HF115 - Hayatım Futbol
Transkript
HF115 - Hayatım Futbol
3 1OCAK2 01 4-SAYI 1 1 5 ATEŞTEN GÖMLEKGi YDi Be r l us c oni Pa r ç a c ı kl a r ı/ Ni c kPug l i e s e / Ha i f aDe r bi s i Yayın Koordinatörü İlker Yılmaz Editörler Emre Çelik Rafet Baran Eryılmaz Yazarlar Fırat Topal İsmail Şayan Kerem Akbaş Mustafa Demirtaş Orhan Uluca Uğur Karakullukçu Buruk’un zorlu sınavı UEFA Kupası’nı kaldıran Galatasaray’ın Emre ve Suat’la birlikte unutulmaz orta sahasının kilit taşlarındandı. Ülke sınırları içerisinde kazanılmadık kupa bırakmayan, İtalya’da Inter’e kadar uzanan bir kariyerin altına imza atan Okan Buruk, bugünlerde deyim yerindeyse ateşten bir gömleği sırtına geçirdi. Süper Lig’de zor zamanlar geçiren Elazığspor’da teknik direktörlük koltuğuna oturan Buruk, ilk hocalık deneyimini yaşadığı Gakgoşlar’ı kümede tutmaya çalışacak. İşte böylesine zor bir taşın altına elini koyan Buruk’un görevi kabul etme nedenlerini, takıma yakalattığı havayı ve geleceğe dair planlarını Hayatım Futbol’un 115. sayısında kendi anlatımıyla bulabileceksiniz. Ayrıca değişen futbol düzeninde bir türlü doğru yöne gidemeyen Türkiye’nin, 90’larda benzer senaryoyu yaşayan ve şu anda zor zamanlar geçiren İtalya ile paralelliklerine değindik. Kur artışının Beşiktaş üzerindeki olumsuz etkisini de okuyabileceğiniz sayfalarımızda, Afganistan’daki ilk Amerikalı futbolcu Nick Pulgiese’in de ilginç hikâyesi mevcut. Genelde Filistin’e yaptıklarıyla zihnimizde canlansa da İsrail’in en önemli çekişmelerinden Haifa derbisi de bu sayıda sizlerle buluşuyor. Keyifli okumalar, İlker Yılmaz iletisim@hayatimfutbol.com team@mobilike.com #115 BU SAYIDA Okan Buruk İlk görev ateşten gömlek Berlusconi Parçacıkları Parayı verenin düdüğü çaldığı futbolda değişim sancısı Kurdan Kaleler Kurdaki artış Beşiktaş’ın ekonomisini oldukça zarara uğrattı Afganistan’da bir Amerikalı Nick Pugliese’nin ilginç hikâyesi Haifa Derbisi İsrail’in en büyük futbol rekabeti Orta Sahanın Saklı Golcüleri Arturo Vidal üzerinden takımın gol yükünü çeken orta sahalar Röportaj Uğur Karakullukçu HF115 İLK GÖREV ATEŞTEN GÖMLEK Galatasaray’ın efsane kadrosunun kilit taşlarından Okan Buruk bugünlerde ilk teknik adamlık deneyimini Elazığspor’da yaşıyor. Ligde kötü günler geçiren takımın başına ilk devrenin ortasında gelen Buruk, zor bir görev aldı. Çiçeği burnunda hoca Gakgoşlar’daki mevcut durumunu ve geleceğe dair planlarını Hayatım Futbol’a anlattı Okan Buruk, Galatasaray’ın UEFA Kupası’nı kazanan kadrosunun unutulmaz isimlerinin arasında yer alıyor. Futbolu bıraktıktan sonra milli takımda yardımcı antrenörlük yapan, alt yaş gruplarında çalışan Buruk bugünlerde ligde kötü durumda olan Elazığspor’da ilk teknik direktörlük deneyimini yaşıyor. Türk futbolunun önemli figürlerinden Buruk, 40 yaşında soyunduğu bu zor görevi ve geleceğe dair planlarını Hayatım Futbol’a anlattı. -Göreve geldiğinizde takım kötü durumdaydı ve siz ilk teknik adamlık deneyiminizde böyle bir taşın altına elinizi soktunuz. Nasıl bir duygu bu? Her iki taraf da risk aldı Hem benim için hem de kulüp için buraya gelmem zor bir karardı. İki taraf da risk aldı. Ama şu an iki taraf da çok mutlu. Risk olduğunu kabul etmeliyiz. Nasıl düşündün derseniz. Ben biraz iddialı bir insanım. Takıma gelmeden önce kadro kalitesini, kadro durumunu biliyordum. Bu takıma güvenerek geldim. Aklımın ucunda asla umutsuzluk olmadı. Geldiğimde üst üste maçlar kaybettik. Ben, oyuncularıma güvendiğimi ve bu zor durumdan çıkabileceğimizi söyledim. Özellikle Rizespor ve ondan önce oynadığımız Antalyaspor maçları bizim dönüşümüzün en büyük etkenleri oldu. Tabii devre arası da çok önemliydi. Takımın fiziksel olarak durumunu beğenmiyorduk. Biz geldiğimizde çok sakat vardı. Özellikle adale sakatlıkları yaşanıyordu. Bir de bunlara cezalılar eklendiğinde 5 ya da 6 eksikle maçlara çıkmak zorunda kalıyorduk. Ama bunları asla bahane etmedik. Özellikle devre arasına girmek ve birlikte bir hazırlık dönemi geçirmek bir şeyleri görmek adına bizim için çok önemliydi. Oyuncuların da fiziksel ve psikolojik anlamda bu süreçte geri bildirimleri çok iyi oldu. Aldığımız galibiyetler takıma bir güven getirdi. Özellikle Türkiye Kupası maçlarını lig öncesi ciddi bir hazırlık olarak görüyorduk. Galatasaray maçına da bu atmosferde çıktık. Daha öncesinde Antalyaspor ve Tokatspor bunlar hep bizim lige hazırlığımız oldu. Takım yapısını gördük. Belli şeyleri oturttuğumzu düşünüyoruz. Bunun geri bildirimini olumlu almak, galibiyetle almak mücadeleyle almak, özellikle taktiksel olarak oyuncularımızın bizim verdiklerimizi Galatasaray ve Akhisar maçlarında uygulamaları sevindirici şeyler. -Ligin dibine demir atmış bir Elazığspor vardı. Siz buraya geldiğinizde ne gibi zorluklarla karşılaştınız? Kaybetme alışkanlığını değiştirdik Geldiğimizde psikolojik olarak takımın üstünde bir kaybetmeye alışmışlık vardı. Kırılmalar yaşanıyordu. Bir gol yendiğinde takım yine kazanamayacağız psikolojisine giriyordu. Fakat ben insan yapısı olarak hırslı biriyimdir. Oyuncuların geri düştükten sonra tepki vermemeleri beni en çok üzen şeydi. Artık daha çok tepki veren bir ekibiz. Mesela ilk yarıya baktığımızda hem yerimiz kötüydü hem de kalesinde 39 gol gören bir takım vardı. Bu çok büyük bir rakam. Tabii burada kadro yapısının da etkisini görüyoruz. Defansta yaşanan sakatlıklar ve cezalar, orta sahada savunmaya yönelik isimlerin olmayışı takımımızın kurgusunu etkiledi. Bu yüzden son maçlara doğru takım kurgusunda değişiklik yaptık. Savunmamızı oturttuk. Topa daha çok sahip olmaya başladık. Bilica ile orta sahayı biraz daha fiziksel ve defansif olarak güçlendirdik. Bu da bizim direncimizi artırdı. Daha az gol pozisyonu vermeye başladık. Artık rakiplerimize karşı iyi hücuma çıkıyoruz. Daha rahat pozisyon buluyoruz. En önemlisi kaybetmeye alışmış bir takım artık kazanmaya alışmış bir takıma dönüştü. Son 4-5 maça baktığımızda kaybetmiyoruz. Bunu oyuncuların kafasına yerleştirmek çok önemliydi. Bunu devam ettirmek istiyoruz. Asıl lig şimdi başlıyor. Okan Buruk yönetiminde devre sonuna doğru yükselişe geçen Elazığspor’da Onur Ayık da ortaya iyi bir performans koyuyor. -Bir teknik direktörün kendi sistemine uygun oyuncuları toplayıp ideal kadrosunu kurması ve bu kadroyla hedeflerine ulaşması için kaç sene gerekiyor? Elazığspor’da bunu yapmak isterim Bu tablo ideal olanı. Futbolun gerçeğine baktığınızda kulüp yapısını doğru oluşturursanız, doğru sistem ulaşmış olursunuz. Tabii burada iki taraflı da düşünmek lazım. Biz, teknik adamlar olarak buna ne kadar hazırız? Kulüp başkanları buna ne kadar hazır? Profesyonel bir yapı kurmalıyız. Şu andaki ortam buna müsade etmiyor. Elazığspor için konuşursak. Ben, burada ileriye dönük bir ortam kurmak istiyorum. Başkanımız da bize her konuda destek oluyor. Transferlerde, yapacağımız harcamalarda bize güveniyor. Bu güven ortamı önemli. O yüzden her şeyi bize bırakabiliyor. Uzun vadeli bu işi yapmak istiyorsak bu senenin sonunu gördükten sonra buna dair bir plan yapmak isterim. 3 aydır Elazığ’dayım. Şehir futbolu seviyor. Çok fazla destek yok ama başarı gelirse her türlü desteği alırız. Şehir de buna müsait İnsanlar futbolu seviyor. Kulüp yapısı buna müsait. Başkanımız buna müsait. Size güven veriyor, destek olabiliyor. Uzun vadede bunu yaşamak isterim. Tabii şu an kritik bir dönemden geçiyoruz. Hem günlük hem de ileriye dönük düşünmek zorundayım. Bu süreçte altyapıyla ilişkimizi artırıyoruz. Kulüp içindeki yapıyı değiştirmeye çalışıyoruz. Biraz daha kurumsallaşmak önemli. Bunlar da yavaş yavaş olacak şeyler. Mesela dışarıdan oyuncu bulup, onu bünyemizde kendi oyun stilimize uygun yetiştirmek isterim. Tabii stresli bir dönemden geçiyoruz. Transfer dönemi bana çok ağır geldi. Neredeyse 200 futbolcu izledim. Bu yoğun süreçte baya yoruldum. Gece rüyamda oyuncuları görmeye başladım. (gülüyor) Futbolculuğunda önemli işlere imza atan Buruk, ilk teknik adamlık deneyimini yaşıyor. -Okan Buruk’un ideal takımı nasıl olmalı? Benim takımımım futbol oynamalı Şu andaki takımımza baktığımızda topu daha çok ayağımızda tutmaya çalışıyoruz. Geriden oyun kurmaya çalışıyoruz. Mesela bunu Galatasaray maçında yaparak kolay bir şekilde ikinci ve üçüncü bölgeye geçtik. Bu benim için önemli. Topu kaptırdığınız yerde baskı yapmak, önde zaman zaman baskı yapmak hem hücumda hem de savunmada bunu yapabilen kaliteli ayaklarla oynamak; benim oyun felsefelerimden biri. Hepsini de anlatmayayım. Takımı anlatıyormuşum gibi oldu. (gülüyor) Kendi oyun felsefemi kurup ona göre futbol oynatmak istiyorum. Son haftalara baktığımda kendi istediğim takım doğrultusunda ilerliyoruz. Benim için futbolumu oynamak önemli. Ne yazık ki Türkiye’de takımlar oynamak üzerine değil kazanma üzerine odaklı. Bu hafta kendi takımımı ve Akhisarspor takımını seyrederken zaman zaman mutlu oldum. İki takım da oynamaya çalışıyor, kaliteli ayakları var. Bir şeyler yapmaya çalışıyor ama bazı maçları izlediğimde futboldan nefret ettiğim oluyor. Uzun toplar, kimse emek sarf etmiyor. İşte bu yüzden ben takımını futbol oynatan bir teknik adam olmak istiyorum. Okan Buruk, Elazığspor’un başında ligde 9 maça çıktı. Son 4 karşılaşmada büyük çıkış yakalayan Buruk’un öğrencileri, 3 galibiyetle ligde derin bir nefes aldı. -Türkiye ya da yurtdışına baktığınızda hangi takım sizin aklınıza en yatkın futbolu oynuyor? Barcelona ve İspanya Milli Takımı Bu anlamda Barcelona’yı öne çıkartabiliriz. İspanya Milli Takımı’nı da dahil etmeliyiz buraya. Özellikle geriden oyun kurma, sahaya yerleşme, pas alma topa sahip olma anlamında çok iyiler. Tabii zaman zaman pas konusunda fazlasını yapıp ekran başında canınızı da sıktıkları olmuyor değil. (gülüyor) Onun dışında Danimarka Milli Takımı’nı da beğeniyorum. Saha dizilişlerinden, oyuna başlamalarından, oganizasyonlarından o elektriği alıyorsunuz. Sahadaki resmi görüyorsunuz. Tabii bu takımla da alakalı. Belki İspanya futbolu bu anlamda daha göze hoş gelen bir yapıya sahip. Çünkü herkes oynamaya çalışıyor. Bloklar arasında birbirlerine yakınlar. Mesela geçen sene Atletico Madrid ile Real Sociedad arasında bir maçı yerinde izledim. İnanılmaz kompakt oynuyorlar. Herkes çok yetenekli değildi belki ama iki takım da gidip geliyordu. Oyunun boyunu kısaltıyorlardı. Türkiye’de bunu çok fazla göremiyoruz. Belki ileride göreceğiz ancak şu an oyuncu yapımız da buna uygun değil. -Gelecek yıllarda üç büyüklerde ya da yurtdışında çalışmak üzerine bir hedefiniz var mı? Daha yolun başındayım Bunları yapmak için hazır olmanız gerekiyor. Teknik adamlığın yaşı uzun, şu an yaşım 40, biraz daha deneyim kazandıktan sonra doğru yerlerde olmak daha doğru olacak gibi geliyor bana. Tabii ki bu kendine güvenmeme ya da iddialı olmama değil. Her şeyin zamanı olduğuna inanıyorum. Ben daha yolun başındayım. Hiçbir başarı elde edemedim. Önce bu seneyi güzel bir şekilde geçirmek istiyorum. Ondan sonra tabii ki ne olur ne biter bilemem. Ayrıca Türk oyuncuların yurt dışına açılması da önemli. Futbolumuzu bir yerlere getirmek istiyorsak bunların olması lazım. Bununla birlikte Türk hocaların da yurtdışına çıkması önemli. Hepimiz böyle hedefler koymak zorundayız. oyuncu mevcut değil. Evet, iyi niyetli çalışan insanlar var bunu görüyorum. İyi listeler oluşuyor ama bu sözde kalıyor, gerçekleşmiyor. Özellikle takip edilen oyuncular vardır. Ben şu ana kadar kulüplerin böyle bir yatırım yaptığını ve bu doğrultuda oyuncu aldığını görmedim. Tabii ki burada yabancı sayısı herkesi kısıtlıyordur. Zora sokuyordur. Tayfun Korkut’la gurur duyuyorum -Milli takımların alt yaş gruplarında antrenörlük yaptınız. Bu durumun ne gibi avantajları vardır? Hannover’i çalıştıran Tayfun Korkut’la konuştum. O sevdiğim değer verdiğim bir insan, benim gurur kaynağım. Lige de iyi başladı. Biz milli takımda kader birliği yapmıştık. Onun başarılı bir yol çizmesi, Almanya’nın önemli takımlarından birinin başına gelmesi çok önemli bence. Bu, Türk teknik adamlar için hem de bütün bu işi seven ve özellikle Türk futboluna bir şeyler vermek isteyen insanlar için önemli bir şey. -Oyuncu izleme (Scouting) konusunda bir çalışmanız var mı? Neler yapıyorsunuz bu konuda? Futbolcuları biz izliyoruz Biz Elazığspor’a gelmeden önce burada bir ekip mevcuttu. Ancak göreve gelmemizle ayrıldılar. Şu an izleme ekibi yok. Biz, kendimiz belirlediğimiz oyuncuları izliyoruz. Daha önceden benim de bir portföyüm vardı. Dışarıdan baktıklarımız, bazı firmalardan aldığımız detaylarla takip ettiğimiz oyuncular var. Tabii ki bizim bütçelerimiz belli. Çok oyuncu beğeniyorsunuz ama bütçeleri bizi aşıyor. Belki sezon başına yönelik bir çalışmamız olabilir. Çünkü devre arası transferi daha zor. Daha çok oynamayan oyuncular ya da yüksek bonservislileri bulabiliyorsunuz. Bunlar da bizim yapımıza uymuyor. Türkiye’de scouting yapan takım yok Tabii şu da bir gerçek ki scouting dediğimiz olayı Türkiye’de iyi yapan hiçbir takım yok. Genç yaşta alıp parlattığınız ucuz maliyetle yetiştirdiğiniz Geniş bir oyuncu grubunu tanıyorsunuz 93-97 arası jenerasyonundan birçok futbolcuyla çalıştım. 2000 doğumlulara kadar olanları da biliyorum. Bu anlamda oyuncuları tanımak önemli. Sezon başında bu tarz oyuncuları kadronuza dahil edebilirsiniz. Hatta 94 ve 95 doğumlu oyuncularımız da var. Erol ve Muhammed, bunların kadroda yer alması benim için önemli. Bu isimlere de kupa ve ligde yer vermeye başladık. Bundan sonra da oynatacağım. Fenerbahçe ve Galatasaray’da forma giymiş olan Stepjan Tomas, İrfan Saraloğlu’ndan sonra diğer yardımcınız oldu. Ekibinizde nasıl bir görev dağılımınız olacak? Tomas hoca işin tribün parçasında yer alacak Tomas benim çok sevdiğim inanılmaz pozitif bir insan. Rubin Kazan’da izleme ekibinin başındaydı. Avrupa genelinde birçok futbolcuyu takip ediyordu. Tabii onun izledikleri 8-10 milyon euroyu bulan isimler oluyordu. O anlamda şu an farklı bir yere geldi. İrfan hoca da Türk futboluna uzun yıllar hizmet etmiş, Fenerbahçe’de çalışmış bir isim. Ekibim de Mehmet hoca, Erdi hoca gibi değerli isimler de mevcut. Tomas hoca da bu ekibin tribündeki parçası olacak. Onun oradan gördükleri ışığında maçları değelendireceğiz. Şunu da belirtmem lazım. Biz bir ekibiz. Hepimiz birbirimizin yardımcısıyız. Burada aynı işe hizmet ediyoruz. Ben ön planda olabilirim. Ama ekibim çok önemli. Futbol Kültürü Fırat Topal HF115 HAiFA DERBiSi İsrail Ligi’nin 20. hafta, 1 Şubat cumartesi günü ülkenin en büyük rekabetlerinden birisine sahne olacak. Hapoel Haifa ve Maccabi Haifa, tarihlerinde 117. kez karşı karşıya gelecekler. Hayatım Futbol olarak Haifa derbisine göz atıyoruz İsrail’in en büyük 3. kenti olan Haifa’nın adının nerden geldiği ile ilgili birçok teori var. Bunlardan birisi Aramicede “Keiphah” şeklinde telaffuz edilen Aziz Peter’den etkilenildiğini öne sürüyor. İbranice kaynaklara göre de şehrin coğrafi konumu bu isimde etkili olmuş. Karmel Dağı’nın şehrin yakınında yükselmesi sebebiyle, bir kalkan vazifesi gördüğü ve İbranice’de bu anlama gelen “Hafa” kelimesinin şehre adını verdiği ya da “güzel sahil” anlamında gelen “Hof yafe” kelimesinin de Haifa’ya dönüşmüş olabileceği de diğer teoriler. Bizans, Eyyubiler, Memlükler, Osmanlı İmparatorluğu, İngiliz hakimiyeti derken birbirinden çok farklı kültürlerin egemenliğinde yaşamış olan şehir, bugün 300 binlik nüfusu ile İsrail futbolunda da önemli bir yere sahip. Premier Lig’de forma giymiş oyuncular Ronny Rosenthal, Eyal Berkovic ve Idan Tal gibi isimlerin yanı sıra Avram Grant da Haifa kentinin her 2 takımında da teknik direktörlük yapmış bir isim. Başkent Tel Aviv’den sonra en fazla şampiyonluk çıkaran şehir olan Haifa, aynı zamanda ülkenin en büyük 2 derbisinden birisine sahip. Maccabi Haifa ve Hapoel Haifa. Her yerden Hapoel ve Maccabi çıkıyor Dünya futbolunu takip edenler bilirler, İsrail Ligi’nden takımlar Hapoel ve Maccabi isimlerini adeta aralarında bölüşmüşlerdir. Bugün İsrail’in ilk 2 ligindeki toplam 30 takımın 24’ünün adı Hapoel ya da Maccabi ile başlıyor. İsrail Ligi’ndeki toplam 71 şampiyonluğun 61’i isminde ya Maccabi ya Hapoel kelimesi olan takımlarla kazanılmış. Peki bu kelimeler ne anlama geliyor? Önce Hapoel’den bahsedelim. “Hapoel” İbranice “işçi” anlamına geliyor. Kökleri 1920 yılına kadar dayanıyor. 1920’de kurulan işçi sendikası İsrail toplumunun üçte biri ile ilişki içerisindeydi. Tabii işin içine işçi, sendika, işçi hakları gibi kavramlar girdiği zaman “sosyalizm”den bahsetmemek olmaz. İşte Hapoel de bu sendikanın üyelerinin kurduğu futbol derneğinin adı. Dolayısıyla da bu oluşumdan çıkmış tüm spor kulüpleri sosyalizm ve ilgili sol görüşün temsilcileri olarak bilinirler ki kulüp amblemlerinde de sosyalizmin en önemli simgelerinden olan “orak-çekiç” veya “orak” resmi bulunur. Gelelim “Maccabi”ye. “Maccabi” M.Ö. 164-63 yılları arasında Yunan İmparatorluğu’na karşı savaşarak bugünkü İsrailin temellerini atan ve yahudi toplumunu oluşturan bağımsızlık hareketinin adı. Maccabiler de bu harekete katılan kişilere verilen ad. Yahudi bir din adamı olan Mattathias the Hasmonean’ın oğlu olan Judas Maccabeus, Makedon İmparatorluğu yıkıldıktan sonra ortaya çıkan 4 Helen devletinden birisi olan Selevkos İmparatorluğu’na karşı M.Ö. 167160 yılları arasında verilen savaşlarda büyük rol oynamış ve bugün İsrail tarihinin en büyük kahramanlarından birisi olarak bilinmekte. Judas ve 4 kardeşine soyadlarından dolayı “Maccabees” ismi verilmiştir. Hapoel’den farklı olarak Maccabi sözcüğü İsrail dışında yahudilerin kurulmasına öncülük ettiği kulüplerde de kullanılıyor. Dolayısıyla da bu ismi alan kulüpler daha ulusalcı, daha milliyetçi yapıdalar. Belirtelim Maccabi, İbranicede “beden eğitimi” anlamına geliyor ama kulüplerin isimlerine bu kelimeyi dahil etme sebebi daha çok tarihi mirastan kaynaklanıyor. Ronny Rosenthal bir dönem Maccabi Haifa’nın önemli isimlerinden biriydi. Maccabi’nin ezici üstünlüğü Maccabi Haifa 1913’te Hapoel Haifa ise 1924’te kuruldu. Hapoel daha çok işçi sınıfının desteklediği bir kulüp olurken, Maccabi orta sınıftaki futbolseverlere hitap ediyordu. 2 ekip 18 Haziran 1949’da ilk kez karşı karşıya geldi ve Hapoel maçı 2-0 kazandı. 1952’de Hapoel, derbiyi 7-1 kazandığında, bugüne kadar gelecek bir rekora imza atmıştı. Ancak bu 2 takım tarihlerindeki ilk şampiyonluklar için 20. yüzyılın sonunu beklemek Maccabi Haifa tribünleri takımlarını her şekilde destekliyor. zorunda kaldılar. İsrail’de büyük saygı gören hocalardan Shlomo Scharf Maccabi’ye 1984 ve 1985’te art arda 2 şampiyonluk kazandırdı. Bu şampiyonlukta daha sonra Liverpool ve Tottenham formaları giyecek olan genç Ronny Rosenthal’ın büyük bir payı olduğu gibi, kariyeri bir trajedi ile sonlanacak kaleci Avi Ran da büyük katkı yapmıştı. 1987 haziran ayında Ran, Taberiye Gölü’nde yüzerken kendisine bir jet-skinin çarpması ile hayatını kaybetti, o sırada daha 23 yaşındaydı. Kulübü ilk 2 şampiyonluğuna ulaştıran Scharf da görevinden ayrılmıştı. Bu trajedinin atlatılması kolay olmadı, ancak Maccabi 198889’da bir kez daha şampiyonluğu kazandı. 1990’da Scharf geri döndü ve bir ilke daha imza attı. 1990-91 sezonunda kulüp hem lig hem de kupa şampiyonu olarak ilk kez duble yapmıştı. Bu sırada Hapoel ise dibi görmüştü. 1981’de ilk kez küme düşen takım kapanmanın eşiğine gelmiş ve maddi imkansızlıklarla boğuşuyordu. 10 yıl boyunca zorluklarla boğuştuktan sonra 1992’de geri döndüler. Kulübü maddi açıdan düzlüğe çıkartan adam, Nijerya’da balıkçılık sektöründen iyi bir servet elde eden Ruby Shapira ismindeki iş adamıydı. 1999’da bugün İsrail milli takımının başında olan Eli Guttman, onlara tarihlerindeki ilk (ve bugüne kadar tek) şampiyonluklarını kazandırdı. Fakat, izleyen sezon İsrail Futbol Federasyonu, Premier Lig uygulamasına geçtikten sonra beklenmeyen bir şey oldu ve Shapira para musluklarını kesti. Bunun sebebi kendisinin borçlu olduğu Hollandalı bir firmanın kapıya dayanmasıydı. Kulübün varlıkları, futbolcuların bonservisleri dahil olmak üzere ipotek edildi, ama bu bir işe yaramadı. 14 Aralık 2001 tarihinde Shapira, Nijerya’daki evinde intihar etti. 6 ay sonra da takımı küme düştü. 2009 yılına kadar sadece 1 kez Premier Lig’e yükselebildiler, ancak asansör takım kontenjanını doldurdular. Bu arada rakipleri tam 5 şampiyonluk kazanmış ve çoktan Haifa kentinin tek hakimi haline gelmişti. Maccabi Haifa’nın 1983/84 sezonundaki kadrosu. İki ekip arasındaki maçlar böyle dostane şekilde başlıyor. Siber derbi 2009-10 sezonunda Hapoel bir daha düşmemek üzere lige geri döndü. Ama bu süre zarfında Ancak maç içinde yaşanan gerginlikler zaman zaman olayların çıkmasına sebep olabiliyor. Maccabi Haifa çok güçlenmiş ve Şampiyonlar Ligi’nden gelen maddi güçle İsrail’in 4 büyük takımı arasına girmişti (Maccabi Tel Aviv, Hapoel Tel Aviv, Beitar Jerusalem). 2009-10 sezonunda bir kez da Devler Ligi’ne kaldılar. Hapoel de alt sıralarda dolaşmaya devam etti. Hapoel 2009 yılında lige geri döndüğünden beri Maccabi karşısında sadece 2 kez kazanabildi. Birisi 10 Aralık 2011’de 2 takımın da maçlarını oynadğı 14 bin kişilikKiryat Eliezer Stayumu’nda 3-1 kazandıkları mücadeleydi. Bu galibiyetten önce son kez rakiplerini mağlup ettiklerinde tarihler 19 Mayıs 2001’i gösteriyordu. Diğeri de bu sezonun ilk yarısında 1-0 kazandıkları maç. Haifa’nın gururu Faks skandalı 2 takımın arasındaki maçlar sadece futbolcuların mücadelesine sahne olmuyor elbet. 28 Aralık 2009’da 2 takım 4,5 yıl aradan sonra ilk kez karşı karşıya geldiğinde Hapoel taraftarları, Maccabi resmi internet sitesini hacklemiş. 1 gün sonra Maccabi taraftarları rakiplerine aynı yolla cevap vermişti. 2001 yılında Maccabi Haifa, Avram Grant yönetiminde Şampiyonlar Ligi 2. ön eleme maçı için Finlandiya’nın Haka takımı ile karşılaşmış ve deplasmandaki ilk maçı 1-0 kazanmış, kendi evinde de 4-0’lık galibiyetle tur atlamıştı. Ancak rövanş maçında cezalı olan Walid Badir’i sahaya sürdüklerinden hükmen 3-0 mağlup oldular ve kupadan elendiler. Üstelik UEFA kendilerini uyaran bir faksı maç günü yollamıştı. Hapoel taraftarları bu olayın ardından “UEFA faksı İbranice değil İngiliz çektiği için, Maccabi cahilleri olayı çözemedi” diyerek rakipleriyle uzun süre dalga geçtiler. 90’larda 2 kulüp de şampiyonluk için çarpışırken heyecanı üst düzeyde olan bir rekabetti Haifa derbisi. Bu sezon 2 takım da birbirinden farklı bir çizgi izlemiyor. Ama bu Hapoel’in yükselişe geçmesiyle değil, Maccabi’nin düşüşe girmesiyle gerçekleşti. 2 takım da orta sıralardan kurtulma mücadelesindeler. Bundan önce 2 takım 116 kez karşı karşıya geldi. Maccabi 57, Hapoel 30 kez kazanırken 29 maç da berabere bitti. İki takımın logoları Hapoel Haifa taraftarı da ateşli olmasıyla biliniyor. Teknik Analiz Mustafa Demirtaş HF115 ORTA SAHANIN SAKLI GOLCÜLERİ Küresel ısınmanın etkilerinden midir, bilinmez… Futbolun değişen doğasında santrforların genetiğiyle daha önce oynamıştı. Şimdilerde ise Arturo Vidal önderliğinde ‘santrforlardan rol çalan orta sahalar’ revaçta Bazı santrforlar vardır, taraftarlarının gözünde o kadar değerli olmasa da teknik direktörü hatta takım arkadaşlarının saha içindeki en iyi dostudur. Onlar, belki skora direkt olarak etki etmeseler de oyuna katkıları çok fazladır. Örneğin Arsenal santrforu Oliver Giroud. O da belki posterleriyle futbolsever çocukların odalarını süsleyecek bir golcü değil. Zaten o, gollerden ziyade ‘golün bir öncesindeki sahnenin’ yıldızı. Arsenal’in akan hücumlarına çok iyi ayak uyduruyor, sırtı dönükken ona kısa pas veren oyuncu, mutlaka topu sağlıklı şekilde geri alabiliyor. Kağıt üzerinde ligde 10 gole imza atmış olsa da birçok golün hazırlanış sırasında mührünü vurmuşluğu vardır. Arsenal şampiyonluğun ciddi adayı, hücum hattında şimdiden 23 gole imza atmış olan Luis Suarez’e sahip Liverpool ise onların 6 puan arkasında. Peki, bu nasıl oluyor? Arsenal’de forvetin arkasında yer alan ve hatta orta sahada oynayan oyuncular, o akan oyunda hücum geçişlerini çok hızlı yapıyorlar ve gole bir o kadar yakın olabiliyorlar. En başta da Aaron Ramsey. Bir zamanlar nadiren gol atar, hatta ‘her attığında bir ünlünün helvasını yiyoruz’ meselesini ortaya çıkarırdı. Ancak bu sezon, daha Fenerbahçe maçlarında ortaya koydu ki hareketli, pasör bir orta sahadan çok daha fazlasını yapacaktı. Golün kokusunu aldığı anda ceza sahasına koşu atıyor, bazen de o klas ayak içini ceza sahası dışından konuşturuyordu. “Rolümde dünyanın en iyisiyim!” “Santrforumuz iyi, hoş çocuk da yeterince gol atamıyor!” diyen takımların yapması gereken şey tam da buydu zaten. Bardağın dolu tarafını görerek, onun dağıtıcı, pasör özelliğini kullanıp etrafına daha fazla koşu atacak adam göndermek. Zlatan Ibrahimovic’ten bu yana çerçeveyi görmesiyle, golü yapması bir olan bir santrfordan uzak kalan Juventus’un da iki buçuk sezondur yaptığı şey bu. Belki artık Carlos Tevez ile biraz daha rahatlamış durumdalar. Ancak son iki şampiyonlukta takımın kalitesine ayak uyduracak bir golcüleri yoktu. Ama Juve, birey olarak değil en başta ‘takım olarak’ golcüydü. En çok sahneye çıkan ‘gizli golcüleri’ ise ArturoVidal… Vidal de bugünlerde Ramsey’in üstlendiği rolü çoktandır Juventus’ta icra ediyor. Hatta geçenlerde açıkladığı bir fermanla, “İrademdir! Benden iyi orta saha yok.” demişti. “Kendi pozisyonumda dünyanın en iyisiyim. Çünkü kimse benim gibi kaleden uzakta oynayıp da bu kadar gol atamaz.” Arturo Vidal aynı zamanda “Etrafta birçok taklitçimi görüyorum!” diye eklemeden de durmuyor. Görünen o ki bu rolün direkt olarak telif hakkına sahip olmak istiyor. Bu sezon Serie A’da ve Şampiyonlar Ligi’nde toplam 15 gole sahip. Elbette, gözünüzün önüne hemen ‘penaltı noktası başındaki Vida’” gelecektir. Ancak attığı 6 penaltı golünü çıkarsak dahi, 9 gol bir orta saha için olağanüstü bir sayı, hatta santrforlar için bile fena değil. Peki, Vidal bunu nasıl başarıyor? En başta müthiş bir futbol zekâsına sahip ve fazlasıyla enerjik. Öyle ki, Bielsa onu Şili Milli Takımı’nda sol stoper olarak oynatıyordu. Ancak bazı ek görevleri de vardı. Topu kaleciden alıp oyun kurmak, hücumda bir sol orta sahaya dönüşmek, gerekirse çizgiden bindirme yapmak… Bugünlerde de Juventus’ta oyunu bir o kadar geniş alanda oynayabiliyor. ‘İki ceza sahası arası mekik dokuyan’ orta saha modelini bir tık aşarak, ‘kendi ceza sahası – rakip kale alanı’ şeklinde menzili uzatmış durumda. Hissettiği anda ceza sahasına koşusunu atıyor, en çok da topu Pirlo’nun ayağında görünce… Geriye sadece şut özelliğini konuşturmak kalıyor. Başka kimler var? Vidal, “Bu işi benden iyi yapan çıkmaz.” derken sadece Aaron Ramsey’i atlamış değil. Birçok futbolseverin haklı olarak “Yılın 11’inde nasıl olmaz?” dediği Yaya Toure de görev tanımı olarak kaleye nispeten daha uzak olmasına rağmen ligde Arturo Vidal bu sezon Serie A’da Juventus’la 21 maça çıktı ve rakip ağlara 10 gol bıraktı. Arsenal’de bu sezon Olivier Giroud kadar orta saha oyuncuları da skor katkısında önemli rol oynadı. 11 gol attı. Ve bunlardan sadece iki tanesi penaltı! Yine Premier Lig’den bir başka örnek, Newcastle United’ın Fransız’ı Yohan Cabaye. Geçen sene toplamda 6 gol atmışken, bu sezon şimdiden 7 golü var. Üstelik bunların beşi, takımının ilk golü; yani bir bakıma ‘çilingir’ niteliğinde. Serie A’da da aslında birçok İtalyan orta saha bu özelliğe biraz sahip. Nitekim Vidal yokken, Juventus’ta Marchisio vardı. Keza bugünlerde West Ham United’a transfer olan Nocerino da bilhassa Palermo zamanlarında attığı gollerle kilit kıran orta sahalardandı. Yani, Arturo Vidal, ‘orta sahanın saklı golcüleri’ kentinde pek yalnız değil. Ama farklı bir tarzın kesinlikle öncülerinden. Orhan Uluca Futbol Kültürü HF115 Afganistan’da futbol oynayan Nick Pugliese, takımıyla Afgan Kupası’nı kazandı. Afganistan’da bir Amerikalı Nick Pugliese Bir Amerikalı için Afganistan’da yaşamak pek de kolay değildir. Ancak Nick Pugliese, bunun aksini ispat edercesine, telekomünikasyon sektöründe çalışmak için gittiği Kâbil’de kupalar kazanan bir futbolcu oldu 2012 yazında Afganistan’da çalışmak üzere Amerikalı bir genç ülkeye giriş yapar. Telekomünikasyon şirketinde çalışan Nick Pugliese, Afganistan’ın başkentinde emniyetli bir yaşam sürer. Üniversite yaşamında futbol takımına seçilmiş, üstelik kaptanlığa kadar yükselmiş Nick Pugliese, nihayetinde meslek hayatının koşullandırması sonucu New York’tan Afganistan’ın başkenti Kâbil’e doğru yolculuğa çıkar. Afganistan’da bir Amerikalı olarak yaşam sürmek kolay değildir. Çok sıkı güvenlik önlemleri altında neredeyse başka bir ülkede olduğunu fark etmeyecek kadar izole bir yaşam sunulmuştur ona. Ekmek mi alacak? Askerler onun yerine gidip alır getirir. Ne ihtiyacı olursa aylık kirası 3 bin dolar olan lüks barınağında onu halkla karşı karşıya getirmeden bir şekilde önüne konulur. Olur da bir şekilde dışarıya gitmek isterse yanında askerler ona mutlaka eşlik eder. Sıklıkla maçları izlemek için önce yanındaki güvenlik koridorunu aşması ve gerekirse onları ikna etmesi gerekmektedir. 9 ayın sonunda Nick Pugliese “Başka bir ülkede olduğuma kendimi inandırmakta oldukça güçlük çektim” diyecektir. FC Ferozi ile idmanlara çıkar Yanındaki güvenliği ikna ederek basketbol sahasından çevrilmiş futbol sahasında yerel halkla kaynaşıp maç yapmaya başlar. O Afganca bilmiyordur diğerleri İngilizce ama herkesin ortak konuştuğu bir dil vardır: Futbol… İlk kaynaşma bu şekilde gerçekleşir. Sahadaki arkadaşlarından Kâbil Ligi’nden FC Ferozi’de top koşturanı Nick Pugliese’yi hocasına götürür, antrenmanlara çıkmasını sağlar. Antrenörü bu yeni gelen Amerikalı’yı idmanlarda bir süre denedikten sonra beğenir ve aylık 300 dolar içeren ve kalacağı küçük bir odadan ibaret bir sözleşme sunar. Hocasından, teklif üzerinde düşünmek için süre isteyen Pugliese öncelikle işyerine giderek iş ve futbolu aynı anda yapabilmenin yollarını arar. Çalıştığı şirketin yöneticilerinin tavrı net olur: Ya Futbol ya da iş. Futbol mu iş mi? Nick Pugliese için basit bir tercih olmadığının altını çizmek gerekir. İki hafta bu konu hakkında düşünür. 3000 dolarlık lüks daireli bol sıfırlı maaşlı işinden kulübe ait yatak, masa ve raflardan oluşan misafirhaneye geçip aylık 300 dolar kazanacağı bir yaşama geçmek zorunda kalması bir yana bunu New York’ta yaşayan ailesine de kabul ettirmek zorundadır. Her şeyi göze alıp yine de “Futbol” der. ‘Belki çok kazanmıyordum ama buradaki yaşam için bu para yeterlidir’ diyecek ve bu seçimin altındaki asıl faktör ise ‘Sevdiğim işi yapıyorum’ olduğunu açıklayacaktır. Ailesi başta şok olur ve oğullarınn anlattıklarının gerçekliğine inanmakta güçlük çeker ama Nick Pugliese’nin kararlı tutumu ve her gün telefonla iyi olduğunu bildirmesi karşılığında onay verirler. Amerikalı Pugliese için Afganistan’da korumasız ve gerçek yaşam bu şekilde başlar. ‘Aslında yaşadığınız ülkenin kültürüne saygı duyarak siyah çizgilerini dikkate aldığınız takdirde çok da zor değildir’ diyecektir yerli halkla yakın olmanın zorlukları var mıdır sorusu karşılığında… FC Ferozi Kâbil Süper Ligi’nde bir takım. Soyunma odasından doktorlarına kadar her şeyi kusurludur, pek çok şey eksiktir. Eğer çapraz bağları koparsa kariyeri biter. Haftada 3 gün antrenman ve 300 dolar maaşla beraber Nick Pugliese yerel kıyafetler giyerek gerçek Afganistan’ı da keşfe başlar. En büyük korku kaçırılma tehlikesidir ve bu yüzden aynı yolu iki kere kullanmadan günlük yaşamını idame ettirir. Nereye gidecek olursa olsun günde bir kez ailesini arayarak iyi olduğunu belirtirken onlara daha çok Afganistan’da sanılanın aksine her gün bombaların patlamadığı, arkadaşlarıyla gezmelere gidebildiği yaşanabilecek bir yer olduğunu anlatır. Arkadaşlarıyla yemek yapar, beraber dışarı çıkarlar ve nihayetinde dilini Afgan Kupası zaferinden sonra tüm FC Ferozi takımı oyuncuları madalyalarıyla poz verirken. Pugliese (ayakta soldan üçüncü) takım arkadaşları ile kısa sürede kaynaştı. Pugliese sosyal hayata da çabuk ayak uydurdu. Arkadaşlarıyla Afganistan’da istediği yere gidiyor. konuşamadığı ve kültürüne yabancı olduğu ortamda futbol onu izole yaşamdan kurtaran araç olur. Sistem; 5 savunmacı, 5 hücumcu 14 takımlı Kâbil Ligi’nde FC Ferozi takımı 4-4-2 sistemi ile sahaya çıkar. Bu daha çok ‘Defansif orta saha oynayan Nick Pugliese’ye göre işin teorisidir. Ona göre burada futbol 5-5 sistemiyle oynanmaktadır, 5 kişi savunma 5 kişi de hücum eder bu takımda. O kulübün içerisinde bir Amerikalı olarak kabul görmek ise diğer pek çok takımda olduğu gibi tamamen sahada göstereceği performansla ilintilidir. Kâbil Kupası’nı kaldırdıkları gün ‘Beni aralarına kabul ettiler’ diyecektir Afganistan’ın ilk Amerikalı futbolcusu NickPugliese. Takım arkadaşlarının da bulunduğu Afganistan milli takımının kaldırdığı ilk uluslararası kupa olan Güney Asya Şampiyonluğu sonrası ülke, ilk defa bir bütün haline gelmiştir ona göre ve bunu sadece futbol başarabilirdi diyecektir Afganistan’ın ilk Amerikalı futbolcusu NickPugliese… Pugliese, takımında 12 numaralı formayı giyiyor. FC Ferozi’nin antrenmanları da keyifli geçiyor. Takımda birlik havası hakim. Kerem Akbaş Ekonomi HF115 KURDAN KALELER Pek çoğumuz çocukluğumuzda en ufak bir dalga ile yıkılacak kumlardan kaleler inşa etmişizdir. Beşiktaş yönetiminin de geçtiğimiz sezon ‘Feda’ diyerek inşa ettiği kaleler kumdan olmasa da kurdan kalelermiş ki sezonun ilk 6 ayında zararın %20‘lik kısmı kur farkından, %44’ü ise kur farkı ve finansman giderlerinden oluştu Beşiktaş için sezon, ilk 4 hafta sahada harika başlamış olsa da sonrasında hem sahada hem de mali tablolarda tepe taklak oldu. Beşiktaş, sezonun ilk 6 ayında 76,4 Milyon TL gelir elde ederken dönem net zararı 59,7 Milyon TL oldu. Geçtiğimiz sezonun ilk 6 ayı ile gelir 1,9 Milyon TL azalırken, net zarar rakamı geçen sezona göre 20,4 Milyon TL’den 59,7 Milyon TL’ye ulaşmış durumda. Aradaki 39,2 Milyon TL farkın en büyük sebebi ise geçen sezon 40,6 Milyon TL olan futbolcu ve teknik ekip ücretlerinin 61,8 Milyon TL’ye çıkması. Beşiktaş’ın kur sıkıntısı tüm takımların sıkıntısı aslında. Genel olarak tüm gelirler ve giderlerin ana kısmı olan futbolcu ücretleri döviz cinsinden de olsa TFF’den alınan yayın gelirlerinin TL olarak ödenmesi sorunun temelindeki nokta. Beşiktaş, sezonun ilk ayında geçen sezona göre 2 Milyon TL daha az gelir etti bunda seyircisiz maçların etkisi büyük. Geçtiğimiz sezon 12,5 Milyon TL olan kombine ve bilet satış gelirleri bu sezon 9,1 Milyon TL’ye düştü. Aradaki 3,5 Milyon TL gelir kaybının sorumluları ise bugün neler yapıyor acaba? Lisanslı ürünün payı %22 Beşiktaş’ın gelirlerde aslan payını Süper Lig yayın gelirleri alıyor. Süper Lig yayın gelirleri için 30,7 Milyon TL alan Beşiktaş’ın geçen sezon aynı dönem için aldığı tutar ise 28,5 Milyon TL. Bu sezon yayın gelirlerinden alınan paranın tüm gelir içindeki payı %40. İkinci sırada ise lisanslı ürün satışından sağlanan gelirler var. 17,21 Milyon TL olan Lisanslı ürün gelirlerinin toplam pastadaki payı ise %22. Sponsorluk gelirlerinde geçtiğimiz sezona göre bir düşüş söz konusuyken bu sene yapılan yeni sponsorluk sözleşmelerinin önümüzdeki sezon bu kalemdeki gelirlerde bir artış sağlayacağı olasılık dahilinde. Geçen sezon bu dönemde 11,5 Milyon TL olan sponsorluk gelirleri bu sezon 8,9 Milyon TL seviyesine inmiş durumda. Maaşlarda yükselme var Giderler kısmında ise en can alıcı nokta futbolcu ve teknik ekip ücretleri. Geçtiğimiz sezon 40,6 Milyon TL olan futbolcu ve teknik adam ödemeleri bu sezon 61,8 Milyon TL’ye çıkmış durumda. Artış %52. Bunun %10’luk kısmını kur ile açıklayabiliriz ancak kalan kısmın açıklanacak pek bir yanı yok. Geçen sezon Beşiktaş kazandığı her 100 TL’nin 52 TL’sini futbolculara öderken bu sezon kazandığı her 100 TL’nin 80 TL’si futbolculara gidiyor. Bu sezon Beşiktaş’ın toplam gelirinin 17,21 Milyon TL’si lisansli ürün satışından elde edildi. Bu da toplam gelirin %22’si demek. Borçlara baktığımızda, kredilerde sezon başında 111 Milyon TL olan borç miktarı 102,7 Milyon TL’ye düşmüş durumda ancak kredilerin pek çoğunun döviz cinsinden olduğu düşünülürse aslında düşüş yabancı para bazında daha fazla. Toplam borç artışı 49,8 milyon Beşiktaş’ın ticari nitelikteki borçlarında ise geçtiğimiz sezona göre 10,2 Milyon TL bir artış söz konusu, buna diğer ticari borçlar ve dernekten alınan borcu da eklediğimizde toplam borç artışı 49,8 Milyon TL’ye ulaşıyor. Buna göre borçları özetlersek; Galatasaray maçında sahaya giren taraftarlar Beşiktaş’ın 4 maç ceza almasına sebep oldu. Bu Kartal’a büyük zarar verdi. Bu rakamların 20.01.2014 tarihinde KAP’a yapılan bildirimden alındığını da belirtmek gerekiyor. Tüm bu operasyonların sonunda kısaca bakarsak mali tablolarda denetçilerin de belirttiği genel görüşü şu şekilde. “30 Kasım 2013 tarihi itibariyle kısa vadeli yükümlülükleri dönen varlıklarını 284.352.649 TL aşmış ve yine aynı tarih itibariyle sona eren ara döneme ait net dönem zararı 59.667.118 TL, geçmiş yıllar zararları ise 461.762.738 TL olarak gerçekleşmiştir. Şirketin toplam öz kaynakları negatife dönmüş olup 279.508.076 TL’dir. Bu durum, şirketin devamlılığını sürdürebilme kabiliyetine ilişkin önemli ölçüde belirsizliğin bulunduğunun göstergesi olabilir ve bu nedenle bu şartlar altında varlıklarını taşıdığı değerlerden nakde dönüştüremeyebilir ve yükümlülüklerini yerine getiremeyebilir.” AŞ’nin derneğe olan borcu arttı Beşiktaş’ta öz sermayenin geldiği nokta negatif 279,5 Milyon TL’ye ulaşmış durumda. Bu bakımdan gelecek dönemde bir sermaye artışına göz kırpıyor şirket. Sezonun ilk 6 ayında alınan futbolcuların nakit akış tablosuna etkisi 37,5 Milyon TL olarak yansımış ve neredeyse tamamen dernekten sağlanan 37,8 Milyon TL nakit ile karşılanmış görünüyor. Böylelikle AŞ’nin derneğe borcu 58,7 Milyon TL’ye ulaşmış durumda ve bu tutar AŞ’ye nakden girdiği için olası bir sermaye artırımında kısmen ya da tamamen mahsup edilerek kullanılabilir. Beşiktaş’ın stadyuma bir an önce ihtiyacı var. Hemen ardından ise Avrupa’da sürekli boy göstermek finansal anlamda önemli bir hamle olacak. Yeni stadın gelirlerinin yapılan protokol ile 3 yıl boyunca dernekte olacağı söylentileri dolanıyor ancak bununla ilgili kulüpten herhangi bir resmi açıklama gelmedi. Beşiktaş için şimdilik çıkar yok bir maden işçisi gibi derinlere inip cevherler bulmak ve bunları sahaya sürmek. Beşiktaş’ın en önemli futbolcu olarak görünen Fernandes ’in sezon sonunda bedelsiz takımdan ayrılacağı dedikoduları ayyuka çıkmışken, yapılması gerekenin de aslında tam olarak bu olduğu daha fazla ortaya çıkıyor. Beşiktaş’ı sezonun geri kalanında sponsorluk anlaşmalarına devam etmesi şu anda yapılabilecek en akıllıca hamlelerden biri olur. Beşiktaş, İnönü Stadyumu inşaatını en kısa sürede bitirmek için büyük çaba harcıyor. Spor Hukuku Av. Halil İbrahim Çelik HF115 6222 VE iŞLEYiŞi Hayatımıza kısa bir süre önce giren 6222 sayılı kanun, yani diğer bir ifadeyle Sporda Şiddet ve Düzensizliğin önlenmesi yasasının getirisi olan “Seyirden Men” nedir? Bu cezayı alan ne yapmalı? Bugüne kadar kaç kişi bunla karşı karşıya kaldı? Siyasi slogan da suç mu? Tüm bunları Avukat Halil İbrahim Çelik sizler için derledi Hayatımıza kısa bir süre önce giren 6222 sayılı kanun, yani diğer bir ifadeyle Sporda Şiddet ve Düzensizliğin önlenmesi yasasının getirisi olan “Seyirden Men” nedir? Bu cezayı alan ne yapmalı? Bugüne kadar kaç kişi bu durumla karşı karşıya kaldı? Siyasi slogan da suç mu? Tüm bunları Avukat Halil İbrahim Çelik sizler için derledi 6222 Sayılı Sporda Şiddet ve Düzensizliğin Önlenmesi hakkındaki kanun ile spor hayatımıza giren önemli unsurlardan biri de “Seyirden Men Cezası”dır. Seyirden yasaklanma bir kişinin spor müsabakalarını, antrenmanları izlemek amacıyla spor alanlarına girişinin yasaklanması olarak tanımlanabilir. Bu kanun sadece futbol müsabakalarında meydana gelen olaylarla ilgili değildir. Bütün spor müsabakalarının öncesinde, esnasında veya sonrasında, taraftarların gruplar halinde bulundukları yerler ile müsabakaya gidiş ve geliş güzergâhlarında olabilecek olayları kapsamaktadır. Bu hususu örneklendirmemiz gerekirse taraftarların maç öncesinde buluşma yerlerinde meydana gelecek olaylarda dahi bu kanun hükümlerince belirlenen yaptırımlar uygulanabilmektedir. Başka kanuna da gönderme yapılabilir Seyirden Men Cezası 6222 Sayılı Kanun’da öngörülen suçlardan kaynaklı verilebileceği gibi kanunun yollama yaptığı diğer suçlardan dolayı başlatılan soruşturmalar neticesinde de verilebilir. Örneğin kişinin spor alanlarına ruhsatlı dahi olsa ateşli silah ve kesici – delici alet sokması yasaklanmıştır. Buna aykırı hareket eden kişiler hakkında 6136 Sayılı Ateşli Silahlar ve Bıçaklar ile Diğer Aletler Hakkında Kanun hükümleri gereğince soruşturma başlatılır ayrıca bu maddeye muhalefet eden kimseye seyirden men cezası verilir. Seyirden men nasıl verilir? Doğrudan 6222 Sayılı kanunda belirtilen suçları işleyen kişiler hakkında derhal seyirden men cezası uygulanır. Kanuna belirtilen suçlara değinirsek; Spor alanlarına bulundurulması yasak olmamakla birlikte kesici, ezici ve delici alet sokmak, uyuşturucu veya uyarı madde ile alkollü içecek sokmak, hakaret içeren tezahüratlarda bulunmak, biletsiz olarak izlemek amacıyla stada girmeye çalışmak, stat içerisinde seyirci girişine yasaklanmış bölümlere girmek, spor alanlarında taşkınlık yapmak bu doğrultuda sayılabilir. Ayrıca taraftar gruplarının spor alanları dışında yaralama, hakaret içeren tezahürat ve mala zarar verme suçunu işlemeleri halinde de seyirden men cezasına derhal hükmedilir. Mahkeme tarafından bu ceza kaldırılmadıkça veya yapılan yargılama neticesinde kişi beraat etmedikçe koruma tedbiri olarak bu yasağın uygulanmasına devam edilir. Bu yasanın ilk yargılananları 2011 yılındaki bir Beşiktaş maçından önce olay çıkaran Bursaspor taraftarları oldu. Kişinin alkollü veya uyuşturucu madde etkisi altında olduğu saptanırsa stada alınmaz. Bu rağmen kişi stada girmeye çalışırsa veya dışarı çıkmamakta ısrar ederse hakkında seyirden men cezasına hükmolunur. Seyirden men cezasının verilme usulünü açıklarsak; Kişi spor alanları içerisinde bu kanunda veya yollama yapılan diğer kanunlarda yazılı suçlardan birini işlerse cumhuriyet savcısının sözlü veya yazılı talebi üzerine kolluk (polis) tarafından soruşturma başlatılır. Soruşturma devam ederken kişi hakkında spordan men tedbirine hükmedilir ve bu doğrultuda bir form düzenlenerek spor güvenlik birimine gönderilir. Daha açık konuşacak olursak taraftarların müsabaka alanlarında veya Taraftarlar her zaman taşkınlık için sahaya girmiyor. Zaman zaman da kazanılan bir kupanın coşkusu için çimlere koşuyor. çevrelerinde veya taraftar buluşma yerlerinde şiddet veya hakaret içerikli bütün hareketlerinden dolayı doğrudan doğruya seyirden men cezasına hükmedilir. Kişi hakkında dava açılırsa ve bu tedbir mahkeme tarafından kaldırılmadığı müddetçe devam eder. Burada süresiz bir cezadan bahsedilemez. Cezanın süresi 1 yıldır. Kişi hakkında erteleme, hükmün açıklanmasının geri bırakılması veya para cezası verilse dahi seyirden men cezası devam eder. Seyirden men cezasını kaldıracak tek şey ilgili suçtan dolayı kişinin beraat etmesidir. Men cezası alan maç vakti karakola gitmek zorundadır Seyirden men cezasının uygulanmasını açıklayacak olursak kişi men cezası aldığı müsabakanın tarafı olan ve taraftarı olduğu takımın maçlarının olduğu gün maç saatinde ve maçtan 1 saat sonra ilgili kolluk merkezine başvurmak zorundadır. Başvurulmaması halinde kişi hakkında 25 günden az olmamak üzere adli para cezasına hükmedilir. Ayrıca seyirden men cezası alan kişi bu ceza süresince spor kulüplerinde, federasyonlarda görev alamaz ve statlara ne isimle olursa olsun giremez. Seyirden men cezalarının tam anlamıyla uygulanabilmesi için bir elektronik bilgi bankasının kurulması kararlaştırılmıştır. Bu elektronik bilgi bankasında seyirden men cezası almış taraftarların fotoğraflı olarak kayıtları tutulur ve takibi yapılır. Spor kulüplerinin de erişimine açık tutulmuştur. 5000’den fazla kişi ceza aldı Seyirden men cezası bir futbolsevere verilebilecek en büyük cezalardan biridir. Ancak kanun koyucular bunun futbolseverler için ehemmiyetini göz ardı ederek seyirden men cezasına sıklıkla başvurmaktadırlar. 6222 Sayılı Yasa yürürlüğe girdiği tarihten itibaren 5000 den fazla futbolsevere seyirden men cezası verilmiştir. Seyirden men cezası sadece futbol maçlarını değil aynı zamanda antrenmanları da kapsamaktadır. Ancak seyirden men cezası alan takım Kasımpaşa-Beşiktaş maçında sahaya giren bu şahıs, Manuel Fernandes’e saldırmıştı. taraftarlarının antrenmanlara girişlerinin ne şekilde denetleneceği konusu hala havadadır. Siyasi slogan suç değildir Son dönemde sıklıkla karşılaştığımız sorulardan biri de taraftarların siyasi slogan atmalarının cezai bir karşılığı bulunup bulunmadığıdır. 6222 Sayılı Kanunda siyasi slogan atmakla ilgili bir hüküm bulunmamaktadır. Bu nedenle hakaret içermediği müddetçe taraftarların siyasi slogan atmalarında, pankart açmalarında herhangi bir problem bulunmamaktadır. Kolluk görevlilerinin hakaret içermeyen pankartlara ve sloganlara müdahalesi yasal dayanaktan yoksundur.