Sayı: 136-137•Haziran-Temmuz 2011
Transkript
Sayı: 136-137•Haziran-Temmuz 2011
HAZİRAN-TEMMUZ 2011 - SAYI 136-137• 1• • BİLİM ve AKLIN AYDINLIĞINDA EĞİTİM •2 Bilim ve Aklın Aydınlığında EĞİTİM Aylık Eğitim Dergisi•ISSN-1302-5600 Yıl: 12•Sayı: 136-137•Haziran-Temmuz 2011 Sahibi NİMET ÇUBUKÇU (Millî Eğitim Bakanı) • Genel Yayın Yönetmeni AZİZ ZEREN (Yayımlar Dairesi Başkanı) • Yazı İşleri Müdürü ARİF BÜK (arifbuk@meb.gov.tr) • Yayın Kurulu DİNÇER EŞİTGİN ÇAĞRI GÜREL ŞABAN ÖZÜDOĞRU AYSUN İLDENİZ HAKKI USLU Dr. MACİT BALIK • Tasarım HAKKI USLU (huslu@meb.gov.tr) • İletişim ve Koordinasyon DİNÇER EŞİTGİN (desitgin@meb.gov.tr) • Yönetim Merkezi Yayımlar Dairesi Başkanlığı Teknikokullar/ANKARA http://yayim.meb.gov.tr e-posta: baae@meb.gov.tr Tel: (0 312) 212 81 45 / 4188 Fax: (0 312) 212 81 48 • Baskı Devlet Kitapları Döner Sermaye İşletmesi Müdürlüğü • Abone - Dağıtım HALİL İBRAHİM KINACI Tel: (0312) 866 22 01 / 246 Fax: (0 312) 866 22 72 Gönderilen eser ve çalışmalar yayımlansın veya yayımlan masın, iade edilmez. Yazıların içeriğinden yazarları sorum ludur. Yayın Kurulu yazılar üzerinde değişiklik yapabilir. “Bilim ve Aklın Aydınlığında Eğitim” adı anılmadan alıntı yapılamaz. Millî Eğitim Bakanlığı Yayımlar Dairesi Başkan lığının 22.12.2005 tarih ve 6088 sayılı oluru ile basılmıştır. Dergimizin yıllık abone bedeli 20 TL (öğretmen ve öğrenciler için 15 TL)’dir. Abone bedelinin Ziraat Bankası Elmadağ-An kara Şubesindeki Devlet Kitapları Döner Sermaye İşletmesi Müdürlüğünün 2016676-5016 numaralı hesabına yatırılarak makbuzun ve açık adresin “Devlet Kitapları Döner Sermaye İşletmesi Müdürlüğü Hasanoğlan-ANKARA” adresine gönde rilmesi gerekmektedir. Millî Eğitim Bakanlığı Yayınları: 5645 Süreli Yayınlar Dizisi: 280 İÇİNDEKİLER ÇİZGİ•HAKKI USLU ............................................................................... 2 ÇIKMAZ SOKAK•DİNÇER EŞİTGİN ........................................................... 3 BENİ YAKIYOR•ERDAL NOYAN . .............................................................. 4 SON MAYIS•YUNUS KARA . .................................................................... 5 SAKLI SÖZLÜK’ten•HÜSEYİN ALEMDAR .................................................. 7 SABAHI BEKLEMEK•NERİMAN TULGAR .................................................. 10 İNSAN AŞKTAN, ACIDAN: ATEŞTEN•VEFA TAŞDELEN . .............................. 15 ATEŞ ÜSTÜNE TEZLER•AHMET DOĞRU ................................................... 19 GÜNEŞ ENERJİSİ•ŞENOL TUNÇ . ........................................................... 22 ELEKTRİK ENERJİSİ İHTİYACIMIZ VE YENİLENEBİLİR ENERJİ KAYNAKLARIMIZ•DURSUN YILDIZ ............................................ 33 VOLKANLAR•DOĞAN YAŞAR ................................................................ 40 KÜLTÜR TARİHİNDE ATEŞ SEMBOLÜ S.A. TOKAREV (ÇEV. MUVAFFAK DURANLI) . ............................................ 44 ATEŞLE GELEN DEĞİŞİM•ERK İNGER . ................................................... 50 ATEŞE MECAZ DÜŞTÜM İRADE İPİNDEN ASILDI•RUHİ İNAN ................... 53 ATEŞ-ŞEYTAN METAFORU•MEHMET AKNAR ........................................... 55 ATEŞTEN YAŞAM•YEŞİM KON ............................................................... 58 DEĞİRMEN•METİN TANDOĞAN ............................................................ 60 UMUDUMUN SESİ•HALİME GÜNDÜZ .................................................... 62 SEN DEĞİL MİSİN?•A. MESUT BAYRAM . ............................................... 64 ŞİİRİN AŞKI•ÜNVER PAZARLI ............................................................... 66 ELMA ŞEKERİ•BETÜL DİNÇER ................................................................ 67 ALTERNATİF ULUSLARARASI ÖĞRENCİ DEĞERLENDİRME GÖSTERGESİ (BİLİM OLİMPİYATLARI)•ABDÜLKADİR YILMAZ ..................................... 69 GÜNDEM ................................................................................................76 ÇİZGİ • Hakkı Uslu ÇIKMAZ SOKAK DİNÇER EŞİTGİN son perdesidir günün bir çıkar-sokakta duraklarım bitiririm yollarımı oturur ağlarım sevgili tüter gözyaşlarımda yağmur öykünür de bana bulutlarını döküverir sokağa oysa bilmez ki ben şimdi bir âteşim oturur yanarım sevgili kül olur yangınlarımda 3• BENİ YAKIYOR ERDAL NOYAN Siyah bulutlar yürüyor üzerime Dağlar devriliyor Beni yakıyor alnında ateş Beni yakıyor Ağrılarına diyet diye sun beni Duvar eyle gönlümü sızılarına Ne olur inleme küçüğüm İnleme ne olur Çareyi verir derdi veren Aydınlığında bu inancın Çiçeklenir sabır sabahlar gece Biraz daha sabır •4 SON MAYIS YUNUS KARA Seçiliş hikmetimi düşündüm gündüz gece, Tek sebep bulamadım seni fetihten yüce. Yedi devri ram edip yedi tepeli şehre, Gönlümü sende sundum yedi başlı ejdere. Bir mübarek el ile saplayıp hançerini, Bizans’ta inşa ettim Türklüğün başşehrini. On beş asırlık haçı kırarak gerdanında, Çelikten yıldız yaptım o hilâlin yanında. Yine mayıs, yine ben, kapındayım İstanbul. Asla bir veda değil merhabayım İstanbul. Akşemsettin, seccade; Eyüp’te her yer dua, Hangi set engel olur bize verilen ruha. Kılıcımla nur koydum bahtındaki karaya, Üzengimi öptürdüm bin defa Avrupa’ya. Sıyrıldın karanlıktan Mehmet’imin eliyle, Suruna güller dizdim bir Gül’ün dileğiyle. Hisarına nakşolan o Resul’ün adını, Kızılelma denilen neslimin muradını; Tohum diye bağrına eken ecdat benimdir, Minareler ruhumsa kubbeler bedenimdir. 5• • BİLİM ve AKLIN AYDINLIĞINDA EĞİTİM İstanbul’da kanundur; sevenler kavuşacak, Ayrı kalan sadece iki hisardır ancak. Onlarınki nazdandır, yoksa çekilir deniz, O zaman kalmaz işte ayrılıktan hiçbir iz. Emirgân sırtlarında erguvan pembelenir, Adaların toprağı Beyoğlu’nda elenir. Ondadır asırlara gizlenen tüm sevdalar, Mecnûnlar bilmez ama gözlerinde Leylâ var. Çamlıca’dır saklayan yitirilen çareyi, Üsküdar’dan sormalı o özü, usareyi. Galata’yı daldırıp tahayyül denizine, Bin Yusuf’u resmettim İstanbul’un yüzüne. Altın bir tarak ile tarayıp saçlarını, Gözyaşımla doldursam hüznün avuçlarını. Sinan’ın nazarıyla işleyip her taşını, Sinemde teskin etsem o sevdalı başını. Kızkulesi’nden alsam müebbet nöbetini, Kerem’e ben anlatsam Aslı’nın niyetini. Gök kubbeni meshetsem Fatih’in ruhu ile, Surlarını eritsem hücum borusu ile. Nal sesleriyle sarıp bağrındaki yarayı, Papaya zindan etsem bir daha Avrupa’yı; Neslime açar mısın kollarını yeniden, Ulubatlı döner mi çıktığı seferinden. Yine mayıs, yine ben, kapındayım İstanbul. Asla bir veda değil merhabayım İstanbul. •6 SAKLI SÖZLÜK’ten HÜSEYİN ALEMDAR b Beni kimse bilmez aslında diyor şair yalanı söylediği-Kafası imge parkı anneliğe hazırlık yapıyor! Çocukluğum çocukluğu uzakta kalan bahçeler... c Kim demiş anne ve çocuk küçük şeydir bir anne bir baba bir çocuk belki de en büyük şeydir! Çocuğu şeyler anlatır, anne-babayı cümleşeyler... d Dünya kokusu bu... Gündüz kokusu geniz kokusu-Senden doğduğum doğruysa anne ben bir kuyu suyuyum öyleyse! Kendime hoş geldim!.. 7• • BİLİM ve AKLIN AYDINLIĞINDA EĞİTİM f Bazı geceler ninnilerle uyuturken beni annem karıştırıp Gülten diyor, Sennur diyor, Lâle diyor arada bir Leylâ diyor, Arife diyor, Gülseli diyor, Nilay diyor-Hay Allah, şair adları mı sayıyor yoksa bu kadın! Adımın ilk harfini bile unutmuş sanki, bunu babama söylemeli! Alfabenin saklı harfi olacağım inat değil mi “Saklı Sözlük”te bile bulamayacaklar adımı! h Hayret! Bir çocuk saatiyim artık hep on ikiyi gösteren-Ne ân, ne an/ne hiçbiri gelmeyecek! l Annem hiçbir yere gitmese artık o gidince lâl her şey-bütün â’lar bir bir bırakıyor sanki şapkalarını! Babam karıştırıyor şapkasını... o Büyüdü odamıza sızan ışık büyüdü pervaz büyüdü perdeler büyüdü annemin sırtıma oyduğu dokunuş büyüdü babamın alnıma çizdiği gökyüzü büyüdüm ben de! Büyümek boşlukları doldurmak demek içi misketlerle sıkıştırılmış O gibi! p Babam öğrettiydi: Merdivenler yürümeyi anlatır! Ellerimden tutmayın yürürüm ben-annem bana yerçekimi •8 HAZİRAN-TEMMUZ 2011 - SAYI 136-137• babam bana gökdüşümü Pes yani! r Bu benim ilk anneler günüm çoğa varmaz gelir doğum günüm-Nasılsa bir gün gelir benim de aklıma zamana uzak baba anne olduğum! s Bilirim her sabah yastığıma bıraktığı kokusundan perdeler çekilse camlar açılsa kuş olup göğe yayılır kokusu-Bilinir, dünya çocuklarına annedir annem! Bilinir, günü güne kavuşturan barıştır babam! ü Benim evim bir cennet ben bu evin en küçük hûrisiyim-Çiçekli bir masa her köşesi bir dua bizler bir araya gelince cennet burda! v Sahi, hep bir melek olmak istiyorum ben sırtım kat kat rengârenk süslü kanat ya yaramaz çocuklardan biri çıkar da kırarsa kanatlarımı bir bir Allah korusun, uçamam! (Çamlıca, Haziran 2009) 9• SABAHI BEKLEMEK NERİMAN TULGAR - Yedi yaşındaki bir çocuk ne anlar ölümden? - Büyüklerin anladığını… Geceden beri gelmeye başlayan eş dost köyde farklı evlerde toplanarak diğer akrabaların, en azından sabaha kadar, geldiklerini duymamalarını sağlamaya çalışıyorlardı. “Sabah ola hayrola! Gün doğmadan neler doğar?” Neler doğmaz ki ama gidenleri bugüne kadar hiçbir doğan gün geri getirememiştir. Bunu en iyi ben bilirdim. Ama yine de doğacak olan günü beklemeliydim. Susmalıydım. Doğduğum köyün başıma yıkılan dağlarının altında ezildiğimi anlatmamalıydım ve anlatacak birini de aramamalıydım. Çünkü sabahı beklemeliydim. Neden sabah peki? Neden şimdi değil? Neden doğduğum bu köye gecenin bu saatinde kan çanağına dönmüş gözlerim ve yıkılmış dünyamla geldiğim hâlde sabaha kadar Neriman Tulgar, Sabahı Beklemek, Bilim ve Aklın Aydınlığında Eğitim, S. 136-137, Haziran-Temmuz 2011, ss.10-13. • 10 beklemeliydim? Sabah mı ağlayacaktım? Hangi duygu ertelenebilir ki? Ben de ertelemedim zaten; yol boyunca HAZİRAN-TEMMUZ 2011 - SAYI 136-137• ağladım. Doğan, eşim, bana en büyük destekti. Babam bir hafta önce gitmişti Ankara’ya. Her O da sabahı bekle diyebilirdi. Ama öyle demedi. yıl yaptığı çoluk çocuk ziyaretini bu yıl da yineledi. Duyar duymaz en yakın arkadaşından arabasını Ankara’da ağabeylerim, ablam ve uzak yakın pek istedi. Bu saatte çocukları toplayıp buralara gel- çok akraba var. Bundan da öte babam çok sever dik. Geldik gelmesine ama ne oldu sanki? Yol bo- Ankara’yı. Annem uzun yoldan nefret ederdi. “Bu yunca ağladım ama tükenmedi acılarım. Tüken- sene de gitmesek” demişti ama babam “olmaz” mek bir yana, olduğu yerden çıkamıyordu bile. dedi “gidelim.” Tam bir hafta önce gittiler. Yarın Yüreğime sıkışmış hem onu acıtıyor hem de orada da dönüyorlar. Annem ve babam yan yana oturur çoğalıyordu. Çocuklarım korkmuştu belki de bu otobüste. Ancak dönüşlerinde biletleri farklı ol- halimden. Zira hiç ağladığımı görmemişlerdi. On- muş. Yan yana değiller. Annem üst katta babam lar da ağlıyordu. Görmesem de minicik kalplerinin alt katta hani şu valizlerin, çuvalların ve varsa ce- hıçkırıkla atışından hissediyordum bunu. Meryem nazelerin konulduğu bagajda yani. Evet cenazele- ve Salih çok küçüklerdi; Meryem beş, Salih bir ya- rin… Babam, alt katta, geliyormuş. şındaydı henüz. Salih, yol boyunca Leyla’nın kucağında uyudu. Meryem benim ağlamamdan fena ürkmüş olacak ki sesim çoğaldıkça o da sesini artırıyordu. Çareyi onu kucağıma alıp uyutmakta buldum. Meryem de uyumalıydı. Ama ya Leyla? O küçücük kucağında, o kucaktan daha küçük olan Salih’i nasıl taşıyor; zaman zaman nasıl da ona sarılıp kokluyordu gözlerindeki yaş ile. Hissediyordum. Aslında ön koltuğa geçip bana sarılmak istiyordu ama gelemiyordu. Salih’i bırakamıyordu. Çocuklar uyudu, Leyla hariç. Bizimle birlikte oturdu sabaha kadar. Elimi bırakmadı. Bir çocuk ne anlar ölümden! Belki büyüklerin anladığını belki daha fazlasını… Gece köye gelmiş olmamıza rağmen gidemedik eve. Evdekiler henüz duymamış koca dağları başımıza yıkan haberi. Uyuyorlar. “Aman kimse uyanmasın eve gitmeyin burada sabahlayın gece gece korkarlar.” “Tamam” dedik. Onu bırakırsa benim ona kızacağımı düşünüyor- Sabah ilk işim ablamın kapısını çalmak oldu. du belki de. Köye vardığımızda aracı hiç de alışık Elimde Leyla. Ablam şaşırdı. Hoş geldin diyemedi. olmadığımız bir kapının önünde durdurduk. Meh- Bizde sabah erkenden köye araç gelmez, biri er- met dayımların eviydi burası. Önce Doğan indi. ken geldi ise şer vardır ve yine gece telefon da çal- Kucağımdan Meryem’i aldı. Mehmet dayım kapı- maz; biri aradı ise şer vardır. Kapının eşiğine çöktü da bekliyordu. Meryem’i Doğan’dan alıp eve çı- ablam. “Bir rüya gördüm” dedi. “Celal ağabeyim karırken diğer yandan ürkmesinden korktuğumuz bir ev yapmış, direkler dikmiş eve, babam da ya- gecenin karanlığında bize kendisini takip etme- nında. Ona gösteriyor. Ama direklerden en uzun mizi söylüyordu. Evet, korkuyorduk âdeta. Gece olanı çöktü. Ev sallanıyordu uyandım.” Hoş gelme- sesimizi alıp götürebilir ve uyandırmaktan kork- diğimi gayet iyi anlatan bu rüya, ikimizin de kapının tuklarımız uyanabilirdi. Uyansınlar, sanki ne ola- eşiğine çökmemize yetti de arttı bile. Ne o sordu cak? Hiç mi bulunamazdı bir daha uyku. Her gece neden geldiğimi ne de ben söyledim. Celal ağabe- pervasızca kollarına teslim olduğumuz o en mah- yim Ankara’da yaşıyor. Babam onun evine gitmişti. remimiz bir daha gelemez miydi? O gelirdi ama Onun kucağında son nefesini vermiş. Koca direk gelmeyen başkası idi. Doğan sessizce Leyla’nın devrildi, ev sallanıyor. kucağından Salih’i aldı. Ben de ağlamaktan bitap düşmüş Leyla’nın minicik ellerini kavradım. Doğan, ben, Leyla ve Fatma ablam baba evine doğru yürüyorduk. Eve vardığımızda zaten gün 11 • • BİLİM ve AKLIN AYDINLIĞINDA EĞİTİM doğmuş, olanlar olmuştu. Herkes ağlıyordu. Biz miyorum. Ama biz içeriye onu son defa görmek de oturduk. O sabahları dar eden matemi burada için girdiğimizde, kapı aralığından aynı küçük bir da tuttum. Herkes buradaydı. el tutmuş, kapının aralığını genişletiyordu. Leyla Sabah şehre, Ankara’dan gelen otobüsü karşılamaya giden akrabalarımız yine babamla annemi farklı yerlerde getirdiler köye. Bu sefer babam üstte annem alttaydı. Minibüsün üstündeydi bagajı. içeriye bakıyordu. Yerde yatan babama... Temiz ve beyaz bir bez örtmüşler üzerine. Uzun boyluydu babam. Sanki o an odanın bir duvarından diğer duvarına uzuyordu boyu baktıkça. Önce annem girdi eve. Görmeyeli ne kadar da Kendime geldiğimde boş bir odada yatıyor yaşlanmış. Sarıldım ona Leyla’nın dün gece yolda olduğumu fark ettim. Beni buraya kimin getirdi- bana duyduğu özlemin aynısı ile. Konuşamadık. ğini bilmiyordum. Gerek de yoktu zaten. Yattığım Ne konuşulur ki o anda. İkimiz de sustuk. Herkes yerden doğruldum. Dün geceden beri olanları dü- ağlıyordu. Haykıranlar vardı, biz sessizce ağlıyor- şünüyordum. Babamı ve ölümü. Ölüm, bu kadar duk. Kime daha zordu bu ölüm? Size mi, bize mi? yakınımızdaymış meğer. Yıllardır onlarca yakınımı O anda şiddetli bir kızgınlık duydum. “O benim kaybettim ama bu kayıpların hiçbiri kulağıma “bir babamdı. Siz susun, benim acımı artırmayın. Giz- gün en sevdiklerini de kaybedebilirsin” diye fısıl- li ağlayın ama haykırmayın!” demek istedim ama damadı ya da o fısıldadı da ben mi kulak tıkadım, diyemedim. bilemiyorum. Ama işte o acı gerçekle karşılaş- Babamı getirdiler. Yan odaya koydular. Bundan önce ona ne yaptılar ve sonra ne yapacaklar bil- • 12 mıştım. Canından çok sevdiğin bir insanın o anda yanında olmaması ve bir daha da olamayacağı HAZİRAN-TEMMUZ 2011 - SAYI 136-137• gerçeği bütün bedenimi sarmıştı. Artık babasız Babamı yatırdıkları odaya gittim ama babam devam edecektim hayatıma. Bu ne kadar zordu. yoktu. Belli ki cenaze kaldırılmıştı. Odanın tam or- Bayramlarda geldiğimde onun elini öpemeye- tasına az evvel babamın yattığı yere çöktüm. Artık cek, bir telefonda dahi sesini duyamayacaktım. ne hıçkırıklarıma ne de vücudumun sarsıntılarına Sofraya artık bir tabak daha az konulacak, do- söz geçirebiliyordum. O esnada minicik elleri ile laplardan tüm elbiseleri kaldırılacak, ayakkabıları sessizce kapıyı açtı. Yanıma geldi korkarak. “Gö- toplanacaktı. Bazı özel eşyaları da çocukları ola- türdüler” dedi. Ben bakamadım bile ona. Beni rak hatıra kalması bakımından bizlere verilecekti. öyle görünce odadan yine geldiği gibi sessizce Bunların hepsini başka cenazelerde öğrendim. çıktı gitti. Şimdi demek bu işleri yapma sırası bize gelmişti. O an fısıltılar çoğalıyordu kulaklarımda ve bu kez kapamaya hiç niyetim yoktu. Ölüm bir gün bana da gelecek. Belki benim çocuklarım da benim gibi böyle düşüncelere dalacaklar. Hayat işte bu şekilde sürüp gidecekti. Doğanlar, ölenler, doğanlar, ölenler… Yedi yaşındaki bir çocuk ne anlar ölümden? Leyla’nın koridorun bir köşesine sıkıştırdığı küçücük bedeni, odadan çıkmasam duyamayacağım kadar sessiz hıçkırıklarla sarsılıyordu. Onu o hâlde görünce anne olduğumu hatırladım. Nasıl ki ben kaybettiğim babama ağlıyorsam oracıkta küçük bir yavru da henüz hayatta olduğu hâlde kaybol- Hızlıca odadan çıktım. O esnada beni kapı ke- mak üzere olan annesine ağlıyordu. Bunu yapma- narında minicik elleriyle sildiği gözyaşları içinde ya hakkım olmadığını henüz anlayabilmiştim. Kızı- beni izleyen Leyla’yla göz göze geldik. Nasıl da mı görünce yaşadığımı ve birilerinin de yaşadığını mahzunlaşmıştı. Korkuyor muydu acaba bana bir fark ettim. Sessizce yanına sokulma sırası bende şey olmasından? Bana yaklaşmak belki de sarıl- idi. Dizlerimin üzerine çöktüm ve elinden tuttum mak istiyordu ama yapamadı. Ben de bir şey ya- yavrumun. Ufacık bedeninin kaldıramayacağı bü- pamadım. Sessizce yanından ayrıldım. yüklükte bir acının kol gezdiği evden çıktık. 13 • • BİLİM ve AKLIN AYDINLIĞINDA EĞİTİM Gül âteş gülbün âteş gülşen âteş cûybâr ateş Semender-tıynetân-ı aşka bestir lâlezâr âteş Hemân ey sâkî, bir sâgar tutuştur dest-i dildâra Gazabla bezme geldi şem’-i meclis-veş yanar âteş Nesîm âteş çıkardı gonce-i çeşm-i ümidimden Bıraktı gülşen-i âmâlime berk-i bahar âteş Hayâl-i hasreti hâlinle âh ettikçe uşşâkın Şeb-i firkatte her dem ahterân eyler nisâr âteş Bana dûzahtan ey meh dem urur gülzârlar sensiz Diraht âteş nihâl âteş gül âteş berg ü bâr âteş Mürekkebdir vücûdu tâ ezel yek-pâre sûzişten Meğer uşşâka olmuştur anâsırdan düçâr âteş Çerâğ-ı bezm-i hecri olduğum yapmış yakıştırmış Gönül pervânesine vuslat âteş intizâr âteş Beyân-ı sûziş eyler herkes istidâd-ı fıtrîden Eder berceste âşık-ı mısra-ı rengîn çenâr ateş Meğer kilk-i sebük-cevlânın olmuş germ-rev Gâlib Zemîn âteş zamân âteş bütün nakş ü nigâr ateş (Şeyh Gâlib) • 14 İNSAN AŞKTAN, ACIDAN: ATEŞTEN VEFA TAŞDELEN 100. Yıl Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi Felsefe Bölümü Öğretim Üyesi D ört unsur üzerine konuşma, insanın tarihi kadar eskiye gider. İnsan demek, dört unsurun kıvamı demektir. Âdem’in topraktan yaratıldığı, Tanrı’nın ona kendi ruhundan üflediği yönündeki inanış, yalnız İslamiyette değil, Yahudilik ve Hıristiyanlıkta da vardır. Dört unsur bir yandan evreni oluştururken, bir yandan da insanı, insanın tinsel dünyasını oluşturur. Thales suyu, Anaksimenes havayı, Herakleitos ateşi, Empedokles ise dört unsurun dördünü de öne çıkarır. Onun açıklamasındaki asıl öne çıkan husus, dört unsuru arke olarak ortaya koyması kadar, bu dört unsuru kaos ya da kozmos hâline getiren sevgi ve nefret öğelerinin öne çıkarmasıdır. Dört unsuru varlık ve yokluk hâline getiren “sevgi” ve “nefret”tir: Sevgi onları çeker ve varlık oluşur, nefret iter ve yokluk meydana gelir. Dört unsurun kozmosu oluşturabilmesi için ölçünün olması gerekir. Ölçü ahengi doğurur. Denge yitirildiğinde kozmos yitirilir, kaos ortaya çıkar. Dört unsurdan her biri hayat kaynağıdır; insan varoluşu açısından olmamaları düşünülemez. Hayat ve ölüm, onlar arasındaki dengeden oluşur. Denge giderse hayat da gider. Volkan patlamaları, sel ve tusunami baskınları, fırtına ve kasırgalar, yeryüzündeki insan varoluşunu felakete götüren doğal afetlerdir. Oysa köyleri ve şehirleri yutan büyük su kitleleri; dağlara, ovalara hayat bağışlayan ırmaklara, nehirlere, pınar ve kaynak sularına dönüştüğünde, bir yaşam unsuru olarak ortaya çıkarlar. 15 • DOSYA: ATEŞ Vefa Taşdelen, İnsan Aşktan, Acıdan: Ateşten, Bilim ve Aklın Aydınlığında Eğitim, S. 136-137, HaziranTemmuz 2011, ss.15-18. 1. İnsandan Evrene Dört Unsur • BİLİM ve AKLIN AYDINLIĞINDA EĞİTİM Hava ve ateş de öyle. Peki, bu ölçü, bu dengeleyici unsur nereden gelir. Kuşkusuz insan bilinci, insan iradesi, kendi varlığındaki bu karşıt öğeleri dengeleyecek iradeyi kendisi üretebilir; ancak dört unsurda kendi kendini dengeleyecek özellikler de vardır: Su ateşle, ateş suyla, hava toprakla, toprağın ürünleri ile, toprak da havanın getirdikleri ile bir dengeye ve verimliliğe kavuşur. İnsan iradesi, insan aklı ve iradesi kendi varlığındaki bu dengenin oluşumunda belirleyici olur. Dört unsur, yaşamı mümkün kılan dört koşuldur. Onların yokluğunu düşünmek insan varoluşunun yokluğunu düşünmek olacaktır. Dört unsur sadece evrenin değil, aynı zamanda insan varlığının da temel unsurlarıdır. Zira onlar, metaforik olarak insan varlığına, insan varlığının temel özelliklerine işaret ederler; yüz yıllardan beri böyle anlaşılmışlardır. İnsan, dört unsuru kendi varlığında görmekle kalmaz, onlara kendi varoluşunu niteleyecek mecazi anlamlar da yükler. Onlardan söz ederken kendimizden söz ederiz, kendimizden söz etmek için yollar ararız. İnsan dört unsurun özellikleri ile kendi doğası arasında bir benzerlik kurar. Metaforlarla kendi doğasını niteler. Toprak, bir metafor unsuru olarak mütevazılığı, faniliği, bolluk ve bereketi; hava ruhun çeşitli hâllerini, insanın hayatla dünya ile kendisiyle mücadelesini; ateş aşkı, tutkuyu, kahramanlığı, atılganlığı, cesareti ve enerjiyi simgeler. Ama yavaş yavaş, yana yana kül olmayı ve sönmeyi, pişmeyi ve olgunlaşmayı da esinler. Mevlâna, insanın cisimsel varlığını oluşturan dört unsurun birbirine zıt unsurlar olduğuna dikkat çeker ve sağlık denilen durumu, zıtların “sulhu” olarak niteler. Bütün bu söylediklerimiz neye işaret ediyor? Belki şuna: Varlığın anlamı olduğumuza. Doğada yaşıyoruz, fakat doğal olmayanı üreterek doğayı anlamlandırıyoruz, doğaya kendimizi katıyoruz, dünyayı bir değerler dünyası hâline getiriyoruz. Havayı, suyu, ateşi ve toprağı ifade ediyoruz. Doğa, dilimizde ifade buluyor. Onu dilimle kuşatıyorum, yasalarını keşfediyorum, bilgilerine ulaşıyorum, gündelik hayatımı doğa ile iç içe, doğanın bağrında geçiriyorum. Toprakla kendi varlığım arasında bir koşutluk oluşturuyorum. Onlar olmasa yaşayamam, onlar olmasa kendimi yeryüzüne bağlayamam. Sözcüklerimle, adlandırmalarımla, değerlendirmelerimle, bir varoluş • 16 katıyorum dünyaya. Ölümlü varlığımdan bir kıvılcım sıçrıyor yeryüzünün karanlığına, anlam yayılıyor gözümün ve elimin değdiği her yere. 2. Varlık Ateşi Ateş, insanın dünyasına ne zaman girmiş, nasıl girmiş, insan ateşle nasıl ve ne zaman tanışmıştır? Bunu bilmek tabii ki mümkün değil. Ancak bir şey var ki, işte onu bilmek kolay: İnsan ateşle aydınlanmış, ateşle ısınmış, ateşle korunmuş, ateşle güvende olmuştur. Bu şekilde ateş, insan varoluşunda temel bir konum kazanmıştır. Ateşle ilk defa karşılaşan insanın hâlini hayal etmek mümkün değil. Öncelikle şaşırmıştır, hayran olmuştur, korkmuştur, onu nereye koyacağını ve nasıl koruyacağını düşünmüştür. Materyalist yaklaşım biçimleri, yıldırım düşmesi ve beraberinde oluşan yangınların, insanda inanma duygusunu oluşturduğunu söylerler. Bu yoruma göre insan kapıldığı korkudan ötürü ateşe, yıldırıma, volkana, dağa tapınmaya başlamıştır. Kutsal kitaplarda “ateş motifi” de önemli bir yer tutar. Bunlardan bazı örnekler verebiliriz: İblis, kendi doğasının ateş olduğu gerekçesiyle özü toprak olan insan karşısında kibirlenmiş, Tanrı’nın insana secde etmesi yönündeki emrini yerine getirmemiştir. Kuran’daki bu anlatım, insanın yeryüzündeki varoluş öyküsüne de güçlü bir şekilde atıfta bulunur; zira o düşüş ve kötülük sorununu açıklayabilecek bir açılıma sahiptir. Bir başka haber, Hz. İbrahim’e ilişkindir. Nemrut, ondan kurtulmak için ateşte yakılarak öldürülmesini ister. Ateş İbrahim’e “selamet” olur. Böylece kötülük bir kez daha ateşle birlikte kutsal bir ifadeye kavuşur. Ateş, bir terbiye ve arınma unsurudur. “Cehennem”, insanın diğer insanlara ve insanın bizzat kendisine yaptığı kötülüğü açıklayan bir motiftir. O, bir hatırlatma ve uyarıdır: Kardeşini sev, yeryüzünde iyiliğin dilini konuş, kendine kötülük etme! İnsanın doğal ve yabanıl dili, cehennemin harı karşısında, madenlerin eriyerek bir biçime kavuşması gibi dönüşerek iyiliğin dilini konuşmaya başlar. “Bir arınma kurnası olsa gerek cehennem” diyen şair, ateşin terbiye edici yönüne işaret eder. Zerdüştlük inancında da, “ateş”, inancı tanımlayan öğelerden biridir. O, kötülüğü, karanlığı aydınlatarak bilincin yolunu aydınlık kılar. HAZİRAN-TEMMUZ 2011 - SAYI 136-137• nışın, bu canlanışın, tabiattaki bu patlamanın insan ruhundaki yansıması olarak mitolojik anlatı ve geleneklerde yerini alır. Yeryüzünde bir hareketin, bir kültürün, bir yaşamın olabilmesi için, havanın, toprağın ve suyun belirli bir dengede olması gerekir. İnsan, hep kendi varlığı ile uyumlu olan sıcaklığı aramıştır. Toprağın içindeki tohum, belirli bir sıcaklıkta patlar, topraktan dışarı çıkar, güneşe merhaba der. Çöl ve kutup, sıcaklığın iki yüzüdür. Çölde kültür oluşmaz. İbn Haldun, şehrin (medine) insan varoluşuna uygun bölgelerde, su kenarlarında, verimli topraklarda ortaya çıktığına işaret eder. Çöl hayatı ise “bedevi” hayatıdır. Kültür çöl hayatında değil şehir hayatında ortaya çıkar. Aynı şekilde soğuk ortamlar da kültür ortamı olmak için uygun mekânlar değildir. Kültür ortamı, hem asli hem de metaforik anlamda içinde sıcaklık olan bir ortamdır; insanın insana empati duyduğu, insanın insanı yakmadığı, yok etmediği bir ortamdır. Bu nedenle insanın doğasındaki ateşin dengesi, diğer insanlara karşı sempati ve empati şeklinde ifade bulurken, denge- 17 • DOSYA: ATEŞ Ateş insanın dostudur, yoldaşıdır, ısısıdır, aydınlığıdır, silahıdır, gücüdür. Ateş insanın ve maddenin içindeki enerjidir; insanı ömür boyu devindiren, ona haz ve acı veren enerji; insanı kovalayan, hareket ettiren şeydir. Hareket ve ateş filozofu Herakleitos her şeyin hareket hâlinde olduğunu, varoluş ırmağının sürekli akış hâlinde bulunduğunu söylerken başka bir şey daha söyler; o da ateştir. Ona göre ateş varlığın arkesidir. Hareket de, bir enerji olan ateşin devindirici gücüyle ortaya çıkar. Her şey akar, her şey değişir, bu akışı ve devingenliği sürükleyen temel unsur, ateştir. Ateş temel maddedir, enerjidir. Varlıktaki bu ağır devinimi temin eden güç, ateştir. Ama biz onu en iyi şekilde baharın gelişiyle birlikte doğanın uyanışında gözlemleriz. Toprağın uyanışı toprağa, havaya ve suya düşen cemrelerle, sıcaklıkla mümkündür. Toprağın içine düşen ateş, ağaçların damarlarına doğru yürür bir müjde gibi, bir düş görür gibi çiçeklenir dallar. Sıcaklık, yalnız insan kalbine hayat vermez, toprağa yeşillenme, ağaca çiçeklenme gücünü de verir. Kuşlara baharın dilini hatırlatır, böceklere uyanışı haber verir. Nevruz ateşi, bu uya- • BİLİM ve AKLIN AYDINLIĞINDA EĞİTİM sizlik yok edici bir güç, nefret ve düşmanlık olarak ifade bulur. Büyük yıkımlara neden olan savaşlar, çatışmalar, insanın kendine yaptığı bir zulüm olarak, söz konusu dengesizliğin bir ürünü olarak görülebilir. Zira denge, “sağduyu”, sevgi, şefkat, merhamet yani insanın gönül iklimidir. Ateşin başka özelliklerinden de söz edilebilir. Elementleri saflaştırmada ya da onlar arasında yeni bileşkeler oluşturmada ateşin eritici, çözücü gücüne ihtiyaç duyulur. Uygarlığın evrimi biraz da elementler arasındaki farklı karışımlardan yeni bileşimler oluşturmadan ortaya çıkmıştır. “Demir Çağı”, “Bakır Çağı”, “Tunç Çağı” gibi madeni zaman tasnifleri, örtük bir şekilde ateşin insan dünyasında geçirdiği işlevsel evrime de işaret eder. Teknoloji dediğimiz büyük güç, biraz da metallerin kendi aralarındaki farklı bileşimlerinden oluşur. İnsan kili, çamuru pişirirken de ateşten yararlanmıştır. Ateş, çanak çömlek gibi, bardak, testi, küp gibi gereçlerin yanı sıra seramik, mozaik gibi sanat eserlerinin ortaya çıkmasında da, tuğlanın pişirilip binalara konulmasında da işlev görmüştür. İnsan, salgın hastalıklarda da, ateşin dezenfekte edici gücünden yararlanmıştır. Dağlayarak tedavi etmek geleneksel tıbbın şifa verici özelliklerindendir. Çeşitli yaraların dağlanarak tedavisi, bugün bile modern tıbbın uygulamaları arasındadır. İnsanoğlu hayatını ateşle güzelleştirmiş, ateşle zenginleştirmiş, ateşle geliştirmiştir. Bu nedenle ateş uygarlığın özündeki temel maddelerden biridir. Ateş, kültürel bir aygıttır ama ateş, doğada da bulunan bir maddedir: Ateş küreler, volkanlar, püsküren lavlar; en önemlisi de dünyanın yaşam kaynağı, güneş… Bunlar bizi doğrudan, evrendeki ateş kaynakları ile karşılaştırır. Ama insan, ateşi kendi yaşamına elverişli olduğu ölçüde üretir; yakmayacak, kül etmeyecek, kurutmayacak ölçüde. Bununla da kalmaz, iyi ve kötü günlerini, sevinç ve hüzünlerini, diğer pek çok şey gibi ateşe de yansıtır, ateşle de ifade etmenin yollarını arar: Ocağın yanması, bacanın tütmesi yuvadaki canlılığı, hayatiyeti; ocağın sönmesi, çöküşü, dağılıp gitmeyi ifade eder. Ocakta ateş varsa hayatı devindirecek güç de vardır, hayata doğru atılacak cesaret de vardır. Ateşin yanması yaşama güç ve coşkusunun da sürmesidir; heyecanın ve umudun da sürmesidir. Yüreğine ateş düşmek, • 18 yine insanın yeryüzündeki acılı varoluş hâllerinden birine göndermede bulunur. İnsan kimi zaman ateşten gömlekler giyer üstüne kimi zaman ateş denizinde yüzer. Aşk ateştir, söz ateştir, acı ateştir, ölüm ateştir, gurbet ateştir, hasret ateştir, yoksulluk ateştir, zenginlik ateştir, çirkinlik ateştir, güzellik ateştir. İlle de güzellik ateştir. Zira ancak güzel olan yakabilir iyice, acıyı ve sevinci o çoğaltabilir. Aşk, çok sevgi, çok ateştir. Ateş aşktır, enerjidir, acıdır, cesarettir, felakettir, yanmak, yanıp da kül olmaktır. Ama olgunlaşmaktır, pişmektir de, Yunus’un meşhur deyimi ile hamlıktan kurtulmaktır da. Acıları, çilelerin süzgecinden geçip arınmaktır, saflaşmaktır, berraklaşmaktır. İyi insan olmaktır. Sevgiye ve hoşgörüye ermektir. İnsana empati duyma, onunla hemhâl olma, onu anlayabilme aşamasına gelmektir. “Yanmayan anlamaz” demek, acı çekmeyen anlamaz demektir. Yanmayan hissetmez demek, empati gücünün bedelinin zorlu bir tecrübe, yaşanarak elde edilen bir tecrübe olduğuna işaret etmektedir. Buna göre, gerçek ateş insanın yüreğindedir, gerçek güç insanın içindedir. İnsan, kendi ateşiyle kendini yakmakta, çevresini yakmaktadır. “Oda yanmak”ın geleneksel edebiyatımızda, kibirden, kinden, hasetten temizlenmeye, arınmaya, paklanmaya işaret ettiği durumlar da vardır. Mevlâna’nın, Yunus’un, Fuzûli’nin de ısrarla üzerinde durdukları gibi, insan yanarak temizlenir, yanarak olgunlaşır, yanarak iyi insan olur. Kişi kendi içini öyle temizler ki, tıpkı içi kızgın şişlerle temizlenerek yakıcı sesler çıkaran bir enstrümana dönüşen kamışlar gibi, hakikatin ifade bulduğu bir araç hâline gelir. Hakikat ancak böyle bir temizlenmenin sonucu olarak gönül aynasında tecelli eder. Bu bir bakıma Francis Bacon’ın Novum Organum’da dile getirdiği zihnin arındırılması, temizlenmesi, bu şekilde hakikate hazır hâle getirilmesi kuramını anımsatır. Bir farkla: Bacon, geleneksel felsefenin, âdetlerin, alışkanlıkların, inanışların etkisinden uzaklaşarak deneysel bilgiye yönelirken, gönlün temizlenmesi durumunda kişi kendi bilgisini yine kendi varlığından elde etmenin yolunu arar. Yanarak arınmak, kişinin kendi içindeki “ben” bilgisine ulaşma yolunda kişisel bir yolculuk, içsel bir deneyim ve hazırlanmadır. Bu süreçle kişi, gönlünü metafizik esinlere duyarlı hâle getirmiş olur. ATEŞ ÜSTÜNE TEZLER AHMET DOĞRU Osmaniye Anadolu Lisesi Edebiyat Öğretmeni I. A teş korkudur. İnsanın içindeki bütün korkuları geri planda besleyen bir ateş olgusu vardır. Endişeyle alevlenir, kuşkularla yayılır ve öfkeyle kudurur bu korku. O, oddur ve öde yakınlığı iki nokta kadardır. Ateş korkusuyla ehilleştirilen vahşi hayvanları duyduğumda hiç şaşırmadım. Çünkü insanı ehilleştirenin de aslında aynı korku olduğunu düşünüyordum. Çünkü insanı terbiye eden, eğiten ve kendisi olmaya zorlayan bir ateş fenomeninden söz edebiliriz. Dahası insanın ateşle imtihan edildiğini belirtebiliriz. İnsanın ateşle imtihanı, öyle alelade bir durum da değil. Bu çok büyük bir imtihan, belki insanın en önemli imtihanı. Hem cehennemin, hem de cehennemin teşvikçisi şeytanın ateşten vücuda geldiğini düşünürsek; ateşle imtihanın ne demek olduğunu biraz daha iyi anlar, cezanın ve cezaya çağıranın ateş olduğunu kavrarız sanırım. Kötülüğün ateşli yanı, bundan mütevellit olmalı kuşkusuz. Çocukluğumuzun çizgi filmlerinde ateşlerin içinden yükselen canavarlar, kötülüğün yenik temsilcilerini cezalandırmak için onları ateşe çeken ateş figürlü yaratıklar; bize kötülükle ateşin akrabalığını bildiriyordu. 19 • DOSYA: ATEŞ Ahmet Doğru, Ateş Üstüne Tezler, Bilim ve Aklın Aydınlığında Eğitim, S. 136-137, Haziran-Temmuz 2011, ss.19-21. Ateşi dizginlenmiş vahşi bir yaratık olarak görebiliriz. Yunan mitolojisinin Zeus’u, ateşi insanlardan boşuna esirgemiyordu aslında. Mitolojide kahraman görülen Promete ateşi çalıp getirmekle ne ocaklar yakacağını ne canlara kıya- • BİLİM ve AKLIN AYDINLIĞINDA EĞİTİM cağını kestirmemişti kuşkusuz. Mitolojinin gerçekliği şüpheli, hakikaten şu ki insan ateşi kolayca terbiye edememiştir. Ateşin kontrolü çok zor olmuştur. Hatta tam olarak kontrol de edilebildiğini söyleyemeyiz çünkü yangınlar hâlâ büyük bir afet olarak varlıklarını idame ettiriyorlar. Öyleyse ateş korkusunun içimizde sürekli kabarması gayet normal olsa gerek. Nihayetinde yaşadığımız yaşlı dünya bir ateş topu, yer yer çatlayan oyuklarından fışkıran lavlar, cehennem gibi. Ateşin korkuluğuna sebep, cezanın ateşe yakınlığı olsa gerek. Hatta yakınlığı kaldırıp direk cezanın ateş olması denmelidir belki de. II. Ateş ümittir. Ateşin korku olmasının tam da akabinde böyle bir şey söylemek ne kadar güzel. Çelişki, hayatın gizli yüzü olmalı. Çünkü “eşya zıddıyla kaimdir’” kaidesi, varlığın özeti gibidir. Derslerine önceki yıllarda girdiğim bir öğrencimle sohbet ediyordum. Bana kendisini etkileyen sözlerimi not ettiğini söyleyip bir nakilde bulundu: “ ‘Eşya • 20 zıddıyla kaimdir’ düsturuna ilaveten her şeyin zirve noktası o nesnenin zıddıdır, dediniz, bu söz beni çok etkiledi. Uzun süre nesnelerin zirvelerine baktım, kaide doğruydu” dedi. Ona, bu kaideye ilave ettiğim görüşü Ahmet Turan Alkan’dan okuduğumu belirterek, Ahmet Turan’ın bu görüşü örneklemek için anlattığı Çin hikâyesini de ilave edip nesnelerin zirvesinde onların zıtlarının bulunduğu fikrini bir kez daha tekrarlamıştım kendim için. Şimdi bu fikri tekrar pekiştirmek için söylemiş olalım. Ateş korkunun kaynağı olduğu kadar ümidin de kaynağıdır. Bu kaynaklık yan yana değil, sözünü ettiğimiz kaidedeki gibi taban tavan şeklindedir. Karanlığı aydınlatan ateşin ışıklarından mülhem söylüyorum bunu. Gecenin siyah çarşafını çinke çinke ışıklarıyla parçalayan yıldızların öğütlediği bir şevkle yeniliyorum: Ateş, içimizde çarpan sıcaklığın, nabzımızda yürüyen kanın ve alnımızda damlacıklarla beliren hararetin adıdır ki bu, ümitlerin yegâne kaynağı. Ateş vücudumuzda bulunduğu sürece hayattayız demektir. Ne zaman ellerimiz ayaklarımız buza keser ve bakışlarımız donar kalır; hayat sona ermiş demektir. Böylece vücudumuzdaki ateşin niçin ümit olduğu daha belirgin olur. Tabii bu ateşin oranı önemli; hayat HAZİRAN-TEMMUZ 2011 - SAYI 136-137• sunduğu gibi, hayatı sonlandırabilir de; “nesnelerin zirvesi zıddıdır” kaidesince. Heyecanlarımızın kıvılcımı ümitler, hayat ateşini harlı tutar. O sebepten olsa gerek şair: “İnsan âlemde hayal ettiği müddetçe yaşar” demiştir. İçimizin içimize sığmadığı, ümidimizin tavan yaptığı zamanlar gözbebeklerimizin parlaması ümit ateşimizin en güzel göstergesidir. III. Çünkü gözyaşı yanan gözlerin, yanan gönlün temizlendiğinin habercisidir. IV. Ateş değişimdir, dönüşümdür. Bu, öne sürdüğümüz tezlerin hepsini içeren bir durum. Ateşin korku olması, ümit olması, temizlik olması; değişim ve dönüşüm olmasından kaynaklıdır. Filozofun ateşi töz (temel öz) olarak nitelemesinde de ateşin bu yönü vardır. Ateş temizliktir. Ateşin temizliği, diğer temizleyicilerin önündedir. Hatta daha iddialı olması için ‘hiçbir şey, ateşin temizliğinden üstün değildir’ denilebilir. Bunu tabiatımızı, dağı ve taşı temizleyen, kurutarak yakarak tabii dengeyi sağlayan gün ışığından başlayarak söylemiş olalım. Şiirsel bir tonla söylemekten ziyade bu temizliğin şiirselliğini görmek lazım elbette. Ateş değiştirir. Gün ışıklarının ateşi, yılı dört mevsime ayırır. Yeşil başlayan mevsimlerin renk saltanatı, sarıya, kahverengiye sonra da aslına yani beyaza döner. Ateşle pişer, olgunlaşır; dalında meyve. Çiçekten meyveye, meyveden tohuma; sonra tohumdan doğuma, doğumdan çiçeğe doğru olan döngünün ateş çemberinde çevrilir durur. Ateşin temizleyiciliğini çocuğumuzun o çok kullanımlık cam şırıngalarından öğrenmiştim evvela. Çünkü o yıllarda enjeksiyonlar ispirto ateşiyle dezenfekte edilen şırıngalarla yapılırdı. Berberlerin de usturalarını temizlemek için kullandığı bir yöntemdi bu. Kovboy filmlerinde, Türk filmlerinde de tanık olduğumuz kurşun çıkartma sahnelerinde ateşte ısıtılan bir bıçak, bize ateşin temizliğini haykırırdı. Ateş dönüştürür. Bu dönüştürme, en nihayetinde yokluktan var edilen mevcudu yeniden yokluğa kadar götürür. Bu arada dönüşümün mesafe ile ilgili birçok merhalesi vardır. Dönüşümün, en önemli tarafı mesafedir. Mesafeye oranla bir dönüşüm söz konusudur. Değişim aslında uzak mesafeli dönüşümün bir merhalesidir de diyebiliriz. “Yakin” mevzuunu açıklarken Fahrettin Razî, ateş örneğini verir. “İlmelyakîn” şu tepenin ardında ateşin olduğunu bilmektir, “aynelyakîn” o ateşi görmektir ve “hakkelyakîn” ise ateşin içine girmektir, der. Ateşin dönüşümü için bu “yakîn” olma durumu çok önemlidir. İlimle ateş sınırlanır ve istenilen dönüşüm elde edilebilir. Aşkla ateşin sınırları bırakılır ve ateş istediği dönüşümü gerçekleştirir. Farisî; “Ey Huda, kendini beğenenlere o gün cennetini ver / Ki muhabbet ateşi ile yananlar için cehennemin bile cennet olacaktır” mealindeki beyitte dönüşüm merhalelerinin ne olabileceğini söylemişti bize. Ateş temizliğinin dinî boyutları var. Cehennem ateşinin arındırıcı yönünü, “inananların günahkâr olmaları durumunda bir müddet cehennemde yanacakları” mevzuunu duyduğumda hissettim. Önceleri cehennem ateşinin sadece cezalandırıcı bir yönünün bulunduğunu düşünüyordum. Cehennemin arındırıcı yönünü görmek, ateşin temizleyiciliğinin ne kadar ehemmiyetli bir durum olduğunu da gösteriyordu. Diğer inanışların da ateşle ilgili figürlerine ve delillerine baktığımda temizlikle ilgili bir ilinti kurulabileceğini gördüm. Yoksa niçin cesetler yakılmalıydı, ateşler yakılıp etrafında halay çekilmeliydi, alevlerin üzerinden atlanılmalıydı, ateşlerin içinde yürünmeliydi… 21 • DOSYA: ATEŞ Aşk ateşi de temizlik içindir. Çünkü aşk, gönlü yakarak diğer isteklerinden temizliyor, sadece sevgili arzusunu bırakıyordu. Sufilerin, nasuh tövbelerin gözyaşıyla yapılanlar olduğunu söylemelerinin de ateşin temizliliğiyle alakalı olduğunu görebiliriz. Ateş için daha fazla tez üretilebilir, lakin dört ana yön gibi dört ana unsur üzerinden bunları söylemek mümkün. Hatta bunları dört unsurla eşlersek; “korku, ateşin hava ile birlikteliğini; ümit, ateşin toprakla birlikteliğini; temizlik, ateşin su ile birlikteliğini; dönüşüm, ateşin ateşle birlikteliğini” bize fısıldıyor diyebiliriz. GÜNEŞ ENERJİSİ ŞENOL TUNÇ Endüstri Mühendisi B u yazıda güneş-dünya etkileşimleri sonucu dünyamızın uzun sürelerde geçirdiği evreler ve bu evrelere insanoğlunun müthiş bir hızla son 60 yılda sağladığı negatif katkı kısaca anlatılmaktadır. Vardığımız nokta, dünyanın ikliminin değişmekte olduğudur ve gelecek nesillere temiz ve yaşanabilir bir dünya bırakmak istiyorsak enerji ihtiyaçlarımızın karşılanmasında başta güneş olmak üzere yenilenebilir ve temiz enerji kaynaklarının kullanımını hızla arttırmamız gerektiğidir. 1. Güneş Sistemi Hakkında Evrende bilinen en büyük sistem galaksilerdir. Evrende 100 milyardan fazla galaksi olduğu tahmin edilmektedir1. Galaksiler bir merkez etrafında dönen gaz toz ve plazma yapılarından oluşmaktadır. Dünyamızın ait olduğu galaksi Samanyolu galaksisidir. Şekil 1’de temsili resmi gösterilen galaksimizin 4 veya 5 kollu bir spiral yapıdan oluştuğu ve 100-400 milyar aktif yıldız (güneş) sistemini içerdiği tahmin edilmektedir. Dünyamızın içinde bulunduğu galaksi sisteminin ise 3. spiral kolun orta kısımlarında olduğu tahmin edilmektedir. Şenol Tunç, Güneş Enerjisi, Bilim ve Aklın Aydınlığında Eğitim, S. 136-137, Haziran-Temmuz 2011, ss.22-32. • 22 Dev bir nükleer santral olan güneşimiz, dünyadan 109 kat büyüktür, çapı 1,39 milyon km olup ağırlığı dünyanın ağırlığının ~330.000 katı, 1.989 X 1018 milyon tondur. Gü- HAZİRAN-TEMMUZ 2011 - SAYI 136-137• Şekil 1. Samanyolu Galaksisi Temsili resmi neşin dünyamıza uzaklığı 150 milyon km’dir. Şekil 2.’de güneş sistemimizde bulunan gezegenler ve güneşin göreceli olarak büyüklükleri yer almaktadır. Güneş, güneş sistemi kütlesinin % 99.9’unu oluş- turmaktadır. Güneşin yaklaşık 4,5 milyar yıldır faal olduğu ve yaklaşık 4,5 milyar yıl daha faal olacağı tahmin edilmektedir. Güneşin çekirdek ısısının ~ 15,7 milyon derece, dış yüzey ısısının ~ ortalama 5.550 derece olduğu, dış yüzeyinin % 70 hidrojen, % 28 Helyum ve % 2 oranında karbon, nitrojen, oksijen, neon, magnezyum, silikon ve demir elementlerinden oluştuğu, çekirdeğinin ise % 35 Hidrojen, % 63 Helyum ve % 2 oranında diğer elementlerden oluştuğu tahmin edilmektedir. Güneş, sürekli nükleer füzyon ve fizyon ile uzaya sürekli enerji saçmaktadır. Güneş çekirdeğinde meydana gelen nükleer füzyon ile çekirdekte her saniye 700 milyon ton hidrojenin 695 milyon ton helyuma dönüşerek bu dönüşümde ortaya ortalama olarak 3,8 X 1026 Watt/saniye gama ışını enerjisi çıkardığı tahmin ediliyor. İnsanoğlu varoluşundan bugüne kadar, güneşin 1 saniyede uzaya bıraktığı enerjiden çok daha az enerji tüketmiştir. Şekil 2. Güneş Sisteminde bulunan gezegenler ve göreceli büyüklükler Güneşten yayılan enerji güneşte partiküllerin par- 23 • DOSYA: ATEŞ 2. Güneş Radyasyonu (Enerji Taşıyıcısı Elektromanyetik Dalgalar) • BİLİM ve AKLIN AYDINLIĞINDA EĞİTİM Şekil 3. Elektromanyetik Dalga, Dünyanın Elektromanyetik Koruma alanı (Ölçeksiz temsili resim) çalanması (Fission-Fizyon) veya partiküllerin birleşmesi (fusion-Füzyon) ile ortaya çıkmaktadır. Enerji taşıyıcısı olarak bilinen elektromanyetik dalga birbirlerine dik açı ile salınarak maddede veya boşlukta birlikte ilerleyen 2 alanın, elektrik alanı ve manyetik alanın bileşenidir (Şekil 3). Güneş ışınları literatürde hepsi aynı anlama gelen elektromanyetik dalga, ışın, foton veya radyasyon ifadeleri ile anılmaktadır. Elektromanyetik dalgalar dalga boyu ve frekans bileşeni ile tanımlanır. Işınların dalga boyu azaldıkça frekansı artmaktadır. Işının frekansı ne kadar yüksek ise taşıdığı enerji de o kadar yüksektir. Güneş radyasyonunun yeryüzündeki hayatı yok edecek büyüklüğe ve yoğunluğa sahip kısmı manyetosfer olarak isimlendirilen dünyanın elektromanyetik kalkanı tarafından uzaya yansıtılmaktadır. Yüksek enerjiye sahip elektromanyetik dalga, atom çekirdeğinin parçalanması ile çekirdekten çıkan en küçük partiküller (dalgalar) olarak, düşük enerjiye sahip elektromanyetik dalgalar ise atomdan veya moleküllerden salınan partiküller (dalgalar) olarak ifade edilmektedir. Kısaca radyoaktivite olarak bilinen yüksek enerjili elektromanyetik dalgalar, partiküllerin parçalanması (Fission-Fizyon) veya partiküllerin birleşmesi (fusion-Füzyon) ile ortaya çıkmaktadır. Düşük enerji dalgaları ise bir üst yapının yani moleküllerin titreşmesi veya çarpışması ile ortaya çıkmaktadır. Güneşte hem yüksek hem düşük enerjili aktiviteler gerçekleşmektedir. Güneşin içerisinde enerjinin sürekli olarak madde tarafından emilmesi ve geri salınımı sonucu (füzyon ve fizyon oluşumları ile), enerji güneşin yüzeyine ulaşmakta ve yüzeyden de uzaya saniyede 299,793 km hızla (ışık hızı)salınmaktadır. • 24 Bir elektromanyetik dalga bir maddeye (veya elektromanyetik dalgaya) çarpana dek boşlukta sonsuza dek ilerleyebilir veya bir maddeye çarparak ısı enerjisine dönüşür veya bir maddeye rastladığında bir tepkime vermeden içerisinden geçer. Farklı frekanstaki dalgalar farklı maddelerde farklı davranışta bulunmaktadır. Örneğin röntgen cihazının ürettiği belli frekansa sahip radyasyon etimizden geçerken kemiklerimizden geçememekte böylece iskeletimizin görüntüsü elde edilmektedir. Dünyanın elektromanyetik kalkandan geçerek atmosfere ulaşabilen yüksek frekanslı ışınların hemen hemen tümü atmosferde bulunan partiküller tarafından emilerek ısıya dönüşmekte veya uzaya yansıtılmaktadır. Güneşten değişik dalga boyları ile salınan elektromanyetik dalgalar (radyasyon) dünyaya saniyede 299,793 km hızla ilerleyerek atmosfere yaklaşık 8,34 dakikada ulaşır. Dünyamıza gelen radyasyonun dalga boylarına (frekansına) göre atmosferde hangi yüksekliklerde emildikleri Şekil 4.’te gösterilmektedir. Güneşten yeryüzüne ulaşabilen ışınların ise çok küçük bir frekans aralığında olanları (400 – 700 nanometre dalga boyu aralığı) “Işık” olarak bilinmektedir ve aynı zamanda görmemizi sağlar (Şekil 4). Kısaca yeryüzüne gelen güneş enerjisinin % 45’i ışık dalga boyunda, % 1’i yüksek frekanslı olan ve mor ötesi olarak isimlendirilen frekans aralığının en düşük frekans bandında, kalan % 54’ü ise radyo dalga boyu dediğimiz düşük enerjili ve göremediğimiz dalga boyuna sahip ışınlardan oluşmaktadır. Dünyamızın atmosfer yoğunluğu (hava kütlesi) yeryüzünden uzaklaştıkça azalmaktadır. Atmosfer partiküllerinin güneşten gelen ışınları emerek veya HAZİRAN-TEMMUZ 2011 - SAYI 136-137• Şekil 4. Yeryüzüne ulaşan ışınlar ve dalga boyları yansıtarak yeryüzüne gelen miktarı azalttığı düşünülürse, daha yüksek rakımlı (dağlar gibi) alanlara gelen güneş enerjisinin miktarının da daha fazla olduğunu söyleyebiliriz. Yeryüzünden ~ 160 km me- safede uydularda hiçbir atmosfer etkileşimine rastlanmamaktadır. Bununla birlikte yeryüzünden 600 km mesafede atmosfer partiküllerinin varlığına da rastlanmıştır. Atmosfer % 78 nitrojen, % 21 oksijen DOSYA: ATEŞ Şekil 5. Dünyanın Enerji Dengesi 25 • • BİLİM ve AKLIN AYDINLIĞINDA EĞİTİM ve % 1 oranında argon ve diğer gazlardan oluşmaktadır. Atmosfer su buharı, CO2, metan, toz, kül partikülleri başta olmak üzere çok çeşitli doğal veya insan kaynaklı partikülleri de içermektedir. Atmosfere ve yeryüzüne gelen bu enerji, dünyamızın şekillenmesine, tüm iklim olaylarına ve hayatın sürdürülebilmesine esas teşkil eden yegane enerjidir. Dünya – Güneş enerji dengesi Şekil 5’te gösterilmektedir. 3. Güneş Aktivitesi Güneşin faaliyeti yaklaşık 11 yıllık periyodlarda azalan ve çoğalan bir döngüye sahiptir. Şekil 6.’da sunulan grafiklerde uzun yılları kapsayan veriler 1950’lere kadar çıplak gözle ve teleskoplarla gözlem istasyonlarından gözlenen güneş lekelerinin kayıtlarını içermektedir. Uydu teknolojilerinin gelişmesi ile uydulardan yapılan gözlemler, bugün dünyanın iklim ve hava olaylarının tahminlerinde önemli bir veri olarak kullanılmaktadır. NASA’nın çalışmalarında güneşin aktivite yoğunluğunun yeryüzüne gelen güneş enerjisini sadece % 0,1 düzeyinde etkilediği ve güneş aktivite düzeyi ile atmosfer sıcaklığı arasında bir ilişki olmadığı belirtilmektedir2. 4. Dünya-güneş etkileşiminin dünyanın iklim ve yaşam koşullarına etkisi Şekil 5’te görüldüğü üzere dünyaya gelen güneş ışınlarının bir kısmı atmosferdeki gaz partiküllerince (metan, CO2, su buharı gibi) emilerek ısı enerjisine dönüşmekte ve atmosferin sıcaklığını arttırmaktadır. Işınların bir kısmı atmosferden ve yeryüzünden uzaya yansımakta, bir kısmı ise yeryüzünde emilerek ısı enerjisine dönüşmektedir. Dünyanın ısı enerjisi ise yine elektromanyetik dalga olarak veya partiküller tarafından buharlaşma ve hava hareketleri ile atmosferin üst kısımlarına taşınarak oradan da dünya radyasyonu olarak uzaya saçılmaktadır. Dünyadaki yaşam ve iklim bu enerji dengesi üzerine kuruludur. Ancak bugün içinde bulunduğumuz koşullar (denge) sürekli değildir ve güneş-dünya etkileşim döngüle- Şekil 6. Güneşin 11 yıllık aktivite döngüsü • 26 HAZİRAN-TEMMUZ 2011 - SAYI 136-137• Şekil 7. Güneş-Dünya yörüngesi, Dünya dönüş ekseni değişiklikleri ve dünyanın yalpa (wobble) hareketi riyle farklı iklim ve yaşam koşullarının sürekli tekrarlandığı öne sürülmektedir. Dünyanın iklim ve yaşam değişim döngüsü ise yine güneş-dünya etkileşimi üzerine kuruludur. Uzun yıllar boyunca da olsa, dünyanın kendi etrafında ve güneş etrafında izlediği yörüngelerin değişimi sonucu dünyanın enerji dengesinde ve ikliminde büyük değişikliklerin yaşanmasına sebep olmaktadır. Milankovitch döngüleri olarak bilinen bu değişimler aşağıda kısaca özetlenmiştir: 1) Dünyanın güneş etrafında dönüş ekseni (Orbitalshape-eccentricity): Dünyanın güneş etrafında izlediği yörüngenin bugün eliptik olduğu bilinmektedir. Ancak bilim adamları bu eliptik yörüngenin sabit olmadığını ve Şekil 7’de ölçeği abartılarak gösterildiği üzere yaklaşık 100 bin yıl bir daralan ve açılan bir periyodik değişim gösterdiğini öne sürmektedir3. Daralan yörüngede ise yeryüzüne gelen güneş enerjisinin sadece %0,1 artabileceği hesaplanmaktadır. Dünyanın güneş etrafında 940 milyon km’lik turunu 365 gün 6 saat 9 dakika ve 9,54 saniyede tamamlanmaktadır (saatte 107.000 km, saniyede 30 km hızla). 3) Yalpalama (Wobble): Dünyamız kendi ekseni etrafında yalpalayarak dönmektedir. Her bir yalpa döngüsü ~23.000 yıl sürmektedir (Şekil 7). Yalpalama sonucu dünyanın belli bir koordinata gelen güneş enerjisi zamanla azalmakta ve çoğalmakta, aynı bölge zaman içerisinde çok farklı iklim koşullarına maruz kalmaktadır. Dünyamızın kendi etrafındaki ve güneş etrafındaki bu döngülerinin sonucunda her birisi yaklaşık 100-150 bin yıl süren büyük buzul çağı-sıcak çağ tekrarları yaşanmaktadır. 5. İklim Konforumuz Atmosferin alt tabakalarında güneş ışınlarını emerek ısıya dönüştüren partikül yoğunluğu arttıkça bu partiküllere yeryüzünden yansıyarak gelen veya güneşten gelen ışınlar daha fazla emilerek atmosferde ısı enerjisine dönüşmektedir. Atmosfer sıcaklığının artması küresel ısınma olarak bilinmektedir: İklim olayları denizlerde, yeryüzünde ve atmosferde oluşan ısı farklılıkları üzerine kuruludur. Atmosferin doğal olmayan sebeplerle ısınması sonucu, iklim olaylarında da alışageldiğimiz düzene göre olumsuz ve tahmin edilmesi zor değişimler gözlenmeye başlanmıştır. 27 • DOSYA: ATEŞ 2) Eksen değişikliği (Axialtilt-obliquity): Yaklaşık olarak bir küre şekline sahip dünyamızın çapı kuzey – güney kutup merkezleri arasında ölçüldüğünde 12.713,54 kilometre, ekvator düzlemi üzerindeki ölçüldüğünde ise 12.756,32 km’dir. Dünyanın çevresi kutuplar baz alındığında 40.075,16 km, ekvator çizgisi baz alındığında 40.008 km’dir. Dünya kendi etrafında 23 saat 56 dakika ve 4,09 saniyede 1 tur dönmektedir. Dönüş ekseni, dünya-güneş yörünge düzlemine göre bugün yaklaşık 23,5 derece eğik ol- duğu bilinmektedir. Ancak bu eksen açısı ~42.000 yılda bir 21°45’ ile 24°15’ arasında değişmektedir. Dönüş eksen açısı azaldıkça kuzey yarım küre daha fazla ısınmakta, açı arttıkça yaz mevsiminde her iki yarımküre daha fazla güneş enerjisi almakta, kış mevsimlerinde ise daha az güneş enerjisi almaktadır (Daha sıcak yazlar, daha soğuk kışlar). • BİLİM ve AKLIN AYDINLIĞINDA EĞİTİM Şekil 8. Dünya Nüfusundaki Çoğalma Atmosfer ısısının artmasına sebep olan atmosfer CO2 miktarının, 1950’lerden itibaren yaşanan sanayi döneminden itibaren fosil yakıtların aşırı tüketimi ile çok yüksek seviyelere çıktığı bilinmektedir. Yukarıda belirttiğimiz binlerce yıllık değişimlerle kıyaslandığında iklim değişikliği kavramında mercek altına alınan periyod ise yaklaşık 60 yıldır. Bu kadar kısa bir sürede insan katkısının iklim düzenini ne ölçekte değiştirebileceği de araştırılmaktadır. Şekil 8.’de ilk grafikte insanoğlunun ilk medeniyet belirtilerinin bulunduğu milattan önce 7.000 yıllarından itibaren milattan sonra 1.000’li yıllara kadar tahmin edilen ve takibinde kayıt altına alınan nüfus adetleri gösterilmektedir4,5. Şekil 8.’de ayrıca 1800’lü yıllardan itibaren günümüze kadar ve 2050 yılına kadar olan tahmini nüfus adedi ve nüfus artış hızı sunulmaktadır. Şekil 9.a’da ise 1750’li yıllardan itibaren tüketilen kaynaklar ve Şekil 9.b’de 1870 yılından itibaren dünya enerji tüketimi gösterilmektedir. Nüfusla birlikte kaynak tüketimine son 60 yıllık periyodda • 28 baktığımızda fosil yakıtların çok hızlı bir şekilde tüketilmesi ile atmosfere bırakılan CO2 miktarının da çok hızlı arttığını görmekteyiz. Atmosfer sıcaklığı ile insan kaynaklı CO2 artışının ne oranda ilişkili olabileceğinin belirlenmesi amacıyla 1998 yılında Rus ve ABD bilim adamları Kuzey kutbu Vostok istasyonunda ortak bir çalışma başlatmıştır (Şekil 10). Vostok 78°28’ S, 106°48’E noktasında 3488 metre rakımda bulunan istasyon dünyanın en sert iklim koşullarına sahip bir noktasındadır. Vostok’ta 3.623 metrelik sondaj yapılarak buz Şekil 9.a Kaynakların Tüketimi8 HAZİRAN-TEMMUZ 2011 - SAYI 136-137• Şekil 9.b Dünya Enerji Tüketimi9 kesitlerinin içerdiği maddelerin miktarı kesitin çıkartıldığı derinliğe göre temsil ettiği zamanla eşleştirilmiştir. 3623 metrelik sondajın verileri yaklaşık 450.000 yıllık bir iklim geçmişini temsil etmektedir10. Elde edilen verilerle 3.623 metrenin karşılık geldiği son 450 bin yıldaki doğal buzul çağ-sıcak çağ döngüsünde atmosfer CO2 miktarı ve atmosfer sıcaklığı zamana göre belirlenmiştir. Şekil 11’de ortaya çıkan tarihsel değerler ve Eylül 2010 itibarıyla CO2 seviyesi (387 ppm)9 gösterilmektedir. Ortaya konan çalışma, son 450.000 yılda dünyamızın geçirdiği 100-150 bin yıllık iklim döngülerinin yukarıda belirtilen güneş-dünya etkileşimleri sonucu yaşanan doğal döngüler olduğunu ancak son 60 yılda atmosfere insan katkısı ile yüklenen CO2 miktarı ile atmosfer CO2 seviyesinin geçmiş doğal maksimum seviyelerinin çok üzerine çıktığını göstermektedir. Neticede atmosfere çok kısa sürede aşırı CO2 29 • DOSYA: ATEŞ Bu yoğunluğun etkilerinin son dönemde çevreye verdiğimiz tahribatla birlikte iklim olaylarına yansıması başlamıştır. Çok yüksek CO2 yoğunluğu güneşten gelen ve yerden yansıyan güneş ışınlarının atmosferde daha fazla ısı enerjisine dönüşmesine yol açmaktadır. Son yıllarda yaşamaya başladığımız sert iklim koşulları ve iklime dayalı afetlerdeki artış, bizlere artık fosil yakıtların yerine başta güneş enerjisi olmak üzere enerji ihtiyacımızın artık temiz enerji kaynakları ile karşılanması gerektiğini gösteren uyarılardır. İklim değişikliğinin ise hangi yönde olacağına dair mevcut teknolojilerle bir tahmin yapılamamaktadır. İklim olayları son derece karmaşık sistemlerdir. Artan atmosfer sıcaklıkları bir taraftan buzulların da erimesine yol açmaktadır. Eriyen buzulların okyanus su akıntılarını etkilemesi, değişmekte olan bölgesel deniz sıcaklıklarının ve su akıntı sıcaklıklarının hava olaylarını alışılagelmişin dışında etkilemesi beklenmektedir. Buzul yüzeylerinin azalmasıyla birlikte dünyanın en büyük güneş enerjisi yansıtıcısı olan bu yüzeylerden daha az radyasyonun uzaya geri yansıması ise atmosfer sıcaklığını arttıracaktır. Eriyen suların ise devasa buzul katmanlarının altına girerek kaydırak görevi yapması ve buzları denize doğru akmasıyla erimenin beklenenden çok daha hızlı gerçekleşmesine sebep olması beklenmektedir. Dünyanın en büyük ve etkili sera gazı su buharıdır. Artan deniz suyu ve atmosfer sıcaklıklarıyla bir taraftan da gökyüzüne daha fazla su buharı çıkması, dolayısıyla bulutlanmanın, gökyüzü kararmasının artması (globaldimming), artan bulutlanmanın ise yeryüzüne gelen güneş enerjisini de daha fazla kesmesi ile yüzey sıcaklıklarının düşmesi, diğer taraftan daha fazla bulutlanmanın güneş ışınlarının gökyüzünde daha fazla ısıya dönüşmesine, atmosfer sıcaklığını daha fazla artmasına yol açması beklenmektedir. Daha fazla ısınan atmosfer ise daha fazla su buharının oluşmasına yol açacaktır. Kısaca dünyanın hidrolojik dengesi de değişecektir. • BİLİM ve AKLIN AYDINLIĞINDA EĞİTİM Şekil 10. Kuzey kutbu Vostok Gözlem İstasyonu Görüntüsü ve Bulunduğu Nokta yüklenmesi ile dünyanın iklim sistemi arzu edilmeyen bir yönde tetiklenmiştir ve tetiklenmeye devam edilmektedir. Anlaşılacağı üzere önümüzdeki uzun yıllarda bu tetikleme mekanizmalarıyla iklim olaylarında bölgesel sert değişikliklerin yaşanması sürpriz olmayacaktır. İklimde yaşanacak değişimin ise buzul çağına doğru mu veya aşırı sıcak bir çağa doğru mu gelişeceği kestirilememektedir. 6. Güneş Enerjisi ile Elektrik Üretiminde Beklentiler Geleceğe baktığımızda; - Büyük nüfus artışının artış hızı azalarak da olsa devam edeceğini (BM Projeksiyonları ), Şekil 11. Son 450.000 yıldaki atmosfer CO2 miktarları ve sıcaklık değişiklikleri • 30 HAZİRAN-TEMMUZ 2011 - SAYI 136-137• Şekil 12. Gelecekte en çok hangi kaynağa yönelmeliyiz ?10 - Dünya enerji ihtiyacının her zamankinden daha fazla artacağını (özellikle Çin, Hindistan, Brezilya gibi gelişmekte olan ülkelerin enerji ihtiyaçları projeksiyonlarına bakarak), - Yaygın olarak kullanılmakta olan fosil yakıtların daha da fazla kullanılmaya devam edileceğini (ABD EIA projeksiyonları) ve atmosfere artan bir şekilde CO2 biriktirmeye devam edileceğini, - İklim konforumuzun uzun dönemde gittikçe daha fazla kaybolacağını mevsim geçişlerinin kısalacağını ve iklime tabi afetlerin artacağını (WMO), Karbon salınım miktarları artık uluslararası anlaşmalarla kısıtlanmakta ve hızla ticarileşmektedir. Enerji yatırımlarına finansman sağlayan kuruluşlar artık fosil yakıtlı elektrik santral projelerine çevre duyarlılığının ötesinde karbon kısıtlarının gelecekte getirebileceği büyük malî riskler sebebiyle sıcak bakmamaktadır. Şekil 13’te sunulduğu üzere, önümüzdeki dönemde toplam içerisinde payını artırarak büyüyen tek kaynak yenilenebilir enerji kaynaklar olacaktır. Bugün güneş enerjisi ile elektrik üretiminin, güneş enerjisi ile ısıtma ve soğutma sistemlerinin maliyetleri hızla düşmekte ve yaygınlaşmaktadır. Önümüz- 31 • DOSYA: ATEŞ - Fosil yakıtların kullanımının, 1 birim fosil yakıtlı enerji elde etmek için harcanan enerjinin 1 birime dayanana kadar devam edeceğini ve enerji fiyatlarının sürekli artacağını görmekteyiz. Tüm bu bilgilerle geleceğe yönelik “En çok hangi enerji kaynağına yönelmeyiz ?” sorusunu sorsak, cevabı Şekil 12’de sunulmaktadır. • BİLİM ve AKLIN AYDINLIĞINDA EĞİTİM Şekil 13 Elektrik üretiminde 2035 Yılına Kadar Planlanan Kaynak Kullanım Dağılımı11 deki yıllarda, ülkemizde de güneş enerjisi ile elektrik üreten büyük santrallerin kurulmasını ve hızla yaygınlaşmasını beklemekteyiz. ___________________________________________________ 1 http://www.nasa.gov/worldbook/earth_worldbook. html 2 http://earthobservatory.nasa.gov/Features/SORCE/ sorce_03.php 3 Solar Energy Fundamentals andModelingTechniques, Prof. Dr.Zekai Şen, Springer Publications 2008. 4 Population: A LilevlyIntroduction, Joseph A.McFall, PopulationBulletin, Vol. 46 #2, October 1991 pp1*43, Population Reference Bureau, Washington D.C. 5 http://www.susps.org/overview/numbers.html 6 The New Scientist, Special report: How oureconomy is killingthe Earth, 16 October 2008, Magazine issue 2678 • 32 7 RenewableEnergies, Innovationsfor a SustainableEnegyFuture, Federal Ministryforthe Environment, Nature ConservationandNuclearSafety, Berlin, Germany. Dr. M. Pehnt, D. Jessing, P. Otter, R. Vogt, G. Reinhardt, Dr. W. Krewitt, M. Nast, Dr. J. Nitsch, Dr. F.Trieb, June 2009. 8 CarbonDioxide Information Analysis Center, http:// cdiac.ornl.gov/trends/co2/vostok.html 9 Mauna LoaObservatory: NOAA-ESRL, http://co2now. org/ 10 A FundamentalLook At EnergyReservesForThe Planet, LEA/SHC Solar Update, Richard Perez&Marc Perez,2009. 11 International Energy Outlook 2010 withProjectionsto 2035, HowardGruenspecht, Deputy Administrator, Energy Information Administration, 25 May 2010. ELEKTRİK ENERJİSİ İHTİYACIMIZ VE YENİLENEBİLİR ENERJİ KAYNAKLARIMIZ DURSUN YILDIZ İnşaat Mühendisi, Su Politikaları Uzmanı Dünyada Durum B ilindiği üzere enerji, hayat kalitesini iyileştiren, ekonomik ve sosyal ilerlemeyi sağlayan en önemli faktördür. Günümüzde dünya nüfusunun %20’sinden fazlasını teşkil eden 1.5 milyar insan hâlen elektriğe kavuşmuş değildir. 2030 yılında bu sayının sadece 200 milyon azalması beklenmektedir. Bu insanların %85’i Afrika ve Güney Asya’nın kırsal bölgelerinde yaşamakta olup enerjiye erişimlerinin sağlanması son derece önemlidir [1]. Enerji alanında teknoloji hızla ilerlemektedir. Ancak yeni enerji teknolojileri alanındaki gelişmeler artan talebi karşılayabilecek ticari gelişimden henüz uzaktır. Bu nedenle ülkelerin enerji arz güvenliği konusundaki kaygıları her geçen gün daha da artmaktadır. Bu arz güvenliğini sağlayabilmek için gelişmiş ülkelerin önce kendi yerli ve yenilenebilir potansiyellerini büyük oranda geliştirdikleri görülmektedir. Yenilenebilir enerji kaynaklarının geliştirilmesi iklim değişimine etkili olduğu ileri sürülen sera gazı salınımının azaltılması kapsamında da desteklenmektedir. Çevre-enerji ilişkisinde önemli bir yer tutan iklim değişikliği ile mücadelede enerji sektörünün en etkin rol oynaya- 33 • DOSYA: ATEŞ Çevre – Enerji İlişkisi Dursun Yıldız, Elektrik Enerjisi İhtiyacımız ve Yenilenebilir Enerji Kaynaklarımız, Bilim ve Aklın Aydınlığında Eğitim, S. 136-137, Haziran-Temmuz 2011, ss.33-39. • BİLİM ve AKLIN AYDINLIĞINDA EĞİTİM cak sektördür. Bu kapsamda enerji verimliliği başta olmak üzere teknolojik gelişmelere paralel iyileştirmeler, fosil yakıtlara alternatif olarak yenilenebilir enerji kaynaklarının daha yaygın kullanımına çalışılmaktadır. Bunun yanısıra çevresel etkileri azaltma hedefine yoğunlaşan Ar-Ge faaliyetleri (karbon tutma ve depolama ve temiz kömür teknolojileri), gaz emisyonlarının azaltılmasına yönelik çalışmalar da gerçekleştirilmektedir.Sera gazı emisyonlarının azaltılmasına yönelik istenilen sonuçlar elde edilememiş olsa da bu konudaki farkındalılık arttırılmıştır. Ülkemizin Yerli ve Yenilenebilir Enerji Kaynakları Ucuz, temiz ve güvenilir elektrik enerjisi üretiminin bir ülkenin kalkınma ve sosyoekonomik gelişmesindeki anahtar rolü açıktır. Bu nedenle bu niteliklere sahip elektrik enerjisinin üretilebileceği yerli ve yenilenebilir kaynakların öncelikli olarak geliştirilmesi büyük önem taşmaktadır. Bu kaynakların en önemli- • 34 leri arasında hidroelektrik ve linyit kaynaklarımız gelmektedir. Bunu teknolojik gelişmelere paralel olarak güneş ve rüzgâr kaynaklarımız izleyecektir. Ortalama yüksekliği 1131 m olan ülkemizde akarsu eğimleri de fazladır. Toplam yüzeyin % 55.5’ini 1000 m’den yüksek alanlar oluşturmaktadır. Bu topoğrafik yapı ve hidrolojik koşullar ülkemizi hidroelektrik enerji üretimi açısından avantajlı kılmaktadır. Hidroelektrik enerji santrallerinin yerli kaynak kullanma avantajının yanı sıra işletme, çevre ve stratejik açılardan da görece avantajları bulunmaktadır. Ülkemizde Elektrik Enerjisi İhtiyacı ve Sektörel Tüketimi Türkiye’nin enerji politikasının temel hedefi, enerji ve tabii kaynakları; verimli, etkin, güvenli ve çevreye duyarlı şekilde değerlendirerek, ülkenin dışa bağımlılığını azaltmak ve ülke refahına en yüksek katkıyı sağlamaktır. HAZİRAN-TEMMUZ 2011 - SAYI 136-137• Şekil 1. Elektrik Tüketiminin Bir Önceki Yıla Göre Oransal Değişimi Ülkemiz, kalkınma hedeflerini gerçekleştirme, toplumsal refahı artırma ve sanayi sektörünü uluslararası alanda rekâbet edebilecek bir düzeye çıkarma çabası içindedir. Bu durum, enerji talebinde uzun yıllardır hızlı bir artışı beraberinde getirmektedir. Önümüzdeki yıllarda da bu eğilimin devam edeceği hesaplanmaktadır. Ülkemizin elektrik enerjisi talebi ulusal ve küresel eknomik ve finans kriz dönemleri hariç yıllık ortalama % 8 oranında artmaktadır (Şekil 1). Ülkemizde 2010 yılında 210 milyar kwh elektrik enerjisi üretilmiştir. Bunun 96 milyar kwh’ı doğalgazdan 38 milyar kwh’ı linyitten 51,5 milyar kwh’ı ise hidrolik kaynaklardan geriye kalanı ise rüzgâr, jeotermal, ithal kömür, taşkömürü, akaryakıt vb. kaynaklardan elde edilmiştir. Ülkemizdeki elektrik enerjisi tüketiminin sektörlere göre dağılımı incelendiğinde bu tüketimin yaklaşık Yapılan projeksiyonlara göre önümüzdeki dönemde, yılda ortalama yüzde 7 düzeyinde bir büyüme beklenmektedir. Bu büyümenin gerektireceği elektrik enerjisinin temiz, ucuz ve güvenilir olması önem taşımaktadır. Bu enerji gerek özel sektör gerek kamu gerekse kamu - özel işbirlikleri ile en rasyonel şekilde ve mümkün olan en yüksek oranda yerli kaynaklardan karşılanmalıdır. Yerli Enerji Kaynaklarımızdan Kömür Dünya’da 1999 yılından itibaren geçen on yılda, yıllık kömür üretimi % 53 artmıştır. Kömür üretimindeki artış, çok büyük kısmı Çin olmak üzere Asya kıtasındaki elektrik enerjisi talebinden kaynaklanmaktadır. 3,48 milyon TEP eşdeğeri olan 2009 yılı dünya kömür üretiminin % 45’ini tek başına Çin gerçekleştirmiştir. Çin’den sonra % 15,8 ile ABD gelmektedir. Diğer ülkelerin dünya üretimindeki paylarına bakıldı- 35 • DOSYA: ATEŞ EPDK tarafından gelecek 20 yılda elektrik talebimizin 3,5 kat artacağı 20 yıl sonra arz güvenliği için 710 milyar kwh’lik elektriğin üretilmesi gerektiği açıklanmıştır. yarısının sanayi sektöründe olduğu görülmektedir. Bunu % 24 ile konut, % 14 ile ticarethaneler, % 54 ile resmî daireler ve % 3 ile aydınlatma izlemektedir (Şekil 2.). • BİLİM ve AKLIN AYDINLIĞINDA EĞİTİM Şekil 2. Elektrik Tüketiminin Sektörel Dağılımı ğında, Avustralya % 6,7, Hindistan % 6,2, Endonezya % 4,6, G. Afrika % 4,1, Rusya % 4,1, Polonya % 1,7, Kazakistan % 1,5, Almanya % 1,3’dür. Türkiye ise 17,4 milyon tep üretimi ile dünya üretiminin % 0,5’ini üretmiştir (3). Yapılan projeksiyonlarda, kömür, Dünya birincil enerji arzı içinde petrolden sonra en yüksek oranda kullanılan yakıt olma niteliğinin 2030 yılına kadar artarak devam edeceği öngörülmektedir. Ülkemizde, çok sınırlı doğal gaz ve petrol rezervlerine karşın, 535 milyon tonu görünür olmak üzere, yaklaşık 1,3 milyar ton taşkömürü ve 9,8 milyar tonu görünür rezerv niteliğinde toplam 11,5 milyar ton linyit rezervi bulunmaktadır. Ülkemizde Zonguldak bölgesinde çıkarılan taşkömürü, bitümlü kömür kategorisinde yer almakta olup ısıl değeri 6200-7200 kcal/kg arasında değişmektedir. Türkiye’de bulunan taşkömürü Türkiye Taş Kömürü Kurumu (TTK) tarafından işletilmektedir (3). Türkiye taşkömürü rezervimiz toplam 1 milyar 334 milyon tondur. Bununla beraber, ülkemizin linyit potansiyeli henüz tam olarak ortaya konmuş değildir. • 36 Elektrik Üretiminde Yerli Kömür Kaynaklarının Teşviki Türkiye’nin enerji tüketiminde dışa bağımlılığının % 73 seviyesine çıkması, uzunca bir süreden beri yerli kaynaklara öncelik vermek ya da tüm kömür ve hidrolik kaynakların 2023 yılına kadar tamamının elektrik enerjisi üretimi amacıyla değerlendirilmesi yönünde çalışmaların başlamasına neden olmuştur. Bu politikanın bir sonucu olarak Yüksek Planlama Kurulunun 18.05.2009 tarih ve 2009/11 sayılı kararı ile “Elektrik Enerjisi Piyasası ve Arz Güvenliği Strateji Belgesi” kabul edilmiştir. Bu karar gereğince bilinen linyit ve taşkömürü kaynaklarının 2023 tarihine kadar tamamının elektrik üretim amacı ile değerlendirilmesi ve hâlen elektrik enerjisi üretiminde % 50’yi aşan ithal doğal gaz tüketiminin % 30’un altına indirilmesi hedeflenmektedir. Hâlen kamu ve özel sektör uhdesinde bulunan ve elektrik üretimi amacı ile değerlendirilebilecek linyit sahalarının yakıt potansiyel kurulu güç kapasitesi 10150 mw’dır. Hâlen yerli kömürlerimize dayalı HAZİRAN-TEMMUZ 2011 - SAYI 136-137• mevcut işletmedeki termik santralların toplam kurulu gücü 8580 mw’dır. Geliştirilen yeni linyit rezervleri ile birlikte mevcut kurulu gücün iki katına yakın elektrik kapasitesi yaratabilme imkânı mevcuttur. Bu kapasite ile yaklaşık 120 milyar kwh/yıl elektrik ek olarak yerli kömür kaynaklarından karşılanabilir ve % 70’leri aşan dış enerji kaynaklarına bağımlılığımız önemli ölçüde azaltılabilir. Şüphesiz linyit kaynaklarımıza dayalı bu gelişme fırsatı hidrolik kaynaklarımızda da mevcuttur. Ülkemizin temel yenilenebilir enerji potansiyeli ele alındığında hidroelektrik, güneş ve rüzgâr öne çıkmaktadır. Hidroelektrik; Hidroelektrik enerji üretimi, kaynağını tüketmeden elektrik enerjisi üretimi yapılan bir sistemdir. Ülkemizin teknik-ekonomik olarak devreye alınabilecek hidroelektrik potansiyeli, (en az) 145 milyar kwh (yaklaşık 45000 mw) olarak verilmektedir. Bunun kurulu güç olarak yaklaşık % 33’ü (15000 mw) işletmededir. Mevcut hidroelektrik kurulu gücümüzden 2010 yılında elde edilen elektrik üretimimiz 54,5 milyar kilowatt-saattir. Toplam kapasitenin % 19’u (8600 mw) inşa hâlindedir. Henüz inşaatı başlamamış ve işletmeye alınabilecek potansiyel ise, toplamın % 48’i (21400 mw) kadardır(2). Hidroelektrik kaynaklarımızın yaklaşık üçte ikisi geliştirilmeyi beklemektedir. Hidroelektrik enerji üretimi için öncelikli olarak 50 mw üzeri santrallara ağırlık verilmelidir. Bu yatırımlarda doğal çevrenin korunması, ekolojik dengenin bozulmaması için havza ölçeğinde planlama ve etkili denetim yapılmalıdır. Hidroelektrik Enerji Tesislerinin Farklı İşletme Özellikleri Hidroelektriğin Stratejik Önemi Ülkemizde barajlı depolamalı HES’ler hâlen yıllık üretim kapasitelerinin yarısı kadar üretilebilecek enerjiyi depolayabilmektedirler. Bu santrallerin ortalama altı aylık elektrik üretiminin kriz koşullarında kullanılabilir olması HES’lerin sunduğu önemli stratejik bir avantajdır. Bir diğer deyişle; yakın geçmişte de örneklerini yaşadığımız gibi yurtdışı enerji kaynak temininde dönemsel sıkıntıların ortaya çıkması durumunda barajların devreye girmesi ve sıkıntının ulusal bir kaynak kullanılarak hafifletilebilmesi mümkündür. Tümüyle yerli kaynak kullanan HES’lerin geliştirilmesi, enerjide dışa bağımlılığı azaltarak enerji güvenliğimizin ve ulusal güvenliğimizin tehdit altına girmesini engelleme olanağı da tanımaktadır. Bunun yanı sıra hidroelektrik santralerde üretilecek ilave her 1 milyar kwh elektrik, yaklaşık 500 bin ton daha az kömür ithali veya 215 milyon ton m3 daha az doğalgaz tüketilmesi anlamına gelmektedir (4). Diğer taraftan özellikle büyük depolamalı HES’ler hem pik saatlerdeki pahalı elektriği ucuza üreterek hem de ucuz üretimi ile paçal olarak oluşturulan elektrik fiyatını aşağıya çekerek fiyatı dengelemede önemli bir rol üstlenmektedir. Böylece elektrikte fiyat artışlarının sigortası olma özelliği taşımaktadır. Örneğin ülkemizin hidroelektrik enerji üretiminin yaklaşık yarısını karşılayan Keban, Karakaya ve Atatürk Barajlarında üretilen elektriğin ticari maliyeti ortalama 0,9 kuruş olmuştur. Bunlardan sadece Keban barajı’nın 2010 yılında yaklaşık 8 milyar kwh elektrik enerjisi ürettiği dikkate alındığında, bunun büyük ekonomik değeri daha açık olarak ortaya çıkmaktadır (Şekil 3). Rüzgâr: Türkiye’nin rüzgârdan elektrik elde edebilme potansiyeli, Elektrik İşleri Etüt İdaresi tarafından kurulu güç cinsinden 48000 mw olarak ortaya konulmaktadır. Hâlen devreye alınabilen rüzgâr potansiyelimiz, kurulu güç cinsinden 1300 mw’tır. Tamamı devreye 37 • DOSYA: ATEŞ Ülkemizde elektrik enerjisi ile ilgili yorum ve değerlendirmelerde enerji üretim tesislerinin işletme özellikleri dikkate alınmamaktadır. Bu da konunun gerçek boyutları ile incelenebilmesini zorlaştırmaktadır. Esas olarak elektrik enerjisi üretim kaynakları iki ana grupta ele alınabilir: Bunlar; termik santraller, nükleer santraller ve doğal debili HES’lerin oluşturduğu baz* gruplar ve biriktirmeli HES’lerin oluşturduğu Pik = Puant** gruplardır. Bu grupların kendile- rine has işletme özellikleri ve üretim karakteristikleri bulunmaktadır. Bu özellikler, termik santrallerin, HES’lerin alternatifleri olamayacaklarını yani işletme özellikleri nedeniyle onların işlevlerini yerine getirmelerinin mümkün olmadığını ortaya koymaktadır. • BİLİM ve AKLIN AYDINLIĞINDA EĞİTİM Şekil 3. Keban Karakaya Atatürk Barajlarında Elektrik Üretimi Ticari Maliyeti Kaynak: EÜAŞ HES Dairesi Başkanlığı 2009 Yılı Faaliyet Raporu alındığında 144 milyar kwh üretim sağlayabilecek olan bu yerli kaynağımızın, 2030 yılına kadar 20 000 mw’lık bölümünün kurulu güce dönüştürülmesiyle 50 - 55 milyar kwh elektrik üretimi sağlanabilecektir. Rüzgâr santralarının inşasının önündeki en önemli sorunların başında iletim hatlarının yetersizliği ve buna bağlı olarak şebekeye bağlanma engeli gelmektedir. Rüzgâr potansiyelimizin gereğince değerlendirilebilmesi için, bu konudaki yatırımların da paralel olarak planlanması ve gerçekleştirilmesi zorunludur. Güneş Türkiye’nin güneşten ekonomik olarak elde edebileceği elektrik üretim potansiyeli, Elektrik İşleri Etüt İdaresi tarafından 380 milyar kwh olarak verilmektedir. Bu değer, yıllık elektrik tüketimimizin iki katına yakındır. Buna karşın, hâlen şebekeye bağlanmış büyük ölçekli güneş fotovoltaik (PV) santralımız bulunmamaktadır. Ülkemizin devreye alabileceği 380 milyar kwh’lik bir güneş enerjisi potansiyeli bulunmaktadır. • 38 Yenilenebilir Enerji Kaynakları Kanunu’nda yapılan son değişikliklerle, yenilenebilir kaynaklarımızın devreye alınılabilmesi açısından, sınırlı bazı teşvikler getirilmiştir. Ancak bu kanunla, kurulabilecek güneş santralları için 600 mw gibi bir üst sınır getirilmiştir. Bu sınırlamanın kaldırılması ve yerli imalatın daha fazla teşvik edilmesiyle, güneşten elektrik elde edebilme kapasitemizi hızla arttırmamız gerekmektedir. Sonuç olarak ; Ülkemizde elektrik enerjisi alanında kaynak olarak dışa bağımlılığın azaltılması ve enerjinin ucuz, güvenilir ve temiz olarak üretilmesi için öncelikle yerli ve yenilenebilir kaynaklarımızın geliştirilmesi gereklidir. Bu durum konut tüketiminde olduğu kadar enerji ihtiyacının yaklaşık % 30’unu elektrik enerjisinden sağlayan sanayimizin rekâbet şansının arttırılması açısından da önem taşımaktadır. Ülkemizin yerli kaynaklarından linyit kömürünün önemli bir bölümü enerji üretimi için geliştirilmeyi beklemektedir. Hidroelektrikte geliştirilmeyi bekle- HAZİRAN-TEMMUZ 2011 - SAYI 136-137• yen oran kurulu güç olarak % 65 civarındadır. memiz için zamanında yapılması önem taşımaktadır. Hidroelektrik enerji tesislerinin üretim maliyetlerinin düşük olması, enerji kaynağının yerli ve yenilenebilir olması ve alternatiflerinden çok daha fazla çevre dostu olması, değişken olan enerji talebine uyum sağlayabilme özelliğine sahip olması gibi avantajları bu tesislerin öncelikli olarak geliştirilmesini gerekli kılan faktörlerdir. Bu tesislerin ilk yatırım maliyetlerinin yüksek olması, üretimlerinin hidrolojik şartlara bağımlı olması gibi bazı dezavantajları da vardır. Ancak bunlar sağladıkları avantajların yanında önemsiz kalmaktadır. Ülkemizde öncelikle kurulu gücü 50 mw’ın üzerindeki hidrolektrik santrallerin yapılması, bunun yanısıra mevcut öngörülerden daha fazla rüzgâr santralları ve güneş santrallarının inşa edilmesi gereklidir. Bunlarla birlikte enerji verimliliğinde hızla iyileştirme, kayıp ve kaçakların azaltılması, mevcut santralların rehabilitasyonu, iletim ve dağıtım hatlarının iyileştirilmesi gerçekleştirilmelidir. Tüm bu avantajlar, bu tesisleri planlı ve çevre duyarlı olarak geliştirilmesi gereken enerji tesisleri arasına koymaktadır. Ancak bu kaynağımızın geliştirilmesi için izlenecek politikaların doğal çevreye duyarlı olan, toplum ve ülke yararını gözeten politikalar olması da aynı derecede önemlidir. Bu nedenle ülkemizin hidroelektrik enerji potansiyelinin arta kalan % 65’inin öncelikli ancak planlı olarak geliştirilmesi ulusal ve toplumsal çıkarlarımız açısından çok önemlidir. Bu gelişmenin sağlıklı bir şekilde hızlanması öncelikle bir enerji stratejisi belirlenmesine doğrudan bağlıdır. Enerjide dış kaynaklara bağımlılığımızın azaltılması için yerli ve yenilenebilir enerji kaynaklarımız, uygun teşvik politikaları uygulanarak ve yerli imalat da desteklenerek öncelikli olarak devreye alınmalıdır. Rüzgâr ve güneş kaynaklarımızın tamamının devreye alınabilmesi için, teknoloji transferi ve inovasyon çalışmalarının teşvik edilmesi ve iletim hatları yatırımlarının bu kaynaklarımızı yeterince kullanabil- Yenilenebilir enerji teknolojisinde kendine yeterli bir ülke olmamız için tüm bunların yanısıra bürokratik engellerin azaltılması ve bu alandaki AR-GE çalışmalarının da arttırılması da çok önemlidir. ___________________________________________________ * Devreye alınıp çıkarılmaları göreceli olarak daha zor olan ve günlük sabit enerji ihtiyacını karşılayacak şekilde işletilen santral grubu. ** Biriktirmeli hidroelektrik enerji santrallerinden oluşan ve gün içerisinde pik saatlerde artan enerji gereksinimini karşılayacak şekilde işletilen santral grubu. HES’lerin yetersiz kalması durumunda doğalgaz kombine çevrim santraları da bu gruba dahil olmaktadır. Kaynaklar 1. Uluslararası Enerji Ajansı (IEA), “World Energy Outlook 2009”. 2. YILDIZ D. (Ed) Hidroelektrik Ecil Durum Tesbiti ve Öneriler. USİAD Yayını.15 Temmuz 2010 3. Enerji Raporu 2010. DEK TMK 4. Nadi Bakır, Türkiye’nin Hidroelektrik Potansiyelinin Yeniden Değerlendirilmesi Raporu, ERE Müh.İnş. ve Tic.A.Ş., Ankara, Mayıs 2001. 5. YILDIZ. D. Türkiye’nin Hidroelektrik Enerji Potansiyeli ve Politikaları Stratejik Analiz Dergisi Mart 2007 ASAM DOSYA: ATEŞ 39 • VOLKANLAR DOĞAN YAŞAR Prof. Dr., Dokuz Eylül Üniversitesi, Deniz Bilimleri ve Teknolojisi Enstitüsü T ürkiye’de volkanlar, geçtiğimiz yıl İzlanda’da bulunan Eyjafjallajökull Yanardağının, 190 yıl aradan sonra, 20 Mart 2010 gününde yeniden faaliyete geçmesi sonucu hava trafiğini haftalarca aksatması ve yüz binlerce kişinin havaalanlarında mahsur kalması nedeni ile gündeme gelmişti. Ancak volkan patlamaları; bir ülkenin su, tarım, balıkçılık ve enerjisine birinci dereceden etki eden doğa olayları olması nedeni ile son derece önemlidir ve özellikle büyük patlamaların dikkatle takip edilmesi ve gerekli önlemlerin hemen alınması gerekmektedir. Yeryüzünde volkanik hareketler sürekli olarak devam etmekte ve dünya iklimini etkilemektedir. Örneğin 4 Mayıs ile 10 Mayıs 2011 tarihleri arasında dünyada küçük çaplı 14 adet volkanik faaliyet oluşmuştur. En son 21 Mayıs’ta Grimsvötn volkanında patlamalar meydana gelmiştir. Geçtiğimiz yıl patlayan Eyjafjallajökull Yanardağının 9000 metrelerin üzerine çıkmaması nedeni ile iklimlerde herhangi bir değişikliğe yol açmamıştır. Bu tür yanardağların püskürme yükseklikleri eğer 15000-20000 metre ve daha da yükseğe çıkarlarsa, atmosferi sararak sıcaklığı düşürürler ve yağışları azaltarak, dünyada kıtlığa neden olurlar. Doğan Yaşar, Volkanlar, Bilim ve Aklın Aydınlığında Eğitim, S. 136-137, Haziran-Temmuz 2011, ss.40-43. • 40 Dünyada bilinen yaklaşık 500 civarında aktif volkan bulunmaktadır. Geçtiğimiz 2010 yılında dünyada bunlardan 64 tanesi, patlamalar gerçekleştirdi. Ancak bunlar küçük patla- HAZİRAN-TEMMUZ 2011 - SAYI 136-137• malar gerçekleştirdiği için iklimler üzerinde ani değişikliklere neden olmamıştır. Volkanlar büyüklüklerine göre 8 üzerinden derecelendirilir. Bu yılki söz konusu patlamaların en büyüğü 3-4 civarında idi. Volkanlarda, 6 ve üzeri patlamalar çok önemlidir. Çünkü bu büyük patlamalar sonucu hava sıcaklığı aniden düşer ve sonuçta bir ülkenin su, tarım ve balıkçılık faaliyetlerine ciddi zararlar verirler. Volkanlar, İklimlerin Regülatörleridir Sera gazı olarak tanımladığımız ve sıcaklığın artmasına neden olan başta CO2 gibi gazların tam tersine işlev gören ve dünyayı soğutan sülfür gazının ana kaynağı olan volkanlar dünyadaki iklimi kontrol eden regülatörlerin en önemlilerindendir. 41 • DOSYA: ATEŞ Son yıllarda küresel ısınmanın şiddetlenmesi ile gündeme gelen ve “sera gazı” olarak nitelendirilen CO2 gazının özelliği, güneşten gelen ısının dünyaya girmesine izin vermesi ve dünyadan yansıyan ısının da atmosferden çıkmasına izin vermemesidir. Sülfür ise bunun tam tersini yapar ve bu özelliği nedeni ile de bilimde “termostat gazı” olarak tanımlanır. Yani güneşten gelen enerjinin yeryüzüne inmesini engeller ve yeryüzünden yansıyan enerjinin de atmosferden çıkmasına izin verir. Dünyadaki termostat gazı olarak işlev gören sülfür gazının %70’inin kaynağı volkanlar tarafından sağlanır. Geriye kalan %30’u ise denizel planktonlardan sağlanır. Yani hava ısındığı zaman denizlerdeki canlı üretimi artar ve bunların en küçüklerinden olan planktonlar da DMS dediğimiz, kısaca sülfür gazı üretirler. Hava soğuduğu zaman da bu canlılar azalır ve dolayısıyla havadaki sülfür gazı da azalarak, hava yeniden ısınır. Ancak, planktonların ürettiği sülfür eğer havayı soğutmaya yetmezse o zaman buzullar erimeye başlar (küresel ısınma şiddetlenmeye başlar) ve hafifleyen kıtalar çok daha hızlı hareket etmeye başlar. Üzerlerindeki buzun kalkması ile hafifleyen kıtaların hızlı hareket etmesi, dünyadaki volkanik hareketlerin artmasına neden olur ve iklimler yeniden soğuma eğilimine girerler. Bu sistem bilimde “izostasi” olarak bilinir. Özetle, volkanlar olmasa, dünya sıcaktan kavrulurdu ve yaşam olamazdı. • BİLİM ve AKLIN AYDINLIĞINDA EĞİTİM Volkan Patlamaları, Sonuçları ve Türkiye’den Örnekler Volkanların insan yaşamında ve ülkemizde ne gibi etkiler oluşturduğunu, Filipinlerdeki 1991 yılında patlayan Pinatubo Yanardağının neden olduğu sonuçlar verilebilir. Son 130 yılın en büyük patlaması olan bu volkan faaliyeti nedeni ile dünya sıcaklığı 0.5 derece düşmüş ve yağışlar çok ciddi olarak azalmıştır. Örneğin İzmir’de yıllık ortalaması 685kg olan yağışlar 370kg düşmüştür. Yağışların oldukça azalması sonucunda Türkiye’de barajlar boşalmış ve hidroelektrik santrallerinin devre dışı kalmasına neden olmuştur. Ve sonuçta Türkiye, tarihinde ilk defa Bulgaristan’dan elektrik ithal etmek zorunda kalmıştır. Aynı şekilde tarımsal üretimdeki verimlilik de oldukça düşmüştür. Örneğin zeytinde ağaç başı 12kg olan üretim, var yılında olmasına rağmen 8kg’lara kadar düşmüştür. Aynı şekilde balıkçılığımızda da ciddi azalmalar gözlenmiştir. Diğer bir deyişle çok hazırlıksız yakalanmıştık. Kanada, 25000 metrelere kadar yükselen bu patlamanın hemen ardından, balık stoklarını koruyabilmek için karasularında balıkçılığı yasaklamış ve 1994 yılından sonra yeniden balıkçılığı serbest bırakmıştı. ABD ise, su tasarrufu konularında önemli adımlar atmıştı. Pinatubo Yanardağı son yüzyılın en büyük patlaması idi ancak dünyada bu yanardağdan 400 kat daha büyük yanardağlar vardır. Böyle bir devasa yanardağın patlaması durumunda dünya en az 6-7 yıl nükleer kış yaşayacaktır. Diğer bir deyişle dünyada 6-7 yıl, hemen hemen hiç yağış olmayacak, güneş olmayacaktır. Bu tür devasa volkanlardan sonuncusu olan Toba Yanardağı, 73 bin yıl kadar önce patlamış ve bu patlamanın sonucunda 6-7 yıl kadar nükleer kış yaşandığı ve etkisinin de bin yıl kadar devam ettiği sanılıyor. Toba Yanardağı son 2 milyon yılın en büyük patlaması idi. Patlama sonucu 1 milyar ton civarında sülfür gazının atmosfere karıştığı ve bu nedenle dünya ısısının ortalama 4-5 derece düştüğü tahmin edilmektedir. Ancak kesin olarak bilinen, bu patlama sonrasında dünyada tarımsal üretimin uzun bir süre durduğu ve canlıların çok büyük oranlarda yaşamını kaybettiğidir. Bu dönemde dünya nüfusunun 100 bin civarında olduğu ve bunlardan ancak 2000 kişinin yaşamına devam • 42 ettiği düşünülmektedir. Buna benzer bir devasa yanardağ olan ABD’deki Yellowstone da günümüzden 600 bin yıl önce patlamıştır. Ve yaklaşık her 600 bin yılda bir patlayan bu yanardağın patlaması hâlinde neler olabileceği konusunda belgeseller de yapılmakta ve insanlar bu konuda eğitilmektedirler. Söz konusu bu yanardağın kalderası geçen yüzyılda 80cm kadar yükselmiştir. Kayıp Kent Atlantis? Son 10 yıl olarak bilinen Holosen’de ise bilinen en büyük patlamaların başında, Ege Denizindeki Santorini Yanardağı gelmektedir. Günümüzden 3650 yıl önce Ege Denizinde patlayan ve son 10 bin yılın en büyük patlamalarından olan Santorini Yanardağı, Batı Anadolu ile birlikte Girit’teki Minoan medeniyetlerini tarihten silmiştir. Bazı araştırmacılar tarafından kayıp kent Atlantis kenti, Santorini Adasıdır. Çünkü bu dönemlerde Santorini Adası dünya ticaret merkezlerinden biri konumunda idi. Söz konusu patlama ile adanın üçte biri sulara gömülmüş ve büyük olasılıkla patlamadan sonra adaya gelen ticaret gemilerinin, adanın batması nedeni ile bu ticaret merkezini batık ya da kayıp kent olarak tanımlamaları sonucu bu adanın “Kayıp Kent Atlantis” olduğu söylenmektedir. Endonezya’da, 1815 yılında patlayan Tambora Yanardağı da Holosen’in en büyük patlamalarındandır. Tambora Yanadağının patladığı 1815 yılında hiç yaz gelmemiş ve o yıl “dünyada yazı olmayan yıl” olarak bilinir. Türkiye’nin, Büyük Volkan Patlamalarına Karşın Alması Gereken Önlemler Söz konusu büyük patlamalarda oluşacak olan iklimsel değişimlerde avantaj sağlayabilmek için öncelikli olarak ve en kısa sürede yapmamız gerekenleri şu şekilde sıralayabiliriz: - Su Bakanlığı kurmak, ya da su yönetimini tek bir elde toplamak… Kritik bir yağış rejimine sahip olan Türkiye’de su idaresinin kesinlikle tek bir elde toplanması gerekir. Çünkü Türkiye’de su sorunu yoktur, su yönetimi sorunu vardır. Büyük bir volkan HAZİRAN-TEMMUZ 2011 - SAYI 136-137• patlamasında çok büyük su sorunları yaşayacağımız kesindir. kalmıştı. Büyük volkan patlamalarında HES’ler devre dışı kalacaktır. - Su kanunlarını yenilemek ve özellikle yer altı sularını koruma altına almak. Bir ülkenin sahip olabileceği en önemli doğal kaynağın yeraltı suları olduğu unutulmamalıdır. Özellikle son 50 yıldır çok yağışlı bir dönem geçiriyoruz ve henüz gerçek kuraklık görmedik. Mega volkan patlaması ya da büyük bir meteor, dünyamızı bir anda soğutarak, 5-6 yıl yağışsız dönemlere sokabilir. Bu dönemlerde tek kaynağımız yeraltı suları olacaktır. Gelişmiş ülkelerin, yeraltı sularının kullanımlarını çok sıkı denetimler getirmesi işte bu nedenledir. - Tarım havzalarımızda, gerek ısınma ve gerekse soğuma dönemlerinde ana ve alternatif tarım ürünleri belirlemek ve modern ıslah teknikleri ile bu dönemlerde kullanılacak tohumları üretmek konularında da ciddi AR-GE çalışmaları yapılmalıdır. Volkanlar sürekli olarak patlayacaktır, bu yaşamın olmazsa olmazıdır. Ancak büyük patlamalar, iklimleri çok ani değiştirip dünyayı buzul dönemine sokmaları nedeni ile de son derece tehlikelidir. Bizim yapmamız gereken, vakit kaybetmeden önlemlerimizi almak olacaktır. 43 • DOSYA: ATEŞ - Hidroelektrik santral barajları soğuma dönemlerinde boşalmaları nedeniyle, enerji planlarımızı gözden geçirmeliyiz. Pinatubo Yanardağının 1991 yılında patlaması ile birlikte yağışlar %50 düşmüş ve barajlarımız boşalmış, HES’ler devre dışı kalmıştı. Ve Türkiye tarihinde ilk kez elektrik ithal etmek zorunda -Yine büyük bir volkan patlaması sonucu ortaya çıkacak protein eksikliğini giderebilmek için balık çiftliklerinin yer ve üretim konularında çalışmalar yapılmalıdır. • BİLİM ve AKLIN AYDINLIĞINDA EĞİTİM KÜLTÜR TARİHİNDE ATEŞ SEMBOLÜ* S.A. TOKAREV ÇEVİRİ MUVAFFAK DURANLI Yrd.Doç.Dr. Ege Üni. Türk Dünyaları Araştırma Enstitüsü Ateşin Kökeniyle İlgili Mitolojik Görüşler A teşi elde etme ve kullanma yeteneği, insanı hayvanlardan ayıran, açık, yalın ve tartışma götürmez işaretlerden biridir. Hiçbir hayvan bu yeteneğe sahip değildir. Gerçekte insanlar arasında da istisnaların olduğu kabul edilmektedir. Andaman Adaları1 halkında ateşin elde edilmesinde kullanılacak herhangi bir araç yoktur. Fakat bu durumun bir açıklaması bulunmaktadır. Onlar her seferinde ateşi yeniden elde etmek için yanmış veya köz hâline gelmiş kütükleri bir yerden başka yere taşıyarak ateşi korumayı tercih ederler. Arkeolojik veriler insanın ateşle çok eski bir zamanda tanıştığını kanıtlamaktadır. Alt paleolit katmanlarda - Asya’da Çjoukoudyan, Kiik, Koba, Avrupa’da Krapina- belirgin kül katmanları bulunmuştur. Mağaralarda çağlarca ateşle desteklenmiş hayat izleri bunu göstermektedir. S. A. Tokarev, Kültür Tarihinde Ateş Sembolü, (Çev. Muvaffak Duranlı), Bilim ve Aklın Aydınlığında Eğitim, S. 136-137, Haziran-Temmuz 2011, ss.44-49. • 44 Atalarımızın ateşle tanışması nasıl oldu? Eski “mitoloji” ekolünün (XIX. yüzyılın ortaları) taraftarları ilk insanları gök ateşi (yıldırım) ve yer, doğal ateşi (birbirine sürtünen kuru ağaçların kendiliğinden yanışı) kendi hayal güçlerinde oluşturduklarını düşündüler. İnsanlar bu doğal oluşumu taklit ettiler, buradan iki kuru ağaç parçasını birbirine sürtmek yoluyla ateşin elde edilmesi olan eski tarz ortaya çıktı. Bu HAZİRAN-TEMMUZ 2011 - SAYI 136-137• tür eski mitolojik görüşlere zaman içinde diğerleri de katıldı. Ağaçların yanmasından tekerlek, ateş kuşu, kutsal içecek hatta insanın kendisi oluştu. Bu bakış açısını XIX. yüzyılın ortasında Alman etnograf Adalbert Kuhn ayrıntılı bir şekilde açıkladı. Kuhn çalışmasını şu sözlerle bitirmiştir: uygundur: 1. Başlangıçta insanlar ateşi bilmiyordu; 2. Daha sonra onlar doğal ateşi kullanmayı öğrendiler (yıldırım, bozkır yangını, kuru ağaçların kendiliğinden yanışı), fakat daha ateşi yakamıyorlardı; 3. Kuru ağaç parçalarının birbirine sürtülmesi veya iki taşın birbirine çarptırılmasıyla ateşi elde etme becerisi. “Burada incelenen bütün mitik dünya görüşleri için ilk ve temel olan insanların yeryüzünde olduğu gibi bulutlarda da kutsal ateş ve kutsal içkinin aynı şekilde oluştuğunu düşündüklerini kabul etmek gerekir; üstelik bütün bu görüşün merkezi kıvılcımın elde edilmesidir; ancak daha sonra buna içkiyle ilgili görüş de katılmıştır”2. Maalesef bu sonuncusu tartışmaları başlatmıştır. Bu şiirsel tablo uzun zaman bilim adamlarını etkiledi. Fakat daha sonra ilkel çağın toplum bilinci bu yönelimi “Göksel ateşin yeryüzüne inişiyle” ilgili ilkel mite götürdü, buradan da çeşitli inançlar, törenler çıktı ve bu görüş kendi çekiciliğini yitirdi. İş daha karmaşık oldu. Birbirinden uzak olsa da her şeyi tek bir köke, ateşe (bazı durumlarda göğe ve güneşe) götürmek bilimin taleplerine cevap vermemektedir. Kendi içinde bazı eksiklikleri olmasına karşın Rus araştırmacı Vera Nikolayevna Haruzina’nın “Kvoprosu o poçitanii ognya” (Ateşe Saygı Sorunu)3 adlı makalesinin yazılmasından yarım yüzyıl sonra bu çalışma artık bilimsel analizin daha üst noktasında durmaktadır. Örneğin bu makalede resmî ve millî ateş kültünün üst formlarıyla ilgili olarak hiçbir şey söylenmemiştir. Buna karşılık yazar ateşle bağlantılı halk inançlarının, törenlerin ve yasaklamaların hemen hemen her yerdeki yaygınlığını ortaya koyan etnografik olguları sistemli bir şekilde belirtmiştir. Fakat Haruzina şimdiye kadar tartışmalı kalmış olan ateşi elde etme pratiğinin kökeniyle ilgili soruna sadece üstünkörü değinip geçmiştir. Eski atalarımızın ateşle ilk tanışıklığı ne zaman ve hangi nedenlerle olmuştu? Çakmak taşının yardımıyla ateşi elde etme şimdi de pek çok yerde yaygın olmasına karşın arkeologların çoğu bunun en eski şekil olmadığını düşünmektedirler. Kavın alacağı “sıcak” kıvılcımın elde edilmesi için iki taşın olması yeterli değildir, pirit (kalkopirit) de gerekmektedir. Bu maden katmanlarına oldukça az rastlanmaktadır ve üstelik çelik de daha geç ortaya çıkmıştır. Bu yüzden bu konuda yazanların hemen hemen hepsi ateşi elde etme şekli olarak sürtünmenin daha yaygın olduğunu düşünmektedirler. Fakat dünyanın pek çok bölgesinden veri toplayan ve bu verileri kendi tecrübeleriyle tamamlayan B. F. Porşnev kısa zaman önce bu şemayı yıkmayı denedi. İki taşın yardımıyla ateşin elde edilmesi, ona göre en eski şekildi; fakat bu da bilinçli olarak belli bir amacı olan eylem değildi. Alt paleolit dönemde, taş silahların işlenmesinde yan ürün olan kıvılcım kendiliğinden elde ediliyordu. İnsanın, yanan kuru otlardan faydalanmasını öğreninceye kadar çok zaman geçti4. Ateşin kökeninin iki temel versiyonu bu şekildedir. Bu iki versiyon için ikna edici kanıtların artık olmadığını söylemek gerek. Birbirlerinden farklı olmasalar da her ikisi hipotez olarak kaldı. Bölge koşullarına bağlı olarak ya “ağaç” ya da “taş” ateşi kullanıma sokmuş olabilir. Şimdi de Eskimolarda taşların sürtülmesi, Kızılderililerde delme, Hindistan’da taşların birbirine çarptırılmasının yanı sıra, çakmak tozunun kullanılması söz konusudur. Atalarımız tarafından ateşin elde edilme şekli nasıl olursa olsun, belirgin olan bir şey var. Onun benimsenmesi (kullanımı) insan ve geri kalan hayvan dünyası arasına bir sınır koymuştur. Bu da sadece 45 • DOSYA: ATEŞ Başta arkeologlar olmak üzere pek çok bilim adamı bu sorunu bir kenara koymuştur. Çoğunluk (ateş kuşu, ilahî içecek gibi) şiirsel motiflerden arındırdıkları Kuhn’la aynı görüşlere meyillidirler. Çoğunluğun düşüncesi en basit şekildeki üç aşamalı değişime Sürtünme veya Çarpma? Ağaç veya Taş? • BİLİM ve AKLIN AYDINLIĞINDA EĞİTİM anlayışta, sınıflandırılmış tablolardaki bir sınır değildir. Bu, yaşam değil, ölümüne gerçek bir mücadeledir. Mitik Kahramanlar Bizim Neandertal atalarımız büyük hayvanlar (tırnaklılar ve vahşi hayvanlar), ayrıca küçük hayvanlar (kemirgenler, yılan, kertenkele) avladılar. Bu av sadece etin elde edilmesi değil, aynı zamanda barınak ve mağara için bir mücadeleydi. Soğuk dönemde mağaralar yaşam için gerekliydi. Burada, mağaralardan büyük ve tehlikeli hayvanların kovulma mücadelesinde insanlara yanan kütükler de yardımcı oldu. Bozkırdaki sürek avlarında da onların yararı görülüyordu. Ateşin kullanılma süreci toplum bilincinde, özellikle mitik yaratıcılıkta ilginç bir şekilde anlamını değiştirmişti. Başta ilkel olmak üzere mitlerin her zaman “karşı olma” şemasına göre kurulduğu iyi bilinmektedir. “Böyle bir şey nereden oluştu?” sorusuna mit şu cevabı verir: “O daha önce yoktu veya ona karşıt bir şey de yoktu” ve saf mitolojik bilinç bu cevaba memnun olur. Ateşin kökeniyle ilgili en ilkel mitler Avusturalya Aborjinlerinde korunmuştur. Eğer şimdi ateşe hayvanlar değil de insanlar sahipse o zaman daha önce, mite göre, bunun tersi söz konusudur. Bir hayvan ateşin tek sahibiydi, bunu da insanın ondan alması gerekiyordu. İşte çalma motifi buradan doğmuştur. Örneğin Viktorya (Avusturalya) yerli kabilelerinden birinde kaydedilmiş basit bir mit. Eski zamanlarda ateşin tek sahibi, onu kimseyle paylaşmak istemeyen iki rahimli bir Bandikut’tur. Ateşe sahip olmak isteyen diğer hayvanlar bir araya gelir. Bu işi güvercin yapmaya çalışır, fakat başarılı olamaz, onun ardından şahin bu işi yapar. Bandikut’un attığı kütüğü, uçarken yakalar. Bu kütükten kuru bir ot yanar, böylece ateş insanlar tarafından öğrenilir5. Bu tür mitler, Kuzey Amerika yerlileri gibi, tarihî gelişimin daha üst düzeyinde bulunan halklarda da vardır. Bu tip mitlerde ana karakter ateşi çalıp insanlara • 46 verendir. Dünyanın pek çok halkında iyi bilinen bu mitik şahıs “kültür kahramanı” olarak adlandırılmıştır. Çeşitli geleneklerin oluşumu ve kültürel faydalar ona aittir. Mitlerde ateş, çalınan ve insanlara verilen temiz bir madde olarak tasvir edilir. Ateşin tanrılaştırılması veya bir şekilde kişileştirilmesi burada yoktur. Mitlerin bu tipi, yerleşime geçmemiş avcı hayata, eski düzene cevap vermektedir. Farklı, artık insansı bir mitolojik şahsın şekillenmesi yerleşik aşamaya uygundur. Bu tipi şimdi de Sibirya ve kuzey halkları “ateşin anası, ateşin kadın sahibi veya ocağın anası”olarak adlandırmaktadırlar. Kuzey Avrasya’nın üst paleolit çağının pek çok katmanında (özellikle Orinyak döneminde) arkeologlar taştan veya kemikten oyulmuş heykeller, çıplak kadın figürleri buldular. Orinyak Venüsleri olarak adlandırılan, cinsiyetleri belirgin ifade edilmiş bu heykeller ilk kadını sembolize eden “kadın ataların” tasvirleri olarak kabul edilmiştir. Onlara daha geç dönem katmanlarda (neolit, mezolit) bulunan daha şematize kadın figürleri de katılmaktadır. Heykellerin bulunduğu yerlere (ocak çukurlarının yakınları) bakarak onları “ata” değil, “ocağın anası” veya “ateşin kadın sahibinin” tasvirleri saymak daha doğrudur6. Bu tipin temelinde bir gerçek yatmaktadır. İlkel çağda ateşin elde edilmesi ve korunmasında kadının rolü çok büyüktür. Haruzina haklı olarak bu konuda şöyle yazmıştır; “İnsanlığın hayatının şafağında kadın ocaktaki ateşin sürekli veya geçici doğal koruyucusu değil miydi? Avcı erkek bazen uzaklara giderdi; kadın da sürekli olarak mülkiyetini azaltmak zorunda kalmıştı. Eğer ateşin temin edilmesi ve onun desteklenip korunması güçlüğünden hareketle bunu kadına bırakmak mümkün olmasaydı, kadına bulunduğu yerdeki ateşi korumak dışında ne kalırdı? Kadın erkekten daha fazla ateşle uğraşmak, onun özelliklerini, alışkanlıklarını öğrenmek imkânına sahipti... Kadın ateşin neden kızdığını, neden çatırdadığını ve kıvılcımlar çıkardığını anladı, onun dilini yukarı kaldırmasını ve kendisine atılan yiyeceği aç gözlülükle ısıtmasını sağladı. Kadının dikkati doğaya odaklanmıştı, onun HAZİRAN-TEMMUZ 2011 - SAYI 136-137• desteği bu yüzden önemliydi. Kadının aklında bir sürü batıl görüş yerleşti, o ateşle ilgili inanılır işaretlerin bütün sistemini oluşturdu”7. Haruzina haklı olarak günümüz köylü hayatında da bu çizgilerin korunduğunun altını çizerek; “İyi bir ev hanımı olan kadın Rus köylü ailesinde ateşi yakmak, güçlendirmek için yapılması gereken bütün tedbirleri bilir. Kadının ateşe saygısızca yaklaşımı yüzünden ateş bütün evi yangınla cezalandırır.” Bu yüzden ateş, özellikle de ev ocağıyla ilgili inançlar, batıl yasaklar yayılmıştır. Ateşe tükürülmez, işenmez, pis şeyler atılmaz. Yeni ateşin yakılması belirli kurallara göre yapılmalıdır. Bütün bunlar ateşin temiz ve temizleyici bir doğal oluşum sayıldığını kanıtlamaktadır. Bu düşüncenin temelinde gerçek olgular yer alır. Ateş ve özellikle kamp ateşi ve ocağın dumanı insanların evlerini her türlü parazitten (sinek, sivrisinek, böcek) kurtarmalarına yardım etmektedir. Aynı gerçek halk hekimliğinde ateşin (bütün halklarda) kullanılmasına da yansımıştır. Ateşin bütün tedavi edici fonksiyonlarını sıralamak zordur: Hastalıklı yerin soba közüyle yakılması, tütsüleme, isleme, tedavi araçlarını kutsama vb. Dinî saygının bir objesi olan “ateş ruhunun” karmaşık tipi herhalde sınıf öncesi ve erken dönem sınıflı toplum yaşamının sınırında oluşmuştur. Temelde kadın olan bu tipler Sibirya halklarında da (ateşin kadın sahibi, ateşin anası) yer almıştır. Onlarda anaerkil kabile yapısının yansımış olması elbette tesadüfi değildir. Sadece iki istisna vardır : Yakutlarda “Uot- iççite” ve Buryatlarda “Gali- ejin (ateşin erkek sahibi)”, zira bu iki halk ataerkil kabile yapısını aynı zamanda yaşamışlardır. Ateş İlahı Klasik Doğu ve antik dünya devletlerinin çoğunluğunda ateşin ideolojik ve sembolik anlamı karşılıklı olarak birbiriyle kaynaşmıştır. En belirgin örnek Hindistan Veda mitolojisindeki tanrı Agni’dir. Bu ikili bir kişiliktir. Her şeyden önce Agni maddesel bir ateş, alevin dilidir (Sanskritçedeki agni etimolojik açıdan Slavcadaki ogn’la akrabadır). Fakat bu çoğunlukla kurban edilenin alevini ve bu alevin dumanını göksel tanrılara ulaştıracak habercinin kült fonksiyonunu yerine getiren kurban ateşidir. Ayrıca kendisi de büyük tanrılardan biridir. Veda’daki iki yüz kadar ilahî ona adanmıştır ve ilahlar listesinde Agni yıldırım ilahı İndre’yi geride bırakarak ikinci sırada yer alır. İlahileri hazırlayanlar kutsal ateşi övmek için hiçbir renkten kaçınmamışlardır. İlahilerden birinde şöyle denilmektedir: “Ah Agni, kutsal ateş, temizleyici ateş, sen ağaçta uyuyansın, sen parıltılı alevinle yükselensin, sen ilahî kıvılcımsın. Güneş’in şanlı ruhu ve her yerde gizlenensin!”. Hindistan’ın daha sonraki dinlerinde Agni geri plana itilmiş fakat ritüellerde ateşin fonksiyonu, özellikle de cenazelerde kalmıştır. Her inançlı Hindu eğer vücudu kutsal Ganj kıyısında ateşe verilirse bunu kendisi için özel bir nimet sayar. Hintlilere akraba İran mitolojisinde ateşin canlanışı olan tanrı Atar doğal bir konum almıştır. Fakat bütün İran kabilelerinde ateş sadece temiz bir oluşum olarak görülmüştür. Hintlilerde ve İranlılarda gömme ritüelinde ateşin kutsallığı düşüncesinin yer almış olmasından karşıt bir sonuca gidilmesi oldukça ilginçtir. İranlılar ölüleri sadece yakmamakla kalmazlar aynı zamanda cesedin ateşle birleşimini bu oluşum için hakaret sayarlar, bu ağır bir günahtır. Ateşin temiz olduğu düşüncesi günümüze değin “ateşperestlerin”- Zerdüştler, İranlılar, Yezidler- bütün taraftarlarında korunmaktadır. Arkeolojik kazılar- 47 • DOSYA: ATEŞ Sınıflı toplumun eşiğinde “ateşin erkek sahibi” mitolojik tipinin çizgileri boy ve ailenin ataları-koruyucularının tipleriyle karışmaktadır. Slav halklarında (mesela Rus Domovoy’u), Doğu Fin halklarında (Vorşud u Udmurtov) da böyle olmuştur. Fakat boy veya aile ata kültüyle ateş kültünün aynılaşması sorununa bu kadar basit yaklaşmamak gerekir çünkü her ikisi de farklı tarihî köklere sahiptir. Ateş kültünün, toprağın işlenmesi ve ürünün toplanmasıyla bağlantılı tören zemininde gelişmiş güneş kültüyle yakınlaşmasına da daha dikkatli yaklaşmak gerekir. Birbirlerine benzemelerine karşın (örneğin yanmış tekerlekleri tepeden veya bir dağdan yuvarlama geleneği her iki kültte de aynıdır) onların farklı kökenleri vardır. • BİLİM ve AKLIN AYDINLIĞINDA EĞİTİM dan da anlaşılacağı gibi “ateş tapınakları” Orta Asya ve Kafkasya’da da vardır. Ateş kültünün antik örneklerinden en karakteristiği Roma’daki ilahe Vesta’dır. Onun şerefine bir tapınak yaptırılmıştır. Bu tapınaktaki ocakta (kurban ocağı) Roma devletinin sağlamlığının sembolü olan sönmeyen ateş yansımıştır. Kutsal ateşi bakirelik ve evlenmeme andı içen küçük veya genç kız rahibeler korur (bu andı yerine getirmeme ölümle cezalandırılırdı). Vestalkalar (ve özellikle onların başkanı) bir dizi ayrıcalığa sahipti. Bu ayrıcalıklardan biri suçluları idam cezasından kurtarmaktı. Vesta’nın ateşi her takvim yılının başında yenilenirdi. Vesta’nın sunakları evlerin girişinde, holdeydi. Yunan sitelerinin devlet kültleri sisteminde ev ocağının ilahesi Gestiya da benzer bir konuma sahiptir. Fakat kutsal Olimpos ilahlarına Gestiya’nın da katılımıyla ilgili herhangi bir mitolojik yapıt konusu yoktur. Roma’nın Vesta’sı ve Yunan Gestiya’sı gelişmiş sınıf ve devlet toplumlarının dinlerinde anaerkil öğelerin korunmuş olduğunun en belirgin örnekleridir. Fakat antik dünya ateşin diğer bir ‘karakterini’, yıkıcılığını da bilmektedir. Onu Yunanistan’da Ares, Gefest ve Roma’da Vulkan olarak kişileştirilmişlerdir. Fakat bu tiplerde farklı çizgiler de bulunmaktadır: Ares, acımasız ve yıkıcı savaşın ilahıdır. Gefest, demircilerin ilahıdır. Vulkan, sadece ateşin yıkıcı ilahı değil aynı zamanda insanların yangınlardan koruyucusudur. Ateşin Sosyal Doğası Ateşin sembolleştirilmesiyle ilgili olarak verilen bütün olgularda insanın ateşle olan ilişkisinin tarihini ortaya koyan tek bir çizgi vardır. Bu, ateşin sosyal doğası ve sosyal aracılığıdır. Bu nasıl ifade edilir? Gerek maddi gerekse ruhsal olsun kültürün her oluşumu gibi ateş de insanın hizmetinde temel ve üretim fonksiyonlarını yerine getirir. Ateşin temel fonksiyonları vahşi hayvanlarla mücadele, barınağın ısıtılması, aydınlatılması ve yiyeceklerin hazırlığıdır. • 48 Üretim fonksiyonları nedir? Avcı ekonomisinin egemen olduğu eski çağda emek organizasyonu hemen hemen bilinmemektedir. Bu konuda sadece hipotezler vardı. Elbette sürek avları bir organizasyon gerektirmiştir: Kadınlar ateşi hazırlamış, onu korumuş ve erkekler de sürek avlarında bu ateşi kullanmışlardır. O zaman ateşin (ocağın) koruyucusu kadınlar topluluğun sabit merkezini, erkekler bu topluluğun daha hareketli çevresini oluşturmuşlardır. Ocağın ateşi, kadınları ve çocukları erkeklerden ayırarak birleştirmiştir. Bu çağda kabilenin aileye bölünmesi gerçekleşmiştir. Böylece her ateşin iyi olmadığı görüşü ortaya atılmıştır. Ateş, “bizim olan” ve “bizim olmayan, yabancı” ateş olarak ayrılır. Bu ayrımın izleri yeryüzünün bütün halklarında korunmamış olabilir. Elbette komşusuna bir kütük veya bir avuç kömür borç vermek ekonomiye bir zarar getirmez; fakat bu konuda pek çok sınırlama ve yasaklama oluşmuştur! Komşuya belirli günlerde ateş verilmez, çok cömert olunmaz vb. Daha XIX. yüzyılda Belorus köylüleri için şöyle yazmışlardı: “Kimse asla komşusuna sıcak kömür vermez, mutluluk gider ve tarladaki ekine zarar gelir”. Bazı köylüler “... kendi ocaklarındaki közleri yabancılara, başka bir eve vermekten korkarlar; eğer verirlerse de bu istemeyerek olur ve sönmüş de olsa kömürleri geri getirmek şartıyla. Eğer kömürler geri gelmezse, artık onlara ihtiyaç olmamasına karşın başkalarını bu komşuya sıcak kömür almaya yollarlar”8. Aşırı katılıktaki benzeri yasaklar Kuzey- Doğu Asya halklarında da vardır. Çukçilerin inançlarını ve törenlerini ayrıntılı bir şekilde inceleyen V. G. Bogoraz onlar hakkında şöyle yazmıştır. “Her ailenin kendi ateşi vardır. Aileler, çok uzun yıllar birlikte yaşadıkları atalardan kalan ateşi yabancı ateşten özenle korurlar. Komşulardan ateşin ödünç alınması büyük günah sayılır”. Ya da “Çukçi kadını komşusundan kibrit, çakmak taşı veya çakmağı memnuniyetle alır çünkü bunlar aile ocağıyla bağlantılı değildir fakat hiçbir zaman söğüt çubuğu almaz çünkü onunla kömür karıştırılır, onu alınca yabancı ocaktan kömür de almış olacaktır....”. “Benim Çukçiler arasında bulunduğum zamanda ateş yüzünden kadınlarla pek çok tartışmaya girdim. Onlardan çoğunun çaydanlığı yoktu ve çaydanlığımda su ısıtmama izin vermiyorlardı çünkü HAZİRAN-TEMMUZ 2011 - SAYI 136-137• bu çaydanlık daha önce yabancı bir ocakta durmuştu. Bu nedenle pek çok kere sıcak çay içemedim”9. “Bizim” ve “yabancı” ateşin bu karşıtlığı kutsal kitaplara da yansımıştı. Kutsal Kitap’ta genellikle kurban ateşi ritüeli defalarca ve bütün ayrıntılarıyla zikredilmektedir. “Levit” kitabında kurbanın tasvirinde şu epizod yer almaktadır. “Nadov ve Aviud, Aaronların oğulları kendi kandilini aldı ve ateşe koydular, ona günlük (buhur) koydular ve tanrının karşısına onun emretmediği yabancı ateşi getirdiler. Ateş, Tanrıdan çıktı ve onları yaktı, onlar da Tanrının karşısında öldüler”. Görüldüğü gibi kurban ritüelinin önemsiz herhangi bir detayı yoktur, onda da “bizim” ve “yabancı” yaklaşımı vardır. Ateşin önemli sosyal fonksiyonlarından biri de temizliğidir. Sınıf öncesi toplumda bu özellik tam belirginleşmemiştir. Hem her birey kendi için temizlenme törenleri yapmış ve hem de her toplum bunları herkes için uygulamıştır. Eski devletlerde temizlik kurbanları sistemi en ince ayrıntısına dek geliştirilmiştir. Orta Çağ’da ateşin temizlik fonksiyonu tamamiyle kiliselere aittir. Büyük suçlarda olduğu gibi, herhangi bir kuralın yıkımı, genelde ateşin belirli bir derecede katılımıyla sağlanan “ateş” temizlenmesini talep etmiştir. Katolik kilisesi bu sistem içinde günahkar ruhların öbür dünyada günahlarından temizleneceği bir araf (dinde temizlik) öğretisi kurmuştur, üstelik arafta bulunma süresi kilise tarafından belirlenecektir. Kilise tarafından dinden sapmışların toplu ateşe atılması “autodafe” pratiği de oluşturulmuştur. Aynı yobaz düşünce XVII. yüzyıl Rusya’sında eski gelenekçiler tarafından desteklenmiştir. “Kendini yakanlar”, bu korkunç yolla gökyüzü krallığına gideceklerine inanmışlardır. Birleştiren ve Ayıran Ateş İlişki formlarının daha sonraki genişleme sürecinde ateşin sembolik anlamı küçülmekte fakat yok olmamaktadır. Kabile, daha sonra millî ve sınıf ayrımı uzun zaman boyunca korunmuş, daha farklı, daha az uysal formların katılmasına karşın kapitalizm çağında kesinleşmiş olduğunu söyleyebiliriz. İşsiz ve evsiz fakirler grubunu büyük banka şirket üyelerinden ayırmak ateş kullanmaksızın da mümkündür. Fakat bazen bu sembol, halk çıkarlarının ifadesi görevini de görür, özellikle bu durum keskin sosyal kriz zamanları için söz konusudur. Barış taraftarlarının, özgürlük ve demokratik haklar için savaşanların mezarlarındaki sönmeyen ateş, ateşin eski ayırıcı rolünü andırmaktadır. Bu sembolün üst formu olan, geniş halk kitlelerinin barış isteğini ifade eden spor oyunlarında olimpiyat ateşinin kendi ülkesinden başka bir ülkeye taşınması ise yeni bir gelenektir. ___________________________________________________ * S. A. Tokarev’in “Simvolika ognya v istoriçeskoy kulture” adlı bu makalesi i Priroda Dergisinin 1984, 9. sayısında 75- 79. sayfalar arasında yayımlanmış olup Türk Dünyası İncelemeleri Dergisinin Cilt: VI, Sayı 1, 2005’de Muvaffak Duranlı tarafından çevrilerek yayımlanmıştır. 1 Hindistan’ın Andaman ve Nicobar bölgesine bağlı adalar grubu. 2 Kuhn A. Die Herabkunft des Feuers und des Gottertranks, B., 1895, s. 253. 3 Haruzina V. N., “’K voprosu o poçitanii ognya”, Etnografiçeskoe obozrenie, 1906, no 3- 4, s. 68. 4 Porşnev, B. F. Sovetskaya etnografıya, 1955, No 1, s. 7. 5 Gennep, A. Von., Mythes et legendes d’Australie, P„ s. A„ P. 64- 83. 6 Gennep A. von., age., s. 76- 77.. 7 Haruzina, age., s. 79. 8 Afanasyev, A., Povetiçeskie vozzreniya slavyan na prirodu, c. 2, M., 1968, s. 13. 9 Bogoraz, V. G„ Çukçi, c. II, L„ 1939, s. 54- 55. 10 Bkz. Levi- Stross, K., Strukturnaua antropologiya, M., 1983, s. 133; Levi- Strauss C. Du miel aux cendres, P., 1966, P. _ 208,211. 11 Yrd. Doç. Dr., Ege Üniversitesi, Türk Dünyası Araştırmaları Enstitüsü. 49 • DOSYA: ATEŞ Günümüz yapısalcı etnolojide ateşe saygın bir yer verilmektedir. Bu ekolün başkanı K. Levi Strauss için ateş ham ve pişmiş gıda arasında bir “mediator” (aracı), “ateş- su” veya “oyma- sürtme” gibi karşıtlık üyelerinden biridir10. Tarihî bakış açısına göre ateş, insan ilişkilerinin aracı formu, erkek ve kadın faaliyetinin sınırı, başta kabilenin, daha sonra ailenin ayrılma biçimidir. Kabile ve aile, kendilerini ateşle ilgili katı kurallarıyla sınırlamıştır. Ateş, akraba ve aile üyelerinin zinciriyle çevrelenmiştir. ATEŞLE GELEN DEĞİŞİM ERK İNGER Makine Yüksek Mühendisi Erk İnger, Ateşle Gelen Değişim, Bilim ve Aklın Aydınlığında Eğitim, S. 136-137, Haziran-Temmuz 2011, ss.50-52. • 50 A teş, su, toprak ve güneş asırlarca canlıların ruhsal ve bedensel idamesi için yaşantıların vazgeçilmez unsurları olmuştur. Ateşin icadı, güneş, buzulların erimesi, su, toprak, ziraat ve üretkenlik, canlı varlıkların yaşamlarının sürdürülmesinde önemli bir rol oynamıştır. Ateşin icadıyla madenlerin eritilmesi gerçekleştirilmiş ve insan gücü, yepyeni yapay araçlar ve kullanılan enerji kaynakları insanoğluna muhteşem yaşam değişimleri sağlamıştır. Ateşi oluşturan, odun, kömür, petrol ve doğal gaz gibi tabiî enerji kaynakları insanlığın teknoloji değişimlerine sebep oldu. Odunla yanan bir soba, kömürle çalışan bir buharlı lokomotif, mazotla çalışan içten yanmalı bir dört zamanlı motor ve doğal gaz ile ısınan bir ev kullanıldığı enerjiyi simgeleyen tipik teknolojilerdir. Fransa’daki Escale Mağarası’nda bulunan eski ocaklar, modern insanın atası olan “Homo Erectus’un 750.000 yıl önce ateşi kullandığı belgelendi. İnsanlığın ateşle ısındığı, aydınlandığı ve vahşi hayvanlardan korunduğu gözlemlendi. Çeşitli uygarlıklar, ateşi kullanmasını öğrenerek toprağı pişirmek suretiyle çanak, çömlek yapmayı ve madenleri eriterek alet ve silah yapmayı başardılar. Endüstrileşme çağında, makine yapımı ve makinede kullanılan yakıt ve enerji, in- HAZİRAN-TEMMUZ 2011 - SAYI 136-137• DOSYA: ATEŞ 51 • • BİLİM ve AKLIN AYDINLIĞINDA EĞİTİM sanlığın su ve ekmek gibi doğal ihtiyaçları arasında yer aldı. Yakıt yapısında bulunan hidrojen ve karbon yanınca bulunduğu çevreyi hem ısıttı hem de havayı kirletti. Artan nüfus ve ilerleyen teknolojilerle, insanlığın enerji talepleri gittikçe çoğaldı. Fosil enerji kaynakları azalmaya başladıkça yenilenebilir alternatif enerjiler, hidrolik enerji, güneş enerjisi, rüzgâr enerjisi, jeotermal enerji, biokütle enerjisi ve nükleer enerji konuları insanlığın gündeminde yer aldı. Nispeten daha pahalı olan bu tür enerjilerde jeotermal ve nükleer enerji dışında diğerleri ancak tabiat ve iklim şartlarına bağlı olarak elde edilebildi. Tıpkı seneler öncesi Fırat ve Dicle önüne çekilen setler gibi, bu yörelerde ya barajlarda enerji üretildi ya da tarlada berekete vesile olan hasatları sağlayan sulamalar yapıldı. Sulamasıyla, ulaştırmasıyla, tarımsal üretim ve gıda üretimi çok ciddi biçimde artırılarak, sanayileşme dâhil milyonlarca kişiye yeni istihdam kapısının açılması planlandı. 3 milyar yıldan beri merkezinde 15.000.000 °K sıcaklık bulunduran ve toplam enerji rezervi 1.785X1047 Joulle olan güneş her saniyede 4 milyon ton kütleyi 3,86x1026 jul değerinde enerjiye çevirmek suretiyle evrenin bitmez tükenmez enerji kaynağı oldu. Güneş, dünyanın yörünge eksenine 1.366 Watt/m2 enerji iletmekte fakat yeryüzüne ulaşan enerji miktarı 0 - 1100 W/m2 değerleri arasında değişim göstermektedir. Yaklaşık %15’lik bir verime sahip bir güneş foto voltaik (güneş pili) paneli, 0.45 - 1.35 kWst/m2 enerji üretmektedir. İnsanoğlu artık gelecekte elde ettiği birincil enerji kaynaklarıyla sudan hidrojen elde etmek suretiyle elektriksel enerjiyi çevre dostu enerji olarak depolamayı ve kullanmayı planlamaktadır. Birim kütle başına ısıl değeri 141,9 MJ olan Hidrojen, benzinin ısıl değerinden 3 kat fazla olan ısıl değere sahiptir. Kolayca ve güvenli olarak her yere taşınabilen, taşınmasında çok az enerji kaybı olan, her yerde (sanayide, evlerde ve taşıtlarda) kullanılabilen, tükenmez, temiz, kolaylıkla ısı, elektrik ve mekanik ener- • 52 jiye dönüşebilen, karbon içermeyen, ekonomik ve hafif olan hidrojenin bulunduğumuz 21.yüzyıla damgasını vuracağı hatta güneş ömrü olarak kestirilen gelecek 5 milyar yılın da yakıtı olacağı yetkililerce ifade edilmektedir. Güney Doğu Anadolu’da güneş tarlalarının ve güneş termik santrallerinin kurulması, ‘Parabolik kolektör’ adı verilen dev panellerle, güneşten gelen ısının önce buhara sonra da elektriğe dönüştürülmesi planlanmaktadır. BÖLGE TOPLAM GÜNEŞ ENERJİSİ (KW/m2-yıl) GÜNEŞLENME SÜRESİ (Saat/yıl) G. DOĞU ANADOLU 1460 2993 Mezopotamya, “iki nehir arasındaki yer”, bugün Irak, doğu Suriye ve Güneydoğu Anadolu’yu kapsayan coğrafi bölgeyi tarif eden bir isimdir. Yıllarca, birçok farklı kültür ve halkın karıştığı bir bölge olmuştur. Bilinen ilk okuryazar topluluklara ev sahipliği yapılmış, birçok üzerinde medeniyeti barındırmıştır. Bölgede bulunan kömür ve petrol gibi zengin yeraltı kaynakları, güneş enerjisini kullanmaya uygun güneşli iklim şartları, Fırat ve Dicle boyunca tesis edilen baraj ve sulama imkânları, başta Harran Ovası olmak üzere bölgenin verimli toprakları, iki nehir arasındaki yeri ve yakın çevresini dünyamızın önemli cazibe merkezlerinden biri hâline getirmiştir. Günümüzde, Orta Doğu’da, yıllarca bölgenin komşu ülkeleri arasında yaratılan huzursuzlukların, tarihî ortak kültürü paylaşmış kardeş ülkeler arasındaki kardeşliğin ve barışın tesis edilememesinin asıl sebebi, yörenin, böylesine zengin enerji kaynaklarına sahip oluşuyla izah edilmektedir. Sular yükselince balıklar karıncaları yer, sular çekilince de karıncalar balıkları… Üstünlük bugün karıncadaysa yarın balığa geçebilir veyahut tam tersi... Karınca ya da balık olmanın sağladığı üstünlüğe sevinmek yersizdir. Çünkü kimin kimi yiyeceğini gerçekte “suyun hareketini ve seviyesini” yönetenler belirlemektedir. ATEŞE MECAZ DÜŞTÜM İRADE İPİNDEN ASILDI RUHİ İNAN Balıkesir Üniversitesi, Türk Dili Edebiyatı Okutmanı Ateş … Ş ikest bir gönül gülzârına nida-yı latif ederse, adı ateştir… Kınalı özlemlerim beşik sallayıp ninni söylerken gönül, bir âmâ gibi ithamın acı çığlığıyla aklımı serkeş ediyor… özlemelerim sıçrıyor yerinden, bunu sadece o biliyor… ne söylüyorum bak… cümleyi iyi oku… gözlerim kanatlandığında sadece aklım, bedenim incinmesin diye etrafını kolaçan eder… derken bir kelimeyi beğenir… paragraf yokuşundan tırmanır… mânâ zirvesine otağ kurar… eğer; başlık gecesinde kuşe-i uzletinde bir münzeviye işaret gönderecekse asla ve kat’a itham denizinden bir tas su alamaz… bekle bakalım!.. bilesin ki esrarın şahsiyetle dostluğu kadimdir… esrar kimde mekân tutar bunu da bilirsin… mekânın kendisi benim malum, öyleyse tercihlerimi de bilirsin… işte tam da buradadır kırılan dalım… ben daha ne demeliyim ki… ateş… yangına çevirdiğin libas ve de gösterdiğin tevazu bana teğet geçiyorsa hamdolsun demek de 53 • DOSYA: ATEŞ Ruhi İnan, Ateşe Mecaz Düştüm İrade İpinden Asıldı, Bilim ve Aklın Aydınlığında Eğitim, S. 136-137, Haziran-Temmuz 2011, ss.53-54. var serde; zira sen de bilirsin ki sen hamda da değenlerdensin… değmesin ister isem çaresi vardır elbet… gülzâra yaban bülbüller girmiş, der; bir başka bağın gülzârına da minnet etmeden “terki terke” ikamet eylerim... hüsranın hangi • BİLİM ve AKLIN AYDINLIĞINDA EĞİTİM kefesi bana münasip görülmüş ise mühim değil… yanmadayım, pişmedeyim… ne deyim… Aklım bu sıkleti çeker, yalnızca tartan adil olsun yeter… küfemde gönül varsa eğer ağyara yük taşımam… emanete hıyanet mi; asla!.. duymamış olayım… firkatin insanlığa elveda demediği mâverâdan geliyorum… Firkat nedir ey kişi… âlem-i ervahda, bela küncine verdiğin sözdür… sözünden ırak olmaktır firkat, bir de özünden… ateştir… oduna sahip olamayan bir bedevi elbet firkatin ateşiyle harlanır… Firkatin çok uzağında yakın bir İbrahim’dir insan… İbrahim’i yakmayan ateş, insanın öz tercihlerinden ötürü kendini ateşe teşne bırakır… dur ey yolcu!.. haddinin misakını belirleyen erk, eteklerinde hıramân eder ancak… nedendir isyan ateşiyle yanışın?.. nedendir bâki elmasları cam parçacıklarıyla değiş- tokuşun?.. nedendir neden? Bir elma mıydı ham bir hayalin ilmeğinde kayıtsızlığa kaçan... oncacık bir oburluk muydu? Yoksa bir buğday tanesi miydi?.. İrade… Bilmeliyim… O sabah gözlerimin kızıllığı zifir karanlığa düştü de görmedin… esrik postacı, kapadığın kapıyı bulamadan daha eğik bir boyunla yere düştü kaldırmadın… irade denen şey nedir ki sınansın aşkla… aşk irade tanır mı ki… aşk iradî bir şey değildir. Gönlüm… kördür, menzilini şaşırmış bir oktan, gerilmiş bir yaydan başka nedir ki aşk… Yağdığım bütün topraklarda hüda-yı nâbit bitkilerin yeşermesi doğal… ben bir ağacım, meyvem çok ve uzamın ortasında beklerken bir sarmala tutunma ihtiyacı olanlar, fark etmeyi bile bahşetmeden yanımda bitiyor suçlama beni… ben duruyorum öylece, kökümde sen… aşk için acısı fazla bir rehavet bizimkisi… avıyla kendini var eden… hâlesiyle mânâ denizinde köpüren… Seninkisi aşk değil; seninkisi kabaran bir iştah, • 54 kimyası fazla verilmiş bir hamur, seninkisi kendine dalgalanan bir deniz… Oysa ben tabii olandan bahsediyorum; katıksız, kaygısız, öylelikli, kişilikli, seni unutmadan, beni kırmadan. Öyleyse şöyle değil midir aşk, hiçbir çıkar ve çıkarsama olmadan yaşanan… Beş adımı saymadan, son adımı bilmeden, ötekine öykünmeden… gönlü bir terazu kefesine bindirmeden… Lebindeki gülü, dikenle kanamak için öpen, yalnızca ikiyle tek olabildiğin bir vahdetten başka nedir ki… Ayrılık sevdaya dâhildir, der şair… sevda ayrılığa dâhildir bence, kimseler bilmez… Gören göz görmez, duyan ten uyuşur… gitmelerin, sınanan iradelerin, teslimiyetin, özlemelerin, susuzluğun, susuzluğun hepsi hepsi bundandır… bu sevda, kapında bekleyen çilekeş; ayrılık, acıyıp da dilenmesine göz yuman sahip… Bir ateş; ateşi sen ve ben, bir “West Indies, Kızıl Elma, İtaki, Maçin”… “uzun yol” diye tabir eden şairdir, bense hüküm giymişim… Gönül vermelerin söz vermelerine öykünmesin; gönül, göz ve söz… Bir insicamı dokurlar mânâ kiliminde… Önce söz vardı, sonra göz düştü, köz oldu gönül hânumânı perişan bir gurbette ah u zâr… Sen bilmezsin kaç gece büyüttüm kucağımda, kaç nehir ulaşamadan vuslata toprağımda kayboldu, kaç yıldız etrafımda semah ederken kayıverdi…. Bu girift bilmeceler bir güvensizlik ikliminde yeşerdiler ve çiçeklendiler, aman dikkat güft ü gû taşıyla kırılmasın…. Sonu öylece gözlenen bir ateş değil bizimkisi, bölüm bölüm, ilmek ilmek dokuduğumuz bir eser… Bir şiir; tadı damağımda iz… kafiyesi sen benden oluşan bir dehliz, bir mavera… Redifi olmayan bir giz… Aşk? babası olmayan İsa’dır, ateşi mi?.. “enel hak” olmaktır Gönlüm… ATEŞ-ŞEYTAN METAFORU MEHMET AKNAR Eğitim Müfettişi / ELAZIĞ Ö ncesinde başka canlılar da vardı. Yaratılışları bakımından insandan farklılardı. Kimi topraktan, kimi nurdan yaratılmıştı. Hatta ateşten yaratılan bile vardı. İnsan olanı iyiye de kötüye de meyyaldi. Şeytan sadece kötülük timsaliydi. İyiliği temsil edene ise melek dendi. Bazısı duyu organlarıyla hissedildi. Hissedilmeyenlerin varlıkları, yaratıcı ile bilindi. Hepsine de çok önemli görevler yüklendi. Denge için. İmtihan için. İyiler öncelendi. Kötüler için hep uyarılar geldi Yaradan tarafından. İnsan varlık âlemini zıtlıklarla daha iyi kavrayabilirdi. İyiyi anlamak için kötüye ihtiyaç olduğu gibi meleği anlamak için şeytana ihtiyaç vardı. Bu bir denge unsuruydu. Yaratan da bu dengeyi kurmuştu. 55 • DOSYA: ATEŞ Mehmet Aknar, Ateş-Şeytan Metaforu, Bilim ve Aklın Aydınlığında Eğitim, S. 136-137, HaziranTemmuz 2011, ss.55-57. Kötülüğün ve kötülerin temsilcisi olan şeytan kötü olarak simgelenmişti. İnsan için burası önemliydi. Çünkü insan hem iyiliğe hem de kötülüğe meyyaldi. Şeytan da bunu bildiğinden melekle uğraşmadı hiçbir zaman, hep insanla uğraştı. Yaratıcı’nın emrinden dışarı çıktığı, “Ben insandan daha hayırlıyım; sen beni ateşten yarattın, onu ise çamurdan yarattın.” deyişi de eklendi bilgi olarak. • BİLİM ve AKLIN AYDINLIĞINDA EĞİTİM Özellikle ateşi vurguladı şeytan. Yakıcılığını, üstünlüğünü, bir kaba sığmadığını, özgürlüğünü, özgünlüğünü ifade etmek için. Peki, şeytan nasıl bir varlıktı? Ne yapardı? İşte burada Yaradan girdi devreye. Şeytanın özelliklerini anlattı uzun uzun: Onun kibirli ve kâfirlerden olduğunu, insanları şaşırtıp kötülüğe yönlendirdiğini, kandırmak için yapılanları çekici ve süslü gösterdiğini, unutturduğunu, saçıp savuranların, şeytanın kardeşleri olduklarını ve şeytanın ise nankör olduğunu, ayak kaydırdığını, belaya uğrattığını, o ve taraftarlarının insanı her taraftan gözetlediğini, kardeşlerin arasını ayırdığını, yapılanları süsleyerek insanları doğru yoldan alıkoyduğunu, Yaradan’a karşı diklendiğini/başkaldırdığını, apaçık bir düşman olduğunu ve onu düşman bilmek gerektiğini, insanı yapayalnız ve yardımsız bıraktığını ve bırakacağını, açıkça saptırıcı • 56 bir düşman olduğunu, insanların arasına düşmanlık ve kin düşürmek, onları Allah’ı anmaktan ve namazdan alıkoymak istediğini, çılgınca yanan ateşe çağırdığını, şeytanla arkadaş olanın, onun peşine takılanın azgınlardan olacağını, şeytanın adımlarını izlememek gerektiğini, insana korku vereceğini, fakirlikle korkutacağını, çirkinliği ve hayâsızlığı emredeceğini, gerçeği ters yüz eden, günaha düşkün olan her yalancıyla arkadaş olduğunu, yalan yere yemin ettiğini vurguladı. Yaradan yeri geldi şeytana uyanları cehenneme doldurmakla tehdit etti. Onunla mücadeleden bahsetti. Onun hilesinin ve düzeninin çok zayıf olduğunu, Allah’a inananlara karşı bir etkisinin olamayacağını vurguladı. Güven verdi insana. Ondan, Allah’a sığının dedi. “Size ya- HAZİRAN-TEMMUZ 2011 - SAYI 136-137• lan söyledim. Benim size karşı zorlayıcı bir gücüm yoktu, yalnızca sizi çağırdım, siz de bana icabet ettiniz. Öyleyse beni kınamayın, siz kendinizi kınayın. Ben sizi kurtaracak değilim, siz de beni kurtaracak değilsiniz” şeklinde itirafını anlattı bir bir. Onun şaşırtıp-saptırmasından ve insanı çılgın ateşin azabına yöneltmesinden, çirkin utanmazlıkları ve kötülüğü emreder bir yapıda olduğundan da bahsetti. Ondan uzak olunması gerektiğini, ona uyanın pişman olacağını, tuzaklarının olduğunu, şeytanın tek olmadığını anlattı. İnsan ve cin şeytanlarının varlığından bahsetti ve onların insanları aldatmak için yaldızlı sözler fısıldadıklarını da vurguladı. Yeri geldi şeytan hakkında Peygamber de konuştu. O da insanları uyardı. Her kötü işi Yaradıcı’nın yaptığı gibi “şeytan” ismiyle vurguladı. Görünmeyen şeytandan korunmak için manevi olarak duayı önerdi. İbadette bile aramızda olabileceğini vurgulayarak “Şeytan sizin her işinize burnunu sokar” dedi. İnsanın özelliğinden olan hiddeti şeytandan bildi. Hiddetin ateş olduğunu, ateşi de suyun söndürdüğünü, dolayısıyla abdest alınması tavsiyesinde bulundu. Omurgası yoktu şeytanın. Dik duramıyordu. Ateşten yaratıldığını ve üstün olduğunu sık sık vurguladı. Topraktan yaratıldığı için Âdem’i küçümsedi. İşte o günden bu güne şeytan ateş ile özdeşleşti. Ateş ile şeytan aynı harfleri taşıyordu. Şeytanın içinde ateş gizliydi. İnsanların muhayyilesinde şeytan denilince hep ateş canlandı: Çocuğundan büyüğüne, gerçeğinden filmine kadar. Zaman geldi şeytana uyulduğunda kazanılan günahı ateşin yok edeceğini anladı insan. O zaman ateş ve şeytan birlikteliği daha bir anlaşıldı Başka hiçbir canlı, insan kadar ateşe önem vermedi. İnsanoğlu ateşle kâh ısındı kâh lezzete lezzet kattı. Şeytan da başka hiçbir canlıyla insan kadar uğraşmadı. Kâh sağından kâh solundan yanaştı insana. Onu hepten saptırmak için. Onu yakmak için. Ateş kontrol edilemezse hırçındı. Dur durak bilmezdi. Yakıcıydı. Başına buyruktu. Kontrol edilirse faydalıydı. Şeytan da öyleydi. Kendisini hep üstün gördü. Kibirliydi. Etrafını görmüyordu. Kontrol edilmeliydi. İnsanoğlu ateşi buluncaya kadar ateşin yakıcılığını anlayamadı. Ateş ile birlikte şeytanı da tanıdı. Ateş kırmızıydı, şeytan da öyle resmedildi. Günah ateşti. Günahtan arınmak için ateş gerekliydi. Cehennem de ateşti. O da arındırmak içindi. Medeniyet, ateşin bulunmasıyla başladı. Gelişme onunla sağlandı. İnsanın manevi tekâmülünün de yakıcı ateşe / şeytana uyulmadığında olacağı anlaşıldı. 57 • DOSYA: ATEŞ Şeytanla ilgili hiç iyi ve iyilik yoktu. Böylece insanlarda şeytan ile ilgili, iyilikten uzak, sürekli kötülük düşünen bir varlık algısı oluştu. Bu da kültüre dönüştü. Deyimlere ve atasözlerine yansıdı. “Şeytana uymak” deyimini kullandı önce. Sonra “Şeytan diyor ki” dedi her kötü işi yapmaya niyetlenirken. Derken bunları “Şeytan dürtmek”, “Şeytan görsün yüzünü”, “Şeytanın art bacağı”, “Şeytanın ayağını kırmak”, “Şeytan kulağına kurşun”, “Şeytanın yattığı yeri bilmek” deyimleri takip etti bir bir. “Şeytan kişiyi kandırır ama suyunu ısıtmaz.” dedi atalarımız. “Şeytanın kulağına kurşun”, “Şeytana pabucunu ters giydirmek”, “Şeytanın bacağını kırmak”, “Şeytanla ortak buğday eken samanını alır” atasözleri de kullanılır oldu. Yeri geldi damarlarda kanın dolaştığı gibi insanın içinde dolaştığı, suyun kabın şeklini alması gibi bulunduğu şarta göre değişime uğradığı vurgulandı. ATEŞTEN YAŞAM YEŞİM KON Savaş İlköğretim Okulu Türkçe Öğretmeni Akşehir-KONYA N asreddin Hoca’nın evine tüccar arkadaşı misafir olmuş. Hoca mantı pişirip getirmiş. Arkadaşı acele edip mantıyı hemen ağzına atınca boğazı yanmış. Boğazının yandığını belli etmemek için başını tavana doğru dikmiş ve yanmanın etkisi gidince de başını tavandan indirmeyip sormuş; -Hocam bu tavanı ne zaman yaptırdınız? Hoca hemen cevaplamış; -Boğazıma ateş düştüğü zaman… Ateş bu kimi zaman boğazımıza kimi zaman içimize, şiirlerimize, türkülerimize düşer, içimizi ısıtır. Bazen bir mumun ışığında bazen bir odun kıvılcımında kimsesiz kaldığımızda alevine dalıp gittiğimiz ateş atasözlerimizdedir, deyimlerimizdedir; Yeşim Kon, Ateşten Yaşam, Bilim ve Aklın Aydınlığında Eğitim, S. 136-137, Haziran-Temmuz 2011, ss.58-59. • 58 Konu aşk olunca ya ateş bacayı sarar ya ateşle barut yan yana durmaz ya da ateşten bir gömlek giyeriz, hayat pahalı olmaya başlayınca ateş pahasıdır her şey, pahalı hayata sinirlenince ateş püskürürüz, ne kadar üzülsek de çevremizdeki olan kötü olaylara ateş düştüğü yeri yakar her zaman, bilemeyiz ne gerçek ne yalan ama ateş olmayan yerden duman çıkmaz, aceledir işlerimiz ateş almaya geliriz, severiz bazen tehlikeyi ateşle oynarız, bazen de korkarız HAZİRAN-TEMMUZ 2011 - SAYI 136-137• ateşe atamayız, küçümseriz önemsemeyiz ateş olsan cürmün kadar yer yakarsın der geçeriz, sıkılırız ateş basar… Şiirlerimizdedir, bir kıvılcımdır divân edebiyatının en vazgeçilmezi olan ateş. Ama o kadar derin, o kadar güzel işlenir ki kendinden geçersin yüklendiği anlamlar karşısında. Âşığın içinde bulduğu ıstıraptır, sevgiliye duyduğu özlem ve hasrettir, daima aşığı yakar, gözde tutuşur, gönülde alevlenir. Âşık, ateşini söndürmek için gözünden su akıtır. Sevgilinin yanağı ve dudağıdır, nurdur etrafı aydınlatan. Bilemeyiz ne düşündü Şeyh Galip, ne hissetti de Fuzuli yazdı o güzelim mısraları. Bu kadar önemli olmasa bu kadar değerli olmasa alırlar mıydı denizin en derinliklerinde duran midye içindeki inci tanelerinin arasına o yakıcı al rengi. Ateş, divân edebiyatında âdeta tılsımlı bir sandık gibidir sadece anlayanların açabileceği. Türkülerimizdedir, bir annenin askerdeki oğluna hasretidir, gidip dönmeyen sevgiliye yakılan ağıttadır, düğünlerimizdeki oyun havasındadır. Sayamadığımız daha pek çok yerdedir ateş, tüm sıcaklığıyla yaşamımızdadır. Sevginin, gülmecenin ve barışın mayası Nasreddin Hoca’nın fıkrasıyla başladığımız yazımıza yine onun fıkrasıyla tamamlayalım; Bir gün Nasreddin Hoca ve arkadaşları iddiaya tutuşmuşlar; eğer Hoca, karanlık ve soğuk bir gecede sabaha kadar köy meydanında bekleyebilirse arkadaşları ona güzel bir ziyafet çekecekmiş. Şayet bunu yapamazsa Hoca, arkadaşlarına ziyafet çekecekmiş. Kararlaştırılan gün, Hoca, meydanın ortasında sabaha kadar tir tir titreyerek beklemiş. Sonra yanına gelenlere: -Tamam iddiayı kazandım, demiş. -Ne oldu, ne yaptın, demişler. -Hayır, sen uzaktaki bir mum ışığı ile ısındın. İddi- Hoca çaresiz kabul etmiş. Ziyafet vakti kocaman bir kazanın altına minicik bir mum koymuş. Güya yemek pişirecek. -Ne yapıyorsun? demişler. Kıs kıs gülerek cevap vermiş: -Bu mum ateşiyle size yemek pişireceğim arkadaşlar. Uzaktaki bir mum ateşiyle ben nasıl ısındıysam, bu kazandaki yemek de öyle pişecek! 59 • DOSYA: ATEŞ -Bekledim sabaha kadar, demiş. ayı kaybettin! Ziyafetimizi hazırla demişler. DEĞİRMEN METİN TANDOĞAN zamanı sırtından at bırak o taşısın seni iki durak sonrası ölüm kediye tırmalatma ille de kanatacaksan parmağını / bir kuşun kanadında kanat ters yatıp tersinden uyanmalı her güne bir kör düğüm at uyanmadan dedim ya / tersinden uyanmalı silaha melodram mesela drama çocuk oyunları yazdırmalı kirletilmiş olandan / kirlileri kederden kaderi arındırmalı aktığımız suyun kaynağına dönebilmeli döküldüğümüz yerden bazen küçük ateşler yakmalı büyük yangını söndürmek için içinden yürüyerek pazar yerlerinin evlere dağılmalı fileler elde elden geldiğince gizliden söndürmeli kibrin mumlarını korodan soloya doğru ıslıkla çalınan umutlar bestele • 60 HAZİRAN-TEMMUZ 2011 - SAYI 136-137• tüm renklerden âlâ değil mi gece karanlık kapkara denizde ıslak mavi kumsalda yanık eflatun ışığın dansına katıl ara sıra göreceksin bu durumda sen az kedi ve biraz da kapı önüne bahar bırakan çift sarmaşıksın birlikte çürüyeceksek toprakta kolumu çekiştirmeyi bırak otur bulutun kırdığı bir aydınlıkta kıyımda sımsıkı yaşamı solumaya bak su çarka vurur öldüresiye sen taşın döndüğüne sevinirsin zaman öğütür sapsarı un olur mısır kısır döngülere inat bir safra gibi taşımaktansa anlamsızlığını yazgımızın tek özgürlüğümüz kuruyan ne varsa yakmak 61 • UMUDUMUN SESİ HALİME GÜNDÜZ ayrılığın geldiği andı hırçın bir yılan boynuma saplardı dişlerini zehrini yutamaz, çekip alamazdım nefesini nefesimden ve kesilirdi içimdeki trenlerin sesi sen yalnızdın bir otogar bankında yağan karlar kirpiklerine düşer buz olurdu göz yaşların ben sana bakardım sen yelkovana zaman geçerdi gözlerimizin önünden ve yorulurdu rüzgâr şaçlarımda parmaklarını gezdirmekten kalkardı yerinden en uzağa giden yolcular bakardım etrafıma benzemezdi hiç bir yüz sana senin gözlerin hiç yanmazdı, kor olmazdı ve bilmezdi kimse içimdeki bitmeyen seslerin günlerin saatlerin dilini bir ayın ışığı bir de ellerimin sıcaklığı vururdu avuçlarıma ben kıyamazdım dokunamazdım insanların yaralarına bilmezdim inanmazdım ben de bir gün yaralanacağıma susardım konuşamazdım içime batan iğnelerden • 62 HAZİRAN-TEMMUZ 2011 - SAYI 136-137• ve bilmezdim bu acıların bitmeyen çilesini katamazdım en temiz hayallerime ihaneti sen düşünemezsin bendeki kırıkları körüklenmiş duyguları uçup giden umutlarımı artık geri getiremezsin ki tekrar silip bana geri veremezsin temiz bedenimi ve bir gün gözlerimin ışığı söner yıkılırssa o sağlam kulelerim beni anımsa o gün ve haykır bağır çağır ama asla ismimi alma ağzına sen bilirsin benim gözyaşlarımın tadını sakın sakın damlatma çiçeklere akan kanımı ve unutma mezarıma konan kuşları toprak soğuktur su ısıtır bedenleri sen dokunma toprağa su dök saçlarıma uzasın en köklü ağaçların dallarına yapraklarına ulaşıncaya ve sus otur başucumda umudumun sesiyle fısılda bu satırları kulağıma.... 63 • SEN DEĞİL MİSİN? A. MESUT BAYRAM Merzifon Anadolu Lisesi TDE Öğretmeni Kapalı bir kutu, zorlu bir muammayım ben; İçimin dehlizlerinde neler gizlidir bilirsin sen. Yüzüme bakıp ruhumun derinliklerini gören Gözlerinle bizdeki bu şifreyi çözen sen değil misin? Tertemiz bir sayfa olarak geliriz önüne; Sensiz kapılırız hoyrat rüzgârların yönüne. İlerde kutlu ve mutlu bir nesil olarak yanına Dönmek için yarınlarımızı yazan sen değil misin? Büyük hedeflere mümtaz rehberlerle varılır. Seninle çıkılan yolculukta insan nasıl yorulur? Biliriz asırlardır yolumuza ne tuzaklar kurulur; Birliğimize kastedenlerin oyunlarını bozan sen değil misin? • 64 HAZİRAN-TEMMUZ 2011 - SAYI 136-137• Kimimiz gonca, kimimiz kır çiçeği, kimimiz kardelen… Demek ki çiçek güzelliğinde daima malzemen. Biliyoruz bizi soldurmamak için bütün mücadelen. Bereket bulutları gibi yurdu gezen sen değil misin? “İlk Emir”le başladı aslında vazifen öğretmenim! Çin’de olsa almakla yükümlü kılındı ilim . “Beşikten mezara kadar ilim öğrenin.” diyor Peygamber’im; Bunun için en katı kalplere bile sızan sen değil misin? Elbette her mesleğin ayrı bir sorumluluğu var; Ama hangisi zordur minicik kalplere dokunmak kadar? Kalkınmışsa bir ülke söyleyin kimdir gerçek mimar? Etrafına baharı yaşatırken hazan sen değil misin? 65 • ŞİİRİN AŞKI ÜNVER PAZARLI Sana söz, artık hiç masal anlatmayacağım Ninniler de duymayacaksın ağzımdan daha Türküleri de semtine uğratmayacağım Ve geceler, seni sormayacaklar sabaha. Tılsımlı bir âlemin gizemli kutusuydun Zaman, damla damla, mısra mısra dağıldı Yolunu redifler bekledi; şeytana uydun Düştü gökten ilhamlar, kafiyeler yıkıldı. Eski yasaklı şarkın ağlatır dinleyeni Her garip manicinin vardır bir bekleyeni Gözlerim gözlerine kasideler düzerken Bir eski gazel gibi unutup attın beni. Göz yaşlarım kirpikten hece hece düşerken Rüzgârlarda bıraktım bir serbest manzumeyi Aruz olup gemide dalgaları beklerken O buluttan üslubun terk ettirdi gülmeyi. Artık neye yarar ki bir gamzeli gülüşün Hak edene vereyim bahçemdeki gülleri Bana ister hain de, ister ihanet düşün İrem bağı gibiydin, kuruttun gönülleri. • 66 ELMA ŞEKERİ BETÜL DİNÇER Fikret-İsmet Aktekin Anadolu Lisesi 11TM-A Ferizli - SAKARYA B ütün gün yiyeceğim elma şekerinin hayali ile yanıp tutuşmuştum. Çıkış zili çaldığında öyle çok heyecanlanmıştım ki şekeri elime alamadan ölmekten korkmuştum. Telaşla çantamı toplayıp sahile koştum. Annemin verdiği harçlıktan arttırarak alacağım elma şekerimi artık almak istiyordum. “Şekerciiiii...” İşte karşımdaydı tüm şekerlerin kralı! Onun tacını ve tahtını gözümde o kadar çok büyütüyordum ki şekerci kral beni her gördüğünde gülümsüyor, şekeri daha ucuza veriyordu. Yine paramın bir miktarını pantolonumun ön cebine sıkıştırdıktan sonra elma şekerini bana uzattı. Zıplıya zıplaya koşup bir banka oturduğumu hatırlıyorum. Bir ses bana o şekeri yemekten ne anladığımı sormuştu da kendime inanamamıştım. Bir çocuk bana şekerci kraldan aldığım lezzetli şekerleri “neden yiyorsun” diye sormuştu. Konuşma dün gibi aklımda: “Ne anlıyorsun o şeyden?” “Hı?” Betül Dinçer, Elma Şekeri, Bilim ve Aklın Aydınlığında Eğitim, S. 136-137, Haziran-Temmuz 2011, ss.67-68. “Neden yiyorsun diyorum o elindekini?” 67 • • BİLİM ve AKLIN AYDINLIĞINDA EĞİTİM “Çok güzel de ondan.” “Neresi güzel be! Buradan iğrenç görünüyor.” “Sen şeker sevmez misin?” “Bilmem, daha önce hiç yemedim.” Aman Allah’ım... Bir çocuğun hiç şeker yememiş olması ne kadar acıydı. Utanmıştım. Ona elimdeki şekeri uzatırken. “Al senin olsun” dedim yüzümdeki utancı saklamak için en tatlı gülümsememle. İşte biz o gün tanıştık Ömer Bey’le... O gün öğrendim makûs çocukluğunu. Annesinin onu terk ettiğini, babasının şarap şişeleri arasında çürüyüp gittiğini... Ve kimsenin onu sahiplenmediğini. Akrabalarının bile kapıdan kovduğunu. Çocuk esirgemeye gitmeye onu kimsenin ikna edemeyip sokaklarda mahvolduğunu. Uzun bir süre konuştuk ve ilk defa benim sayemde çocuk esirgemeye gitmeyi kabul etmişti. Ve sonra günler, aylar, yıllar geçti. Hayat şartları yüzünden birbirimizi kaybetmiştik. Bu sürede hastalığım ilerlemiş, kalbimdeki sorunlar artmıştı. Yıllardır aynı sorunla uğraşıyordum. Kalbimin sıkışmasına aldırmadan çalıştığım şu günlerde eşimin ısrarlarına dayanamayıp doktora gittim. Bembeyaz bulutların etrafımda oluştuğunu hissedi- • 68 yor ve eski bir dost ile karşılaşacakmış gibi heyecanlanıyordum. Damağıma elma şekeri tadı değiyor, kulaklarım martı sesleriyle doluyordu. Galiba yine kalp krizi geçiriyordum. En son beni düştüğüm yerden sedye ile kaldırdıklarını hatırlıyorum. Girdiğim ameliyat tam beş saat sürmüştü. Ertesi gün odama giren hemşireden bunu öğrendim. Ve yine aynı gün odama giren doktoruma durumumun iyi olmadığını, eşime haber verilip verilmediğini sordum. Verdiği cevap kırk beş yaşlarında olgun bir adamın gözlerini doldurmaya yetiyordu: “Sen o ameliyatın ücretini çocukken paylaştığın elma şekerinle ödedin Faruk’cuğum!” O an çocuklar gibi sevinip Ömer Bey’in boynuna atlamak istedim ama durumum el vermedi. Şimdi mi? Şimdi en iyi dostumla çocuk esirgemede elma şekeri dağıtıyoruz. Onlar da paylaşsın ve dost kazansın diye... ALTERNATİF ULUSLARARASI ÖĞRENCİ DEĞERLENDİRME GÖSTERGESİ (BİLİM OLİMPİYATLARI) ABDÜLKADİR YILMAZ Talim ve Terbiye Kurulu Üyesi Abdülkadir Yılmaz, Alternatif Uluslararası Öğrenci Değerlendirme Göstergesi (Bilim Olimpiyatları), Bilim ve Aklın Aydınlığında Eğitim, S. 136-137, Haziran-Temmuz 2011, ss.69-75. S on yıllarda ülkemizin Uluslararası Öğrenci Değerlendirme Çalışması’nda (kamuoyunda kısaca PISA olarak bilinen) elde edilen puanlara ve alınan alt sıralardaki derecelerinin aksine yine uluslararası alanda yüzümüzü hem güldüren hem de gençlerimizin ne derece yetenekli, bilimsel çalışma ve araştırmalara yatkın olduklarını gösteren bilim olimpiyatlarında Türkiye’nin gurur kaynağı olacak güzel haberler de almaktayız. Asya – Pasifik Matematik Olimpiyatları; Balkan Matematik Olimpiyatı, Genç Balkan Matematik Olimpiyatı (Balkan Ülkeleri arasında); ABD’deki Matematik Araştırmaları Enstitüsü, Amerika Matematik Enstitüsü, Berkeley Kaliforniya Üniversitesi ve San Fransisko Üniversitesi tarafından düzenlenen Bay Area Matematik Olimpiyatı; Colorado Matematik Olimpiyatı (ABD); İber – Amerika Matematik Olimpiyatı (İspanya, Portekiz ve Amerika) ile ABD – Kanada arasındaki Matematik Ligi gibi değişik ulusal, bölgesel ve uluslararası matematik yarışmalarıyla beraber başka alanlarda da bilimsel yarışmalar düzenlenmektedir.1 69 • • BİLİM ve AKLIN AYDINLIĞINDA EĞİTİM Bunların dışında uluslararası kapsamda 1993 yılından itibaren Uluslararası Felsefe Olimpiyatları, 1996 yılından itibaren Uluslararası Astronomi ve Coğrafya Olimpiyatları ile 2003 yılından itibaren de Uluslararası Dil Olimpiyatları düzenlenmektedir.2 Ülkemizde ulusal düzeyde gerçekleştirilen Matematik Olimpiyatı, İlköğretim Matematik Olimpiyatı, Ulusal Matematik Yarışması, Ulusal Matematik – Fen ve Teknoloji Yarışması, İstanbul Matematik - Türkçe Olimpiyatı, Cahit ARF Matematik Günleri, Akdeniz Üniversitesi Matematik Yarışması, Bilgi Üniversitesi Matematik Yarışması, Mersin Üniversitesi Matematik Yarışması, Çevre Proje Olimpiyatları, WEB Tasarımı Olimpiyatları, Sosyal Bilimler Olimpiyatları vb. tarzda ulusal ölçekte sayıları gittikçe artan ilköğretim ve lise seviyesinde farklı alanlarda düzenlenen bilim olimpiyatları da bulunmaktadır. Her yıl hem ulusal hem de uluslararası alanda düzenlenen bu yarışmalar öğrencilerimize bilimi sevdirmekte, üniversite eğitimleri sırasında bu alana yönlendirmede etkili olmaktadır. Uluslararası Bilim Olimpiyatları Matematik, Fizik, Kimya, Biyoloji ve Bilgisayar olmak üzere 5 farklı alanda gerçekleştirilen sınavlara hazırlanacak öğrencilerin tüm Türkiye genelinde birinci ve ikinci kademe sınavlarıyla seçilmesi ve bunların daha sonraki hazırlık süreçleri TÜBİTAK Bilim Adamı Yetiştirme Grubu tarafından yapılmaktadır.3 Uluslararası bilim olimpiyatlarına Matematik’ten 6, Fizik’ten 5, Kimya – Biyoloji ve Bilgisayar’dan 4 öğrenci katılmakta ve öğrencilerin aldıkları puanlara göre derecelendirmenin yapıldığı için de birden çok altın, gümüş, bronz ve mansiyon alabilen öğrenciler bulunmaktadır. Bu yarışmaları sırayla inceleyelim. 1. Birincisi 1959 yılında Romanya’da 7 ülkenin katılımıyla düzenlenen Uluslararası Matematik Olimpiyatlarından ilk 19 tanesine Türkiye katılmamış ancak 1978 yılında yine • 70 Romanya’da düzenlenen 20. Uluslararası Matematik Olimpiyatları’na (Romanya 1959, 1960, 1969, 1978 ve 1999 yıllarında toplam 5 defa olmak üzere bu yarışmaya en fazla ev sahipliği yapan ülke olmuştur) iştirak etse de tekrar 1985 yılına kadar ara vermiştir. 1980 yılında gerçekleştirilmeyen olimpiyatların 52.’si 2011 yılında Hollanda’da düzenlenecektir. Bu yarışmanın 34.’sü 1993 yılında Türkiye’nin ev sahipliğinde gerçekleşmiştir. Ülkemiz 2003, 2008, 2009 ve 2010 (2010 yılında 97 ülke katılmıştır) yıllarında takım halinde 8. olarak şimdiye kadar aldığımız en büyük dereceyi elde etmiştir. Çin Halk Cumhuriyeti hemen hemen her yıl takım halinde birinci olduğu organizasyonda ABD ve Rusya Federasyonu ise 2 ve 3. lüğü dönüşümlü şekilde paylaşmaktadırlar. Matematik olimpiyatlarında katılımcılara yöneltilen sorular aşağıda gösterilen lise müfredatlarındandır. • Sayılar Teorisi (Aritmetiğin Temel Teoremi, Doğrusal ve İkinci Derece Denklemler, Pell Denklemleri, n-Moduna Göre Kalanlar, Fermat ve Euler Teoremleri), • Cebir (Cebir’in Temel Teoremi, Eşitsizlikler, Polinomlarda Çarpanlara Ayırma, Simetrik Polinomlar, Vieta Teoremi), • Kombinasyon (Graf Teorisi), • Geometri (Ağırlık Merkezinin Özelliği, Euler Doğrusu, 9 Nokta Çemberi, Simson Doğrusu, Batlamyus Eşitsizliği, Ceva ve Menalaus Teoremleri) gibi konular vardır.4 Matematik’te öğrencilere iki günde toplam 7 soru sorulmaktadır. 2. Birincisi 1967 yılında Polonya’da 5 ülke ile başlayan Uluslararası Fizik Olimpiyatları’ndan ilk 15 tanesine ülkemiz katılmamış ancak 1985 yılında o zamanki Yugoslavya’da düzenlenen 16. Uluslararası Fizik Olimpiyatları’na iştirak et- HAZİRAN-TEMMUZ 2011 - SAYI 136-137• Tablo: Türkiye’nin Uluslararası Bilim Olimpiyatlarına Katıldığı Yıldan İtibaren Derece Alan Öğrencilerin Branşlarına ve Okullarına Göre Toplam Madalya Dağılımları Tablosu 1 Matematik Fizik Kimya Biyoloji Bilgisayar TOPLAM (1978-2010) (1985-2010) (1978-2010) (1993-2010) (1993-2010) Ankara Özel Samanyolu Fen L. 20 16 15 4 10 65 2 İzmir Özel Yamanlar Lisesi 24 10 7 3 6 50 3 İzmir Fen Lisesi 16 12 5 11 5 49 4 İzmir Özel Yamanlar Fen Lisesi 6 8 12 6 1 33 5 İstanbul Özel Fatih Fen Lisesi 2 5 2 18 3 30 6 Ankara Fen Lisesi 7 10 5 1 1 24 7 Ankara Özel Samanyolu Lisesi 8 1 3 4 1 17 8 Ankara Atatürk Anadolu Lisesi 2 1 6 3 12 9 İstanbul Atatürk Fen Lisesi 5 3 2 2 12 10 Manisa Özel Şehzade Mehmet L. 8 11 Bursa Anadolu Lisesi 2 12 İstanbul Özel Bahçeşehir Fen L. 6 13 İstanbul Özel Amerikan Robert L. 1 2 14 Ankara Özel TED Vakfı Lisesi 1 1 2 15 Eskişehir Anadolu Lisesi 2 2 16 İstanbul Özel Çağ Fatih Fen L. 17 İzmir Özel Malhun Hatun Fen L. 18 Ankara Özel Çağlayan Fen L. 19 İstanbul Galatasaray Lisesi 20 Van Özel Serhat Fen Lisesi 1 21 Ankara Özel Arı Fen Lisesi 2 22 Antalya Anadolu Lisesi 23 Bursa Özel Nilüfer Fen Lisesi 24 Erzurum Özel Aziziye Lisesi 25 Eskişehir Atatürk Lisesi 2 2 26 İstanbul H. Avni SÖZEN Anadolu L. 2 2 27 İstanbul Kadıköy Anadolu Lisesi 28 İstanbul Özel Beylikdüzü Fatih Fen Lisesi 29 İzmir Selma Yiğitalp Lisesi 2 2 30 Kayseri Fen Lisesi 2 2 31 Kayseri Özel Kılıçaslan Fen Lisesi 32 Ankara Gazi Anadolu Lisesi 33 Ankara Özel Ahmet ULUSOY Fen L. 34 Ankara Özel Saman. Cemal ŞAŞMAZ Fen Lisesi 35 Bursa Özel Nilüfer Lisesi 8 1 6 3 6 2 5 4 4 2 1 1 4 4 4 3 3 3 3 3 2 2 2 1 2 2 1 2 2 2 2 1 2 1 2 2 1 1 1 1 1 1 1 1 71 • • BİLİM ve AKLIN AYDINLIĞINDA EĞİTİM Denizli Özel Server Gazi Fen Lisesi 37 Edirne Anadolu Lisesi 38 Eskişehir Cumhuriyet Lisesi 39 Eskişehir Fatih Fen Lisesi 40 Gaziantep Fen Lisesi 41 Gaziantep Özel Mutafoğlu Fen L. 42 İstanbul Lisesi 43 İstanbul Özel Fatih Lisesi 44 İstanbul Özel Kasımoğlu Coşkun Fen Lisesi 45 İstanbul Özel Topkapı Fetih Fen L. 46 Malatya Fen Lisesi 47 Manisa Lisesi 48 Manisa Özel Şehzade Mehmet Fen Lisesi TOPL. 36 1 1 1 1 1 1 1 1 1 1 1 1 1 1 1 1 1 1 1 1 1 1 1 1 1 1 122 85 63 68 43 381 (Tablo TÜBİTAK’tan alınan branş ve yıl bazında hazırlanan bilgilerden oluşturulmuştur. Ankara Özel Samanyolu Erkek Fen Lisesi, Ankara Özel Samanyolu Fen Lisesi; İstanbul Özel Fatih Erkek Fen Lisesi, İstanbul Özel Fatih Fen Lisesi ve Van Özel Serhat Erkek Fen Lisesi, Van Özel Serhat Fen Lisesi olarak isimlerini değiştirip eğitim – öğretimlerine devam ettikleri için bu okulların aldıkları madalyalar hâlen eğitime devam eden okul ismi ile beraber toplam olarak verilmiştir.) miştir. Olimpiyatlara 1973, 1978 ve 1980 yıllarında olmak üzere 3 defa ara verilmiştir. 2010 yılında 82 ülke ve 400 den fazla öğrencinin katılımıyla düzenlenen olimpiyatların 42.si 2011 yılında Tayland’da gerçekleştirilecektir. Yine bu olimpiyatların 32.si 2001 yılında Türkiye’de tertip edilmiştir. Fizik Olimpiyatlarında öğrencilere lise müfredatından: Işık, Elektrostatik, Elektrik Akımı, Denge, Hareket, Yeryüzünde Hareket, Newton’un Hareket Kanunları, Enerji, Dönme Dinamiği, İmpuls ve Momentum, Manyetizma ve Elektromanyetik İndüksiyon konularından sorular yöneltilmektedir. Fizik sınavları Teorik ve Deneysel sınav olmak üzere iki bölüm ve iki gün olarak yapılmaktadır. Birinci gün öğrencilere fiziksel olayların modellemeleri ve değerlendirilmesinin istendiği 5 saatlik zamanda 3 teorik soru sorulurken, • 72 ikinci gün 5 saatlik sürede iki deney yapması istenmektedir.5 3. Türkiye Uluslararası Kimya Olimpiyatları’ndan ilk 9 tanesine katılmamış ancak 1978 yılında Polonya’da düzenlenen 10. yarışmaya iştirak etmiş fakat 1994 yılına kadar (26.) tekrar ara vermiştir. 1971 yılında düzenlenmeyen Olimpiyatlara 2011 yılında (43.) ülkemiz ev sahipliği yapacaktır. Yarışmalara katılan öğrencilere lise müfredatı paralelinde ilk gün teorik sınavda organik kimya, fizikokimya, analitik kimya, anorganik kimya alanlarından 5 saatte cevaplayacakları sorular yöneltilirken, ikinci gün yine 5 saatlik sürede deney yapmaları beklenmektedir.6 4. 1990 yılında Belçika, Bulgaristan, Çekoslovakya, Doğu Almanya, Polonya ve Sovyetler Birliği tarafından kurulan Uluslararası Biyoloji Olimpiyatları komitesinin düzenlediği olimpi- HAZİRAN-TEMMUZ 2011 - SAYI 136-137• yatların ilk 3 tanesine Türkiye katılmamış ancak 1993 yılında Hollanda’da düzenlenen 4. Uluslararası Biyoloji Olimpiyatları’na iştirak etmiştir. 2010 yılında yarışmaya katılan ülke sayısı 59 olmuştur. 2011 yılında 22.si Çin’de gerçekleştirilecek olan olimpiyatların 11.si 2000 yılında Türkiye’de düzenlenmiştir. Yarışmalarda öğrenciler biyokimya, moleküler biyoloji, genetik, histoloji, botanik, … gibi konulardan sorulara cevaplar vermektedirler.7 5. 1989 yılında Bulgaristan’da 20 ülkenin katılımıyla ilk defa gerçekleştirilen Uluslararası Bilgisayar (Enformatik) Olimpiyatlarına Türkiye ancak 1993 yılında Arjantin’de düzenlenen 5. yarışmaya iştirak etmiştir. 2011 yılında 23.sü Tayland’da gerçekleştirilecek olan organizasyonun 11.si 1999 yılında Türkiye’de düzenlenmiştir. Bilgisayar olimpiyatlarında öğrencilere Matematik, C/C++ programlama dili, veri yapıları, algoritma bilgisi, yapay zeka, bulanık mantık, oyun teorisi, … gibi konularda iki günde ve 6 saatte cevaplayacakları 4 soru yöneltilmektedir.8 Uluslararası Bilim Olimpiyatları’nda Türkiye’nin 1978 - 2010 yıllarında kazandığı branş bazında toplam madalyalar ve okullarına göre dağılımına baktığımızda gelecek için umut veren gelişmelerin olduğu görülecektir. Tablodan da anlaşılacağı üzere 1978 – 2010 yılları arasında, Millî Eğitim Bakanlığı Ortaöğretim Genel Müdürlüğüne bağlı olarak eğitim – öğretim yapan resmî okullarımızdan: 1. İzmir Fen Lisesi: 49 2. Ankara Fen Lisesi: 24 3-4. İstanbul Atatürk Fen Lisesi ve Ankara Atatürk Anadolu Lisesi: 12 5. Bursa Anadolu Lisesi: 6 olmak üzere toplam da 103 derece almışlardır. Yine Millî Eğitim Bakanlığı Özel Öğretim Kurumları Genel Müdürlüğüne bağlı olarak eğitim – öğretim faaliyetlerine devam eden özel okullarımızdan ise: 1. Ankara Özel Samanyolu Fen Lisesi: 65 2. İzmir Özel Yamanlar Lisesi: 50 3. İzmir Özel Yamanlar Fen Lisesi: 33 4. İstanbul Özel Fatih Fen Lisesi: 30 5. Ankara Özel Samanyolu Lisesi: 17 olmak üzere toplam 195 derece almışlardır. 1990’lı yılların başına kadar genel de bu tür yarışmalarda derece alan okullarımız resmî Fen liseleri ağırlıklı olmak üzere Anadolu liseleri ve diğer liselerimiz iken daha sonra özel okulların yaygınlaşmasıyla beraber derece alan okullarımızdaki ağırlıkta özel okullar tarafına doğru kaymıştır. Burada bir noktaya dikkat çekmek istiyorum. Lozan antlaşması ile eğitim hakları garanti altına alınan Ermeni, Rum ve Musevi “Azınlık Okulları”ndan bu yarışmalara katılan hiçbir öğrenci olmamıştır. Diğer taraftan “İkili Antlaşma” ile açılan: • Özel Alman (1 adet), • Özel Amerikan (Özel Amerikan Robert Lisesi hariç diğer 3 okul: Özel İzmir Amerikan, Özel Üsküdar Amerikan ve Özel Tarsus Amerikan liseleri Kasım 2010 tarihinde ikili antlaşma ile açılan okullar hüviyetinden vazgeçerek Türkiye’deki bir özel okul kapsamına dönüşmüşlerdir), • Özel Avusturya (1 adet), • Özel Fransız (6 adet), • Özel İtalyan (1 adet) 73 • • BİLİM ve AKLIN AYDINLIĞINDA EĞİTİM olmak üzere var olan 13 okuldan sadece Özel Amerikan Robert Lisesi tablodan da anlaşılacağı üzere toplam 5 derece kazanmıştır. SONUÇ Bilim Olimpiyatlarına katılan öğrencileri teşvik maksadıyla üniversite yerleştirmede daha önceden katıldıkları bilim olimpiyatlarındaki alanlarına göre bazı bölümlere ilave puanlar verilirken bazı bölümlere ise sınavsız yerleşmekte ayrıca üniversite öğrenimleri boyunca TÜBİTAK tarafından burs kazanmaktadırlar. Bu teşvikler öğrencilerin şahısları ile mütenasip olarak yapılan düzenlemeleri kapsamaktadır. Ancak bu sadece öğrencileri ve lise yıllarında aldıkları eğitimleri kapsamamalı bunun yanında bu okulların çalışmalarını daha ileri götürecek şekilde düzenlemeler yapılmalıdır. Artık bu tür yarışmalarda bazı resmî okullar (Ankara, İzmir ve İstanbul Fen liseleri ve Ankara Atatürk Anadolu lisesi gibi) ile özel okulların (Ankara Samanyolu, İzmir Yamanlar ve İstanbul Fatih okulları gibi) hemen hemen her yıl elde ettikleri derecelerle bunu sürekli ve düzenli bir hâle getirmeye çalıştıkları görülmektedir. Kendilerinden her yarışmada derece elde etmelerinin normal karşılandığı ve bunun ötesine geçerek belki de üniversite düzeyinde bilimsel araştırma yapacak imkânlarla birlikte daha ileri bir uygulamanın başlatılmasına vesile olabilecek bir yapılanmanın olması da gelinecek en önemli aşamalardan biridir. Buralardan mezun olan öğrencilerin üniversite tercihlerinde yarışmalarda katıldıkları alanların dışına yönelme, birikimlerini ve tecrübelerini farklı alanlarda kullanma (tamamen farklı alana geçip birikimlerini ortadan kaldırma durumları da olabilir) gibi emek, zaman, insan israfının da önüne geçilebilir. Örneğin, Matematik’te: Ankara Özel Samanyolu Fen Lisesi, İzmir Özel Yamanlar Lisesi ve İzmir Fen Lisesinin; • 74 Fizik’te: Ankara Özel Samanyolu Fen Lisesi, İzmir Özel Yamanlar Lisesi, İzmir Fen Lisesi ve Ankara Fen Lisesinin; Kimya’da: Ankara Özel Samanyolu Fen Lisesi ve İzmir Özel Yamanlar Fen Lisesinin; Biyoloji’de: İstanbul Özel Fatih Fen Lisesi ve İzmir Fen Lisesinin; Bilgisayar’da: Ankara Özel Samanyolu Fen Lisesinin aldıkları derecelere baktığımızda diğer okullara göre belirgin bir üstünlüğünün bulunduğu görülmektedir. Belki bu alanlarda uzmanlaşma da söz konusu olabilir. Diğer okullarımızın ise aralıklarla ve sürekli olmayan başarıları yeterli olmamakla beraber yine de sevindiricidir. Dolayısıyla bu tür yarışmalarda belki de laboratuar, malzeme, yeterli donanıma sahip öğretmen bulamama, vb konularda sıkıntı yaşayan okullarımıza hem maddi hem de gerekli öğretim elemanı şeklinde takviyelerin sağlanması ülkemiz adına bilim üretmek için çalışan idareci, öğretmen, öğrenci ve diğer personeliyle bu eğitim gönüllülerine verilebilecek en önemli destek olacaktır. Ayrıca üniversitelerin yüksek lisans veya doktora programlarında belki bu alanlarda programların başlatılması da yeni bir disipliner yaklaşıma neden olabilir. Günümüz teknolojisinde bilimin esas olarak üretilme kaynaklarının çoğunlukla üniversiteler olduğu şüphe kabul etmez bir gerçektir. Üniversitelerimizi bilime, araştırmaya, teknoloji üretmeye, insanlığa katkı sunmaya iten faktörlerden biri de öğretim/araştırma elemanı ve bunları yeni fikirlerle destekleyecek olan öğrencilerle birlikte gönüllerinde olan bilim aşkıdır. Özellikle temel bilimler başta olmak üzere bütün disiplinlerde daha önceden gönlüne bilim aşkı düşmüş bu gençlerimizi üniversitelerde bilim üretecek, HAZİRAN-TEMMUZ 2011 - SAYI 136-137• araştırma yapacak, gönlünü insanlığa hizmet etmeye adamış hâlde tutabilmek ve daha başka gençler kazandırmak için bilim olimpiyatları gençlerimizin gönlüne düşen ilk kıvılcımı oluşturacaktır. Bizler bu kıvılcımı söndürmek için üzerini küllerle örtmek veya bilim üretme heveslerini kırmak yerine onları maddi/manevi imkânlarla desteklemeliyiz. Her yıl dünyadaki ilk on ve ilk yüz’de değil ancak ilk beşyüz içinde yer bulan Türk üniversitelerinin de (300. sıralardan girmekte ve biz de bu sıralardan girdi diye sevindiğimiz üniversitelerimizin sayısı da nerdeyse bir elin parmakları seviyesindedir) bilim ürettikleri insanlığa katkı sağladıkları için yüzümüzü güldürdüklerini görebiliriz. Geçmişte sistematik olmasından ve sayılarının fazlalığından dolayı övündüğümüz ancak zamanla bunu bazen kaybedip bazen de nadiren yetiştirdiğimiz bilim insanlarımızla bilimde biz de varız diyeceğimiz günlerin uzak olmamasını istiyoruz. Muhterem babam, yuvamdan uzakta, çarşıya çıktığım zaman insanların bana hürmet için ayağa kalkmadıkları doğrudur. Fakat yakın gelecekte bir gün oğlun tahsilde Biruni ve Tusi gibi olunca bütün Semerkand ayağa kalkacak ve sen de iftihar edeceksin.” 1979 yılında Nobel Fizik Ödülü’nü kazanan ilk Müslüman bilim adamı olan merhum Prof. Dr. Abdüsselam’ın “İdealler ve Gerçekler” isimli kitabında belirttiği 1470’li yıllarda Uluğ Bey’in Semerkand’daki rasathanesinde çalışan genç astronom Seyfeddin SELMAN’ın babasına yazdığı acıklı mektup ile bitirmek istiyorum.9 ___________________________________________________ 1 http://olympiads.win.tue.nl/imo/index.html 2 http://olympiads.win.tue.nl 3 h t t p : / / w w w . t u b i t a k . g o v . t r / h o m e . do?ot=1&sid=456&pid=453 4 http://www.imo-official.org 5 http://olympiads.win.tue.nl/ipho 6 http://olympiads.win.tue.nl/icho, http://www.icho.sk 7 http://olympiads.win.tue.nl/ibo, http://www.ibo-info. org 8 http://www.ioinformatics.org 9 Prof. Dr. ABDÜSSELAM “İdealler ve Gerçekler” Yeni Asya Yayınları, İstanbul, 1987, s:109 “Sevgili babam, sizi bu yaşınızda terk ederek Semerkand’da kaldığım için bana sitem etmeyiniz. Semerkand’ın misk kavunlarında, üzümlerinde ve narlarında gözüm yok. Beni burada tutan şey, Zer – Efşam kıyılarındaki meyve ağaçlarının gölgesi de değil. Memleketim Kandahar’dan ve geniş yollarından uzak kaldım, hasretini çekiyorum. Fakat, yüce babam, bilgiye olan hırsımı affedin. Kandahar’da alimler, kadranlar ve usturlablar yok. Benim rasat heyecanlarım gülünç ve hakir görülüyor. Hemşehrilerim alimin kaleminden ziyade kılıcın parıltısına itibar ediyorlar. Kendi şehrimde üzgün, acıklı ve uyumsuz bir kişi oldum. Gençleri kısa zamanda ünlü ve zengin olmalarına yönlendiren meslekler, basın yayın kuruluşları, gibi farklı iletişim araçlarının söz konusu olduğu bir çevre ve toplumda bir çok Seyfeddin SELMAN mutlaka vardır. Belki de bilim uğruna yola koyulup daha sonra kaybolan ve nihayet ünlü ve zengin bir Seyfeddin SELMAN olarak karşımıza çıkanlar da olabilir. Böyle gençlerimizi bilimsel araştırma yapmaktan alıkoyan, onları farklı alanlara sevk eden uygulamalar ülkemiz ve insanlık adına bilimsel kayıplar olarak her zaman karşımızda duracaktır. Amacımız gençlerimizdeki bu bilimsel araştırma aşkını her zaman en önde tutacak öncelikte olmalıdır. Kaynak: 1. Prof. Dr. ABDUSSELAM “İdealler ve Gerçekler” Yeni Asya Yayınları, İstanbul, 1987 2. http://www.tubitak.gov.tr/home.do?ot=1&sid= 456&pid=453 3. http://olympiads.win.tue.nl 4. http://olympiads.win.tue.nl/imo/index.html 5. http://olympiads.win.tue.nl/ipho 6. http://olympiads.win.tue.nl/icho 7. http://olympiads.win.tue.nl/ibo 8. http://www.imo-official.org 9. http://www.ibo-info.org 10. http://www.ioinformatics.org 11. http://www.icho.sk 75 • GÜNDEM Sınırsız Mavi Projesi Millî Eğitim Bakanlığı, Deniztemiz Derneği ve Yapı ve Kredi Bankası iş birliği ile 5 yıl önce başlayan “Sınırsız Mavi” projesinin ikinci etabı, Millî Eğitim Bakanı Nimet Çubukçu tarafından İstanbul Şişli Mecidiye İlköğretim Okulunda düzenlenen törenle başladı. Bakan Çubukçu, törende yaptığı konuşmada, “Sınırsız Mavi” projesiyle 5 yılda 5 milyon çevre elçisi oluşturarak denizlerin geleceği adına çok önemli bir adım attıklarını ifade etti. Bugüne kadar 10 bin 352 okuldaki 5 milyon öğrenciye ulaşan “Sınırsız Mavi” eğitimlerinde, denizlerin özellikleri, denizde yaşayan canlılar, karalar ve denizler arasın- • 76 da etkileşim, deniz kirliliğine karşı alınacak önlemlerle bu konuda bireylerin üzerine düşen görevlerin anlatıldığını söyleyen Bakan Çubukçu, bu proje çerçevesinde 2011 yılının sonuna kadar 6,6 milyon öğrenciye ulaşılmasının hedeflendiğini kaydetti. Millî Eğitim Bakanı Nimet Çubukçu, şunları kaydetti: “Üç tarafı denizlerle çevrili ülkemizde denizlerimizi korumakta, kıyılarımızı temiz tutmakta çok başarılı olduğumuz da söylenemez. Toprak gibi, hava gibi, su gibi, denizlerimiz de kirleniyor. Kıyılar her zaman canlı ve hareketli olmaları nedeniyle, insanlar tarafından bozulmaya en açık ortamları oluşturuyor. Denizlerdeki kirlenmenin yo- ğun olarak deniz yüzeyinde olduğu düşünülecek olursa, aşırı kirlenmenin denizlerin soğuma kapasitesini zayıflattığını, hava ve güneşle temas etmeyen denizlerde eko-dengenin bozulduğunu söyleyebiliriz. Denizlerdeki kirlenmenin tek nedeni ise ne yazık ki insan ve onun etkinlikleri...” Yeni nesillere doğa sevgisini kazandırmak, çevre bilinci aşılamanın herkesin görevi olduğuna işaret eden Bakan Çubukçu, topraktan, denizden, tabiattan mahrum kalan çocukların onu sevmeyi de öğrenemediklerini belirtti. Bakan Çubukçu, son 3 yılda İstanbul İl Millî Eğitim Müdürlüğünün Şehir Hatları ve HAZİRAN-TEMMUZ 2011 - SAYI 136-137• Deniztemiz Derneği /TURMEPA iş birliği ile İstanbul’un dezavantajlı bölgelerinde yaşayan binlerce çocuğun Boğaz turuna çıkarıldığını anlattı. Bugün de denizi ve doğayı kucaklayacak çok daha büyük bir adımı atmanın mutluluğunu yaşadıklarını ifade eden Bakan Çubukçu, “Her sınıfa uygun öğrenci ve eğitmen kitapçığının da yer aldığı eğitim programı, sanal ortama taşınıyor. Deniztemiz Derneği /TURMEPA, Yapı Kredi ve akademisyenlerin katkılarıyla hazırlanan eğitim içerikleri artık hepimize bir ‘tık’ mesafe- sinde. ‘sinirsizmavi.com’ adlı web sitesi, öncelikle ilköğretim ve lise çağındaki öğrenci ve öğretmenlere, bunun yanında ülkemizin her vatandaşına hizmet verecek” dedi. Bakan Çubukçu, denizler ne kadar sınırsız görünürse görünsün, kirletmek için küçük bir alan olduklarını belirterek, “Çevreye ilişkin duyarlılık ve farkındalığı geliştirmek çevre sevgisiyle mümkündür diyerek, bir duyarlılığı geliştirmek için öncelikle sevmeyi ve doğaya saygılı davranmayı öğrenmeliyiz” diye konuştu. Konuşmaların ardından Millî Eğitim Bakanı Nimet Çubukçu, “www.sinirsizmavi.com” adlı web sitesinin açılışını yaptı. Daha sonra Deniztemiz Derneği / TURMEPA Yönetim Kurulu Başkanı Tezcan Yaramancı tarafından, Bakan Çubukçu’ya plaket takdim edildi. Törende ayrıca Mecidiye İlköğretim Okulu öğrencileri arasında temiz deniz mücadelesini anlatan şiir, kompozisyon ve resim dallarında düzenlenen minik yarışmada kazanan öğrencilere ödülleri verildi. Bakan Çubukçu, daha sonra çocuklarla fotoğraf çektirdi. VII. Uluslararası Bilişim Olimpiyatı Ödül Töreni Millî Eğitim Bakanı Nimet Çubukçu, bilinçli, güvenilir ve yönetilebilir bilgisayar teknolojileri ve İnternet kullanımı konusunda, okul yerel ağıyla İnternet alt yapısının kurulması, e-içeriklerin sunulacağı veri merkezinin oluşturulmasını içeren bir dizi çalışma başlattıklarını belirtti. Millî Eğitim Bakanı Nimet Çubukçu, MEB Şura Salonunda düzenlenen ‘7. Uluslararası Bilişim Olimpiyatı Ödül Töreni’nde yaptığı konuşmada, önceki yıllarda sadece bir paydaş olarak katıldıkları Bilişim Olimpiyatlarını, Bakanlık olarak üstlenmiş olmaktan duyduğu memnuniyeti dile getirdi. Bilişim teknolo- jilerinin baş döndürücü bir hızla geliştiğine dikkati çeken Bakan Çubukçu, bilişim araçlarıyla ortaya çıkan yeniliklerin bilimden politikaya, ulaşımdan ticarete, eğitimden sağlığa kadar hayatın her alanını kapsayacak kadar etkili hâle geldiğini söyledi. Bilgisayarlarla donatılan ve 77 • • BİLİM ve AKLIN AYDINLIĞINDA EĞİTİM İnternet erişimi sağlanan okullarla bilgi toplumu olma hedefine doğru hızlı adımlarla yürüdüklerini dile getiren Bakan Çubukçu, “Bilişim kültürünün oluşturulması, güvenli İnternet kullanımının yaygınlaştırılması yolunda yaklaşık 10 yılda çok büyük mesafeler kat ettik. Bunu yaparken okullar ve bölgeler arası eşitsizliklerin ortadan kaldırılmasına yönelik çalışmalar en temel önceliğimiz oldu. Bilişim teknolojilerini eğitim sürecinin temel araçlarından biri hâline getirdik. Bu, gerçekten de ülkemizde bir devrimdir. Daha on yıl öncesine kadar bilgisayarla tanışmamış olan çocuklar, bugün artık dizüstü bilgisayar istiyorlar. Bu teknolojiden eğitim süreçlerinde başarılı bir şekilde yararlanıyorlar” diye konuştu. Öğrencilerin ve öğretmenlerin teknolojileri etkin bir şekilde kullanmaları için birçok proje yürüttüklerini kaydeden Bakan Çubukçu, yaptıkları çalışmalarla 2003 yılında Türkiye genelinde 3 bin 188 olan bilişim teknolojisi sınıfı sayısını 29 bin 428’e çıkardıklarını dile getirdi. Bilişim teknolojisi sınıfı kurulamayan 17 bin 261 okulda da 15 öğrenciye bir bilgisayar, her okula bir projeksiyon cihazı, bir yazıcı ve bir tarayıcı sağlandığını belirten Bakan Çubukçu, “Orta öğretim öğrencilerinin tamamı, • 78 ilköğretim öğrencilerinin ise yüzde 96’sı güvenli ve sınırsız İnternet erişimine kavuşturulmuştur” dedi. Türkiye’nin her yerindeki, her öğrencinin sosyo-ekonomik durumu ve şartları ne olursa olsun bilişim teknolojisi olanaklarından faydalanmasını amaçlayan Fatih Projesi hakkında da bilgi veren Bakan Çubukçu; ekonomik, bölgesel, coğrafi ve kültürel farklılıklara bakılmaksızın her öğrenciye eğitimde aynı fırsatların sunulacağını vurguladı. Tüm okulların bilgisayar teknolojileri laboratuarlarındaki bilgisayar, İnternet bağlantısı ve teknolojik donanımın bütün dersliklere ulaştırılacağını belirten Bakan Çubukçu, sözlerini şöyle sürdürdü: “Bu teknolojiyi kullanacak olan öğretmenlerimizin eğitimi projenin en önemli ayaklarından birini oluşturuyor. Çünkü ne kadar ileri teknolojilere sahip olsak da bu teknolojiyi etkili bir şekilde kullanabilen öğretmenlerimiz olmadan başarıyı yakalamak mümkün değil. Dolayısıyla hem öğretmenlerimizin hem de öğrencilerimizin gelişimine çok büyük katkılar sağlayacak bir sürece hazırlık yapıyoruz. Bundan sonra öğrencilerimiz bilgiye daha hızlı ulaşabilecekler. Sınıflarında en ileri teknolojiyi öğretmenleri- nin rehberliğinde kullanabilecek, zengin ders içerikleriyle eğlenerek öğrenecekler. Böylelikle gençlerimiz öğrenmeyi öğrenmiş olacak ve bilgiyi hayatın içinde kullanan bireyler olarak çağdaşlaşma yolunda emin adımlarla ilerleyecekler.” Fatih Projesi’nin bileşenlerinden birinin de bilinçli ve güvenli bilgisayar teknolojisi kullanımının sağlanması olduğuna işaret eden Bakan Çubukçu, “Teknolojinin ve İnternetin güvenli kullanımının en az bilginin kendisi kadar önem kazandığı günümüzde bilinçli, güvenilir ve yönetilebilir bilgisayar teknolojileri ve İnternet kullanımı konusunda, okul yerel ağının, intranet, İnternet alt yapısının kurulması, e-içeriklerin sunulacağı veri merkezinin oluşturulmasını içeren bir dizi çalışma başlattık” dedi. Uluslararası Bilişim Olimpiyatlarıyla bilişim teknolojileri ve bilişim kültürünün yaygınlaştırılmasını hedeflediklerini anlatan Bakan Çubukçu, “Amacımız geleceği hayalleriyle inşa edecek ve bu hayalleri projelendirerek hayata geçirecek istekli ve üretici ilköğretim ve ortaöğretim öğrencilerini teşvik etmektir” diye konuştu. Olimpiyatlarda kapsamındaki yarışmalarla HAZİRAN-TEMMUZ 2011 - SAYI 136-137• yaratıcı düşüncenin ürünü, insanlığın hizmetinde kullanılabilecek birçok projenin değerlendirilmesine ev sahipliği yapmaktan onur duyduklarını ifade eden Bakan Çubukçu, emeği geçenlere teşekkür etti. Bakan Çubukçu, konuşmasının ardından olimpiyata sponsorluk yapan firma temsilcile- rine plaket verdi. Teknoloji ve Tasarım Merkezi (TTM) ile Eğitim Teknolojileri Genel Müdürlüğünce düzenlenen ve pek çok kurumun desteğiyle yürütülen olimpiyatlara Endonezya’dan Afganistan’a Tanzanya’dan Avustralya’ya kadar 42 farklı ülkeden 8 binden fazla öğrenci katıldı. İlköğretim ve ortaöğretim olmak üzere iki farklı kategoride, 9 farklı dalda toplam 289 proje finale kaldı. Törende, jüri tarafından ödüle layık görülen proje sahibi öğrenci ve danışman öğretmenlere ödülleri verildi. ‘Eşitlik İş Demektir’ Etkinliği Türkiye İş ve Meslek Sahibi Kadınlar Federasyonu tarafından İstanbul Bilgi Üniversitesi’nin ev sahipliğinde “Eşitlik İş Demektir” etkinliği, gerçekleştirildi. Kadınların iş yaşamında güçlendirilmesi, yetenek, deneyim ve enerjilerinin planlı politikalarla yönlendirilmesi amacını taşıyan etkinlikte konuşan Millî Eğitim Bakanı Çubukçu, toplumsal cinsiyet eşitliğinin demokrasinin vazgeçilmez unsurlarından olduğunu, demokratik bir toplumun kadının hayatın her alanına katılımıyla mümkün olabileceğini vurguladı. Günümüzün gelişen siyasi, sosyal, kültürel ortamlarına bağlı olarak toplumsal rollerin de yeniden tanımlanmasına ihtiyaç bulunduğunun altını çizen Bakan Çubukçu, bu kapsamda aile ortamlarında çok küçük yaşlardan itibaren kız çocuklarına erkek çocuklarıyla aynı fırsatların yaratılması için çalışılması gerektiğini ifade etti. “Eğer biz kız çocuklarına güvenir ve bunu doğrudan gösterirsek kızların da erkeklerle aynı başarıyı sağlamaları için hiçbir engel yoktur” diyen Bakan Çubukçu, kendisinin de kişisel olarak hayattaki tüm başarısını yetiştiği aile ortamına bağladığını, kız çocuklarını çok seven ve onların her şeyi yapabileceklerine inanan bir baba tarafından büyütüldüğünü anlattı. Bakan Çubukçu, Türkiye’de kadın-erkek eşitliğine ilişkin çalışmaların cumhuriyetin ilk yıllarında ülkeyi el birliğiyle hep birlikte kurmalarına dayandığını, bu dönemde seçme ve seçilme hakkı dahil kadınlara pek çok hakkın verildiğini vurgulayarak, hükümetin de “Güçlü insan, güçlü aile, güçlü toplum” anlayışıyla bu alanda çok mesafe kat ettiğini kaydetti. Yasalarda- 79 • • BİLİM ve AKLIN AYDINLIĞINDA EĞİTİM ki ayrımcı hükümlerin çıkarılması konusunda çalışmalar yapıldığını, iş hayatında kadınların korunması dahil çok önemli yasal değişikliklerin gerçekleştirildiğine dikkati çeken Bakan Çubukçu, ilk defa bir Başbakan’ın kadına yönelik pozitif ayrımcılık için genelge yayımladığını anımsattı. Bakan Çubukçu, “Toplumsal cinsiyet eşitliği politikalarının uygulanması ve kalıcı olabilmesi için bir zihniyet değişime ihtiyaç var. Bunu bireysel gayretlerden ziyade kurumsal kültürün de oluşturması gerekiyor” dedi. Kız çocukların okullaşma oranının ve burs imkânının artırılması, eğitim materyallerinde ayrımcılık yaratan unsurların ve belirlenmiş rol modelini ortaya koyan unsurların kaldırılmasına yönelik çalışmalara işaret eden Bakan Çubukçu, “Eşitlik meselesinin bir insan hakkı meselesi olduğundan hareketle hak temelli eğitim içerikleri hazırlanıyor” • 80 diye konuştu. Bakan Çubukçu, 2003 yılında başlatılan “Haydi Kızlar Okula” kampanyasının amacının da toplumsal cinsiyet eşitliğinin sağlanması olduğunu, kampanyanın ardından kız ve erkek çocukları arasındaki farkın yüzde 0,43’e düştüğünü, bu anlamda cinsiyet eşitliğinin yüzde 100’e yakın oranda gerçekleşmiş olduğunu kaydetti. Kadın girişimciliğinin de bu mücadelede çok önemi bulunduğunu anlatan Bakan Çubukçu, kadın girişimciliğini özendiren projelerin de eğitim sistemine kazandırılmaya çalışıldığını söyledi. “Kadının sosyal hayatta yer alabilmesi ancak iş gücünde yer almalarıyla gerçekleşebilir. Bu konuda kız çocuklarına yönelik pozitif ayrımcılık önemli” diyen Bakan Çubukçu, mevcut rakamlara göre yüksek öğrenim gören kadınların istihdama katılımının AB ortalamasının daha üzerinde olduğunun görüldüğünü, orta öğretime geçen kızların da önemli bir oranının yüksek öğrenime geçiş yaptığını, bu nedenle orta öğretime kız çocuklarını teşvik için şartlı nakil transferi sistemini uyguladıklarını bildirdi. Kadınların sadece iş hayatına katılmakla kalmayıp yönetici konumlarda da bulunmaları gerektiğini vurgulayan Bakan Çubukçu, “Kendi bakanlığımda kadın yönetici oranını da yüzde 50 oranında artırdık ve daha da artırmayı düşünüyoruz. İş dünyasında kadınların varlığı, toplumsal gelişimi destekleyecek en önemli unsurlardan biri. Bu açıdan kamu ve özel sektörün birlikte bu alanda atacağı adımlar çok önemli. Toplumsal cinsiyet eşitliğindeki ilerlemeler küresel kalkınma ve rekabette ülke olarak varlığımızı da destekleyecek bir unsurdur.” diye konuştu. HAZİRAN-TEMMUZ 2011 - SAYI 136-137• 81 • • BİLİM ve AKLIN AYDINLIĞINDA EĞİTİM • 82