Yaz Dönemi - Hayatım Futbol
Transkript
Yaz Dönemi - Hayatım Futbol
2 2AĞUSTOS2 01 4-SAYI 1 41 KAOSUN GÖL GESi NDE DERBi L aL i g a Pr e v i e w Va l e nc i a Re hbe r i Bunde s l i g a Pr e v i e w Yayın Koordinatörü Derbi zamanı İlker Yılmaz Nihayet futbol özlemimiz son buluyor. İstanbul’un kavgalı çocukları Fenerbahçe ile Galatasaray Süper Kupa finalinde kozlarını paylaşacak. Kaosun eksik olmadığı, Ersun Yanal’in ayrılış süreciyle yeni bir kriz dönemine giren ve teknik direktörlük koltuğuna ‘Fenerbahçe’nin çocuğu İsmail Kartal’ı’ getiren sarı-lacivertliler için bu kupayı kazanmak, bunu da ezeli rakibini yenerek yapmak çok büyük bir anlam ifade ediyor. Tabii, Kartal için de… Çiçeği burnunda hoca da kendini camiaya ispatlamak isteyecek. Diğer tarafta ise, Terim krizi sonrası, Roberto Mancini ile sezonu tamamlayan ancak İtalyan hocayı gönderip yerine bir başka İtalyan Cesare Prandelli’yi getiren Galatasaray da bu kupayı üçüncü kez müzesine götürmek istiyor. Mancini sonrası taraftara daha fazla güven veren Prandelli’nin Türkiye’de ilk ciddi sınavı bu derbi mücadelesi olacak. Biz de Hayatım Futbol ekibi olarak bu derbiyle ilgili bizleri neler beklediğini, iki takımın son durumunu ve son iki yılda birbiriyle Süper Kupa için mücadele veren bu iki takım için bu kupanın ne anlam ifade ettiğini derledik. Editör Cantürk Temelli Yazarlar Bahadır Bozkurt Cihat Akbel Emre Çelik Mehmet Ali Çetinkaya Orhan Uluca Sercan Ergün Ayrıca bu sayıda; bu hafta sonu başlayacak olan La Liga ve Bundesliga dosyaları, Jürgen Klopp’un futbol dünyasına ismini teknik adam olarak duyurduğu Mainz’in bugünü, Avrupa’da geçen sezon ses getiren ve ülkesi Bulgaristan’da peri masalını yazmaya devam eden Ludogorets’i ve 1. Dünya Savaşı’nda hayatını kaybeden Türk futbolcularla ilgili dosyaları bulabileceksiniz. Unutmadan, Emre Çelik’in özel Valencia dosyası ve 9 Dünya Kupası’nı yerinde izleyen ayaklı tarih Manolo el del Bombo ile gerçekleştirdiği söyleşi de sizlerle. Keyifli okumalar, Cantürk Temelli iletisim@hayatimfutbol.com team@mobilike.com #141 BU SAYIDA Kaosun Gölgesinde Büyük Derbi Sezon, Fenerbahçe ile Galatasaray’ın Süper Kupa randevusuyla başlıyor Bundesliga’dan Merhaba Bundesliga’da 52. sezon heyecanı başlıyor. Bu sezon da Bayern ve Dortmund zirve yarışında kozlarını paylaşacak İspanya’da Santra Zamanı Atletico Madrid’in şampiyonluğuyla biten sezonun ardından La Liga’da kıyasıya yarış için ilk düdük çalıyor Mestalla ve Manolo el del Bombo Emre Çelik’in Valencia dosyası ve ayaklı tarih Manolo el del Bombo söyleşisi Peri Masalı Ludogorets Razgard Bulgaristan futbolunun son yıllardaki parlayan yıldızı Ludogorets’in ilginç hikayesi Mainz’ın Yolu Klopp ile temelleri atılan Tuchel’le zirveye çıkan Mainz, şimdi Danimarka’nın gözbebeği Hjulmand’in ellerinde Şehit Türk Futbolcular 1. Dünya Savaşı sırasında 10 milyona yakın insan hayatını kaybederken bunlardan bazıları da bu topraklarda top koşturan Türk futbolculardı Sercan Ergün Futbol Kültürü HF141 ŞEHiT TÜRK FUTBOLCULAR Resmi tarih bize hep böyle anlattı: Sırp milliyetçisi bir gencin, Avusturya-Macaristan İmparatorluğu veliahtı Arşidük Franz Ferdinand ve eşine sıktığı kurşunlar; 4 yıl sürecek ve yaklaşık 10 milyon insanın hayatına mal olacak bir savaşın yegane sebebidir. Savaşı başlatan asıl gerekçeler ise bu yazının değil, siyasi tarihin konusu. ‘’Birinci Cihan Harbi’’nin 100. yıl dönümünde, elbette ki savaş alanlarında hayatını kaybeden futbolcuları anmadan geçmek olmaz. Yazının birinci bölümünde, Birinci Dünya Savaşı’nda; özellikle de Çanakkale Cephesi’nde hayatını kaybeden futbolcuların hikayelerini kaleme aldık Yalnızca Avrupa’yı değil, tüm dünyayı kasıp kavuran 1.Dünya Savaşı sırasında Galatasaray, Fenerbahçe, Beşiktaş ve Ankaragücü’nün toplam 70 futbolcusu çeşitli cephelerde şehit düşmüş. Galatasaray’a ait kayıtların çok düzenli tutulması nedeniyle şehit düşen futbolcu sayısının olduğundan fazla gözüktüğü, Beşiktaş’a ait kayıtların işgal yıllarında kulübün yağmalanması sonucu ortadan kaybolduğu ve Fenerbahçe’ye ait kayıtların da kulüp binasında çıkan yangında tahrip olduğu belir-tiliyor. Özellikle de Çanakkale Cephesi’nde şehit olan, yaralanan ve esir düşen futbolcu sayısı belirlenenden çok fazla, ancak kayıt yetersizliği nedeniyle tam sayı bilinmiyor. Ankara, Bursa, İzmir ve Trabzon gibi kentlerde bulunan kulüplerde oynayan futbolcular da savaşa katılıyor; ancak o yıllarda kayıt tutulmadığı için bugün o isimsiz kahramanların hikayesine ulaşma şansımız ne yazık ki yok. Önce vatan, sonra Fener Eski Fenerbahçeli futbolculardan Sedat Taylan’ın yayınladığı kitapta ‘’O zaman Fenerbahçe müdafaasının belkemiği olan’’ Fenerbahçeli Arif ise, hikayesini bildiğimiz oyunculardan. Bu ‘’Zayıf, fakat çok çetin, gözüpek’’ oyuncu, 1919/20 sezonunun ilk maçı olan İdmanyurdu mücadelesinde yer almak için Ulukışla’dan yola çıkıyordu. Takım kaptanı olan İstihkam Subayı Mülazımıevvel (Astsubay) Arif, 1917 yılında da at sırtında 26 saat yolculuk yaparak Galatasaray karşısına maça çıkmıştı; aynı Ethem ve Galip’in (Kulaksızoğlu) yaptığı gibi. Ancak bu kez 2 numaralı formasını giymek nasip olmamıştı, zira yolda kalbine yediği bir kurşunla şehit olmuştu. Onsuz kazanmak zorundaydılar, sahaya Arif olmadan çıkan 10 oyunculu Fenerbahçe rakibini 11-0 mağlup ederek galibiyeti onun aziz hatırasına adamıştı. Çanakkale Savaşı’nda şehit düşen Zeki, Hüsnü ve Neşet; Fikirtepe Bataryası’ndan Nurettin ve Halim ve yüzbaşı rütbesi ile şehit düşen fakat hakkında hemen hemen hiçbir kayıt olmayan Arif (Emirzade), Fenerbahçe’nin savaşa kurban verdiği evlatlarının bazıları. Aynı Fenerbahçe’nin ikinci takımında oynayan ve Anadolu’ya silah sevkiyatını gizlice kulüp binasından, balıkçı kisvesi altında yapan ve işgal kuvvetlerinin yaptığı baskın sonucu şehit olan Refik ve Mustafa Beyler gibi. Top peşinde ömür geçirmesi gereken bu genç adamların, vatan savunması için kısacık ömürlere sahip olmaları ise hayli acı verici. Hepsi yüksek tahsilli ve dil bilen futbolculardı. İmparatorluğu ile kol kola girdiğimiz savaşta, Kafkas Cephesi’nde hayatını kaybeden Beşiktaşlılar. Kazım ise, Beşiktaş kaptanı ve aynı zamanda şairdi. Refik Osman Top’un anılarında ‘’Terbiyeli, haluk, karıncayı bile incitmeyen bir genç’’ olarak anlattığı Kazım, Anzaklar’a karşı destan yazan 27. Alay’ın bir neferiydi. Komutanının ‘’Emir erim ol’’ dediği Kazım, bu emri ‘’Ben sporcuyum. Diğerlerine göre daha zinde ve atik biriyim. Cephede daha çok işe yararım’’ diyerek geri çevirmişti. Sırtına isabet eden bir gülle ile şehit olan Kazım’ın cebinden, içinde ‘’Biz 11 arkadaşız, lakin arkamız daha var’’ mısrası da yer alan Beşiktaş Marşı’nın yazılı olduğu bir kağıt çıkmıştır. Rıdvan da, Çanakkale’de şehit olan bir başka Beşiktaşlı futbolcuydu. 1916/17 sezonunda, oyuncularını cephede kaybeden Beşiktaş; Galatasaray ve Fenerbahçe’nin yaptığı gibi ligde İşgal yıllarında, İstanbul’da Fransız ve İngiliz takımlarını yenen Fenerbahçe, matem yaşayan halka savaş boyunca bir nebze de olsa umut vermiştir. Harrington Kupası’nı, işgal karmasını 2-1 yenerek kazanan Fenerbahçe’nin, o yıllarda genç takım oyuncusu olan Bedri Gürsoy ‘’Hem havan topuyla, hem futbol topuyla savaş kazanan tek ülke biziz’’ diyerek o günleri özetlemişti. Siyah-beyaz vatan aşkı Doktor Ali, Doktor Mehmet, Asım ve Muallim Sadi... Onlar, şanlı müttefikimiz(!) Alman Savaşta şehit olanlar sebebiyle 15-16 yaş ağırlıklı Fenerbahçe kadrosu 15-16 yaşındaki gencecik çocuklarla mücadele etmek zorunda kalmıştı. Sultani’nin evlatları Mekteb-i Sultani, tarihi Osmanlı Devleti’ne dayanan bir kurum. Ali Sami Yen’in, bir edebiyat dersinde arkadaşlarıyla kurduğu Galatasaray da bu kadim lisenin ayrılmaz bir parçası. 238 Hasnun Galip, paşa çocuğu olmasına rağmen gönüllü olarak cepheye gizlice giden bir Mekteb-i Sultani talebesiydi. Galatasaray futbol takımında da oynayan Hasnun Galip, Balkan Savaşı’na gönüllü olarak katılmıştı. Birinci Dünya Savaşı’na ise, ihtiyat zabiti namzedi (yedek subay öğrenci) olarak katılan oyuncu, 1915 yılında Çanakkale Cephesi’nde şehit düşen binlerce insandan sadece biriydi; aynı Kürt Celal, Kaleci Hamdi, Neşet, Refik Ata, Mehmet Ali, Hasip, Cemil ve Nazmi gibi. Balkan Savaşı’na kendi atıyla katılan, Çanakkale Cephesi’nde arkadaşları kollarında şehit olan Emin Bülent Bey ise; 1932 yılında Köşk’e, Gazi Mustafa Kemal’in huzuruna çıkarak Çanakkale Savaşı’nda şehit olan arkadaşları için yazdığı şiiri okumuştur. Spancer ve Sarah Robenson, Hindistan’da yaşayan iki İngiliz. İslamiyet’i seçtikten sonra İstanbul’a göç eden çift, Ahmet, Abdurrahman ve Yakup isimlerini verdikleri üç erkek çocukları oluyor. Ahmet ve Abdurrahman’ın, Galatasaray formasıyla şampiyonluk gördükleri rivayet edilir. Çanakkale’ye gönüllü olarak giden Abdurrahman Kafkas cephesinde, Yakup ise Çanakkale’nin ardından gittiği Bağdat’ta ne ironik ve acıdır ki bir İngiliz askerinin silahından çıkan kurşunla şehit olurlar. Robenson ailesinin sağ kalan tek çocukları Ahmet ise, daha sonra Galatasaray başkanlığı yapmıştı. Irak’ta şehit düşen Celal İbrahim ve Trablusgarp’ta şehit düşen İdris, Galatasaray’ın bu kanlı savaşa verdiği diğer kurbanlar olarak tarihte yerini aldı. Tüm dünyayı cephelere bölen, milyonlarca insanın ölmesine, birçok imparatorluğun yıkılıp sınırıların yeniden çizilmesine neden olan bu savaş, futbola, Emin Bülent bizim topraklarda meşin yuvarlağa gönül verenlere de ne yazık ki acı bir şekilde etki etmişti. Oturan İdris, Soldaki Kürt Celal, beyaz kazaklı Abdurrahman Robenson, diğeri Asım. Cihat Akbel Galatasaray - Fenerbahçe Özel HF141 Süper Kupa finalinde arka arkaya 3. kez karşılaşacak olan İstanbul’un kavgalı çocuklarının maçı, Dünya Kupası’ndan sonra kendini rölantiye alan futbolseverler için sezon başlangıcı olarak kabul edilecek. Son iki kupayı sarı-kırmızılılar kazandı. İki finalden farklı olan tek şey bu sefer Fenerbahçe’nin lig şampiyonu unvanıyla katılacak olması. Fakat yine bir tarafın kaosu ağır basıyor. İsmail Kartal için hayati sınav Ersun Yanal’ın gelişiyle birlikte ezeli rakibinin psikolojik ve de lig şampiyonluğu sayısında gerisinde kalmış Fenerbahçe’de tablo çok da toz pembe değildi. Tartışmalar ligin ilk maçlarında da kötü sonuç ve futbolla artmaya başladı. Fakat Ersun Yanal kulaklarını tıkadı ve takımını, ego savaşları ve teknik direktör krizi yaşayan ezeli rakibinin önünde şampiyonluğa taşıdı. Oynanan futbol yeteri kadar beğenilmese de değerli olan başarıldı ve şampiyonluk geldi. Her şey iyi gidiyordu. Takıma Diego takviyesi yapıldı ve fazlalık yabancılardan kurtulma operasyonu maliyetli de olsa cesurca işletilmeye başlandı. Mayıs ayında sözleşmesi uzatılan Ersun Yanal’ı Temmuz ayında bambaşka bir kriz bekliyordu. Takımın mutlak ve de tek sahibi Aziz Yıldırım basın açıklamalarında çekinmeden teknik direktörünü eleştirmeye başladı. Kriz durulacak gibi değildi. Sonra tüm süreç bir Türkiye klasiği gibi işlemeye başladı. Algı ve bezdirme operasyonu zaten kendini ifade etmede çok başarılı olmayan Ersun Yanal’a karşı harekete geçirildi. Ses kayıtları, basın, oyuncuların memnuniyetsiz demeçleri ve de diğer tüm yollar kullanıldı. Hızlı işleyen süreç geldiği günden beri gerekli saygıyı göremeyen, sık sık camia içinde küçümsenen Ersun Yanal’la yolların ayrılmasıyla son buldu. Sona eren bu olsa da yeni bir kriz kapıdaydı. Hazırlık maçlarında alınan kötü sonuçların ve berbat futbolun telaşı kendini bu seviyelerde ispat etmemiş İsmail Kartal’ın göreve getirilmesiyle birlikte daha da üst seviyelere çıktı. Göreve yine bir “Fenerbahçe’nin çocuğu” atandı Ersun yanal’ın istifasıyla birlikte göreve gelen İsmail Kartal’ın ilk icraati takım savunmasının üzerine daha fazla durması oldu. ama Aziz Yıldırım’ın Fenerbahçe’nin çocuklarıyla ilişkisi hiçbir zaman iyi bir finalle sonuçlanmadı. İsmail Kartal’ın takımın başına geçmesiyle birlikte takımdaki hava bir anda değişti. Ersun Yanal’dan memnun olmayan futbolcu sayısı çok fazlaydı ve gönderilme yöntemi kabul edilemez olsa da böyle bir değişikliğe ihtiyaç olduğu net bir şekilde ortaya çıktı. Hazırlık maçlarında alınan iyi sonuçlar ve kısa sürede değişen futbolcu performansı İsmail Kartal için ilk etapta değerli gözüküyor. Fakat her iki taraf için de çok büyük anlama gelen İstanbul derbisinin sonucu onun kredisine iyi ya da kötü anlamda Fenerbahçe’nin savunma elemanları yaptıkları hatalarla göze batıyor. etki edecektir. Kupayı kazanırsa kısa sürede edindiği olumlu izlenim güvene evrilebilir. Tersi ise lig başında alınacak sıkıntılı sonuçlarla birleşirse Fenerbahçe’de şimdilik dinmiş olan kaos ortamı tekrar canlanabilir. Değiştirilmeye çalışılan takım savunması ve istekli futbol Olimpiakos’la oynanan maçta göze çarpan birkaç nokta vardı. Savunma güvenliğine çok fazla önem vermeyen Ersun Yanal’ın aksine İsmail Kartal’ın takımı bu konuda daha dikkatliydi. Bunda hocanın yeni gelmiş olmasının etkisi olsa da kenar oyuncuların beklere yardımı, orta sahanın daha net oynaması ve mevkisi değiştirilen bazı futbolcuların varlığı taktik olarak İsmail hocanın Ersun Yanal’ın bir devamının olmayacağının ufak kanıtlarıydı. Roma maçındaki iyi oyun takımın daha da iyiye gittiğini göz önüne serse de özellikle kaleci Volkan’ın ve defans oyuncularının bireysel hataları bu konunun üzerine daha çok gidilmesi gerektiğinin açık göstergeleri. şart. Bunlara ek olarak da fizik gücü artan ekibin kanat organizasyonlarında da farklı varyasyonlar uyguladığını görmek mümkün. Prandelli takımını yerden oynatmaya çalışıyor. Sıkı bir takım savunması uygulamak ve organize olmak da diğer mühim olmazsa olmazları. Bu sistemde takımın kilit oyuncusu Sneijder olabilir. Kupa maçında da onun performansı çok önemli olacak. İsmail Kartal kadar Prandelli’nin bu kupaya hayati ihtiyacı olmasa da iyi durumda olmayan rakipleri önünde sezona 1-0 önde başlamak eşsiz öneme sahip. Prandelli ve yeni sistem Galatasaray’da ise Prandelli dönemi başladı. İlk hazırlık maçlarında tablo doğal olarak çok iyi gözükmese de iyi bir hava yakalanmış durumda. Hala belirsiz noktalar var. Dünya Kupası sonrası takıma geç katılan Sneijder’ın dönüşü önemli. Performansı da bu durumdaki bir oyuncu için hiç fena gözükmüyor. Hala yapılacak 2 yabancı oyuncu transferi olduğu söylense de bu iş son günlere bırakılmış gibi duruyor. Peki ne değişti? Çok fazla kadroyla oynadığı için eleştirilen Mancini’den sonra Prandelli futbolseverleri bu konuda rahatlatmış gözüküyor. Belli bir kadro istikrarı söz konusu. Tüm hazırlık maçlarında göze çarpan diğer değişikliler ise birlikte hareket etme, şok presi ve toplu hücum. 4-2-3-1 gibi sahaya dizilen Galatasaray’da Burak’ın önemi bir kat daha artıyor. Burak iyi durumda değil ve bu bölgeye bir transfer Prandelli’li Galatasaray daha çok pres yapan, hareket eden ve hücumda etkili bir takım olma yolunda. Orhan Uluca Almanya HF141 BUNDESLIGA’DAN MERHABA Bundesliga’nın 52. sezonu başlıyor. İki yıl önce Şampiyonlar Ligi’nde final oynayan iki Bundesliga takımının ardından 2014 yılında Dünya Kupası’nı da futbolcularının büyük çoğunluğunun yerel ligde oynayan Almanya Milli Takımı’nın kaldırmasıyla ligin çekiciliği bir kat daha arttı. Canlı maç izleme oranı en yüksek lig olan Bundesliga, parası olan şeyhlerin takımları oyuncak etmesine geçit vermeyen yapısı ve kendisine has kültürü ile her geçen sezon izlenirliğini arttırmaya devam ediyor TRANSFER Bu yaz Bundesliga takımları transfere 227 milyon euro para akıtırken yaklaşık 188 milyon euro gelir elde edildi. Yıllardır oyuncu bonservislerine verdiği fahiş fiyatlarla anılan Bayern Münih’in bu sezon kasasından sadece 13 milyon euro çıkarken Toni Kroos ve Mario Mandzukic’in satışıyla beraber 53 milyon euroluk bir gelir elde ederek toplamda kar hanesine 40 milyon euro yazdırdı. Avrupa’da bu yaz en fazla kâr yapan 4. kulüp olarak ismini listeye yazdırdı. Beklentinin aksine Borussia Dortmund bonservis harcaması söz konusu olduğunda oyunculara en fazla yatırım yapan kulüp olarak toplamda 46 milyon euroluk bir harcama gerçekleştirdi. Bu rakam da onları bu yaz kasasından en fazla para çıkan Avrupa’nın 11. kulübü yaptı. Oyuncu satışından ise sarı-siyahlı kulüp sadece 2.6 milyon euroluk bir gelir elde etti. Bu açıdan bakarsak Dortmund ile Bayern Münih’in rollerini değiştirdiğini söyleyebiliriz. Bayer Leverkusen ise Emre Can’ı 12 milyon euro karşılığı Liverpool’a verirken Hakan Çalhanoğlu (14,5), Josip Drmic (6,8) ve Gremio’dan sol bek Wendell (6,5) ile beraber toplamda 31 milyon euroluk harcamayla Dortmund’un ardından en fazla para harcayan ikinci kulüp oldu. Transfer döneminde aktif olan bir başka Bundesliga kulübü ise Hoffenheim’dı. Dortmund sonrası 5 milyon euroya Joselu’yu Hannover’e satmasına rağmen en fazla zarar yapan kulüp oldular (-11,3). Ciro Immobile Bayern Münih’in sözleşmesinin bitimine bir yıl kala Real Madrid’e 30 milyona sattığı Toni Kroos zirveye yerleşti. İkinci sırada ise aynı takımdan 22 milyon euro karşılığı Hırvat Mario Mandzukic’in La Liga şampiyonu Atletico Madrid’e transferi oldu. Bonservisi elinde top 5 1-Robert Lewandowski (Bayern Münih) Sezonun hiç şüphe yok ki en flaş transferine Bayern Münih imza attı. Takımıyla iki ya da üç yıllık Ciro Immobile ve Toni Kroos Bundesliga takımları toplamda 211 oyuncu ile sözleşme imzalarken 181 oyuncuya da takımlar yol verdiler. Transfer döneminin en yüksek bonservis bedeli ise geçtiğimiz yılın Serie A gol kralı olan Ciro Immobile’e Dortmund’un ödediği 19,5 milyon euro bonservis oldu. İkinci sırada ise Hamburg’un geçtiğimiz sezonun devre arasında sözleşmesini uzattığı Hakan Çalhanoğlu’na Bayer Leverkusen’in 14,5 milyon euro ödemesi oldu. Gidenlerden ise Robert Lewandowski sözleşmesi olsaydı değeri en az 50 milyon euro olacak bir futbolcuyu bedavaya alarak bu yılın da en çok konuşulan transferini gerçekleştirmiş oldu. 2-Aaron Hunt (Wolfsburg) Bir ara ismi Beşiktaş ile anılmış olan Hunt futbol döneminin en olgun yaşında. Kronik sakatlığından da kurtulan Alman oyuncuyu alan Wolfsburg oldukça karlı bir transferi bitirmiş oldu. 3-Sebastian Rode (Bayern Münih) Jürgen Klopp’un onu çok istediğini biliyorduk. Avrupa’nın bazı kulüpleri de peşindeydi ama Bayern Münih Polonyalı golcüde yaptığı gibi işi çok erken bitirerek Rode’yi bonservisi elinde takıma kazandırdı. 4-Niklas Bendtner (Wolfsburg) Arsenal’de aynısının gol atanı ve top sürebileni olduğu için değerinin altında işlem gördü. Wolfsburg onu hem ekonomik olarak hem de Bas Dost ve Olic gibi rekabet edebileceği bir ortamda forma şansı vererek tatmin edecek. 3-Matthias Ginter (10 milyon) Dortmund’u geçen sezon yıkan savunmadaki sakatlıklara daha iyi bir çözüm bulunamazdı. Sokratis ile beraber savunmanın her bölgesinde rahatlıkla oynayabilen Ginter’in Dortmund ile tencere kapak misali uyum sergilemesini bekliyoruz. 4-Yann Sommer (8 milyon) Ter Stegen’in yeri daha iyi doldurulamazdı. Mesut Özil’in parladığı Daimler Crysler turnuvasında en değerli oyuncu seçilen Sommer o günden bu yana gelişim gösterdi ve artık üst düzey bir ligde kendisini sınama zamanı. 5-Josip Drmic (6,8 milyon) Nürnberg’de geçirdiği harika sezonun ardından iyi bir transferi hak etmişti genç golcü. Stefan Kiessling gibi istikrar abidesi bir oyuncunun yanına gitmek belki çok doğru değildi ama Roger Schmidt ile iki forvetli sisteme geçiş yapan Leverkusen ona şans verecektir. 5-Ibrahima Traore (Mönchengladbach) İkinci Bundesliga’da Augsburg formasıyla harika işlere imza attı. Stuttgart’ın bunalımlı dönemine denk geldi ve şimdi Favre ile beraber gerçek gücünü sahaya yansıtacak. Gladbach’ın futbol aklı iyi bir transfer gerçekleştirdi. Yüksek Bonservisli top 5 1-Hakan Çalhanoğlu (14,5 milyon) Bayer Leverkusen’in bu transfer için kasasından 14.5 milyon euro çıkararak riske girdiğini söyleyebiliriz ama daha ilk maçlardan itibaren görüldü ki Hakan bu fiyata değer. 2-Adrian Ramos(9,7 milyon) Buraya pek çokları 19.5 milyon euro verilen Ciro Immobile’i almamı düşünebilrler ama ben nitelikli golcü için bir süre beklenmesi gerektiğini düşünüyorum. Öte yandan Adrian Ramos ise çok daha hızlı bir şekilede sonuç verecek güzel bir atılım. Hakan Çalhanoğlu Ederinden ucuza kapatılmış top 5 1-Sidney Sam (2,5 milyon euro, Schalke) Bonservisine verilen 2.5 milyon euro elbette çok az zira bu rakam Sidney Sam’in sözleşmesindeki fesih bedeliydi. Değeri çift basamaklı milyon eurolarla ölçülen Sam’i bu fiyata almak büyük başarı Schalke adına. 2-Andre Hahn (2,25 milyon euro, Mönchengladbach) Geçtiğimiz sezonun hiç şüphe yok ki en iyi çıkışını gerçekleştirmiş oyuncu. Augsburg’daki muazzam sezonun ardından ligin en hızlı futbolcusu Borussia Mönchengladbach’a transfer oldu. Arango’nun gitmesiyle boşalan kenara Venezuellalı oyuncudan çok daha iyi oturacağını düşünüyorum. 5-Pirmin Schwegler (1,9 milyon euro, Hoffenheim) Eintracht Frankfurt’ta Skibbe dönemi forma giyip parlamış İsviçreli oyuncu kısa sürede kaptanlığa kadar yükselmişti. Oyunun ritmini belirleyen ve şekillendiren orta sahanın Hoffenheim’da klasını çok daha iyi bir şekilde göstereceğinden kimsenin kuşkusu yok. ANTRENÖR DEĞiŞiKLiKLERi Thomas Schaaf 3-Sebastian Jung (2,5 milyon euro, Wolfsburg) Yıllardır istikrarlı bir şekilde Frankfurt’ta oynayan sağ bek Jung’un daha görünür olacağı bir takıma oldukça ucuza gittiğini söyleyebiliriz. 1990 doğumlu oyuncu Lahm’ın milli takımı bırakması ardından seçeneklerden birisi olacağını bu sezon gösterecektir. 4-Daniel Ginzcek (2,5 milyon euro, Stuttgart) Dortmund patentli ve Bochum’da çıkış yapmış yetenekli forvet geçtiğimiz sezon oldukça iyi olduğu noktada ağır bir sakatlık geçirdi. Nihayetinde 2.5 milyon euro gibi değerinin altında bir fiyata satılmasının nedeni takımı Nürnberg’in küme düşmüş olması. Sidney Sam Bu sezon Bundesligada 4 takım antrenörünü değiştirdi. Eintracht Frankfurt ile başarılı geçen iki yılın ardından Armin Veh takımdan ayrılırken Werder Bremen ile geçirdiği 40 yılın ardından değişikliğe giden Thomas Schaaf takımın başına getirildi. Öte yandan geçtiğimiz sezon antrenör konusunda oldukça sıkıntı çeken Stuttgart ise 2007 yılında kendilerini şampiyon yapmış Armin Veh ile anlaştı. Veh gibi kendi isteğiyle takımdan ayrılan Thomas Tuchel’in yerine ise Nordsjaelland ile 2012 yılında şampiyon olmuş Danimarkalı Kasper Hjulmand getirildi. Sezon içerisinde görevine son verilen Sami Hyppia’nın ardından ise Bayer Leverkusen yönetimi Salzburg’da iyi işler çıkaran Roger Schmidt’i takımın başına getirdi. Hazırlık maçlarını baz alırsak bu 4 antrenör içerisinde Thomas Schaaf ve Roger Schmidt’in başarılı maçlar çıkararak uyum sürecini en iyi şekilde atlatan teknik direktörler oduğunu söyleyebiliriz. ZiRVE YARIŞI Bu sezon da zirvede iki takımın çekişmesi bekleniyor. Geçtiğimiz iki sezonun şampiyonu Bayern Münih ile son dört yılda iki şampiyonluk iki kez de ikincilik elde etmiş Borussia Dortmund. Her takımın da artılarına ve eksilerine yakından bakalım. BAYERN MÜNİH Transferler Şüphe yok ki sezonun flaş transferini bonservisi elinde Robert Lewandowski ile yine onlar gerçekleştirdi. Lakin bu sezon geçtiğimiz yılların aksine gelenlerden çok gidenler konuşuluyor. Toni Kroos’un ikna edilememesi ve Real Madrid’e satılışının ardından kadroya gireceği dahi belirsiz olan Sebastian Rode ile ikame edilmesi net bir güç kaybı olarak görülüyor. Öte yandan Lewandowski çok daha nitelikli ve sisteme daha uyan bir profile sahip olsa da Guardiola için Mandzukic’in anlamı çok daha başkaydı. Pres gücü yüksek Hırvat golcü ceza sahası içerisinde etkin bir rol oynarken özellikle geçtiğimiz sezon Hertha Berlin maçında olduğu gibi sıkıştığı anlarda yüksek top seçeneğini teknik adama seçenek olarak sunabiliyordu. Maç kazandıran, sistem değiştiren joker rolünün bu sezon eksik olacağını düşünürsek daha kaliteli bir golcü Lewandowski’nin gelmesi dahi onun gidişinden doğan boşluğu gidermiyor. Dolayısıyla gerek Kroos’un gerekse de Mandzukic’in yerlerinin tam olarak dolduğunu söylemek çok da doğru değil. Öte yandan sol beke Juan Bernat’ın transferi ile beraber David Alaba’yı merkez opsiyonu kazandıran Guardiola üçlü savunma kurgusu için takımı şekillendirdi. Oyun planı Barça’da da sıklıkla üçlü savunmayı deneyen Guardiola bu sezon özlediği formasyona kavuşuyor diyebiliriz. Badstuber’in dönüşüyle beraber ayağı top yapan üç savunma oyuncusu ile beraber dört orta sahanın birleşiminden topa sahip olma konusunda takıma seviye atlatacağını söyleyebiliriz. Lewandowski gibi teknik kapasitesi Robert Lewandowski, Sebastian Rode yüksek ve kenarlarda da işlevsel olan bir merkez forvetle beraber ön üçlünün daha hareketli olmasıyla takımın boyunun da kısalacağını öngörmek çok da yanlış olmaz. Sorun şu ki Javi Martinez, Thiago ve Bastian Schweinsteiger gibi orta sahada yaşanılan sakatlıklar sonrası bu bölgeye bir oyuncu şart. Orta sahada adam eksikliği göze çarparken hücumda ise MüllerGötze ve Robben’den en az birisinin her maç yedek oturacak olması da Guardiola’nın üzerinde düşünmesi gereken diğer sorunu. Ne yapar? Ligi yeni sistemin getirdiği sorunlar ve Dünya Kupası’na gönderdiği 14 oyuncunun mental yorgunluğuna rağmen şampiyon bitirmesi çok da sürpriz olmaz. Avrupa’da yarı finali geçebilmesi için bu sezon deneyeceği farklı formasyona oyuncuların doğru reaksiyon vermesi gerekiyor. BORUSSIA DORTMUND Transferler Robert Lewandowski’nin boşluğunu iki merkez forvet transferiyle doldurdular. Serie A gol kralı Immobile henüz uyum sorununu aşabilmiş değil belki ama Adrian Ramos’dan hızlı bir şekilde verim alacağı hazırlık maçlarında görüldü. Öte yandan geçtiğimiz sezon yaşanılan sakatlıklar sonrası sezonu erken bir şekilde kapamasına neden olan stoper eksikliği Matthias Ginter ile kapatıldı. Öyle ki savunmanın her bölgesinde oynayabilen Ginter olası savunma önü boşluğunu da rahatlıkla giderebilir. Öte yandan mevzu bahis konu Jürgen Klopp olduğunda transfer edilen oyuncuların dönüşümü de söz konusu. Henrikh Mkhitaryan ve Aubameyang’dan bu sezon Dortmund çok daha başka verim alacaktır. Keza İlkay’ın yeniden topla buluşması da yeni transfer olarak da görülebilir. Oyun planı Jürgen Klopp’un uzun zamandır 4-2-3-1 ile fırtına gibi estiğini biliyoruz. Bu sezon merkez forvetin yanına Aubameyang’ı da yerleştirerek 4-4-2’ye dönüşen bir yapıya kavuşacak. Merkez-Gezgin forvet hattıyla yeri garanti olan isim ise ImmobileRamos’un arkasına yerleştirdiği Pierre-Emerick Aubameyang! Kevin Greussgreutz’un sol, Erik Durm’un ise sağ beki yedekleyeceği bu sistemin bilinmezi ise hangi orta ikili ile takımın mücadele edeceği. İlkay ve Nuri’nin hazır olmadığı ve kaptan Kehl’in de yaşının 35’e yaklaştığı noktada bir yönetmen krizi kaçınılmaz olarak Klopp’u bekliyor. Mkhitaryan’ı bir adım geriye çekerek devşiriyor olması Klopp’un ilerleyen zamanda karşısına çıkacak olan sorunu çözme girişimi olarak adlandırabiliriz. Nihayetinde topu ele geçirir geçirmez olabilecek en hızlı şekilde hücum etme girişimiyle Dortmund’u durdurmak bu sene de kolay olmayacak. Ne yapar? Şampiyonluk yarışında Bayern Münih’e zorluk çıkarabilecek yegane takım olmasının yanı sıra Şampiyonlar Ligi’nin sonuna kadar gidecek potansiyele sahip olduğunu da biliyoruz. ŞAMPiYONLAR LiGi BiLETi YARIŞI Donis Avdijaj SCHALKE 04 Transferler Kaleye Fabian Giefer’i aldılar ve fakat bu takım tartışılmaz bir kaleciye sahip değil. Bonservisi elinde Erci Maxim Choupo-Moting transferi ise daha çok yedek kulübesine yapılmış bir hamle. Sidney Sam hamlesi ise kayda değer en önemli yatırımı. Jeferson Farfan’ın geleceği olarak görülen nitelikli oyuncu kenar aksiyonlarını daha da güçlendirecek. Schalke’yi güçlendiren isimler ise altyapı madeninden yukarı taşıdıkları genç yetenekler. Donis Avdijaj bunlardan sadece birisi ve belki de en önemlisi. Genç golcü alt yaş takımlarında sıklıkla oynadığı maçların sayısından fazla gole ulaşmasıyla biliniyor. Kaan Ayhan, Max Meyer gibi isimlerin daha da olgunlaşacağı bu yeni sezonda Schalke’de kaos kaldığı yerden devam ediyor. Hazır mı? Üçüncü lig takımına kupada elenmesiyle beraber Schalke’nin teknik direktörü Jens Keller’in bilmem kaçıncı kez yetkinliği yeniden masaya yatırıldı. Özellikle kenarda bekleyen Thomas Tuchel’in varlığı Keller’in işini daha da zorlaştırıyor. Höwedes’in olmadığı savunmanın içler acısı hali ve Boateng’in ‘Ben sadece on numara oynarım, ona göre ha’ ultimatomu mavi yakada bu sezon da kaosun hüküm sürmeye devam edeceğinin işaretleri oldu. Schalke altyapısından nice oyuncu çıkararak iyi bir genç nesil yakaladı ama tecrübeli yıldızlarının pek çoğunun sorunlu olması ise doğru bir karışım elde edilmesinin önüne geçiyor. Ne kalecisi ne de teknik direktörünün netleştiği bu yapının ilk üçe girmesi bu sezon da çok mümkün değil ola ki sezon içi çok başka bir teknik direktör gelir ve kaosu sonlandırmazsa! Kenar aksiyonları en güçlü takım olan Schalke’de heyecan veren Draxler, Meyer, Kaan ve Avdijaj gibi potansiyelini henüz Almanya’nın dahi bilmediği altın neslin sahne alacak olması. Kaleci ve tandemin yetersizliği, beklerin savunma konusunda sıkıntı çıkarmasının yanında Huntelaar gibi usta bir golcüyle genç yetenekler imkansızı başarma umudunu yine de veriyorlar! BAYER LEVERKUSEN Transferler Dortmund ile beraber ligin bu yaz en fazla para harcayan takımı oldular belki ama Leverkusen’in daha garanti transferler yaptığını söyleyebiliriz. Hakan Çalhanoğlu’nun yeni sisteme olan uyumu, Josip Drmic’in Kiessling’e alternatif oluşu ve geçtiğimiz sezonun problemli mevkisi sol beke yapılan Wendell yatırımı kağıt üzerinde doğru transferler. Eintracht Braunschweig’da kiralık döneminin ardından yeniden Leverkusen’e dönen Karim Bellarabi’nin formu ise sevindirici. Kulübün en önemli hamlesi ise Paderborn’dan sonra Salzburg’da da iyi işler çıkaran Roger Schmidt’in takımın başına getirilmesi oldu. Bu sezon durağanlıktan hareketliliğe doğru geçişin yaşanacağı Leverkusen geçmişte olduğu gibi yine bize güzel futbol izletecek. Hazır mı? Savunma sıkıntıları hariç Bayer Leverkusen savaşa hazır. Roger Schmidt takımın çehresini yüzde yüze yakın bir değişime soktu. Artık durağan değil hareket eden bir Leverkusen sahada olacak. Çam ağacı dizilimiyle(4-3-2-1) bir kontra takımı değil 4-4-2 ile saldıran, topun olduğu her bölgede pres yapan pasif değil atkif bir ruh hali içerisinde yeni bir takım ortaya çıkıyor. Drmic, Hakan, Son ve Julian Brandt gibi genç yetenekler Kiessling önderliğinde hücumda sahne alacak. Kaptan Rolfes, iyileşmesi beklenen Bender ve savunmanın tartışmasız şefi ilan edilen Ömer Toprak ile omurga oluşturulmuş durumda. Sonuç futbolundan güzel futbola doğru geçişte Roger Schmidt kayıp vermek istemiyor. Bayer Leverkusen oldukça aktif olduğu bu transfer döneminde geçmiş günlerine yeniden dönüyor ve bu sezon da hedefleri Şampiyonlar Ligi biletini alıp Şampiyonlar Ligi’nde gruplardan çıkmanın ötesine geçmek! WOLFSBURG Transferler Alman otoriteler tarafından son aylarda Bayern Münih’in gelecekteki rakibi olarak gösterilmeye devam ediyor. Sınırsız maddi gücüne rağmen Magath şımarıklığından Klaus Allofs akılcılığına doğru ilerleyen bu kulüp transferde de en az Bayern Münih kadar akıllı hareket ederek çok yüksek meblağlar ödemeden nitelikli oyuncuları aldılar. Santrfor sorunu Arsenal’den bonservisi elinde Niklas Bendtner’i alarak çözen Wolfsburg’un bir diğer önemli transferi de yine bonservisi elinde Aaron Hunt oldu. Josuha Guilavogui’nin Atletico Madrid’den kiralanmasının yanı sıra sağ beke yapılan Sebastian Jung hamlesi ise ihtiyaca yönelik doğru atılımlar olarak dikkat çekti. Bugün hala 40 kişilik şişirilmiş Magath kadrosunu temizlemekle meşgul olan Klaus Allofs, kısa sürede farkını ortaya koyarak parasıyla değil akıllı hamleleriyle Wolfsburg’u konuşulur hale getirdi. Hazır mı? Hazırlık kampında teknik direktör Dieter Hecking 4-2-3-1’i inşa etmek üzere girişimde bulunacağı esnada üst üste gelen sol bek sakatlıkları sonrası zorunlu olarak 3-5-2 sistemine geçiş yaptı. Sakatlar döndüğü andan itibaren bu seçenek de ilerleyen zamanda Hecking’in taktik heybesinde duracak. Rodriquez ve Jung gibi çizgiye sürekli inen ve bindiren beklerin yanı sıra Kevin De Bruyne, Arnold ve Hunt gibi içeriye kıvrılan ofansif karakterdeki oyuncuların birleşiminden iyi bir sonuç çıkması kaçınılmaz. Gustavo gibi top kapma canavarına eklemlenmiş Guilavogui ile her mevkisi kalite ile donatılmış bir kadroya sahip oldular. Naldo’nun partnerinin ise Timm Klose’ye rağmen bu sezon da genç yetenek Robin Knoche olacağını sportif direktör yaz aylarında duyurdu. Kalecisinden santrforuna kadar hazır bir takım olsa da Jung ve Traesch sakatlıkları can sıkan detaylar oldu. Niklas Bendtner’i doğru bir şekilde kullanabilirlerse eğer ön üçlüsünün skor gücü tahmin edilenden çok daha fazla olacağını söyleyebiilriz. BORUSSIA MÖNCHENGLADBACH Transferler Geçmiş yıllarda Favre’nin en büyük sıkıntısı büyük zorluklarla oluşturduğu takımın önemli isimlerinin takımdan ayrılması olmuştu. Şampiyonlar Ligi’ne katılımı sağladığı noktada Dante’den Reus ve Neustaedter’e kadar omurgasındaki üç ismin aynı anda takımdan ayrılması sıkıntı yaratmıştı. Bu sezon 34 yaşına gelmiş Venezuellalı Arango’nun yanı sıra Basel’den Sommer’i alarak iyi bir şekilde yerini doldurduğu kaleci Ter Stegen hariç kayıp vermedi. Bunun yanı sıra hızlı hücum üzerine kurulu bu takımı daha da hızlandıracak Ibrahima Traore ve Andre Hahn gibi çok iyi isimleri transfer Ibrahima Traore ettiler. Nihayetinde Gladbach bu sezona geçen seneden daha güçlü bir kadro ile giriyor. Sık sık sakatlıklardan dolayı sorun yaşadığı bek mevkisine transfer edilen Fabian Johnson da Favre’nin yeni akıl dolu hamlelerinden birisi olarak kayıtlara geçebilir. Hazır mı? Lucien Favre geçtiğimiz yıl üst üste aynı on biri sahaya sürme konusunda rekor kırmıştı. İlk devreyi özellikle iç sahada aldığı galibiyetlerle üçüncü sırada bitirirken zirve ile arasındaki puan farkı da fazla yoktu. İkinci devre ise sürekli verim aldığı oyuncular sorun yaşadığı esnada Gladbach’ın farklı bir seçeneğinin olmadığını görmüştük. Diğer rakiplerinin de beklenmedik puan kayıpları yaşamalarına rağmen Gladbach sezonu B Planı yoksunluğu ve kadro darlığı nedeniyle beşinci bitirmişti. Kadro derinliği sağlanıldı ve Hahn ve Traore ile beraber ligin en hızlı iki oyuncusunu alarak ‘geçiş futbolunu’ daha da sert bir şekilde uygulayacağının mesajını verdi. Topu kazanır kazanmaz bu takımın rakip yarı sahaya geçiş hızına herhangi bir takımın ulaşması çok zor. Kombinasyon futboluyla yaşayan Gladbach ligin en az kenar orta yapan takımı olarak bu geleneğini süreceğinin yaptığı transferlerle sinyallerini verdi. Bu sezon da Bayern-Dortmund’un arkasındaki iki sıra için iddialı olduğunu söyleyebiliriz. büyük umutlarla yukarı çıkmasını beklediği Avdijaj bu sezon çıkış yapma fırsatını yakalayacak. 3-Gianluca Gaudino Bayern Münih gibi yedeklerinin dahi dünya çapında bir yıldız olduğu kadroda sezon öncesi forma şansı buldu. Orta sahanın her yerinde ve sol kenarda oynabilen Gaudino’nun oyun görüşü ve üst tekniği ile modern defansif orta saha olarak sahne almaya hazırlanıyor. 4-Davie Selke U19 ile Almanya Avrupa Şampiyonu olurken 1.92 boyundaki Selke de attığı 6 golle gol kralı oldu. Diğer genç yeteneklerden farkı ise Nils Petersen ve Di Santo gibi oyuncularla rekabet edeceği için öne çıkma şansı çok daha fazla. 5-Kerem Demirbay Geçtiğimiz sezon Dortmund’dan Hamburg’a geçtiği vakit göz doldurmuştu ve fakat yaşadığı ağır sakatlık onun çıkışını etkiledi. 21 yaşındaki yetenekli orta saha bu yıl var olan potansiyelini Slomka eşliğinde sahaya yansıtmasını bekliyoruz. DAMGA VURMASI BEKLENEN GENÇ YETENEKLER 1-Julian Brandt 1996 doğumlu genç yetenek Bayer Leverkusen’de geçtiğimiz sezon forma giymeye başladı. Dar alanda etkili aksiyonlarıyla gole dönük orta saha olarak fazlasıyla göz kamaştıran Brandt sezon öncesi formuyla Son’u yedek bırakacağı düşünülüyor. Dünya yıldızlığına göz kırptığını söyleyebiliriz. 2-Donis Avdijaj Altyaş takımlarda 50 maçta 51 gol atarak henüz tek bir resmi maçta forma giymediği dönemde bonservisine 48 milyon euro yazıldı. Schalke’nin Julian Brandt Emre Çelik İspanya HF141 iSPANYA’DA SANTRA ZAMANI Atletico Madrid’in şampiyonluğuyla noktalanan La Liga’da geride kalan yaz oldukça hareketli geçti. Lig bu sezon da bize birbirinden heyecanlı 38 hafta vaat ediyor Simeone’nin gelişiyle gün geçtikçe ‘iki takımlı lig’ profilinden kurtulan ve geçtiğimiz sezon Atletico Madrid’in şampiyonluğa ulaşmasıyla 2013/14 sezonunda Avrupa’nın 5 büyük liginde en büyük sürprize sahne olan La Liga’da yeni sezonun başlamasına bir gün kaldı. La Liga’nın iki devi Barcelona ve Real Madrid, geçen sezon İspanya’daki başarısızlıklarını örtmek için adeta kesenin ağzını tamamen açarken yine Avrupa transfer piyasasına yön veren takımlar oldular. Atleti ise sessiz sedasız ama ‘dev ikiliden’ arta kalmayan miktarlarda paralar harcayarak başarının kalıcı olabilmesi için elinden geleni yaptı, yapmaya devam ediyor. Ligin geri kalan ekipleri, İspanyolların tabiriyle ‘diğer lig’in takımları ise mevcut ekonomik zorluklar çerçevesinde takviyelerle, özellikle Güney Amerika’dan ve Avrupa’nın pek bilinmeyen takımlarından yaptıkları takviyelerle yeni sezona giriyor. Lâkin bu ekipler için çok da hedef büyütmediklerini, asıl önemli olanın ilk altıya girip bir şekilde Avrupa kupaları bileti almayı hedeflediklerini söylemek yanlış olmaz. REAL MADRID Yaz dönemi Geçtiğimiz sezon La Liga’da büyük bir hüsran yaşayan, eline birçok kez şampiyonluk fırsatı geçmesine rağmen kırılma haftalarındaki kötü performansıyla şampiyonluk şansını geri tepen Real Madrid, Florentino Perez’in çılgın politikası doğrultusunda bir yaz geçirdi ve James Rodriguez, Toni Kroos ile Keylor Navas gibi özellikle geçtiğimiz sezon harika performans geçirip Dünya Kupası’nda da zirve yapan oyuncuları kadrosuna dâhil etti. Mevcut ve oturmuş kadrosunu daha da güçlendiren Real’de transfer dönemi sona ermeden takımın kaderini etkileyecek ve merakla beklenen konu ise gidecek isimlerin henüz belli olmaması. Başta Angel Di Maria ve Sami Khedira olmak üzere gitmesi beklenen isimlerin akıbeti, Real Madrid’in 2014/15 sezonunda neler yapacağını doğrudan belirleyecek ana faktörler olacak. Handikapları Real Madrid hale hazırda Xabi Alonso, Luka Modric, Toni Kroos, Sami Khedira ve Asier Illarramendi gibi isimlerden oluşan son derece kaliteli bir orta saha hattına sahip fakat geçiş hücumunu hızlı ve kusursuza yakın gerçekleştiren takımlar karşısında Ancelotti henüz doğru üçlüyü seçebilmiş değil. Süper Kupa maçında da izlediğimiz üzere Xabi Alonso, özellikle Khedira veya Illarramendi’siz oynadığı anlarda takım, 3’üncü bölgede top kayıpları yaptığı anda çok dengesiz yakalanmakta ve orta sahanın tüm savunma yükü Xabi Alonso’ya binmekte. Ki Ancelotti’nin Illarramendi’ye güvenmediği gerçeği de düşünülürse gitmesi gündemde olan Khedira’nın olası bir transferi Real Madrid’e uzun vadede fazlasıyla zarar verebilir. Bunun dışında göze çarpan en büyük eksiklik, hücuma yönelik orta saha zenginliğine rağmen santrfor konusunda Los Galacticos’un sadece Benzema’ya bel bağlamış olması. Ancelotti’nin “transfer bitti” açıklaması gösteriyor ki Real Madrid, Falcao’dan vazgeçmiş durumda lâkin Benzema’nın olası bir sakatlığı ile zaten aslı kanat forvet olan Jese Rodriguez’in uzun süredir oynamaması, yani ne şekilde dönecek olmasındaki belirsizlik, kısacası Real Madrid gibi bir takımın sezona tek santrforla giriyor olması Real Madrid’i uzun sezonda zorlaması muhtemelen faktörlerden birisi olacak. Son olarak eldeki oyuncu zenginliğine rağmen Ancelotti’nin 11 seçimleri de Real Madrid’in sezonu hangi noktada bitireceği konusunda fazlasıyla belirleyici olacak. Geçtiğimiz sezon pragmatist bir yaklaşım sergileyerek Mourinho’nun takımıyla ve sistemiyle fazla oynamalar yapmayan İtalyan hoca, başta formsuz Casillas mı yeni transfer Keylor Navas mı ve Di Maria gönderilecek mi takımda mı kalacak soruları başta olmak üzere birçok önemli soru işaretini gidermek zorunda. Artıları Real Madrid yapılan transferlere rağmen takımın iskeletini büyük ölçüde korumayı başardı ve oturmuş-ahenkli kadrosuyla La Liga’da şampiyonluğun en önemli adayı konumunda. Dahası lig şampiyonluğunun kaybedilmesine rağmen kazanılan Şampiyonlar Ligi ve UEFA Süper Kupa şampiyonluğu da bu sezon için takımın özgüvenini en üst noktaya çekti. Psikolojik faktörlerin yanı sıra Real Madrid, özellikle orta sahada ileri yönelik Bale, Ronaldo, James, kalırsa Di Maria gibi oyuncular sayesinde inanılmaz bir hücum gücüne; Ancelotti’nin Mourinho’dan kalan mirası değiştirerek topa sahip bir takım yaratma düşüncesini hayata geçirebilecek Kroos, Modric ve Xabi Alonso gibi bunu gerçekleştirebilecek ve topa sahip olduğu anlarda dünya üzerinde neredeyse her takıma orta saha üstünlüğü kurabilecek son derece kaliteli ayaklara sahip bir ekip görüntüsü çiziyor. BARCELONA Yaz Dönemi Katalanlar 2 transfer dönemlik cezadan dolayı 1,5 sezonluk transferini gerçekleştirdi, gerçekleştirmeye devam da ediyor. Luis Enrique’nin gelişiyle sistemsel anlamda öze, Guardiola dönemindeki taktiksel anlayışa döneceğinin sinyallerini veren Barça, Vermaelen ve Mathieu ile yıllardır çektiği savunma zaafını gidermeye yönelik yaptığı takviyelerin yanı sıra geçen sezon La Liga’nın en iyi performanslarından birini sergileyen Rakitic ile sorunlu yıldız Luis Suarez’i de kadrosuna katmış durumda. Bu transferlerin yanı sıra başta Munir El Haddadi ve Rafinha Alcantara olmak üzere kendi yetiştirdiği isimleri de kadroya monte etmeye çalışıyorlar lâkin harcanan bu kadar paraya rağmen transferlerin yeterli olup olmadığı sorusu yine de Barcelona camiasının kafasını kurcalamaya devam ediyor. Handikapları Barcelona,özellikle yan toplardan ve kontra ataklardan muzdarip savunmasına takviyeler yaptı ama şimdi de dörtlü savunmada hangi isimlerin oynayacağı, Luis Enrique’nin belirlemesi ve istikrarlı bir hat oluşturup oluşturamayacağı son derece önem arz ediyor. Ligin ilk periyodunda istikrarlı ve uyumlu bir savunma hattı oluşturabilmek Luis Enrique’nin çözmesi gereken en önemli sorun olarak karşısında duruyor. Savunma uyumunun yanı sıra Mathieu’yu bir kenara koyarsak Barcelona’nın hücumcu lâkin savunmayı bilmeyen iki beki de bu konuda Lucho’nun işini zorlaştıran faktörler arasında. Dahası ‘yeniden yapılanma’ düşülünce bu sorunun sadece geri dörtlü için değil tüm takım için geçerli olduğu, yeni bir ekip olan Barcelona’da oyuncuların birbirleriyle nasıl bir uyum sağlayacağı da katalanlar için çözülmesi gereken bir problem olarak ortaya çıkıyor. Barcelona’nın bir diğer sorunu da orta sahada Busquets’in yanında savunma özellikleri gelişmiş, oyunu sertleştirebilecek bir ismin daha bulunmaması. Guardiola’nın Keita ile gerçekleştirdiği ve özellikle CL arenasında son 16 sonrası deplasmanlarda kullandığı, takımı daha da sertleştirebilecek bir hamle opsiyonu bulunmuyor. Song’un bekleneni verememesi, büyük ihtimalle de gönderilecek olması bu sorunun çözülebileceğini göstermiyor. Bir ihtimal Mascherano’yu orta sahada da kullanabileceğini açıklayan Lucho, Arjantinli ile geçici çözüm üretebilir ama sezon öncesi geçirilen periyotta Masche’nin söylemlere rağmen sadece stoperde kullanılması da taraftarın kafasındaki soru işaretinin giderilmemesine yol açıyor. Ve son olarak Suarez nasıl dönecek, Uruguaylı dönene kadar Barça’da Lucho, özellikle hücum hattında, doğru tercihleri yapabilecek mi? Her ne kadar elde Rafinha, Pedro ve Munir El Haddadi gibi isimler olsa da Suarez’in kalitesi karşılanabilecek mi? Belki hepsinden de önemlisi 4 ay resmi maç yapmadıktan sonra sezonun en kritik maçı olan Real Madrid karşılaşması için Suarez hazır olacak mı yoksa Lucho, hazır olmayan Suarez’le kumar oynayıp kayıp mı edecek? Luis Enrique’nin bütün bu sorulara vereceği cevaplar, Barcelona’nın ligdeki kaderini doğrudan etkileyecek. E, ne de olsa hedefin 100 puan olduğu ve şampiyonluk için puan barajının son derece yüksek olduğu La Liga’da tek maç bile, hele ki Real Madrid ile olunca, sezonun akıbeti için ölümcül bir öneme sahip oluyor. Artıları Artık Barcelona’nın B Planı var! Son 3 yıldır gerek sakatlıklardan gerekse takımın başına geçen hocalardan dolayı son derece tahmin edilebilir bir takıma dönüşen, böylece doğru önlemler alındığı zaman sıkıcı ve kısır bir takıma dönüşen Barça, Lucho’nun da söylediği üzere sezon öncesinde başta 3-4-3 ve 4-1-2-1-2 olmak üzere, özellikle Messi’ye serbestliğe ve Neymar-Suarez’in farklı kombinasyonlarında dizilimine dayanan farklı taktiksel şablonları deniyor. Club Leon maçıyla ortaya çıkan en fazla dikkat çeken faktörlerden biri de geçen yıl genellikle kanada hapsolan Neymar’ın -önceki maçlarda da sol forvetlerin- ortaya daha yakın oynaması ve Brezilya Milli Takımı’ndaki serbestliğini elde etmesi ki geçen sene Katalanların büyük ölçüde Neymar’dan faydalanamaması da düşülünce Messi’nin yükünü bir şekilde azaltmak takım için önemli bir koz olacaktır. Barcelona’nın bu yaz yaptığı en önemli hamlelerden birisi ise Rakitic. Son 3 sezondur yaşı itibarıyla düşen ve 2010 öncesi dikine paslarını bize izletemeyen Xavi yerine dikine oynayan, adam geçen, tempoyu ayarlayan ve hepsinden önemlisi bu özelliklerini şimdiden hazırlık maçlarında gösteren Rakitic, Barcelona hücumlarına hız ve tehdit katacak, klasik pas oyunuyla rakibi boğan Barça’da son pasların artmasını sağlayacak ve Iniesta’nın yükünü de hafifletecektir. ATLETICO MADRID Yaz dönemi Geçtiğimiz sene tarih yazan Madrid’in kırmızı yakası, bu başarıda son derece önemli rol oynayan isimlerin başında gelen Filipe Luis, Diego Costa ve Thibaut Courtois’yı kaybetti. Fakat bu sezon para harcamaktan çekinmeyen ve 100 milyon euronun üzerine çıkan Los Colchoneros, Antoinne Griezmann, Mario Mandzukic, Miguel Angel Moya ve Giullerme Siqueira olmak üzere bu isimlerin yerlerini kağıt üzerinde doldurmayı başardı. Handikapları Hazırlık periyodunda oynanan maçlar değerlendirildiğinde görünen o ki Atletico Madrid bir şekilde Courtois’nın yerini doldurmuş durumda. Hatta aynısını Filipe Luis’in hücuma kattığı opsiyon konusunda da söyleyebiliriz ama son derece hücumcu ve teknik bir bek olmasına rağmen Siqueira’nın savunmadaki zaafları ve hepsinden önemlisi Mandzukic’in Atleti profiline uymayan, yırtıcılıktan ve hatta pis işlerden uzak oyunu, bu özellikleri nasıl edineceği gibi faktörler Atletico adına geçiş evresinde son derece belirleyici olacaktır. Mandzukic’in kalitesi aşikâr lâkin Atleti’nin geçen seneki oyunu ve Diego Costa’nın rolü düşünüldüğünde biraz daha İspanyol ekibinin oyununa adapte olması, hatta daha da çirkinleşmesi şart. Bunun yanı sıra Meksika’dan transfer edilen Jimenez’in yırtıcı, hareketli ve rakip savunmayı meşgul eden oyununa rağmen bitiricilikteki sıkıntısı da Diego Costa’nın yerinin kolay kolay dolmayacağını gösteriyor. Geçtiğimiz sezon ağırlıkla 4-4-2’yi kullanan ve Villa-Costa ikilisini bu açıdan son derece verimli kullanan Simeone, şimdilik 4-2-3-1’i seçmiş ve hücuma yönelik orta saha oyuncularına güvenen bir görüntü çiziyor ama ileri uçta istediği verimi elde edip edememesi durumunda JimenezMandzukic ikilisine dönebilir ki bu değişim de özellikle takıma yeni katılan isimler için bir zorluk teşkil edip Griezmann’ın kaleden daha da uzaklaşıp verimsizleşmesine neden olabilir. Antoinne Griezmann Artıları Gelen ve giden isimlerdeki çokluğa rağmen Atletico Madrid’in en büyük gücü hiç şüphesiz tam bir sistem ve hoca takımı olması. Diego Simeone’nin rakipleri boğan ve alan bırakmama üzerine kurulu savunma futbolunu bu sezon da izlemeye devam edeceğiz. Sistemin korunmasının yanı sıra takımın iskeleti olan orta sahanın ve stoper ikilisinin muhafaza edilmesi de Atletico Madrid taraftarlarını iyimser olmaya iten faktörler olarak öne çıkıyor. Anlayacağınız Atleti yine zor gol yiyen, dizilimden ziyade sistemin önemli olduğu, yan toplarda belki de Avrupa’nın en tehditkâr takımı olmaya devam ediyor. Dahası geçen sene gelen şampiyonlukla ‘başarının imkânsız olmadığının’ ortaya çıkması ve Barcelona-Real Madrid ikilisinin üzerinde artık daha fazla baskı olması da Atletico Madrid’i bu yarışta avantajlı kılıyor. Bu faktörlerin yanı sıra özellikle yapılan Griezmann takviyesi ile Atletico Madrid geçen seneki santrfor takımı hüviyetinden de bir nebze olsun kurtulmuş, orta sahası çok daha tehlikeli ve hücuma yönelik bir takıma dönüşmüş durumda. Özellikle Griezmann’ın Sociedad’da geçirdiği evrim sayesinde saf bir kanat oyuncusu profilinden kurtulup oyun kurucu ve yardımcı santrfor da oynayabilen, gole fazlasıyla yakın oyunu; Mandzukic’e geçiş evresinde Simeone’nin elini rahatlatacak bir başka faktör olacaktır. SEVILLA Yaz dönemi Sevilla denince akla ilk olarak kaybedilen Rakitic, Alberto Moreno ve kirası sona eren Stephane M’Bia geliyor lâkin geçen sene kiralık oynayan ve takımın Avrupa Ligi’ni kazanmasında önemli işler yapan Nicolás Pareja ile Daniel Carriço’nun bonservislerinin alınması, Denis Suarez ile Gerard Deulofeu gibi son derece potansiyelli iki ismin kiralanması, sezon öncesi harika bir performans sergileyen Grzegorz Krychowiak’ın yanı sıra Unai Emery’nin eski öğrencisi Éver Banega, Aleix Vidal ve Alejandro Arribas takviyeleriyle Sevilla’nın yeni sezona daha da güçlü girdiğini söylemek mümkün. Özellikle de Negredo-Navas ikisinin ayrılmasından sonra Emery’nin takımı daha güçlü kıldığı ve tam bir yeniden yapılandırma uzmanı olduğu düşünülürse Sevilla’nın bu sezon da güçlü bir ekip olarak La Liga’da can yakmaya devam edeceğini söylemek mümkün. Handikapları Sevilla’nın, daha doğrusu Unai Emery’nin bulunduğu bir takımın en büyük ve değişmeyen eksisi ‘istikrar’ denebilir. Rafael Benitez ekolünden gelen ve sezon boyunca kadrodaki 24 oyuncuyu da kullanma üzerine dayalı geniş bir rotasyonu tercih eden Emery, belki bu şekilde takımını diri tutmayı ve forma savaşını körüklemeyi başarıyor ama bu durumun zaman zaman takımı olumsuz etkilemesinin yanı sıra birçok oyuncunun ‘nasıl oynarsam oynayayım 2 maçın 1’inde yokum’ düşüncesiyle işleri savsaklamasına yol açabiliyor. Bu handikabın yanı sıra Sevilla’nın orta sahada yaratıcılık konusunda Denis Suarez ve Ever Banega dışında önemli bir ayağa sahip olduğunu söylemek güç. Geçen sezon Barcelona B’de son derece iyi bir performans gösteren, çok yönlülüğü ve yaratıcılığı sayesinde farklı mevkilerde oynayan Suarez belki bu yükü kaldırabilir ama olası bir sakatlık durumunda - ki Suarez’in sık sakatlanan bir isim olduğunu ve sezon öncesi de bir sakatlık geçirdiğini hatırlatmak lazım - Sevilla sıradan ve üretkenlikten uzak bir takıma dönüşebilir. Ever Unai Emery Banega hakkında ise çok lafa gerek yok; saha içinde oldukça yetenekli lâkin saha dışında bir o kadar problemli... Dünya üzerinde kendi arabasıyla kendini ezip ayağını kırabilen kaç insan var ki sonuçta..? Artıları Sevilla’nın en büyük artısı da handikap konusunda olduğu gibi Unai Emery. Belki de taktiksel açıdan La Liga’da hale hazırdaki en iyi hoca olan, kendi doğrularından vazgeçmeyen, genç isimleri son derece verimli kullanmayı başaran, takımlarına daima keyif veren bir oyun oynatan ve büyük maçlarda genellikle istediğini alan Emery, tam da istediği gibi geniş ve potansiyelli bir kadroya sahip. Eğer her zaman yaptığı gibi eldeki potansiyeli kullanmayı başarabilir ve Sevilla’ya, geçen sezonların aksine, erken form tutturmayı başarabilirse Endülüs ekibini ilk dört için son derece önemli bir aday haline getirebilir. Hoca faktörünün yanı sıra Sevilla’nın dikkate değer bir hücum gücüne sahip olduğunu vurgulamak da şart. İleri uçtaki Gameiro ve Bacca ikilisinin yanı sıra Aspas, Jairo, Deulofeu, Denis Suarez, Jose Antonio Reyes gibi isimler sayesinde Sevilla’nın lig ortalamasının üzerinde bir hücum gücüne sahip olduğunu söylemek yanlış olmaz. Eğer Emery, Sevilla’daki hücum-savunma dengesini kurmayı başarabilirse ekibini son derece korkutucu bir takıma dönüştürebilir. ATHLETIC CLUB Yaz dönemi Bask oyuncu oynatma politikasından dolayı transfer havuzu son derece kısıtlı olan Athletic, bu sezon da aldıklarıyla değil sattıklarıyla gündeme geldi. Takımın önemli parçalarından Ander Herrera’yı Manchester United’a kaptıran Athletic Club, kadrosuna tek takviyeyi de Alaves’ten aldığı Borja Viguera ile yaptı. Bunun dışında Iñigo Pérez, Jonás Ramalho, Borja Ekiza kiralık gönderilirken başta Celta’dan kiralık olarak dönen Jon Aurtenetxe ve alt yapıdan gelen Ager Aketxe, Unai López, Unai Bustinza üçlüsü takıma katıldı. Handikapları Athletic geçtiğimiz sezon son derece kompakt bir futbolla ilk 4’e girmeyi başarıp Şampiyonlar Ligi biletini almayı başaramasa da kulübün siyasi politikalarından dolayı kadrosunu güçlendiremedi. Takımın hocası Ernesto Valverde, orta sahadaki Ander Herrera boşluğunu Beñat Etxebarria ile doldurmayı başarsa da - ki muhtemelen dolduracak - ileri uçta belli bir yaşa gelmiş Aduriz’in alternatifsizliği bu sezon da Athletic’in en büyük sorunu olacak. Ayrıca savunmada Valverde’nin Gurpegui’den vazgeçememesinden dolayı hattın ağırlaşması ve oynanan futbol ile yüksek hatlı savunma dikkate alındığında Gurpegui’nin kamyonvari hızı ile Athletic’in hızlı top çeviren ve doğrudan kaleyi düşünen takımlar karşısında oldukça kırılgan bir takım havasına büründürüyor. Artıları Ernesto Valverde’nin en büyük kozu hiç şüphesiz oturmuş kadrosu. Herrera dışında takımı aynen koruyan Bask ekibi, gerek sistem gerek isimler açısından Amerika’yı yeniden keşfetmek zorunda değil. Takımda herkesin oynayacağı mevki ve rol tanımları belli. Bu da zaten rüştünü ispat etmiş Athletic’in çok büyük problemlerle uğraşmadan performansını aynen sürdürebilme imkanını fazla kılıyor. VALENCIA Yaz dönemi Transferlerden ziyade kulüpteki sahip değişimiyle gündeme gelen Los Che, Peter Lim’in görevi devralmasıyla ciddi bir yeniden yapılanma sürecine girdi. Jérémy Mathieu, Juan Bernat, Dorlan Pabón, Éver Banega ve Aly Cissokho’yu takımdan gönderirken Almanya ile Dünya Kupası kazanan Shkodran Mustafi’nin yanı sıra Jorge Mendes aracılığıyla André Gomes, Rodrigo, Lucas Orbán, Yoel Rodríguez, Rodrigo, João Cancelo, Bruno Zuculini’yi kadrosuna kattı. Belki hepsinden de daha önemlisi Juan Antonio Pizzi’nin yerine takımın başına Nuno Espirito Santo’nun geçmesi oldu. Handikapları Valencia uzun süredir başarısız bir görüntü çiziyor ve bu sebeple de son 2 senedir sürekli bir yeniden yapılanma içerisinde. Fakat şunu söylemek şart ki hiçbiri bu sezon yaşanan değişim gibi değildi. Valencia yeni bir ekip, hocası Nuno Santo da Rio Ave ile kısmen başarılı olsa da kendini bu seviyede henüz kanıtlayabilmiş bir isim değil. Kadro yapısı kaliteli olsa da Valencia için bu geçiş süreci son derece baş ağrıtıcı bir şekilde geçebilir. Artıları Geride kalan 2 sezon hem uyum hem de hücumda yaratıcılık sorunları yaşayan Valencia’da beklentiler düşmüş durumda. Bunun yanı sıra Santo’nun elinde son derece genç, gelecek vaat eden ve kendini göstermek isteyen bir kadro olduğunu söylemek mümkün. İleride Alcacer ve Rodrigo, orta sahada Zuculini, Rodrigo ve Andre Gomes, geride Cancelo, gaya ve Vezo, 22 yaş altında ve ileride önemli yerlere gelebilecek kapasitede isimler. Eğer dinamizmlerini de sahaya taşıyabilirlerse Valencia’nın şapkadan tavşan çıkarmaması için bir sebep yok. Emre Çelik Özel Dosya HF141 MESTALLA VE AYAKLI iSPANYA TARiHi MANOLO EL DEL BOMBO Emre Çelik rotayı İspanya’ya kırdı ve 1982 Dünya Kupası’ndan bu yana tüm kupaları yerinde izleyen, Boğaların amigosu olarak davul çalan Manolo el del Bombo ile de bir söyleşi gerçekleştirdi Bi’ Varol Döken olmanın imkânı yok ama bu hafta kısmen de olsa köşesini çalıyorum. Ee, o kadar İspanya gezdik, dergiye de malzeme çıktı haliyle. 1 aylık Sevilla macerasının ardından aslında Madrid üzerinden kuzeye çıkıp, ardından da Bilbao, San Sebastian, Zaragoza ve nihai hedef Barcelona’ya gitmeyi planlıyordum ama biraz üşengeçliğimden biraz da Endülüs’te geçirdiğim uzun sürenin ardından ‘yeter bu kadar tarih, biraz da sahil görüp eğleneyim’ diyerek İspanya’nın doğu kıyılarından Barcelona’ya çıkmaya karar verdim ve 12 saatlik çileli bir otobüs yolculuğunun ardından Alicante’ye ulaştım. Alicante, yaklaşık 300 bin kişilik nüfusa sahip, inanılmaz temiz, harika bir sahile ve o sahili çok daha güzelleştiren Benacantil Dağı’nın tepesindeki heybetiyle hâlâ şehri koruyan havasıyla Santa Barbara Kalesi’ne sahip, daha da önemlisi İspanya’nın birçok bölgesine kıyasla son derece makul fiyatlara sahip bir kentimiz. Santa Barbara dışında çok fazla gezilecek tarihi yapıya sahip olmasa da girişi ücretsiz olan Volvo Ocean Race Müzesi; sahil ile marina arasında uzanan, gayet makul fiyatlara her türlü şeyi satın alabileceğiniz küçük kulübelerin bulunduğu Explanada de España, giriş için sadece 2,5 euro ödediğiniz harika bir Star Wars müzesinin yer aldığı Santa Barbara ve elbette pazar gecelerini bir kenara koyarsak sınırları zorlayan gece hayatı Alicante’de olmazsa olmazlardan. Doyamadığım 4 günlük Alicante macerasının ardından ise futbol ve bir de röportaj maksatlı uğramak için sıraya koyduğum Valencia’ya, 1 saat 45 dakikalık hızlı tren yolculuğunun ardından Estacio del Nord’dan girişi yaptım. İstasyon, eski kentin hemen sınırında ve metro ile istediğiniz yere gitmek son derece kolay. Valencia’ya ulaşır ulaşmaz kalacağım yerin bulunduğu Tetuan meydanını bulduktan sonra biraz saatin ilerlemesi biraz da yorgunluktan dolayı ilk günü istirahata ayırdım. İkinci gün planlarımda Mestalla’ya gidip işin futbol yanını aradan çıkarmak, ardından da Valencia gezimin tamamını kendime ayırmak vardı ve bu düşüncelerle siestanın ardından Valencia CF’un müzesini ve Mestalla’yı gezmek üzere yola koyuldum ki o arada aklıma Manolo el del Bombo geldi. İspanyol futbolseverlerin ve özellikle İspanya Milli Takımı’nı yakından takip edenlerin illa ki bir şekilde duyduğu Manolo’nun barının Mestalla’ya yakın olduğu, Graham Hunter’ın Spain: The Inside Story of La Roja’s Historic Treble isimli kitabında okuduğum üzere, aklıma geldi ve şansımı deneme kararı aldım. Tetuan’dan yaklaşık 5 dakikalık yürüyüşün ardından Misser Masco Caddesi’ne ulaştım. Gerisi zaten kolay; dümdüz ilerliyorsunuz ve caddenin sonunda turuncu görüntüsüyle cezbeden dev bir stadyum sizi karşılıyor. Tur için biletlerin satıldığı Puerta 3’ü bulmam da çok uzun sürmedi, sona eren caddenin hemen karşısındaydı. İspanya genelindeki stadyumlara kıyasla gayet makul fiyatla satılan (Tam: 9,80 euro, Öğrenci: 7,40€ euro| Sevilla’da Ramon Sanchez Pizjuan’a girmek isterseniz 20 euroyu, Camp Nou için de 23 euroyu gözden çıkarmanız gerekiyor) biletimi aldıktan sonra turun başlamasına 45 dakika olduğu için stadyumun etrafında Manolo’nun barını aramaya koyuldum. Amstel’ın da 1 eurodan satıldığı, ana tribünün kuzey tarafında bulunan taraftar derneğinde aldım soluğu. Niyetim iki bira içip sadece Manolo’nun barının yerini sormaktı ama kafayı içeriye uzatınca çok da büyük sayılmayan bir odanın tarihi barındırdığını görünce soluğu içeride aldım. Mestalla’nın yapım aşamasından, Kempes’in neredeyse her önemli anına ait fotoğrafların, 80’lerden itibaren dergi arşivinden Benitez dönemine kadar bir çok orijinal fotoğrafı görünce haliyle çekebilmek için izin aldım. Fotoğrafları çekip, dergilere göz attıktan sonra da dayılarla ayak üstü muhabbete daldık. Türkiye’den geliyorum diyince ikisi de şaşırılmayacak biçimde Topal dedi haliyle. Yaşlı olan, derneğin başkanı, “Topal’ı çok severdik. Zaten burada sevmeyen bulamazsın. Çok önemli oyuncuydu, savunma ile orta saha arasına onun gibi oyuncu daha da gelmedi” dedi ve hızını alamayıp “Topal neden ayrıldı biliyor musun?” sorusunu yapıştırdı. Açıkçası işin ayrıntılarını bilmiyordum, daha doğrusu basına yansıdığı şekilde “Türkiye’ye dönme isteği” dışında bir neden olduğunu bilmiyordum ama dernek başkanı abimiz, “Soyunma odasında barınamadı. Albelda ile kapıştılar, Albelda da kulüp efsanesi olunca Topal’ı göndertti” dedi. Diğer abimiz de hemen yapıştırdı; “Tino Costa’ya da aynısını yaptı Albelda. Albelda olunca da kimse bir şey yapamadı” Aslında mantıklı düşününce çok da şaşırtıcı gelmedi. O dönem Albelda kulübeye hapsolmuş, Tino-Topal ikilisi oynuyordu. Ve biz bu konuşmayı Mestalla’nın dışına asılı devasa Albelda posterinin altında gerçekleştiriyorduk... Saat turun başlayacağı 19:45’e Valencia’da bir söz vardır. Mario Kempes değil onun adı. Gol deseniz yeterli. yaklaşırken Manolo’nun barının yerini öğrendim ve müsaade isteyerek Puerta 3’ün yolunu tuttum. Mestalla zamanı Mestalla turu yaklaşık 45 dakika sürüyor ve stadyuma girdikten sonra şeref tribünündeki tanıtımla başlıyor. Kısaca bilgi vermek gerekirse 2014/15 sezonu için La Liga’da yer alacak takımların kullandığı stadyumlar içerisinde en eski olanı. Aslında kentin dışına doğru, onu da görme fırsatım oldu, yerine yenisinin inşaatına başlanmış durumda fakat bir süredir Valencia’nın boğuştuğu ekonomik sorunlar yüzünden inşaat bir süredir durmuş durumda. Los Che’nin yeni sahibi Lim’in ardından ne olur bilmiyorum ama bir süre daha Mestalla, La Liga’nın en eskisi olmaya devam edecek gibi. Neyse, Presidente yazısını görünce başkanın koltuğuna oturdum ama daha da önemlisi varmış: Kraliyet ailesinin koltuğu. Ardından ise Valencia’nın tarihi boyunca kazandığı 20 kupa ve 3 de özel ödülün bulunduğu kısma geçiliyor. Açıkçası çok etkileyici olduğunu söylemek güç. Hatta bu bölgede benim en fazla dikkatimi çeken şey, duvarda asılı vaziyetteki 1919’da kulübün kuruluşunun belgesi. Ve 2004’te Valencia’nın IFFHS sıralamasına göre Dünya’nın En İyi Kulübü olmasının şerefine aldığı ödül. İnsan Benitez sonrası kulüpte yaşanan ekonomik ve sportif düşüşü aklından geçirmeden edemiyor haliyle… Ardından Stadyumun dününe ait fotoğrafların bulunduğu bir bölüm karşılıyor bizleri. Mestalla’daki ilk maç 20 Mayıs 1923’te, iki Valencia takımı arasında, Valencia-Levante, arasında yapılmış. Her ne kadar Katalanlar kadar milliyetçi olmasalar da Valencia Bölgesi’nin bayrağı Senyera ile çıkılmış ilk maç ve tabii ki 1957’de Turia Nehri’nin taşmasıyla oluşan ve 80’den fazla insanın ölümüne yol açan selden dolayı, felaketin ardından kentin içinden geçen nehrin yatağını değiştirmişler ve şu an yatağın bulunduğu yerde devasa bir park bulunuyor, neredeyse harabeye dönmüş stadyumun fotoğrafları yer alıyor. Bu bölümün ardından ise kulüple özdeşleşmiş isimlerin kramponlarının, 1919’da bu bildiriyle Valencia kuruldu. Başkanın stadyumda maçı izlediği yer oldukça iyi… 2004’te Valencia’nın IFFHS sıralamasına göre Dünya’nın En İyi Kulübü olmasının şerefine aldığı ödül. Bu da Valencia’nın şanlı tarihindeki kupaları. formalarının, kaptanlık pazubantlarının bulunduğu bölmeye geçiliyor. Ve bu andan itibaren Rafael Benitez, Alfredo di Stefano ve Mario Kempes bizleri karşılıyor! Aradan geçen 10 yıla rağmen özellikle Benitez’in Mestalla’nın her santimetresinde hâlâ yaşadığını söylemek mümkün. Fakat futbolculardan toplanan malzemeler yeterince tatmin edici değil, sayıca az. Takriben geçilen bölüm ise kulüp tarihinin önemli günlerinden 2004’te şampiyonlukları getiren Sevilla maçı, 1971’deki Espanyol maçı gibi - gazete küpürleri yer alıyor. Sadece zaferlerin olması dikkatimi çekti ve stadyumdaki görevliye “Neden kulübün kaybettiği önemli maçlarla ilgili gazeteler yok, özellikle de 1985/86 sezonuna ait?” sorusunu yönelttim ama bu tarzda bir bölüm olmadığını söylediler. Ardından da basın toplantılarının düzenlendiği kısma geçtik. Sıradan bir oda ama burada da bizleri Benitez, Soyunma odasındaki Benitez’in kutsal amblemi. Ondan önce tam bu notkada dev bir ayna yer alıyormuş. hatta Cuper ve Jacinto Quincoces karşıladı. Ardından soyunma odasına geçtik. Soyunma odasının pek bir numarası yok; en fazla dikkat çeken nokta, odanın ortasında yer alan devasa Valencia amblemi. Fakat bu amblem Valencialılar için son derece önemli. Nedenini sorduğumda yanıttan yine Rafa Benitez çıktı. Cuper dönemi ve öncesinde burada devasa bir boy aynası varmış ve oyuncular maçlardan önce saatlerce saçlarıyla, dış görünüşüyle uğraşıyormuş. Benitez, Valencia’ya geldiği ilk gün stadyumu gezerken bu durumu öğreniyor ve “Böyle saçma şey olmaz. Kimsenin dış görünüşünün en ufak bir önemi yok. Buraya logoyu koyun, oyuncular bakıp ne için oynadıklarını hatırlasın” diyor. Ardından da Benitez ile Yarasalar uçuşa geçince haliyle bu logo kutsal bir anlam kazanıyor. Muhtemelen Benitez’in bu hamlesi o dönem en fazla Santiago Cañizares’i zorlamıştır diye içimden geçiriyorum ve devam ediyorum. Valencia soyunma odasının hemen yanında hakem odası, bir adet şapel ve rakip soyunma odası bulunuyor ve bu üç oda bir koridorda buluşuyor. Ardından kulüp tarihinin efsanevi hocalarının, kaptanlarının, golcülerinin fotoğraflarının bulunduğu bir koridordan sahaya doğru ilerliyoruz. Önce Di Stefano’nun 1971’deki şampiyonluğun ardından söylediği “Hiçbir oyuncu, bizim oluşturduğumuz takım kadar iyi değildir” sözlerinin altından geçiyoruz ve merdivenleri takiben Mestalla’nın muazzam atmosferi bizleri karşılıyor. Nihayetinde stadyum turu yaklaşık 45 dakika sürüyor. Mestalla’dan etkilenmemek gerçekten güç, hatta yeni stadyum tamamlanmadan burada bir maç izleme düşüncemi de şimdiden sıraya koyuyorum. Benim Valencia’da geçirdiğim dönemde hazırlık maçı olmamasına da biraz üzülüyorum ve Manolo’nun barının yolunu tutuyorum. Bulmak zor olmuyor; hemen Puerta 3’ün karşısında görüyorum. Beni nelerin, nasıl bir adamın beklediğini bilmediğim için biraz tedirginim. Saatin de 9’a, yani İspanyolların yemek saatine yaklaşmasıyla, doğal olarak kalabalık bir barla karşılaşıyorum. Barın arkasında İspanya formalı, devasa bir adam görüyorum. Manolo olduğunu tahmin etmek zor değil. Yanına gidip “Acaba siz Manolo el del Bombo musunuz?” diyorum ve dev cüsseli adam da bana “Evet” yanıtını veriyor. Türkiye’den geldiğimi, kendisiyle müsait olursa bir sonraki gün için röportaj yapmak istediğimi söylüyorum. Manolo son derece sıcakkanlı bir insan. “Adamım bira içer misin?” diyor ve bir caña ısmarlıyor. Kafanızı çevirir çevirmez 4 davul dikkatinizi çekiyor. 3’ü bir arada ve altlarında sırasıyla Euro 2008, 2010 Dünya Kupası ve Euro 2012 yazıyor. Tahmin etmek çok da zor değil; bu davullar Manolo’nun turnuvalarda çaldığı davullar. Diğeri ise bir köşede tek başına duruyor. Köşeye ayrılmış davulu sorunca Manolo, “Adamım o davul Brezilya’ya götürdüğüm. Uğursuz olan. Ondan ayırdım o tarafa” diyor. Ben biramı yudumlarken hafiften laflıyoruz. Benim fotoğraflarını çektiğim küpürlerin, resimlerin hikayesini anlatıyor ve bir sonraki gün 4, yani barın en boş olacağı saat için sözleşiyoruz. Tabi İspanyolca bilsem de daha Manolo’nun lanetli davulu, elbette Brezilya’da kullanılan. önce röportaj tecrübem olmadığı için ayrılmadan önce biraz da çekinerek İngilizce bilip bilmediğini soruyorum ama Manolo bilmediğini ama yavaş konuşarak yardımcı olacağını söylüyor. Ayrılıyorum. Di Stefano denince akla Real Madrid gelir lakin en az Valencia’da da o kadar önemli. 71’de şampiyonluğu, gördü 86’da küme düşme üzüntüsünü yaşadı. HAYATI iSPANYA… Manolo hakkında biraz bilgi vermek gerekirse başlıkta da belirttiğim üzere “Ayaklı İspanya tarihi” benzetmesi kesinlikle yanlış olmayacaktır. Memleketi Huesca’da amigoluğa başlayan, davuluyla takımın bir parçası olan, ardından Zaragoza’yı ve 40 yıl önce yerleştiği Valencia’yı destekledikten sonra 70’lerin sonunda milli takımın peşine takılıyor. İspanya’da düzenlenen 82 Dünya Kupası’nda İspanya’nın grup maçlarını Valencia’da oynayacak olmasının belirlenmesiyle maç kaçırmama kararı alıyor ve Manolo’nun macerası başlıyor. Anlayacağınız 82’den beri 9 Dünya Kupası’nda davuluyla birlikte İspanya’yı takip eden, bu sene IV Felipe’ye tahtı bırakan babası Juan Carlos I’nun yakın arkadaşı, İspanya Milli Takımı’nın yıllardır değişilmez elemanı. Barı ise, bar demek ne derece doğru tartışılır, Manolo’nun tribünlerdeki 50 yıldır devam eden macerasını anlatan bir müze. Hatta öyle ki Türkiye’deki birçok müzeyi 5’e katlayacak cinsten. İspanya Milli Takımı’nın Dünya Kupalarındaki imzalı yemek menüleri, Juan Carlos I ve Papa II Jean Paul ile çekildiği fotoğraflar, oyuncularla yedikleri yemekler, 2010 Dünya Kupası dönüşü fotoğrafları, hepsinden önemlisi o meşhur davulları ve daha nicesi... Fakat işin bir de öteki yüzü var. Manolo uzun yıllardır devam eden bu macerasını sürdürebilmek için deyim yerindeyse her şeyini - ailesini, parasını, işini - kaybetmiş. Soruları hazırlayıp bir gün sonra Manolo’nun barına, daha doğrusu kendi deyimiyle “Spor Müzesi’ne” doğru yola koyuldum. İçerideki tek müşterisini de beni tanıtıp röportaj yapacağımızı söyleyerek dışarı aldı ve bana bir caña çektikten sonra karşılıklı oturduk; E.Ç: Öncelikle beni kabul ettiğiniz için teşekkür ediyorum. Katıldığınız ilk maç hangisiydi, hatırlıyor musunuz? Kaç yaşındaydınız? Manolo: Davulla ilk olarak Huesca maçlarına gitmeye başladım. Orada meşhurdur. Yaşımı hatırlamıyorum ama baya gençtim. Sonra milli takım ve ardından da 9 Dünya Kupası. Peki bütün maceranın başladığı 82 Dünya Kupası? İspanya’nın Valencia’da oynamasının etkisi oldu mu? Aslında hem oldu hem olmadı. 3 sene önce takımla birlikte yurt dışına gitmeye başlamıştım. Ama grup maçları Valencia’da olunca takımı takip etmeye karar verdim. Ya Valencia’dan sonrası? Takımı bırakmak istemedim ve bir şekilde Madrid’e gittim - Manolo Madrid’e ve diğer önemli maçları izleyebilmek için yaptığı seyahatlerde 15 bin kilometreden fazla otostopla yol kat etmiş. İspanya’nın maçlarını elbette izledim. Onun dışında önemli karşılaşmalara da katıldım. Bilbao’ya, Elche’te gittim. Ve elbette İtalya ile Almanya arasındaki finalde de tribünlerdeydim. Hatta Valencia’da Honduraslı bir taraftarla tanıştım ve bağlantıyı koparmadım. 85’te beni Honduras ile Kanada arasındaki 86 Dünya Kupası için oynanan eleme maçlarına davet etti fakat Honduras turnuvaya gidemedi. Yani anlayacağın çok güzel arkadaşlıklar da edindim o turnuvada. Peki normalde hangi takımın taraftarısınız? Valencia mı? Hayır, hayır. Huesca. Orada büyüdüm. Sonra Zaragoza, zaten Huesca’ya yakın. Orada da uzun süre yaşadım. Valencia daha sonra gelir. Burada yaklaşık 30 yıldır yaşıyorum çünkü. Ama hepsinden önce elbette İspanya geliyor. Bu arada müzede adamım buraya gel diyerek beni bir köşedeki siyah beyaz Huesca fotoğraflarının olduğu yere çağırıyor. Hakemlerle, Huesca ile çekindiği fotoğraflar... “Orada da takımın bir parçasıydım. Zaten fotoğraflardan belli oluyordur.” diyor gülerek.Meksika’ya gitmeye nasıl karar verdiniz? O dönem Dünya Kupası’nın ardından da maçlara gitmeye devam ettim. İspanya’da da birçok önemli maça katıldım. Mesela bak şu duvardaki ya 85 ya 86 Copa del Rey Finali’nden olması lazım. (Manolo, Kral Juan Carlos). Ondan sonra da gerisi geldi zaten. Karar vermek kolay olmadı. Dünya Kupalarında yaşadığınız en iyi ve en kötü anı? Birçok şey yaşadım ama rahatlıkla şunu söyleyebilirim ki İspanya kaybettiği zaman nefes alamıyorum. Her defasında tekrardan ölüyorum. Yaşamadığımı düşünüyorum. Mesela burada çok güzel bir örneği var. Bu fotoğraf 2002’deki Kore maçından önce. Bu da maç sonrası… Bunun sorumlusu Mısırlı hakem değil mi? Ah, evet evet. Morientes’in golünü yiyen hakem. Ve çok klasik gelecek ama Amerika’daki Tassotti ile Luis Enrique arasında olanlar ve İtalya maçını da unutmam mümkün değil. İyi anılara gelince benim için hayat 2008’de Avrupa Şampiyonası’nda yeniden başladı. Ve Dünya Kupası... Iniesta golü attığında neler hissettiniz? Dünya Kupası Finali’ni Mata’nın babasıyla birlikte izliyorduk. O an neler hissettiğimi kelimelere dökemem. İnanılmazdı. Kafamı kaldırdığımda Mata’nın babasının çılgınlar gibi bana koştuğunu hatırlıyorum. Sonra da çılgınlar gibi sevindik. Ardından yine müzenin bir köşesindeki fotoğraflara götürüyor Manolo beni. Sara Carbonero ile maçtan önce çekindiği fotoğraf, finalin ardından uçaktaki eğlencelere ait fotolar ve çok daha fazlası. Fırsattan istifade Avusturya’da İspanya’nın kamp merkezindeki fotoğrafları gösterip hikayelerini anlatıyor tek tek. 2010’dan bir fotoğraf dikkatimi çekiyor. Manolo davuluyla birlikte havaalanında ve son derece üzgün. Hikayeyi bildiğim için hemen soruyorum; Bu foto Paraguay maçı öncesi mi? Evet. Hastalandığım için milli takımın doktoru acilen ülkeye dönüp istirahat etmem gerektiğini söylemişti. Ben de Paraguay maçını kaçırmıştım. 82’den bu yana kaçırdığım ilk Dünya Kupası maçı. Aslında turnuva sonuna kadar İspanya’da kalmam gerekiyordu ama dayanamadım. Peki bunun dışında maçlara gitmeye hiç ara verdiniz mi? Hayır hayır. 2010’daki Paraguay maçını saymazsak hepsine gittim. Eleme maçları ve Avrupa Şampiyonaları? Tam emin değilim ama 7 veya 8 kez Avrupa Şampiyanası’na katıldım. Eleme maçlarına da deplasmanlara da elimden geldiğince hepsine gidiyorum. Hatta başka branşlarda İspanya’yı desteklemek için katıldığım maçlar da oldu. Türkiye’ye geldiniz mi? Hangi maça geldiniz? Geldim elbette ama davulumu götürmemiştim. İspanya maçıydı elbette. Yanılmıyorsam Euro 2008 öncesi grup maçıydı. 2-1 kazanmıştık sanırım. Aslında davulumu getirme konusunda bir sorun yoktu ama yanıma almamıştım. Binlerce maç izlediniz. Maradona’dan Socrates’e, Rummenigge’den Baggio’ya birçok fubolcuyu canlı izleme fırsatını elde ettiniz. Bugüne kadar izlediğiniz en iyi oyuncu kimdi? Bu sorunun cevabı çok basit. Benim için İspanya formasını sırtına geçiren herkes dünyanın en iyi oyuncusudur. Son olarak La Liga’da yeni sezona dair ne düşünüyorsunuz? Atletico muhteşem bir iş başardı, sizce sürdürebilir mi? Ve Valencia? Burada Barcelona ile Real Madrid’in arasına girmek imkansıza yakındır. Atletico konusunda haklısın. Transferleri de son derece iyi. Zirveye çıkamasalar da zorlamaya devam ederler. Valencia ise yeni yapılanma içerisinde. 4’üncülük realist bir hedef olur. Röportajın ardından Manolo’dan izin alarak müzede fotoğraf çekilmeye koyuldum. O kadar çok özel anı var ki çek çek bitmiyor. Ardından sohbete daldık ve bar yavaş yavaş dolana kadar Manolo ile lafladık. Sağolsun, ısrarlarıma rağmen bana ikram ettiği biraların ve bir de çıkartmanın parasını almadı. Eğer yolunuz Valencia’ya düşerse, ve tabi ki İspanyolca biliyorsanız, Manolo’nun “Tu Museo Deportivo” isimli barına uğramadan sakın ha sakın kentten ayrılmayın. Zaten değil Mestalla civarında, kentte kime Manolo’yu sorsanız size tarif edecektir ve inanın Manolo’nun muhabbetine doyum olmuyor. Tu Museo Deportivo Adres: Visita el Museo Deportivo en la Pl. Valencia Club de Futbol, 5 Junto al Estadio Mestalla Telefon: 96 393 04 60 Cep: 610 204 409 Bahadır Bozkurt Almanya HF141 MAINZ’IN YOLU Klopp ile temelleri atılan Tuchel’le zirveye çıkan Mainz, şimdi Danimarka’nın gözbebeği Hjulmand’in ellerinde. İskandinav teknik adamı zor bir süreç bekliyor Her sezon yeni umutlarla yeni beklentilerle başlar. Yeni transferler ilgiyle beklenir. Bir de yeni bir teknik adamla yola başlıyorsanız, yeni sezonun o ilk maçı en çok merak edilendir. İşte Almanya’nın küçük şehri Mainz’da bu sene bu duygular hakim. Bu küçük şehrin insanları önce Jürgen Klopp’tan, bu sene de Thomas Tuchel’den ayrılmanın acısını yaşadı. Hatırlamak bile istemedikleri 2000/01 sezonu içerisinde 5 teknik adam değiştirerek sezona devam etmişlerdi, kabus gibi sezonun ardından istikrara güvenerek son 14 yılda sadece 3 teknik adamla yola devam ettiler. Sıradan bir ikinci lig takımının, Bundesliga’ya kök salmasının hikayesi de böylece başladı. Kulüp efsanesi Klopp Ertuğrul Sağlam’ın forvetten stopere geçiş yaptığı yıllarda, Jürgen Klopp da forvetten sağ beke geçmiş, Mainz 05’in efsane isimleri arasına girmişti. Formayı çıkarttıktan sonra eşofmanları üstüne geçirmesi de fazla sürmez. Takım menajeri Christian Heidel, kulübe bu kadar hizmet etmiş, taraftarın sevgilisi olmuş bir adamı göreve getirdiğinde Alman futbol tarihini değiştireceğinin muhtemelen farkında değildir. Klopp’la beraber Mainz’ın Bundesliga yürüyüşü başlar, üst lig ilk iki sezon kıl payı kaçırılır. Üçüncü sezonun sonunda ise takım tarihinde ilk kez Bundesliga’ya çıkmayı başarır. Bu yeni arenada Klopp hızlı, tempolu ve tutkulu oyunuyla Alman otoritelerin beğenisini kazanır, bir rock yıldızı edasıyla Bundesliga’da parlar. Ülkenin Ruhr yakasında bu hırslı adamın üstünde ölü toprağı bulunan Borrussia Dortmund’u bile dirilteceğini ön gören isimlerden biri de sarı-siyahlıların CEO’su Hans Joachim Watzke’dir. Başarılı sezonların ardından Klopp çok sevdiği Mainz’dan 7 sezon sonra ayrılırken, Mainz mateme bürünür, Dortmund’da umutlar yeşerir. Tuchel İmparatorluğu Mainz 05, Jurgen Klopp ile bir rüya yaşarken Almanya’nın Ulm kentinde 24 yaşında genç bir adamın futbol rüyası sona erer. Geçirdiği diz sakatlığı nedeniyle Thomas Tuchel çok sevdiği futbolu bırakmak zorunda kalır. Çürüyen dizinin ardında üniversitede dirsek çürütmeye karar verir. Ekonomi bölümünden mezun olur. Öte yandan ünlü teknik adam Ralf Ragninck Stuttgart’ta göreve gelip, Ulm yıllarından tanıdığı öğrencisi Tuchel’i ikna ederek futbol dünyasına tekrar kazandırırken, Sttutgart’ın altyapısında bu genç adama görev verir. Stuttgart’ın altyapısında bir futbol bilgesiyle karşılaşan Tuchel, futbolun içerisinde kalmayı iyiden iyiye benimser. Bu bilge; Holger Badstuber’in de babası olan Hermann Badstuber’dir. Beraber geçirdikleri yılların ardından Tuchel’e Bundesliga’nın köklü kulüplerinin U19 takımları emanet edilmeye başlanır. Sırasıyla Sttutgart ve Ausburg’un gençlerini çalıştıran Tuchel’in bir sonraki durağı Mainz 05’in U19 takımı olur. Jürgen Klopp’un Mainz yılları. Kırmızı-beyazlıların menajeri Christian Heidel, Tuchel’e U19 takımını emanet ederken, Jurgen Klopp’un ardından A takımını da Jörg Andersen’e emanet eder. Norveçli teknik adam Mainz’ı tekrar ikinci ligden birinci lige çıkarsa da, Heidel’le anlaşarak yolları ayırırlar. Fikir farklılıkları ve iletişimsizlikten dolayı sezonun başlamasına 6 gün kala teknik direktörsüz kalan ligin yeni ekibi, düşmenin tekrar en büyük aday adaylığını açıklamış olarak değerlendirilir. Güzide kulüplerimizin de her sezon bir yabancı teknik adama bavul toplattığında akla gelen altyapı hocası senaryosu bu sefer Mainz soyunma odasında hayat bulur. Bu senaryo, Mainz için sıradan bir spagetti western değil, oscarlık bir sezonun habercisidir. Orhan Uluca’nın Borges Blog’daki çevirisiyle beraber izlemeye doyum olmayan Tuchel’in “Rulebreaker” (kural yıkıcı) videosunun başlangıcında anlattığı dönem de tam bu zamana denk gelir. Almanların pek tahammül edemeyeceği sistemsizliğin, Mainz 05’de baş gösterdiği noktanın kulübün yemekhanesi olduğunu belirler. Aynı anda sofraya oturup, birlikte kalkmayı takım olma olgusunda her şeyden öne koyan Tuchel, selamlaşma ve tokalaşma kuralları koyarak işe başlar. Yeşil sahalara Thomas Tuchel inmeden önce yaptığı bu çalışmalarla beraber Tuchel, birbiriyle zaman geçiren ve birbirini çok iyi tanıyan ve saha içinde ne yapacaklarını bilecek olan takımının temellerini atar. Antrenmanlarda denediği taktik çalışmalarıyla yetersiz görünen takımını parlatan Alman çalıştırıcı, özellikle klasik antrenman tekniklerini terk ederek takımın başarısında büyük rol oynar. Hiçbir zaman tam saha çift kale oynatmaz. Bunun yerine geometrik olarak böldüğü sahada oyuncularına pozisyon bilgisini aşılar. Bu çalışmalarla beraber yapılan rakip analizleri Tuchel’in farkını ortaya koyar. Dokuzuncu basamakta bitirilen ilk sezonun ardından Mainz rüzgarı Bundesliga’da daha sert esmeye başlar. Tuchel, ikinci sezonunda ilk yedi maçını kazanarak Bundesliga’da en iyi sezon başlangıcı rekorunu kırar. Metin-Ali-Feyyaz’ı aratmayacak Schrülle-Holtby-Szalai üçlüsüyle rüzgarı fırtınaya dönüştüren Mainz, sezon sonunda ligi beşinci sırada bitirerek, kendi sıkletlerinde Everest’in zirvesini görür. Kulüp bu tarihi başarıyı devam ettirmek istese de transfer sezonunda parlayan tüm oyuncularını tek tek kaybeder. Mainz duraklama devrinin eşiğindedir. Bundesliga’da tehlikeli bölgeye yaklaşmadan geçirilen iki sezonun ardından geçen sezon yakaladığı ivmeyle ligi 7’inci sırada bitirerek, tekrar UEFA Avrupa Ligi ön elemesine katılmaya hak kazanır. Tuchel’in yeni sezonda ne yapacağı merak edilirken, ani bir kararla sezon sonunda kulüpten ayrılma kararı alır. Şok karar sonrası Mainz ekibinin Klopp ve Tuchel’in ardından göreve getireceği isim merak konusudur. Bu sorunun cevabı, aslında 2012 senesinde saklıdır. Danimarka’nın gözbebeği Hjulmand Mainz tarama ekibi iki sezon önce AalborgNordsjealland maçını izlemeye gider. Maçta izlenecek futbolcu Nicklas Helenius’tur. Takımlar sahaya çıkar, Helenius’u takip etmek isteyen scoutlar Nordsjealland’ın oynadığı futbola hayran kalır. Oyuna hükmeden, hücum ve savunmayı çok iyi uygulayan bir takımla karşı karşıyalardır.. Bu takımın başındaki isim ise Kasper Hjulmand’dır. Hjulmand oynattığı futbolla sadece ülkesinde değil, boy gösterdiği Şampiyonlar Ligi’nde de olumlu eleştiriler alır. Nordsjealland tarihindeki tek şampiyonluğu ve iki Danimarka Kupası’nı Hjulmand zamanında yaşar. Heidil ve ekibi Hjulmand’ın futbolunu takip etmeye devam ederler. Beklenmeyen Tuchel’in ayrılığının ardından Heidel, Hjulmand’la görüşmeye karar verir. Orta ve uzun vadede yapılan planlar doğrultusunda 3 yıllık ilk anlaşmanın imzaları bu şekilde atılmış olur. Mainz tarihinde Klopp-Tuchel sonrasında görev almak Hjulmand için zor bir sezonun habercisi. Özellikle Tuchel, Klopp’tan devraldığı bayrağı daha yükseğe taşıdı. Otoriteler Hjulmand’dan ilk sezonda çok büyük bir başarı beklemeseler de, özellikle Tuchel’le karşılaştırmaya devam edecekler. Bu sene kadrodan ayrılan Nicolai Müller, Eric ChopouMoting ve Shawn Parker’ın yokluğunun takımın hücum gücünü de olumsuz etkilemesi bekleniyor. Zira şu anda Mainz’ın forvetteki en büyük silahı Japon oyuncusu Okazaki’nin de giden oyuncuların ardından yalnızlık çekmesi muhtemel gözüküyor. Orta saha oyuncuları Zimling, Geis, Baumgartlinger ve Soto’nun bu sene gösterecekleri performans yine ligdeki seyirlerini belirlemede önemli rol oynayacak. Sol bek Kosta Rikalı Diaz ve sağ bek bu sene transfer edilen Gonzalo Jara’nın, Dünya Kupası sonrasında gösterecekleri performanslar da ayrı bir merak konusu. Hjulmand’ın, Şili Milli Takımı’nda üçlü savunmada oynayan Jara’ya stoperde görev vermesi bekleniyor. Ausburg’dan transfer Bronsinki de sağ bekte görev alarak yeni defans hattının ön plana çıkacak oyuncuları arasında. Kalede ise giderek Kasper Hjulmand tecrübe kazanan genç eldiven Karius takımın en çok gelişim beklediği genç oyuncusu konumunda. Kadroya kiralık olarak katılan Filip Djuricic ve performansı giderek yükselen Yunus Mallı ise bu senenin en büyük kozlarından. Lige İngiltere’de hazırlanan ve bu dönemde Beşiktaş ile de bir hazırlık maçı yapan Mainz’ın sezon açılışı pek parlak olmadı. UEFA Avrupa Ligi üçüncü ön elemesinde Yunanistan’ın Asteras Tripolis ekibine boyun eğen Mainz, Almanya Kupası ilk turunda da Alman 3. Lig ekiplerinden Chemnitzer FC’ye penaltılar sonunda elendi. Bu kötümser tablo ile karşı karşıya kalsalar da takımın menajeri Heidel, Hjulmand’ın zamana ihtiyacı olduğunu ve kulüp olarak teknik adamın neler yapabileceğini bildikleri için bu kötü sonuçların çalışmalarını etkilemeyeceğini bildirdi. Mainz 05, Bundesliga takip edenler için uzun süredir ilgi çekici bir takım olmuştur. Bu yaz gelen yeni hocasıyla beraber önümüzdeki yıllarda da bu ilgiyi fazlasıyla hak edecek ve birçok kulübe rol model olarak seçilebilecek bir takım hüviyetinde. İşler yolunda giderse Mainz’ın ismini gelecekler yıllarda örnek kulüp olarak daha çok duyabiliriz. Mehmet Ali Çetinkaya Futbol Kültürü HF141 PERi MASALI: PFC LUDOGORETS RAZGRAD Alt liglerden geldiği Bulgaristan Süper Ligi’nde fırtına gibi esen son üç sezonun şampiyonu, geçen sezon Avrupa Ligi’nde Lazio’yu saf dışı bırakan Ludogorets Razgard başarılı öyküsünün üstüne ekleme yapmaya devam ediyor 18 Haziran 2001’de Kuzeydoğu Bulgaristan’da, Deliorman olarak bilinen Türk bölgesinde yer alan (%27 ile Kırcaali’den sonra en yüksek Türk nüfusunun yaşadığı ve İstanbul hariç, Avrupa’nın en büyük camisi olan İbrahim Paşa Camii’nin bulunduğu) Razgrad’da, Aleksandar Aleksandrov ve Vladimir Dimitrov tarafından kurulan Ludogorie Football Club, bir yıl sonra adını Razgrad 2000 olarak değiştirir. 8 sezon alt liglerde mücadele eden kulüp, 2010’da adını, 1945’te kurulan ve Razgrad’ın en eski takımlarından biri olan ama 2006’da kapısına kilit vurulan Ludogorets Razgrad olarak bir kez daha değiştirir. 2010 Temmuz’unda, CV’sinde sadece bir yıl Lyubimets 2007’yi çalıştırmak bulunan teknik direktör Ivailo Petev, takımın başına getirilir. Eylül ayında ise iş adamı Kiril Domuschiev kulübü satın alır ve peri masalı da sahnelenmeye başlar. 2010/11 sezonunda B Grupa’da yer alan ekip, şampiyon olarak tarihinde ilk kez Bulgaristan’ın en üst futbol ligi olan A Grupa’ya yükselmeyi başarır. Kulübün başına geldiği sezonda A Grupa’ya yükselmek, Domuschiev’i oldukça heyecanlandırır ve iş adamı tecrübeli bir kadro kurmak için kolları sıvar. Bulgar ligine göre oldukça iddialı bir bütçeyle, 13-15 milyon euroluk bir takım kurulur. (Bu noktada, Türk ve Bulgar futbolunu bir nebze olsun kıyaslayabilmek adına; 39 yıl aradan sonra Süper Lig’e ikinci kez merhaba diyen Balıkesirspor’un bütçesinin 22,5 milyon euro olduğunu belirtmekte fayda var.) Ivailo Petev’in yönetiminde başlanan ligin ilk haftasında evlerinde Lokomotiv Plovdiv’le golsüz berabere kaldıktan sonra, iyi sonuçlar almaya başlayan Kartallar, yüksekten uçmaya başlarlar. Fakat arkalarında 1924’ten beri düzenlenmekte olan Bulgaristan Ligi’nde toplam 57 kez mutlu sona ulaşan CSKA Sofya ve Levski Sofya gibi iki tecrübeli kulüp vardır. Nitekim ligin ortalarında peş peşe aldıkları 3 mağlubiyet CSKA’nın liderliğe kök salmasını sağlar. 16 Mayıs 2012, Yeşil-beyazlılar için tarihlerinin en önemli günüdür. Çünkü tarihlerinde ilk kez Bulgar Kupasına uzanmak için Lokomotiv Plovdiv ile karşı karşıya gelirler ve 1-0 yenik duruma düştükleri maçı 2-1 kazanarak ilk önemli kupayı müzelerine götürürler. Bu maçtan sadece 6 gün sonra, ligin son maçında CSKA’yı ağırlarlar. Sofya ekibi 2 puan farkla liderlik koltuğunda oturduğu için maçın önemi büyüktür. 19. dakikada Ivanov’un attığı gol, Ludogorets’in ilk sezonunda Bulgar Ligi’nde şampiyon olmasını sağlar. Temmuz 2012’de Lokomotiv Plovdiv’i 3-1 yenerek Süper Kupa’yı da müzelerine götüren Kartallar, Bulgaristan Futbol tarihinde CSKA Sofya ve Levski Sofya’dan sonra Üçleme (Tre-ble) yapan 3. takım olmayı başarırlar. Ludogorets, A Grupa’ya çok iddialı bir giriş yapmıştır. Vezalov’un golü, Razgard yine zirvede Süper Kupa zaferinden birkaç gün sonra Yeşilbeyazlılar tarihlerinde ilk kez Avrupa’da boy gösterirler. Şampiyonlar Ligi 2. ön eleme turunda rakip, Hırvat Dinamo Zagreb’dir. Fakat işler Bulgarların istediği gibi gitmez. 1-1 ve 2-3’lük skorların ardından Kartallar, Avrupa sahnesine erkenden veda ederler. A Grupa’da ilk 8 maçını kazanan Ludogorets, ligde bir kez daha iddialı olduğunu gösterse de, haftalar 16 Mayıs 2012, Yeşil-beyazlılar Lokomotiv Plovdiv’i 2-1 mağlup ederek Bulgar Kupası’na uzanır. ilerledikçe, bir yandan inişli çıkışlı sonuçlar almaya başlaması, bir yandan da Bulgaristan Kupası 2. turunda, bir önceki sezon, ellerinden şampiyonluk kupasını aldıkları CSKA Sofya’ya elenmeleri, birçok kişinin aklına, peri masalının sonlandığını getirir. Hele bir de, ligin son haftalarında Levski Sofya’nın imzasını attığı müthiş galibiyet serisine, Ludogorets galibiyetini de eklemesi, başkentlilerin bitime iki hafta kala şampiyonluğunu ilan etmesi olarak algılanır. Ligin son haftasında Sofyalılar 70, Razgradlılar 69 puandadır. Yeşiller, Montana deplasmanının 30. dakikasında Svetoslav Dyakov’un golüyle öne geçtikten 3 dakika sonra Sofya’dan gelen gol haberiyle yıkılırlar. Artık şampiyonluk umutları pamuk ipliğine bağlıdır. 76’da Mihail Aleksandrov’un 3. golü attığı anlarda, başkentten Vezalov’un kendi kalesine attığı sürpriz gol haberi Kartalları uçurmaya yeter. Razgradlılar bir puan farkla ikinci kez (2012/13 sezonu) şampiyonluklarını ilan ederler. Peri masalı devam etmektedir. Kartallar, Temmuz 2012’de Beroe Stara Zagora’ya penaltılar sonucunda Süper Kupa’yı kaybederek A Grupa’daki ikinci sezonlarını tek kupayla kapatırlar. Tarih böyle yazılır Süper Kupa’nın Beroe’ye kaptırılmasının ardından, Şampiyonlar Ligi 2. ön eleme turu ilk maçında Slovan Bratislava ve akabinde ligin yeni takımlarından Lyubimets 2007’le oynanan maçların kaybedilmesi üzerine teknik direktör Ivailo Petev görevinden alınıp yerine, kariyerinde birçok takım bulunan Stoycho Stoev getirilir. Sezon başındaki bu hızlı değişim, takımın ritmini de pozitif olarak etkiler. Stoev’in gelişiyle birlikte hem ligde, hem de Avrupa Kupaları’nda peş peşe iyi sonuçlar gelmeye başlar. Rövanşta alınan 3-0’lık galibiyetle önce Slovan Bratislava, ardından da Partizan kupa dışına itilir ve kulüp, tarihinde ilk kez Şampiyonlar Ligi playoff turuna çıkmayı başarır. Fakat rakip İsviçre’nin güçlü ekiplerinden Basel’dir ve 2 maçta da mağlup olunarak, Avrupa Ligi’nin yolu tutulur. Büyük heyecana sahne olan 2012/13 sezonunun son haftasında, Levski Sovia, Slavia karşısında 2 puan bırakınca, ipi Ludogorets göğüsler. Bir önceki sezon Şampiyonlar Ligi’nden elenmelerine sebep olan Hırvat Dinamo Zagreb, güçlü Hollanda ekibi PSV Eindhoven ve Ukrayna’dan Chornomorets Odessa ile Avrupa Ligi B Grubunda yer alan Ludogorets, önce Hollanda’da PSV’yi 2-0, ardından Sofya’da Dinamo Zagreb’i 3-0 ve akabinde Chornomorets’i deplasmanda 1-0 yenerek, birçok futbolseverin ilgisini çekmeyi başarır. Tarihinde ikinci kez Avrupa sahnesinde yer almasına rağmen Ludogoretsliler, hem çeyrek final kapısından dönmüş, hem de Bulgar futbol tarihi adına, aynı sezon içinde Avrupa Kupalarında en fazla galip gelen (8), deplasmanda en fazla galibiyet alan (4), grup maçlarında hiç yenilmeyen Bulgar takımı gibi birçok ilke imzalarını atmayı başarmışlardır. Grup maçları tamamlandığında Bulgarlar, 5 galibiyet ve 1 beraberlikle 16 puan toplamışlardır. Son 32 turunda rakip, İtalyanların Kartal lakaplı kulübü Lazio olur. Deplasmanda oynanan ilk maçın 9. dakikasında penaltı kaçırmalarına ve 10 kişi kalmalarına rağmen, ilk yarının son anlarında buldukları golle maçı kazanmayı bilirler ve Sofya’da oynadıkları rövanş karşılaşmasından 3-3’lük beraberlikle ayrılarak, kendilerinden yaklaşık 10 kat büyük bütçeye sahip İtalyan Kartallarını kupadan elemeyi başarırlar. Bu Bulgar futbolu için bir tarihin yeniden yazılması demekti. (Lazio kulübü, aynı lakaba sahip oldukları için Ludogoretslilere Fortuna adında bir dişi kartal maskotu hediye etmişler. Bulgarlar o günden beri maçlarında bu maskotu kullanıyorlarmış.) Avrupa kulvarında bunlar yaşanırken, Kuzeydoğulular, hem A Grupa’da, hem de Bulgaristan Kupası’nda çok rahat bir şekilde yollarına devam ederler. Finalde Botev Plovdiv’i yenerek kupaya uzandıktan 3 gün sonra, haftalar önce ilan ettikleri lig şampiyonluğunu resmiyete döküp, en yakın takipçileri Litex’e 12 puan fark atarak ipi göğüslerler ve Süper Kupa finalini beklemeye başlarlar. Son 16 Turu’nda rakip İspanya futbol tarihinin en güçlü üçüncü takımı olan Valencia’dır. Sofya’da 3-0 ve İspanya’da 1-0 kazanan ve yollarına devam eden taraf Yarasalar olur. 13 Ağustos 2014’te Botev Plovdiv’le karşılaşan Yeşil-beyazlılar, ilk yarıyı 1-0 geride kapatmalarına rağmen, sahadan 3-1’lik skorla ayrılarak A Grupa’daki 3. sezonlarında ikinci kez üçleme yapmayı başarırlar. Devler Ligi’nin anlamı büyük Bu sezon ligdeki ilk 2 maçta sadece 1 puan toplayabilen Kartallar, Stoycho Stoev ile yolları ayırıp, yerine 2011’den beri yardımcı teknik direktörlük görevinde bulunan Georgi Dermendzhiev’i getirdiler. Bu hamleden sonra iyi sonuçlar almaya başlayan takımın şu anda aklında sadece, Şampiyonlar Ligi play-offu ilk maçında 1-0 yenildikleri Steaua Bükreş’le 27 Ağustos’ta kendi evlerinde oynayacakları rövanş maçı var. Eğer bu tur geçilirse, kulüp tarihinde ilk kez Şampiyonlar Ligi’nde mücadele edecek. Bunun anlamı çok büyük. Hem ekonomik anlamda hem de Avrupa’da isimlerinin bilinir hale gelmesi için bu tur büyük önem arz ediyor. İstikrar, düzen ve başarı A Grupa’da hiç temsil edilmemiş Razgrad’ta, 2001 yılında kurulan ve 2010’da bir iş adamı tarafından satın alındıktan sonra yıldızı parlamaya başlayan Ludogorets, son 4 yılda inanılmaz sportif başarılar elde etmiş durumda. Son 3 yıldır A Grupa’da mücadele eden Kartallar, bu sezonlarda alabilecekleri 9 kupadan 7 tanesini müzelerine götürmüş durumdalar. Ayrıca geçen sezon Avrupa’da sergiledikleri performans Ludogorets’i yönetenlerin sistemli ve istikrarlı bir şekilde çalıştıklarını ve başarı çıtasını sürekli yükselttiklerini kanıtlıyor. Yerel başarısını geçtiğimiz sezon Avrupa’ya taşıyan Ludogorets, Avrupa Ligi’nde Lazio’yu 3-3 ve 1-0’lık skorlarla eleyerek büyük bir işe imza atıyordu. sezon mücadele ettiği tüm kulvarlarda, sonuna kadar kupaya uzanmak için çaba sarf etmesi. Son 3 yılda 2 kez üçleme yapmaları da bunun kanıtı. Oysa Türkiye’de çok büyük bütçeye sahip olan kulüpler bile, her sezon, birden fazla kupada mücadele etmenin zorluğundan yakınıp havlu atmayı hakları olarak görüyorlar. Hayatım Futbol olarak gözümüz, son 3 sezondur, taraftarlarını sevince boğan, Bulgar futbolunun çıtasını yukarlara taşımak için uğraşan ve deyim yerindeyse bir ‘Peri Masalı’ yazan Ludogorets Razgard’ın üstünde olacak. Ludogorets’in bütçesi ile Türkiye’deki takımların bütçelerini karşılaştırınca, bizim açımızdan daha vahim bir tablo ortaya çıkıyor. Bugünlerde Şampiyonlar Ligi’nde yer almak için mücadele veren Ludogorets’in bütçesi yaklaşık 16 milyon 250 bin euro. Bu bütçe ile Kartallar, 2014/15 sezonunda Süper Lig’de mücadele edecek olan 18 takım arasından sadece Mersin İdman Yurdu’nun 14 milyon 150 bin euroluk bütçesini geçmeyi başarabiliyorlar. Ludogorets’i incelediğinizde gözümüze batan en ilginç ayrıntılardan biri de, Bulgar takımının her İstikrar ve düzenin hakim olduğu Bulgar ekibi son 3 sezonda gösterdiği başarıyı devam ettirmek için olumlu sinyaller veriyor. Mevzubahis HF141 TÜRKiYE’DE EN FAZLA BAHiS YAPILAN FUTBOL TAKIMLARI Futbol izlemek eğlenceli olduğu kadar heyecan yaratıcıdır. Maçları takip etmek hem hayal kırıklığına sebep verici, hem de heyecan vericidir. Birçok futbol taraftarı futbola bahis yaparak bu eğlenceyi ikiye katlarlar. Tüm spor bahisleri gibi futbol bahsi de bir hobidir. Kar elde etmeyi sağlayan bahisçiler bahis kullanmadan önce uzun süre araştırma yaparlar. Bilgi, her konuda olduğu gibi bahis oynarken de altın değerindedir. Öncelikle para yatıracağınız maçın takımlarının gücünü, oyuncularının performansını öğrenmeniz gereklidir. Bu yüzden spor haberleri, spor blogları ve bahis sitelerini takip etmeniz size yarar sağlar. http://www.youwinanaliz.com/ gibi spor ve bahis sitelerinden alabileceğiniz maksimum bilgi ile maksimum kazanç sağlayabilirsiniz. Bazı takımların maç sonuçları bulundukları duruma da bağlıdır. Örneğin Real Madrid bir tarzla kazanmaya çalışır fakat turnuvanın birinci aşamasından geçmek için yeterli sonuçlar almak onlar için önemli değildir. Bu nedenle bahisçiler maçın ve bahsin önemini dikkate almalıdırlar. Her sporda olduğu gibi futbolun da sonucu şaşırtıcı olabilir. Bu sebeple takımların durumları takip edilirken diğer bahisçilerin de yönelimlerine bakılması önemlidir, oran karşılaştırması yapmak için en iyi ve tutarlı bahis sitelerini takip etmeniz gerekir. YouWinAnaliz’e göre her hafta en fazla bahis yapılan futbol takımlarını takip edebilir, oran karşılaştırmalarına göre hamlenizi belirleyebilirsiniz. Türkiye’de bu haftanın en fazla bahis oynanan futboltakımları http://www.youwinanaliz.com/’e göre aşağıdaki takımlardır: Nelere dikkat etmeli şekilde belirleyin. Bahis oynarken yeni başlayanların tercih etmesi gereken strateji “bonuslar”dır. Online bahis şirketleri, yeni kullanıcılara çeşitli oranlarda bonus tavsiyelerinde bulunurlar. Yatırdığın paranın %10’u, %20’si olabildiği gibi “25$ yatırın 25$ bonus alın” şeklinde çeşitleri vardır. Henüz hangi bahis sitesini kullanacağınıza karar veremediyseniz sitelerin tanıdığı bonus şansı ile deneme yaparak bahis sitelerini tanıyabilir ve size uygun olanını seçebilirsiniz. Önemli olan bir diğer nokta ise uzun dönem veya kısa dönemli bahis oynayıp oynamayacağınızdır. Elbette aynı şekilde kaybetmeniz de çok kolaydır. Disiplinli olun. Size uygun strateji belirlediyseniz o şekilde devam edin. Aynı şekilde bahis oynayacağınız zamanı da belirleyin. Kazanmaya başaladığınız zaman, başladığınız noktadan devam edin. Kazanmak aslında kolaydır. Bu yüzden olumlu düşünün ve hedeflerinizi o Spor ile ciddi anlamda veya hobi olarak ilgileniyorsanız, bu bahis oynama şeklinizi de belirler. Eğer spor ile her zaman ilgiliyseniz bahis oynamak ve tutarlı şekilde takımlara para yatırmak bilgilerinizi güncellemeniz açısından önemlidir. Bunun dışında oranları iyi takip etmeniz ve bahis sitelerini o şekilde değerlendirmeniz gerekir. Sabırla beklemeniz ve stratejinizi devam ettirmeniz kazanmanız açısından önemlidir. İyi tahmin kadar iyi bir para yönetim bilgisi kazanmanızı sağlar.