İndirmek İçin Tıklayınız!
Transkript
İndirmek İçin Tıklayınız!
Aralık 1997 Sayı: 3 Mızrak Olup Saplandık Zulmün Gösüne Vefa Saygın Ö ütle 3 De ki brahim Halil Ayçan 6 'Okmeydanı" Devrimcileen Halk Kültürü -1- Selçuk Demirci 7 Bir Dosya, Bir Tarih: Emein Kavgası ve Müzik Grup Yorum 15 Türkülerimiz Ruhi Su 21 Anadolu'da nsan Semih Erkmen 23 Çanlar Kimin çin Çalıyor? Yi it Tuncay 24 Yılmaz Güney "O Güzel Gülen Adam" Sadık Çelik 27 Yaadıımız Film: "Hayat" brahim Karaca 35 Denizin ve Sisli Daların nsanları: "Lazlar" Zerrin Kayalı 36 "Bizim dil'den Yansımalar Kayhan Demir 40 Nota "Uurlama" Grup yorum 42 Bir Film: "Masumiyet" brahim Köro lu 44 Festivallerden Veli Gökta 45 Haber/Yorum Tavır 46 ön kapak: fosem arka kapak: j. gallkus ön iç kapak: sovyet katalou arivinden Aylık Sanat Dergisi dil Kültür Sanat Bilimsel Aratırma Yay. Org. Film. Tic. San. Ltd. ti. tarafından yayınlanmaktadır. Sahibi Aynur Cihan Yazıilerl Müdürü Yasin Ali Türkeri Okmeydanı Okmeydanı Halk Kültür Merkezi Piyalepaa C. No: 148 Abone Koullan (6 aykk) 900.000.-TL (1 yıllık) 1.800.000.-TL Yazıma Adresi dil Kültür Merkezi Dereboyu C. No: 110/55 Ortaköy/lstanbul Tel/Fax:(212) 261 32 19, Taksim Aye Nil Halk Kütüphanesi stiklal Cd. Korsan Çıkmazı Saadet Ap.4/2 Beyolu zmir Ege Kültür Sanat Merkezi1. Beyler No: 22 Kat: 4/403 Kemeraltı Hesap No: (11): 1116-344793 Aynur Cihan Ibankası Ortaköy-lstanbul (DM); 1116-281093 Aynur Cihan Ibankası Ortaköy-lstanbul Adana InönüC. Aydın Ihanı No:505 Ofset Hazırlık Tavır Yayınları Almanya Hagedorn str. 15 47169 Duisburg Tel: (00 49 203) 4011 26 Baskı Günay Ofset TAVIR'dan SOKAKLARA DÖKTÜÜMÜZ SESMZ, SLOGANLARIMIZI TOPARLAYIP düüyoruz yola. Çekilen acıların kahrı, çilesi omuzlarımızda; yorgunlu u, yüzümüzdeki her çizgide... Acıyı umuda, hüznü öfkeye devirip düüyoruz yola. Katledilenlerimizin, kaybedilenlerimizin hesabını sormaya düüyoruz yola... Gencimiz, yalımız, kadınımız, çolu umuz-çocu umuz; kol kola girip düüyoruz Ankara yollarına. Bir mızrak gibi keskin öfkemiz, bir mızrak gibi hızlı ve kararlıyız, bir mızrak gibi saplanaca ız zulmün kalbine. Ankara kapılarına dayandık sesimizle, gücümüzle; halkımızın özgücü Halk Meclislerimiz ile dikildik karılarına. Korku da ları gibi dikildiler karımıza. Üfledik, yıkıldılar; ka ıttan birer kaleymi me er hepsi. Susurluk Devleti'nin kalbine yapılan vakur, a ır, kararlı ve onurlu bir yürüyüü zaferle noktaladık. Susurluk Devleti' ni unutmak, affetmek olmaz; affetmedik ve hesap sorduk. Alınlarına kurban kanı sürülenlerin yakasına yapımak için sokaklar, alanlar dar gelecek bize... Dergimizin üçüncü sayısında, devrimcileen halk kültürüne örnek bir semti, Okmeydanı'nı inceliyoruz. Yıllardır onlarca ehidin teriyle, canıyla, kanıyla emek verdi i bir yer olan Okmeydanı, devletin tehlikeli saydı ı bölgelerden... Devrimcilere asla sırt çevirmeyen, bedel ödeyen, ödeten bir semt Okmeydanı... Yazı dizimizin bu bölümünde, semtin kuruluu ve devrimcilerle kaynamasını inceledik. Halk Meclisleri, bir mızrak gibi dütü Susurluk Devleti' nin kalbine. Grup Yorum elemanı Vefa Saygın Ö ütle, katıldı ı bu yürüyüteki izlenimlerini yazdı dergimize. Yılmaz Güney ve Ruhi Su... Devrimci sanatımızın iki yapı taı... Eylül ayındaki ölüm yıldönümleri nedeniyle, gecikmi de olsa, sayfalarımızı açtık onlara. Ariv köesinde, Ruhi Su, halk türküleri ile ilgili düüncelerim kendi kaleminden aktarıyor bizlere. Bir önemli notumuz da, dergimizle bulumakta zorluk çekenlere... Dergimiz bundan böyle, Bir-Yay tarafından bayilere da ıtılacaktır. Bundan böyle, dergimize rahatlıkla ulaabileceksiniz. Yeni sayımızda bulumak üzere, hoçakalın. Dostlukla... 2 ZLENM vefa saygın öütle MIZRAK OLUP SAPLANDIK ZULMÜN GÖSÜNE B ugün bayramdır bize, bayram... Çetelerin kalbine, Ankara'ya bir mızrak gibi dümüüz. Titretmiiz koltuklarını asalakların. Bir korku salmıız ki yüreklerine, iflah olmazlar artık. Bugün bayramdır bize, bayram... Katledilen, kaybedilen insanlarımızın hesabını sormuuz bir bir. Dar etmiiz meclislerini kan emicilere. Kaçacak delik aramılar da bulamamılar. Derin bir nefes al Nuri Amca, i-ir iyice yanaklarını. iir ki, daha bir gür çıksın zurnanın sesi. Gümbürde-sin davulumuz... Zafer halayına duruyoruz, dostlar sıraya. Halay baım irade çekecek, hemen yanı baında kararlılık... • Kasım'ın 1 'i... Güzel bir Cumartesi sabahı... Bu aylarda ender rastlanan cinsten bir güne, insanın içini ısıtıyor. Günei içimize doldurup düüyoruz Kadıköy yoluna. Bugün, bir baka görünüyor gözümüze insanlar, daha bir sıcak, daha bir candan insanlarımız gözlerimizde. Anadolu yakasını, düman orduları zapt etmi sanki. Öyle bir polis kalabalı ı... Haldun Taner Tiyatrosu'nun önünde ise tanıdık yüzler gözüme çarpıyor. Susurluk Devleti'nden hesap sormak için, aylardır stanbul'un her mahallesini eylem alanına çeviren Halk Meclisleri üyeleri... Birçok eylemlerinde yanlarında bulunduk, tanıyoruz birbirimizi. Selamlaıyoruz. Ses düzeni kuruluyor, sahne hazırlanıyor. Çok de il bir kaç sene önce, Kadıköy'ün orta yerinde böyle bir etkinlik olacak deseler, gülüp geçerdik. Bu durum, Halk Meclisleri'nin merulu unu ve gücünü ortaya koyuyor. Bir Halk Meclisi üyesinin, yürüyüün amacını ve güzergahım anlattı ı konumanın ardından sahneye ça ırılıyoruz. Türkülerimizin ilk ezgileriyle birlikte halaylar balıyor. Bu halaylar yürüyüün sonuna kadar, her fırsatta kurulacak. nsanlar, ne kadar da cokulular... Üç, dört gün sürecek yorucu bir yolculukmu, baskıymı, gözaltıymı, ne gam... enli in ardından, düzenli kortejler halinde otobüslerimize yürüyoruz. Analarımız, üzerlerine birer Önlük giymiler. Bir yüzünde bir istek: "Baımsız-Demokratik Türkiye" Bir yüzünde bir hesap: "Bin Operasyon'un Katillerini istiyoruz!" 1000 gizli operasyonda o ullarını, kızlarını yitiren analarımız, evlatlarının kanını istiyor, analarımız yarım kalmı hesaplarını tamamlamaya gidiyor; yapıılmadık yakalara yapımaya, o yakaları parçalamaya gidiyor. Otobüslerimiz, yılların kahrını omuzlarında taımı emektarlar, anılarımızdan çıkıp gelmi gibiler; dökülmü boyaları tıknefes motorlarıyla. Yine de çok güzel görünüyorlar gözüme; çünkü o yalı tekerlekler, o yorgun motor, biz hedefe, çetelerin kalbine do ru yayından çıkmı bir ok gibi fırlarken yarenlik edecekler bize. Bütün otobüslerin önüne "Halk Meclisleri" yazılı pankartlar asılıyor. Ve kontaklar çevriliyor hesap sormaya... Kadıköy'den sonraki ilk dura ımız; Kartal. stanbul'u yürüyerek terkedece iz. Yürüyerek terkedecek ve kısa bir zaman için "hoçakal" diyece iz "ehr-i stanbul"a. Otobüslerden inip kortejlerimizi oluturuyor ve yürümeye balıyoruz. "Susurluk" un Hesabını Sormaya, Ankara'ya Yürüyoruz- Halk Meclisleri" yazılı pankartımızı açtı ımız an, polisler dikiliyor karımıza; pankartın bir ucundan onlar bir ucundan biz çekitiriyoruz; ille de açaca ız bu pankartı Kartal'ın meydanında, ille de bir ferman gibi gözüne sokaca ız Ankara'dakilerin... Sloganlarımızla minibüs duraklarına kadar yürüyoruz. Bu sırada, iki sivil polisin korku ve kaygıyla gözlerini üzerimize diktiklerini farkediyoruz; hararetli hararetli tartııyorlar. Halk Meclisleri sözcüsü, burada basına ve halka bir açıklama yapıyor; Kadıköy'deki açıklamayı, buradaki insanlara duyurmak amacıyla yapılıyor bu açıklama. Tek bir insan kalmasın istiyoruz, niye yürüdü ümüzü bilmeyen. Ardından, otobüslerimize biniyoruz. Ve yola devam... Üçüncü dura ımız; Gebze. Yapılan yürüyüün ardından, halaylar çekiliyor. Sesimiz hiç de kısılmamı, hiç de yorulmamıız... Bursa'ya do ru yola çıkmak üzere feribota biniyoruz. Feribotta yemeklerimizi yiyoruz ve yine halay... Yemeklerimizin da ıtılması bir komite aracılı ıyla yapılıyor. Yürü- 3 fotoraf: FOSEM kiinin birbiriyle kaynaması yaanan. Ne çok eyimiz varmı paylaacak...' Artık uyku vakti... Ailelerimiz, Bursa'daki evlere gidiyorlar. Geride kalanlar ise, sendika binasında ve otobüslerde... Onca yorgunlu un üstüne, ku tüyü yatakta yatıyor gibiyiz. yü boyunca yaadıklarımıza iki ey damga vurdu diyebiliriz; biri kararlılı ımız, di eri de komitelerimiz... sa lıkçılarımız, yemek ekiplerimiz, keif heyetimiz, basın ve kurumlarla ilikiler komisyonumuz, meclis heyetimiz... Yürüyüün aksaksız yürümesi için, üzerlerine düeni harfiyen yerine getirmeye çalııyorlar. Yıllar önce okudu um bir kitap geliyor aklıma. "Filistin'de ntifada Dersleri" isimli bir kitaptı bu. Bir ayaklanmanın destanım yazarken yapılan organizasyonlar anlatılıyordu. imdi bizim komitelerimiz, bir cephe savaının artçısı-öncüsü olarak üzerlerine düeni yapmak, zaferi kazanmak için ellerinden geleni yapıyorlar. Yalova'ya girdi imizde, bir polis yı ına ıyla karılaıyoruz. Bu durum karısında gülmekten kendimizi alamıyoruz. Çünkü, Halk Meclisleri'nin Yalova'da yürümek gibi bir programı yok. Onları kendi hallerine bırakıp yolumuza devam ediyoruz. Ardımız.dan bakakalıyorlar. Orhangazi'deyiz... Üçe giriinde bizi, 50 kiilik bir grup karıladı. Hep birlikte, Orhangazi sokaklarında yürüyoruz. Hava karardı ı için, sokaklarda belirgin bir sessizlik var. Bu sessizlikte sloganlarımız, tüm ilçeyi çınlatıyor. Bursa giriinde bizi karılayan 4 polislerle birlikte, gece konaklayaca ımız Bursa Genel-i'e gidiyoruz, hsanlarımız yorgun ama, sohbet ekmekten vazgeçmiyorlar. Çünkü az buz eyler de il bugün yaadıkları. Bir yandan sohbet ederken, bir yandan da akam yemeklerimizi yiyoruz. Yürüyü öncesi mahallelerde, özellikle yürüyüümüze katılamayan ailelerimizin hummalı çalımaları geliyor aklıma. Her evde yürüyüçüler için hazırlanan kumanyalar... imdi bu, bereketi baldan tatlı ekme i sunuyor arkadalarımız sofraya. Saat 21:00'e yaklaıyor,imdi soka a inmeliyiz... Pankartlarımız, sloganlarımız, halaylarımızla Genel-'in önündeyiz. Iık söndürme eylemi, yer ve koul tanımıyor. Dün stanbul'un Gazi'si, Okmeydanı'sı, Nurtepe'si, Ba cılar'ındaydık, bugün çetelerin kalbine bir mızrak gibi saplanmak için Ankara yollarındayız. Yine Genel-'teyiz. Bursa'ya gelene kadar olan gelimeleri, buradan sonra neler yapaca ımızı ve yürüyü hakkındaki düünce ve duygularımızı paylatı ımız bir sohbet yapıyoruz. nsanlarımız, samimice döküyor içlerini. Rahatsızlıklarım, isteklerini, özlemlerini, cokularım anlatıyorlar. Sohbetin sonunda konuulmadık pek bir. ey kalmıyor. Bire bir sohbetler de tüm hızıyla sürüyor bu arada. 350 Yürüyüte ikinci günümüz... Gençlerin bir kısmı, rüyalarında görmüler gibi, kalkar kalkmaz halaya durmular. Mütevazi kahvaltımızı yaptıktan sonra, yola çıkmak için hazırlıklara balıyoruz. Bu arada Bandırma ve stanbul'dan bir grup insanımız, yürüyüümüze katılmak için yanımızdalar. Dayanımanın sıcaklı ı sarıyor yüre imizi... Aa ıya indi imizde, yine bir polis yı ına ıyla karılaıyoruz. Bur-sa'nın bütün polisi burada herhalde. "Hiçbir ey yapmadan, çekin gidin!" diyorlar. Kimsenin onları umursadı ı yok. Hemen kuruyoruz halay kollarını, sarıyoruz etrafım pankartlarımızla. Patlıyor sloganlarımız: "Nereye gidiyoruz? Ankara'ya! Ne için? Adalet için!" Bursa'dan sonra negöl'deyiz. negöl'ün bütün giri-çıkılarını polis otoları ile kesmiler. Polis otolarının yetmedi i yerde, halktan insanların arabalarım kullanmılar. Üçe merkezine giremiyoruz ama, ilçenin sınırları içindeki bir benzin istasyonunda inip eylemimizi yapıyoruz. Yönümüzü Eskiehir'e çeviriyoruz; kararlılı ımızın, haklılı ımızın, Halk Meclisleri'mizin merulu unun dost ve düman tüm beyinlere, yüreklere kazındı ı yere... Eskiehir giriinde, bir yı ın polis kesiyor önümüzü. "Sizi buradan yürütmeyiz, hiç durmadan devam edin!" diyerek sarıyorlar etrafımızı. Kararlıyız, yolu yok yürüyece iz. Bizim de içinde bulundu umuz birinci otobüs, hemen iniyor aa ıya. Di er otobüslerin kapılarını tutan polis, insanların inmelerini engelliyor. Ve kudurmuçasına saldırıyorlar... Saldırıyla birlikte kenetleniyoruz birbirimize. Sloganlarımızla haykırıyoruz öfkemizi. Küçülüyor düman, eziliyor irademiz karısında. "Tekrar tekrar saldırıyorlar. Her saldırılarında daha da azgınlar. Çaresizliin getirdii bir azgınlık bu. Polis amiri alayacak neredeyse; "Polisimi madara ettirdi" diye hayıflanıyor çaresizce. Bizi koparamayınca yalılarımıza yöneliyorlar. 60 yaındaki Nuri Amca'yı, yerlerde sürükleyerek otobüse atıyorlar. Ardından birer birer kopanlıyoruz. 29 insanımız polis otolarına alınırken, geriye kalanlar yolculuk ettikleri otobüslere hapsediliyor. Bir kısmımız emniyette, bir kısmımız otobüste, ama hepimiz GÖZALTINDAYIZ... Emniyet Müdürlüü ve Çevik Kuvvet Müdürlüü'nü, Eskiehir'i dar ediyoruz polislere. Marlarımız, sloganlarımız; gece boyunca susmak nedir bilmiyor. Yürüyüümüzün üçüncü gününü, gözaltında karılıyoruz. Keyfi uygulamalarla, baskılarla balıyor üçüncü gün. Otobüslerin içinde fiili olarak gözaltındayız. Tuvalet ihtiyacını gidermek isteyen arkadalara kimlik kontrolü, onursuz arama, kamera çekimi gibi dayatmalar yapılıyor. Protesto ediyor, açlık grevine balıyoruz. Tuvalete de çıkmayacaız. Bu arada, gözaltındaki arkadalarımız mahkemeye çıkarılıyorlar. Öleden sonra, arkadalarımızı, ihtiyaçlarımızı karılayacaımız bir yerde bekleme karan alıyoruz. Çevik Kuvvet Müdürlüü'nden ayrılırken, emniyet müdürüne söylediklerimiz, kararlılıımızı bir kez daha yansıtıyor "Arkadalarımız, bulunduumuz yere gelmezlerse, Eskiehir merkezine gireriz." Gözaltındaki arkadalarımızı beklerken, istanbul'dan yola çıkan ikinci ekip geliyor konaklama yerimize. Eskiehir'deki saldırının hemen ardından yola çıkmıa ikinci ekibimiz. Tıpkı, 96 Ölüm Oruçlan'nda, ehit düen her Ölüm Orucu Savaçısı'nın ardından, onlarca tutsaın meydan okurcasına ölüme yatması gibi... Kararlıımızı perçinlemek için meydan okuyarak katılıyorlar aramıza; sarma dola oluyoruz onlarla. Gözaltındaki arkadalarımız da çıkarıldıkları adliyeyi birbirine katıyorlar tabiri caizse. Zafer iaretleriyle, "Halk Meclisleri Gücümüzdür" sloganlarıyla giriyorlar adliyeye. Halk Meclislerimiz'i, halkımız, kararlılıımız ve meruluumuz güçlendiriyor. Önce savcılıa çıkıyorlar, ardından tutuklanma istemiyle hakimlie. Ama hepsi de serbest kalıyor arkadalarımızın. Onlar da aramıza katıldıktan sonra, önümüzde hiçbir engel kalmadıı duygusuyla doluyoruz. Yine tüm barikatları birer birer atık. te imdi Ankara kapılarına dayandık. Ankara-Polatlı'da yolumuz kesildiinde, devletin içine dütüü panii ve yarattıımız etkiyi, çok somut bir biçimde görüyoruz. Gecenin bir yarısında, Ankara'nın 100 km. dıında bir yere, öyle bir yımak yapmılar ki görmeyen anlayamaz... Otobüsler dolusu çevik kuvvet polisi, cemseler dolusu jandarma ve katliamlardan, köy yakmalardan tanıdıımız özel harekat timleri, hepsi orada. Ortalıkta dolaan yüzlerce sivil polis de cabası... Yalı bir amcamız, bu durumu çok güzel dile getiriyor: "Türkiye-Irak sınırında böyle yıınak yoktur," Eskiehir'de gösterdiimiz kararlılık, burada da devam ediyor. "Ankara'ya gireceiz" diyoruz ve giriyoruz. Devasa bir konvoyla, Ankara'ya doru ilerliyoruz. Cumhurbakanı bile, böyle bir konvoyla dolarmıyordur herhalde. Her ey, bizim güvenliimiz için(!) Ankara'ya, gecenin saat ikisinde giriyoruz. Son konaklama yerimiz; Ankara Emniyet Müdürlüü'nün tam karısı, eski hipodrom. Yürüyüümüzde dördüncü güne giriyoruz. Haydi hayırlı olsun! Sabahleyin otobüslerimizden iniyoruz. lk iimiz; halaylarımızı kurmak oluyor. Pankartlarımız ve sloganlarımız da, vazgeçilmez yerlerini alıyorlar. Ardından, 10 kiilik Halk Meclisleri heyeti, TBMM'ye doru yola çıkıyor. imdi bize düen, onla- rı beklemek... Tuvalet konusunda, Eskiehir'dekine benzer bir durumla karılaıyoruz. Tavrımız da aynı oluyor: Açlık grevindeyiz! Yürüyüümüz süresince, pek çok destek eylemi hayata geçirildi. Eskiehir'deki gözaltı sırasında, bunu protesto etmek ve gözaltına alınanların serbest bırakılması için, Ankara Kızılay Meydanı'nda oturma eylemi yapan yaklaık 250 kiilik kitleye polis saldırdı. Bunun dıında, Eskiehir'de iki örencinin gözaltına alındıı, bize gelen bilgiler arasındaydı. Bizi desteklemek için Ankara'ya gelen yaklaık 200 kiilik bir grup ise, polis tarafından ablukaya alındı. Aynı gece Gazi Mahallesi'nde 5000 kii sloganlarım taıdı yanımıza. Onların sloganlarım yüreimizde duyduk, onların halayını gönül gözümüzle izledik. Ve beklediimiz haber geldi. Heyetimiz, milletvekilleri ile görümü, taleplerimizi ve incelemelerimizi içeren dosyalan onlara iletmi, geri dönüyorlar. 1000 Operasyon'un katilleri vardı bu dosyada, suçlan birer birer ilenmiti. Çarkın "lar, ahin'ler, Reat Altay'lar, Mehmet Aar'lar vardı bu dosyada. Zaferi kazanmanın cokusu, hepimizi sarmalıyor. Adlarının önüne koca koca sıfatlar yakıtıran partilerin göze alamadıını, halkın öz örgütlülüü olan Halk Meclisleri baanyor, Ankara'yı zaptediyor. Ankara giriindeki polisin söyledikleri çınlıyor kulaklarımda: "istediiniz oldu, bütün Türkiye sizi konuuyor!" stediimiz oldu: Katillerin yakasına yapıtık, yüzüne tükürdük, stediimiz oldu: Halkın adaletini, Ankara'nın tama topraına kazıdık. STED M Z OLDU! Ankara'ya giriimizde bize elik(!) eden konvoy ile birlikte Ankara çıkıma doru yol alıyoruz. Çıkıa yakın bir yerde duruyor, basın açıklamamızı okuyoruz. Nuri Amca, zurna sıyla fırlıyor orta yere. Kuruyoruz zafer halayım, kocaman bir halka eklinde. Bugün bayramdır bize, bayram... 5 R ibrahim halil ayçan de ki heey dalara sesimi götüren rüzgar deki kızıl saçlarında alev alev can tututu kızlarımızın kuytulara gömüldü ciwan yavrularımız hıçkırıklarımız yüreklerimizde hapsedildi deki serimize ferman verilmi evlerimiz alaz içinde ne kaldı ki talan edilmedik umutlarımızdan gayrı ama de ki mangal gibi yüreklerimizde eksilmedi umutlarımız hiç bir zaman 6 ARATIRMA selçuk demirci OKMEYDANI Devrimcileen Halk Kültürü -1Eski istanbul'un bir baka olduu söylenir. Hele ki göçler balamadan önce. Ne aırt insan kalabalıı, ne trafik kemekei ne de hava kirlilii... Haliç, laım kokan bir bataklık deil. Boaz, etrafı beton yıını görüntüsünden uzak. Hava kirlilii ise yok. O dönemler, istiklal Caddesi'ne kravatsız girmenin görgüsüzlük sayıldıını yazıyor bazı yazarlar. Yani özlem doludur eskiye dair anlatılanlar. Ama bu özlem; temiz havası, yeili, trafik azlıı ve "istanbul Efendilii"yle adlandırılan, batı hayranlııyla bezenmi kimliine olsa da, hayat, Orhan Veli'nin iirindeki gibi "gözleri kapalı" yaanmıyor. Çünkü devlet aynı devlet. Yani; hiç de özlemle anılmayacak kadar baskıcı ve yasakçı. Daha o zamanlardan yasaklanan grevler, iddetle engellenen hak arama çabaları, sansürlenen filmler, yasaklanan kitaplar, haklarında davalar açılıp tutuklanan yazarlar, aydınlar, getirilen siyaset yasakları, sürgünlerle ve tüm bunların dayandırıldıı onlarca anayasal maddeyle, önce kapitalizm yeertilmeye, ardından da emperyalizm ülkeye davet edilmeye balanmı. Bir yandan ise, gelimesi için tüm kaynakların aktarıldıı dönemin ticaret burjuvazisine tanınan haklar, kolaylıklar... Zaten yoksul olan ve bunu yaamının her anında hisseden halka yönelik sömürü politikaları durmaksızın artıyor. Halkın ulusal ve kültürel haklarının, deerlerinin, onurunun hiç önemi yok. 1950'lerin ilk yılları, daha fazla karın, sömürünün ve emperyalizme baımlılıın artması adına, ticari ulaım alarının Anadolu kent ve köylerine kadar gelitii bir sürecin balangıcıydı. Anadolu halkları, bir yandan elektrik ve telefon direkleriyle tanıırken, bu ulaım aıyla gelen katarlar, onları imdiye 7 kadar hiç adını duymadı ı ve ihtiyacı olmayan ürünlerle de tanıtırdı. Amerikan ürünleriydi bunlar. Radyoların, gazetelerin ve politikacıların müjdeleriyle girdi bu ürünler, Anadolu'nun yoksul insanının hayatına. Adı, Amerikan yardımıydı; Marshall Yardımı. Ama gelen yalnızca ürün de il, yo un bir sömürü paketiydi. Azıcık olan tarlalarında, traktörlerin gezinip de ürünlerinin artaca ına dair bir an umutlandı yoksul köylü. Ama yeni çıkan toprak kanunları, artan vergiler, hiç de müjdeli bir haber gibi de ildi. Amerikan artık ürünleriyle birlikte yeni bir kültürle de tanıan halk, tüm bu politikaların kendisini yoksulken daha yoksul kılaca ını ve hayalinden bile geçiremeyece i uzak diyarlara sürükleyece ini tahmin edemezdi. Çok de il bir kaç yıl sonra, çerçilerin getirdi i Amerikan çikletlerini, süt tozunu bile alamayacak kadar yoksullaan halkın tek çaresi kalmıtı; eldekini avuçtakini satıp ehre göç etmek. Ne yapacaklarını, nerede kalacaklarını bilmeden... Ama umut oradaydı! Orada isiz, asız ve evsiz kalınmazdı. Büyükler öyle demiler, kendilerini oraya ça ırmılardı. Anadolu köylüsü taı, topra ı altın denilen o diyarın, stanbul'un yolunu tuttu unda, yanlarında götürebilecekleri bir ey kalmamıtı. Namusları dıında... Bir de alıkanlıkları... Ne devlet karıladı onları, ne de özlemle anılan istanbul efendileri. Bir "hogeldin" bile denmedi yoksul köylüye. Kapılar açılmadı ardına kadar. Bir lokma ekmek, bir tas çorba paylaılmadı. Ne ev verildi kendilerine, ne bir sıcak gülümseme, ne de Allah'ın bir selamı. Anlamılardı; hallerine acıyan yok, balarının çaresine bakacaklardı. Ürkek, akın ve çaresizlikle yöneldiler tek göz kondularını yapmaya. Ama ehrin çok uza ında. Çünkü ne apartmanlarda yaayabilecek güçleri vardı ne de kondularını oraya dikebilecek izinleri. Arsa mafyaları ve bezirganların izniyle ve onca borçlanmayla dikebildikleri kondularda, yeni bir yaam balıyordu artık istanbul'da. Devlet, ucuz igücüyle, açlı ı ve çaresizli iyle Anadolu'nun yoksul insanını çok uluslu irketlere ve onun ibirlikçisi yerli burjuvaziye sunmu; yoksul halk ise her eye ra men de erlerini, geleneklerini bozmadan, tok yaamanın yollarını arayacak bir mücadelenin içine girmiti. Dilleri farklı, umutları farklıydı. Yürüyüleri, oturuları, kalkıları, kıyafetleri, yemekleri, oyunları, türküleri farklıydı. Sevinçleri, üzüntüleri, a layıları, gülüleri, korkuları, öfkeleri farklıydı. Yi itlikleri farklıydı. Farklı olan tüm yanlarıyla istanbul'a geldiler ve tüm özellikleriyle istanbullu oldular. Yoksulluklarını oluturan baskı ve zulüm düzenine karı onurlu bir isyan tarihine ve bu tarihi oluturan kahramanlara sahip Anadolu Halkı, tüm de erleriyle birlikte, kendisine umut olan kahramanlarını da beraberinde getirdi ehre; Pir Sultan'larını, Bedreddin' lerini, D adalo lu' larını ve daha nice kahramanını da beyniyle ve türküleriyle taıdı istanbul'a. Aç, açık yaanabilirdi belki ama, onlarsız asla. Umutsuz yaanır mı? Açlı ın, yoksullu un ve zorbalı ın ehirdeki uzantısıyla olan yaamlarında, onları tekrar yaratmakta gecikmedi Anadolu Halkı. Onlar; devrimcilerdi. Umutlarının yeni ismi... istanbul' un ve tüm ülkenin tarihi; gelip geçen zorba iktidarlar, yeni ve daha da a ır ekonomik, siyasi politikalar ve ba ımlılı ı artıran ilikilerin karısında onurlu, baı dik, teslim olmayan, adaleti, özgürlü ü, ba ımsızlı ı temsil eden devrimcilerle yazılıyor, insanı yozlatıran, bencilletiren ve kendi yaamına dahi yabancılatıran kültürel gericili e karı yoksul emekçi halk, kendi de erlerini devrimci de erlerle buluturuyor ve bu kültürü besliyor, büyütüyor. Bu tarihsel geliim içerisinde, halkın kültürel yaamına yeni, devrimci de erler ve gelenekler ekleniyor. Böylesi bir süreç içerisinde birçok emekçi semt gibi, Okmeydanı da ayrı bir öneme ve de ere sahip. Okmeydanı'nın tarihsel süreci, istanbul'un ve giderek ülkenin yakın tarihini birçok yanlarıyla özetliyor. Ana halkalarıyla Okmeydanı semtini anlatmak istiyoruz sizlere. ehrin göbe inde ama ondan çok uzak; devletle sürekli karı karıya ve polisin baskısının hiç eksik olmadı ı; devletin yerel hizmetlerinden ya hiç ya da yarım yamalak ama binbir mücadeleyle yararlanıldı ı; elektri in günde birkaç kez kesildi i; düzen partilerinin seçim önceleri u ramaya çalıtı ı ama talanarak kovuldu u; inançlarını ve kültürlerini korumak için direnen, ba rından çıkardıkları devrimcilerle ve onların özverili, kahramanca mücadeleleriyle yepyeni umutlar kazanan, ehitler veren halkıyla Okmeydanı, bir anlamda gerçek istanbul'dur, bir anlamda da Anadolu'nun kendisi, kimi gazete manetlerine göre ise "ayrı bir devlet gibi!" 8 PIYALEPAA, MAHMUTEVKETPAA SMLER SZN ÇN fazla bir anlam ifade etmeyebilir. Ya da Fetihtepe, Örnektepe, Kaptanpaa... Ama Okmeydanı dedi imiz zaman, hiç gitmemi, görmemi olsanız da, hakkında söyleyebilece iniz birçok ey vardır. Yukarıdaki isimler de, Okmeydanı semtini oluturan mahalleler... E er ili, Ça layan ya da çevre yolu ile Topkapı yönünden gelirseniz, semtin merkezi, Anadolu Kahvesi adında bir duraktır. Di er bir merkez ise, hemen onunla bitiik olan ark Kahvesi'dir. lki Mahmut evket Paa Mahallesi'ne, di eri ise Piyalepaa Mahallesi'ne ait... Merkezden aa ıya, ara sokaklara girdikçe, hemen her sokaktaki duvar yazılan karılar sizi. Kısa sürede silinen ama inatla tekrar yazılan, kimi yerde boya üzerine boya vurulması nedeniyle duvarların neredeyse kalınlatı ı, kimi yerde aceleyle ve bu nedenle özensiz, kimi yerde itinayla yazılmı yüzlerce, yüzlerce duvar yazısı Okmeyda-nı'nın tüm sokaklarım doldurmutur. Kimi duvarlarda ise, zamana adeta meydan okurcasına silinmeden kalmı ama solmu, 12 Eylül öncesinden kalma yazılar göze çarpar. Tek katlı çok eski, yıkılmaya yüz tutmu, tek tük kalmı gecekondu evleridir bunlar. Daha da eskilere, 40-45 yıl öncesine gitti imizde ise, imdiki Okmeydanı'nın yerinde bombo bir araziyle karılaırız. 1950'li yıllarda, imdiki beton yı ınlarının oldu u arazide, sahipleri Arnavut olan birkaç mandradan baka hiçbir ey yoktu. Okmeydanı'na ilk yerleenler; Arnavutlar'dı. Daha sonra ise, 1960'dan itibaren Erzincanlılar ve Sivaslılar bu bo arsaların ilk sahipleri oldular. Sahip olmaları ise hiçbir resmiyete dayanmıyordu. Tapulu olmayan ve vakfa ait arsalar, ilk gelenlerce telle çevriliyor, örne in Arnavutlar'da oldu u gibi bir mandra açılıyor ve geri kalan arazi yırtlak olarak kullanılıyordu. Aynı yıllarda göçlerin balamasıyla bir- likte, parsellenen ve telle çevrilen araziler, yoksul köylüye, sahipleri tarafından para karılı ı verilmeye balandı. Kimse sormuyordu; "Sana bu arsayı kim verdi, tapusu ner-de, senin burada hakim yok" diye. Kimse cesaret edemiyordu; "Biz buraya gecekondu yapacaız" diyerek o arsanın bir kısmını almaya. Parayı verip arsayı uyanık-tüccardan satın alıyorlardı. Okmeydanı'na ilk yo un göç, 1965'lerde Sıvas ve Erzincan yöresinden oldu. Erzincanlılar, daha sonra Ümraniye ve Dudullu tarafına yöneldiler, ilk yerleilen bölgelerin baında ise, bugün "ark Kahvesi" diye anılan bölge geliyordu. O bölgenin sahibi ise, Ali Rıza adlı Erzincanlı bir tüccardı. Arazileri parselleyenler, aynı zamanda çevrenin de ileri gelenleriydi. Bürokrasiyi bilen, karakolunu, komiserini, hakimini tanıyan, belli bir çevre edinmi böylesi insanlara ise, yeni göçmü yoksulların çok ihtiyacı vardı. Ali Rıza da bu uyanıklardan biri. O zamanlar sinemacılık ve kahvecilik yapıyor. Arazi sahibi olmasından öte, oraya önceden yerlemi ve çevreyi tanıyor olması çok önemli. O dönemde, kahvesi olanların büyük bir prestiji var. Anadolu'dan göçen ve danıacakları birine-ihtiyacı olan çaresizlerin ilk gittikleri insan; kahvehane sahipleri. te o dönemde, bombo ve tapusuz arazileri halka, Arnavutlar ve Ali Rıza gibi insanlar sattılar. Arsalar, daha çok tanıdık ya da akraba çevresine satılıyordu. Bu nedenle yörelerin, köylerin insanları, yo un olarak belli bir mıntıkada toplandılar. Tek tük baka bir bölgede ya da sokakta olanlar ise, daha soma göçenler. Bu nedenle Sivaslılar bir bölgede, Giresunlular bir bölgede, örne in Ordulular, Mahmut evket Paa'nın bir bölgesinde, Tuncelililer ise baka bir bölgede bir araya geldiler. "ark Kahvesi'nden topa bir vurduumuzda, Direni Parkı'nda hatta daha da aaıda ancak yaka- lardık topu." Göçün asıl olarak yo unlatı ı 1970'lere gelindi inde ise Okmeydanı, artık büyük bir gecekondu mahallesiydi. Kondularında yeni yaamlarına ayak uydurmaya çalıan ve aç kalmamak için i edinmeye yönelen halkın en çok yaptı ı i; amelelikti. Kasımpaa'daki amele pazarı; çocu u, genci, yalısıyla dolup taıyordu. O dönemin bir di er popüler mesle i ise, iskeletçilik ve oymacılıktı. Gençler bu mesle e çırak olarak adım atmılar, bir süre sonra da özellikle '80'lerin baında binaların yükselmesiyle birlikte, evlerinin altında açtıkları dükkanlarda bu mesle i kalıcılatırmılardı. Zaman içerisinde oymacılık ve iskeletçilikte Okmeydanı, stanbul'un önemli merkezlerinden biri haline geldi. Gelece i belirsiz, yoksul Anadolu köylüsü, yeni yaamlarında birbirlerine sıkıca sarılmıtı. O dönemleri yaamı bir semt sakini, öyle anlatıyor insan ilikilerini: "O yıllar, imdiki Okmeydanı'nın yarısı kondu, yarısı da araziydi. Aaıya, Baruthane'ye doru bombotu. Top oynadıımız zaman bazen top aaıya doru kaçardı, Direni Parkı' nda, hatta daha da aaılarda yakalayabilirdik topu. Evlerimiz 1977'ye kadar youn olarak konduydu ama, '77'lerden sonra yava yava tek katlı betonlatı. Aynı zamanda bahçeliydi. O zamanlar hangi sokaa girilirse girilsin, Belgrad Ormanı misali her taraf aaç, her taraf bahçeydi, insan ilikilerimiz ise çok kuvvetliydi. Zaten ya akrabaydık, ya aynı köyden ya da aynı yöredendik. Bir kaç sokak ötede, baka yörelerden insanlar da vardı, ama aynı kaderi paylaıyorduk. Birimizin kondusu yıkılırsa, hemen el birliiyle yenisini yapıyorduk. Birbirimizin sorunlarıyla da çok ilgileniyorduk. Yani bugünkü kadar, insanları yozlatı-rıcı bir iliki yoktu. Televizyon da yoktu, birahane de. Herkes birbirini tanıyordu. Birbirimizle dosttuk ve yardımlaıyorduk. Akamları 9 birbirimizin evlerine, bahçelerine gidiyor, misafir oluyorduk. Ama 12 Eylül tüm bunları yok etti. Birbirimizin evlerine gitmeye korkar olduk." 12 Eylül, Hem Yeili Hem de nsan likilerini Yok Etti 12 Eylül darbesiyle birlikte Okmeydanı, devrimci avının en yo un yaandı ı semtlerden biri oldu. leride de de inece imiz, halkın kendi ba rından çıkarıp yetitirdi i devrimcilere yönelik bu saldırılar, halkın dayanıma ve paylama ruhunu da zedeledi. Artık bir misafirli e bile gitmeye çekinen halk, ne hakkını alabilmek ne de sorununu paylaabilmek için bir araya gelebili-yordu. Tek gidebilecekleri yer olan kahvehaneler bile sakınca içeriyordu. Ve halk, bir kez daha yalnızlı a mahkum edildi. Umutsuz yaanmıyor ya, bu sefer umutları da içerideydi, tutsaktı. Darbeyi, giderek daha yo un hissetti halk. Daha da fakirleti, a ızlar bantlandı. Faizmin, kendisinden istedi i tek ey vardı: Yalnızca kendini düüneceksin, sesini çıkarmayacaksın! 1983 yılında çıkarılan gecekondu affı ise, zedelenen insan ilikilerine yeni bir boyut getirdi. O yıllara kadar sayısı çok az kalmı gecekondular yıkılıyor, yerine binalar yükseliyor, tek katlı evlerin üzerine yeni katlar ekleniyordu. Ama tüm bunlarla birlikte kendilerine, belki de köylerini hatırlatan tek ey olan a açlar da bir bir yok oluyordu. Artık Okmeydanı bir beton yı ınıydı; so uk, çirkin ve acımasız. "Binalar yükselince yeni yeni insanlar gelmeye baladı. Gelenler, sadece aynı yörenin insanı da deildi. Örnein; Tunceliler' in bulunduu sokaa Giresunlu ya da Ordulu aileler geldiler. Böylece akraba ilikileri de yava yava kopmaya baladı. likiler akrabalıktan kopup daılarak dierlerine de yöneldi ama öyle çok youn deil. O eski dostluk ortamı iyice parçalandı. Sadece kendimizi düünür olduk. Kim kimdir, necidir, bir derdi 10 var mı, varsa yardımcı olalım... Yani aslında apolitikletikçe, düüncelerimiz binaya ve paraya yöneldi. Sahipleri, evlerin alt katını, maddi olarak kendilerini desteklesin diye dükkan yapıyorlardı. Bu paradan yana düünme, insan ilikilerini de zedeledi. Oysa hepimizin derdi, sorunu bir. O kadar birbirimize benziyoruz ki." Bugün Okmeydanı 'nda göze ilk çarpan; semtin çarpık ve plansız oluu. Hemen hemen tüm sokaklar bir ara geçitle birbirine ba lanmı. '70'lerin sonlarına kadar, elektrik direklerini yalnızca seyretmi semt halkı. Ama elektrikten yeterince faydalanamamılar. Su ise hiç yok. Sadece merkezi yerlerde, çemelerden akıyormu. Örne in; Hasköy'e kadar gidip çemelerden su alınır-mı. Ya da kimi evler, bahçelerinin içine kuyu açmılar, suyu oradan alırlarmı. Bugün bile, hala kuyu suyundan beslenen evlere rastlanıyor. "Suyu Kasımpaa' dan, Has-köy'den ya da Darülaceze'den bidonlarla taıyarak getirirdik. Gece-yarılarına kadar kuyrukta beklerdik. Yol yoktu. Tarlalardan, çamurların içinden aa aa gelebilirdik. 1970'in balarında, mazot parasını kendimiz karılamak suretiyle bir kepçe getirttik. Toprak yol açtırttık. '75'lerden sonra da gene kendi gayretimizle ta yol yaptırttık." Asıl olarak 1980'e do ru yollar açılmaya, evlere elektrik ve telefon tesisatı çekilmeye balanmı. Balanmı ama, hep yarım kalan ve özensiz çalımalar bunlar. Her eyin o kadar geç ve a ır yaatıldı ı Okmeydanı'nda, tepkiler ve direniler de o kadar yo un yaanıyor. Çünkü umut hiçbir zaman yitmedi orada. '80'lerde içerideydi ama solmadı; tekrar yeerdi ve tohumlarını dıarı saçtı. çerideydi ama, teslim alınamadı umut. Devrimci Süreç Tarihi boyunca, en büyük çelikisini devletle yaadı Okmeydanı Halkı. Semtteki öncülerini de bu çelikinin içerisinden yarattılar. Devrimcili i seçmeden önce de tutarlı insanlardı bunlar. Nitelikleriyle kendilerini gösteriyorlardı. lk olarak; sevilen, dürüst, delikanlı, sözünde duran insanlar devrimci-letiler. Yüzbaı (brahim Karaku), bunlardan biriydi. Sonra Talip Güldal, Yüksel Karan ve yüzlercesi. Devrimcileen evlatları sayesinde Okmeydanı Halkı'nın yaamı da yeni bir döneme giriyordu. Halk, yaadı ı onca acıyı, gerçe i, artık kendisine hiç de yabancı olmayan bir dille, bir bakı açısıyla daha farklı de erlendiriyordu. Çok açık ki; devlet kendilerine dümandı. Doymak bilmez aç kurtların sofralarına bir yemek gibi sunulmulardı. "Sömürü, sınıf düzeni, mücadele, kurtulu, devrim, sosyalizm" gibi kavramlar, halkın günlük yaamının bir parçası haline geldi. Neden ve ne u runa topraklarında ezildiler, buralara sürüklendiler; neden ve ne u runa bu baskı ve sömürü cenderesine karı mücadele edilecek? Bunları kavramaya balamılardı. Bir zamanlar köylerinden kopup hiç tanımadıkları bu diyara gelirken beraberlerinde taıdıkları, yüzlerce yıllık zalime karı isyan gelene i, sonunda vücut bulmutu. Bu gelenek, ba ırlarından çıkardıkları devrimcilerle devam ediyordu. lk olarak, 1975 yılında yazılamalarla tanıtı Okmeydanı. O yıl, Mustafa Timisi'nin Birlik Partisi'nin bir lokali açıldı ark Kahve-si'nde. Aynı yıl ise DevGençliler'i karıladı Okmeydanı ve o süreçte lokale gelen gençlerin büyük kısmı Dev-Genç saflarına katıldılar. '77'ye do ru ise insanlar, ideolojik saflarını belirlemeye balamıtı. "Ama daha da öncelerine, '70' den de önceye dayanır devrimcilerle, tanııklıımız. O zamanlar hep gecekonduydu buralar. Fakat öylesine plansızdı ki, mahalleye nereden girilir, nereden çıkılır bilinmezdi. Bu nedenle birçok devrimcinin saklanabilmesi açısından çok elveriliydi. Hatta Mahir ve Deniz de o zamanlar buralarda bir süre saklandılar. Çok eskiler bilir bunu. Bu nedenle Deniz Gezmi'in asılması ve Kızıldere olayının etkisi, buralarda çok daha büyüktür." Devrimcileri barından çıkaran halk, onları kucaklıyordu. Özellikle '78'den sonra devrimciler, çok rahat ve hiç çekinmeden evlere, inaatlara gidiyor, insanlarla sohbet ediyor, bahçelerine misafir oluyor, onlarla çok geni diyaloglar kuruyordu. Toplumsal olaylar ve özellikle giderek yükselen içi eylemlilikleri nedeniyle semtte, çok sık halk toplantıları düzenleniyor ve halka bir bilinç taınıyordu. Meydan toplantıları, 1974'e kadar bo bir arsa olan ve o yıl halkın youn ısrarıyla parka dönüen Dikilita Parkı'nda yapılıyordu. Kahveler ise, en youn kaynama yeriydi. "Çou zaman, kahvede kaıt oynarken devrimciler gelirdi. Bildiimiz, tanıdıımız insanlar; bir sandalye çekip otururlardı. Çok deil, be dakika sonra bir bakmıız, kaıtları bırakmı, devrimcileri dinliyoruz. Yaadıımız ama farkına varamadıımız birçok eyi onlardan dinler, örenirdik. Merak ettiimiz birçok eyi onlara sorardık. Güven verirlerdi, saygı duyulacak, bilge insanlardı." Böylesi sıfatlarla anılan insanların devrimcilemeleri de hızlı, fakat iradi bir emein ürünüydü. O dönemi tüm younluuyla yaamı bir semt sakini, bu süreci özellikle vurguluyor: "Ancak, Yüzbaı gibi, Talip, Yüksel, Hüseyin Ta gibi devrimcileri de ortaya çıkaran, bir brahim Erdoan, bir Niyazi Aydın vardır." Yaın, ekerin, tekel ürünlerinin ve birçok temel gıda maddesinin bulunamadıı, stokçuluun alıp baını gittii bir dönem '80 öncesi. Devletin ekonomik ve siyasi krizi daha da yükselmi, 2. MC Hükümeti, tekelci sermayeye nefes aldıracak, karlarını artıracak önlemleri, yani zamları bir yamur gibi halkın üzerine yadırmaya balamıtı. Bir yandan zamlar, bir yandan kısıtlanan haklar, yasaklar, bir yandan ise kontrgerilla ve MHP'li faistlerin halka ve devrimcilere yönelik saldırıları, katliamları... Ancak tüm bu uygulamalar, ne grevlerin artmasını ne de halk yıınlarının devrimci saflara katılımını engelleyebiliyordu. Köeye sıkıan devlet, iktidar koltuunu elden kaptırmamak uruna, halka azgınca saldırısını daha da boyutlandırdı. Kahramanmara Katliamı, ite bu dönemde gerçekleti. Halkın ulusal kimlii ve dini inançları, CIA kaynaklı emperyalist politikalara, kontrgerilla saldırısına malzeme olmutu. 27 Kasım 1978'de Kahramanmara'ta halk, alevi olduu gerekçesiyle faistlerin saldırısına uradı ve kadın, çocuk demeden yüzlerce kii katledildi. Bu katliam, 16 Mart 1977 ve 1 Mayıs 1977'deki katliamlarla birlikte, faizmin kitle katliamlarına yönelmesinin irenç bir boyutuydu. Kahramanmara Katliamı, tüm ülkeyi olduu gibi Okmeydanı Hal-kı'nı da sarstı. Okmeydanı Halkı, çounlukla aleviydi. lk anda ne olduunu anlayamamılardı. Gazetelerin yazdıına, televizyonların söylediine göre aleviler, komünistler camiye saldırmılar, bombalamılar, bunun üzerine sünnilerle çatıma balamıtı. Devletin istedii de buydu: Olaylar buna göre deerlendirilmeli, halkın tepkisi devlete deil birbirine olmalı, düman olan devlet deil, bunca zaman birlikte yaadıı komusu, i arkadaı olmalıydı. Ancak halk, gerçein hiç de böyle olmadıını, kısa zamanda örendi. Gerçei açıklayanlar; bu katliamın ve çıkan olayların, emperyalizmin böl-parçala-yönet politikası olduunu, bu oyuna gelinmemesi gerektiini söyleyenler, devrimcilerdi. Devrimciler; bildiriler, afiler, duvar yazıları, kulamalar, toplantılar ve eylemlerle halka gerçei taıyordu. Her hafta sonu tıklım tıklım dolu olan düün salonları, her seferinde devrimcilerin Kahramanmara'ı içeren konumalarına tanık oluyordu. O dönemler K.Ma-ra, Sivas, Çorum olayları nedeniyle birçok semtte olduu gibi Ok- meydanı'nda da, ehrin merkezine doru kitlesel yürüyüler düzenlendi. Devrimci Sol'un "sizlie, Faist Teröre ve Hayat Pahalılıına Karı Mücadele Kampanyası", eylemlerle devam ediyordu. O dönemin büyük tekellerinden Ünilever ve Migros'un malları, emekçi semtlere uramazken, bu mallar subaylara paket paket daıtılıyordu. Bu dönemde Okmeydanı Halkı, Mig-ros kamyonlarını kendi mahallesinde de görmeye baladı. Ancak içinde Hüseyin Ta ve yoldaları vardı. Devrimciler, Migros araçlarını kamulatırıp Okmeydanı ve çevresindeki mahallelerde halka daıtıyordu. Hüseyin Ta, 1 Austos 1979 tarihinde, Gürsel Mahalle-si'nde, böyle bir daıtım sırasında polisle girdii çatımada ehit dütü. Okmeydanı Halkı'nın devrimcilerle iç içelii, özellikle 1978'den soma daha da younlatı. Faist terörün giderek younlatıı, MHP'li faistlerin emekçi semtlerde sık sık kahveleri taradıı o dönemde devrimciler, halkın en büyük güvence-siydi. Faist teröre karı halkı koruma mücadelesi, o dönemin en youn çalıma biçimi olarak öne çıkıyordu. Bu örgütlenmenin en iyi ina edildii yerlerden biri de Ok-meydanı'ydı. Devrimciler, halkın youn olarak toplandıı kahvelerin çevresinde güvenlik alıyor, geceleri ise mahallelerin giri ve çıkılarında ve hemen her sokakta nöbet tutarak semti kontrol altında tutuyordu. Faistlerin giremedii yerlerde ise, çok sık polis baskınları yaanıyordu. Bir semt sakini, o dönemin polis baskınlarını öyle anlatıyor: "Faistler, birçok emekçi semte girip tarıyorlar, saldırıyorlar. Hemen her gün, bir kahvenin tarandıını duyardık. Ama bizim buraya, örnein Piyalepaaya MHP'liler gelip de tarayacak düüncesi hiç yoktu. O derece güven veriyordu devrimciler, içimiz bu konuda çok rahattı. Polis her akam gittiimiz kahveleri basardı. Ama gelmeleri 11 çok tuhaftı: Aniden camlardan atlarlar, hızla içeri dalarlar, hızla arama yapıp sonra da hızla arabalara binip giderlerdi. Mesela; Nihat Erim'in vurulduu gün, gene camlardan atlayıp girdiler içeri. Ama en fazla 10 saniye sonra mahalleden uzaklatılar. Bir gün, Uur Gür de kahvelere dalmıtı. O zamanın mehur polis efiydi Uur Gür. Dierleri arama yaparken o baırıyordu: 'Titre Oligari, Burada Dev-Sol Var! Hani nerede?' Aklınca güç gösterisi yapmıtı. Ama gene hızla gittiler." Halkın güveni ve sevgisi, devrimcileri polis saldırılarından koruyordu. Bir devrimci, ekip otosu tarafından alınmak istendi inde, polislerin halk tarafından talanması çok sık rastlanan ve tanık olunan olaylardandı. Halk, kendisini faistlerden koruyan, haklarım kendisiyle birlikte arayan, yol gösteren, kültürlerine ve inançlarına saygılı devrimcileri koruyor, sahipleniyor ve adaleti de onlarda arıyordu. "Bakasında aramaya gerek yok ki" diye anlatıyor aynı semt sakini. "Bir hırsızlık ya da iki insan arasında bir kavga olsa ya da ne bileyim bir arsa sorunu yaansa, hemen devrimcilerin yanına giderdik. O zamanlar arap, esrar içen bir kesim vardı. Bu insanlara karı da devrimciler mücadele ediyordu." 1978 yılıyla birlikte bir kesim hızla devrimcileirken, bir kesim genç ise lümpenleiyordu. Bu insanlar az 'da olsalar, kendi bölgelerinde bir güç oluturmulardı. Sınıf gerçekleriyle uyumayacak biçimde serserileen ve devletin de bilinçli olarak göz yumdu u bu kesime karı, semtteki devrimciler tarafından yo un bir faaliyet balatıldı. Amaç; öncelikle onurlu ve namuslu yaamaları, kültürlerine, de erlerine böylesine yabancılamamalarıydı. Esrarın en yo un satıldı ı yer; eski Erdemirler Yazlık Sineması'ydı. Sinemada oynatılan filmler ise, o kesimin isteklerini yerine ge12 tiren filmlerdi. Böylesi bir yozlu un en hızlı yaandı ı günlerde devrimciler, sinemayı bastılar. Çıkıları kapatıp filmi yarıda keserek izleyicilere bir konuma yaptılar. Ardından çete haline gelen o insanları, tek tek izleyicilerin arasından çıkarıp dövdüler. Aynı' günlerde, bir baka serseri çetesini de halkın gözü önünde dövdüler. Devrimciler, bu insanların pelerini bırakmadılar. Günlük yaamları denetim altına alındı ve birkaç ay içerisinde devrimciler tarafından dövülenler hem esrarı, içkiyi bıraktılar, hem giyim ekillerini de itirdiler, hem de bir ie girip çalımaya baladılar. Ancak gruplarını da ıtmadılar. Bir süre önce içki-esrar içip serserilik yapan o gruplar bu sefer, ili-. ihane arasında sefer yapan ve semt güzergahı içerisinde kadınlara laf atan bazı minibüs öförlerini durdurup uyardılar. Bir zamanlar kendileri sorunken, artık benzer sorunların önüne geçen bir dönüüme u radılar. 12 Eylül: Var Olanı Korumak ve Halka Zarar Vermemek "Zaman azdı" diyor eski bir mahalleli. "Devrimcilerle öyle iç içeydik ki... Yayınlarını okuyor, kahvelerde, evlerimizde konuuyor, sohbet ediyorduk. Ama darbe çabuk geldi. Oysa örenmemiz gereken çok ey vardı. 12 Eylül, bu birliktelii engelledi. Cunta, istedii insanı hemen içeri atabiliyor, sokaın baından girip sonuna kadar arayabiliyordu. Çocuklar ya cezaevine girdiler, ya saklandılar ama, gizli gizli yapılan birçok eyle karılaıyorduk. Kulamalar, duvar yazılamaları... Bazen elimize bir bildiri geçiyordu. Gizli gizli okuyorduk." 12 Eylül'le birlikte, devletin en yo un saldırdı ı bölgelerden biriydi Okmeydanı. Ancak bu durum, Devrimci Hareket'in semtteki varlı ını yok edememiti. Çalımalar durmadı. Zor, sınırlı ama devrimcilerin tükenmedi ini, umudun bitmedi ini gösteren faaliyetler halka ulaıyordu. Kulamalar, yazılama- lar ve bildiriler darbeyi ve cuntanın niteli ini anlatıyordu. Ancak süren operasyonların ve darbelerin olması, çalımanın daraltılmasını gerekli kıldı. Çalımalar asıl olarak var olanı korumak, halka ve kendine zarar vermeden yayılmak biçiminde a ırlık kazanıyordu. 12 Eylül öncesi devrimcilerle yo un ilikiler yaayan insanlarla evlerinde ya da esnafsa dükkanlarında tek tek görümeler yapıldı. Onlara verilen bir mesaj vardı. Tek cümlede a ırlık kazanan bu mesaj, halka umudun bitmedi ini anlatıyordu: "Mücadele sürüyor!". Çalıma çok titiz, itinalı ve insanlarda güven verip zarar görmeyecekleri düüncesi hakim kılınarak sürdürülüyordu. Kitle çalıması yöntemi ise, asıl olarak yayınlar aracılı ıyla oldu. llegal nitelikli merkezi yayınlar, herkesin korktu u, her sokak baında askerin oldu u koullarda geni olarak halka da ıtıldı. Yayınlar süreci, hapishanelerdeki direnileri anlatıyor ya da "Filistin sorunu" gibi tüm ezilen halkları ilgilendiren olaylara devrimci bir bakı açısı getiriyordu. Riskli olan yayınlar, az sayıda almıyor, da ıtılıyor, sonra o insanlardan geri alınıp tekrar da ıtılıyordu. Örne in; dergiler 50 insana da ıtılıyordu. Daha sonra bu dergiler, o insanlardan geri alınmaya gidildi inde konuuluyor, soruları cevaplandırılıyor, tartıılıyordu. Ve aynı 50 dergi, bir baka 50 insana da ıtılıyordu. Bu yöntemlerle dergilerin semte girii, da ıtımı ve saklanması, hem az oldu u için kolaylaıyor, hem de bir denetim mekanizması do uyordu. Devrimci hareket, az sayıda kadro ve taraftarla, en kötü koullarda bile mücadelenin sürebilece ini ve kitle çalıması yapılabilece ini göstermi, kendi dıındaki sol kesimlerin ise suskun ve yılgın olması, halkın devrimci harekete olan inancını bir kez daha tazelemi ve ona olan güvenini arttırmıtı. Hapishanelerdeki mücadele ve kolektivizm, Okmeydanı'na da yansımıtı. Hapishanelerde Okmeyda- m'ndan da çok insan vardı. Dev- rimcilerin aracılııyla, içeriye birçok yiyecek ve giyecek gönderiliyordu. 19 Mayıs 1984'de, tutsak: analarının Taksim'de gerçekletirdikleri çelenk eyleminde, Okmeydanı'ndan analar da vardı. '80 sürecinde, hapishanelerdeki direniler, 1984 Ölüm Orucu süreci halka taı-nabildiyse, yaratılan deerler halkın deerleri haline getirilebildiyse, direnilerin dıarıya yansımasında Okmeydanı Halkı da sürekli yer aldıysa; bu, devrimci hareketin halkın içinde çalıma yapmayı, hiçbir koulda bırakmamı olmasındandı. Seçimler ve Devrimciler 1984 seçimleri, Türkiye açısından önemli bir dönemdi. '80 döne-minde suskun kalmı, yıllarca zam alamayan, her türlü hakkı kısıtlanmı, ei, dostu, akrabası hapislerde ezilmi, korkmu, konuamamı ama artık haykırmak isteyen halk, bir mahallelinin deyimiyle aızla- rındaki bantı çıkarmıtı: "1980 sonrası en youn halk toplantıları, seçim döneminde yapıldı. Delege toplantıları en çok kahvelerde yapılırdı. Anadolu Kahvesi ise, bunun en yaygın yerlerinden biriydi. Bir delege toplantısına 100'ün üzerinde insan geliyordu." '84 seçimlerinde yapılan toplantılarda devrimciler, rahatlıkla konuabiliyor, halk ise onları saygıyla dinliyordu. Nakı nakı, titiz-likle, yıllar boyu ilenen süreç sonunda halk, devrimcilere inanıyordu: "Devrimcilerin bu toplantılarda yaptıkları konumaları ilgiyle dinlerdik. Orada doru düünceleri koyarak bize yön verirlerdi. Konuan devrimciler, zaten hep bizimle olan, bildiimiz, saygı duyduumuz insanlardı. Bu nedenle hiç itiraz etmeden, güvenle dinlerdik." O dönem siyasi partiler, kendi altyapı çalımalarım da yeni yeni yapıyorlardı. Niteliksiz ve kiilii bozuk bazı insanlar ise, hızla o çalımaların önünde yer almaya çalııyorlardı. Ama devrimci hareketin çalımaları ve toplantılara yön verme çabalarıyla, daha nitelikli insanlar, özellikle SODEP içerisinde delege oldular. Bu çabalar sonucu, daha duyarlı insanlar öne çıktı. Devlet, suskun olan halkın, "yasadıı-sol" bir potaya girmesini engellemek, SODEP gibi bir düzen partisinin potası altında sesini çıkarsa bile, bunu kontrol altında tutmak istiyordu. Bu nedenle, '83 seçimlerinin tarihini, "SODEP, çalımalarını tamamlamadı" diye bir hafta ileriye atmıtı. Devrimci hareket açısından ise bu çalımanın temeli; insan kazanmaktı. Genç ve duyarlı insanları, bu çalımada geri plandan çıkardı, bazı çıkarcıların çalımalarının önüne geçti. Amaç; SODEP içerisinde, ama onun ideolojisi dıında seslerinin çıkmasını salamaktı. Bu durum ise, çok kendine özgü bir sürece ilikindi. Nitekim '86'lara gelindiinde, gönderilen insanların bir çou oradan çıkarıldı ve tekrar devrimci saflara alındılar. 1986 yılında ise, bunca yıllık çabanın sonucu artık hareketin iskeleti kurulmutu. Hareket, daha güçlü ve kitleseldi. O yıl T AY AD (Tutuklu ve Hükümlü Aileleri Yardımlama DerneiYm. kurulmasının ardından, birçok emekçi mahallede dernekler açılmaya balandı. Okmeydanı'nda, Dörtyol'da devrimcilerin kurduu BEYKAD (Beyolu Kültür Aratırma Dernei) ve hastane tarafında AKAD (Anadolu Kültür Aratırma Dernei), bunlardan ikisiydi. Dernek çalımaları, semtteki çalımaların ye faaliyetlerin daha derli-toplu olmaları yönünde büyük bir fayda saladı. Ancak çalımalar hiçbir zaman dernek faaliyetleri biçiminde kalmadı. Halkın içinde çalımaktan hiçbir zaman vazgeçilmedi. Devrimciler, halkın youn olarak geldii kahvelerde her zaman bulundular, insanlarla konutular, anlattılar. Yalan 3540'ın üzerindeki insanlar, dernee yeterince geliniyorlardı. Bu nedenle devrimciler, onların bulundukları kahvelere gittiler. Yani devrimcilerle halkın, mahallelinin de- yimiyle "kahve muhabbetleri" hiç bitmedi ve her dönem en youn iliki biçimlerinden biri oldu. Aynı dönemde Çözüm Dergi-si'nin çıkması, demek faaliyetlerinin artması, o güne kadar duraksa-maksızın yapılan çalımalar, insanların kendilerini ideolojik olarak rahatça ifade etmelerini saladı. O dönemde, Ahmet Kaya'nın parçaları bile sol çevrede youn olarak dinlenirken, devrimci gecelerin, panellerin hızla artması, Grup Yo-rum'un çıkıı, dergi dıında kitle-sellemenin önemli araçlarıydı. Bu durum, Okmeydanı'nda çok somut olarak yansımasını buldu. Tabi baskılar da... Özellikle 1990'a gelindiinde, devletin baskısının ilk yansıdıı yerlerden biri de Okmey-danı'ydı. Okmeydanı dıında bir eylem olsa bile, hemen kahveler basılıyor, masalardaki insanlar rast-gele toplanıp götürülüyordu. Bu baskılı süreç halkta, devlete karı var olan tepkiyi de younlatırıyor-du. Gençliin ise, devrimcilerle ilikisi youn bir ekilde artıyordu. '80 öncesi halka yönelik saldırılarda, devrimcilerin halkı koruma anlayıı, bu süreçte de hiç durmaksızın yaandı. Bugün ise, halkın ve devrimcilerin tarih boyunca yarattıkları deerler, yeni deerlerin ve geleneklerin yaratılmasına yol açıyor. Aaıda anlatılanlar, bu bütünlemeye, yeni ve saf bir kültüre ve gelecein özgür toplumuna ilikin örnekleri aktarıyor bizlere. Cepheliler Anlatıyor "Çok ehit vermiiz burada, çok tutsaımız var, halkımız çok acı çekmi. Onların adalet duygusu olabildiysek, en ufak sorunlarında dahi bize gelebiliyorlarsa, hatta kendi çocuklarını dahi bize ikayet edebiliyorlarsa, böylesine onurlu bir tarihe sahip olduumuzdandır. Çok emek vererek ve çok bedeller ödeyerek yaratılan bu tarih, halkta büyük bir güven duygusu oluturdu. Köklemi ve kalıcı deerler bunlar." 13 1 3 "Okmeydanı'nda halk, umut olarak devrimcileri görüyor. Geçmiten beri devrimcilerle iç içe yaıyorlar. Birçok sorun için devrimcilere bavuruluyor: Mahalledeki serserilerin yarattıI huzursuzluk, birahanelerden ikayetler, aile kavgaları, faistlerin saldırıları, bir hırsızlık olayı, bir sarhoun yarattıı huzursuzluk, bir kabadayının davranıları, bir sarkıntılık, laf atma, taciz gibi pek çok olayda öncelikle devrimcilere ikayet ediliyor." "'Palet' denilen bir adam var. Yaklaık 30 yaında, iri-yarı, kabadayı, mahallede bu yanıyla bir statü oluturmu, belinden bıçaı, silahı eksik olmayan, etrafa korku saçan, dükkanlardan içki alıp parasını vermeyen bir serseri... Defalarca uyarıldı. En son ise, bir kadına laf atarken görüldü ve uyarıldı. Ama kısa bir süre sonra Anadolu Kahvesi'nde bir esnafın arabasının yolunu kesip onu komalık edinceye kadar dövmü. 2 gün sonra, devrimciler tarafından gece 00.30'da yakalanıyor. Ara sokaa çekilip sorgulanıyor. Suçlarını kabul etmiyor. Ara sokaktaki insanlar, bizi kapılarına, pencerelerine çaırıp, son olaydaki adamın O olduunu söylediler. Sonra suçlarını itiraf ediyor. Palet, daha sonra meydana getiriliyor, diz çöktürülüyor. Etraftaki hah ka tehir ediliyor ve dövülüyor. Ertesi gün de insanlara bu durum bir kez daha anlatılıyor. Palet, imdi ortada gözükmüyor." "u anda semtin bir bölgesinde, gençlerin gece yarıları sokak köelerinde içki içmeleri Cephe tarafından yasaklanmı durumda. Bu yasak, gençlerin ailelerinin ikayetleri ve istekleri üzerine ilan edildi ve. uygulamaya kondu. Yasaın ilanı ise gençlere, aileleri tarafından ile tildi. Akamları geç saate kadar denetim yapılıyor, içki içene rastlandıında o genç uyarılıyor, halkın gelenekleri, deerleri ona anlatılıyor. Karara karı çıkanlar oluyor, 'kimse bizim içki içmemize karıamaz' diyenler oluyor. Bu insanlarla uzun uzun konuularak ikna edil- 14 meye çalıılıyor. Eer ısrarla kararları çineyen olursa ve daha ileri götürüp yoldan geçenlere laf atma, sarkıntılık, küfür etmeye varan davranılara giden olursa halka tehir ediliyor." "Bunlar gibi daha pek çok örnek sayabiliriz. Bizler halkın günlük, özel yaamlarına onların onayını, isteklerini, önerilerini almadan girmiyoruz. Ama tüm bu yaam biçimleri, devletin politikalarının sonuçları. Bu nedenle tepkilerin halklamasına çalııyoruz. Halkın, kültürel deerleri ve geleneklerini koruması, yaatması, emekçi yapılarına uygun bir yaam ve düünce tarzı içinde olmaları bizler için çok önemli. Bizi onlar büyüttüler, yetitirdiler. Devrimci deerlerimizi onlara aktarabilmek, sınıf bilincine ulamaları için çaba göstermek, geleceklerine ilikin en salıklı kararları alıp hayata geçirebilmelerini salamak; bizim en temel çalıma amaçlarımız." "Okmeydanı' nda 20 yılı akın bir geleneimiz var. Halka zarar veren herkesin karısında olmak ve bu konuda harekete geçmek, devrimcilerin boynunun borcudur. Bu nedenle, Okmeydanı dıında bir emekçi semtine saldırı olduunda, Okmeydanı da direnie geçiyor. Desteklemek zorundayız, onları yalnız bırakamayız." "Halkın bizi sahiplenmesi, bizimle birlikte olması; tarihimiz boyunca onların içinde olmamız, onların yanından hiç ayrılmamamız ve inançlarına, deerlerine, geleneklerine saygılı olmamızdandır. Gerek gazete satılarıyla, gerek bildiri daıtırken ve daha birçok kitle çalıması aracılııyla onlarla yüz yüze geliyoruz. Hastalık ya da ölümlerde, bayramlarda elimizden geldiince ziyaretlere gidiyoruz. Devrimcilerin kendilerini bu biçimlerde de ziyaret etmesi çok memnun ediyor onları. Bu görümelerde, yaptıımız sohbetlerle bizleri daha iyi tanıyorlar. Aynı zamanda, içinde yaadıkları koulların nedenlerini de daha.iyi anlayabiliyorlar." "Devlet halka hiçbir ey vermemi. Tarih boyunca ona taıdıı tek politika; zam, zulüm, ikence. Bu onursuzlua karı Cepheli olabilmek bir onurdur." "Farklı bir kültürdür, bir arınmadır Cepheli olmak. Gazetelerde, televizyonlarda ya da çeitli yayınlarda görüyoruz. Bizi çoluk-çocuk, beyni yıkanmı, bilgisiz, görgüsüz, kültürsüz, cahil insanlar olarak gösteriyorlar. Ya da çiçek kopartan, ezen, yakan, yıkan insanlar. Ama insanlarımızı öldüren, ikence eden, köylerimizi, ormanlarımızı yakan, dalarımızı bombalayan, televizyonlardaki magazin programlarında, spor programlarında insanları uyutan kim? Mecliste ya da Yüksek Askeri uralar'da arzı endam edenler mi kültürlüler? Emperyalizmi ülkemize sokanlar mı, Sabancılar'ı, Koçlar'ı yaratan ve kollayanlar mı okumu, bilgili insanlar? Bizler; genciyle, yalısıyla, devletin bize aıladıı bin türlü pis alıkanlıkla geliyoruz Cephe saflarına. Küçücük yata içki ve sigara alıkanlıı edinmi, atari oyunları-, nı sevmi, doruca okumayı söke-memi, ailesine, büyüüne, küçüü'ne saygı, sevgi nedir, örenememi insanlar var saflarımızda. Yani zaaflarımızla varız ve aynı zamanda bu çelikilerimizle mücadele ediyoruz. Cepheli olmakla, aynı zamanda bu zaaflarımızdan, alıkanlıklarımızdan arınıyoruz. Halkın kendi iktidarını kurabildii, kendi kaderini tayin edebildii, kendi anayasasını uygulayabildii bir düzeni ö-rendikçe, kavradıkça yeni, saf bir kültürle, deerlerle karılaıyoruz. Her ananızda da bunun onurunu yaıyoruz." -1.Bölümün SonuGELECEK SAYININ KONULARI - Okmeydanı' nın ehitleri - Bir Halk Adamı: Muhtar, Güzel Otluçimen ' - Köy Dernekleri - Fatma Girik Farkı'ndan Sibel Yalçın Direni Parkı'na - Grup Yorum ve Okmeydanı - Okmeydanı Halk Meclisi TARTIMA grup yorum Bir Dosya, Bir Tarih EMEN KAVGASI VE MÜZK "Emein müziini istiyoruz; insanın kendi elleriyle kuracaı yeni bir dünyaya doru yürüyüte bize umut, coku, mücadele azmi verecek estetik kavga silahları verin bize... Evrensel Kültür Dergisi Austos 1997 tarihli 68. sayısındaki dosyasını 'Müzik ve Politika' konusuna ayırmı. Yukarıdaki çarı, dosyanın giri yazısındaki son cümleler. Bu çarıya tüm devrimci demokrat müzikçilerin yürekten katılacaına eminiz. Ve Grup Yorum olarak yıllardır sürdürdüümüz devrimci sanat pratiimizle bu çarıyı en yüksek sesle dile getirirken, aynı zamanda onun gereklerini yerine getirme çabasında olduk. Evet, emein müziini istiyoruz. Emekçinin kavgasının müziini... Ona kavgada umut, coku, mücadele azmi verecek ; müzii... Ne var ki; Evrensel Kültür'ün dosyada yer alan yazılan ve söyleilerdeki sorularıyla, sözü edilen "emein müzii"nden ve elbetteki bu çarıdan biç de aynı eyleri kastetmediimizi anlıyoruz. Dosyanın Nuray Sancar-Murat Polat imzalı ilk yazısında, dosyanın gerekçesi öyle açıklanıyor; "Dergimizin bu sayısındaki dosya, son zamanlarda artan kitlesel enlikler, mitingler, piknikler, geceler ve çeitli etkinliklerin karakterinin, buralarda söylenen parçalarla uygunluk içinde olmadıı izlenimi, üzerine ekillendi. Emekçilerin, kendi somut talepleri etrafında hızla örgütlenip mücadele ettii, kitlesel bir politizasyonun yaandıı son süreçte devrimci müziin gerçek alıcı kitlesine yönelik arkıların bu kadar az olması düündürücüydü." Daha ilk çıkı noktasında balıyor sakat düünce. Edinilen izlenim neymi? "... çeitli etkinliklerin karakteri"nin "buralarda söylenen parçalarla uygunluk içinde olmadıı" izlenimi... Baından sonuna emekçi kitlelerden dem vuran, onun kendi özdeneyimlerinden, somut taleplerinden söz eden Evrensel Kültür, yüz binlerce emekçiye mal olmu; içisiyle, kamu emekçileriyle, örencisiyle, gecekondulusuyla, çeitli milliyetlerden ve mezheplerden ezilen kesimlerin dilinde dolaan, yalnızca enliklerinde deil, direnilerinde ve eylemlerinde hep bir aızdan söyledii türküleri, marları "uygun görmüyor"mu. Devrimcilere her fırsatta yönelttikleri, kitlelere güvensiz ve kitlelerden kopuk olunduu konusundaki iddiaları, bu yazıda uçlara savrulan bir aydın ukalalııy-la sürüyor. Bu tarz, dosyadaki yazıların her satırına sinmi. Bu "düündürücü" konuda, "Böyle bir dosya ile neler tartıılabilir?" diye düünüyoruz. Emekçi kitlelere nasıl bir ülkede yaadıkları, kendi somut durumlarım nasıl deitirecekleri, sistemin hangi temeller üzerinde kurulduu ve zulüm düzeninin emein kavgasını geriletmek, yok etmek için hangi araçlarla, hangi yöntem ve biçimlerle saldırdıı, tüm bunlar karısında inançla ve kararlılıkla sürdürülen devrimci mücadelede yaratılan gelenekler, deerler, bunların daha da gelitirilerek gelecek toplumun insanım ekillendiren kültürü yaratacaı bilinciyle emekçi kitlelere hangi araçlarla, hangi müzik tarzıyla, nasıl ulatırılacaı gibi daha birçok sorun ele alınabilir. Böyle bir tartıma, aynı zamanda bu alanda çalıma yapan müzikçilerin pratii ile birlikte ele alındıında çok yararlı, verimli bir çalıma haline gelebilir. Ne yazık ki dosyadaki tartıma bu deil. Dosyadaki ilk yazıda, 68'lerden bugüne devrimci mücadeleye; onun kültürel yönelimine, yaratılan deer ve geleneklere, müzikteki ekillenie, konjonktürel(!) deerlendirmelerle "çok bilimsel" yaklaılarak, koca bir tarihin üzerine sünger çekiliveriyor. "Devrimci hareket kendi estetik deerlerini, baskı altında tutulan halk kültüründen devirmeye balamı, Anadolu halkının direniini, bakaldırısını anlatan türküler ve 15 arkılar gün yüzüne çıkarılmıtı". Bu de erlendirmede, sakın ola bu tür bir geliimin do al ve olumlu oldu u ifade ediliyor sanılmasın. Bunu ilerleyen bölümlerde çok daha iyi görece iz. Hemen devam ediyor; "Ülkenin, popülizmin yeermesi için oldukça uygun bir vasat oluturan youn bir köylü nüfusa sahip olması, aırlıklı olarak gençlik arasında filizlenen devrimci hareketin küçük burjuva bir sınıfsal karakter taıması ve politik referansların bir ölçüde Çin Devrimi'nden veMao'nun 'kırlardan ehirlere' düsturundan alınması, halk kültürüne yönelii kaçınılmaz kılan bir konjonktür oluturmutu." Konjonktürel kaçınılmazlık olarak ifade edilen gelime "popülizm", hatta daha do ru ifadesiyle "köylü popülizmi" olarak nitelendiriliyor. Popülizmin her türü proletarya ideolojisine, bilimsel sosyalizme aykırı oldu u için de tümüyle mahkum ediliyor. Bu önemli dersi aldıktan sonra konjonktürü de ö reniveriyoruz. Ne de olsa bilimsel bir de erlendirme, elbette bu gelimenin nesnel koullarını tahlil edecek. Köylü nüfusu ço unlukta oldu u için halk kültürüne yönelinmi. Oysa ilk cümlede "halk kültürü baskı altoda" deniliyordu. Demek ki, baskı altoda olan halk kültürünü''savunmak bir görevdi. Sonra, diyelim ki köylü nüfusu azınlıkta olsaydı hangi kültüre yönelinecekti? ehirde yaayan emekçi halkın kültürüne mi? Onlar halk kültürünün dıında mı? Halkı, ne ve kim olarak görüyorlar? Bu sorular, çok bilimsel satırların kurgusunu bozuveriyor ite. Bir soru daha takılıveriyor aklımıza. Tüm bu popülist gelimeler yaanırken siz ne yapıyor, nerede yaıyordunuz? Bu sürece ne kadar müdahale ettiniz? Bu olumsuz örneklerin karısında siz, ne gibi bir olumlu örnek yarattınız? Yaratamadıysanız neden? Neden bunlara dair bir de erlendirmeniz yer almıyor bu dosyada? Bir süreci tartıırken kendinizi onun dıına koyamazsınız. Sonra adama, "Tüm bunlar yaanırken sen 16 Ay'da mı yaıyordun?" diye sorarlar. O dönem devrimci hareketin sınıfsal niteli ini, devrimcilerin geldi i sınıfsal kökenle özdeletirerek, küçük burjuva nitelendirmesiyle de erlendiren mantık, tüm ideolojik tespitleri, stratejileri ve en önemlisi de devrimci prati i bir çırpıda mahkum ediyor. Bu mantık, sosyalizmin kurucuları da dahil dünya devrim önderlerini ve dünyada devrimleri zafere ulatırmı olan örgütlenmeleri ve onların mücadelelerini, en azından balangıçta ve ilk geliim dönemlerinde küçük burjuva karakter taımakla mahkum etti inin farkında de il. Çünkü bu saydıklarımızın tümünde gençlik, balangıçta en aktif güçtür, devrini önderlerinin sınıfsal kökenleri de küçük burjuvadır. Öyle ise, e ri oturup do ru konualım. Bîr devrimci hareketin sınıfsal niteli i, onun ideolojisine, bu ideolojinin ete kemi e büründü ü mücadele prati ine göre belirlenir. Bu mücadele prati idir ki, emekçi sınıfları kucakladıkça büyüyen güç olur ve adımları hızlanır. Bunları bir kenara koyup sınıfsal karakteri gençlik'le belirleyip kestirmeden devrimci hareketi mahkum eden mantık, en kaba mekanikli in dar sınırlarında kendini avutmaktan bile aciz kalır. Sorunu, bu noktada bu kadarla sınırlayıp asıl konumuzu ilgilendiren boyutuna dönelim. Diyelim ki; o dönemde devrimci hareket küçük burjuva sınıfsal karakterliydi. Bu, devrimci hareketin halk kültürüne yönelmesini neden zorunlu kılsın? Küçük burjuvazinin, kendisine daha uygun davranı biçimi olarak tersine, çok daha etkisi altoda bulundu u (ve Evrensel Kültür çizgisinin kendisini de ifade eden) burjuva kültüre yönelmesi daha do al de il mi? En azından burjuva kültürden etkilenie çok açık bir ekilleni yaratması gerekmez mi? Bu ülkede küçük burjuvaziden söz ederken, herkes kendisine öyle bir dönüp bakmak ve daha ciddi düünmek zorundadır. Mücadele tarihim de erlendirmeye kalkanlar, bu tarih içindeki küçük burjuva etkilenmeleri incelemi ve bunu ö renmi olmalıydı. Konjonktürün üçüncü aya ına gelince; "politik referansı", "kırlardan ehirlere" yerine "ehirlerden kırlara" düsturuna ba layanlar hangi kültüre yönelecekti? ehirlerden kırlara hangi insan unsuruyla yürüyecekti? Ve o insanlara hangi kültürle yaklaacaklardı? Proletarya mı, ehir küçük burjuvazisi mi? Bunların, halk kültürünün dıında apayrı bir kültürel ekillenii mi var? in özü; halk kültürü ile köy kültürü aynılatırılıyor. Dahası, ülkemizde kapitalizmin çarpık gelimesi, özellikle 60'lı, 70'lı yıllarda proletaryanın, hatta küçük burjuvazinin bir kısmının da esas olarak köyden kente göç eden emekçilerden olutu u, dolayısıyla kır kültürünün ehirlerde kendine özgü yeniden biçimleniinin, bu kitlelerin kültürünü ifade etti i ya bilinmiyor ya da bilerek çarpıtılıyor. Bilimsel yorumlar yapıp konjonktürler saptayanlar, en azından kendi dergilerinde bu dönemi anlatan bazı yazıları okumu olmalıydılar. Kültür dergisinde, dosyalara emek hakkında, eme in müzi i hakkında perspektif yazanlar, biraz mütevazi olup azıcık emek harcayarak okuyucu kitlesine saygı göstermelidirler. Sonuç olarak; ülke nüfusunun ekillenii ne olursa olsun, kim devrimi hangi yoldan yürütürse yürütsün devrimci mücadele, emekçi halka ve halkın tarihten bugüne egemenlerin her türlü baskısına ra men yaattı ı halk kültürüne dayanmak zorundadır.' Bunu kaçınılmaz kılan ise; yalnızca devrimci olmak, devrimde samimi olmaktır. Yazı, daha baından halk kültürüne yönelii olumsuzlamaya çalıırken ilerleyen bölümlerde, ne kadar süslenmeye, çeitli tahlillerle açıklanmaya çalıılsa da, batan sona bir halk kültürü dümanlı ını iliyor. Halktan, halkın mücadelesinden uzaklamı, ona o kadar yabancılamı ki; nerede "halk" geçse, "popülizm" damgasını yapıtırıyor. Hızını alamıyor, mücadeleye, mücadele içinde yaratılan de erlere, geleneklere saldırmaktan kendini alamıyor. Örnein; halkının özgürlüü için savaırken canını veren ve halkın "ehitlerimiz" diyerek sahiplendii devrimciler için "öldürülen devrimciler", onları anlatan türküler için "youn bir ölüm vurgusu", mücadele içinde ödenen bedelleri ve yaratılan deerleri "ölüm, ikence, cezaevi üzerinden politika yap-ma"ya indirgeyerek deerlerin içini boaltmaya, deersizletirip aaılamaya çalııyor. Kendi geçmiini bir çırpıda silen, geleneine sırtını dönen, geçmiine dümanlaan ruh hali, onu saldırganlatırıyor. Ama hatırlatmak gerekiyor; bugün böyle bir dergide, devrimci sanat adına bu kadar rahat ahkam kesebilme, yazılar yazabilme özgürlüünü, faizmin azgın saldırılarına direnerek ehit düen devrimcilere borçlu olduunuzu unutmamalısınız. Halk kültürü dümanlıı, devrimci pratii tümüyle mahkum ederken, devrimci müzik adına yapılanları da hiçe sayıyor. Politik müzik dünyasında yapılan birtakım yanlılıkları, eksiklikleri, sorunları ele almak adına yapılan deerlendirmeler, devrimci sanatın bütününü yadsıyarak onu, emekçiler için, emein mücadelesi için zararlı görüyor. Böylece tüm devrimci sanatçıları emein sesine kulak vermemekle suçluyor. "Tarihe ve bugüne baktıımızda (evet, hep birlikte, hem tarihe hem de bugüne bakarak okuyalım-bn.) kendi eyleminden baka bir ey görmeyen küçük burjuva için, ses kayıt stüdyolarına uzak dalarda verilen müca- ya ses geçirmez binalarda oturup televizyon ya da bir baka kitle iletiim aracım izlemiyor, ya da hayatında bir içiyle, memurla sohbet etmemi. Böylesi bir ortamda yaamasalar, o sözünü ettikleri içilerin direnilerinde, mitinglerinde, örencilerin forumlarında, faistlerle, polislerle çatımalarında, memurların i bırakmalarında, halaylarında binlerce aızdan, hep birlikte haykırdıkları türkü ve marların yankısını duymamaları, görmemeleri ya da haberdar olmamaları mümkün olmazdı. Bazı sesler var ki, rahatsız ediyor Evrensel Kül-türcüler'i. "Düersem bu kavgada dosta anlatın beni" diyenler, onları rahatsız ediyor. "Doluunca alanlar ehirde gel, kırda gel, haykırınca zindanlar zincirleri kır da gel" sesleri kulaklarını tahri ediyor. "Cesaret Cesaret, daha faz-la cesaret, kurtulu mutlaka ellerimizde" haykırıları canlarını sıkıyor olmalı. "Olmaz" diyorlar, "uygun deil" diyorlar. dele romantik duygular üretmeye elverili olduundan, Unkapanındaki MÇ Blokları'nın karısındaki tersaneden, az ilerdeki belediye binasının önünde toplanan kamu emekçilerinden, yine buraya 15 dakika uzaklıktaki istanbul Üniversitesi'nden yükselen ses, bu stüdyolara ulaıp esin kaynaı olamadı. Devrimci sanatçı, yaadıı kente yüzünü çevirip soyut bir mücadelenin soyut acılarını dile getirmeyi tercih etti." Bir dönüp kendimize, bir sözü edilen kesimlere; içiye, memura, örenciye, bir de Evrensel Kültürcü-lere bakıyoruz. Bu satırları yazanlar Böyle "izlenim" edindikleri için, dosyalar açıp yargılamaya kalkıyorlar. Yaadıı kente, halka, kitlelere ve devrimci mücadeleye yüzünü çevirenin kim olduu bu satırlarla çok daha açık deil mi? Ve ruh hallerinin histeri-siyle, küfre dütüklerinin bile farkına varamıyorlar. "Devrimci sanatçı..., soyut bir mücadelenin soyut acılarını dile getirmeyi tercih etti". Kitlelerin en "somut" eylemlerinde, en "somut" duygularını ifade ettikleri türkülerde anlatılanlar, hangi soyut mücadelenin soyut acıları? Kitleler size kulak vermiyor. Ne 17 tımalar yaıyorlar, bunları yaarken türkü ve marlarımızı daha bir öfkeyle söylüyorlar. Gecekondulardaki halk, soyut kondularında yaarken birden bire soyut polisler, zabıtalar ve dozerlerle soyut olarak yıkılıyor evleri. Ve onlar, geceleri soyut bir so ukta, soyut bir açlıkla, soyut acılar yaıyorlar. Bunları yaarken de türkülerimizle soyut olarak ısınıyorlar. Hangi türkümüz, hangi marımızda soyut mücadelenin soyut acıları var? "Ölüm, ikence, cezaevi" mi soyut "da larda verilen mücadele" mi? "Kayıplar, katliamlar" mı soyut . mücadelenin sonuçları? O ulları,' kızları kaybedilen, zindanlarda tutsak edilen ailelerin, anaların duygulan mı soyut acılar? Ve siz çok bilenler, devrimciler sizin deyiminizleöldürülünce, hapishanelerde devrimci tutsaklar, çivili sopalarla kafaları parçalanarak öldürülünce, yüre inizde hissetti iniz duygu nedir? Acıyı ve öfkeyi tanıyor musunuz? Acıyı, öfkeyi mücadele kararlılı ına dönütürerek anlattı ımız türkülerde bu duygulan göremiyor musunuz? Grup Yorum için; "Kentte süren mücadeleyi, içi sınıfını, dier emekçi ve hareket halinde olan katmanları ne yazık ki hak ettii ölçüde göremedi... Zonguldak grevi sırasında yapılan iki parça ve 'Grev Halayı' gibi önemli türkülerinin dıında..." diyorsunuz. Eletirilerinizi anladık ve aldık. Eksiklerimizi görmeye açı ız. Ancak bu, soyut mücadelenin soyut acılarını anlatma suçlamasını nereye koyacaksınız? Derdiniz "içi" mi? Peki, öyle olsun. Düzgün Tekin içiydi, kaybedildi. Kenan Bilgin içi önderiydi, kaybedildi. Neler hissettiniz? Soyut muydu kaybedilileri, soyut muydu bedenlerine yönelen eller ve onların inançlarıyla teslim aldıkları acılar? Ve bizlerin, devrimcilerin yüreklerindeki duyguları... Anlatmayalım mı, emekçilere bunla-rı söylemeyelim mi, emekçilerin mücadelesinde bunlara yer yok mu? Evrensel Kültür, her satırında kendisini Kaf Da ı'nda gören bir aydın kibirlili i ile, aklına esen her ko18 nuda ahkam kesiyor. "Etkisi zayıf ve yanlı bir mücadele anlayıı olduu için hezimetle sonuçlanan..." diye balayıp binbir emekle ve bedellerle yaratılan ve faizmin korkulu rüyası, emekçi halkların kurtulu umudu olan gerillayı "dada gezen devrimci" ye indirgeyerek iyice küçülüyor, çapsızlaıyor. Daha da ileri gidiyor, ehit düen gerillaları anlatan türküleri " ölümseverlik"le niteleyerek iyice de ersizleiyor, alçalıyor. Mücadele anlayıı ne kadar farklı olursa olsun, sosyalizme, devrime inanan hiç kimse, bu mücadelede canım verenlerin inancına, davasına, feda bilincine böylesi bir de ersizletirmede bulunamaz, bunu varlık sorunu olarak görür. Evrensel Kültür, herkesten daha fazla sahiplenme hakkım kendinde gördü ü Deniz Gezmi'lere ve verdikleri mücadeleye de saygısızlık etti inin, saldırdı ının elbette bilincindedir. Kendi geçmilerine, kökenlerine yüz çevirenlerin, savrula sav-rula bu kadar yıl sonunda geldikleri yer, ite bu. "Dada gezen ekıya", "Sonları hüsran olacak" vb. söylemleri, bugüne kadar faizmin kurmaylarından dinledi imizi hatırlıyoruz. Evrensel Kültür'ün söylemleri, nasıl bu kadar benzerlik taıyabiliyor? Tartıma özgürlü ü, kimseye bu hakkı vermez. Evrensel Kültür, hangi zeminde oldu unu sorgulatacak kadar ciddi sorunları oldu unu görmek zorundadır. Evrensel Kültürcüler, unu da bilmek zorundadır ki, ancak halkına ve vatanına ba lı olanlar hiç tereddütsüz ölebilirler. Bu, devrimcili in bedellerinden biridir. Ancak devrimcilikten bu kadar uzaklaanlar, onun bedellerine de o ölçüde yabancılaırlar. Çünkü reformizm için, tutsaklık bile kendine uzak bir kavramdır. Sizin üstüne basa basa vurguladı ınız "ölümsevertik", aslında ölümü hiçletirmektir. nandı ımız de erlere sıkı sıkıya ba lanmaktır. Ölümü hiçe saymayı, önümüzde engel olmaktan çıkarmayı "ölümseverlik" olarak lanse etmek, kavranılan da çarpıtmaktır. Bunu böyle bilesiniz. Görülen odur ki; Evrensel Kültür "içici" mantı ıyla, hiçbir yerde ve hiçbir zaman bulamayaca ı soyut bir "içi", "emekçi" kavramına sarılarak sosyalist arenada tutunmaya çalıırken, tüm varlı ı, düünü tarzı, kültürü ve yaam biçimiyle hızla yöneldi i düzende yerini sa lamlatırmak için bu tür saldırılara bavuruyor. Bu çaba onu, devrimci müzik tartıması yapmak adına halkın ve devrimin nice bedeller ödenerek yaratılmı de erlerine dümanca bir tutuma yöneltiyor. Devrim ehitleri için yapılan ürünleri, gerillayı ve da ları, anlatan türküleri, ikenceyi, ikencede direnii, zindanlarda yaratılan teslim olmama gelene ini ileyen parçalan "emein müziinin dıında", "romantizm", "mistik duygusallıklar", "soyut acılar" ve hatta' "ölümsever-lik" le nitelendiren bir sapkınlı ın dengesizli idir yaanan. Tüm bunları kolayca söyleyip geçmeyi düünüyorlar. Ama, ite bir pürüz var. Bu arenada birileri var ki; "arabesk" desen de il, "mistik duygusallık" da olmuyor, "ölümseverlik" hiç inandırıcı de il. Tüm nitelendirmeleri olumsuzlayan bir prati in temsilcileri var. Grup Yorum gerçe i var. imdi O'na ne denilecek? Yöntem bulunuyor, ama çok ucuz bir yöntem. Grup Yorum di erlerinden ayrılıyor, önce bir güzel olumlanıyor, böylece di er söylenenler kurtarılmı oluyor. Ama ardından gelen cümleler, yine niyeti ele veriyor. "Kukusuz bazı grupları ve sanatçıları, bu arabesk tarzı sürdüren sanatçılardan ayırmak gerekiyor." Evet, önce ayırıyor. Sonra, "80'li yılların ikinci yarısında umutsuzluk ve. karamsarlık üreten parçaların karısına cokuyu, umudu, mücadele azmini koyarak ortaya çıkan Grup Yorum, arabesk formu da reddederek canlı ve heyecanla benimsenen parçalar yaptı. Çok geni bir kesim tarafından benimsenen Yorum arkıları, birçok kiinin devrimcilemesinde etkili oldu." Mücadele azmi, coku, umut vb. diyerek, halen bu de erleri savunuyor oldu unu gösterece i bir zemin oluturuluyor. Bu zemin oluturulduktan sonra, artık rahatça saldı- rabilir. "Ancak son zamanlarda gitgide belli bir anlayıın tabanına seslenen parçalar yapmaya balayan grubun söyledi i arkı ve türkülerin politik dayana ı da di erlerininkine benziyordu." Acemi kurnazlık sırıtıyor. Kendi kendini reddeden cümlelerle sıkıntıdan kurtulamıyor. Bakın ne yapmı Grup Yorum: "Umutsuzluk ve karamsarlık üreten parçaların karısına cokuyu, umudu, mücadele azmini koyarak ortaya çıkmı." Bu çıkıla birlikte "canlı, heyecanla benimsenen parçalar yapmı." Ve bu parçala: "çok geni bir kesim tarafından benimsenmi." Dahası, "birçok kiinin devrimcilemesinde etkili olmu." Ve tüm bunları gerçekletiren Grup Yorum'un söyledii arkı ve türkülerin politik dayanaı "di erle-rininkine benziyor"mu. Kimdir "di erleri"? Yazının baından sonuna anlatılan, birbirine taban tabana zıt olan anlayıları da aynılatırarak toptan yerle bir ettii, onlarla birlikte kaynaını aldıkları mücadele anlayılarım ve mücadele tarihi içinde yaratılan deerleri, gelenekleri de hiçe saydıı müzisyenler, müzik grupları. Grup Yorum'un arkı ve türkülerinin politik dayanaı, hangi ''di erleri' 'ne benziyormu, görelim. "... sıkıtı ında pani e kapı-lan"ları, "büyük bir hazla öldürülmeyi beklerken kendine acıyan"lan, "örgütlü oldu u halde kendini yalnız hisseden ve bu yüzden annesinin eteklerine koarak sızlanan"arı anlatan arkılara..., "Bir yanda kaçınılmaz, ölüm, bir yanda sıcak çorbayla simgelenen eski huzur; da a çıkmadan önceki hayat" arasına sıkımı "küçük burjuvanın tüm çelikilerini son derece yorgun bir sesle, acıklı dile getirii" olan arkılara..., "Kitlelerden kopuk, soyut, ne oldu u, neye hizmet etti i belli olmayan, çöküntü içindeki devrimcinin kahramanlı ını" anlatan arkılara..., "Devrimci yaarken kaçınılmaz ölümüne tevekkülle boyun e iine övgüler dizmek" demek olan arkılara... , "Öldükten sonra da arkasından gözü yalı -a ıtlar"la, "ölümsever-lik"\e ifade edilen arkılara... îte bu parçalarla, Grup Yorum'un söyledii arkı ve türkülerin politik dayanaı benziyormu. Ve bu parçalar geni kesimler tarafından benimsenmi. Bu arkılar, birçok kiinin devrimcilemesinde etkili olmu. Hayatın gerçei, pratii, yalınlıı, kurulmaya çalıılan örümcek aını nasıl da parçalıyor, kurnazlık nasıl da sırıtıyor deil mi? Neden bu kadar kendinizi zorluyorsunuz? Politik müzik tartıması bumu? Evrensel Kültür "ciddiyeti" bu mu? Grup Yorum, bugüne kadar çok eletirildi. Bu eletirilerden çok yararlandı. Ürettii parçalar içilerden memurlara, zindanlardan gecekondulara kadar, hiç düünemeyeceiniz kolektif bir tartıma, eletiri ve önerilerle yeniden biçimlendi ve stüdyolardan böyle çıktı. Eletiri-tartıma, üretkenliimizin motoru oldu. Bundan sonra da böyle olacak. Bunun için hiç kimsenin kendisini zorlaması gerekmiyor. Ama dert eletiri ve tartıma olmazsa, ite böyle saçmalamaya balanıyor. Ortada ne eletiri, ne tartıma, ne de "ciddiyet" kalıyor. Yazmm Grup Yorum için söyleyecekleri daha bitmedi. Bakın neler yapmı Grup Yorum. "O, 12 Eylül'ün bitkin, acılı devrimcisini Ahmet Kaya'nm elinden kurtarıp alnında yıldızlı bereyle, ama bu kez savrulmak ve acılanmak için de il, mücadele etmek için da a gönderdi." i Grup Yorum, hiç kimseyi bir yere göndermedi. Evet, mücadeleye çaırdı, dalara da çaırdı. Çünkü bu ülkenin daları vardı ve dalarında savaanları. Grup Yorum, "12 Ey-lül'ün bitkin, acılı devrimcisi"ni kurtarmadı. Yüreinde, bilincinde halk için, onurlu, namuslu bir yaamı yaratmak için en küçük kıvılcım olanların yüreine ve bilincine seslendi. Emekçilere seslendi, gündelikçi kadınlara seslendi, umutsuzluun hakim kılınmaya çalııldıı koullarda inadına mücadeleyi yükselten örencilere, içilere, memurlara, gecekondululara umudun bitmediini söyle- di. Direnenlerin, savaı ve mücadeleyi tüm benlikleriyle, varlıklarıyla, en zor koullarda büyütenlerin hala var olduunu ve asla tüketilemeyeceini söyledi. Ölümlerde sınanmı inancın sesini halka, kitlelere taımaya çalıtı. Tüm bunları yaparken, halkın diliyle devrimcinin titizliini birletirmeye çalıtı. Bu sesleni, 12 Eylül'ü direni ve mücadele sloganlarıyla karılayan, hiçbir koulda teslim olmayan bilincin ve gelenein sesleniiydi. Grup Yorum, bunu türkületirmeye çalıtı. Emein kavgası okullarda, fabrikalarda, iyerlerinde, gecekondularda, dalarda ve zindanlarda büyüdü. Nerede halka yönelik saldırılar varsa ve nerede bir ses, bir slogan, bir direni varsa, Grup Yorum'un gündemi oldu. Gecekondu yıkımlarında, yakılan direni atelerinin baında söylendi umudun türküleri. ten atılan içilerin direniinde, katledilen devrimcinin cenazesinde öfke oldu. Oulları, kızları kaybedilen anaların yüreinde kini acıya, öfkeye dönütüren türkü oldu. Zindanları özgürletirenlerin yüreinde coku, urunda mücadele ettikleri emekçi halka direni ve kavga çarısıydı türkülerimiz. Devrimci sanatçının pratii kültür merkezlerine, stüdyo salonlarına, enliklere, konserlere hapsolamazdı. Hayatın her alanında yaanan kavgayla yüklenmemi olan sanatçı stüdyolara, konserlere, enliklere mücadeleyi deil, kendi kafasındaki kurgulan taıyabilir. Bunun bilinciyle ekillendirdik pratiimizi. Bu yüzden anlattıklarımız asla "soyut mücadelenin soyut acıları" olmadı. Somut mücadeleden kopuk, onun içinde olmadan, kültür merkezlerinin pencerelerinden, kitapların arasından yaamı seyretmekten bile aciz olununca her ey soyut getir ona. Çünkü kendisi, yaamıyla soyuttur. Ve Evrensel Kültür finale geliyor, sonuç tespitini yapıyor: "imdi gereksinim duydu umuz müzik, eme in müzi idir. Yeni bir dünya kurmak için harekete geçen, yüzü ileriye dönük, enliklerle, halaylarla yeni moral de erler üreterek 19 ve elbette umutla, die di, tavizsiz yürüyen kitlelerin kendi özdeneyimlerini ve geleceklerini anlatan ve ülkenin tek- ve en önemli gerçekliinin bu olduu bilinciyle hareket eden sanatçıların ürettii parçalara ihtiyacımız var bizim," Bu cümlelere en genelde katılmayacak devrimcinin olmayacaını düünüyoruz. Peki, onca deerlendir-me(!)nin mantıı neydi? Sorun da burada yatıyor. Birincisi; yapılanların, Grup Yorum'un yaptıkları da dahil hiçbiri, "emein müzii" deildir! Çünkü anlatılanların hiçbiri, "yeni bir dünya kurmak içinjıareke-te geçen, yüzü ileriye dönük, enliklerle, halaylarla yeni moral deerler üreterek ve elbette umutla, die di, tavizsiz yürüyen kitlelerin kendi öz-deneyimlerini ve geleceklerini" anlatmıyor! Yazarlarımız, sanki Pata-gonya'da yaıyorlar. Dosyanın hazırlayıcıları, Türkiye'den, bir Patagonyalı kadar bihaber. 1 Mayıs'lar kitlelerin özdeneyim-leri deil. Gazi'ler, Nurtepe'ler kitlelerin özdeneyimi deil. Memurlar, içiler hiç gözaltına alınıp ikence görmezler. Direnilere hiç polis, jandarma saldırmaz. 400'ü akın kayıp ve binleri aan katliamlar kitlelerin sorunu deil. Hapishanelerdeki on bini akın tutsak kitlesinin, kitlelerle hiçbir ilikisi yok. Gecekondularda yaanan yıkımlar, kitleleri ilgilendirmez. Oradakiler de kitle deil zaten. Peki kim kitle, özdeneyimi ne, gelecei ne olacak? Evrensel Kültür'ün tasarladıı kitle, kendi kitlesi; kendi kafasında yarattıı kitle. Gecekonduda oturmayan, dolayısıyla yıkımları yaamayan, iten atılmayan, gözaltına alınmayan, ikence görmeyen, kayıpların ve katliamların olmadıı, hapishanelerinde binlerce devrimcinin tutsak edilmedii, dalarında savaanların olmadıı, dolayısıyla devrimci sanatçıların da böyle türküler, parçalar yaparak bilincini bulandırmadıı bir dünyada yaayan "kitleler". Ne böyle bir ülke, ne de böyle kitleler hiç olmadı, olmayacak. Ama zulmün hakim olduu bir düzen ve 20 bu düzene karı "yepyeni bir dünya kurmak için harekete geçen, yüzü ileriye dönük, enliklerle, halaylarla (ve elbette ki eylemleriyle, direnileriyle haklı ve meru her türlü mücadele biçimiyle bn.), yeni moral deerler üreterek ve elbette umutla, die di, tavizsiz yürüyen kitleler" var bu ülkede. Zulüm düzenine karı, ezilen halkların özgürlük mücadelesi, her türlü bedel ödenerek, direni destanları, kahramanlıklarıyla, yepyeni deer ve gelenekler yaratarak her geçen gün halkı, emekçi kitleleri daha fazla kucaklıyor, ülkedeki politik gündemin merkezinde daha etkin yer alıyor. Zulmün tüm vahetiyle bu gelimeyi engelleme, bastırma, yok etme çabalarına karın her geçen gün büyüyen mücadele, bir yandan devrimcilerin ve devrimci sanatçıların omuzlarına yeni ve daha ileri görevler yüklerken, bir yandan da daha büyük enerji, daha fazla özveri, daha büyük bedelleri göze almayı gerektiriyor. Devrimci sanatçılar açısından, bu süreçte, mücadeleye en salıklı hizmet edecek tarzda var olabilmenin de her eyden önce örgütlenmekten, örgütlü mücadeleden geçtii artık reddedilemiyor. Yine de devrimci sanatçı, devrimci kimliini sanatçı kimliiyle salıklı örtütüremedii noktada, örgütlü mücadelenin, halkın özgürlük taleplerinin güncel ve somut ifadesinin yansıtılabildii ürünlere yönelmekte ciddi sorunlar yaayabiliyor. Sonuçta unu söylemek zorunlu: Sanatçının, faaliyetinde halka, yaama ve mücadeleye en doru ve en güçlü katkıda bulunabilmesi, onun ideolojik-politik bakı açısına balıdır. Bu bakı açısıdır ki; ülkede süren sınıf mücadelesinin biçimlenilerini doru kavrar, buna devrimci tarzda yön vermeye, doru rotaya oturtulmasına çalıır. Sanatçı açısından da neyi hedefleyecek, parçalarında, müziinde sınıf mücadelesinin somut biçimleniine hangi tarzda yer verecek, bu bakıla ilgilidir. Bakı açısı ne olursa olsun en genel bir doru vardır ki; bütün ülkele- rin halklarının mücadelesi, kendi kültürünü yaratır. Ve bu kültürün, o halkın tarih içinde yüzyıllarca sürdürdüü sınıf mücadelesiyle yarattıı kültürden beslenmedikçe yaama ansı yoktur. Bütün dünya devrimleri mücadelesinin özgünlükleri de burada yatar. Devrimci sanatçı, bu gerçei doru kavrayabildii ölçüde ilevini yerine getirebilir. Bu çerçevede Grup Yorum olarak 12 yıldır sürdürdüümüz sanatsal faaliyetimizde, tüm enerjimiz ye çabamızla bunu yerine getirmeye çalıtık ve çabalıyoruz. Sanatın halktan kopuk bir küçük burjuva aydın faaliyeti olarak statületirilmi biçimlerine karı, ısrarla emekçi halkımızın içinde, onlarla soluk alıp veriyoruz. Gecekonduları balarına yıkıldıında yanlarında oluyoruz, acıları paylaıyoruz, umut ve direni yüklü türküler söylüyoruz, umut ve direnç yüklü duygularla besliyoruz yüreimizi. ten atılan içilerin direnilerinde, yoksul sofralarına konuk olduk, kararlılık ve kazanma azmini dillendirdik, kararlılık ve daha bir sınıf bilinci yüklenerek ayrıldık. Halkın ve onun haklı mücadelesinin bir parçası olabilmek için, görevlerimizi yerine getirme çabası içinde olduk. Kitlelerden, halktan örenmeyi, ona öretmenin ön koulu saydık. Bu topraklarda yaayan emekçi halkların çok büyük olanaklar sunan zengin kültür mirasım devrimci bir tarzda deerlendirerek, mücadelenin ve yaratılacak yeni, özgür bir dünyanın kültürüne giden yolda köprü edindik. Elbette mükemmel deiliz. Ve elbette bizden öncekileri yok saymadık. Bizimle birlikte olan ve bizden sonra da var olacak olana, pratiimizle ve eksik yönlerimizle deerlendirileceimiz bir birikim sunmaya çalııyoruz. Bu ülkede, emekçi halklarımızın mücadelesi, her zaman var olacaktır. Emekçiler, zulme karı mücadelelerinde mutlaka Grup Yorum'u, Yorumlar'ı yanı balarında umut, coku ve mücadele azmi taıyan türküleriyle bulacaktır. am, Halep,ve Diyarbakır civarında ikamet etmesini önerir. Bu açık bir sürgündür. Ege halkıyla Çakırcah arasındaki köklü ba koparılmak istenmektedir. Çakırcah bu öneriyi hiç tereddütsüz reddeder ve kendi artlarını sıralar. Çakırcalı'nın artlarına göre çetesini da ıtmayacak, silah bırakmayacaktır. Bundan gayrisini kabul etmesi söz konusu bile edilemez. Osmanlı ise anlamayı kendi istedi i zemine çekmeye çalıır. 1904 yılında yapılan görümelerde Osmanlı, bu kez efelere Konya ve Ankara'da ikâmet etmeleri önerisini götürür. Çakırcalı, Osmanlı'nın hilekar yüzünü çocukluktan beri tanımaktadır. Osmanlı'nın kendisini yok etme hesapları yaptı ını bilmektedir. Bu oyunu gören Çakırcalı bir saldırı düzenleyerek Osmanlı'ya bir mesaj gönderir. Bu saldırıda 22 kii öldürülür. Osmanlı bu saldırı üzerine tekrar haber göndererek e er Ankara'da ikamet önerisini kabul etmez ise üzerine asker gönderilece ini bildirir, Çakırcalı bunun üzerine, saldırılarının iddetini arttır. Bölge valisi Kamil Paa, Osmanlı'ya gönderdi i raporda, hakimiyetin tamamen elden gitti ini ve derhal bir anlama yapılmasının gerekti ini vurgular. Bölgede tamamen yenilen Osmanlı, yeni bir heyet oluturarak Çakırcalı'ya. gönderir. Görümelerde Efe aynı artlan iletir: Hiç bir ekilde suçlu sayılmayacaklar, silah bırakmayacaklar ve Çine'nin Akçaova köyünde oturacaklardır. Bu köy ve yakınlarına jandarma ve tahsildar dahil hiç bir devlet görevlisi gelmeyecektir. Sadece padiahın affını kabul edeceklerdir. Bu artlan padiaha bildiren Kamil Bey olumlu yanıt alır ve kısa süre sonra Çakırcalı düze iner. 26 Mayıs 1904'te, af töreni önce Birgi daha sonra Ödemi'te yapılır. Bu törenler çok kitlesel bir ekilde gerçekleir. Çakırcalı düze indikten sonra da halkının yanında olmutur. Zora düen köylü solu u Çakırcalı'nın yanında almaktadır. Yöredeki a alar hallerine, hareketlerine dikkat etmekte, haksızlık etmekten kaçınmaktadırlar; bilirlerdi ki, yapılan en küçük haksızlıkta Efe karılarına çıkacaktır. Çıkarları sarsılan, gücüne güç katamayan, zorbalık yapamayan, a alar ise sıkıntıdadır. Çakırcalıdan kurtulmak için Ege da larını zapt eylemi di er ekıya çetelerinde umut aramaktadırlar. Çakırcalı karıtı baka çetelere destek verilir. Geçmiten beri Çakırcalı karıtı olan Çamlıcalı Hüseyin bulunur ve türlü yardımlarla da lara gönderilir. Bu ii yöre zenginlerinden Hacı Ali Paa ve o lu Sadık Bey organize etmektedir. Çamlıcalı da a çıktıktan sonra ilk i olarak Çakırcalı'nın kız kardeini ve o lunu öldürür. Haber Çakırcalı 'nın yüre i-ne kor bir ate gibi düer. Bunun kahrıyla tutuur. Ne yapaca ına karar verememektedir. Öfkesi sel olup tamakta, bacısı ve o lunun intikamını almak için saniye kaybetmek istememektedir. Çamlıcalı'yı bulmak gerekmektedir ama, O'da iyi biliyordur ki; takip eden daima yenilir. Çamlıcalı da bu maksatla yapmıtır katliamı. Çakırcalı'nın kendisinin takip etmesini istemektedir. E er takip ederse O'da pusu kurarak Çakırcalı'yı öldürecektir. Çakırcalı yerinde duramaz. Vakit kaybetmeden kızanlarını toplar ve Çamlıcalı'nın peine düer. Çıkan ilk çatımada en sevdi i kızanlarından Küçük Osman hayatını kaybeder. Bu olay Çakırcalı'yı daha da yıkar ve köyüne geri döner. Çakırcalı Tekrar Dalarda "Bir ekıya ne zaman silahından vazgeçerse o zaman yok olur." Ekıyalar arasında dolaıp duran bir sözdür bu. Çakırcalı da düze indi inde bile yok olmamak için silahından vazgeçmemitir. Çamlıcalı olayından sonra Çakırcalı üzerinden hiç çıkarmadı ı zeybek giysilerine, silahına daha bir sıkı sarılır. "Düz bize göre deil" diyerek da - lara döner yüzünü. lk olarak Tire ve Alaehir'i basar. Yöre zenginlerinden para ve silah alır. Osmanlı da tekrar da a çıkan Çakırcalı'nın peine düer. Takipçilere kumandan olarak da çok deneyimli bir asker olan Kara Sait Paa atanır. Osmanlı, Çakırcalı'nın üzerine kalabalık bir ordu birli i yollar. Osmanlı, bir an önce Çakırcalı 'yı im ha etmek istemektedir. Ancak Çakırcalı, birbiri ardına yaptı ı baskınlarla Kara Sait Paa'yı hayrete düürmütür. Birbirinden çok farklı yerlerde ve takip altındayken çeitli eylemler yapılmaktadır. Hepsi için de "Çakırcalı yaptı" denilmektedir. Kara Sait Paa, Çakırcalı'nın izini bulmak için tüm takipçi kuvvetlerinin yaptı ı yönteme bavurur; "tüm köylü efenin yataıdır" diyerek halka ikence yapmaya balar. O güne kadar böyle bir eziyet görmemitir Ege köylüleri. Jandarmaların, Çakırcalı'nın izini bulmak için insanları dayaktan öldürdü ü bile olmaktadır. Ancak yinede Jandarma bir iz bulamamakta, Çakırcalı ve emrindeki çeteler her gün eylem yapmaktadır. Kara Sait Paa akınlıktan hangi baskının Çakırcalı'ya. ait oldu unu anlayamaz. Bu sırada Çakırcalı, Tire-Ala-ehir taraflarındaki lira fabrikası'nı basar. Bunun üzerine Kara Sait Paa ve adamları takiplerine daha da hız verirler. Çakırcalı'nın hedefi; takipçilerin komutanı Kara Sait Paa'dır. O'nu pusuya düürecek ve böylelikle takipçilere büyük bir darbe indirecektir. Plan uygulamalaya konulur. Öncelikle hükümet güçlerine Çakırcalı'nın, kiz Da 'da oldu u haberi gönderilir. Ardından da Çakırcalı, kiz Da 'da Kara Sait Paa'yı beklemek üzere mevzilenir. Çakırcalı'nın kiz Da 'ı seçmesinin özel bir nedeni vardır. kiz Da kayalıktır ve buraya gizlenildi- inde bulunmak hemen hemen olanaksızdır. Kara Sait Paa, Çakırcalı'nın yerini haber alır almaz yola koyulur. Ve tez elden kiz da ına varır. 21 Kara Sait Paa ve emrindeki çok sayıdaki asker, Çakırcalı'nın namlusunun önünden geçip giderler. Uzun bir süre aramalarına ramen Çakırcalı'yı bulamaz ve Çakırcalı'mn önünden geçip geri dönerler. Çakırcalı, Kara Sait ve adamlarına ate etmez. Daha sonra Kara Sait'e bir mektup yazarak olayı ayrıntısıyla anlatır. "Dalar can pazarıdır. Eer tekrar karıma çıkarsan seni mutlaka öldüreceim" der. Bu mektubun ardından Kara Sait Paa istifa eder. Ancak Kara Sait bir süre sonra tekrar Çakırcalı'nın peine düecektir. Çakırcalı kinci Kez Düze niyor Kara Sait Paa yenilgisinden sonra Osmanlı, tekrar Çakırcalı ile anlamanın yollarını aramaya balamıtı. Ne yapıp edip anlamanın bir yolunu bulmaya çalıır. Bölgede hakimiyetini kaybetmitir. Çakırcalı'nın yanı sıra dier çeteler de her gün bir yerleri basmakta, soymakta, öldürmektedir. Bu sırada Çakırcalı ise, Milas'ın zenginlerinden olan Mandaki Hacı Porduromus'un iki olunu kaçırmı, karılıında 4000 Lira fidye istemitir. Özellikle bu eylem, Osmanlı'yı oldukça sıkıtırmıtır. Çakırcalı yabancılara karı da saldırılar düzenlemeye balamıtır. Oldukça telalanan devlet yetkilileri, 12 Mart 1906'da Çakırcalı'ya bir haber göndererek anlama yapmak istediklerini belirtirler. Çakırcalı'da anlamaya olumlu bakar. Daha öncede denendii gibi öncelikle Ankara, Konya ve Adana da ikamet ettii takdirde affedilecei ve kendisine maa balanacaı belirtilir. Çakırcalı Osmanlı'nın oldukça zorda olduunu görmü, önceki anlamalarda önerdiklerinden daha geni bir istek listesi hazırlamıtır. Ayrıca anlama çarısının yapıldıı gün, Kuyucak yakınlarında postayı vurarak ortamı biraz daha kızıtırır. Hükümetin pek fazla tartıacak 22 durumu kalmamıtır. Kamil Pa-a'nın olu Mirli ve Sait Paa, Ta-hir Kenan Bey, zmir'den Forbes ve Whitall ailelerinden oluan heyetle yapılan anlamayla Çakırcalı tekrar düze iner. Anlamaya göre önceki artlar kabul edilecek bunlara ek olarak Çakırcalı'nın sürgüne gönderilen akrabaları geri gelecek ve el konulan evi, eyaları ve hayvanları geri verilecektir. Anlama salanmasına ve Çakırcalı'nın düze inmesine ramen, Çakırcalı hükümete güvenmedii için emrindeki çeteleri uzun süre düze indirmez, eylemlerini devam ettirir. Dalar Bizimdir Kara Sait Paa ve emrindeki 4000 kiilik ordusu, dalardaki çeteleri yok etmek için yeniden harekete geçmitir. Dalardaki küçük çeteler çatımaları kaybederek imha olurlar. Kara Sait Paa, düzdeki Çakırcalı'yı da silahlarını teslim etmesini söyler. Ancak Çakırcalı'nın yanıtı, "Erkek kısmı elindeki silahı vermez, istersen gelir alırsın" eklinde olur. Bu tehditten sonra Çakırcalı, 6 Kasım'da Aydın'daki Erbeyli Tren stasyonu'nu basar, istasyondaki telgraf makinesini imha eder. Ardından z-mirAydın seferini yapan trene saldırır. Çakırcalı tekrar dalardadır. Peinde 4000 kiilik Kara Sait Paa'nın ordusu olmasına karın Çakırcalı durdurulamamaktadır. Baskınlar düzenlemekte, adam öldürmekte, soygunlar yapmaktadır. Çakırcalı bütün bunlarla birlikte yeni sava taktikleri gelitirmektedir. Kendisi dada çatıırken kendisine balı Kara Ali ve çetesi lojistik ve istihbarat yönünden destek salamak amacıyla düze inmitir. Bu sırada bölge valisi Kamil Bey görevinden alınmı yerine Faik Paa atanmıtır. Faik Paa ilk olarak, zorda bulunan hükümet için zaman kazanma amacıyla efeyi tekrar affeder. Ve Çakırcalı tekrar köyüne döner. Çakırcalı, dönemin büyük bir sava ustasıdır. Büyük taktiklerle dümanı bertaraf etmitir. Yöre insanının sevgisini kazanmıtır. Pek çou, canını seve seve verecek kadar sevmitir onu. Çok sayıda kızanı vardır. Çakırcalı, her eye ramen dada kalmayı sevmemektedir. Eldeki bilgiler onun zorunluluklar yüzünden dada kaldıını belirtir. Genel olarak bütün efeler çeitli anlamalarla pek çok kez düze inmitir. Ancak Çakırcalı'mn bu denli çok düze inmesinin nedeni; dada kalmayı sevmeyiidir. Yine çeitli kaynaklardan edindiimiz bilgilere göre, Çakırcalı'nın giysisi dier efelerden ve kızanlarından farklıdır. Bunun nedeninin de daa çıkıındaki zorunlulukları ifade etme niyetinde olmasıdır. Bu mantıına karın Çakırcalı, üçüncü kez affı istemeyerek de olsa kabul etmitir. Bir anlamda hükümete lütfetmitir. Bundan dolayı halk ara.-sında her an daa çıkacaı söylentileri yayılmaktadır. Aynı günlerde, 1907'de affedilen efenin kumandanlarından Kara Ali, 1909 yılında tutuklanır. Çakırcalı, bunun üzerine devletle olan tüm ilikilerini koparır. Çakırcalı, 11 Eylül 1909'da Manisa Jandarma Alayı Binbaılarından Rüstem Bey'i ve askerlerini pusuya düürür, Binbaı Rüstem Bey'i ve sekiz eri öldürür. Çakırcalı'nın bu yeni saldırısı üzerine yöreye yeni atanan vali Mahmut Muhtar Paa neye uradıını aırmıtır. Çakırcalı arka arkaya baskınlar düzenlemekte ta ta üstünde bırakmamaktadır. Önce Erbeyli kazasına giderek merkez camiyi basar, yüzlerce kiinin önünde yöre zenginlerinden Yörük Sarıı Bey'i kaçırır. Ardından yine Erbeyli zenginlerinden Hacı Ibra-himolu Molla Mehmet'i, daha soma ise Aydın Belediye Bakanı Bakatibi Osman Efendi'yi kaçırır. 2500 Lira fidye aldıktan sonra onları serbest bırakır. Baskınlar arka arkaya devam eder. Bu baskınlar olduu sırada ise hükümet, Çakırcalı'mn izini bula- R semih erkmen anadolu'da insan hoyrat bir rüzgar eser ya yüreinde insanın yanık bir türküyü sürükler gibi, içinde bin yılın izi çatlamı topraktır acı kavruk yüzlerinde kalın çizgilerle örülmü ayııı dosttur cana toprak damlarda sevdayla ıır ve ahan gözlü yumurcaklar çilesini emmi memede aç, yalınayak ve donsuz ve susuz nasıl masum yüzlüyse da çiçekleri bin hasret göçer dalara ve dalar ki yankılanır direniidir aıtlarda dünyaya sonra kurumu ellerinde susuz bereket sanki armaandır topraından ve mor erguvanlar açar ve baharla gelen ve bir nevroz günü çekilen halaylar acının umuda yeermesidir gece aır, yamur deil üstüne yaan tedirgin, ekiyaya pusuda, gerilen bir yay, seken bir kekliktir ve dalarda ahan ve tarlada ırgattır ve yangını barında yalaz yalaz yanandır anadolu'da insan ölümün sessiz çılııdır 2 3 23 NCELEME yiit tuncay Çanlar Kimin çin Çalıyor? Güllü Agop'tan stanbul Belediyesi ehir Tiyatroları'na T iyatro... Anlam olarak kökenine bakıldıında, Yunan dilindeki seyretmek (theastai) ve seyir yeri (theatron) kelimelerinden türemitir. Ancak bugün herkesin bildii anlamıyla; "insanı, insana; insanla ve insanca anlatma sanatı" diye tanımlamaktayız. Burada sözü geçen "insanla ve insanca anlatım" dan kastedilen, dildir. Ancak bu dil, sadece sözcüklerin bir araya gelmesiyle oluan konuma deildir. Çünkü, bedenin de bir dili vardır. nsanlıın geliiminde önemli bir kazanım sayılan dili harekete geçirecek olan ey ise, tabi ki düüncedir. Evet, düünüyoruz ve düündükçe olaylar ve olayların içindeki insanlar çıkıyor karımıza. E, madem kazanımımız olan bir dilimiz var, artık düüncelerimizi birbirimize, bir takım olaylar çerçevesinde bu dili kullanarak anlatır, anlaabiliriz deil mi? Ama, hangi insanı, hangi insana anlatacaız? te bu, üstünde durulması gereken bir konudur. lk insanın evrimine baktıımız zaman, dinsel baların bir gerei olarak ve insanın arınma duygusuna ulaabilmesi için dans (folklor) ettiini görürüz. Bu, günümüzde hala uygu- 24 lanan "nevroz tiyatro" nun çıkı noktalarına bir örnektir. Tarihçilerin çou, tiyatro sanatının kökleri olan bu dansların kökenini, Eski Yunan'a dayandırmaktadır. Oysa ki, gölgede kalan aratırmacıların ortaya koyduu gibi, tiyatro sanatının kökleri Orta Asya ve Uzak Dou'ya dayanmaktadır. Yine bazı aratırmacıların söyledii gibi, Çada Batı Tiyatrosu'nu tanıyabilmenin ön koulu; Orta Asya ile Uzak Dou tiyatrolarım tanımak gerektiidir. Çünkü, bütün Avrupa tiyatrosuna kaynaklık eden Yunan dramı da buradan gelimitir. Bu uyarıyı dikkate alan Batılı tiyatro adamlarına, Bertold Brecht ve Antenine Arta-ud gibi isimleri örnek gösterebiliriz. Orta Asya'da, bir tarım bölgesi olan Kuça'da (Hoço) yapılan kazılar, burada tiyatro yaamınm olduunu göstermitir. Ayrıca, tüm Avrupa'yı etkileyecek olan Japon, Çin tiyatrosundaki dramatik sanat da, Kuça, Hindistan ve ran'dan 4 ila 6. yüzyıllarda gitmitir. Tüm bunlardan etkilenen göçebe Türkler ve Moollar'ın, gittikleri yerlerde bu kültürel alıverii salayamamı olmaları pek mümkün deildir. Anadolu Türkleri, yüzyıllar boyunca bu oyunları ilkel biçiminde korumu ancak, Avrupalılar gibi bu oyunlardan yetkin, olgun bir tiyatro gelitirememilerdir. Aynı ekilde Bizans da, üstelik Yunan ve Roma uygarlıklarının devamı olmasına ramen, bin yıllık ömrü boyunca bir dram ve tiyatro üretememitir. Anadolu'da ise tiyatro, Osmanlı'nın kurduu egemenlik dönemi boyunca, bölge halklarının giderek eritilmeye balanmasının yanı sıra, hem Türkler'in, hem de azınlık durumuna dümeye balamı olan Hristiyanlar'rın tiyatroyu gelitirerek sürdürmesiyle devam etmitir. Kukla, gölge oyunu, meddah, ortaoyunu vb. türlerle devam eden tiyatro gelenei, III. Selim döneminde balayan batılılamayla birlikte, "yeni" eklini almaya balayacaktır. Batı örneindeki gibi ekillenme; 1839'dan balayarak 1908'de II. Merutiyet'e kadar süren Tanzimat tiyatrosu, 1908'den Cumhuriyet'in lanı'na kadar süren Merutiyet tiyatrosu, 1923'den günümüze kadar gelmi olan Cumhuriyet tiyatrosu biçiminde evrimim sürdürmütür. Bu evrimin öncülüünü, Batı kültürüyle daha rahat iliki kurabilen Ermeniler yapmıtır. Ermenice temsillerin yanında Türkçe temsiller de veren topluluklar için, Çıraan, Yıldız ve Dolmabahçe saraylarında tiyatro binaları yapılmıtır. Bu ortam içinde yetien Güllü Agop, Asya Tiyatrosu'nu kurduktan sonra, Müslüman Türk oyuncuların da içinde olaca ı Osmanlı Tiyatrosu'nu kurar. Egemenlerin ilk ödenekli tiyatrosu, Güllü Agop'un Osmanlı Devleti'yle imzaladı ı bir "Tekel Fermanı"yla kurulur. stanbul'un çeitli yerlerinde tiyatrolar açılmasıyla, Darülbeda-yi'ye (stanbul Belediyesi ehir Tiyatroları) kadar evrilecek olan, egemen güçlerin kontrolünde, salt stanbul merkezli ve ilk ödenekli-bürokra-tik tiyatro süreci balamı olur. Muhalefetin en önemli damarlarından biri olabilmesi mümkün olan tiyatro, özerk ve özgür üretime sahip olamadan, daha çıkıında devlet kontrolüne girmi olur böylece. Çok geni topraklara sahip olan Osmanlı'nın bürokratik tiyatrosu, stanbul dıında sadece zmir ve Bursa'da devamını bulabilir. 1913-1914 yıllarında stanbul Valisi Operatör Cemil Paa, devlet denetiminde sanatçı yetitirmek için bir konservatuar (sanat okulu) açar. "Konservatuar" kelimesine karılık olarak, kendi düdillerinde "Darülbedayii Osmani" ismini bulurlar. Okulun baına yönetici olarak, dünya çapında önemli bir tiyatro adamı olan Andre Antoine düünülür ve Antoine ile Paris'te bir anlama imzalanır. Ancak, I. Emperyalist Paylaım Savaı 'nın çıkması üzerine, Antoine ülkesine döner. çinde, Avrupa görmü Muhsin Ertu rul'un da oldu u bir "heyet-i temsiliye" ile yoluna devam eden Darülbedayi, kı-sa sürede, sanatçıların Bizans oyunlarıyla sarsıntılar geçirmeye balar. lk Türk müslüman kızlarının sahneye çıktı ı bu tiyatro, hem az ödenekten, hem de içerideki Bizans oyunlarının bir sonucu olarak, 1923 yılında tamamen çöker. 1923-24 sezonunda, ortaklaa ödeneksiz yürütmeyi deneyen sanatçıların ardından, 1923- 26 sezonunda, Rait Rıza ve bir kaç arkadaının patronlu unda, Darülbedayi kumpanyası sürer. Sezon sonunda da ılan topluluk, stanbul Valisi Muhittin Bey tarafından yeni bir düzene ba lanarak "ehir Tiyatrosu" haline ge-tirilir. Oyuncularla imzalanan anlamalar ve . Galip'in yönetmenli inde çalımalarına devam eden ehir Tiyatrosu, Cumhuriyet Hükümeti'nin Ankara'da bir devlet konservatuarı kurmasına paralel olarak gelimesini sürdürür. Osmanlılar döneminden itibaren balayan güdümlü tiyatro, Cumhuriyet Hükümeti'nin devam eden politikalarının bir devamı olarak, stanbul'un çeitli semtlerinde kurulmaya devam etti. Çeitli ülkelerde tiyatroyu inceleyerek Türkiye'ye dönen Muhsin Ertu rul, bir süre sonra ehir Tiyatroları'nın baına geçer. Yabancı dillerden çevrilen ve M. Ertu rul'un Türkiyeli yazarları zorlamasıyla yaz-dırttı ı oyunlarla ehir Tiyatroları oyunlarını sergiler. Tam anlamıyla Batılı tiyatronun yansıması olan bu dönem, tiyatroda "ulusal kültür" adına bir gelimenin olmadı ı, ancak, tiyatro anlayıının geliti i bir dönem olmutur. Zaten bu dönemde tiyatro, seyirci potansiyeli açısından, stanbullu azınlıkların sosyal faaliyetinin bir parçası durumundadır. Türkiye'nin geneli için bir anlam ifade etmeyen bu dönem, çıkıında bir halk kültürünün sonucu olan tiyatro sanatının toplumun tüm kesimlerine yayılmaması; sınıflı toplumun yarattı ı merkez-çevre ilikisine sıkııp kalmasına ve kendi öz dinami inden beslenebilmesinin önüne engeller koymasına neden olmutur. "Toplumun geneline yayılama-yan sanatın olumsuzlanması", sarayın kuca ında ekillendirilmeye balayan tiyatronun da egemen ideolojinin güdümünde evrilmesinin ve eitsiz gelimenin bir sonucu olarak, sanatın devrimci özünün yok edildi inin göstergesidir. "Tiyatro bir uygarlık potasıdır. nsancıl ayinler için bir araya gelinilen yerdir. Tüm etaplarının incelenmesi gerekir. Halkın ruhu tiyatroda biçimlenir." (V. Hugo, W. Shakespeare, I, IV, 2.) diyebilmemiz için, yaptı ımız çözümlemelerde oldu u gibi, halk sanatı olan tiyatronun giderek halktan koparılması, olsa olsa bir barbarlık belirtisidir. Bu uygarlık potası, tüm dünya halklarının kendi öz dinami ine dayanarak gelimesi gereken kültürleri- nin bütünleti i bir potadır. Ancak, sanatın egemen sınıf tarafından yönlendirilmesi, bu potanın oluumunun önünü kesmitir. Statükonun devamı için birbirine düman edilen halklar, kendi öz dinamiklerinden gelitirdikleri kültürlerini bu potada eriteme-dikleri gibi, temeli halka dayanan sanattan da gün geçtikçe uzaklatırılmılardır. Peki, ezilenlerin kendi kültürleri yok mudur? Tabi ki vardır. Özellikle Anadolu'da Pavlakiler, Baba shak, Balkanlara uzanan Bogomil, Karaburun'da çatıanlar, Koçgiri ve Dersim deneyimlerinin yarattı ı bir kültür vardır. Bu kültür, sesini sanatta bulamamıtır. Sınıf mücadelesinin bir ürünü olması gereken bu tarz bir sanat anlayıının halk müzi inde örneklerinin olmasına ra men, tiyatro alanında olamayıının sebepleri, yukarıda evrimini kabaca anlatmaya çalıtı ımız nedenlere dayanmaktadır. Ne yazık ki, sanatçıların aklını bilimselletiremeyii, yüreklerini korkak alıtırmalarının da bunda büyük payı vardır. Yalnız, unutmamak gerekir ki; sınıf mücadelesinin yükselme dönemleri, sanatın devrimcile-meye baladı ı dönemlerdir. Bunun en tipik örne i, 60'lı yıllarda balayan süreçte yaanmıtır. 60 'lı yılların baından itibaren yükselmeye balayan emekçi kitlelerin hareketlili i, tarihin motorunu hızlandırmıtır. 1980 12 Eylül'üne kadar süren bu dalga, Türkiye'de devrimci tiyatroya ve buna paralel olarak tiyatroda devrime neden olmutur. Bu dönem içinde, özgür üretimin sa lanabildi i özerk devrimci tiyatroların oluması ve devlete ba lı, ödenekli tiyatro olmasına ra men BT (stanbul Belediyesi ehir Tiyatroları) sanatçılarının bu dalgadan etkilenmesi; kendi öz dinami ine dayanan bir tiyatro gelene inin yaratılması, tiyatronun burjuvazinin egemenli inden çıkarılması açısından önemli adımlar olmutur. Ayrıca bu dönem içinde, tiyatro sanatı ile halk arasına koyulan mesafenin daraltılması da sa lanmaya balamıtır. Hatta 1967 yılında kurulan T-SEN 25 (Türkiye Tiyatrocular Sendikası), tiyatro Di er bir yandan, bunlara karı çıkmaya emekçilerinin iktisadi ve hukuki haklarını çalıan ve asimilasyona u rayan korumak ve kültürü gelitirmek, sanatçıların yanı sıra, devlet yozlamayı önlemek üzere ödene inden 12 ay maalarım alan örgütlenmeye balamı önemli bir memur "sanatçı"lar, zihin polisi kazanımdır. Bu sendika, 1968 yılında stanbul ehir Tiyatrosu grevinde ve medyanın televizyon kanalizasyonlarına Tunceli'ye turneye giden Halk hücum ederek yoz kültürün üreOyuncuları'na düzenlenen komploya tilmesinde ön ayak olmaya devam etkarı sürdürülen mücadelenin içinde mektedirler. Bir de bu sanatçıların kibulunmutur. mileri "demokratik"-de erlere sahip 1980'de hızlandırılan karı-devçıktıklarını iddia ederler. Sınıf mücarimci süreçte ise, sınıf mücadelesinin delesini bilimsel temellerine oturtan K. ivmesinin düüe geçmesi, devrimci Marx'tan tutun da, ülkemizde canı sanat adına kazanılan mevzilerin, yine pahasına mücadele etmi devrimcileri, sanatçılar tarafından boaltılmasına yol burjuvazi ile birlikte a ızlarına açmıtır. Öncelikle, 1980'de, 1402. dolamaktadırlar. Hatta, bunun üstünden maddeye dayanılarak atılan tiyatro rant elde etmeye çalımaktadırlar. sanatçılarının BT'ye dönüü çok Bu durum karısında bir kere daha, hazin olmutur. "Güdümlü tiyatro, yıllar önce Lenin'in yaptı ı çögüdümlü sanatçı" modeli tekrardan zümlemeyi aktarmayı gerekli görüileme konulmutur. yorum: "Geçmite birçok ihtilalci Darbenin arkasından devreye giren düünürlerin ve ezilen sınıfların kurtulu ANAP döneminde, BT'nin genel sanat mücadelesi liderlerinin doktrinlerinin yönetmenli ine Yıldız Ken-ter defalarca baına gelen ey, bugün önerilmitir. Devlet sanatçısı unvanına Marx'ın doktrininin baına geliyor. sahip olan Kenter, bu öneriye karılık Egemen sınıflar, salıklarında büyük olarak o dönemde var olan, emekçi devrimcileri ardı arkası gelmez amansız çocuklarının sanatçı olmak için cezalarla mükafatlandırırlar; ortaokuldan sonra girerek yarardoktrinlerini, en vahi dümanlık, en lanabildi i Belediye Konservatu-arı'nı koyu kin, en hayasız yalan ve iftira kapatıp, kendine devletten ikinci bir kampanyalarıyla karılarlar. akademik ünvan alabilmek ve sanatta Ölümlerinden sonra, büyük devrimcileri burjuvazinin egemenli ini pekitirmek, zararsız azizler haline getirmeye, söz yoz kültürün da arcı ının geniletilmesi uygun düerse, evliya-latırmaya, ezilen u runa teklifi geri çevirmitir. Artık, sınıfları 'teselli etmek' ve onları tiyatro emekçisi olmak isteyen emekçi aldatmak için isimlerini bir hale ile çocukları, üniversite düzeyine kadar süslemeye çalıırlar. Böylece, onların okuyup tiyatro bölümünün imtihanlarına devrimci doktrinlerinin gerçek özü hak ka-zanamadan, gördükleri iktisadi küllendirilir, basit-letirilir ve ihtilalci iddetin, sömürünün yarattı ı engelleri keskinlikleri törpülenir. Bugün, burjuvazi aamayıp ön elemede haklarını kayve içi hareketinin oportünistleri, bedeceklerdir. marksizmin safiyetini bozmak, onu 'ie Kenter bu kadarla kalmayıp görevini yarar' bir duruma getirmek konusunda yerine getirmek için, dönemin Belediye ibirlii kaimdedirler." (Lenin, Devlet ve Bakanı Bedrettin Dalan'a öneri olarak, htilal, sf. 11-12.) devletin içinde sa lam yerlere sahip Görüldü ü gibi, memur edilen olan bir ahısın eini, yani Gencay sanatçılar ile onu besleyen hakim sınıf, Gürün'ü genel sanat yönetmenli ine birleik kaplara benzemektedirler. Artık önerir. Sonuçta devlet, güdümünde bir aydınlar ve sanatçılar, 1980 darbesinin sanata bekçi bulmu, Belediye faturasını sosyalist hareket ve Konservetuvarı mezunu olan Kenter ise dolayısıyla emekçi kitlelere çıartık çift maalı profesör olmutur. karmılardır. Neo-liberal dalganın BT'de oturtulmasının mimarların- 26 dan biri olan Gencay Gürün, imdi DYP saflarından milletvekili olarak girdi i mecliste oturmaktadır. Böylesine gericileen BT, istanbul Belediyesi seçimlerini kazanan Refah Partisi'ne karı tuhaf bir ekilde "ile-rici'lik hezeyanına girmitir. Sürekli, belediye yönetimiyle aralarında çeliki oldu unu tekrarlamaktadır. Ancak u ana kadar, BT'nin ve sanatçılarının, Refah Partisi 'yle aralarında ciddi bir anlamazlık oldu u gözlenmemitir. Herkesin bildi i gibi, burjuvazinin kendi mantı ına dayanan beledi -. ye sistemi, aslında, bünyesinde ödenekli hale getirdi i tiyatronun, kendi egemenli i do rultusunda tüm halkın yararlanabilece i yerel tiyatroların kurulması ve tiyatronun ülkenin her yöresine götürülmesini amaçlamaktadır. Oysa, bunu bile becerememi-ler ve belediyeye ba lı ödenekli tiyatro, sadece stanbul merkezli bir halde kalmıtır. Devletin kültür politikasının yarattı ı bolukları sermaye, festivallerle doldurmaya çalısa da, kültür alam hala bo bir alandır. Halkın ruhunun biçimlendi i tiyatro ve artık ona göbekten ba lanan televizyon kanalizasyonları, halkın ruhunun çalındı ı mekanlar olmutur. Tüm bunlara karılık, sanatçıların mehur rahatlama deyimi olan "sanat politik de ildir" söylemi, bir kez daha kulaklarımızı doldurmaktadır. Güney Amerikalı tiyatro ustası Augusto Boal'in dedi i gibi: "Tiyatro eylemi zorunlu olarak politiktir, çünkü insanların bütün eylemleri politiktir ve tiyatro da bu eylemlerden yalnızca biridir... Tiyatroyu politikadan soyutlamaya çalıanlar, bizi temel bir yanlıa sürüklemek istiyorlar ki, bu da politik bir tutumdur..." Yine bir Ekim sabahı... Tiyatroda oyunun balayaca mı seyirciye haber veren ve ardarda 3 kere çalan canlan duyaca ız uzaktan... Çanların çalmasıyla Bizans'ın cadı kazanı yeniden kaynamaya balıyor. Oynanan bu oyun ne?.. Ve "Çanlar kimin için çalıyor?" Bu bile, balı baına bir oyun konusudur...! -BYOGRAF — sadık çelik " enç, esmer, ipince, çok güzel gülen bir adam, hurda bisikletiyle ve paslı film kutularıyla yazlık sinemalara her gece gelirdi. Sinemadan sinemaya film bobinleri taıyan bu adam, çocukları sinemanın arka kapısında sabırla beklerdi. Bu genç, esmer, ipince, çok güzel gülen adam, her akam sinemaya gidecek parası olmayan o çocuklara arka kapıyı gizlice açardı." G Bu muzip, iyiniyetli, sinema tutkunu genç adam yıllar sonra, kendi filmleriyle büyüyecek olan yüz bin-lerce yoksul çocu un ba kahramanı, efsanevi sinemacısı olacaktır. "Sü-rü"nün, "Yol"un "Yılmaz Güney"i olacaktır. Vatan topra ı kadar sıcak ve bereketli, bir o kadar kahır çeken ama onur yüklü bir halk adamıdır Yılmaz Güney ve O'nu böylesine erdemlerle donatan, tüm hataları ve sevaplarıyla halktan yana bir sinema adamı yapan maya, ite bu bereketli toprakların kültüründen gelmektedir. imdi gelin, beyazperdeye yansıyan ıık selinin o büyüleyici ahen-ginde, bizi "arka kapıdan gizlice içeriye alan o güzel gülen adam"ın gerçek yaamım izleyelim. YILMAZ PÜTÜN'DEN YILMAZ GÜNEY'E... Urfa-Siverek'in Destman Kö-yü'nde, yoksul bir Kürt ırgatın o ludur Hamit PÛTÜN. Hamit, 11 yaında, kan davası nedeniyle babasını kaybeder. Bir gün, yoksullu un kahrını, köy büyükleriyle ka nılara, katırlara yükleyip Adana' ya, Yenice Köyü'ne gelir. Artık Çukurova'da, a aların tarlalarında bir ırgattır Hamit. Irgatlıkla geçer yıllar... "Gule" adında bir ırgat kızıyla yaamım birletirir. Çok geçmeden yoksul ırgat evinde, çı lık çı lı a bir çocuk dün- yaya gelir. Adım "Yılmaz" koyarlar. Ne kadar haksızlı a u rasa, ne kadar saldırılsa yıkılmasın, dimdik dursun diye ayakta. Anne Gule, tarla kenarında çı lık çı lı a a layan o lunun sesini bastırmak için, hırsla vurur çapayı topra a. Toprak karıır tohuma, tohum yemie, ba a, bahçeye... Sonra Yılmaz'ın küçük ırgat elleri, buluur hayatla. "Çalımaya 5-6 yalarında baladım. Bostanlarda, meyve bahçelerinde çalıtım. Sokaklarda, fındık fıstık sattım, gazete sattım. Sonra bir bakkalın yanında çırak durdum." Oysa babası hep okumasını istiyordu Yılmaz' m. "Oku o lum; oku da, bizim gibi kulluk, kölelik etme bakasına." diyordu. Yıl bin dokuz yüz kırk bir... Yılmaz, Yenice'ye 6 km. uzaklıktaki Kadıköy lkokulu'na yazılır. Çamur-lara bata çıka gitti i okulu bırakmaz, hem ırgatlı ı, hem ö rencili i yürü-tür Yılmaz. 27 resim: ahmet erkanlı dükkanında, içime düen atein adını ve hangi sınıfın adamı olduumu örendim." ADANA ERKEK LSES YILLARI Sinemacılıa giden yolun baında edebiyat vardı. iir ve öyküler dönemi balıyor. Bu dönemi, gelin yine Yılmaz'ın kendisinden dinleyelim: "Lise 2. sınıftayken, duvar gazetesi için hasta karısını köyden kente, doktora getiren yoksul bir köylü üzerine bir öykü yazmıtım. Köylünün hiç parası yoktur. Ve doktora vizite ücreti olarak bir horoz getirmitir. Doktor, bu garip vizite ücretini kabul etmez ve köylüyü de, karısını da, horozunu da kapı dıarı eder. Solcu öeler taıdıı gerekçesiyle öykümü yayınlamadılar. Oysa o sıralar ben, solculuun ne olduunu bile bilmiyordum." Liseyi bitirdikten sonra, edebiyata büyük bir sevgiyle balanır. Önceleri ahır olan evinin tek göz odasında, dıardaki sokak lambasından sızan lo ııkta hikayeler yazmaya balar. Esas olarak,, kendi yaamından yola çıkarak yazdıı bu hikayeler, bu dönem yayınlanan birçok dergi ve gazetede yayınlanma olanaı-bulur. BN DOKUZ YÜZ ELL'L YILLAR VE SNEMA Yalı gezgin çıırtkan, azında hunisi, bas bas baırıyordu: "Heyecan, ak, yumruk, kurun... Hepsi bu filmde. Baytekin bu sinemada... 32 kısım tekmil birden..." Yalan tarih canlanıyor... 20-25 yıl öncesi, etrafı film afileriyle donatılan modern araçlar ve hoparlörlerinden çınlayarak yayılan "bu akam..." diye balayıp caddelerden sokak aralarına kaybolarak yiten çıırtkan anonsları. O da geçmite kaldı... Yıllar sonra, kendi film anonsları baka sinemacıları heyecanlandıracak olan Yılmaz, çok geçmeden, bu, sokakları bayram yerine çeviren gezginci sinema çıırt-kanıyla tanıır. Okul çıkılarında koarak yanına gittii bu adama gönül- 28 lü yardımcı olur. Derken bir gün, tıpkı o adam gibi, sırtına panoyu alıp mahalle aralarına, caddelere çıkar. Az gider uz gider, yükü artar. Paslı film kutularım hurda bir bisikletle yazlık sinemalara, taır. KOLONYACI DÜKKANINDA NAZIM VE SOSYALZM "Sosyalizmin ilk cana yakın soluunu 1953-54'lerde, Adana' nın inönü Caddesi' nde, bir kolonyacı dükkanında duydum. Genç bir adam, içilerden, köylülerden söz eden, spanya iç Savaı'nın acılarını anlatan iirler okuyordu. Kim yazmıtı yüreime coku dolduran bu etkili iirleri? ilk kez ondan duyuyordum: Bir air vardı; adı Nazım Hikmet... Limon çiçei kokan o küçük kolonyacı VE ADI KOMÜNSTE ÇIKAR "Üç Bilinmeyenli Eitsizlik Sistemleri"... "Onüç" adlı dergide yayınlanan bu öyküsünde, komünizm propagandası «yapmakla suçlanır. Derginin bu sayısı, bütün kitapçılardan ve abonelerden toplanıp imha edilir. "Para, din ve yönetici kadro; öykümdeki her ey, Türkiye gerçeinden alınmıtı. Beni, komünizm propagandası yapmakla suçladılar. Adım komüniste çıktı." O günlerde Türkiye, Küçük Amerika hayalleriyle, ABD' ye yaranma çabası içindeydi. Amerika'ya Karı Faaliyetleri Aratırma Komisyonu'nun Türkiye'deki ubesi olan "Komünizmle Mücadele Dernei" de youn bir faaliyet içerisindeydi. Gözaltına alınıp ikencelerden geçirilen aydınlar, hapishanelere doldurulmaktaydı. Yılmaz da bu süreçten nasibini almakta gecikmedi. Bir buçuk yıl hapis, altı ay sürgün cezası verildi. (Bu cezası 1961 yılında onaylanacak ve Yılmaz ilk hapislik günlerine balayacaktır.) 1956... ANKARA HUKUK FAKÜLTES, K AY SÜRER Kabına sı mayan Yılmaz, Ada-na'dan Ankara'ya gelip Hukuk Fa-kültesi'ne girer. Ancak ailesine yardımcı olacak i imkanları bulamayın-ca, iki ay sonra Adana'ya geri döner. Sinemayla ilk tanıtı ı yıllarda yaptı- ı film taıma iini, bu defa Toros-lar'dan Kürdistan'a uzanan bir hat özerinde, daha ustaca sürdürür. Yılmaz, irketin film gösterim paylarını toplamak için Gaziantep, Elazı , Mardin, Diyarbakır, Ergani, Maden, Guleman gibi il ve ilçelere gidip gelir. 1957... STANBUL'U ZAPTA GELR Yılmaz, 1957 sonlarında, Dar Film'in Beyo lu'ndaki merkez bürosunda çalımak üzere stanbul'a gelir. "Fatih Sultan Mehmet, istanbul' u aldıı zaman 21 yaındaydı. Ben, 21 yaında stanbul'a geldim. Tünel'de bir pansiyon odasını zaptet-tim, günlüü dört liraya. 'Merhaba istanbul ehri. Hemen teslim ol. Beni uratırma lütfen!' dedim. Bern dinlemedi. Pansiyon sahibi, yalı bir madamdı. Bana sordu: 'Niye geldin istanbul' a?'. 'istanbul' u zapta gel-dim madam' dedim. Güldü, oysa ben ne kadar ciddiydim. Atım ve kılıcım olmadıı için inanmadı kimse." Ankara'da, Hukuk Fakültesi'ne ancak iki ay gidebilen Yılmaz, bu defa stanbul'da ktisat Fakültesi'ne girer. 1956'DAN GELEN "TAK-BAT" VE MAHKUMYET Tarih, 16 Haziran 1961'i göstermektedir. "Tatlı Bela" filminin çevrimleri yapılmaktadır. Set, çekim anında polis tarafından basılır. Yılmaz, buradan önce Paakapısı Hapishanesi'ne, oradan Nevehir Hapishanesine sevk edilir. Bir buçuk yıl sonra, hapishane kapısı Konya'ya, sürgün yollarına açılacaktır. te böylesi bir dönemin zorunlu bir rastlantısı olarak, (yalnızca yatacak ve karnım doyuracak bir yer olarak düündü ü) bir "pavyon"da "fedai" olarak çalımaya balar. O'nun bu günleri, daha sonra birçok filmine yansıyacaktır. Yılmaz'ın pek bilinmeyen bu dönemi, kukusuz onun vurdulu-kırdılı "avantür" filmlerinin çözümlenmesinde yardımcı olmaktadır. Sürgün biter... Bu arada Yılmaz, sürgün günlerinde tanıtı ı Can Ünal'a (Elif adındaki ilk çocu unun annesi) olan vefa borcunu ödemeyi de unutmaz. Sürgün dönüü O'nu, bulundu u kötü yaamdan çekip kurtarır. SÜRGÜN DÖNÜÜ TEKRAR SNEMA 1963 Haziran'ında, Konya'daki sürgününü tamamladı ında, tekrar stanbul'a gelir. Ancak birlikte filmler yapmayı düündü ü Dar Film, "Komünist" damgalı, sabıkalı biriyle çalımaktan çekinir. Ve yüzüne kapanan ilk kapı, "Dar Film" olur. Sonra di erleri... Her yandan kuatılmaktadır. Ancak kuatmayı yarmak zorundadır. Kazanaca ına inanır ve silahım çeker. Bir süre sonra sinemacı Atıf Yılmaz ve Azar Kemal, Yıl-maz'a yardım elini uzatır. "Arkadalar, ben kararımı verdim, artist olacaım..." Dostları; "Yılmaz, imdi nereden çıktı bu?" dediler. Arif Keskiner: "Tamam, bir iki filmde oynadın. Ama Yeilçam'da adın bile unutuldu. Üstelik piyasa tutulmu durumda. Yakııklı jönler var, seni yerler. Daha ilk adımını atmadan parçalarlar, yok ederler seni." O, kararlı bir tonla dostlarına: "Hayır, kararımı verdim. Mücadele edeceim. Göre-' ceksiniz tahtlarını, taçlarını yerle bir edeceim o bebek yüzlülerin..." dedi. Söyledi ini yaptı. "kisi de Cesurdu" filminin senaryosuna ve oyunculu una, "Yılmaz GÜNEY" takma adıyla ilk imzayı attı. 1963'te, "Yılmaz Pütün" yerine "Yılmaz GÜNEY" vardır artık. Senaryo yazarlı ı ve oyunculu u, 1964 yılından itibaren hız kazandı. "Yılmaz GÜNEY Sineması"nın temellerinin atıldı ı bu ilk dönemin yapıtları arasında; Kınalı Zeybek, Kara ahin, Karacao lan, Prangasız Mahkumlar, Da ların Kurdu Koçero, Zımba Gibi Delikanlı, Mor Defter, Halime'den Mektup var, On Korkusuz Adam ve Her gün Ölmektense filmleri sayılabilir. Bu arada, Neba-hat Çehre ile evlendi. Bu evlilik, dört yıl sürdü; 1968'de askere gitmeden önceki filmleri ise; Azrail Benim, Beyo lu Canavarı, Öleceksin/Can Pazarı, Kavgacı Halil, Marmara Hasan, Öldürmek Hakkımdır, Pire Nuri, Seyyit Han Topra ın Gelini isimle-rindedir. 1968'de, "Azrail Benim" filminin setinde, aynı yıl evlenece i Fato Arden'le tanıtı. Evlendiklerinde, Yılmaz Güney'in deyimiyle "kapıda askerlik vardı". "1968'de askere gittim. 1970 Nisan'ında döndüm. Hayatımdan çalınan iki yıl..." Fakat "hayatından çalınan bu iki yıl", O'na yıllar önce çalınan (asimile edilen) kimli ini yeniden kazandırdı. Askerli ini yaptı ı Mu, O'nun kimli i, dili, topra ı, tarihiydi. "Askerliimin Mu'ta oluu, Kürt Halkı ile yeniden kucaklamam, Kürt gerçeini yeniden görmem, beni alabildiine derinden sarstı." Bu sarsıntıyı, Mu'ta askerken çekti i "Aç Kurtlar" filminde de görmek mümkündür. "Aç Kurtlar" O'na, öylei bir unvanı da vermitir: Askerken film yöneten sinemacı... Yılmaz Güney, Yılmaz Pütün; Yılmaz Pütün, Yılmaz Güney'di aslında. Bakın ne diyor bu konuda: "Ben oyuncu olarak halkın giyiminden, davranılarından farklı olmamaya çalııyorum. Zaten olamazdım ki... Ben, zaten kendimi oynuyordum. Çünkü yaptıım bütün filmlerde benden bir parça vardır. Bilmem nerede, herhangi bir haksızlıa karı nasıl davranıyorsam, filmde benzeri bir durumda da aynı tavrı gösteriyor-dum. Mesela; filmde fakir babası bir adam isem, özel hayatımda da öyleyim. Cebimdeki bütün parayı daıtıyordum. Ona buna daıtıyordum". 29 YILMAZ GÜNEY YÜRÜYÜÜ Bir halk adamı olan Yılmaz Güney, on milyonlarca yoksul insanın gündelik yaantısından süzerek, üze- P-V rine giydi i do al karakteristik özellikleri, bütün filmlerine taıdı. Gülüü, duruu, yürüyüü, bakıı... O hep, içinden geldi i milyonların aynasıy-dı. Ancak bu aynadaki karakterler, "Yeilçam Sineması"nın kalıplarına yabancı ve aykırıydı, ite, Yılmaz Güney'i Yılmaz Güney yapan da, bu yabancı ve aykırı duru, gülü ve yürüyütü. "Üçünüzü de Mıhlarım" filminin yönetmeni Bilge Olgaç'ın "Yılmaz Güney Yürüyüü"nü kefi... "Senaryoda bir sahne vardı. Yılmaz annesine tecavüz edildi ini ö reniyor, koarak intikam almaya gidiyordu. Yılmaz 'Komasam, yürüsem olmaz mı?' dedi. 'Bir görelim' dedim. Kalktı, bir yürüdü, inanılmaz bir eydi. 'Yılmaz Güney Yürüyüü' diye isim taktım... Daha sonraki senaryolara da 'Yılmaz Güney Yürüyüü' koyduk." Yılmaz GÜNEY, hızla ve hırsla yürüyüüne devam etti. "Tahtlarını, taçlarını yerle bir etti o bebek yüzlülerin". Adını kendisi koydu: "Çirkin Kral"... "Sinemada iki kral olur mu?" diyenlere O; "Ne yapalım, Ayhan Iık kesme eker gibi düzgün bir kralsa, ben de 'Çirkin Kral'ım" dedi. Bu dönemde, Yılmaz Güney hanesine bakın neler yazılmı: At Avrat Silah, Çirkin Kral, Tilki Selim, Erefpaalı, Hudutların Kanunu (Yönetmen Ö.Lütfü Akad), Yedi Da ın Aslanı, Anası Yi it Do urmu, Kovboy Ali, Silahların Kanunu ve Silahlara Veda, Kibar Haydut, Yalnız Adam vd. 1970... "UMUT"... YEN BR DÖNÜM NOKTASI... 1970'de öne çıkan "Umut", yalnızca Yılmaz Güney için de il, Yeilçam Sineması için de bir dönüm noktasıdır. "Umut"un sinemasal anlatım dilinde, Yeni-Gerçekçilik'in derin izleri bulunsa da, bir arayıın ustalı ı vardır. 30 Yılmaz Güney, "Umut için; "Halkımın içinde bulunduu deiimin, toplumsal uyanıın bana yansıyan cokusunu ve sevincini beynimin barajlarında biriktirmek, enerjiye dönütürmek, onların bilinçlenmelerine katkıda bulunmak görevimdir." diyordu. "Umut" filminin birçok sahnesi sansür kurulunun makaslarından kurtulamadı, gösterimi engellendi. Yurtdıına çıkıı yasaklandı. Ama bütün bu karı çıkılara ra men "Umut" yurtdıına çıkarıldı. Fransa'nın Gre-noble kentindeki film enli inde "Büyük Jüri Ödülü"nü aldı. 12 MART 1971... CUNTA YILLARI VE YENDEN MAHKUMYET... Devrimci hareketin, Anadolu halkları için bir umut, burjuvazi için bir kabus olmaya baladı ı bu günler, feda kua ının kahramanlık des-tanlarıyla çalkalanıyordu. Bu süreci, yüre indeki o büyük cokuyla karılayan Güney, "Gençlik, bugün en doru eylemi yapıyor." diyordu. 17 Mayıs 1971... srail Bakonsolosu Efraim Elrom, THKP-C tarafından kaçırıldı. 22 Mayıs 1971... "Fırtına 1 Operasyonu" ve soka a çıkma yasa ında, Elrom öldürülmü olarak bulundu. 22 Mayıs'ı 23 Mayıs'a ba layan gece... Soka a çıkma yasa ına bir saat kala Cephe, Yılmaz Güney'i ça ırdı. Yılmaz Güney, hiç tereddütsüz bu ça rıya kulak verdi. Ve arabasına atlayıp THKP-C önderlerinin bulundu u Fatih'teki eve do ru hareket etti. Ula, bir kaç saat sonra, Saffet Alp'in Fatih'deki evine döndü... Ula, Mahir'e "Gidiyoruz" dedi. Mahir Çayan, Hüseyin Cevahir, Ula Bardakçı ve Oktay Etiman silahlarını kuanıp soka a çıktılar. Çıkar çıkmaz, kapıya yanaan gri renk bir araba ile karılatılar. Yılmaz Güney, Cephe'nin önder ve savaçılarını arabasına alıp Levent'teki evine do ru yola çıktı. Soka a çıkma yasa ı balıyor... Bütün yollar askerlerce tutulmu. Adım baı arama... Arabalar durdurulup didik didik aranmaktadır. Yıl- maz Güney'in kullandı ı araba, kontrol noktasına yaklaıp durur. Askerler arama için arabaya yaklaırlar. Direksiyon camına e ilen asker, direksiyonda oturanın ünlü sinema oyuncusu Yılmaz Güney oldu unu farkedince, birden heyecanlanıp aırır: "Aaa Yılmaz Abi sen misin? Kusura bakma, alıkoyduk. Hadi, güle güle abi" der. Araba kontrol noktasından uzaklaır... Ula Bardakçı, Levent civarında bir yerde arabadan iner. stanbul'un birçok yerinde evlerin kapıları çalınmaya balamıtır bile. Yılmaz Güney'in sürdü ü araba, içinde Mahir Çayan, Hüseyin Cevahir ve Oktay Etiman olmak üzere, Levent'teki eve gelir. Güney, Mahir ve arkadalarım evinin en güvenli bir yerine, çatı arasına yerletirir. Gece... Gergin bekleyi... Sabaha karı beklenen misafirler gelir. Sabaha kadar uyumayan Güney, evinin penceresinden, soka a giren askerleri izlemektedir. Kapı çalınır. Askerlere komuta eden subay, kapı aralı ından bakan Güney'i görünce mahçup, gülümser: "Kusura bakmayın, rahatsız ettik. Ama görev... Anaristleri arıyoruz. Görev gere i her evi arıyoruz." Güney yana çekilip subay ve erleri içeri alır. Subay, "kaçakları arıyoruz" diye tekrar edince Güney, gülümseyerek sa elinin iaret parma ıyla yukarıyı, tavanı gösterir: "yukardalar." Subay, böylesi bir akaya dayanamayarak kahkahayla güler. Oysa aka de il, gerçektir. O sırada Mahir ve arkadaları, elleri tetikte, çatı arasında bekliyorlardır. Yılmaz Güney, o gece subaya yaptı ı "aka"yı daha sonra öyle anlatacaktır: "Hayatımın en büyük ve en zor rolünü oynadım. Rolümü inandırıcı bir biçimde oynamı olmalıyım ki subay, 'aka' karısında ikna oldu. Evi doru dürüst aramadan, tavan arasına bakmadan çıkıp gitti." ki yıl sonra... 19 ubat 1972 ... Arnavutköy'de bir ev sarılır. "Teslim ol" ça rısına atele cevap verilir. Bir süre sonra, evden sedyeyle çıkarılan Ula Bar-dakçı'dan bakası de ildir. Ula'ın ölümü, ertesi gün büyük manetlerle duyurulur. Yılmaz Güney, olunun beiini sallıyor. Usul usul türkü söylüyor O'na. "... Ben öpmeye kıyamazdım, belemiler kızıl kana..." Alıyordu Güney... Ei Fatof'tan gözyalarını gizliyerek... 16 MART 1972... THKP-C davasının 12 numaralı sanıı Yılmaz Güney... Güney, davanın ilk durumasında, iddia makamının Mahir Çayan ve arkadalarına yardım ve yataklık ettii iddialarına, bakın nasıl yanıt veriyor: "Benden, bugün de benzeri istekleri bulunsa, davranıım fine aynı olurdu." Mahkemeler kısa sürede sonuçlandı. Yılmaz Güney, yedi yıl hapis ve üç yıl sürgünle cezalandırıldı. Ancak O, hapsedilmekten korkmuyordu. Ei Fato'a yazdıı mektuplardan birinde öyle diyordu: "Asıl hapishane, insanın kafasında yarattıı hapishanedir. Hayatı sınırlayan hapishane odur ki, ilk fırsatta yıkılmalıdır." Her eye ramen "sinema" diyordu. "Bir gün, Türkiye sinemasını dünyaya ben ve benim gibi düünenler götüreceiz. Hapis olan benim fiziimdir, kafam hapis deil ve onu kimse durduramaz." Öyle de oldu. Onu kimse durduramadı. Öyküler, romanlar, senaryolar hiç aralıksız, gece gündüz döküldü kaleminden. Kitap, kalem ve kaıda sevdalı bir adamdı O. Hapishane, O'nun "kendini ama" inancını büyük bir hırsla sınadıı bir okuldu. 16 Ekim 1972'de, ei Fato'a gönderdii bir mektubunda öyle diyordu: "Kendimi aacaım. Bütün im-kansızlıkları yenip dünya çapında filmler yapacaıma inandırıyorum kendimi... Yapacaım deil mi, baaracaım deil mi sevgili ?" Ve 'inancı', O'nu dorulayan ilk sonuçları yarattı. Önce, "Boynu Bükük Öldüler" adlı romanı, "Orhan Kemal Roman Ödülü"nü aldı. Sonra, Milliyet Sanat Dergisi'nin 25 sanatçı ve yazar arasında düzenledii yarı- mada "Yılın Sanatçısı" seçildi. Ardından da, Ankara Gazeteciler Cemiyeti tarafından "Yılın Halk Sanatçısı"... Bu arada "Yılmaz Güney'e Özgürlük" kampanyaları da, bu sürecin önemli halkalarından biri oluyordu. 13 ülkeden birçok sanatçı ve yazar, "Yılmaz Güney'e Özgürlük" talebini dile getirdiler. Elizabeth Taylor'dan Jean Paul Sartre'a, Costa Gavras'tan Jules Dassin'e kadar birçok ünlü, bu talebi imzalarıyla siyasal iktidara ilettiler. Jules Dassin, ABD'de McCartty döneminin ""sakıncalı" adamlarından biri olarak kovuturmalara urayan ve J.Berry ve Joseph Losey gibi sinemacılarla birlikte ülkeyi terkedip Fransa'ya, Paris'e yerlemek zorunda kalanlardandı. "Yılmaz Güney'e Özgürlük" talebini, en iyi O anlıyordu. 18 Mayıs 1974...Yeni iktidar CHP, "Af ilan ediyor. 20 Mayıs 1974'te serbest bırakılan birçok kii arasında, Yılmaz Güney de vardır. GÜNEY'N YÜRENDE 71'N ZLER... '71'in tarihsel izleri, Yılmaz Göney'in yüreini, ezilenlerin yanında, safında buluturur. stanbul Spor ve Sergi Sarayı'nda düzenlenen Özgürlük ve Demokrasi Gecesi'nde dostlarına ve dümanlarına öyle seslenir: "Bizim safımız, halkımızın safıdır. Dümanımız; emperyalizm ve oligaridir. Bu mücadelede üstüme düeni yaparım." "ARKADA"... Bu film, "Yılmaz Güney mito-su"nu parçalaması bakımından, bir dönüm noktasını ifade eder. Kitlelerin karısında artık "devrimci" bir Yılmaz Güney vardır. Ancak '71'in inkarcı mirasyedileri, O'nun kadar saf ve temiz deillerdir. Hapisten çıktıklarında, Mahir-ler'in manifestosuyla açıa çıkan potansiyeli fark ederler. Barutu bitmi bu eski tüfekler, kitleleri yeniden yönetme sevdasına tutulurlar, ancak bu defa inançla deil, inkarla... Kısa sü- rede, kitleleri yeniden etkileri altına alan bu devrim kaçkınları, yarattıkları ideolojik karmaanın bir sonucu olarak ortaya çıkan "sol içi çatı-ma"ın da ba mimarlıını yaparlar. Bu süreçten olumsuz olarak etkilenen birçok iyi niyetli unsur arasında, sinema sanatçısı Yılmaz Güney de vardır. ADANA-YUMURTALIK OLAYI VE YENDEN HAPSHANE 14Eylül 1974'te "...Hiç aklımızda yokken, beklenmedik bir olay sonucu yeniden hapishaneye dütüm" diyecektir. Adana-Yumurtalık savcısı Sefa Mutlu'yu öldürmekle suçlanan Güney, Yumurtalık Nezarethanesi'nden Ceyhan'a, Ceyhan'dan Adana'ya ve oradan da Ankara Merkez Kapalı Hapishanesi'ne götürülür. Hapishane günleri, cokun akan bir ırmak gibiydi. Her gününü dolu dolu yaıyordu. Ayrıcalıklı deildi. Kurallı ve disiplinliydi. Öyle ki; içerdeki zamandan ikayetçiydi. çerdeki günlük yaamın doal sıralaması olan spor, yemek, günlük, haftalık gazete ve dergilerin okunması, TV izlenmesi, gelen mektupların okunması, bir kısmının cevaplanmasından sonra, kalan 8 saat için öyle diyordu: "... Arta kalan 8 saat içinde düüneceksin, okuyacaksın, arkadalarla günlük sorunları konuacaksın, nöbetçi isen yemek yapıp bulaık yıkayacaksın, temizlik yapacaksın. Açıkçası gün yetmiyor." Yılmaz Güney, 25 Haziran 1976 günü, Ankara 1. Aır Ceza Mahkemesi'nde savunmasını yaparken, kendisini yargılayanlara öyle seslenecektir: "Biz, kitlelerin devrimci mücadelesine inanır ve dayanırız. Yalnız dikkatinizi çekmek isteriz. Bizi bir sokak intikamcısı gibi göstererek kitleleri aldatmak isteyen kiiler, yakınlarınızda pusudadır. Onlardan sakınınız. Önümüzde, hukuki ve insani deerleri çineyen Ali Elverdi gibi bir örnek var. Ali Elverdi, üç devrimcinin idamında, onlarca devrimcinin en aır cezaya çarptırılmasında bir maa olmanın mükafatını, AP safla- 31 rında milletvekili olmakla görmü-tür. Bizim için o mükafat; halkına ihanet etmenin, halk çocuklarının kanına elini bulamanın, sömürücülere uaklık etmenin karılııdır. erefsizlik belgesi olarak devrimcilik tarihimize lanetlenmi bir leke olarak yazılmıtır." Güney, son sözlerinde ise, adeta "kırın kalemlerinizi!" diye meydan okumaktadır. "... Bizim için durumalar, sizin kurallarınızla sınırlanmadan sürecektir. Fabrikalarda, okullarda, sokaklarda, iyerlerinde, evlerde, her yerde... Halkın vicdanında sürecektir. Mücadelemiz, kitlelerin bilincinde sürecektir, inanıyorum ki, eliniz mahkumdur. Bu koullarda objektif davranmanız mümkün olmayacaktır." O'nu yargılayanlar, O'na, 19 yıl a ır hapis cezası verdiler. 1975-76 yıllan... Ankara Merkez Kapalı Hapishanesi... Üretimlerinin en yo un günleridir. Roman ve senaryo çalımaları bugünlerde hız kazanır. Hapishaneyi, edebiyat ve sinemasal bir mekan olarak, en ince ayrıntısına kadar gözlerine hapsediyordu. Hapishane arkadalarından biri, O'nun bu yönünü öyle anlatıyordu: "Hapishanede kii olarak, insanların konumalarından çok davranılarım izlerdi. Bir mahkumun tek baına volta atmasından dierleriyle konumalarına her eylerini gözlerdi onların... Örnein; mektubu gelenleri özellikle izlerdi. Ranza üstünde mektup okumalarını, sonra kendi balarına kaldıklarında yaptıklarım müthi izlerdi. Aslında aynı zamanda müthi üzülüyor, mektup okuyanın acısını da çekiyordu. Ama sonuçta, çok seviyordu o tür ilikileri." O'nun bu ola anüstü gözlem yetene i, O'na bir roman yazdıracaklar: "Soba, Pencere Camı ve ki Ekmek stiyoruz"... Güney bu romanında da, yine yaadıklarından yola çıkacaktır. Hapishanede çocukların balattı ı bir isyanı anlatır bu roman. Firardan sonra, bu romanın bir uyarlaması olan "Duvar" filmini Fransa'da çeker. Yılmaz Güney ve arkadaları bu isyandan sonra, 1976 Mayıs'ında, 32 Ankara Merkez Hapishanesi’nden Kayseri Hapishanesi'ne sürülürler. Yine isyanlar ve direnilerle geçen bu sürecin sonunda, 1977'de Güney, zmit Hapishanesi'ne getirilir. "SÜRÜ'NÜN GÜN IIINA ÇIKII... 1978... TOPTAI HASTANES... 1972-73 Selimiye günlerinin kısa kısa notlarından oluan "Sürü'nün senaryosu, Toptaı Hapishanesi'nde, bir rastlantı sonucu ortaya çıkar. Güney, senaryonun üzerinde tekrar çalııp çekim için hazırlıklara giriir. "Sürü'nün çekim süreci, bir sinemacının her koulda film üretebilece inin, yönetebilece inin serüvenidir. Çekim çalımaları bitti inde film, Toptaı Hapishanesi'nde, seyyar bir gösterici aracı ile Güney'e de gösterilir. Yine Yılmaz Güney anlatıyor: "Uzun ve zorlu bir çalımadan sonra, borç harç çekim bitti.. Filmin kaba kurgulu halini Toptaı Hapishanesinde, beyaz bir çarafın üzerinde izledim, Kurgu için düüncelerimi ayrıntıları ile Zekiye (Ökten bn.) anlattım. Film, birçok arkadaın fedakarlıı, çabası ile, olabildiince iyi seslendirilmeye, müziklendirilme-ye çalııldı." te devrimci sanatçılık ve yaratıcılık, o günün koullarında bir sinemacıda böyle geliir. "Sürü", 1979 ubat'ında, zmir, Ankara ve stanbul'da gösterime girdi. Ancak stanbul'daki (ÜsküdarFıstıka acı'nda) gösteriminden bir gün sonra, gösterildi i sinema, faistler tarafından bombalandı. Bu dönemde faizm, ülkenin birçok yerinde halka karı saldırılarını, de iik biçimlerde- sürdürmektedir. Her alan gibi, halkın kültür ve sanat alam da, bu saldırıların hedefi durumundadır. Antifaist mücadele, her alanda, her boyutta alternatifler yaratmak zorundaydı. Dolayısıyla halkın kültürü, halkın sanatı da savunulmalı, korunmalıydı. "Sürü'nün sinemalardaki gösterim sürecinde yaanan deneyler,- alternatif halk kültürümüzün özgünlüklerini sergilemesi bakımından ö - reticiydi. "Sürü" filminin gösterimlerinin bombalarla engellenmeye çalıılmasına, bata devrimciler olmak üzere, halktan yana olan herkes çeitli araçlarla engel olmaya çalıır. Hatırlanacaktır: "Sürü" filminin ilk gösteriminden sonra Üsküdar'da bombalanması üzerine, yoksul mahallelerdeki devrimciler, silahlı güvenlikleri eli inde halkı, "Sürü'nün oynatıldı ı sinemalara taıdılar. Devrimciler ve halk, "Sürü" filmini böyle sahiplenirken, Yılmaz Güney de bo durmuyordu. Dostlarından biri, Güney'in 'yeraltı sineması'nı öyle anlatıyordu: "Gösterim zorlukları üzerine Güney, 'yeraltı sineması' fikrini oluturdu. Yılmaz Abi, vurucu kısa filmler çektirmek, çekmek; bunları önceden korunması salanmı bir mahallede geceleri duvarlarda oynatmayı düündü, ispanya' da, böyle bir yöntemin uygulandıını anlatıyordu." NSAN 1979 MRALI Toptaı Hapishanesi'nde isyan çıkaraca ı gerekçesiyle Sa malcı-lar'a gönderilen Güney, burada da süren isyan nedeniyle fazla kalamaz. mralı Yarı Açık Hapishanesi'ne gönderilir. Güney'in hapishane yaamı, sürgünler ve baskılarla geçmitir. Ancak bu süreçte, "halk sineması" fikrinden ve yaratıcılı ından zerrece bir ey kaybetmemitir. Hatta denebilir ki; en güzel ürünlerinin fikri, buralarda gelimitir. 12 EYLÜL 1980... Cunta, bütün halka ve devrimcilere saldırıyordu. Da larda, sokaklarda, fabrikalarda, okullarda, evlerde ve hapishanelerde vahetin hükmü kol geziyordu. Faizmin genarel-ler çetesi, halka dair her eye saldırmaktadır. Kam akıtılan, yerlerde sürüklenen, aa ılanan, toplama kamplarına doldurulan, asılan, teslim alınmaya çalıılan; 45 milyon halktır. Aralık 1980... mralı Adası... Donanma gemileri... Gece... Adayı çepeçevre kuatıyorlar önce. Sonra, hücum botlardan inen askerler, adanın her tarafına daılıp her yeri arıyarlar. Olanları kulübesinden izleyen Adalı, her eye ha-zırlıklı bekliyor. Kuatılan düman; Kitaplar ve onların daimi ibirlikçisi Yılmaz Güney'dir. Kahraman yüzbaı komutasında [askerler, büyük bir törenle Adalı'nın Kulübesini basarlar. Kulübenin sahi-bi, olanları sakince izler. Yüzbaı, ki-tap imha operasyonunu tamamlandı-ında, öfkesini filmlerinden hatırla-lyacaımız Güney; "Bakın yüzbaı! suç unsuru bulunsa bile, sakın yazılarımın baına bir i gelmeye. Peini bırakmam!.." der. Yüzbaı "Merak etmeyin Yılmaz Bey. Kitaplarınıza ve yazılarınıza bir ey olmayacaktır." Çıkarma harekatını tamamlayan askeri birlik Yılmaz Güney'e, "Hazırlan, bizimle birlikte geleceksin!" derken, aynı anda ada mahkumlarından bir grup da aynı uyarıyla karılaıyordu. O gece adayı ele geçiren donanma komutanı yüzbaı, tutsak ganimetlerini alıp Mudanya'ya doru yo- la çıktı. Mudanya'ya getirilen Güney, buradan askeri kordon altında, Bursa Hapishanesi'nde bulunan, "Dip Hücre" ya da "Ölüm Hücresi" denilen yere götürüldü. Laım akan bu hücrede, iri fareler arasında kaldı. "Arkada" fihrıinin kahramanı "Azem"i tokatlayanlar, genareUeri aracılııyla, imdi gerçekten intikam alıyorlardı. kence, günlerce sürdü. Sonra bir gün O'nu, sparta Yarı Açık Hapishanesi'ne götürdüler. SPARTA YARI AÇIK HAPSHANES, FRARA GDEN YOLU AÇIYOR. Devrimci hareket, "Cunta, 45 Milyon Halkı Teslim Alamayacak!" iarını içerde ve dıarda, direni hattında, gücü oranında yükseltmeye çalııyordur. Ancak, cuntayı geriletecek güçlü tehir kampanyalarına da ihtiyaç vardır. Devrimci hareketin, ülkede ve Avrupa'da ytijüttüü kampanyaları besleyecek, zenginletirecek kampanyalara.... Güney, cuntanın yaklatıı günlerde, birçok filmin negatiflerini, belgelerini yurtdıına çıkartır. Artık zamanın geldiine karar verir. Bu arada, "Yol" filminin çekimleri de tamamlanmıtır. "Ülkemden ayrılmamı gerektiren asıl neden, hakkımda düüncelerimden ötürü açılan ve yüzyılı aan davalar deildir. Böyle bir dönemde, Türkiye için bir eyler yapabilmek, ezilen halk ve ulusların, mücadelesine aktif olarak katılmak için, Türkiye'den geçici olarak ayrılıyorum." EKM 1981... YILMAZ GÜNEY FRAR ETT 17 Ekim 1981 tarihli Cumhuriyet Gazetesi'nde: "Film sanatçısı Yılmaz Güney'e teslim olması için tanınan süre bugün biterken, kendisinden hiçbir haber alınamadıı bildirildi. Adalet Bakanlıı yetkilileri, Yılmaz Güney'in büyük bir olasılıkla yurtdıında olduunu sandıklarım bildire- 33 rek, yurt çapında arama çalımalarının sürdü ünü söylediler... Güney'in cezası 1984'te itiyordu. Yılmaz Güney, bugün teslim olmadı ı takdirde artlı salıverilme hakkım yitirecek." diye yazıyordu. GÜNEY, AVRUPA'DA... PARS... "YOL"... "Yol" filmi, dublajı tamamlanır tamamlanmaz, Mayıs bamda Can-nes Film Festivali'ne katılır. Yılmaz Güney'in cuntaya karı balattı ı tehir kampanyasının balangıç bildiriiydi "Yol". Dünya kamuoyunun, ülkemizde yaananları görmesi, ö renmesi bakımından önemli bir yapıttı. Ve Altın Palmiye ile, bir bayapıt olma onurunu da kazandı. O, yular önce, ei Fato Güney'e yazdı ı bir mektubunda; "Bir gün, Türkiye sinemasını dünyaya, ben ve benim gibi düünenler götüreceiz..." demiti. Ve bugün, bu sözler yerini buluyordu. Güney, Cannes Film Festiva-li'nde Altın Palmiye Ödülünü alırken büyük bir gücün, milyonlarca yoksulun alımı, sıkılı yumru uyla bir bayrak gibi dalgalandırdı. Azem yıllar sonra, o tokatın, halklarına çektirilen onca acının, kaderin ve hala devam eden zulmün hesabım güçlü bir silahla, sinemayla sormaya balamıtır. HESAP DEVAM "DUVAR"... EDYOR... Çekimi türlü zorluklarla, aksiliklerle geçen film, Güney'in çalıtı ı insanlarla, "devrimciler"le arasındaki problemleri çok derinden hissetti i bir yapıt ünvanı kazandı. Kendilerine "devrimciyim" diyen, ama devrimcilikle asla ilgisi kalmamı birçok asalak, bu filmin en pahalı (maddi, manevi) maliyetini oluturuyordu. Güney, ço u zaman hayal kırıklıkları yaıyordu. Hastalı ındaki gidiat, bu problemlerle biriikte daha da çekilmez acılar veriyordu O'na. Ancak her eye ra men O, "Duvar"ın çekimlerini tamamlamak için gece gündüz irade savaı veriyordu. Bu savata kazanmak istiyordu. Halkına 34 verdi i sözü mutlaka tutmalıydı. Doktor kontrollerinde, durumunun giderek kötületi ini görüyor ancak; "Yaamamız lazım. Yaayacaız!" diyordu. Ameliyat sonrası doktor, ei Fato'a, o azap veren gerçe i söyledi. Yılmaz Güney, kanserdi. Fato Güney, sarsılarak karıladı ı bu gerçe i, O'na hissettirmemeye karar verdi. Ancak Güney, kendi durumunun farkındaydı ve O da, Fato'a bunu farkettirmemeye çalııyordu. Güney, yaamak için büyük bir gayret gösteriyordu. Spor yapıyordu, yazılar yazıyordu. Ve en önemlisi, "Duvar" filmini bitirmenin huzurunu yaıyordu. Nisan 1984... Türkiye Hapishaneleri'nde Ölüm Orucu baladı. Nisan 1984... Paris'ten Strasbourg'a dek sürecek olan "uzun yürüyü" balıyor. Yürüyüün baında Yılmaz Güney var. Foto raflarda, Güney'in aırı derecede zayıflamı oldu u görülüyor. Hastalı ın en kritik günleri ... 450 km.lik Paris-Strasbourg yürüyüü, "Cuntayı Tehir Yürüyüü" olarak önemli bir kamuoyu yarattı. Yürüyü, 8 Mayıs'ta Strasbourg'ta tamamlandı ında, büyük bir toplantı düzenlendi. Halk Mahkemeleri kuruldu ve cunta üyeleri ölüme mahkum edildi. Güney bu savaı da kazandı. Bundan sonraki günler, Güney için daha da zorlamaktaydı. Hastaneye ikinci kez yattı ında, artık durumu çok ciddiydi. Artık hastane günlerini paylaan dostları saygı nöbeti tutuyorlardı. "ÜÜYORUM, ÜÜYORUM ÜSTÜME PARS KOMÜNARLARI'NIN BATTANYELERN ÖRTÜN 9 Eylül gecesi sabahı... O gece sabahında, Güney'in baucunda nöbeti tutanlar; Seyithan'ın Seyit'i, Açkurtlar'ın Serçe Meh-med'i, A ıt'm Çobano lu'su, Kızılırmak Karakoyun'un Ali Haydar'ı ve Hudutların Kanunu'nun Hı-dır'ıdır... Film karelerinden çıkıp gelmilerdi. Güney, ilk kez kahramanlarıy- la yer de itiriyordu. Cenazesi,13 Eylül'de yapıldı. Güney, Pere Lachaise Mezarlı ı'nın Müslümanlar Bölümü'ne gömüldü. O gün, bütün dostları oradaydı. Bütün kahramanlar oradaydı. Bütün halkı oradaydı. Adana, stanbul, Diyarbakır, Siverek, Ergani, Silvan, Mu, Dersim, Kars, zmir, Kayseri, mralı, zmit, Nevehir, sparta, Konya, Edirne, Antalya, Konya, Söke, Bucak, A rı... Oradaydı; Siyahlar giyinmi bir güzel kız, elindeki kırmızı gülü getirdi, Güney'in tabutunun üzerine bıraktı. "Hayatın her alanında iyi savaçılar, baarılı savaçılar olmak ve yetitirmek zorundayız. Biz sazımızı iyi, çok iyi çalmalıyız. Biz, iyi, çok iyi türküler söylemeliyiz, iyi hikayeler^ iyi iirler, güçlü romanlar yazmalıyız... Dalarımız, ovalarımız, ormanlarımız bizi bekliyor. Biz, bütün ömrümüzü gurbette geçirip gurbet türküleri söylemek istemiyoruz. Biz, yiitlikleriyle destanlar yazr hu bir halkız ve önümüzde duran bütün güçlükleri yenecek azme ve güce sahibiz. Türk, Acem, Arap ve Kürt; ezilen halkların sınıf kardelii, en güçlü silahlarımızdan biridir. Dost ve düman herkes bilsin ki, kazanacaız... Mutlaka kazanacaız. Bir köle olarak yaamaktansa, bir özgürlük savaçısı olarak ölmek daha iyidir. Yaasın Kürt, Türk, Arap, Acem Halkları'nın kardelii ve dayanıması." O güzel gülen adama; Yılmaz Güney'e, hayal etti i özgür ba ımsız sinemayı bir gün mutlaka arma an edece iz. BR GÜN MUTLAKA!... Kaynakça: M. ehmus Güzel "tnsan Yılmaz Güney" Ahmet Kahraman "Yümaz Güney Efsanesi" Mahmut Baksi "Kürt Gözüyle Yılmaz Güney" Ahmet Soner "Herkes O'ndan Söz Ediyor " DENEME ibrahim karaca Y ıllar önce, diktatör Marcos ve O'nun karısı melda'ya ilikin kimi gazete ve dergilerde çıkan haberleri okudu umda, halkın baına çöreklenen bu karı-kocayı ayıplar ve aa ılardım; onlara acırdım Görgüsüz, hayvani ve cahil bulurdum onları. Onların bu rezil yaamları karısında, onca sefalete ve insan yerine konulmamaya ra men günlük yaanıma devam eden halkın kendisi de, bu yaklaımdan payını alırdı. Diktatör Marcos, kayalık bir. tepeyi yontturup kendi yüzüne benzetmeye çalıırken; karısı da gardrobundaki iki yüz elli çift ayakkabıyı basına göstermekle meguldü; cafcaflı, "sonradan görme" bir yaam, insanın midesi kalkıyor. Bu halk, bunları nasıl baında tutuyordu? Bu karı-kocanın görgüsüz yaamı beni rahatsız ediyordu ama bunun sorumlusunun halk oldu unu düünüp öfkeleniyordum. Bu öfkenin içinde halkı kastederek kullandı ım "beyinsiz" nitelemesi de olurdu ço u kez. Onca yoksulluk, acı, itilmili in içinde yaayıp da bu atafata nasıl sessiz kalınırdı? Bu acı ve yoksullu u, diktatörlü e karı, küçük de olsa bir rahatsızlı a dönütüremezler miydi? Kendilerine reva görülen bu hayatın rantım yiyenlerin yüre ine korku salacak basit ama haklı eylemler yapamazlar mıydı? Kaybedecek hiçbir eyi kalmayan kesim içerisinden bir "Don Kiot" grubu çıkaramazlar mıydı? Bütün bu sorular beynimi kurcalardı. Sonra bir gün, oturdu umuz ö renci evinde arkadalarla sohbet ederken ileri-geri, öfkeli konumalarım karısında söylenen u cümle, beni daha "akıllı" düünmeye itmiti: "O lum, sen kendi ülkene bir bak; Filipinler'i o zaman daha iyi anlarsın" Kendi ülkemize bakmıyor de ildik el- bet Bu öfke belki de, kendi ülkemize bakıp "bakakalmamızın" sonuçlarından biriydi, kimbilir... Yıl 1981-82... Üniversite yıllan... Hayata soldan (yani yoksul ve yoksun bırakılmı, halkın gözleriyle) bakan insanların üzerinden silindir geçirme ilemi, kültürel ve ideolojik boyuta ile birlikte yürütülüyor. Bir yanda sürek avları, di er yanda birlikberaberlik söylevleri, öte yanda salınan korku, yozlama, yoksullama, üçe bee katlanan bilanço karları, dejenerasyon, arabeskleme, çürüme ve sa lanan 'huzur'... Sihirli bir sözcük... Soka a bile çıkamıyorduk ya... Can güvenli imiz yoktu ya.... imdi huzur içindeyiz... Yaasın Huzur! Egemen sınıflar, istedikleri ilikileri topluma hakim kılmak için, bütün olanaklan kullanırlar. Bu, onlar açısından bakıldı ında, anlaılması hiç de zor olmayan bir durumdur. Hukuk, anayasa, e itim, kültür... Ve hatta radyodaki, televizyondaki haberler bile, bu "milli" hedefe kilitlenir, iktidarlar bunun için oluturulur, de itirilir, yeniden oluturulur. Biz adım nasıl koyarsak koyalım, sonuçta, birilerine göre düzenlenmi bir hayatı yaamak zorunda kalıyoruz. Beylik deyimle, bizim buna "elimiz mahkum"... E er toplumsal bilinç dumura u ratılmısa, kabul etmesek bile o hayat, bizim yazgımız olmaktadır. Verili hayatin dıından bihaber olan veya bu dayatma, hayatın gayri insanili ini kavramaktan uzakta kaldı ı için, toplumla "uyumlu" sayılan insan tipi, yabancılatırılmı bu sahte dünyanın tabam olmaktadır. Kurulu düzen, kendi de er yargılanın hakim kılarak, kimileri için cennet, kimileri için cehennem olan bu ilikileri sürdürmektedir. Çünkü, o da biliyor: Kurulu düzenin de er yargılarıyla beslenen, onları referans alan insan, istese bile daha insani bir dünyaya varamaz. '80'li yıllarda a ırlıklı olarak kullanılan ve adına "arabesk kültür" denilen yozlu un, ideolojik bir ilevi de vardı: Apolitik, kaderci, sessiz (veya sesini sadece a lamak için çıkaran), bovermi bir toplum yaratmak. Darbe koullarında, halk böyle güdüldü. Bugün, hiç dillerinden düürmedikleri "küreselleip globalleen" dünyaya uygun pop kültürüne ihtiyaç duyuyorlar. "Hızla tüket, kullan ve at" Bu fast-food kültürü, aynı zamanda yuppi kılıklı bir fastfood gençli i de yaratmı durumda. Kendi düledikleri yarın için, bugünden kültür oluturuyorlar, taban yaratıyorlar! Kitle iletiim araçları da, bu yeni kültürün taıyıcılı ını (yer yer öncülü ünü) yapıyor. Sahibinin sesi oluyor yani... Adına 'Yeni liberalizm" denilen kölelik düzeni bunu emrediyor. Bir çalıda toplanan keklikler aa ıdaki avcıları izlerken, içlerinden bazıları, attı ını vuran avcıların niancılı ına övgü dolu sözler ediyorlarmı. Oysa bu filmde, kekli in adına "av" demliyordu. Kekli i hayata avcının gözüyle baktıran ey neydi? Bu kültür nasıl olumutu? Toplumun en geri kesimine denk düen ve büyük oranda ırk ve din temalarına dayanan aydınlanma dıı kültürle beslenerek oluturulan politikalar, meyvelerini verip de ilk ucubeler ortaya çıktı ında ve bu ucubeler ço alıp onlar için de "ciddi bir tehdit" oluturmaya baladı ında, "laiklik elden gidiyor" naralarını atarak sa a sok saldırmaları, vahim ama, bizim açımızdan bildik bir durum do rusu. Çünkü, bir zamanlar, toplumsal aydınlanma için u ra veren, düünen önderleri susturmak için,, topluma "din elden gidiyor" paranoyasını hakim kılanlar da, yine kendileriydi. Hayatın yükünü sırtlamı olan ço unlu a, "kurgulanmı bellek" sunan ve onları kendine yabancılatırılmı sahte bir dünyaya (sahte gerçekli e) çeken "bakalarının düzeni", kendi sonunu geciktirmek için bir "algılama bunalımı" yaratıyor. Bunun için, gelenekte bulunan hastalıklı kültürel unsurlardan, dinsel bo inançlardan, felsefeden, sanattan, edebiyattan ve statükodan yararlanıyor. Hiç sorgulamadan, verileni oldu u gibi alan insan, hangi dolaylı ya da do rudan e itim sürecinden geçmitir? Yazılı ya da görsel basın, bu kültürün olumasında etkisiz midir? "Modern yaam" adı altında sunulan silik, yoz, insani de erlerden uzak, sürü bilinci üreten kültürel-ideolojik kuatma, nasıl bir kitle yaratmaktadır? Bu nasıl bir hegemonyadır? Faili meçhullerin, kayıpların, ya manın, çetelerin ve dökülen kanların dizboyu-nu geçip gırtla a dayandı ı bir toplumda, karı kültür faaliyetini oluturup yaygınlatırmak, netameli bir yolculu u da gerekli kılıyor. 35 ARATIRMA zerrin kayalı denizin ve sisli daların insanları! lazlar oxokua eni skudara Y eil ve mavi, bir bakadır oralarda. Hiçbir yerde bu yeili ve bu maviyi bulamazsınız. Tıpkı güne, deniz, bulut gibi bakadır. Yeili dingindir, huzur verir bakıldıında. Mavisi hırçındır; insanın içi kabar kabar olur yansıyınca rengi yüree. Renklerin tonu, hayali zorlar. Öylesine zenginliklere sahiptir ki, neresinden anlatmaya balayacaınızı aırırsınız. Çok sık karılatıımız bir durum vardır. Herhangi bir ortamda sohbetin konusu Lazlar'sa, oradan mutlaka kahkaha sesi yükselir. Daha ötesi kendinizi "Laz" olarak tanıttıysanız, karınızdakinin yüz ifadesi mutlaka deiir ve bir refleks olarak gülümsemeye dönüür. Oysa ortada, henüz gülünecek bir ey yoktur. Bu gerçekliin tespiti için, öyle uzun aratırmaya ve gözleme ihtiyaç yoktur. Günlük yaantımızda, Lazlar'la ilgili anlatımlara biraz dikkat ettiimizde hepimizin görebilecei, tanık olduu bir yan olarak Lazlar'ın mizahla özdeletii bilinmektedir. Anadolu toprakları, çok çeitli halkların vatanı olmutur. Bu corafyada yaayan halklar, kendilerini özgürce ifade etme olanaklarından yoksundur. Egemen ovenist zihniyet, var olan bu çeitlilii bir ekilde kendine balamı ve kendince roller biçmitir. Kimi halklara esas olarak bas- 36 kı ve iddetle yönelirken, kimilerine de aaılama Ve çarpıtma yöntemlerini uygulamaktadır. tte bu politikada Lazlar'ın payına düen de, "elencelik halk" konumudur. Lazlar'ın mizahi yanlarının öne çıkmasında, elbette yanlı bir ey yoktur. Onları gerçek anlamda tanımaya kalktıımızda, yaantılarının mizahi bir içerik taıdıım da görürüz. Nasıl ki her halkın kendine özgü kültürü ve özellikleri varsa ve bu yanlarıyla anılırsa, Lazlar için de mizah, vazgeçilmez bir özelliktir. Buraya kadar bir sorun yoktur. Bizim, Laz gerçeini yok sayanların, bu özellikleri bir aaılama, alay konusu yapmalarına itirazımız vardır. in vahim yanı; Lazlar'ın mizah yoluyla aaılanmaları öyle bir hal almıtır ki; kelimenin tam anlamıyla doallatırılmıtır. Bu doallık, bir biçimde kültür haline getirilmi ve Laz Halkı'na yönelik esprili hakaretin yolu, her düzeyde merulatırılmıtır. Daha da acısı, kendine yabancılatırılan Laz Halkı bile, bu "meruluun" bir parçası durumuna getirilmitir. LAZLAR KMDR, NEREDE YAARLAR? Lazları tanımaya mitolojik bir öyküyle balayalım: Tanrı yeryüzünü yaratmı ve tüm halklara sırasıyla bölütürmeye balamı. Tüm halklar, kendilerine düen topraı örenip geri dönmüler. Laz Halkı'nın temsilcisi, Tanrı'nın yanına giderken, bir yandan da yolculuu horon oynaya oynaya katettii için daıtım iine geç kalmı. Tanrı sormu; "Sen kimsin, ne istiyorsun?" diye. Laz, kendini tanıtmı ve bir toprak parçası almadan geri dönmeyeceini söylemi. Sonuçta, Laz inadı Tanrı'yı pes ettirmi. Ve Tanrı demi ki; "Bak, bütün dünyayı bölütürdüm. Hiçbir yer kalmadı. Ancak madem ki bu kadar ısrar ediyorsun, o halde yeryüzünde kendim için ayırdıım cenneti size vereyim." Bu "cennet" tarihsel olarak sınırları; bugünkü Trabzon ve Abhazya arasındaki kıyı erididir. Bu mitolojik, ho anlatım bir yana; Lazlar'ın tarihsel kökleri ve Anadolu'ya yerlemeleri hakkında unları söyleyebiliriz: Anadolu corafyasının en eski halklarından birisidir Lazlar. Bölgenin Antik Ça'daki adı; Kolhida olarak geçer. Daha sonraları Kolhida (Kolkhis) adı, yerini Lazika'ya bırakır. M.S. 5. yy'dan sonra Lazika bölgesi, Persler (ranlılar) ve Romalılar arasmda paylaılır. Bir dönem Pers, bir dönem Romalı istilası altında uzun yıllarını tüketir Laz Halkı. 1512'de Osmanlılar, Lazika'yı istila ederler. Bu tarihlerde, bölgede Gürcülerin egemenlii vardır. Lazlar, Osmanlı'nın istilasma kadar Hristiyan dinini yaıyorlardı. Osmanlılar istila sonrası, Lazlar'a slamiyet'i da- resim: nedret sekban yatırlar. Bu yıllarda, sistemli bir islamlatırma politikasıyla acımasız bir süreç balatılır. Laz okulları kapatılır. Asimilasyonun her cepheden yürütüldü ü bir kampanyadır bu. Laz kimli i ve kültürü, ite o yıllarda Türkletirilmeye balanır. Laz Halkı, güçlü Osmanlı iktidarına karı, açıktan bir direni örgütleyemez. Daha çok, içe kapanarak kimli ini korumaya çalıır. Osmanlı imparatorlu u'nun tüm baskılarına ra men bu dönemde Laz bölgesi, "Lazistan Sanca ı" olarak isimlendirilmeye devam eder. ARADAN GEÇEN YILLAR SONUNDA... "Gecenin geç vaktidir. Kaçak silah ve asker ceketi yükleyen Laz takaları Hürriyet ve umut Su ve rüzgardılar" (Nazım Hikmet) Kurtulu Savaı'nın en fedakar ve savaçı halkları arasında Lazlar da yer almıtır. Yüzlerce Laz insanı, emperyalizme karı yürütülen savata ehit dümütür. Daha da ötesi ilk kurucu mecliste 70'e yakın Lazistan mebusu (milletvekili), kendi ulusal kimlikleriyle yer almılardır. Kemalist iktidarın gerici politikalarına direnen Laz mebusları, bu tavırlarının karılı ında komplolara u rayıp tasfiye edilmilerdir. Cumhuriyet'le birlikte Lazistan Sanca ı, bir süre varlı ını sürdürür. Daha sonra Kemalistler, kendi iktidarlarını sa lamlatırdıklarına inandıkları noktada, tüm Anadolu halklarına oldu u gibi, Lazlar'a da yönelir- ler. 1923'ten sonra Lazistan Sanca ı kaldırılır. Laz Halkı'nın o dönem yo un olarak yaadı ı bölgeler, yerleim bütünlü ünü bozmayı amaçlayan bir tarzda yeniden düzenlenir. Lazistan Sanca ı, Rize ve Artvin illeri arasında paylatırılır. Artık resmi söylemde "Lazistan" sözcü ü yasaktır. Laz dili suç haline gelir ve unutulması için yok edici tedbirler alınır. Yerleim bölgelerinin, köylerin isimleri de itirilir, Türkçe isimler verilir. Soyadı Yasası, halkları köklerinden koparma yöntemi olarak Lazlara da uygulanır. Lazlar, idari ve fiziki yöntemlerin tümü kullanılarak ulusal kimliklerinden uzaklatırılmaya çalıılır. Belli bir süre sonra Lazlar, Türkçe'yi Karadeniz ivesiyle konuan insanlar olarak anılmaya balarlar. M. Kemal'e, izmir'de suikast planladı ı gerekçesiyle idam edilenler arasında yer. alan Lazistan mebusu Ziya Hurit, komplonun farkına varmı ve idam sehpasındaki son sözleri, "Beni o kadar yüksee asın ki, alçaklar ayaımızın altında kalsın." olmutur. lerleyen yıllarda derin bir sessizli e gömülen Laz Halkı, '60'lı yıllarda kültürel vs. konularda kıpırdanmalar gösterse de, bu uzun soluklu olmamı ve suskunlu u devam etmitir. Her Karadenizli, Laz de ildir. ovenizmin etkisi ve bilinçli yok sayma politikaları sonucu Laz Halkı ve kültürü, "Karadenizlilik" denilen ve ne oldu u belli olmayan, ekilsiz bir kültüre dönütürülmütür. Karadeniz, kıyısı üzerinde çok çeitli halkları barındırır. Lazlar, Karade-niz'in do usunda yaayan ayrı bir halktır. Kukusuz, ortak kaderi paylatı ı, yakın ilikilerde bulundu u, etkilendi i çeitli halklar bulunmaktadır. Rumlar, Ermeniler, Gürcüler; tarihsel olarak Lazlar'la çok yakın ilikilerde bulunmu halklardır. Ancak her birinin kendine özgü, farklı yanları vardır. Ortak noktalan, bir süreçte, aynı denizin kıyılarını paylamak olan bu halkların tümünü "Karadenizli" gibi bir kavramla eitlemek do ru de ildir. Bu, halkları yadsımaktır. Bugün açısından durum budur. 37 Lazca konuan ve. tarihsel olarak süreklilii olan Laz bölgeleri; Rize ve Artvin illerine balı Pazar (Atina), Ardaen, Fındıklı (Viçe), Arhavi, Hopa ilçeleridir. Laz Halkı günümüz koullarında, saydıımız bu yerleim bölgelerinde varlıını koruyabilmitir. Dorudur, "mizah" denilince ilk anda Lazlar (daha geni anlamda Karadeniz'in dousundaki halklar) akla gelir. Kukusuz, bunun maddi bir zemini vardır. Sözkonusu maddi zemini anlamak için Lazlar'ın yaam tarzını, sosyal yapısını, corafi koullarını, geleneklerini incelemek gerekiyor. Laz insanım, topraa balı ekonomi belirlemez. Çünkü yüksek daların oluturduu ve geni vadilerden meydana gelen bir yerleim alanına sahiptirler. Toprak, altın kadar deerlidir. "Ekmeini tatan çıkarma" deyimi, herhalde en fazla Lazlar'ı ifade eder. Doanın yarattıı bu zorunluluk, buna uygun bir yaamı ve. kültürü de yaratmıtır. Lazlar daları, yaylaları barınak, denizi yaam nedeni saymıtır. Balıkçılık ve buna balı ekonomi; en temel geçim kaynaıdır. Buday ekecek geni tarlalara sahip olmadıkları için, daha kolay yetien mısıra yönelmi, yanına da 38 ustalatıkları balıkçılıklarıyla- Karadeniz'in en güzel nimeti olan hamsiyi eklemilerdir. Hamsinin ve mısır ekmeinin vazgeçilmezlii bundandır. "Dümende ve baaklarında insanlar vardır kil Bunlar uzun eri burunlu ve konumayı ehvetle seven insanlardı kil Sırtı lacivert hamsilerin ve mısır ekmeinin zaferi için/ Hiç kimseden hiçbir ey beklemeksizin/ Bir arkı söyler gibi ölebilirlerdi..." Nazım Hikmet'in Lazlar'ı betimledii bu dizeler, onların hamsi ve mısır ekmeiyle kopmaz baım, en özlü biçimde anlatmaktadır. Hamsi ve mısır, yalnızca yaamlarım sürdürmek için balandıkları eyler deil, aynı zamanda Laz dünyasının temel direkleridir. Halk oyunlarından türkülerine, fıkralarından iirlerine... Yaamlarının her arımda, bu iki "kutsal" simge mutlaka öne çıkar. Lazlar, sabırsız ve inatçıdırlar. Bir an önce sonuç almak için acele etmeleri gerekir. Geni tarlaları ekip hasat mevsimini bekleyecek olanakları olmadıı için, tüm umutlarım denizdeki berekete balamılardır. Karadeniz, her zaman cömert olmaz. Hamsiyi tutabilmek ve kıyıya dönebilmek, kimi zaman haftaları alabilir. Karadeniz'le olan bu kavga, onları her alanda inatçı olmaya mecbur etmitir. Sarp vadilerde, neredeyse bir karı topraı elleriyle öütüp günlük ihtiyaçlarını karılayacak küçük bahçeler olutururlar. Büyük bir emektir harcanan. "Lazlara hazır sunulmu hiçbir ey yoktur." dersek, abartmı olmayız. Yaadıı corafyanın, insanı bu kadar belirledii bir baka yer zor bulunur herhalde. Bir bakarsınız; bardaktan boanırcasına yamur yaı-yordur, küçük bir tepeyi geçersiniz; ortalık güllük gülistanlıktır. Yerleim için yeterli alanları olmadıı için, bulabildikleri uygun yerlere yaparlar evlerini. Her biri, bir baka yamaçta ve birbirinden uzaktır. Büyük hüner ve ustalık ister Laz evleri. Her biri, ayrı bir sanat eseri gibidir. Denizi hırçın, yamuru sel, bitki- si arsız, deresi cokun, daı geçit vermezdir bu toprakların. Tüm zorlukların üstesinden gelmek için, ince bir zekaya sahip olmak gerekir. Tepkileri normalin üzerindedir. Tez canlı, hemen parlayan insanlardır Lazlar. Karadeniz'in ve daların yapısı, kiiliine de yansır. Kimi zaman öfkesinde sınır tanımaz, kimi zaman aılacak durgunluktadır. Zekası üzerine en çok tartıılan halktır Lazlar. Lazlar'ın yaadıı koullar gerei, pratik bir zekaya sahip olması ve bu özellikleriyle birçok konuda yaratıcılıkları, aynı zamanda kendi kendilerini eletirmeleri gibi olumlulukları yadsınmı, saflıkları "aptallık" olarak yansıtılmaya çalıılmıtır. Bir çok fıkraya konu olmalarının nedeni; yaama alaycı bakabilmeleri, her anlarım dolu dolu geçirmeleri, beklenmeyen tepkileri, canlılıkları, silaha balılıkları, baarma hırslarıdır. Bu noktada, sinsi ve hesaplı bir aaılama vardır. Kimlikleri yok sayılan bütün halklara karı getirilen sistemli bir politikadır bu. Laz Halkı'nın kendine özgü farklılıkları, bir anlamda onu dier halklardan ayıran özellikleridir. Ancak bu durum, hiçbir koulda dierlerine karı bir üstünlük sayılamaz. Laz Halkı'nın kendi kültüründe dostluk vardır, paylamak vardır. Aslında Laz Halkı, bu önyargılara ve aaılamalara, yine kendi ürettii mizahıyla karılık verir. Kendisiyle dalga geçenleri, küçümseyenleri, en olmadık fıkralara konu edenleri, yine mizahla vurur. Lazlar'ın insan ilikilerindeki sıcaklıkları, cokuları, acıyı tezelden yenebilme, zorlukları aabilme yanları türküsünde, horonunda, fıkrasında kendini gösterir. Lazlar'ın ince, esprili zekasına küçük bir örnek verelim: Ege'nin Harmandalı oyununu izleyen Laz'a sormular; "Nasıl buldun?" diye. Laz hemen yanıt vermi: "O kadar düündükten sonra ben de oynarım". Buna benzer birçok fıkrada, Lazlar'ın pratik zekasını bulabili- riz. Yine, zor anlardan sıyrılmanın yöntemini de mizahta bularlar. "istanbul' da tercihli yola giren Laz'ı, trafik polisleri telala durdurur. Ba ıra ça ıra oförün yanına gelir ve 'Kardeim, burası tercihli yol' diye çıkıırlar. Laz, hemen cevabı yapıtırır: 'iyi ya, ben de bu yolu tercih ettim.' " Hiç bitmeyen, saat 12.00'den sonra kafasının çalımama meselesi vardır ki, artık sorun bilimsel(!) aratırmalar düzeyinde tartıılmaya balanmıtır. Bu, 12.00'nin öle mi, ge-ceyarısı mı olduuna ilikin tartımalar devam ederken, son zamanlardaki bilimsel(!) sonuçlar, saat 12.00'den sonra, Lazlar'ın normal düünce kapasitesine döndükleri üzerinedir. Sözkonusu tartımalardan etkilenen bir aratırmacı, meseleyi ciddiye almı ve kendince u sonuca varmıtır: Lazlar'ın tatlı kültürü olmadıından, sabah aldıkları eker (glikoz), ancak ölene kadar idare ettii için, beynin çalımasındaki düüün bu saatten sonra yaandıına karar vermi. Bir de hamsi ve mısır ekmeinin çok tüketilmesinden dolayı, böyle bir sorunun var olduu söylenir. Daha da ötesinde birçok neden sayılır. Bu lafların, aratırmaların (!) hiçbir deeri yoktur. Laz Halkı'nın yaantısını bilmeyen onları tanımayanların ve asıl olarak da, halklara dümanca yaklaanların karalamalarıdır bunlar. Gururuna dükündür Laz Halkı. Birçok kez kendisine zarar verse de, incinen gururunun hesabım mutlaka sormak ister. Bir meselede fazla hesap-kitap yapmadan hareket eder. Yaanmı bir olayı anlatalım: Birbirini pek sevmeyen iki Laz, tek kiinin geçebilece i küçük bir köprüde karılaırlar. Birbirlerine yol vermek zorundadırlar ama, ikisi de bunu gurur meselesi yapar ve birbirlerine yol vermezler. Köprünün ortasında burun buruna gelirler. ri olanı di erine bir tokat atar ve yoluna devam eder. Dereye düen, yoluna devam edene seslenir: "Seni vuraca um". Ertesi gün sözünü tutar ve on dört kurunla, incinen gururunun hesabını sorar. Hiç tereddüt etmeden ve belki bakaları için, çok sıradan nedenlerden dolayı can almasına alırlar. Ama aynı zamanda, tartımasız bir insan sevgisiyle doludurlar. Dier halklarda olduu gibi, Lazlar'da da bulunan konukseverlik, insana verilen deerin göstergesidir. Kapıma geleni, bir eyler vermeden asla çevirmezler. Yenilie açıktır Laz Halkı. Gericilie, yobazlıa, hurafelere prim vermez. likilerinde, sevgi bata gelir. Feodal kalıplar, tutuculuk, katı geleneklerden çok, saygılı bir mesafe vardır aralarında. Üç kuak bir arada, sıcak ve sevecen bir ortamda, dolu dolu yaamayı becerebilen bir iliki biçimi yaratmılardır. Siz bakmayın erkeklerin üç adım önde yürümesine. Son söz ve yetki, kadınların elindedir. Özellikle yalı kadınlar, tam bir otoritedir. "Neneka" denilen bu yalılar, birçok sosyal ilikide, adeta ba danıman gibidir. Silahı; tutku, ak derecesinde sever Lazlar. Bu balılık Lazlar'ı, hiçbir teknik bilgi ve eitime sahip olmadan, onu üretebilmeye kadar götürmütür. Aslında bu yetenekleri, birçok biçimde ortaya çıkar. Silah yapımındaki hünerleri, matematik ve hesap gerektiren tekne yapımında da kendini gösterir. Yaam deneyleri, zanaatçılıklarıyla birletiinde, altodan kalkamayacakları i yoktur Lazlar'ın. Belki de kimseye mecbur olmama, minnet etmeme duygusu, bu yaratıcılıklarına neden olmutur. Silah mı? Düünmü ve bir yolunu bulup yaratmıtır, Böylelikle resmi kurumlara ii dümemi, ne kadar ihtiyacı varsa o kadar üretmitir. Kimilerince, Lazlar'ın devletle barıık olduu iddia edilir. Kukusuz, Laz kökenli birçok insan, devlet içinde önemli görevlerdedir. Ancak bu noktada, bir gerçein unutulduunu düünüyoruz. Cumhuriyet'in kuruluu sürecinde, Laz Halkı'nın temsilcilerinin nasıl birer-ikier katledildiini belirtmitik. Sonraki yıllarda devam eden asimilasyona ve baskılara ra- men, Laz Halkı'ndan, Lazca konuan insanlardan söz edebiliyorsak bu, aynı zamanda devletin politikalarına karı bir direniin ifadesidir. Laz Halkı aaılanmasına, yok sayılmasına ramen yolunu aramaya devam etmektedir. Kukusuz bu arayı, artık etnik kökenin ötesinde, ulusal ve sınıfsal mücadelenin kapsamına girmektedir. Laz Halkı, sisli dalarda, özgürce horonların oynacaı günleri, yalnızca kendilerinin özgürlüü olarak düünmemektedir. Lazcada, "barı" sözcüünün karılıı yoktur. Bunun bir nedeni, dilde yaadıı erozyon olsa da, dier yanı; Lazlar'ın tarih boyunca, çeitli nedenlerle, sürekli bir sava içerisinde olmalarıdır. "Laz inadı", tüm zorlukları aacak güçtedir. Aynı zamanda, lider olma özellikleriyle, halkların özgürce yaayacaı topraklar için dövümekten kaçınmayacaktır. Yani, toplumsal gelimelerin uzaında ve bu gelimelere duyarsız deildir Laz Halkı. Bu konuda da sözü, bilinen bir fıkraya bırakalım: "Memlekette yaanan rezillikler, Laz'ın canına tak etmitir. 'Cumhurbakam olaca um' der. Arkadaları itiraz ederler, 'Deli misin?' derler. Bizimki yanıt verir: 'art midur?' " Sonuç olarak bu yazımızda, Lazlar'la ilgili bazı noktaları anlatmaya çalıtık. Elbette ki aktarılması gereken birçok yan var. Unutturulmaya çalıılan bir kültürün yaatılması ve gelitirilmesi, yalnızca akademik çalımalarla olanaklı deildir. Özgürlemesinin ve halk gerçeine sahip çıkmanın yolu, mücadeleden geçer. Laz Halkı dünden bugüne, Anadolu'nun kurtuluu için, devrimci hareketin önderlerinden Sinan Kukul, Bahattin Anık ve devrimci sanatçılıın onuru, Laz Halkı'nın yiit kızı Aye Gülen gibi sayısız evladını kavga alanlarında ölümsüzlüe uurla-mıtır. Onlar bir kere inanmaya görsünler, bir kere harekete geçsinler... Derin vadilerin fırtına yaratan ırmakları gibi, hiçbir güç durduramaz onları. (*) Özgürlük için yaayacaksın 39 DEERLENDRME kayhan demir "Bizim dil"den Yansımalar s abahın ilk ııkları tatlı bir esintiyle gülümsüyor, ırnak'ın da köylerinden. Küçük çocuklarımız, ellerindeki beslenme çantalarını sa a sola savurup sabırsızlık içinde okul servislerinin gelmesini bekliyorlar. Az sonra hepsi, bu irin minibüslerine binecek olan asker amcalarına el sallamaları ve 'iyi dersler' dilekleriyle, yine asker amcaları kadar irin okullarının yolunu tutacaklar. Yöre esnafı ise, her sabah oldu u gibi bugün de bol kazanç dilekleri ile açıyorlar kepenklerini. Besmeleyi Çekip kepengi açınca, de mesin kimseler keyfimize... Yeni asfaltlanmı köy yollarından arabalar geliyor sıra sıra. Herkesin yüzünde bin sevincin simgesi bir gülümseme... Yolun kıyısındaki üniversitenin daimi sahiplerinin yüzlerindeki sevinç tomurcukları ise, her zamankinden daha fazla. Bir merak gözlerimizde!. Çok geçmeden anlaılıyor gülümsemelerin ve bunca telaın sebebi. Esnaf birer birer kepenklerini kaldırdıkça kocaman afiler beliriyor camlarda. "Bizim dil 40 Festivali'ne tüm halkımız davetlidirdil Belediye Bakanı-Robert CollegeÇYDD" Duvarlar bir kaç gün önceden, Akdeniz kıyı kaa balarındaki gibi bembeyaz boyanmı. Da ların ardından güne yüks el d i k ç e , bembeyaz evler, Zap suyunun yakamozları gibi parlıyorlar. Ortalık 'güllük gülistanlık' Durun hele! Hemen öyle sinirlenmeyin. Bu yazdıklarımın ne kadar inandırıcılıktan uzak oldu unu ben de biliyorum ama birileri, sanki bana nispet yaparcasına böyle mutlu tablolar çizmedi mi? Bir ço umuz, ırnak'ın dil lçesi'ne hiçbir zaman gitmemi olsak da, anlatılan yerin 'Bizim dil' olmadı ını, olamayaca ını biliyoruz. imdi durup dururken bana bunca öyküyü yazdıran nedir, diye sormayın; yukarıda da bahsetti im gibi, geçti imiz günlerde dil'de bir festival vardı; "Bizim dil Festivali". dil'in sosyo-kültürel yapısı ve kırsal kalkınma projeleri, dil'de sa lık ve e itim panelleri gibi etkinliklerin yer aldı ı festival kapsamında bir de Rock konseri vardı: Bulutsuzluk Özlemi Konseri. Kalemimize davranmamıza sebep olan da ite bu konser. Burjuva medyanın, gündeme bombardıman eklinde soktu u, oldukça ilginç bir haber olarak gözümüze sokulan, beynimize tıkılan bir haberdi bu. "imdi durduk yerde, kendi halinde bir festivale niye bu kadar yer ayırıyoruz ki?" diye de sorulabilir ama bu, öyle sıradan bir festival de il. Bu, savaın ortasında bir ehirde yapılan bir festival. 'Sevgili' MGK'mızın eliyle düzenlenen bir festival. "Bölücü ve' yıkıcı terörü, irin Anadolu topraklarımızdan silip atmak için", gecelerini gündüzlerine katıp çalııyor ya büyüklerimiz; da lara, köylere sıkılan roketlerden, kurunlardan sonra, bir de beyinlerin en duyarlı hücrelerine kurun sıkmaya karar vermiler. Bunu da, öyle küçük bir metal parçasına bırakmak istememiler, 'masraflı, cafcaflı bir silahla yapalım' deyip bir festival düzenlemiler. Kürt Halkı'na ite böyle bir kültür etkinli i tanımılar. Hani hep dinleriz ya televizyonlarımızdan, okuruz ya gazetelerimizden tavsiye nitelikli MGK kararlarını; "Yöre insanım sosyal aküvitelere çekmek, bölgede spor tesisleri kurmak" diye balayan cümleler vardır; ite buna denk düen bir festivale 'öncülük etmi devlet büyüklerimiz ve sermayedarlarımız. Kültürü üzerinde adeta tepinilen; dili, ahlakı, gelenekleri, görenekleri bombardımana u rayan bir halka, böylesi güzel bir etkinlik vermiler de, Kürt Halkı aman kültür oku yaamasın, kültürsüz kalmasın diye. Bu festivalde yaanan bir baka boyuta ise, yine yukarıda kısaca de inmitik. Bulutsuzluk Özlemi de bu festivalde bir konser verdi ve bu konser gazete sayfalarından televizyon ekranlarına kadar birçok yerde' geniçe yer buldu. Bulutsuzluk Özlemi, takip etti imiz, birçok duyarlılı ını takdirle karıladı ımız bir müzik toplulu u. Her kültürün bir alıcısı vardır, Her kültür, kendi alıcısına hitap eder. Örnein stanbul'da, Ankara'da ya da zmir'de yaanan bir Bulutsuzluk özlemi konserinin izleyicisi, yine onların dinleyicilerinden ya da bu grubu merak ettiinden gelen insanlardan oluacaktır. Yani, bu kültürü almaya açık insanlardan oluacaktır. Fakat, dil'de gerçekleen bu konserde, bu kouldan kesinlikle söz edemeyiz. Buradaki insanlar, kendi yoz kültürlerini koruma mücadelesi vermektedirler; dillerini bile özgürce konuamamaktadırlar. Kabul edilir ki; bu insanlara sunulan bu kültür, bir dayatmadır. Yaptıkları müzi e, düüncelerine hiçbir itirazımız yok. Belki bir ço una katılmayız, onlar gibi düünmeyiz ama, onları saygıyla karılarız. Fakat dil'de gerçekletirdikleri bu konsere cepheden karıyız. Çünkü, devlet eliyle hazırlanan bir oyuna alet olmulardır. Her kültürün bir alıcısı vardır. Her kültür, kendi alıcısına hitap eder. Örne in stanbul'da, Ankara'da ya da zmir'de yaanan bir Bulutsuzluk Özlemi konserinin izleyicisi, yine onların dinleyicilerinden ya da bu grubu merak etti inden gelen insanlardan oluacaktır. Yani, bu kültürü almaya açık insanlardan oluacaktır. Fakat, dil'de gerçekleen bu konserde, bu kouldan kesinlikle söz edemeyiz. Buradaki insanlar, kendi öz kültürlerini koruma mücadelesi vermektedirler; dillerini bile özgürce konuamamaktadırlar. Kabul edilir ki; bu insanlara sunulan bu kültür, bir dayatmadır. Hayal aleminden sıyrılalım, gerçek dünyaya dönelim. Böyle atafatla festival düzenlenen dil'de, baka sanatçılar konser yapabiliyor mu? Devrimci, demokrat sanatçılar, nasıl bir baskıya maruz kalıyorlar bilinmiyor mu? Bize göre Bulutsuzluk Özlemi elemanlarının göstermesi gereken davranı, böyle bir teklifi reddetmek olmalıydı. Ama olmadı. Orada, böyle bir festivalde yer almak daha cazip geldi bu arkadalarımıza. Herkesin dilinde, konsere yöresel kıyafetleriyle gelen ve coan insanlar var. Hangi coku allahakına? Belki bir ço u Türkçe bile konuamayan bu insanlarımız, bir rock kbnserinde kendilerine ait neyi bulup da coacak veya üzüleceklerdir. Kendimizi kandırmayalım ne olur! Elektro gitarın tınısında yakılan köyler mi gizlidir, konuulamayan anadil mi gizlidir, yoksa hasreti çekilen özgür vatan mı? O gün verilen konserde bunların hangisini bulmutur dil Halkı? Konsere gelen mi denmeli o alanda bulunanlara, yoksa getirilen mi? nsanlarımızın hangi tehditlerle o alana getirebildiklerini, biz tahmin edebiliyoruz peki ya siz? Bulutsuzluk Özlemi, devlet eliyle düzenlenen bu yoz festivale katılarak, isteyerek ya da istemeyerek, Kürt Halkı üzerinde oynanan bir oyuna alet olmutur. Bulutsuzluk Özlemi, bu yanlıım görmeli ve bu konseri vermekle bu kadar da övünmemelidir. 41 4 1 grup yorum NOTA Uurlama 42 Söz: brahimKaraca Müzik: Grup Yorum bu kente yalnızlık çöktüü zaman uykusunda gecenin ucunda gün aralanır yar bir ku ölür ecelsiz alıp da baını gitmek sevdası ile yürek bilenir sızılı bir ırmak istersin karanlık sokaklar kör, saır, dilsiz uurlar seni su olup akarsın kır çiçeklenir ey sevda kuanıp yollara düen bilesin bu ey sevda kuanıp yollara düen bilesin yollar dalar dolanır yare ulamadan bu yollar dalar dolanır yare ulamadan düersen eer yarma sesinin yankısı kalır düersen eer yarına sesinin yankısı kalır 43 ELETR ibrahim körolu bir film: masumiyet Yönetmen-Senaryo: Zeki Demirkubuz Görüntü Yönetmeni: Ali Utku Müzik: Cengiz Onural Oyuncular: Haluk Bilginer, Derya Alabora, Güven Kıraç Z eki Demirkubuz, ilk filmi "C Blok"tan sonra, ikinci filmi "Masumiyet'le sinemaseverlerin karısın-" da. "Masumiyet", geçtiimiz günlerde, Antalya Film Festivali'nde 'alamadıı' ödüllerle hayli tartıma yaratmı, gürültü koparmıtı. Filmin, sinemalarda gösterime girii ise, yine bir o kadar sessiz, sedasız oldu. Antalya'da yarattıı tartıma bir yana bırakılırsa "Masumiyet", senaryosu ve oyunculuklarıyla gerçekten takdire deer bir çalıma. Film, bir hapishane müdürünün odasında balıyor. Müdür, dıarıya çıkmaktan korktuu için tahliye olmak istemeyen, ömrünün sonuna dek hapiste kalmak isteyen Yusuf un dilekçesini okur. zleyici, daha filmin baında karılatıı bu olay karısında, oturduu yerden 'hoppala' dercesine, yarı akın, yarı tebessümlü bir duyguya bürünür. Yusuf, en yakın arkadaını, askerden döndüü gün, ablasıyla birlikteyken yakalayıp öldürmü, ablasını ise azından vurup dilini parçalamıtır. Hapiste geçirdii 10 yıl boyunca, içine kapanık bir yaam sürer. Bir adam öldürmütür ama, katil-bir kiiliin aksine insani, duygulu bir kimlii vardır Yusuf un. Hani hep denir ya temiz, saf Anadolu çocuu olmak diye; ite o yanını simgeler Yusuf, Anadolu insanının. Öldürmesi gerektii için öldürmü, hapis yatması gerektii için hapis yatmıtır. cabederse bitirim olur, elde ereti de dursa tespihim racona uygun sallar ama, çocuk yanı hep vardır Yusuf gibilerinin. Bakılarında, 44 tepkilerinde, bir sözünde... Kaldıı otel odasının bir duvarında Yılmaz Güney'in, dierinde Orhan Gencebay'ın posterleri asılıdır. Bir duvarda acılar, baskılar ve buna isyan varken, dierinde ezilmilik, sindirilmitik, kadercilik vardır. Yani, arabesk kültür vardır. Yani, 12 Eylül'ün yoz kültürü vardır. Filmdeki iki karakter de, kapitalizmin yarattıı kiilikleri temsil ediyor. Uur (Derya Alabora), sevdii hapse giren ve onun peinde il il dolaan, yaamak için de fahielik yapan bir kadını canlandırıyor. Bekir (Haluk Bilginer), Uur'a aık olan ama O'nun boyunduruu altına girmi, elinde avucunda ne varsa satıp savmı ama, sevdii kadına ulaamamı bir kiiliktir. Filmde görünen herkes, ezilmi, sorunları olan kiilikleri temsil ediyor. 10 yalarında küçük bir çocuktan tutun da, yaı kemale ermi kiilere kadar herkes, belli sorunları temsil ediyor filmde. Filmde sıkça tekrarlanan, otel lobisinde hipnotize olmuçasına film seyreden insanlar, belli bir bunalmılıı anlatmaya çalııyor. Oteldeki televizyon esprisi, film boyunca sıkça tekrarlandıı için, sıkıcı olmaya da balıyor. Yine odanın kararması esprisi de, filmin ilerleyen dakikalarında, yüzeyselleme intihası uyandırıyor. "Masumiyet"in bazı bölümlerinde yönetmen, bazı masum politik göndermeler de yapmı. Örnein; Yusuf'la dilsiz kız Çilem'in otobüs yolculuu sırasında verilen molada, arka fondaki televizyon haberleri; hareket görüntüleri ve yanyana dizilmi gerilla cesetleri... Yönetmen, anlatmak istedii öyküye dokunmadan, geri plandan izleyicinin dikka- tine yönelmeye çalımı. Yine, mühürlü pavyona yürürken fondan duyulan Kürtçe türküde, böylesi bir vurguya denk düüyor. "Masumiyet", yalın ama etkileyici bir öykünün, yine yalın ama etkileyici yorumlanmasıyla baarılı bir çalıma haline gelmi. Güven Kıraç'ın masumiyeti simgeleyen oyunculuu ve Haluk Bilginer'in abartısız yorumu, filmi çekici hale getiren etkenler. Fakat, tüm bunların yanı sıra, anlatımda bazı tutuklukları da gözlemledik. Bazı bölümlerde, bizce kopukluklar söz konusu. Bu, hem kurgudan, hem de senaryodan kaynaklanıyor. Bir dier yön de, tüm bunları belli bir bunalım, bir sıkımılık duygusu içerisinde anlatmaya çalımak, olayları kiiletirmek ya da bu mantıkla toplumsallatırmak, bu ruh halinin nasıl olutuunu anlatmakta eksik kalıyor. "Yönetmen, öyküde buraya vurgu yapmalıydı" diye düünüyoruz. Altın Portakal'ın sıradan tartımalarından kurtulup Adana Altın Koza'da soluklanan ve dört ödül kazanan "Masumiyet", gerçekten de iyi niyetli bir çalıma. Sözün burasında, sinema salonlarına ve daıtımcılara da deinmek istiyoruz. Salonlarının kapısını, Amerikan filmlerine ardına kadar açanlar, böyle arada bir çıkılar yapan yerli filmleri de, oda kadar salonlara hapsediyorlar. Çünkü, onların yerli filmleri oynatmasına bile, bir lütuf gözüyle bakılıyor. Amerikan film tekellerinin bir baka tartıması olan Oscar'a, bizim hangi filmi göndereceimiz tartııladursun, "Masumiyet" gibi iyi niyetli çalımaların devamının gelmesini diliyoruz. DEERLENDRME veli gökta ntalya Altın Portakal Film Festiva-li'nin otuz dördüncüsü, 15 Ekim tarihleri arasında gerçekleti. Festival, sonuçları itibarıyla, her sene oldu u gibi bu sene de tartımalara sahne oldu. Tartımaların oda ında ise, ödülleri belirleyen jüri ve jürinin kararları vardı. Haluk Bilginer'e, "Masumiyet"te barol oynamasına ra men, "En yi Yardımcı Erkek Oyuncu" Ödülünün verilme-si, üzerinde en çok tartıılan konulardan biri oldu. Tanju Gürsu'ya "En yi Erkek Oyuncu" ödülünün verilmesi ise, tepkile-ri iyice arttırdı. Bunun sebebi; "Köpekler Adası" adlı filmde Tanju Gürsu'yu, Müfik Kenter'in seslendirmesiydi. Jürinin aldı ı pek çok kararın eletiriye maruz kalması, aklımıza "Madem jüriyi beenmiyordun, niye filmini festi- valden çekmedin?" sorusunu getiriyor, Bütün film festivallerinde, jürinin kimilerden oluaca ı çok önceden bilinirken, ödülleri kimlere da ıtaca ı az-çok tahmin edilebilir. Bu durumda, do ru olan iki yol vardır: Ya, bu jürinin alaca ı ka- rarları sa lıklı bulmaz, filmini festivale hiç sokmazsın, ya da festivale katılıp jürinin alaca ı kararlara saygı gösterirsin. Önce festivale katılıp ardından jüriye veryansın etmek, "Belki bize de bir ey- ler düer" mantı ının sonucudur. Bununla birlikte festival sonuçlarının yarattı ı tartımanın haber-magazin programlarına taınması da, yaananları iyice baya ılatırdı. Bunca gürültü, kıyamete karın festivaldeki organizasyon rezil bir boyuttaydı. Güya yerli sinemanın en büyük ödülü olan Altın Portakal'da, ödül törenine pek ilgi gösterilmedi. Ödül kazanan oyuncuların ço unun festivale katılmaması ve ödül töreninde bu oyuncuların vekilleri- A nin bulunması için yapılan anonslar festivale gölge düüren önemli ayrıntılardandı. Festivalin "En yi Film" ödülünü bu yıl, Ferzan Özpetek'in yönetmenli ini yaptı ı "Hamam" adlı film aldı. Ferzan Özpetek bu filmle, "En yi Yönetmen" ödülünü alırken, "En yi Film Müzi i" ödülü de yine bu filme verildi. "En yi Erkek Oyuncu" ödülü, "Köpekler Adası" adlı filmdeki rolüyle Tanju Gürsu'ya verilirken, "En yi Kadın Oyuncu" ödülünü de, "Masumiyet" adlı filmdeki rolüyle Derya Alabora aldı. Di er ödüller ise öyle sıralandı: "En yi Yardımcı Erkek Oyuncu" ödülü; Haluk Bilginer (Masumiyet), "En yi Yardımcı Kadın Oyuncu" ödülü; Meral Çetinkaya (Solgun Bir San Gül), "En yi Senaryo" ödülü; Barı Pirhasan (Usta Beni Öldürsene), "En iyi Görüntü Yönetmeni" ödülü; Erdal Kahraman (Nihavend Mucize-Kuatma Altında Ak), "En yi Kurgu" ödülü; Mevlüt Koçak (Nihavend Mucize- Masumiyet). KEND HALNDE BR FESTVAL: Altın Koza 8-12 Ekim tarihleri arasında gerçekleen Altın Koza Film Festivali de organizasyon bozuklukları ile geçti. Festivalde oynayacak filmlerin tarih ve yerlerini gösteren çizelgenin, çok geç ve yetersiz sayıda basılması, pek çok sinema izleyicisinin festivali takip edememesine neden oldu. Çizelgenin, basıldıktan sonra tekrar de itirilmesi ise, var olan karmaayı iyice arttırdı. 6 Ekim'den itibaren, Sun Sineması'nda gösterime girmesi gereken ö renci filmleri, ancak 10 Ekim'de gösterime girdi. Bunun sonucu pek çok izleyici, Sun Sineması'nın kapısından geri çevrildi. Festivalde "En yi Film" seçilen "Masumiyef'in, sadece bir kez, küçük bir salonda gösterilmesi; biletlerin, filme yarım saat kala tükenmesine neden oldu. Aynı durum birçok filmin gösteriminde yaandı. Jürinin 19 filmi, dört günde seyretmek zorunda kalması, alınan kararların ne kadar sa lıklı oldu unu düündürüyordu. Günde be film seyretmek zorunda kalan jüri üyeleri, bu durum karısındaki tepkilerini, "mahvolduk" sözleriyle dile getiriyorlardı. Festivalde, Haluk Bilginer'e "En yi Erkek Oyuncu" ödülünün verilmesi ise, Altın Portakal Film Festivali'nde yapılan hatanın telafisi eklinde yorumlandı. Alto Koza'da bu yıl, Zeki Demirkubuz'un "Masumiyet" adlı filmi, "En yi Film" seçildi. "Masumiyet" ayrıca, Zeki Demirkubuz'a "En yi Yönetmen", Haluk Bilginer'e "En yi Erkek Oyuncu" ve Derya Alabora'ya "En yi Kadın Oyuncu" ödüllerini kazandırdı. "En yi Yardımcı.Erkek Oyuncu" ödülü, "Çökertme" adh filmdeki rolüyle Kuzey Vargın'a verilirken, "En yi Yardımcı Kadın Oyuncu" ödülünü, "Hamam" adlı filmdeki rolüyle erif Sezer aldı. Di er ödüllerin sıralaması ise öyle: "En yi Senaryo"; Macit Koper ve Ömer Kavur (Akrebin Yolculu u), "En yi Görüntü Yönetmeni"; Ercan Yılmaz (Solgun Bir San Gül), "En yi Film Müzi i"; Atilla Özdemiro lu (Akrebin Yolculu u), "En yi Kurgu"; Mevlüt Kolçak (Nihavend Mucize), "Yılmaz Güney Özel Ödülü"; Nuri Bilge Ceylan (Kasaba), "Ö renci Filmleri Yarıması" jürisinin verdi i ödüller ise öyle: "En yi Konulu Film"; Rengin Arvay (Misafir), "En yi Deneysel Film"; Ebru Hacıo lu (Mobius), "En yi Belgesel Film"; Fulten Ersun (Devrim), "Sad-ri Alıık Özel Ödülü"; Bergama Hal-kı'nın siyanürlü altına karı verdi i mücadeleyi konu alan "Altının S'si". 45 HABER/YORUM ADANA BÜROMUZ KUNDAKLANDI Dergimizin Adana Bürosu, 3 Kasım 1997 Pazartesi akamı saat 19.30 sıralarında, Adana Kontrgerillası tarafından kundaklandı. Dergi bürosuna girdiklerinde, önce enstrümanları parçalayan kontracılar, daha sonra büroyu atee verdiler. Adana Büromuz tamamen yandı ve büyük hasar meydana geldi. 28 Ocak 1997 tarihinde de bu tip bir saldırıya maruz kalan büromuz, o tarihte, polis tarafından yönlendirilen, "Hüseyin" isimli bir kontracı tarafından yakılmıtı. O dönem, yangına zamanında müdahale edilmi, büroda çok fazla bir hasar meydana gelmemiti. Ancak bu kez yangını, itfaiye bir süre sonra kontrol altına alabilmitir. Adana Polisi'nin bu kundakçı yaklaımı, geçmiten beri süregeliyor. 1993 yılında da Çukurova Özgür-Der'i kundaklayan polis, Adana'daki demokratik kitle örgütlerini de günaırı basarak yıldırmaya, faaliyetlerini engellemeye çalııyor. Adana Büromuz, faaliyetlerini dümana inat sürdürecek. Halktan yana sanatımız engellenemeyecek. EMN KARACA'YA CEZA Türkiye Yazarlar Sendikası Genel Sekreteri ve aratırmacı-yazar Emin Karaca, çevirisini yaptı ı "Gladio" adlı kitaba yazdı ı önsöz nedeniyle yargılandı ı DGM tarafından 1 yıl 8 ay hapis cezasına çarptırıldı. Cezayı üç yıl tecil eden mahkeme, aynı suçun üç yıl içinde tekrar etmesi halinde, bu cezanın da yürürlü e girece ini belirtti. DL KÜLTÜR MERKEZ'NE BASKIN dil Kültür Merkezi, 3 Kasım Pazartesi akamı, sivil ve resmi polisler tarafından basıldı. Bir ihbar üzerine geldi ini iddia eden polis, kültür merkezi çahanlannın ve kafeteryada bulunan misafirlerin kimliklerini kontrol eti. Kültür merkezinin odalarım aramaya çalıan polise arama izni soran dil Kültür Merkezi çalıanı Aziz Akal tartaklandı. Susurluk'un yıldönümünde pervasızlıklarını simgelemek için kültür merkezini basan polisler, kartvizit defterindeki kartların bir bölümünü ve kafeterya standındaki dergimizi alıp tehditler savurarak kültür merkezinden gitti. Yine 4 Kasım Salı günü dil Kültür Merkezi'nde yapılacak bir basın açıklamasını bahane eden polis, kültür merkezini aramaya çalıtı. Bunda baarılı olamayınca tehditler savurarak gittiler. Her iki baskın, dil Kültür Merkezi, Grup Yorum, Özgürlük Türküsü, Aye Gülen Halk Sahnesi, Foto raf ve Sinema Emekçileri, Kültür Sanatta TAVIR. Dergisi, Okmeydanı Halk Kültür Merkezi, Berhan imek, Orhan yiler, Orhan Aydın, brahim Karaca, Metin lkin, Cengiz Gündo du, Berrin Ta, Ruhan Mavruk, rfan Ertel ve Hilmi Bulunmaz tarafından protesto edildi. Açıklamada, "Tüm bu yaananları bir rastlantı olarak görmüyoruz, iki gün üst üste aynı pervasızlıın yaanması, kültür merkezimiz üzerinde belli bir baskı oluturulmaya çalııldıının göstergesidir. Susurluk' un yıldönümünü baskınlarla kutlamaya çalıan polis, keyfi ve yasadıı her davranıının cevabını alacaktır." denildi. 46 KISA HABER Grup Yorum 8 A ustos 1997; Ordu Fatsa'da katledilen Ali Haydar Çakmak'ın Gazi Mahallesi'nde yapılan cenaze törenine katıldı. rad ve Özcan, bu cenazeye katıldıkları için, 12 A ustos gecesi kaldıkları evden gözaltına alınıp iki gün sonra DGM Savcılı ı'nca serbest bırakıldılar. 10 Austos 1997; Ordu Fatsa'da katledilen Bülent Pak'ın Bilecik Bozüyük'te yapılan cenaze törenine katıldı. 10 A ustos 1997; SEV-DER'in kır gezisine katıldı. 11 A ustos 1997; kitelli Altınehir'de, sivil faistler tarafından katledilen Ali Aslan'ın Alibeyköy'de gerçekleen cenaze törenine katıldı. 17 A ustos 1997; Alibeyköy Halk M eclisi Giriimi tarafından, Alibeyköy Cemevi'.nin bahçesinde düzenlenen sünnet enli inde, yaklaık 500 kiiye seslendi. 31 A ustos 1997; Antakya'da Tavla Belediyesi'nin düzenledi i enlik kapsamında, yaklaık 20 bin kiiye seslendi. 12 Eylül 1997; Trabzon'da yapılacak olan Gazi Katliamı Davası'na katılım ça rısı yapan Grup Yorum elemanı Kemal Sahir Gürel, Beikta'ta Gazi Davası Komitesi Sözcüsü, 1996 Ölüm Orucu Direniçisi Mehmet Akdemir'le birlikte gözaltına alındı. Akdemir tutuklanırken, Gürel bir gün sonra serbest bırakıldı. 4 Ekim 1997; Osmanbey'deki La Bella Dü ün Salonu'nda, TAYAD'ın açılı enli ine katıldı. Ortaköy'deki "Sürekli Aydınlık çin 1 Dakika Karanlık" eylemine katıldı. 5 Ekim 1997; Okmeydanı Fatma Girik Parkı'nda, DLMK'nın 7. Geleneksel enli i'ne katıldı. Okmeydanı'nda "Sürekli Aydınlık çin 1 Dakika Karanlık" eyleminde, yaklaık 2000 kiiye seslendi. 10 Ekim 1997; 1 Mayıs Mahallesi'nde "Sürekli Aydınlık çin 1 Dakika Karanlık" eyleminde, yaklaık 600 kiiye seslendi. 11 Ekim 1997; Nurtepe'de "Sürekli Aydınlık çin 1 Dakika KISA HABER Karanlık' eyleminde, yaklaık 1500 kiiye seslendi. 12 Ekim 1997; Örnektepe'de "Sürekli Aydınlık çin 1 Dakika Karanlık" eyleminde, yaklaık 3000 kiiye seslendi. 15 Ekim 1997; Geleneksel TÜ Alternatif Açılı enli i'ne katıldı. 17 Ekim 1997; Ümraniye Birlik Mahallesi'nde "Sürekli Aydınlık çin 1 Dakika Karanlık" eyleminde, yaklaık 300 kiiye seslendi. 18 Ekim 1997; dil Kültür Merkezi'nde gerçekletirilen Konserde, yaklaık 600 kiiye seslendi. Ortaköy'de, "Sürekli Aydınlık çin 1 Dakika Karanlık" eylemine katıldı. 19 Ekim 1997; " Gülsuyu'nda "Sürekli Aydınlık çin 1 Dakika Karanlık" eyleminde, yaklaık 400 piiye seslendi. 21 Ekim 1997; Gazi Mahallesi'nde "Sürekli Aydınlık çin l Dakika Karanlık" eyleminde, yaklaık 6000 kiiye seslendi. 22 Ekim 1997; Okmeydanı'nda "Sürekli Aydınlık çin 1 Dakika Karanlık" eyleminde, yaklaık 3000 ' kiiye seslendi. 23 Ekim 1997; Ba cılar'da "Sürekli Aydınlık çin 1 Dakika Karanlık" eyleminde, yaklaık 1000 kiiye seslendi. 24 Ekim 1997; Gazi Karayollarında "Sürekli Aydınlık çin 1 Dakika Karanlık" eyleminde, yaklaık 500 -kiiye seslendi. 25 Ekim 1997; Semiramis Dü ün Salonu'nda, BEMSEN'in 8. Kurulu enli i'ne katıldı. 26 Ekim 1997; Ça layan'da "Sürekli Aydınlık çin 1 Dakika Karanlık" eyleminde, yaklaık 1500 Kiiye seslendi. 28 Ekim 1997; Yenibosna'da "Sürekli Aydınlık çin 1 Dakika Karanlık" eyleminde, yaklaık 1000 kiiye seslendi. 29 Ekim 1997; Ankara Genel-l Merkez Binası'nda, Mehmet Karagöz'ün görevine iade edilmesi ve kapatılan ubelerin tekrar açılması için DL KÜLTÜR MERKEZI'NDEN, AYÇE DL ERKMEN ADINA FUTBOL TURNUVASI dil Kültür Merkezi, Ayçe dil Erkmen'in adını verdi i bir futbol turnuvası düzenledi. "dil'in adını, her yerde yaatmak amacıyla böyle bir çalımaya giritiklerini belirten kültür merkezi yetkilileri, ayrıca bu turnuvada, insanlarımıza dayatılan yoz, çıkarcı ve bireyci spor anlayıı yerine paylaımı, dayanımayı güçlendiren bir kültürü yaatmak istediklerini vurguladılar. 12 takımın yer aldı ı ve üç grup halinde mücadele verilen turnuvada, gruplarında ilk iki sırayı alacak takımlar ikinci tura çıkacaklar. kinci tur, eliminasyon sistemine göre oynanacak. Kalan üç takım ise, tek devreli lig usülüne göre karılaacak ve birinci olan takım, "Ayçe dil Erkmen Kupası"nı kazanacak. Turnuvaya katılan takımlar ise unlar: Kurtulu Gazetesi, Do u Spor, Gülsuyu Spor, Okmeydanı Halk Meclisi, Gazi Halk Gücü, Ça layan Dere Gücü, Bahçelievler Halk Gücü, Nurtepe Halk Gücü, dil Kültür Merkezi, Saya Yokuu Halk Gücü, Hürriyet Mahallesi, Güzeltepe Spor Dergimiz yayına hazırlandı ı sırada, turnuvanın eleme grubu maçlarında son maça gelinmiti. Bu duruma göre Nurtepe Halk Gücü ve Gazi Halk Gücü final grubuna kalmılardı. ÖLÜM ORUCU GECES'NE DAVA AÇILDI! 26 Temmuz 1997 Cumartesi günü Renk Organizasyon tarafından düzenlenen ve Grup Yorum, Ferhat Tunç, Erdal Erzincan, Deste Günaydın, Koma Amed, Karde Türküler ve Gülbahar'ın katıldı ı Halk Konseri'ne gözaltı ve dava... 26 Temmuz'da gerçekleen bu gecede yıldönümü olması nedeniyle Ölüm Orucu'na de inilmi, gece Ölüm Orucu ehitleri'ne adanmıtı. Gece daha bitmeden salonda terör etiren polis, gecenin bitiminde Grup Yorum elemanlarını rehin almıa. Geceden bir süre sonra Renk Organizasyon'un sahibi Sabahat De irmenci, sanatçı Gülbahar ve Koma Amed elemanı Serap Sönmez gözaltına alındılar. Sanatçıların dört gün gözaltında kalmasının ardından, gecede yer alan katılımcılar hakkında soruturma balatıldı ve ardından kısa bir süre sonra da dava açıldı. Açılan davaya göre Grup Yorum elemanları Kemal Sahir Gürel, Özcan enver, rad Aydın, Ufuk Lüker, Vefa Saygın Ö ütle ve Hakan Alak; Koma Amed elemanları Serap Sönmez ile Süleyman Gültekin; Renk Organizasyon sahibi Sabahat De irmenci ve Gülbahar Uluer "yasadıı örgüt propagandası" yapmakla yargılanırken, Ferhat Tunç, Avukat Behiç Açı ve Deste Günaydın'a "bölücülük" suçlamasıyla dava açıldı. Bu davanın ilk duruması, 27 Kasım 1997 günü, istanbul 2 No'lu DGM'de görülecek. FSAK FOTORAF GÜNLER IFSAK 13. istanbul Foto raf Günleri, 31 Ekim'de baladı. Etkinlik programında sergiler, gösteriler, panel, foto-maraton yarıması ve dia gösterisi yarıması yer aldı. Ayrıca, katılımın serbest oldu u "foto rafınla gel" isimli bir bölüm de, etkinlik kapsamının içindeydi. 47 HABER/YORUM AYNUR CHAN, FATSA'DA GÖZALTINA ALINDI Dergimizin sahibi ve dil Kültür Merkezi müdürü Aynur Cihan, beraberindeki talyan gazeteci ve televizyoncular ile Avusturyalı bir hemireden oluan bir heyetle birlikte Fatsa'da gözaltına alındı. Karadeniz'de yaanan son gelimeleri incelemek ve haber yapmak amacıyla Ordu'ya giden gazeteci ve televizyoncular, Fatsa'da jandarma tarafından durdurularak gözaltına alındılar. Gözaltında sürekli Ordu'ya neden geldikleri, nasıl bulutukları, kimler tarafından gönderildikleri sorulan heyetteki talyan gazeteci ve televizyoncularla Avusturyalı hemire, aynı gün serbest bırakılırken heyete rehberlik eden Aynur Cihan, iki gün keyfî bir ekilde, DHKP-C üyesi oldu u gerekçesiyle gözaltINda tutuldu. 9 Ekim 1997 Perembe günü konuyla ilgili dil Kültür Merkezi'nde babasın toplantısı düzenlendi. Kültür Sanata TAVIR Dergisi, Grup Yorum, Özgürlük Türküsü, Aye Gülen Halk Sahnesi, Foto raf ve Sinema Emekçileri (FOSEM), dil Kültür Merkezi ve Okmeydanı Halk Külür Merkezi imzalı açıklamada,"...Arkadaımız Aynur Cihan ve talyan basın mensuplarının keyfi bir biçimde gözaltına alınması devletin Karadeniz'de yarattıı terörü gizleme telaındandır. Daları, köyleri bombalayan, halkı zorla koruculatırmaya çalıan devlet, bölgeye sadece kendi medyasını diledii gibi haber yaptırmak için sokuyor; halkın haber alma özgürlüü engelleniyor." denildi. Halk Meclisleri tarafından düzenlenen ve Susurluk'un, 1000 Operasyon'un hesabını sormak için balatılan Ankara Yürüyüü'ne yönelik Eskiehir'de yapılan saldırıdan, dil Kültür Merkezi çalıanları da payını aldı. 1 Kasım'da balayan ve 4 Kasım'da Ankara'da son bulan yürüyüte Halk Meclisleri, Eskiehir'e vardı ında polis, yürüyüçülere vahice saldırdı ve 32 kiiyi gözaltına aldı. Bu saldırıda Tavır Dergisi sahibi Aynur Cihan, Aye Gülen Halk Sahnesi oyuncuları Naciye Eyi ve Hakan Hekimo lu, Yazıileri Müdürümüz ve Özgürlük Türküsü elemanı Yasin Ali Türkeri gözaltna alındı. Gözaltna alınanlar, bir gün sonra çıkarıldıkları mahkeme tarafından serbest bırakıldı. Gözaltına alınanların mahkemeye çıkarıldı ı sırada basına saldıran polis, Kurtulu ve Gündem Gazeteleri'nin muhabirleriyle birlikte dergimiz muhabiri Olcay Karada 'ı da kısa süreli bir gözaltına altına aldı. Muhabirimizin kamerasındaki kasete el koyan polis, üç gazetenin muhabirini de serbest bıraktı. GRUP YORUM KONSERLERNE YASAKLAMA Grup Yorum'un Adana ve skenderun'da verece i konserler yasaklandı. Her iki konserin de yasaklanıları, gerçekten mizah dergilerine geçecek türden. Adana konserini yasaklayan valilik, grup elemanlarının DHKP-C Halk Ordusu isimli örgüte üye olduklarım bildirdi. Valilik Yorum elemanlarını, DHKP-C'nin bile kurmadı ı bir örgüte üye yaptı. skenderun'da ise, Valilik ve Emniyet'in izin verdi i konseri kaymakamlık tehlikeli bularak yasakladı. 48 DÜZELTME VE ÖZÜR kinci sayımızın kapaında yer alan ve Jose Marti'ye ait olan iirin ilk dizesi; "Aynı yalınlıkta ölmek istiyorum" eklinde çıkmıtır. Dorusu, "Aynı yalınlıkta ölmek isterim" eklindedir. Düzeltir, özür dileriz. KISA HABER balatılan açlık grevine, kısa bir dinletiyle destek verdi. 29 Ekim 1997; Esenler'de "Sürekli Aydınlık çin 1 Dakika Karanlık" eyleminde, yaklaık 600 kiiye seslendi. 30 Ekim 1997; 1 Mayıs Mahallesi'nde "Sürekli Aydınlık çin 1 Dakika Karanlık" eyleminde, yaklaık 500 kiiye seslendi. 1 Kasım 1997; Halk Meclisleri'nin örgütledi i Ankara Yürüyüü'nün Kadıköy skele Meydanı'ndaki Balangıç enli i'nde yaklaık 600 kiiye seslendi. 3 Kasım 1997; Susurluk'un yıldönümünde Gazi Mahallesi'nde yapılan enlikte, yaklaık 5000 kiiye seslendi. 5 Kasım 1997; Halk Meclisleri'nin, Ankara Yürüyüü'nün sonuçlarını de erlendirmek ve kamuoyuna duyurmak için, Okmeydanı Fatma Girik Parkı'nda düzenledi i basın açıklamasında küçük bir dinleti verdi. 6 Kasım 1997; Beyazıt Meydanı'nda düzenlenen "6 Kasım YÖK Boykotu'na katılarak küçük bir dinleti verdi. 8 Kasım 1997; Belçika'da düzenlenen bir geceye katıldı. FOSEM Fotoraf ve Sinema Emekçileri Susurluk'la ilgili hazırladı ı dia gösterilerini sokaklarda gerçekletiren FOSEM, bu etkinliklerini 5 Ekim 1997 tarihinde Okmeydanı'nda, 11 Ekim 1997'de Nurtepe'de, 21 Ekim 1997'de Gazi Mahallesi'nde, gerçekletirdi. 4 Ekim 1997; ili La Bella Dü ün Salonu'nda gerçekletirilen TAYAD'ın açılı enli inde bir dia gösterisi sundu. 25 Ekim 1997; BEM-SEN'in Osmanbey Semiramis Dü ün Salonu'nda gerçekletirdi i 8. Kurulu Yıldönümü enli i'nde bir dia gösterisi sundu. 2 Kasım 1997; dil Kültür Merkezi'nde düzenlenen "6 Kasım Boykotu ve Gençlik" isimli panelde, bir sinevizyon gösterimi gerçekletirdi. Aye Gülen Halk Sahnesi dil Kültür Merkezi ehitlerimizin Sımsıcak Yürei Can Veriyor... AYE NL HALK KÜTÜPHANES Film Gösterimleri Söyleiler Kütüphane Kafeterya Adres: stiklal Cd. Korsan Çıkmazı Sk. Saadet Apt. Kat:5 Asmalı Mescit/Beyolu 13 ARALIK'TA AÇILIYOR!