w w w .ru a f.o rg Yeni Yollar Açmak
Transkript
w w w .ru a f.o rg Yeni Yollar Açmak
Selçuk Kadıoğlu - Boş Bakış SAYI 2, EYLÜL 2005 - YOKSULLUKLA MÜCADELE www.ruaf.org Kadınların motivasyonlarının artırılması için gereken çalışmaların STK’lar tarafından üstlenilmesi gerekmektedir. Kadınları motive edecek koşullar sıradan bir girişimcininkilere göre oldukça farklıdır. Kadınlara Yeni Yollar Açmak Piyasalara Ulaşım Konusunda Kadınların Durumu Kent çevresi alanlarda, geçim stratejileri ve toprak kullanımı konularında büyük değişimler yaşanmaktadır. Küreselleşme ve özelleştirmelerden kaynaklanan kentsel gelişim, var olan geçim anlayışları için bir risk oluştururken, istihdamın artması ve piyasaların gelişimi ile birlikte yeni fırsatlar oluşturmaktadır. K Başyazı Sangeetha Purushothaman M.S. Subhas Mitali Nagrecha ent çevresinde bulunan zengin ya da yoksul çiftçiler, kolay bozulan ürünlerden (sebze ve meyve) tahıl ürünlerine kadar pek çok çeşit ürün yetiştirmektedir. Görece daha büyük çiftçiler, çabuk bozulan ürünlerini aracılara ya da yapılan anlaşmalar sonrasında büyük marketlere satmaktadır. Kırsal alanda üretim yapan küçük çiftçiler ürünlerini aracılara satmayı tercih ederken, kentli çiftçiler ürünlerini ya doğrudan kendileri pazarlamakta ya da aracılara başvurmaktadır. Yoksul kadınlar pazarlama konusundan çok üretimle ilgilenmektedir. Ancak bazı kadınların oldukça küçük çaplı da olsa doğrudan satış yaptıkları da görülmektedir. Bu tür satışlar genellikle haftalık pazarlarda, yol kenarlarında veya doğrudan evlere gidilerek yapılmaktadır. Hindistan'da, kırsal ve kent çevresi piyasa arasında artan ancak halen farkında olunmayan bir işbirliği gözlemlenmektedir (Velayundan, 2003). Bireysel sermaye tarafından keşfedildiğinde büyük bir hızla harekete geçecek olan bu piyasalar, potansiyellerini korumaktadır. Örneğin, pek çok pansiyon, kantin veya otelin günlük süt ihtiyaçlarını (ortalama 25 litre) temin edebilecekleri merkezi bir satış noktası bulunmamaktadır. Bu nedenle, yakın zamanda söz konusu ihtiyacı karşılamak amacıyla süt gibi ürünler için toptancıların kurulacağını ve bunların büyük ihtimalle pazara yakın olmak için şehir dışında yer alacağını söyleyebiliriz. Toprak rantının ÇİFTÇİ MARKETLERİ Raythere Sante ya da diğer adıyla Çiftçi Marketi uygulaması, Pencap'ta (Apni Mandi-Hindistan) elde edilen başarıların ardından bugün Karnataka bölgesinde de başlatılmıştır. Çiftçi marketleri, çiftçilerin hiçbir aracıya ihtiyaç duymadan ürünlerini satabildikleri yerlerdir. Merkezi hükümet Karnataka bölgesinde bulunan çiftçi marketlerinin geliştirilmesi ve tüm bölgeye yayılması konusunda karar almıştır. Bunun ardından HubliDharwad'da bulunan yerel yönetim, kendi bölgesinde bulunan çiftçi marketlerinin karşılaştığı sorunlar konusunda bir çalışma yapılmasını istemiştir. Bu marketler, kent çevresinde üretim yapan çiftçilerin yararlanabilecekleri bir çok özellik taşımaktadır. Temiz bir alana sahip market içerisinde “adil” fiyatların aşağıdaki konu başlıklarından oluşmaktadır: Kırsal, kentsel ve kent çevresi alanlar arasındaki farkın anlaşılması ve bu şekilde ürünlerin satılması için en uygun piyasanın belirlenmesi, Piyasa içerisindeki farklılıkların anlaşılması ve ürün kalitesinin ortaya çıkarılması, Piyasaya nereden girileceği ve en yüksek değerin nerede bulunacağının anlaşılması, Örneğin; düşük fiyatlarla satılan kolay yetiştirilen ürünler yerine yüksek fiyatlarla satılan ürünlerin yetiştirilmesi, Pazarlamanın ve satışın kendi başına bir gelir elde etme yöntemi olarak da görülmesi. Sadece bizzat üretilen ürünlerin satışının amaçlanmaması, Diğer satıcılarla nasıl ilişki kurulacağı, Fiyatlama ve maliyet hesabı yapabilme. Basit biçimde maliyet üzerine sabit bir oran eklemek yerine, piyasanın gerektirdiği etkin hesaplamayı yapabilme, Müşterinin anlaşılması ve onunla doğrudan ilişki kurabilmenin önemi. belirlendiği bir ortam, en önemli fırsatı sunmaktadır. Bununla birlikte, üzerinde çalışılması gereken konular da mevcuttur. Hubli Çiftçi Marketi'nde yer alan 80 tezgahın sadece 20'si kullanılmaktadır. Yeterince müşteri olmasına rağmen, çiftçiler ürünlerini genellikle sabahları arazilerine gelen aracılara satmaktadır. Çiftçi marketleri müşterilerin büyük çoğunluğu için düşük fiyatlar sunması nedeniyle tercih edilmektedir. Bu nedenle her sabah, toptan ve perakende fiyatlar arasında uygun bir rakam belirlenmeli ve kararlaştırılan fiyat oranı aracıların uygun görmeyeceği seviyede olmalıdır. Gözlenen sorunlardan bir diğeri de bazı çiftçilerin markete günlük perakende satışı yapılamayacak kadar büyük miktarda ürün getirmesi ve böylelikle aracıların söz konusu fazla ürünleri almalarıdır. Bu sorun, çiftçilerin aynı anda farklı ürün çeşitlerini birlikte yetiştirmelerini sağlamakla aşılabilir. Bunun sonucunda hem geniş bir müşteri potansiyeli tatmin edilmiş hem de uygun fiyatlar belirlenmiş olur. Son olarak, bir markette doğrudan satış yapmanın, çoğunlukla sabah saat 8 den akşam saatlerine kadar tezgah başında oturmayı gerektirmesi, bazı çiftçileri çaresiz bırakmaktadır. Bu nedenle kendisi markette satış yapamayan çiftçilerin bu işi yapacak bir aile bireyine ihtiyaçları bulunmaktadır. PİYASALARA ULAŞIM İÇİN KAPASİTE ARTIRIMI MOVE organizasyonu çerçevesinde, kent çevresinde yaşayan topraksız ve yoksul kadınlardan oluşan bir grup seçilmiş ve bu gruba kendi kuracakları küçük çaplı bir işletmeyi serbest piyasa koşullarında nasıl yürüteceklerine dair eğitim verilmiştir. Ancak bu kadınların, devletten veya diğer kuruluşlardan gelecek yardımlar olmaksızın ayakta kalmaları ve karşılaşacakları sorunlarla tek başlarına başa çıkabilmeleri mümkün görülmemektedir. Diğer yandan kadınların motivasyonlarının artırılması için gereken çalışmaların STK'lar tarafından üstlenilmesi gerekmektedir. Kadınları motive edecek koşullar sıradan bir girişimcininkilere göre oldukça farklıdır. Çoğu kadının ailesindeki karar verme sürecine katılmayı amaçladığı ve hatta bu sürecin başında olmayı istediği bilinmektedir. Piyasalar konusunda verilen eğitim 2 Bu makale, 8-12 Aralık 2003 tarihinde Colombo'da (Sri Lanka) yapılan, Yerel Yönetimler ve Kayıt Dışı Ekonomi Sempozyumunda sunulan bildirinin kısaltılmış versiyonudur. Bildirinin tamamına www.ruaf.org adresinde ulaşılabilir. Referanslar: sayfa 7 Akın Çoban - Bir Kadın Portresi karşılanabilecek düzeyde olduğu ancak büyük miktarda ürün depolanmasının mümkün olamayacağı bu bireysel girişimler, kent merkezindeki piyasalara da çabuk bozulan ürün sağlayabilecektir. Kentlerdeki ve kırsal alanlardaki karar mercileri ve kalkınma araştırmacıları, ortaya çıkmak üzere olan bu değişimin farkında olmalı ve aynı zamanda söz konusu gelişimin kent çevresi ve kırsal alanlarda yaşayan yoksul kesim için bir fırsat olarak değerlendirilmesi için çaba sarf etmelidirler. Yoksul kesimlerin sorunlarına çözüm bulmak amacıyla çalışmalar yürüten resmi kurumlar, bankalar ve sivil toplum kuruluşları, son on yıl içerisinde Kendine Yetebilme Grupları'nın (Self-Help Groups) oluşturulmasında önemli roller almıştır. Bu grupların yaptığı ilk çalışma, yoksul kadınların tefecilerin kıskacından kurtarılması olmuştur. Oluşturulan paralel banka sistemiyle, KYG'ye üye olan kadınlara uygun şartlarda kredi sağlanmıştır. Ancak KYG'lerin, bankalar tarafından neredeyse tefecilerin uyguladığı faiz oranları kadar yüksek düzeyde faiz istenmesi konusunda etkisiz kaldıkları görülmektedir. Bu yüksek faizler ürün fiyatlarına yansıdığında rekabeti engelleyen bir ortam oluşmaktadır. Üretim merkezlerinin büyük kısmı kent çevresi alanlarda yer almaktadır. KYG'ler bu kuruluşlara, farklı finansman yöntemleri ve farklı kapasite geliştirme ve alt yapı yatırımlarıyla destek vermelidir. Hangi Yoksullukla Mücadele Gerhard Terborh bile yapmanın vereceği gurur ve ruhsal hazla hareket etmek, günümüz insanın pek de yabancı olmadığımız özelliklerinden bir kaçıdır. Yoksulluğa karşı verilen mücadele, hayatın garip bir cilvesini de içerisinde barındırır. Neredeyse, modern literatüre girdiği günden bu yana, “yoksul olmayanların” kullandığı bir kavram olan “Yoksullukla Mücadele” çoğu zaman; öznesinin, yani yoksul kimselerin iradesinden uzak kalmayı başarmıştır. E ntelektüel bir tartışma konusu olmaktan ileriye gidemeyen ve karşısında tarihi bir mücadeleye soyunulan bu kavram, geçerli bir tanımlamaya da henüz ulaşamamıştır (ayrıca bkz. DPT makale sf. 19). Günümüzde, sosyal devlet anlayışının az ya da çok kabul gördüğü her ülkenin sahip olduğu demokratik kurumlar (resmi ya da sivil), yoksullukla mücadeleyi vazgeçilmez bir görev sayar. Ancak, pek azı samimiyet ve etkinlik konusunda başarılıdır. Çağdaş Kaya Editör Eylül 2005 Yoksullukla mücadele konusu, ister kabul edelim ister etmeyelim- pek çok insan için hiçbir zaman ulaşılamayacak ütopik bir dünyanın hayalini kurma zevkinden ve belki de zorlu bir beyin jimnastiğinden farklı bir anlama gelmemektedir. Vicdanını rahatlatmak ve elinden geleni, aslında yetmeyeceğini bile Devletler, hükümetler, siyasi partiler, sivil toplum kuruluşları, üniversiteler ve uluslararası organizasyonlar, her fırsatta kendi tanımlamalarına uyan yoksulluğun sona erdirilmesi için “mücadele” verirler. Ancak, ne bu mücadele ne yoksulluk ne de süregelen kavram kargaşası bir sona ulaşır. Tam bu noktada, sosyolojinin; matematiksel, mantıksal veya genel geçer tezlere dayanmayan ve çoğu zaman bölgeler, ülkeler, kültürler ve ağırlıklı olarak dinlerin etkisinde şekillenen yapısı karşımıza çıkar. Saydığımız bu değişkenlere, zamanın etkisini de katarsak, şu ana kadar bahsettiğimiz belirsizlik ortamı ve kavram kargaşasının nedenlerini anlamaya başlarız. Yoksulluk kavramı dünya haritasında parmağınızı koyacağınız her yerde farklı biçimde algılanmaktadır. Ekonomi bilimi ise bu metodolojik sorunu, özellikle son yıllarda abartılı biçimde kullandığı matematik ve istatistik gibi araçlarla (bazen amaca dönüştükleri de söylenebilir) çözmeye çalışır. Bir insanın 24 saat boyunca hayatta kalmasına yetecek kalori miktarı ve bunu elde etmeye yarayacak parasal değer yoksulluk düzeyinin tartışmasız göstergesidir ! Eğer bu tanımlama sizce fazla materyalist ise çözüm kolaydır. 3 Yoksulluğu ikiye ayırabilirsiniz. Yukarıdaki tanım “Mutlak Yoksulluk” haline gelir ve içine biraz sosyal boyut katarak “Mukayeseli Yoksulluk” tanımına ulaşırsınız. Eğer bu tanımlamalar da yetmezse, yoksulluğu birkaç parçaya daha ayırmayı deneyin: Ultra Yoksulluk, Kronik Yoksulluk, İnsani Yoksulluk (bu gerçekten en ilginci !), Kırsal Yoksulluk, Kentsel Yoksulluk, Gelir Yoksulluğu vs… AFRİKA'DAKİ MUTLAK YOKSULLAR! Türkiye'de yoksullukla mücadele literatürünün en önemli atılımlarından biri son birkaç yıl içerisinde gerçekleşmiştir. Özellikle sendikalar tarafından başlatılan kampanyalarda “açlık” ve “yoksulluk” kavramları birbirinden ayrılarak, “Mutlak Yoksulluk” tanımlaması bir tarafa itilmiştir. Modern ya da diğer bir deyişle gelişmiş veya gelişmekte olan bir ülkede “açlık” terimini kullanmaktan kaçınarak, kendince daha sempatik veya daha bilimsel görünen “Mutlak Yoksulluk” terimini kullanmak tamamıyla haksız bir davranıştır. Çünkü mutlak yoksulluğun tanımlaması yapılırken hem en temel toplumsal değerlerden uzaklaşılmış hem de savaş ya da kıtlık dönemleri dışında oluşması mümkün olmayan bir durum, bilinçli biçimde normalleştirilmiş, olağanlaştırılmış ve yasallaştırılmış olur. Bu durum, hiçbir tartışmaya yer vermeyecek şekilde “Açlık” olarak değerlendirilmelidir. Yukarıdaki açıklamamızın basit iki nedeni vardır. Samimiyet ve bilimsel ahlak. Örnek vermek Yoksullukla mücadele, sistematik ve sürdürülebilir olmadığı ve sorunun nedenleri (işsizlik, gelir dağılımında adaletsizlik, kontrolsüz nüfus artışı vb.) kalıcı bir biçimde ortadan kaldırılmaya çalışılmadığı takdirde anlamını yitirir. Biz de bu nedenle, yoksulluğun ya da belirli bir dönemde, en azından sıradan bir insanın hayat standartlarının altında yaşamanın, insanlık tarihi boyunca ne anlama geldiğine kısaca değinmek istiyoruz. Bir toplumun yoksulluğa nasıl baktığını ve her şeyden önemlisi yoksulluğu nasıl yaşadığını öğrenmek istiyorsanız, o toplumun edebiyatını incelemelisiniz. Rusya'da “ekmeğini kazanırken” neler yaşadığını anlatan Maksim Gorki, “Şikago Mezbahalarında” ölesiye çalıştığı halde çocuğunu donarak ölmekten kurtaramayan Jurgis'i anlatan Upton Sinclair, Fransa'da yaşayan “Sefiller” den biri olan Jean Valjean'ın, sadece bir ekmek çaldığı için başına gelenleri anlatan Victor Hugo ve yine “Ekmek Peşinde” koşan onlarca kahramanın yaşadıklarını anlatan Orhan Kemal gibi yazarlar, yoksulluğu anlatmak bir yana bu kavramı tüm ağırlığıyla hissettirirler. Elinizdeki yüzlerce sayfalık edebi eser, size yaşanılan büyük acıların nedeni olan yoksulluğun “kısa” bir tanımını yapar. Birkaç cümleye sıkıştırarak yapmak istediğiniz yoksulluk tanımı ise yukarıda bahsettiğimiz bitmek tükenmek bilmeyen yöntem ya da kavram tartışmalarına konu olmaktan ileri gidemez. Ancak, dünya edebiyatı çok farklı yorumlara da yer verebilmektedir. Ünlü bir Arap ozanı şöyle der: Günlük ekmeği bulduğuna şükret kardeşim, Yeter bu kadarı bile, nasılsa var sonunda ölüm. Akıl insana bilgece öğüt verir, En güzel zenginlik soyluca bir eylemdir. Zenginlik, avarelik ve bolluk, Bıkkınlık uyandırırlar ve yozluk, En iyi tok gözlülük korur günahtan Akıl yön bulmalıdır, kuşkuya bakaraktan Kokladın mı hiç cimriliği, Daha berbat bir koku burnuna geldi mi? Doğu kültürlerinde ağırlıklı olarak kabul gören azla yetinme ve fazlasını istememe düşüncesinin en güzel anlatımlarından birini sergilemiştir Ebul Ataja (1). Acılarla dolu yoksul bir hayatın, insanları günahlardan uzak tutan ve çoğu zaman diğer dünyada ödüllendirilmesini sağlayan kutsanmış yapısı, o dönemde yaşayan sıradan bir insanın isteyebileceği en güzel hayatı sunmaktadır. Asetik anlayışın yukarıda sıralanan özellikleri, yüz yıllar boyunca insanlara sürekli olarak sabretmeyi ve zenginlik ve refahtan uzak duran gerçek inananlardan olmayı telkin etmiştir. Budizm, Hinduizm, İslamiyet, Musevilik ve Dr.Mark Nerling - Kinder Armut gerekirse: 21. yüzyıl Türkiye'sinin sınırları içerisinde yoksullukla mücadele edebilirsiniz. Üst ve orta gelir tabakalarının altında yer alan tüm vatandaşlar yoksuldur. Eğer ülke sınırları içerisinde “Mutlak Yoksullukla Mücadele” (yani Açlık) etmekten bahsedilmeye başlanmışsa, Türkiye'nin modern bir ülke olma vasfı ortadan kalkar. Zira, ülke sınırları içerisinde aç vatandaşların olması, o ülkeyi bir üçüncü dünya ülkesi haline getirir. Açlık ya da mutlak yoksullukla mücadele ise hiçbir zaman bir ülkenin içsel sorunu olamaz. Afrika'daki mutlak yoksullara dağıtılan tonlarca yiyecek maddesi ve yüz binlerce şişe içme suyu, yoksullukla ya da açlıkla mücadelenin değil “açlıktan ölmek üzere olan insanlara yapılan son vazifenin” göstergeleridir. Hıristiyanlık gibi pek çok dinin ortak noktası olarak Ancak bu noktada, yoksulluk kavramının bahsettiğimiz asetik yaklaşımla bire bir örtüşüp örtüşmediği irdelenmeli ve örneğin; İslam dinindeki, yoksulların durumunu iyileştirmeyi amaçlayan fitre ve zekat ve ayrıca diğer dinlerde de var olan bağış ve sadaka uygulamalarının, modern bir kavram olduğu unutulmaması gereken yoksullukla mücadele ile olan ilişkisi tam olarak ortaya konmalıdır. Hiç kuşkusuz erdemli bir toplumsal kurum olan dayanışma ve paylaşım, insanların kendinden daha zor şartlarda yaşayan kimselere yardım etmesini amaçlamaktadır. Ancak, parasal ya da ayni biçimde yapılan yardımların, bugün yoksullukla mücadele kavramına yüklediğimiz kurumsal ve sürdürülebilir olma özelliğinden farklı olarak, sınırlı etkiye sahip olacağı ve özellikle bağış ve sadaka uygulamasının toplumu bir biçimde pasifize edeceği bilinmelidir. Günümüz dünyasında, yoksul kimselere yapılan maddi ve ayni yardımlar (fitre, zekat, sadaka, bağış vb.) sistematik bir yoksullukla mücadele yaklaşımı olmaksızın etkisiz ve anlamsız kalacaktır. Bir parantez açıp bahsetmeden geçemeyeceğimiz diğer bir konu ise özellikle son dönemde Afrika'daki yoksulluğa karşı verilen mücadelede eleştiriye uğrayan; IMF, Dünya Bankası ve G8 Grubu gibi kurumların sürdürdükleri parasal yardım stratejisidir. Çoğu zaman yukarıda bahsettiğimiz sadaka veya bağış yaklaşımına benzeyen bir biçimde hareket eden bu kurumlar, sansasyonel hedeflerle ulaşmak için, yoksul Afrika ya da Latin Amerika ülkelerinin borçlarını silmekte veya “uygun şartlarda” kredi sağlayarak üzerlerindeki baskıları bir nebze olsun azaltmaya çalışmaktadır. Ancak, “ En yoksul ülkelere “dış yardımlar” yapılmasına ve “özel önlemlerden yararlandırılmalarına” rağmen sayıları artmaktadır. 1971 de En Azgelişmiş Ülkeler liginde 27 ülke bulunuyordu. Aradan geçen sürede ise 22 ülke daha en yoksullar ligine terfi etmiş görünmektedir.” (2) adlandırılabilecek, azla yetinme ve nefis ile mücadele ederek rahat bir yaşamdan uzak durma yaklaşımı, insanlığın gidişatını büyük ölçüde etkilemiştir. 4 Sonunda geldiğimiz noktada, vicdanların rahatlatılması ve yoksul kesimlerden gelen baskının azaltılması için yapılan göstermelik bağışların bir “yoksullukla mücadele stratejisi” olarak sunulmaya Açtığımız uzun parantezin ardından, din kurumunun yoksulluk anlayışındaki belirleyiciliği konusunda, Hıristiyanlık örneğiyle devam edelim. Yoksulluk namuslu * insanların mükafatıdır. Özellikle Orta Çağ'da etkisi hissedilen asetik anlayış, Kilise baskısı altındaki Hıristiyanların yoksul yaşamını belirlemektedir. “İnsan, doğumundan ölümüne, dinin sürekli denetimi altında yaşamaktadır. Doğum belgesi yoktur, vaftiz vardır. Ölüm belgesi yoktur, köy veya mahalle kilisesinde dinsel defin vardır. Kilise, çalışma ve dinlenmeyi, gıda ve hayat tarzını ayrıntılarına kadar düzenlemektedir. Çanlar, gündelik hayatın ritmini vermektedir. Bu hayatın kalbinde, müminlerin tasa ve sevinçte ortak oldukları merkez olan kilise yer almaktadır: Tanrının Evi .” (3). Hayatın akışı, yoksulluğun benimsendiği ve Kiliseye mutlak biçimde duyulan itaatle sürmektedir. Ta ki Martin Luther'in 1517 yılında sahneye çıkışına kadar. Martin Luther tarafından başlatılan Protestan hareket, bir anlamda Kapitalizmin ortaya çıkışına da zemin hazırlayan toplumsal bir dönüşümdür. Lüksten kaçınmakla birlikte daha fazla çalışmanın ve hepsinden önemlisi tasarruf yapmanın önünü açmıştır. Böylelikle, yoksulluk bir erdem olmaktan çıkartılmış ve iyi bir insan olmanın, bu dünyada kişisel çıkarları peşinde koşarak da mümkün olabileceği kabul görmeye başlamıştır. Uzun bir dönem Kilise tarafından bastırılan insani dürtüler, büyük ölçüde burjuvazinin önderliğinde tekrar ortaya çıkartılmıştır. “Kapitalizm 18. yüzyıl içinde kök salmaya başladığında din, katı bir sosyal yapı içerisinde güçlü bir etkiyi hayata geçirmiştir. Yeni ekonomik sistemin prensipleri, dini inancınkilerle büyük ölçüde uyuşmuştur. Özgür girişimcilik, fedakarlığa ve yatırım fonlarının kaynağını oluşturacak olan tasarrufları yaratmak için ertelenen zevklere dayanmaktadır. Kısıtlı tüketim ve çok çalışmak daha fazla kapital yaratmak ve gelecekte daha fazla tüketebilmek için gerekliydi. Özveri ve kişisel gayret bireyin erdeminin ve bir dahaki hayatındaki kurtuluşun işaretleriydi. Max WEBER bunu “Protestan Ahlakı” olarak adlandırmıştır.” (4) Avrupa'yı Orta Çağ karanlığından çıkaran ve ekonomide büyük bir dönüşüm başlatan bu hareketin gelişimi Calvinizm ile devam etmiştir. Kilise kolaylıkla etki altında tutabildiği yoksul kesimlerin burjuvazi ile olan bağını koparamamış ve özellikle kent manastır kurumuna indirilen doğrudan bir darbedir. Ve Calvin bunu yeniden ele alarak belirginleştirmiştir. Mesleğinin gereklerini yerine getirmek, Tanrının iradesine uymaktır, hem genel yarara hem de Tanrının şanına hizmet etmektir. XVII. yüzyılda Anglo-Sakson ülkelerindeki çok sayıdaki Calvinist tüccar, burjuva, bankacı bunu savunacaktır: çalışma dininin tadına varalım; boşta gezerlikten, asalaklıktan, dilencilikten dehşet duyalım ve böylece, batı toplumları sadakadan uzaklaşıp yardıma yönelmeleri ölçüsünde, Calvinist zihniyetin etkisine girmiş olmaktadırlar. İş dünyasında başarıya ulaşmanın Tanrı tarafından kutsandığı sonucuna varmak, bir adımdır ama büyük bir adımdır.” (5) Din kurumunun yoksulluk kavramı üzerindeki etkileri hakkında verdiğimiz Sebastian Voltmaz çalışıldığı görülmektedir. Balık tutmayı iyi bilen kesimler, bunu diğerlerine öğretmektense, artan balıklardan bir kısmını bağışlamayı tercih etmektedir. Kalıcılık ve etkinlikten uzak bu uygulamalar, yoksulluğun kronikleşmesine yol açmaktadır. ekonomisinin etkisi yeni bir hayat görüşünü beslemiştir. Lucien Febvre Calvinci yaklaşımı şu şekilde özetliyor: “Tanrının kişiden razı olması için en iyi yol, dünyadan uzaklaşmak, bir manastıra kapanmak değil de bizzat Tanrının bizi içine yerleştirdiği konum ve meslek dahilinde, ödevini dünyada yerine getirmektir. Bunun anlamı insanın mesleki ödevini tam ve bilinçli bir şekilde yerine getirmesidir; Beruf (Meslek Almanca) kelimesi ilk kez, Luther tarafından gerçekleştirilen Kitabı Mukaddes çevirisinde görülmüştür. Bu örneğin Avrupa üzerinden olmasının en önemli nedeni, bu kıtanın en azından kendi sınırları içerisinde söz konusu sorunu büyük ölçüde aşmış olmasıdır. Avrupa insanının üzerindeki bağnaz dinci baskının ortadan kalkması, günümüz medeniyetinin oluşmasının bir numaralı açıklayıcısıdır. Yoksulluk algılayışı yaklaşık olarak iki yüzyıl içerisinde büyük bir değişim göstermiş ve bu değişim bugünün Avrupa'sına ulaşan yola ışık tutmuştur. Diğer yandan ortaya koyduğumuz yaklaşım açısı bir neden sonuç ilişkisi kurmaya çalışmamaktadır. Amacımız tam anlamıyla çok boyutlu bir sosyolojik (*) Colley Cibber (1671-1757) İngiliz edebiyatçısı ve tiyatrocusu. Eylül 2005 5 Bu Sayıda J. Eastman Johnson 1 3 8 11 13 16 kavram olan yoksulluğun, sadece güncel argümanlarla tanımlanmaya çalışıldığında ne tür hatalar yapılabileceğini göstermektir. Ayrıca bu yaklaşımın basit bir Oryantalist bakış açısına dayanmadığı da bilinmelidir. Zira, günümüzde diğer dinlere mensup insanların ağırlıklı olduğu ülkelerde yaşanan yoksulluğun, birbiriyle bağıntılı pek çok tarihi ve sosyal nedeni bulunmaktadır. Bu noktada Pascal'ın ünlü sözünü hatırlayalım: “Dünyanın kısımları, birbirleriyle öylesine bir ilişki ve bağlantı içindedirler ki, birini diğeri olmadan tanımanın olanaksız olduğuna inanıyorum.” EKONOMİ PENCERESİNDEN YOKSULLUK Günümüzün ya da diğer bir deyişle modern yoksulluk anlayışının temelleri, sanayi devrimi ve beraberinde oluşan kent kültürü ile eş zamanlı olarak atılmıştır. Yoksulluğun kent kültürünün bir parçası olarak gelişmesinin nedeni, bir bakıma görecelilik kuralına dayanır. Köylerde ya da kasabalarda gözlenen servet dağılımı neredeyse homojen bir yapıya sahiptir (kırsal alanda Feodal Bey dışında zengin yoktur ve bu zenginlik soyluluk ve din kurumu tarafından koruma altındadır) ve kişilerin giyim, beslenme ve ikamet konularında aynı seviyede oldukları sürece yoksulluğun hissedilmesine olanak yoktur. Kiliseye veya soylulara ait topraklarda tarımsal üretim yapan köylü ya da serf, hiçbir mülkiyet hakkına sahip değildir. Yaşam standardının düzeyini karşılaştırabileceği tek kişi ise feodal beyin kendisidir ki böyle bir karşılaştırma, yoksul bir hayatın göstergesi olmaktan çok kabul edilebilir ve doğal olan koşullara işaret eder. Kentsel veya kırsal alanda bir kimsenin yoksul olarak tanımlanması ise asıl kentlinin yani burjuvanın yaşam koşullarına göre yapılan bir mukayesedir. Kısaca söylemek gerekirse soylu olmayan kentli insanın zenginleşmeye başlaması, gerek kırsal alanlarda yaşayanlar ve gerekse bu alanlardan kentlere göç eden kimseler arasındaki refah anlayışı uçurumunu beraberinde getirmiştir. Dolayısıyla “yoksulluk” bir kentsel kavram haline gelmiştir. Ekonomide emeğin bir piyasa içerisinde değerlendirilmeye başlanması, kırsal bölgelerden gelen insanları burjuva sınıfının hakimiyetindeki şehirlerde ikamet etmek, giyinmek ve karnını doyurmak için emeğini ortaya koymak zorunda bırakmıştır. Takasa konu olabilecek herhangi bir metaya sahip olmayan bireyler emeklerini pazarlayamadıkları veya zorunlu olarak çok düşük değerlere pazarladıkları durumda, kendilerini ve bakmakla yükümlü oldukları kimseleri yoksullukla tanıştırmıştır. Klasik kapitalizm dönemi olarak 6 19 25 26 30 32 33 39 48 50 51 52 Kadınlara Yeni Yollar Açmak Hangi Yoksullukla Mücadele Cinsiyet ve Kent Tarımı Çiftçi Uygulama Okulları Kent Tarımının Finansmanı Şanghay: Kent Tarımına Yönelik Eğilimler Gelir Dağılımının İyileştirilmesi ve Yoksullukla Mücadele Kent Tarımında Kamu Arazilerinin Kullanımı Yoksullukla Mücadeleye Yönelik Öneriler Toprağa Ulaşım Milletin Efendisi Organik Sebze Üretimi Türkiye'deki İlk Kent Tarımı Semineri I.Uluslararası Roman Sempozyumu Engelsiz Yaşama Merhaba UYD Tunceli Toplum Merkezi Açıldı Kent Tarımı Seminerleri Sonuç Bildirisi adlandırabileceğimiz dönemin başlarındaki işçi profili, henüz kentli olamamış ve tam anlamıyla kırsal kökene sahip bir sosyal statüyü gösterir. Köyünde yaşadığı standartlar, sadece hayatını idame ettirmesine yetecek tarımsal üretim tarafından belirlenmektedir. Emeği karşılığında elde edeceği hayat standardı ile yapacağı karşılaştırma henüz yoksulluğa işaret etmemektedir. Çünkü, sahip olduğu yaşam standardı kırsal yaşantısındakiyle örtüşmektedir. Bu noktada işçinin algılayış ve beklentilerindeki değişim başlamaktadır. Henüz geçimlik ücret seviyesinde olan ve Merkantilist dönemin köleci anlayışının ardından, yeni yeni gelişen sanayi 1. sayfadan REFERANSLAR - Fisher, Thomas and M.S. Sriram (2002). Beyond Micro-credit: Putting Development Back into Micro-Finance. Oxfam, Vistaar Publications, New Delhi. - M.S. Subhas (2003). "What are liberalization and Post Liberalized Markets?" Reading paper prepared for Training of Trainers in Building Market Linkages and Business Development Strategies using MOVE, August. - Purushothaman, Sangeetha (2002). Capacity Development Of Grassroots Networks To Become Effective Partners In Local Governance For Poverty Eradication: Lessons from Below, written on behalf of the Huairou Commission, Paper commissioned by The LIFE Global Programme of IDG/BDP/UNDP, August. - Purushothaman, Sangeetha and Simone Purohit (2002) Participatory Action Planning Process: A Process Document, submitted to the University of Wales, Bangor, United Kingdom. - Purushothaman, Sangeetha, Rameshwari Varma and Simone Purohit (2000). Women's Access to and Control over Financial Resources: Towards Development and Redesigning Policy. Policy document commissioned by the Department of Women and Child Development, Government of Karnataka, September. - Velayundan, Sanal Kumar (2003). Rural Marketing: Targeting the Non-urban Consumer. Response Books, New Delhi. toplumunun oluşturduğu işçi (emekçi) için zenginlik, kendinin ve ailesinin barınabileceği bir oda, beslenebilecekleri asgari ölçüde yiyecek ve giyebilecekleri kıyafet demektir. Dönemin üst gelir seviyesindeki kişileri ise yine aynı kategoriler içerisinde değerlendirilmelidir. Bir konuta sahip, birkaç takım kıyafeti olan ve günde iki ya da üç öğün yemek yiyebilen daha iyi durumdaki kişiler için refah ya da zenginlik artışı, saydığımız bu özelliklerdeki artıştır. Basit bir örnek verelim: 1805 yılında bir çan üretim atölyesinde ya da herhangi bir kömür ocağında çalışan işçi elde ettiği ücretiyle karısı ve üç çocuğuyla iki odalı bir konutta kirada oturmaktaydı. Büyük ihtimalle şehrin dış mahallelerinde yer alan bu işçi konutu, ortak tuvaleti ve banyo sistemi olan bir apartman dairesiydi. Bu konutta daha önce oturan babası da aynı iş karşılığında aynı düzeyde gelir elde etmekteydi. Kesinlikle tasarruf edememesine rağmen sahip olduğu yaşam standardı köyünde bıraktığından çok da kötü değildi. Ancak doğrudan kent sistemi içinde doğan oğlu, sahip olduğu standartlarla çevresinde gözlemledikleri arasında karşılaştırma yapabiliyordu. Kent hayatına adapte olmaya başlayan ve büyük kısmını işçi kesiminin oluşturduğu grupların kırsal kesimle bağlarının kopması ve gerçek birer kentli olmaları kaçınılmaz “paylaşım” sorununu gündeme getirmiştir. Emeklerinin piyasa değeri hak ettiklerini düşündükleri yaşam standardını sağlamamaktadır artık. Sadece hayatta kalabilmeyi başarı olarak gören atalarının aksine, çevrelerinde gözlemledikleri “görece” daha iyi olan yaşam standartları bir beklentiye dönüşmüş ve tabi ki “yoksulluk” algılayışı ortaya çıkmıştır. Yoksulluktan kurtulmanın yollarını gösteren özgürlük Eylül 2005 ve rekabet ise kent arenasına çıkmıştır. İşçi sınıfının ve bu sınıfın bilincinin oluşması süreci, hiç kuşkusuz yoksulluk algılayışını da belirlemiş ve bu kavramı kapitalizme yöneltilen eleştirilerin baş argümanı olarak seçmiştir. Kapitalist sistemin en sert eleştirileri hiç kuşkusuz sosyalist düşünürlerden gelmiştir ve bunun en çarpıcı örneklerinden biri de F. Engels'e aittir. “F. Engels İngiliz işçi sınıfının durumunu anlattığı kitabında bir başka insana verilecek zararın öldürücü olduğunun önceden bilinmesini cinayet olarak tanımlamaktadır. Bu durumda binlerce, yüz binlerce insanı yaşamın gereklerinden yoksun bırakıp yoksullaştırarak, yaşayamayacakları konuma sokarak, onları olması gerekenden çok erken yaşta, doğal olmayan bir yolla ölümle karşı karşıya bırakanlar, düpedüz bir cinayet işlemektedirler. Çünkü, yoksulların yok olacağı bilindiği halde gene de bu koşulların sürmesine izin vermek bir cinayetten başka bir şey değildir. Bu tutum, örtülü, kasıtlı bir cinayettir. Engels'in ifadesi ile “hiç kimsenin kendisini savunamadığı bir cinayettir; kimse katili görmediği için, mağdurun ölümü doğal göründüğü için cinayet gibi olmayan cinayettir”. Burada suç, bir şeyi yapmaktan çok yapmamanın bir sonucudur.” (6) Sonuç olarak; Mücadele etmek için yola çıktığımız kavramın tanımlanmasının ilk bakışta çok zor olduğu görülmektedir. Bu nedenle, şu ana kadar bahsettiğimiz özellikleri ışığında yapacağımız tanımlama sadece bugünün yoksulluk anlayışını belirtecektir. İletişim ve ulaşımın büyük bir gelişme kaydettiği günümüzde yoksulluğu, ortak akılla belirleyeceğimiz gerekli tüketim kalemlerine ulaşım güçlüğü çekilmesi şeklinde tanımlamak 7 baş vurulacak tek yol gibi görünmektedir. Türk-İş bu kalemleri şöyle sıralamaktadır; kira, ulaşım, yakacak, elektrik, su, haberleşme, giyim, eğitim, sağlık, iletişim ve kültür. Bu kalemlerin her biri için belirlenen birim fiyatlar toplamında, her ay yaklaşık olarak en düşük memur maaşının iki ya da üç katına ulaşan bir meblağ belirlenmektedir. Temmuz 2005 itibariyle 1.600 YTL olan “Yoksulluk Sınırı” ücretinin, sokakta karşılaşacağınız her hangi bir Türk vatandaşı için yoksulluk bir yana oldukça lüks bir hayat anlamına gelmesi ise konunun ne kadar karmaşık olduğunu göstermektedir. Araştırma yapılırken seçilen kişi profilleri, sosyal ve kültürel özellikleri ve bizzat belirlenen kalemlerin nitelikleri neredeyse üzerinde anlaşılması imkansız olan bir farklılıklar denizine aittir. Büyük ihtimalle hareket noktası olarak tespit edilen durum: 2005 yılı Türkiye'sinde yaşayan modern bir vatandaşın, eşinin ve iki çocuğunun sahip olması gereken asgari medeni yaşam standardının parasal değeridir. Ancak sorun şudur: Aylık geliri 1.500 YTL olan bir kimse kendini yoksul hisseder mi? Ortak aklın bir sonuca ulaşmasındaki zorluk, sadece bireylerin kendi bakış açılarına bırakılırsa çözüme kavuşabilir. Kısacası yoksulluk; yaşamayı hak ettiğinizi düşündüğünüz hayatı yaşayamamaktır. REFERANSLAR 1 2 5 3 4 6 August Bebel, Hz. Muhammet ve Arap-İslam Kültürü Dönemi, Bordo Siyah Yayınları, 2003 İstanbul Fikret Başkaya, Kapitalizm ve Yoksulluk, www.ozguruniversite.org Lucien Febvre, Uygarlık, Kapitalizm ve Kapitalistler, çev. Mehmet Ali Kılıçbay, İmge Yayınevi, 1995 Ankara Time Magazine, Is Capitalizm Working? , George M. TABER, April 21, 1980, vol:115 no:16 Yüksel Akaya, Bir Cinayetin Fiil Çekimi, Evrensel Kültür Dergisi, Sayı:142 Elçin Sevim - İncir Satan Kadınlar Kadın çiftçiler, sosyal aktiviteler ve kentsel gıda konularıyla ilgili olarak; yönetime, yerel politikaların belirlenme süreçlerine ve çeşitli toplumsal hareketlere katılabilirler. Bu alanda yapılan üretken çalışmalar, kadının aile içi karar verme sürecindeki pozisyonunu da güçlendirecektir. Cinsiyet ve Kent Tarımı Kent tarımının, kadınlar ve erkekler üzerinde olumlu ve olumsuz etkileri vardır. Bu konuda yapılan araştırmalar, ailelerin gıda güvenceleri üzerindeki olumlu etkilere ve dolayısıyla bu konuda asıl sorumluluğa sahip olan kadınlar açısından faydalı gelişmelere işaret etmektedir. Bu makalede, kent tarımının cinsiyet kavramı ile olan ilişkisi tüm boyutlarıyla tartışılacaktır. Ö ncelikle, kent tarımı kapsamı içerisinde çalışmakta olan kimselerin tanımlanması ve bu konunun politika gündemindeki yerini alması gerekmektedir. Bugün, bir çok belediyenin kent tarımının önemini fark etmelerinin ardından, oluşturdukları kalkınma planlarında bu kavrama da yer verdikleri ve cinsiyet boyutunun incelenmesi fikrine sıcak baktıkları görülmektedir. Joanna Wilbers ETC RUAF Alice Hovorka Coğrafya Bölümü, Guelph Üniversitesi, Kanada René van Veenhuizen ETC RUAF Cinsiyet kavramı, erkekler ve kadınlar arasındaki roller ve ilişkilerin sosyo-kültürel yapısı olarak tanımlanabilir. Bu kavram üzerinde yapılan incelemeler; rollerin, sorumlulukların ve bunun yanında hayat içerisindeki fırsatlara ve kaynaklara ulaşım kabiliyetini belirleyen erkeklik ve kadınlık anlayışlarının, yerel kültür yapısı çerçevesinde araştırılmasını amaçlamaktadır (Hovorka, 1998). Kalkınma çalışmaları süresince cinsiyet kavramına yer verildiği görülse de bu kavramın yeterince anlaşıldığı söylenemez. Erkeklerin ve Kadınların Kent Tarımı ile İlgilenmelerinin Nedenleri Milyonlarca kentli çiftçi, yaşadıkları bölgelerde hiçbir resmi yardım almadan gıda üretmeyi başarmışlardır. Kent tarımının pek çok olumlu özelliği bulunmaktadır. Örneğin; kadın ve erkek arasındaki güç ilişkilerine baktığımızda, bu konunun kent tarımı ile ilgili farklı durumlar açısından çok önemli olduğunu görebiliriz. Bu nedenle, cinsiyet kavramının öneminin sadece kabul edilmesi yetmemekte, bunun yanında kent tarımı ile ilgili karmaşık konuların açıklanması sürecinde, öncelikli bir analitik araç olarak kullanılması gerekmektedir. Ağırlıklı olarak kendi ihtiyaçları için üretim yapan ailelerin gıda güvencesini artırır. Bu konu çoğunlukla kadınların sorumluluğundadır. Fazla olan ürünlerin satılması sonucunda ek gelir elde edilmesini sağlar. Gıda harcamalarında tasarruf yapılabildiği için farklı harcamalara imkan verir. Kadınlar, böylelikle daha fazla özgürlük elde edebilirler. 8 Ailelerin kent tarımı ile ilgilenme süreçleri iki ayrı senaryo şeklinde açıklanabilir. İlk olarak, kırsal tarımla uğraşan bir aile birikimleri (bilgi ve deneyim) ile birlikte kente göç eder ya da yerleştiği alanda tarımsal aktivitelerine devam eder. Bu süreçte kent gelişir ve yaşanılan alanı da içine alır. İkinci senaryoda ise aile kente yerleştikten bir süre sonra ihtiyaç nedeniyle veya kendi iradesine bağlı olarak tarımsal aktivitelere başlar. Her iki durumda da kadının taşıdığı ağır yük değişmez. Palacious (2003) ve sonrasında Moser, pratik ve stratejik ilgi ve ihtiyaçların birbirinden ayrılması gerektiğini belirtmektedir. Buna göre pratik ihtiyaçlar: “eşit olmayan yaşam koşullarıyla ilgili olan; gıda ve su tüketimi ve bunun yanında sağlık ve iş imkanı” gibi acil ihtiyaçlardır. Bunların elde edilmesi, cinsiyet ilişkilerinde bir değişime yol açmaz. Stratejik ihtiyaçlar “cinsiyet tarafından belirlenen iş bölümü ve iktidar ile ilgilidir ve ayrıca yasal haklar ve aile içi şiddetin ortadan kaldırılması gibi konuları da kapsayabilir”. Stratejik ihtiyaçların, cinsiyet ilişkilerinin geliştirilmesi suretiyle karşılanması, kadınların daha eşit bir statüye ulaşmalarını ve varolan rollerinin değişmesini sağlayacaktır. Pratik ve stratejik ihtiyaçlar kendi aralarında da bir ilişkiye sahiptir. Kent tarımı aktiviteleri bu ihtiyaçların karşılanması konusunda katkıda bulunabilir. Bazı ülkelerdeki örneklerle uyuşmasa da (örneğin, Batı Afrika), kadınların kent tarımında erkeklere göre daha aktif Eylül 2005 olduklarını öne süren genel bir kanı bulunmaktadır. Afrika'nın birçok bölgesindeki kadınların, ailenin geçimi konusunda taşıdıkları sorumluluğa atıfta bulunularak, bu kadınların kent tarımı çalışmalarında daha baskın oldukları belirtilmektedir. Diğer yandan, kadınlar erkeklere göre daha düşük eğitim seviyesine sahip oldukları için, iyi gelir getiren resmi bir iş bulma konusunda zorluklar yaşamaktadır (Hovorka, 2003). Kadınlar ve erkeklerin, rolleri ve sorumluluklarıyla ilgili olan tercihleri ve öncelikleri de büyük ölçüde farklılık göstermektedir. Bu durum, özellikle şu alanlarda gözlenebilir: Üretim hedefleri (tüketim ihtiyacını karşılayacak kadar veya piyasada satmak amacıyla daha fazla üretmek), üretim yapılacak alan (çocuk sahibi kadınlar evlerine yakın yerlerde çalışmayı tercih etmektedirler), üretim tipi (tek ürün veya çoklu seçenek). Özellikle, evli ve çocuklu kadınlar kent tarımı çalışmalarından rahatlıkla faydalanabilirler. Çalışmaların evlere yakın alanlarda, fazla harcama gerektirmeden ve diğer önemli sorumluluklarla eş zamanlı olarak yapılabilmesi, bu konuda büyük rol oynamaktadır. Evli kadınlar için, ailelerinin gıda ihtiyacını karşılama edebilmektedirler. Ancak pek çok farklı nedenden dolayı kentlerdeki kayıt dışı sektörde çalışmayı da tercih edebilirler. Bu değerlendirmeler, zaman ve yere göre kesin biçimde farklılık gösterecektir. KAYNAKLARA ULAŞIM VE KONTROL Birbirleriyle yakın bağlantılı olan bu iki konu şu şekilde ayrılabilir: Üretken kaynaklara olan ulaşım ve bunların kontrolü (toprak, kredi, emek ve bilgi), ürün ve elde edilen faydaya ulaşım ve bunların kontrolü. Toprağa ulaşım konusunda kadın ve erkeklerin ortak sıkıntıları olsa da, varolan gelenekler nedeniyle, kadınlar rakiplerine göre daha avantajsız konumdadır. Erkekler uygun durumdaki boş arazilerin en iyilerini alırken, kadınlara daha düşük kalitede, güvensiz ve çoğu zaman evlerinden uzak yerlerdeki araziler kalmaktadır. Bu noktada, özellikle yaşlı ve küçük çocuk sahibi kadınlar açısından oldukça önemli bir ulaşım sorunu gündeme gelmektedir. Uzak ve tehlikeli alanlarda çiftçilik yapmak kadınlar için büyük bir risktir. Kentlerde, gün geçtikçe artan tarım alanlarının varlığı bile, kadın ve erkekler arasındaki eşitsizlik nedeniyle söz konusu soruna çözüm getirememektedir (Hovorka, 1998). Kent tarımındaki cinsiyet ilişkilerini büyük ölçüde etkileyebilen pek çok dışsal faktör bulunmaktadır. Kadınların ve erkeklerin; emek, bilgi, toprak ve diğer bazı doğal kaynaklara eşit olmayan biçimde ulaşmalarının nedeni, ağırlıklı olarak makro düzeydeki yapı ve süreçlerin olumsuz etkileridir. Kadınların kent tarımı ile olan ilişkilerinin temelinde sosyo-ekonomik koşullar yatmaktadır. Bunlara örnek olarak, bir kadının farklı ekonomik koşullar altında almak istediği veya alabileceği riskleri ve ayrıca çeşitli sosyal ve kültürel normları verebiliriz. Nuri İyem - İki Kadın Kadın ve erkeklerin sadece ihtiyaca dönük üretim yapmaktansa piyasaya dönük girişimlerde bulunmalarını, küçük ölçekli ürün işleme ve pazarlama çalışmaları yapmalarını teşvik eder. Çalışmalar evlere yakın yerlerde yapılabildikleri için diğer işlerle de ilgilenilebilir. Bu konu özellikle kadınlar için önemlidir. Görece düşük düzeyde sermayeye ve teknolojiye ihtiyaç duyar. Gerekli girdiler yoksul aileler tarafından da karşılanabilir. Düşük eğitim seviyesindeki kadınlar ve gençler tarafından uygulanabilir. amacının dışında farklı nedenler de mevcuttur. Bu çalışmalar, kültürel açıdan kendilerinden beklenen (veya izinli oldukları) görevler çerçevesinde değerlendirilirken, böylelikle aile içi tartışmalarda pozisyonlarını güçlendirecek şekilde gelir elde edebilecekleri bir yol bulmuş olurlar. Kendi gıdalarını yetiştirerek ailenin yapacağı harcamalardan tasarruf 9 Kültürel yaklaşımlar, kadın ve erkeğin aile içinde üstlendikleri veya üstlenmek zorunda oldukları rolleri ve sorumlulukları belirler. Toprak Nuri İyem - Gecekondu Kadınlar ve erkekler, sahip oldukları değişik düzeydeki bilgi birikimi nedeniyle, bazı bitkisel ürün ve hayvanların yetiştirilmesinde ve çeşitli teknolojilerin uygulanması konularında farklılık göstermektedirler. Sınırlı bilgi ve bunun yanında modern girdi ve teknolojilerin kullanımında yaşanılan sıkıntıların diğer bir nedeni ise, resmi veya resmi olmayan kurumlar tarafından sürdürülen eğitim çalışmalarına katılma konusunda yaşanılan güçlüklerdir. Kadınlar, özellikle araştırma ve yayın hizmetlerinden yararlanma konusunda daha şanssızdır. Bazı bitki çeşitlerinin yetiştirilmesi, kompost yapımı, gübre ve zirai ilaç kullanımı konularında, cinsiyete bağlı farklılıklar sorun yaratabilmektedir. konusunda, geçmişten devralınan gelenek, kural ve her türlü düzenleme kadınları olumsuz yönde etkilemektedir. Kadınlar çoğu zaman, eşit koşullardaki bir erkeğe göre, toprağı miras olarak alma ve kontrol etme konularında, gelenekler ve kanunlar nedeniyle engellenmektedir. Ancak bu durum, son dönemde yaşanan kentleşme ve kadının üstlendiği farklı roller nedeniyle değişmeye başlamıştır. Lee-Smith (1997) bu konuyla ilgili olarak “cinsiyet sözleşmeleri” terimini geliştirmiştir. Buna göre; toplumlarda, birbirinden farklı pek çok sosyal kural, kadın ve erkeğin neyi yapıp neyi yapamayacağını belirleyen görünmez anlaşmalar oluşturmaktadır. Diğer faktörler ise, yerel ve ulusal ölçekteki politikalar, çevresel faktörler ve çeşitli organizasyonlardır (STK vb.). Cinsiyet farklılıklarının üretken kaynaklara ulaşım konusundaki etkileri yanında, aile reisliğinin kadın veya erkek tarafından üstlenilmesinin de farklı etkileri bulunmaktadır. Kadınların aile reisliğini üstlendiklerinde daha düşük kalitede kaynaklara sahip olabildiğini ve dolayısıyla düşük seviyede üretim gerçekleştirebildiklerini görmekteyiz. Bunun nedeni, yapmak zorunda oldukları ev işleri nedeniyle, tarımsal faaliyetlerini sınırlandırmak zorunda olmalarıdır. Diğer dezavantajları arasında, eğitimsizliklerini ve bunun sonucunda farklı iş fırsatlarına sahip olamamalarını sayabiliriz. Kadınlar, ihtiyaç duyulan girdilere ve bilgiye ulaşma konusunda (internet, radyo, televizyon, kitap, dergi) ve aynı zamanda bireyler arası ilişkilerde de (yayın hizmetleri, özel sektör kurumları, danışmanlar, öğretmenler, arkadaşlar, akrabalar, komşular) erkeklerden daha fazla sıkıntı yaşamaktadır. KARAR VERME Kaynakların kontrol edilmesi ve karar verme gücü, birbiriyle yakın ilişkili konular olmalarına rağmen bazı farklılıklara da sahiptirler. Kadınların karar verme sürecindeki rolü ve pazarlık güçleri değerlendirilirken, ailenin toplum ya da organizasyon içerisindeki yeri de göz önünde bulundurulmalıdır. Kadınların toplum içerisindeki karar verebilme güçleri ise, grup olarak hareket edebilme yeteneklerine göre değişebilmektedir. Kadınların grup çalışmaları; kaynaklarını, yeteneklerini, bilgilerini, zamanlarını ve enerjilerini bir araya getirebildikleri kooperatif mekanizmalarında rahatlıkla gözlenebilir. Kadınların sosyal örgütlenmeleri ve işbirliği çabaları, kent tarımı sektörü için başarılı bir kalkınma stratejisi olabilir (Hovorka, 2003). Kadın çiftçiler, sosyal aktiviteler ve kentsel gıda konularıyla ilgili olarak; yönetime, yerel politikaların belirlenme süreçlerine ve çeşitli toplumsal hareketlere katılabilirler. Bu alanda yapılan üretken çalışmalar, kadının aile içi karar verme sürecindeki pozisyonunu da güçlendirecektir. GÖREV DAĞILIMI Kadınlar ve erkeklerin, gerek aile içinde ve gerekse kent tarımı çalışmalarında farklı görevler üstlendikleri bilinmektedir. Her şehirdeki görev dağılımı, burada yaşayan kadın ve erkeklerin hangi kültürel gruba ait olduklarına, ailelerinin sosyo-ekonomik 10 seviyesine veya üretilen gıdanın türüne göre değişebilmektedir. Bununla birlikte bazı benzerlikler de mevcuttur. Kuraklık dönemlerindeki sulama işleri gibi ağır işler genellikle erkekler tarafından yapılırken, kadınlar çoğunlukla yağışlı dönemlerde çalışır. Ancak Nepal'de olduğu gibi bazı durumlarda, kadın veya erkeğin yapması gereken belirli işler bir tabu şeklinde algılanmaz. Bu tür gelişmelerde, kentleşmenin veya kent tarımının kadın ve erkekler üzerindeki etkileri de rol oynamaktadır. Kadınların, tarımsal bir çalışmada veya kayıt dışı sektörde herhangi bir görev almalarına rağmen, pek çok ev işindeki sorumluluklarının devam edeceği bilinmektedir. Kent tarımıyla ilgili görevlerin çoğunluğu kadınlarca üstlenilmektedir. Bazı ürünler için gereken sorumlulukların dağılımında ise farklılıklar görülebilir (kolay gelir getiren ve büyük kümes hayvanları yerine diğer gıda ürünleri ve küçük kümes hayvanları). Bunun yanında eğer kadınlar tarımsal üretime doğrudan katılmazlarsa, pazarlama işlerini yürütürler (Gana örneği). Zaman, sınırlı bir kaynak olmasının yanında ailenin yapacağı toplam sebze ve meyve üretiminin artırılmasını sağlayacak etkili bir stratejidir. Kadınların, daha fazla miktarda üretim yapılması veya daha iyi gelir getirecek çeşitlerin tercih edilmesi konusunda sorumluluk almaları, ailenin diğer fertlerini tarımsal uygulamalar, pazar değeri ve kârın aile içerisindeki bölüşümü konusunda ikna etmelerine bağlıdır. REFERANSLAR - Hovorka, Alice J. 1998. Gender Resources for Development Research and Programming in Urban Agriculture. Cities Feeding People Series, Report No.26. Ottawa, Canada: IDRC. - Hovorka, Alice J. 2001. Gender considerations for urban agriculture research. Urban Agriculture Magazine 5. - Hovorka, Alice J. 2003. Gender and Urban Agriculture. In the Bibliography on Urban Agriculture, RUAF. www.ruaf.org - Hovorka, Alice J. 2004. Urban agriculture: addressing practical and strategic gender needs. Unpublished manuscript (under peer review). - Palacios, P. (2002) Why and how should a gender perspective be included in participatory processes in urban agriculture. In: Latin American Training Course on Urban Agriculture, Session 2, Proceedings. Quito: PGU-LAC. Lee-Smith, D. (1997) "My house is my husband" A Kenyan study of women's access to land and housing. Thesis 8. Department of Architecture and Development Studies, School of Architecture, Lund Institute of Technology, Lund University, Sweden. www.cityfarmer.org Sezon boyunca yapılan eğitim çalışmaları, çiftçilerin kentsel çevrede karşılaşacakları değişken ve çoğu zaman alışılmadık sorunlara karşı çözüm oluşturabilmelerini sağlayacaktır. Çiftçi Uygulama Okulları: Kent Tarımı İçin İdeal Bir Yöntem Kentsel bölgelerde yaşayan çiftçiler, bazen tarım uygulamalarında yeni oldukları için bazen de çiftçilik yapacakları çevrenin yeni ve farklı olması nedeniyle, kırsal alanlardaki çiftçilere göre daha sınırlı teknik bilgiye sahiptir. Çiftçi Uygulama Okulları (Farmer Field Schools, FFS), çiftçilere ihtiyaç duydukları yerel ve kolaylaştırıcı bilgileri sağlarken, eksik olan noktaların da ortaya çıkarılmasına yardımcı olmaktadır. Konuyla ilgili tartışmalar tüm boyutlarıyla aşağıda yer almaktadır. YETİŞKİNLERİN EĞİTİMİ B Gordon Prain Eylül 2005 u konuda yapılan araştırmalar, yetişkinlerin gerek uygulamaya dönük çalışmalar ve gerekse günlük deneyimlerle ilişkili konular çerçevesinde yapılan eğitim sürecinde, en iyi öğrenme seviyesine ulaştıklarını göstermektedir. Bu yaklaşım, Çiftçi Uygulama Okulları'nın temel felsefesini oluşturur. Çiftçiler bu okullarda, ihtiyaç duydukları bilgiyi keşfetmek suretiyle, aktif biçimde edinirler. Böylelikle, öğrenilen bilgiler eğitimlerin sonrasında uygulamaya dönüştürülebilecek şekilde kalıcı olabilecektir. Uygulama okulları, tarım sezonu içerisinde haftada ya da on beş günde bir tekrarlanacak yarım günlük toplantılar şeklinde gerçekleşmektedir. Bu okullarda, yeni yöntemlerin ve potansiyel gelir kaynaklarının uygulamalarla gösterilebildiği araziler de mevcuttur. Bu eğitim yaklaşımının karşılaştığı temel sorun, katılımcıların çalışmalara olan ilgi düzeylerinde yaşanabilecek sıkıntılardır. Yoksul kentli aileler için böyle bir uygulama zorluklar yaratabilir. BİR SEZONLUK DENEYİM Çiftçi Uygulama Okulları, ağırlıklı olarak bir ürünün tüm sezonunu kapsamakta ve böylelikle çiftçiler ve diğer katılımcılar (yerel yetkililer, destek veren kimseler vb.); tohum sağlığı, toprak verimliliği, hastalıklara karşı mücadele, hasat 11 ve pazarlama konularındaki potansiyel sorularla ilgili olarak, anında bilgi sahibi olabilmektedir. Sezon boyunca yapılan eğitim çalışmaları, çiftçilerin kentsel çevrede karşılaşacakları değişken ve çoğu zaman alışılmadık sorunlara karşı çözüm oluşturabilmelerini sağlayacaktır. Çiftçiler; belirli bir ürün grubu, kalite, yetiştirme koşulları, varolan pazarlama fırsatları ve kendi ihtiyaçlarına veya taze ürün pazarına yönelik üretim yapıp yapmamak konularında karar verirken, bu eğitim sürecinden yararlanacaklardır. Bununla birlikte, toplantıların sıklığı (tercihen haftada bir) ve sezon içerisindeki toplam eğitim süresi, ailelerin diğer www.ipmthailand.org ihtiyaçlarıyla uyuşmayabilir. Özellikle yeni ve beklenmedik sezonluk iş fırsatları (İnşaat sektörü vb.), bu çalışmalar yerine tercih edilebilir. KATILIMCI BİR DENEYİM ARENASI Çiftçi Uygulama Okulları, katılımcı eğitim yöntemini benimsemiş oldukları için, yeni teknolojilerin test edilebilecekleri mükemmel bir alan olarak değerlendirilebilirler. Bu okulların başlangıçta temel aldıkları eğitim konusu, kimyasal gübre kullanımıdır. Ancak diğer konulardaki eğitim çalışmaları da sürdürülmektedir. Kent tarımının; sınırlı arazi, toprak mülkiyeti konusunda yaşanan sorunlar, toprağın yeterince verimli olmaması ve ihtiyaç duyulan yüksek miktarda emek gibi kendine özgü koşulları, ürünlerin en iyi biçimde yetiştirilebilmesini zorlaştırmaktadır. Yapılan çalışmalar sonrasında, çiftçilerin koşullarına uygun olan teknolojileri kendilerinin seçebilmeleri büyük önem arz etmektedir. ÇİFTÇİDEN ÇİFTÇİYE EĞİTİM Çiftçi Uygulama Okulları'nın temel aldığı eğitim sistemi aynı zamanda “eğiticilerin eğitimini” gerçekleştirmekte ve yayın tipi eğitim yerine uygulama tipi eğitime vurgu yapmaktadır. Kişisel yeteneklere bağlı olarak, herhangi bir Çiftçi Uygulama Okulu'nda eğitim alan katılımcı, daha sonra başka bir okulda eğitimci olarak çalışabilir. Öğrenme sürecinin bir teknisyen ya da bilim adamının katılımından çok, çiftçiler arasında yaratılan etkileşim sayesinde gerçekleştiği görülmektedir. Ancak söz konusu eğitmenler, eğitim sürecinin belirli dönemlerinde çalışmalara kaynak kişiler olarak katılmaktadırlar. Çiftçi Uygulama Okulları tarafından yürütülen, çiftçiden çiftçiye eğitim yöntemi ve grup formasyonunun diğer bir faydası ise üyeler arasında sağlanan sosyal ilişkilerdir. Arazinin incelenmesi Ürünlerin büyüme ve gelişme düzeyinin planlanması Tarımsal ekolojinin incelenmesi Sonuçların ortaya konması ve üzerinde tartışılması Ekonomik bakımdan inceleme yapılması Grup dinamikleri Özel konu www.ipmthailand.org Her bir toplantı, aşağıda yer alan konu başlıklarını içeren farklı müfredata göre yürütülmektedir. 12 SAĞLIK Tarımsal ekoloji (agro-ecology) ve toprakürün sağlığı konuları, Çiftçi Uygulama Okulları müfredatının önemli bölümlerini oluşturmaktadırlar. Bu konular; bitkipatojen ve bitki-zararlı ilişkilerinin ve bunun yanında farklı türlerdeki kimyasal gübrelerin kullanım etkilerinin anlaşılması başlıkları altında işlenmektedir. Kentsel gıda üretimi koşulları sağlığı, çiftçiler için öncelikli bir konu haline getirmektedir. Kentsel çevrede karşılaşılan; zararlılar, hastalıklar ve çeşitli fizyolojik semptomlar arasındaki benzerlikler oldukça sınırlıdır. Kentsel alanlardaki toprakların çoğunlukla aşırı derecede fakirleşmiş olması, bu toprakların verimli hale getirilmesini zorunlu kılmaktadır. Bununla birlikte, yoksulluk ve toprak mülkiyeti konusunda yaşanan sorunlar, oluşturulan stratejilerin kısa vadeli olmasına ve hızlı gelir sağlama yöntemlerinin tercih edilmesine yol açmaktadır. Çiftçi Uygulama Okulları'nın kentli ailelerle yürüttükleri çalışmaların ve elde edilen deneyimlerin halen sınırlı olduğu bilinmektedir. Son dönemde Ekvator ve Zimbabwe'de yeni çalışmalar başlatılmıştır. Ancak bu çalışmalardan elde edilen sonuçların, şu ana kadar üzerinde tartıştığımız potansiyel fayda ve sınırlamalar çerçevesinde değerlendirilmeleri için henüz erkendir. Bizler, Çiftçi Uygulama Okulları'nın kent tarımı koşullarına daha iyi uyum sağlayabilecekleri yeni yollar bulmak ve daha fazla deneyim sahibi olmak için çalışmalarımızı sürdürüyoruz. Heeley Kent Çiftliği - www.heeleyfarm.org.uk Londra'da, sadece üçü yerel yönetim tarafından işletilen toplam 17 kent çiftliği bulunmaktadır. Söz konusu üç çiftliğin dışındakilerin tamamı özel girişimciler tarafından oluşturulan ekipler tarafından işletilmektedir. Kent Tarımının Finansmanı ve Londra Kent Çiftlikleri Kent tarımının bir şekli olarak değerlendirilen Kent Çiftlikleri, Birleşik Krallık'ta yeni olmasına rağmen, önemi her geçen gün artan bir kavramdır. Kent tarımının geleceği; günümüzün kalkınma yaklaşımlarına, toplumsal uyuma, sosyal katılıma ve biyolojik çeşitliliğe uyum sağlama yeteneğine bağlıdır. BİRLEŞİK KRALLIKTA KENT TARIMI B Beacon Mbiba Urban and Peri-Urban Research Network (Peri-NET), South Bank University, UK Eylül 2005 irleşik Krallık'taki kent tarımı kavramının açık bir tanımını vermek oldukça zordur. Konuyla ilgili yazarlar, bu kavramı genellikle kentsel alanlarda yapılan tarımsal aktiviteler ve gıda üretimi şeklinde tanımlamaktadır. Howe (2001), kentlerde yapılan gıda üretiminin, evlerin arka bahçelerinde, pencere önlerinde, halk bahçelerinde, seralarda, tahsis edilen alanlarda ve kent çiftliklerinde yapıldığını belirtmektedir. Birleşik Krallık'taki kent tarımı pratikte, gıda üretimini artıran ve Gündem 21'e katkı sağlayan tüm aktiviteler şeklinde tanımlanabilir (Iles, 2001). Sürdürülebilirlik ve Gündem 21 bağlamında yapılan bu tanımlama, kent tarımının sadece gıda üretimi ve kümes hayvancılığı gibi konularla ilişkilendirilerek yapılan tanımlamasını geliştirmektedir. Garnett (1996), bugün Birleşik Krallık'ta var olan tipik kent tarımı uygulamalarını şu şekilde sıralıyor: Kent çiftlikleri, tahsis edilen alanlar, halk bahçeleri, meyve bahçeleri, yerel yönetimlere ait ya da kiralık çiftlikler, konutlara ait bahçeler, okul ve hapishanelerde bulunan alanlar. İlgili kimse ve alan miktarına göre yapılacak olan değerlendirmede, alan tahsisleri başta gelmektedir. Iles (2001), ülke sınırları içerisinde; 65 kent çiftliği, 1200 halk bahçesi ve yaklaşık 70 okul çiftliği ve 300.000'in üzerinde tahsis edilmiş alan olduğunu tahmin etmektedir. Bahsi geçen tahsis edilmiş alanlar, Birleşik Krallıktaki bir çok yerel yönetim tarafından isteklilere 13 kiralanan küçük arazi parçalarıdır. Bu alanların büyük çoğunluğunun mülkiyeti yerel yönetimlere ait olsa da (Bradford %100, Leeds %90) bazı özel alanlarında bu amaçla kiralandığı görülmektedir (Howe ve Wheeler 1999: 17). Yerel yönetimlerin bu alandaki üstünlüğü tüm ülke çapında görülmektedir. Bununla birlikte, yerel yönetimler sadece; alanın çitle çevrilmesi, sulama ve yol yapımı gibi alt yapı çalışmalarında yardımcı olmaktadır. Tarımsal aktiviteler için gereken kaynakların elde edilmesi, tamamen kentli çiftçilerin veya kiracıların sorumluluğundadır. Alan tahsisleri sadece ticari amacı olmayan kişiler için söz konusudur. Bu alanlarda yetiştirilen ürünler çoğunlukla meyve ve sebzedir. Tahsis edilen alanlarla karşılaştırıldığında kent çiftliklerinin oldukça yeni bir kavram olduğu görülür. Kent çiftliklerinin büyük bölümü istekli gruplar tarafından, kullanılmayan ya da atıkların boşaltıldığı alanlarda kurulmuştur. Yaklaşık olarak yılda 3 milyon kişinin kent çiftlikleri ile ilgilendiği bilinmektedir (Iles, 2001). Bu alanların artan önemi sadece yapılan gıda üretiminden ileri gelmemektedir. Sosyal bütünleşme, biyolojik çeşitlilik ve çevre eğitimi gibi konularda oynadıkları rollerin etkisi de büyüktür (Howe 2001; FCFCG 2002). destekler oldukça azdır. Şekil 1' de, Woodlands Çiftliği'nin 2001 yılında yerel yönetimden hiçbir ödenek almadığı görülebilir. Çiftliklerde yapılan çalışmalar sırasında ihtiyaç duyulan kaynakların büyük kısmı hayırseverlerden ve her türlü kişisel bağıştan sağlanmaktadır. Ayrıca, bu çiftliklerde gönüllü olarak çalıştıkları için personel harcamalarını büyük ölçüde azaltan kişilerin katkıları da unutulmamalıdır. Kent Çiftlikleri ve Halk Bahçeleri Federasyonu (FCFCG 2002), Londra'da bulunan çiftliklerde yıllık olarak yaklaşık 1000 gönüllünün düzenli biçimde çalıştığını bildirmektedir. LONDRA KENT ÇİFTLİKLERİ Londra'da, sadece üçü yerel yönetim tarafından işletilen toplam 17 kent çiftliği bulunmaktadır. Söz konusu üç çiftliğin dışındakilerin tamamı özel girişimciler tarafından oluşturulan ekipler tarafından işletilmektedir. Diğer yandan, tahsis edilmiş alanların 300 yıldan fazla bir geçmişe sahip olduklarını söyleyebiliriz. Kent çiftliklerinin hiçbiri 30 yıllık bir geçmişe bile sahip değildir. Bunların genel organizasyonları; 1980 yılında kurulan, Kent Çiftlikleri ve Halk Bahçeleri Federasyonu (FCFCG) tarafından yapılmaktadır. Bu federasyonun, bünyesinde yarı zamanlı çalışan iki kişinin bulunduğu Londra bürosu, 2000 yılında açılmıştır. FİNANS KAYNAKLARININ DEVAMLILIĞI Piyango Fonundan elde edilen finansman Çiftlikler, Piyango Fonundan gerek sermaye yatırımı ve gerekse sürekli harcamalarda kullanılmak üzere önemli ölçüde finansman sağlamaktadır. Bu finansman için; Toplum Fonu, Miras Piyango Fonu ve Yeni Fırsatlar Fonu'na başvuru yapılmaktadır. Çiftlikler bu aşamada, ülke çapındaki birbirinden farklı pek çok başvuruyla rekabet etmek zorundadır. Toplum Fonu, 2002-2007 yılları arasında önceliği; çocuklar, gençler, siyahlar ve etnik azınlıklar, mülteciler, yaşlılar, engelliler ve ekonomik sıkıntı yaşanan bölgelerde yaşayan kimselere tanımıştır. Vauxhall Çiftliği, bu çerçeve içerisinde başlattığı mültecilere yönelik program sayesinde ödenek alabilmiştir. Bununla birlikte, söz konusu fonların Tablonun son satırında da görüldüğü gibi, kent çiftliklerine hükümet veya yerel yönetimler tarafından yapılan doğrudan birer kamu kaynağı olmaları nedeniyle var olan politik ortamın etkisi altında olduğu da bilinmelidir. Oluşabilecek ihtilafların azaltılması ve yürürlükteki desteklerin artırılması için ilgili grupların projelerinin kentin gelişimine yaptığı olumlu katkıları başarılı biçimde belirtmeleri gerekir. Birleşik Krallık örneğindeki kent çiftlikleri; yaşlıların, çocukların, eğitimin ve sosyal birlikteliğin “dilini konuşmak” zorundadır. Fon Taleplerindeki Rekabet Londra'da bulunan çiftliklerin büyük kısmı kaynak bakımından sıkıntı yaşamakta ve hayır severlerden gelen hibeler olmaksızın ayakta duramamaktadır (FCFCG 2002). Bununla birlikte söz konusu hibelerin elde edilme sürecinde bile, ortaya konan plan ve getiriler gibi belirli kriterlere bağlı olan önemli bir rekabet yaşanmaktadır (Howe 2001). İyi hibelerin elde edilmesi, yetenek ve bilgi birikimi sahibi olan ve etkin biçimde örgütlenmiş grupların başarılı çalışmalarına bağlıdır. Bunun yanında ilgili grupların, kaynaklarını birlikte kullanmak ya da özellikle benzer projelerle yapılan hibe başvurularında birlikte hareket etmek gibi yöntemlere de sıcak bakması gerekmektedir. Çevre sağlığı ve kalkınmanın beraberinde getirdiği sorunlar Aynen gelişmekte olan ülkelerin kentlerinde görüldüğü gibi, Londra'daki kent tarımı uygulamalarında da toprağa ulaşım konusunda büyük sıkıntılarla Tablo 1 Londra kent çiftliklerinin çeşitliliği İki örnek Özellikler Woodlands Çiftliği Yüzölçümü Konumu Yoksulluk Düzeyi Yönetim Yapısı Toplam İş Hacmi Personel Yaklaşık 360 Dönüm Londra dışında, Greenwich kasabası yakınlarında Londra ve BK için ortalama yoksulluk düzeyi Kayıtlı hayırseverler, özel firmaların sınırlı garantisi Yaklaşık 160,000 ₤ Gönüllü yönetim komitesi, bir tam zamanlı memur, bir çok farklı komite ve gönüllü kimse Halktan pek çok kişi için doğal yaşam ve çevre konularında eğitimler ve diğer sosyal fırsatlar Aktiviteler Fon kaynakları Vauxhall Kent Çiftliği Fonlardan %20 ve geri kalan kısım bağışlardan ve özel sektörden. İşletme maliyetleri yıllık en az 100.000 ₤ 14 Yaklaşık 10 Dönüm Londra içinde, Lambeth bölgesinde Londra’nın en yoksul bölgelerinden biri Kayıtlı hayırseverler, özel firmaların sınırlı garantisi Yaklaşık 140,000 ₤ 12 üyeli yönetim komitesi, 4 tam zamanlı memur, 2 yarı zamanlı çalışan ve 26 gönüllü Kentlerde yaşayan kişi ve gruplar için eğitim ve diğer sosyal aktiviteler. Bazı kolejlerle yapılan işbirliği sonucunda, öğrencilere daha sonra tam zamanlı iş bulmalarına yarayacak hayvan bakımı sertifikası (1. kademe) verildiği kurslar. Fonlardan %30 , bağış ve diğer yardımlar % 40, diğer %10. İşletme maliyetleri yıllık en az 65.000 ₤ Heeley Kent Çiftliği - www.heeleyfarm.org.uk demek olduğunu bilen kimseler olduğu da ortadadır. karşılaşılmaktadır. Bunun yanında; altyapı, toprak kirliliği, hırsızlık, çeşitli fiziksel zararlar, tarımsal girdilere ulaşım ve ürünlerin pazarlanması konularında yaşanan sorunlar da büyük önem arz etmektedir. 2000 ve 2001 yılları arasında yaşanan gıda kaynaklı salgın hastalıklar nedeniyle, kent çiftliklerine halk sağlığı konusunda eleştiriler yöneltilmiştir. Londra'daki kent çiftlikleri ile ilgili bir tek olumsuz rapor olmamasına rağmen, çiftlikler uzun bir süre halka kapanmıştır (FCFCG 2002). Bu tarihten itibaren toplumda kent çiftliklerine karşı yersiz bir şüphe uyanmıştır. Küçük baş hayvancılığın da yapıldığı çiftliklerde ise hayvan hakları örgütleri ve artan sigorta bedelleri nedeniyle bir çok sorun yaşanmaktadır. Bu nedenle, tüm kent tarımı uygulamalarında ve özellikle kent çiftliklerinde sağlık konusunda yüksek seviyede önem verilmeli ve yürütülecek kampanyalarla halkın güveni yeniden sağlanmalıdır. Toprak mülkiyetinin güvenliği Kent çiftliklerinin başlangıç maliyetlerinin 150.000 ₤ ve yıllık ortalama maliyetlerinin 50.000 ₤ olduğu, bu yüzden ulusal ve yerel yönetimlerden destek sağlanması gerektiği belirtilmektedir. Yeni çiftlikler kurulmadan, var olanların ihtiyacı olan finansmanın sağlanması gerekmektedir. Çiftliklerin mülkiyet hakları, hükümet tarafından verilen hibeler çerçevesinde garanti altına alınmaya ihtiyaç duymaktadır. Bunun mümkün olmadığı durumlarda ise yerel yönetimlerin uzun vadeli kira sözleşmelerini hayata geçirmesi gerekir. Böylelikle, halktan pek Eylül 2005 çok insan ve iş çevreleri destek ve yatırımlarını çiftliklerin hizmetine sunabilir. Kaynakların çeşitliliği Kent tarımı projelerinin ihtiyaç duyduğu kaynak desteği sadece parasal boyutta olmayabilir. Çeşitli ekipmanların sağlanması, hizmet ve uzmanlık alanlarında destek verilmesi de mümkündür. Özel firmalar oldukça önemli destek merkezleridir. Pek çoğu, toplum konusundaki hassasiyetlerini göstermek amacıyla çalışmalar yapar. Diğer yandan, bu firmalarda çalışan işçilerin de sıradan ailelere mensup, geçim sıkıntısının ne Eğitim Kent tarımı sadece gıda üretimi ile ilgili bir kavram değildir. Kentlerdeki çevre, eğitim ve çeşitli rekreasyon çalışmalarına vereceği katkılar pek çok kimse için yeni gelir kaynakları anlamına gelebilir. Sahip olunan farklı amaçların yanında, çiftliklerin son dönemde özellikle eğitim çalışmalarına ağırlık verdiği görülmektedir. Bununla birlikte, sektörün potansiyeli bilinenin çok daha ötesindedir. Örneğin okullarla ilgili olarak, düzenli dersler verilmesi veya özellikle yaz sezonunda yapılacak eğitim çalışmaları değerlendirilebilir. Toplumun motive edilmesi ve gönüllü çalışma Sürdürülebilir kalkınma, bireylerin sorumluluk almaları ve kapasitelerini sürekli olarak geliştirmeleri ile mümkün olabilir. Kent çiftlikleri, toplumsal yönü büyük olan projelerin hayata geçirildiği çok amaçlı alanlar olarak değerlendirilmelidir. Mülkiyetin önemi göz önünde bulundurularak, bireylerin tarımsal aktivitelerde bulunabilecekleri alanlara sahip olmaları sağlanmalıdır. Not: Londra'da bulunan ve yerel yönetime ait olan kent çiftlikleri şunlardır: Newham Kent Çiftliği, Hounslow Kent Çiftliği ve Waltham Ormanı içindeki Brookes Çiftliği. REFERANSLAR - Crouch, D. 2000. Reinventing Allotments for the twenty-first Century: The United Kingdom Experience. Paper presented at the International Society for Horticultural Science 523: XXV International Horticultural Congress, Part 13: New and Specialized Crops and Products, Botanic Gardens and Human-Horticulture Relationship. Online: http://www.actahort.org/books/523/523_18.htm - Crouch, D and Ward, C. 1988. The Allotment: its Landscape and Culture. Faber and Faber, London. - Crouch, D, J Sempik and R Wiltshire. 2000. Growing in the community: a good practice guide for the management of allotments. Report for the Department of the Environment, Transport and Regions, The Greater London Authority, The Local Government association and the Shell Better Britain Campaign, London. Federation of City Farms and Community Gardens. 2002. Future Directions of City Farms in London. A Study Funded by the Mayor of London. Greater London Authority (www.london.gov.uk) and Federation of City Farms and Community Gardens, London. - Garnett, T. 1996. Harvesting the cities. Town and Country Planning 65 (October): 264-266. - Howe, J. 2001. Nourishing the city. Town and Country Planning. 29 - 31. - Howe, J and Wheeler, P. 1999. Urban Food Growing: The Experience of Two UK Cities. Sustainable Development 7: 13-24. - Iles, J. 2001. Social Participation and the Role of City Farms and Community Gardens. Urban Agriculture and Sustainable Cities Conference: Urban agriculture, landscape and the sustainable city. 29th June 2001, The University of North London. - Woodlands Farm Trust. 2001. Report of the Trustees and Financial Statement for the Year Ended 31 March 2001. London. 15 Growing Cities Growing Food Şanghay'da seralar ekinleri hava ve toprak kirliliğinden korumak için kullanılıyor (Şanghay Modern Tarımsal Kalkınma'dan). Şanghay: Kent Tarımına Yönelik Eğilimler Çinliler yoğun kent tarımı sistemleriyle ünlüdürler ve büyük kentlerinin birçoğu yakın bölgelerden sağlanan gıdalar sayesinde günümüze kadar kendine yeterli olmayı başarmıştır (Girardet, 1999). Y Cai Yi-Zhong ve Zhang Zhangen angtze Nehri deltasında yer alan Şanghay, Çin'in en büyük endüstri ve ticaret kentidir. Şanghay'ın kapladığı toplam alan 6340,5 km2 dir ve bunun %13'ü kentsel ve %87'si kırsal alanlardan oluşmaktadır. Şanghay, geçen 10 yıl içerisinde hızla büyümüştür. Örneğin; 199495'te inşa edilen alan 22,4 km2 artmıştır. Şanghay'da bugün 13 milyon insan yaşamaktadır. Ortalama nüfus yoğunluğu yaklaşık 2059 kişi/km2 iken, en yüksek nüfus yoğunluğu 58.233 insan/km2 ile Nanshi Bölgesi'ndedir. Yönetim, kent merkezindeki nüfus yoğunluğunu azaltmak için insanları ve çeşitli endüstri kollarını kentin dış bölgelerine taşıma politikasını uygulamaya koymuştur. Şanghay'da arazi alçak ve düzdür; arazinin %50'si deniz seviyesinin 4-5 m üstünde, kalanı ise çok daha altındadır. Şanghay, yüksek yoğunluklu akarsu yataklarına ve daha çok da yüksek yeraltı sularına sahiptir. Astropikal iklim, yeterli yağış (yıllık 1143,4 mm) ve toprak yoğun tarım için çok uygun koşullar yaratmaktadır. Hızlı bir kentleşme sürecine giren Şanghay'da, kent yönetimi, kentin tarım yapılmaksızın gelişemeyeceğini anlamıştır. Şanghay, tarım alanında Gayri Safi Milli Hasıla (GSMH)'ya ancak %2'lik bir katkı yapmakta ve üretkenlik diğer ekonomik sektörlerden daha yavaş büyümektedir. Yönetim, kent nüfusuna istikrarlı bir gıda 16 güvencesi temin etmek için, kent içindeki tarımsal üretimin önemli bir düzeye gelmesini amaçlamaktadır. Tarımsal alanlardan tarımsal olmayanlara geçiş konusunda katı bir yasal düzenleme uygulamaya konulmuştur. Şimdilerde işlenebilir toprağın %80'i Tarımsal Koruma Yasası'nın güvencesi altındadır. Hükümet, yüksek derecede makineleşmeyi ve toprağı, işgücünü ve girdileri yoğun biçimde kullanarak, sermaye yoğun bir tarımsal kalkınmayı gerçekleştirmeye çalışmaktadır. Bugün, hükümetin kent tarımına yaptığı toplam yatırım on yıl öncekinden beş kat daha fazladır. Tarım programlarının hedefleri; sosyal istikrarı sağlamak, makineleşmeyi üretim yoğunluğunu artırmaktır. Şanghay'da kent tarımı Şanghay'da yaşayan ve iş sahibi olan yaklaşık 8,5 milyon insanın 3,6 milyonu tarımsal üretim sektöründedir. Çiftçilerin toplam sayısı 2,7 milyon ya da diğer bir deyişle, Şanghay çevresindeki kırsal alanlardaki nüfusun %93'üdür (%13'ü tam zamanlı çiftçi, %80'i yarı zamanlı çiftçidir). Şanghay'daki kent tarımında kazanç oldukça düşüktür. Diğer ekonomik sektörlerle arasındaki işgücü rekabeti ise hızla artmaktadır. Şanghay bölgesindeki üretim maliyetleri, sebze üretimi yapılan kırsal alanlardakinden ortalama olarak %15 daha yüksektir. Diğer bölgelerdeki çiftçilerin Şanghay pazarına gittikçe daha fazla ürün sağlaması, fiyatların düşmesine yol açmaktadır. Yüksek maliyetlerin ana nedenleri nispeten daha yüksek işgücü ve toprak maliyetleridir. Fiyat farklılıklarını azaltmak için geliştirilen strateji kısaca; üretimi ve kaliteyi artırmak ve bunun yanında yeni teknolojileri uygulayarak birim maliyetleri düşürmeyi amaçlamaktadır. Üretim maliyetlerini düşürmek için tarımsal üretim hizmetlerini iyileştirmek gerekmektedir. Şanghay'da düşük nakliye maliyetlerinin avantajını ölçmek oldukça zordur çünkü bu durum nakliyenin mesafe ve yapılma şekline bağlıdır. Üretim maliyetlerini düşürme stratejisi, kırsal alanlar ile Şanghay arasındaki fiyat farklılığında %15'den %20'ye varan azalmaya yol açmıştır. Tahıl üretimi İzlenen politikanın hedefi, Şanghay'ın bazı tahıl ürünlerinde kendine yeterli olmasını sağlamak ve yılda en az 2 milyon ton tahıl üretmektir. Bu yüzden tahıl üretimine öncelik verilmekte ve Şanghay'daki toplam üretimin %65'ini tahıl oluşturmaktadır. 1997'de 3.657,80 km2'lik alanda ya da diğer bir deyişle tohum ekilen toplam alanın %66,2'sinde tahıl yetiştirilmiştir. Toplam tahıl üretimi 2,4 milyon tondur; bunun %40'ı ortalama 6,5 ton/0,01 km2 lik verimle üretilen buğdaydır. Buğday yaz aylarında üretilmektedir. Sonbaharda ise toplam tahıl üretiminin yaklaşık %60'ına ulaşan Eylül 2005 pirinç üretimi yapılmaktadır. Şanghay'da yaz aylarında buğday gibi tahıl ürünleri yetiştirmek ekonomik olarak kârlı olmadığı için, tahıl üretiminin yapıldığı alan miktarı 1979 ile 1995 arasındaki dönemde 5123,07 km2 den 3439,51 km2 ye düşmüştür. Yine de, toplam üretim hektar başına verimdeki (5,1 t/ha'dan 6,4 t/ha'ya) artış nedeniyle yaklaşık 2 milyon tonda kalmıştır. Sebze Üretimi Sebze üretimi, sürekli olarak ekim yapılan 10.000 hektardan fazla alan ile mevsimlik üretimde kullanılan 2700 hektarlık alanda yapılmaktadır. 1990'lardan önce yapılan sebze üretimi kent çevresindeki 20 km yarıçaplı bir alan içerisinde yer alan dış mahallelerde yoğunlaşmıştı. Sebze üretim alanı, 1990'dan itibaren kentin büyümesiyle birlikte kademeli olarak kent dışına taşınmaktadır. 1996'da sebze üretimi yapılan alanın %75'i (8700 ha) dış mahallelere taşınmıştır. Sebze üretim alanının yalnızca %10'u kent çevresinde kalacaktır; kalan bölümü ise kent merkezinin 30-60 km uzağında yer alacaktır. Bahsi edilen artan rekabet ve üretim maliyetleri, Şanghay'ın kendine yeten sebze arzını %100'den %60'a düşmesine neden olmuştur. Şanghay'da yıllık sebze Growing Cities Growing Food Ayrıca kent tarımı, yeşil alanların artırılması ve yaratıcı bir fırsat sunması sayesinde hava kirliliğini azaltmanın bir yolu olarak da görülmektedir. 17 üretimi 1,3 milyon ton ya da günde 4000 ton dolayındadır. Şanghay'da sebze üretimi nispeten özelleşmektedir. Seraların sayısı artmakta ve son dönemde toplam sebze üretim alanının %26,7'sini oluşturmaktadır. Hükümet, 287 adet bahçıvanlık yapılan çiftlikte, yeni teknolojileri aktif biçimde uygulamaya geçirmiş ve bu süreçte 18 tür sebze ve meyvenin yetiştirildiği 700 hektarlık bir sera kurulmuştur. Çiftlik hayvanı üretimi Çiftlik hayvanı üretimi de dış mahallelerden kademeli olarak Şanghay'ın resmi sınırlarının dışına taşınmıştır. Şu anda, 547 büyük ölçekli domuz çiftliği mevcuttur; bunların 88'inde 10.000'den fazla domuz bulunmaktadır. Üretim kapasitesi 10.000'den fazla olan 100'ün üzerinde tavuk çiftliği ve her biri 100 baştan fazla ineğe sahip 150 mandıra çiftliği mevcuttur. Bu çiftliklerde üretilen domuz ve tavuk etiyle yumurta, toplam ticari üretimin yarısından fazlasını ve süt ise %80'ini karşılamaktadır. Domuz ve kümes eti, kentin toplam tüketiminin yarısından fazlasını sağlamaktadır. Şanghay'da tüketilen sütün %100'ü ve yumurtanın %90'ı kent sınırları içerisinde üretilmektedir. Bitkisel gıdalar ve çiftlik hayvanları dışında, çim üretimiyle uğraşan toplam alanı 143 hektarı bulan birkaç yatırım da bulunmaktadır. Yılda 290 milyon ton çiçek (Çin'deki toplam üretimin %33'ünü) üreten 43 çiçek çiftliğinin ortalama alanı 3 hektardır. Tarımsal üretim sistemlerindeki eğilimler Kent tarımı üretim süreci yeniden organize edilmiş, küçük ölçekli aile üretimi tesisleri büyük ölçekli çiftliklere taşınmıştır. İzlenen politika, üretimi işleme ve pazarlamayla bütünleştirerek, üretim zincirini dikey biçimde organize etmektedir. Geçen birkaç yıl içinde, 10 büyük ve 200 orta ölçekli tarımsal üretim ve işleme şirketi kurulmuştur. Bu dikey zincirde amaç katma değeri artırmaktır. Ortalama olarak; pazarlama ve işleme, mevcut üretime 1,5 kat değer katmaktadır. Pazarlama büyük ölçüde Şanghay'daki 21 sebze toptancısı tarafından gerçekleştirilmektedir. Ayrıca, sebze nakliyatında ve satışında 270 çiftlik organizasyonu bulunmaktadır. Şanghay'daki eğilim, ölçek ekonomisinden fayda sağlamak ve üretim düzeylerini artan uzmanlaşma ile geliştirmektir. Bununla birlikte, halen karma tahıl, sebze ve hayvan üretimi yapan küçük ölçekli aile çiftlikleri halen mevcuttur. Yerel yönetimler, uzmanlaşma sürecini desteklemek için çiftçilere ve çeşitli yönetim kuruluşlarına ön-, ara- ve son dönem üretim hizmetleri veren hizmet grupları oluşturmuştur. Kent tarımındaki işlerin çoğu, örneğin sabanla sürme, sulama, yabani otları ayıklama ve hasat uygulamaları makineleşmiştir ve bilgisayarlar üretim sürecini izlemekte gittikçe daha fazla kullanılmaktadır. Makineleşme düzeyi nispeten yüksektir ve tarımdaki işgücü gereksinimini azaltmaktadır. Örneğin, hektar başına buğday ve pirinç verimi %5-10 artarken, işgücü üretkenliği iki katına çıkmıştır. Arazinin yaklaşık 10.000 hektarı kurumuştur ve artık 12.400 hektarı düşük basınçlı boru-sulama sistemiyle sulanmaktadır. Şanghay'da artan yaşam standardıyla birlikte; tarım ürünlerinin kalitesi, çiftçilik uygulamalarıyla oluşan ekin kirlenmesi ve çevre kirliliğinden korunma gibi konularda çeşitli sorular gündeme gelmektedir. Bu konudaki birinci çözüm tekniktir. Bitkilerde oluşan kirliliği önlemek için ekinler kapalı seralarda yetiştirilmektedir. Testler, bu seralardaki ekin kirlenmesinin yanı sıra; toprak, su ve hava kirliliği göstergelerinin açık alan üretimindekinden önemli ölçüde düşük olduğunu göstermektedir. İkinci strateji organik çiftçiliğe geçmektir. Örneğin, Qianwei Köyü'nde, arazinin 67 hektarı az girdili sebze üretimi için kullanılmaktadır. Üretimden gelen tüm organik atık, yinelenebilir olmayan enerji tüketimini azaltan bio-gaz üretiminde kullanılmaktadır. Tüm ekin atığı kompost yapılmakta ve tarlalarda kullanılmaktadır. Böylelikle, kimyasal gübreye olan gereksinim azalmaktadır. Biyolojik metotlar ise zararlı otları, böcekleri ve hastalıkları kontrol etmekte kullanılmaktadır. Üçüncü strateji, kirlilik kaynaklarından oldukça uzaktaki kirlenmemiş alanlarda tarımsal kalkınma için sahalar planlamaktır. Bunun bir örneği Congming Bölgesi'ndedir; burada Şanghay'daki en büyük yeşil gıda üretimi temeli bugünlerde atılmaktadır. 3.1. Kent tarımı, rekreasyon ve çevre Kent tarımı rekreasyon etkinliklerinde rol oynamaktadır. Park ve bahçeleri ziyaret etmek yaygın bir Çin etkinliğidir. Şanghay'da her bahar, binlerce vatandaş tarım alanlarını gezi amaçlı olarak dolaşmaktadır. Bu nedenle, bazı girişimciler Şanghay'ın dış mahallelerinde tarımsal dinlenme yerleri inşa etmeyi düşünmektedir. Bireysel gezilerin dışında, Şeftali Çiçeği ve Osmanthus Çiçek Festivali gibi bazı festivaller düzenlenmektedir. Bu festivallerin amacı ürünlerin reklamını yapmak, ticareti geliştirmek ve kent sakinlerine dinlenme zamanı sağlamaktır. Şanghay, yeşil alanlarını yalnızca 40 parkla sınırlandırmıştır. Mevcut toplam yeşil alan kişi başına 1,15 m2 dir ki bu oran 4 m2 lik Çin ortalamasının çok altında, 50 m2 lik dünya ortalamasının ise çok uzağındadır. Bu durumun başlıca açıklaması, tarımsal arazi yapısının doğasıyı etkilemeksizin ayarlanmış olmasıdır. Kent tarımının, açık yeşil alan yönetimiyle birlikte tüm kent kalkınma planlarına dahil edilmesi gerekir. 4. Kısıtlamalar ve Kent tarımının geleceği Kent tarımının önündeki en önemli kısıtlama, arazi konusundaki artan baskılar ve buna bağlı olarak da tarım için gereken toprak kaynaklarının azalmasıdır. 1978'den 1995'e kadar Şanghay'da mevcut ekilebilir arazi 360.000 hektardan 290.000 hektara düşmüştür. 1992'den 1994'e kadar ekilebilir arazi 26.000 hektar daha azalmıştır. Yine de, 1998'deki Tarımsal Koruma Yasası'ndan itibaren tarımsal kaynaklardaki kayıp kontrol altına alınmıştır. Diğer kısıtlamalar tarım gelirinin nispeten düşük olması ve diğer tarımsal üretim alanlarına kıyasla nispeten daha yüksek maliyetlerle karşılaşılmasıdır. Bunun yanı sıra, Şanghay'daki çevre sorunları da önem taşımaktadır. Kent tarımının gelişmesi için izlenen strateji, daha fazla makineleşme ve teknik yeniliktir. Bunun için, modern biyoloji ve enformasyon teknolojileri uygulanmalıdır. Üretim, pazar odaklı olmalı ve Şanghay çevresindeki dış mahallelerin kendine yeterliklerini sağlamasının yanında, kente tahıl ve taze gıda temin edilmesine de katkı sağlamalıdır. Kent tarımının önemi, artan ölçüde sağlık ve güvenli gıda konularıyla birlikte değerlendirilmelidir. Ekolojik ve kültürel işlevler, ekonomik kalkınma hedeflerine katkıda bulunmaktadır. REFERANSLAR - Girardet H. 1999. Urban farming and sustainable cities. Paper presented at International Workshop, Growing Cities, Growing Food: Urban Agriculture on the Policy Agenda, Havana, Cuba, 11 – 15 October 1999. - Lu Liangshu, Hong Bozeng et al. 1997. Studies of sustainable agriculture development in Shanghai. Shanghai: China Agricultural Sciences &Technique Publishing House. - Shanghai Academy of Social Sciences. 1997, 1998, 1999. Shanghai economic yearbook. Shanghai: Publishing House of Shanghai Academy of Social Sciences. - Shanghai Rural Economy. 1997-1999. Shanghai: Shanghai Rural Economy Publishing House. - Shanghai Statistics Yearbook 1978-1997. Shanghai statistics yearbook. Shanghai: China Statistics Publishing House. - Shanghai Vegetable Economy. 1998. Issues 1-4. Shanghai Vegetable Economy Editorial Dept. - Zhang Dadi, Zhang Jiaqi & Wang Yagu. 1997. The main non-point pollution in the suburbs of Shanghai and its control strategies. Shanghai Environmental Sciences 16 (March 1997). 18 Kerstin Ewert - www.fotocommunity.de “Sokak çocukları" diye yaygın bir problemin yanı sıra ülke gelenek ve göreneklerinde daha önce hiç var olmayan “evsizler” sorunlarının 1994 ekonomik krizinden sonra yaşanmaya başlanmış olması ülke gerçekliği açısından yoksulluk probleminin büyüklüğünü algılamaya yardımcı etmenler olarak değerlendirilmektedir. Gelir Dağılımının İyileştirilmesi ve Yoksullukla Mücadele Yoksulluk kavramının uluslararası platformlarda özgün ve evrensel bir sorun olarak tartışılmasında Dünya Bankası’nca hazırlanan 1990 yılı Dünya Kalkınma Raporu’nun ana temasını yoksulluğun oluşturması bir dönüm noktası olup, çalışmalara yeni bir ivme kazandırmıştır. FARKLI KRİTERLER AÇISINDAN YOKSULLUK TANIMLARI Y DPT Sekizinci Beş Yıllık Kalkınma Planı Özel İhtisas Komisyonu Raporundan alınmıştır. www.ekutup.dpt.gov.tr Prof. Dr. Nükhet Hotar Başargan Komisyon Başkanı Dokuz Eylül Üniversitesi Eylül 2005 oksulluk kavramı literatürde bir neden değil, sonuç olarak tartışılmaktadır ve “göreli” olmak zorundadır. Tüm bireyleri eşit koşullarda yoksul bir toplumda başka toplumlardan göreli olarak daha yoksul olan topluluklar olsa bile, o toplumun yoksulluğundan söz edilemez. Yoksulluk bireysel platformda içeriklendirilerek anlam kazanır. Bu bağlamda, antropolojik olarak yoksulluk, bir toplum ya da topluluğun üretmiş oldukları toplumsal değerlerin azlığı veya çokluğu ile değil, o değerin topluluğu oluşturan bireyler arasındaki eşitsiz dağılımı halinde söz konusu edilebilir. Bu nedenle yoksulluk kavramı gelir dağılımının eşitsizliği halinin sonucu olarak kabul edilmektedir. Bu antropolojik tanımdan da açıkça görüleceği üzere gelir dağılımının iyileştirilmesi, daha adil hale getirilmesi, başka bir deyişle nedenlerin koşullarında değişim sağlanmadıkça, bu eşitsizliğin sonucu olan yoksullukla mücadelede başarıbeklenemez. Yukarıda yapılan açıklama yoksulluğun salt “gelir” düzeyine indirgenmesi olarak değerlendirilmesine bağlı tanımdan ortaya çıkmaktadır. Ancak, literatürde geliri tek ve yegane ölçüm kriteri olmaktan çıkaran farklı yoksulluk tanımları, değişen ve gelişen toplumsal taleplere bağlı olarak yapılmaktadır. Yoksulluk kavramının uluslararası platformlarda özgün ve evrensel bir sorun olarak tartışılmasında Dünya Bankası’nca hazırlanan 1990 yılı Dünya Kalkınma Raporu’nun ana temasını yoksulluğun oluşturması bir dönüm noktası olup, çalışmalara yeni bir ivme kazandırmıştır. Klasik iktisat teorisi, piyasa koşullarına herhangi bir müdahalede bulunulmadığı takdirde, 19 piyasanın zaman içinde denge durumuna geleceğini, bu yolla tam istihdamın sağlanarak zımnen yoksulluğun ortadan kalkacağınıkabul eder. Yoksulluk klasik iktisat teorisinin konuları içinde yer almaz. Adam Smith’e göre insanlar eşit fırsat ve seçeneklere sahiptir ve onların fırsat ve seçeneklerini çeşitlendirme haklarını kullanması gerekir. Smith bu bağlamda “topluluk içinde var olmaktan utanmaksızın” diğer insanlarla bir arada bulunarak onlarla bütünleşmekten söz eder. Kendinden ve çevresinden utanacak durumda olmak ise yoksulluk düzeyinin zımni sınırı olarak görülmektedir. Adam Smith tarafından zımnen geliştirilmişolan bu tanım günümüz yoksulluk tanımları içinde “subjektif yoksulluk” olarak büyük ölçüde yeniden vücut bulmaktadır. Bu genel değerlendirmeye göre “subjektif yoksullar” kendilerini “yoksul” olarak tanımlayanlardır ve bu noktada temel kriter ne gelir, ne de toplumsal fırsatlardan yararlanma düzeyi değildir. Kriter, yapamadıkları ya da erişemedikleri nedeniyle kendinden veya çevresinden utanma sınırında olmakla ilgilidir, tamamen subjektiftir, bireye özeldir. Yoksulluğun küreselleşmiş bilgi üretme kanalları kullanılarak ölçülebilmesi ise öznel değil, nesnel kriterlerin oluşturulmasını da zorunlu hale getirmiştir. Bu bağlamda kişi başına tüketilen kalori düzeyine bağlı “mutlak yoksulluk” (absolute poverty) kavramı önemli bir göstergedir. Dünya Bankası’nın 1990’daki çalışmasında bu tanım şu şekildedir. Hesaplama bir insanın hayatta kalabilmesi için gerekli minimum kalori miktarı olan 2400 k/cal hesaplamasına dayanılarak (tıbben; normal bir erişkinin yeterli kalori alabilmesi için gerekli kalori 2800-3000, ağır işlerde çalışanlar için ise işin niteliğine göre 3200-3800 k/cal ihtiyacı esas alınmaktadır) geliştirilmiş ve bu noktadan hareketle günlük geliri 2400 k/cal besini almaya yetmeyen insanlar Dünya Bankasınca “mutlak yoksul” olarak tanımlanmıştır. Yoksulluğun evrenselliği ve satın alma paritelerinin farklılıkları da düşünülerek, ortalama bir hesaplama yöntemi ile mutlak yoksulluk sınırı az gelişmiş ülkeler için kişi başına günde 1$ kabul edilirken, Latin Amerika ve Karaibler için bu sınır 2$, Türkiye’nin de dahil edildiği Doğu Avrupa ülkelerinin de içinde bulunduğu grup için 4$, gelişmiş sanayi ülkeleri için 14.40$ olarak belirlenmiştir. Dünya Bankası’nca hesaplanan bu parasal değerler Dünya Bankası’nın metodolojisi çerçevesinde düşünülmelidir. Asgari kalori miktarına bağlımutlak yoksulluk sınırı hesaplanırken metodoloji içerisinde kabul edilen varsayımlar çeşitlendikçe mutlak yoksulluk sınırı da değişmektedir. Örneğin Dünya Bankası’nın “Türkiye’nin Ekonomik Reformu” adlı bir çalışmasında bu değer 1994 yılı için 1,2$, Erdoğan’nın (1996) çalışmasında 1,7$’dır. Bu farklı rakamsal değerlerin hesaplama tekniklerinin birbirine göre üstünlüğü yoktur. Herbiri kendi içinde doğrudur, fakat farklı metodolojik varsayımlara ve siyasi tercihlere sahiptir. Yoksulluk sınırı için yapılan bu “mutlak” sınırın ortaya çıkışı beraberinde ülkeden ülkeye değişen “göreli” bir yoksulluk Zorunlu Göç ve Yoksulluk Türkiye genelinde yapılan araştırmalarda yoksulluk ile göç arasında doğrudan ilişkileri ortaya koyan veri tabanı bulunmadığı gibi, bölgeler arası içgöç konusunda DİE'nin hazır verilerinin anlamlı ayrıntılı çalışmalara uygun olmadığı da saptanmıştır. Ülke genelinde kırsal yoksullaşmaya bağlı olarak yaşanmakta olan göç olgusu 1950'lerden bu yana gündemdedir. 1970'li yıllara kadar kırsal alandan kademeli göç ve göçerler açısından göçülen noktada göreli refah düzeyi artışı tartışmaları yapılırken, 1980'li yılların ortalarından itibaren can ve mal güvenliği talebi göç nedenleri arasına katılmış, 1980'li yılların sonlarından itibaren ise “zorunlu göç” Türkiye'nin gündemine girmiştir. Göç nedenleri arasında isteğe bağlı (ekonomik v.b. baskılar nedeniyle göç), ister zorunlu (güvenlik nedeniyle) olsun göçerlerin konumunda iki önemli farklılık ortaya çıkmıştır. Göçü hedefleyenler farklı konumlarda olduklarından hedefledikleri bir göç noktasını belirleyip, oraya ulaşacak birikimle yola çıkarken, bu göçerler 1970'lerde olduğu gibi en yakın kent merkezine veya büyük kent merkezlerine istihdam olanaklarını araştırma şansı olmaksızın göçmektedirler. Güvenlik nedeniyle kitlesel göç göçerlerin geldikleri noktadaki yaşam kalitesinin düşmesine yaptıkları olumsuz katkınedeniyle geldikleri noktada açıkça dışlanmaktadırlar. Dolayısıyla göçerler açısından göreli refah duygusu yerini, sahip olduklarını talepleri dışında yitirmeye bağlı psikolojik yoksunluk reel yoksulluk ile de desteklenerek, göçerlerde yoksulluğun yoğunlaşmasına neden olmaktadır. Doğu ve Güneydoğu göçerlerinin geldikleri merkezlerde zaten varolan mevcut sorunları artırıcı etkilerinin yanısıra haklarındaki olumsuz kamuoyu baskısı ile birleşen yetersiz istihdam piyasası için rekabet, göçerlerin geldikleri noktada dip sınıf tanımına uygun bir konuma itilmelerine neden olmaktadır. Doğu ve Güneydoğu Anadolu göçerleri üzerinde yapılmış TMMOB araştırması sorunun toplumsal boyutuna dikkati çekmektedir Uluslararası çalışmalarda da göç ile yoksulluk arasında ciddi bir nedensellik ilişkisi kurulmaktadır. Türkiye'de büyük boyutlarda varlığı bilinen göç ile yoksulluk arasındaki ilişkinin gerçek düzeyini ve boyutlarını ortaya koyacak çalışmaların eksikliğinin giderilmesi gerekmektedir. Ancak, doğru bir veri tabanına ulaşıldıktan sonra göçten kaynaklanan yoksullukların giderilmesi için gerekli stratejilerin oluşturulmasımümkündür. yaklaşımını da gündeme getirmiş oldu. Ülkelerin kendi tüketim alışkanlıklarına bağlı olarak geliştirilen “göreli yoksulluk” tanımına göre, minimum kalori ihtiyacının yanı sıra, kültürel ve toplumsal açıdan tüketimi yoksul olanlar için de zorunlu görülen malların kapsamına alınması öngörülmektedir. Dolayısıyla göreli yoksulluk sınırı, bir ulusun genel yaşam düzeyini yansıtması ve içerisindeki eşitsizliği göstermesi açısından yardımcıdır. Dünya Bankası’nın geliştirmiş olduğu “göreli yoksulluk” tanımına göre; minimum kalori ihtiyacının yanı sıra temel toplumsal taleplerden olan barınma, eğitim, sağlık ve benzeri kültürel ve toplumsal taleplerin getirdiği ek gelir ihtiyacının mutlak yoksulluk sınırına eklenerek artması beklenirken, uygulamada, dolar bazında artması beklenen yoksulluk sınırlarının ulus devletlerce hesaplanmış mutlak 20 yoksulluk sınırlarının daha da aşağıya düşürülmesini sağlayacak bir kaygıyla hesaplandığıgörülmektedir. Çoğunlukla mutlak yoksulluğun altına çekilen yeni sınırlar beraberinde, “ulusal yoksulluk” diye adlandırılan ve ülkeden ülkeye değişen yeni kriterleri de beraberinde getirmiştir. UNCHS (Habitat) yoksulluğa, kent ve konut bağlamında yeni açılımlar ve tanımlar getirmiştir. Bu bakış açısına göre yoksulluk, sahip olma-olmama ikileminin ötesinde, yapabilmeyapamama açısından değerlendirilmektedir. Böylesi bir değerlendirme yapıldığında, insan yerleşmelerinin koşulları günün ihtiyaçlarını da gözetir biçimde geliştirilebilir. Bu noktada ilgi odağını oluşturan “kent yoksulları” (urban poverty) için çizilmesi gereken sınır, başka tanımlarda yoksul sayılmayanları, hatta orta gelir gruplarınıdahi içermek zorundadır (UNCHS, 1991). Bu bakış açısına göre kimin yoksul, kimin yoksul Kırsal yoksulluk, ILO’ya göre, kırsal alandaki açık veya gizli işsizlik olarak tanımlanmakta, azalan gelir düzeyleri nedeniyle kırsal alanda hızlı bir yoksullaşma sürecine dikkat çekmektedir UNDP’nin tanımına göre “insani yoksulluk”, katlanılabilir bir yaşam için gerekli fırsatlar ve seçeneklerden feragat etmektir Adam Smith’in yoksulluk tanımını esas alan bu tanımlamaya göre yoksulluk, gelir düzeyi ile ilişkilendirilemez çünkü, gelir ekonomik bir kategoridir. Buna karşın yoksulluk insani bir kategori olmak zorundadır. Bu noktadan hareketle, insanın sağlık hizmetlerine, temiz su kaynaklarına, eğitim hizmetlerine ulaşabilirliği, uzun bir yaşam sürme hakkı ve “sürdürülebilirlik” kriterlerine dayalı olarak, yeni fırsat ve seçenekleri kullanabilmek için gerekli altyapının Eylül 2005 varlığı ya da yokluğu ile belirlenen “insani yoksulluk” (human poverty) tanımı uyarınca bir endeks geliştirilmiştir. Ülkeler UNDP tarafından yapılan bu endekse göre değerlendirilerek yoksullukla mücadele stratejileri önerilmektedir. Yoksulluk konusundaki tanımlama çabaları, post-modernizmin öne çıkardığı toplumdaki “ötekiler”in marjinalliklerini yitirmesi süreci ile birlikte yoksulluğun özel durumlarının da tanımlanması ihtiyacınıberaberinde getirmiştir. 1975’lerden sonra yükselen feminist hareketin etkisiyle cinsiyet ayrımı(sex discrimination) yerini giderek toplumsal-cinsel ayrım (gender discrimination) bırakınca, toplumsal cinsiyete bağlı yoksulluk (gender poverty) ya da yaygın bir deyişle “kadınların yoksulluğu” tartışmalarını da gündeme getirmiştir. Yoksulluğun özünde toplumsal eşitsizliklerin bir sonucu olduğundan hareketle toplumsal cinsiyetlerin; özellikle toplumda kadın rolü uygun görülen bireylerin varolan toplumsal eşitsizliklerden toplum içinde daha fazla pay aldıkları ve fırsat eşitliklerini kültürel ve toplumsal değerler ve normlar karşısında kaybettikleri ve daha derin ve daha yoğun bir yoksullukla karşı karşıya kaldıklarına dayanarak geliştirilen bu kavram beraberinde yoksul olmanın yanı sıra aynı zamanda kadın olma hali de varsa yoksulluğun “giderilemezliği”ne dikkat çekmektedir. Toplumların diğer marjinal kesimleri olan özürlüler, çocuklar ve yaşlılar UNCHS’ın tanımı ile “yoksunlar” (destitutes) kapsamında değerlendirilirken, “etnik yoksulluk”, “tek ebeveynli ailelerin yoksulluğu” ve “gençlerde yoksulluk” tanımlamaları cinsiyete bağlı yoksulluk kriterlerini büyük ölçüde paylaşmaktadır. gündeme getirmiştir. Bu noktada yoksulluğun “derinliği” ve “yoğunluğu” ve “süresinin” de ölçülebilmesi gerekli müdahale ve mücadele yöntemleri arasındaki tercihlerin oluşturulması açısından zorunludur. FAO (Birleşmiş Milletler Gıda ve Tarım Teşkilatı) ve WHO (Birleşmiş Milletler Dünya Sağlık Teşkilatı), Dünya Bankası’nca saptanmış olan “mutlak yoksulluk” kriterini (ki aynı tanım gelir yoksulluğu “income poverty” olarak da adlandırılmaktadır) esas alarak, yoksulluğun yoğunluğunu ölçmek amacıyla yeni bir tanım geliştirmiştir. Bu kritere göre gelirinin tamamını harcadığı halde, mutlak yoksulluk kriterinde esas alınan günlük kalori miktarının yalnızca %80’ini karşılayabilenler “ultra yoksul” olarak tanımlanmaktadır. Dünyada bu durumda olanlara ilişkin sayısal bilgi verilmemekle birlikte WHO ikinci bir kriter daha geliştirerek süre belirlemektedir. WHO’ın belirlemesine göre ultra yoksulların yoksulluk durumlarının beş yıldan daha fazla sürmesi halinde onların durumlarının düzeltilmesinin olanaksız olduğu savunularak bu kategoridekiler “kronik yoksul” olarak tanımlanmaktadır. Sebastian Voltmaz - www.astronem.de olmadığını saptamak çok da önemli değildir. Önemli olan yoksul ile alt gelir grubu ve yoksun (muhtaç) ile çalışan yoksullar arasındaki nüansların da oluşturulması ve kapsanmasıdır. Burada belirtilen “yoksun” (destitutes) ancak çok iyi koşulların sağlanması halinde yaşamını sürdürme ve geliştirme şansıolabilen tamamen muhtaç durumdakileri ifade etmektedir ki bunlar genelde özürlüler, çocuklar ve yaşlılar olarak tanımlanmaktadır UNCHS tarafından getirilen “çalışan yoksullar” (working poor) kategorisi, bu grup içindekilerin tamamının çalıştığıanlamında da değildir. Çalışabilir durumdaki yoksullar da bu grup içinde sayılmaktadır. Bu grupta yer alan çalışanlara yakın dönemde kamu ve özel sektörün alt düzey çalışanları ile marjinal sektörde çalışanlar da dahil edilmiştir. “Çalışan yoksullar”ın genellenebilir özelliği; eğitim düzeyi düşüklüğü ve vasıfsız işgücü oluşu olarak özetlenmektedir. Kent özelinde yaşanan konut sorunları için “kent yoksulları” adınıkullanan UNCHS, ülke genelindeki konut sorununu ise “barınma yoksulluğu” (housing poverty) olarak tanımlamaktadır. Kırsal yoksulluk, gelişmekte olan ülkelerde tarım sektörünün hızla çözülerek gizli işsizliğin açık işsizliğe dönüşmesi olgusuna dayanır. ILO kırda yoksullaşma sürecine özellikle istihdam açısından yaklaşarak “kırsal yoksulluk” (rural poverty) üzerine 1979’dan itibaren eğilmiştir. Yoksullukla mücadele çabaları, yoksulluğun yalnızca tanımı ile yetinilmesinin sorunun çözümünde yeterli olamayacağı tartışmalarını da 21 Ultra yoksulluk tanımının hemen hemen eş anlamlısı olarak Dünya Bankası’nca “olağanüstü yoksulluk” tanımı yapılmaktadır. Bu tanıma göre 1985 yılı satın alma gücü paritelerine göre kişi başına yıllık 270$’ın altında geliri olanlar olağanüstü yoksullar (extremely poor) olarak sınıflanmıştır. Günlük 0.74$ gelire sahip bu olağanüstü yoksulların sayısı ise 633 milyon kişi olarak belirtilmiştir. FAO ve WHO tarafından yapılan çalışmalara paralel bir değerlendirme de UNCHS tarafından yapılmaktadır. GSMH’nın eşitsiz dağılımından kaynaklanan yoksulluğun tanımlanması ve eşitlikçi yeniden dağılımının sağlanmasında, gelire dayalıyoksulluk ölçütleri yaşanan yoksulluğun derinliği ve yoğunluğuna ilişkin bilgi vermekten uzaktır. Kısacası UNCHS yalnızca yoksul sayısı ile ilgilenmez, yoksullar arasında da varolan eşitsizlikler nedeniyle “yoksulların nasıl yoksulların en yoksuluna dönüştüğü” sorusunun cevabının aranmasının, gelirin eşitlikçi yeniden dağılımının sağlanmasına ilişkin önlemlerin geliştirilmesinde anahtar rol oynadığına dikkat çekmektedir. Yoksulluk endeksi hesaplamalarında kullanılan bir başka yöntem ise “kısa dönemli düşme endeksi” olarak anılmaktadır. Yoksulluk sınırı altındaki yoksulların ortalama gelir düzeyleri hesaplanarak, bunun GSYH içindeki oranını belirledikten sonra, yoksulluğun ortadan kaldırılması için ulusal kaynakların hangilerinin yeniden dağıtımının yararlı olabileceği konusunda kısa dönemli düşme endeksinin yol gösterici olabileceği kabul edilmektedir. Bu yöntemle yapılacak ayrıntılı çalışmalarla yoksullar arasında varolan gelir dağılımındaki eşitsizlikler bağlamında hesaplamalar yapılarak yoksulluğun duyarlılığı ve yoğunluğuna ilişkin saptamalara ulaşılabileceğinin yanı sıra, aynı yöntemle yoksulluğun coğrafi bölgeler, etnik yapı, yaş ve cinsiyete bağlı olarak kategorize edilebileceği savunulmaktadır. Gelire dayalı yoksulluğu kullanım amacına uygun kavramlaştırma çabalarının tamamı için UNCHS çalışmalarında sözü edilen temel eksiklik; yoksulluk hakkında bilinmesi gereken tüm bilgiyi sağlamaktaki yetersizliği noktasında yoğunlaşmaktadır. Örneğin gelir yoksulluğu ile barınma yoksulluğu arasında analitik ilişkilerin kurulamaması UNCHS tarafından yapılan eleştiriler arasında önemli bir yer tutmaktadır. Aynı şekilde yoksulluk konusunda felsefi ya da siyasi bağlamda yoğunlaşan bakış açılarının da salt gelire bağlı yoksulluk kriterlerinden hareketle yeni açılımlar geliştirmesinin oldukça zor, hatta olanaksız olduğunu savunanlar da vardır. Yoksulluğa siyasi bakış açısı, yoksulluğun belirli ekonomik, toplumsal ve siyasal süreç içinde tanımlanabilmesini zorunlu kılmaktadır. Yoksulluğun siyasi değerlendirmesi konusu bazı yazarlar tarafından, yoksulluğu istatistiksel uygulamaya yönelik ölçme ve hesaplama yöntemlerinden daha anlamlı bulunmaktadır. Bu görüşü savunan yazarlar arasında bulunan Chambers, yoksulların yoksulluğun belirli yönlerini nasıl değerlendirdikleri sorusu ile ilgilenmektedir. Chambers’ın bulguları, yoksulların sürekli karşılaştıkları işsizlik, hastalık gibi yaşamı olumsuz etkileyen olguları inceleyerek, yoksulların bu olguların yarattığı olumsuzlukların ötesinde güvenlik duygularının da zedelenmesi nedeniyle saptanabilenlerden çok daha büyük olumsuzluklarla karşılaştıkları sonucuna ulaşmaktadır. Doğrudan yoksulluğu konu almıyor olsa da, Gunnar Myrdal’ın literatüre kazandırdığı “dip sınıf” (under class) kavramı genelde ırksal özelliklere bağlantılı olarak yoksulluğun kronikleşmesi ve derinleşmesi olgusundan söz etmekteydi. 1980’lerden sonra “dip sınıf” üzerinde yoğunlaşan tartışmalara göre dip sınıfın temel özelliği, niteliksiz işgücünün, işgücü piyasası dışına atılması; kronik işsizlik, yoksulluk ve toplumsal dezavantajlı gruplara dahil olma olarak belirlenmiştir. ABD örneğinde yürütülen tartışmalar, dip sınıfın temel ögeleri arasına siyah olmak, farklıırk mensubu olmayıözel olarak katmaktadır. ABD’de yaşanmakta olan yoksulluğun boyutlarının inanılmaz artışı, zencilerin yanı sıra beyazların da dip sınıf kavramı içinde değerlendirilmesinin gereğine ilişkin öncül tartışmaların başlamasına neden olmuştur. Hartigan’a (1987) göre dip sınıf ırklardan bağımsız, işsizleşme süreci ile artan kronik yoksulluğu tanımlamaktadır. Bu yeni grup, ya da yeni toplumsal sınıf, toplumsal sınıf kategorilerinin hiçbirine dahil edilemez, çünkü, mevcut statülerin korunması telaşına düşmüş tüm sınıflar tarafından dışlanmaktadırlar. Diğer bir yoksulluk yaklaşımıise “Refah Toplumu” anlayışının eleştirisine dayanan Avrupa’da geliştirilen sosyal dışlanma (social exclusion) teorisidir. Burada temel sorun giderek büyüyen 22 marjinal denilen işsiz ve sitem içerisine eklemlenemeyen toplumsal grupların (etnikler, yalnız anneler, mülteciler, özürlüler gibi) tekrar sistem içerisine yerleştirilmesi çabasıdır. Sosyal dışlanma yaklaşımında yoksulluk sorunu toplumsal bir kimlik ve bireyin hukuki ve kültürel kimliği bağlamında tanımlanmaktadır. Görüldüğü gibi, yoksulluk kavramının içeriklendirilmesi ve ölçülmesine ilişkin çalışma ve tartışmalar, yoksulluk olgusunun hızla yaygınlaşması nedeniyle yükselen toplumsal gerilimlere paralel bir ivme ile 1990 yılı ve sonrası yakın tarihli çalışmalara dayanmaktadır. TÜRKİYE'DE YOKSULLUĞUN GENEL DEĞERLENDİRMESİ Çalışma kapsamında değerlendirildiğinde yoksulluk bağlamında yapılmış araştırmaların hanehalkı gelir ve hanehalkı tüketim harcamaları anketlerinin verilerine dayandığından en yeni veri tabanının 1994'e kadar gelebildiği görülmektedir. Bu komisyon çalışmasında Türkiye'de yoksulluk profilini çıkarmak üzere 1994 HanehalkıTüketim HarcamalarıAnketi'nin verilerini kullanan en yeni çalışma olan Erdoğan'ın (1996) çalışması esas alınmıştır. Türkiye'de yoksulluk hakkında genellenebilir sonuçlara ampirik gözlemlerin ve uluslararası deneyimlerin yardımıyla ulaşılmış ve Türkiye yoksulluğunun yaygınlığı, derinliği, yoğunluğu ve süresi hakkında çeşitli saptamalarda bulunulmuştur. Ampirik bir değerlendirme ile, Türkiyede yoksulluğun gözle görülür bir nitelik kazanması 1990'lardan itibaren söz konusudur. Yukarıda belirtilen çalışmalarda ki bir eksiklik 1994 yılında yaşanan ekonomik krizin etkilerinin kişisel gelir dağılımına nasıl yansıdığının bilinmemesidir. “Sokak çocukları” diye yaygın bir problemin yanı sıra ülke gelenek ve göreneklerinde daha önce hiç var olmayan “evsizler” sorunlarının bu tarihten sonra yaşanmaya başlanmış olması ülke gerçekliği açısından yoksulluk probleminin büyüklüğünü algılamaya yardımcı etmenler olarak değerlendirilmektedir. Tüm çekinceler saklı tutulmak kaydıyla, yukarıda sözedilen çalışmalardan hareketle Türkiye yoksulluğu değerlendirildiğinde; Kırsal alanlarda yoksulluk kentlere kıyasla daha yaygın olmakla birlikte, kentlerdeki yoksulluğun daha derin ve daha yoğun olarak yaşandığı, Bölgesel farklılıklar açısından bakıldığında, mevcut veri tabanına göre Güneydoğu kırsal alanının en yoksul alan olduğunu bunu Karadeniz bölgesi kırsalının izlediği görülmektedir. Üçüncü en yoksul bölge ise ilginç bir biçimde Akdeniz kırsal alanı olup, Doğu Anadolu'daki kırsal yoksulların Akdeniz'den daha sonra geldiğini ve Doğu Anadolu Bölgesi'nin yoksul oranı Türkiye ortalamasının altında olduğunu görülmektedir. Kentsel alanlarda ise ilginç bir biçimde yalnızca Güneydoğu bölgesi kentsel alanı ile (%6.17) Karadeniz kentsel alanlarının (%4.64) Türkiye kentsel yoksulluk oranlarının üzerinde olduğu sonucu ortaya çıkmaktadır ki, bu sonuçlar tüm ampirik çalışma verilerine aykırı olarak Doğu Anadolu bölgesinin yoksulluğunun, kayıtdışı sınır ticareti ve GAP Projesi desteği ile yaratılan istihdam olanakları nedeni ile daha zengin olması gereken Güneydoğu Anadolu bölgesinden daha fazla olması gerekirken, Doğu Anadolu bölgesindeki yoksulluğun %3.77 ile Türkiye ortalaması olan %4.6'nın oldukça altında olmasının yanı sıra bölgeler arası kırsal yoksulluk Dünyada Yoksulluk Ülkeler bütünüyle dikkate alındığında ve gelişmişlik düzeyleri karşılaştırıldığında yüksek, orta ve düşük gelirli ülkeler olarak sınıflandırılmaktadır. Bugün Paris'li bir orta sınıf aile, Güneybatı Asya'nın kırsal kesiminde yaşayan bir aileye oranla yüz kat daha fazla kazanıyor, Filipinli bir çiftçi, New York'lu bir avukatın bir ayda kazandığına ancak iki yılda erişebiliyor ve Amerikalılar, her yıl lokanta ve süpermarketlerde 30 milyar dolar harcıyorlarsa ki bu da, Bangladeş'in Gayri Safi Milli Hasıla (GSMH)'sına eşitse, bu durum ortada oldukça büyük bir sorunun olduğuna işarettir Bu sorunla baş edebilmek için yoksulluğun boyutunu belirlemek ve yoksulluğu ortadan kaldıracak politikaları ortaya koymak gerekmektedir. Bu politikalarıuluslararasıboyutta belirlemek ancak ülkelerin gelişmişlik düzeylerinin karşılaştırmasıile yapılmaktadır. Yoksul olan ülkelerin kişi başına Gayri Safi Yurtiçi Hasıla (GSYİH), beklenen ömür, bebek ölüm hızları, nüfus artışları gibi sosyo-ekonomik göstergeleri, o ülkelerin gelişmişlik düzeylerini diğer ülkelerle karşılaştırmada en belirgin ölçütlerdir. Bu ölçütlere UNDP 1990 yılıİnsani Gelişme Raporu'nda yer verilmektedir. UNDP 1999 yılı Dünya İnsani Gelişme Raporu ile sanayileşmiş, gelişmekte olan ve azgelişmiş sınıflamalarına sahip ülkelerin insana yaptıkları yatırım harcamalarını değerlendirilerek “insani gelişme endeksi”ni oluşturulmuştur. Beklenen ömür, eğitim alma durumu ve kişi başına Satınalmagücü Paritesi ile düzeltilmiş gerçek Gayri Safi Yurtiçi Hasıla (GSYİH) gibi üç temel göstergeden yola çıkılarak oluşturulan endeks uluslararası karşılaştırmalar açısından önemli bir veri tabanı oluşturmaktadır. Türkiye bu göstergelerle 1999 yılı verilerine göre 174 ülke arasında 86. sırada yer almaktadır. 174 ülkeden 45'i yüksek, 94'ü orta, 35'i ise düşük düzeyde insani gelişmeye sahiptir. Yine bu 174 ülke, kişi başına gerçek GSYİH yönünden incelendiğinde, en düşük kişi başına gelire sahip ülke olan Sierra Leone'de kişi başına 410$ düşerken, en yüksek gelirli Lüksemburg'da bu rakam 30,863$'dır. Yaratılan gelir ve bu gelirin kişi başına düşen payı açısından eşitsizliğin boyutu oldukça yüksektir. Lüksemburg'da kişi başına GSYİH, Sierra Leone'ye oranla 75 kat daha fazladır İnsani gelişme göstergeleri dışında, ülkelerin resmi rakamları yönünden gelişmekte olan ülkelerin ve sanayileşmiş ülkelerin bazılarında yoksulluğun boyutu Tablo 53 ve Tablo 54'de verilmektedir. Yoksulluğun uluslararası boyutu yanında, ülke içindeki büyüklüğü de ayrı bir çalışma konusudur. Yoksulluğun ulusal boyutunu belirlemede, uluslararası çalışmalarda izlenen yolun dışında farklı bir çalışmanın yapılması gerekmektedir. Bugün uluslararası karşılaştırmalarda gelişmiş ülkeler arasında yer alan ABD'de bile, günlük 14.4 $'ın altında gelire sahip yoksul insan oranı %14.1 civarındadır. Öyleyse her ülkenin kendine göre bir yaşam standardı ve bu yaşam standardının altında olan yoksul insanları vardır. Yoksulluk ulusal boyutta ülkeden ülkeye farklılık göstermektedir. Eylül 2005 23 sıralamasında da dördüncü sırada olması dikkat çekici unsurlardır. Bu çalışmalar bölgelerin Gini oranları ile test edildiğinde, gelir eşitsizliğinin en yüksek olduğu Marmara bölgesinin yoksulluk oranlarının Türkiye ortalamasının çok altında belirlenmiş olmasıda dikkat çekici bir başka göstergedir. Nitekim Gini oranı göstergeleri Doğu ve Güneydoğu Anadolu bölgelerinde büyük ölçüde “yoksullukta eşitliğin” sağlandığını göstermektedir. Türkiye'de yoksulluğun cinslerarası paylaşımında dikkate değer bir eşitsizlik görülmemektedir. Çünkü, çalışma hanehalkları bazında yapılmıştır ve yoksul ailelerin cinsiyet ayrımı olmaksızın bütün fertleri yoksuldur. Oysa, kadın aile içinde de eşitsiz koşullara sahiptir. Aile ekonomisinin idaresi, mülk sahipliği vb. açılardan bakıldığında, yoksul sayılmayan pek çok ailedeki kadınların aslında yoksul olduğu sonucuna varılması beklenmektedir. Bu nedenle, mevcut veri tabanı bu yönde bilgi vermemekle birlikte kadınlar, erkeklere nazaran daha yaygın ve daha yoğun bir yoksulluk sorunu ile karşı karşıyadır. Yoksulluğa yaş grupları açısından bakıldığında, 0-14 yaş grubunun en ciddi risk altında olduğu bilgisine mevcut veri tabanı ile ulaşılmaktadır. 0-14 yaş grubunda kırsal alanda kız çocukları, kentsel alanda ise yoksulluk açısından çok daha yüksek risk altında olduğu sonucuna varılabilmektedir. Yoksulluk açısından tüm uluslararası kaynaklarca “yoksun” tanımı ile özel olarak korunması gereken grup 65 yaş üstü yaşlılar olmasına karşın mevcut verilerde bu grup risk altında görünmemektedir. Veri tabanının özelliğinden kaynaklanan bu farklılık gözardı edilerek, oluşturulacak politikalarda yaşlılar için özel önlemler geliştirilmesi talebi benimsenmiştir. Öğrenim durumu açısından mevcut veri tabanı beklendiği yönde sonuçlar vermektedir. Öğrenim düzeyinin düşüklüğü veya yokluğu yoksulluk ile doğrudan ilişkili görülmektedir. Kırsal alanda İlkokul üstü eğitim gören yoksullarda önemli düşmeler görülürken, kentsel alanlarda yoksulluk lise dengi eğitim düzeyindekiler arasında da problem olmaktadır. Kısacası yoksulluğun aşılmasında eğitim düzeyinin yükseltilmesi önemli bir araç olarak görülmekle birlikte özellikle kentsel alanlarda lise üstü eğitim düzeyi yoksulluğun aşılma eşiği olarak kabul edilebilir. 12 yaş ve üstü nüfusu medeni hal açısından ise Türkiye nüfusunun %92.2'si (DİE, 1993, Türkiye Nüfus ve Sağlık Araştırması) resmi nikahlı olup, 1996 verilerine göre Türkiye ortalama evlilik yaşı kentlerde kadınlarda 22.3, erkeklerde 26.2, kırsal alanda ise kadınlarda 21.7, erkeklerde 25.2'dir. Vasi oluru ile yasal evlenme yaşının kadınlarda en erken 15, erkeklerde 17 olduğu ve nüfusun %92.2'sinin resmi nikahlıolduğu bilinen bir ülkede medeni halin resminin 12 yaş üstü nüfus için yapılması hiç evlenmemişler grubunun yoksulluğunu oldukça yüksek çıkarmıştır. Nitekim, elde edilen verilere göre, yoksul evliler ile yoksul bekarların oransal olarak hemen hemen eşit gibi görünmesinin temel nedeni, veri tabanındaki bu özellikten kaynaklanmaktadır. Medeni durum açısından yoksulluğun evlilik ya da bekarlıkla doğrudan bağıntısımevcut verilerle kurulamamakla birlikte, uluslararası kaynaklar, yalnız yaşamak zorunda kalanların marjinal geçinme maliyetlerinin daha yüksek olması nedeniyle daha yoğun bir yoksulluğun yaşandığı gerçeğine dikkat çekmektedirler. Türkiyedeki eşi ölmüş, boşanmış ya da yalnız yaşayanların uluslararası bulgulara paralel bir biçimde yoksulluk açısından çok daha yüksek risk altında olduğu sonucuna varabilmekteyiz. Eşi ölmüş, ayrılmış ya da yalnız yaşayanın kadın olması hali yoksulluk olurken, kırsal alanda bu durumda olan kadınların, kentsel alanda aynı konumdaki kadınlara kıyasla biraz daha korunmalı oluşunu, geleneksel değer yargılarının kırsal alanlarda hala güçlü oluşu ile açıklamak mümkündür. Çalışma durumuna göre yoksulların durumu incelendiğinde çarpıcı bir biçimde çalışan yoksulların oranının çalışmayan yoksullardan daha fazla olduğu gerçeği görülmektedir. Bu çalışmanın veri tabanının da 12 yaş üstü, iktisaden faal olmaması gereken 65+ yaş grubu ile yasal olarak tartışmalı12-15 yaş grubunu içermesine rağmen çalışanların yoksulluğunun çalışmayanların yoksulluğundan daha fazla oluşu Türkiye asgari ücret politikalarının yanı sıra kayıtdışı ekonomide düşük ücretli istihdamın yaygınlığı ile açıklanabilir. TİSK yukarıda belirtilen görüşe katılmayarak bunun “subjektif ve temelsiz bir yaklaşım” olduğunu belirterek bu yaklaşımın sözkonusu olguda Türkiyein sosyoekonomik yapısına damgasını basan tarım sektörü gerçeğini ihmal ettiğini ifade etmektedir. İktisadi faaliyet kollarına göre yoksulluk mevcut veri tabanı ile beklenen yönde bir gelişme göstermektedir. Tarım sektöründe görülen yaygın yoksulluğu, kayıt dışıistihdamın yaygın olduğu inşaat ve ulaştırma sektörleri izlemektedir. Yoksulluğa meslekler açısından bakıldığında, tarım ve ormancılıkla iştigal edenlerin sektörel yoksulluğu mesleki sıralamada da korunurken kendi hesabına çalışan işletmecilerin de ağır bir yoksullukla karşı karşıya oldukları görülmektedir. Yoksulluğa hanehalkı kompozisyonu açısından bakıldığında, genellenebilir bir sonuç olarak Türkiye ortalama aile büyüklüğü olan 4.5 kişinin yoksulluk açısından adeta bir sınır oluşturduğu görülmektedir. 3 ve daha fazla çocuklu aileler yoksulluk açısından ciddi bir risk taşımaktadır. Türkiye'de engellilik ya da yaşlılık yoksulluk açısından özel olarak gözetilmesi gerekmeyen bir durum gibi görülmektedir. Oysa, uluslararası araştırmalar özürlülük halinin çok ciddi bir yoksullaşma nedeni oluşturduğunun altını çizerek bu grubu “yoksunlar” tanımına sokarak yoksulluğu en derin ve en yoğun biçimde yaşayan çocuk ve yaşlılar ile aynı kategori de değerlendirmektedir ki bu değerlendirme kanımızca Türkiye yoksulluk politikaları oluşturulurken aynen korunmak zorundadır. Türkiye'de yapılan araştırmalarda göç ile yoksulluk arasında ilişki kurulabilme olanağı bulunmamaktadır. Ancak uluslararası araştırmalar göç edenler açısından ciddi bir yoksulluk riskine dikkat çekmektedir. Türkiyede İran-Irak savaşının yanısıra eski Yugoslavya'nın parçalanması, Bulgaristan'da yaşanan iç sorunlar vb. dış göç dalgaları yaşanmış, göçerlerin iaşe ve ibatelerinin ekonomiye yarattığı ek yükün yanısıra göçerlerin geri dönmeyenlerinin de yoksullar ordusuna katıldığı gözlenmiştir. Türkiyede özel durumlarda yaşanan dış göçün yanısıra bir başka önemli sorun iç göç olmaktadır. İster ekonomik nedenlere dayalıgöçerlerin kendi talebiyle ve isterse güvenlik gerekçesiyle göçerlerin isteği dışında gerçekleşsin, göçer nüfusun yoksullaşmasıve göçtüğü noktada “dip 24 sınıf” tanımına uygun bir biçimde dışlanarak eski konumundan daha yoğun bir yoksullaşma sürecine itilmesi kaçınılmaz olmaktadır. İç göç yalnız göçerler açısından değil, göç veren ve göç alan yöreler açısından da yoksullaşma nedeni olmaktadır. Doğu ve Güneydoğu Anadolu bölgelerinden yoğun bir biçimde göç alan Antalya ve Mersin illerinin göç öncesi ve sonrası konumları göç alan yörelerin de yüz yüze kaldığı yoksullaşma sürecindeki artışın tipik bir göstergesidir. Hanehalkıanketlerinden hareket eden yoksulluk araştırması verilerine göre Türkiye yoksullarının oturduğu konutların hemen hemen hepsi sobalı, ülke inşaat standartlarının genel kabullerine uygun bir biçimde 100 m2 ve daha altında genellikle bağımsız ev veya gecekondu olup, bu konutlar azgelişmiş veya gecekondu bölgelerinde yoğunlaşmaktadır. Deprem bölgesindeki ani yoksullaşma olgusu Türkiye yoksulluk politikalarıiçinde özel bir yere sahip olmak zorundadır. Daha önce büyük bir bölümü yoksul olmayan yaklaşık 300 bin kişi deprem nedeniyle mülksüz ve işsiz konuma düşerek çok ani ve çok derin bir yoksulluk durumu ile karşı karşıya kalmıştır. WHO tarafından yapılmış olan çalışma, deprem bölgesinde yaşanan yoksulluk için yapılmış hiçbir özel çalışma olmamasına karşın, bu bölgede yaşanmakta olan yoksulluğun ultra yoksulluk düzeyinde olduğunu açıkça göstermektedir. FAO ve WHO tarafından yapılmış olan çalışmalarda gelirlerinin tamamınıharcadıklarıhalde minimum kalori ihtiyacının ancak %80'ini karşılayabilenler ultra yoksullar olarak tanımlanmaktadır. Deprem bölgesindeki nüfusun çok önemli bir bölümü gelirinin tamamını kaybetmiş durumda olup, yardım biçiminde sağlanan gıda ile beslenmektedir. Bu durumda anılan gıda yardımlarının kesilmesi ile birlikte ciddi bir açlık sorununun yaşanması kaçınılmaz olacaktır. Yine FAO ve WHO ultra yoksulluk halinin 5 yıldan daha uzun sürmesi halinde yoksulluğun bir daha aşılamayacağı ve kronik hale geleceğinden söz etmektedir ki bu tespit kanımızca da geçerli olduğundan deprem bölgesindeki yoksulluğun aşılması bağlamında özel ve ivedi tedbirlere gerek duyulduğu görüşüne ulaşılmaktadır. Cem Türkmen - Ağaç Gören Var Mı? Çarpık kentleşmenin en trajik görüntülerinden yekpare beton kütle halinde görülen şehir manzaralarıdır. Herhangi bir yeşil alan görmek için büyük çaba sarfetmeniz gerekir. Kent Tarımında Kamu Arazilerinin Kullanımı Kent çevresinde yer alan kilometrelerce karelik boş arazileri gözünüzün önüne getirin. Kara ve demir yollarının çevreleri, elektrik hatlarının geçtiği yerler, havaalanı bölgesi, akarsu kıyıları bunlardan sadece bir kaçıdır. Hepsinden önemlisi ise, kentlerin altyapısını oluşturan bu alanların bizlere ait kamu arazileri olduğunu iyi bilmeliyiz. K Jac Smit TUAN Eylül 2005 entlerde ve özellikle kent çevresinde bulunan arazilerin büyük çoğunluğu atıl durumdadır. Basit bir örnek olarak, çevresi çitlerle çevrili olan bir çocuk bahçesini ele alalım. Yaklaşık iki metre yüksekliğindeki tipik çitlerle çevrili olan bu alanda, bir eğitim programına temel olacak biçimde; salatalık, domates, fasulye ya da marul gibi ürünler, çocukların katılımıyla yetiştirilebilir. Aynı şekilde çitlerle çevrili olan; okul, kütüphane, hastane, hapishane ve müze gibi pek çok kamu kuruluşu da aynı potansiyele sahiptir. Söz konusu kamu binalarını, kamu ihtiyaçlarını daha etkin biçimde karşılamak amacıyla kullanmak için gereken düzenlemeler ise: a) İlgili politik düzenleme, b) Kullanıcı ve arazi sahibi arasında yapılacak anlaşma, c) Sağlık kontrolleri, d) Güvenlik hizmetleri, e) Eğitim hizmetleri şeklinde sıralanabilir. Oslo (Norveç) ve Windhoek (Namibya) kentlerinde, kara ve demir yollarının çevresinde tarım yapılmakta ancak diğer pek çok kentte benzeri uygulamalara yer verilmemektedir. Yukarıda belirttiğimiz çitle çevrili alanlarda yapılacak uygulamalar için gereken düzenlemelere, bu alanlarda hangi zamanlarda ve hangi aktivitelerle çalışılacağının da belirlenmesi gerektiğini eklemeliyiz. Bunun yanında, her ne kadar bazı yol kenarlarının çitlerle çevrili olduğu görülse de, sınırlı ürün seçimi ve hasatın yaklaştığı dönemde karşılaşılacak güvenlik sorunu da göz önünde bulundurulmalıdır. Kentlerde en çok bilinen yeşil alt yapı örneği yol kenarlarındaki ağaçlardır. Bu uygulamanın önde gelen amacı, çevre güzelliği ve serinletme özelliğidir. Bununla birlikte, bazı kentlerde yol kenarlarında bulunan ağaçlardan, meyve ve bunun yanında ilaç yapımında kullanılan çeşitli ürünler elde edilmektedir. Özellikle, Thies (Senegal) ve Port au Prince (Haiti) gibi kentlerde bu tür ağaçlar tercih edilmektedir. 25 Arjantin ve Şili'de sosyal hizmet kurumları için yol kenarlarındaki ağaçlarda meyve yetiştirilmesi planlanmaktadır. Sonuç olarak şu ana kadar bahsettiğimiz ve kısaca Düzlemsel Kent Tarımı olarak adlandırabileceğimiz uygulamaların faydalarını şu şekilde sıralayabiliriz: 1) Çiftçiler çevre düzenlemesine katkıda bulunarak belediyelere yardımcı olurlar, 2) Yapılan uygulamalarla toprak erozyonu önlenebilir, 3) Havada bulunan karbon dioksit ve ozon azalır, 4) Gıda kalitesi artırılır, 5) Kadınlar ya da yaşlılar için yeni iş imkanları doğar. REFERANSLAR - Smith, Ratta & Nasr. 1996. Urban Agriculture: Food, Jobs & Sustainable Cities, UNDP, Habitat II, Volume One - Viljoen, A.; K. Bohn; J. Howe (editors), 2004. Continuous Productive Urban Landscapes: Designing urban Agriculture for Sustainable Cities, Architectural Press www.kastl.net Yoksullukla Mücadeleye Yönelik Öneriler E Coşkun Can Aktan (ed.), Yoksullukla Mücadele Stratejileri, Ankara: Hakİş Konfederasyonu Yayınları, 2002. tkin bir yoksulluğu azaltma stratejisi açık ve tutarlı bir yaklaşıma dayalı stratejik düşünmeyi gerektirir. Yoksulluk bütün boyutları ile ele alınmalı ve buna uygun yöntemlerle azaltılmalıdır. Yoksulluğu azaltma stratejisi beşaşamayı içermelidir: (1) Yoksulluğun tüm boyutları ile tanımlanması; (2) Yoksulların, yoksulluk sınırının ve sosyal kategorilerin tanımlanması; (3) Yoksulluğun ölçümünde kullanılan metot ve yöntemlerin seçilmesi; (4) Yoksulluğa yol açan yapısal ve dinamik faktörlerin analiz edilmesi (5) Uygulanacak politika ve programların formüle edilmesi ve seçimi. Bu beş aşamada yapılacak uygulamaların titizlikle tespit edilmesi ve aksiyon planlarının oluşturulması büyük önem taşımaktadır. TEMEL ÖNERİLER Yoksulluğu etkin ve sürdürebilir bir şekilde azaltmayı hedefleyen bir strateji aşağıda yer alan politikaları içermelidir (Bu konuda DPT (2001) ve World Bank (2001)'den geniş ölçüde yararlanılmıştır.). Coşkun Can Aktan ve İstiklal Yaşar Vural YOKSULLAR LEHİNE İKTİSADİ BÜYÜME İktisadi büyüme yoksulluğun azaltılmasında son derece önemli bir 26 faktördür. İktisadi kaynakların yetersizliği yoksulluğun önemli bir boyutu ve nedenidir. Ulusal gelirin eşitsizliği artırmayacak bir şekilde büyümesi gelir yoksulluğunu önemli ölçüde azaltır. Ülkelerin sahip oldukları faktör yoğunluğu, beşeri sermaye ve teknoloji düzeyi ile tarihi ve kültürel koşullar yoksullar lehine iktisadi büyüme stratejisinin oluşturulmasında belirleyici faktörlerdir. Genel olarak rekabetçi bir piyasa ekonomisi özel sektörün verimliliğini artırır. İktisadi büyümeyi artıran yatırımların teşvik edilmesi için aşağıda yer alan koşulların yerine getirilmesi gereklidir: Kamu kesiminin iyi bir şekilde yönetilmesi ve sürdürülebilir kalkınma ile uyumlu idari, hukuki ve mali yönetim oluşturulması ve buna uygun bir siyasi ortam meydana getirilmesi; Makro-ekonomik istikrar ile siyasi istikrarın sağlanması; Herkesin uygun ve yeterli fiziki ve sosyal hizmetler altyapısından yararlanması; Tarım arazisi, finansman ve beşeri olanaklar gibi kaynaklara yoksul kesimin güvenli bir şekilde erişiminin sağlanması; Belirli sektörlerde emek-yoğun üretim şeklinin teşvik edilmesi; Toplumsal dayanışma ve birliği Büyüme yoksulların lehine olmalıdır. Yoksulların lehine bir büyüme istihdam yaratan, eşitsizlikleri azaltan ve yoksulların gelirlerini artıran politikalarla yürütülebilir. Yoksulluğu azaltan sürdürülebilir bir büyümenin sağlanması için şunlar yapılmalıdır: Piyasalarda sapmalara yol açan kamusal müdahaleler (aşırı değerlenmiş döviz kuru politikası, ithalat ve ihracat kısıtlamaları, kredi sübvansiyonlarıve kamu iktisadi teşebbüslerinin rolünün fazla olması) azaltılmalı veya ortadan kaldırılmalıdır; Özel sektör için teşvik edici bir ortam oluşturulmalıdır; Kayıt dışı işgücüne ve özellikle kadınlara yeni ve ilave gelir elde etme olanakları sağlayan program ve politikalar (mikro-kredi v.b.) yürürlüğe konulmalıdır; İktisadi faaliyetleri canlandıran, sosyal hizmetlere erişimi artıran ve istihdam yaratma olanağı yüksek olan altyapı yatırımları artırılmalıdır; BEŞERİ SERMAYENİN GÜÇLENDİRİLMESİ Eğitim Arz ve Talebi ile Kalitesinin Artırılması Yoksullukla mücadelede eğitim, bilgi ve beceri kazandırma son derece önemlidir. Zira yetersiz eğitim yoksulluğa yol açan faktörlerin başında gelir. Yoksul ve dezavantajlı bir konumda olanlara kaliteli bir temel eğitimin sağlanması bu kesimin iktisadi büyümeye katkıda bulunmalarını ve iktisadi büyümeden elde ettikleri yararların artmasını sağlar. Eğitim, her türlü mahrumiyetin azaltılmasında güçlü bir araçtır. Eğitim, yoksul kişilerin gelir elde etme kabiliyetlerini ve emeğin mobilitesini artırır, çocukların ve ebeveynlerin sağlıklarını korumalarına yardımcı olur, doğurganlığı ve çocuk ölümlerini azaltır ve dezavantajlı konumda olanların toplumsal yaşamda ve siyasi sistemde söz sahibi olmalarını sağlar. Öte yandan, eğitim doğrudan emeğin verimliliğini artırır, kişilerin teknolojik gelişmelere uyum sağlama sürecini hızlandırır ve doğal kaynakların yönetimini iyileştirir. Yoksulların en temel varlığı olan beşeri sermayenin geliştirilmesi için eğitim alanında aşağıda yer alan temel stratejiler benimsenmelidir: Eylül 2005 i. Okul çağındaki tüm çocukların temel eğitimden yararlanmasıiçin eğitim arzı (fiziki altyapı, öğretmen sayısı, v.b.) artırılmalıdır İç göçler de dikkate alınarak ilgili bölgenin ihtiyacı ölçüsünde fiziki altyapı inşa edilmeli ve inşaatlarda kaliteli ancak düşük maliyetli malzemeler kullanılmalıdır; Uzak ve kırsal bölgelerde yeterli sayıda öğretmenin görev almasınısağlayacak tedbirler alınmalıdır. Gönüllük esasına dayanan teşvik edici tedbirlere öncelik verilmelidir; Mevcut fiziki altyapının maliyetetkinliğinin artırılması için fiziki altyapının yetersiz olduğu alanlarda ikili öğretim ve çok programlı okullar yaygınlaştırılmalı ve mevcut sınıf kapasitesi etkin bir şekilde kullanılmalıdır; Okul yapımına özel sektörün katılımının artırılması teşvik edilmelidir; Eğitim sistemi yönetiminin iyileştirilebilmesi için okul yöneticilerinin yetkileri ile atanma ve terfileri sistemleri gözden geçirilmelidir. ii. Eğitimin kalitesi artırılmalıdır Okur-yazarlık düzeyi artırılmalıdır ; eğitim ve öğretime yönelik amaçlar eğitimin kalitesini artıracak şekilde gözden geçirilmelidir; Öğrenci merkezli ve karşılıklı etkileşimi artıran öğrenim metotlarıkullanılmalıdır; Öğretmenlerin pedagojik yeteneklerini ve kullandıkları kaynaklarıartırıcı düzenlemelere gidilmelidir; Öğretim malzemelerinin kalitesi artırılmalı ve eğitim süresi uzatılmalıdır; Özel eğitim ve öğretim kurumları ile ilgili denetim Rembrant - Yoksulluk koruyan ve mobiliteyi ve kadın-erkek eşitliğini artıran sosyal politikaların devreye sokulması. 27 mekanizmalarıbasitleştirilmelidir; Eğitim ve öğretimde katılımcılık artırılmalıdır; Okul yönetimleri daha fazla özerk olmalı ve okulların imkanlarıartırılmalıdır; Mesleki eğitim globalleşme sonucunda ihtiyaç duyulan kalifiye işgücünü yetiştirecek şekilde güçlendirilmeli ve meslek eğitimi alanların istihdamını artıracak tedbirler yürürlüğe konulmalıdır; Yüksek öğrenimin kalitesini artıracak düzenlemelere gidilmelidir. Bunun için öğrencilere meslek seçiminde özgürlük tanıyan yöntemler yeğlenmeli, ara eleman yetiştirmeye önem verilmeli ve üniversitelerde özerklik ve üniversite çalışanlarının yönetime katılımı artırılmalıdır. iii. Eğitime yönelik talep artırılmalıdır Kız öğrencilerin eğitimlerinin teşvik edilmesi için kız öğrencilere verilen burslar artırılmalı, kız çocuklarının okula gönderilmeme nedenlerini sivil toplum kuruluşları ve ailelerin katılımıile ortadan kaldıracak tedbirler alınmalı ve kadınerkek eşitliğini sağlayıcı önlemler uygulamaya konulmalıdır; İlk öğretimde okul masraflarını karşılayacak gelire sahip olmayan kesimler mali açıdan desteklenmelidir; İlk öğretimde okul kitapları ve eğitim malzemelerini satın alamayacak yoksul kesimlere kitap ve malzemelerin temininde yardımcı olunmalıdır; Ebeveynlere okulların karar alma mekanizmalarında söz hakkıtanınmalıdır. Sosyal Kalkınmaya Önem Verilmesi Yoksulluğun etkin bir şekilde azaltılabilmesi için kapsamlı bir sosyal kalkınma programının oluşturulması gereklidir. Bu program, beşeri sermayenin geliştirilmesinin yanı sıra, özellikle sosyal dışlamaya maruz kalmış kişiler olmak üzere, sosyal sermayenin güçlendirilmesini amaçlamalıdır. Bu yönde oluşturulacak bir strateji şunları kapsamalıdır: Beşeri sermayenin güçlendirilmesi için eğitim ve sağlık hizmetlerine bütçede yeterli tahsisat yapılmalıdır; Başta yoksullar olmak üzere herkes sosyal hizmetlerden yararlanabilmelidir; Cinsler arasındaki ayrımcılık ortadan kaldırılmalıdır; Etkin bir nüfus politikası yürürlüğe konulmalıdır; Emrah Sarıaydın - Hesap Sosyal koruma politikaları devreye konulmalıdır ve Yoksulların ve dezavantajlı konumda olanların güçlendirilmesi ile iyi yönetim teşvik edilmelidir. KIRSAL YOKSULLUĞUN AZALTILMASI Kırsal yoksulluğun azaltılmasında teknolojik ilerleme ve değişikliklerin kullanılması yoluyla tarım kesimindeki büyümenin artırılması en etkin yollardan biridir. Tarım kesimindeki büyümeden kentlerde yaşayan yoksullar da büyük ölçüde istifade eder. Zira tarımsal sanayi ilave iş olanakları yaratır, gıda ve yiyecek fiyatlarında azalma meydana gelir, kentlere göç azalır ve bu nedenle kentsel alanlardaki kalifiye olmayan işgücünün reel ücretleri artar ve kentsel alanlardaki büyüme ağırlıklı olarak sermaye yoğun değilse kırsal yoksullar için ilave iş olanakları ortaya çıkar. Tarım kesimindeki üretimin artması hem yoksulların sayısınıhem de yoksulluğun şiddetini azaltır. Bu etkinin güçlü olabilmesi için şu koşulların yerine gelmesi gereklidir: Miras hukuku ve adaletsiz kira ve yarılık sözleşmeleri ile doğal kaynakların mülkiyetinin belirli ellerde toplanması nedeniyle işlenmesi verimli ve ekonomik olmaktan çıkan işletmelerin faaliyetlerini sürdürmelerini sağlayacak önlemler alınmalı ve kamu arazileri yoksul kesime aktarılmalıdır; Fiyatlar, vergiler ve döviz kuru ile ilgili politikalar tarım kesimini cezalandırıcı etkiler oluşturmamalı veya istihdamı caydırıcı etki ortaya koymamalıdır; Çiftçilerin eğitim ve sağlık hizmetlerinden yeterince yararlanabilmeleri halinde tarımsal üretim artacağından bu kesime yönelik temel eğitim (okur-yazarlık, okullaşma ve teknik eğitim) ve sağlık hizmetleri (aşılama, temiz su ve aile planlaması) ile ilgili yatırımlar artırılmalıdır ve bu tip hizmetler makul bir fiyatla sunulmalıdır; Tarım sektörünün desteklenmesi amacıyla tarımda verimliliği artıracak, tarım teknolojilerini geliştirecek ve tarımda çağdaş üretim tekniklerinin kullanılmasını sağlayacak tarımsal araştırmalara ve tarım teknolojilerine yönelik kamusal destek artırılmalı ve bu alandaki dışsal faydalar küçük çiftçilere yayılmalıdır; Kırsal alanlarda yer alan sulama sistemleri ve yollar gibi fiziki sermaye güçlendirilmelidir; Tarım kesimindeki kayıt dışılığı engelleyici tedbirler alınmalıdır; Kırsal alanlarda yaşayan aşırı derecede yoksul kişiler için güvenlik ağlarıve sosyal yardım programları yürürlüğe konulmalı ve özellikle topraksız işçiler ve kadınlar kamu iş programları, mikrofinans ve gıda sübvansiyonları ile korunmalıdır; KAMU YÖNETİMİNİN İYİLEŞTİRİLMESİ İyi yönetim yoksulluğun azaltılmasında son derece önemlidir. Zira, iyi yönetim yoksullar lehine politikaların oluşturulmasını, sağlam bir makroekonomi yönetimini, kamu hizmetlerinin daha etkin bir şekilde sunumunu ve idari ve yargısal 28 reformların hayata geçirilmesini teşvik eder ve kamu ve özel fonların saydam bir şekilde kullanılması ile özel kesimin büyüme hızını artırır. İyi yönetim ayrıca globalleşen dünyada iktisadi krizlerin şiddetini azaltır ve bu tip krizlerden kaçınılmasını kolaylaştırır. Temel sosyal hizmetlerin kamu kesimince etkin ve verimli bir şekilde sunulmaması yoksulları olumsuz bir biçimde etkiler; ancak, kötü ve zayıf bir kamu yönetiminin yoksullar üzerindeki olumsuz etkisi diğer gruplara göre daha fazladır. Temel sosyal hizmetlerin yetersiz bir şekilde sunumu yalnızca kaynak yetersizliği nedeniyle yeterli yatırımların yapılmamasından kaynaklanmaz; bunun yanı sıra, hesap verme sorumluluğu olmayan kurumsal yapılardan, yerel seçkinlerin siyasi sistem üzerindeki baskın konumlarından, yaygın ve sistematik yozlaşmadan, kültürel düzeyde belirlenen ve kamu kurumları tarafından yayılan eşitsizlik ve ayrımcılıktan, yoksulların yeterli düzeyde yönetime katılamamalarından ve hukuk devletine uygun davranılmamasından kaynaklanır. Bu tip problemler varsa kötü ve yetersiz yönetimden hesap verme sorumluluğuna sahip bir kamu yönetimine geçmek için sistematik değişikliklerin yapılması gereklidir. bu değişikliğin yapılabilmesi için şunlar gereklidir: Kamu yönetimi her seviyede etkinleştirilmeli ve kamusal hizmetlerin sunumunda sorumluluk ve yetki en uygun devlet birimine aktarılmalıdır, başka bir ifade ile desantralizasyon teşvik edilmelidir; Yoksulluğu azaltma çabalarına kamu ve özel kesimin yanı sıra sivil toplum kuruluşlarının da aktif bir şekilde katılmaları sağlanmalıdır; yoksullara sunulan hizmetlerin türü, kalitesi ve sunumu üzerinde yoksullara söz hakkı ve denetim yetkisi verilmelidir; Kamu yönetimi demokratikleştirilmeli, hesap verme sorumluluğu ve saydamlık artırılmalıdır. Bu amaç doğrultusunda performans denetimi ve “gün ışığında yönetim” gündeme getirilmelidir; İnsan hakları güçlendirilmelidir, marjinal ve izole olmuş grupların korunması ve güçlendirilmesine öncelik verilmelidir ve kamu yönetiminde toplumdaki belirli kişi ve gruplara yönelik her türlü ayrımcılık ortadan kaldırılmalıdır; Demokratik katılım geliştirilmeli, sivil toplum kuruluşları güçlendirilmeli, dernek ve vakıf kurma özgürlüğü artırılmalı ve özgür basın desteklenmelidir; Yargının tarafsızlığı ve hukuk devleti ilkesi güçlendirilmelidir; Çalışanların hakları güçlendirilmelidir, kamu yönetiminde işe alma ve terfi işlemlerinde her türlü ayrımcılık ortadan kaldırılmalı liyakat esas alınmalıdır. KADINLARIN YOKSULLUĞUNUN AZALTILMASI Yoksulluğun azaltılması meselesine genişbir çerçeveden yaklaşılmalıdır. Zira sürdürülebilir büyüme yoksulluğun azaltılmasında çok önemli olsa da büyüme sonucunda ortaya çıkan yararlardan tüm hane halkı ya da hane halkının tüm üyeleri otomatik olarak faydalanamamaktadır. Hane halkı üyeleri arasında çocuklar, kadınlar ve yaşlılar daha güçsüz bir konumdadırlar ve daha yoksuldurlar. Bu nedenle hane halkına homojen bir birim olarak muamele edilmemelidir. Yoksulluğu azaltmaya yönelik stratejilerde ve genel olarak tüm makroekonomik politikalarda kadın-erkek arasındaki eşitsizlikler ve kadın yoksulluğu dikkate alınmalıdır. Kadın yoksulluğunun azaltılması için şunlar yapılmalıdır: Eşi ölmüş, boşanmış veya yalnız yaşayan kadınların karşı karşıya kaldıkları yoksulluk riskini ve yoksulluğu azaltmak için kadın sivil toplum örgütleri güçlendirilmeli; barınma yoksulluğunu azaltacak tedbirler (kadın sığınma yerleri, kira yardımı v.b.) alınmalı; kadınların sağlık ve eğitim hizmetleri ile temiz su ve enerjiye erişimleri güçlendirilmelidir; Kadınların iktisadi varlıklara erişimlerini artırıcı hukuki düzenlemelere gidilmeli ve kadınların sosyal ve kültürel hayata katılım süreci hızlandırılmalıdır; Kadınların çalışma hayatına aktif bir şekilde katılmalarını temin için çalışan kadınların haklarını artıracak ve çalışma hayatında kadın-erkek eşitsizliğini önleyecek tedbirler alınmalı ve kadın sivil toplum örgütlerinin güçlenmesi için elverişli bir ortam oluşturulmalıdır; Toprak reformu ve özelleştirme gibi iktisadi varlıkların yeniden dağıtımınıgerektiren uygulamalarda kadın-erkek eşitliği dikkate alınmalıdır; Kadınların güçlendirilmesi açısından kadınların siyasi hayata katılımları önündeki muhtemel engellerin ortadan kaldırılmasına yönelik hukuki düzenlemelere öncelik verilmelidir; Eylül 2005 KENTSEL YOKSULLUĞUN AZALTILMASI Kentsel alanlarda yaşayan yoksulların karşılaştıkları en önemli problemlerin başında barınma yoksulluğu, işsizlik ve güvenliğin olmamasıdır. Bu nedenle büyümeyi hızlandıran siyasal ve ekonomik istikrarın sürdürülebilir olmasınısağlayan tüm politikalar kentsel yoksulluğun azaltılmasına katkıda bulunur. Bununla birlikte, kentsel yoksulluğun azaltılması için şu önlemler alınmalıdır: Kentlerdeki barınma probleminin çözülmesi için yerel yönetimlerin yetkileri artırılmalı ve büyük kentlerde mücavir alanlar içinde kalan kamu arazileri yerel yönetimlere devredilmelidir; Kamu kurum ve kuruluşlarına ait lojmanlar kentsel alanlardaki yoksulların ve marjinal gruplar, sakatlar, yaşlılar ve ailenin geçimini temin eden aile reisinin kadın olduğu muhtaç durumdaki ve dezavantajlı bir konumda bulunan kişilere tahsis edilmek üzere ilgili kamu birimine veya belediye yönetimlerine devredilmelidir; Köyden kente göçü önleyecek aktif politikalar yürürlüğe konulmalıdır; Mesleki eğitime ağırlık verilerek kentlerdeki işgücü çağdaş gereklere uygun bir şekilde eğitilmeli ve kamunun teknoloji ve araştırma-geliştirme faaliyetlerine yönelik katkısı artırılmalıdır; Geleneksel dayanışma bağlarının zayıflamasından kaynaklanan güvenlik sorununun çözümü için sosyal dayanışmayı artırıcı ve özellikle vakıflar olmak üzere, sivil toplum örgütleri güçlendirilmelidir. ÇOCUK YOKSULLUĞUNUN AZALTILMASI Çocuk yoksulluğunun önlenmesi için şu önlemler alınabilir: Zorunlu eğitim süresi uzatılmalı; zorunlu eğitim mesleğe yöneltilmeli ve orta öğretimde eleme sistemi uygulamaya konulmalıdır; Çocuk işçi çalıştırma yaşı uluslararası anlaşmalara uygun bir şekilde 15 yaşa yükseltilmelidir; Mesleki eğitimde öğrencilere kredi olanakları sağlanmalı ve mesleki eğitim almış öğrencilerin istihdamını kolaylaştıracak yasal düzenlemelere gidilmelidir; Parasız yatılı uygulamaları eğitimde yaygınlaştırılmalı ve temel eğitimin 29 etkinliğinin artırılması ve daha kaliteli eğitimin daha az maliyete gerçekleştirilebilmesi için belediyelerin temel eğitim alanında faaliyet göstermelerine olanak tanınmalı ve özel kesimin bu alandaki faaliyetlerini zorlaştıracak her türlü engel ortadan kaldırılmalıdır; Özellikle yoksul bölgelerde ve kent varoşlarında olmak üzere beslenme yetersizliğini önlemek için “okul beslenme programları” yürürlüğe konulmalıdır. RİSKLERİN AZALTILMASI Yoksulların iktisadi durumlarını olumsuz yönde etkileyen riskler beş kısma ayrılabilir: (1) Çevresel riskler (kuraklık, seller, bulaşıcı hastalıklar); (2) Piyasadan kaynaklanan riskler (fiyat dalgalanmaları, ücretlerdeki değişiklikler ve işsizlik); (3) Siyasi riskler (sübvansiyonların azaltılması, fiyatlardaki değişiklikler, gelir transferlerindeki azalmalar ve iç çatışmalar); (4) Sosyal riskler (toplumsal destek ve dayanışmadaki azalma) ve (5) Sağlıkla alakalıriskler (çalışmayı engelleyen hastalıklara maruz kalma). Bu tip risklerle mücadele etmek ve kişi ve hane halkının yoksulluğa düşmesini engellemek için şunlar önerilebilir: Doğal afetlerden zarar gören kişilerin yoksulluğa düşmelerinin engellenmesi ve bu afetlere maruz kalan bölgelerdeki üretim ve büyümenin artırılması için bir “sosyal fon” veya “sosyal program” oluşturulmalıdır; Köyden kente göçü azaltacak programlar devreye konulmalıdır; Çeşitli risklere maruz kalan köylüler, esnaf ve dezavantajlı konumda olan kişilere yönelik mikro-kredi ve destek programları yürürlüğe konulmalıdır. REFERANSLAR - CAĞATAY, Nilüfer (1998), Gender and Poverty. UNDP Social Development and Poverty Elimination Division, Working Paper Series WP5, May. - OECD (2001), DAC Guidelines on Poverty Reduction. OECD. - DPT (2001), Gelir Dağılımının İyileştirilmesi ve Yoksullukla Mücadele. - Sekizinci Beş Yıllık Kalkınma Planı, Özel İhtisas Komisyonu Raporu, Ankara. - KAKWANI, Nanak ve Ernesto M. PERNIA (2000), “What is Pro-Poor Growth?”, Asian Development Review, Vol. 18, No 1. - DEVEREUX, Stephen (2001), Can Social Safety Nets Reduce Chronic Poverty?, IDS-Institute of Development Studies, Social Protection Discussion Papers, World Bank, February. - WORLD BANK (2001), Poverty Reduction Strategy Papers: Source Book, World Bank. - ADB (2001), Fighting Poverty in Asia and the Pacific: The Poverty Reduction Strategy. Asian Development Bank. www.sevnehuts.com Toprağa ulaşım konusunda sıkıntı çeken kentli çiftçiler, kimi zaman oldukça zorlayıcı özelliklere sahip alanlarda tarımsal üretim yapmak zorunda kalabilmektedir. Demir yolu kenarları ve enerji nakil hatlarının çevreleri bu alanların başlıcalarıdır. Toprağa Ulaşım Uygunluk ve Kullanım Yöntemleri Toprak, kent tarımı için önemli bir kaynaktır. Yapılan uygulamalar toprak yoğun özellikte olmasalar dahi, bu konu çiftçiler açısından önemini koruyacaktır. Ancak, toprak ya da diğer bir deyişle uygun toprak kullanımı, şehir planlamacıları ve bu konu ile ilgili pek çok farklı talebi göz önünde bulundurmak zorunda olan belediye yetkilileri açısından da büyük önem taşımaktadır. K Takawira Mubvami MDP Shingirayi Mushamba René van Veenhuizen ETC ent tarımı, her zaman kentsel yerleşimlerin bir parçası olmuş, geçmişte ve günümüzde bir çok kentli aile tarafından iyi bir geçim stratejisi olarak algılanmıştır. Kent sınırları içerisinde üretilen gıda miktarı, dışarıdan gelen miktardan oldukça düşük olsa da güçlü bir etkiye sahiptir. Bu önemli role, ulusal düzeyde veya belediyeler tarafından izlenen politikalar kapsamında yeterince yer verilmezken, var olan politik anlayışlar kent tarımını geçmişe ait bir kavram olarak değerlendirmektedir. Bu durum, kent tarımının karşı karşıya olduğu temel sorunları da beraberinde getirmektedir: “kentsel alanlar ya uygun değillerdir ya da ulaşılabilir; eğer uygun olurlarsa genellikle kullanışsızdırlar”. Uygunluk, kent tarımı aktivitelerinin kısa, orta veya uzun vadelerde yapılabileceği toprağın varlığına işaret etmektedir. Ulaşılabilirlik, uygun durumdaki toprağın ihtiyaç sahibi aile veya gruplar tarafından, resmi prosedürler ve var olan sorunların çözüm mekanizmalarını da kapsamak suretiyle, tarımsal aktiviteler için kullanılabilme- sini açıklar. Geçtiğimiz yıllar içerisinde, kent tarımıyla ilgili pek çok program hayata geçirilmiştir. Ancak, yürürlükteki kanunların büyük çoğunluğu kent tarımının varlığını yadsımaya devam ederken, bu kavramın şehir planlama sürecine katılmasını da engellemiştir. Toprağın kullanılabilirlik özelliği ise; toprağın konumu, yapısı ve verimliliği gibi çevresel koşullarla ilgilidir. Kanuni yapı çerçevesinde ve eşit şartlar altında uygun toprağa ulaşımın gerçekleşmesi, sürdürülebilir özellikte bir kent tarımının hayata geçebilmesini sağlayacaktır. UYGUNLUK Şehirler, devamlı olarak gelişen dinamik bir yapıya sahiptir. Dolayısıyla, pek çok şehirde (geçici) boş araziler mevcuttur ve bunların kent tarımı için kullanılması mümkündür. Şehir içi arazilerde veya şehrin dışındaki yerlerde kent tarımı yapılabilir. Şehir içinde yapılan uygulamalarda imara açık olmayan arazilerin sınırlı olması nedeniyle sıkıntı yaşanırken, uygun çatı ve teraslar da değerlendirilebilmektedir. Şehirlerde, 30 imara açık olmayan arazilerde bulunan kent tarımı alanları çoğunlukla; kara ve demir yolu kenarları ve enerji hatlarının geçtiği bölgelerdedir. Kent çevresi alanlar bu kapsamdaki en uygun alanlardır. Bu alanlarda toprağa ulaşımı belirleyen faktörler, ağırlıklı olarak şahsi mülkiyet ve bunun yanında geleneksel ve modern kurallardır. Pek çok şehir ve kasabada, halen özel olarak kent tarımı için belirlenmiş arazi bulunmamaktadır. Sadece birkaç ülkede, örneğin son dönemde Botswana 'da, belediyelerin çevre planlama çalışmalarında, kent tarımı da değerlendirilmeye alınmaktadır. Bununla birlikte, kentsel alanlarda yerleşim amacıyla veya kurumsal, ticari ve endüstriyel gelişime bağlı olarak yüksek düzeyde toprak talebi yaşanmaktadır. Nijerya ve Cezayir gibi ülkelerde, kent tarımının diğer “yasal” kentsel arazi kullanımı uygulamalarıyla bir yarış içerisinde olduğu görülmektedir. Bu yüzden, kent tarımının genellikle yüksek eğimli yamaçlar ve benzeri zor koşullara sahip ekosistemlerde uygulama şansı bulması bir rastlantı değildir. ULAŞIM Kentlerde tarımsal aktiviteler için uygun araziler bulunmaktadır. Ancak bu noktada, uygun koşullardaki araziye ulaşımın da bir sorun teşkil edebileceği bilinmelidir. Toprağa ulaşımın, resmi ya da gayri resmi pek çok yolu bulunmaktadır. Özel mülkiyete ait araziler, belediye veya devlet arazileri, polis teşkilatına, orduya veya diğer çeşitli kurum ve kuruluşlara ait araziler, ulaşımın mümkün olabileceği örnekler arasındadır. Kentlerde nadiren de olsa bulunabilen bu arazilere ulaşım konusu; ürün paylaşımı, izinsiz kullanım, kiralama, leasing, miras alma veya doğrudan satın alma gibi resmi ya da gayri resmi durumları gündeme getirecektir. Karşılaşılan pek çok örnekte görülmektedir ki, resmi mülkiyet haklarına dayanan uygulamalar ağırlıkta olsa da gayri resmi ulaşım çabaları da mevcuttur. Toprak mülkiyeti, ulaşım ve kullanım hakları gibi konular oldukça karmaşık ve dinamiktir. Resmi ulaşım süreci, belirsiz ve uzun prosedürler veya belediyelerin özellikle uzun dönemli tahsisler için çekingen davranmaları nedeniyle oldukça zor ilerlemektedir. Şehirlere yeni gelen kişiler (göçmenler), toprak ve su gibi kaynaklara güvenli biçimde ulaşabilmeleri için gereken sosyal ilişkilerde sıkıntı yaşamaktadır. Eylül 2005 Şehirlerde yer alan bir takım baskı grupları, göçmenlerin toprağa ulaşımlarını engelleyebilmektedir. Divo ve Ivory Sahillerinde yaşayan kimi toprak sahipleri, sadece kendi çıkarlarına göre düzenledikleri toprak mülkiyeti anlaşmalarıyla, göçmenlerin arazilerini temizleyerek uygun hale getirmelerini sağlamakta ve ilk sezonun ardından topraklarını geri almaktadır. Toprakların kanunsuzca ele geçirilmesi, toprak ve sulama sularındaki kirlilikteki artış, yolsuzluklar ve artan toprak rantı karşılaşılan diğer önemli sorunlardır. Bu tür sorunlar genellikle çatışmalara yol açmaktadır. Bu nedenle, çatışma önleyici tekniklerin bilinmesi çok önemlidir. Bu teknikler, öncelikle farklı tarafların arabulucu nezaretinde sorunlarını tartışabilmelerini sağlamalıdır. Kadınlar ve erkekler arasında, toprağa ulaşım konusunda bazı farklılıklar mevcuttur. Toprağı işleyenler genellikle kadınlar olsa da toprak mülkiyeti erkeklerin elindedir. Bu nedenle, kadınlar gerekli prosedürleri yerine getirmek ve her türlü tarımsal girdiye ulaşabilmek için çoğunlukla erkeklere bağımlıdır. Buna rağmen, kocaları veya erkek kardeşlerinden yardım alamayan pek çok kadın, ihtiyaç duydukları toprağı kiralama yoluna gidebilmektedir. KULLANILABİLİRLİK Toprağın uygunluğunu ve kullanılabilirliğini belirleyen pek çok faktör bulunmaktadır. Bunların başlıcaları; alanın genişliği, toprağın kalitesi, uygun su kaynağı ve toprak mülkiyetinin güvenliğidir. Arazinin geçmişi ve uygulanması düşünülen tarım metotları da kullanılabilirliği etkilemektedir. Rozario örneğinde, toprağın kullanılabilirliği konusundaki değişkenler şu şekilde sıralanmaktadır: çevre özellikleri, planlanan tarım yöntemi, şu anki kullanım yöntemi (geçmişte kullanılan yöntemler, arazi çöplük olarak veya diğer zararlı aktiviteler için kullanılmış olabilir), toprak kullanımıyla ilgili yürürlükteki düzenlemeler, planlanan kentsel projeler, su kaynaklarının durumu, mülkiyet ve tarımsal uygulamalarla ilgilenen kişilerin sayısı. YASAL ÇERÇEVE Arazilerin yasal durumları farklılık gösterebilir. Kentlerde yer alan arazilerin büyük kısmını, halka ait ortak alanlar ve çeşitli kuruluşlar tarafından satın alınarak veya kiralık olarak kullanılan alanlar oluşturur. Çok sayıda kentte, kent tarımı gibi alternatif üretken girişimlerin ihtiyaç duyduğu, destekleyici ve yol gösterici 31 düzenleme veya benzeri kural ya da yönetmelik bulunmamaktadır. Kentlerde tarımsal aktiviteler için toprak kullanımının, çoğu zaman; kanuna aykırı, ekonomik açıdan verimsiz ve çevre açısından zararlı olduğu düşünülmektedir. Kentlerdeki tarımsal aktiviteler hukuki düzeyde tanınana kadar, bu tür aktivitelerin geliştirilmesi ve ihtiyaç duyulan kaynaklara ulaşım oldukça zor olacaktır. Diğer yandan, ulusal düzeyde belirlenen kanun ve politikaların gerekli düzenleme ve yönetmelikler aracılığıyla belediyelerle de ilişki içinde olması gerekmektedir. Kent tarımının tanınması ve yasallaşması, diğer toprak kullanımı yolları ve aktiviteleriyle olan yarışın bittiği anlamına gelmemektedir. Ancak, bu yarış içerisinde iyi bir noktaya gelineceğini ve kaynak ihtiyaçlarına ulaşım konusundaki yasal süreçte daha eşit şartlarda yer alınacağını göstermektedir. Bazı ülkelerdeki yasal düzenlemeler, toprağın kullanımından çok mülkiyeti ile ilgili konulara ağırlık vermektedir. Kanun ve yönetmeliklerin büyük kısmı, aktiviteleri kolaylaştırmak ve onlara yol göstermek yerine, bunları kontrol etmeyi amaçlamaktadır. KENT TARIMI İÇİN TOPRAĞA ULAŞIMIN İYİLEŞTİRİLMESİ Önümüzdeki tablo genel olarak bir kısır döngüye benzeyebilir. Toprak uygun değildir veya ulaşım engellenmektedir. Eğer durum bu şekilde değilse, toprak büyük ihtimalle kullanışsızdır. Bu nedenle, kentli çiftçilerin ileriye dönük planlama yapmaları ve kaynakları etkin biçimde kullanmaları mümkün olmamaktadır. Söz konusu kısır döngünün kırılabilmesi için olumlu adımların atılması şarttır. Bu alanda yapılması gereken çalışmaların başında şunlar gelmektedir: Önde gelen pay sahiplerinin kent tarımının olumlu etkileri konusunda ikna edilmeleri, yeterli ve doğru biçimde bilgilendirilmeleri, katılımcı özellikte bir araştırma, planlama, karar verme ve uygulama sürecinin hayata geçirilmesi. www.arpa.org Ne yazık ki, kent tarımının diğer kentsel arazi kullanımı türleriyle, başarılı biçimde rekabet ettiğini söyleyemeyiz. Bu yüzden, var olan politikaların kent tarımı için arazi sağlanması konusunda, serbest piyasa koşullarının gerektirdiği arz-talep dengesine göre hareket etmemesi ve özellikle yoksul ailelere sunulan fırsatların değerlendirilmesi gerekmektedir. Daha önce belirttiğimiz gibi, kent tarımı uygulamaları için en uygun araziler, mülki idareye ait boş alanlar ve gelecekte yapılması düşünülen çalışmalar için tahsis edilmiş atıl durumdaki yerlerdir. Accra, Setif ve Divo gibi pek çok kentte, sadece bir yıllığına tarımsal kullanıma açılan araziler mevcuttur. Bu durum, kentli çiftçilerin daha uzun dönemler için plan yapamayacakları anlamına gelir. Diğer yandan, pek çok hizmet ve çeşitli maddi kaynaklara ulaşım şansı da böylelikle kısıtlanmış olur. Kent tarımı kapsamındaki toprağın uygunluğunun artırılması için sürdürülen çalışmalar, özellikle belediyelerin desteğine ihtiyaç duymaktadır. Bu noktada yapılabilecek en akılcı uygulama, kent sınırları içindeki tüm uygun alanların katılımcı bir çalışma ile belirlenmesidir. M.Kemal Atatürk'ün AOÇ'yi Ziyareti Toprağa ulaşım konusunda sıkıntı çeken kentli çiftçiler, kimi zaman oldukça zorlayıcı özelliklere sahip alanlarda tarımsal üretim yapmak zorunda kalabilmektedir. Demir yolu kenarları ve enerji nakil hatlarının çevreleri bu alanların başlıcalarıdır. Milletin Efendisi 2004 yılında yürürlüğe giren 5216 sayılı Büyükşehir Belediyeleri Kanunu ile 5272 sayılı Belediyeler yasasının üzerinden 1 yıl geçmeden kanunlardan şikayetler, muhalefetler başladı. Dedikodular ise hat safhaya çıktı. 1930 yılında yürürlüğe giren 1580 sayılı Belediyeler kanunu 1950 yılında çok partili sisteme geçişimizden beri eleştiriliyor. 1960'lı yıllarda başlayan şikayetler 1961 Anayasasında nazarı itibara alınarak yeni düzenleme getirildi. Ancak diğer yasalarda buna uygun düzenleme yapılmadığı için yasal düzenlemede uyum sağlanamadı. 1963 yılında ve daha sonraki her beş yılda bir yayınlanan beş yıllık kalkınma planlarında bulunan öneriler ve yerel yönetim reformları ile ilgili görüşler dikkate alınmadığı için genel anlamda bir yerel yönetimler reform tasarısı çıkarılamadı. İktidara aday siyasi partiler, her seçim döneminde gündemlerine aldıkları halde iktidar olduktan sonra bahane olarak; ülkemizin jeopolitik durumu, belediyelerin yeterli yetişmiş kadrolarının olmaması, yerel yönetimlere yetki verirsek şöyle olur böyle olur veya biz çıkartmak istiyoruz da koalisyon ortağımız karşı gibi bahanelerle seçim gündemine aldıkları vaatleri yerine getirmediler. Köylerden kentlere doğru başlayan göçler ise diğer bir sebeptir. 1930'lu yıllarda ülke nüfusu 15.000.000 iken, kentlerde oturan nüfus tüm ülke nüfusunun % 30'nu teşkil ediyordu. Yani ülke nüfusunun ancak 4.500.000'u kentlerde otururken, bugün 70.000.000 nüfusumuzun % 74'ü kentlerde oturmaktadır. Bir başka deyimle; 52.000.000 nüfusumuz kentlerde oturmaktadır. Bir ülkenin nüfusunun % 74'ü kentlerde oturuyorsa, o ülkede hukuksal bazda, planlama bazında ve etkin olarak şehrin geleceğini tayin edecek her dalda uzmanlaşmış güçlü bir kadroyla planlama yapılması gerekir. Reşat Akçay Gürpınar Belediye Başkan Yardımcısı Kültür Üniversitesi Ekonomi Bölümü Ülkemizde yaşanan sanayi, ticaret ve turizm konulardaki plansız gelişmeler sonucunda, insanlarımızı köylerini bırakıp kentlere göç etmeye zorlamışız. Kentlerde bu kadar insanın barınması sorgulamasını yapmamışız. Büyük Atatürk'ün “ Köylü milletin efendisidir.” sözünü, ancak şehirdeki köylü efendi olur şeklinde anladık her halde. Ama ben böyle anlamıyorum. Tarım köyde olduğu, ülkemizin geçim kaynağı tarımdan olduğu ve köylü üretken olduğu için köylü bu memleketin efendisi idi. Atatürk, şehre göç etmiş, tarımdan ve üretimden kopmuş köylüden bahsetmiyor. Tarımda reform, turizmde ve sanayide planlama yapmadığımız için şehirlerde işsizliği çoğaltmış, hem de o efendi köylüyü yozlaştırarak işsiz ordusuna katmışız. Birkaç örnekle birlikte sorgulayalım: a) Neden İl Tarım Müdürlükleri şehirlerin en merkezi yerindedir ve orada görevlendirilen ziraat mühendislerimiz çizme yerine kravat takıp köylüye hasbihâl edeceğine kendileri ile tartışmaktadır? b) Neden Veteriner Müdürlüklerimiz kentin merkezindedir. Köylü ineğini veya koyununu şehir merkezinde muayene ettirmek zorunda bırakılmıştır. Köylü ineğini, koyununu şehre ulaştıramadığı için veteriner hekimlerimiz şehirdeki kedi köpeklerle uğraşan bir meslek haline getirilmiştir? c) Neden köylümüzün toprağına hangi cins gübrenin faydalı olduğunu veya hangi cins tarımın daha randımanlı olduğunu öğretmemişiz de bakkalda dahi satılan gübreyi ürettiği ürüne zararlı olduğu halde kullandırmışız. Sonra da 32 patlıcanın, patatesin kullanılan gübreden dolayı sağlığa zararlı olduğunu söylemişiz? d) Neden 1972 deprem haritalarını 1972 de sağlıklı yapmamışız da 1974 deprem yönetmeliği verilerine göre inşaat mühendislerine statik projelerini yaptırmışız ve 1996 deprem haritalarını revize ederek 1998 yönetmeliğini çıkartıp, 1974 den 1998'e göre depreme dayanıksız binalar inşa ettirmişiz? e) Neden 3194 sayılı kanunla devleti yönetenlere tarımı, turizmi, endüstriyi ve ticareti planlamayı amaçlayan bölge planlarını yapmayıp, belediyelerin yetkisine dayanarak ürettikleri nazım ve uygulama planını, kentleri katlediyorlar diye günah keçisi yapmışız? f) Neden bunlar dururken büyük şehirlerin belediye başkanlıkları kendi siyasi doğrultusundaki belediyeleri yardımdan yararlandırıp, kendi siyaseti dışındakilere zırnık koklatmamış? Onlara hizmet getireceğine sorumluluk alanına giren köy ve mahalleleri, kendi siyaseti yolundaki belediyelere katma yolunu seçiyoruz? g) Neden belediyelerin getirmek zorunda olduğu hizmetlerin bedelini onlara vermemişiz? Onların hizmet götürmek için başka yollara sapmasına sebep olmuşuz veya göz yummuşuz? Sonra da taraflı denetimlerle onları yargılamaya kalkmışız? h) Neden her yönetim değişikliğinde personel değişikliğini gündeme getirmişiz? Bütün bu olayların sebebi, yasal ve idari düzenlemeye açıklık getirilmemesi veya planlamanın zamanında yapılmaması, toplumun dinamizmi, halkı yönlendirecek devlet yönlendirmesi, planlaması ve disiplininin oluşmamasıdır. www.jessicasorganicfarm.com Organik Sebze Üretimi Ekim Nöbeti, Ürün Sıralaması ve Birlikte Üretim Sistemleri İ Uz. Gülay BEŞİRLİ Atatürk Bahçe Kültürleri Merkez Araştırma Enstitüsü Yalova Eylül 2005 nsan beslenmesinin devamlılığının sağlanabilmesi için, tarımsal faaliyetlerin yürütülmesi zorunludur. Bu faaliyetleri yürüten üreticiler, zaman içerisinde bazı faktörlerin etkisi ile aynı üretim alanında sürekli olarak bir türe ait bitkileri yetiştirmeye başlamışlardır. Bir üretim alanında sürekli olarak aynı bitki türünün yetiştirilmesi “tek bitki üretimi-monokültür” olarak tanımlanır. Tek ürün yetiştirilmesine üreticileri yönlendiren nedenler arasında; yetiştirilen ürünün piyasada yüksek fiyat bulması, tüketiciler tarafından sürekli talep edilen bir ürün olması, üretimi kolay olması ve üreticinin yetiştirme tekniğini bilmediği bitki türlerinin üretiminden kaçınması gibi nedenler sayılabilir. Tek ürün yetiştiriciliğinin zaman içerisinde ortaya çıkardığı olduğu pek çok olumsuzluklar vardır. Bunlar; sürekli olarak toprağın belli derinliğindeki su ve besin maddesinin tüketilmesi, tüketilen besin maddesinin telafi edilmesini amaçlayan aşırı sentetik gübre kullanımı sonucunda bunların kalıntılarının su kaynakları ile toprak kirliliğine neden olarak doğadaki yaşam zincirini olumsuz etkilemesidir. Ayrıca, yetiştirilen türe ait hastalık ve zararlıların yoğunluğunun artması ve bunların etkinliğini önlemek amacıyla aşırı miktarda zirai mücadele ilaçlarının kullanımı sonucunda doğada mevcut olan yararlı-zararlı böcek dengesinin ortadan kalkması, bu ilaçların toprakta ve üretilen ürün üzerinde biriken kalıntıları sonucunda doğa ve insan sağlığının tehdit altında olması, toprak mikroorganizma yapısının bozulmasıyla toprak faunasının olumsuz etkilenmesidir. Organik tarım, ekolojik sistemde hatalı uygulamalar sonucu kaybolan doğal dengeyi yeniden kurmaya yönelik olarak, çevreye ve insana dost üretim sistemlerini içermekte olup, sentetik gübre ve zirai ilaç kullanımını yasaklamasının yanında, organik ve yeşil gübreleme, ekim nöbeti, toprak muhafazası, bitkinin 33 direncini arttırma, parazit ve predatörlerden yararlanmayı ve bütün bu işlemlerin kapalı bir sistem içerisinde yürütülmesini amaçlayan üretim sistemidir (İlter ve Altındişli, 1998). Organik tarımda, hatalı uygulamalar sonucunda yapısı bozulan toprağın iyileştirilmesi ve içindeki mikroorganizmaların korunup beslenmesinin sağlanması, toprağın tek yönlü sömürülmesi önlenerek doğal verimliliğinin devam ettirilmesi ana ilkelerden birisidir. Bunu sağlamanın etkili yöntemlerinden bir tanesi ise; iyi planlanmış ekim nöbetlerinin uygulanmasıdır. Sebzeler içermiş oldukları mineral ve vitaminleri ile insan beslenmesinde önemli rol oynayan bitki türleridir. Kültürü yapılan sebzeler değişik familyalara aittir ve her birinin toprak ve iklim istekleri farklıdır. Bir kısmı derin köklü (domates, biber, kabak), bir kısmı yüzlek köklüdür (salatalar, ıspanak). Bir kısmı serin iklim sebzesi (ıspanak, salatalar, lahana, karnabahar), bir kısmı yazlık sebzelerdir (domates, ORGANİK SEBZE ÜRETİMİNDE EKİM NÖBETİ Sebze yetiştiriciliğinde ekim nöbeti uygulaması, ticari sebze ürerimi ve ev bahçesi üretimlerinde uzun süreli başarı elde edilebilmesi için gereklidir. Tarımsal işletmelerde ekim nöbeti uygulanması, organik tarımın ana prensiplerinden birisidir. Doğru ürün seçerek ekim nöbeti uygulayan bilinçli üreticiler, arazilerinin verimliliğinin uzun yıllar devam etmesini sağlarken, toprak yapısının ve mikroflorasının korunmasını da sağlar. Ekim nöbeti; rotasyon ve münavebe kelimeleri ile eş anlamlı olup, tarımsal faaliyet gösterilen bölgenin iklim ve toprak özellikleri dikkate alınarak, yüksek verimli ve kaliteli üretim yapmak amacıyla farklı kültür bitkilerinin birbirini, karşılıklı olarak destekleyebilecek ve tamamlayabilecek şekilde ard arda yetiştirilmesine denir. Sebze yetiştiriciliğinde ekim nöbeti; toprak sağlığını arttırmak, verimli ve kaliteli ürün elde etmek amacıyla arka arkaya yetiştirilecek sebze türlerinin bir plan ve program dahilinde seçilmesidir. Bir üretim alanında ekim nöbeti izlenmediğinde, toprak verimliliğini olumsuz yönde etkileyen faktörler şunlardır: Toprak kökenli hastalık etmenlerinin etkenliğinin artması, nematodların daha aktif hale geçmesi ve populasyonlarının artması, topraktaki organik madde miktarının sürekli olarak azalması, kullanılan sentetik bitki besin maddesi ve zirai mücadele ilaçlarının toksik etki yapan kalıntılarının artma olasılığının yüksek olması ve toprakta bulunan temel mineral elementlerin dengesinin bozulmasıdır (Anonim,2004). Ürün ekim nöbetinde ana prensip; aynı familyaya ait olan sebze türlerinin tek ürün yetiştiriciliği (monokültür) zihniyeti ile arka arkaya üretilmemesidir. Bunun ana nedeni; aynı familyaya ait türler topraktan aynı besin maddelerini alarak beslenirler ve toprak verimliliğinin azalmasına neden olurlar. Örneğin; sebzeler yakılıp külleri incelendiğinde; demir (F2O3) pırasada % 7.0, lahanada ise % 0.7 oranında bulunmaktadır. Bilindiği üzere bu iki sebze türü farklı familyalara aittir. Potasyum (K2O) ise; Lahana külünde % 48.3 ve karnabahar külünde ise % 23.4 düzeyinde bulunmaktadır. Bu iki tür lahanagiller (Cruciferae) familyasına ait olup topraktan fazla miktarda K2O kaldıran sebzelerdir. Mg bezelyede % 8.0 iken, salatalarda % 2.2 dir. Fosfor (P2O5) ise; turpta % 41.1, bezelyede % 1.0 dır. Sebzeler için geçerli olan bu durum diğer bitki grupları için de aynıdır. Örneğin; şekerpancarı, 4 ton kök+2 ton yaprak verimi ile bir dekar alandan besin maddesi olarak 15 kg N + 6 kg P2O5 + 17.5 kg K2O + 12 kg CaO kaldırırken, yonca 800 kg/da kuru ot verimiyle 25 kg N + 5.5 kg P2O5 + 14.5 kg K2O + 23 kg CaO kaldırmaktadır. Bu nedenledir ki organik tarımın ana prensiplerinden birisi toprak yapısının korunarak tarım yapılmasıdır. Les Glaneuses 1857 Millet, Jean-François biber, patlıcan, kabak, hıyar, karpuz, bamya). Organik tarım esasları çerçevesinde yürütülecek sebze ekim nöbetleri, sebze türlerinin özellikleri dikkate alınarak hazırlanıp uygulanır ise; gelecek nesillerden ödünç olarak alınıp kullanılmakta olan topraklar, gerçek sahiplerine yapısal bozukluğa uğratılmadan teslim edilebilecektir. 34 Toprak yapısının korunmasını sağlayan uygulamalardan en önemlisi ise; tarımsal faaliyetler uygulanırken bilinçli bir ekim nöbeti uygulanmasıdır (Şencan, 1976). Ayrıca; aynı familyaya ait sebze türleri, aynı hastalık ve zararlılara hassas olurlar. Yaygın olarak üretimi yapılmakta olan sebzelerin ait olduğu familya sayısı toplam olarak 10 tanedir. Örneğin; soğan, sarımsak ve pırasa soğangiller (Alliaceae), domates, biber, patlıcan ve patates patlıcangiller (Solanaceae), hıyar, karpuz, kavun ve kabak kabakgiller (Cucurbitaceae), lahana, karnabahar, brokkoli, bürüksel lahanası, kırmızı lahana, turp, şalgam, roka ve tere lahanagiller (Cruciferae) familyalarına ait sebze türleridir. Toprakta yaygın olarak bulunan ve sebze üretiminde büyük sorun olan toprak kökenli bir çok hastalığın etkinliği “zaman esas alınan ekim nöbeti” programları ile önlenebilmektedir. Fusarium kökenli hastalık etmenleri; fasulye ve bezelyeyi de kapsayan bir çok sebze türüne önemli ölçüde zarar veren bir hastalık etmenidir. Bu hastalık etmeni ile aynı üretim parselinde 3-4 yıllık ekim nöbeti programı uygulayarak başa çıkılabilmektedir. Lahana kök çürüklük etmeni bir fungus olup, etkinliği; aynı üretim alanında 4-5 yıl lahanagillerden bir tür üretilmeyerek ortadan kaldırılabilmektedir. Örneğin; birinci yıl beyaz baş lahana üretilmiş ve hastalık bu ürerim periyodunda etkili olarak önemli ölçüde ürün zararına neden olmamış ise; ikinci yıl aynı üretim alanında brokkoli, kırmızı baş lahana, brüksel lahanası ya da karnabahar üretimi yapıldığında zararın etkisi katlanarak artmaktadır. Verticillium solgunluk etmeni de bir fungus olup, domateste önemli ölçüde zarar yapan toprak kökenli bir hastalık etmenidir. Domates tarımından sonra, topraktaki etkinliği uzun yıllar kalabilmektedir. Bu nedenle hastalığın etkili olduğu üretim alanlarında domatesin arkasından tekrar domates ya da biber, patlıcan ve patates üretimi yapılmamalıdır. Günümüzde, bakteri ve fungus kökenli hastalıklara dayanıklı ya da toleranslı sebze çeşitleri geliştirilmiştir. Ancak, bu dayanıklılık etmeninin, söz konusu çeşitlere hangi ıslah metotları ile aktarıldığı organik tarım prensipleri yönünden önemlilik arz etmektedir. Domates, havuç ve patates, kök ur nematodlarına karşı çok duyarlı olan sebzelerdir. Tatlı mısır ve diğer tahıl grubu sebzeler ise, bu zararlı etmenini baskı altına alabilen bitki gruplarıdır. Kök ur nematodları, genellikle sebze grubu bitkilerden soğan ve karpuzda zararlanma yapmaz (Anonim, 2003). Ekim nöbetinde bitki seçimi yaparken, üretilen ön bitkinin toprakta ne kadar organik madde bırakacağı da önemlidir. Kök kalıntıları ile toprağa bırakılan organik madde miktarı sebze türlerine göre de değişim göstermektedir. Örneğin; lahana 50-80, karnabahar 30-60, ıspanak 30-40, havuç 50-90, kırmızı pancar 60-70, maydanoz 10-20, kereviz 100-130, pırasa 50-100, soğan 90-100, bodur fasulye 50-70, bezelye 20-50, hıyar 20-80, domates 20-80 ve salatalar ise 10-30 kg/ da organik madde bırakmaktadır. Tahıllardan olup sebze olarak üretilen tatlı mısırın da toprağa bıraktığı organik madde miktarı çok fazladır. Ancak, tatlı mısırın toprakta bırakmış olduğu organik madde kısa sürede parçalanmaz. Yazlık ve kışlık kabaklar, karpuz ve baklagillerin bıraktığı organik materyaller ise; kısa sürede parçalanabilir (Şencan,1976). Ekim nöbeti uygulamalarına yeşil gübreleme amaçlı bitkiler de alınmalıdır. Bu amaçla seçilen bitkilerin baklagil olmasının havanın serbest azotunun toprağa bağlanmasını sağlamasının dışında başka faydaları da vardır. Baklagil bitkileri; gölgeleme etkileri ve gevşek kök sistemleri nedeniyle, toprağın organik maddesini arttırır, toprağın fazla kurumasını önleyerek, toprak yapısının korunmasını sağlar. Toprakta K, Ca ve Mg gibi katyonların yıkanarak uzaklaşmasını önler, erozyonun kontrol altına alınmasına yardımcı olur ve toprak yapısının iyileşmesine katkıda bulunur, yabancıot, hastalık ve zararlılar ile mücadelede faydalıdır (Ceylan, 1994). Ayrıca ekim nöbeti programına konulacak sebze türü seçilirken, bitkilerin derin ya da yüzlek köklü olma özellikleri de dikkate alınmalıdır. Örneğin; salata grubu sebzeler (marul, kıvırcık, baş salata), pancar ve diğer yeşillikler yüzlek köklü sebzelerdir. Toprağın ilk 20-30 cm derinliğindeki besin maddelerinden yararlanabilirler. Bu bitkiler dallanıp toprak yüzeyinde gölgeleme yapabilme özelliğine de sahip değildir. Bu türlere ait bitkilerin üretimi aşamasında yabancıot kontrolü sağlayabilmek amacıyla sıra arası ve sıra üzeri mesafeleri oldukça dar tutulmalıdır. Diğer taraftan; domates, biber, yazlık kabaklar ve kavun derin köklü Eylül 2005 sebzelerdir ve 60 cm toprak derinliğine kadar olan bitki besin maddelerinden yararlanabilme özelliğine sahiptirler. Bu nedenle; yüzlek köklü sebzelerden sonra derin köklü sebzelerin ekim nöbeti programlarına konulmasında fayda vardır. Ayrıca, derin köklü olarak adı geçen bu sebzelerin toprak üstü kısımları da oldukça gelişerek toprak yüzeyini kaplayıp yabancıot gelişimini de belli oranda engelleyebilirler. Bazı sebze türleri vardır ki, üretim periyodu sonunda toprakta bırakmış oldukları organik maddeler parçalanırken, toprağa toksik madde bırakırlar. Bu toksik maddeler kendilerinden sonra gelen sebze türleri için alleopatik etki oluşturabilirler. Örneğin; tatlı mısır kendisinden sonra üretilecek bazı sebze türlerine böyle olumsuz bir etkide bulunur. Tatlı mısır üretiminden sonra, salatalar, pancar ve soğan üretimi yapılmak istenir ise, bırakılan toksik madde bu türlere ait bitkilerin gelişimlerini engellemektedir. Diğer taraftan tatlı mısır ve dane mısır, soğanda büyük zarar yapan pembe kök çürüklüğü etmeninin etkisinin azaltılmasında önemli olan iki art bitkidir. Bitkilerin bırakmış oldukları bu toksik maddeler toprak yorgunluğu adı verilen verimsiz koşulların oluşmasında önemli rol onyamaktadır. Sebze üretiminde olduğu gibi diğer bitki gruplarından da organik maddeleri parçalanırken toprağa toksik madde bırakan bitkiler vardır. yaptırılarak, topraktan kaldırılan besin maddeleri, dikkatlice uygulanan bir gübreleme programı ile toprağa ilave edilmelidir. Organik tarımda esas olarak organik kökenli besin maddelerinin esasını çiftlik gübreleri oluşturmaktadır. Ancak, bilinçsiz yapılan çiftlik gübrelemesi ile, sentetik gübrelerin yaratmış olduğu tehlikelerden daha tehlikeli durumlar da yaratılabilmektedir. Örneğin; Avusturalya'da toprakların büyük bir kısmı bilinçsiz uygulanan çiftlik gübrelemesi sonucunda kullanılamaz hale getirilmiştir. EKİM NÖBETİNDE BİTKİLERİN UYUŞUMU Bazı bitkiler uzun yıllar arka arkaya monokültür şeklinde yetiştirildiklerinde elde edilen verim büyük ölçüde düşer. Bu bitkiler kendi verimi üzerine olumsuz etkide bulunurlar. Bu nedenle bunlara “kendine katlanmaz” bitkiler denir. Kendine katlanmayan bitkilerin arka arkaya yetiştirilmesi sakıncalıdır. Bazı bitkiler monokültür yetiştirildiğinde verim düşüşü az olurken bazılarında bu miktar oldukça fazladır. Birbiri ardına getirildiğinde verim azalışı az olan bitkilere ise “kendine katlanır” bitkiler denir. Kendine katlanmayan bir bitkinin aynı araziye ikinci kez gelebilmesi için aradan geçmesi gereken süreye “ekim molası” denir. Yapılan bir çok araştırmaların toplu sonuçlarına göre bazı önemli tarım bitkilerinin kendine katlanma durumları şöyledir (Algan, Bitki Türü Salgılanan Toksik Madde 1999). Kendi ardına Mısır Amino asit ekilmesi Yulaf Scopoletin sakıncalı olan Keten Linolin bitkiler: Çavdar, Şeftali Amigdalin mısır, bakla, soya Elma Florizin, kuvarsetin fasulyesi, darı, Yağ Bitkileri Fosfor asidi kenevir, tütün, Şeker-Nişasta Bitkileri Potasyum pamuk, çeltik, soğan, sarımsak, pırasa, turp, bezelye. Bunlar yukarıda sunulmuştur. Kendine katlanma derecesi değişen Sebzeler topraktan çok fazla besin bitkiler: Fasulye, acı bakla (lüpen), arpa, maddesi kaldıran bitki gruplarıdır. Bu buğday, havuç. nedenle kendilerinden sonra gelen bitki Kendine katlanmayan bitkiler ve ekim gruplarının toprakta mevcut bulunan molaları: Keten 6 yıl, yonca 5 yıl, pancar besin maddeleri ile beslenmesini 4-5 yıl, yulaf 3-4 yıl, bezelye 4 yıl, turp 3 engellerler. Örneğin; domates gibi yıl, kolza 3 yıl, ayçiçeği 3-5 yıl, haşhaş 2-3 topraktan çok fazla besin maddesi yıl, soğan, sarımsak, lahana, patates 3-4 kaldıran bir türden sonra hangi tür yıl, hıyar 4-5 yıl. yetiştirilecek ise; toprak analizi 35 BAZI SEBZELERİN BİRBİRLERİNE GÖRE ÖN VE ART BİTKİ OLABİLME DURUMLARI Sebzelerin birbirlerine göre ön ve art bitki olabilme durumları aşağıda sunulmuştur (Şencan, 1976). Kırmızı pancar: Ön veya art bitki olabilme özelliğine sahip bir sebzedir. Lahanagiller, patates, hıyar, patlıcangiller, salata ve taze bezelyeden sonra art bitki olarak gelebilir. Ön bitki olarak ele alındığında ise; kendisinden sonra bezelye, fasulye, soğan, pırasa, salata ve ıspanak art bitki olarak üretilebilir. Pazı: Ekim nöbetinde kendisinden önce ve sonra gelecek bitkiler kırmızı pancarda olduğu gibidir. Ispanak: Ekim nöbetlerinde ön ve art bitki olarak yer verilmesi gereken sebze türlerinden birisidir. Ön bitkileri; patates, bezelye, bodur fasulye, havuç, karnabahar, erkenci lahanalar ve salatalardır. Ispanaktan sonra, art bitki olarak; bezelye, fasulye, hıyar, domates, patates, lahana ve soğan gelir. Ispanağın yetiştirme dönemi 6-8 hafta gibi kısa olduğundan ve yarı gölge ortamlarda yetiştirilmekten hoşlanan bir tür olduğundan; ıspanak birlikte üretim programlarında da yer alabilir. Lahana: Özellikle erkenci lahana çeşitleri ön ve art bitki olarak ekim nöbeti programlarında yer alırlar. Lahana grubu sebzeler haricindeki bütün sebze türleri, lahanalara ön bitki olabilir. Lahanadan sonra art bitki olarak ise; domates, fasulye, salata, hıyar, turp,, pırasa ve bezelye yer alır. Lahanalar, mantari hastalıklardan dolayı uzun süreli ekim nöbetlerinde yer almalıdır. Üretimi yapılan topraklar, kumlu yapıda ise lahanalardan sonra gelen sebze türlerinden yeterli düzeyde verim elde edilemez. Bu durum, lahanaların aşırı düzeyde su tüketen sebzeler olmasından kaynaklanır. Arkadan gelen sebze ya az su tüketen sebze olmalı ya da sebze türleri haricinde bir bitki türü ekim nöbetine alınmalıdır. Şalgam: Ön bitkileri bezelye ve bakladır. Kendisinden sonra gelebilecek art bitkileri ise; domates, patates, hıyar ve tatlı mısırdır. Şalgam topraktan fazla miktarda potasyum klorür kaldırdığı için endüstri bitkilerinden tütün için iyi bir ön bitkidir. Turp: Turpun ön bitkileri; patates, bezelye, ıspanak, salata, yer fasulyesi, erkenci havuçlar ve bakladır. Art bitkiler ise patlıcangiller familyasına ait olan türlerdir. Turp kendi ardına ekilmesi sakıncalı olan sebze türlerinden birisidir. Ancak, yetiştirme periyodu oldukça kısa olan turp, birlikte üretim programları için ideal bir türdür. Bezelye: Baklagiller hariç bütün sebze türleri için uygun bir ön bitkidir. Arkasından ekim nöbetine alınabilecek öncelikli sebze türleri ise; karnabahar, lahana, havuç, salata ve kırmızı pancardır. Bezelye kendisinden sonra aynı parsele dört yılda bir getirilmelidir. Yabancı otlara karşı toleransı olmayan bir tür olan bezelyenin, çapa bitkilerinden sonra getirilmesi olumlu sonuç vermektedir. Bezelye, toprağı azot bakımından zenginleştirdiğinden ekim nöbetlerinde genellikle ön bitki olarak yer almasında yarar vardır. Fasulye: Ön bitkileri; patates, domates, kırmızı pancar, maydanoz, havuç, ıspanak, lahana ve soğandır. Art bitkileri olarak bütün sebze türleri gösterilebilmekle beraber en şanslı grup ise lahanagillerdir. Bezelye de olduğu gibi fasulye de toprağı azotça zenginleştiren bir tür olduğundan ekim nöbeti programlarında daima ön bitki olarak kullanılması, yetiştirilecek bitkinin azot ihtiyacının doğal olarak sağlanması ve nitrat kirliliğinin önlenmesi bakımından önemlidir. Fasulye, uzun yıllar kuşkonmaz üretimi yapılarak bozulan toprakların iyileştirilmesi için kullanılabilen bir sebzedir. Ayrıca, kendisinden sonra yetiştirilebilecek bir tür olmakla birlikte, zorunlu kalınmadıkça bu yola başvurulmamalıdır. Bakla: Bakla da bütün sebze türleri için hem ön hem de art bitki olabilen bir sebzedir. Gerekirse kendisinden sonra gelebilen bir türdür. Ekim nöbeti programlarında problem çıkarmayan bu tür, ön ya da art bitki olarak her yerde değerlendirilebilecek “joker” bir bitkidir. Kendisinden ya da baklagillerden sonra üretimi zorunlu kalmadıkça yapılmamalıdır. Bakla bir çapa bitkisi olduğundan, yabancı ot mücadelesinin mekanik olarak yapılabilmesine olanak verir. Baklalar, rüzgara hassas bitkiler ile birlikte üretim programlarında da değerlendirilerek iyi bir rüzgar kıran görevi görürler. Ayrıca bezelye ile birlikte üretilmeleri halinde, bu bitkilerin sarılabilecekleri bir ortam oluştururlar. Hıyar: Hıyarın ön bitkisi, domates, patates, lahana, şalgam, soğan, ıspanak, turp ve salatalardır. Art bitkileri ise; 36 salata, ıspanak, lahana ve soğandır. İki yıl yonca üretiminden sonra hıyar üretimi yapılması verimi olumlu yönde etkiler. Uygulamada, hıyar ekim nöbetlerinde aynı üretim alanında 4-5 yılda bir üretilmelidir. Kavun: Ön ve art bitkileri hıyarda olduğu gibidir. Klora karşı oldukça hassastır ve yeni kireçlenmiş üretim alanlarını pek sevmez. Karpuz: Ön ve art bitkileri hıyarda olduğu gibidir. Kabak: Ön bitkileri; lahana, patates, domates, baklagiller, ıspanak ve turptur. Art bitkileri ise; lahana, ıspanak, salata ve soğandır. Ekim nöbeti ve birlikte üretim programlarında rahatlıkla kullanılabilecek bir sebze türüdür. Domates: Domatesin ön bitkisi; hıyar, lahana, kereviz, şalgam, baklagiller ve bunlar arasında özellikle bakla, salata ve ıspanaktır. Art bitkileri ise; ıspanak, havuç, bezelye, fasulye, bakla ve kerevizdir. Patlıcan: Ön ve art bitkileri domateste olduğu gibidir. Biber: Ön bitkileri; özellikle kabakgiller, baklagiller, salata, ıspanak ve turptur. Art bitkileri ise; domatesteki gibidir. Havuç: Ön bitkiler; lahana, domates, hıyar, fasulye, bezelye ve bakladır. Art bitkiler; salata, ıspanak ve lahanagillerdir. Erkenci havuçlardan sonra, aynı yerde ve aynı yıl içerisinde geççi havuç çeşitleri üretilebilir. Ancak, yabancıot sorunu var ise bu durumdan kaçınılmalıdır. Aksi halde, havuç üretimi mutlaka çapa bitkilerinden sonra yapılmalıdır. Yonca üretiminden sonra havuç üretiminden kaçınılmalıdır. Havuç, kendi üretiminden sonra toprağı çok iyi bir şekilde bırakır. Ayrıca hastalıklar bakımından da havuca nötr bitki olarak bakılır. Bu nedenle her bitkinin ön bitkisi olabilir. Örneğin; mantari, virüs ve nematod hastalıklarına karşı havuç iyi bir ara bitki olarak değerlendirilebilir. Kereviz: Ön bitkisi; fasulye, bezelye, patates, erkenci lahana ve salatalardır. Art bitkileri ise; soğan, pırasa, ıspanak, taze bezelye, şalgam, patates, domates, hıyar ve lahanadır. Kereviz için dört yıllık ekim nöbeti programları uygundur. Maydanoz: Ekim nöbeti programları için uygun bir bitki değildir. Ekimi yapılan yerde uzun süre kalır. Kökleri toprağa pek yayılmadığından, toprakta önemli bir değişiklik yapmaz. Soğan: Ön bitkileri; hıyar, domates, kereviz ve patatestir. Art bitki olarak; kendi familyasına ait sarımsak ve pırasa gibi türler hariç bütün sebze türleri gelebilir. Pırasa: Besin maddesi bol olan topraklarda yetişir. Ön bitkileri, erkenci sebzelerdir. Özellikle; lahana, karnabahar ve ıspanak ile iyi sonuç verir. Art bitkileri ise; soğanda olduğu gibidir. Salatalar: Bu grubun ön bitkileri; hıyar, domates, lahana, kereviz ve patatestir. Art bitkileri ise; taze fasulye, erkenci lahana, havuç, turp, ıspanak ve soğandır. Ekim nöbetlerinde salatalar, hem ön hem de art bitki olarak yer alan önemli sebzelerdendir. Salatalar, yetiştirme dönemi kısa olan sebzeler olduklarından, organik tarımda bir başka üretim programı olan birlikte üretim programlarında da yer alan sebzelerdir. Yalnızca, ekim nöbetlerinde ard arda getirilmelerinden kaçınılması gereken bitkilerdir. Sebze ekim nöbeti programlarının planlanıp uygulamaya aktarılması, sanıldığı kadar zor bir işlem değildir. Üretimi yapılacak arazi bir daire ya da pasta şeklide düşünülmelidir. Yuvarlak bir pastayı kesercesine, üretim alanı (daire) eşit parçalara ayrılır (Şekil 1). Genel olarak üretim alanı kaç eşit parçaya bölünüyorsa, o miktarda da farklı sebze familyası seçilir (Roberts, 1999). Eğer arazi 4 eşit parçaya ayrılmış ise; 4 farklı familya olarak; 1. Tatlı mısır (Buğdaygiller) 2. Sırık fasulye ya da bezelye (Baklagiller) 3. Lahana, brokkoli, turp (Lahanagiller) 4. Domates, biber, patlıcan ya da patates (Patlıcangiller) seçilebilir EKİM NÖBETİ PROGRAMI OLUŞTURURKEN DİKKAT EDİLECEK NOKTALAR 1. Azot tüketimi fazla olan kültür bitkileri (şeker pancarı, patates, pamuk, mısır, kolza) ile azot depolama özelliklerine sahip olan bitkiler (baklagiller) ard arda yetiştirilmelidir. 2. Derin köklü bitkiler (yonca, şeker pancarı, üçgül, kolza, pamuk, domates, hıyar, havuç) ile yüzlek köklü bitkiler (hububat, pırasa, marul, soğan, sarımsak, salata grubu) peş peşe yetiştirilmelidir. Aynı kültür bitkisinde ise; daha derin köklü ve sağlam yapılı çeşitlerin üretimi tercih edilmelidir. Ayrıca, üretim tarihi erkene çekilerek bitkilerin daha derin kök yapmaları teşvik edilebilir. 3. Su tüketimi fazla olan kültür bitkileri (yonca, çeltik, mısır, pamuk, şeker pancarı, lahanagiller, patlıcangiller) ile Şekil 1 de görüldüğü gibi; ayrılan parsellerde her bir familyaya ait türler 4 yıllık bir program dahilinde sırayla dönüşümlü olarak arka arkaya getirilmektedir. Ancak, bu uygulamada, parsellerin eşit olarak ayrılmış olması sonucunda ürünün eşit büyüklükteki parsellerde üretilmesi pazarlama bakımından zaman zaman uygulamada sorunlar oluşmasına neden olmaktadır. Bu nedenle, uzun vadeli ekim nöbetlerinin oluşturulmasında sebze familyaları ve bunlara ait türlerin seçimi yapılırken dikkatli olunmalıdır. Her üreticinin kendi koşullarına uygun, pazarlama sorunu olmayan, üretimini bildiği bitki türleri ile uygun bir ekim nöbeti programı oluşturması daha faydalıdır. Aşağıda beş yıllık bir başka ekim nöbeti örneği verilmiştir (Çizelge 1). Çizelge 1. Sebze tarımında beş yıllık üç farklı ekim nöbeti örneği Yıllar 1.Yıl 2.Yıl 3.Yıl 4.Yıl 5.Yıl SEBZE TÜRLERİ Havuç Soğan Ispanak Soğan Patates Marul Slaj bitkisi Havuç Ayçiçeği Pırasa Lahana Hıyar Lahana, pancar, tatlı mısır Baklagil Kırmızı pancar Not: Programda sebze türlerinin yanında farklı bitki türleri de yer almaktadır. Bölgelere ve şletmelerin farklılığına göre üretim desenlerinde farklılıklar yapılabilir. Havuç, lahana, karnabahar ve şalgamın münavebe kalıntısı fazla olan bitkilerden veya tahıllardan sonra gelmesi önerilir. Ekim nöbeti Şekil 1. Dört yıllık bir ekim nöbeti uygulama örneği (Roberts, 1999) planı yapılırken, sebzeler ile baklagillerin ve yem bitkilerinin beraber kullanımı toprak yönetimi, toprağın sürdürülebilirliği nin sağlanması ve hayvan yetiştiriciliği de yapılıyor ise işletmenin kendine yeterliliğinin sağlanması bakımından önemlidir. Eylül 2005 37 daha az su tüketen kültür bitkileri (patates, hububat, soğan, sarımsak, bezelye) arka arkaya yetiştirilmelidir. 4. Yetiştirme döneminde yavaş gelişen kültür bitkileri (domates, soğan, sarımsak) ile hızlı gelişme özelliğinde olan bitkiler (mısır, soya fasulyesi, sorgum, ıspanak, marul, fiğ, yemlik kolza, salata grubu, turp) ard arda yetiştirilmelidir. 5. Bitki kalıntısı fazla olan bitkiler (baklagil, yem bitkileri, tahıllar, kereviz, soğan) ile kalıntısı az olan bitkiler ( patates, şeker pancarı, karnabahar, lahana, salatalar, ıspanak) peş peşe yetiştirilmelidir. 6. İyi planlanmış sağlıklı bir ekim nöbeti ile toprağın organik madde ihtiyacı karşılanmalıdır. Bu amaçla baklagil bitkileri gibi C/N oranı düşük olan ürünlere ekim nöbetinde mutlaka yer verilmelidir. 7. Hastalık ve zararlılara dayanıklı bitki çeşitleri seçilmelidir. 8. Zararlıların önlenmesinde, ön bitkiden sonra art bitki olarak seçilen bitkinin ön bitkide zarar yapan zararlının konukçusu olmamasına dikkat edilmelidir. 9. Zararlının etkinliğini kırmak amacıyla; zararlının biyolojik yapısı dikkate alınarak kültür bitkisinin ekim veya dikimi erken ya da geç zamana kaydırılmalıdır. (White, 1995, Haris et al., 2001). ÜRÜN SIRALAMASI Organik tarımda; ekim nöbeti kadar ürün sıralaması da önemlidir. Ürün sıralamasının ekim nöbetinden farklı olarak kelime anlamı; bir yetiştirme periyodunda, aynı sebze parselinde arka arkaya birden fazla değişik sebze türünün peş peşe üretilmesidir. Bu tür programların oluşturulmasında, ekim nöbeti esasları göz önünde bulundurulmalıdır ki; ürün programlarının uygulamaları başarılı olsun. İyi planlanan bir ürün sıralaması ile pazarda tercih edilen, tüketiciler tarafından talep gören, üretim parsellerini hastalık ve zarlılar ile bulaştırmayan sebze türlerinin toprağı fazla yormadan üretimleri gerçekleştirilmiş olur Örneğin; erken ilkbaharda lahanagiller familyasından turp ya da şalgam üretimi yapılabilir. Bu ürünlerin hasat edilmesinden sonra aynı parselde yaz üretim periyodu için patlıcangiller familyasından domates, biber ya da patlıcan üretimi yapılabilir. Hasadın sona ermesiyle işlenen tarlaya sonbahar üretimi için pancar, pazı ya da ıspanak ekimi yapılabilir (Çizelge 2). Diğer bir ürün sıralaması örneği ise; şöyle düzenlenebilir: İlkbaharda salata grubu sebzeler, yaz üretim döneminde yazlık kabak ve sonbahar üretimine yönelik olarak brokkoli üretimi yapılabilir. Üretim planlamasında dikkat edilecek en önemli iki nokta; ilkbahar ve sonbahar ürünü olarak programa alınan ürünlerin soğuklara toleranslı olan serin iklim ya da kışlık sebzeler grubundan seçilmesi ve ön bitkinin art bitki için alleopati etkisi oluşturmayacak türlerden seçilmiş olması, üretimde karşılaşılacak problemlerin azaltılması bakımından önemlidir. BİRLİKTE ÜRETİM-EŞZAMANLI ÜRETİM Organik tarımın önerdiği üretim sistemlerinden biri de birlikte üretim ya da eşzamanlı üretim olarak adlandırılan üretim sistemidir. Bu üretim programında iki ya da daha fazla sebze türünün veya bir sebze ile sebze grubuna girmeyen bir başka bitki türünün aynı üretim parseli içerisinde aynı üretim periyodunda üretilmesidir. Bu üretim sisteminde, bir çok üretim programı kombinasyonlarının hazırlanabilmesi mümkündür. Birlikte üretim için seçilen bitki türlerinin de seçiminde ekim nöbeti esasları dikkate alınmalıdır (Anonim, 1996). Birlikte üretime en güzel örneklerden birisi, fide dikimi yapılmış olan lahana ya da karnabahar bitkilerinin sıra aralarına turp tohumu ekilerek birlikte üretim yapılmasıdır. etkilenmeyen, az ışık isteyen sebze gruplarından seçilmesidir. Aksi taktirde alt üründen beklenen faydayı sağlamak mümkün olmamaktadır. Birlikte üretimde üreticiler şu gerçeği baştan kabul ederek üretim programlaması yapmalıdır. Üretim programında yer alan türlerden birisinin daha iyi gelişip daha verimli olacağı her koşulda göz önünde bulundurulmalıdır. Ayrıca; her bitki birlikte üretime uygun olmayabilir. Örneğin; tıbbi bitki amaçlı kullanıma yönelik olarak kadife çiçeği üretimi yapılması planlanıyorsa bu bitki domates ya da yazlık kabak bitkilerinin arasına dikilmemelidir. Diğer taraftan eğer; üretim parselinde nematod problemi var ise; ara ürün olarak tatlı mısır seçimi faydalı olmaktadır. Çizelge 3'te birlikte üretim için uygun olabilecek sebzelere örnek verilmiştir. Çizelge 3. Birlikte üretim için uygun sebze grupları Sebze Familyası Maydanozgiller Lahanagiller Kabakgiller Sebze Türleri Kök kerevizi, yaprak kerevizi, maydanoz, Hıyar (askıda), yazlık kabaklar Sıra arsında turplar yavaş gelişir. Hızlı gelişen lahana ya da karnabahar hasat edilip pazara sunulduktan sonra turplar gelişimlerini tamamlayarak pazara sunulurlar. Diğer bir alternatif bitki üretim programı ise yavaş gelişen endiv ve hindiba bitkilerinin arasına hızlı gelişen salata grubu sebzelerden birisinin ekilipdikilmesidir. Endiv ya da hindiba gelişimine devam ederken gelişimini tamamlamış olan salata grubu sebzeler hasat edilerek pazara sunulabilir. Birlikte üretimde dikkat edilmesi gereken en önemli noktalardan biri üst ürün olarak seçilen bitkinin sıra aralarını geniş tutarak alt bitkinin gelişimi için gerekli olan ışıklanmanın sağlanmasıdır. Dikkat edilmesi gereken diğer bir nokta ise; alt ürünün üst ürünün gölgesinden fazla Çizelge 2. Ürün sıralaması programı örneği Üretim Dönemi Erken İlkbahar Yaz Sonbahar Sebze Familyaları Sebze Türleri Lahanagiller Turp, şalgam Patlıcangiller Kazayağıgiller Domates, biber, Pancar, pazı, patlıcan ıspanak 38 Brokkoli, hardal, turp, karnabahar, lahana, REFERANSLAR - Algan, N. 1999. Ekolojik Tarım Eğitimi Ders Notları. Ege Üniversitesi Ziraat Fakültesi Tarla Bitkileri Bölümü, İZMİR. - Anonim 1996. Managing Soil Fertility for Vegetable Production, Food & Fertiliser Technology Center, Taiwan. - Anonim 2003. Organic Vegetable Production. The Pennsylvanina State University, 112 Agricultural Administration Building, University Park, PA 16802. - Anonim 2004. Organic Crop Production. ATTRA, P.O. Box. 3657, Fayetteville, AR 72702. - Ceylan, A. 1994. Tarla Tarımı, Ege Üniversitesi Ziraat Fakültesi Tarla Bitkileri Bölümü, Bornova, İZMİR. - Harris, P.; Jarratt, J. H.; Killebrew, F.; Byrd, D. J.; Snyder, R. 2001. Organic Vegetable IPM Guide, Mississippi State University Extension Service, (http://msucares.com/pubs/pub2036.htm - İlter, E. ve Altındişli, A. 1998. Ekolojik (Organik, Biyolojik) Tarım, Ekolojik Tarım Organizasyonu Derneği (ETO), Bornova, İZMİR. - Roberts,R., E. 1999. Vegetable Rotation, Succession and Intercropping. Texas Agricultural Extention Service, USA. - Şencan, M. 1976. Sebzecilikte Münavebe, Atatürk Bahçe Kültürleri Merkez Araştırma Enstitüsü, YALOVA - White, J. M. 1995. Organic Vegetable Production, University of Florida Cooperative Extention Service Institute of Food and Agricultural Sciences. Kent Tarımı Semineri Gürpınar Kent Tarımı Projesinin Altıncı Ayının Ardından Türkiye'deki İlk Kent Tarımı Semineri D ünya çapında, yoksullukla mücadele alanında hayata geçirilen en etkin yöntemlerden biri olan Kent Tarımı uygulamalarının, Türkiye'deki ilk örneği, “Yoksullukla Mücadelede Bir Alternatif, Kent Tarımı” Semineri çerçevesinde tüm boyutlarıyla değerlendirildi. 10-11-12 Ağustos tarihleri arasında İstanbul'da düzenlenen seminerde, konuyla ilgili uzman konuşmacılar ve pek çok kurum ve kuruluşu temsil eden katılımcılar, Kent Tarımı kavramının dünyadaki örneklerinden ve kavramsal yapısından hareket ederek, Gürpınar'da halen başarıyla uygulanmakta olan proje özelinde görüş bildirdiler. Çağdaş Kaya Editör Eylül 2005 Seminerin birinci günündeki ilk konuşma, Ulaşılabilir Yaşam Derneği (UYD) Genel Başkanı Belgin Cengiz tarafından yapıldı. Derneğin yurt genelinde hayata geçirdiği projeler hakkında bilgi veren konuşmanın genel özeti şöyleydi: Ulaşılabilir Yaşam Derneği (UYD) 2000 yılında, 17 Ağustos ve 12 Kasım depremleri sonrasında Düzce'de depremden zarar gören insanlarla buluşma ve destekleme amacı ile bölgeye giden bir grup gönüllü tarafından başlatılan deprem sonrası acil destek çalışmalarının sonucunda kuruldu. Marmara bölgesinde deprem sonrasında pek çok yardım kuruluşu bölgeye gelmiş ve barınma, sağlık, eğitim, istihdam gibi başlıklarda değişik periyotlarla çalışma yürütmüştür. Ulusal ve uluslararası kurumların aktif destekleri ile uygulanan programlar, yaşanan felaketin etkilerini azaltmada ve Türkiye'de sivil toplum oluşumlarının yeni bir çalışma yöntemi ile tanışmalarında etkili oldu. 2000 yılında; “Herkes için eşit ve ulaşılabilir yaşam” şiarı etrafında birleşmek üzere kurulan ve kuruluşu esnasında çalışmalarını engellilerle yürütmekte olan UYD, Düzce'de bir Rehabilitasyon Merkezinin kurulması ve işletilmesinde aktif rol aldı. Beş yıldır aktif biçimde uygulanan rehabilitasyon programı, UYD'nin ilk çalışması ve kurulmasının nedenini oluşturan ilk projesi olması nedeni ile UYD'nin genel merkezinin Düzce'de yer almasına da vesile olmuştur. Kuruluşu sırasında fonksiyonel üyeliği benimseyen UYD, bir kitle örgütü olmaktansa, var olan sorun alanları etrafında çalışma yürütmeye istekli kişi ve grupların çalışmalarının geliştirilmesi, desteklenmesi ve bu grupların kendi kendilerine yeterliliklerinin güçlendirilmesi 39 doğrultusunda çalışmayı prensip olarak benimsemiştir. UYD çalışma alanlarını belirlerken toplumun en dezavantajlı gruplarına öncelik vermiştir, dezavantajlılık kavramında UYD; Toplumda gelir seviyesi en düşük olan kişi ve gruplar, İş ve istihdam sorunu ile doğrudan bağlantılı gruplar, “Öteki” ayrımına göre baskın olan kişi ve grupların dışına çeşitli gerekçelerle düşmüş olan ve hak hukuk mevzularında eşitsiz uygulamaya maruz kalan kişi ve gruplar (azınlıklar, özürlüler) Doğrudan desteğe açık duran topluluklar (acil dönem programları, sokak çocukları, vb.) olarak sınıflandırma yapmaktadır. 2001 yılında resmen kurulan UYD'nin bugüne kadar uyguladığı faaliyetler arasında; Acil dönem müdahale programları - Düzce (deprem sonrası) - Bingöl (deprem sonrası) - Afyon (deprem sonrası) - İran Bem (deprem sonrası) - Sri Lanka ( Tsunami sonrası) Yoksullukla mücadele ve kalkınma programları - Düzce kırsal kalkınma ve ekolojik tarım programı UYD kalkınma programlarında öncelikle; Çevre sorununa duyarlı, Çalışma yürütülen alanlarda en dezavantajlı grupların güçlendirilmesini hedefleyen, Programın kendi kendine yeterli biçimde ilerlemesine öncelik veren, Programın hazırlık aşaması da dahil, her aşamasında katılımcı olmasını beklediği kişi ve grupları aktif biçimde dahil eden, Kurumsal kimliğini öne çıkartmaktan öte ihtiyaç duyulan lokal örgütlenmelerin önünü açan, Bilginin tanımı ve uygulanmasında katılımcıların ihtiyaç ve kavramsal çerçevesini gözeten, Gelir getirici aktiviteler olması nedeni ile projelerdeki kendi rolünü; eğitim, danışmanlık ve uygulamada rehberlik olarak tanımlamaktadır. UYD bugün; 35 profesyonel çalışanı, pek çok farklı alanda işlevsel projeler uygulayan yapısı ile toplumsal alanda olumlu ve olumsuz eleştirileri de beraberinde taşıyarak önemli bir yolu kat etmiştir. Örgütsel yapısında ise yatay organizasyonu öne çıkartan UYD, gelecek toplumsal yaşamda nasıl bir gelecek istiyoruz sorusuna yönelik çözücü projeler geliştiren ve uygulayan, çalışma ve uyguladığı projelerle pozitif uyarı mekanizması olmayı hedefleyen bir toplumsal projedir. Bugün öncelikli olan sorun, yoksullukla mücadelede resmi ve sivil kurumların öne çıkartması gereken toplumsal bilince, gündelik yaşamda yoksulların da dinamik olarak katılımının sağlanmasıdır. Bu nedenle, kent tarımı projesi alternatif istihdam oluşturma ve geliştirmede önemli bir dinamiktir, bu proje yine bizlere göstermiştir ki yerel yönetimlerin ve yasa koyucu/uygulayıcıların programa destek vermeleri ve eş güdümlü bir çalışma oldukça önemlidir. Yoksullukla mücadelede çözüm oluşturucu programlara yönelmek ve yoksulların kendi kendilerine yeterliliklerini sağlayıcı yöntemler geliştirmek öncelikli problem olarak tanımlanmalıdır. Seminerin ikinci konuşmacısı ve aynı zamanda seminerin ev sahipliğini de üstlenen Cem Korkmaz'dı. Gürpınar Kent Tarımı Projesi Koordinatörü Cem Korkmaz, “Yoksullukla mücadele ve bir alternatif olarak Kent Tarımı” ana başlığında sunduğu konuşmasında, Ulaşılabilir Yaşam Derneği (UYD) ve proje hakkında genel bir bilgilendirmede de bulundu. Cem Korkmaz'ın konuşmasının bir bölümü şöyleydi: Kentsel Yoksulluk Son yıllarda, kalkınma siyaseti yapanlar yoksulluğun kırsal alanlardaki köklerinde, özellikle genç nüfusun köyden kente göçünü azaltmak için kırsal yaşamı daha çekici hale getirerek yoksulluktan kurtulmayı hedeflediler. Ne yazık ki kır-kent ekonomisinin gerçekliği bu çabalar sonucunda kayda değer bir değişim göstermedi. Gerçek şu ki; gençler iş için köylerini terk ediyor. İş ise paranın olduğu yerdedir ve ulusal ekonomilerin motor gücünü oluşturan sermaye de kentlerde birikmektedir. Buna ek olarak ekolojik, iklimsel ve politik krizler kentlere doğru sonu gelmeyen göç dalgaları üretmektedir. 2025 yılında %80'i gelişmekte olan ülkelerdeki kentlerde olmak üzere dünyanın kent nüfusunun 5,5 milyar olacağı tahmin edilmektedir.Kente göç edenlerin büyük çoğunluğu arzu ettikleri işleri elde etmekte başarısız olmakta ve kentin varoşlarında mantar gibi çoğalan gecekondu mahallelerinde çok düşük seviyelerdeki geçinme olanakları ile yaşamaya zorlanmaktadırlar. Bu yüzden, gelişmekte olan ülkelerde yoksullukla mücadeledeki hedef grupların büyük ve sürekli artan bölümü, artık kentlerde yaşamaktadır. UYD Düzce - Tunceli kırsal kalkınma programı * Ekolojik tarım, * Hayvancılık, * Toplum merkezi ile gençlerin ve çocukların eğitim süreçlerinin desteklenmesi, kadınların istihdam süreçlerine alternatif programlar oluşturulması * Endemik bitki türü olan sarımsağın korunması ve kültüre alınması (çevre programı) - İstanbul kent tarımı projesi - Kütahya'da bir organik tarım çalışmasının danışmanlığı Risk altındaki gruplara yönelik rehabilitasyon ve destek programları - Düzce Toplum temelli rehabilitasyon programı, * Düzce Rehabilitasyon Merkezi, * Düzce Engelliler İçin İş Atölyesi, * Düzce Engelliler İçin Konut Projesi - İstanbul Mesleki Eğitim ve Rehabilitasyon Projesi Çok kültürlü bir arada yaşamaya yönelik kültürel hakların tanınması ve korunması - Mardin Midyat Süryani Kültür Merkezi - 1. Uluslararası Çingene Roman Sempozyumu sıralanabilir. 40 Bir alternatif olarak Kent tarımı Kent tarımı; Gelir sağlama ve ihtiyaç duyulan taze yiyecekleri edinme (sebze, UNDP'ye göre dünya genelinde 800 milyon insanın kent tarımı ile uğraştığı bilinmektedir. Bunun yanı sıra dünya gıda ihtiyacının %15'i de kent tarımı aracılığı ile sağlanmaktadır. Buna en uygun örneklerden Kanada'nın Vancover şehrindeki ev sahiplerinin %44'ü ve Toronto kentindeki ev sahiplerinin % 40'ı kent tarımı ile uğraşmaktadır. Diğer yandan Küba'da 10 yıllık bir geliştirmenin sonucunda kent tarımı Havana'nın gıda ihtiyacının %50'sinin karşılamakta ve binlerce kişinin istihdamını sağlamaktadır. Kent tarımı çalışmalarını henüz başlatan Venezuela ise kısa zamanda ülke gıda ihtiyacının % 20'sini bu yoldan sağlamayı ve en az 20.000 kişiyi bu alanda istihdam etmeyi planlamaktadır. Kent tarımı, kentsel sürdürülebilirliğin bir aracıdır; yeşil alanlar oluşturur, gelir katkısı ve sosyal entegrasyonun yanı sıra kent nüfusu için sağlıklı diyet sağlar. Gerek istihdam sorununun çözümüne yeni ve kalıcı öneriler geliştirme ve gerekse de bu önerilerin kişilerin uygulaması ve sürdürülebilirliğini sağlamada güven verici örnekler oluşturmada kent tarımı Türkiye'de ve özelde de İstanbul ilinde alternatif bir model olarak yoksulluğun ve işsizliğin Eylül 2005 Gürpınar Kent Tarımı Alanı süt, yumurta, kümes hayvanı, şifalı otlar, çiçek, fidan vb.) amaçları ile şehir içinde veya çevresinde bitki ve hayvan yetiştirilmesi, bunun yanı sıra gerekli girdilerin üretiminin ve dağıtımının (kompost, tohum vb.) yapılması ve üretilen ürünlerin işlenmesi ve pazarlanması aktivitelerinin tümünü içeren tarımsal bir süreçtir. Kent tarımı, kırsal bölgelerden şehre göç edenler tarafından getirtilmiş veya geçici bir fenomen değildir, aksine kente özgü tipik olanakları (doğal atık, atık su, kullanılamayan arazi) kullanan, kent ekolojik ve ekonomik sisteminin tamamlayıcı bir parçasıdır. Kent tarımı kentsel kalkınmanın bir yöntemi olarak sadece yoksulluğa, işsizliğe ve gıda güvencesine yönelik pratik çözümler sunmakla kalmamakta bunun yanında konut alanına hakimiyetleri, dikkatli bakım becerileri ve hane halkının gıda sorumluluğunu üzerine almanın da ötesinde ekonomik özgürlüğe olan ihtiyaçlarından dolayı özellikle kadınların sosyal ve ekonomik eşitliğine de katkıda bulunmaktadır. önlenmesinde olumlu bir olanak sergilemektedir. İstanbul'daki mevcut kentsel kaynaklar bir bütün olarak ele alındığında, bu ekonomik koşullar altında hane halkının gıda güvencesini sağlama almak için yaratıcı yerel stratejiler planlamanın geçerli nedenleri vardır. Artan kentleşme, büyüyen kentsel yoksulluk ve gıda yetersizliği ve bunlara ek olarak kentsel çevre kalitesinde sonradan ortaya çıkan bozulmaların yaşandığı İstanbul'da ulusal ve yerel idarecileri ve diğer yerel yetkilileri kent tarımının potansiyeli ve fiili uygulamaları hakkında haberdar etmek ve örnek çalışmaları başlatmak kaçınılmaz hale gelmiştir. ve özellikle dünyanın neresinde bu işin nasıl yapıldığı üzerinde durulmuştur. Aslında projenin gerçekleşmesinde önemli etkisi bulunan ve bizim kent tarımının İstanbul'daki ataları olarak kabul ettiğimiz Atatürk Havaalanı ve Yedikule surlarında bu işi yapan bostan sahipleri ziyaret edilerek kent tarımının İstanbul'da nasıl yapıldığı ve karşılaşılan sorunlar üzerine görüşmeler yapılmıştır. Gürpınar Kent Tarımı Projesi Wisconsin Üniversitesi Coğrafya Profesörü ve projemizin en önemli destekçilerinden biri olarak gördüğümüz Paul Kaldjian 1997 de yazdığı bir makalede şöyle demektedir: “Açıkcası, İstanbul'da toprak ve suyun uygunluğu ve ulaşılabilirliği kent tarımcılarını şekillendirecek iki kritik faktördür. Özellikle toprak sahipliği, toprağın konumu, ulaşılabilir suyun kalitesi ve ekim alanına yakınlığı göz önüne alınması gereken faktörlerdir.” Buradan, aslında bu projenin neden Gürpınar'da gerçekleştirildiği sorusunun da cevabı verilebilir. Biz biliyoruz ki İstanbul'un her yanında yoksulluk bulunmaktadır. Ancak önemli olan bu sorunun çözümü noktasında sorumluluk duygusu hissedenlerin katkılarının ortaya Ulaşılabilir Yaşam Derneği'nin (UYD) yoksullukla mücadele çerçevesinde Gürpınar Belediyesi ile uygulamaya devam ettiği Kent tarımı projesi altı ayını geride bırakmıştır. Projenin fonunu sağlayan “Aktif İstihdam tedbirleri paketi açıklanmadan yaklaşık bir, bir buçuk yıl önce UYD, İstanbul'da yürütülecek bir Kent tarımı projesi için fizibilite çalışmalarına başlamış, özellikle konu hakkında detaylı bir bakışa sahip olabilmek için yurtdışında benzer projeler gerçekleştiren kurumlarla görüşmeler gerçekleştirilmiş, web de kent tarımı ile ilgili sitelerden onlarca dosya indirilmiş 41 Kent tarımını yoksullukla mücadelede bir yöntem olarak gerçekleştirilmesi fikrinin kafamızda iyice oturması ile birlikte böyle bir çalışmayı gerçekleştirecek arazinin, birlikte çalışılacak kişi ve kurumların ve gerekli kaynakların araştırılmasına başlanmıştır. çıkmasıdır. Gürpınar Belediyesi, toprak ve suya ulaşım sorununu çözmüştür. Aynı dönemde Aktif istihdam tedbirleri açıklanmış ve uygun bir proje yazılarak çalışma için gerekli kaynak da sağlanmıştır. Burada kısaca projenin hedeflerinden de bahsetmek istiyorum 1- Teorik ve uygulamalı eğitimler aracılığı ile istihdam sorununa yeni, alternatif ve sürdürülebilir modeller geliştirmek, 2- Geliştirilen modellerin cinsiyetler arasında sosyal ve ekonomik eşitliğe katkı sağlanmasında örnek olmasını garanti altına almak, (kadınlar ve göç etmiş kadınlar öncelikli olarak) 3- Ürün değerlendirme yöntemlerinde ekonomik ve uygulanabilir alternatifler aracılığı ile gelir seviyesi düşük kişi ve ailelerin, yaşam ve beslenme standartlarının yükseltilmesinde katkıda bulunmak, 4- Kent alanındaki doğal atıkların kompostlama sistemi ile dönüştürülerek yeniden kullanımının sağlanması, böylelikle hem kamuoyunda kentsel çevre bilincinin oluşmasına katkı sağlanması hem de tarımsal açıdan gerekli girdilerin bir kısmının (gübre) ekonomik yöntemlerle üretilmesinin koşullarının açığa çıkartılması, 5- Gelir seviyesi düşük ve/veya işsiz vatandaşlarla, yerel yetkililer arasında etkin bir uyum ve işbirliğini sağlayacak fırsatlar yaratılması, Yani kısacası çevreyi ve insan sağlığına saygılı ve ihtiyaç sahiplerini edilgen olmaktan çıkarıp, etkin bir biçimde üretime katmak ve özellikle de gıda güvencesi ve istihdam sağlamak. Neden kadınlar? Çünkü %52'si kadın nüfusu ve kadınları göz önüne almayan bir kalkınma çalışması nüfusun yarısını hesaba katmamak anlamına gelmektedir. Şubat ayında startın verilmesi ile yapılan ilk çalışma projeye katılacak kursiyerlerin tespit edilmesi olmuştur. İhtiyaç sahiplerinin kesin olarak belirlenmesi esasına dayanan çalışmada, bölgedeki yerel yönetim ve muhtarlıklar ile ön görüşme ve birebir ev ziyaretleri yapılmış, daha önce çeşitli amaçlarla yapılan anketlerin taranması ile birçok kişiye ulaşılmıştır. Benzer projelerin bir çoğunda çeşitli duyurular ile çağrı yapılırken, bu projede tercih edilen ihtiyaç sahiplerine doğrudan ulaşılmıştır. Yukarıda bahsettiğimiz kriterler ışığında yapılan çalışmalar sonucunda belirlenen kadınlar ile birlikte bir eğitim süreci başlamıştır. Öncelikle Kapasite Geliştirme Toplantıları adını verdiğimiz toplantılar süresince; proje tanıtımı ve projenin gerektirdiği bilimsel alt yapının hazırlanması için çeşitli konularda eğitimler verilmiştir. Organik tarım metotları, kompostlama, ürün işleme ve pazarlama konularında verilen bu eğitimler uygulama süresince de devam etmektedir. Arazinin tarımsal uygulamalar için elverişli hale getirilmesi ardından ekim işlemleri başlatılmış ve yapılan ekim nöbeti programına göre ürün elde edilmeye başlanmıştır. Kadınların Katılımı Ürünlerin çıkması ile birlikte pazarlama çalışmaları da başlatılmıştır. Bu süreçte çıkarılan bir broşür ile Gürpınar genelinde tanıtım yapılmış ve yetiştirilen ürün çeşitleri ve bu ürünlerin hangi tarihlerden itibaren bahçemizde bulunabileceği bilgisi iletilmiştir. Bunun sonucunda bugün birçok tüketici kendi koşulları ile bahçeye gelerek bu ürünlerden edinmektedir. Bu yöntem ile bir yandan üreticiler ürünlerini daha iyi bir fiyattan değerlendirme fırsatı bulurken, tüketiciler ise gözleri ile gördükleri ortamda yetişen ve saha sağlıklı ürünleri makul fiyatlara satın alabilmektedirler. Diğer yandan üretilen ürünler kursiyerler tarafından ihtiyaçları doğrultusunda hanelerine götürülmekte ve bu yolla da kendi ürettikleri ürünleri rahatlıkla tüketmektedirler. Pazarlama ile ilgili bir diğer çalışma da üretilen ürünlerin Gürpınar'da hizmet veren bir markete satılmasıdır. Son olarak ise pazar yerlerinde satışa başlanmıştır. Tüm perakende ve toplu satışlardan elde edilen gelir şu an bir banka hesabında biriktirilmektedir. Yazlık ürün hasadının tamamlanması ile birlikte bu meblağ projede görev alan kadınlara eşit olarak dağıtılacaktır. Gürpınar projesi 6 aylık bir uygulama geçmişine sahip olmasına rağmen kazanılan deneyim bizler için önemlidir. Kısaca özetlersek: Bu projeye başlar iken projeye katılan kadınların bir kısmı tarımsal tecrübeye sahip iken diğer kısmı çapa tutmasını 42 dahi bilmiyordu. Aynı zamanda belediye tarafından tahsis edilen araziyi gören ve bölgede uzun yıllardır çiftçilik yapan insanlarımız, bahsedilen tarladan en az iki yıl içinde ürün almanın bir düş olduğunu söylüyorlardı. Fakat görüldü ki verilen eğitimler kursiyerlerin çalışma ile ilgili bilgi ve birikimini arttırmış ve kursiyerlerimiz ve projenin teknik elemanları günlerce taşını ayıklayarak, gübresini vererek, zararlı otunu eliyle ayıklayarak ve gerekli önlemleri alarak, 4 ay gibi bir sürede toprağın kendine gelmesini sağlamış ve ektiği tüm sebzelerden ürün elde etmeyi başarmıştır. Yaşanılan gerçeklik tüm proje bileşenlerinin kendilerine güvenlerini sağlamış ve bugün daha önce bir birlerini tanımayan insanlardan güzel bir dayanışma örneği yaşama geçmiştir. Aynı zamanda üretilen ürünlere kimyasal gübre kullanılmaması ve kimyasal ilaçların zorunlu kalınmadıkça kullanılmaması ile gönül rahatlığı ile yetiştirdikleri ürünleri tüketmelerini sağlamıştır. Bu anlamda da gıda güvenliği açısından sağlıklı ürünler tüketilmektedir. Diğer yandan, üretilen ürünlerin bir kısmı turşu, salça yapımı gibi işlemlerden geçirilerek uzun dönemli tüketim koşulları da sağlanmış ve böylece daha sonraki süreçlerde de tüketilmesinin olanakları yaratılmıştır. Ürünlerin pazarlanması ve proje kapsamında ödenen ücretler kursiyerlerin hane ekonomisine katkı sunmalarının olanağını yaratmış ve böylece, ekonomik üretimin dışına itilmiş insanlarımız tekrardan üretime geçerek önemli yol kat etmişlerdir. Projenin bundan sonraki en önemli aşaması, kurulacak kooperatifle pazarlama ve proje sürdürülebilirliği açısından önemli bir adım atılmasıdır.” Seminere, uluslararası alanda gerçekleştirilen pek çok Kent Tarımı Projesi'ne destek veren, ETC/RUAF kurumunu temsilen katılan Réne van Veenhuizen, ilk günkü konuşmasında Kent Tarımının genel tanıtımını yaparak, dünya çapındaki farklı örneklerinden bahsetti. Veenhuizen'in, “Kent Tarımı Genel Tanıtımı ve Uluslararası Örnekle ve Deneyimler” başlığı altındaki konuşmasının ana hatları şu şekildeydi: “Bizler UYD tarafından başlatılan bu projeye hazırlanma aşamasından itibaren gerek bilimsel alt yapı ve gerekse Ancak bu noktada şunu belirtmek isterim: Her ne kadar kent tarımı uygulamasının yapıldığı kentler, kendine özgü koşullara sahip olsalar da birbirlerinden öğrenecekleri pek çok şey bulunmaktadır. Yoksulluk, hızlı kentleşme gerçeğinin bir sonucu olarak buna paralel biçimde artmaktadır. Kentlerde düzensiz alanlarda yaşamak zorunda kalan yoksul kesimler, gıdaya ve iş imkanlarına ulaşım konusunda güçlükler çekmektedir. Söz konusu yoksul kesimler, gıdaya ulaşım konusunda sahip oldukları kırsal deneyimlerini kullanarak kentlerde bitkisel ve hayvansal üretimde bulunmaktadırlar. Kent tarımı aktiviteleri genel olarak kent içi ve kent çevresi alanlarda uygulama fırsatı bulmakta ve bu uygulamalar; bitkisel üretim (su bitkisi yetiştiriciliği, şifalı ot ve çiçekçilik vb.) ve hayvancılık (küçük ve büyük baş, kümes hayvancılığı, balık üretimi) konularında gerçekleştirilmektedir. Uygulamalar, küçük, orta ve büyük ölçeklerde yapılan üretim şeklindedir. Teknolojinin kullanılması ise genellikle bu ölçeklere, yani diğer bir deyişle üretim kapasitelerine bağlıdır. Kent tarımı uygulamaları yapan kişiler, sadece yoksul ya da kentlere göç etmiş işsiz kesimlerden değildir. Gelir seviyesi yüksek eğitimli kesimlerden de çeşitli amaçlar çerçevesinde uygulama yapan kişilerle karşılaşılabilir. Kent tarımı için gerekli olan arazinin konumu ve ulaşılabilirliği öncelikle değerlendirilmesi gereken bir konudur. Kent içi tarım alanında; çeşitli kurumlara ait boş alanlar, geçici olarak atıl durumdaki alanlar ve yerleşime kapalı olan alanlar ilk başta değerlendirilmesi gerekenlerdir. Dünyadaki örneklerden biri Küba'da (Havana) yapılan kent tarımı uygulamalarıdır. Özellikle 1989 yılı sonrasında S.S.C.B.'nin dağılma sürecine Eylül 2005 girmesi, Küba'nın ekonomik yönden büyük sıkıntılarla karşılaşmasına neden olmuştur. Tarımda kullanılan bir çok girdinin alınamaması kırsal üretimi azaltmış ve bu nedenle de genellikle organik yöntemlerin kullanıldığı Kent Tarımı uygulamalarının yolu açılmıştır. Kent Tarımı'nın bizlere sunduğu başlıca fırsatlar şunlardır: 1) Kentsel gıda güvencesinin artırılması 2) Beslenme olanaklarının ve sağlık düzeyinin iyileştirilmesi 3) Hızlı ve kısa gıda arzı yollarının açılması 4) Sürdürülebilir bir kentsel çevre yönetimi (enerji, temiz hava, daha az taşımacılık, biyo-çeşitliliğin korunması ) 5) Atık yönetimi (katı ve sıvı organik atıklar) 6) Sosyal kalkınma 7) Eğitim, terapi ve eğlence imkanları Seminerin ilk günkü konuşmacılarından biri de Gürpınar Belediye Başkan Yardımcısı Reşat Akçay'dı (Kültür Üniversitesi Ekonomi Bölümü). Akçay, “Kent Planlaması ve Kent Tarımı'nın Planlamadaki Yeri” başlıklı konuşmasında, tarımın özellikle son dönemde yaşanılan ekonomik değişim süreci sonrasında geldiği nokta ve kentleşme olgusu üzerinde durdu. Akçay, dünya üzerinde tarımsal üretim açısından kendine yetebilme özelliğine sahip ender ülkelerden biri olan Türkiye'nin, bu özelliğini son dönemde alınan siyasi kararlar neticesinde kaybettiğini belirtti. Kent Tarımı'nın Türkiye'de gözlenen işsizlik ve gıda güvencesi sorununa karşı etkin bir yöntem olacağını söyleyen Akçay, Gürpınar Belediyesi'nin bu konuda öncü olmasından dolayı ayrı bir mutluluk yaşadıklarını da sözlerine ekledi. Ancak karşılaşılabilecek bazı risklerden de bahsetmeliyiz. 1) Ürünlerin bazı patojenler nedeniyle kirletilmesi 2) İnsan hastalıkları 3) Hayvan hastalıkları 4) Yer altı sularının kirletilmesi 5) Ağır metaller 6) Güvenli olmayan uygulamalar Söz konusu risklerle baş etmenin yolu ise; sorunların anlaşılması ve bu konuda bilgilendirme çalışmaları yapılmasına, yasaklamaktan çok düzenlemeye ve yönetim şekillerinin sürekli olarak geliştirilmesine bağlıdır.” Kent Tarımı özelinde belediyelere düşen görevler konusunda bilgi veren Akçay, İstanbul ve Türkiye'nin pek çok büyük kentinde yaşanan plansız kentleşmenin, kent tarımı için öncelikli sorunlar olan toprağa ve suya ulaşım konusunda belirleyici olduğunu belirtti. Gürpınar'da devam eden Kent Tarımı Projesine verdikleri desteği sürdüreceklerini söyleyen Akçay, yurt çapında benzer projeler yapılmasının da son derece yararlı olacağını belirtti. (Reşat Akçay'ın konu ile ilgili makalesi için ayrıca bakınız: Milletin Efendisi Kent Tarımı Dergisi No:2) Kent Tarımı Semineri deneyim paylaşımı şeklinde destek vermekteyiz. Gürpınar'a ilk geldiğimde heyecanlı ve bir o kadar da kararlı insanlar ve işlenmesi oldukça zor görünen bir toprak parçasıyla karşılaştım. Bir gün önceki ziyaretimde ise aynı heyecanlı ve kararlı insanlarla birlikte yeşermiş bitkileri ve hasat edilmiş ürünleri gördüm. 43 Seminerin ilk gününün son konuşmacısı, Dokuz Eylül Üniversitesi Araştırma Görevlisi Mercan Efe, çoğunlukla yeni bir kavram olarak değerlendirilen Kent Tarımı'nın Türkiye açısından algılanışı ve var olan yasal düzenlemeler hakkında bilgi verdi. Özellikle şehir planlamacılığında karşı karşıya olunana durumu ortaya koyan Efe, “Kent Tarımı'nın Kent Planlama Pratiğine Yasal ve Kurumsal Açıdan Entegre Edilmesinin Olanakları” başlıklı konuşmasında genel olarak şu konulara deyindi: “Planlama sürecinin aşamaları 1969/1976 Yıllarına ait İmar Planlarının Düzenlenme Biçimine İlişkin Özgün Yönetmelik'te şöyle belirlenmiştir; - Amaçların belirlenmesi/hedeflerin saptanması - Bilgi toplama-araştırma-çözümlemeler - Birleştirme-araştırma sonuçlarının değerlendirilmesi - Planlamaya geçiş-plan seçenekleri arasında karşılaştırma ile değerlendirme - Planlama - Programlama ve uygulamanın izlenmesi” (Bilsel&Bilsel, 1980, p.126). Planlama sürecinin bu denli kapsamlı ve idealist biçimlenmiş olmasına karşın, süreci işler hale getirmek ya da bu süreçte ortaya çıkan sorunları gidermek amacıyla oluşturulan yasal durum planda belirlenen ana hedeflere ulaşmayı engellemekte, rant kaygılarını temel alarak fizik mekanı kurgulamakta ve aynı zamanda yapı yoğunluğundan elde edilen ekonomik getirilerin (kısa vade için dahi) fazla olmasından dolayı planlama alanına tarımı sokmamakta, mevcut tarım alanlarını yapılaşmaya açmakta ve tarım alanları üzerinde yapılaşan kaçak ve gecekondu yapılarını oy vb. popülistik nedenlerden dolayı meşru kılmaktadır. Yukarıdaki değinildiği gibi, kent tarım dışı alandır. Dolayısıyla kır, kentin dışladığı ekonomik sektör olan tarımı bünyesinde barındıran; nüfus, ekonomi, sosyal, siyasi ve kültürel anlamda kentin sahip olduklarına ulaştırılmayan bir yerleşim alanıdır. Ancak, kentin sanayi ve ticaret sektörlerinin varlığı ve devamlılığı için gereksindiği tarımsal hammaddeyi sağlayan yerleşim alanıdır. Diğer bir deyişle, kent ekonomik anlamda kıra bağımlıdır ve kırın üretiminin dağıtım ve kontrol fonksiyonlarının toplandığı yönetim alanıdır. Bir taraftan kırın ekonomik desteğine ve dolayısıyla tarımsal topraklarına muhtaçken bir taraftan da kendi gelişmesi ve büyümesini sağlayabilmek için bu toprakların üzerine yürüyerek yapılaşmaktadır. Çünkü, bağlı olduğu modernizm kurgusu böyle işlemektedir. Oysa, yeni bir kent ve kır tanımlaması, kırın ekonomik eylem alanlarını kaybetmesini engelleyebilir ve diğer taraftan kentin büyüme ve gelişmesine yardımcı ve hızlandırıcı bir etken oluşturabilir. Dolayısıyla, tarımsal eylemler kent ve kırı ayırmada önemli olmamalıdır. Kentsel tarım adıyla nitelendirilen faaliyet, buraya kadar değinilenler doğrultusunda bugüne kadar kullandığımız tarım anlayışı ve kullanımına uymamaktadır. Yukarıda da belirtildiği gibi tarım kentin dışında yapılır ve kente ekonomik açıdan destek olur. Bu desteği sağlayan kır, sosyal, fiziki ve ekonomik yapısıyla kentten ayrılır. İnsan bu ayrımı oynadığı farklı toplumsal kimlikle gerçekleştiren önemli bir unsurdur. Kentsel tarım ve kent çevresi tarımı, bugün dünyada farklı ülkelerde farklı biçimlerde yapılmaktadır. Uygulamanın ülkemizin kent planları kapsamına girebilmesi ve sürecin daha etkin ve hızlı olabilmesi için, ülkemizde tarım ve hayvancılık kapsamında yapılmakta olanlar ve yapılabilecekler göz ardı edilmemelidir (örneğin domuz yetiştiriciliği ve domuz eti tüketimi yok denecek kadar azdır). Dolayısıyla önerinin ülkemizde yapılan etkinlikler doğrultusunda hazırlanmış olması uygulamayı kolaylaştırabilir bir unsurdur. faaliyetlerine uygun olmasıyla rahatlıkla uygulanabilir durumdadır. Diğer taraftan, eğer ülkemizi gelişmiş bir ülke olarak kabul edecek olursak, kentsel alanlarımızda uygulanacak tarımsal etkinlik, değinilen dünya tarım örgütlerinin III. Dünya ülkelerinde uyguladığı yardımlar ve destekler biçiminde olmayacaktır. Ancak, yukarıda değinildiği gibi yasaların içeriklerindeki eksikler/açıklar ve uygulamadaki eksikler ve çeşitli popülistik nedenlerden ortaya çıkan gecekondu alanları, bu alanların el koyduğu tarım ve kamu arazileri sorunu ve bu alanlarda yaşayanların kente entegre olamaması sorunları diğer gelişmiş ülkelerde görülmemektedir. Dolayısıyla kentsel tarım, değinilen bu sorunları giderebilmek amacıyla kentin marjinal kısmını oluşturan ve aslında kentte iş bulma amacını güden bu kesime yeni bir potansiyel iş alanı sağlamak, kaybedilme riski taşıyan diğer tarım ve kamu arazilerini korumak, yani istenmeyen kentsel gelişmeyi durdurmak için iyi bir araçtır. Bu kapsamda, Dokuz Eylül Üniversitesi Mimarlık Fakültesi Mimarlık Bölümü ile İzmir kentinde bir alan çalışması yapılması planlanmaktadır. Öncelikle kentsel tarımın bilim, teknoloji ve politik alanlardaki konumunun belirlenmesi gerekmektedir. Böyle bir gereklilik, yapılması gereken araştırmalar, araştırmalara uygun geliştirilecek teknoloji ve planlamadaki amaçlara yön veren politik düşüncelerden dolayı oluşmaktadır. Kentsel tarımın uygulanmasını etkileyen bir diğer unsur, kentin hangi bölgelerinin bu amaçla kullanılacağıdır. Kentsel tarım ayrıca kıyı alanlarının da korunması ve bu alanlardaki termal enerjinin organize edilerek tarım amaçlı kullanılması amacıyla da uygulanabilir. Kentsel tarım ve kent çevresi tarımının sınıflamada yalnızca isim olarak kalmayıp uygulamaya geçmesi (hatta bu sınıflamada kabulü) merkezi yönetim ve yerel yönetimler arasındaki işlerlik ve hiyerarşide yukarıda değinilen eksikliklerin giderilmesine de bağlıdır. Diğer taraftan, yine yukarıda değinildiği gibi il özel idareleri ve bayındırlık bakanlığı arasında ve diğer etkin kurumlar arasında uygulanabilir görev ve yetki paylaşımları da, öneri sınıflamanın planlamaya geçmesinde önemli noktalardır. Tüm bu biçim ve uygulama alanları ile dar alanda emek birikimi sağlanacak ve diğer taraftan yasalarla dahi engellenemeyen istenmeyen kentsel gelişme ve çevre tahribatı (bu alanlara fazla altyapı getirilmediği taktirde) önlenebilecektir. Görüldüğü gibi aslında kentsel tarım ve kent çevresi tarımının ülkemiz kent planlama sürecine eklemlenmesi, hazır koşulların değiştirilmeye gerek olmaksızın geliştirilmesiyle; sınıflamanın ülkemiz tarım ve hayvancılık Kentsel tarımın uygulanması bir gereklilik olarak ta değerlendirilebilir. Şöyle ki 3194 Sayılı İmar Mevzuatı'nda belirtilen planlanacak bölgede kişi başına 10 m2 yeşil alan istemi, rant kaygı ve kavgalarından dolayı imkansız bir hal 44 Binalar bitişik nizam yapılarak, çekme mesafeleri bahçe olarak ve tarım amaçlı kullanılabilir ki bu bitişik nizamın özelliğinden dolayı oluşan daha az konut daha fazla boş alan anlamına gelmektedir. Binalar ayrık nizamda ve her konutun kendi bahçesi oluşturulabilir. Bina kat sayıları yükseltilerek, boş alan kazanımı sağlanabilir. Daha az sayıda ana yol ve bu ana yola bağlanan II. ve III. derece yol planlanarak, oluşturulan yeşil dokuyla tanımlı yaya yolları oluşturulabilir. Burada belirtilen tasarım biçimleri, planlanacak bölgenin fiziki ve kültürel yapısına göre artabilir ancak buradaki önemli nokta, örgütlü bir kentsel tarımın uygulanması halinde, amaca göre (kentsel tarımın getirisi) bilinen kent formlarının çeşitlenebileceğidir. Elbette ki kent formundaki bu çeşitlilik, kentte yaşayanların ekonomik aktivitelerinde de gözlenecektir. Yaşayabilir ve yaşanabilir bir kentin ne olduğu konusunda ortak bir yargıya varılabilmesi güçtür. Çünkü, modern kentin yaşatmaya çalıştığı ekonomik sistemin fizik-mekân kurgusu ile yaşanması gereken kentin fizik-mekân kurgusu örtüşmemektedir. Dolayısıyla artık kent için yapılması gereken elde edilenleri/kalanları en iyi biçimde formüle etmek ve kullanmak olacaktır. Tarım sektörünü istemeyen, ancak istemese de içerisinde barındıran bu kent, görmezden geldiği bu faaliyeti görmeye başlamalıdır ki nitekim başlamıştır. Çünkü, devamlılığı için bazı alanları kurgusu doğrultusunda kullanabilmek için saklamak durumundadır, elbette bunu yaparken de bu alanları işler kılmalı ve bu işlerlikte kentin belirli bir kısmına işgücü imkânı tanımalı ve onlara ekonomik açıdan destek sağlamalıdır. Burada anlatılmaya çalışılan, 1970'li yıllardan bugüne örgütlü çalışmaları yapılan ve modernizmin akılcılığından üretilen kentsel tarımdır. Seminerin ikinci gününde, Atatürk Bahçe Kültürleri Merkez Araştırma Enstitüsü (Yalova) Uzmanlarından Gülay Beşirli, “Kent Tarımı; Tarımsal Açıdan Karşılaşılan Sorunlar, Avantajlar” başlığı altında bir sunum yaptı. Öncelikle, enstitü hakkında genel bilgi veren Beşirli, kurumun Gürpınar Projesi'nde aldığı rolü ve projenin altı aylık süreci içerisinde yaşanılanları kendi açısından değerlendirdi. Tarımsal üretim alanında karşılaşılan veya karşılaşılması muhtemel olan sorunlar ve çözüm önerilerine deyinen Beşirli, Kent Tarımı aracılığıyla yapılan tarımsal üretimin kırsal üretime bir alternatif olarak değil, onu destekleyen bir üretim biçimi olarak değerlendirilmesi gerektiğini söyledi. Beşirli'nin yaptığı sunumda yer alan bölümler şöyleydi: “Atatürk Bahçe Kültürleri Merkez Araştırma Enstitüsü'nün Kuruluş Amaçları ve Görevleri” * Meyve, sebze, süs bitkileri ve bağcılık konusunda temel ve uygulamalı araştırmalar yapmak, * Bu ürünlerde verim ve kaliteyi artıracak uygun yetiştirme tekniklerini ve girdi kullanım düzeylerini saptamak, * Yüksek verimli, kaliteli, hastalık ve zararlılara dayanıklı, tüketici isteklerine uygun tür ve çeşitleri geliştirmek ve seçmek, * Derim sonrasında Muharrem Turhan - Gelmeyin Üstüme almıştır. Kentsel tarım ile kent ve kent çevresinde yeşil kuşaklar oluşturulmuş olacak ve istenilen rakama, bir türlü oluşturulamayan açık-yeşil alanların (park, bahçe vb.) tarım amaçlı kent bahçeleri ile desteklenmesiyle ulaşılabilecektir. Böylece komşuluk ölçeğinden bölge ölçeğine tanımlı yeşil kuşaklar oluşacaktır. 45 oluşacak kayıpları azaltmak ve bahçe ürünlerini uzun süreli muhafaza etmek, * Üretim ve pazarlama süresince karşılaşılan sorunlara çözüm önermek, * Geliştirilen tür ve çeşitlerin sağlıklı üretim materyallerini üretmek ve bunların kamu ve özel sektör kuruluşlarına, üreticilere iletmesini sağlamak * Bahçe bitkileri konusunda ulusal ve uluslar arası eğitim vermek, sempozyum ve kongre yapmak vb. olarak belirlenmiştir. Kent Tarımı Alanında Tarımsal Açıdan Karşılaşılan Sorunlar * Üretim alanına ulaşabilirlik * Su kaynaklarına ulaşabilirlik * Bilgi ve danışmanlık hizmetlerine ulaşabilirlik - Toprak yönetimi, üretim, - Hastalık ve zararlı yönetimi, - İşleme, pazarlama, depolama * Tarımsal alet, ekipman ve teknolojiye ulaşabilirlik * “Kent tarımı” kavramının henüz şehir planlamacılar tarafından ele alınmamış olması * Politikacıların bu alanda programlarının olmayışı * Üretim için kredi ve ürün destek politikalarının olmayışı * Girişimcilik duygusunun düşük olması nedeni ile pazarlama sorunu Kent Tarımı'nın Avantajları * Ürünlerin Taşınım ve depolama aşamasında kaybını önler * Tüketicinin sağlıklı ve taze ürüne ulaşabilirliğini sağlar * Çarpık şehirleşmenin baskısı altında olan tarımsal alanların geri kazanımını sağlar. Seminerin ikinci günkü konuşmacılarından İbrahim DEMİR (İTÜ İnşaat Fakültesi, Çevre Mühendisliği Bölümü), “Kompostlama ve Kentsel Çevre” başlığı altında bir konuşma yaptı. Demir konuşmasında, Türkiye ve dünyanın pek çok yerinde karşılaşılan çevre sorunlarının başlıcalarının kentsel alanlarda görüldüğüne işaret etti. Özellikle kentsel organik atıkların geri dönüşümünün sağlanması suretiyle elde edilecek imkanların, söz konusu sorunların çözümünde büyük rol oynayacağını belirten Demir, Kompost Yönteminin bu konudaki en önemli ve etkin araç olduğunu vurguladı. Konuşmasında, Kompost çalışmalarıyla Ürünlerin Pazarda Doğrudan Satışı ilgili detaylı bilgi veren İbrahim Demir'in sunumunun bir bölümü şu şekildeydi: “Kompostlaştırma, organik maddelerin kontrollü çevresel şartlar altında biyolojik olarak ayrıştırılması ve stabilizasyonu prosesidir. İngiliz subayları vasıtasıyla Avrupa'ya oradan da Dünya'ya yayılmıştır. Kompost ise proses sonucu oluşan, stabil, humus benzeri ve toprak şartlandırıcısı olarak kullanılan üründür. Kompostun Kullanımı Kompost toprağın fiziksel, kimyasal ve biyolojik özelliklerini iyileştirir. - Tarla, bahçe uygulamaları, seralar, fidanlık - Golf sahaları, parklar ve oyun alanları - Eski maden ocaklarının rehabilitasyonu - Erozyon kontrolü - Koku kontrolü Biyofiltre - Düzenli depolama alanlarında üst örtü Tarıma Faydaları: * Organik madde, humus ve katyon değiştirme kapasitesi sağlayarak fakir toprakların yenilenmesini sağlar. * Çeşitli bitkisel hastalıkları ve parazitleri engeller ve zararlı otların tohumlarını öldürür. * Bazı ürünlerin verimini ve ölçüsünü arttır. * Bazı ürünlerin kök boyunu ve kök konsantrasyonunu arttırır. * Topraktaki nutrient (besin) konsantrasyonunu, kumlu toprağın su tutma kapasitesini ve killi toprakların su geçirebilme kapasitesini arttırır. * Gübre kullanımı ihtiyacını azaltır. * Kimyasal gübre kullanımıyla toprakta bulunan mikroorganizmalar azaldıktan sonra toprak yapısını eski haline getirir; kompost toprak şartlandırıcısıdır. * Topraktaki toprak solucanlarının sayısını arttırır. * Besi elementlerini toprağa yavaş vererek, kayıpları azaltır. * Su ve sulamam ihtiyaçlarını azaltır. * İyi ve yüksek kalite kompostun tanınmış pazarlarda yüksek fiyata satılabilmesi sayesinde fazladan gelir sağlamak da mümkündür. * Organik olarak yetiştirilmiş ürünler daha yüksek fiyatla satılabilir. Seminerin ikinci gününde konuşma yapan Haydar Balcı (Ziraat Mühendisi, Gürpınar Kent Tarımı Projesi), projenin başlangıç aşaması ve altı aylık dönem sonucunda gelinen nokta hakkında değerlendirmelerde bulundu. Projenin her safhasında etkin görev alan Balcı'nın, teorik ve pratik açıdan yaptığı değerlendirmelerin geneli şu şekildeydi: “ Neden İstanbul'da, İstanbul'un göbeğinde tarımdan bahsediyoruz önce bunu açıklığa kavuşturalım. Bir şekilde işsizlik sorunuyla karşılaşıp, ekonomik ve sosyal anlamda kendine daha iyi bir hayat kurmak ve çocuklarına daha iyi bir gelecek sağlamak için büyük şehirlere göç etmiş ve hala etmekte olan yüzlerce hatta binlerce aileyi görmemiz mümkün. 46 Köyde tarımla ve hayvancılıkla uğraşarak geçimini sağlayan bu insanların büyük çoğunluğunun çiftçilik dışında yapabileceği bir şey yok. Yani meslek anlamında başka bir vasfa sahip değiller. Biz de toplumun en küçük birimi olan aileyi ve bu ailenin içerisinde yer alan ve ülkemizin pek çok bölgesinde kendini ifade edebilme şansını dahi bulamamış kadınlarımızı hedef grup olarak belirledik. Kent tarımı projesi ile her şeyden önce kadının özgüvenini kazanması ve kadını sadece ev hanımı ve anne olma kimliğinden kurtarıp üretebilen, sosyal, ürettiğini paylaşan, pazarlayabilen ve ekonomik anlamda kendine yetebilen bir birey haline getirmeyi hedefledik. Projenin farklı boyutlarda değerlendirilebilecek etkileri mevcuttur bunları şu şekilde sıralayabiliriz: Beden Sağlığı ve Psikolojik Etkiler Kadınların, günlük ev işlerinden (yemek, temizlik, çamaşır, bulaşık vb.) uzaklaşıp (tabi ki tamamen kopmadan) açık havada doğayla yeşille baş başa, toprak içerisinde negatif düşüncelerden ve üzerlerindeki fazla elektrikten arınarak rahatlamaları, taze sebze yiyerek ve hepsinden önemlisi ne yediğini bilerek beslenmeleri dolayısı ile hem hareket ederek hem de sağlıklı beslenerek beden ve ruh sağlıklarını korumaları mümkün oluyor. Sosyo-Kültürel Etkiler İstanbul'da bulunan bu hedef kitleyi oluşturan kadınlar, her ne kadar ekonomik açıdan ortak özelliklere sahip olsalar da çoğunlukla ülkemizin farklı bölgelerinden göç etmiş ailelere mensup olmaları, bir kültürel alışverişi de gündeme getirmiştir. Bu durum, hem sosyal anlamda bir arada yaşama yetisini kazandırmış hem de grup olarak birlikte hareket edebilme ve kendini ifade edebilme fırsatlarını da beraberinde getirmiştir. Bu ve buna benzer sosyal etkiler, kanımca kadınların özgüvenlerini kazanmaları, daha iyi birer eş, anne ve bunun yanında daha uyumlu bireyler olmaları konusunda faydalı olacaktır. Ekonomik Etkiler Ailelerinin pazar ihtiyaçlarının büyük kısmı alanımızdan temin edilebilmektedir. Üretilen gıdalardan artanlar satılmakta ve elde edilen gelir paylaşılmaktadır. Eğitime gelinen her gün için 10 YTL gelir sağlamaktadırlar. Bu aylık olarak 150-200 YTL gibi bir meblağ demektir. Proje kapsamında değerlendirmeye aldığımız pazarlama yaklaşımları ise şu şekilde özetlenebilir: Pazarda Doğrudan Satış Ürünler değerinde satılabilir. Pazarlama kabiliyeti artar. Kendine güveni artırır. Pazara çıkmadan önce yapılan hazırlık çalışmaları iyi bir grup halinde hareket etme örneği oluşturur. Tarlada Doğrudan Satış Bu şekilde arazinin aynı zamanda bir satış merkezi haline getirilmesi Bu pazarlama yönteminin oturması zaman almaktadır. İnsanlar arasındaki ticaret mantığını ortadan kaldırıp sıcak bir diyalog oluşmasını sağlamaktadır. Çeşitli iletişim araçlarıyla (gazete ve dergiler, afiş ve broşür) reklam yapılması gerekmektedir. Gelen insanlara arazi hakkında tanıtım yapılması kendini ifade edebilme yetisini artıracaktır. Gelen insanların ve özellikle çocukların sebzelerin nasıl yetiştirildiği konusunda bilgi edinmeleri sağlanacaktır. Markete Toptan Satış Ürün değerinin altında satılıyor. Sürekli bir satış imkanı sağladığı için aylık bazda önemli rakamlara ulaşılıyor. Yukarıdaki pazarlama tekniklerinin uygulanması ve sürekliliklerinin sağlanması bizler için önem arz etmektedir. Bunların yanında çevre bölgelerde bulunan site ve toplu konutlara sipariş üzerine satış imkanları da değerlendirilmektedir. Bu konuda, Amerika'da gerçekleştirilen örneği hatırlatmak isterim. Amerika'da bulunan 400 aile ile yapılan yıllık anlaşma ile 1000 dolar karşılığında haftalık olarak taze sebze satışı gerçekleştirilmiştir. Hiç kuşkusuz bu konuda iyi bir organizasyona ve üretim planlamasına ihtiyaç duyulmaktadır.” Seminerin son konuşmacısı, projenin Çiftçi Kadın Grubu üyelerinden Ümran Can'dı. Seminer boyunca uzman katılımcılar tarafından tüm boyutlarıyla anlatılan Kent Tarımı kavramının merkezinde yer alan Can, proje süresince Eylül 2005 edindiği deneyimleri ve gözlemlerini dinleyicilerle paylaştı. Ümran Can tarafından yapılan konuşmanın başlıca bölümleri şöyleydi: “Her şeyden önce, uygulanması planlanan proje bizlere detaylı biçimde anlatıldı. Fakat ilk başlarda pek de inandırıcı gelmedi. Türkiye'de ilk defa yapılıyor olması, bilinmemesi ve birilerinin çıkıp her zaman bir şeyler vaat etmesi ve zamanla bunları unutması nedeniyle, anlatılanlar insanlar üzerinde olumlu etkiler bırakmamıştı. Çevreden gelen olumsuz etkilerle karşılaşıyorduk ve bazı arkadaşlara eşleri izin vermiyordu. Ancak, Gürpınar Belediyesinin projeyi desteklemesi, araziyi tahsis etmesi, eğitimlerin kendi binalarında verilmesine izin vermesi katılımcı arkadaşlara güven sağlamıştır. Katılımcıların çocukları ile birlikte gelebilmeleri, sosyal bir paylaşım alanında yeni arkadaşlıkların kurulması ve bir iş sahibi olabileceğimiz gerçeği bizleri heyecanlandırıyordu. Projeyi tüm çevreme, komşularıma hatta akrabalarıma anlattım. Onları da ikna etmeye çalıştım ve bize katılmalarını istedim. Aldığın cevap: “Bu devirde kimse kimseye bedava bir şey vermez. Sakın bir yerlere imza atmayın. Bunun altında kötü niyetler olabilir.” Aldığım tepki inancımı biraz zedelemiş olsa da, içimden bir ses bu projeye katılmam gerektiğini söylüyordu. Bu sese kulak vererek projeye katıldım. Haftalar, aylar geçti. Dikim işimiz bitti. Sebzelerimiz olgunlaştı. Akşamları eve dönerken poşetlerimiz dolu dönüyorduk. Sebzelerimiz artık yetişmişti ve emeğimizin karşılığını alıyorduk. Bunu gören komşularımız olumsuz düşüncelerinden vazgeçip, bizlere imrenerek bakıyorlardı. Bizden ürün talep etmeye başladılar. Geldiler ve bahçemizi gördüler. Bizim aramızda olmak istediklerini söylediler. Teorik eğitim bitip araziyi görmeye geldiğimizde kendi haline terk edilmiş ve yıllarca kullanılmamış bir araziyle karşılaştık. Bu görüntü çoğu arkadaşımızın hevesini kırmıştı. Bazı arkadaşlarımız arabadan dahi inmek istememişti. Burada bir şey olmaz denmişti. 35 yıllık çiftçimiz Yaşar Bey ve ziraat mühendisimiz Haydar Bey, azmin elinden hiçbir şeyin kurtulamayacağını ve 47 büyük bir aile olarak hep birlikte başarılı olacağımızı söyleyerek bu olumsuz düşünceleri pozitif bir enerjiye çevirdiler ve bizi motive ettiler. Tohumlarımızı ektik, fidanlarımızı diktik. Sulama ve gübreleme işlemlerini yaptıkça, çiçekler açmaya, bizlere karşı gülümsemeye ve emeğimize karşılık vermeye başladılar. Böylelikle mutluluğumuz bir kat daha artıyordu. Çok çalıştık ama yorulmadık. Bir taraftan bunları başarmanın mutluluğunu yaşarken, diğer taraftan sosyal ve ekonomik yönden kendimizi geliştirmeye başlamıştık. Artık, aile ekonomisine katkıda bulunuyoruz. Bir gelirimiz var. Söz sahibiyiz. Sebzelerden, hocalarımızın denetiminde turşular, konserveler ve salçalar yapıyoruz. Mutfağımızda dengeli ve sağlıklı yemekler pişiriyoruz. Kendi ayaklarımız üzerinde durup özgüvenimizi kazanmanın, bir şeyler başarmanın mutluluğunu yaşıyoruz. Araziye gelen, ürünlerimizi satın alan insanların ve komşularımızın bizi takdir etmesi sevincimizi her geçen gün artırıyordu. Biz onlar için bir örnektik. Sadece sebze yetiştirmiyor, evimizin önünü çiçeklerle süsleyerek göz zevklerine de hitap ediyorduk. Son olarak, projenin gerçekleşmesinde katkı sağlayan tüm kurumlara, Gürpınar Belediyesine, Ulaşılabilir Yaşam Derneğine, Avrupa Birliğine ve İŞKUR'a teşekkürlerimizi sunarız.” Seminerin ilk iki günkü bölümünün ardından, 12 Ağustos tarihinde Gürpınar Kent Tarımı Projesi Eğitim Merkezinde gezi ve atölye çalışması düzenlendi. Seminere katılan tüm kişilerin araziyi ve yapılan tüm çalışmaları yakından inceleyebildikleri gezi sırasında Ziraat Mühendisi Haydar Balcı ve Lider Çiftçi Yaşar Gülşen katılımcıların sorularını yanıtladılar ve uzman katılımcılarla fikir alışverişinde bulundular. Arazi gezisinin ardından tüm katılımcılarla birlikte yapılan toplantıda, seminerin genel bir değerlendirmesi ve Kent Tarımı konusunda gelecekte yapılabilecek çalışmalar hakkında değerlendirmelerde bulunuldu. Toplantı sonunda yurt çapında yapılacak tüm çalışmalarda ortak hareket etme kararı alınırken, hazırlanacak bir bildiri ile kamu oyuna konu hakkında bilgilendirme yapılması ve ilgili tüm birimlere destek çağrısında bulunulması kararlaştırıldı. Edirne 1.Uluslararası Roman Sempozyumu I. Uluslararası Roman Sempozyumu Edirne'de düzenlenen, I. Uluslararası Roman Sempozyumu'na Türkiye'den ya da yurtdışından katılan her konuşmacının ortak görüşü; "Dünyada en fazla ayrımcılığa ve ırkçılığa" uğrayan halkın Roman halkı olmasıydı. U laşılabilir Yaşam Derneği (UYD) ve Edirne Çingene Kültürünü Araştırma Geliştirme Yardımlaşma ve Dayanışma Derneği'nin (EDÇİNKAY) ortak çalışmalarıyla, Edirne'de 7-8-9 Mayıs tarihleri arasında ve geleneksel Kakava Şenlikleri çerçevesinde, Uluslararası Roman Sempozyumu düzenlendi. Sempozyuma, Doğu Avrupa Ülkelerinden Roman kurum ve kuruluş temsilcileri ile İngiltere ve Almanya'dan roman kültürü üzerine çalışma yürüten akademisyenler ve temsilciler katıldı. Ayrıca çeşitli STK temsilcileri ile her ne kadar sayıları az da olsa Edirneli Romanlar ve çocuklar da konferans salonunda yerlerini aldılar. Edirne Türkan Sabancı Kültür Merkezi'nde yapılan sempozyumun ilk iki gününde ulusal ve uluslararası katılımcılar Türkiye ve Dünya'daki Romanların durumuna ilişkin bilgiler verirken, son gün ise kalan katılımcılar atölyelerde buluştu. Türkiye'den ya da yurtdışından katılan her konuşmacının ortak görüşü; "Dünya'da en fazla ayrımcılığa ve ırkçılığa" uğrayan halkın Roman halkı olmasıydı. Konferans katılımcılarının en ünlü siması, Brüksel'de yaşayan ve Brüksel'deki Avrupa Roman Enformasyon Merkezi Başkanı olan, İvan İvanov'du. İvan İvanov, sempozyumda Romanlara uygulanan ayrımcılıktan söz etti ve "Romanlar hayatın her alanından dışlanıyorlar, eğitim alanında, sağlık ve iş konusunda da, hükümetler ve yerel yönetimlerin buna karşı savaşmaları gerekiyor" diye çağrıda bulundu. "Çingene Olmak" kitabının yazarı Mustafa Aksu ise Roman oldukları için işe alınmadıklarını ve toplumun Romanlar konusunda taşıdığı önyargılarından, devlet kurumlarının yayımladığı kitaplardaki ayrımcılıktan, yönetmelik ve genelgelerden söz 48 etti. Aksu ayrıca, zengin olan bir takım Çingenelerin kimliklerini saklamasını eleştirdi. Bununla da yetinmeyerek kendisini de aynı nedenle eleştirdi. Aksu, kendi kimliğini eşinden gizlediğini ve eşiyle nişanlandıktan iki ay sonra kimliğini açıkladığını ifade etti. CHP eski milletvekili Erdal Kesebir, Av. Şafak Yıldız ve avukat Halim Yılmaz Türkiye'de romanlara yönelik ayrımcılıktan söz ederek, 1934 tarihli iskan yasasını eleştirdiler. Ege Üniversitesi Sosyoloji Bölümü Öğretim Üyesi Suat Kolukırık da Romanların mesleklerinden ve çalışkanlıklarından söz etti ayrıca "Tarlabaşı Çingeleri" adlı dia gösterisini sundu. SEMPOZYUMUN SONUÇLARI * Dünyada yaklaşık 12 milyon Roman yaşamaktadır. * Romanların Türkiye'de yoğun olarak yaşadıkları yerler; Kırklareli, Edirne, Ankara, İstanbul, Düzce, İzmit, İzmir, Afyon, Tokat, Sivas, Denizli, Mardin, Gaziantep, Kahramanmaraş, Adana, Samsun'dur. * Türkiye'deki Romanların nüfusu, resmi makamlara göre 500.000 resmi olmayan makamlara göre ise yaklaşık 2 milyon civarındadır. Bu grubun % 95'i yerleşik yaşama geçmiştir. * Geçimlerini müzisyenlik yaparak, çiçek satarak, sepetçilik, kalaycılık, demircilik veya hurda eşya toplayarak sağlarlar. * Türkiye'de genel olarak "Çingene" sözcüğü kullanılır. Batı Anadolu ve Trakya'da "Roman", Van ile Ardahan arasındaki bölgede "Mutrip", Orta Anadolu'da "Elekçi", Erzurum ve civarında "Poşa" Adana'da Cano ismiyle anılırlar. * 1934 tarihli İskan Kanununun İskan Mıntıkaları bölümünde, halen Türkiye'ye muhacir olarak alınmayacaklar arasında; Madde 4'de "A. Türk kültürüne bağlı olmayanlar" "B. Anarşistler", "C. Casuslar", "Ç, Göçebe Çingeneler", "D. Memleket Dışına Çıkarılmış Olanlar" yer alırlar. Pis insanlardır. Çocuk ve hayvan çalıp satarlar, gizli fuhuş yaparlar" denilmiştir. Tepkiler üzerine değiştirilmiştir. Ulaşılabilir Yaşam Derneği 2006 yılında da bir başka ilde Uluslararası Roman Sempozyumu düzenlemeyi hedefliyor. Sempozyuma katılan konuşmacılar: Edirne Valisi Nusret Miroğlu, Edirne Belediye Başkanı Hamdi Sedefçi, UYD Genel Başkanı Belgin Cengiz, EDÇİNKAY Başkanı Erdinç Çekiç, Trakya Üniversitesinden Yrd. Doç. Dr. Emel Gönenç Güler, Lüleburgaz Müzisyenler Derneği Başkanı Tamer Kum, Avukat Şafak Yıldız, Erdal Kesebir (DSP Eski Edirne Milletvekili, Ankara) "Ljlyan Eubova (Bulgaristan) , Penka Karagiozov (Bulgaristan), Ivan Vesely (Çek Cumhuriyeti) Shefket Mehmedov (Bulgaristan), Halim Yılmaz (Avukat, MAZLUMDER Yön. Kur. Üyesi, İstanbul) * İskan Yasası'nın 4. maddesine ilişkin olarak 1993 yılında, Edirne eski milletvekili Erdal Kesebir tarafından Türkiye Büyük Millet Meclisi (TBMM) Başkanlığı'na verilen teklifle değişiklik önerisinde bulunulmuş ancak öneri dönemin Başbakanı Süleyman Demirel tarafından reddedilmiştir. * Polisin Disiplinine, Merasim ve Topluluklardaki Rolüne ve Polis Karakolları teşkilatı ile Vazifelerine Dair Talimatname'nin 134. Maddesinin, gerekli tedbirlerin alınması gereken şahıslar bölümünün 5. bendinde; "esaslı bir melekesi olmayan çingeneler" tanımlaması halen varlığını sürdürmektedir. * Türk Ansiklopedisinin, 54 ve 55 inci sayfalarında; "Çingenelerin yaşamları, sosyal ve kültürel seviyeleri düşüktür. Yetmişikibuçuk millet olarak bilinirler. Eylül 2005 UYD * 1995 yılında basılan Milli Eğitim Bakanlığına ait Örnekleriyle Türkçe Sözlük ve Türk Dil Kurumuna ait sözlükte "Çingenece, Çingenelik, Çingeneleşmek" sözcükleri; cimri, hasis, açgözlü, arsız, yüzsüz, hayasız, çığırtkan, alçak gibi sıfatlarla vasıflandırılmışlardır. Tepkiler üzerine değiştirilmiştir. 49 Dr. Suat Kolukırık (Ege Üniversitesi Sosyoloji Bölümü-İzmir, Nazım Alpman (Gazeteci-Yazar, İstanbul), Mustafa Aksu (Araştırmacı-Yazar, Ankara), Elena Marushkova, Vesselin Popov, (Bulgaristan), Galina Kostadınova (İngiltere), Prof. Dr. Zerrin Toprak, Alper Yağlıdere (Dokuz Eylül Üniversitesi, İzmir), Doç. Dr. Ayhan Kaya (Bilgi Üniversitesi, İstanbul), Neyyir Berktay (Eğitim Reformu Girişimi, İstanbul), Ivan Ivanov (Belçika), Rudiger Benninghaus (Almanya), Zeki Coşkun (Gazeteci-Yazar, İstanbul), Adnan Özer (Şair-Yazar, İstanbul), Anton Karagiozov (Bulgaristan), Çetin Yılmaz (İHD Karadeniz Ereğli Şubesi Yön. Kur. Üyesi), Nur Akalın (Senarist ve Yönetmen, İstanbul), Hasan Aydın (Araştırmacı-Yazar, İstanbul) Ekmel Çizmecioğlu (Belçika), Skender Veliu (Arnavutluk), Istvan Mezeı (Macaristan), Elin Strand (İstanbul), Adrian Marsh (İstanbul). www.sevnehuts.com Engelsiz Yaşama Merhaba "Engelsiz Erişilebilir Yaşam Alanı Projesi" Koordinatörü, engelli olan ve olmayan kişilerin kaynaşmalarına ve ortak yaşam standartlarının yükseltilmesine araç olacak. Ayrıca toplumda engellilere yönelik ayrımcılığın ortadan kalkması ve pozitif tutum değişikliğinin gelişmesine katkı sunacak. T ürkiye'de ilk kez engelli standartlarına uygun biçimde başlatılan, Ulaşılabilir Yaşam Derneği'nin "Engelsiz Erişilebilir Yaşam Alanı Projesi", Düzce'de Afet Konutları bölgesinde engellilerin toplumsal entegrasyonuna katkı sunacak bir model oluşturmayı hedefliyor. Engellileri toplumsal yaşama eşit olanaklarla katma yollarından birinin de erişilebilir yaşam alanının yaratılmasından geçtiğini belirten Ulaşılabilir Yaşam derneği Genel Koordinatörü Belgin Cengiz projenin doğuşunu anlattı: “Düzce Engelliler İçin Erişilebilir Konut ve Yaşam Alanı Projesi, UYD'nin dört yıldır Düzce'de engellilerle yürüttüğü rehabilitasyon çalışmaları sırasında temel ihtiyaç olarak belirlenmiştir. Engellilerin gündelik yaşamlarını kendi kendilerine yeterli ve başka insanlara bağımlı olmadan yürütebilmelerinin temel koşulu, fiziksel erişim sorunlarının giderilmesine dayanmaktadır. Bu nedenle, proje herkes için eşit ve ulaşılabilir bir yaşamın olanaklarının geliştirilmesine katkıda bulunmayı amaçlar” Projede engellilere göre düzenlenen 25 konuttaki fiziksel mekân tasarımları engellilerin kendi yaşamlarında bağımsızlık- larını sağlarken, toplumun diğer kesimleri ile daha eşit koşullarda yaşamalarına da olanak tanıyor. "Engelsiz Erişilebilir Yaşam Alanı Projesi" Koordinatörü Semih Şa-hin ise tam da bu nedenle proje-nin stratejik bir model olmayı hedeflediğini belirtiyor. Şahin şöyle devam ediyor: “ Proje, engelli olan ve olmayan kişilerin kaynaşmalarına ve ortak yaşam standartlarının yükseltilmesine araç olacaktır. Proje ayrıca, toplumda engellilere yönelik ayrımcılığın ortadan kalkması ve pozitif tutum değişikliğinin gelişmesine katkı sunmayı amaçlamaktadır. Bu neden-le, konutların inşasının tamamlanmasından sonra, sosyal entegrasyonun geliştirileceği üç yıllık bölgesel rehabilitasyon ve eğitim programları proje kapsamına alınmıştır”. Ulaşılabilir Yaşam Derneği'nin Düzce'deki bir başka projesi olan Engelli İş atölyesinde hediyelik eşyalar üreten ve inşaatı başlayan konutlardan birinde oturacak olan fiziksel engelli Cemalettin Atabay, çocukken geçirdiği ağır bir hastalıktan sonra yürüyemiyor. Cemalettin, hem UYD'nin kurduğu rehabilitasyon merkezinde tedavi görüyor hem de UYD'nin örgütlenme çalışmaları-na katkıda bulunuyor. Atabay şunları belirtiyor: “İki yaşında ge-çirdim 50 hastalığımı. Annem yedi yaşındayken okula götürdü; üç tekerlekli bisikletimle. Köyde bir öğretmen vardı, engelli olduğum için beni okula almadı. Babamlar da fazla üstüne düşmedi. Sonrasında zaten ben de istemedim. Kendi kendime okuma yazma öğrendim. UYD'nin konut projesinde bir ev sahibi olmak ve yardımsız evin içerisinde dolaşabilmek benim hayatım için yeni bir başlangıç.” UYD'nin "Engelsiz Erişilebilir Yaşam Alanı Projesi" Cemalettin ve onun gibi sosyal güvenceden yoksun 25 engelli aileyi kapsıyor. Kalıcı konutların yanında inşa edilen evler, yalnız yaşayacak engelli bireyler için bir, aileleriyle birlikte yaşayacaklar için iki ya da üç yatak odasından oluşuyor. Spor kompleksinde paralel egzersiz barları, kondisyon aletleri, masa tenisi, basketbol sahası, yüzme havuzu olacak. Toplum Merkezi'nde ise toplantı odası, fizyoterapi odası, kütüphane, internet erişimi olan bilgisayar laboratuarı, kafeterya - ortak mutfak, kreş, proje kooperatifi için ofis odası, dükkân (mini market), konuk evi ve ortak açık bahçe, üretim atölyeleri (Ahşap ve Saori dokuma atölyesi), lokanta ve eğitsel mutfak bölümleri bulunuyor. Kimler faydalanacak: UYD' nin üç yıl süresince bölgede yürüttüğü saha çalışmalarında iletişime geçtiği yaklaşık 750 engelli ile yaptığı çalışma sonucunda, konutlar için seçilen engellilerin özellikleri ise şöyle: - Gelir seviyesi düşük, sosyal güvencesi bulunmayan veya alt gelir grubu, - Yüzde 80 bedensel, yüzde 20 zihinsel ve diğer engelli gruplar - Proje mekanı içinde yaşamaya istekli engelliler, Destekleyen kurumlar: Arsa, Başbakanlık Toplu Konut İdaresi Başkanlığı tarafından tahsis edildi, alt yapı ve peyzaj düzenlemesi için Düzce Belediyesi ile anlaşmaya varıldı. Myra Ajans Grafik sponsoru, projenin logosu ve kurumsal görünürlük çalışmalarını üstlendi. Hollandalı yardım kuruluşu ACT Netherlands 25 konutun kaba inşaatının finansmanı için 500 bin Euro katkıda bulundu. UYD Tunceli Toplum Merkezi Açıldı A Tunceli sarımsağı kültüre alındı. Endemik bir tür olan ve dünyada yalnızca Tunceli ili ve Munzur dağları eteklerinde bulunan tek dişli Tunceli sarımsağının (Allium tuncelianum) kültüre alma çalışmaları 2003 yılından bu yana sürdürülmektedir. Aşırı ve zamansız toplama nedeniyle yok olma tehlikesi altında bulunan Tunceli sarımsağının korunmasına yönelik proje, UNDP-GEF/SGP tarafından desteklenmektedir. Projenin ilk evresi olan kültüre alma koşullarının belirlenmesi çalışması tamamlanmış ve yaygın yetiştiriciliğe geçiş aşaması olan 2. evre başlamıştır. Her iki evrede de deneme çalışmaları, Ovacık ilçesi, Ankara Üniversitesi Ziraat Fakültesi Bahçe Bitkileri Bölümü ve Yalova Atatürk Bahçe Kültürleri Merkez Araştırma Enstitüsü'nde sürdürülmüştür. Aynı zamanda Ankara Üniversitesi ZFBB Bölümünde doku kültürü yoluyla hızlı çoğaltma denemeleri de yapılmış, sonuç olarak Tunceli sarımsağının sürgün kültürü yoluyla çoğaltılması denemesinde başarı elde edilmiştir. Bütün deneme çalışmalarında, doğal olarak 1100-1200 metrelik yüksekliklerde, taşlı çakıllı damarlarda yetişen sarımsağın ova koşullarında yetiştirilebilirliği ortaya çıkmış ve bitkinin 4-5 yıllık olduğu belirlenmiştir. ailelerle, kendi yaşamlarını ekonomik, hukuksal, sosyal ve kültürel alanda geliştirebilmeleri için, ortak çalışma ve ilgili kurum ve kuruluşlarla buluşma ve çözüm geliştirme başlıklarında yürütülecek çalışma, 1 Uzlaşmazlık Çözüm Uzmanı, 1 Tarım Ekonomisti ve 1 Psikolog desteğiyle ve Heinrich Böll Vakfının finansal katkıları ile yürütülecektir. Proje kapsamında, öncelikle durum tespitinin yapılmasına yönelik olarak, Ovacık ve Hozat ilçelerinde ilçe merkezine göç etmiş 80 aile ve bu ailelerden, kadın, erkek ve genç bireyler olmak üzere 3'er kişi ile yapılacak toplam 240 anket uygulaması yürütülecek ve bunun ardından odak grup toplantıları yapılacaktır. Her iki çalışmanın da sonuçları raporlandırılarak kamuoyu ile paylaşıma sunulacaktır. Aynı zamanda; AB, UNDP gibi uluslar arası kuruluş temsilcileri, ilgili sivil toplum kuruluşları, araştırmacı ve uzmanlar ve ilgili milletvekilleri ile de yüz yüze görüşmeler yapılarak, bu kişi ve kuruluşların yaklaşımları ve uygulama deneyimleri paylaşılacaktır. 2005 Ağustos ayı başında, 5 işsiz gençten oluşan bir ekip ile ileri düzey bilgisayar eğitmen eğitimleri başlayacaktır. Office programları, Web tasarım, sistem-donanım, bilgisayarlı muhasebe ve grafikerlik konularında eğitim alan 5 kişilik ekibin; Ovacık, Tunceli'ye bağlı diğer ilçeler ve Tunceli merkezde bilgisayar kursları düzenlemeleri sağlanacaktır. Bu 5 kişilik ekip, Ovacık ilçesinde 250 gence bilgisayar eğitimi verecektir. Ekibin aynı zamanda Tunceli genelinde zayıf olan teknik destek ve benzeri hizmetleri yapılandırmaları yoluyla bilgisayar sektöründe iş sahibi olmaları da sağlanacaktır. Deneme çalışmalarının yardımıyla projenin 2. evresi için 5 yıllık bir üretim planı yapılmıştır. Buna göre, aralarında yoğun toplayıcılık yapanların ve göç etmiş ailelerden olan kadınların da bulunduğu 20 kadın belirlenmiş, bu kadınlarla proje danışmanı olan Prof. Dr. Ruhsar Yanmaz'ın katılımı ile üretici eğitimleri yapılmış ve bunun yanı sıra bir tarımsal kalkınma kooperatifinin kurulması yolunda örgütlenme çalışmaları başlatılmıştır. Söz konusu 20 kadın ile 4 farklı alanda 2005 yılı Ekim ayında, yaklaşık 5-6 dönüm arazide ekimler başlatılacak ve Ağustos ayında kooperatif kuruluş başvurusu yapılacaktır. Böylece, kültüre alınan sarımsaklar kooperatif aracılığıyla ambalajlı, etiketli ve logolu olarak pazarlanabilecektir. Diğer yandan, toplayıcılığı önlemeye dönük köy ziyaretleri ve toplantılar devam etmektedir. Mart ayında tüm öğrenciler, öğretmenler, subay ve astsubaylar, belediye personeli ve çiftçilere dönük bir dizi eğitim Mustafa Bektaş'ın gönüllü katkılarıyla yapılmıştır. Bunun yanı sıra, Toplum Merkezi yerel müzik ve çeşitli sanat gruplarını da desteklemektedir. Tunceli Çalıştayı başlıyor Zorunlu göç mağduru olan ve yoksullukta en riskli grupları oluşturan çılış, Ovacık ilçesinde 15 Haziran 2005 tarihinde yöre geleneklerine uygun aşure dağıtımı ve ardından büyük bir konser ile yapılan Toplum Merkezi Sosyal Riski Azaltama Programı tarafından desteklenmektedir. İşsiz gençler, İşsiz kadınlar ve Üniversite ve lise sınavlarına hazırlanan öğrenciler için başlatılan çalışma, toplumun en dezavantajlı kesimlerine eğitim, istihdam ve mesleki alanda beceri geliştirme konusunda olanak sağlıyor. Proje kapsamında 20 kadın geleneksel Süryani sanatı olan Telkari gümüş işlemeciliği atölyesinde 1 yıl süreyle ustalık eğitimleri alacaktır. Yüz yüze görüşmeler ve toplantılar yoluyla belirlenen 20 kadının katılacağı eğitimler 15 Ağustosta başlayacaktır. Eğitimleri Mardin Midyat Süryani Kültür Derneği'nden bir usta sürdürecektir. 1 yıllık eğitimin ilk 6 ayından sonra pazara yönelik takılar üretilmeye başlanacak ve böylece atölye kapsamındaki kadın üreticilerin gelir elde etmesi sağlanacaktır. Aynı zamanda, Tunceli motiflerini derleyen ve bunu telkari sanatına yansıtan bir tasarım çalışması da yürütülecektir. Proje başlangıç tarihinden önce, 2004 yılının Ekim ayında, Halk Eğitim Merkezi, Milli Eğitim Müdürlüğü, Kaymakamlık ve UYD işbirliği ile başlatılan üniversite ve liselere hazırlık kurslarından 135 öğrenci yararlanmıştır. Hazırlık kursları boyunca öğrenci ve öğrenci ailelerine rehberlik hizmeti verilmiştir. 2005-2006 yılını içeren hazırlık kursları ise 2005 Ekim ayında başlatılacaktır. Eylül 2005 51 Saha uygulamaları sırasında, söz konusu 80 ailenin mensup olduğu köylerde gelecekte köye dönüşle ilgili fiziksel altyapı ve üst yapı, ekonomik, sosyal ve kültürel uygulamalarında ortak davranış gösterebilmeleri ve örgütlenmelerini kolaylaştırması bakımından köy kurulları oluşturulacaktır. Ailelerin, kendilerinin belirleyeceği köy kurulları; lider nitelikli, sözüne güvenilir ve saygı duyulan kişilerden oluşacaktır. Son olarak, Tunceli ilinde bir çalıştay düzenlenerek; olanaklar, işbirliği zeminleri ve program proje önerilenin geliştirilmesi sağlanacaktır. Tunceli Çalıştayı'ndan elde edilen tüm çıktılar derlenip ilgili kurum/kuruluşlar, kişiler ve basının paylaşımına sunulacaktır. İlk kez göç olgusunun yaşandığı örnek bir ilde, kamuoyuna açık bir şekilde tüm tarafların bir araya gelerek köye dönüş konusunu ele almaları, hem ilde demokratik ortamların doğmasında yardımcı olacak hem uzun yılardır zedelenmiş diyalog zeminin yeniden yaratılmasında etkili olacak hem de tüm tarafların ortaklığında uygulama önerileri oluşturulmuş olacaktır. Tunceli'de hayvancılığa destek Ovacık ilçe merkezine göç etmiş olan ve göç nedeniyle tarımsal üretim bağları zayıflamış olan 17 yoksul aile ile Gelir Getirici Mikro Kredi Çalışması çerçevesinde başlatılan proje, SRAP destekli olarak uygulanmaktadır. Söz konusu ailelerin köylerine geri dönüşlerinde adaptasyonlarının sağlanması ve ekonomik alt yapının oluşturulmasının amaçlayan proje kapsamında, 289 koyun ve 17 koç dağıtılmıştır. Projede, 1 ziraat mühendisi ve 1 veteriner hekim gönüllü destek vermektedir. Proje uygulamaları sırasında, kaymakamlık işbirliği ile yem bitkisi, ilaç ve aşı desteği sağlanmıştır. Diğer yandan, söz konusu aileler yazın köylerinde kışın ise ilçe merkezinde bulundukları ve ilçe merkezinde ahır olanakları bulunmadığı için üretimde sıkıntı yaşamaktadırlar. Bu nedenle, ilçe merkezinde ahır yapımları için kaymakamlık harekete geçirilmiştir. UYD, bu projenin deneyimi ve etki gücüyle söz konusu 17 ailenin de içinde bulunduğu 60 aileyi kapsayan bir mandıra projesi hazırlamış ve SRAP'a sunmuştur. Proje şu anda değerlendirme aşmasındadır. Kent Tarımı Dergisi YOLSULLUKLA MÜCADELE No.2, Eylül 2005 Kent Tarımı Seminerleri Sonuç Bildirisi 10-11-12 Ağustos tarihlerinde, UYD (Ulaşılabilir Yaşam Derneği) tarafından düzenlenen Yoksullukla Mücadelede Bir Alternatif “Kent tarımı” seminerleri esnasında yapılan görüşme ve toplantı sonucunda, biz aşağıda imzası bulunan kuruluşlar Kent Tarımı'nın ülkemizde ve özellikle büyük kentlerde geliştirilmesi için bu bildiriyi yayınlamayı uygun bulduk. Kent Tarımı, İstanbul ve Türkiye'nin diğer bir çok ilinde, geçmişten günümüze kentsel çevre tasarımı, gıda zincirinin ve sürdürülebilir kentsel kalkınmanın pek fark edilemeyen halkası olarak önemli bir yere sahip olmuştur. Gürpınar'da yürütülen Kent Tarımı Projesi, eksik kalan yanları ile birlikte, özellikle yoksullukla mücadele ve risk altındaki grupların gıda güvencesinin sağlanmasında önemli başarılar sağlamış ve bundan sonra geliştirilecek projeler için model olma özelliğini kazanmıştır. Aynı zamanda, proje alanı kent içinde yeşil ve güzel bir görüntü yaratarak, sürdürülebilir kent alanı da yaratmaktadır. Diğer yandan, projeye katılan kadınların sosyal ve ekonomik yaşam standartlarında görülen değişiklikler, cinsiyetler arasında eşitliğin sağlanması açısından önemli açılımlar sağlamaktadır. Biz aşağıda imzası olan kurumlar olarak; kentlerimizde gıda güvenliğini arttırmak, kent yoksulluğuna eğilmek, kentsel çevre ve sağlık yönetimini iyileştirmek ve daha katılımcı yönetişim biçimlerini olası kılmak ile kentsel bio-çeşitliliği korumak adına İstanbul ve diğer kentlerde uygulanan kentsel tarım deneyimlerini teşvik ederek kent yöntemlerini geliştirme iddiamızı yineliyoruz. Biz buradaki kuruluşlar, yılda en az bir kere, kent planlama ve toprak kullanımı, atık suyun ve organik katı atığın yeniden kullanımı, kent tarımına yönelik kredi ve pazarlama konularındaki metodolojiler, temel ilkeler ve mekanizma araçlarını geliştirme ve yayma konusunda kendimizi görevli kılıyoruz. Tüm kamu ve özel tarafların kent tarımının uygulanması, teşvik edilmesi ve her yönden desteklenmesi alanlarında yapılacak çalışmaları benimsemeleri için davet ediyoruz. Eylem Planı 1- Kent tarımını destekleyen ve içinde olmak isteyen tüm kurumlar ile bir ağ kurularak birlikte çalışma koşullarını yaratmak. 2- Uluslar arası alanda benzer çalışma yürüten kurumlar ile ilişki kurarak daha geniş ağlara dahil olmak ve dünya ölçeğinde gerçekleştirilen konu ilgili her türlü çalışma ve deneyime ulaşmanın koşullarını yaratmak 3- Tanıtım toplantıları, sunumlar vs ile belediyelerin ve şehir plancıları odalarının gündemine “imar planlarına kent tarımı kavramının da sokulması için çalışma başlatmak 4- Uygulama örneklerini yaşama geçirerek yoksullukla mücadele ve gıda güncesinin sağlanmasında etkili önlemler almak. Kalkınma alanında çalışan tüm resmi ve sivil kurumları, tarım ile ilgili çalışma yürüten araştırma enstitüleri ve üniversiteleri ve özellikle de tüm belediyeleri bu bildiriye sahip çıkmaya davet ediyoruz. Bu yayın Avrupa Birliği desteğiyle oluşturulmuştur. Bu yayında geçen görüşler hiçbir şekilde Avrupa Birliği görüşlerini yansıtmamaktadır. Proje Avrupa Birliği Komisyonu tarafından finansal olarak desteklenmekte ve Türkiye İş Kurumu tarafından yürütülmekte olan Aktif İş Gücü Programları kapsamında gerçekleştirilmektedir. Kent Tarımı Dergisi; Kent Tarımı İçin Kaynak Merkezi (RUAF) ve ETC Hollanda tarafından yürütülen ve DGIS Hollanda ve IDRC Kanada tarafından finanse edilen program çerçevesinde basılmaktadır. Kent Tarımı Dergisi 4 ayda bir basılır. İngilizce olan yayına www.ruaf.com adresinden ulaşılabilir. Bu Sayıda Yer Alan Yazarlar - Sangeettha Purushothaman - Çağdaş Kaya - Joanna Wilbers, Alice Hovorka, René van Veenheuizen - Gordon Prain - Beacon Mbiba - Cai Yi Zhong, Zhang Zhangen - Prof. Dr. Nükhet Hotar Başargan - Jac Smith - Coşkun Can Aktan, İstiklal Yaşar Vural - Takawira Mubvami, René van Veenheuizen - Reşat Akçay - Uz. Gülay Beşirli - Çağdaş Kaya Sorumlu Editör René van Veenhuizen (Urban Agriculture Magazine) Editör Çağdaş KAYA Tasarım Jan Hiensch, Leusden Atilla Akın, Türkiye Baskı DataPrints®, İstanbul Avrupa Birliği Tarafından finanse edilen ve İŞKUR tarafından yürütülen Aktif İstihdam Tedbirleri Programı kapsamındaki KENT TARIMI PROJESİ, Ulaşılabilir Yaşam Derneği (UYD) tarafından, Gürpınar Belediyesi (İstanbul/ Büyük Çekmece) işbirliği ile hayata geçirilmektedir. Katkılarınız için 2500 kelimeyi geçmeyen, illüstrasyonları mümkünse dijital ortamda, referans ve giriş bölümü bulunan makalelerinizi bekliyoruz. Ayrıca göndereceğiniz tüm resim ve ilgili çalışma konferans ve yayınlarla alakalı bilgi gönderebilirsiniz. Dergimizde yayınlanmasını istediğiniz reklam ve ilanlarınız için; Meşrutiyet Cad. No:180 Nur Apt. Kat:4 Şişhane, Beyoğlu adresi, 0 212 243 99 80 no'lu telefon ve 0 212 243 98 25 no'lu faks numaraları ve ayrıca www.uyd.org.tr web sitesi aracılığı ile başvurabilirsiniz. Adres Meşrutiyet Cad. No:180 Nur Apt. Kat:4 Şişhane Beyoğlu, İstanbul / Türkiye Tel: +90.212.2439980 Fax: +90.212.2439825 www.uyd.org.tr (info@uyd.org.tr) www.ruaf.org (ruaf@etcnl.nt)