keynes’çi üretkenlik anlaşması, Anlaşma B: sosyalist anlaşma, Anlaşma C: sömürgecilik sonrası düzen) (New Deal / Yeni Anlaşma/Düzen) isabetli (ve başta başarılı) bir saldırıydı. [Anlaşma A] ABD’de Reagan’ın 1981’de hava trafik kontrolörlerinin grevini, İngiltere’de ise Thatcher’in 1985’te madenci grevini yenilgiye uğratmasını, sendikalara dönük çılgınca bir bastırma kampanyası ve sosyal güvenlik ödemelerinin ve diğer güvencelerin (“güvenlik ağı”) sabote edilmesine dönük sürekli tehditler izledi. [Anlaşma B] Neoliberalizmin nihai zaferi, Sovyetler Birliğinin dağılması, Doğu Avrupa’nın sosyalist devletlerinin çökmesi ve Çin Komünist Partisi’nin “kapitalist yolu” benimseme kararı oldu. [Anlaşma C] Üçüncü dünyada, borç krizi Dünya Bankası ve IMF’ye bir yeniden sömürgeleştirme süreci demek olan Yapısal Uyum Programlarını dayatma zemini sağladı. Diğer bir deyişle, neoliberalizmin gelişi ile birlikte, önceki tüm anlaşmalar geçersizleşti. Birlikte bu gelişmeler, gerçek bir küresel emek piyasasının oluşturulması üzerinden dünya çapında işçiler arasındaki rekabeti kışkırtarak, işçi sınıfı ile sermayenin birbirini “karşılıklı tanımasını” sona erdirdi. Sermaye artık işçileri dilediği gibi denetleyebiliyordu. Bu birleşik gelişmelerin sonucu, 1990’lar itibariyle sistemin dünya çapında kötü koşullarda çalışan işçi kitlelerinin üreᦧ䝙iği muazzam çıktıyı sindirme konusundaki yetersizliğinin ilk işaretinin ortaya çıkmasıydı. Bu iddiaya göre, 1997 Asya krizinin zirvesi, sistemin tam finansallaşması – artık üretimden para kazanmanın yeterli gelmediği noktada, sistemin en soyut seviyesinde “paradan para kazanma” girişimi – için bir itici güç oldu. Sermayenin finansallaşmaya dalışı, güç ilişkisini kendi lehine değiştirme yönündeki sürekli neoliberal çabasında yeni bir hamleydi. Reel ekonomide muhtemelen azalan geri dönüşlerle ve mallarını satamamakla yüz yüze olan kapitalistler, iki önemli hamle yaptılar: bir yanda, koruma fonları ve türevler dünyasına zıpladılar ve diğer yanda, ABD işçi sınıfı için kredi kullanılabilirliğini artırdılar, böylece Amerikalı işçiler Çin ve diğer (çoğu Asyalı) ülkelerdeki işçilerin aşırı derecede düşük (ABD’ye kıyasla) ücretlere üretmeye devam eᦧ䝙iği malları satın alacaktı. Esas hedefi krizin ertelenmesi olan bu oyunun başarısı, Çin’de ve Üçüncü Dünya ülkelerinde iş yapan kapitalistlerin düşük ücretler sayesinde elde edebilecekleri ve ardından ABD’de kredi piyasalarına yatırım yaparak finansallaşmanın artmasını sağlayacak olan yüksek karlara dayalıydı. Bu devre, ancak ve ancak, borcun (hem işçilerin hem de kapitalistlerin borcunun) sigortacılarının panikle kaçışmasına sebep olacak devasa bir boyuta geldiği noktada sona erdi. Bu açıklama epeyce aydınlatıcı ancak önemli bir ayrıntıyı atlıyor: aşırı üretim ve yetersiz tüketim kar oranını azaltmasına rağmen, sonuç olarak ortaya çıkan düşük kar oranı, kapitalistlerin yeniden yatırım yapmayı istemesi için neden yetersiz? Ortalama bir kapitalisti alın: firmasında üretilen tüm metaları satsaydı, yüzde 100 kar elde ederdi; fakat realizasyon sorunu ile, yalnızca yüzde 50 oranında kar ediyor. Bu yeterli olmaz mı? Üreᦧ䝙iklerinin yarısını yok etmesini gerektiren bir realizasyon sorunuyla bile, kapitalistler yine de oldukça yüksek https://dunyadanceviri.wordpress.com/2014/12/27/umutvaatedicinotlarkrizdenmusterekleremidnightnoteskolektifivedostlari/ oranda bir kar elde edebiliyorlar. Bu yetersizlik, kuramsal olarak sermayeye içkin değildir. 5/27 26.03.2016 Umut vaat edici notlar: Krizden müştereklere – Midnight Notes Kolektifi ve dostları (2009) – Dünyadan Çeviri oranda bir kar elde edebiliyorlar. Bu yetersizlik, kuramsal olarak sermayeye içkin değildir. Aksine, kapitalistlerin daha fazla kar etme, sistemin ve sahiplerinin karlarının daha hızla genişlemesini talep etme kararlılığına dayalıdır. Kapitalistler bir yatırım fırsatları alanını “yetersiz” olarak değerlendirdiklerinde, bu, mevcut durumda mümkün olan ortalama kar oranının geçmiş deneyimlerine dayanan beklentilerinden daha az olduğu anlamına gelmektedir. Fakat kar oranındaki bu gerçek düşüşün sebepleri nelerdir? Gerçek bir düşüşte rol oynayan birçok faktör vardır fakat bizim için önemli olan iki tanesidir: sermayenin (a) ücretleri düşürerek sömürü oranını artırma ve (b) metanın üretim sürecine dahil olan sabit sermayenin (özellikle hammaddeler) değerini düşürme konusunda başarısız olması. İkincisinin sebebi özellikle hammadde elde edilmesinin ve meta üretiminin doğada yaraᦧ䝙ığı hasarın işçilere bindirilememesi. Ekonomik ve ekolojik mücadelelerin ortalama kar oranı üzerindeki etkisinin bu krizde ayırt edilmesinin zor olmasının nedeni bu. Hem (a) hem de (b)’nin sonuçlarını değerlendirelim: (a) Küreselleşme; imalat üretimini, ortalama ücretlerin ABD işçilerinin kat kat altında olduğu periferiye (son on yılda özellikle de Çin’e) taşıyarak, geçtiğimiz otuz yılda ABD’de ücretlerin düşürülmesine yardımcı oldu. Ücretler orada düşük kalıyorsa, ABD ve Çin sermayesi arasındaki anlaşma istikrarlı oluyordu. Çinli işçiler Amerikalı kapitalistler için süper karlar ve nakit sıkıntısı çeken Amerikalı işçiler için süper ucuz metalar sağlayacaktı. Ancak ücretler Çin’de ABD’ye göre görece düşük olmasına rağmen, hızla yükselmekteydiler. Çin’de ortalama reel ücretler 1990 ile 2005 arasında yüzde 300 artmışken, ortalama nominal ücretler 1996 ile 2006 arasındaki on yılda yüzde 400 yükselmiştir (bu artışın yarısı 2000‑2005 arası gerçekleşmiştir). Bu, Çin’deki ücretlerin ABD’dekilerle karşılaştırılabilir olmasından epeyce önce, karlılık üzerinde ciddi bir etkiye sahip olabilir. Bu noktayı değerlendirmek için basit bir hipotetik sayısal örneğe bakmak yardımcı olabilir: Çinli bir işçinin ücreti ABD’li bir işçinin ücretinin onda biri kadar olabilir ve makinelere görece daha düşük yatırımla Çin’de bir fabrika için kar oranı yüzde 100 olabilir. Çinli işçilerin ücretlerinin ikiye katlanması yine de ücretlerini ABD’li işçininkinin beşte biri yapacak olmasına rağmen, diğer şeyler eşitken, kar oranı yüzde 50’ye düşmüş olacaktır. Dolayısıyla, ücret artışları, ücretler satın alma gücü itibariyle Batı Avrupalı veya Kuzey Amerikalı işçinin ücretine eşit olmasa bile, kar oranlarında dramatik bir düşüşe neden olabilir. Bu olgunun neoliberal dönemdeki ilk geniş çaplı tecrübesi, Kore ve Endonezya’da 1997’deki ünlü “Asya finans krizinin” temeli olan işçi eylemleri olmuştu (MN, 1997’de “One No and Many Yeses/Bir Hayır ve Birçok Evet başlığıyla işlemiştik). ABD’de ortalama ücretlerin düşürülmesi ve stagnasyonuna (küresel olarak yine de görece yüksek bir seviye), Asya işçilerinin ücretlerinde, ABD’deki ücretlere eşdeğer olmaya yakınlaşmadan çok önce kar oranını zorlayan artışlar eşlik eᦧ䝙i. Süper yüksek karlılık seviyeleri, zengin mahalleler, otomobil ve Gucci el çantaları toplu olarak gelmeden çok önce ortadan kaybolabilir. İşçilerin daha yüksek ücretler ve işte daha fazla güç için mücadelesi ile aktüel veya eli kulağındaki yüzleşme karşısında artı değerin “realize edilmesi” konusundaki bu sorun, istedikleri geri dönüş oranlarını kazanmak için kapitalistlerin başka yollara yönelmesine neden oldu. Ancak bu hamleye içkin de bir sorun var: yatırım gelirini finansallaştırma üzerinden artırma kabiliyeti, küresel kapitalist sistemde üretimde ve yeniden üretimde yaratılan artı değer ile sınırlı. Finans sektöründeki kriz, bu sınıra gelinmesiyle ilgili. Finansal kazanımlar – 6/27 https://dunyadanceviri.wordpress.com/2014/12/27/umutvaatedicinotlarkrizdenmusterekleremidnightnoteskolektifivedostlari/ 26.03.2016 Umut vaat edici notlar: Krizden müştereklere – Midnight Notes Kolektifi ve dostları (2009) – Dünyadan Çeviri değer ile sınırlı. Finans sektöründeki kriz, bu sınıra gelinmesiyle ilgili. Finansal kazanımlar – dolaylı da olsa‑ nihayetinde reel emekten çıktığı için, Çinli işçilerin ücretlerinde alçakgönüllü bir artışın bile finansal iskambil evin altındaki halıyı çekmeye yeteceği anlaşılabilir. (b) Krizin ekolojik/enerji momenti burada çok daha doğrudan beliriyor. Sabit sermaye maliyetlerinin düşürülmesi kar oranında bir artış sağlayabilir ancak bunun yol açtığı zararın “dışsallaştırılabilmesi” kritik önemdedir (örn. doğadan hammadde elde edilmesi sırasında ortaya çıkan kirlenmeden, sanayi üretiminin yol açtığı iklim değişikliğinden veya genetik olarak modifiye edilmiş organizmaların yayılması nedeniyle ortaya çıkan genetik mutasyondan zarar görenleri, bunların sona ermesini talep etmeksizin sessizce ve kesintisiz şekilde boyun eğmeye zorlamak). Ekolojik meselelerin zorlayıcı hale gelmesi ve aciliyet kazanması, ancak ve ancak dışsallaştırılan bu zararların bedelinin ödenmesi kitlesel olarak reddedildiği zaman mümkün olabilir. Bu zararlara ve bunların maliyetinin zımni olarak üstlenilmesine karşı mücadele verilmedikçe, ekolojik yıkım, Monet tablolarındaki pus gibi estetik bir fenomen olarak kalacaktır. Bu mücadele artık gölgelerden çıkmıştır ve sistem genelinde karlılığı tehdit eden bir noktaya varmıştır. Dünya genelinde, olan bitenlerin işçiler ve kapitalistler arasında ekonominin nasıl örgütleneceğine dair başka bir raunᦧ䝙an ibaret olmadığı ve petrol medeniyetinin insanlığın büyük bir bölümünü, kriz başlamadan çok önce kırılma noktalarına zaten ulaşmış olan şehirlere ve gecekondulara yerleştirdiği bir dünyada, yıkıcı bir iklim değişikliği ve genelleşmiş bir toplumsal ve çevresel yıkım ile yüz yüze olduğumuza dair bir kabul var. Örneğin Meksika’yı, bu kadar çok insan zorlukla hayaᦧ䝙a kalabilirken ve devlet ve diğer şiddet tekelleri zaten bu derece yoğunken, ABD’den (neye?) geri dönen göçmenlerle, kırılmanın eşiğinde görmek korkutucu… Yakın zamanda bir topluluk, çok fazla su aldıklarını düşündükleri başka bir topluluğun suyunu kesmek için silahlarla ortaya çıktı. Bu enlemlerdeki ortalama sıcaklık üç derece arᦧ䝙ığında (ki bilim insanları tarafından bunun olduğu belirlendi), her yaz bir önceki en sıcak yaz rekorunu kırdığında ne olacak? Artık olağan durumlardaki kadar kar yapan işin olamayacağı açık. Kapitalizm, cezalandırma şevkinde, o kadar çok insanın ekolojik koşullarını öylesine görmezden geldi ki, yatırımcıları sömürmeleri gereken insanlarla fiziken yüz yüze gelmeksizin fahiş karlar yapmayı umdukları finansın dolayımlı dünyasına daha da kaçmaya zorlayan küresel bir yönetilemezlik durumu gelişti. Ancak bu göç, krizi sadece geciktirdi, çünkü gezegenin dört bir yanında ekoloji mücadeleleri veriliyor ve sabit sermayenin maliyetinde gelecekte kaçınılmaz bir artışı zorluyor. Dolayısıyla her iki durumda da, ücretler ve ekolojik yeniden üretim açısından, mücadeleler ortalama kar oranlarında (ve birikim oranında) bir krize yolu açıyor ve finansallaşmaya sıçramaya bir sınır getiriyor. 2. Neoliberalizmin Krizi: Sebepler ve Sonuçlar Neoliberal küreselleşme hırslı bir projeydi. Başarılı olsaydı, insan olmanın tanımını “kendini en yüksek parayı verene satan bir hayvan” olarak değiştirecek ve işgücünü Keynesçilik öncesindeki durumuna geri döndürecekti: değerini pazarda bulan saf bir meta. Neoliberal küreselleşme neden başarısız oldu? Bu soruya cevap vermek için, halkların verdiği mücadelelere dönmemiz lazım. ABD işçileri 1930’lardaki militanlık seviyelerini göstermeseler bile, dünya genelinde, bize göre krizin kaynağı olarak kabul edilmesi gereken yaygın hareketler yükseldi. Bunların tek faktör ve haᦧ䝙a başta gelen faktörlerden olmadıkları kesin. Örneğin, finansal işlemler konusundaki https://dunyadanceviri.wordpress.com/2014/12/27/umutvaatedicinotlarkrizdenmusterekleremidnightnoteskolektifivedostlari/ 7/27 26.03.2016 Umut vaat edici notlar: Krizden müştereklere – Midnight Notes Kolektifi ve dostları (2009) – Dünyadan Çeviri başta gelen faktörlerden olmadıkları kesin. Örneğin, finansal işlemler konusundaki düzenlemelerin yetersizliği, piyasaları istikrarsızlaştırmış olan türev alım satımındaki meta kumarlarının yaraᦧ䝙ığı doğrusal olmayan karmaşıklık içinde kuşkusuz bir faktördü. Yine de Carter döneminde başlayan ve Reagan, Bush, Clinton ve Bush döneminde devam eden finansal deregülasyon bile sınıf mücadelesi için bir momenᦧ䝙i. Deregülasyon, ABD işçilerinin, nakdi ücretleri, 1970’ler boyunca kapitalist fiyat artışlarının (örneğin gıda, enerji) kendi gerçek ücretlerini kesmesini önlemeye yetecek kadar hızla yükseltebilme konusundaki (hem gerçekten hem de politikacıların kafasındaki) gücünden (OPEC’in bir finansal aracıya ve petrodolarların işçi gelirinden elde edilen değerleri kar getiren yatırımlara aktarmanın aracına dönüşmesi umudunun altını oyan bir güç) kaynaklanan ivme kazanmış enflasyona bir yanıt olarak başladı. IMF’in o on yıla ait Yıllık Raporları, 1975 itibariyle dünyadaki bir numaralı ekonomik sorunun enflasyon ve bu enflasyonun kilit kaynağının da “işgücü piyasalarının yapısal katılığı” olarak tanımlandığını gösteriyor. İşçilerin gücünü IMF söylüyor. Carter ve Volcker harekete geçene kadar, ivmelenen enflasyon birçok reel faiz oranını sıfırın altına indirdi ve tüm finans sektörünün canlılığını tehdit eᦧ䝙i. Deregülasyon stratejisi, diğer pek çok şeyin yanı sıra, ABD’nin her yerindeki tefecilik karşıtı yasaların kaldırılmasını ve faiz oranlarının iki haneli rakamlara çıkmasının önünün açılmasını içeriyordu. İşçilerin yalnızca ücretleri ve diğer gelir biçimlerini kârların altını oyacak derecede artırma gücüne değil (temel gıda fiyatları manipülasyonu konusundaki kapitalist yola ve dalgalı döviz kurlarına rağmen), aynı zamanda üretim noktasında verimlilikteki büyüme oranında herhangi bir iyileşmeyi engelleme gücüne de bir yanıᦧ䝙ı. ABD’de 1970’lerdeki mücadelelerin birçoğu, nihayetinde yenilgiye uğradı ancak o zamandan beri, hem ABD’de hem de uluslararası olarak, neoliberal küreselleşmeye karşı azmini kanıtlamış yeni bir mücadeleler nesli ortaya çıktı. Bu mücadelelerden bazılarına, krizin ortaya çıkardığı politik meseleleri anlamanın şartları olarak odaklanacağız. Şematik olarak, krizin kaynakları şunları içeriyor: 1. Neoliberal küreselleşmenin sistemde değişim yaratma konusundaki başarısızlığı; 2. Petrol/enerji endüstrisinin yapısını neoliberalleştirme konusundaki başarısızlık; 3. Ücret mücadelesini kontrol etme konusundaki başarısızlık (özellikle Çin’de); 4. Toprağı ve doğal kaynakları geri talep eden hareketlerdeki yükseliş (Bolivya, Hindistan, Nijer Deltası); 5. ABD’de, düşen ve durağan reel ücretleri destekleme amaçlı olarak kredi kullanımındaki yaygınlaşma/genişleme üzerinden sınıf mücadelesinin finansallaşması; 6. Siyahların, Latinlerin, yeni göçmenlerin ve kadınların “mülkiyet toplumu”na dâhil olarak sınıf hiyerarşisini bozması. (1) Neoliberal küreselleşme, meta ticareti ve finansal işlemlerin, özellikle de ABD, Japonya veya Batı Avrupa’dan kaynaklanan işlemlerin önündeki engelleri ortadan kaldıran bir yasa ve kurallar çerçevesine dayanır. Ortadan kaldırma süreci, Keynesçi dönemde başladı (GATT ile), ancak kurumsal çerçeveye 1994’te Dünya Ticaret Örgütü’nün kurulmasıyla kavuştu. DTÖ’nün, yalnızca geleneksel ticaret ve para işlemlerinin değil, hizmetlerin ve fikri mülkiyetin de küreselleşmesini sağlama konusunda hırslı bir ajandası vardı. Hiçbir şey bu ajandanın hayata geçirilmesini engelleyemez gibi görünüyordu. Ancak, aşağıdaki şaşırtıcı gelişmelerin ortaya çıkması ile durduruldu: (a) 1980’lerin ortasında Zambiya’dan 1989’da Caracas’a ve 1994’te Zapatistalar’a dek, yapısal https://dunyadanceviri.wordpress.com/2014/12/27/umutvaatedicinotlarkrizdenmusterekleremidnightnoteskolektifivedostlari/ 8/27 26.03.2016 Umut vaat edici notlar: Krizden müştereklere – Midnight Notes Kolektifi ve dostları (2009) – Dünyadan Çeviri (a) 1980’lerin ortasında Zambiya’dan 1989’da Caracas’a ve 1994’te Zapatistalar’a dek, yapısal uyum programlarına karşı bir isyan ve ayaklanmalar dizisi; (b) Batı Avrupa ve Kuzey Amerika’daki küreselleşme karşıtı hareket ve DTÖ, IMF, Dünya Bankası ve G8 toplantılarındaki sokak gösterileri ve yol kapatmalar; (c) DTÖ, IMF ve Dünya Bankası gibi ABD, Japonya ve Batı Avrupa’nın egemenliği altındaki örgütlere, bağımsızlıklarının son kırıntılarını da (özellikle de tarımsal üretimleri konusunda) tamamen teslim etmeyi reddeden birçok Üçüncü Dünya ülkesi. Bunun sebebi, halisane bir “yurtseverlik” değildi; topraklarındaki çiftçi hareketlerinin gücü ve bunun kendi “egemenlikleri” için teşkil eᦧ䝙iği tehditle çok daha fazla alakalıydı. Özellikle DTÖ’nün Doha Raundu, Hindistan hükümeti temsilcileri tarım konusunda daha fazla taviz veremediği için (köylülerini bir miktar ileri teknoloji için seve seve feda etmeye hazır olmalarına rağmen) en sonunda öldü. Hindistan’daki hareketler, DTÖ’ye karşı 1998 ila 2008 arasındaki on yıldır on ve yüz binlerce kişiyi harekete geçiriyordu (Filipinler, Kore ve Bangladeşli çiftçilerden bahsetmiyoruz bile). Çoğu zaman birbirlerinin eylemlerinden ve çıkarlarından habersiz olmalarına rağmen bu isyanlar, sokak gösterileri ve “iç” direnişler, “dünya düzdür”cü küreselleşme ideolojisini ve dünyanın geri kalan varlıklarını ve yerel pazara dönük üretim yapan çiftçilerini çitleme girişimini gayrı‑meşrulaştırdı. (2) İkinci başarısızlık anı, 1999 sonrasında savaşla, özellikle de Irak’ın işgali üzerinden (MN, 2002) petrol ve gaz endüstrilerini ideal neoliberal işlemlere dönüştürme çabasında, neoliberal küreselleşme projesinin canlandırılması girişimiydi. Bu başarısızlığın nedeni, ABD askerlerine on binlerce kayıp verdiren ancak bunun karşılığında yüz binlerce ölü ve yaralı veren silahlı bir direniş oldu. Bunun, neoliberal küreselleşme üzerinde devasa sonuçları oldu. Birincisi, altı yıllık Irak savaşının ardından, en temel endüstriler – petrol ve gaz endüstrisi – hem Irak’ta hem de dünyada, neoliberal doktrinin nefret eᦧ䝙iği iki formda halen örgütlü: ulusal petrol şirketi ve petrolün pazar fiyatını etkilemeye çalışan uluslararası kartel (OPEL). İkincisi, neoliberal projenin lideri olan ABD, bu çabası nedeniyle hem askeri hem de mali olarak ciddi şekilde zayıfladı. Bu ABD hükümeti zafer ilan ederken (“Büyük Dalga” nedeniyle) daha da belirgin hale geldi. Eşzamanlı olarak kendi Iraklı kuklaları tarafından 2011’de ülkeyi terk etmesi, üslerini boşaltması ve yakın zamanda neoliberal bir “Petrol Yasası” beklememesi söylendi! Elbeᦧ䝙e “kuklaların” efendileri ile bu denli sert konuşmasının sebebi, Allah’ın hidrokarbon hediyesini hibe etme girişimine Irak halkının şiddetli tepkisinden korkmalarıydı. (3) Neoliberal “ücretlerin reddi” projesi, reel ücretin bir daha asla 1973’teki zirvesine ulaşamadığı ABD’de epey başarılı oldu. Bu yüzden ABD ücret mücadelesi, 1970’ler krizinde olduğu gibi şimdiki krizin kaynakları arasında bulunamıyor. ABD’de böylesi bir mücadelenin tüm tipik belirtileri (örn. grev faaliyeti) bastırılmıştı. Ücret dışı gelirlere, örneğin sosyal güvenliğe, sağlık sigortasına ve gıda yardımlarına dönük saldırıları sınırlandırmak için, bazıları başarılı da olan defansif mücadeleler yükseltildi. Dahası, işçi sınıfına karşı, örneğin kadın hakları, çevre vb. alanlarında yöneltilen diğer saldırılara karşı süregiden mücadeleler oldu. Ancak, neoliberal proje, uluslararası işgücü piyasasında yalnızca ABD’de değil dünya çapında rekabeti kullanabilme yeteneğine dayanıyordu. Bu proje başarısız oldu, özellikle de Asya ülkeleri açısından. Bu denetimin Kore ve Endonezya’da, 1997 Asya finansal çöküşü sürecinde başarısız olduğunu gördük (bkz. MN, 1997). O günden bu yana bu stratejinin temel başarısızlığı Çin’de oldu. Burada ücret mücadelesinin seviyesi tarihsel boyutlar kazandı ve https://dunyadanceviri.wordpress.com/2014/12/27/umutvaatedicinotlarkrizdenmusterekleremidnightnoteskolektifivedostlari/ 9/27 26.03.2016 Umut vaat edici notlar: Krizden müştereklere – Midnight Notes Kolektifi ve dostları (2009) – Dünyadan Çeviri başarısızlığı Çin’de oldu. Burada ücret mücadelesinin seviyesi tarihsel boyutlar kazandı ve binlerce grevin ve diğer iş durdurma biçimlerinin yanı sıra, sık sık çift haneli ücret artışları ile sonuçlandı. (4) Yapısal Uyum Programları ve savaşlar, Üçüncü Dünya halklarını topraklarından ve bu topraklar üzerindeki kaynaklardan mahrum bırakmak (bunları istimlak yoluyla ellerinden almak, çn) anlamına gelen “Yeni Çitlemeler”in önünü açtı. Mülteci sayısındaki artış bir göstergeyse eğer, bunların (yeni çitlemelerin, çn) Afrika ve Amerika kıtalarının birçok yerinde milyonlarca insanı topraklarından ve topluluklarından eᦧ䝙iği kesin. Fakat Asya (özellikle Hindistan ve Bangladeş), Güney Amerika’nın çoğunluğu ve Afrika’nın kimi yerlerinde, müşterek topraklara ve kaynaklara dönük saldırılara güçlü bir yanıt da verildi. Bolivya’da son on yılki “su” ve “gaz” savaşları hayati kaynakların özelleştirilmesi çabasının riskli bir girişim olduğunu netleştirdi. Benzer sınırlar, Nijer Deltası’nın Kurtuluşu Hareketi (MEND) gibi grupların sahiplenme savaşı verdiği Nijer Deltası’nda petrol üretimi konusunda da deneyimlendi; bu gibi gruplar, Nijer hükümetine ve büyük petrol şirketlerine karşı, Delta halklarının topraklarının altındaki petrolün komünal sahipleri olarak tanınmasını talep ediyorlar. Gerçekten de petrol istimlaki ve çıkarılması konusunda, Steven Colatrella’nın yerinde bir deyişle “politik Hubbert eğrisi” olarak adlandırdığı ve erişilmekte olan politik bir sınır var. (5) Sermayenin finansallaşmasının ana işlevi, birikimi, işçi sınıfı mücadelesinin dokunamayacağı bir yere koyarak ve kapitalistler için kendi yatırımlarının başarısına karşı bahse girmeyi mümkün kılmak, dolayısıyla her türlü sonuca karşı teminat sağlamak suretiyle bir tedbir getirerek korumaktı. Hangi kapitalist, küçük bir bedel karşılığında, bir genel grev dalgası nedeniyle yatırım yaptığı ülkenin para biriminde yaşanan dramatik bir devalüasyondan veya işçilerin ücret talepleri ile uğraştıkları bir şirketin iflas etmesinden kendisini korumak istemez ki? Ancak paradoksal olarak, neoliberalizm sermaye ile işçi sınıfı arasındaki mücadelede kredi alanında yeni bir boyut açtı. Yüksek faizli morgıçlardan öğrenci kredilerine, kredi kartlarına, 401(k) emeklilik yönetimi şemalarına kadar bütün bir kredi araçları ve spekülatif yatırımlar seti, ABD işçi sınıfına sunuldu. İşçiler, kolektif güçlerini belirgin ücret artışları, emeklilik garantisi veya sağlık hizmeti elde etmek için işlerine yansıtamamaları onları finansal alana genişlemek zorunda bıraktığı için bunları kullandılar. Sözde refah devletinin çözülüşü ile birlikte, ABD’de işçiler kendi yeniden üretimlerinde daha fazla payı, tam da reel ücretleri düşerken ödemek zorunda kaldılar (barınmadan sağlığa ve eğitime). İşçiler bu yeniden üretim gerekliliklerine kredi sistemi üzerinden erişmeyi talep eᦧ䝙iler. Sermayenin biriken değeri krediler sunarak işçilerle “paylaşmasının” bir bedeli vardı: İşçilerin yeniden üretim yollarına (ev, otomobil, eşya vb.) erişme arzusu kapitalistlerin birikim arzularına paralel olmalıydı. “Finansallaşma” basitçe bir sermaye komplosu değildir; kendisi de sınıf mücadelesinin bir süreci ve ürünüdür. Doğru, işçilerin kendi yeniden üretim koşullarına yönelik saldırıya verdikleri yanıᦧ䝙a ihtiyaç önemli bir unsur fakat ihtiyaç olmaksızın aracı da olmaz. Kredi sistemine giriş işçiler için cennet değil elbeᦧ䝙e. Borçlanma ve eşlik eden faiz ödemeleri ücretler üzerinde kimi zaman çok ciddi olabilen bir baskı oluşturuyor ve kredi işçileri gayrimenkul ve borsaya bağlıyor. Ancak, işçilerin kira artışı endişesi olmadan bir eve sahip olmak ve mülk sahibi morgıcını ve vergilerini ödemek için “başkasının parasını kullanabilmesi”, metanın yol açtığı (gerçek veya muhayyel) arzuyu bugün tatmin edebilmesi, gelecekte daha yüksek ücretler sağlayabilecek eğitime erişebilmesi ve çoğunlukla ABD’de 10/27 yaşamanın bir özelliği olan yalnız ortamın içinde daha geniş bir iş ve sosyal iletişimi mümkün https://dunyadanceviri.wordpress.com/2014/12/27/umutvaatedicinotlarkrizdenmusterekleremidnightnoteskolektifivedostlari/ 26.03.2016 Umut vaat edici notlar: Krizden müştereklere – Midnight Notes Kolektifi ve dostları (2009) – Dünyadan Çeviri yaşamanın bir özelliği olan yalnız ortamın içinde daha geniş bir iş ve sosyal iletişimi mümkün kılan bir otomobile sahip olabilmesi önemli bir kazanım. Bu tehlikeli işçi sınıfı stratejisi, kolektif refahta paylaşmak için kredi sistemini kullanmakla borç köleliği arasında salınıp durdu. ABD işçi sınıfı, kolektif bir şekilde ama ne “bilinçli” ne de koordine olarak (kapitalist toplumda olan birçok şey gibi), neoliberalizmin herkesi “rasyonel ekonomik” ajanlara dönüştürme vizyonunu, Bush yönetiminin “mülk sahipleri toplumu” retoriğini gerçeğe dönüştürerek sistemin aleyhine çevirdi. Bu şekilde, üstü örtülü olarak borçlarını ödememe tehdidinde bulunarak (örneğin anahtarı posta kutusunda bırakıp çekip gitmekle) sistemi krize soktular. Daha önce belirtildiği gibi, bankaya 100 dolar borcunuz var ve ödeyemiyorsanız başınız derᦧ䝙e demektir; fakat bankaya 1.000.000 dolar borcunuz var ve ödeyemiyorsanız, bankanın başı derᦧ䝙e demektir. Burada söylenmeyen şey ise, 1.000.000 kişinin hepsinin bankaya 1000 dolar borcunun olması ve ödeyememesi durumunda bankanın başının yine derᦧ䝙e olacağıdır! Finansallaşma, sermayeye sınıf mücadelesinin yol açtığı belirsizliklere karşı bir kalkan sağlayacaktı fakat finansallaşma ile sermaye, işçi sınıfını sinesine davet etmiş oldu. Finans kapitalin denklemin her iki tarafında da oynama girişimi (örn. mücadeleden korunmanın bedelini sermayenin ödemesi ve aynı zamanda bu mücadelenin “ehlileştiği” zannedilen aracılarını da finansal makineye dâhil etmek) günümüz krizinin temellerinden biridir. Doğru, işçi sınıfının toplam borçtaki payı kayda değer olsa da, ABD şirket veya devlet borcundan çok daha küçüktü. Ancak niteliği farklıydı. Şirket borcu sınıf içi, ulusal borç her sınıfın fakat işçi sınıfının borcu sınıflar arası ve muhtemelen en yüksek gerilimi oluşturuyor. (6) Finansallaşmanın bu ikili karakteri daha önce krediye erişimden dışlanmış olan işçilerin (siyahlar, Latinler, yeni göçmenler, bekâr kadınlar ve yoksul beyazlar) morgıçlar, öğrenci kredileri ve kredi kartlarının tılsımlı dünyasına girme mücadelesi ile yoğunlaştı. Finansal sermaye 21. yüzyılda, daha önce sadece tefeci ve rehincilerden en ağır koşullarla borç alabilen bu yeni kreditörlere belirgin bir şekilde açıldı. Ev, araba, eşya ve daha iyi maaş veren bir iş için yasal hak talebine sahip olabilme arzularına yanıt verdi. Ama zehirli haplar karşılığında: faiz ödemesi üç yıl içinde balon gibi şişecek yüksek faizli morgıçlar, faiz oranları tefeci seviyesine yakın kredi kartları, mezuniyeti ücretli köleliğe dönüştürecek öğrenci kredileri. Bu işçilerin neoliberal düzene dâhil edilmek için baskısı (örn. kişinin sosyal refaha yalnızca bireysel temelde ve ücret dışı gelir üzerinden erişebilmesi) sermayeden 21. yüzyılın ilk yarısında olumlu bir yanıt altı. Bu, kredi sisteminin destabilizasyonunun başlangıç noktası oldu. Yukarıda, 5 ve 6. maddede sözü edilen, kredi sirkülâsyonunun işçi sınıfına doğru derinleşmesi ve genişlemesi, bir “mücadele” olarak adlandırılabilir mi? Böyle bir formülasyon, hikâyenin sonu düşünüldüğünde (milyonlarca haciz ve iflas vb.), pek tabi sorgulanabilir. Fakat ev sahiplerini hacizden “kurtaracak” yasal düzenlemeler için mücadelelerin yanı sıra, ödemenin ve iflasın koşullarına (işçilere uzanan) ilişkin bir mücadele olduğuna kuşku yok. Birçok sağ görüşlü, bu “kredi devrimini” krizin sebebi olarak gösteriyor, çünkü kutsal kredi odasına çok fazla sayıda “hak etmeyen” alınmıştı. Fakat bu, siyah işçilerce 1960’larda “redlining” uygulamasına ve diğer kredi ayrımcılığı biçimlerine karşı başlaᦧ䝙ıkları gerçek mücadeleyi geçersizleştirmiyor. Hepsinden öte, borçluların mücadelesi, antik dönemlerden bu yana sınıf tarihinin analizinin geleneksel olarak temeli olmuştur. Neden 21. yüzyılın sınıf analizinin dışında bırakılsın ki? Mücadelenin bu altı anına bir “fiyat etiketi” yapıştırmıyoruz. Diğer birçok konjonktürel https://dunyadanceviri.wordpress.com/2014/12/27/umutvaatedicinotlarkrizdenmusterekleremidnightnoteskolektifivedostlari/ 11/27 26.03.2016 Umut vaat edici notlar: Krizden müştereklere – Midnight Notes Kolektifi ve dostları (2009) – Dünyadan Çeviri Mücadelenin bu altı anına bir “fiyat etiketi” yapıştırmıyoruz. Diğer birçok konjonktürel etmenin yanında, birlikte 2008’de tarihsel boyutlarda bir kriz meydana getirdiler. Neoliberalizmin Ücret ve Savaş doktrinlerinin, Küreselleşmenin, Yeni Çitlemelerin, Finansallaşmanın ve İçerme Krizinin birlikte başarısızlığı, yalnızca ekonomik “düşüş” başlatmakla kalmadı, bunların nedeni olan mantıksal çelişkiler de mevcut düşüşü (gerilemeyi, çn) gerçek bir krize dönüştürüyor. Yakın gelecekte bir “iyileşme” olasılığı (GSMH artışları ile ölçülen) var fakat çelişkilerin derinleşmesi ve başarısızlıkların yoğunlaşması ile kapitalizm “tarih” olabilir. 3a. Sermayenin Kriz Fırsatına Acil Yanıtı Bu kriz, sermayeye üç yönden fırsat sundu: (i) finans kapital ile sistemin geri kalanı arasındaki güç ilişkisini yeniden düzenleme, (ii) ABD işçi sınıfının finans sistemindeki borçlu ve oyuncu olarak yeni rolünü disipline etme ve (iii) “borç krizinin” bir uyanışı üzerinden Üçüncü Dünya’da çevresel talanın, ücret kesintilerinin ve toprak istimlâklerinin meşrulaştırılması. Her birine tek tek bakalım: (i) Finans Kapitalin Istırabı mı Yoksa Rönesans’ı mı? Bu kriz, bir finans krizi olarak başlıyor (örn. borçların anaparasını veya faizini geri ödeyememe veya büyük ölçekte kaybedilen bahisleri ödeyememe). Birçok krizin finansal yönü olmasına rağmen, bunun sistemin kaderini temelinden zorlayan bir kriz olduğu açık. Çünkü sermayenin sektörleri ve fazları arasındaki düzen ve hiyerarşide esaslı bir dönüşümü kaçınılmaz kılıyor. Kriz, çöküşü ile büyüklü küçüklü endüstri, ticaret ve hizmet şirketlerinin günlük işlemlerini riske sokan finansal pratiklerin (özellikle de Teminatlı Borç veya Morgıç Yükümlülükleri, Yapılandırılmış Yatırım Araçları, Kredi Borcu Takas Sözleşmeleri, her türden kredi türevleri ve belki de offshore bankacılık – titre İsviçre!) birçoğunu tamamen durdurma veya en azından acımasız düzenlemeler getirme konusunda bir fırsat mı (finans sektörünün devleᦧ䝙en talep eᦧ䝙iği sermayenin devasa miktarı karşılığında) olacak? Yoksa finans kapital, borcunun devlet tarafından kendi şartlarına göre teminat altına alınmaması halinde borç musluğunu kapatma ve kredi sistemini durdurma tehdidi ile sistemin geri kalanını rehin mi alacak? Bu çelişkinin bir yansımasını, yüksek hükümet kademelerinde büyük çok amaçlı bankalar (Citigroup), sigorta şirketleri (AIG) ve haᦧ䝙a yatırım evleri (Bear Stearns) konusunda var olan neredeyse hemfikir (Bush yönetiminden Obama yönetimine kadar) desteğe karşı, “Üç Büyük” otomotiv üreticisinin “kurtarılması” konusundaki çatışmada görüyoruz. AIG için hemen gözden çıkarılan milyarlara kıyasla görece küçük olan bir meblağ konusundaki muazzam çelişki – ve şimdi GM’den ve Chrysler’dan talep edilen potansiyel olarak ölümcül şartlar – finans kapitalin halen devletin en üst kademelerinde el üstünde tutulduğunun göstergesi. Fakat bu, kapitalizmin ayakta kalması halinde, iki kutup arasında bir yirmi birinci yüzyıl karmasına gidecek uzun süreli bir mücadelenin yalnızca ilk raundu: (a) finans sektöründen elde edilen sermayenin, “yeşil enerji” projeleri (rüzgar türbinlerinden Temiz Kömür teknolojilerine ve nükleer enerji tesislerine kadar) ve biyoteknoloji alanlarında yeni bir yatırım dalgasına yönlendirildiği, finansal inovasyonlara çok katı yasal düzenlemeler dayatılan bir rejim ya da (b) finans sektörünün bir zaferi, ABD’nin nihai “sanayisizleşmesi” ve bir balonlar ve çöküşler rejimi ile evrensel bir uzlaşma. İlk kutup, İngiltere’de Güney Denizi Balonu’nun ardından 1720 “Balon Yasası” ve Fransız https://dunyadanceviri.wordpress.com/2014/12/27/umutvaatedicinotlarkrizdenmusterekleremidnightnoteskolektifivedostlari/ 12/27 26.03.2016 Umut vaat edici notlar: Krizden müştereklere – Midnight Notes Kolektifi ve dostları (2009) – Dünyadan Çeviri İlk kutup, İngiltere’de Güney Denizi Balonu’nun ardından 1720 “Balon Yasası” ve Fransız burjuvazisinin 1720 Mississippi Balonu’nun ardından altına geri dönmesinden ABD’de borsanın 1929’daki çöküşünden sonra Glass Steagall Yasası’na kadar, önceki yoğun “finansallaşma” ve spekülasyondan kurtulma dönemlerini andıran bir sonucu anlatıyor. Bu Keynesçiliğe bir geri dönüş ama “yeşil” karakteristiklerle ve varlıkları ABD ve Batı Avrupa’daki işçiler tarafından kapitalistlere sürekli tehdit olarak kullanılmış nükleer‑ silahlanmış komünist ülkeler olmadan. İkinci alternatif, cehennemvari önermesi ile neoliberal kapitalizmde finans sektörünün hegemonyasına uygulandığında, Margaret Thatcher’in parolası olan “Başka Alternatif Yok”un bilinçsiz antikapitalist yanını acı bir şekilde kabul eden bir sonucu anlatıyor: piyasa, giderek daha kısa balon, patlama ve bunalım çevrimlerine neden olsa da, gezegendeki kaynakları tahsis etmenin en iyi (ve tek) yoludur. 21. yüzyılın başındaki ABD, kayda değer bir imalat veya tarımsal temel olmaksızın var olan (bu kısmı işbölümünde Çin’e ve diğer ucuz emek ülkelerine bırakan) 20. yüzyıl sonu İngiltere’si olabilir mi? Yani ya finans sektörü “ulusallaştırılacak” ya da ulus “finansallaştırılacak” (veya ikisinin bir kombinasyonu). Her iki alternatif de eşit ölçüde imkansız görünüyor. Sahada krizi kapitalizmden çıkış için bir yol bulmak üzere kullanabilen başka bir güç olmadığı müddetçe, sanayi temelini (geniş bir “yeşil” sektörle) canlandıracak bir Keynesçiliğe ve finans kapitalin maceralarını yeniden meşrulaştıracak reforme olmuş bir başka neoliberalizm raunduna dair vehimler oluşturulacaktır. Kısa vadede, Keynesçi ve “yeşil” politikaların önü açılacak – belki de mevcut kriz bağlamında sermaye hareketlerinin düşük olması (ki bu durumda uzatmalı Keynesçi politikaların uygulanabilir olmadığı) gerçekliğinin de yardımıyla. Bazı düzenlemeler getirilecektir ve kesinlikle balonlar ve çöküşler rejimi ile bazı uzlaşmalar (krizin derinliğinden sonra) yapılacaktır. (ii) Borçlular olarak ABD’li İşçiler Karl Marx, 19. yüzyılın büyük antikapitalist analisti, finans kapitali sadece kapitalistlerle ilişkili olarak gördü. 1860’larda şu özlü görüşleri kaleme aldı: “Faiz, kapitalist ile işçi arasında değil, iki kapitalist arasındaki bir ilişkidir.” Yani, faiz, borçlanılan paraya dayalı olarak finans kapitaliste ödenen bir gelir olarak görülür. Borcun faiziyle nasıl geri ödeneceği konu dışıdır. Faiz mantıksal olarak üretim sürecinden bağımsızdır (Marx için sistemde bir yerde işçilerin sömürülmesine hayati şekilde bağlı olsa da). Bizler için en kritiği ise, Marx’ın işçiler asla borç almaz ve faiz ödemezmiş gibi yazmış olması. Bu önemli, çünkü kredi sistemi kapitalist bir müşterek gibidir. Çünkü kapitaliste (veya kapitalist denilebilecek kişiye) “başkalarının sermayesi ve mülkü üzerinde, belirli sınırlar dahilinde mutlak kontrol ve bunun üzerinden de başka insanların emeği üzerinde kontrol imkanı verir.” Sahibi ile bağlantısı kesilen değer, soyut da olsa, erişime sahip olanlara muazzam bir güç sağlayan müşterek bir kaynak havuzu haline gelir. Bu güç işçilerle paylaşılmıyordu, en azından 19. yüzyılda. Marx, kapitalizmin geleceği konusunda birçok konuda haklıydı fakat mülksüz ama ücretli işçi sınıfının finansal sisteme absorbe edilmesini göremedi. İşçilerin borcuna baktığında, yalnızca tefecileri görüyordu. İşçiler, finans kurumlarından borç almak için teminat gösterebilecekleri neredeyse hiç mülke sahip olmadıkları ve bankalarda mevduat olarak kullanılacak hiç tasarrufları olmadığı için, finans dünyasında asla önemli doğrudan oyuncular değildiler. Aslında, 19. yüzyılda birçok karşılıklı yardım ve kredi birliği organizasyonu türedi çünkü bankalar ve diğer finans kurumları kendi müşterilerinin yalnızca kapitalistler (büyüklü küçüklü) olduğunu düşünüyorlardı veya işçiler zar zor kazandıkları tasarrufları finans https://dunyadanceviri.wordpress.com/2014/12/27/umutvaatedicinotlarkrizdenmusterekleremidnightnoteskolektifivedostlari/ kapitalistlere teslim etmeye pek kuşku ile bakıyordu. Artık bu durum geçerli değil. İşçilerin 13/27 26.03.2016 Umut vaat edici notlar: Krizden müştereklere – Midnight Notes Kolektifi ve dostları (2009) – Dünyadan Çeviri kapitalistlere teslim etmeye pek kuşku ile bakıyordu. Artık bu durum geçerli değil. İşçilerin emeklilik fonları sistem için devasa bir sermaye kaynağı ve borçları ABD’deki toplam borçlulukta büyük bir payı oluşturuyor (hane borçluluğu ABD’deki toplam borcun yüzde 30’u). Sonuç olarak, 21. yüzyılın finansal krizi konusunda konuşacaksak, kapitalistler arası çatışmanın yanı sıra sınıflar arası çatışmadan da söz etmemiz gerekiyor. Önceki bölümde not edildiği üzere, neoliberal düzende işçiler kredi sistemini ücret dışı gelir alemine girmek, daha önce yalnızca kapitalistlerin ayrıcalığı olarak görülen değer müştereğine erişim sağlamak için kullanıyorlardı. Bunu yaparak, sermayeye kolektif bir tehdit ve fırsat oluşturdular. Soru şuydu: Sermaye, 21. yüzyılda, kredi sistemine kapsamlı bir işçi sınıfı katılımı olmaksızın yapabilir mi? Sermaye, “taksitli yaşam” öncesi günlerine geri dönebilir ve krediyi yeniden sadece kapitalistlere özel alan haline getirebilir mi? Finansallaşmanın yukarıda analiz eᦧ䝙iğimiz iki yüzlü karakteri kolayca “düzeltilemeyeceği” için, kesin bir evet veya hayır yanıtına şüpheyle yaklaşanlar çok. İşçi sınıfının ücret mücadelesine geri dönmeden metalar, evler ve eğitim değerine kredi üzerinden erişimini tamamen (veya farklılaştırarak bile) engellemek, sınıf mücadelesinde kabul edilemez seviyelere davetiye çıkarabilir; fakat makineyi işçi sınıfının krediye kriz öncesi ile aynı erişim seviyesine sahip olacağı şekilde yeniden başlatmak, kısa sürede aynı döngünün ve mücadelenin başka bir tekrarına davetiye çıkarabilir. Bu elbeᦧ䝙e kapitalistlerin ikilemi ve bunu çözmek için akla karayı seçiyorlar. Ancak bu süreç sadece sermayenin karar verebileceği basit bir süreç değil; sonuç büyük oranda esrarengiz bileşenin, küresel işçi sınıfının eylemlerinde yatıyor. Bu ikilem Marx’ın kredi sisteminin “ikili karakteri” üzerine uzun zaman önce yaptığı gözlemi vurguluyor: “İlk rol, kapitalist üretimin itici gücü olan, başkalarının emeğinin sömürülmesi üzerinden zenginleşmeyi en ileri boyutlara ulaşmış bir kumar ve sahtekârlık sistemi haline gelene kadar geliştirmek ve toplumsal zenginliği sömüren azınlığın sayısını daha da azaltmaktır. İkinci rol ise yeni bir üretim tarzına geçiş biçimini oluşturmaktır.” İşçilerin, kendisi de aynı ölçüde devasa bir kumar ve dolandırıcılık sistemine gömülü olmasına rağmen, kendi sınıfları tarafından üretilmiş olan birikmiş refaha kredi sistemi üzerinden erişmeye yönelik artan talebi de, yeni bir üretim tarzına geçişin tohumlarını barındırır. (iii) ABD ve Batı Avrupa Dışında Kriz: IMF ve Dünya Bankasının Geri Dönüşü Borcun sınıf mücadelesinde bir silah olarak önemi yeni değil. Afrikalı köylüler ve Güney Amerikalı fabrika işçilerinin, ülkelerinin diktatör hükümetlerince reel faiz oranlarının düşük (haᦧ䝙a kimi durumlarda negatif) olduğu 1970’lerde kendi arkalarından pazarlığı yapılan değişken faiz oranlı borçlar nedeniyle devasa borçların altında kaldığı 1980’lerin başındaki “borç krizinde” en açık şekilde görülmüştü. Ancak 1979’da faiz oranları fırlayarak köylüleri ve fabrika işçilerini ellerinde ülkelerinin GSMH’sinden kat kat yüksek borçlarla ortada bıraktı. Bu, eski borçlara çok yüksek faizler bindirerek ve eski borçları ödemek için IMF ve Dünya Bankası’ndan bu hükümetlerin Yapısal Uyum Programları’nı benimsemesi şartıyla alınan yeni borçlarla Afrika, Güney Amerika ve Asya’dan devasa bir artı değer miktarını sıkıp çıkarmayı mümkün kılan 1980’lerin başındaki “borç krizi”nin nedenlerinden biriydi. Yapısal Uyum Programları, daha önce kapalı olan ekonomileri dışa açık hale getirdi, hedef ülkelerin işçi sınıflarını ciddi şekilde zayıflaᦧ䝙ı ve ABD’li, Batı Avrupalı ve Japon kapitalistlerin işçilere, topraklara ve hammaddelere aşırı derecede düşük maliyetlerle erişmesine imkan verdi. Bunlar, “küreselleşme” denilen şeyin temeliydiler ve IMF ve Dünya Bankası, “serbest ticaret” kurallarıyla ödeme yapmayı ret tehdidinde bulunan ülkelerle görüşerek küreselleşmenin merkezi denetim ajansları oldular. 1997 Asya finans krizi sonrasına dek, 1980 ve 90’larda https://dunyadanceviri.wordpress.com/2014/12/27/umutvaatedicinotlarkrizdenmusterekleremidnightnoteskolektifivedostlari/ 14/27 barınmayı ve borsa çöküşlerini finanse edecek sermaye akışının çoğunu Yapısal Uyum 26.03.2016 Umut vaat edici notlar: Krizden müştereklere – Midnight Notes Kolektifi ve dostları (2009) – Dünyadan Çeviri barınmayı ve borsa çöküşlerini finanse edecek sermaye akışının çoğunu Yapısal Uyum Programlarının hakim olduğu eski Üçüncü Dünya ülkeleri sağladılar. Sonrasında bu işi neredeyse tek başına Çin yapacaktı. Bunların tümü 1980’lerin ortasından 2000’lerin başına kadar muazzam bir mücadele karşısında yaşandı. IMF, Dünya Bankası ve ABD ile Batı Avrupa ülkelerini borçları yeniden müzakere etmeye ve haᦧ䝙a silmeye zorlayan silahlı devrimlerin yanı sıra, gezegende gerçekten de yüzlerce IMF karşıtı ayaklanma oldu. Yapısal Uyum Programlarına karşı yürütülen mücadeleler, Chiapas’tan Washington’daki IMF ile Dünya Bankası merkezlerinin sokaklarına uzanarak uluslararası hale geldi. Dahası, 21. yüzyılda petrol ve emtia fiyatlarının yükselişinden beri, IMF ve Dünya Bankası, önceki “müşterileri” (daha doğru bir ifadeyle önceki ameleleri) tarafından dışlanıyor. Bu durum, kendi eski borçlarının büyük kısmını ödeyebilmiş olan ve/veya IMF ve Dünya Bankası Yapısal Uyum Programları çerçevesi dışında kredi çeken (örneğin Arjantin’in Venezüella’dan kredi alması) Cezayir, Nijerya ve Endonezya gibi birçok petrol üreticisi ülke için özellikle doğru. Toplam dış borç birçok ülke için azalmamasına rağmen (haᦧ䝙a arᦧ䝙ı) IMF ve Dünya Bankası’nın tekel konumu ortadan kalktı ve ülkelerin bu ajansların gaddarca “önerilerini” boş vermesini mümkün hale getirdi. Ancak kriz, alternatif fonlama kaynaklarını kurutarak güç ilişkilerini bir kez daha değiştirebilir (örn. Venezüella hükümeti, bu durumda iflasa yakın olan bir Güney Amerika ülkesine borç vermeyi güç bulacaktır). Sonuç olarak, küresel açıdan borç almak için başvurulacak son kapı olarak IMF ve Dünya Bankası’nın gücünde, bu gücün getirdiği tüm iktidarla birlikte, bir yeniden canlanma olasılığı olacaktır. Birçok ülkenin dış borcu ise bitmekten çok uzak ve krizin baskısı altında dramatik şekilde artacak. Haᦧ䝙a, G‑20 hükümetleri IMF rezervlerini 1 trilyon dolar artırma konusunda anlaşmaya vardılar ve IMF Yapısal Uyum Programına benzer koşulları, iflas etmiş sayısız Doğu Avrupa ülkesine halihazırda dayatmış bulunuyor. Yapısal Uyum Programlarına geri dönmek, tarihi bir yenilgi olacak ve yeni bir neo‑kolonyalizm dalgasına davetiye çıkaracaktır. [IMF ve DB dönemine] Geri dönüş araçlarından biri, kapitalist rejimlerin zorla büyümesine ekolojik bir sınır koyan küresel ısınma. Olağan kuzeyli oyuncular (Dünya Bankası dahil) gözü pek bir şekilde Kuzey’de emisyonların nedenlerini ortadan kaldırmak yerine Güney’de küresel ısınmaya karşı dehşet verici “çözüm” serilerine yatırım yapıyorlar. Tarımsal yakıtlar (genetiği değiştirilmiş soya, Afrika palmiyesi, şeker kamışı, jatrofa ve yakın gelecekteki her türden GDO canavarlıkları), güneyli çiftçileri bugüne kadarki en büyük çitlemelerle tehdit ediyor. Arjantin’in ekilebilir topraklarının yarısı halihazırda GDO’lu soya dolu “yeşil çöl”. Paraguay ve Brezilya’dan hiç söz etmiyoruz bile. Endonezya ise ormanlarının çok büyük kısmının yerini ise Afrika palmiyesi aldı ve artık Kolombiya’daki Afrika kökenli topluluklara saldırıda kullanılıyor. Hindistan bir milyon hektardan fazla jatrofa planlıyor (bunun anlamı birçok köylünün topraktan sökülüp atılması demek). Ve Nijerya, Nijer Deltası’ndaki petrol ve toprak mücadelelerine karşı endüstriyel tarımdan söz ediyor. Kriz, bir yandan eğitim, sağlık ve sosyal hizmetleri halihazırda tahrip etmiş olan kemer sıkma programlarını (yeniden) devreye sokarken, diğer yandan Dünya Bankası ile IMF’nin eline Üçüncü Dünya ekonomilerini böyle daha da çok projeye açma konusunda daha fazla güç verecek. Örneğin, karbon ticareti Kuzey’in Güney’de barajları ve diğer “büyük” geliştirmeleri finanse ederken kirletmeye devam etmesine izin verecek. IMF ve Yapısal Uyum Programları ve “geliştirmeler” üzerinde, “küresel güney”, daha yüksek ücretler istemeye başlamış olan Çinli15/27 https://dunyadanceviri.wordpress.com/2014/12/27/umutvaatedicinotlarkrizdenmusterekleremidnightnoteskolektifivedostlari/ 26.03.2016 Umut vaat edici notlar: Krizden müştereklere – Midnight Notes Kolektifi ve dostları (2009) – Dünyadan Çeviri “geliştirmeler” üzerinde, “küresel güney”, daha yüksek ücretler istemeye başlamış olan Çinli işçilerin yerini almasa bile tamamlayıcı olmaya hazır hale getirilecek. Bunu kapitalistlere vermek zorundasınız. Her şeyden çıkar sağlamaya çalışırlar, dünyanın sonundan bile! 3b. İşçi Sınıfının Krize Yanıtı Bu krizin gizemlerinden biri, işçilerin krizin ABD’deki ciddi etkilerine karşı geciken ve dağınık tepkisiydi. ABD’de çok az eylem finansal ve ekonomik krizi doğrudan muhalefetinin hedefi yaptı (örn. Washington’da krizin sonuçlarını protesto eden hiç büyük gösteri olmadı). Bank of America’nın işverenlerinin bankası olması ve fabrikayı açık tutacak krediyi vermemesi gerçeğini gündeme getirerek kıdem tazminatlarını talep eden ve alan işçiler tarafından gerçekleştirilen Republic Window and Door tesisindeki fabrika işgalini gösterebiliriz. Çok geniş bir alanda çitleme karşıtı eylemler ve organize oturma eylemi girişimleri oldu: Boston City Life’ta bankaların zorla tahliyelerine karşı blokajlar oldu; LA’de IAF bankalarla kolektif pazarlık için bir grup oluşturdu; Miami bölgesinde “Take Back the Land/Toprağı Geri Al” hareketi ipotekle mühürlenmiş veya terk edilmiş banliyö evlerini, evinden edilmiş ailelerin yaşaması için işgal ediyor; ACORN San Francisco Bay’de ve diğer alanlarda hacizlere karşı direniş örgütlemede aktif. Her şeye rağmen, bu eylemlerin sayısı ile krizin derinliği arasında bir dengesizlik var. Obama’nın seçim kampanyası kuşkusuz ki çok muazzam bir politik enerjiyi absorbe eᦧ䝙i ve sokaktan seçime yönlendirdi. Krizden devrimci olmayan bir çıkış sunarak “orta sınıf” dediği çok geniş bir alana hitap eᦧ䝙iği açık. Adaylığı sistemin kısa dönem şansı için başarı sağladı ve yakın gelecekte de değerli bir zaman kazandırdığı kesin. Ancak çok büyük işçi sınıfı fedakarlıkları olmadan kapitalizmi canlandırma konusunda verdiği cüretkar ümitlerden sonra birikim makinesini çalıştırmada başarısız olması halinde bunu izleyecek olan tehdit halen geçerliliğini koruyor. Fakat geçtiğimiz yıl krize sebep olan spekülatif finansal mekanizmanın parçası olarak yaşanan gıda ve enerji fiyatlarındaki fırlamaları protesto başlığı altında dünya çapında işçi sınıfı eyleminde muazzam bir yükseliş yaşandı. Çin’de krizin en önemli momentlerinden birinin başlangıcını görüyoruz: Çin işçi sınıfı, sermaye bunu emreᦧ䝙iğinde şehirleri terk ederek özelleştirilmiş kıra geri dönecek mi? Avrupa’da insanlar krize özellikle güçlü ve hızlı bir yanıt verdiler, özel olarak da Güney periferide (İtalya, İspanya ve Yunanistan) ve Kuzey periferide (İrlanda, İzlanda, Letonya). İtalya’da üst üste gelen ve genel grevlere evrilme eğilimindeki grev dalgaları, ülke çapında milyonlarca işçiyi mobilize eᦧ䝙i. Spekülatif barınma ve inşaat balonunun hızla çözülerek büyük bir toplumsal altüstlüğe sebep olduğu İspanya’da, uluslararası finans sisteminin çökmesini önleyecek destekler için Washington’da düzenlenen G20 toplantısına tepki olarak 15 Kasım’da (2008) ülke çapında bir protesto gerçekleştirildi. Banka çalışanları da BBVA Bank’ın ana şubesinde bir işgal eylemi düzenlediler. Ve Lehman Brothers’ın çöküşü sonrasındaki günlerde, “Robin Bank”, özgürlükçü toplumsal hareketlere vermek üzere 38 İspanya bankasından yarım milyon avroya yakın para çaldığını duyurdu. Yunanistan’da Alexis Grigoropoulos’un polis tarafından katledilmesini takiben kitlesel https://dunyadanceviri.wordpress.com/2014/12/27/umutvaatedicinotlarkrizdenmusterekleremidnightnoteskolektifivedostlari/ 16/27 26.03.2016 Umut vaat edici notlar: Krizden müştereklere – Midnight Notes Kolektifi ve dostları (2009) – Dünyadan Çeviri Yunanistan’da Alexis Grigoropoulos’un polis tarafından katledilmesini takiben kitlesel ayaklanmalar ve protestolar patlak verdi ve daha önce iki büyük sendika tarafından çağrısı yapılmış olan grevle de birleşti. Genç işsizliğinin, dünya ekonomik krizinin hissedilmeye başlanması öncesinde bile kimi bölgelerinde yüzde 70’e yaklaştığı bir ülkede, günlere yayılan büyük bir toplumsal ayaklanmaya dönüştü. Daha önemlisi, bu üç ülkenin tümünde, çok kısa bir zamanda ortak bir slogan ortaya çıktı: “Sizin krizinizin bedelini biz ödemeyeceğiz”. Yunan mücadelesinden bir bildiride de söylendiği gibi: “Artık hiçbir şey eskisi gibi olmayacak.” Bu slogan, krizin Yunanistan’da ve ötesinde yoğunlaştıracağı aşağılama, sömürü ve dışlama koşulları karşısında bir nevi isyanı ifade ediyor. İzlanda, İrlanda, Fransa, Letonya, Bulgaristan ve bir dizi başka Avrupa ülkesi kitlesel gösterilere, ayaklanmalara, düşen hükümetlere ve onlarca yıldır suskun olan antikapitalist hareketlerin canlanışına şahit oldu. 4. Krizde Müştereklerin Oluşumu: Aynı Tabaktan Tek Kaşıkla Yemek Mücadeleler yayılıyor ve ABD’de yakın zamanda krizin sonuçlarına karşı açık mücadeleler patlak verecek. Bir finansal kriz olarak başlayan ve ekonomik krize dönüşen şey, yakında “siyasal kriz” olarak adlandırılmaya başlanacak. Kapitalistlerin iki büyük müşterek olan emeği ve gezegenin ekosistemini “yönetimleri” ile yaraᦧ䝙ıkları sefil yıkım, artık kimsenin özel olarak sorumlusu olmadığı “ortak trajedi” olarak görülmeyecek ve kapitalist sınıfı bütün olarak gayrimeşrulaştıran bir olgu olmaya başlayacak. Bu krizler, el koymaya yetecek sermayesi olan (veya varmış gibi davranmayı becerebilen) herkesin kârı için kullanılabilecek veya istismar edilebilecek emeğin ve gezegen ekosisteminin ortak kaynaklar olduğu varsayımına dayandırıldılar. Kapitalist sınıf, üretim ve geçim yollarımızı oluşturan ortak kaynak havuzunu sonunda zarar yaratmadan kontrol edememekte. Daha iyisini kim yapabilir? ABD’deki birçok işçi bugün bu iddiayı sergileyemese ve kurtuluş için kendi patronlarına baksa da, mücadelenin mantığı ne yapılması gerektiğini gösteriyorsa onu söylememiz gerekiyor. Bırakalım bize Thomas Paine’in Common Sense’deki sözleri yol göstersin. Paine, önceki bir devrimci kriz döneminde, Bağımsızlık İlanı öncesi günlerde bağımsızlık yanlısı olan neredeyse herkesin yayınlandığını, tek meselenin zamanlama olduğunu söylüyordu: “Doğru zamanı bulmamız gerekiyor” diyorlardı. Paine’in yanıtı “Zaman bizi buldu!” oldu. Kriz görmeye gözü olan herkese, devlet ile piyasanın yaşamlarımız için güvenilir bir yeniden üretim sunma iddiasında kesinlikle başarısız olduğunu gösterdi. Kapitalistler, kesin bir şekilde (bir kez daha) sermayenin anavatanında bile asgari güvenlik koşullarını sağlayamadıklarını ispatladılar. Fakat nesiller boyu üretilen refahı rehin tutmaya devam ediyorlar. Bu emek havuzu geçmişte ve şu an bizim müşterek değerimizdir. Onu özgürleştirmemiz gerekiyor, ondan mahrum bırakılmış herkesi bir araya getirerek, ilk önce hala kendine ait “kırk akre ve bir katır” veya eşdeğerini bekleyen İlk Amerikan Uluslarının halklarından ve kölelerin torunlarından başlayarak refahı yeniden ele geçirmeliyiz. Ayrıca yaşamın ve toplumsal işbirliğinin, piyasa ve kar sisteminin ötesinde, hem üretim hem de yeniden üretim alanında alternatif formlarını inşa etmemiz gerekiyor. Yaşamlarımızın bütünlüğü, yapıp eᦧ䝙iklerimizin bütünlüğü duygusunu yeniden kazanmamız ve kapitalizmin bizi teşvik eᦧ䝙iği şekilde, eylemlerimizin sonuçlarına karşı sistematik bir sorumsuzluk halinde yaşamaya son vermemiz gerekiyor: bir başkasının yemeği, ciğerlerini dolduran duman veya herkesin atmosferindeki https://dunyadanceviri.wordpress.com/2014/12/27/umutvaatedicinotlarkrizdenmusterekleremidnightnoteskolektifivedostlari/ 17/27 26.03.2016 Umut vaat edici notlar: Krizden müştereklere – Midnight Notes Kolektifi ve dostları (2009) – Dünyadan Çeviri gerekiyor: bir başkasının yemeği, ciğerlerini dolduran duman veya herkesin atmosferindeki karbondioksit olacağından şüphe etseniz bile bir kere bile düşünmeden tonlarca çöp atmak/yaratmak gibi. Bu, her mücadeleye getirebileceğimiz anayasal bakış açısıdır. Bir devlet tasarımını anlatan bir belge değil “anayasadan” kastımız, bir müşterekler anayasası. Örneğin müşterek kaynaklarımızı nasıl paylaşacağımıza karar verirken kullanacağımız kurallar gibi. Amerikan yerlileri gibi, bir tabaktan tek kaşıkla kolektif şekilde yemek için, kaşığı ne zaman kimin alacağına karar vermemiz gerekiyor. Bu her müşterek için böyle, çünkü bilinçli şekilde oluşturulmuş bir müşterek tasarrufu olmayan bir müşterek olamaz. Bu ise, sınıf mücadelesinin her bağlamı için, her seferinde durumu sermaye aleyhine çeviren bir vizyon oluşturacak bir amaçlar kümesi oluşturmamız gerektiği anlamına geliyor. Öncelikle, müştereklerimizi oluştururken kurallarımızı neyin ihlal edeceğini belirlememiz gerekiyor. Bunu bir öncelikli tabular örneği izliyor: 37 milyon insanın aç olduğu ameliyat masrafının sizi evinizden eᦧ䝙iği okula gitmenin aklınızı çürütüp sizi borç kölesi yaptığı ısıtma parasını ödeyemediğiniz için kışın donduğunuz emekliliğiniz dolandırıcılarca elinizden alındığı için 70’lerinizde işe geri döndüğünüz ve işçisi için cinayet ve cinayetler üreten bir işin “tam istihdam” yolu olarak satıldığı bir ülkede yaşayamayız. Bunlar en temel tabular fakat yüksek sesle söylenmeleri gerekiyor. Sistem iflas etmiş olduğunu kendisi göstermiş olmasına rağmen, birçokları hala onun ninnisini dinlemeye devam ediyor. Antikapitalist hareketin içinde olan bizler için, geçmiş [birikmiş, çn.] emek ve mevcut doğal kaynak müştereklerinin paylaşılmasını düzenleyecek kuralların bir anayasasını önermemizin ve ardından bunu hayata geçirebilecek politik ağları inşa etmeye odaklanmamızın zamanı geldi. ABD tarihindeki devrimci dönüm noktalarında (İç Savaş, Büyük Bunalım, Sivil Haklar/Siyah Gücü Hareketi gibi), işçi sınıfında, eylemsellik içinde temel bir anayasal değişim ortaya çıktı (sırasıyla şehir şehir patlak veren birçok “sıcak” yaz ayaklanmasının yanı sıra, İç Savaş sırasında Güney’deki kölelerin yıllar süren “genel grevi”, sayısız fabrika çatışması, işgal) ve bu değişim yasa ve haᦧ䝙a “anayasal bir düzenleme” ile tescillendi (sırasıyla 13. ve 14. Düzenlemeler, Wagner Yasası, Oy Kullanma Hakları Yasası gibi). Fakat ABD tarihi, kriz, devrimci geçiş ve anayasayı birbirine bağlama konusunda tek değil. Yakın zamanda Rio Bravo’nun güneyinde Amerikalarda, yirmi yılda anayasal politikalarda fırtına koptu. Zapatistaların yeni Meksika anayasası için çağrıda bulunmasından, Venezüella’daki birçok anayasal dönüşüme, en yakın tarihli olarak, müşterekleri resmen tanıyan Bolivarcı anayasal dönüşümlere kadar, iktidardın anlamında poder’den (iktidarın halkı yönetmesi) potencia’ya (halkın iktidar olması) bir dönüşüm yaşandı. İşte tam bu ruhla, Zapatistalar, Lacandon Ormanı’ndan Altıncı Deklarasyon’da (2005) şu çağrıyı yaptılar: “İşte bu yüzden Meksika halkının konut, toprak, iş, yiyecek, sağlık, eğitim, bilgilenme, kültür, bağımsızlık, demokrasi, adalet, özgürlük ve barış taleplerini hesaba katan yeni bir Anayasa ve yasalar talebi için mücadeleyi yükselteceğiz. Halkın hak ve özgürlüklerini tanıyan ve güçlü karşısında zayıfları koruyan bir Anayasa.” Yaşamlarımızın temel unsurları – barınma, çalışma, gelir – konusundaki mücadelenin https://dunyadanceviri.wordpress.com/2014/12/27/umutvaatedicinotlarkrizdenmusterekleremidnightnoteskolektifivedostlari/ 18/27 26.03.2016 Umut vaat edici notlar: Krizden müştereklere – Midnight Notes Kolektifi ve dostları (2009) – Dünyadan Çeviri Yaşamlarımızın temel unsurları – barınma, çalışma, gelir – konusundaki mücadelenin taleplerini, amaçlarını ve programlarını, geçim yollarımızı garanti altına alacak, işbirliği ve dayanışma inşa edecek ve kapitalizmdeki yaşama alternatifler oluşturacak bir bakış açısıyla formüle etmeliyiz. Kendi yeniden üretimini gündemine alan bir hareket inşa etmeliyiz. Sermayeye yalnızca gösteri veya grevde baş kaldırmadığımızdan, ona yaşamlarımızın her anında kolektif bir şekilde baş kaldırdığımızdan emin olmalıyız. Enternasyonal olarak yaşanmakta olan, ancak ve ancak bu kolektif yeniden üretme formlarına sahip olduğunuzda, kendilerini kolektif biçimde yeniden üreten topluluklarınız olduğunda, mevcut düzene karşı çok radikal bir şekilde hareket eden mücadelelerin var olabildiğini gösteriyor. Bu bizim anayasal politikamız. Talepler veya şikayetler listesi değil, kim olduğumuzun, varlığımızı nasıl oluşturduğumuzun bir ifadesi. Örneğin: Herkes için barınma hakkını garanti altına alalım. Bu yalnızca ev boşaltmalara “Hayır” demekle kalmıyor, terk edilmiş evlerin yeniden işgal edilmesi, çevremizde bomboş duran ev stokunun dağıtılması veya işgali, kiraların 1970’lerde İtalya’da yapılana benzer şekilde kolektif karar alınarak düşürülmesi, kolektif olarak örgütlenecek ve ekolojik şekilde inşa edilecek yeni barınma yerlerinin oluşturulması demek. Kısacası, Beyaz Saray’ın basamaklarında kendi “berduş ormanları” versiyonlarımızı kurmalıyız, orada aşevlerimizi açmalıyız, gizlice acı çekmek yerine boş ceplerimizi, yaralarımızı dünyaya göstermeliyiz. Örneğin: Barınma hakkı mücadelemiz günlük yaşamın yeniden üretimi işinin kolektif temelde yeniden örgütlenmesi mücadelesi olsun. Toplumsallığımızın zirvesinin alışveriş merkezine gitmek olduğu, inlerimizde tek başına zaman harcamaya artık yeter. Kolektif, işbirliği içinde yaşama geleneğimizi canlandıranlara katılma zamanı. Kapitalist krizin yaraᦧ䝙ığı, California’dan Kuzey Carolina’ya kadar çadır kentlerin mantar gibi çoğalmasından görebileceğimiz, yeniden üretimin bu “sıfır yılı”, başlamak için iyi bir zaman. Örneğin: Sömürümüzü ve bölünmelerimizi sürdüren mekanizmaları devre dışı bırakacak bir şekilde mücadele edelim. Mücadelelerimizin insanları ödül ve cezalarla kandırarak farklılıklar temelinde bölmek için kullanılmadığından emin olmak için, örneğin ABD işçilerinin kabul eᦧ䝙iği ırkçı, emperyalist, cinsiyetçi, yaş ayrımcı, şoven, ekolojik olarak yıkıcı anlaşmalar için ödenen ve ödenmeye devam edilen bedel için tazminat meselesini sürekli olarak gündemleştirmemiz gerekiyor. Örneğin: Hayaᦧ䝙a kalmanın dünya üzerindeki halkların ve gençlerimizin sürekli savaşı anlamına gelmediği bir yaşam çağrısı yapalım. Irak ve Afganistan’daki savaşa ve Filistin’deki vahşete karşı sözümüz olsun. Örneğin: Hapishaneler, kitlesel hapsetme politikası ve insanları hapse atarak istihdam ve iş karı yaratmanın iğrençliği hakkında sözümüz olsun. İdam cezasının – kapitalistler için bile – kaldırılmasını talep edelim. Ve en önemlisi de, bir işçi bir tekel soyduğunda bunu korkunç bir suç olarak gören fakat kapitalistlerin ölümlere ve yoksulluğa sebep olan suçlarına “kaza”, “hata” ve haᦧ䝙a “işin fıtratı” diyen mantığı yerle bir ederek suçu yeniden tanımlamamız gerekiyor. Örneğin: Kadına yönelik erkek şiddetine karşı da sözümüz olsun. ABD’de her 15 saniyede bir, bir erkek bir kadını dövüyorsa, ne tür bir müşterekler anayasası için mücadele vereceğiz? Kadınlar çoğunlukla sistemle savaşabilmek için bile önce erkeklerle savaşmak zorunda kalmasaydı, mücadele için ne kadar enerji serbest kalırdı? Örneğin: Neoliberal çitlemelere karşı onlarca yıllık defansif tepkilerden sonra toplumsal https://dunyadanceviri.wordpress.com/2014/12/27/umutvaatedicinotlarkrizdenmusterekleremidnightnoteskolektifivedostlari/ 19/27 26.03.2016 Umut vaat edici notlar: Krizden müştereklere – Midnight Notes Kolektifi ve dostları (2009) – Dünyadan Çeviri Örneğin: Neoliberal çitlemelere karşı onlarca yıllık defansif tepkilerden sonra toplumsal tahayyülümüzü canlandıralım ve müşterekler için yeni anayasalar belirleyelim. Elbeᦧ䝙e hayallerimizin şimdi öngörebilecekleri sınırlı ve yalnızca başka bir tasavvur gücü ve kapasitesine erişmeye bir hazırlık. Fakat bu yoksullukla bile, “muhtemel gelecekten ezgiler” potpurisinden kesitler duyabiliyoruz. Aramızdaki iki müzisyene kulak verin: “Gelecekteki müşterekler iki öğeden ibaret: toprağa erişim (örn. gıda ve yakıtlar) ve bilgiye erişim (örn. maddi veya maddi olmayan tüm üretim araçlarını kullanma ve geliştirme kapasitesi). Mesele domatesler ve bilgisayarlarla ilgili.” “Ücret sistemi derhal kaldırılmalı. İnternetin, 21. yüzyılın hesaplama yöntemlerinin ve doğrudan mevduatın varlığı ile, önce parasal anlamda ve herkesin toplumsal olarak gerekli asgari emek zamanı (her türden ev işi, sanatsal çalışma, yazı vb. ile siyasal faaliyet – meclislere katılma, jürilere dahil olma vb. – dahil) sorumluluğu ile, doğumla birlikte bir “hesaba” erişim sahibi olacağı şekilde, derhal garantili bir gelire geçmek mümkün olacaktır. Bu, herkesi kendi ev işi saatlerini işbirliği üzerinden azaltabildiği ve diğer faaliyetlere daha fazla zaman ayırabildiği, işbirliği içinde bir yaşama teşvik edecektir. Bu garantili gelir, sigortanın, finansın, refah devleti kurumlarının ve diğer sektörlerin yerini alarak milyonlarca insanı işbirliği faaliyetlerine katılmak için serbest kılacak ve herkesin toplumsal olarak gerekli çalışma zamanını daha da azaltacaktır.” “Bu gezegende tarım yapmanın tek olur yolu, intansif, karma tohumlu, organik üretimdir. Bu tarım formu, mevcut koşullar altında kârsızdır, bu yüzden tüketiciler ile üreticiler arasında, tarımsal çalışmayı herkesin ev işinin bir parçası haline getiren yeni türde bir işbirliği (aslında bu ayrımın ortadan kalkması) sağlanmalıdır.” “Finans sisteminin yerini derhal topluluk kaynaklarının neye ayrılacağına karar verebilen ve bu şekilde “finans”ı toplumsal planlama şeklinde demistifiye eden meclisler ve topluluk temelli “kredi birlikleri” almalıdır.” “İnsanların geçim koşulları ve her seviyedeki genel hizmetleri garanti edilirse, üreticilerini tehlikeye atmaksızın entelektüel üretimin özgürce paylaşımı mümkün olur. Gezegen özgür bilgi, bilim ve fikir alışverişi alanı haline gelebilir. Bu entelektüel müştereklere ek olarak, adil bir kaynak dağılımı oluşturacak şekilde maddi müşterekler de kurulmalıdır.” Örneğin: … 5. Sermayenin Ötesine Geçen Devrimci Mücadelelerin Özellikleri Krizden doğan mücadeleler, özellikle de Meksika’dan Arjantin’e kadar Latin Amerika’dakiler, “müşterekler anayasası” için çağdaş mücadelenin temel deneyimlerini ortaya çıkardılar. Bu deneyimlerin ABD antikapitalist hareketleri için önemli olduğuna inanıyoruz ve bu mücadelelerin bazı özelliklerini belirlemeye çalıştık (özellikle de Zapatistaların ve yerli Amerikalıların yükselᦧ䝙iği mücadelelerin). En önemli ayrım noktalarından biri (fakat fark edilmesi en zor olanı) “içerde” (bazen “sosyal demokrat” dediğimiz) olanlarla “otonom” veya “dışarda” olanlar arasında. Bir şekilde, bu ayrım, “reformist” sosyal demokrat partilerin önemli kuruluşlar olduğu 20. yy.ın antikapitalist politikasında “reform” ile “devrim” arasında olanın bir varyantı. Ancak “içerisi/dışarısı” ayrımı, mekansal değil politik bir ilişki. “İçeri” normalde emek‑ https://dunyadanceviri.wordpress.com/2014/12/27/umutvaatedicinotlarkrizdenmusterekleremidnightnoteskolektifivedostlari/ 20/27 26.03.2016 Umut vaat edici notlar: Krizden müştereklere – Midnight Notes Kolektifi ve dostları (2009) – Dünyadan Çeviri Ancak “içerisi/dışarısı” ayrımı, mekansal değil politik bir ilişki. “İçeri” normalde emek‑ sermaye ilişkisini yeniden üreten bir (devlet/piyasa) kurum(un)dan talepler anlamına gelirken “dışarı” metalaştırılmamış/meta olmaktan çıkarılmış kaynaklara, belki de resmi taleplerle birlikte komünal el koyma anlamına geliyor. İkisi de her yerde olabilir, tıpkı müştereklerin her yerde olabileceği veya yaratılabileceği gibi. Bu iki yön tamamlayıcı veya çelişik de olabilir. Örneğin, el koyma, bir kurumdan bir şeyler talep edilerek geliştirilebilir ve/veya zayıflatılabilir. İkisi de iᦧ䝙ifaklar kurmanın ve talepleri oluşturanların ötesinde ihtiyaçlar ifade etmenin yolu olabilir. İçeri/dışarı ilişkisini ve belirli bağlamlardaki potansiyeli analiz ederek bir hareket stratejisini netleştirebilir. Amaçları, toplumun kapitalist örgütlenmesine doğrudan meydan okumaksızın veya kapitalist sisteme kolektif alternatifler oluşturmaksızın, genellikle işçi sınıfı gelirini artırmak ve sistem içinde güç kazanmak olan sistem içi mücadeleler öncelikle devlet, şirketler, yasal sistem, geleneksel sivil toplum veya geleneksel kültürel yapılar gibi mevcut kurumlar ve arenalar dahilinde verilir. Genellikle sistemden bir takım taleplerde bulunma şeklindedirler. Ancak, zaman zaman son derece çatışmacı olabilir ve kapitalist yasallığın ve mülkiyetin sınırlarını zorlayabilirler. Sisteme açıktan meydan okuma yönündeki böylesi bir isteklilik, en azından ABD’de şu noktada çok değerlidir, çünkü başlangıç taleplerinin ötesine geçme ihtimali daha yüksektir. Tersine, sistem dışı, otonom mücadeleler, kapitalist toplumsal ilişkilerden olabildiğince bağımsız ve onlara zıt olan sosyal alanlar ve ilişkiler yaratma arayışındadırlar. Kapitalist kurumlara doğrudan meydan okuyabilir veya onları ele geçirmek ve yeniden düzenlemek (örneğin fabrika) ya da bu kurumların dışında yeni alanlar yaratmak (örneğin kent bostanları veya bir barınma kooperatifi) veya ortak olması gereken kaynaklara erişmek isteyebilirler. Kapitalist ilişkilerin gerçekten de dışında işlev gören ve sermayeye alternatifler yaratma çabasında iktidarı işçi sınıfına veren kolektif, metalaştırılmamış ilişkiler, süreçler ve ürünler geliştirirler. ABD’de bu mücadelelerin çoğu formel ekonomi dışında görünür. Bir dizi MN dostu, yakın zamanda bu tür mücadeleler hakkında yorumda bulundular. Massimo De Angelis, The Beginning of History’de tanımsal anlamı şöyle yazıyor: Dünya üzerinde su, elektrik, toprak, sosyal refaha erişim, yaşam ve haysiyet için verilen çok sayıda toplumsal mücadeleye baktığımızda, bu mücadelelere yaşam veren ve onları şekillendiren ilişkisel ve üretici pratiklerin toplumsal ortak üretimde (kısaca, değer pratiklerinde) eyleyiş ve ilişkilenmeye dair değerler ve tarzlar yaraᦧ䝙ığı hissedilecektir. Yalnızca bu da değil; bu değer pratikleri, sermayeye ait karşılık gelen eyleyiş ve ilişkilenmeye dair değer pratiklerinin ve tarzlarının da dışındadır. Kapitalist üretim tarzı bakımından “dışarı”, alternatifler konusundaki tartışmamızı, mücadele pratiklerinin bağlantılarından oluşan ağı bilgilendirmemize, çözmemize ve yoğunlaştırmamıza yardımcı olacak bir düzleme zorlamak istiyorsak bir miktar aciliyetle yüzleşmemiz gereken bir problematik (De Angelis, 2007: 227). Chris Carlsson, şunları yazdığı Nowtopia’sında ABD’de bu alanın bazı kısımlarının haritasını çıkardı: Öte yandan topluluk bostanları, alternatif yakıtlar ve bisiklet kullanımı, hepsi birden pozitif ekolojik vizyonu pratik yerel tutumlarla birleştiren teknolojik isyanları temsil ediyorlar. Birlikte ele alındıklarında, bu pratikler kümesi, potansiyel olarak post‑kapitalist petrol sonrası geleceği araştıran, özenli, merkezsiz, koordinesiz ve kolektif bir araştırma ve geliştirme çabası (Carlsson, 2008: 45). 21/27 Bu ise, otonom yaklaşım mevcut kurumlardan bağımsız hareket etmeye ve kapitalist olmayan https://dunyadanceviri.wordpress.com/2014/12/27/umutvaatedicinotlarkrizdenmusterekleremidnightnoteskolektifivedostlari/ 26.03.2016 Umut vaat edici notlar: Krizden müştereklere – Midnight Notes Kolektifi ve dostları (2009) – Dünyadan Çeviri Bu ise, otonom yaklaşım mevcut kurumlardan bağımsız hareket etmeye ve kapitalist olmayan bir toplum inşa etmeye çalışırken, işçi sınıfının sermaye ile ilişkisinde gücünü artırmak için mevcut kurumları kullanmaya çalışan sosyal demokrat yaklaşım. Ancak bu “dışarı”/”içeri” ayrımını yapmak pek kolay değil. Her şeyden önce, pankartınızı kızıl ve siyah yaparak sistem dışı bir devrimci olduğunu göstermeniz kim olduğunuzu belirlemiyor. Bunu tarih belirleyecektir ve bu da epey uzun sürecektir. Dahası, hemen cevap arayanlar, sonsuz imajlar, metaforlar ve diyalektik göndermelerin hakim olduğu, A’nın kolaylıkla “A değil”e (ve sonra da tersine) dönüşebildiği ve “dışarı”nın kolaylıkla ters yüz olabildiği bir toplumda bu içeri/dışarı ayrımını yapmanın zorluklarına işaret eden sitüasyonist dostlarımızın uyarılarını hatırlamalıdırlar. Ancak inanıyoruz ki, Amerika kıtalarındaki işçi sınıfı mücadeleleri giderek otonom hale geliyorlar ve reformist ve otonom mücadeleler arasındaki bu ayrım, Meksika, Venezüella, Bolivya, Brezilya, Uruguay, Arjantin ve Ekvador’da süren siyasal tartışmaların çoğunun merkezinde. Zapatistaların ve sosyal demokrat PRD’nin (Devrimci Demokratik Parti) Obrador başkanlık kampanyasına seçim dışı bir alternatif sundukları 2005’teki “Diğer Kampanya”ları ile başlaᦧ䝙ıkları tartışmanın da merkezinde olduğu kesin. “Diğer Kampanya”, Zapatistalar ve onlarca topluluktan yerel aktivistler arasında uzun süreli ve Meksika çapında bir konuşma, mücadele deneyimlerinin paylaşımı ve demokratik politikanın özgün bir şekilde nasıl inşa edileceğinin soruşturulması idi. Bu zengin tartışmadan öğreniyor ve gösterdiği yönde yürümeye çalışıyoruz. Öncelikle, birçok sistem içi mücadelenin kaçınılmazlığını vurgulamamız gerekiyor. Haᦧ䝙a öyle ki, krizin yıkıcı sonuçlarına karşı birçok mücadele dünyanın birçok yerinde şu anda en azından “içeriden” başlıyor. Fakat bu mücadeleler “içeride” olmanın sınırlarından taşabiliyor. Aşağıda tanımladığımız özelliklerin, içerideki mücadelelerin sosyal demokrat mı yoksa sermayeye gerçek alternatifler geliştiren koşullar yaratan mücadeleler mi olduğunu belirlemeye yardımcı olmasını amaçlıyoruz. Bunlar otonom mücadeleleri geliştiriyor veya otonom mücadelelere evriliyorlar mı, yoksa mücadeleleri sistemin sınırlarını içine mi hapsediyorlar, sınıf içindeki bölünmeleri devam eᦧ䝙irip yeniden mi oluşturuyorlar ya da bunların gelecekte devrimci mücadelelere dönüşme olasılığını ortadan mı kaldırıyorlar? Ancak otonom mücadeleler de dikkatli bir inceleme ve değerlendirme ihtiyacından muaf değiller. Antikapitalist otonom mücadelelerin özellikleri neler? Her şeyden önce, otonom mücadeleler seçilmiş veya izole olabilir, genelleşmeyebilirler, bazı sınıfsal kesimlere diğerleri karşısında ayrıcalık tanıyor olabilirler vb. Tarih “birçok kestirme yol” ile doludur ve sosyal demokrat mücadeleler giderek daha otonom yönlerde gelişmekle kalmayabilir, otonom mücadeleler de sistem içi ortaya çıkan mücadeleleri destekleyebilir, ilham verebilir ve yön gösterebilir. Bazı insanlar her iki biçimle de ilgilenebilirler. Gerçek dünyada, birçok mücadele bu şematik kategorizasyonu bulanıklaştırabilir, belki de ilk eylemlerinde, fakat aynı zamanda evrimlerinde de (örneğin Alexis Grigoropoulos’un Atina’da katledilmesiyle patlak veren Yunanistan çatışmaları). Aşağıda, devrimci mücadelelerin bu antikapitalist deneyimden, özellikle de Oaxaca ve Chiapas’tan Tierra del Fuego’ya kadar, geçtiğimiz on yıl içinde olayların gidişatını tersine çeviren, sermayenin hizmetinde jenosit ve kitlesel katliama karşı mücadeleden derlenmiş bir dizi karakteri sıralanmıştır. (1) Mücadeleler işçi sınıfı ile kapitalist sınıf arasındaki, işçi sınıfı içindeki ve ulusun kendi https://dunyadanceviri.wordpress.com/2014/12/27/umutvaatedicinotlarkrizdenmusterekleremidnightnoteskolektifivedostlari/ 22/27 26.03.2016 Umut vaat edici notlar: Krizden müştereklere – Midnight Notes Kolektifi ve dostları (2009) – Dünyadan Çeviri (1) Mücadeleler işçi sınıfı ile kapitalist sınıf arasındaki, işçi sınıfı içindeki ve ulusun kendi içinde ve uluslar arasındaki, ırksal, kadın ile erkek arasında, göçmenler ile vatandaşlar arasında ve farklı kültürler arasındaki, sınıf hiyerarşisini altüst eder. Talepleri kazanımla sonuçlandığında daha fazla eşitlik getirir (ve mücadelenin nasıl verildiğine bağlı olarak belki kazanılmasa bile). En alᦧ䝙akilerin ihtiyaçları (ekonomik olarak en yoksulların, sosyal veya siyasal olarak en güçsüzlerin) birlik ve sürdürülebilirlik yaratacak şekilde açıkça öne koyulur. Refaha ulaşma konusundaki sosyal demokrat talepler genellikle devam eder: ücretler ve gelir, çalışma süresi, iş güvenliği, emeklilik hakları, sağlık hizmeti, barınma, gıda (birçok durumda toprak anlamına gelebilir bu) ve eğitim. (Bunların bazıları dolaylı ücreti oluşturabilir ki bu da bazı açılardan kapitalizm içinde olsa bile toplumsallaştırılmaya, bir müşterekler formu olmaya daha açıktır.) Bu gibi mücadeleler zaten görece ayrıcalıklı/güçlü olanlara ayrıcalık kazandırıyor mu, “zafer” eşitsizliklerin daha da kalıcılaştırılması anlamına mı gelecek? Aynı şekilde, otonom eylemler sosyal ve ekonomik olarak en az güçlüleri içeriyor mu dışlıyor mu? (2) Mücadeleler sınıfın birliğini artırır, sınıfın farklı kesimlerini pozitif, karşılıklı olarak güçlendiren ilişkiler içinde bir araya getirir ve sınıf içi bölünmelerin aşılmasını sağlar. Tekil sorunların ötesine geçerek bunları birbirine bağlar ama hiçbirini önemsizleştirmez. Bu birlik gezegen çapında olmalıdır. Başka bir MN dostu Kolya Abramsky’nin “Gathering Our Dignified Rage”de yazdığı gibi: Bu mücadeleler, “haysiyetli bir yaşam temelinde kolektif üretim, değişim ve tüketim ilişkilerine dayalı olarak uzun vadede otonom ve merkezsiz yaşamlar inşa etmeye dönük ivmelenmiş bir sürece doğru küresel ağları genişletip derinleştiriyor mu?” (Abramsky, 2008). Eski terminolojiye göre, Zerowork editörlerinin 1970 ortalarında tanımladığı gibi, bu mücadeleler işçi sınıfının “politik yeniden kompozisyonu”nu artırır: “kapitalist bölünmelerin ortadan kaldırılması, sınıfın farklı kesimleri arasında yeni birliklerin oluşturulması ve ‘işçi sınıfı’nın neyi içerdiğinin sınırlarının genişlemesi” (MN, 1992: 112). (3) Mücadele, topluma onurlu bir dahil olma getirir. Dışlama ve apartheid duvarları (bugün mültecilere karşı duvarlar, hapishaneler, geyler ve lezbiyenler ve tarihsel olarak ezilmiş ırklar ve halklar dahil) devrimci mücadelelerle yıkılır. Ötekinin ötekiliğine ve çokluğuna saygı duyarak onun ihtiyaçlarına, özellikle de mevcut durumda daha zayıf olanınkilere duyarlılık kazanırlar. Herkesin birbirine insanca davrandığı ilişkiler hedeflerler. (4) Mücadeleler, müşterekleri güçlendirir ve meta olmaktan çıkarılmış ilişkileri ve alanları genişletirler. Müşterek, topluluk tarafından paylaşılan, meta olmayan bir alandır. Müştereğe dair sosyal demokrat versiyonlar, realize edilmesinde kusur bulunan sağlık hizmeti, eğitim, sosyal güvenlik gibi şeyleri içerir. Ancak mücadele en alᦧ䝙akilerin durumunu destekliyor mu? Kapsayıcılığı ve katılımcı denetimi genişletiyor mu? Öte yandan, otonom sektörler metalaşmadan kaçınabiliyorlar mı (satışa yönelik işletme ürünlerine veya hizmetlerine dönüşmekten geri durabiliyorlar mı)? Bunu bütünüyle başaramasalar bile, meta dışı formlara zorlayan siyasal duruşlarını ve aktif tutumlarını koruyabiliyorlar mı? Daha genel olarak, işçi sınıfı küçük veya büyük ölçekte meta olmaktan çıkma eğilimindeki değişim formları yaratabiliyor mu? İnsanların yaşamını ve geçim koşullarını hiçe saymayan pazarlar (değişim formları) yaratabiliyor mu? Metalaşmanın ve kapitalist pazarların insanların yaşamına girmesini azaltabiliyorlar mı? (5) Mücadeleler, yerel denetimi ve katılımcı denetimi geliştirir. “Yerel” coğrafi bir terim değildir, kararların, ilgilendirenlere mümkün olduğunca yakın alınması anlamına gelir; katılımcılık, etkilenen herkesin kararlarda gerçek bir sese sahip olması anlamına gelir. Bu https://dunyadanceviri.wordpress.com/2014/12/27/umutvaatedicinotlarkrizdenmusterekleremidnightnoteskolektifivedostlari/ kararları kimin nasıl aldığı sorusunu gündeme getirir. 23/27 26.03.2016 Umut vaat edici notlar: Krizden müştereklere – Midnight Notes Kolektifi ve dostları (2009) – Dünyadan Çeviri kararları kimin nasıl aldığı sorusunu gündeme getirir. Otonom eylem olarak bildiğimiz şeylerin çoğu yereldir ve neredeyse tanım itibariyle bir tür “yerel denetim” içerir. Sosyal demokrasinin böyle bir tarihselliği yoktur. Tersine, alametifarikalarından biri büyük, bürokratik, karışmacı ve etki etmesi zor devlet aparatına dayanmasıdır. Bu devlet, 1960’larda yaygın bir işçi sınıfı saldırısının hedefi oldu. Ancak bu saldırılar, işçi sınıfının aleyhine döndü ve sağcılar tarafından neoliberalizmi meşrulaştırmak için kullanıldı. İşçi sınıfı, yerel ve/veya katılımcı denetime dönük talep ve mücadeleler içeren sosyal demokrat taleplerde bulunabilir mi/mücadeleler verebilir mi? (Bazı ilk dönem yoksullukla mücadele programları böyle yönler içeriyordu ancak bunlar ABD devleti bu konudaki “hesap hatasının” tehlikesini fark eder etmez elimine edildi veya dışarıda bırakıldı). Daha genel olarak, sistem içi mücadeleler sistem dışı mücadeleleri desteklemeye yardımcı olur mu? Sosyal demokrat mücadeleleri daha otonom eylemlere dönüştürmenin yolları var mı? Örneğin: kent bostanları konusunda devlet desteği için mücadele, belediye veya devlet organlarından değil yerel, katılımcı demokratik organlar üzerinden denetim talep edebilir. Fabrika mücadeleleri sistem içi olarak başlayabilir ancak katılımcılar kendilerini meclisler vb. şeklinde örgütleyebilirler, yönetimi ele alarak üretimi işbirliği içinde denetleyebilirler. Sonra da fabrikalar ve diğer sektörler (ekonomik çöküş sonrası Arjantin’de olduğu gibi) arasında işbirliği içinde destek ağları oluşturabilirler. Haᦧ䝙a birçok sendika mücadelesi (sistem içi mücadele denince akla ilk gelen), “genel grevlerin” incelenmesinin göstereceği gibi, kendilerini sistem dışı mücadelelere dönüştüren bir dönüm noktasına geldi. Ancak otonom gelişmelerde bile, ne kuralların yazılması ne de pratikte uygulama sürecinde katılımcı denetim garanti değildir. Bu yüzden çeşitli yeniden üretim (sağlık, eğitim, gıda, barınma) ve üretim alanlarında, katılımcı demokratik denetim neye benzeyecektir ve bunun için spesifik alanda kazanım sağlayacak ve sınıf içi bölünmeleri azaltacak şekilde nasıl mücadele verilebilir? (6) Mücadeleler kapitalist denetimin dışında daha fazla zaman yaratmayı sağlamaktadır. Özel olarak bu, ücretli ve ücretsiz emek için daha kısa çalışma haftası demek. Bu, bu işi kimin yaptığını genişletmenin yanı sıra bu işi yapanlar için gelir de yaratarak, “kadınların işinin” üretken olduğunu kabul etmek demek. Daha kısa bir çalışma haftasının, kadınların akrabası olan erkekleri daha fazla güçlendirmesini nasıl engelleyebiliriz? Ya da sınıfın bazı kesimlerini diğerlerinden daha güçlü kılmamasını nasıl sağlayabiliriz? Yani zaman konusundaki zaferlerin eşitlikçi olması nasıl sağlanabilir? (7) Mücadeleler, sermayenin yaşamlar, zaman, maddi refah, sağlık ve çevre (hava, toprak ve su) konusundaki şaşırtıcı müsrifliğini ve yıkıcılığını azaltmaktadır ancak bu azalma, bedeli diğer işçilere ödetilmeden sağlanır. Örneğin: ABD’de, sağlık sigortası bürokrasisinde devasa bir israf (aynı zamanda vurgunculuk) söz konusu. Tekil ödeme teklifleri bunun epeycesini ortadan kaldırabilir fakat birçok insan da işini kaybeder ve eşitsizlik artar. Bu insanların ekonomik yıkıma uğramaması için ne yapılmalı? Elbeᦧ䝙e, işçi sınıfı bakışına göre, ordu ve silah üretimi gibi şeyler delilik ölçüsünde yıkıcıdır, bu yüzden ortadan kaldırılmalıdır. Bazı türde israfların azaltılması faydalı iken bazılarından insanlar zarar görebilir (örneğin, ücretli çalışma süresini azaltıyorsa, çocuklu annelere faydası olmayabilir). Dolayısıyla “kapitalist müsriflik” ele alınırken katılımcılık esas olmalıdır. (8) Mücadeleler ekolojik sağlığı koruyup iyileştirmektedir. Mücadeleler gezegene yönelik daha sağlıklı, daha bütünsel bir yaklaşım sağlar. Örneğin, ekolojik yıkıma neden olan endüstrilerde istihdamın ne olacağının ele alınması gerekiyor. Şu anda ve sonra da böyle mücadeleler olacak. https://dunyadanceviri.wordpress.com/2014/12/27/umutvaatedicinotlarkrizdenmusterekleremidnightnoteskolektifivedostlari/ 24/27 Toprak, hava ve su hayati önemde. Tarım endüstrisi, küresel metalaştırma, biyomühendislik ve 26.03.2016 Umut vaat edici notlar: Krizden müştereklere – Midnight Notes Kolektifi ve dostları (2009) – Dünyadan Çeviri Toprak, hava ve su hayati önemde. Tarım endüstrisi, küresel metalaştırma, biyomühendislik ve savaş; kirlenmeye, erozyona, barajlara, sellere, ormansızlaşmaya, küresel ısınmaya, çeşitliliğin yitirilmesine ve toprak ve okyanus ekosisteminin ölmesine yol açtı. Gıdanın tarım endüstrisi eliyle üretilmesini değiştirmek için, gıda üretimine daha yakın insan ilişkileri dahil olmalıdır. (9) Mücadeleler adalet getirmektedir. Sık sık, sömürücüler ve ezenler cezadan muaf hareket etmişlerdir. Bu nedenle yaraların sarılması için gerçek suçlular adalet önüne çıkarılmalıdır. Devrimci adalet tabandan başlar ve adaletin uygulanmasının yeni formları diğer devrimci özelliklerle tutarlı olmalıdır, örn. kapitalistler için bile idam cezasına “Hayır”. Sermayenin ötesinde. Bu devrimci mücadelenin bu özelliklerini mücadeleler tarihine (özellikle de Amerika kıtalarındaki) dair bilgilerimizden ve kendi deneyimlerimizden oluşturduk. Bunların değişmez olduğunu iddia etmiyoruz fakat birbirleriyle bağlantılı olarak görüyoruz. Devrimci mücadelelerin özelliklerinin bu doğal olarak eksik listesinin, mücadelelerimizi, geçmişte pek çok kez olduğu gibi bize karşı çevrilmekten korumak için hatırlanabileceğini ve sermayenin ötesinde bir dünya yaratmaya yardımcı olabileceğini umuyoruz. Sonuç: Kriz – Savaş – Devrim Yukarıda sözünü eᦧ䝙iğimiz karakterdeki devrimci mücadeleler, şüphesiz ki kriz içinde ortaya çıkıyor. Ancak can sıkıcı şekilde, kriz ile devrim arasında dehşet verici bir aracı, savaş var. Kapitalizm yavaş yavaş sönümlenerek kendiliğinden ortadan kalksa ve yerine kimse fark etmeden daha dostça bir üretim ve geçim tarzı geçse mutlu bir son olmaz mıydı? Belki de kapitalizm adını verdiğimiz şeyin yerini ad değişmeksizin başka bir şey alacak? Ne de olsa, büyük, dehşet verici varlıkların her zaman büyük ve dehşet verici bir sonu olması gerektiği gibi bir zorunluluk yok. Kapitalist egemenlerimiz 1989’daki Demokratik Alman Cumhuriyeti’nin komünist bürokratları gibi sessizce gidemezler mi? Bu tür bir son elbeᦧ䝙e olasılık dahilindedir fakat olması imkan dahilinde değildir. Sistem, egemenler için anında sonuç gösteren ve alarm veren birçok göstergeye ve self‑sensöre sahip (örn. kar, faiz, kira şeklinde türev gelirler). Bu gelirlerin herhangi birindeki düşüş, alıcılarına bir şeylerin ters giᦧ䝙iği uyarısını verir. Onlar da devleᦧ䝙en karlarını, faizlerini veya kiralarını makul bir seviyeye geri getirecek önlemler almasını talep ederler. Çoğunlukla açıktan söylenmese de yaygın şekilde kabul gören, bu gelirlerde böylesi bir düşüşün kaynağının, artı emeğin kullanılabilirliğindeki bir düşüş ve üretimin insan harici yollarındaki bir maliyet artışı (ekoloji mücadeleleri nedeniyle) olduğu görüşü ile, hipoteze göre kar oranındaki bu düşüş, işçilerin sömürüsünün artırılması ve ekolojik rejenerasyonun maliyetinin işçi sınıfına yıkılarak üretim maliyetlerinin azaltılması (özellikle de hammaddede) ile düzeltilmelidir. Önceki krizler tarihi, sömürüyü artırmanın ve maliyetleri düşürmenin tercih edilen yolunun doğrudan işçileri terörize edecek ve yerlileri ve tarım toplumlarını topraklarından koparacak savaş, şiddet ve baskılardan geçtiğini gösteriyor. Barışçıl bir kapitalizm ihtimali, 1990’ların başında, “üçüncü dünya savaşının” (komünist ülkelere karşı) hemen bitimi ardından “dördüncü dünya savaşının” (neoliberal yeni çitlemeleri reddeden halklara ve ülkelere karşı) başlangıcıyla olumsuzlandı. Bu krizde de, henüz tasarım aşamasında olan “beşinci dünya savaşı” içinde, sadece dik kafalı tebaa devleti dünya ticaretinin “neoliberal kurallarına göre oynaması” için disipline etmeyi amaçlayan neoliberal savaşların (Irak’ın işgali gibi) tekrarı olmakla kalmayacak çatışmalar olacaktır. Bu yüzden kriz ve devrim üzerine bu broşürümüzü Alexis Grigoropoulos’un genç 25/27 https://dunyadanceviri.wordpress.com/2014/12/27/umutvaatedicinotlarkrizdenmusterekleremidnightnoteskolektifivedostlari/ 26.03.2016 Umut vaat edici notlar: Krizden müştereklere – Midnight Notes Kolektifi ve dostları (2009) – Dünyadan Çeviri olacaktır. Bu yüzden kriz ve devrim üzerine bu broşürümüzü Alexis Grigoropoulos’un genç bedenine saplanan ölümcül kurşunla başlaᦧ䝙ık ve bitiriyoruz. O kurşun, bize sonsuza kadar kapitalizmin son tahlilde soğukkanlı, gaddar ve cani bir sistem olduğunu hatırlatacak. Bu yüzden, gezegen çapındaki bir “zarar azaltma”da en önemli adım, gidişatı krizden devrime döndürürken, devleti ve sermayeyi mümkün olabildiğince silahsızlandırmaktır. 2009 Orijinal Metin (hᦧ䝙p://www.midnightnotes.org/Promissory%20Notes.pdf) Etiketler: Örgütlenme, Ekoloji, Mali Kriz, Müşterekler, Midnight Notes Collective, Yeniden Üretim “Umut vaat edici notlar: Krizden müştereklere – Midnight Notes Kolektifi ve dostları (2009)” üzerine 7 yorum umut dedi ki: 28 Aralık 2014, 01:31 | Düzenle Reblogged this on umutyasarozgen and commented: Neredeyiz, nereye gidiyoruz ve ne yapmalıyıza dair son zamanlarda okuduğum en derli toplu ve kapsamlı makale… Cevapla Geri bildirim: İslamofobi vs. İslamofaşizm: Charlie Hebdo saldırısı | Dünyadan Çeviri | Düzenle Geri bildirim: Jiyan İslamofobi vs. İslamofaşizm: Charlie Hebdo saldırısı | Jiyan | Düzenle Geri bildirim: SERAP GÜNEŞ YAZDI: İslamofobi vs. İslamofaşizm: Charlie Hebdo Saldırısı | Sansürsüz.com | Düzenle Geri bildirim: Yeniden örgütlenmek için imkanlar, deneyimler, örnekler, tartışmalar, çerçeve metinler | Dünyadan Çeviri | Düzenle Geri bildirim: Kapitalizme karşı ve kapitalizmin ötesinde müşterekler – George Caffenᦧ䃑is ve Silvia Federici | Dünyadan Çeviri | Düzenle Geri bildirim: Kapitalizme karşı ve kapitalizmin ötesinde müşterekler – G. Caffenᦧ䃑is ve S. Federici | YazınSol | Düzenle WordPress.comʹda Blog Oluşturun. | Tema: Raam Dev tarafından Independent Publisher. https://dunyadanceviri.wordpress.com/2014/12/27/umutvaatedicinotlarkrizdenmusterekleremidnightnoteskolektifivedostlari/ 26/27 26.03.2016 Umut vaat edici notlar: Krizden müştereklere – Midnight Notes Kolektifi ve dostları (2009) – Dünyadan Çeviri https://dunyadanceviri.wordpress.com/2014/12/27/umutvaatedicinotlarkrizdenmusterekleremidnightnoteskolektifivedostlari/ 27/27 26.03.2016 Yeniden üretim araçlarını ele geçirmek – Camille Barbagallo – Dünyadan Çeviri Dünyadan Çeviri dunyadanceviri Çeviri içinde 31 Mayıs 201501 Haziran 2015 2,449 Words Yeniden üretim araçlarını ele geçirmek – Camille Barbagallo What the f**k is social reproduction? An introduction by Plan C Çeviren: Serap Güneş (h菿ps://twi菿er.com/serpgnes) 6 Mayıs 2015 Aralık 2014, Londra Plan C Kongresi, Sosyal Grev sunumu – Camille Barbagallo 1. Bulaşıkları yıkamanın 2. Seks yapmanın 3. Küçük bir çocuğa uykudan önce masal okumanın 4. Annenin doğum gününü hatırlayıp zamanında kart atmanın ortak noktası nedir? Bunların tümü, yeniden üretken oldukları kolaylıkla anlaşılabilen etkinlikler, emek ve işlerdir. ‘Yeniden üretken’ derken, insanların meydana getirilmesini ve tekrar meydana getirilmesini https://dunyadanceviri.wordpress.com/2015/05/31/yenidenuretimaraclarinielegecirmekcamillebarbagallo/ 1/6 26.03.2016 Yeniden üretim araçlarını ele geçirmek – Camille Barbagallo – Dünyadan Çeviri ‘Yeniden üretken’ derken, insanların meydana getirilmesini ve tekrar meydana getirilmesini kastediyorum. Birçok kişi, yeniden üretimi çocuk yapmakla ilişkilendiriyor, yani biyolojik yeniden üretimle. Çocuk yapmak ve bununla ilgili tüm iş ve emekler kesinlikle yeniden üretimin parçası. Ancak yeniden üretim derken ve özellikle de yeniden üretken emek derken, bundan çok daha fazlasını kastediyoruz. Yeniden üretken iş, hem günlük bazda hem de nesiller arası olarak insanları meydana getiren ve tekrar meydana getiren işlerin tümüdür. Ve kapitalizmdeki işlerin birçoğu gibi bu iş de çatışmalar, mücadeleler, şiddet, sömürü ve mülksüzleştirme içermektedir. Yeniden üretimin bu kadar çatışma, gerilim ve çelişki içermesinin ana sebeplerinden biri, insanları üretir ve yeniden üretirken, bunu nötr ya da soyut bir şekilde yapmıyor oluşumuzdur. İnsanların hepsinin aynı karakter, kişilik ve yeteneklerle doğmasını sağlayan bir kalıp yoktur. Kapitalizmde, insanları emek gücü veya potansiyel emek gücü olarak yeniden üretiriz. İnsanları işçiler olarak yeniden üretiriz. Disipline edilmiş, eğitilmiş, vasıflandırılmış ve kalıba sokulmuş – yani yerini bilen – sınıf özneleri olarak üretir ve yeniden üretiriz. İster yönetmek için olsun, isterse müdür ya da işçi olarak bir başkasına köpek gibi çalışmak için olsun. O zaman bizi sınıf ilişkileri yoluyla, eğitim ve öğretim fırsatları üzerinden tek tek işsizlik yardımı kuyruklarımıza, fabrikalara, ofislere veya profesyonel kariyerlerimize dağıtan/ayıran, yeniden üretken emektir. Benzer bir şekilde, toplumsal cinsiyeti, ırkı ve cinselliği, yaradılıştan gelen biyolojik özelliklerden ziyade toplumsal olarak inşa edilmiş kabul ediyorsak, o zaman bizi eğiten, toplumsallaştıran, bize erkek ya da kadın, siyah ya da beyaz, hetero ya da gey olmayı öğreten, yeniden üretken emektir. Bu ilişkileri öğreniriz; zaman içinde ve yeniden üretim süreçleri ve pratikleri üzerinden bu özneler haline geliriz. Yani, kendimizin veya başkalarının tanıdığı haldeki özneler haline gelişimiz, bulaşıkları yıkayarak, seks yaparak veya yapmayarak, okula giderek, üniversiteye gitmeyerek, başkalarına bakarak veya başkaları tarafından bakılarak gerçekleşir. Bu bakış açısı ile, yeniden üretimin, kapitalizmin bir sömürü ve tahakküm sistemi olarak yeniden üretiminin merkezinde yer alan boktan ilişkiler ve süreçlerle epeyce ilgisi olduğu söylenebilir. Bu bakımdan yeniden üretim, sorunun epeyce parçasıymış gibi görünüyor. Hem gündelik hem de nesiller boyu süren bir şiddet, çatışma ve mücadele ile ilgili. Komünal bostanlarla ilgili romantize edilen topluluk projelerinden kolektif kreş düzenlemelerine kadar… Yeniden üretimin sorunun bir parçası olması, yeniden üretimin tarihine ve dünyada yemek, temizlik ve bakım işlerinin büyük kısmını yapma rolünün kime verildiğine baktığımızda özellikle geçerli. Yeniden üretimin sorunun parçası olması, insanların meydana getirilmesi ve tekrar meydana getirilmesi işini mütemadiyen ve yapısal olarak değersizleştirmiş bir tarihten kaynaklanıyor. Şimdi yeniden üretimin kilit özelliklerini şöyle bir düşünelim: 1. Yeniden üretken emek ‘gerçek’ bir iş bile sayılmamaktadır, birçok Marksist düşünüre göre bile artı değer yaratmaz. Çoğu zaman ücret gerektirmez, ücretli olduğunda ise düşük ücret alır. 2. Yeniden üretken emek, yeniden üretken işi yaradılıştan anaç, sabırlı, diğerkâm ve şe騀atli olanların becerisi sayıp, bu becerilere başkalarının değil de neden özellikle bu insanların https://dunyadanceviri.wordpress.com/2015/05/31/yenidenuretimaraclarinielegecirmekcamillebarbagallo/ 2/6 26.03.2016 Yeniden üretim araçlarını ele geçirmek – Camille Barbagallo – Dünyadan Çeviri olanların becerisi sayıp, bu becerilere başkalarının değil de neden özellikle bu insanların sahip olduğunu iki dakika düşünmeyecek kadar doğallaştırılmıştır. 3. Yeniden üretken emek, sevgiye ve sorumluluklara sarıp sarmalanarak görünmez kılınmış, evde kapalı kapılar ardına gizlenmiş ve gözlerden ırak tutulmuştur. 4. Çoğu zaman yeniden üretken iş, gerçekten de ancak yapılmadığı zaman görünür hale gelir. Bulaşıkları düşünün. Eğer biri bulaşıkları yıkıyor, duruluyor ve kaldırıyorsa, o kişinin emeği çoğunlukla fark edilmez. Ama o kişi bu işi yapmazsa ve bulaşıklar lavaboda birikir, kirli görünür ve kötü kokarsa, o zaman yeniden üretken emek, yokluğu ile görünür hale gelir. Aynısı çocukların bakımı için de geçerlidir. Plana dâhil bütün o şeyler, bir çocuğa bakmanın, onu büyütüp disipline etmenin gerektirdiği o muazzam miktardaki emek hiç fark edilmez. Ta ki o iş yapılmayana ve çocuk ihmal edilene ya da neoliberallerin ifadesiyle ‘kötü seçimler yapana’ dek. Yani yeniden üretken iş hem değersizleştirilmiş, hem görünmez kılınmış, hem de kadınlaştırılmıştır. Yeniden üretimimizin tarihinde, kapitalizmin yeniden üretken işçileri olanlar, kadınlardır. Bu iş bir yandan daima cinsiyetlendirilmiş, öte yandan da ırklandırılmış ve sınıflandırılmıştır. Zengin kadınlar nadiren kendi bulaşıklarını yıkar, kendi çocuklarına bakar ve ha菿a kendi kocalarını sikerler. Bu işleri yapanlar işçi sınıfı kadınları ve beyaz olmayan kadınlardır. Bu da bizi bir başka kilit yeniden üretim konseptine getirir. Dünyayı tok, temiz, sağlıklı, eğitimli ve çalışmaya hazır tutmanın gerektirdiği karşılığı ödenmeyen muazzam ve yoğun yeniden üretken iş miktarına kabaca değindim: En baştaki listeye geri dönelim: 1. Bulaşıkları yıkamak 2. Seks yapmak 3. Çocuk bakmak 4. Annenizin doğum gününü hatırlamak ve zamanında kart atmak. Bu etkinliklerin tümü, karşılığında herhangi bir ücret ödenmemesine rağmen emek biçimleridirler, tümü de ücretli yeniden üretken emek biçimleri olarak var olabilirler ve olmaktadırlar da. Aslında, artık pek de bir şey üretmediğimiz post‑endüstriyel neoliberal ekonomimizde, İngiliz ekonomisinin gerçekten üre菿iği tek şey, insandır. Ve de finans. Cebinizde paranız varsa satın alabileceğiniz bir dizi göz alıcı hizmet üzerinden, insanları üretiyor ve yeniden üretiyoruz. Bir zamanlar çekirdek aileyi yeniden üreten veya iyi kötü yeniden üretebilen erkek aile ücretinin (“eve bakan baba/erkek maaşının“, çn.) yıkımı ile birlikte, artık yapmaya vakit bulamadığınız veya yapmak istemediğiniz hizmetleri satın almak istiyorsanız, en az iki kişinin maaşı gerekiyor. Bu metalaşmış bakım hizmetleri, okul öncesi veya sonrası çocuk bakım hizmetleri, 3 yaşından itibaren başlayan kreşler, yaşlı bakımevleri veya engelli bakımevleri olabilir. Profesyonelleştirilmiş temizlik hizmetlerinden kişisel hizmet piyasasına kadar birçok hizmeti içermektedir. Aslında Londra gibi şehirlerde, metalaşmamış tek bir insan etkinliği dahi düşünebilmek zor: 1. Köpeğinizi gezdirmek https://dunyadanceviri.wordpress.com/2015/05/31/yenidenuretimaraclarinielegecirmekcamillebarbagallo/ 3/6 26.03.2016 Yeniden üretim araçlarını ele geçirmek – Camille Barbagallo – Dünyadan Çeviri 1. Köpeğinizi gezdirmek 2. İş arkadaşlarınızla size erotik bir dans gösterisi yapmak 3. Sırtınızı sıvazlamak 4. Kaşlarınızı almak 5. Çocuk sahibi olmanızı sağlamak 6. Sorunlarınızı dinleyerek size stresle baş etme yöntemleri öğretmek 7. Ve size saçma derecede pahalı kahve yaparak hoşunuza o şekilde gidiyorsa gülümseyerek servis etmek için… … gerçekten de bir ücretli yeniden üretim işçisi ordusu mevcut. O zaman bir özet geçelim: Yeniden üretken emek, hem yeni insanlar yani bebekler üreterek fakat aynı zamanda yaşayan tüm insanların işlerini de yaparak, gündelik bazda iş için tok ve hazır olmalarını sağlayarak, insanları üreten veya yeniden üreten tüm iş ve etkinlikleri kapsar. Elbe菿e neyin gerekli olduğunun toplumsal ve tarihsel olarak belirlendiğini akılda tutarak söylüyoruz bunu. Yeniden üretken emek uzun bir tarihe sahip. Kapitalizm için en az fabrika sisteminin ve meta üretiminin gelişimi kadar önemli ve kârlı bir tarih. Karşılıksız olabilen ve çoğunlukla karşılıksız olan bir iş. Ancak aynı zamanda da düşük ücretli, güvencesiz ve düşük statülü olabilen ve olan bir iş. Yeniden üretken işin inatla düşük statüde tutulan doğası, esas olarak onun başka bir kilit özelliğinden, kadınlaştırılmış olmasından kaynaklıdır. Yeniden üretim, kadınların işidir. Fakat bu, hikayenin yalnızca yarısı. Çünkü yeniden üretim, sorunun parçası olarak düşünülebiliyorsa, ki emek gücünün üretimi ve yeniden üretimi için temel olması itibariyle kesinlikle işin içindedir, kapitalizmin küresel ölçekte yeniden üretimi süreci için de temel önemde sayılmalıdır. Ancak yeniden üretim, Silvia Federici ve Mariarosa Dalla Costa gibi düşünürlerin vurguladığı üzere, ikili bir karaktere sahiptir. Yani üretken emek hem bizi işçiler olarak üretmekte ve yeniden üretmekte ve kapitalizmin sürmesini sağlamakta hem de yaşamı yeniden üretmekte ve bağımsız insan özneler üretmektedir. Öyle özneler ki direnme, mücadele etme ve değişim yaratma kabiliyetine veya en azından potansiyeline sahipler… Radikal, devrimci değişim yaratma kabiliyetine sahipler. İşçiler olabiliriz, fakat işçi rolüne de indirgenemeyiz. Böylesi öznelleştirmeleri aşabiliriz. Yani aslında kapitalizm yeniden üretken emek olmadan var olamaz. Dolayısıyla, kendimizi çelişkilerin en karmaşığı içinde buluveririz: Yeniden üretimi analizin ve mücadelenin merkezine koyduğumuzda, hem kapitalizmin ayakta kalması için temel önemde bir emek yığını ile karşılaşırız hem de aynı emek süreçleri, yalnızca insan yaşamının değil, devrimci değişimin de imkânlarını içinde barındırmaktadır. Dolayısıyla “yapsan bir türlü yapmasan bir türlü.” Yeniden üretimi analizimizin merkezine yerleştirmek, bazılarının iddia e菿iği gibi, güya üretimi ikinci plana itmek falan değildir. Bu iki alanın birbiri ile nasıl bir etkileşim içinde olduğunu, birbirleri ile nasıl çeliştiklerini ve birbirlerini nasıl yeniden üre菿iklerini görmektir. Dünyada, reddedilmesi mümkün ve gerekli olan devasa miktarda bir sözüm ona “üretken” iş mevcut. Ha菿a kurtulmamız gerektiğini bile söyleyebiliriz. Ve eşit ölçüde, yeniden üretim işinin https://dunyadanceviri.wordpress.com/2015/05/31/yenidenuretimaraclarinielegecirmekcamillebarbagallo/ 4/6 26.03.2016 Yeniden üretim araçlarını ele geçirmek – Camille Barbagallo – Dünyadan Çeviri Ha菿a kurtulmamız gerektiğini bile söyleyebiliriz. Ve eşit ölçüde, yeniden üretim işinin örgütlenmesi de radikal şekilde dönüşüme uğramalı, ha菿a bir kısmını reddetmemiz bile gerekli. Başlangıç noktası olarak, yeniden üretimin metalaştırılmasını ortadan kaldırmamız gerekiyor. Ancak bunu yaparken de bu işi, tekrar görünmez hale gelecek ve onu yapması gerektiği varsayılanların üzerine yıkacak şekilde, doğallaştırılmış ev içi alana itmememiz de gerekiyor. Bu bir sorun teşkil ediyor, çünkü esasen insanların üretilmesi ve yeniden üretilmesi işi ortadan kaldırılamaz ve bu iş tamamen otomatikleştirilemez, robotlara ve makinelere devredilemez ve bunu istemeyiz de. Şunu hep merak etmişimdir, insanlar tamamen otomatikleşmiş bir komünist toplum talep e菿iklerinde, yeniden üretim işini kimin yapacağını düşünüyorlar? Yeniden üretim meselesinde teknolojik çözümler önerenler, yeniden üretim işinin en aza indirilmesinin yollarını sürekli olarak arayıp durarak, aslında yeniden üretimin değersizleştirilmesine katkıda bulunmuyorlar mı? Yani “kimsenin yapmak istemediği boktan bir iş” fikrini güçlendirmiyorlar mı? Aksine, bizim görevimiz, işi radikal bir şekilde yeniden örgütlemek, değerli kılmak ve onu yaşamlarımızın ve mücadelelerimizin merkezine koymak olmalı. Bu, şu anda yeniden üretim konusunda neyin yanlış olduğunu belirlemenin yanı sıra doğrusunun ne olduğunu da belirlemeyi gerektiriyor. Bell Hooks ve Patricia Hills Collins gibi siyah feminist düşünürlere dönersek, yeniden üretimin, hoyrat muamele gördükten ve kapitalist iş bizi yıpra뉝Ěıktan sona geri çekilip bedenlerimizi yeniden şarj edebileceğimiz bir yer; beslenmesi, değer verilmesi/değer katılması ve desteklenmesi gereken bir yer olarak; daha da önemlisi, planlar yapabileceğimiz, birbirimizden direnme cüretini öğrenebileceğimiz, çocuklarımıza yalnızca kapitalizme karşı ayakta kalmayı değil aynı zamanda onun daya뉝Ěığı disipline, ritimlere ve iktidar kurumlarına karşı isyan etmeyi öğretebileceğimiz bir yer olarak radikal ‘ev’e ait olduğunu da düşünebiliriz. Siyahi feminizmden öğrendik ki, ev aslında iki yana da çekilebilen, tartışmalı bir mekândır, öyle ki birçoklarımız evi terk edip ücretli bir iş bularak aileyi yenme mücadelesi verirken, birçoklarımız ise ailelerimizi bir arada tutma mücadelesi veriyoruz ve zaten nesillerdir ücretli işlerde çalışıyoruz. Arzu e菿iğimiz şey, kapitalizmden kurtulmak ve bunu en kısa zamanda yapmak ise, ki benimki kesinlikle o, bir çıkış stratejisine ihtiyacımız var: Ücretin ve toplumsal cinsiyetin nasıl üretildiğinin tarihine, kenti ve kırı üreten iktidar ve sömürü sistemlerine, sömürgecilik ve kölecilik sistemlerine ve “birinci” ve sözüm ona “üçüncü dünyaya” ve ekolojik dünyanın, insan yaşamı ile bir şekilde bağlantısız, talan edilip sömürülecek bir kaynak olarak nasıl yapılandırıldığına mümkün olan en yüksek hassasiyetle bakan bir stratejiye ihtiyacımız var. Bunların tümünü dikkate almak için, yeniden üretimin sahnenin ortasına yerleştirilmesi gerekli. İnsanlığın zenginliği metalar toplamından ibaret değil aslında. Sadece öyleymiş gibi görünüyor. Çünkü aslında, dünya zenginliklerini yaratan emektir, insanların emeği ve etkinliğidir. Çevremizdeki dünya ile etkileşimimizdir. Ancak bu bakış açısıyla, yeniden üretim araçlarını geri kazanmamız ve yeniden üretim https://dunyadanceviri.wordpress.com/2015/05/31/yenidenuretimaraclarinielegecirmekcamillebarbagallo/ 5/6 26.03.2016 Yeniden üretim araçlarını ele geçirmek – Camille Barbagallo – Dünyadan Çeviri Ancak bu bakış açısıyla, yeniden üretim araçlarını geri kazanmamız ve yeniden üretim konusundaki mücadeleleri, çatışmaları ve acılı gerilimleri ve çelişkileri, kapitalizmden kurtulma planlarımızın merkezine yerleştirmemiz gerektiğini bütün açıklığı ile ve güvenle iddia edebiliriz. Serabın notu: Videonun transkripsiyonu olduğunu düşündüğüm şuradaki (h뉝Ěp://www.derelictspaces.net/2015/05/06/seizing‑the‑means‑of‑reproduction/) metnin çevirisidir. Fakat video ile metnin uyuşmadığı ve benim de anlamadığım cümleler vardı. O yüzden bir miktar serbest vezinde çevirdim ama metin derdini anlatıyor. Biri de altyazı zamanlaması yaparak videoya gömse ne güzel olur. Etiketler: Antikapitalist mücadele, Bakım emeği, Bakım işi, Camille Barbagallo, Ev içi emek, Feminizm, Kadın Emeği, Kapitalizm, Müşterekler, Yeniden Üretim WordPress.comʹda Blog Oluşturun. | Tema: Raam Dev tarafından Independent Publisher. https://dunyadanceviri.wordpress.com/2015/05/31/yenidenuretimaraclarinielegecirmekcamillebarbagallo/ 6/6