Eylül 2010 - Sayı: 154 - TMMOB İnşaat Mühendisleri Odası
Transkript
Eylül 2010 - Sayı: 154 - TMMOB İnşaat Mühendisleri Odası
TMMOB İNŞAAT MÜHENDİSLERİ ODASI İZMİR ŞUBESİ haber bülteni Yıl: 25 • Sayı: 154 • Basım Tarihi: 25 Ağustos 2010 İki ayda bir yayınlanmaktadır. BAŞYAZI Başyazı 2 YAYIN KURULUNDAN Merhaba 4 ŞUBE'DEN Temmuz Ağustos 2010 Etkinliklerimiz Binlerce Mühendis ve Mimar Yalova'da Şubemizin 17 Ağutos Yıldönümü Etkinlikleri 17 Ağustos 2010'da yapılan Anket Sonuçları Ülkemizin Deprem Gerçeği İMO'dan TMMOB İKK'dan Konutunuzun Yapı Kullanma İzni Var mı? Deprem Hasarlarının Azaltılması 6 8 9 10 11 12 15 18 19 17 Ağustos 1999'dan 17 Ağustos 2010'a veya Kocaeli Depremi'nden Bugüne 20 Deprem ve Yapı Denetimi Deprem, Yangın ve Yapı Güvenliği'ne Farklı Bir Yaklaşım Depreme Karşı Yeni Teknolojiler Olası Bir Depremde Yüzde 30 Daha Az Can ve Mal Kaybı İçin Deprem-Yapılar-Can Güvenliği Deprem Sigortasından Yararlanmak 21 22 23 24 25 26 İNCELEMELER Kolon-Kiriş Birleşimlerinin ve Birleşim Bölgelerinin Güçlendirilmesine Yönelik Çalışmalar 28 BETON Beton Bariyerler 32 İŞ SAĞLIĞI ve GÜVENLİĞİ İş Sağlığı ve Güvenliğinde Bakış Açısının Değişmesi Gerekiyor 34 VERGİ Damga Vergisi Uygulaması 35 HUKUK Değiştirilen Sadece Anayasa mı? 37 ÜYELERİMİZDEN Paydos Dememek İçin… 41 Binalarda Enerji Performansı Yönetmeliğinin İnşaat Mühendisliğine Getirdikleri 42 genç -İMO Temmuz-Ağustos 2010 genç -İMO etkinliklerimiz Hepimizi Harekete Geçiren Aynı Soruydu 45 46 KÜLTÜR VE SANAT Kitaplar Arasında Tarihte Bugün: 6-7 Eylül Olayları Mizah Köşesi 48 49 50 OYUN Bulmaca 52 Başyazı Tahsin VERGİN İMO İzmir Şube Başkanı Değerli Meslektaşlarım, 17 Ağustos1999 yılında yaşadığımız 7.4 büyüklüğündeki Gölcük merkezli Kocaeli Depremi’nin üzerinden geçen 11 yıla baktığımızda, depremin bıraktığı izlerin hala tazeliğini koruduğunu ve silinmediğini görmekteyiz. Depremlerin ülkemizde yarattığı felakete varan sonuçlarını değerlendirdiğimizde, yakın bir gelecekte, özellikle Marmara Bölgesinde, yaşama ihtimalimizin yüksek olduğu yeni bir depreme karşı hiçte hazırlıklı olmadığımız ortaya çıkmaktadır. İnşaat Mühendisleri Odası olarak, ülkemizde yaşanabilecek yeni depremlerin yıkıcı etkilerini en aza indirebilmek için kamuoyunun duyarlılığını artırmak amacıyla yaptığımız aydınlatma ve bilgilendirme etkinliklerini, özellikle son 3 yıldır Gölcük ve Yalova’da gerçekleştirdiğimiz “Depreme Duyarlılık Yürüyüşü” ile geniş kitlelere iletmeye çalışmaktayız. Ülkemiz inşaat mühendisleri olarak, 1939 Erzincan Depreminden başlayan “Depremi ve Deprem Felaketlerini Tanıma” sürecinde bu coğrafyada olan ve olabilecek depremlerin büyüklüklerini ve yaratabileceği hasarları iyi bilmekteyiz. Yine tekniği ve bilimi eylem klavuzu yapmış teknik kadrolar olarak depremin toplumsal ve ekonomik hayatı yıkan etkisini “tanrının önlenemez” bir felaketi olarak görmediğimiz gibi kaderci ve tevekkülcü bir yaklaşımımız da yoktur. Eğitimimizin ve bilgi birikimimizin gücüne karşı, orta büyüklükteki bir depremde bile binalarımız ağır hasar görmekte veya çökmektedir. Hatta sadece yapım sırasında, kendi ağırlığını taşıyamayıp çöken binalarımız vardır. Ne yazık ki istenilmeyen bu gerçeğin altında, yapı sektörümüzün niteliği, düzeyi ve sektöre bakış açısı yatmaktadır. Yapı Sektörü dediğimiz tanımın içinde ise; biz mühendisler ve mimarlar da dahil olmak üzere, devletin bu konudaki yetkili kurumları, örgütlenme anlayışı ve yaptırımları, yapı denetim sistemi ve sistemde yer alan firmalar, yerel yönetimler ve son olarak ta üretilen bu yapıları kullanan tüketiciler olarak deprem felaketinden bire bir etkilenen yurttaşlarımız yer almaktadır. Bütün bu felaketlere rağmen, yapı sektörü, bu sektörde yer alan tüm aktörlerce, büyük rant getiren bir alan olarak görülmektedir. İşte bu nedenle, yapı sektörünün örgütsüzlüğünün giderilmesi için gerekli olan yasal düzenlemeler siyasi iktidarlarca bilinçli olarak çıkartılmamaktadır. »» Yapı sektörünün en önemli ayağı olan müteahhitlik sistemi hiçbir kurala bağlı değildir. Bugün ticari yasalar gereği, buğday satan bir tüccarın da yaptığı iş müteahhitliktir, yapıyı yapanın da. Dünyanın 2 Eylül 2010 - 154 hiçbir ülkesinde böylesine iç içe geçmiş bir meslek tanımı yoktur. »» İşin gerçek yanı yapımcı firmalar ne kadar büyük olurlarsa olsunlar, şirket politikalarının gereği rant elde etmek öncelikli olduğu için dayanıklı ve güvenlikli yapı yapmak onlar için daha tali olmaktadır. »» 1950 sonrası, özellikle sermayeye ucuz işgücü sağlamak amaçlı şehirlere olan hızlı göç, şehir arazilerinin hızla değer kazanmasını getirmiştir. Bunun sonucu, özellikle 1960 sonrası gecekondulaşmanın ve kaçak yapılaşmanın hızla artması olmuştur. Yerel yönetimlerin yapı sektöründe tanzim edici görevleri de bu süreçte popülist politikalarla rant ekonomisinin bir parçası haline dönüştürmüştür. »» Bu süreçte şehre gelen herkes istediği yerde konut yapabilir olmuştur. »» Yerel yönetimlerce kaçak olduğu bilinmesine rağmen, ruhsatsız yapılan tüm inşaatlara belediye hizmetleri götürülmüştür. Elektrik-su bağlanmış, altyapı yol ve kanal bağlantıları yapılmıştır. Bununla da kalınmamış, süreç içersinde sağlık dahil her türlü yaşamsal ve sosyal ihtiyaçları giderecek birçok yatırım gerçekleştirilmiştir. »» Devletin vatandaşlarına insanca yaşam hakkı tanıması ve vermesi temel görevi iken, bu yapılmayıp, hızlı göçün bazı kesimlerde yarattığı ranta esir olunarak, çarpık kentleşmede sağlıksız ve güvensiz yapılarda yaşayanlar çaresizlikle felaketi bekleyen kaderci insanlar durumuna düşürülmüşlerdir. »» Sonuçta, depreme ve doğal afetlere karşı hiçbir güvencesi olmayan yapılarda yaşamak insanlar ve toplum için, kaçınılmaz olarak doğal karşılanan bir hale dönüştürülmüştür. Yani kötü yerleşim ve yapılaşma toplumca kabul edilmiştir. Toplumumuzun önemli bir kesimi için sanki olağanmış gibi kabul edilen kaçak ve çarpık yapılaşma anlayışın kırılması, genelde bir devlet politikası olması gerekirken, ne devletin kurumlarında ne de yerel yönetimlerde bu konuda ciddi bir yaklaşım ve atılım gözükmektedir. Bu durumda sorunu ana hatlarıyla ele alıp değerlendirmek ve çözüm önerileri geliştirmek biz mühendis ve mimarlara düşmektedir. İnşaat mühendisleri olarak bize düşen görev: depremi ve olası sonuçlarını kavramak, yapılması gerekenleri şartname ve standartlar çerçevesinde uygulamaktır. Veya bir başka deyişle sağlıklı ve güvenli yapı yapmak için; tasarım-proje ve denetleme işlerini, yani mühendislik hizmetlerini yürürlükteki şartname ve yönetmeliklerden taviz vermeden yerine getirmektir. Başyazı Bir diğer çalışma alanı da toplumumuzu deprem ve güvenli yapı konusunda bilgilendirmek ve bilinçlendirmektir. Bilinçli bir tüketici olmak bu sorunun çözümüdür. Son üç yıldır yaptığımız “Depreme Duyarlılık Yürüyüşü”nün önemi de bu amaçta yatmaktadır. Yapılan bu eylemin yöre halkı tarafından ilgi ile izlenmesi ve değerlendirilmesi de bizler için, gelecekte bu konuda yapacağımız çalışmalar, uygulayacağımız programlar açısından önem taşımaktadır. Unutmayalım ki, ülkelerin deprem ve diğer doğal afetler karşısındaki örgütlülükleri uygarlık düzeylerinin de bir göstergesidir. Değerli Meslektaşlarım, 17 Ağustos 1999 Kocaeli Depremi’nin 11. yılında, İzmir’de olabilecek bir deprem ve sonuçlarına karşı halkımızı uyarmak ve deprem duyarlılığını artırmak amacıyla bir dizi etkinliği Şube olarak gerçekleştirdik. Özellikle ilçe temsilciliklerimiz de dahil olmak üzere 116 bölgede afiş ve pankartlarla yaygın bir görsel duyuru sağladık. Yine İzmir içinde muhtarlıklarda asılmak üzere, 380 adet muhtarlığa inşaat mühendisliğinin ve kaçak yapı yapılmamasının önemini vurgulayan afişlerimizi astık. Konak ve Bornova Metro istasyonları ile Karşıyaka Çarşı girişinde kurduğumuz standlarda yaklaşık 10 000 adet el broşürü dağıttık ve ilk kez vatandaşlarımızın deprem duyarlılığını değerlendirmek amacıyla anket çalışması yaptık. Bu anketin sonuçları ve değerlendirilmesi bültenimizin ileriki sayfalarında yer almaktadır. Görsel ve yazılı basında, deprem ve alınacak önlemlere yönelik yazılarımızla halkımızın duyarlılığını artırmaya çalıştık. Özellikle afiş-pankart ve bilgilendirme broşürlerinin dağıtımını önümüzdeki süreçte daha kısa periyotlarla yaparak, sürekli hale getirmeyi hedeflemekteyiz. Değerli Meslektaşlarım, 12 Eylül 2010 Pazar günü “Anayasa Değişikliği Paketi” halk oylamasına sunulacaktır. TMMOB ve Meslek Odaları olarak bu konudaki net görüşlerimizi çeşitli yazılarımızla sizlere ilettik, iletmeye de devam edeceğiz. Ancak, görsel ve yazılı basında tam bir kaos yaratılarak, insanlarımızın doğru bilgilendirilmesi engellenmektedir. Siyasi gericiliğin ve etnik ayrımcılığın, Cumhuriyetin temel ilkelerini yıkmak amacıyla sürdürdüğü 87 yıllık mücadelesi, halk oylaması sonucu anayasada yapılacak değişikliklerle yeni bir aşamaya taşınacaktır. Bu açıdan değişiklikleri, tek tek maddelerin incelenmesinden öte bir bütün olarak ele almalıyız. Yani önümüze konulan resmin parçalarını değil, bütününü görmeli ve resmi öyle değerlendirmeliyiz. İMO İzmir Şubesi Bülteni - www.imoizmir.org.tr Anayasa değişiklik paketine bir bütün olarak baktığımızda ise, siyasal gericiliğin ana hedefinin; yargı, yasama ve yürütme arasında anayasada belirlenmiş güçler ayrılığını ortadan kaldırmak olduğunu görmekteyiz. Ülke kaynaklarının yabancı tekellere yok pahasına satılmasında, yasadışı özelleştirmelerde, yargı kararlarının önlerindeki en önemli engel olması, yargının etkisiz veya iktidara bağımlı hale getirilmesi ile aşılabilecektir. ABD emperyalistlerinin kucağında 12 Eylül askeri darbesi ile büyüyen ve güçlenen siyasal gericilik, bugüne kadar elde ettiği mevzileri genişletmek ve kalıcı hale getirmek için, sınır tanımaz bir saldırganlık içindedir. Şimdiye kadar, parlamentoda, yüksek seçim barajları nedeniyle haksız olarak, elde ettikleri çoğunluğun kararlarıyla yaptıkları kanun ve anayasal değişiklikler bile onlara yeterli gelmemektedir. Halkoylaması sonucunda hedefledikleri değişikliklerin kabul edilmesi, gericiliğin ve etnik ayrımcılığın siyasal başarısı olarak değerlendirilecektir. Bu sonuç; bir yanıyla; Ortadoğu’yu yeniden şekillendirmek isteyen batı emperyalizminin, kısa bir zaman önce ortaya çıkardığı, ancak yanlış oldu diyerek geri çektiği çok devletli Ortadoğu haritalarının gerçekleşmesini hızlandıracaktır. Diğer yanıyla ise, çok daha büyük bir tehlikeli oluşumu yaratacaktır. Yani dış güçlerin etkisi olmadığı sürece bu coğrafyada kardeşçe yaşayan halkların birbirini düşman görmesine, her halkın karşısındakini ırkçılığa varan şiddet, kin ve nefretle yok etmeye çalışmasına neden olacaktır. Yine resmin bütününe bakıp değerlendirme yaparsak, yargıyı ele geçirmeye yönelik düzenlemelerin dışında pakette yer alan diğer değişikliklerin çoğunun şimdiye kadar yapılan kısmi değişikliklerle zaten uygulamada var olduğunu veya yasalarla güvence altına alınabilecek, alınması gereken temel hak ve özgürlüklerimize dair olduğunu görmekteyiz. Kanunlarla güvence altına alınabilecek bu temel haklarımızı tek başına iktidar olduğu sürede hiçbir şekilde gündeme taşımayan, tersine her demokratik eylemde çalışanları orantısız güç kullanarak zorla dağıtan bu siyasal yapılanmanın esas amacının hak ve özgürlükler veya 12 Eylül’den geri kalanlarla hesaplaşmak olmadığı açıktır. Gelecek için bizlere verebileceği hiçbir güvencesi de yoktur. Hukuk devleti üzerinde ciddi bir tahribata yol açacak yargı bağımsızlığını daha da olumsuz noktalara götürecek olan bu anayasa değişikliklerine “HAYIR” demek, vatandaş olarak, kısa gelecekte demokratik bir anayasayı hayata geçirmek için yeni bir süreci de bize sağlayacaktır. 12 Eylül Askeri Darbe Anayasasına “HAYIR” dediğimiz gibi, AKP’nin 12 Eylül Sivil Darbe Anayasasına da “HAYIR” demek bir yurtaşlık görevimizdir… Mayıs 2010 - 152 3 Yayın Kurulundan Merhaba, Dünyanın son yüzyılın en sıcak günlerini yaşadığı şu günlerde ülkemizin gündemi de en sıcak günlerini yaşamaktadır. Gerek iklimsel gerekse gündemsel sıcak günler içerisinde Bültenin bu sayısı ülkemizin sıcak referandum gündemi kadar önemli ancak unutulmuş görünen 17 Ağustos Marmara depreminin yıldönümüne denk gelmektedir. Önümüzdeki anayasa referandumuyla geleceğimizin yönü belirlenecek ise, deprem ve diğer doğa olaylarına karşı yapacaklarımız da yaşamımızı belirleyecektir. İnşaat mühendisliğinin medeniyetin alt yapısı olan yapı çevresini planlama ve geliştirme bilim ve sanatı olduğu hatırlanırsa; deprem ve diğer doğa olaylarının afete dönüşmemesi için mesleğimizin önemi bir kez daha ortaya çıkmaktadır. Bu açıdan toplumun ihtiyacına cevap verecek kalitede hizmetler üretmenin önemi de unutulmamalıdır. Bu ilkeler içerisinde hareket eden meslek odamız, deprem ve diğer doğa olaylarının doğa olayı olarak kalması, felakete dönüşmemesi için ses çıkarmaya devam etmektedir. Depremin yarattığı toplumsal sonuçlar konusunda kamuoyu duyarlılığını arttırmak, hükümetin ve yerel yönetimlerin sorumluluklarını hatırlatmak amacıyla 2008 yılından bu yana düzenlediğimiz “Depreme Duyarlılık Yürüyüşü”nün üçüncüsü bu kez 17 Ağustos Depreminin 11. Yıldönümünde TMMOB öncülüğünde ve Odamız yürütücülüğünde Yalova’da gerçekleştirilmiştir. Son dönemde yapılanlar, ülkemizin %98 inin deprem bölgesi olduğu, konutların %67si kayıt dışı yapılaşma olduğu gerçeğini ve bu konudaki tüm ikazlarımızı gözardı eden siyasilerin gerekli tedbirleri alarak uygulamak yerine “takdiri ilahi” tespitleriyle halkı uyutmaya devam ettiklerini, doğal birer tabiat olayı iken afete dönüşen doğa olaylarının yönetememe sorunundan kaynaklandığını bizlere bir kez daha hatırlatmaya devam etmektedir. Bunun en yakın örneği ise “Afet ve Acil Durum Yönetimi Başkanlığı”nın Sakarya-Akyazı fay 4 Mayıs 2010 - 152 hattındaki koruma bandını 150 metreden 20 metreye indirme kararıdır. Bu karar aynı zamanda siyasi etkilerin bilimsel ve teknik kararlar üzerindeki gücünü ve düzeyini açıkça sergilemektedir. Bir başka örnek ise yıllardır eksiklik ve yanlışlıklarını açıklayıp gerekli düzeltmelerin ve düzenlemelerin yapılması için çabaladığımız yapı denetimine ilişkin yönetmeliktir. 07.08.2010 tarihli ve 27665 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanan Yapı Denetimi Uygulama Yönetmeliğinde Değişiklik Yapılmasına Dair Yönetmelikte yapılan değişiklikler de TMMOB’ye bağlı ilgili odaların değerlendirme kriterleri dikkate alınmadan hazırlanmıştır. Dolayısıyla geçmişten beri gelen yanlışlıklar aynen dururken bazı yanlış uygulamaya neden olacak değişiklikler de mevcuttur. Konuya ilişkin söylenecekler ve yapılması gerekenler ne yazık ki bu sayfaya sığamayacak kadar çok ve kapsamlıdır. Bültenin diğer sayfalarında konuya ilişkin açıklamaları görebilirsiniz. Ancak Yapı denetiminin aslında “kamusal bir hizmet olduğu” gerçeğini bir kez daha vurgulamak gerekmektedir. Son dönemde Hükümetin ülkenin demokrasi mücadelesinin temsilcisi imajıyla, ‘darbe karşıtlığı’ söylemi ile ortaya çıkarak, yaptığı operasyonların ve dolayısıyla ortaya sundukları anayasa değişikliğinin de; samimiyetsizlik örneği olduğu ve kuşkulu niyetlerinin aslında muhaliflerini sindirme operasyonu olduğu ortaya çıkmıştır. Bu operasyonun, darbeleri, gaspları Yayın Kurulundan ve her türlü menfaat çetelerini sürekli olarak yaratan sistemi ortadan kaldırma operasyonu değil, aksine, aslında sistemin bir ürünü olan ancak mevcut iktidarla bir biçimde çatışan oluşumların tasfiyesine yönelik olduğu da ortaya çıkmıştır. Böyle operasyonlardan demokrasi değil, olsa olsa şirket sahiplerinin el ve isim değiştirmesinin ortaya çıktığı görülmüştür. Öte yandan Anayasa değişiklikleri mevcut siyasal iktidarın mutlaklaştırılması ve dolayısıyla kamu varlıkları ve ülkenin pazarlanması ile satışı önündeki hukuki engellerin kaldırılmasının amaçlandığı; iktidar partisine anayasal denetimden uzak yasama ve yürütme gücü sağlamaya yönelik olduğu siyasal iktidarın referandum “satış” mitinglerindeki söylem ve tavırlarında bir kez daha gözler önüne serilmiştir. • Anayasalar toplumsal mutabakat metinleridir, ortak yaşam belgeleridir. Bu nedenle de dayatmayla değil toplumsal uzlaşmayla hazırlanma ve toplumsal ihtiyaçlara cevap verir nitelikte olması gereklidir. Referanduma götürülen anayasa bunu sağlamadığı için, • Eşitlikçi, özgürlükçü bir anayasa ancak demokratik katılımın bütün kanalları açılarak yapılabilir. Bu ise demokratik katılım olanaklarının önünü açmak üzere başta yüzde onluk seçim barajı, siyasi partiler ve seçim yasaklarının ortadan kaldırılması ile olanaklıdır. Referanduma götürülen anayasa bunu sağlamadığı için, • Mevcut 12 Eylül Anayasasının geçici 15. maddesinin kaldırılıyor olması 12 Eylül ruhunu geride kalan maddelerde yok etmemektedir. Bu nedenle referanduma götürülen anayasa 12 Eylül anlayışının özüne dokunmadığı, Anayasa’nın toplumu tahakküm altında tutan, baskıcı ve antidemokratik özünü koruduğu ve dolayısıyla 12 Eylül ve sahipleri ile hesaplaşmayı sağlamayacağı için, • Demokrasi ve çağdaş demokratik toplum olmanın ön şartı olan örgütlenme önündeki kısıtlamalar kalkmadığı, çalışanların, kamu çalışanlarının örgütlenme özgürlüklerine kısıtlama kalkmadığı, dokunulmazlık zırhı kaldırılmadığı için, • Hukuksal konularda yapılmak istenilen değişikliklerle demokratikleşmenin sağlanmasından çok mevcut siyasal iktidarın her türlü denetimden kaçmasının önlemleri olacak değişiklikleri kapsadığı için, 12 Eylül Anayasasına da, onun bir devamı olan AKP anayasasına da “HAYIR” diyoruz. İMO İzmir Şubesi Bülteni - www.imoizmir.org.tr Geleceğimizi belirleyeceğimiz böyle bir anayasa değişikliğinde oy kullanmak yurttaşlık görevidir. Çünkü katılımın azlığı sonucu, değişiklikler toplumsal huzurumuzu, özgürlük ve haklarımızın geleceğini belirleyecektir. Çeşitli nedenlerle oy kullanmaya gitmeyenler geleceği için söz söyleme hakkını da kaybetmiş olacaktır. Biz yurttaşlar olarak, göstermelik demokrasi söylemlerine kanmadan bir seçim yapmalı ve oy kullanmalıyız. O halde bu seferki anayasa değişikliği paketine yine bir 12 Eylül’de HAYIR demek yurttaşlık görevi olmaktadır. Her türlü engellere rağmen ödün vermeden, doğruları savunmaktan geri durmayan, birikimlerini toplumun yararına kullanma şiarını yaşama geçirme hedefinden sapmayan “demokrasi ve toplum için bir ses, mesleğimiz ve meslektaşımız için bir nefes” olmayı başarabilen bir örgüt için, Ülkemiz, mesleğimiz ve meslektaşımız için daha etkin, daha üretken, daha dinamik çalışmak gerekliliği önümüzde bir görev olarak durmaktadır. Sevgilerimizle. Eylül 2010 - 154 5 Şubeden 1 Temmuz 2010 Kabotaj Bayramı etkinlikleri kapsamında Gemi Mühendisleri Odası İzmir Şubesi tarafından düzenlenen İzmir Kayıkları Yarışı ile Kartondan Tekneler Yarışı’na Şubemiz genç-İMO üyeleri katıldılar. TMMOB İzmir bileşenlerinin yer aldığı etkinliklere TMMOB Başkanı Mehmet SOĞANCI katılarak yarışmacılara ödüllerini verdi. İzmir Kayıkları Yarışında Şubemiz adına katılan genç-İMO üyelerimiz ikincilik ödülünü kazandılar. 08 Temmuz 2010 Ege Üniversitesi Mühendislik Fakültesi İnşaat Mühendisliği Bölümünün Fuar Açıkhava Tiyatrosunda yapılan 2009–2010 Öğretim yılı Mezuniyet Törenine Şube Başkanı Tahsin VERGİN, Sekreter Üye Ayhan EMEKLİ ve Yönetim Kurulu Üyesi Sadık Can GİRGİN katıldılar. Törende İnşaat Mühendisliği Bölümünün ilk üç dereceye giren genç meslektaşlarımıza Şubemizce başarı ödülleri verildi. 4 Temmuz 2010 2 Temmuz 1993 tarihinde 35 aydın, yazar, sanatçının ve 2 otel görevlisinin hayatını kaybettiği Sivas Katliamının 17. yılında TMMOB İzmir İKK olarak Tepekule Kongre Merkezinde düzenlenen “SİMURG-Sivas Katliamının Belgesel Oyunu” adlı eser sahnelendi. Tiyatro gösterimine yaklaşık 250 kişi katıldı. 6 Temmuz 2010 Dokuz Eylül Üniversitesi Mühendislik Fakültesi İnşaat Mühendisliği Bölümünün Fuar Açıkhava Tiyatrosunda yapılan 2009–2010 Öğretim yılı Mezuniyet Törenine Şube Başkanı Tahsin VERGİN, Sekreter Üye Ayhan EMEKLİ, Sayman Üye Ali Fuat GÜNAK ve Yönetim Kurulu Üyeleri Necati ATICI ile Sadık Can GİRGİN katıldılar. Törende İnşaat Mühendisliği Bölümünün ilk üç dereceye giren genç meslektaşlarımıza Şubemizce başarı ödülleri verildi. 07 Temmuz 2010 TBMM Genel Kurulunda kabul edilen 6001 sayılı “Karayolları Genel Müdürlüğünün Teşkilat ve Görevleri Hakkında Kanun” hakkında İnşaat Mühendisleri Odası tarafından tüm İMO Şubelerinde bir basın açıklaması yapıldı. 7 Temmuz 2010 tarihinde Şubemizde yapılan basın toplantısında Şube Yönetim Kurulu Başkanımız Tahsin Vergin, konuyla ilgili basın açıklamasını okudu. 6 Eylül 2010 - 154 Mezun olan ve dereceye giren meslektaşlarımıza; “Öğrencilik hayatınızda göstermiş olduğunuz başarıyı, meslek hayatınızda ve tüm yaşamınızda göstermenizi dileriz, ARAMIZA HOŞGELDİNİZ” diyoruz. 12 Temmuz 2010 7-8-9 Ekim 2011 tarihlerinde İzmir’de düzenleyeceğimiz 8. Beton Kongresi Düzenleme Kurulu Toplantısı Şubemizde gerçekleştirildi. Prof. Dr. Kambiz RAMYAR başkanlığında yürütülen toplantıya İstanbul Şubemizden Düzenleme Kurulu üyeleri de katılım sağladı. 13 Temmuz 2010 Salı Bayındırlık ve İskan Bakanlığı İzmir İl Müdürlüğü ile ortaklaşa düzenlediğimiz ve eğitmen, üyemiz Osman ÇINARLI tarafından verilen “İnşaat Ustaları İçin Proje Okuma, Kalıp Hazırlama, Demir Bağlama ve Beton” kursumuz başladı. Kursa katılan 35 usta yapılan sınavla sertifikalarını aldılar. Şubeden 24 Temmuz 2010 İMO 42. Dönem ilk Şubelerarası toplantısı Ankara’da yapıldı. Toplantıya Yönetim Kurulu Sekreter Üyemiz Ayhan EMEKLİ ile Yönetim Kurulu Üyemiz Necati ATICI katıldılar. Toplantının ayrıntıları bültenimizin İMO’dan sayfalarında yer almaktadır. 12 Ağustos 2010 12 Eylül’de Anayasa değişikliğiyle ilgili yapılacak Referandum hakkında TMMOB İzmir İKK tarafından yapılan basın açıklamasına katıldık. Basın açıklaması İKK’dan sayfalarımızda yer almaktadır. 23 Ağustos 2010 Bayındırlık ve İskan Bakanlığı İzmir İl Müdürlüğü görevine yeni atanan meslektaşımız Sn. Mehmet GÖKARSLAN’ı Şube Yönetim Kurulu üyeleri olarak ziyaret ettik. Çeşitli mesleki sorunlarımızı değerlendirdiğimiz bu ziyaretimizde, özellikle, Yapı Denetim Sisteminde görülen eksikliklerin ve hataların giderilmesinde İnşaat Mühendisleri Odası İzmir Şubesi olarak üzerimize düşen görevlerde yardımcı olacağımızı dile getirdik. Şube Yönetim Kurulu olarak meslektaşımız Sn. Mehmet GÖKARSLAN‘a yeni görevinde başarılar dileriz. 16 Ağustos 2010 17 Ağustos Depreminin yıldönümünde TMMOB İzmir İKK tarafından yapılan basın açıklamasına katıldık. Basın açıklaması İKK’dan sayfalarımızda yer almaktadır. 17 Ağustos 2010 - 17 Ağustos Kocaeli Depreminin yıldönümünde TMMOB tarafından Yalova ve Gölcük’te düzenlenen Depreme Duyarlılık Yürüyüşü’ne katıldık. Yürüyüşle ilgili ayrıntıları Bültenimizin diğer sayfalarında bulabilirsiniz. - 17 Ağustos depreminin yıldönümünde Şubemiz tarafından broşür dağıtımı, afiş asma ve anket çalışmaları yapıldı. İMO İzmir Şubesi Bülteni - www.imoizmir.org.tr Eylül 2010 - 154 7 İMO’dan BİNLERCE MÜHENDİS VE MİMAR YALOVA’DA “UNUTMADIK, UNUTTURMAYACAĞIZ” DİYE HAYKIRDI 11 yıl önce yaşanan ve binlerce kişinin yaşamını yitirdiği 17 Ağustos 1999 Marmara depreminin yıldönümünde binlerce mühendis ve mimar depremin yaşandığı yerlerden biri olan Yalova’da buluştu ve hep bir ağızdan “Doğa olaylarının ‘afete’ dönüşmesi ülkemizin ve halkımızın kaderi değildir! Olmamalıdır!”diye haykırdı. TMMOB tarafından düzenlenen ve yürütücülüğünü İMO’nun yaptığı “TMMOB Depreme Duyarlılık Yürüyüşü” 16-17 Ağustos 2010 tarihlerinde Yalova ve İzmit kent merkezinde gerçekleştirildi. TMMOB’ye bağlı Odaların destek verdiği yürüyüşe, tüm İMO şubelerinden binlerce mühendis ve genç-İMO üyeleri katıldı. Gece boyunca sürecek olan Yürüyüş etkinliklerinin öncesinde basın toplantısı düzenleyen İMO Yönetim Kurulu Başkanı H. Serdar Harp, Türkiye’deki yapı stokunun büyük sorunlarının olduğunu söyledi. Harp, 1999 depreminden bu yana, güçlendirilmesi gereken binaların sadece yüzde 1’inin güçlendirildiğini belirterek söz konusu bu duyarsızlık ve politikasızlığın devam etmesi halinde ödenecek bedelin çok büyük olacağını kaydetti. Bulundukları illerden otobüslerle Yalova’ya gelen mühendis ve mimarlar, Yürüyüş etkinliklerinin ilki için depremde yaşamını yitirenlerin isimlerinin yazılı olduğu Deprem Anıtı’nda buluştu. TMMOB üyeleri buradan “TMMOB Depreme Duyarlılık Yürüyüşü” pankartı ile saat 21:30’da kent merkezine doğru slogan ve alkışlarla yürüyüşe geçti. Katılımcıların “Unutulmayan Unutkanlığımız Deprem” yazılı siyah tişörtler giydiği yürüyüş boyunca “Depreme inat yaşasın hayat”, “Deprem değil ihmal öldürür”, “AKP uyuma önlemini al” sloganları atıldı. Depreme Duyarlılık Yürüyüşüne katılan ve Şubemiz tarafından açılan standlarda görev alan üyelerimize ve genç-İMO üyelerine Şube Yönetim Kurulu olarak teşekkür ederiz. 8 Eylül 2010 - 154 Şubeden ŞUBEMİZİN 17 AĞUSTOS KOCAELİ DEPREMİ YIL DÖNÜMÜ ETKİNLİKLERİ 17 Ağustos 1999 Kocaeli Depremi’nin 11 yılında, İzmir’de olabilecek bir deprem ve sonuçlarına karşı halkımızı uyarmak ve deprem duyarlılığını artırmak amacıyla bir dizi etkinlik gerçekleştirdik. Özellikle ilçe temsilciliklerimiz de dahil olmak üzere 116 bölgede afiş ve pankartlarla yaygın bir görsel duyuru yapıldı. Yine İzmir içinde muhtarlıklarda asılmak üzere, 380 adet muhtarlığa inşaat mühendisliğinin ve kaçak yapılaşma yapılmamasının önemini vurgulayan afişlerimizi astık. Konak ve Bornova Metro istasyonları ile Karşıyaka Çarşı girişinde kurduğumuz standlarda yaklaşık 10.000 adet el broşürü dağıttık ve ilk kez vatandaşlarımızın deprem duyarlılığını değerlendirmek amacıyla bir anket çalışması yaptık. Görsel ve yazılı basında, deprem ve alınacak önlemlere yönelik yazılarımızla halkımızın duyarlılığını artırmaya çalıştık. İMO İzmir Şubesi Bülteni - www.imoizmir.org.tr Eylül 2010 - 154 9 Şubeden 17 AĞUSTOS 2010’da YAPILAN ANKET SONUÇLARI Abdullah İNCİR İnşaat Mühendisi 17 Ağustos 1999 Kocaeli Depremi’nin 11 yılında gerçekleştirdiğimiz “Depreme Duyarlık” etkinliklerinden biri olarak kentimizin çeşitli yerlerinde pankart ve afişler astık. Karşıyaka çarşı girişinde, Konak Metro İstasyonu çıkışı ile Bornova Metro istasyon çıkışı önlerinde açtığımız standlarda, Afet ve Deprem Bilincini Yaygınlaştırma ve Yapı Stoğunu İyileştirme Komisyonu ile Basın ve Halkla İlişkiler Komisyonlarının üyeleri görev alarak, halka deprem broşürü, İMO amblemli şapka ve düdük dağıttılar. Ayrıca durumu müsait olan vatandaşlarımızın hazırladığımız ankete katılmalarını sağladılar. 17 Ağustos Kocaeli Depremi hakkında çeşitli soruları cevapladılar. Anketimize 392 vatandaşımız katıldı. Aşağıda, hazırladığımız anket sorularına verilen cevapları yorum yapmadan üyelerimizle paylaşmak istedik. HANGİ SEMTTE OTURUYORSUNUZ? Karşyaka Bornova Konak : % 30 . % 25 : % 15 Buca Karabağlar Bayrakl :%8 :%5 :%5 Kemalpaşa Balçova Diğer İlçeler :%5 :%1 :%9 OTURDUĞUNUZ BİNA KAÇ YAŞINDA? 1-5 : %7 10-15 : %22 20-30 : %18 40-50 : %6 5-10 : %11 15-20 : %23 30-40 : %10 50 ve üstü : %3 BİNANIZDA ÇATLAKLAR VAR MI? Evet : % 25 Hayr :% 75 OTURDUĞUNUZ EVİN DEPREME DAYANIKLI OLDUĞUNU DÜŞÜNÜYOR MUSUNUZ? Evet : % 25 Hayr :% 75 İNŞAAT MÜHENDİSİNDEN EVİNİZLE İLGİLİ BİLGİ ALDINIZ MI? Evet : % 26 Hayr :% 74 İNŞAAT MÜHENDİSLİĞİNİN VERDİĞİ HİZMETTEN NE ANLIYORSUNUZ? Projeci : % 50 Şantiyeci :% 25 Yüklenici :%25 BİNANIZLA İLGİLİ ÖNLEM ALMAYI DÜŞÜNÜYOR MUSUNUZ? Evet : % 75 Hayr :% 25 DAHA ÖNCE BÜYÜK BİR DEPREM YAŞADINIZ MI? Evet : %55 Hayr :% 45 YAŞADIYSANIZ NE HİSSETTİNİZ? (En çok söylenen ortak duygular) Korku, ac, panik endişe Anlatlamayacak bir duygu Anlatmak mümkün olsa… kelimeler yetersiz Bir an önce ailemi kurtarmak Ölüme çok yaklaştğmz hissettim Depreme karş hiçbir önlem almadğm fark ettim Can ve mal endişesi Onu yaşayan bilir Hayatn bir anlk olduğunu, parann bu hayat getiremeyeceğini anladm Boşluk hissediyorum DEPREM ANINDA NEREYE SIĞINMAK İSTERDİNİZ? Sğnağa Masa, karyola, ranza altna Dşarya çkmak isterim 10 Eylül 2010 - 154 Yaşama üçgeni oluşturabilecek bir yere Kolon dipleri ve kiriş altna Kap altlarna Köşelere Stadyuma Üst katlara, çatya Şubeden 17 AĞUSTOS DEPREMİ AYNI ŞİDDETTE İZMİR’DE YAŞANSAYDI SİZCE NASIL SONUÇLANIRDI? Çok kötü olurdu Felaket Bence İzmir yerle bir olurdu çünkü, binalarn yeterince sağlam olmadğ kansndaym Gölcük’teki sonuçlara yakn sonuçlar olurdu Daha fazla hasar olurdu Düşünmek bile istemiyorum Kayp oran daha yüksek olurdu (can ve mal) O zamanki gibi kayplar verilmez belki ama kötü olurdu Hiçbir alana yardm ulaşamazd İstanbul’dan daha kötü olurdu Özellikle Buca gibi eski evlerin olduğu semtlerde çok kayp verilirdi Yerle bir olurdu. Çok kaçak bina var (eski bina ve kontrolsüz bina çok) % 30 – 40 hasarl % 70 kullanlmaz hale gelirdi Karşyaka bence sular altnda kalrd Daha az olurdu, denetim var. DEPREM DENDİĞİNDE İLK AKLINIZA GELEN KURUM HANGİSİDİR? 1. 2. 3. 4. 5. Kzlay AKUT Rasathane (Kandilli) Afet İşleri Md. İMO 6. 7. 8. 9. 10. DASK Valilik Belediye Sağlk Kuruluşlar İtfaiye 11. AKS 12. Ahmet Mete Işkara 13. TV, Radyo ÜLKEMİZİN DEPREM GERÇEĞİ • Ülke topraklarımızın %92’si çeşit- • • • • • • li büyüklükte olabilecek deprem tehlikesi ile karşı karşıyadır, Nüfusumuzun %95’i deprem riskli bölgelerde yaşamaktadır, Büyük sanayimizin %98’i, barajlarımızın %92’si deprem bölgelerinde bulunmaktadır, Kocaeli Depreminin çeşitli boyutuyla etkisinde kalan, İstanbul, Kocaeli, Bursa, Sakarya, Eskişehir ve Çanakkale illerimiz ülke ekonomisinin %35’ini, sanayinin %45’ini, ticaretin ise %35’ini gerçekleştirmektedir. Devlet İstatistik Enstitüsü’nün (DİE) rakamlarıyla bu 6 il içersinde sadece İstanbul’un Gayri Safi Yurtiçi Hasılası (GSYH) %23 düzeyinde olup, Türkiye mali sektörünün %35’ini barındırmaktadır. Ülkemizde, her 1,5 yılda şiddetli bir deprem, her 3 yılda çok şiddetli bir deprem ve her 35-40 yılda ise yıkıcı bir deprem meydana gelmektedir, Son 100 yılda, can kaybının 1000 kişiyi aştığı ve büyüklükleri 6,7 ile 7,9 arasında değişen depremlerin sayısı 12’dir. 1903 Malazgirt Depreminden günümüze meydana gelen toplam 192 hasar yapıcı deprem nedeniyle yaklaşık 100.000 kişi ölmüş ve İMO İzmir Şubesi Bülteni - www.imoizmir.org.tr 650.000 konut yıkılmış ya da hasar görmüştür. • Ülkemiz, »» Richter ölçeğiyle 5,5’in üzerinde meydana gelen deprem sıklığı ile dünyada altıncı, »» Afet nedeniyle yılda ölen 950 kişi sayısı ile dünyada üçüncü, »» Yıllık ortalama 2.745.757 kişilik afete maruz nüfus sayısı ile dünyada sekizinci, »» Afete maruz milyon nüfus başına ölen 346 kişi sayısı ile dünyada dördüncü sırada yer almaktadır. • Ülkemizde, »» Konutların %38’inin inşaat yapım ruhsatı bulunmamaktadır, »» İstanbul, Ankara, İzmir, Adana, Mersin gibi aşırı göç alan şehirlerimizde konutların %40’ı kaçak ya da ruhsatsızdır. »» Bina stokumuzun %10’unun yenilenmesi, %30’unun onarılması gerekmektedir. »» Konutlarımızın % 40’ı ise oturulabilir durumda değildir. • 1999 Kocaeli Depremlerinde Resmi Kayıtlara göre: »» 17.480 yurttaşımız yaşamını yitirdi, »» 43.953 yurttaşımız yaralandı, »» 505 yurttaşımız sakat kaldı, »» 285.211 konut ve 42.902 işyeri hasar gördü, • 1999 Kocaeli Depremlerinde Resmi Olmayan Bilgilere göre ise; »» Yaklaşık 50.000 yurttaşımız hayatını kaybetti, »» 100.000 civarında yurttaşımız ağır ve hafif olarak yaralandı. »» Çöken bina sayısı 133.683’tür. »» Evsiz kalan yurttaşımızın sayısı 600.000’dir. »» Değişik düzeyde olmak üzere depremden etkilenen yurttaş sayımız 16.000.000’dur. »» Kocaeli Depremlerinin ülke ekonomisine olumsuz etkisi yaklaşık 20 milyar dolardır. Bu değerleriyle Marmara Depremi ülkemizi derinden etkileyen en önemli olaylardan biri olmuştur. Ayrıca büyüklük, etkileme alanı ve ortaya çıkardığı maddi ve manevi kayıplar açısından da son yüzyılın en büyük depremlerinden biridir. NE YAZIK Kİ; Depremin yarattığı maddi hasarı aza indirgemek felakete uğramış ve evsiz kalan yurttaşlarımıza yardım edilmesi amacıyla toplanan vergi ve yardımların yaklaşık 20 milyar doları ise Ülkemizin IMF’ye olan borcunu ödemek için kullanılmıştır. Eylül 2010 - 154 11 İMO’dan İŞÇİ SAĞLIĞI VE İŞ GÜVENLİĞİ KONUSUNDA ISRARCIYIZ İMO Yönetim Kurulu Başkanı Serdar Harp’in İş Kanunu’nda yer alan çeşitli hükümlerde değişiklik yapan yasal düzenlemelerle ilgili yaptığı basın açıklaması. 04.08.2010 İşçi sağlığı ve iş güvenliği konusunda İş Kanunu’nda yer alan çeşitli hükümlerde değişiklik yapan yasal düzenlemeler, emek ve meslek örgütlerinin tüm karşı çıkışına rağmen, 1 Ağustos 2010 tarihli Resmi Gazete’de yayınlanarak yürürlüğe girdi. Her gün bir yenisini duyduğumuz iş kazaları ülkemizin en önemli sorunlarından birisi haline gelmişken, eski mevzuatın bile gerisinde hükümler içeren bu yasa değişikliğini anlamak mümkün değildir. Görünen o ki, yasa değişikliğinin yegâne amacı, TMMOB ve TTB gibi meslek örgütlerini İşçi Sağlığı ve İş Güvenliği sürecinden dışlamak, bu alanı tamamen piyasaya açmaktır. AKP Hükümeti, 2003 yılında yürürlüğe giren 4857 sayılı İş Kanunu’nun ilgili maddeleri gereğince TMMOB ve TTB’nin önerileri doğrultusundaki uygulamaları hayata geçirmek yerine, meslek örgütlerini devre dışı bırakmayı tercih etmiştir. İşçi sağlığının ve iş güvenliğinin sağlanması, her şeyden önce kamusal bir sorumluluktur ve bu alanın düzenlenmesinde kamusal fayda esas alınmalıdır. Kamu kurumu niteliğindeki meslek kuruluşları olan TMMOB ve TTB’nin kendi uzmanlık alanlarındaki birikim, sorumluluk ve yetkilerinin görmezden gelinerek, bu ki birliğin yetki ve so- rumluluklarının ticari kurumlara devredilmesi, kamusal fayda anlayışıyla örtüşmemektedir. Yeni yasa, iş güvenliği alanını piyasalaştırmasının yanı sıra, getirdiği “iş güvenliği uzmanı” tanımlamasıyla, mühendisler ile diğer teknik elemanları aynı kategori altında eşitlemektedir. Bu durum, iş güvenliğinin sağlanması konusunda sakıncalı sonuçlar doğuracaktır. AKP Hükümeti, özelleştirme ve piyasalaştırmayı her derdin devası olarak görmektedir. Bu neo-liberal bakış açısının acı sonuçları, tüm toplumumuzu olumsuz etkilemektedir. Kamusal faydanın yerine, özel çıkarın ve karlılığın getirilmesi, telafisi mümkün olmayan sonuçlar yaratmaktadır. Bu zihniyetin en çarpıcı sonucu özelleştirilen ve taşeronlaştırılan sektörlerde yaşanan iş kazalarındaki büyük artıştır. AKP Hükümetinin bu kazaları önlemek yerine, iş güvenliği alanının kendisini piyasalaştırması bizleri çok daha kötü günlerin beklediğinin göstergesidir. Kamusal sorumluluklarının bilincinde olan bir meslek odası olarak konunun peşini bırakmayacağımızı ve bu konudaki hukuki girişimlerimizi sürdüreceğimizi kamuoyunun bilgisine sunarız. İMO ŞUBELER ARASI TOPLANTI GERÇEKLEŞTİRİLDİ İMO Yönetim Kurulu Başkanı Serdar Harp’in İş Kanunu’nda yer alan çeşitli hükümlerde değişiklik yapan yasal düzenlemelerle ilgili yaptığı basın açıklaması. 04.08.2010 42. Dönem Şubeler arası ilk toplantımız, Yönetim Kurulu üyelerimiz ile şubelerimizin yönetim kurulu başkanları ve sekreter üyelerinin katılımıyla 24 Temmuz 2010 tarihinde Ankara’da gerçekleştirildi. Serbest İnşaat Mühendisliği Yönetmeliği Uygulama Esasları Taslağı hakkında fikir alışverişinde bulunmak amacıyla gerçekleştirilen toplantı, Yönetim Kurulu Başkanımız Serdar Harp’in yaptığı açılış konuşmasıyla başladı. Serdar Harp konuşmasının ilerleyen bölümlerinde, Odamızın toplumsal sorumluluklarının en önemli ifadelerinden biri olan yapı güvenliği konusundaki en ileri düzenlemelerden birisi olan Serbest İnşaat Mühendisliği Yönetmeliği konusuna değindi. 2006 yılında uygulamaya giren yönetmeliğin yarattığı olumlu sonuçları sıralayan Harp, bu konudaki yasal sürece de değindi. SİM Yönetmeliğinin bazı maddelerinin 2009 yılında yürütmelerinin durdurulması üzerine yapılan değişikliklerden bahseden Harp, uygulamayı mükemmelleştirmek için hayata geçirilmesi gereken esaslara dair hazırlanan taslak üzerine tüm şubelerimizin görüşlerini almak istediklerini ifade etti. 12 Eylül 2010 - 154 Açılış Konuşmasının ardından toplantıya katılanlan SİM Yönetmeliği Uygulama Esasları üzerine öneri ve eleştirilerini dile getirdiler. Şubemizin bu konudaki görüşleri, Yönetim Kurulu Sekreter üyemiz Ayhan EMEKLİ ve Yönetim Kurulu Üyemiz Necati ATICI tarafından dile getirildi. İMO’dan YAPI DENETİMİ UYGULAMASININ TÜM ÜLKEYE YAYGINLAŞTIRILMASI; GÖSTERMELİK OLMAKTAN UZAK, ETKİN, YAYGIN, UYGULANABİLİR, İZLENEBİLİR BİR SİSTEM İLE HAYATA GEÇİRİLMELİDİR. Yapı Denetim Yasası ile ilgili, İnşaat Mühendisleri Odası, Makina Mühendisleri Odası ve Mimarlar Odası tarafından yapılan ortak açıklama. 11.08.2010 2001 yılında Meslek Odalarımızın, oluşturulacak yeni sisteme ilişkin kaygılarına ve sistemin sağlıklı işlemesine yönelik görüş ve önerilerine rağmen yasalaşan ve sadece 19 pilot ilde uygulandığı için yoğun eleştirilere neden olan 4708 sayılı Yapı Denetim Yasası, Bakanlar Kurulu Kararı ile 1 Ocak 2011’den itibaren 81 ilin tümüne yayılacaktır. Bu karar, depremselliği ve sorunları aynı olan bir coğrafyada iki farklı sistem uygulamasına son vermesi bakımından ilk bakışta olumlu görünmekle birlikte, yasanın eksik, yanlış, aksayan ve uygulanamayan yanlarının ilgili tarafların görüşlerine başvurularak yeniden düzenlenmesi gerekliliği, yasa hedefleri açısından yaşamsal önem taşımaktadır. 2001 yılında yasalaşma sürecinde ifade edildiği üzere, mevcut yasada mesleki yeterlilik, eğitim, belgelendirme, izlenebilirlik, denetim mekanizmasının etkin ve yaygınlığı ve kamu yapılarının denetim dışı kalması gibi çok önemli eksiklikler bulunmaktadır. Ayrıca yürürlükteki diğer yasa hükümleriyle çelişkiler de bulunmaktadır. Nüfusunun yüzde 98’i deprem tehlikesi altında yaşayan ülkemizde konutların % 67’si kaçak ya da ruhsatsızdır. Bina stokunun % 40’ı oturulabilir durumda değildir. Fakat mevcut Yasa, 3194 sayılı İmar Yasasının 26. maddesinde belirtilen kamu yapı ve tesisleri ile 27. maddede belirtilen ruhsata tabi olmayan yapılar ve bodrum kat hariç tek parselde bulunan ve 200 m²’i geçmeyen iki katlı müstakil yapıları kapsam dışında bırakmıştır. Bu noktada ülkemizde son dönemlerde yaşanan büyük depremlerde kamu yapılarının en az özel yapılar kadar zarar gördüğü gerçeği gözetilmelidir. 17 Ağustos Marmara Depreminde ve 1 Mayıs 2003 Bingöl Depreminde yıkılan kamu binaları ve buralarda kaybettiklerimiz belleklerimizde acı izlerini halen korumaktadır. Bu yaşamsal gerçeklerden hareketle önemle belirtmek isteriz ki; Yapı Denetimi, kent planlamasından başlayarak, yapıya ilişkin tasarım projeleri ile inşaatın imalat sürecini kapsayan bir bütündür. İnşaat süreci ise, yapının oturacağı zeminin etüdü ile başlar, hazırlanan plan ve projelerin İmar Kanunu ve Yönetmeliklerine, teknik şartname ve kurallara ilişkin mevzuat ile TMMOB’ye bağlı ilgili Odaların Yönetmelik, Yönerge ve Çizelgelerine uygun olarak üretilip üretilmediğinin denetimi ile devam eder. Bu açıdan Yasanın temel eksiği, mühendislik mimarlık hizmetlerinin mesleki yeterlilik, eğitim, belgelendirme ve denetleme boyutlarını içermemesi ve birçok kez eleştirdiğimiz “imzacılık” yaklaşımına ortam yaratılmasıdır. 07.08.2010 tarihli ve 27665 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanan Yapı Denetimi Uygulama Yönetmeliğinde Değişiklik Yapılmasına Dair Yönetmelikte yapılan değişiklikler de TMMOB’ye bağlı ilgili odaların değerlendirme kriterleri dikkate alınmadan hazırlanmıştır. İMO İzmir Şubesi Bülteni - www.imoizmir.org.tr Süresi 5 yıl olan Yapı Denetçiliği ve Proje Denetçiliği Belgesinin geçerli olduğu süre içinde meslek içi eğitimlerin sürekli hale getirilmesi ve eğitim programlarının Bakanlık ile TMMOB’ye bağlı ilgili Odaların ortak çalışması ile belirlenmesi için 2006–2007 yıllarında Bakanlık ile bizlerin koordineli olarak hayata geçirdiği eğitim çalışmasının devamının getirilmemiş olması ve bu konunun yasada hüküm altına alınmaması önemli bir diğer eksikliği oluşturmaktadır. Yapı denetim sisteminin önemli temellerini oluşturan yapı sigortası ve mesleki sorumluluk sigortası da bu süreçte bir türlü uygulamaya geçirilememiştir. Yine yapı denetim sürecinde tanımlanan şantiye şefliği uygulanabilir olmaktan uzak, mühendis ve mimarların imzalarıyla geçiştirilen bir uygulamaya dönüşmüştür. Yasaya göre yapı denetim kuruluşlarının yapı sahipleri tarafından belirlenmesi gerekirken, uygulamada müteahhitler öne çıkmakta, bu durum haksız rekabet koşullarına neden olmakta, bağımsız bir yapı denetim sisteminin oluşmasının koşulları en başta yok olmaktadır. Çözüm Önerileri Yukarıdaki tespitler ışığında yasal, yönetsel ve uygulamaya dönük köklü değişikliklere ihtiyaç duyulmaktadır. Aşağıda imzası bulunan meslek odaları olarak önerilerimizi kamuoyunun dikkatine sunuyoruz. 1- Yapı denetiminde meslek odalarının sürece daha etkin katılımını sağlayacak yeni bir planlama, tasarım, üretim ve denetim süreci modeline ihtiyaç vardır. 4708 Sayılı Yapı Denetim Yasası ile 3194 Sayılı İmar Yasası ve bağlı ikincil mevzuatın bu model esas alınarak yeniden düzenlenmesi gerekmektedir. 2- Yapı Denetiminin anahtarı “Mesleki Denetim”, onun olmazsa olmaz koşulu da TMMOB’ye bağlı meslek odalarının yürüttüğü “Yeterlilik ve Belgelendirme” faaliyetleridir. Bu nedenle yapı denetimi ile ilgili kamusal yapılanmalarda TMMOB’ye bağlı ilgili Odaların görev, yetki ve sorumlulukları tanımlanarak temsilleri sağlanmalıdır. Denetçi Belgelerinin verilmesi ve takibi TMMOB’ye bağlı Odalar tarafından yapılmalı, yapı denetimi mekanizmasında yer alan meslektaşların sicillerinin tutulması ve meslek içi eğitimler TMMOB’ye bağlı ilgili Odalarca yapılmalıdır. 3- Bütün kamu yapıları yasa kapsamına alınmalıdır. TOKİ, KİPTAŞ ve benzeri kuruluşların inşaatlarının denetimi, yapı denetim sistemi içerisine dahil edilmelidir. 4- Yapı denetim kuruluşlarının denetimi ve ceza sisteminde halen uygulanmakta olan yöntem sorunludur. Doğrudan kapatma yerine sistemin daha doğru işleyişini sağlayacak para cezalarını da kapsayan kademeli yaptırımlar uygulanEylül 2010 - 154 13 İMO’dan malıdır. 5- Yapı üretimi düzeninin asli öğelerinden olan müteahhitliğin tanımı netleştirilmeli yapı ile ilgili uzmanlığı olmayan meslek sahiplerinin yapım işini üstlenmesi engellenmelidir. 6- Yapı denetim uygulamasını sağlam bir zemine oturtacak Yapı Sigortası ve Mesleki Sorumluluk Sigortası sistemine bir an önce geçilmelidir. 7- Yapı denetim uygulamasını yönlendiren her türlü karar sistemi, konu ile ilgili tüm kurum ve kuruluşların yer alacağı süreçlerde oluşturulmalıdır. 8- Ticari yanı ağır basan zoraki çok elemanlı, hantal yapılı, mali açıdan çok külfetli yapı denetim şirketi modeli yerine; uzmanlık ve ahlaki niteliklere sahip yapı denetçilerinin etkinliğine dayalı bir Yapı Denetim Uygulaması modeli geliştirilmelidir. TMMOB İnşaat Mühendisleri Odası Yönetim Kurulu TMMOB Makina Mühendisleri Odası Yönetim Kurulu TMMOB Mimarlar Odası Merkez Yönetim Kurulu 12 EYLÜL ANAYASASI‘NA DA, AKP‘NİN ANAYASASI‘NA DA “HAYIR” TMMOB’ye bağlı 18 Odanın Yönetim Kurulu Başkanı 23 Ağustos 2010 tarihinde anayasa referandumu ile ilgili bir basın açıklaması yaptı. Türkiye 24 Ocak Kararları ve 12 Eylül Darbesi sonrası emperyalizmin istemleri doğrultusundaki ekonomik-sosyal politikalar ile yukarıdan aşağıya yeniden yapılandırılmaktadır. AKP de, 12 Eylül Darbesi‘nin yarattığı ekonomik, sosyal, siyasi yapının bir ürünüdür, 12 Eylül‘ün uzantısıdır. AKP‘nin bugün “değişim” dediği “yeniden yapılanmanın” miladı 12 Eylül Darbesi‘dir. Özünde 24 Ocak Kararları‘nda ifade edilen piyasacılıkla, gerici akımların güçlendirilmesi olan bu değişimin, gelinen noktada AKP iktidarı ile temsil edilen piyasacı ve gerici diktatörlüğe doğru geliştiği açıktır. AKP iktidarı, hazırladığı anayasa değişikliği paketi ile 12 Eylül‘ün yarattığı kurumları ele geçirme ve tekelci iktidarını pekiştirerek uzatma gayreti içindedir. AKP‘nin öngördüğü değişiklikler, 12 Eylül ile Türkiye‘ye dayatılan yeni liberal politikalar zemininde yürütülen bir yargı-yürütme operasyonudur. planlama, sanayileşme, kalkınma, istihdam ve sosyal refahı bütünlüklü halde içeren, Emekçilere grev ve toplu sözleşme hakkını verecek, güvenceli çalışmayı sağlayacak, Parasız eğitim, sağlık ve barınmayı kapsayan gerçek bir sosyal hukuk devletini öngörecek bir anayasadır. 12 Eylül Anayasası‘na da, 12 Eylül‘ün ürünü AKP‘nin Anayasası‘na da HAYIR! Murat Taşdemir Çevre Mühendisleri Odası Yönetim Kurulu Başkanı Cengiz Göltaş Elektrik Mühendisleri Odası Yönetim Kurulu Başkanı Abdullah Zararsız Fizik Mühendisleri Odası Yönetim Kurulu Başkanı Türkiye‘nin 12 Eylül ile gerçekten hesaplaşan; parasız eğitim, sağlık, güvenceli çalışma ve insanca yaşama hakkını, her türlü kültür ve kimliğin özgürce ifade edilmesini, bir arada yaşamı güvence altına alan yeni bir anayasaya gereksinimi olduğu herkes tarafından malumdur. Ancak, kimse bize 12 Eylül Anayasası ile hesaplaşmanın yolu olarak onun devamından başka bir şey olmayan AKP Anayasası‘na “evet” demeyi göstermesin. Feramuz Aşkın Gemi Makineleri İşletme Mühendisleri Odası Yönetim Kurulu Başkanı R. Petek Ataman Gıda Mühendisleri Odası Yönetim Kurulu Başkanı Ali Fahri Özten Harita Mühendisleri Odası Yönetim Kurulu Başkanı Levent Tümer İç Mimarlar Odası Yönetim Kurulu Başkanı Biz, 12 Eylül düzeni ile gerçekten hesaplaşmayan hiçbir anayasa değişikliği ile uzlaşmayacağız. Dündar Çağlan Jeoloji Mühendisleri Odası Yönetim Kurulu Başkanı Mehmet Besleme Kimya Mühendisleri Odası Yönetim Kurulu Başkanı Katılımcı, eşitlikçi, özgürlükçü, demokratik, sosyal, laik olan, Mehmet Torun Maden Mühendisleri Odası Yönetim Kurulu Başkanı Demokratik hak ve özgürlüklerin eksiksiz olarak tanımlandığı, Ali Ekber Çakar Makina Mühendisleri Odası Yönetim Kurulu Başkanı Cemalettin Küçük Metalurji Mühendisleri Odası Yönetim Kurulu Başkanı Mehmet Kul Petrol Mühendisleri Odası Yönetim Kurulu Başkanı Oğuz Yılmaz Peyzaj Mimarları Odası Yönetim Kurulu Başkanı Necati Uyar Şehir Plancıları Odası Yönetim Kurulu Başkanı Bizlerin istediği; Her türlü kültür ve kimliğin özgürce ifadesini ve bir arada kardeşçe yaşamı güvence altına alan, Yasama, yargı, yürütme ayrılığının demokratik bir çerçevede sağlandığı, Siyasetin tüm toplumsal dinamikleri kapsamasının önündeki seçim barajlarının kaldırıldığı, Emperyalizmden her türlü ekonomik, siyasal bağımsızlık ile 14 Eylül 2010 - 154 Hamdi Serdar Harp İnşaat Mühendisleri Odası Yönetim Kurulu Başkanı Melike Anıl Bingöl Tekstil Mühendisleri Odası Yönetim Kurulu Başkanı Gökhan Günaydın Ziraat Mühendisleri Odası Yönetim Kurulu Başkanı TMMOB İKK’dan 17 AĞUSTOS 1999’dan 2010’a DEĞİŞEN NE OLDU? 17 Ağustos 1999 Kocaeli Depremi ile ilgili TMMOB İzmir İl Koordinasyon Kurulu tarafından 16 Ağustos 2010 tarihinde yapılan basın açıklaması Değerli Basın Mensupları, 17 Ağustos1999 yılında yaşadığımız 7,4 büyüklüğündeki Gölcük merkezli Kocaeli Depreminin üzerinden 11 yıl geçti. Kocaeli Depremi ülkemizde unutturulan ve unutulan “Deprem Gerçeğini” bir kez daha gözler önüne serdi. Ancak bu sefer ortaya çıkan gerçeğin boyutları şimdiye kadar yaşanan depremlere göre manen ve madden çok daha acı ve çok daha büyüktü. Aradan geçen 11 yıla rağmen, bölgede yaşanan acılar ve yaralar sarılmaya çalışılmış olsa bile, depremin yarattığı ve bıraktığı izler tazeliğini korumakta ve silinememektedir. Ülke topraklarımızın %92’si çeşitli büyüklükte olabilecek deprem tehlikesi ile karşı karşıyadır. Nüfusumuzun %95’i ise deprem riskli bölgelerde yaşamaktadır. Büyük sanayi merkezlerinin %98’i, barajlarımızın %92’si deprem bölgelerinde bulunmaktadır. İstatistiki çalışmalar, her 1,5 yılda bir şiddetli depremin, her 3 yılda ise çok şiddetli depremin, 35-40 yılda ise yıkıcı bir depremin meydana geldiğini göstermektedir. Son 100 yılda 192 adet hasar yapan depremlerde 100 bin insanımızı kaybettik. 650 bin konutumuz yıkıldı veya ağır hasar gördü. Nüfusu, sanayisi ve yatırımlarıyla yani tüm yaşamsal değerleriyle, deprem bölgelerinde, deprem riski altında bulunmamıza rağmen deprem felaketlerine karşı geçen 11 yılda gerekli önlemleri alabildik mi? Yapılanlar gerçekten yeterli oldu mu? Türkiye Marmara’da beklenen olası bir depreme ne kadar hazır? 17 Ağustos’ta kaybettiğimiz yaklaşık 20 bin can bizlere gerektiği kadar öğretide bulundu mu? Siyasi iktidarlar, yerel yönetimler bu felaketten neyi ne kadar öğrendiler? Ne yazık ki, ülke olarak 1999 Kocaeli Depremi’nden önemli dersler çıkartmamıza rağmen, her an tekrarlanabilecek olası bir yeni felakete karşı hazırlıklı değiliz. Garip ve tanımlanamaz bir biçimde, olası bir büyük depremin yaratacağı yeni felaketleri, acıları bekler gibiyiz. Bugün bilim ve teknoloji, depremleri engellemeyi başaramasa da önceden uygulanacak zarar azaltma politikalarıyla bir doğa olayı olan depremin afete dönüşmesinin engellenebileceğini göstermektedir. Değerli Basın Mensupları, İzmir ve İstanbul illerinde yapılan iki çalışma geçen 11 yıl içersinde yapılarımızın depreme karşı güvenliğini sağlama konusunda pek bir şey yapmadığımızı göstermektedir. İMO İzmir Şubesi Bülteni - www.imoizmir.org.tr 7-8 Aralık 2009 tarihinde gerçekleştirdiğimiz “İzmir’de Kuruluşlar Afet İçin Ne Yaptı” adlı sempozyumda da görüldüğü gibi, 1997 yılında İzmir’de yapılan RADİUS projesinin güncellenmesi çerçevesinde, 3 pilot bölgede 1490 binada gerçekleştirilen gözlemsel değerlendirmelerin sonucunda, inşaat kalitesinin çok düşük olduğu görülmüştür. Ne yazık ki; 1490 binanın inşaat kalitesi açısından; 674 adeti zayıf, 777’si orta ve sadece 39’u iyi niteliktedir. Ayni şekilde, İstanbul Büyükşehir Belediyesi ile Japonya Uluslar Arası İşbirliği Ajansı (JICA) ile ortaklaşa yürütüldüğü söylenen “”Deprem Risk Analiz Çalışması”nın sonuçları da bildiğimiz ve sıkça dile getirdiğimiz bir gerçeği tekrar ortaya çıkarmıştır. İstanbul’da yapılan bu çalışmada 6 ilçede 146 bin 987 binanın deprem riski taramasında, binaların % 30’unun depremde yıkılma riski taşıdığı ortaya çıkmıştır. Bu dağılım ilçeler arasında da çok tehlikeli farklılıkları da içermektedir. İstanbul Bahçelievler’deki 20 bin 424 binanın 15 bininin risk altında olduğu belirlenmiştir. Bu bölgedeki risk oranı %70 gibi çok büyük boyutta olmaktadır. Kocaeli Depremleri’nin felakete varan sonuçları, aradan 11 yıl geçtikten sonra iki büyük şehrimizde yapılan çalışmaların sonuçlarıyla değerlendirildiğinde, ne siyasi iktidarların ne de yerel yönetimlerin bu işi gerektiği gibi ciddiye almadıklarını veya hala almak istemediklerini göstermektedir. Tüm yapılanlar, deprem sonrası hamasi nutuklardan, timsah gözyaşlarından ve deprem sonrası “yara sarma” çalışmalarından öteye gidememiştir. 11 yılda ulusal düzeyde olası depremlere karşı esas ihtiyacımız olan, köklü, kalıcı ve zararı azaltıcı önlemler alınmamıştır. Bugün İstanbul, Ankara, İzmir, Adana, Mersin gibi aşırı göç alan şehirlerimizde konutların % 40’ı kaçak ya da ruhsatsızdır. Yapı kullanma izin belgesi baz alınırsa bu oran % 67’e çıkmaktadır. Bina stokunun % 10’unun ye- Eylül 2010 - 154 15 TMMOB İKK’dan nilenmesi, % 30’unun onarılması gerekmektedir. Konutların % 40’ı ise oturulabilir değildir. Değerli Basın Mensupları, 17 Ağustos Kocaeli Depremleri’nin bizlere kazandırdığı en önemli şeylerden birisi, yapılarımızın denetlenmesi gereği ve bu denetlemenin yapılabilmesi amacıyla çıkartılan “Yapı Denetim Yasası” dır. Yapıların sağlıklı ve denetimli yapılması açısından 4708 sayılı yasa çerçevesinde kurulmuş olan “Yapı Denetim Şirketleri”nin bu süreçte önemi ve sorumlulukları oldukça fazladır. Yapı denetiminin son düzenleme ile tüm ülkede uygulanır hale gelmesi bizler için sevindirici ve sürekli gündeme getirdiğimiz bir konudur. Ancak, yaptığımız incelemeler ve bizlere gelen şikayetler dikkate alındığında sistemde, nedeni nereden kaynaklanırsa kaynaklansın, önemli uygulama hataları olmaktadır. Bu ise sisteme olan güveni sarsmakta, eski denetimsiz durumun tekrar geri dönmesine neden oluşturmaktadır. Yapıların denetlenmesi sadece ticari bir işleyiş olarak değil “Kamusal” bir görev olarak görülmelidir. Bu açıdan Bayındırlık Bakanlığı’nca, yapıların denetlenme sürecinde, meslek odalarımızın yer almasının ve görevlendirilmesinin yasallaştırılması gerekmektedir. Aksi durumda piyasa şartlarına bağlı olarak giden bu süreçte, çeşitli biçimlerle yasal olmayan kırımlar yaygın olarak yapılmakta, sonuçta sağlıklı bir denetim gerçekleşememektedir. Kırımların ve onun sonucu olarak denetimin olması gereken boyutta gerçekleşememesinin engellenebilmesi, sistemde meslek odalarımızın yer almasının sağlanmasıyla mümkün olabilecektir. Değerli Basın Mensupları, 17 Ağustosların bir daha yaşanmaması için; • Yerleşme ve yapılaşma süreçleri yeniden düzenlenmeli, imar ve yapı sistemi risk yönetimini içerecek biçimde yenilenmelidir. • Kentsel ve kırsal yerleşim alanlarında jeolojik risk faktörlerine dayalı planlama anlayışı geliştirilmeli • Ülkemizin jeolojik gerçekliğine uygun bir deprem stratejik planı hazırlanmalıdır. • Kentlerimizin ve yapılarımızın depreme karşı dayanıklılığını artırmak her şeyden önce bir devlet politikası olarak ele alınmalı ve hayata geçirilmelidir. • Ülkemizde yapı sektörü politik çıkarlardan uzak teknik ve bilimsel boyutuyla ele alınmalıdır. Siyasi iktidarların sırf seçilme gayesiyle sıklıkla gündeme getirdikleri “imar afları” artık kesinlikle gündemden düşürülmeli ve insanlarımıza gelecekte çıkabilecek bir affın umudu veya düşüncesi verilmemelidir. 16 Eylül 2010 - 154 • Her il için “Afet Riskini Azaltma Eylem Planı” hazırlanmalı ve bunların ulusal düzeyde koordinasyonu sağlanabilmelidir. • Deprem riskinin yüksek olduğu illerimizden başlamak üzere, yapı envanteri çalışmalarına önem verilmeli, bu çalışmalar için gerekli kaynak mutlaka yaratılmalıdır. • Yerel yönetimler, inşaatların başlamasından önce vatandaştan aldıkları otopark, kanal ve su bağlantı vb. bedelleri yapım süreci tamamlandıktan sonra, oturma raporu aşamasında almalıdır. Önceden alınan bu bedeller başlangıç sürecinde önemli bir düzeyde olup, özellikle dar gelirli vatandaşlarımızı kaçak yapı yapmaya itmektedir. • Şehir içindeki tüm köprü ve sanat yapıları yeniden gözden geçirilerek depreme karşı dayanım testlerinin yapılması gerekmektedir. • Deprem riskinin büyük olduğu illerimizde, “2007 Deprem Yönetmeliği” öncesi yapılan tüm yapılar belli bir plan çerçevesinde gözden geçirilerek güçlendirilmeli veya yenilenmelidir. • Halkın bilgilendirilmesi ve bilinçlendirilmesi faaliyetleri yerel yönetimlerce programlanarak, üniversiteler, meslek odaları ve sivil toplum kuruluşlarının eğitim ve bilgilendirme süreçlerinde desteği sağlanmalıdır. • Gerçekte en önemli sorumluluk, bina alacak olan insanlarımızda olmaktadır. Bu anlamda iyi ve bilinçli bir tüketici olmak bu işin özünü oluşturmaktadır. Görsel ve yazılı basınımıza da yapım sürecinde son tüketici olan insanlarımızın bilgilendirilmesinde ve onların sorgulayıcı olmasını sağlamasında da önemli görevler düşmektedir. Değerli Basın Mensupları, Her 17 Ağustosta söylediklerimiz ve yazdıklarımızın artık sona ermesini, siyasal iktidarlarca ve yerel yönetimlerce dikkate alınmasını istiyoruz. Bu ülkenin insanlarına karşı sorumluluğu olan biz mühendis ve mimarların, yaşanacak deprem felaketlerinde meydana gelebilecek can ve mal kayıplarını en aza indirecek bilgi ve birikimlerine önem verilmesini, dikkate alınmasını istiyor ve bıkmadan dile getiriyoruz. TMMOB ve bağlı odaları 17 Ağustos acılarının benzerlerinin yaşanmaması için bu konudaki haklı ve inançlı tavrını ayni kararlılıkla sürdürecektir. TMMOB İKK’dan 12 EYLÜL ANAYASASINA DA DEVAMI OLAN AKP ANAYASASINA DA HAYIR 12 Eylül 2010 tarihinde yapılacak olan Anayasa Değişikliği Referandumu ile ilgili TMMOB İzmir İl Koordinasyon Kurulu tarafından 12 Ağustos 2010 tarihinde yapılan basın açıklaması Değerli Basın Emekçileri, Ülkemizin gündeminde 1984 Özal döneminden başlayarak bugüne kadar 16 kez yapılan değişiklikle 89 maddesi değiştirilen 12 Eylül Anayasasında AKP tarafından yapılan değişikliklerin oylanacağı Anayasa Değişikliği Referandumu vardır. TMMOB 27-30 Mayıs tarihlerinde gerçekleştirdiği 41 Olağan Genel Kurulu’nda konuyu ele almış ve görüşlerini sonuç bildirgesinde aşağıdaki şekilde somutlaştırmıştır. ‘’Ülkemiz, yukarıdan aşağıya bürokratik dönüşümler, aşağıdan yukarıya cemaat-tarikat ağlarıyla kuşatılmaktadır. Siyasi iktidar, her geçen gün anti demokratik öğeleri biraz daha kökleştirmektedir. Bu kapsamda son yıllarda siyasal gündemlerin önemli bir başlığı, yapılmak istenen anayasa değişiklikleri olmuştur. Süreç içerisinde anayasada birçok değişiklik yapılmıştır. Ancak bu değişiklikler de 12 Eylül hukukunun ve karanlılığının ülkemiz üzerinden kalkmasına olanak sağlamamıştır. Yapılacak değişiklikler de 12 Eylül Anayasasının gerici faşist niteliğini değiştirmeyecektir. Anayasa değişiklikleri AKP iktidarının mutlaklaştırılması ve kamu varlıkları ve ülke kaynaklarının pazarlanması ve satışının önündeki hukuki engellerin kaldırılmasını amaçlamaktadır. Öncelikli olarak biz, “12 Eylül Anayasasına hayır” derken, tuzağa düşmeksizin “Siyasal iktidarın çıkar ve hedefleri doğrultusunda hazırlanan anayasa değişikliklerine de hayır” diyoruz. Ülkemizde darbe-demokrasi ikilemi yaratılarak neo-liberal değişim sürecinin üstü örtülmektedir. Sistemin yeni düzene uyum sağlayamayan eski kalıntılarının tasfiye operasyonu, derin devlete, darbecilere karşı demokrasi zaferi gibi gösterilmektedir. Oysa darbecilikle mücadele 12 Eylül sistemi ile mücadeledir. Gericileşme, neo-liberal politikalar, küresel kapitalizmin güç merkezlerinin güdümünde bir Türkiye, 12 Eylül düzeninin bir sonucudur. Bu düzenle hesaplaşmadan darbecilikle, darbecilerle hesaplaşılamaz. 12 Eylül Anayasasına da, onun bir devamı olan AKP anayasasına da “HAYIR” diyoruz. Eşitlikçi, özgürlükçü bir anayasa ancak demokratik katılımın bütün kanalları açılarak yapılabilir. Demokratik katılım olanaklarının önünü açmak üzere başta yüzde onluk seçim barajı, siyasi partiler ve seçim yasaları olmak üzere toplumun siyaset yapma olanaklarını engelleyen tüm yasaların değiştirilmesi için bugüne kadar olduğu gibi bundan sonra da mücadele edeceğiz.’’ Basın emekçileri değerli dostlar, Bir anayasa, bu anayasayı hazırlayanların sivil olması nedeniyle sivil ve demokratik olmaz. Önemli olan içeriğindeki sivil ve demokratik anlayıştır. Biz; -Anayasa değişikliklerinin toplumsal mutabakat aranmaksızın gerçekleştirilmesi nedeniyle anayasa değişikliğine hayır diyoruz, İMO İzmir Şubesi Bülteni - www.imoizmir.org.tr -AKP’nin yaptığı anayasa değişikliklerinin demokratikleşme yolunda bir adım olmadığı için bu anayasa değişikliğine hayır diyoruz, -AKP’nin Anayasa Mahkemesi ve Hakimler Savcılar Yüksek Kurulunda yapılacak değişliklerle bağımsız yargının yerine kendilerine sadık yargı oluşturma çabalarını kabul etmediğimiz için hayır diyoruz, -Demokratik katılımın önündeki engelleri kaldırmadığı, siyasi partiler yasası değiştirilmediği, %10 seçim barajı kaldırılmadığı, dokunulmazlıklar kaldırılmadığı için hayır diyoruz, - Özelleştirme ve çevre davalarında hukuki olarak elimizi güçlendiren 125. Madde de yapılan değişiklikle yargının yerindelik denetimi yapmasının engellenmesi nedeniyle hayır diyoruz, -Kamu çalışanlarına toplu sözleşme getiriyoruz diyerek, grevli toplu sözleşmeli sendika hakkının önünü kestiği için hayır diyoruz, -Zaman aşımı nedeniyle işletilemiyecek olan geçici 15. Maddenin kaldırılmasının 12 Eylül askeri faşist darbesi ile hesaplaşma anlamında koca bir yalan olduğu için AKP Anayasasına hayır diyoruz. Anayasalar toplumsal mutabakat metinleridir, ortak yaşam belgeleridir. Bu nedenle de dayatmayla değil toplumsal uzlaşmayla hazırlanmalıdır. TMMOB, AKP’nin sürdürdüğü sahte demokrasi oyununu, demokrasi kavgası gibi gösterme hesaplarını bozmak üzere 12 Eylül 2010 da yapılacak Anayasa değişikliği referandumuna hayır çalışması yürütecektir. 13 Eylül 2010 gününden itibaren ise Türkiye’nin demokratikleşmesi hedefiyle, bir arada kardeşçe yaşama taleplerimizi, egemenlerin değil halkın taleplerini karşılayacak yeni ve demokratik bir anayasa istemlerimizi tüm emek ve demokrasi güçleri ile birlikte daha güçlü bir şekilde seslendireceğiz. TMMOB, 12 Eylül Anayasasının tümden değiştirilmesi, içinde sendikaların, meslek odalarının, ötekileştirilen halk kesimlerinin, farklı inanç mensuplarının, çevrecilerin, kadın ve gençlerin temsilcilerinin yer aldığı ’’yeni ve demokratik bir anayasa’’ için mücadelesine devam edecektir. TMMOB İzmir İl Koordinasyon Kurulu olarak 12 Eylül ürünü olan AKP’nin, kendi mutfağında, kendi ihtiyaçlarına göre hazırlayıp toplumun önüne sunduğu ve yasakçı 12 Eylül Anayasasının devamı niteliğinde olan ve 12 Eylül Anayasasının özüne dokunmayan, halkın ihtiyaçlarına cevap vermeyen, 12 Eylül Faşizmi ile hesaplaşmayan AKP Anayasası’na HAYIR diyoruz. Meslektaşlarımızı ve halkımızı AKP’nin Dikta Anayasasına HAYIR demeye davet ediyoruz. Kamuoyuna saygı ile duyurulur. Eylül 2010 - 154 17 Şubeden KONUTUNUZUN YAPI KULLANMA İZNİ VAR MI? Prof. Dr. Ömer Zafer ALKU Dokuz Eylül Üniversitesi, İnşaat Mühendisliği Bölümü 17 Ağustos 1999 Körfez Depreminde resmi kayıtlara göre 17.480 kişi öldü, 43.953 kişi yaralandı, 505 kişi ise sakat kaldı. 285.211 konut, 42.902 iş yeri hasar gördü. Ancak resmi olmayan bilgilere göre, Körfez Depreminin yarattığı hasarın kayıtlarda belirtilenden çok daha büyük boyutlarda olduğudur. Yaklaşık 50.000 kişinin öldüğü, 100.000 kişinin yaralandığı, 130.000 binanın yıkıldığı, 600.000 kişinin evsiz kaldığı söylenmektedir. 13 Mart 1992 Erzincan ve 1 Ekim 1995 Dinar depremlerinin hasar bilançosu bu manzaradan çok farklı değildir. Marmara’da, Doğu Anadolu’da, Ege Bölgesindeki binalarımızın durumu birbirinden çok farklı değildir. Bu nedenle Türkiye’nin neresinde olursa olsun orta büyüklükte bir depremde bile büyük hasar meydana geliyor. Neden? Çünkü ülkemizdeki konutların yaklaşık %40 nın inşaat yapım ruhsatı yok, %60 nın inşaat yapım ruhsatı var. İnşaat yapım ruhsatı olan binaların yaklaşık 2/3 ünün yapı kullanma izin belgesi yok. Yani yapılmış olan her 100 binadan ancak 20 sinin hem inşaat yapım ruhsatı hem de yapı kullanma izni bulunmaktadır. tık kolayca yapılabilmektedir. Ama hasta binanın tedavisi hem zaman alıcıdır, hem de belli bir maliyeti vardır. Bazen de çözüm ekonomik olmadığı için binanın yıkılıp yeniden yapılması tercih edilmektedir. Özellikle 1975-1995 yılları arasında mahalleler içinde yıkılıpta yeniden yapılan bugünkü önemli yapı stoğunu oluşturan binaların müteahhitliğini yapmış olan kişilerin genelde müteahhitlik zihniyetini yandaki fotoğraf en iyi şekilde göstermektedir. Aşağıdaki fotoğrafta birbirinin tıpatıp aynı olan iki blok görülmektedir. Bu iki blok kat karşılığı sözleşmesi ile bir blok mal sahibine, bir blok müteahhite ait olmak üzere inşa edilmiştir. Sizce yıkılan blok kime aittir? Ben müteahhitin demirden çimentodan çaldığını düşünmüyorum. Çünkü bu zihniyet çok gerilerde kaldı. Bir bloğun yıkılmış olmasının nedeni sadece yapım aşamasında işçiliğe gerektiği gibi özen gösterilmemiş ve küçük ama önemli hatalar yapılmış olmasındandır. Bu durum ne demektir? İnşaat yapım ruhsatı alınabilmesi için binaya ait mimari, taşıyıcı sistem (örneğin bina betonarme yapılacaksa statik-betonarme) projesi, sıhhi tesisat ve elektrik tesisatı projelerinin yapılarak ilgili belediyeye verilmesi gerekir. İnşaat yapım ruhsatı olmayan binaların ya projesi yoktur ya da projesi yönetmeliklere uygun yapılmadığı için onaylanmamıştır. İnşaat yapım ruhsatı olan ancak yapı kullanma izin belgesi olmayan binalar ise projelerine uygun şekilde yapılmadığı için yapı kullanma izni alamamıştır. Yani bu binalar ya proje yapım safhasında mühendislik hizmeti hiç almamış veya gerektiği gibi projesine uygun yapılmamıştır. Yapım safhasında bu binalar hiç mühendis yüzü görmediği için ustalar, mal sahibi veya müteahhitin yetersiz bilgisi ile inşa edilmiş ve halen de edilmektedir. Proje yapım ve inşaat yapım safhasında mühendislik hizmeti satın almasının bedeli bina maliyetinin yaklaşık %2-3 ü kadar tutmaktadır. Ama insanımız toplam inşaat maliyeti içinde küçük bir miktar olan bu bedeli teknik elemanımıza ödemek istememektedir. Bu ödeme yerine bu parayla ben temelimi yaparım zihniyeti ile hasta (güvenliği olmayan) bina yapımına başlamayı tercih etmektedir. Birçok insan hastalığında hastalığın tedavisi bugün ar18 Eylül 2010 - 154 Çünkü bu binaların statik-betonarme projeleri tamamen aynıdır. İnşaat yapım safhasında işçiliğe özen gösterilmemesinin ve bazı küçük eksikliklerin bedeli toplam inşaat maliyetinin yüzde birinin bile altındadır. O halde sağlam, güvenli, depremlerde hasar görmeyecek bir bina elde etmek için ne yapılmalıdır? Binanın toplam maliyetinin yaklaşık %3-4 civarındaki bir bedeli teknik elemanlara ödemeyi kabul ederek iyi bir projesi olan ve iyi bir şekilde teknik elemanca denetlenerek yapılacak olan bina yaptırmak gerekir. Binanın hastalığını ancak deprem ortaya çıkarmaktadır. Bu nedenle hasta bir konut sahibi olmamak için işin başlangıcında, düşünce safhasında iyi bir inşaat mühendisine başvurarak yola çıkınız. Şubeden DEPREM HASARLARININ AZALTILMASI Prof.Dr. Hikmet Hüseyin ÇATAL Dokuz Eylül Üniversitesi, İnşaat Mühendisliği Bölümü Günümüzde, pozitif bilimin, çağdaş gelişim süreci içerisinde ulaştığı aşamada depremlerin oluş nedenleri sağlıklı biçimde ortaya konulabilmekte, ülkemiz topraklarının hemen hemen neredeyse tamamının deprem kuşağı üzerinde olduğu bilinmektedir. Buna karşın, ülkemizde oluşan depremlerde yapıların büyük bir kısmı göçmekte, çok sayıda can ve mal kaybı meydana gelmektedir. Yakın geçmişte meydana gelen depremler nedeniyle oluşan can, mal ve işgücü kayıplarının, gelişmiş diğer ülkelerde oluşan bu büyüklükteki depremlerin yarattığı kayıplara oranla oldukça yüksek olduğu görülmektedir. Bu oranlama bile ülkemizdeki yapı stoğunun, depremlere ne denli hazırlıksız olduğunun bir göstergesi olarak karşımıza çıkmaktadır. Deprem etkileri nedeniyle oluşan yapısal hasarlar, yapıların inşası yada sonrasındaki denetimsizlik nedeniyle de ortaya çıkmaktadır. Özellikle betonarme taşıyıcılı yapıların inşası sırasında, projesine uygun donatı ve beton yerleştirilmesinin, taşıyıcı elemanların en kesit ayrıtlarının ve beton dayanımının denetlenmesi gerekmektedir. Bu denetim, ülkemizde pilot olarak seçilen 19 ilde yapı denetim firmaları tarafından yerine getirilmekte iken, 13 Temmuz 2010 gün ve 27640 sayılı Resmi Gazete’de yayınlanan son yasal düzenleme ile, 2011 yılının başından itibaren, 4708 sayılı yapı denetimi hakkındaki kanunun bütün illerde uygulanması kararlaştırılmıştır. Bu uygulama, imalat aşamasındaki denetimin sağlıklı yürümesine yardımcı olabilir. Yapıların tamamlanıp, yapı kullanma izin belgeleri alındıktan sonra, yapısal davranışı olumsuz etkileyecek değişikliklere izin verilmemeli bu tadilatlar,sıkı bir denetime tabi olmalıdır. 1 Ocak 1995 Dinar depreminde, betonarme taşıyıcılı hasar görmüş pek çok yapıda, sonradan kolonların, özellikle depremin ilk birkaç saniyesi içerisinde yatay rijitliğine katkı koyan bölme duvarların kaldırıldığı gözlemlenmiştir . Ülkemiz koşullarına bağlı olarak, deprem nedeniyle oluşan yapısal hasarları en aza indirgemek amacıyla aşağıdakiler önerilebilir: 1. İmara açılacak yeni yerleşim bölgeleri, şehir bölge planlama esasları da gözetilerek, deprem riskini azaltacak zeminler üzerindeki yöreler olmalıdır. 2. Yapı stoğunun büyük bir kısmını oluşturan betoİMO İzmir Şubesi Bülteni - www.imoizmir.org.tr narme taşıyıcılı yapıların imalatında, ülke çapında elle beton dökümü yerine, kaliteli, denetim mekanizmaları olan hazır beton kullanımı özendirilmeli, donatı sıklaştırılması, beton dökümünden sonra korunmasına özen gösterilmelidir. 3. Kırsal kesimde, yöre halkının depreme dayanıklı bina yapımı konusunda bilgi ve becerisi arttırılmalıdır. 4. Yerel yönetimler tarafından, halkı deprem konusunda bilinçlendirmeye yönelik etkinlikler yapılmalıdır. 5. Meslek odaları tarafından düzenlenecek seminerler ve bilimsel etkinliklerle, depreme dayanıklı yapı tasarımı ve imalatı konusundaki bilgiler güncellenmelidir. 6. Yapılarda, kaliteli, standartlara uygun yapı malzemelerinin kullanımı zorunlu hale getirilmeli ve yapı kullanma izin belgeleri düzenlenmeden önce mutlaka yerinde denetim yapılmalıdır. 7. Konut, işyeri, bina vs. alımı sırasında, diğer unsurlarla birlikte, taşıyıcı sistemin, deprem güvenliği açısından yeterliliğinin sorgulanması konusunda tüketici bilinçlendirilmeli, tüketicinin bu aşamada, inşaat mühendisine danışması için mekanizmalar üretilerek, geliştirilmelidir. 8. Yerleşimin yoğun olduğu, büyük kentler başta olmak üzere, yapıların güçlendirme çalışmalarına yön verecek mevcut yapı stoğunun çıkartılması için, yerel yönetimlerin, meslek odaları, kamu kurum ve kuruluşları ile işbirliği içerisinde çalışmalar yapması; güçlendirilmesi gereken yapı sahiplerine, uzun vadede geri ödemeli maddi kaynaklar sağlanmalıdır. 9. Olası bir depremden sonra, arama, kurtarma ve barınma gibi acil gereksinimlerin koordinasyonunu sağlamak amacıyla, yetkili ve yeterli kişilerden oluşmuş yerel komiteler deprem öncesinden kurulmalıdır. Büyük bir bölümü aktif deprem kuşağı üzerinde olan ülkemizde, olası deprem hasarlarını, can ve mal kayıplarını en aza indirgemek,depremlerde hasar görmeyecek yapıların üretilmesi bilincinin yaygınlaştırılmak hepimizin görevi olmalıdır. Eylül 2010 - 154 19 Şubeden 17 AĞUSTOS 1999’dan 17 AĞUSTOS 2010’a veya KOCAELİ DEPREMİ’NDEN BUGÜNE Prof. Dr. Serap Kahraman Dokuz Eylül Üniversitesi, İnşaat Mühendisliği Bölümü İnsanlara, doğal çevreye, altyapı tesislerine, ekonomik yapıya verdikleri tahribattan ötürü deprem, taşkın, heyelan, fırtına gibi doğal olaylar “afet” olarak nitelendirilirler. Özellikle gelişmekte olan ülkelerde, afetlerin altyapı tesislerine ve ekonomik yapıya verdikleri zarar ekonomik krizlere dahi neden olabilir. 17 Ağustos 1999’da İzmir’de de güçlü bir şekilde hissettiğimiz 7,5 büyüklüğündeki Kocaeli Depremi’nde yaklaşık yirmi bin kişi hayatını kaybetmiş, yüzlerce insan sakatlanmış, 600 000 kişi evini kaybetmiştir. Deprem sonucunda ülke ekonomisi ciddi bir yara almıştır. Ekonomik kayıp 26 Milyar Dolar civarındadır. Depremden 16 Milyon civarında insanın farklı boyutlarda etkilendiği tahmin edilmektedir. Aradan geçen on bir yılda depremin neden olduğu sorunların tamamının çözüldüğünü söylemek mümkün değildir. Son on bir yılda aynı büyüklükte olmasa da çok sayıda deprem olmuştur. Bu depremlerde de çok sayıda insan yaşamını yitirmiş, evlerini kaybetmiştir. Afetler konusunda istatistik ve arşiv çalışmaları yapan Afet Epidemiyolojisi Araştırma Merkezi ve Birleşmiş Milletler Afetlerin Azaltılması Uluslararası Sekretaryası tarafından yapılan ortak açıklamada, son on yılda meydana gelen doğal afetler arasında depremlerin en fazla can kaybına neden olduğu belirtilmektedir. Gerek can kaybı, gerekse de ekonomik kaybın büyük olduğu 1999 Kocaeli Depremi’nden bu yana geçen on bir yıl içinde deprem kayıplarının azaltılması ile ilgili çok sayıda çalışma gerçekleştirilmiştir. Ancak yapı üretimi çok sayıda bileşene sahiptir. Siz mühendis olarak iyi bir proje yapmış olabilirsiniz. Yapım süreci de gerçekten denetlenmiş olabilir. Böyle bir binayı insanların kullanımına sunduğunuzda içinizin rahat olması gerekir. Ancak TADİLAT alışkanlıklarının kapsamı ülkemizde çok geniştir. Komşunuzun dairesinden gelen seslerin asıl nedenini asla bilemezsiniz. Neler yapıyor olabilir? Olasılıklardan sadece bir kısmı: a) Kolonları kesiyor, b) Perde duvarların bir kısmını kaldırıyor, c) Bölme duvarları kaldırıyor, d) Balkonların içeri alıyor, e) Kat – teras kat ekliyor,… Yaşamayı gerçekten seviyor muyuz? Sağlıklı yaşamak için neler yaparız? Özellikle televizyonda sabah kuşağında sağlık ile ilgili çok izlenen programlar var. Çok karmaşık olabilecek konuları oldukça anlaşılır hale getirebiliyorlar. En ufak bir sağlık problemimiz olduğunda yaşam kalitemiz bozuluyor. Yukarıda anlattığımız tadilatlardan bir kısmını yaptığımızda, yapılmasına engel olmadığı20 Eylül 2010 - 154 mızda da yapımızın sağlığı bozuluyor. Bunun anlaşılması/aşılmas bir eğitim ve denetim sorunudur. Tadilat sürecinin denetim altına alınması gerekir. Dış görünüm ile ilgili bağlayıcı çok sayıda kural varken, içeride yapılanlar için aynı şeyi söylemek zordur. Depreme dayanıklı evler, okullar, hastaneler, köprüler, viyadükler nasıl yapılır? Hangi malzemeler kullanılır? Yapı süreçleri nasıl denetlenir? Bu soruların hepsinin yanıtı bellidir. İnsanlar binlerce yıldır yapı üretiyorlar. Bir binanın yıkılma nedenleri de sürpriz değildir. Usulüne uygun üretilmiş, projesi Deprem Yönetmeliği’ne göre yapılmış, yapım sürecinde yeterli mühendislik hizmeti görmüş binaların deprem performanslarının iyi olacağından hiçbirimizin kuşku duymaması gerekir. Nüfusun yarıdan fazlasının kentlerde yaşadığı 21. yüzyılda, kent yaşamında nüfus yoğunluğunun yüksek olması, toplu halde bulunulan mekanların fazla olması gibi etkenler, afetlere karşı daha korunmasız kalınması sonucunu doğurmaktadır. Kişilerin günlük ihtiyaçlarını karşılamakta bile oldukça karmaşık sorunlarla yüz yüze geldikleri yaşam koşullarında, özellikle kamusal, sivil ve profesyonel araçların gelişkin olmadığı ülkelerde afetlerin verdiği zararlara karşı koyma yeteneği oldukça sınırlı kalmaktadır. Afet sorunlarına yalnızca mühendislik çözümleri ile yaklaşmak yerine, acil durumlara karşılık verebilme yeteneğinin geliştirilmesiyle daha uygulanabilir çözümler üretmek mümkün olabilmektedir. Bu nedenle, afet yönetimi programları ve afet hazırlık stratejileri üretmek, ülkemiz açısından da son derece önem taşımaktadır. Deprem zararlarını mümkün olan en alt düzeye çekilebilmesi için alınması gereken önlemler uzun ve kısa vadeli olarak tanımlanabilir. Uzun vadeli çözümler toplumun afet sonrası davranışlar konusunda eğitilmesi ve bilinçlendirilmesi, afetler konusunda veri bankalarının oluşturulması, afet planlamalarını yapılması olarak tanımlanabilir. Kısa vadeli çözümler ise, alternatif su kaynaklarının belirlenmesi ve geliştirilmesi, doğalgaz dağıtım ve elektrik dağıtım şebekelerine sismik etkilere duyarlı açma-kapama sistemlerinin eklenmesi gibi önlemler olarak tanımlanabilir. Gözardı edilmemesi gereken en önemli husus, uzun ve kısa vadeli çözüm önerilerinin birbirini destekler şekilde yürütülmesi gerekliliğidir. Bir yandan deprem dayanıklı yapılar üretirken diğer yandan da başımıza gelebilecek afetlere hazırlıklı olabilirsek güçlü/uygulanabilir/sürdürülebilir bir afet yönetimi programımız varsa büyük depremleri bile en az kayıpla atlatabileceğimize güvenebiliriz. Şubeden DEPREM ve YAPI DENETİMİ Şefika Seyhan HAS İMO İzmir Şubesi Yönetim Kurulu Üyesi 17 Ağustos 1999 Marmara depreminin ardından on bir yıl geçti. Yeryüzünün en aktif deprem kuşaklarından birinde bulunan topraklarımızın yüzde 92’si deprem bölgelerinde bulunmakta olup nüfusumuzun da yüzde 98’i bu bölgelerde yaşamaktadır. Hepimizin bildiği gibi Türkiye’nin çeşitli bölgelerinde birçok deprem oldu ve büyük acılar yaşandı. Başbakanlık kriz yönetim merkezinden alınan bilgilere göre en fazla can kaybı olan depremleri sıralarsak; Yer Yıl Büyüklüğü Can Kaybı Sayısı Yaralı Sayısı Varto Gediz Lice Erzurum Marmara Bolu (Düzce) 1966 1970 1975 1983 1999 1999 6,9 7,2 6,9 6,8 7,4 7,2 2394 1086 2385 1155 17127 845 1489 1260 3339 1142 43953 4948 • Sağlam yapılmayan yapının çökmesi halinde aynı değerde bir yapı yapılarak yapan kişi tarafından mal sahibine verilecektir. • Mal sahibinin kendisi veya çocuğu, yıkılan binanın altında kalıp ölürse yapımcı idam edilecektir. Şeklindedir. Tabii ki bu kadar şiddetli yasaları günümüze uyarlamak mümkün değil, ancak depremde yıkılan binaların baş sorumlusunun da yetersiz denetim olduğu unutulmamalıdır. Yapı Denetimlerin görevleri Hammurabi Yasaları titizliğinde olmak zorundadır.Çünkü, yapıların inşası sırasında yapılan en küçük bir yanlışlığı deprem bulup ortaya çıkarmakta, binanın taşıyıcı sistemine hasar vermekte, göçmesine bile neden olabilmektedir. Bu nedenle depremin affetmeyeceği gerçeğini unutmamalıyız. 17 Ağustos 1999 tarihinde Marmara ve 12 Kasım 1999 tarihinde de Bolu Düzce de yaşanan depremler sonrasında meydana gelen can ve mal kayıplarının denetimsiz yapılaşmadan olduğunu bir kez daha hatırlayalım. Uzun yıllardır yürürlükte olan İmar Kanunu ve birçok kanun hükümlerine rağmen uygulamada etkili bir yapı denetimi sağlanamamış, yoğun kaçak yapılaşma ülkemizdeki deprem ve diğer afet risklerini her geçen gün daha da arttırmıştır. Bu nedenle,Yapıların denetimiyle ilgili olarak çıkartılan 595 sayılı Yapı Denetimi Hakkında Kanun Hükmünde Kararnamenin iptalinden sonra 13 Ağustos 2001 tarihinde 4708 sayılı Yapı Denetimi hakkında kanun çıkarılmış ve 19 pilot ilde uygulamaya başlanılmıştır. 3194 sayılı İmar Kanunu ile ilgili yönetmeliklerin hükümleriyle getirilen denetim faaliyetlerinin uygulamada yapılmadığı ve kanunun yetersiz kaldığı gerçeğini hepimiz biliyoruz. Ne yazık ki Ülkemizde, Yapı Denetimi konusunda istenilen olumlu gelişme sağlanmamıştır. Yasadaki yetersizlikler, yapı denetim şirketlerinin ve ücretli çalışan mühendislerin sorunları halen çözülememiştir. Bu durum yapı denetim uygulamasından vazgeçelim anlamı taşımamaktadır. Yapı denetimi doğrudan insan hayatı ile ilgilidir. Yapı Denetimini yaygınlaştırmak ve istenilen seviyeye yükseltmek hepimizin ortak amacı olmalıdır. M.Ö. 2000 yıllarında Hammurabi tarafından yazılan yapım yasalarından birkaçı: Yapı Denetimi doğru ve sağlıklı uygulanırsa ülkemiz için büyük bir kazanım olacaktır. İMO İzmir Şubesi Bülteni - www.imoizmir.org.tr Eylül 2010 - 154 21 Şubeden DEPREM, YANGIN ve YAPI GÜVENLİĞİ’NE FARKLI BİR YAKLAŞIM Hülya ALTUN İMO İzmir Şubesi Yönetim Kurulu Üyesi Depremlerin kaçınılmaz doğa olayları olduğunu, ancak deprem zararlarını azaltmanın mümkün olabileceğini görebilmemiz çok önemlidir. Bu düşünceden hareketle, deprem öncesinde, özellikle konut binalarının deprem güvenliğinin sağlanması açısından, imar planlarının öngördüğü bölgelere konutların inşa edilmesi, yasal olmayan şekilde ruhsatsız kat ilavesinin veya tadilatın yapılmaması büyük önem taşımaktadır. Konutların deprem yönetmeliğine uygun inşa edilip edilmediğinin araştırılması açısından ilgili Belediye, İnşaat Mühendisleri Odası veya yapı denetim kuruluşlarından teknik bilgi ve danışmanlık alınması da ayrıca önemlidir. Depreme karşı konutların güvenliğinin sorgulanması, deprem sırasında oluşabilecek yangın gibi faktörlerin de dikkate alınması ve bu doğrultuda gerekli planlamanın yapılması gerekmektedir. Bilindiği gibi, yasal mevzuat gereğince, konut bölgelerinde, binaların zemin katlarında günlük ticarete yönelik bakkal, kasap, manav, terzihane, kuaför vb. türde işyerleri yapılabilirken, deprem sırasında yüksek yangın riski oluşturan ekmek fırınları yapıl(a)mamaktadır. Depremde yangın riskinin azaltılması bakımından doğru bir uygulamadır bu. Ne var ki, özellikle büyük kentlerimizde zemin katların fırın, üst katların konut olduğu apartmanlara sıkça rastlanmaktadır. Peki imar planlarında konut bölgesi olarak belirlenen yerlerde, fırın yapılamıyor ise, mevcut fırınların yaklaşık %75’i nasıl oluyor da apartman alt katlarında faaliyet gösteriyor! müştemilatına tahsis edilir” hükmü getirilmiştir. Bu yönetmelikte yer alan Ek-10/A maddesi, 06/05/2003 tarih ve 25100 sayılı değişiklik ile yürürlükten kaldırılmış olup, fırınların sağlaması gereken teknik koşullar yürürlükten kaldırılarak, apartman altlarında fırın işletmenin yolunu açan bu uygulamaya karşı Türkiye Fırıncılar Federasyonu, Sağlık Bakanlığına karşı dava açmış (Danıştay Sekizinci Daire Karar No:2004-4050, Esas No: 2003-3171) ancak açılan dava, süre aşımı nedeniyle reddedilmiştir. Dolayısı ile 1998-2003 döneminde ruhsat verilen bütün fırınların ayrık nizamda müstakil binalarda bulunduğunu, ancak 2003’ten günümüze kadar, apartman altlarında fırınların faaliyet göstermesine yasal bir engel bulunmadığını belirtebiliriz. Fırınlara ilişkin yeni bir yasal düzenlemede ise; 25 Temmuz 2010 tarih ve 27652 sayılı Resmi Gazete ile yürürlüğe giren İşyeri Açma ve Çalıştırma Yönetmeliğinde Değişikli Yapılmasına Dair Yönetmeliğin Madde/1/1 ile: “Büyükşehir belediyesi ile nüfusu 100.000’i geçen belediye sınırları içinde açılacak ekmek fırınlarının bu amaca tahsisli ayrık nizamda müstakil binalarda açılmış olması (Ancak, alışveriş merkezleri içinde bulunan 1000 m2 ve üstü alana sahip hipermarket, süpermarket, grossmarket ve megamarket gibi adlarla açılan işyerleri bünyesinde yer alan fırınlarda ayrık nizamda müstakil bina şartı aranmaz.)” hükmü getirilmiştir. Bunu kısaca özetlemek gerekirse; imar planlarında konut bölgeleri olarak belirlenen yerler dışındaki “Yönetici Merkez, Metropoliten aktivite merkezi vb” bölgelerde zemin katlar haricinde, üst katlar konut olabiliyor. Ancak fırınların sadece “konut bölgelerinde” yapılamadığı imar plan hükümlerinde belirtildiğinden, “Yönetici Merkez, Metropoliten aktivite merkezi vb” yerlerde yapılabileceği anlamı çıkıyor. Bu son düzenleme olumlu olmakla birlikte yeterli görülmemektedir. Belediyelerin Gayrı sıhhi müessese izni verirken, günlük ekmek üretim kapasitesine göre 1. sınıf, 2. sınıf, 3. sınıf Gsm sınıflandırmasına bağlı olarak mekan iç yüksekliği, brüt alan sınırı (400, 300, 250, 200 ve 100 m²) gibi koşulların yanında, imar durumu koşullarının belirlenmesine yönelik, yasal düzenlemelerin, imar yönetmeliklerinde yerini alması gerekmektedir. Gelelim fırınların yapılanma koşullarını belirten mevzuattaki değişime. Sağlık Bakanlığınca hazırlanarak, 09/07/1998 tarih ve 23397 sayılı Resmi Gazete ile yürürlüğe giren Gıda Üretim ve Satış Yerleri Hakkında Yönetmeliğin 3. maddesi ile fırınların taşıması gereken teknik ve hijyenik koşulları tarifleyen Ek-10/A maddesinin b bendinde “Fırınlar ayrık nizamda müstakil binalarda kurulur ve binanın tamamı sadece fırın Yazımızın başında belirtildiği gibi, yeni yapılacak fırınların ayrık nizamda, müstakil ve tüm katların bu amaca tahsis edilmiş olması şartının getirilmesi, gerek deprem anında oluşabilecek olumsuzluklara karşı, gerekse herhangi bir zamanda oluşabilecek yangın nedeniyle bina taşıyıcı sistemine vereceği zararlardan, can ve mal güvenliğinin korunması açısından oldukça önemli olduğunu belirtmek gerekmektedir. 22 Eylül 2010 - 154 Şubeden DEPREME KARŞI YENİ TEKNOLOJİLER Arslan KESKİN İnşaat Yüksek Mühendisi Bilim ve teknolojinin gelişmesiyle beraber yapıların depreme karşı performansını arttırmak amacıyla özel sistemler geliştirilmiştir. Son 30 yıl içinde hızlı bir şekilde kullanılmaya başlayan bu sistemlere deprem izolatörleri denilmektedir. İzolatörler, yapı tabanına yerleştirilerek yatayda esneklik sağlayan sistemlerdir. Bu esnekliği sayesinde yapı, deprem esnasında izolatör üzerinde hafif ve uzun periyotlu salınım yapar. Böylece izolatör, deprem enerjisinin büyük bir bölümünü sönümleyerek yapıya ulaşmasını engeller. Dolayısıyla yapıya intikal eden yıkıcı deprem etkisi yaklaşık 3 kat azalır. Günümüz deprem yönetmelikleriyle yapılan binalar, şiddetli depremlerde sadece can güvenliği sağlarken, izolatörlü yapılar aynı zamanda mal güvenliliğini de sağlamaktadır. Bu sistemlerle inşa edilen bir hastanede, deprem esnasında cerrahi müdahalenin kesintiye uğramadan devam ettirilmesi mümkündür. Dolayısıyla mevcut yönetmelik tasarımından daha ileri düzeyde bir tasarım söz konusudur. İzolatörlü bir yapıda depremden sonra iş kesintisini önlemiş, normal hayatın durmasının da önüne geçilmiş olunur. Özellikle depremden sonra acilen kullanılması gereken hastanelerde, acil yardım merkezlerinde, enerji dağıtım merkezlerinde, haberleşme merkezlerinde ve telekomünikasyon yapılarında kullanılır. Ayrıca izolatörler, nükleer santraller ve gaz depolama terminalleri gibi oluşacak hasarların büyük felaketlere sebep olacağı yapılarda kullanım alanı bulmuştur. Diğer yandan araştırma merkezleri, müzeler, tarihi yapılar gibi maddi ve manevi değere sahip yapılar ile mevcut yapıların güçlendirilmesinde kullanılmaktadır. Deprem izolatörleri ABD, Japonya, Yeni Zelanda başta olmak üzere, İtalya, Çin, İngiltere, Malezya, Meksika, Hindistan gibi bir çok ülkede deprem riskinin ortadan kaldırmak amacıyla 1980’li yıllardan beri aktif olarak kullanılmaktadır. Ülkemizde özellikle Marmara depreminden sonra bu sistemler önem kazanmıştır ve ilk olarak Tarsus-Adana-Gaziantep otoyolu viyadüklerinde, daha sonra Bolu Viyadüğünde, Aliağa’da ki LNG depolarında ve İstanbul Atatürk Havalimanı Dış Hatlar Binasında kullanılmıştır. Son dönemde ise, Kocaeli Üniversitesi Eğitim ve Araştırma Hastanesinde, Tarabya Oteli ve Antalya Havalimanı Dış Hatlar Terminalinin güçlendirmesinde, Erzurum Bölge EğiİMO İzmir Şubesi Bülteni - www.imoizmir.org.tr tim ve Araştırma Hastanesinde, Atatürk Viyadüğü ve Gülburnu Köprüsünde uygulanmıştır. Ayrıca henüz kullanılmaya başlamamış Ankara Büyükşehir Belediyesi Ego Genel Müdürlüğü Söğütözü Kongre ve Ticaret Merkezi ve Türk Ekonomi Bankası Genel Müdürlüğü binasında da deprem İzolatörleri kullanılarak tasarımları yapılmıştır. İzolatörlü yapıların depremleri hasarsız bir şekilde atlatmaları bu sistemlere olan güveni artırmış ve özellikle ABD, Japonya gibi yüksek deprem riskine sahip ülkelerde konutlarda da hızlı bir şekilde kullanılmaya başlanmıştır. Deprem izolatörleri elastomerik, kaymaya dayalı ve yay tipi olmak üzere 3 ana başlıkta toplanabilir. Depremin yıkıcı etkisini yok ederek yapıya esneklik sağlayan bu sistemler, yeni veya güçlendirme amaçlı eski yapılarda (betonarme, çelik, prefabrik, yığma) kullanılabilir. Fakat izolatörlü yapının izolatör seviyesinde deplasmanlar normal yapılara göre daha fazla olduğundan bitişik nizamlı yapılarda uygulanamaz. Elastomerik izolatör Kaymaya dayalı izolatör Yay tipi izolatör Normal yapılarda yapımından kaçınılan büyük galeri boşlukları, yüksek açıklıklar, iç ve dış mekanlarda kullanılan gevrek ve kırılgan dekorasyon araç-gereçleri izolatörlü yapılarda rahatlıkla uygulanabilmektedir.. Bir çok alanda olduğu gibi bu sistemlerde de dışa bağımlı olduğumuz için yapı maliyeti yaklaşık %5-%10 arasında artmaktadır. Fakat getirdiği olumlu etkiler göz önüne alındığında bu maliyetin önemli olmadığı görülmektedir. Topraklarının %66’sı, nüfusunun %70’i depremsellik bakımından en riskli bölgeler üzerinde yer alan ülkemizde, her yıl ortalama 4950 konut deprem afetinden dolayı yıkılmaktadır. Dolayısıyla yapılardaki deprem etkisini minimum seviyeye indiren ve milli servet kaybın önüne geçen bu sistemlerin araştırılması ve kullanım alanlarının yaygınlaştırılması, ayrıca deprem izolatörleriyle ilgili bir yönetmeliğin hazırlanarak yürürlüğe konulması bir elzemdir. Eylül 2010 - 154 23 Şubeden OLASI BİR DEPREMDE YÜZDE 30 DAHA AZ CAN VE MAL KAYBI İÇİN UYARI Birol BORA İnşaat Mühendisi Yaşlanan her şey yorulur, yıpranır, eski dayanımını yitirir. İnsan, uçak, yapı, hiç fark etmez… Zaman yıpratıcı özelliğinden vazgeçmez. İçinde yaşadığımız yapılar da zamanla dayanıklılığını yitirirler. Hele başlangıçtaki nitelik düşüklüğü bu eğilimi hızlandıracaktır. Betonarme yapılar beton ve inşaat demirinin ortak davranışı ile ayakta dururlar, depremlere dayanırlar. Beton tek başına iş görmez. Havanın nemi zamanla beton içindeki inşaat demirini paslandırır. 30-35 yaşındaki betonarme yapıları inceleyen laboratuar yetkilileri bu yapıların bir kısmında betonun içindeki inşaat demirinden eser kalmadığını, yalnızca pas izine rastlandığını gözlemlemektedirler. Bu olumsuz gerçeğe karşı demiri saran beton örtü tabakasının (paspayı) daha kalın tutulması ve betonun nem geçirmeyi aza indirgeyecek düzeyde kaliteli olması son dönemlerde yönetmeliklerle şart koşuldu. 1998 sonrası inşa edilen yapılar, hem bu özellikleri taşıdıkları için hem de yapı denetim şirketlerinin daha kaliteli denetimleri sayesinde depreme karşı daha güvenli yapılmaktadırlar. Deprem kavramına bilimsel yaklaşım ilk defa 1975 Afet Yönetmeliği ile oluşturulmuştur. Daha önceki yönetmelik çağdaş bilimsel gelişmeler ışığında bakıldığında tamamen yetersizdi. O yıllardaki beton imalatı ve yapı denetimindeki yetersizlikler göz önüne alındığında, 1975 öncesi inşa edilmiş yapıların ancak yıkılıp yenilenerek depreme dayanıklı hale getirilebileceği açıktır. 1975-1998 arasında yapılan yüz binlerce yapı, bir uzman mühendislik bürosu yönetiminde depreme dayanıklılığı araştırılarak (betondan numune alma, demir tespiti ve performans analizi) gerekirse ve ekonomik olacaksa yine uzman güçlendirme büroları aracılığı ile güçlendirilebilir. Bu uygulama, yurdumuzun milyarlarca dolarlık kaybını ve yüz binlerce yurttaşın can kaybını engelleyecektir. Ruhsatsız yapıların da güncel uygulamadan, yönetmelikten belirli ölçüde etkilendiğini göze alırsak, onları da bu zaman dilimleri kavramlarına oturtabiliriz. Olası bir felaketin boyutları bu şekilde yüzde 30 oranında azaltılabilir. Kocaeli depreminden sonra yurttaşların yapılarını denetlettirerek yaygın güçlendirme ortamına girmiş olmaları gerekirken, bugüne kadar yalnızca kamu binalarının bir kısmında bu uygulama gerçekleşmiştir. Güçlendirilen özel yapı, parmakla gösterilecek kadar azdır. Bunun nedeni değindiğimiz bilgilerin algılanamayışı, ‘kadercilik’ anlayışı, ekonomik yetersizlikler sarmalının oluşturduğu umursamazlıktır. Oysa güçlendirilen bir apartmanda bir daireye düşen pay, 24 Eylül 2010 - 154 dairenin mutfağının, banyosunun yenilenme giderleri civarında olabilir. Bankalar uzun vadeli denetim, uygulama kredileri verebilir.45-60 gün evden uzak kalınarak çözüm elde edilebilir. Televizyonlarda söyleşen bilim insanları, zemin yetersizliklerinden, olası depremin zamanından, şiddetinden, yönünden önce ‘Yurttaş yapını incelettir, dayanıklı ise korkusuz otur, zayıfsa güçlendir’ diyebilir. Belediye meclisleri, başkanları halkın bilinçlendirmesine sistematik biçimde katılabilirler, ’kent yenileme projelerine’ bu açıdan da yaklaşabilirler. Suskunluklarını kırabilirler. İmar ve İskân Bakanlığı uygulaması çok zor olan ‘Deprem Yönetmeliği’ Güçlendirme bölümüne uygulama kolaylıkları getirebilir, depreme karşı güçlendirme projelerine yol açabilir… On binlerce yapının bir anda güçlendirildiğini düşünürsek (afet öncesi, sonrası) depremde olası can ve mal kayıplarını en aza indirgememiz mümkün olabilecektir. Tekneler liman başkanlıklarından ‘seyre uygunluk’ belgesi almadan denize açılamazlar, evinde oturan insanın hayatı ve malı neden bu kadar ucuz olsun! Şubeden DEPREM – YAPILAR - CAN GÜVENLİĞİ Nurgül ATABAY İnşaat Mühendisi Deprem, ülkemizin bulunduğu coğrafyanın aktif deprem kuşağında yer almasından dolayı karşılaştığı doğal bir afettir. Türkiye’nin %92’si aktif deprem kuşağında yer almaktadır. Nasıl ki ülkemizde 4 mevsimi doğal olarak yaşıyoruz, soğuktan korunmak için önlemler alıyoruz, sıcaktan korunmak için önlemler alıyor ve yüzyıllardır bu şekilde yaşamımızı sürdürüyorsak, depremi de bu şekilde algılayıp hayatımızın bir parçası olarak kabul etmek zorundayız. YANİ DEPREMLE YAŞAMAYI öğrenmeliyiz. 17 Ağustos - 12 Kasım 1999 depremleri bize deprem denen doğal afetin ne kadar yıkıcı bir etkisi olduğunu bir kez daha göstermesinin ötesinde, hala depreme dayanıklı yapı üretemediğimizi de acı bir şekilde bizlere göstermiştir. Bu depremlerde yapıların hasar görmesinin ve göçmesinin ana nedeni yanlış taşıyıcı sistem tasarımı ve uygulama hatalarıdır. Yapısal projelendirme ve uygulama hatalarından kaynaklanan yıkımların önüne geçmek için; “DEPREME DAYANAKLI YAPILAR” yapmamız gerektiği sonucuna ulaşılmış ve yönetmelikler bu doğrultuda yeniden düzenlenmiştir. alanın depremsel özelliği, yerel zemin özellikleri, kullanılacak olan yapısal malzemeler, mimari tasarımın, taşıyıcı sistem tasarımının, elektrik tesisatı tasarımının ve sıhhi tesisat tasarımının bir bütün olarak ele alınması gerektiği sonucunu ortaya koymaktadır. Depreme dayanıklı bir yapı için tasarımda düşünülenle uygulama aynı olmalıdır ki, taşıyıcı sistem tasarlandığı gibi yapıyı ayakta tutabilsin. Konut olarak tasarlanan bir yapıyı iş merkezine dönüştürdüğünüzde gerçek projesinden uzaklaşmış olursunuz ve taşıyıcı sistem projelendirildiği gibi amaca hizmet etmeyecektir. Dış kuvvetlerdeki farklılıklar yapıya farklı etki edecek ve deprem esnasında yapı projelendirildiği gibi davranmayacaktır. Bu tür hatalardan kaçınmak gerektiğini amaca uygun projelendirmeler yapmak gerektiğini unutmamalıyız. Sonradan yapılan tadilatlarda (duvar kaldırmak-yeniden duvar örmek-pencere açmak vb.) yapının ne şekilde etkileneceğini ancak bir mühendisin görebileceğini unutmamalıyız. İnşaat mühendislerinin görevi ekonomik, uygulanabilirliği kolay ve aynı zamanda can güvenliği sağlayan yapılar üretmektir. Ancak ilk önce bunu herkesin talep etmesi gerekir. Unutmamalıyız ki “DEPREM ÖLDÜRMEZ SAĞLAM OLMAYAN YAPILAR ÖLDÜRÜR.’’ Depremlerde meydana gelen yapısal hasarlara 1- Deprem özellikleri 2- Yerel zemin koşulları 3- Yapı kalitesi olmak üzere üç faktör etki etmektedir Deprem özelliklerini: bölgenin depremselliği, deprem riski ve oluşabilecek deprem büyüklüğü, Yerel zemin koşullarını: zemin büyültme faktörü, zemin sıvılaşma potansiyeli, Hemen her deprem sonunda yapılan incelemelerde hasar gören yapılarda kötü tasarım, kötü işçilik ve beton dayanımlarının yetersiz olduğu gözlenmiştir. Bununla birlikte donatı detaylarında yapılan kusurlar da hasar oranını arttırmıştır. Dolayısıyla bina tasarımından bina üretimine kadar bütün uygulamaların kaliteli ve denetimli olması gerekmektedir. Mimari ve taşıyıcı sistem belirlenmesinde, bölgenin depremselliği göz önüne alınmalıdır. Tasarlanan yapının geometrisi, planı, taşıyıcı sistemi de depreme uygun olmalıdır. Daha başlangıçta mimari tasarımda yapılan hatalar, yanlış geometri seçimleri, estetik ve görünüş kaygıları nedeniyle yapıyı önemli ölçüde riske sokmaktadır. Oluşan bu riski de taşıyıcı elemanlarla gidermek mümkün olmamaktadır. Bu nedenle tasarım aşamasında bazı ilkelere uyulması da zorunlu olmaktadır. Yapının tasarım ve üretim aşamasında, inşaatın yapılacağı İMO İzmir Şubesi Bülteni - www.imoizmir.org.tr Prof. Dr. Ferruh KOCATAŞKIN Anısına BETON 8. ULUSAL Yapı kalitesini: depreme dayanıklı mimari ve taşıyıcı sistem tasarımı, kaliteli işçilik ve beton ile yapısal denetim oluşturmaktadır. KONGRESİ 1. DUYURU 5-6-7 Ekim 2011 / İZMİR Düzenleyen: TMMOB İNŞAAT MÜHENDİSLERİ ODASI İZMİR ŞUBESİ TMMOB İNŞAAT MÜHENDİSLERİ ODASI İSTANBUL ŞUBESİ Eylül 2010 - 154 25 Şubeden DEPREM SİGORTASINDAN YARARLANMAK Alim ŞADAN İnşaat Mühendisi Deprem hasarına karşı sigorta bulunup bulunmayışı ülkeden ülkeye büyük değişiklik gösterir. Sigortacı hesaplı bir tehlike olasılığını göğüslemeye alışkındır. Fakat deprem tehlikesi olasılığı bilinen kurallara uymaz. Tehlike olasılığı coğrafyaya dağılmış olmalıdır. Yeni Zelanda, Japonya ve ABD gibi çok sayıda ülkede, deprem tehlikesine karşı sigorta projeleri vardır. Genel olarak deprem hasarını karşılamanın maliyeti yüksektir. Sigortalının kendisinin karşılaması gereken önemli bir tazminat indirimi bulunur. ABD”de deprem sigortasını özel sigorta şirketleri yapmaktadır. Örneğin ev sahiplerinin 2005 yılında yaygın biçimde satın aldığı bir sigorta sözleşmesine göre, 250. 000 dolarlık tazminatın ev sahiplerine maliyeti, yıllık 500 dolar ve yüzde 15’e varan tazminat indirimidir. Ayrıca tsunamilere, toprak kaymalarına ve ille de depremlerle ilişkili olması gerekmeyen öteki yersel tehlikelere karşı da sigorta sözleşmeleri vardır. Ancak sigorta yaptıranlar deprem sigortasına ek bir madde koydurmadıkları zaman depremlerin yol açtığı yangın gibi ikincil hasarı sigorta kuruluşlarının dışta bırakmasına sık rastlanmaktadır. Kaliforniya”da sigorta ücreti binanın hangi bölgede bulunduğuna bağlıdır. 1984 yılında çıkarılan bir eyalet yasası sigorta şirketlerinin ev sigortası sözleşmelerinin ekinde depremi de sigorta kapsamına almalarını zorunlu yaptı. Eyalet sigorta ücretleri ile sigortanın karşılayacağı tazminatı “belirli bir sınıra dek” belirlemekle yetkilendirdiği Kaliforniya Deprem Yetkesi’yle denemeye girişti. Yinede ev sahiplerinin %80’i bu tür sigortaya girmediler; bunun nedeni önemli tazminat indirimi miktarıydı. İnşaatın türü, konutun bulunduğu bölge ve sigorta sözleşmesinin işlerlik kazanabilmesi için uğranması gereken hasar miktarı, karar vermeden önce hep değerlendirilmesi gereken etmenlerdir. (1999 yılında Kaliforniya Deprem Yetkesi’nin kentsel alan için uyguladığı olağan temel sigorta sözleşmesinin maliyeti: Yalnızca çıplak 194. 000 dolara sigortalanmış bir ev için yılda 729 dolardı. Ev eşyası için 25. 000 dolar ve geçim ödeneği olarak 10.000 dolar tazminat ödemeli, %10 tazminat indirimli ayrı bir sözleşmenin bedeli 281 dolardı. Deprem Yetkesi’nce belirlenmiş bu tür tarifeler, hangi deprem kuşağına uygulandığına bağlıdır. ) Ancak, çoğu özel deprem sigortaları pahalı ve tazminat indirimi yüksek olduğu için, ev sahipleri evlerini sigortalamaktan kaçınmaktadırlar. Ayrıca, deprem sigortası olmayan ev sahipleri de bir miktar tazminat alabilmektedirler. Çünkü sıradan ev sigortası sözleşmeleri adıyla tek tek saplanmış eşyalar için tazminat ödemesi içeriyordu. 1994 Northridge depremi. yaklaşık 12. 5 milyar dolar tazminat ile tarihin gördüğü büyük deprem sigortası zararına yol açtı. Deprem tehlikesinin Kaliforniya’yla benzerlik gösterdiği 26 Eylül 2010 - 154 Japonya’da, yerel sigortacılar adaları, deprem olma sıklığına ve hasarın derecesine göre, deprem kuşaklarına ayırmaktadırlar. Tokyo, Chiba, Kanagawa, ve Yokohama illerinden oluşan 5 bölge, tehlike düzeyi en yğksek bölge sayılmaktadır Her ne kadar deprem sigortası varsa da, yangın sigortasının bir uzantısı biçiminde sunulmaktadır ve çoğunlukla satın alınmaktadır. Tek tek ev sahipleri açısından, en yüksek tazminat ödemesi, yangına karşı ödenecek tazminatın %30’uyla sınırlandırılmıştır. Yeni Zelanda’da, yersarsıntısı ve yangın yanında toprak kayması gibi öteki yersel afetlere karşı devlet destekli bir tazminat ödeme sistemi vardır. Yasaya göre sigorta primlerini toplama sorumluluğu özel sigorta kuruluşlarında olup, . mülk sahipleri depremlerin yol açtığı zararın yüzde birini karşılamak zorundadır. Yeni Zelanda’daki bütün sigorta sözleşmeleri , otomobil sigortaları bile, bu deprem tazminatı ödemesini içermektedir. Avrupa için, sigorta olanağı ve sigorta maliyeti geneldeki düşük tehlike olasığını ve düşük talebi yansıtır. İngiltere’de geniş kapsamlı sözleşmeler genel prim ödemesiyle karşılanabilmektedir . Almanya, Hollanda, Belçika, , Norveç ve İsveç gibi ülkelerde deprem sigortası yoktur. Fransa’da sigorta genellikle bulunmamakla birlikte, sigortacılar yangın sigortasının bir uzantısı olarak sunabilmektedirler. İspanya ve İsviçre, genel sigorta sözleşmelerine deprem sigortasının katılmasını zorunlu tutmaktadır ve primler özel bir devlet fonuna ödenmektedir. İtalya’da, deprem sigortası, bir yangın sigortası sözleşmesine eklenebilir. Yunanistan’da, deprem sigortası yangın sigortasının dışında kaleme alınır. Portekiz’de deprem sigortası, yangın sözleşmesinin ekinde pazarlanmaktadır. Fiyatlandırmak amacı ile bölgelere ayrılmış, primler ülkenin güneyi ile batısında en yüksek, kuzeyi ile doğusu düşük bedeldedir. Kanada’nın bütün illerinde deprem sigortası, yangın sigorta sözleşmelerinin uzantısı olarak pazarlanmaktadır ve primler deprem bölgelerine göre değişmektedir. Avustralya’da, primler bina inşaatının değerinin her 1000 dolar için 2 dolar, içindekilerin her 1000 dolar için 5 dolar dolayındadır. Özel kuruluşların büyük ölçekli deprem kayıplarıyla baş edebilme yetileri sınırlıdır. Çözüm yollarından biri işe devletin el atmasıdır. Yeni Zelanda’daki gibi sigorta zorunluluğu getirilebilir. Kaliforniya, Nikaragua ve Guatemala’da, depremlerden sonra birkaç on yıl süresince yapıldığı gibi olağan üstü durum fonları yürürlüğe konabilir. Son olarak, unutmayalım ki, şu ya da bu sigortalama yöntemi, ne kadar iyi tasarlanıp uygulamaya konmuş olursa olsun, en iyi koşullarda kısa erimlidir. Hasar olasılığını azaltma önlemlerinin yerini tutamaz. Yeni binaların Şubeden tasarım ve yapımında en son bilgileri uygulamak, dayanıklılıklarını artırmak için eski binaların iyileştirilmesi bu önlemlerdendir. (1) Türkiye’de Uygulama, Zorunlu Deprem Sigortası Dask (Doğal Afet Sigortaları Kurumu) Hakkında Zorunlu Deprem Sigortası, genel anlamda, belediye sınırları içinde kalan meskenlere yönelik olarak oluşturulan bir sigorta sistemidir. 587 sayılı Zorunlu Deprem sigortasına İlişkin Kanun Hükmünde Kararnamenin ikinci maddesi hükmü gereğince kapsamda bulunan binalar şunlardır: • Tapuya kayıtlı ve özel mülkiyete tabi taşınmazlar üzerinde mesken olarak inşa edilmiş binalar, • 634 sayılı Kat Mülkiyeti Kanunu kapsamındaki bağımsız bölümler, • Bu binaların içinde yer alan ve ticarethane, büro ve benzeri amaçlarla kullanılan bağımsız bölümler, • Doğal afetler nedeniyle devlet tarafından yaptırılan veya verilen kredi ile yapılan meskenler. Yukarıdaki koşullara uyan, kat irtifakı tesis edilmiş binalar, tapuda henüz cins tashihi yapılmamış ve tapu kütüğünde vasfı “arsa vs.” olarak görünen binalar, tapu tahsisi henüz yapılmamış kooperatif evleri için de Zorunlu Deprem Sigortası yaptırılması gerekmektedir. Henüz bağımsız tapusu olmayan meskenlerin sigortası, sigorta ettirenin beyanına dayanarak ve arsa tapusuna ait bilgilerle yapılabilmektedir. 17 Ağustos 1999 tarihinde meydana gelen ve çok büyük can ve mal kaybına neden olan Kocaeli depremin- İMO İzmir Şubesi Bülteni - www.imoizmir.org.tr den sonra kamu otoritesince deprem zararlarının en aza indirilmesi amacıyla bir çok tedbir alınmıştır. Bu tedbirlerin en önemlilerinden birisi de Zorunlu Deprem Sigortası’na ilişkin düzenlemedir. 27. 08. 1999 tarih ve 4452 sayılı Doğal Afetlere Karşı Alınacak Önlemler ve Doğal Afetler Nedeniyle Doğan Zararların Giderilmesi İçin Yapılacak Düzenlemeler Hakkında Yetki Kanununun verdiği yetkiye dayanılarak hazırlanan 587 sayılı “Zorunlu Deprem Sigortasına Dair Kanun Hükmünde Kararname” 27. 12. 1999 tarih ve 23919 (mükerrer) sayılı Resmi Gazetede yayımlanarak yürürlüğe girmiştir. Söz konusu KHK ile 27 Eylül 2000 tarihinden itibaren kapsamdaki meskenler için deprem sigortası yaptırmak zorunlu hale getirilmiş olup bu sigortayı sunmak üzere kamu tüzel kişiliğini haiz Doğal Afet Sigortaları Kurumu (DASK) kurulmuştur. 9 aylık bir kuruluş sürecinin ardından DASK, öngörüldüğü şekilde 27 Eylül 2000 tarihinden itibaren teminat sunmaya başlamıştır. Halen 29 yetkili sigorta şirketi ve bu şirketlerin acenteleri DASK nam ve hesabına Zorunlu Deprem Sigortası yapmaktadır. Oluşturulan yeni sistem, kısa zamanda başarılı bir performans ortaya koymuş olup uluslararası kuruluşlar tarafından pek çok ülke için örnek uygulama olarak gösterilmektedir. (2) Kaynak Bilgiler: Depremler (Earthquakes Bruce A. Bolt Çeviri: Ülkün Tansel) 1 Doğal Afet Sigortaları Kurumu dask. gov. tr (2) Eylül 2010 - 154 27 İncelemeler KOLON-KİRİŞ BİRLEŞİMLERİNİN VE BİRLEŞİM BÖLGELERİNİN GÜÇLENDİRİLMESİNE YÖNELİK ÇALIŞMALAR İnş.Yük.Müh. Sadık Can GİRGİN İnş.Yük.Müh. İ.Serkan MISIR Yrd.Doç.Dr. Özgür ÖZÇELİK Prof.Dr. Serap KAHRAMAN Prof.Dr.Türkay BARAN Dokuz Eylül Üniversitesi, İnşaat Mühendisliği Bölümü 1. Giriş Yapı stokları büyük oranda betonarme yapılardan oluşan ülkelerde yaşanan büyük depremler, yapılarda birleşim bölgelerinde ağır hasar gözlendiğini ortaya çıkarmıştır. Özellikle kolon-kiriş birleşim bölgeleri ve birleşimlerinde, sismik etkiler altında aderans çözülmesine, kayma dayanımı yetersizliğine bağlı olarak gelişen gevrek hasar modları rapor edilmiştir. En sık rastlanan hasarlar arasında ilk sıralarda yer alan birleşim hasarları, yapıların yanal yük taşıma kapasitesini düşürmekte, hatta başlıca göçme sebebi olabilmektedir. Şekil 1’de Hindistan (2001) Depremi’nde bir yapıda kolonkiriş birleşimlerinde enine donatı eksikliğine bağlı olarak meydana gelen hasar görülmektedir [1]. bağlı olarak aderansın eksikliği, kolonlarda etriye sıklaştırmasının yapılmaması, kirişlerde boyuna donatıda yetersiz kenetlenme boyu uygulanması kolon-kiriş birleşim bölgelerinde gelişen hasarların başlıca sebeplerini oluşturmaktadır. Düşey yüklere göre tasarlanan bir yapının kolon-kiriş birleşim bölgelerinde uygulanan genel esaslar Şekil 2’de verilmiştir [2]. Şekil 2: 1970 öncesi inşa edilen yapıların tipik kolonkiriş birleşimi. Şekil 1: Hindistan (2001) Depreminde kolon-kiriş birleşiminde meydana gelen hasar. Düşey yüklere göre tasarımın esas alındığı 1970’li yıllardan önce inşa edilmiş betonarme yapılarda deprem hasarlarının kayma donatısının eksikliği ve kiriş boyuna donatılarının birleşime kancalı olarak ankre edilmesi gibi uygulamalar sonucunda ortaya çıktığı gözlenmiştir. Özellikle dış kolon-kiriş birleşimlerinde bu tür hasarlanma sık gözlenmektedir. Birleşime yakın kiriş ve kolon uç bölgelerinde düz yüzeyli donatı kullanımına 28 Eylül 2010 - 154 Sismik etkiler altındaki yapıların kolon-kiriş birleşimlerinin davranışı konusunda ABD, Yeni Zelanda, Japonya ve Çin’de 1970’li yıllarda gerçekleştirilen deneysel çalışmalar sonrası oluşturulan tasarım detayları modern yapı yönetmeliklerinde hızla yer almıştır [3]. Amerikan Beton Enstitüsü (ACI) ve Amerikan İnşaat Mühendisleri Konseyi (ASCE) tarafından 1976 yılında hazırlanan ACI 352R-76, ACI 352R02 yönetmeliklerine göre: kolon-kiriş birleşimi (birleşim paneli-düğüm noktası) çerçeve tarzı yapılarda iki yapısal elemanın birleşiminde yer alan, aynı zamanda kirişin de bir parçası olan kolona ait bir bölümdür. Kolon- kiriş birleşim bölgesi ise, birleşimle birlikte birleşimin komşuluğundaki kolon, kiriş ve döşemenin uç kısımlarını da kapsar [4]. Yeni Zelanda’da 1982 yılında yayınlanan NZS 3101 yönetmeliğinde de kolon-kiriş birleşimlerinin tasarımı ile ilgili koşullar yer almıştır. İncelemeler 2. Tasarım ilkeleri Kapasite tasarımı ilkeleri, modern yapı yönetmelikleri ile ortaya konan tasarım felsefesinin esasını oluşturmaktadır. Kapasite tasarımında esas, yapıdaki elemanların belirli bir hiyerarşik düzen içinde (plastik mafsal oluşum sırası) ve en fazla süneklik göstereceği eğilme kırılması modunda kapasitelerine ulaşmasının sağlanmasıdır. Bu çerçevede tasarım aşamasında [5]: Eğilme etkisi altında plastik deformasyon yapacak kesitlerin (plastik mafsalların) belirlenmesi, Taşıyıcı sistem elemanlarının güçlü kolon – zayıf kiriş mekanizmasının düzeninde boyutlandırılması, Gevrek davranış modlarına ait etkilerin (kesme etkileri) plastik mafsalların eğilme kapasiteleri ile uyumlu tanımlanması gerekmektedir. Ülkemizde uygulanan “Afet Bölgelerinde Yapılacak Yapılar Hakkında Yönetmelik”te (1968) Taşıyıcı Elemanlar bölümünde Düğüm noktaları civarında kolon ve kirişlerin etriye aralığı, bu elemanların ortasındaki etriye aralığının yarısı kadar olacak ve kolon yüzünden başlayarak açıklığa doğru kiriş yüksekliği kadar devam edecektir. Kolonlara ait etriyeler kat kirişleri içinde de devam edecektir. ifadesi yer almışsa da, etriye sıklaştırması olarak da anılan bu koşul proje paftalarında standart bir detay çiziminden ibaret olarak kalmıştır. Kolon-kiriş birleşimlerine kayma tahkiki yapılması, kolon etriyesinin kolon-kiriş birleşimi içerisinde devam edeceği hükmü Deprem Yönetmeliği’nde (1975) yer almıştır. Buna rağmen, aynı hükmü koruyan yeni Deprem Yönetmeliği (1998) uygulamacı mühendislerce “fiziksel olarak uygulanması mümkün değil” iddiasıyla eleştiri ve dirençle karşılanmıştır [5]. 3. Birleşimlerde Oluşan Hasarlar Deprem etkisinde bir yapıda, kolon ve kirişlerdeki moment ve kesme kuvvetleri birleşim bölgelerinin çekirdek betonunda iç gerilmeler oluşturur ve bu tesirler kolon-kiriş birleşim bölgelerinde kafes sistem yük aktarım mekanizması ile taşınır (Şekil 3). İMO İzmir Şubesi Bülteni - www.imoizmir.org.tr c1 Fs ' Fc ' Mb1 Fs1 Fc1 T1 T' V c1 T2 Vb2 V b1 V c2 T' Mc2 Fc2 Fs2 Mb2 Fc '' Fs '' Şekil 3: Kolon-kiriş birleşimine kolon ve kirişlerden aktarılan yükler. Birleşimlerin kesme kapasitesinin, asal gerilme düzleminde gelişen çekme ve basınç gerilmelerini karşılamaya yetecek düzeyde olması gereklidir. Gelişen tesirleri karşılayamayacak durumdaki kolon - kiriş birleşimleri hasar görecektir. Hasar ve göçme modları ise, birleşimin yapı sistemi içindeki konumuna (köşe/iç birleşim), detaylandırma yetersizliklerine bağlı olarak farklılaşmaktadır. Birleşim hasar tipini etkileyen çok sayıda değişken arasında en kritik olanları aşağıda özetlenmiştir [6]: Ankraj donatıları çapı (aderans talebi), Mevcut birleşim donatısı, Kesme gerilmesi büyüklüğü, Kolon eksenel yükünün büyüklüğü, Birleşimin konumu (köşe/iç) Bağlı elemanların eğilme dayanımları, Yatay ötelenme geçmişi, Beton dayanımı Dış kolon-kiriş birleşimlerinde karşılaşılan farklı hasar mekanizmaları Şekil 4’de sunulmuştur. Kiriş boyuna donatılarının uygun detaylandırılması birleşim bölgesinin hasarını sınırlı ölçüde olsa da önlerken (Şekil 4a – b), boyuna donatının basınç-çekme çubuğu mekanizmasını karşılayamaması sonucunda çatlaklar meydana gelmektedir (Şekil 4c). Kiriş boyuna donatılarının uç kısımlarında yalnızca kanca yapılması sonucunda (Şekil 4d) kolon dış kısmında betonun ayrışması ile beton kaması oluştuğu gözlenmektedir [7]. Eylül 2010 - 154 29 İncelemeler 4. Güçlendirmede Temel Yaklaşımlar (a) (b) (c) (d) Şekil 4: Dış kolon–kiriş birleşimleri için hasar mekanizmaları [7]. Kenetlenme boyu yetersizliği, kiriş açıklık donatısının süreksizliği gibi nedenler birleşim bölgelerinde kiriş yüzünde çatlakların gelişimine neden olmaktadır (Şekil 5). Kolonkiriş birleşimlerinde etriye yetersizliği ise, bölgenin mafsallaşarak sistemin toptan göçmesi sonucunu doğurabilmektedir (Şekil 6). Hasar görmüş yapıların kolon-kiriş birleşim bölgelerinin güçlendirilmesine yönelik araştırmalarda kolonlar, kirişler ve birleşim bölgeleri arasında plastik mafsal oluşturma düzenlerinin (hiyerarşileri) belirlenmesi amaçlanır. Böylece, kolonlardaki olası mafsallaşmalar veya birleşim bölgelerinde oluşabilecek kesme kırılmaları gerçekleşmeden kirişin hasar görmesini sağlayacak çözümler araştırılabilir (Tablo 1). KAYNAKLAR [1] nisee.berkeley.edu. NISEE fotoğraf koleksiyonu. [2] Beres, A.; Pessiki, S. P.; White, N.R. (1991). “Behavior of Existing Reinforced Concrete Frames Designed Primarily for Gravity Loads”. International Meeting on Earthquake Protection Of Buildings. [3] Paulay, T.; Priestley, M.J.N. (1992). Seismic Design of Reinforced Concrete and Masonry Buildings, Wiley Interscience, New York. [4] ACI-ASCE Committee 352 (1976). “Recommendations for Design of Beam-Column Connections in Monolithic Reinforced Concrete Structures”. [5] Aydınoğlu, M. N. (2007). “Deprem Katsayısından Performansa Göre Tasarıma Bir Mühendisin Bakış Açısından Deprem Mühendisliğinin 40 Yılı”. Altıncı Ulusal Deprem Mühendisliği Konferansı, 16-20 Ekim 2007, İstanbul. Şekil 5: Kirişlerde açıklık donatısının yetersiz kenetlenmesine bağlı gelişen çatlaklar [8]. [6] Mısır,İ.S. ; Özçelik, Ö. ; Kahraman, S. (2009). “Kolon- Kiriş Birleşimlerinin Davranışlarının Değerlendirilmesi ve Konu Üzerine Yürütülen Deneysel Çalışmalar”. İMO İzmir Şube Bülteni, 146, sf: 12-17. [7] Pampanin, S. (2006). “Controversial Aspects in Seismic Assesment and Retrofit of Structures in Modern Times: Understanding and Implementing Lessons from Ancient Heritage”. Bulletin of the New Zealand Society for Earthquake Engineering, Vol 39, No.2, 120-132.. [8] Kunnath, S.; Hoffman, G.; Reinhorn, A.M., Mander, J.B. (1995). “Gravity Load- Designed Reinforced Concrete Buildings- Part I”.ACI Structural Journal, 92(3), 343- 354. Şekil 6: Yetersiz kesme kapasitesine sahip kolonkiriş birleşiminin yanal yük altında davranışı [8]. 30 Eylül 2010 - 154 İMO İzmir Şubesi Bülteni - www.imoizmir.org.tr Seçili Zayıflatma (Selective Weakening) Dış kolon-kiriş birleşimlerinin çelik ankraj çubuklarıyla ve CFRP katmanları ile güçlendirilmesinin etkinliği incelenmiştir. Kolon-kiriş birleşim bölgesinde kiriş alt yüzündeki donatının kesilerek seçili zayıflatma yapılması ve dıştan ardgerme ile iyileştirilmesinin etkinliği incelenmiştir. Gökdemir H.; Tankut, T.; Ersoy,U, (2009). “Seismic Strengthening of Reinforced Concrete Beam-Column Joints”. WCCE – ECCE – TCCE Joint Conference: Earthquake & Tsunami, İstanbul. Kam, W.Y., Pampanin,S., Bull, D.(2009). Experimental Validation of Selective Weakening Approach for Seismic Retrofit of Exterior BeamColumn Joints. NZSEE 2009,New Zealand. Pampanin, S.; Bolognini, D.; Pavese Lif takviyeli A.(2007). “Performance-Based polimerlerle Seismic Retrofit Strategy for Existing Reinforced Concrete Frame Systems (FRP) Using Fiber-Reinforced Polymer Güçlendirme Composites”. J.Composites for Construction, 211-226. Performansa dayalı sismik güçlendirme yaklaşımı benimsenmiştir. Güçlendirme yönteminin etkinliği kolon-kiriş birleşim bölgesindeki elemanların plastik mafsal oluşma düzenlerine ve birleşim tipine bağlıdır. Kolona sabit eksenel yük, 1970 öncesi yapı stoğunu temsil kiriş uçlarına tersinir-tekrarlı etmek üzere 4 adet 1/1 ölçekli dış yükler deplasman kontrollü kolon-kiriş birleşimi kullanılmıştır. yarı-statik olarak uygulanmıştır. Kolon-kiriş birleşim bölgelerinin cam lif takviyeli polimerlerle (GFRP) güçlendirilmesi ve birleşimlerdeki gevrek hasar modlarının oluşumunu sünek mafsallaşma mekanizmaları ile önlemek Ghobarah, A.; Said,A. (2002). “Shear Strengthening of Beam- Column Joints”. Engineering Structures, V. 24, 881-889. Kolon eksenel yük kapasitesinin belirli bir oranında eksenel yük etki ettirilmiş, kolon üst ucundan yatay doğrultuda yarı-statik yükleme uygulanmıştır. Kolon eksenel yük kapasitesinin % 20’si oranında eksenel yük uygulanmıştır. Kiriş ucundan düşey yönde tekrarlı-tersinir yükler yarı-statik olarak uygulanmıştır. TS 500 ve Deprem Yönetmeliği 2007’ye uygun olarak boyutlandırılan 14 adet 2/3 ölçekli kolon-kiriş birleşimi numunesi incelenmiştir. (4 adet referans, 7 adet çelik çubuklarla güçlendirilmiş, 4 adet CFRP katmanları ile güçlendirilmiş) Yeni Zelanda’da 1970 öncesi yapı stoğunu temsil eden, enine donatı bulunmayan 1’i referans olmak üzere 4 adet kolon-kiriş birleşimi numunesi incelenmiştir. Kolon-kiriş birleşimlerine kolon üst ucundan yatay doğrultuda deplasman kontrollü yarı-statik yükleme uygulanmış, uygulanan yatay yüke orantılı olarak kolona eksenel yük etki ettirilmiştir. 1970 öncesi yapı stoğunu temsil etmek üzere 6 adet 2/3 ölçekli dış ve iç kolon-kiriş birleşimine CFRP (Karbon Lif Takviyeli Polimer) katmanları uygulanmıştır. Kolona sabit eksenel yük, kiriş uçlarına tersinir-tekrarlı yükler yarı-statik (quasistatic) olarak uygulanmıştır. 1970 öncesi yapı stoğunu temsil etmek üzere 6 adet 1/3 ölçekli dış kolon- kiriş birleşimi numunesi göz önüne alınmıştır Sonuçları Yalnız ard germenin uygulandığı kolon-kiriş birleşimi numunesinde kolon kapasitesinin yeterli olması durumunda, düğüm noktasındaki hasarın oluşumu önlenmiştir. Seçili zayıflatma ve ard germenin birlikte uygulanması enerji yutma kapasitesini arttırmıştır. -Kolon- kiriş birleşimi güçlendirmelerine yönelik yapılan çalışmalarda, birleşim bölgesi ile birleşim güçlendirilmesi arasındaki farklılıklar ortaya konmuş, -Önerilen yöntemlerin birleşimlerde gevrek göçmeyi önleyerek öncelikle kirişte plastik mafsal oluşumunu sağladığı belirlenmiştir. CFRP kompozitlerin hasarlı kolon-kiriş birleşimlerinde kayma mafsallarının oluşumunu önlediği; plastik mafsal oluşma düzenlerinin (hiyerarşilerinin) kurulması ve kolon yüzünden kontrollü bir mesafede kirişte plastik mafsal mekanizmasının oluşumunu sağladığı belirlenmiştir. Çelik lama yardımı ile ankrajı yapılan numunelerin referans numunelerine göre enerji yutma kapasitelerinde belirgin artış olduğu belirlenmiştir, Birleşimlerdeki göçme mekanizması kiriş uçlarında plastik mafsal oluşumu ile sünek mekanizma halini almıştır. Üç boyutlu yapı modeli dikkate alındığında, yöntemin uygulamada meydana getireceği durumlar göz önüne alınmalıdır. Çelik levha eklenen numunelerin enerji yutma kapasitelerinde artış gözlenmiştir, Kolon üst ucundan yatay çift Birleşim bölgesinde dayanım artışı ve göçme eksende yükleme deplasman modunun kolonlardan kirişlere aktarılması kontrollü olarak sağlanmıştır. gerçekleştirilmiştir. Yükleme tipi Dayanımı ve sünekliği yetersiz kolon-kiriş birleşim bölgelerinin sismik iyileştirilmesinde çelik levhaların uygulanabilirliğinin araştırılması Numune tipi/ sayısı Biddah, A.; Ghobarah, A.; and Aziz, T. S. (1997). “Upgrading of Dıştan çelik Nonductile Reinforced Concrete levhalar Frame Connections,” J. Structural eklenmesi Engineering, ASCE, 123(8), 10011009. Çalışmanın amacı Betonarme mantolama yönteminin, kolon-kiriş birleşim 4 adet 1/1 ölçekli kolon-kirişbölgeleri, yalnız kolonlar; ve döşeme birleşimi numunesi göz kolon/kirişlerde beraber önüne alınmıştır uygulanabilirliğinin araştırılması Çalışma Alcocer, S. M.; and Jirsa, J. O. (1993). “Strength of Reinforced Betonarme Concrete Frame Connections Mantolama Rehabilitated by Jacketing,” ACI Structural Journal, V. 90, No. 3, , 249261 Yöntem Tablo 1: Betonarme yapıların kolon-kiriş birleşimleri ve birleşim bölgelerinin güçlendirilmesinde önerilen bazı yaklaşımlar. İncelemeler Eylül 2010 - 154 31 Beton BETON BARİYERLER Tuğrul BAŞTAN İnşaat Mühendisi Beton Bariyer Nedir? 20. Yüzyılın ortalarından itibaren trafik kazalarındaki ölü ve yaralı sayısının 2. Dünya Savaşındaki kayba yaklaşması ile özellikle otoyollarda iki yönlü trafiği ayıran korkulukların kullanılması gündeme gelmiş ve 1950’ den itibaren ilk önlem olarak çelik korkuluklar kullanılmaya başlanmıştır. Çelik korkulukların kazaları önlemedeki etkinliğinin %20’nin üzerine çıkarılamaması ve yüksek bakım, onarım ve işletme giderleri gerektirmesi üzerine A.B.D.’de 1960’larda başlayan çalışmalar sonunda “New Jersey” tipi beton bariyerler geliştirilmiştir. Beton bariyerler Avrupa’ da ilk defa Fransa ve Belçika’da, daha sonra da 1976 yılından itibaren Almanya’ da uygulanmaya başlanmıştır. Beton Bariyer Özellikleri Beton bariyerler seyir emniyetinde önemli iki unsur olan “ayırıcılık” ve “koruyuculuk” fonksiyonlarının ikisine de sahiptir. Ayrıca çarpma anında araçları tekrar “şeridine sevk etme” özelliği bulunmaktadır. Çelik korkuluklar gibi esnek sistemlerde çarpma enerjisi, konstrüksiyonun şekli, biçimi nedeniyle taşıtın yönünün değişmesine neden olmaktadır. (Çarpma hızı:100 km, çarpma açısı 25 derece) Beton bariyerlerde ise gerek özel tasarımı, gerekse rijitliği nedeniyle çarpma anında çarpma enerjisinin 32 Eylül 2010 - 154 taşıt tarafından karşılanması ve özel tasarımının da yardımıyla aracın tekrar eski şeridine dönmesi, bu esnada hızında da belli bir azalma olması sonucunu doğurmaktadır. Taşıtların küçük açılı seyirlerinde yaklaşık (7 ile 10 derece arasında) bu prensip gereğince taşıt tekrar eski şeridine dönmektedir. 25 dereceden büyük açılı çarpma açılarında devrilme söz konusu olabilmektedir ancak, istatistiklere göre motorlu taşıtların %90’ ı 15 derecelik açı ile çarpmaktadırlar. Prefabrike Beton Bariyer Avantajları Beton bariyerler başlangıçta yerinde dökme olarak üretilirken daha sonra sağladığı avantajları nedeniyle prefabrike olarak üretilmeye başlanmıştır. Bu avantajlar; »» »» »» »» »» »» »» »» »» »» »» »» »» »» Çarpmaya karşı dayanıklılık Bakım kolaylığı Yüksek dayanımlı beton kullanılması Her kaza sonrasında değiştirme gerektirmemesi Stok bulundurulabilmesi Kalite kontrol altında üretilmesi Modüler olması Yerinde dökme yöntemine göre daha hızlı ve güvenli üretilebilmesi Kolay değiştirilebilmesi Yüksek açılı çarpmalarda taşıtın altında takoz görevini görerek can ve mal kaybını önlemesi Toza, rutubete ve neme dayanıklılık Aynı zamanda ışık bariyeri görevini görme Aşınma yıpranma ömrünün uzunluğu Farklı desen ve dokuda üretilebilmesi olarak özetlenebilir. Beton Diğer bir deyişle, prefabrike beton bariyerlerin kullanımı ile kaza sayısında %48 ‘lik bir düşüş olmuştur. Sonuç Çarpma halinde aracın karşı şeride veya yan şarampole yuvarlanmasını önleyerek aracı tekrar şeridine sevk eder. Diğer bariyerlere göre daha ucuz üretilir. Bakım giderleri düşüktür. Çeşitli Uygulamalar Esnek kullanımı, farklı desen ve renklendirmeye olanak verir. Türkiye’ de ilk pilot uygulamalar Kolay değiştirilebilir. »» 1988 yılında İstanbul’ da Mavievler rampası – Bostancı arasında 3 km ’lik bir kesimde, »» İzmir’ de Alsancak – Karşıyaka arasında 2,5 km ‘lik bir bölümde, Trafik güvenliğine önem veren ülkelerde, giderek daha çok kullanılmaktadır. Ülkemizde de prefabrik beton bariyerlerin daha yaygın olarak kullanılması, trafik güvenliğinin düşük maliyette etkin bir şekilde artırılmasını sağlayacaktır. »» İzmir - Selçuk yolunun 6,5 km ‘lik bölümünde, »» İskenderun – Belen geçidinde 700 m ’lik bir kesiminde gerçekleştirilmiştir. İstanbul’daki uygulama alanında İstanbul İl Emniyet Müdürlüğü verilerine göre 15 Mayıs – 30 Haziran arasındaki 45 günlük süre içinde 1988 yılındaki kaza oranı %0,0626 ‘dan 1989 yılında %0,0327 ‘ye düşmüştür. İMO İzmir Şubesi Bülteni - www.imoizmir.org.tr Kaynaklar: 1. http://www.tcma.org.tr/images/file/Beton_Bariyer.pdf Eylül 2010 - 154 33 İş Sağlığı ve Güvenliği İŞ SAĞLIĞI VE GÜVENLİĞİNDE BAKIŞ AÇISININ DEĞİŞMESİ GEREKİYOR Alpaslan ERTÜRK Öğr. Gör. Maden Yük Müh. İş Güvenliği Uzmanı(A) (DEÜ Mühendislik Fak. Maden Müh. Böl.) 2003 Yılında 4857 sayılı iş Kanunu ile yürürlüğe giren İş Güvenliği konusundaki mevzuat ve uygulamalar özünde konuya ilişkin AB mevzuatının ve dünyadaki çağdaş yöntemlerin ülkemizde hayata geçirilmesini amaçlamaktaydı. Ancak gelinen noktada bir yandan büyük bir mevzuat karmaşası yaşanırken diğer yandan uygulamada ve denetlemede mevzuatın amaçladığı İş Güvenliği anlayışı değişikliği gerçekleştirilememiştir. Bu anlayış İş Güvenliği’nin “yönetim sistemi” yada “yönetim sorumluluğu” olarak algılanmasını amaçlarken uygulamada hala İşverenlerden-mühendislere, Hükümetten-iş teftiş kuruluna-basına kadar pek çok ilgili kesimin meydana gelen iş kazalarına “kader”, “dikkatsizlik”,…vb. bakış açısıyla bir yüzyıl geriden baktıkları görülmektedir. Bu bakış açısı ve anlayışla varılabilen nokta bugün için yaşadığımız iş kazaları ve meslek hastalıklarının azalmadan devam etmesini kaçınılmaz kılmaktadır. Bu bakış açısı ve anlayıştaki olması gereken farklılığı anlayabilmek için bir önceki yüzyıl tarihine kısaca gözatmak yeterli olacaktır. 17.yy’da Endüstri(Sanayi) devrimiyle birlikte gündeme gelen İş Kazalarına bakış II. Dünya Savaşı sonrasına kadar “çalışan sorunu” ve “kader” olarak görülmüş yada bu şekilde gösterilmeye çalışılmıştır. II. Dünya Savaşı sonrasında; gerek iş kazaları ve meslek hastalıklarının işverenlere maliyeti, gerekse sosyal devlet olgusunun ortaya çıkışı İş Güvenliği konusunda araştırmaları/yatırımları gündeme getirmiştir. “Reaktif” dönem olarak nitelendirdiğimiz ilk dönemde meydana gelen olaylardan yola çıkılarak oluşturulan kurallar mevzuat haline getirilerek işyerlerinde uygulanmaya başlanmıştır. Biraz geç olsa da, 1475 Sayılı mülga İş Kanunu Ülkemizde Ocak 1974’den sonra uygulamaya giren “İşçi Sağlığı ve İş Güvenliği Tüzüğü” ile diğer sektörel işçi sağlığı ve iş güvenliği tüzüklerinin büyük bir çoğunluğu hala yürürlüktedir. İşyeri denetimleri de ağırlıklı olarak hala bu Tüzükler üzerinden yapılmaktadır. Ancak Dünyada sözkonusu benzer uygulamaların istenen faydayı sağlamadığından hareketle yapılan çalışmalar sonucunda farklı bir sürece gidilmiştir. “Proaktif” dönem olarak nitelendirilen ve 1980’li yıllar sonrasında Dünyada uygulanmaya başlayan, İş Sağlığı ve Güvenliği’nin “risk değerlendirmesine” ve “Yönetim Sistemi” yada “Yönetim Sorumluluğu” anlayışına dayalı özünde “her işyerinin kendine özgü koşullarından yola çıkılarak yapılacak risk değerlendirmesi” yapılarak oluşturulacak planlama-uygulama-kontrol mekanizmalarını içeren sistemin işyerinde oluşturulması ve hayata geçirilmesidir. Yukarıda kısaca ana hatlarıyla bahsetmiş olduğumuz sürecin ülkemizde de uygulamaya geçirilmesi ve denetlenmesi köklü bir anlayış değişikliğini kaçınılmaz kılmaktadır. »» Öncelikle İş Sağlığı ve Güvenliği Yasal bir zorunluluk olmaktan öte yapılan işin öncelikli bir parçası olarak ele 34 Eylül 2010 - 154 alınmalıdır, »» İş Sağlığı ve Güvenliği Proje aşamasından başlayarak uygulanmalıdır, »» Eğitim İş Sağlığı ve Güvenliğinin vazgeçilmez bir önceliğidir, »» İş Sağlığı ve güvenliği en üst Yönetimden en alttaki çalışana kadar tüm bireylerin sürekli gündeminde ve sorumluluğunda olmalıdır, »» İş Güvenliği işyerinde çalışan bir yada bir kaç mühendisin sorumluluğundan çıkarılmalıdır. »» Üst yönetimler sahip çıktığı ölçüde İş Sağlığı ve Güvenliğinde başarılı olunabilir, »» Denetim süreçleri matbu yasa, tüzük maddelerine bakılmasından çıkarılarak İşyerlerindeki işleyiş ve sistem sorgulanmalıdır, »» Kontrol ve yeniden değerlendirmeler tanımlanmalı ve kayıt alına alınmalıdır. Kısaca kazaların önlenmesi şablon Tüzüklerin uygulanmasını değildir. İş Sağlığı ve Güvenliği özünde bir kültür ve birikimi gerektirmektedir. Tüm mühendislik süreçlerinde de yapılan işin öncelikli bir parçası olarak görülmeli ve hayata geçirilmelidir. KAYBETTİKLERİMİZ Abdullah Efdal GÜÇELİ (1927-2010) 1971 yılında Ege Özel MMYO’dan mezun olan üyemiz 24 Temmuz 2010 tarihinde vefat etmiştir. Osman BUZCU (1949-2010) 1977 yılında Ege Üniversitesi’nden mezun olan üyemiz 20 Ağustos 2010 tarihinde vefat etmiştir. Mustafa GÜLEN (1924-2010) 1948 yılında Yıldız Teknik Okulu’ndan mezun olan Bergama Temsilcimiz İlker GÜLEN’in babası, üyemiz Mustafa GÜLEN 23 Ağustos 2010 tarihinde vefat etmiştir. Üyelerimizin ailelerine, dostlarına ve meslektaşlarımıza başsağlığı diliyoruz. Üyemiz İbrahim Asil AKŞAHİN’in babası Cafer AKŞAHİN 2 Ağustos 2010 tarihinde vefat etmiştir. Üyemizin acısını paylaşır, kendisine ve yakınlarına başsağlığı dileriz. Vergi DAMGA VERGİSİ UYGULAMASI Doğan ÖZTÜRK Serbest Muhasebeci Mali Müşavir (İMO İzmir Şubesi Mali Danışmanı) Vergi literatürümüzü 1/7/1964 tarihinde kabul edilerek 11/7/1964 tarihinde 11751 sayılı resmi gazetede ilan edilerek giren 488 sayılı Damga vergisi kanununa ait önce genel bilgilere bir göz atalım. Damga Vergisinin mükellefi kağıtları imza edenlerdir. Bu kanundaki kağıtlar terimi, yazılıp imzalamak veya imza yerine geçen bir işaret konmak suretiyle düzenlenen ve herhangi bir hususu ispat veya belli etmek için ibraz edilebilecek olan belgeler ile elektronik imza kullanılmak suretiyle manyetik ortamda ve elektronik veri şeklinde oluşturulan belgeleri ifade eder. Vergiye tabi kağıtlar mahiyetinde bulunan veya onların yerini alan mektup ve şerhlerle, bu kağıtların hükümlerinin yenilenmesine, uzatılmasına, değiştirilmesine devrine veya bozulmasına ilişkin mektup ve şerhler de Damga Vergisine tabidir. Resmi dairelerle kişiler arasındaki işlemlere ait kağıtların Damga Vergisini kişiler öder. Bir kağıdın tabi olacağı verginin tayini için o kağıdın mahiyetine bakılır ve buna göre tabloda yazılı vergisi bulunur. Kağıtların mahiyetlerinin tayininde, şekli kanunlarda belirtilmiş olanlarda kanunlardaki adlarına, belirtilmemiş olanlarda üzerlerindeki yazının tazammun ettiği hüküm ve manaya bakılır. Mahiyeti tayin edilmek istenen kağıt üzerinde başka bir kağıda atıf yapılmışsa, atıf yapılan kağıdın hükümlerine nazaran iktisap ettiği mahiyete göre vergi alınır. Bir nüshadan fazla olarak düzenlenen kağıtların her nüshası ayrı ayrı aynı miktar veya nispette Damga Vergisine tabidir. Şu kadar ki, poliçe ve emre yazılı ticari senetlerin yalnız tedavüle çıkarılan nüshaları vergiye tabi tutulur. Bir kağıtta biri birinden tamamen ayrı birden fazla akit ve işlem bulunduğu takdirde bunların her birinden ayrı ayrı vergi alınır. b) (a) bendi dışındaki hallerde, kâğıdın düzenlendiği tarihi izleyen onbeş gün içinde vergi dairesine bir beyanname ile bildirilir ve aynı süre içinde ödenir. Vergiye tabi kağıtların Damga Vergisinin ödenmemesinden veya noksan ödenmesinden dolayı alınması lazım gelen vergi ve cezadan, mükelleflere rücu hakkı olmak üzere, kağıtları ibraz edenler sorumludur. Noterler, damga vergisi ödenmemiş veya noksan ödenmiş kâğıtları vergi ve cezası ödenmedikçe tasdik edemezler veya bunların suretlerini çıkarıp veremezler. Kanunun 14 üncü maddesinin birinci fıkrasında yer alan her bir kağıttan alınacak damga vergisine ilişkin üst sınır yeniden değerleme oranında artırılmış ve 1/1/2010 tarihinden itibaren 1.161.915,90 Türk Lirası olmuştur. Damga vergisi kanunu I sayılı listesi damga vergisine tabi olan kağıtları, II sayılı listesi ise istisna ile ilgili kağıtlara yer vermiştir. (1) SAYILI TABLO Damga Vergisine Tabi Kağıtlar I. Akitlerle ilgili kağıtlar A. Belli parayı ihtiva eden kağıtlar: 1. Mukavelenameler, taahhütnameler ve temliknameler (Binde 8,25) 2. Kira mukavelenameleri (Mukavele süresine göre kira bedeli üzerinden) (Binde 1,65) 3. Kefalet, teminat ve rehin senetleri (Binde 8,25) 4. Tahkimnameler ve sulhnameler (Binde 8,25) 5. Fesihnameler (Belli parayı ihtiva eden bir kağıda taalluk edenler dahil) (Binde 1,65) 6. (Değişik: 5766/10-b md.) (Yürürlük: 6.6.2008) Karayolları Trafik Kanunu uyarınca kayıt ve tescil edilmiş ikinci el araçların satış ve devrine ilişkin sözleşmeler (Binde 1,65) B. Belli parayı ihtiva etmeyen kağıtlar: 1. Tahkimnameler (27,90 TL) Bir kağıtta toplanan akit ve işlemler birbirine bağlı ve bir asıldan doğma oldukları takdirde Damga Vergisi, en yüksek vergi alınmasını gerektiren akit veya işlem üzerinden alınır. 2. Sulhnameler (27,90 TL) Ancak bu akit ve işlemlere asıl işlemin akitlerinden başka bir şahsın eklenen akit ve işlemi de ayrıca vergiye tabidir (Belli parayı ihtiva edenler dahil) (156,20 TL) Damga Vergisi nispi veya maktu olarak alınır. 1. Meclislerden, resmi heyetlerden ve idari davalarla ilgili olmayarak Danıştaydan verilen mazbata, ilam ve kararlarla hakem kararları: Nispi vergide, kağıtların nevi ve mahiyetlerine göre, bu kağıtlarda yazılı belli para, maktu vergide kağıtların mahiyetleri esastır. Belli para terimi, kağıtların ihtiva ettiği veya bunlarda yazılı rakamların hasıl edeceği parayı ifade eder. a) Maliye Bakanlığınca belirlenen mükellefler, kurum ve kuruluşlar tarafından bir ay içinde düzenlenen kağıtların vergisi, ertesi ayın yirminci (371 Sıra No.lu VUK Tebliği uyarınca yirmiüçüncü) günü akşamına kadar vergi dairesine bir beyanname ile bildirilir ve yirmialtıncı günü akşamına kadar ödenir. İMO İzmir Şubesi Bülteni - www.imoizmir.org.tr 3.Turizm işletmeleri ile seyahat acentelerinin aralarında düzenledikleri kontenjan sözleşmeleri II. Kararlar ve mazbatalar a) Belli parayı ihtiva edenler (Binde 8,25) b) Belli parayı ihtiva etmeyenler (27,90 TL) 2. (Değişik : 5766/10-c md.) (Yürürlük : 6.6.2008) İhale kanunlarına tabi olan veya olmayan resmi daire ve kamu tüzel kişiliğini haiz kurumların her türlü ihale kararları (Binde 4,95) III. Ticari işlemlerde kullanılan kağıtlar 1. Ticari ve mütedavil senetler: a) Emtia senetleri: aa) Makbuz senedi (Resepise) (9,90 TL) Eylül 2010 - 154 35 Vergi ab) Rehin senedi (Varant) (5,90 TL) ac) İyda senedi (1,20 TL) ad) Taşıma senedi (0,55 TL) b) Konşimentolar (5,90 TL) c) Deniz ödüncü senedi (Binde 8,25) d) İpotekli borç senedi, irat senedi (Binde 8,25) 2. Ticari belgeler: a) Menşe ve Mahreç şahadetnameleri (9,90 TL) b) Resmi dairelere ve bankalara ibraz edilen ilançolar ve işletme hesabı özetleri: ba) Bilançolar (21,55 TL) bb) Gelir tabloları (10,55 TL) bc) İşletme hesabı özetleri (10,55 TL) c) Barnameler (1,20 TL) d) Tasdikli manifesto nüshaları (4,40 TL) e) Ordinolar (0,55 TL) f ) Gümrük idarelerine verilen özet beyan formları (4,40 TL) IV. Makbuzlar ve diğer kağıtlar 1. Makbuzlar: a) Resmi daireler tarafından yapılan mal ve hizmet alımlarına ilişkin ödemeler (avans olarak yapılanlar dahil) nedeniyle, kişiler tarafından resmi dairelere verilen ve belli parayı ihtiva eden makbuz ve ibra senetleri ile bu ödemelerin resmi daireler nam ve hesabına, kişiler adına açılmış veya açılacak hesaplara nakledilmesini veya emir ve havalelerine tediyesini temin eden kağıtlar (Binde 8,25) b) Maaş, ücret, gündelik, huzur hakkı, aidat, ihtisas zammı, ikramiye, yemek ve mesken bedeli, harcırah, tazminat ve benzeri her ne adla olursa olsun hizmet karşılığı alınan paralar (Ek: 5766/10-ç md.) (Yürürlük: 6.6.2008) (avans olarak ödenenler dahil) için verilen makbuzlar ile bu paraların nakden ödenmeyerek kişiler adına açılmış veya açılacak cari hesaplara nakledildiği veya emir ve havalelerine tediye olunduğu takdirde nakli veya tediyeyi temin eden kağıtlar (Binde 6,6) c) Ödünç alınan paralar için verilen makbuzlar veya bu mahiyetteki senetler (Binde 6,6) d) İcra dairelerince resmi daireler namına şahıslara ödenen paralar için düzenlenen makbuzlar (Binde 6,6) (II. sayılı tablo sisteme konmamıştır.www.gib.gov.tr adresinden ulaşılabilir. İstisna edilen kağıtlar listesidir) Kanunun genel hatları ile sunduktan sonra gelelim, kanunun ticari hayatta bize getirdiği yüklere bunun en basit örneği olarak yapılan bir çalışmayı sunmak isterim. Bir Ltd Şti nin bir yıl içinde yapmış olduğu işlemlerden dolayı Maliye VE SGK ya ödediği damga vergisi miktarı aşağıya çıkartılmıştır. 12 AYLIK KDV : 222,60 12 AYLIK MUHTASAR : 222,60 12 AYLIK SSK : 165,00 4. DÖNEM GEÇİCİ VERGİ : 116,40 KURUMLAR VERGİSİ : 87,90 ----------toplam : 814,50 tl Görüldüğü gibi devlet damga vergisi uygulaması ile belirli bir gelirini güvence altına almaktadır. Ayrıca özellikle ticari anlamda yapmış olduğumuz sözleşmelerde belli parayı ihtiva edenlerin 36 Eylül 2010 - 154 Damga vergisi nispeti I sayılı tabloda gösterilmiştir..Fakat uygulama olarak sürekli bu husustan damga vergisi hususundan imtina ederiz.Halk dilinde sözleşmenin geçerli olması için damga vergisinin ödenmesi gerektiği yönünde bir teamül mevcuttur.Oysa bu doğru bir teamül değildir. Sözleşmelerle ilgili olarak her iki tarafın imzalamış olması hukuken yeterli sebeptir.Ama şu bilinmelidir ki noterden yapılacak bir sözleşmede istisnai bir durum söz konusu değilse sözleşmenin noterden onanması için damga vergisinin ödettirilmesi mutlak gereklidir. Kanun koyucu bu yönde yapılacak eksik işlemlerde mükellefle beraber Noterlere de sorumluluk yüklemiştir. Yine bir sözleşmenin hukuki bir sürecin başlangıcı olarak işleme tabi tutulabilmesi için , örnek ; icra takibi bunun ilgili icra müdürlüğünde veya ilgili mahkemede mutlak olarak damga vergisinin ödettirilmesi cihetine gidilir.Hukuki sürecin başlatılabilmesi ve icra işleminin gerçekleşmesi için sözleşmenin tarihide dikkate alınarak damga vergisinin hesaplanması ve gecikmesi ve usul cezası ile birlikte tahsil edilmesi şarttır. Damga vergisi kanunu inşaat sektöründe , kat karşılığı anlaşmalarda , taahhüt işlerinde bizlerin karşısına çıkan bir unsurdur.Kat karşılığı anlaşmalarda özellikle rakam zikredilmemesi durumunda yeni uygulama ilgili arsanın emlak değerinin altında beyan kabul edilmeyeceği yönünde olup bu dikkate alınır.Yine aynı kat karşılığı sözleşmede cezai bir hüküm var ise ve bu cezai hüküm anlaşmadaki emlak değerinin üzerinde ise bu seferde yüksek olan bu tutar üzerinden emlak vergisine tabi tutulur.İhaleli işlerde uygulama ihale sonuçlanması ve sözleşme imzalanması ile birlikte ifa edilir.Sözleşme tutarı üzerinden damga vergisi tahakkuk ettirilerek noterler tarafından tahsil edilerek maliye bakanlığı veznelerine intikal ettirilir. Vergi mükellefleri tarafından dikkat edilmesi gereken unsur 5281 sayılı kanunla yapılan düzenleme ile maliye bakanlığınca yapılan düzenleme ile vergi mükellefleri damga vergisine konu işlemleri bir sonraki ayın 23 günü akşamına kadar beyan ile sorumludurlar.Bunun dışındaki sorumlularda ise damga vergisi işleminin konu olduğu evrakın imzalanmasından sonraki günden itibaren 15 gün içinde beyan ve ödemenin yapılmasıdır. Mali müşavir olmam sebebiyle toplumun bir çok kesimine hizmet vermekteyim.İ zlenimlerim şu yöndedir ki damga vergisi zorunlu olmadıkça gerek mükellefler ve gerekse halkımız tarafından ihmal edilen bir vergi türüdür.Devlet zaten bunun farkına vardığı için her mükellefin sırtına yukarıdaki tabloda yaptığım 814,50 TL lik damga vergisi yükünü vermiş durumdadır.Bu tablo şahıs işletmelerinde biraz daha aşağıda olmakla beraber çok büyük farklılıklar bulunmamaktadır. Vergide adaletin bulunmadığı bir ülkede HUKUK ta adalet aramak yersizdir..Dileğimiz vergide ADALETİN bir an önce toplumun tüm kesimlerine yansımasıdır. Sözlerimi daha öncede yazdığım hoşuma giden bir dize ile bitirmek istiyorum. VERGİLENDİRİLMİŞ KAZANÇ KUTSALDIR. FAKAT HAKSIZ REKABETE UĞRAMIŞ KAZANÇTAN ALINAN VERGİ HARAÇTIR. Hukuk DEĞİŞTİRİLEN SADECE ANAYASA MI? Avukat Baki OKAN GİRİŞ Anayasa temel ve en üst norm olması dolayısıyla hukuk sisteminde diğer normlarda farklılık oluşturur. Genel kurala göre, anayasa diğer bütün normların üstünde hukuksal ve siyasal üstünlüğü olan, kişiler ve kurumlar üzerinde bağlayıcılık özelliği bulunan kurallar bütünüdür. Bu farklılık özellikle anayasanın hazırlanması ve değiştirilmesinde önem kazanır. Anayasayı hazırlayacak gücün yetkisi asli veya tali kurucu güç olmasına göre değişir. Birincisinin yetkisinin sınırı kuramsal ve hukuksal anlamda bulunmaz. Ancak söz konusu asli kurucu güç uygulamada evrensel değerler ve ülkenin şartlarıyla işin doğasından kaynaklanan bir sınırlandırmaya tâbidir. Tali kurucu güç asli kurucu gücün kendisine tanıdığı alan ve sınırlar içinde anayasanın içeriği üzerinde tasarrufta bulunma yetkisine sahiptir. Bu yetkinin kullanılmasında asli kurucu güç anayasanın sürekliliği ve istikrarı ile çoğunluğu eline geçiren iktidarın istediği gibi ve ölçüde değişiklikte bulunmasını önlemek için bir takım kayıtlayıcı usul ve ilkeler koymuştur. Anayasa değişikliklerinde bunlara uyulması kuraldır. Anayasanın değiştirilemezliğini savunmak nasıl hukuki ve mantıklı olmazsa; anayasanın değiştirilmesini veya yeni bir anayasa yapılmasını sadece belli bir iktidara veya düşünceye bırakılması çok büyük sorunların doğumuna neden olur. Anayasaların yapımı ve değiştirilmesi her halükarda bu anlamda ortaya çıkan güçlü, zorlayıcı koşulların varlığına bağlıdır. Anayasa bu anlamda karşılaşılan güçlüğü aşmayı amaçlaması doğal bir sonuç gibidir. Bu kabul her anayasanın bir tepki olması anlamına gelir. Ancak tepkinin normatif anlamda somutlaşmasında duygusallıktan sıyrılmak, temel normun meşruiyetini tartışma konusu edecek bir süreç içinde hazırlanması tercihinden mümkün olduğu ölçüde kaçınılmalıdır. Anayasalar toplumsal uzlaşma metni olma özelliğini taşımalıdır. Anayasa ile oluşturulacak hukuki ve siyasi düzen uygulanacağı ülkenin şartlarını dikkate alan evrensel değerlerle uyum içinde bulunmalıdır. Anayasanın değiştirilmesinde kurucu gücün katı anayasa sisteminde bir şekilde sınırlandırıldığı bilinen bir gerçektir. Bu durum sadece ülkemizde geçerli olmayıp diğer batılı demokratik ülkelerde de gözlemlenen bir gerçekliktir. Anayasanın değiştirilmesi yürürlükte bulunan anayasanın, anayasa değişikliğine ilişkin öngördüğü usul ve esas düzenlemelerine sadık kalınarak anayasanın içeriğinde gidilen değişikliklerin gerçekleştirilmesidir. Bu çerçevede olmak üzere tali kurucu gücün yetkisinin sınırı ne olursa olsun; anayasanın değiştirilmesinde işin doğasına bağlı olarak düzenleme, değiştirme konusu yapılamayacak bir sınır söz konusudur. Bu sınır, anayasayı değiştirecek gücün devletin unsurları anlamında bir değişiklik yapma yetkisine sahip olamayacağıdır. İkinci olarak ta devletin özü, varlık sebebi olan yani hükümranlık (egemenlik/souveraineté) anlamındaki özelliği değiştirilemez.(1) İMO İzmir Şubesi Bülteni - www.imoizmir.org.tr ANAYASA DEĞİŞİKLİĞİNE İLİŞKİN GÜNCEL TARTIŞMALAR Anayasada yapılmak istenilen değişiklikler üzerine hemen herkes bir düşünce ortaya koymaya ve özellikle medyanın tüm kanalları üzerinden bu düşünceler kamuoyuna yayılmaya çalışılmaktadır. Anayasa değişikliğinin yapılacağının hükümet tarafından açıklanmasından başlayarak bugüne dek bir çok platformda tartışıldığını, konunun çeşitli boyutlarının ele alınıp irdelendiğini, birbirinden farklı veya aynı kurumsal/kişisel görüşlerin ülke atmosferinde dolaşıma girdiğini görüyoruz. Anımsayacak olursak, değişiklikle ilgili zaman ve zemin yoklamasının yapıldığı sıralarda, “bu meclis anayasayı değiştirmemeli” görüşü dile getirilmiş ve bu görüşü haklı kılacak kimi gerekçeler ortaya atılmıştı. Bu görüşü savunanlara göre; 1) Bugünkü Meclis’in oluşumu, Anayasa’daki “temsilde adalet” ilkesine uygun değildir. Seçim barajı nedeniyle tüm siyasal görüşlerin temsilcileri Meclis’te bulunmamaktadır. Halkın tümünün siyasal görüşlerinin temsil edilmediği böyle bir meclisçe Anayasa değişikliği yapılması demokrasi ile bağdaşmaz. 2) Bunun dışında, AKP’nin çoğunlukta olduğu bugünkü Meclis’in Anayasa değişikliği yapması, “demokratik laik Cumhuriyet” ve “hukuk devleti” ilkelerine de uygun düşmez. Çünkü; - AKP, uzlaşma kültüründen yoksundur ve bunu Cumhurbaşkanı seçiminde kanıtlamıştır. - Anayasa Mahkemesi’nce hakkında “demokratik ve laik Cumhuriyet ilkelerine aykırı eylemlerin odağı olduğu” kararı verilen AKP, anayasal meşruiyetini yitirmiştir. - AKP yöneticileri, siyasal parti kurulmadan önce ve sonraki söylem ve eylemleriyle, laik Cumhuriyet rejimini, (ılımlı ya da değil) İslam Cumhuriyeti’ne dönüştürme amaçlarını ortaya koymuşlardır ve bunun için Anayasa’yı değiştirmek istemektedirler. (2) Kuşkusuz buna karşıt görüşlerin kamuoyunda yer bulması ve tartışılması da gecikmedi. Keza, değişiklikle ilgili olarak siyasal partiler, üniversiteler, sendikalar, meslek odaları, sivil toplum örgütleri vs. kurumlardan görüş alınmadığı ve bir toplumsal uzlaşma aranmadığı, doğrudan iktidar partisi tarafından hazırlandığı eleştirisi yaygın şekilde dile getirilmişti. Sonra “paket”in gündeme girişi ve ardından da içeriğine ilişkin görüşlerin açıklanmasına sıra gelmişti. İçerikle ilgili herkesin söyleyeceği o kadar çok söz vardı ki, bitip tükeneceği yoktu. Bu toz duman içinde değişikliklerin meclisten geçtiğini ve anamuhalefetin Anayasa Mahkemesi’ne dava açacağını öğrendik. Bu kez herkes bu davanın halkoylamasından önce mi sonra mı açılabileceği, Mahkemenin yasayı sadece biçimsel yönden denetleyebileceği, esasa ilişkin karar verme yetkisi bulunmadığı konusuna kafa yormaya başladı. Özetle, anayasa değiEylül 2010 - 154 37 Hukuk şikliği konusu bu ülkenin çözülmesi gereken üstelik çok yaşamsal sorunlarını bir yana itip herşeyin önüne geçti. tek yerine getirmek için gerçekten ‘sabırlı’ bir çalışma yürütüldüğünü görüyoruz. GELENEKÇİ-İSLAMCI ANAYASAL GELİŞME TEZİ HEDEF SİYASAL REJİM DEĞİŞİKLİĞİ Mİ? Elbette tüm bu olup biten, daha doğrusu sürmekte olan tartışmalara bakıldığında ise, sorunun temel ekseninin doğal olarak “hukuksal” bir nitelik taşıdığı ve işleyen sürecin yine hukuk kuralları çerçevesinde çözümlenmesi gerektiği açıktır. Bu nedenle, konunun çok yön(l)ü oluşuna ilişkin saptamayı yaptıktan sonra, bu yazının ana temasının hukuksal çerçevede kalmasına çalışacağımı belirterek, en azından dağılmaya elverişli olan bu konunun sınırlarını da çizmiş olalım. Anayasa Mahkemesi, AKP hakkında açılan kapatma davasında AKP’nin “demokratik ve laiklik karşıtı eylemlerin odağı” olduğuna hükmetti. Bu, AKP’nin rejim karşıtı bir parti olduğunun kabulü anlamına geliyordu, çünkü laiklik rejimin temellerinden birini oluşturuyordu. Kendisine rejimi koruma yetkisi verilmiş en yüksek yargı organı açısından bakıldığında, rejim karşıtı olmak, herhangi bir partinin kapatılması ve yöneticilerinin cezalandırılması için yeterli bir gerekçe değildi, para cezası ile de geçiştirilebilirdi. O halde, Türkiye’yi, rejim karşıtı olduğu tescillenmiş bir partinin yönettiğini söylemekte bir sakınca bulunmuyor; rejim karşıtlarının rejimi değiştirmeyi istemeleri ise gayet doğal görünüyor. Son anayasa değişikliği girişimini, işte bu isteğin bir tezahürü ve Kemalist paradigmanın tasfiye edilerek yeni bir rejim inşası projesinde kazanılan ivmenin üçüncü iktidar dönemine girerken taçlandırılması olarak görmek gerekiyor.(4) Amerika Birleşik Devleri’nde 1787 tarihli anayasa halen yürürlükte iken, Türkiye’de ilk Anayasanın kabul edildiği tarihten (1876) bu yana geçen 125 yıllık dönemde toplam beş yeni Anayasa yapılmış; bu Anayasalarda 28 kez değişiklik yapılmıştır. Bu veriler karşısında Türkiye’de Anayasalarda bir istikrar olduğunu söylemek oldukça güçtür. Bu veriler, Türkiye’de Anayasada istikrara değil, değişime daha önem verildiğini göstermektedir. 1876 Kanuni Esasi’sinden başlayarak bugüne gelen süreçte anayasa hareketlerinin çeşitli siyasal görüşler açısından kabaca bir ayrımı yapıldığında; - Kemalist - Gelenekçi-islamcı - Popülist - Sosyalist anayasal gelişme tezleri olarak sınıflandırılabileceğini(3) görüyoruz. Bu anayasal tezlerin incelenmesi bu yazının sınırlarını aşacağından bu sınıflandırmada yeralan ve bugün iktidarı elinde bulunduran siyasal görüşün temsil ettiği gelenekçi-islamcı anayasal tezin kısaca ayrıntılarına bakmak gerekir. Nasıl Kemalist anayasal tez kendinden önceki feodal kamu hukukuna bir tepki dile getirdiyse, Cumhuriyet sonrası gelenekçi-islamcı anayasal tezler de, aslında, Kemalizme karşı tepkiyi temsil ederler. İslamcı düşüncenin bir siyasal akıma dönüşmesiyle genellikle karşı devrimci tavrının ve özellikle hukuk ve laikliğe karşı çıkışının ikinci Meşrutiyete kadar dayandığı söylenebilir. Siyasal İslam olarak tanımlanan akımın anayasal tezleri şöyle özetlenebilir: 1) Millet yürütme organının başının –cumhurbaşkanınınseçiminde, yasama ve yargı görevlerinin yerine getirilmesinde doğrudan söz sahibi – halkoylaması, halkın vetosu vs.- olabilmelidir. 2) Yürütme güçlendirilmelidir. 3) Yüksek mahkeme kararlarının anayasa uygunluğunun denetimi (Burada kasdedilen bu mercilerce verilen ve siyasal çevrelerin işine gelmeyen kararların etkisiz bırakılmasıdır.) Bu tezlerin dünden bugüne belirtilen ana ayaklar üstünde yükseldiğini ve iktidara geldikten sonra gereklerini tek 38 Eylül 2010 - 154 Geldiğimiz noktada gördüğümüz şey, 12 Eylül’le ya da darbelerle hesaplaşmaya yönelik bir girişim değil, 12 Mart ve 12 Eylül darbeleriyle pekiştirilmek istenen düzenin günümüz koşullarına uygun bir şekilde yeniden düzenlenmesidir. Yeni rejim ve anayasa değişikliği, hem bu yeni rejimin hukuki bir ifadesi olacak hem de bütünüyle yeni bir anayasa ilanına hazırlık anlamına gelecektir. 1961 Anayasası anayasacılığımızın en ileri durağını temsil ederken 1982 Anayasası dibe vurmayı ifade etmektedir. (5) İster darbe Anayasası ister 1982 Anayasası olarak analım, bu anayasanın değişmesi/yeni bir anayasa yapılması gerektiği görüşü hemen yürürlüğünden sonra toplumun hemen tüm kesimlerince ifade edilegelen bir görüştür. Başka bir deyişle, anayasanın değişmesi/yeni bir anayasa yapılması konusunda toplumsal bir oydaşma/mutabakat olduğu söylenebilir. Bu kadar büyük bir oydaşmanın varlığına karşın değişiklik demeti toplumu neden ikiye böldü sorusunun yanıtını da aramak gerekir. Bunun ise, değişiklik yapılan anayasanın 26 maddesinin hangi konuları kapsadığına bakmak ve değişikliklerin amacını doğru biçimde saptamakla mümkün olduğunu sanıyorum. Anayasa değişikliklerine hukuksal açıdan bakıldığında; 1. Normlar hiyerarşisinin en üstünde yeralan Anayasa değişikliklerinde temel unsurlar “katılımcılık, görüş/karşı görüşlerin açıklanması ve uzlaşma”dır. Oysa, değişikliklerin hazırlanması sırasında toplumsal uzlaşı sağlanmadığı gibi, kabulünde de TBMM’de nitelikli çoğunluk elde edilmemiştir. 2. Değişiklikler “hukuk devleti”, “kuvvetler ayrılığı” “yargı bağımsızlığı” ilkelerine aykırı nitelikler taşımaktadır. a. 17 üyelik Anayasa Mahkemesi’nde üyelerin çoğunluğu Cumhurbaşkanı tarafından belirlenecektir. Kuvvetler Hukuk ayrılığı ilkesine aykırı olan bu durum aynı zamanda Anayasa Mahkemesi’nin bağımsızlığının ve tarafsızlığının da ortadan kalkması anlamına gelmektedir. Anayasa Mahkemesinin “Yüce Divan” sıfatıyla yapacağı yargılamalarda (Cumhurbaşkanı, Başbakan ve Bakanlar vs. yargılanmaları) bu durum daha da önem kazanmaktadır. b. Anayasa Mahkemesi’ne TBMM de 3 üye seçecektir. Kuvvetler ayrılığına aykırı olarak yasama/TBMM lehine bir durum ortaya çıkmaktadır. Bu değişiklik “yargı bağımsızlığı” ve “hukuk devleti” ilkelerine aykırıdır. c. Anayasa Mahkemesi’ne hukukçu olmayan kişiler de üye olabileceğine ilişkin değişikliğin iktisat ve siyasal bilimler …” ve “… üst kademe yöneticileri …” ibareleri Anayasa Mahkemesi’nce iptal edilmiştir. Ana işlevi/görevi yargılama olan bir mahkemeye hukuk nosyonundan yoksun kişilerin seçilmesi “hukuk devleti” ilkesi ile bağdaşmadığı açıktır. 3- Hakimler ve Savcılar Yüksek Kurulu, kısaca; adli ve idari yargı hakim ve savcılarının özlük işlerini yürüten bir kuruldur. a. Değişiklikle, Adalet Bakanlığı’na bağlı Adalet Müfettişleri, hakimleri ve savcıları denetleyebilecektir. Kurul’un ‘bağımsız’ olarak denetleme yapabilme yetkisi olmadığı gibi, bu yetki Adalet Bakanı’nın onayıyla kullanılabilecektir. dete karşı çocukları koruyucu önlemleri alacağı, 5. Birden fazla sendikaya üye olunabileceği, 6. Memurlar ve diğer kamu görevlilerine toplu sözleşme hakkı verildiği, Uyuşmazlık çıkması halinde tarafların Kamu Görevlileri Hakem Kurulu’na başvurabilecekleri, Kurul kararlarının kesin olduğu ve toplu sözleşme hükmünde olduğu, 7. Grev esnasında greve katılan işçilerin ve sendikanın kasıtlı veya kusurlu hareketleri sonucu, grev uygulanan işyerinde sebep oldukları maddi zarardan sendikanın sorumlu olduğu şeklindeki hükmün yürürlükten kaldırıldığı, Siyasi amaçlı grev ve lokavt, dayanışma grev ve lokavtı, genel grev ve lokavt, işyeri işgali, işi yavaşlatma, verimi düşürme ve diğer direnişlerin yapılamayacağına ilişkin hükmün de Anayasa metninden çıkarıldığı, 8. Herkesin bilgi edinme ve kamu denetçisine başvurma hakkına sahip olduğu, Kamu Denetçiliği Kurumunun, TBMM Başkanlığı’na bağlı olarak kurulduğu ve idarenin işleyişiyle ilgili şikayetleri inceleyeceği, 9. Anayasa Mahkemesi kararıyla beyan ve eylemleriyle partisinin temelli kapatılmasına sebep olduğu sabit olan milletvekilinin milletvekilliğinin düşeceğine ilişkin hükmün yürürlükten kaldırıldığı, b. Yıllardır her adli yıl açılış konuşmasında Yargıtay Başkanlarının dile getirdiği ve eleştirdiği Hakimler ve Savcılar Yüksek Kurulu’nun 7 asıl ve 5 yedek üyeden oluşan yapısı, 22 asıl ve 12 yedek üyeye çıkarılmaktadır. Kurulun Başkanı halen olduğu gibi Adalet Bakanı’dır. Adalet Bakanlığı Müsteşarı da Kurulda üye olarak yer almaya devam etmektedir. Artık herkesin bildiği bu durumun yargı bağımsızlığını ve tarafsızlığını etkileyen bu durumun değişiklikte dikkate alınmadığı görülmektedir. HSYK genel sekreterinin de Adalet Bakanı tarafından atanması yürütmenin güçlendirilmesi ve yargı üzerinde üstünlük kurmasının bir parçasıdır. 10. Değişiklikle, ikinci devre için seçilen TBMM Başkanlık Divanı’nın görev süresi üç yılken, o yasama döneminin sonuna kadar devam edeceği, Diğer değişiklikler; 14. Memurlar, diğer kamu görevlileri, kamu kurumu niteliğindeki meslek kuruluşları ve bunların üst kuruluşları mensuplarına ilişkin disiplin kararlarına karşı yargı yolunun açıldığı, 1. Kadın – erkek, çocuklar, yaşlılar, özürlüler, harp ve vazife şehitlerinin dul ve yetimleri ile malul ve gazilerin eşitliğinin sağlanması yönünden alınacak önlemlerin eşitlik ilkesine aykırı olarak yorumlanamayacağı, 2. Özel hayatın gizliliğine ilişkin, herkesin kendisiyle ilgili kişisel verilerin korunmasını isteme, veriler hakkında bilgilendirilme, verilere erişme, verilerin düzeltilmesini veya silinmesini talep etme ve amaçları doğrultusunda kullanılıp kullanılmadığını öğrenme haklarına sahip olduğu, 3. Vatandaşın yurtdışına çıkma hürriyetinin sınırlandırılmasının ancak “suç soruşturması veya kovuşturması” sebebiyle ve “hakim kararı” ile olabileceği, 4. Her çocuğun, korunma ve bakımdan yararlanma, anne ve babasıyla kişisel ve doğrudan ilişki kurma ve sürdürme hakkına sahip olduğu, devletin her türlü istismara ve şidİMO İzmir Şubesi Bülteni - www.imoizmir.org.tr 11. Değişiklikle, terfi işlemleri ile kadrosuzluk nedeniyle emekliye ayırma hariç, Askeri Şura’nın her türlü ilişik kesme kararlarına karşı yargı yolu açıldığı, 12. İdari yargı yetkisinin idari eylem ve işlemlerin hukuka uygunluğunun denetimi ile sınırlı olduğu, yerindelik denetimi şeklinde kullanılamayacağı, 13. Memurların ve diğer kamu görevlilerinin mali ve sosyal haklara ilişkin toplu sözleşme hükümlerinin geçerli olacağı, 15. Devletin güvenliğine, anayasal düzene ve bu düzenin işleyişine karşı suçlara ait davaların adliye mahkemelerinde görüleceği, sivillerin askeri mahkemelerde yargılanmaları kısıtlanmakta ve savaş hali haricinde asker olmayan kişilerin askeri mahkemelerde yargılanamayacağı, 16. Anayasa Mahkemesi’nin, TBMM Başkanını da görevleriyle ilgili suçlardan dolayı Yüce Divan sıfatıyla yargılayabileceği, 17. Anayasa Mahkemesi’nin Yüce Divan sıfatıyla verdiği kararlara karşı yeniden inceleme başvurusu yapılabileceği ve Genel Kurulun yeniden inceleme sonucunda verdiği kararların kesin olacağı, Eylül 2010 - 154 39 Hukuk 18. Genelkurmay Başkanı, Kara, Deniz ve Hava Kuvvetleri Komutanları ile Jandarma Genel Komutanı’nın görevleriyle ilgili suçlardan dolayı Yüce Divan’da yargılanabilecekleri, 19. Anayasamızda güvence altına alınmış olan ve Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nde yer alan haklardan herhangi birinin kamu gücü tarafından ihlal edildiğini ileri süren tarafın Anayasa Mahkemesi’ne başvurabileceği, 20. Anayasa değişikliklerinin iptali, siyasi partilerin kapatılması ya da devlet yardımından yoksun bırakılması konusundaki karar yetersayısı 3/5’ten 2/3’e çıkarıldığı, 21. Ekonomik ve sosyal politikaların oluşturulmasında hükümete iştişari nitelikte görüş bildirmek amacıyla Ekonomik ve Sosyal Konsey’in kurulacağı, 22. 12 Eylül 1980’den sonra yasama, yürütme yetkilerini kullanan Milli Güvenlik Konseyi’nin, bu Konsey’in yönetimi döneminde kurulmuş hükümetlerin, Danışma Meclisi’nin her türlü karar ve tasarruflarından dolayı haklarında cezai, mali veya hukuki sorumluluk iddiası ileri sürülemeyeceği ve bu maksatla yargı merciine başvurulamayacağı hakkındaki hükmün ortadan kaldırıldığı görülmektedir. Yukarıdaki değişikliklerin genel bir değerlendirilmesi yapıldığında; hukuk devleti, kuvvetler ayrılığı ve yargı bağımsızlığı ilkelerine aykırı olan anayasa değişiklikleri yurttaşların hukuksal güvencesini ortadan kaldırmaktadır. Birbiri ile ilgisiz birçok değişiklik halkoyuna sunulmakta ve tek bir yanıt istenmektedir. Başka bir deyişle, özellikle HSYK ve Anayasa Mahkemesinin yapısını değiştirmeye yönelik değişiklikler gözden kaçırılarak, olumlu olarak algılanabilecek kimi değişikliklerle birlikte “evet” denilmesi talep edilmektedir. Oysa, 1990’da Berlin Duvarı’nın çöküşü sonrası orta ve doğu Avrupa ülkelerinin anayasa hazırlama sürecinde kurulan ve Avrupa Komisyonu’nun anayasal konularda danışma organı olan Venedik Komisyonu’nun, 2006 tarihli “Referandumlarda İyi Uygulamalar Kılavuzu”nun 30 uncu maddesinde; “İçerik birliği, özgür oy iradesinin daha da önemli bir gerekliliğidir. Seçmenler, arasında bir bağ olmayan farklı sorulara aynı anda oy vermek zorunda bırakılmamalıdır.” denilmektedir. Referandumlara Dair İyi Uygulama Kodu’nda ise; “Bir metnin (Anayasa, yasa) tümünün değiştirilmesi durumu hariç, seçmenlerin serbest oy hakkını garanti etmek için, oylamaya konan her sorunun çeşitli kısımları arasında öz itibariyle bağlantı olmalıdır ve seçmenlerden öz itibariyle bağlantı bulunmadan tüm hükümleri kabul veya reddetmeleri istenmemelidir.” hükmü yeralmaktadır. Aslında bu anayasa değişikliğinin belki de en az tartışılan yönü değişiklik metninin tümünün veya maddelerinin halkoyuna sunulması konusu olmuştur. Hukuken mümkün olan bu oylama biçimi iktidarın klasik hale gelen çoğunluk despotizmi nedeniyle uygulanamayacaktır. Özetle, İktidarın siyasal kurnazlığı bir kandırmacaya dönüşmüştür. 40 Eylül 2010 - 154 SONUÇ Değiştirilen Anayasa hükümlerinin belirli bir sistematiği ve bilimsel bir mantığı yoktur. Ama ilk bakışta gözlemlenebilen; yürütme erkinin daha da güçlendirilmesinin hedeflendiğidir. Yukarıda sözünü ettiğimiz iktidar partisinin temel siyasal felsefesine uygun olan gelenekçiislamcı anayasal tezi ile örtüşen bu yaklaşımın somut olarak gerçekleştirilmiş olduğunu söyleyebiliriz. Başka bir deyişle, iktidar partisi her ne kadar bilimsel anlamda sistemli bir anayasa değişikliğini gerçekleştirmese de, tarihsel köklerine ve siyasal görüşüne uygun olarak savunageldiği “siyasal rejimi değiştirme” projesini somutlaştırmış ve elle tutulur duruma getirmiş olmaktadır. Anayasa değişiklikleri, yap-boz oyunu gibi sürekli olarak ülke içi siyasi konjonktür gözetilerek yapılmaması gereken, özetle; hukuksal ve siyasal ciddiyet isteyen bir konudur. Ne 125 yıllık anayasa geçmişimizde ne de sıklıkla demokrasi dışı dayatmalarla geçen dönemlerde, buna uygun davranılmıştır. Son 50 yıllık siyasal tarihimiz ise, askeri yönetimlerce hazırlanan anayasalar ve bu anayasaların değiştirilmesi konusundaki kavga/kargaşalara tanıklık etmiştir. İşte şimdi de 12 Eylül faşist askeri yönetiminin halkımıza uygun gördüğü ve bugüne dek birçok değişikliğe uğramış, yamalı bohçaya dönmüş 1982 Anayasası’nın değiştirilmesine tanıklık ediyoruz. Ne garip bir çelişkidir ki, bu değişikliği organize edenler, o faşist askeri yönetimin koruyup kolladığı ve hatta besleyip büyüttüğü siyasal akımın temsilciliğini yapan bugünün siyasal iktidarıdır. Şimdi o siyasal akım siyasal kurnazlıkla hazırlayıp meclis çoğunluğu ile geçirdiği anayasa değişikliklerini halkoylamasına kadar getirmiş durumdadır. Kendilerini bu iktidarın yandaşlığına adamış kimi neoliberaller de “12 Eylül yönetimini yargılama” ham hayalini propaganda malzemesi olarak kullanan iktidarı desteklemektedirler. Oysa, 12 Eylül faşizmine karşı varolan ve hiçbir zaman küllenmesi beklenmeyen toplumsal muhalefetin, demokrasi havarisi olma iddiasındaki siyasal iktidarı ve onun allayıp pullayıp huzura getirdiği 12 Eylül Anayasası değişikliklerini salt bu nedenle destekleyeceğini sanmak, en az iktidarın yaklaşımı kadar pragmatist bir yaklaşımdır. Kaynaklar Prof.Dr.H.TUNÇ, Gazi Ünv.Hukuk Fak. Bülent SERİM, Anayasa Mahkemesi Eski Genel Sekreteri Prof.Dr. Bülent TANÖR, Anayasal Gelişme Tezleri, Yapı Krd.Yay. 2. Baskı Fatih YAŞLI, Anayasa değişikliği, yeni rejim ve sol, www. sol.org.tr Prof.Dr. İbrahim Kaboğlu, Marmara Ünv.Hukuk Fak. Üyelerimizden PAYDOS DEMEMEK İÇİN… Levent ÇELİK İnşaat Mühendisi Hatırlar mısınız? Bir dönem sivil ve demokratik bir yönetimden bahsedenler ne diyordu: ‘Milli iradeyi hâkim kıjlacağız.’ Ne değişti? Bunlardan bahsedenler ne oldu da değişti. Anayasa değişikliğinde seçim barajına, siyasi partiler yasasına dair hiçbir düzenleme yapmadılar… Ne değişti? Hükümet AKP oldu… Takiyye bitti… Hatırlar mısınız? Bir dönem basın özgürlüğünü getireceğiz diyorlardı. Şimdi İsmail Saymaz ve Ertuğrul Mavioğlu yazdıkları kitaplar yüzünden kaç sene ile yargılanıyor kimse hesaplayamıyor… Ne değişti? Basın değişti… Yandaş basın yaratıldı. Takiyye bitti… Hatırlar mısınız? Bir dönem haklar özgürlükleri genişleteceğiz diyorlardı… Bugün bu anayasa değişikliği ile toplu sözleşme adı altında açıkça memurlara grev yasağı getiriliyor… Ne Değişti? Kendi kurdukları memur sendikası iktidarları döneminde palazlandı büyüdü… Sendikaların üye sayıları kendileri lehine değişti. Takiyye bitti… Hatırlar mısınız? Bir dönem sol görüşlü olduğunu iddia eden bir takım insanlar ile mitinglerde yürüyen sakallı ve türbanlı muhafazakâr bazı insanlar ne diyordu? ‘YÖK anti-demokratik bir kurum kaldıracağız. Ne oldu? Ne değişti?’ YÖK değişti. Takiyye bitti… Hatırlar mısınız? Bir dönem hükümet yetkilileri, Abdullah Gül Cumhurbaşkanı seçilmeden önce, ne diyordu? ‘Cumhurbaşkanının yetkileri çok fazla bu antidemokratik durumu değiştireceğiz.’ Peki, ne oldu da Cumhurbaşkanının yetkileri bu anayasa değişikliği ile arttırılmak isteniyor. Ne oldu? Ne değişti? Cumhurbaşkanı değişti. Takiyye bitti… Bir gün nasıl hatırlayacağız bu anayasa değişikliği günlerini… İleride nasıl bir ordu ve yargı oluşturacaklar acaba? Daha mı demokratik ve laik? Daha mı anti-demokratik ve şeriatçı? Eğer bu takiyyeyi yapanlar kazanırsa o zaman takiyye bitti demeyeceğiz… Cevat Fehmi Başkurt’un ünlü Murtaza Öğretmeni gibi ideallerimizden ve yaşam tarzımızdan vazgeçerek PAYDOS diyeceğiz… O yüzden hemen yola koyulmalı ve referandum sürecinde HAYIR’ı kuvvetle haykırmalıyız… PAYDOS dememek için… İMO İzmir Şubesi Bülteni - www.imoizmir.org.tr Eylül 2010 - 154 41 Üyelerimizden BİNALARDA ENERJİ PERFORMANSI YÖNETMELİĞİNİN İNŞAAT MÜHENDİSLİĞİNE GETİRDİKLERİ Fırat ÜMMETOĞLU İnşaat Mühendisi Mevzuat Düzenleme Kronolojisi Avrupa Birliği Direktiflerinin etkisiyle Türkiye, 2 Mayıs 2007 tarihinde Enerji Verimliliği Kanunu ile tanıştı. Bu kanunla beraber üç yıllık bir sürede, sekiz tane yönetmelik ve pekçok standart mevzuat çalışmalarını destekledi. 02.05.2007 08.10.2007 14.04.2008 09.06.2008 25.10.2008 09.10.2008 18.10.2008 05.102008 Enerji Verimliliği Yasası Tanıtma ve Kullanma Kılavuzu Uyg. Esas. Dair Yönetmelikte Yapılan Değişiklikler Hakkında Yönetmelik Merkezi Isıtma ve Sıcak Su Sistemlerinde Isınma ve Sıcak Su Giderlerinin Paylaştırılmasına İlişkin Yönetmelik Ulaşımda Enerji Verimliliğinin Artırılmasına İlişkin Usul ve Esaslar Hakkında Yönetmelik Enerji Kaynaklarının Ve Enerjinin Kullanımında Verimliliğinin Artırılmasına İlişkin Yönetmelik Isı Yalıtımı Yönetmeliği (Revize) Kosgeb Destekleri Ynt.de Değişiklik Binalarda Enerji Performansı Yönetmeliği TBMM San. Tic. Bak. Bayındırlık Bak. Ulaştırma Bakanlığı Enerji ve Tabi Kaynaklar Bak. Bayındırlık Bak. KOSGEB Bayındırlık Bak. Binalarda Enerji Performansı Yönetmeliği (BEP Yönetmeliği) BEP Yönetmeliği 5 Aralık 2009 (5 Aralık 2008 den tam bir sene sonra) yürürlüğe girmiştir. Son olarak ise 1 Nisan 2010 tarihinde yönetmelikte revizyona gidilmiştir. Aşağıda yönetmeliğin İnşaat Mühendisliğini ilgilendiren kısımları detaylı bir şekilde ele alınmıştır. -Hedef 2020 yılına kadar kişi başına düşen enerji tüketimini %15 azaltmak. -Bu yönetmelik yeni yapılacak binalarda ve mevcut binalardaki önemli tadilatlarda geçerli olacaktır. -Sanayi alanlarında üretim faaliyetleri yürütülen binalar, planlanan kullanım süresi iki yıldan az olan binalar, toplam kullanım alanı 50 m2’nin altında olan binalar, seralar, atölyeler ve münferit olarak inşa edilen ve ısıtılmasına ve soğutulmasına gerek duyulmayan 42 Eylül 2010 - 154 depo, cephanelik, ardiye, ahır, ağıl gibi binalar bu Yönetmeliğin kapsamı dışındadır. -Bu yönetmelik kapsamında tasarımdaki mimar ve mühendisler bizzat sorumlu olacaklardır. -Yeni binalarda; yapı ruhsatına esas olan toplam kullanım alanının 2.000 m2 (revizyondan önce 1000 m2 idi )ve üstünde olması halinde merkezi ısıtma sistemi yapılır.( Kullanım alanı: Binanın inşa edilen ve kullanılabilen tüm bölümlerinin; duvarlar, kolonlar, ışıklıklar, giriş holleri, açık çıkmalar, hava bacaları, saçaklar, tesisat galerileri ve katları, ticari amaçlı olmayan ve binanın kendi ihtiyacı için otopark olarak kullanılan bölüm ve katlar, yangın merdivenleri, asansörler, tabii zemin terasları, kalorifer dairesi, kömürlük, sığınak, su deposu ve hidrofor dairesi çıktıktan sonraki alanı ) -Kullanım alanı 250 m2 ve üstünde olan bireysel ısıtma sistemine sahip gaz yakıt kullanılan binalarda bağımsız bölümlerde veya müstakil binalarda; yoğuşmalı tip ısıtıcı cihazlar veya entegre ekonomizerli cihazlar kullanılır. -Isı tesisatlarındaki pompalar değişken devirli seçilecektir. -Soğutma ihtiyacı 250 Kw’dan büyük olan konut dışı binalarda merkezi soğutma sistemi tasarımları yapılır. -Yapı ruhsatına esas olan kullanım alanı 2000 m2’nin üzerindeki oteller, hastaneler, yurtlar gibi konaklama amaçlı konut harici binalar ile spor merkezlerinde merkezi sıhhi sıcak su sisteminin planlanması şarttır. (Revizyondan önce 1000 m2 idi.) -Yeni yapılacak olan ve yapı ruhsatına esas kullanım alanı 20.000 m2’nin üzerinde olan binalarda ısıtma, soğutma, havalandırma, sıhhi sıcak su, elektrik ve aydınlatma enerjisi ihtiyaçlarının tamamen veya kısmen karşılanması amacıyla, yenilenebilir enerji kaynakları kullanımı, hava, toprak veya su kaynaklı ısı pompası, kojenerasyon ve mikrokojenerasyon gibi sistem çö- Üyelerimizden zümleri tasarımcılar tarafından projelendirme aşamasında analiz edilir. Bu uygulamalardan biri veya birkaçı, Bakanlık tarafından yayımlanan birim fiyatlar esas alınmak suretiyle hesaplanan, binanın toplam maliyetinin en az yüzde onuna karşılık gelecek şekilde yapılır. -Toplam inşaat alanı en az 20.000 m2 olan binaların tasarımında kojenerasyon sistemlerinin uygulama imkanları analiz edilir. İnşaat maliyetinin yüzde onunu geçmeyen uygulamalar yapılır. -Merkezi ısıtma sistemi fiyatlandırmasında %30 genel dağıtım(apartman elektrik, asansör, kazan masrafları yani ortak masraflar), %70 ise sayaçlardaki fiyatlandırma geçerli olacak. Enerji Kimlik Belgesi bu program kullanılarak hazırlanacak. -BEP-TR programını Elektrik İşleri Etüt İdaresi ve Bayındırlık ve İskan Bakanlığı 1 Ocak 2011 tarihinde uygulamaya sokacaktır. -Bu Yönetmelik kapsamında ihtiyaç duyulan enerji performansı hesaplama yöntemleri ile ilgili konulardaki tebliğler, Bakanlık tarafından, 01/01/2011 tarihine kadar çıkartılır. -Enerji yöneticileri ile Enerji Kimlik Belgesini hazırlayacak olan kişiler çok karıştırılmaktadır. Şu anda Enerji kimlik belgesini kimin hazırlayacağı açıklanmamıştır. Fakat açıklanmamış olsa bile, enerji yöneticiliği tamamen bu olaydan ayrıdır. -Enerji yöneticiliği Sanayi ve Bina Enerji Yöneticisi olarak ikiye ayrılmaktadır. Bina Enerji Yöneticisi makine, elektrik veya elektrik-elektronik mühendisliği veya teknik eğitim fakültelerinin makina veya elektrik bölümlerinde lisans eğitimi görmüş kişiler olabiliyor. Sanayi Enerji Yöneticiliği ise bütün mühendisliklere açık. Dikkat Binada da Sanayide de Mimarlar yönetici olamıyor. (Enerji yöneticiliği ve Enerji Kimlik Belgesi düzenleme işi tamamen ayrıdır) -Isı kaybeden düşey dış yüzeylerinin toplam alanının % 60’ı ve üzerindeki oranlarda camlama yapılan binalarda pencere sisteminin ısıl geçirgenlik katsayısının (Up) 2,1 W/m2K’den büyük olmayacak şekilde tasarımlanması zorunludur.(Yalıtımlı pencerelerin U ları -Tesisatlarda yalıtım zorunluluğu getiriliyor. -Enerji kimlik belgesi getirilecek binalara, klimalarda nasıl A sınıfı tasarruflu klima oluyorsa, evlerde aynı şekilde sınıflandırılacak. -Enerji kimlik belgesinde binanın ne kadar enerji tükettiği ve ne kadar CO2 salımı yaptığı gösterilecek. -Enerji Kimlik Belgesi düzenleme tarihinden itibaren 10 yıl süre ile geçerlidir. -Enerji Kimlik Belgesi, yeni ve mevcut binalar için 26 ncı maddede belirtilen bilgileri ihtiva edecek şekilde düzenlenir.Bu belgeyi düzenlemeyen binalara yapı veya oturma ruhsatı verilmeyecek.(Revizyondan önce, kullanım alanı 1000 m2’nin üstündeki binalar için geçerli idi) -Mevcut binalar ve inşaatı devam edip henüz yapı kullanım izni almamış binalar için Enerji Verimliliği Kanununun yayımı tarihinden itibaren on yıl içinde (2010 yılına kadar) Enerji Kimlik Belgesi düzenlenir. -BEP-TR yöntemine göre enerji kimlik belgesi alacak olan yeni binalar D sınıfı ve daha fazla enerji tüketimine ve CO2 salımına sahip olamaz. -BEP-TR Bayındırlık ve İskan Bakanlığının internet üzerinden yayınlayacağı bir hesaplama programıdır. İMO İzmir Şubesi Bülteni - www.imoizmir.org.tr Eylül 2010 - 154 43 Üyelerimizden -Enerji Kimlik Belgesinin yenilemesi 10 yılda bir olacak. Bu süre çok uzun değil mi?Aşağı çekilme durumu var mı? -Enerji Kimlik Belgesi neden sanayi yapılarında geçerli değil? -Enerji Kimlik Belgesini hazırlayacak kişiler kimler olacak?(Enerji Yöneticileri mi, Mühendisler mi, Mimarlar mı, yoksa sadece Makine ve Elektrik-Elektronik Mühendisleri mi?) -Sanayi Enerji Yöneticisi olma hakkı bulunan İnşaat Mühendisleri, neden Bina Yöneticisi olamıyor? KARE BULMACA VE SUDOKU ÇÖZÜMLERİ ancak bu değerleri sağladığı için, bir nevi ısı yalıtımlı pencere kullanmak zorunlu hale gelmiştir.) -BEP Yönetmeliği yürürlülüğe girince, ısı yalıtım yönetmeliği yürürlülükten kalkmıştır. -Taban, tavan ve duvar (yani katlar arası) U değeri 0,80 W/m2K altında olma zorunluluğu getirilmiştir.Bu şu anlama gelir, eğer 5 katlı bir binada her katın sahibi farklı ise, her kata ayrı ayrı yalıtım yapmak zorunlu olmuştur. Ama eğer bina sahibi tek kişi ise, TS 825’i sağlayacak şekilde yalıtım yeterli olacak, katlar arası yalıtım zorunluluktan çıkacaktır. Sorular BULMACA ÇÖZÜMLERİ 1 2 3 1 2 3 4 5 6 7 8 9 10 K E K E M E L İ K KareKARE Bulmaca BULMACA VE SUDOKU ÇÖZÜMLERİ 4 5 6 7 8 9 10 3 4L 5 İ6 O Z M O1 P2 O 1 K O Z M O P L A S E R A 2 E L A S E A R A 3 K NA R A AF İN Y R 4 EE EY L R E LE M A 5 RM K M AD R EK 6 E B O L A B O L 7 AL A LP U T TA 8Tİ A D A A L R MA KS 9 K A D A M S İ İY D İA 10 S E L E F A İ D A M E S E L ESUDOKU F N A ( kolay ) -Türk Silahlı Kuvvetleri, Milli Savunma Bakanlığı ve bağlı kuruluşları, Milli İstihbarat Teşkilatı Müsteşarlığı KARE BULMACA VE SUDOKU ÇÖZÜMLERİ 6 5 7 4 binaları ile mücavir alan dışında kalan ve toplam inşaSUDOKU 3 )7 SUDOKU ( kolay )9 (2orta at alanı 1.000 m2’den az olan binalar 1 2 için 3 Enerji 4 5 6Kimlik 7 8 9 10 1 8 4 3 1 5 6 2 Belgesi düzenlenmesi zorunlu1 değildir. K O ZNeden? M O P O L İ T 7 6 1 5 Sudoku 6 5 (Kolay) 7 4 2 1 8 93 7 83 E L A1000 Sm2 E den R A A 2 3 5 9 -Merkezi ısıtma zorunluluğu2 neden 2 44 3 59 9 2 3 7 8 86 KARE VE SUDOKU ÇÖZÜMLERİ 4 9 1 3 K A R A N A F İ Z 2000 m2BULMACA ye çıkartıldı? 9 7 8 6 49 1 2 2 78 1 8 4 3 5 4 E Y R E E L L İ 6 3 2 4 -Yönetmeliğin planlanan tarihe (05.12.2009) göre geç SUDOKU ( orta ) 5 9 6 2 5 10 M M A R K D E Y 1 2 3 4 5 6 7 8 9 7 6 1 5 4 3 5 18 4 98 çıkmasının sebebi nedir? 3 7 8 6 1 5 6 2 7 4 9 8 3 1 2 3 4 5 6 7 8 9 10 K E K E M E L İ K O Z M O L A S A R A Y R E M A R B O L A A L T D A M A İ D S E L E P E N E K A S A F O L İ6 R A 7 A F İ8 L L9 D 10 E P U T R A K İ Y İ M E N A SUDOKU ( kolay ) 6 5 7 4 2 1 3 8 9 9 2 3 7 8 6 4 5 1 1 8 4 3 5 9 2 7 6 7 6 1 5 4 3 8 9 2 2 3 5 9 6 8 7 1 4 8 4 9 1 7 2 5 6 3 4 1 2 8 9 5 6 3 7 - 154 44 Eylül 2010 5 9 6 2 3 7 1 4 8 3 7 8 6 1 4 9 2 5 TE AL Zİ İK Y E B A D A S O L A L T A A M S İ D A E L E F P R İ M U A Y E N SUDOKU ( kolay ) L Ö6 5 7 4 2 1 3 8 9 9 2 3 7 8 6 4 5 1 S 1 8 4 3 5 9 2 7 6 T E 8 9 K İ L 2 4 Ö 9 7 6 3 A S 2 3 5 9 6 7 7 3 5 1 4 6 2 3 9 86 4 8 59 7 11 8 6 43 1 2 12 5 84 2 4 1 5 8 9 7 5 9 6 2 5 1 4 8 9 7 3 2 6 9 3 7 38 7 3 28 1 65 1 2 8 5 7 4 9 5 6 6 71 3 96 1 3 2 9 1 4 67 9 17 4 8 8 7 2 1 5 4 2 5 6 3 3 8 5 1 2 5 6 3 7 1 6 9 4 3 1 8 8 2 2 5 5 7 7 4 3 9 6 7T 8 9 10 O L İ A R A AZ F İ Lİ L D E Y P U T EA K R İ Y İ M LE N A Ö S 3 4 2 9 8 4 7 5 5 1 6 8 1 3 9 2 6 7 8 5 7 8 9 6 1 7 6 5 3 9 4 2 2 1 3 4 9 1 6 3 2 2 4 1 3 4 7 7 8 6 5 5 8 9 Sudoku 7 1 4 (Zor) 8 4 9 2 5 4 6 9 SUDOKU ( zor ) 7 2 1 5 4 9 6 3 8 3 8 5 1 2 6 7 4 9 6 5 2 4 1 7 3 9 8 7 1 9 8 6 3 5 2 4 8 4 3 5 9 2 6 1 7 7 6 1 5 4 3 8 9 2 SUDOKU ( 2 3 5 9 6 8 7 1 4 8 4 9 1 7 2 5 6 3 6 5 4 1 2 8 9 5 6 3 7 7 1 5 9 6 2 3 7 1 4 8 8 4 3 7 8 6 1 4 9 2 5 4 7 zor ) Sudoku (Çok zor) 2 4 1 7 3 9 8 9 8 6 3 5 2 4 3 5 9 2 6 1 7 6 2 3 5 9 8 1 5 9 1 6 4 8 2 7 3 2 3 8 1 7 9 4 5 6 3 2 5 7 8 4 1 6 9 1 8 4 9 2 6 7 3 5 9 6 7 3 5 1 8 4 2 4 7 6 2 3 5 9 8 1 5 9 1 6 4 8 2 7 3 2 3 8 1 7 9 4 5 6 3 2 5 7 8 4 1 6 9 1 8 4 9 2 6 7 3 5 9 6 7 3 5 1 8 4 2 T A Z İ Y E L Ö S genç-İMO TEMMUZ-AĞUSTOS 2010 genç-İMO İZMİR ETKİNLİKLERİ 01.07.2010 GEMİ MÜHENDİSLERİ ODASI 5. İZMİR KAYIKLARI YARIŞI Gemi Mühendisleri Odası İzmir Şubesi’nin bu yıl Kabotaj Bayramı’nda beşincisini düzenlediği İzmir Kayıkları Yarışı’na 6 genç-İMO üyesiyle katılan Doruk CİRİT kaptanlığındaki Halikarnas adlı ekibimiz 2. olmuştur. Bir sonraki yarışı sabırsızlıkla beklerken, İzmir’in değerlerinden olan İzmir Kayıklarını yaşattıkları için Gemi Mühendisleri Odası İzmir Şubesine teşekkür ederiz. 01.07.2010 GEMİ MÜHENDİSLERİ ODASI 3. KARTONDAN TEKNELER YARIŞI Gemi Mühendisleri Odası İzmir Şubesi’nin Kabotaj Bayramı’yla gelenekselleştirdiği ve bu yıl üçüncüsü düzenlenen, TMMOB dâhilinde 14 odanın katılım sağladığı Kartondan Tekneler Yarışı’na ekibimiz 8. olmuştur. TMMOB dahilindeki odaları bir araya getiren bu tipte bir etkinliği gelenekselleştirdikleri için Gemi Mühendisleri Odası İzmir Şubesi’ne teşekkür ederiz. 22.07.2010 KAPİTALİZM: BİR AŞK HİKAYESİ Tepekule Kongre ve Sergi Merkezi, Teras Açık Hava Sineması’nda Makine Mühendisleri Odası’nın düzenlediği film gösterimlerinden Michael Moore’un yönetmenliğini yaptığı Kapitalizm: Bir Aşk Hikayesi adlı belgesel gösterimine genç-İMO İzmir Şube üyeleri olarak toplu katılım sağladık. İzmir’de Açık Hava Sineması kültürünü yaşattıkları için Makine Mühendisleri Odası İzmir Şubesi’ne teşekkür ederiz. İMO İzmir Şubesi Bülteni - www.imoizmir.org.tr Eylül 2010 - 154 45 genç-İMO HEPİMİZİ HAREKETE GEÇİREN AYNI SORUYDU Erkay KILIÇ Celal Bayar Üniversitesi, 4. Sınıf Öğrencisi Postmodern sosyolog Jean Baudrillard’dan esinlenilerek oluşturulan Matrix dünyasında, ana karakterlerden Trinity, “Matrix nedir?” sorusu hakkında şu cümleyi sarf ediyordu; “Hepimizi harekete geçiren aynı soruydu” Anayasa değişikliği hararetindeki son günlerde de hepimizi harekete geçiren olmasa da hepimizin (farkında olmadan) yorumladığı aynı soruydu; “Demokrasi nedir?” Demokrasi, sözlüklerde “Halkın egemenliği temeline dayanan yönetim biçimi” olarak adlandırılır. Halkın egemenliği kavramını da açarsak Demokrasi; “tüm üye veya vatandaşların, organizasyon veya devlet politikasını şekillendirmede eşit hakka sahip olduğu bir yönetim biçimidir” diyebiliriz. Ki asıl sorgulama da işte bu noktada başlıyor; Halk kavramı ve Halk’ın yapabilecekleri ya da yapamayacakları. K.C. Wheare, Modern Anayasalar adlı kitabında Halk’ın Anayasa değişikliklerine etkisini şöyle anlatıyor; “Bir Anayasanın yapılmasında ve kabul edilmesinde hâkim olan güçlerin ne ve kimlerden oluştuğunu keşfedebilmek için çoğu modern Anayasaların adlarına, yapıldığı ‘Halk’ (veya ‘millet) kelimesinin arkasında yatanlara bakmamız gerekmektedir. ‘Halk’ kelimesi, çoğunun birbiriyle zıtlaştığı, düşünceyi ve menfaati kapsamaktadır. Gerçekte ‘Halk’ın, tüm ‘Halk’ın, çok az şey yapabildiği belirtilebilir. Hiçbir zaman bir anayasa yapmaz veya yapamaz. Ve hiçbir zaman oybirliğiyle bir Anayasa çıkaramazlar.” Demokrasi, halk egemenliğini ve tüm bireylerin yönetimde eşdeğer etkiye sahip olmasını öngörmektedir. Ancak burada kafa karıştıran nokta, “Toplum” kavramıyla iç içe olan “Halk” kavramından bahsederken bireysel davranışların devre dışı kalmasıdır. “Halk” veya “Toplum”dan bahsederken, bireylerin “Halk”ı oluşturma aşamasında yeni bir kavrama dönüştüğünü, bireysel davranışlarla toplumsal davranışların ilişkilendirilemeyeceğini atlamamak gerekir. Bu doğrultuda da tüm bireylerin ortak bir düşünceye sahip olup oybirliğine varamayacağı, K.C. Wheare’ın da belirttiği gibi, pratikte tüm bireylerin aynı düşüncede ortaklaşamayacağı açıktır. Ki bu da bizi tekrar “hepimizi harekete geçiren soru”ya yönlendiriyor ama bu sefer biraz farklı bir açıdan; tüm bireylerden ortak karar vermeleri beklenemez, ancak ne kadar demokratik olabilirler? 46 Eylül 2010 - 154 - Demokrasinin bütün hastalıkları daha fazla demokrasi ile tedavi edilir. 1920’lerde 4 dönem üst üste New York valiliği görevi yapmış, Amerikan siyasetçilerinden Alfred E. Smith bu sözüyle aslında sorumuza bir nevi cevap vermektedir. Demokrasi, toplum içindeki birey kavramı sebebiyle –kalabalıklarda- yüzde yüz uygulanabilir bir sistem değildir. Bu yüzdendir ki Demokraside bir sorun ortaya çıkarsa sistemi daha demokratik hale getirdiğinizde hataları azaltabilirsiniz ancak bireylerin toplumsal kararlara dahil olmasını yüzde yüze ulaştıramadığınız sürece sistemde hatalar var olmaya devam edecektir. - Tanrılardan oluşan bir halk mevcut olsaydı, kendini demokratik olarak yönetebilirdi. 18. yüzyıl Fransız düşünürlerinden Jean Jacques Rousseau bu sözüyle aslında yüzde yüz Demokrasinin insanlar için ütopya olduğunu belirtmiştir. Demokrasideki hatalardan yola çıkarak, insanları tanrılarla karşılaştırmış, eğer mükemmel olsaydık demokrasi işte o zaman mümkün olabilirdi çıkarmasını yapmıştır. - Toplumun bütün isteklerini karşılayabilecek tek hükümet biçimi, bütün halkın yönetime katıldığı hükümettir; en küçük kamu görevine olsun katılım yararlıdır; her alandaki katılma, toplumun genel gelişme düzeyinin elverdiği ölçüde geniş olmalıdır. Bir tek küçük kentten daha büyük bir toplumda, kamu işlerine herkes kişi olarak katılamayacağı için, bundan mükemmel bir hükümetin ideal türünün temsili hükümet olacağı sonucu çıkmaktadır. 19. yüzyıl düşünürlerinden İngiltere Parlamento üyeliği de yapmış olan John Stuart Mill, pratiğe vurgu yapan bu söyleminde, birey sayısı arttıkça “Halk”ın her bir parçasının kamu kararlarına bireysel katılım yapabilmesini olanak dışı olarak görmüş, Temsili Demokrasi’yi de ideal hükümet türü olarak önermiştir. Pratikte yetmiş milyonu aşkın bir nüfus ile tüm vatandaşların kamu kararlarında bire bir etkili olma ihtimali genç-İMO yoktur. Bu sebepledir ki temsili Demokrasi en iyi çıkar yol olarak görülmektedir. Anayasa değişikliği hararetindeki 2010 yılı yazında tartıştığımız bu konu hakkında Şubat – 1991 tarihli “Türkiye’nin Anayasa Sorunu” adlı kitabında Zafer Üskül, Anayasa Kanunu’nu yazacak hükümetin sahip olması gereken özelliklere dair şunları kaleme almıştır; “Anayasa Kanunu’nu yazacak olan “kurucu iktidar”dır. Kurucu iktidara sahip olacak organ, hangi organdır? Kurucu iktidarı halkın kendisi doğrudan kullanamayacağına göre, bu iktidarı “temsili” bir meclis kullanacaktır. Bu meclis, yalnız anayasayı yapmakla görevlendirilebilecek bir kurucu meclis olabileceği gibi, yasama iktidarını kullanan meclis, Türkiye’de TBMM, bir anayasayı yapmakla görevlendirilebilir.” Tüm vatandaşların kamu kararlarında bire bir rol alması olası değildir. Bu sebepledir ki temsili bir Demokrasi, pratikte, elimizdeki en iyi çözümdür. O halde son soruya geçelim; Şu anki meclis yapısı “Halk”ı ne kadar temsil etmektedir? Şu anki yapısıyla TBMM, oylarda yüzde on barajını geçmiş partilerden kurulmuş bir yapıya sahiptir. Bu da halkın yüzde on’un altında düşünsel veya siyasi birlik sağlamış kesimlerinin temsil edilmediğini ortaya çıkarmaktadır. Bu da Ne kadar demokratik? sorusuna bir cevap sağlamaktadır; Şu anki meclis “Halk”ı temsil etmekte yetersiz kalmıştır. Böyle bir durumda “Halkın Anayasası”ndan bahsetmek mümkün değildir. Şu anda hazırlanmış ve referanduma sunulan Anayasa değişikliğinin “Halk” ile bir alakası bulunmamaktadır. Başbakan “Demokrasi” anlayışındaki yaklaşımını 8 Ağustos İzmir Mitingi’ndeki sözleriyle de matematiksel olarak açıklamaktadır; “Ne diyorlar, ‘Bu anayasa yüzde 51 ile kabul edilse bile yüzde 49 buna hayır demiştir’. Ya ne demek? Ya sen hesap bilmiyorsun, ya da demokratik parlamenter sistemden bihabersin. Kaçtan kaç çıkarsa çıksın, yarıdan bir fazla evet oyu alıyorsan, bu iş bitmiştir.” 51>49 anlayışıyla ticari bir firmaya, bir şirkete ortak olunabilir, doğrudur. Ancak Demokrasi gibi soyut bir siyasi kavramı matematik ile kullanmaya çalışmak teorinin pratiğe karşı yenilgisi ve bunun sonucunda da “Halk”ın mağlubiyetidir. Demokrasinin bu gibi zaaflarını da tarihteki ünlü siyasiler, düşünürler, yazarlar da fark etmiş ve bugün yaşadığımız Demokrasi problemine dair söylemlerde bulunmuşlardır; İMO İzmir Şubesi Bülteni - www.imoizmir.org.tr - Demokrasinin kötü tarafı çoğunluğun tiranlığına dönüşmesidir. Lord Acton - Politikada çoğunluk kuralının haklılaştırılması onun ahlaki açıdan doğru olduğunu göstermez. Walter Lipmann - Çoğunlukçu demokrasi, ‘halkın egemenliği’ olarak ifade edilen doktrin içerisinde en yetersiz ilke olarak görülmektedir. Bernard Crick - Çoğunluğun iradesi, diğer insanlar üzerinde baskı yapabilir; gücün çoğunluk tarafından kötüye kullanılmasının önlenmesi gereklidir. ‘Çoğunluğun tiranlığı’ topluma karşı bir kötülüktür ve toplum buna karşı korunmalıdır. John Stuart Mill - Görevimiz oybirliğine ya da oybirliğine yakın bir karara ulaşmanın yollarını aramak ve keşfetmektir. James M. Buchanan - Demokrasi esasen ferdidir, bu vasıf vatandaşın hakimiyete, insan sıfatıyla iştirak etmesidir. Mustafa Kemal Atatürk Eylül 2010 - 154 47 Kültür ve Sanat İnş. Müh. Alim ŞADAN KAUÇUK İZOLATÖR KULLANILARAK BİNALARIN DEPREMSEL PERFORMANSININ GELİŞTİRİLMESİ Mehmet Kevser Derdiman Zeynel Abidin Mirkelam Fakülte Kitabevi Yapıda, depremden kaynaklanan hasarı azaltmak için sünekliğin artırılması gerektiği bilinmektedir. Tabanı ankastre olan geleneksel binalarda yüksek süneklik seviyesi, şiddetli depremler sırasında taşıyıcı elemanlardaki akma yoluyla sağlanabilmektedir. Akma sonrasında ise binanın taşıyıcı sisteminde ve taşıyıcı olmayan elemanlarında önemli hasarlar oluşmaktadır. Şiddetli depremlere karşı bir yapının taşıyıcı sistemini, taşıyıcı olmayan elemanlarını ve içinde bulunan eşyaları hasardan korumanın etkili bir yolu olarak son yıllarda taban yalıtımı teknikleri geliştirilmiş ve yaygın olarak kullanılmaya başlanmıştır. ÖNGERİLMELİ BETON Sıddık Şener Alp Yayınevi Gazi Üniversitesi İnşaat Mühendisliği Bölümü son sınıf ile yüksek lisans öğrencilerine , ‘Öngerilmeli Beton’ dersinin, yıllar içerisinde geliştirilen ders notlarından hazırlanmıştır. Öngerilmeli beton, yüksek dayanımlı beton ve çelik kullanıldığından, aynı bir betonarme yapı ile karşılaştırıldığında daha az malzeme kullanımı gerektirir. Ayrıca yükler de artan insan nüfus ve teknolojinin ilerlemesi ile arttığından daha ekonomik yapılar, öngerilme ile yapılabilmektedir. Bu yüzden yurtdışında olduğu gibi yurdumuzda da öngerilmeli beton yapı uygulamasının yaygınlaşması beklenmektedir. Varolan yönetmeliklerde SI birimi kullanıldığından, örnek çözümlerinde SI birimi kullanılmıştır. Kitap içeriği; öngerilme tanımı, kullanılan malzeme, kayıplar, eğilme analiz ve tasarımı, kesme ve burulma, aderans, sürekli kirişler, dairesel öngerme, kolonlar ve döşeme konularından oluşmaktadır. Kitapta ele alınan konular bir dönemlik ders süresi içerisinde işlenebilecek genişlikte tutulmuştur. 48 Eylül 2010 - 154 Kültür ve Sanat 6-7 Eylül Olayları Birçok kişi tarafından 6-7 Eylül olayları şu anda da güncel olaylara ait düşüncelerini açıklamak için kullanılmaktadır. Çok tartışılan bu konu üzerine öne çıkan bir takım bilgileri özet olarak sunmak istersek; • 6-7 Eylül olaylarının oluştuğu yakın döneme, 1953’e kadar Türkiye-Yunanistan ilişkileri çok iyi bir seyir izlemiştir. • Yunanistan Kıbrıs’ın 1953 yılında kendisine devredilmesi talebiyle BM’ye başvuruda bulunmuştur. O zamana kadar Kıbrıs İngiltere’nin kontrolü altındaydı. • 6-7 Eylül olayları sırasında Kıbrıs’taki yerel seçimin tek galibi komünistler tarafından kurulan AKEL partisiydi. Bu parti İngiltere’yi Kıbrıs’ta istemiyordu. İngiltere de sömürgeleri ile arasında önemli bir ulaşım kavşağı olan Kıbrıs’tan çekilmek istemiyordu. • 6-7 Eylül olayları DP (Demokrat Parti)’nin dışişleri yetkilileri Londra’da Kıbrıs sürecini müzakere halindeyken gerçekleşmiştir. • DP yanlısı İstanbul Ekspres gazetesinin tirajı normalde 20 bin iken o gün 300.000’e yakın basarak Atatürk’ün evinin bombalandığını tüm İstanbul’a duyurmuştur. • 6-7 Eylül olayları ve çıkan benzeri başka gerilimler sayesinde, Kıbrıs’taki komünistlerin partisi AKEL’ de Rum milliyetçiliği güçlenirken ayrıca aşırı sağ partiler güç kazanmıştır. • Atatürk’ün evine bomba atan gizli haber alma teşkilatları tarafından kullanıldığı iddia olunan Siyasal Bilgiler Fakültesi öğrencisi Oktay Engin 1990’lı yılların başında Nevşehir Valiliği yapmıştır. Nevşehir ili emniyeti ise aynı yıllarda Gladio’nun kullandığı iddia edilen ülkücülere (Abdullah Çatlı vb…) bir takım kolaylıklar sağlaması ile ön plana çıkmıştır. Aynı zamanda İbrahim Şahin de o yıllarda Nevşehir emniyetinde görev yapmıştır. Uğur Mumcu çalışmalarında Nevşehir’de kurulan bu yapılanmanın üzerinde özellikle durmuştur. • Türk basınına göre 11 kişi, bazı Yunan kaynaklarına göre 15 kişi öldürülmüştür. Sabancı Üniversitesi öğretim üyesi Dr. Dilek Güven’in Sabah gazetesine verdiği röportaja göre ölü sayısının az oluşu gruplara “ölü olmasın” emri verilmesi sebebiyledir. Resmî rakamlara göre 30 kişi, gayri resmî rakamlara göre 300 kişi yaralanmıştır. Güven’e göre resmi rakamlara göre 60 olan tecavüze uğrayan ve utanmalarından veya korkmalarından dolayı şikâyette bulunamayan kadın sayısının 400’e yakın olduğu tahmin edilmektedir. • Olayların ardından, Türkiye’de yaşayan binlerce Rum Türkiye’den göç etmiştir. Rum nüfusun zamanla azalmasıyla Rumların ekonomideki etkisi zayıflamaya başlamış ve daha önceki azınlıklara yönelik eylemlerde olduğu gibi Türklerin sermayeye hakim olması hızlanmıştır. Birkaç bin Rum ise özellikle Mersin ve Tarsus’a yerleşmişlerdir. Zamanla kalan Rumların da büyük çoğunluğu İstanbul’u terk etmiştir. Nüfus mübadelesi sonucunda 1925 yılında yaklaşık 100.000’e düşen İstanbul’daki Rum nüfus, 2006 yılında 2.500 kişiye kadar düşmüştür. • Bu olaylar ile Türk-Yunan-Rum ekseninde başlayan gerilim İngiltere’yi Kıbrıs adasında hakem rolüne yükselterek adada kalıcı olarak rol almasını sağlamıştır. 1974 yılında yapılan ‘Kıbrıs Barış Harekâtına’ kadar gelişen süreçte Kıbrıs’ta aşırı sağ gruplar güç kazanmıştır. Bu grupların düzenlediği silahlı eylemler Kıbrıs’ta istikrarı tamamen bozmuştur. İMO İzmir Şubesi Bülteni - www.imoizmir.org.tr Eylül 2010 - 154 49 Kültür ve Sanat İnş. Müh. Tuğrul BAŞTAN Fıkralar Tilki Her Zaman Tilki… Tilki ormanda gezerken bir ağacın dalında asılı bir geyik budu görür. Çok açtır ancak yine de şüphelenir bu işten, kontrol etmeye başlar ve bu işte bir anormallik olduğu içine doğar… Geyik budu bir iple bombaya bağlıdır. Epeyce uzağa gider ve başını kollarının üzerine koyarak yatıp olup biteni merakla izlemeye başlar. Biraz sonra ağaçların arasından bir kurt gelir, budu görür ve yatan tilkiyi de tabi… Tilkiye sorar “ne yapıyorsun dostum” Tilki cevap verir “hiç… Yatıyorum” -Burada bir but var -… —Neden yemedin? Tilki sakince cevap verir; “Bugün orucum” Kurt kendinden emin ; “Ben yiyeyim o zaman…” Tilki “Tabii..Buyur afiyet olsun” der. Kurt but ‘a uzanır uzanmaz bir patlama, bir feryat… ortalık toz duman.. Kurt yaralı hareketsiz 10 metre uzakta perişan halde yatarken yerinden doğrulan tilki hafiften budu yemeye baslar. Yarı baygın bir şekilde gözünün birini zorla açabilen kurt ; “Lan şerefsiz hani oruçtun ?” Tilki pişkin pişkin ; “ilahi kurt kardeş, Biraz önce top patladı duymadın mı ?” Erzurumlulun İntikamı… Erzurumlu harmanını kaldırmış, ekinini kurutuyormuş. Ancak öğleden sonra gökyüzü kararmaya başlamış..İyice telaşlanan Erzurumlu başını yukarı kaldırıp başlamış duaya… -”Allah’ım, ne olirsen ekinim gurumadan yağmurunu yağdırma! ” -”Allah’ım, birkaç gün daha yağmurunu yağdırma, ne olirsen” diye dualar edip durmuş. Ekin kurudu kuruyacak lakin Aksam üzeri, son yarım saatte bir yağmur, bir boran… Tüm ekini telef olmuş zavallı Erzurumlunun… O hırs, kızgınlıkla evin yolunu tutmuş, ancak eve geldiğinde ne görsün; ahırda eşeğine de yıldırım 50 Eylül 2010 - 154 çarpmamış mı? Bu olay Erzurumlunun içine öyle oturmuş, ama bir şey de yapamamış pek tabii ki… Ancak zaman geçmiş, Ramazan ayı gelmiş, çatmış. İntikam hırsıyla, ilk gün niyetlenmiş Erzurumlu. İftara tam yarım saat kala, bir sigara çıkartıp başlamış tüttürmeye… İlk nefesini şöyle bir güzelce çekmiş ve kafasını yukarı doğru kaldırmış ve üflemiş… Üfff… -”Nasıl? İllet oliysen şimdi değil mi?” demiş ve devam etmiş… -“Var ya … Ölen eşeği de gurbana saymazsam şerefsizim…” Oruç Ataist bir adam bir gün ormanda geziyor ve etrafındaki güzelliklere bakıyormuş Evrim ne güzellikler yaratıyor! diye düşünüp mest oluyormuş birden arkasında kocaman bir ayı belirmiş ve onu kovalamaya başlamış. Adam bütün gücüyle kaçıyormuş ama her arkasına bakışında ayının yaklaştığını fark ediyormuş Dakikalarca süren bir kaçışın sonunda adamın ayağı yerdeki bir dala takılmış ve ayı adamın üzerine atlamış. Pençesini kaldırmış, tam vurmaya hazırlanırken adam Allahım! diye bağırmış Bir anda zaman durmuş ayı donmuş, ormandaki nehir bile akmaz olmuş bir anda orman kararmış ve gökyüzünden bir ışık hüzmesi adamın üzerine parlamış Çok derinden gelen ilahi bir ses adama: Yıllarca bana inanmadın, yaratılışı kozmik bir kazaya bağladın, sana bu durumda yardım etmemi mi istiyorsun? Seni sevgili bir kulum mu saymalıyım? demiş. Adam utanç içinde: Biliyorum bunca yıldan sonra dindar biri olmayı istemem haksızlık, ama belki ayıyı dindar yapabilirsin, demiş Ses, peki diye karşılık vermiş ve ışık kaybolmuş Nehir tekrar akmaya başlamış her şey eski haline dönmüş Ayı pençesini indirmiş, iki pençesini de göğe doğru çevirmiş ve konuşmaya başlamış. Allah’ım, senin rızkınla orucumu açıyorum, Hamdolsun bana verdiğin nimetlere. Kültür ve Sanat İMO İzmir Şubesi Bülteni - www.imoizmir.org.tr Eylül 2010 - 154 51 Oyun ALİ İHSAN ARGIT ALİ İHSAN ARGIT İNŞAAT MÜHENDİSİ İNŞAAT MÜHENDİSİ Bulmaca köşesi İnş. Müh. Ali İhsan ARGIT Bulmaca köşesi KARE BULMACA KARE BULMACA 4 5 6 7 8 9 10 SUDOKU (Kolay) KARE BULMACA 1 1 2 3 4 5 3 1 2 3 4 5 6 7 8 9 10 SUDOKU (Kolay) 6 8 6 3 4 7 8 5 6 7 10 8 7 3 1 2 6 9 2 1 – Çeşitli ulustan insanlar bünyesinde bulunduran. 2– Bir göz rengi – Turfanda sebze SOLDAN SAĞA ve meyvelerin yetiştirildiği SOLDAN SAĞA yer. 3 – Yeryüzünün 1 –örtülü Çeşitli olmayan ulustan insanları bulunduran. 2– denizle bölümübünyesinde – Delip geçen, Bir göz rengi Turfanda sebze ve meyvelerin İçe işleyen. 4 – –Seslenme ünlemi – Gerçekyetiştirildiği – 1 yer.– 3simgesi. insanlar bünyesinde –Çeşitli Yeryüzünün denizle örtülü olmayan bölümü – Lityumun 5 –ulustan Alman para birimi (eski) – Delip geçen, İçe Seslenme ünlemi bulunduran. 2– işleyen. Biray. göz46–rengi – Turfanda sebze Güneş ylnn onuncu – İnsan öldüren– Gerçek Lityumun simgesi. 5 –virüs Alman– yer. para birimi (eski) – Güneş Afrika maymun orijinli Maden ve– ve meyvelerin yetiştirildiği 3 –potas. Yeryüzünün yılının onuncu ayı. 6 – İnsanı öldüren Afrika ve maymun 7 – denizle Parlak krmz billurlaşmş bir geçen, örtülürenkte, olmayan bölümü değerli – Delip virüs – Maden potası. 7 –suça Parlakkarşlk kırmızı renkte, taş İçe – orijinli saç düzeltme aleti. 8 – Bir işleyen. 4 – Seslenme ünlemi – Gerçek – billurlaşmış değerli bir taş – saç düzeltme aleti. verilen ve suçlunun ölümüyle sonuçlanan ceza – 8 – Bir Lityumun simgesi. 5 –suçlunun Alman para birimi (eski) – karşılık verilen ve ölümüyle sonuçlanan Odunsuça yarmakta kullanlan ağaç yada demir Güneş ylnn onuncu ay. 6 – İnsan öldüren ceza – Odun yarmakta kullanılan ağaç yada kama. 9 – Eski Msr'da insanoğlunun hayati demir Afrika ve orijinli virüs – Maden potas. kama.olan 9 –maymun Eski Mısır’da hayati dayanağı dayanağ üretici güç –insanoğlunun Sürdürme, devam üretici güç makamda – Sürdürme, devam ettirme. 10 – Bir 7 olan – Parlak renkte, kendinden billurlaşmş değerli bir ettirme. 10 – krmz Bir önce makamda kendinden önce bulunmuş olan kimse – Gözü bulunmuş olan kimse – Gözü kapal inanlan taş – saç düzeltme aleti. 8 – Bir suça karşlk kapalı inanılan düşünce düşünce verilen ve suçlunun ölümüyle sonuçlanan ceza – Odun yarmakta kullanlan ağaç yada demir kama. 9 – Eski Msr'da insanoğlunun hayati 1– Rekaket, Pepelik. 2– Hadise, vaka – Harman dayanağ olan üretici Sürdürme, devam kaldırıldıktan sonra yerde güç kalan–toprak, çöp ve samanla 1– Rekaket, Pepelik. 2– Hadise, vaka – Harman karışık tahıl taneleri, harman döküntüsü . 3 – Bir ettirme. 10 – Bir makamda kendinden kaldrldktan sonra yerde kalan toprak, çöp ve önce dokuyu saran incekimse tabaka –– Yorgunluğu gidermek için bulunmuş olan Gözü kapal inanlan samanla karşk tahl taneleri, harman duraklama. 4 – Asya’da bir göl – Selin getirdiği kumlu, düşünce döküntüsü . 3 – Bir dokuyu saran ince tabaka – YUKARIDAN AŞAĞI YUKARIDAN AŞAĞI çamurlu toprak . 5 – Osmiyumun simgesi – Er, onbaşı ve Yorgunluğu gidermek için duraklama. 4 – çavuşlara verilen genel ad – Bağlama ve kuvvetlendirme Asya'da bir göl – Selin getirdiği kumlu, çamurlu YUKARIDAN edatı .. 6 – Ahır veAŞAĞI kümeslerde, çoğunlukla gübre atmaya toprak . 5 – Osmiyumun simgesi – Er, onbaş ve yarayan küçük pencere – Vezir . 7– Ağızdan alınan, çavuşlara verilen genel ad – Bağlama ve ilgili – Pepelik. İş verimini artırmak için vaka verilen– para. 8 – 1–ağızla Rekaket, Hadise, Harman kuvvetlendirme edat .. 6 – 2– Ahr ve kümeslerde, Söz, lakırdı – Bir konumda uzun yıllar bulunmuş kimse. çoğunlukla gübresonra atmaya küçükçöp ve kaldrldktan yerdeyarayan kalan toprak, 9 – Açıölçer, mastara, minkale . 10 – Ölen kimsenin pencere – Vezir . 7– Ağzdan alnan, ağzla ilgili samanla karşk dileme tahl – Kil taneleri, yakınlarına başsağlığı ve kumdanharman oluşan – İşdöküntüsü verimini artrmak için verilen para. 8 – Söz, . 3 – balçık. Bir dokuyu saran ince tabaka – sarı renkli verimli lakrd – Bir konumda uzun yllar bulunmuş Yorgunluğu gidermek için duraklama. 4 – kimse. 9 – Açölçer, mastara, minkale . 10 – biryaknlarna göl – Selinbaşsağlğ getirdiği kumlu, ÖlenAsya'da kimsenin dileme –çamurlu toprak . 5 oluşan Osmiyumun – Er, onbaş ve Eylül 2010 -–154 Kil 52 ve kumdan sar renklisimgesi verimli balçk. çavuşlara verilen genel ad – Bağlama ve kuvvetlendirme edat .. 6 – Ahr ve kümeslerde, 6 1 3 1 3 8 9 3 4 6 3 7 46 3 6 4 3 8 5 9 3 1 8 9 7 1 9 4 3 85 7 8 59 5 9 2 7 1 5 5 13 5 5 8 9 7 1 2 9 SUDOKU ( zor ) 5 2 5 8 8 8 3 3 5 4 9 2 1 6 3 55 4 9 1 5 7 5 13 6 5 6 6 4 9 1 4 orta8 ) 6 1 1 6 SUDOKU ( zor ) 8 3 8 9 1 1 5 88 27 6 6 3 6 2 3 7 7 3 1 6 1 1 7 4 ( 3 8 9 6 8 5 SUDOKU ( orta ) 1 8 SUDOKU 2 9 1 9 2 8 76 44 67 1 9 9 SOLDAN 10 SAĞA 4 6 3 1 5 4 9 8 78 5 6 7 9 3 7 5 2 2 1 9 Çözümleri Sayfa 44’te 8 1 3 5 2Ç6özümleri sayfa4…….. da 6 7 9