DOSYA VII: TURiZM – ÇEVRE – OTELLER
Transkript
DOSYA VII: TURiZM – ÇEVRE – OTELLER
+ konuk yazar: Kemal Kasapoğlu -> Sayfa 3 Bir Varmış, Bir Yokmuş…. Hera-C Naciye Doratlı konuk yazar: Hüyla Yüceer -> Sayfa 4 DOSYA VII: TURiZM – ÇEVRE – OTELLER - KÜLTÜR MiRASI Naciye Doratlı- Uğur Dağlı- Özlem Olgaç Türker KONUT VE YAŞAM BİR MİMAR - BİR BİNA Uğur Dağlı Turizmin Hizmetinde Tarihi Yapılar: Bandabulya GELENEKTEN EVRENSELE SANAA Mimarlık Stüdyosu GEÇMİŞİN SESSİZ TANIKLARI KENT MİMARLIK ve TASARIM GAZETESİ 15 GÜNDE BİR YAYINLANIR 05 EYLÜL 2010/ SAYI 14 konuk yazar: Leyla Çınar -> Sayfa 5 Gelenek İle Modern Arasındaki Mimarlık Aşkına Bir Örnek: Bruno Taut Kağan Günçe konuk yazar: Kağan Güner -> Sayfa 6 Parc de la Vilette - ve Bilim ve Teknoloji Müzesi-Paris KENTİN TADI TUZU Şebnem Hoşkara konuk yazar: Nil P. Şahin -> Sayfa 11 AL Sevdiğim Kentler Hep Aynı Kadındır Türkan Ulusu konuk yazar: Kağan Güner -> Sayfa 12 Mekanın Poetikası – Gaston Bachelard GÜNCEL HABERLER - YORUMSUZ FOTOĞRAFLAR S 15 <-.......................................................................KARİKATÜRLER Kutsal Öztürk Begüm Mozaikçi + PROVO-ETKİNLİK MekanPerest’in bu sayısındaki Dosya’mızda, ülkemizin lokomotif sektörlerinden biri olan turizm konusunu mercek altına alıyoruz. Turizm konusu birçok açıdan çok önemli. İlk olarak, kaynakları çok kısıtlı olan bir ada ülkesi olmamız nedeni ile ülkemiz için çok önemli. Yükseköğretim sektörü ile birlikte ülkemizin lokomotif sektörü olduğunu kabul ettiğimiz için ekonomik açıdan, sosyal ve kültürel açıdan ve çevre ile ilişkisi açısından çok önemli. Bu kadar önemli ve çok boyutlu bir konuyu biz, çevre, otel tasarımı ve turizm- kültür mirası etkileşimi boyutuna biraz dokunmakla yetiniyoruz... ...-> S 7-8-9-10 konuk yazar: Simge Uygur -> Sayfa 13 Ercan Hoşkara SORULAR-CEVAPLAR DOSYA VII Beril Özmen Mayer CMYK -> Sayfa 14 + HAVADİS GAZETESİ EKİ / 05 EYLÜL 2010. SAYI 14. 2010. 02 EDİTÖR Naciye Doratlı Doğu Akdeniz Üniversitesi SAYFA “Uluslararası Kariyer İçin” naciye.doratli@emu.edu.tr EDİTÖR’DEN... Mola öncesi herkese merhaba, Şubat 2010’dan itibaren, teknik bir nedenden ötürü bir kez yaşanan bir aksaklık dışında on beş günde bir MekanPerest sizlerle birlikte oldu. Doğu Akdeniz Üniversitesi Mimarlık Fakültesi’nin sosyal sorumluluk projesi olarak yürüttüğümüz bu çalışmayı, yaz tatili süresince de bazı ekip arkadaşlarımızın izinli ya da araştırma yapmak üzere yurt dışında olmalarına rağmen, kesintiye uğratmadan sürdürüp MekanPerest’in sizlerle buluşmasını sağladık. Ne yazık ki şimdi, bizim için bir mola zamanı. Niçin Aravermek Zorundayız? Bir ara vermek zorundayız çünkü, on iki kişilik ekip ve/veya konuk yazarlardan gelen yazıların sizin elinize ulaştığı şekline gelmesini sağlayan ve bu bağlamda ekibimizin en önemli elemanı olan sevgili Ceren Boğaç, AB bursu ile bir yıllığına Çek Cumhuriyeti’nin başkenti Prag’a gidiyor. Ceren bu durumu bize ilk aktardığı Zamana Karşı Yarış Çok Zor İş zaman, kendisi için çok sevinmeme rağmen, içimden ‘MekanPerest’in sonu mu geldi acaba?’ diye düşünüp paniğe kapıldığımı itiraf etmem gerek. Neyse ki konuşmamızın devamında durumun böyle olmadığı, gelişen teknolojinin nimetlerinden yararlanarak, zaten bir iki toplantı dışında internet ortamında gerçekleştirdiğimiz yazı akışını yine aynı şekilde sağlayabileceğimizi anlayarak rahat bir nefes aldım. Ceren o kadar yaptığı işe sadık ve saygı duyan bir kişi ki.. Prag’da bir yıllığına da olsa yerleşmek için ve internette büyük dosyaların ulaşımı ile ilgili olarak da herhangi bir sorun yaşanmaması için zamana ihtiyacı olduğunu, kendi yüzünden MekanPerest’in yayınında bir sorun, aksilik yaşanmasını istemediğini ifade etti. İşte hem bu sebepten, hem de yaz, tatil demeyip yazılarını yetiştirmek için uğraş veren ekip elemanlarının da yeni akademik yıl başlamadan biraz özgür kalmalarını sağlayabilmek için, 24 Ekim 2010’a kadar ara veriyoruz. Yazı akış şemamızı yeni duruma göre düzenledik, mola sonrası sizlerle yeniden birlikte olacağız. Bizlerin asli görevimiz dışında yapmakta olduğumuz gazete eki hazırlama işi, bir çok açıdan bizim için çok yararlı oldu ve olmaya devam edecek diye düşünüyorum. Yararının yanında farklı bir deneyim olduğunu da söylemeden geçmeyelim. Bizler için MekanPerest, akademik ortam dışında, bilgi paylaşmak, toplumumuza katkıda bulunma misyonumuzu yerine getirmek anlamını taşıyor. Bunun yanı sıra, bildiri özeti/bildiri, proje, dosya teslimi gibi konularda son teslim tarihi ya da zaman sınırı kavramlarına alışık olmamıza rağmen, zamanlama, zamanında teslim konularında MekanPerest’le ilgili uğraşımız bizim için farklı bir deneyim oldu. Başka bir boyutta zaman karşı yarışmayı öğrendik. Alanımız dışında yazılı basında zamana karşı yarışın nasıl olduğunu gözlemledik. Sabahları marketten ya da gazete büfesinden aldığımız bilmem kaç sayfalık gazetenin hazırlanmasının nasıl zahmetli bir iş olduğunun, okuyucuya ekleri ile birlikte zamanında ulaştırılmasının ne kadar stresli olabileceğinin farkına vardık. Bir çok işte ve alanda sadece sonucu görüp ya beğeniyoruz ya da eleştiriyoruz. Bir gazeteyi, televizyon programını, restoranda yediğimiz bir yemeği ve akla gelebilecek pek çok şeyi… Beğensek de beğenmesek de her işin bir de geri planı var, ve bu geri plan o kadar zahmetli olabilir ki, tahmin bile edemezsiniz. Verilen emeğe saygıdan herhangi bir şeyi, bir işi eleştirmeden önce biraz düşünmek sizce de iyi olmaz mı? Vedalaşmanın iyisi kötüsü olmaz belki ama kısa kesmek kişiyi daha az hüzünlendirir galiba. Bu nedenle sözü kısa kesip şimdi veda zamanı demek lazım. Çok değil. 24 Ekim’e kadar.. Ayrılmadan önce sevgili Ceren’e de hepimiz adına Prag’da yapacağı çalışmalar için başarılar dilemek istiyorum. Sevgiyle sağlıcakla kalın.... Naciye Doratlı Mekanperest Gazete Ekibi / Soldan sağa (üst): Ceren Boğaç, Şebnem Hoşkara, Kağan Günçe. Soldan sağa (alt): Ercan Hoşkara,Begüm Mozaikci, Hıfsiye Pulhan,Naciye Doratlı, Kutsal Öztürk, Uğur Dağlı, Türkan Ulusu Uraz. MEKANPEREST- HAVADİS GAZETESİ EKİ Proje Koordinatörü / Editör Naciye Doratlı. Proje Koordinatör Yardımcıları Ceren Boğaç, Uğur Dağlı, Şebnem Hoşkara. Grafik Tasarım ve Sayfa Düzeni Ceren Boğaç. Yazı İşleri Ekibi (Alfabetik) Nesil Baytin, Uğur Dağlı, Kağan Günçe, Ercan Hoşkara, Şebnem Hoşkara, Beril Özmen Mayer, Begüm Mozaikci, Kutsal Öztürk, Hıfsiye Pulhan, Türkan Ulusu Uraz. Proje Resmi Sahibi Doğu Akdeniz Üniversitesi, Mimarlık Fakültesi, Gazimağusa. Tel: 630 1346, mekanperest@emu.edu.tr Yayıncı Kuruluş Havadis Gazetesi, Lefkoşa. + CMYK + HAVADİS GAZETESİ EKİ / 05 EYLÜL 2010. SAYI 14 2010. BİR BİNA- BİR MİMAR Doğu Akdeniz Üniversitesi SAYFA 03 Uğur Dağlı konuk yazar: Kemal Kasapoğlu “Uluslararası Kariyer İçin” ugur.dagli@emu.edu.tr- kemarch.2000@hotmail. SANAA MİMARLIK STÜDYOSU Japon mimarlar Kazuyo Sejima ve Ryue Nishizawa’nın 1995 yılında bir araya gelerek oluşturdukları ve Tokyo’da faaliyet gösteren SANAA Mimarlık Stüdyosu ( Sejima and Nishizawa and Associates), Japonya ve tüm dünyada çığır açan projelere imza atıyor. Bu projelerden bazıları, Lozandaki “Rolex Learning Center” (Rolex Eğitim Merkezi), Ohio, Toledo’daki “Toledo Museum of Art’s Glass Pavilion ( Toledo Sanat Müzesi, Cam Pavyonu), New York’taki “New Museum of Contemporary Art” ( Yeni Çağdaş Sanatlar Müzesi), Londra’daki “Serpentine Pavilion” (Serpentine Galerisi Pavyonu), Tokyo Omotesando’daki Christian Dior Binası, Japonya Kanzawa’da “21st Century Museum of Contemporary Arts” (21. Yüzyıl Çağdaş Sanatlar Müzesi) ve Japonya Nagano’da “O-Museum” ( O-Müzesi). Arts” (21. Yüzyıl Çağdaş Sanatlar Müzesi) projelerinden dolayı 2010 yılında dünyanın en prestijli mimarlık ödüllerinden olan Pritzker Ödülüne layık görüldü. Amacı ön sezileri ve sorumluluk bilinciyle topluma ve mimarlığa anlamlı katkılar sağlayan mimarları onurlandırmak olan Pritzker mimarlık ödülü, Hyatt Vakfı tarafından 1979 yılından beridir her yıl veriliyor. Hyatt Vakfı’nın kurucusu Pritzker ailesi, dünyanın dört bir yanında Hyatt Otelleri’ni geliştirme çabalarından kaynaklanan, binalara olan büyük ilgileri ve mimarlığın yaratıcı bir çalışma olmasına ragmen Nobel Ödüllerine dahil edilmemesinden dolayı mimarlık alanını seçmiş. Prosedürler uluslararası jüri tarafından gizli oylama ve müzakere ile yapılan bir final seçkisi ile Nobel Ödülleri’nden örnek alınarak düzenlendi. Ödül için her yıl sürekli olarak dünyanın dört bir yanından yüzlerce aday arasından eleme yapılıyor. Zemin hareketleri binanın altından geçiş ve iç bahçelere ulaşım sağlıyor Rolex Learning Center 1956’da Japonya’da doğan Kazuyo Sejima, Japan Women’s University’de mimarlık eğitimini tamamlar ve dünyaca ünlü Japon mimar Toyo Ito’nun ofisinde çalışmaya başlar. Buradaki çalışmalarının ardından 1987’de kendi ofisini açan Kazuyo Sejima 1992’de Japan Institute of Architects (Japon Mimarlık Enstitüsü) tarafından Japınya’da yılın genç mimarı seçilir. Bu güne kadar çeşitli üniversitelerde öğretim görevliliği yapmıştır. Bunlar arasında Princeron University, Polytechnique de Lausanne, Tama Art University ve Keio University sayılabilir. SANAA Mimarlık Stüdyosu’nun diğer partneri Ryue Nishizawa 1966 yılında Jponyada doğmuş ve mimarlık eğitimini master derecesi ile birlikte Yokohama National University’de tamamlamıştır. Ryue Nishizawa kendi ofisini 1997 yılında kurar. Bununla birlikte Yokohama National University’de Profesör olarak eğitim de vermektedir. Mimarlık Dünyasının Nobeli “Pritzker Ödülü” SANAA’da birlikte çalışan Kazuyo Sejima ve Ryue Nishizawa, Nagano’daki O-Museum (O-Müzesi) ve Kanazawa’daki “21st Century Museum of Contemporary Binanın tümünde şeffaflık ön planda tutulmuş tarafından gerçekleştirilmiş yarışma sonucunda SANAA’nın kazanmış olduğu, bütünüyle kampüs yaşamına, öğrencilere ve halka adanmış bir yapı. Kazuyo Sejima ve Ryue Nishizawa birlikte gerçekleştirdikleri projelerden dolayı daha bir çok prestijli ödüle layık görülmüşlerdir. 2002 yılında American Academy of Arts and Letters tarafından verilen “Arnold Brunner Memorial Medal” (Arnold Brunner Anı Madalyası), 2004 yılında 9. Uluslararası Venedik Bienalindeki Mimarlık sergisinde kazandıkları “Golden Lion” (Altın Aslan), 2006’da Japon Mimarlık Enstitüsü tarafından verilen “Tasarım Ödülü”, 2007’de Berlin Academy of Arts tarafından verilen “Kunstpreis Berlin of 2007” bu ödüllerden bazılarıdır. Sabah erken saatlerden gece yarısına kadar yaşamı içerisinde barındıran Rolex Learning Center, cafe, restaurant, kitap satışı, kütüphane, araştırma alanları, ofisler ve çalışma atölyeleri ile herkese açık. Rolex Learning Center için, “Iletişim sağlama” “araştırmayı ve öğrenmeyi teşvik etme”ilkeleri ile tasarım sürecine başlayan Kazuyo Sejima ve Ryue Nishizawa, insan hareketlerinin mimari formları etkilediği gibi ortaya çıkan mimarinin de insanları etkilediği inancındalar. Bundan dolayı insan hareketlerinden yola çıkarak organik ve eğrisel yönlendirmelerle çeşitliliği olan mekansal kesişimler oluşturmayı hedeflemişler. Sonuçta ortaya, patikaların birbiriyle kesiştiği, şeffaflığın ön planda olduğu, dalgalanan zemin ve tavanların mekanları birbirinden kalıplaşmış mimari sınırlandırma elemanları yardımı ile değil, zeminin kendisi ile ayırdığı dinamik heyecan verici bu yapı ortaya çıkmış. Yaratılmış olan eğimli zeminler sayesinde binanın altından geçilebiliyor, ulaşılan iç bahçeler bir araya gelme “iletişim sağlama” amacına bütünüyle hizmet ediyor. Ikili ayrıca hak etmiş oldukları uluslararası başarıları sayesinde, gerçekleştirmiş oldukları projelerini Birleşik Devletler ve Avrupa’nın çeşitli yerlerinde sergileme imkanı bulmuş ayrıca dünyanın önde gelen üniversitelerinde de mimafir öğretim görevlisi olarak da bulunmuşlardır. Rolex Learning Center (Rolex Eğitim Merkezi), Ecole Polytechnique Federale de Lausanne, Lozan, Isviçre Rolex Learning Center bilim, teknoloji, mühendislik ve mimarlık alanlarında Avrupanın en önde gelen araştırma ve uygulama merkezi olan “the Ecole Polytechnique Federale de Lausanne” + CMYK Kullanıcının Özgürlüğü Ile Hayat Bulan Mekanlar Zemin ve tavan dalgalanmaları sayesinde birbirinden ayrılmış olan dinamik mekanlarda kullanıcı, hangi mekanı ne şekilde kullanacağı konusunda özgür bırakılmış. Rolex Larnin Center’in Mimarlarından Kazuyo Sejima “öğrenciler kütüphaneden aldıkları kitapları dilerlerse bina içerisinde oluşturulmuş tepelenmelere sırtını vererek okuyabilecek dilerlerse istedikleri alanı toplu tartışma, sohbet mekanına dönüştürebilecek dolayısı ile devamlı değişebilen dinamik atmosferde heyecanlarını yitirmeden mekanı yaşayabilecekler”diyor. Son Söz Insanoğlunun en temel haklarından biridir özgür olabilmek, özgürce düşünüp söyleyebilmek, özgürce yaşayabilmek... Yaşam tasarlama sanatı olarak gördüğüm mimarlık, kullanıcısına özgürlük hissini tattırdığı sürece yaşama anlam katar... Özgür ruhlu mekanlarda zihinlerdeki kalıplardan kurtularak özgür yaşamın tadına varabilmek dileği ile... Kemal Kasapoğlu + HAVADİS GAZETESİ EKİ / 05 EYLÜL 2010. SAYI 14. 2010. 04 GEÇMİŞİN SESSİZ TANIKLARI Naciye Doratlı konuk yazar: Hülya Yüceer Doğu Akdeniz Üniversitesi SAYFA “Uluslararası Kariyer İçin” naciye.doratli@emu.edu.tr- hulya.yuceer@emu.edu.tr- TARİHİ YAPILARA Y E N İ İ Ş L E V BULMA SORUNU Uzun bir aradan sonra sayfamda değerli bir konuk yazarı ağırlıyorum. Mimarlık Fakültesi öğretim elemanlarından Dr. Hülya Yüceer, Bandabulya özelinde tarihi yapılara yeni işlev verilmesi konusunu turizm ekseninde sizler için irdeliyor. Naciye Doratlı Tarihi yapıların yeniden kullanımıyla ilgili pek çok çarpıcı örneğin var olduğu günümüzde konunun teknik boyutu tartışmaları yerini yeniden işlevlendirme sürecinde yapıların dokunulmaz değerlerinin ne kadar korunduğu, yeni kullanımın ne kadar etkili olduğu tartışmalarına bırakmıştır. İşlevin tarihi yapıya ait özgün değerlerden biri olduğu kabulu, “işlevsel sürekliliğin sağlanabilmesi için yeterli çaba gösteriliyor mu?” sorusunu da akılllara getiriyor. Elbette, artık var olamayan bir işlevi sürdürmeye çabalamak yersizdir, ancak tarihi yapının tüm değerlerini ve çevresi içindeki yerini ortaya koymadan, kullanacaklarla ilişkisini her boyutuyla kurgulamadan uygulamaya başlamak da bir o kadar yersiz kalmaktadır. Bugün, özellikle kent merkezlerindeki kamusal kullanımlı tarihi yapıların pek çoğunun müzelere, sergi salonlarına, kafelere dönüştürüldüğüne ve özgün işleyişleriyle ilgili bir iz kalmadığına sıklıkla tanık oluyoruz. Farklı niteliklerdeki tarihi yapılara benzer işlevler verilmesi aslında işlevsel sürekliliğin sağlanması veya uygun işlevin belirlenmesi sürecinde yetersizlikler olduğunun göstergesidir. Turizmin Y e n i İ ş l e v Bulmada Yeri Tarihi yapıların korunmasında işlev değişikliğini gündeme getiren çeşitli nedenler arasında daha etkin kullanılanım ve ekonomik değerin artırılması günümüz koşullarında ön plana çıkmaktadır. Ekonomik gelir kaynakları arasında turizmin önemli yer tuttuğu ülkelerde tarihi yapıların turizme yönelik yeniden kullanımına sıkça tanık olmaktayız. Bu ülkelerde, kültür varlıkları kapsamında tarihi yapıların korunması için hazırlanan projeler turistlerin ilgisini çekmeyi birincil hedef olarak görmekte ve turistlerin beklentileri doğrultusunda hazırlanmaktadır. KKTC ekonomisi de sınırlı kaynaklarından ve sınırlı üretim olanaklarından dolayı diğer küçük ülke ekonomileri gibi hizmetler sektörünü ön plana çıkarmaktadır. Turizm sektörü yıllar boyu açık veren dış ticaret dengesinin kapanmasına da en güçlü etkiyi yapmıştır. Turizmin ivme kazanmasında kültürel miras ziyareti, zengin kültür mirası kaynaklarına sahip Kuzey Kıbrıs için önemli rol oynadığını son yıllarda, kültür turizmine hizmet etmek üzere pek çok yapının restore edilmesinden anlıyoruz. Bandabulyalar da bu amaçla restore edilen yapı türlerinden biri. Bandabulyalara Y e n i İ ş l ev Bandabulya, diğer adıyla Belediye Pazarı, Gazimağusa, Lefkoşa, Girne ve İskele tarihi kent merkezlerinde bulunan sebze, meyve, et, peynir gibi ürünlerin satıldığı kapalı pazar yeridir. Bandabulyalar, bulundukları kentlerde kamu ve ticari yapıların yer aldığı merkezi noktalarda inşa edilmişler ve işlevleri gereği halkın gündelik yaşamının bir parçası olmuşlardır. Kuzey Kıbrıs’daki bu yapılardan Gazimağusa ve Girne Bandabulyaları yeni işlev verilerek restore edilmiş olup, İskele Bandabulyasında restorasyon çalışmaları halen devam etmekte. Lefkoşa’daki yapının ise işlevi devam etmek üzere restorasyon kararı alınmış ancak uygulama süreci henüz başlamamıştır. Benzer yapı türüne ait, özgün işlevin devam ettiği ve değiştirildiği örneklerin bir arada bulunması yeniden kullanımın ne kadar başarılı olduğu konusunda gerçek kaynak oluşturuyor. Turizme hizmet etmek üzere kafe, bar, restoran ve hediyelik eşya satışı gibi yeni işlevler verilen Gazimağusa ve Girne’deki yapılar, bugün hem halk, hem de turistler tarafından etkili olarak kullanılmamaktadır. GaziMağusa Bandabulyası, 2010 Halen özgün işleviyle hizmet veren Lefkoşa Bandabulyası ise, fiziksel koşulları daha yetersiz olmasına rağmen, günün hemen her saatinde halk ve turistlerin kullandığı bir mekan olma özelliğini sürdürmektedir. Yapıyı kullanan halk ve turistlerle yapılan görüşmelerde, halk yürüyerek ulaşabildikleri, taze ürünler bulunduğu ve ücretler uygun olduğu için yapıyı kullandıklarını söylerken, turistler de halkın gündelik yaşamına tanık olabildikleri, mekanın fiziksel yapısı ve işleyişi ile “gerçek” hissi yarattığı için ziyaret ettiklerini belirtmişlerdir. Bu durum, tarihi yapıların yeniden kullanımında işlev değişikliğinin ne kadar gerekli olduğu ve önerilecek yeni işlevin halkın ve turistlerin beklentilerini ne kadar karşılayacağı sorularını gündeme getirmektedir. Y e n i İ ş l e v Bulma Sürecinde Gözden Kaçanlar Bandabulya İç Mekan, 2010 Tüm bu yeniden kullanım yoluyla koruma çalışmalarının ana hedeflerinden biri, turizm hizmetlerini geliştirmek ve bu sektörden gelecek ekonomik katkıyı artırmaktı. Ancak, yeniden işlevlendirme sürecinin turistlerin beğenilerine odaklı gerçekleştirilmesi durumu, bu projelerin, Bandabulya örneğinde olduğu gibi, hedeflenen sonuçlara ulaşmasında bir tehdit unsurudur. Bu beğeni ve talepler genelde dinlenme, eğlence, yemeiçme, alış-veriş gibi turistlerin yapıları ziyeret etme sürecinde vakit geçirip, ihtiyaçlarını karşılayacakları aktiviteler olarak algılanmaktadır. Oysa ki, turistlerin tarihi yapıları sadece somut bir kültür mirası örneği olarak ziyaret etmenin ötesinde, bu yerleri hissetmek, yaşayan mekanlarda kültürün diğer öğelerini de deneyimlemek gibi beklentileri olduğunu yeniden işlevlendirilen tarihi yapıların neden kullanılmadığını sorgulayan araştırmalardan anlıyoruz. Özellikle son on yılda turizmin çeşitliliği ve turistlerin davranış biçimleri üzerine yapılan araştırmalar “kültür turizmi”nin genel turzim anlayışından oldukça farklılaştığını göstermektedir. Turizmin öznesi olan turistler de bu bağlamda ayrışmaktadır. Kültür turizmi amaçlı seyehat eden turistlerin beklentileri diğer turistlerden farklı olarak geçmiş ve güncel kültüre ait tüm değerleri deneyimlemek üzerine kuruludur. Y e n i İ ş l e v süreci üzerine birkaç sonsöz + Kültürlerin günümüzde bile sürekli bir değişim yaşadığını veya zamanla farklı kültürlerin öncekilerin yerini aldığını düşünürsek, ziyaret edilen yerlerde sadece geçmiş değil bugünün de varlığı hissedilmelidir. Bu nedenle, tarihi yapılara, kültür turizmine yönelik olsun ya da olmasın, yeni işlev önerilirken bulundukları CMYK güncel bağlamı yaratan tüm unsurlar, günün koşulları ve geleceğin olası değişimleri gözetilerek değerlendirilmelidir. Bu işlevlerin uygunluğu ve sürdürülebilirliği, koruma ve çağdaş kullanım arasındaki dengenin sağlanmasıyla, dolayısıyla yapıların bugünkü sahipleri olan yerel halkla da doğrudan ilişkilenmektedir. Yeniden kullanım projelerinde bu denge, tarihi yapının değerlerinin doğru saptanması, kültür mirası bilincin gelişmesi yolunda bilgilendirme ve eğitim, tarihi yapı, turistler ve yerel halk arasındaki sosyal ilişkiler ağının çözümlenmesiyle sağlanacaktır. Hülya Yüceer + HAVADİS GAZETESİ EKİ / 05 EYLÜL 2010. SAYI 14. 2010. KONUT VE YAŞAM Doğu Akdeniz Üniversitesi SAYFA 05 Hera-C konuk yazar:: Leyla Çınar “Uluslararası Kariyer İçin” hera-c@emu.edu.tr- leyla.cinar@emu.edu.tr BİR VARMIŞ, BİR YOKMUŞ…. BİR KERPİÇ ESKİ EVLE, BİR DE YENİ BETOARME EV VARMIŞ İç mimar Leyla çınar, masalsı bir anlatımla kendi yaşam öyküsüden bir kesitini sunuyor bize. Bir ailenin ve bir kerpiç evin öyküsü bu. Anı ve nostaljiyle dolu. Türkan Ulusu Uraz Bir varmış, bir yokmuş diye başlayan bütün masalların her zaman bir kahramanı vardır. Bu kahraman bazı zaman güçlü, zayıfın yanında; bazı zaman da güçsüz, ne yapacağını bilmeden çıkmıştır insanların karşısına. Biz biliriz ki bütün masal kahramanları her masalın sonunda zafer kazanır; fakat benim kahramanım zafer kazanacak mı bilmiyorum? Kim mi benim kahramanım? Eski köy evim. Onun hikayesi daha eskiye dayanmasına rağmen ailemin hikayesi onunla başlar. Yıl 1975, aylardan Kasım. Annem ve babam; soğuk bir kış ayı Karadenizin yeşilinden kopup sekiz çocuklu bir aile olarak, o günkü adıyla Kıbrıs Türk Federe Devletine gelmiş. Diğer aileler gibi biz de, Doğu Akdeniz Üniversitesi’nin bugünkü rektörlük binasında birkaç gün misafir edilmişiz. Sonraları bir köy gösterilmiş bize ve o köye doğru yola çıkmışız. Köy, hemen yanı başındaki beyaz alçı taşı çıkarılan ‘Alçı Tepesi’nden almış adını: Akova. Ailem yaşanacak bir ev bir yuva için önce köyü güzelce dolaşıp, gezmişler. Betonarme iskelet sistemi yapılardan ziyade, taş ve kerpiç malzemeyle yapılan yığma köy evleri ile karşılaşmışlar. O yıllarda bu tür evler, köylerdeki yapıların önemli bir bölümünü oluşturuyormuş. Yeni bir yuva için dolaşıp, incelenen birçok ev arasından biri kucak açmış aileme. Savaş sonrası, sessizliğin gezdiği köyde sevinçle yerleşmiş ailem iki katlı kerpiç köy evine “İki katlı..., hem de geniş odaları var, içeri girer girmez bir hol, aynı zamanda odalara geçiş yeri, sıcacık, içinden üst kata çıkan merdiven, yüksek duvarlarla çevrili geniş bir avlusu, avluyu kaplayan iki üzüm asması, avlu içerisinde asker gibi sıralanmış banyo, tuvalet, kiler, mutfak olan odalar ve ekmek yapılabilecek iki taş fırın. Kocaman bir bahçe, bir su kuyusu... daha ne olsun” demişler ve eşyası az boş yeri çok bu eve yerleşmişiz. Onunla birlikte çocukluğumu özlüyorum; annemi, babamı özlüyorum, avlumuzdaki çocuk seslerini, insan seslerini, kalabalığı özlüyorum. İkisi de iki katlı, birine eski, birine yeni diyorum ama hep eskiyi özlüyorum. Oysaki insanoğlu hep değişime ayak uydurmak gibi bir hevesle yeniyi tercih eder sanki çoğu zaman. Ama eski dediğim evim her şeyden önce kendini bana sanki canlı bir varlık olarak benimsetmiş. O kadar anaçtı ki kışın sıcacık tutuyordu, yazın hiç bunaltmıyor, serin tutuyordu bizi. Çıkardık dışarı, iki tarafı göz hizasında olan kerpiç duvarla kapalı geniş avlumuza. Ben, kardeşim ve ablamla oyun oynarken, annem avluda eve dair günlük ev işleriyle uğraşırdı. O yıl nohut mu ekmiştik, annem kışlık yiyecek nohutlarımızı süzgeçten geçirirdi, bazı günler taş fırında köy ekmeği yapardı, çamaşırlarımızı yıkardı kazanlarla su kaynatarak... Bazen bahçesini beller, çapalar ekerdi. Babam ise çiftçilik yapardı. Babamla birlikte ben de ara ara giderdim avlu içerisinde olan ağılımıza. Su verip yemlerdik küçük baş hayvanlarımızı. Yaz aylarında, geceleri avluda bekleyen demir karyolanın üzerine atardık yataklarımızı. Karyolanın yetmediği yerde sıralardık hasır sandalyelerimizi yan yana, karşı karşıya ve atardık sandalyeler üstüne bir ince yorgan, uzanırdık üstüne gökyüzünün altında. Öyle hemencecik uyumazdık, annem masal anlatırdı bize. Sonra yıldızları sayardık, kayan bir yıldız görünce bir dilek tutardık. Zaman zaman güvenli bir kucak, zaman zaman da macera yaşatıyordu bize. Hem hücremiz, hem dünyamız olmuştu. “Benim evim,” der Georges Spyridaki, “ışık geçirir, ama camdan değil. Yapısında gaza benzer bir şey olmalı. Duvarları benim isteğime göre yoğunlaşır ya da seyrekleşir. Bazen bu duvarları bedenime yapıştırırım, bir zırh gibi...Bazen de bırakırım kendimi mekanları içinde, sonsuz genişleme özelliğine sahip o mekanda yayılır”. Gözümü açtığım, yaşadığım, yuva diye benimsediğim bu eve kahramanım diyorum şimdi. Çünkü benim ve ailem için çok kahramanlık yapmış. Dile kolay on kişiyi kucaklayıp sardı sarmaladı, kim bilir daha önce kimleri? Zamanla kucakladığı kişilerin küçükleri büyümüş, büyükleri de gitmiş oldu. Büyüyen herkes kendisine yeni bir yer ararken o mahsunlaşmış bizi izliyordu. Sonunda onu ne kadar benimsediğimizi, ve onu terketmenin imkansız olduğunu anladık. Yakınına yeni bir betonarme ev yaptık. Yeni moda adıyla villa. Şu an benim yaşamımın çoğu bu yeni evde geçiyor ama eski köy evimi de yalnız bırakamıyorum. O da zaten biliyor bunu, ve bekler beni. Ailemizin eşyaları hala orada, orası bizim baba ocağımız. Geçen zamanı göz önüne alırsak eski evimizin zamana karşı direndiğini ve dimdik ayakta durmak için hâlâ mücadele ettiğini görürüm. Evveliyatını kesin olarak bilmemekle birlikte benzer yapılara düşülen tarihlerden yola çıkarak 19501960 yılları arasında yapılmış olabileceği tahmin ediliyor. Bu duruma göre en az 60 yıldır ayakta; nefes alıyor ve bize nefes aldırıyor. İnsanın içine işleyen yaşanmışlığı ve mekanın ruhu, bizi ama en çok da beni hep geri çağırıyor. Şimdi eskisi ve yenisi arasındaki farkı çok daha iyi görüyorum. Yaşanmışlık elbetteki bizi, o sevdiklerimizle geçirdiğimiz anı yüklü mekanlara ve geçmişe götürüyor. Bu biraz da bizlerin duygusallığı; ama iki ev arasında daha dikkatli bakıldığında, herkesin de algılayabileceği, o kadar belirgin farklar var ki, karşılaştırılırsa benim eski evim kazanır: Kesin. O, fırtınalara karşı da çok zafer kazandı; penceresinden güvercinler uçururduk gökyüzüne, yaşamla öylesine uyumluydu ki; şimdi o halini daha da özlüyorum. Evet Spyridaki’nin evi; benim kerpiç evim gibi soluk alıyor. Bir zırhlı giysi gibi hâlâ bedeni sarıyor. Ayrıca sonsuza kadar da Kerpiç evin ön görünüşü Kerpiç evin iç mekan merdiveni + CMYK genişleyip büyüyebiliyor. Yeni evde, kerpiç evimde olduğu gibi tek bir mekandan dağılım yok, koridorla bir mekandan diğer mekanlara geçiyorum. Kerpiç ev, yeni eve oranla daha nazlı, tavan ahşap mertek ve kamışlarla örtülü olduğu için sürekli temizlik ve bakım istiyor. Eski evim yeniye göre belki gösterişsiz, dayanıklı olduğu izlenimini de vermiyor ama kocaman bir yüreği var. Kışın bedenimi sımsıkı saran, yazın ruhuma serinlikler katan kerpiç yuvam özellikle son aylarda 500C ulaşan sıcaklığa karşı çok dirençli ve çok serin bir iç mekana sahip. Oysaki yeni evde sabaha karşı güneşin sıcaklığını yüzümde hissediyorum, perde mi açık kalmış derken güneşin gizlice içeri girdiğini görüyorum. Gün boyu sıcaklığı iliklerine kadar çekiyor akşam olunca da evin içine kusuyor ve evin içi fırına dönüyor. Kerpiç evimizin bahçe duvarları bizi sokakla olduğu gibi, komşu evlerle de ayırıyor, mahremiyeti sağlıyor; fakat yeni evimde fazla yüksek olmayan bahçe duvarları üstündeki parmaklık sadece fiziksel bir eşik, görsel mahremiyet yaratmıyor. Ayrıca kerpiç evin planının tekrar eden modüllerden oluşması, ihtiyaç doğduğunda uygun eklemeler yapılmasına fırsat veriyor, ama yenisi bitmiş ve tamamlanmış sanki, eklemeye müsait değil, yapılsa sırıtır. Yeni, yenilik ve moda bütün yaşamımıza hükmediyor. Yeni bir şeye yönelirken , eskiden kopuveriyoruz hemen. Ben de böyle bir niyetle yeni ev edindim, ama eski ve yeni arasındaki farkı eş zamanlı kullanımlarda yaşayarak gördüm ve şimdi kendime soruyorum: Böylesi sağlıklı kerpiç bir evde yaşama imkanı bulabilecek miyiz bir daha? Kerpicin insana, aileye dolayısıyla topluma ne kattğını bilebilecek miyim? Koşullar ve fırsatlar çerçevesinde kerpiçten yapılanın en sağlıklı ve en kullanışlı olduğu bir gerçek Bunu unutmamalı ve bu malzemeyle modern yaşama uyarlanabilecek yaşam çevrelerini gerçekleştirebilmeliyiz. Yapmalıyız ve masal kahramanlarımızı yaşatmalıyız ki, masalımız hiç unutulmasın. Leyla Çınar Yeni evin ön görünüşü + HAVADİS GAZETESİ EKİ / 05 EYLÜL 2010. SAYI 14. 2010. 06 GELENEKTEN EVRENSELE MİMARİ Kağan GünÇe konuk yazar: Kağan Güner Doğu Akdeniz Üniversitesi SAYFA “Uluslararası Kariyer İçin” kagan.gunce@emu.edu.tr- kagan.guner@emu.edu.tr GELENEK İLE MODERN ARASINDAKİ MİMARLIK AŞKINA BİR ÖRNEK: BRUNO TAUT ‘Gelenekten Evrensele Mimari’ isimli sayfanın bu sayısında değerli sanatçı, akademisyen arkadaşım ve adaşım Kağan Güner’i misafir ediyorum. Gelenekselle modern mimari arasındaki ilişkileri Bruno Taut örneklemeleri ile, “Gelenek ile Modern Arasındaki Mimarlık Aşkına Bir Örnek: Bruno Taut” başlıklı yazısında Kağan Bey’in kaleminden okumaya çalışacağız. Kağan Günçe ‘Geleneksel’ ve ‘Modern’ kavramları arasındaki diyalektik (zıtların birliği anlamında) ilişki; aslında doğanın dengesindeki ‘Ying ve Yang’; erkek ve kadın birlikteliği gibidir. Bu ilişkiyi anlatabilmek için dilerseniz kavramlar üzerinde bir gezinti yapalım: BİR MODERNİST: BRUNO TAUT Geleneksel olmadan; moderni düşünemeyiz. Bunu en iyi anlatan Bauhaus’un kurucularından ve 30’lu yıllarda Türkiye’ye gelerek İstanbul Güzel Sanatlar Akademisi’nin bugünkü Mimarlık eğitiminin temellerini atan, Bruno Taut’dur. Taut; Akademi’de verdiği derslerde,öğrencilerine modern mimariyi tarif ederken şöyle bir tanımlama yapar: “Her iyi mimari gelenekseldir. Ama her modern mimari iyi olmak zorundadır” Taut modern mimar için de; “ Modern mimar ilginç olmak zorunda değil. İyi olmak zorundadır.” der. Taut,Türkiye’ye geldikten kısa bir süre sonra derslerini Türkçe vermeye başlar ve bugün kullandığımız Türkçe Mimarlık literatürünü de ilk kaleme alan Taut olmuştur. Taut’un mimarlık dilinde sık sık kullandığı “iyi” kavramı ise işlevsel estetiğin kendisi ve insanın ihtiyaçlarını karşılamak için; modern tasarımın ilkesi olan “İşlev formu belirler.” anlayışıdır. MODERN, ÇAĞDAŞ VE MODERNİST ARASINDAKİ FARKLAR Bauhaus okulu kurulurken ve ‘Tüm sanatları mimarlık şemsiyesi altında’ toplarken; Mimarlık kendi tarihiyle kopuşu ve yeni bir başlangıç sayfasını açan bir meslek olarak şekillendi. Neydi bu yeni sayfa; Bauhaus’un kurucularından Walter Gropius 1919 yılında Bauhaus’un gelişini haber veren bildirinin ilk cümlesini okurken “Bugün bir mimarlıktan ve mimarlardan söz edebilir miyiz?” sorusunu soruyor; “Hayır!” diye yanıtlıyor ve devam ediyordu, “Kahrolsun Mimarlar!Mimarlık, sanat ve zanaatler arasındaki kibir duvarlarını kaldırmalıyız.” Mimarlık, 20inci yüzyıla kadar gelen ‘aristokrat’ kimliğini reddederek; özel bir kast haline gelmeyi reddederek ve halkın ihtiyaçlarına yönelmeyi tercih ederek, halkın arasına karışarak ‘Modernist’ oldu. Bu siyasi bir tavırdı. Yenilgiye uğrayan Alman İşçi Devrimi’nin başında mimarlar olması bu yüzdendi. Mimarın modernist duruşu; onu zanaatlerle buluşturdu. Endüstri ürünleri tasarımının da, iç mimarlığın da,geleneksel olarak mimarlığın şemsiyesi altında doğması bu yüzden gerçekleşti. Böyle bir girişi yapma ihtiyacı duymamızın nedeni; genellikle ‘geleneksel’ ile ‘modern’ arasındaki ilişkinin birbirlerine zıt kavramlar olduğu yönündeki genel kanıdır. Halbuki; modernizm gelenekselin ve ulusalın analizinden çıkması gereken bir sentezdir. (Bu tanım da Bruno Taut’a aittir.) Bu noktada ‘modern’in ne olduğunu kısaca tartışalım. Modern mimari; çağın gereklerine uygun mimaridir. Fakat hemen anlaşılacağı üzere ‘çağdaş’ ve ‘modern’ tanımları farklı kavramlarıdır. Şöyle açalım; her modern mimari çağdaştır fakat her çağdaş mimari modern değildir. Neden? Çünkü modern kelimesi, bir çağın betimlemesidir.Bu yüzden ‘modern çağ’ ya da ‘modern zamanlar’ tanımlarını kullanırız. Modern ;yaşanan zamanı tanımlar. Modernizm ise bu zamana karşı yapılan siyasi bir müdaheledir ve modern çağdaki siyasal-estetik duruşu tanımlar. Modernist; modern çağa uygun estetik ve siyasal tanımı yapar. Modernist bu anlamda siyasi bir olgudur. Modernist’in siyasi olgusu ise bizi mimarlık ile bağlantılı olarak 20inci yüzyıl tarihini kavramamıza olanak sağlar. 20inci yüzyıl başınadan başlayarak, halen daha felsefenin mimarlar tarafından belirlenmesi bir rastlantı değildir. Modernizm de; postmodernizim de; dekonstrüktüvizm de; ve günümüzde modernizmin yeniden kavranması da; ki buna neo-modernizm de diyebiliriz; mimarların öncülüğünde sürdürülmektedir. Bunun gelenek ve modern konu başlığımızda çok heyecanlı anlamları mevcuttur. MİMARLIK İNSANIN İHTİYAÇLARINA YÖNELDİ Zanaatlerle buluşan mimarlık; modern ile geleneğin arasındaki sentezi de buradan yarattı. Kullanıcıyı kendi çevresi içinde analiz etti. Konut ihtiyacını; 20inci yüzyılın ortaya çıkardığı yeni kullanıcı profili üzerinden gerçekleştirdi. Bu yeni kullanıcı profilinde ön planda olan ise kadınlar ve çocuklardı. Sovyetler Birliği ve Almanya’da; mimarlık tarihinde ilk defa mimarlar; çocuklar, kadınlar ve işçiler için mimarlık yapmaya başladılar. Bu modern insanlık tarihinin en heyecanlı dönüm noktalarından biridir. O zamana kadar, saraylar, köşkler, kraliyet meydanları ile meşgul olan mimarlar ilk defa; toplumun emekçileri, kadınları ve çocukları için proje üretmeye başladılar. Kreş binaları, toplu konutlar, fabrikaların işçilerin ihtiyaçları için projelendirilmesi gibi projelerde; bir büyük devrim daha gerçekleşti. İç mimarlık kendi başına bir disiplin olarak şekillendi. Bir çocuğun, ya da kadının iç mekanı nasıl kullandığı yine ilk defa bilimsel analizlerden geçmeye başladı. MODERN MİMARLIĞIN DOĞUMU VE BAUHAUS BİLDİRİSİ 20inci yüzyılın başında Almanya’daki MOERNİZMİN DOĞU’YA YOLCULUĞU Bruno Taut Evi + Görüleceği üzere; mimarlar bu pratiğin içinde yoğrulurlarken; ‘insan’ ve ‘insanın ihtiyaçları’ temelli hümanizmayı , siyasi felsefenin konusu yaptılar. Geleneksel’in ve ulusal’ın analizi de tam bu noktada devreye girdi. O güne kadar, ustalar ve marangozlarla yapılmış olan yerel konut, yerel inşaat malzemeleri, iç mekan çözümleri ilk defa modernist mimarların incelemesi içine girdi. Bunu yaparken de gözünü ve ilgisini Doğu’ya dikti. Bunun siyasi bir nedeni vardı: Avrupa’da modernist kalkışma Alman Devrimi’nin yenilgisinin ardından ezilmiş ve tüm Avrupa’da Hitler, Mussolini, Franko, Salazar ile birlikte Fransa’da Vichy Hükümetiyle faşizm iktidara yerleşmişti. Avrupa’da yenilen modernizm; siyasi CMYK devrimlerle birlikte Doğu’ya yolculuğa çıktı. Neydi bu devrimler? 20inci yüzyıl 1905 Rus Devrimi, 1908 Türk Devrimi, 1909 İran Devrimi, 1911 Çin Devrimi ile başladı. Bu Devrimler Rusya’da 1917, Türkiye’de 1920, Çin’de 1949 yıllarında tamamlanırken; Modernizm artık Batı’da değil ama Doğu’daydı. Bu yüzden Modernist mimarlık; Batı’ya 2nci Dünya Savaşı’ndan sonra girerken önce Rusya, Japonya, İran, Türkiye ve Hindistan’a girdi. Modernizm’in enternasyonal karakteri ise dünyanın Doğu coğrafyalarındaki ‘geleneği’ değil ama ‘gelenekselleri’ araştırmaya da böyle çıktı. Sonuçta modernizm değil; ulusal şekillenmelerdeki modernizmler ortaya çıktı. (Halen daha Batı dünyasının en büyük siyasi sıkıntısı ve telaffuz edemediği gerçek de bu oldu. Bu yüzden modernizmi bugün bile Batı kimliği içinde tarif etmeye çalışıyorlar.) Yine Bruno Taut’dan örnek verelim: Bruno Taut ,1936 yılında Türkiye’ye gelmeden önce Japonya’ya gitmişti. Japonya’da geleneksel Shirakawa evleri ile Avrupa Gotiği arasındaki benzerlikleri incelemeye başladı. Türkiye’ye geldiğinde Mimar Sinan ve geleneksel Türk evleri üzerine yoğunlaştı. Bruno Taut ve Bauhaus ‘çular için enternasyonallik; ‘sosyal, politik duruşun sanatsala uyarlanması’ydı. Bu özellik ise Modernist sanatın tüm disiplinlerinde görülebilir. Bütün örneklerde ortak tek bir nokta vardır. Modernist sanatçı, mimar; ayağını kendi toprağına basar; dünyaya bakışı enternasyonalisttir. BRUNO TAUT’UN İSTANBUL’DAKİ EVİ VE VASİYETİ Tüm bu yazdıklarımıza bir örnek isterseniz; size İstanbul’a gittiğinizde Bruno Taut’un evine bakmanızı öneririm. Birinci Boğaz Köprüsü’nden Kadıköy yakasından karşı tarafa geçerken; köprünün Ortaköy ayağının yanında ağaçların arasında kırmızı bir ev göreceksiniz. Taut bu evi kendisi için yapmış ve gururla da; evi yaparken tek bir ağaç kesmediğini, hayvan gibi istinat duvarları çıkmadığını söylemiştir. Ev; Japon Shirakawa evleri ile geleneksel Türk konutunun mükemmel bir sentezidir. Bu sentezi Taut; Boğaz’ın silüetinin içine adeta dantel gibi işlemiştir. Boğazı katleden çirkin yapılaşma ile Taut evini karşılaştırınca; insanın sadece ‘Yaşasın Modernizm’ diyesi geliyor. Bruno Taut’a ne oldu? diye soracaksınız Taut enternasyonal bir modernist olarak; kendisine yaptığı bu evde vefat etmeden önce; Atatürk’ün Dolmabahçe’deki katafalk tasarımını yaptı. Kendisine teklif edilen 1000TL’yı ise kibarca redderek; “Bana Atatürk için bir hizmet yaptığımı dile getiren bir mektup verin. Bu mektubu çocuklarıma bırakmak isterim.” der. Vasiyeti üzerine aşık olduğu İstanbul’a gömülür. Mektup; çocuklarına verilir. Kağan Güner + HAVADİS GAZETESİ EKİ / 05 EYLÜL 2010. SAYI 14. 2010. DOSYA Doğu Akdeniz Üniversitesi SAYFA 07 Naciye Doratlı-Uğur Dağlı- Özlem Olgaç Türker “Uluslararası Kariyer İçin” naciye.doratli@emu.edu.tr-ugur.dagli@emu.edu.tr- ozlem.olgac@emu.edu.tr DOSYA VII: TURiZM – ÇEVRE – OTELLER - KÜLTÜR MiRASI MekanPerest’in bu sayısındaki Dosya’mızda, ülkemizin lokomotif sektörlerinden biri olan turizm konusunu mercek altına alıyoruz. Turizm konusu birçok açıdan çok önemli. İlk olarak, kaynakları çok kısıtlı olan bir ada ülkesi olmamız nedeni ile ülkemiz için çok önemli. Yükseköğretim sektörü ile birlikte ülkemizin lokomotif sektörü olduğunu kabul ettiğimiz için ekonomik açıdan, sosyal ve kültürel açıdan ve çevre ile ilişkisi açısından çok önemli. Bu kadar önemli ve çok boyutlu bir konuyu biz, çevre, otel tasarımı ve turizm- kültür mirası etkileşimi boyutuna biraz dokunmakla yetiniyoruz. Naciye Doratlı, Uğur Dağlı, Özlem Olgaç Türker Küçük Ülkelerin Lokomotif Sektörü: Turizm Naciye Doratlı Dünya Turizm Örgütü’nün ‘Turizmin 2020 Vizyonu’ isimli raporunda 1995 yılında 564.000 olan turist hareketinin 2020’de 1.602.000 milyona ulaşacağı, turizm hareketinde Doğu Akdeniz (Türkiye, Kıbrıs, İsrail) ülkelerinin doğal ve kültürel zenginliklerine bağlı olarak dünya turizmindeki paylarının artacağı ifade edilmektedir. Bunun yanında yapılan birçok araştırmada elde edilen bulgular, turizmin özellikle küçük ülkelerin, dolayısıyla adaların uzun dönemli büyümesine olumlu etki yapmakta olduğunu göstermektedir. (Hazari ve Ng, 1993). Ekonomik açıdan öneminin yanı sıra turizm, bir çeşit tüketim endüstrisi olmakla birlikte, çevre ile en barışık endüstrilerden biri olarak doğru yönetilirse, doğal çevre ile kültürel mirasın korunması ve geliştirilmesi açısından iyi bir araç olarak nitelendirilmektedir. Ancak, yirminci yüzyılın son çeyreğinden itibaren dünyanın karşı karşıya bulunduğu ekonomik, sosyal, politik ve teknolojik gelişme ve değişime paralel olarak turizm sektörü ve turizm tüketim modelleri de büyük bir değişim sürecine girmiş olup, 1970’li yıllarda kitle turizminin turizm alanları üzerindeki olumsuz etkileri yoğun bir biçimde tartışılmaya başlanmıştır. Turizmin, çevreye getirdiği yük, yerel ekonomilere yaptığı katkı kadar, getirdiği maliyet, sosyal bozulma gibi konular üzerinde durulmuştur. Bu tartışmalar sonucunda ‘sürdürülebilir turizm’, ‘eko turizm’, kırsal turizm’ gibi sosyal ve çevre duyarlı kavramlar öne çıkmaya başlamıştır. Kitle turizmine alternatif olarak önerilen bu özel turizm kavramlarının en önemli özelliği, çevreyi, toplum yaşamını bozmadan, tarihi, doğal ve kültürel varlıklara zarar vermeden, bölge ekonomisine ve sosyal hayata olumlu katkı sağlamalarıdır. Uluslararası düzeyde bütün turistik destinasyonlarda giderek daha fazla gündeme gelen ve kabul edilen sürdürülebilir turizm yaklaşımları (UN, 1999) doğal kaynaklar ile turizm arasında kurulan ortak yaşamsal bir ilişki biçiminde kabul edilmektedir (Sharpley ve Sharpley, 1997, pp. 231232).* Dünya turizm sektöründe bu değişim ve gelişim süreci yaşanırken, Kuzey Kıbrıs’ta henüz bu alanla ilgili sağlam bir vizyon olduğunu söylemek zor. Tüm paydaşların söz sahibi olduğu bir örgütlenme biçimi benimsenmediği gibi, sektörün büyük patronu sayılabilecek Turizm Bakanlığı, sürekli olarak Bakan’ın değiştirildiği, koalisyon hükümeti kurulması durumunda da küçük ortağa verilen bir bakanlık olmuş çoğu zaman. Doğal Çevreyi Bekleyen Tehlikeler Ama her şeye rağmen, her ne kadar da politik belirsizlik ve ambargolar nedeni ile de ülkemizdeki turizm faaliyetleri arzu edilen düzeye ulaşamamış olsa bile, kaynakları çok kısıtlı olan ülkemizin ekonomideki ‘lokomotif’ sektörünün turizm olduğunu söylemek yanlış olmasa gerek. En azından böyle olduğu, olması gerektiği konusunda toplum düzeyinde bir görüş birliği var. Kendi kendime sorular soruyorum hep. ‘Acaba ambargolar olmasaydı, Güney Kıbrıs’a gelen turist veya fazlası Kuzey Kıbrıs’a da geliyor olsaydı, biz gerek alt yapımız gerekse turizm sektörünün gerek duyduğu diğer servisler açısından yeterli olabilir miydik?’. İkinci Soru: ‘Turizm faaliyetlerinin doruk noktasında olması durumunda, doğal, sosyal ve kültürel değerlerimizin durumu ne olurdu?’ Plansız yapılaşma doğal çevre değerlerinin tahribatına neden olan en önemli etkenlerden biridir. Turizm amaçlı veya konut sektöründe olsun, yoğun, düzensiz veya dağınık yapılaşma, verimli tarım alanlarının, orman alanlarının, bakir koyların, kıyı şeritlerinin tahrip edilmesine neden olacaktır. Marinalar, diğer tatil kompleksleri de doğal zenginlikleri tehlikeye sokabilir. Kuzey Kıbrıs’ta durumun benzer bir görünümde olduğunu söylemek herhalde yanlış olmaz. Çünkü 1989 yılından beri hazırlanması öngörülen Ülkesel Fizik Plan hala yapılamamıştır. Geçtiğimiz günlerde basında, yıllardır sözü edilen ve bir türlü tamamlanamamış olan Turizm Master Planı’nın nihayet hayata geçirileceği yönünde haberler yer almıştır. Kapsam ve içeriği konusunda henüz bir bilgi olmadığı için, çevreye ilişkin olarak ne denli olumlu bir etki yapabileceği konusunda yorum yapmak şu an için mümkün değildir. Bu sorulara kestirmeden olumsuz bir cevap olarak ‘Hayır! Kötü olurdu!’ demek mümkün, ama konuyu enine boyuna irdelemek neredeyse kitap yazmakla eş anlamlı. Bu nedenle ben burada sadece turizm – çevre ilişkisine yoğunlaşıp ve gerekli duyarlılık gösterilmemesi ve iyi yönetilmemesi durumunda olası sonuçları üzerinde durmakla yetineceğim. Plansız yapılaşmanın neden olabileceği doğal çevre tahribatı yanında, kanalizasyon ve arıtma tesislerinin eksikliği/yetersizliği, yeraltı su kaynaklarının ve denizin kirletilmesine neden olmaktadır. Turizm ve Çevre Hiç kuşkusuz turizm ve çevre arasında ortak yaşamsal (symbiotic) bir ilişki vardır. Çevre, turizm için en temel kaynaksa, turizmin öncü sektör olduğu bir ülkede, çevreye olumlu ya da olumsuz en büyük etkiyi turizm yapacaktır. Turizm bölgesindeki gelişmenin gelecekte de sürmesi ve çevre bilinci yüksek turist kitlesi için çekiciliğinin uzun dönemde devamı, söz konusu kitlenin motivasyonlarını arttıran çevresel ve doğal değerlerin korunmasına bağlı görünmektedir. Kısa günün karı mantığı ile yatırımları yönlendiren, kaynakların doğru ve rasyonel bir biçimde kullanılmasına kılavuzluk eden bir plan olmadan turizme yönelik olarak yapılacak yatırımlar, 1970’li yıllarda İspanya’nın Balear adalarından İbiza ve Mallorca’da olduğu gibi çevre değerlerinde tahribata yol açıp, ülkenin/bölgenin bir turizm çekim noktası olarak cazibesinin azalmasına neden olabilir. Hataların tamir edilmesinin bedeli ağır olabilir. Unutulmamalıdır ki turizm, çevreye biraz dokunduğunuz zaman intikam alan belki de tek sektördür. Bu nedenle gerek doğal gerekse yapılaşmış çevrenin üzerindeki olumsuz baskıların en aza indirgenmesi yaşamsal önem taşır. Yapılaşmış Çevre ile İlgili Sorunlar Turizm hareketinde tatil için gidilecek yerin belirlenmesinde, sadece doğal zenginlikler değil, kültür varlıkları, özgün yerel mimari ve peyzaj da önemli bir rol oynar. Genelde küreselleşme, özelde de turizm faaliyetleri nedeni ile tüm Akdeniz ülkelerinde olduğu gibi ülkemizde de yapılaşmış çevre bağlamındaki özgün değerlerimiz giderek yok olmaktadır. Giderek yok olmanın yanı sıra, belki de daha önemlisi, her yer ‘aynılaşıyor’. Kıyılar aynılaşıyor, dağ tepe aynılaşıyor. Akdeniz’i çevreleyen ülkelerde, içindeki adalarda, her yerde, turistik tesisler, yazlık siteler birbiriyle benzeşiyor. Yerel mimarinin göz ardı edilmesi, yoğunluk ve benzer mimari biçimlenişler, kıyı mekânı ve ormanlık alanlar üzerinde görsel kirlilik oluşturmaya başlıyor. + Özellikle kitle turizmi, yer aldığı yapılaşmış çevre üzerinde öncelikle arazi kullanımlarının değişimine neden oluyor. Korunması gerekli özgün kentsel alanlar yeni devasa konaklama yapılarıyla tahribata uğruyor, kentsel imaj değişiyor. Dikkat çekmeye çalıştığım tüm bu sorunlar, turizm faaliyetlerin ülkeye yapacağı ekonomik katkı nedeni ile önemsiz gibi algılanabilir. Ancak unutmamak gerekir CMYK ki turistler için gitmeyi tercih ettikleri yerin özgün yapısı da çok önemli. Bu nedenle üzerinde titizlikle durmak gerekiyor. Yukarıda sözünü ettiğim nedenlerle, turizm faaliyetleri doruk noktada olmamasına rağmen doğal ve yapılaşmış çevrede oluşan tahribatı göz önünde bulundurarak Kuzey Kıbrıs’ta çok daha duyarlı olmak zorundayız. Olumsuz Etkiler Nasıl Önlenebilir? Ekonomik, sosyal, kültürel ve çevre değerleri açısından doğru ve sağlıklı sonuçlar elde edilebilmesi için ilk ve en önemli şart, turizm faaliyetinin doğru yönetilmesidir. Bunun da sadece hükümet içinde küçük ve gereken önemin verilmediği bir Bakanlık tarafından gerçekleştirilebilmesi mümkün değildir. Güçlü ve sağlam bir yönetsel, idari, yasal, mali çerçeve oluşturularak, geriye dönüşü olmayan veya ağır bedeller ödenerek düzeltilmesi gereken durumların ortaya çıkmasını engelleyebilmek için katılımcı bir yapılanma ile turizm alanında faaliyet gösteren tüm paydaşlardan oluşacak bir ‘Turizm Örgütü’ oluşturulmalıdır. İyi bir yönetim ve katılımcı bir örgütlenme kadar, toplum bilinç ve duyarlılığının artırılması da büyük bir önem taşımaktadır. Bilinç sahibi ve duyarlı olunmasının yolu ise küçük yaşlarda eğitilmekten geçer. Her konuda olduğu gibi bu konuda da eğitim çok önemli. Böyle olmasa gelişmiş ülkelerde çocuklar rutin eğitim programı dışında düzenlenen birçok etkinlikle eğitilmeye çalışılır mıydı? Bu noktadan hareketle, turizm alanında başarı sağlayabilmek için hem tüm kesimlerin katılımının sağlanacağı bir bakış açısı, plan, program, hem de bilinçli bir toplum için küçük yaştan eğitime önem vermek gerekli. * Bu bölüm tümüyle MEKB-06-12 DİP KARPAZ KÖYÜNÜ CANLANDIRMA PROJESİ RAPORU’ndan alınmıştır. Kaynakça: -Hazari, B.R., Ng, A., (1993) An analysis of tourists’ consumption of non-traded goods and services on the welfare of the domestic consumers. International Review of Economics and Finance, Vol 2, 53–58. -Hoşkara, Ş. (v.d.), (2008) MEKB-06-12 Dip Karpaz Köyünü Canlandırma Projesi Raporu. -Sharpley, R., Sharpley, J. (1997). “Sustainability and the consumption of tourism”, Stabler, M.J. (ed.), Tourism and Sustainability: Principles to Practice, CAB International, Wallingford. -WTO, 1995. “Tourism 2020 Vision”. A new forecast from the WTO. + HAVADİS GAZETESİ EKİ / 05 EYLÜL 2010. SAYI 14. 2010. 08 DOSYA Naciye Doratlı-Uğur Dağlı- Özlem Olgaç Türker Doğu Akdeniz Üniversitesi SAYFA “Uluslararası Kariyer İçin” naciye.doratli@emu.edu.tr-ugur.dagli@emu.edu.tr- ozlem.olgac@emu.edu.tr DOSYA VII: TURiZM – ÇEVRE – OTELLER - KÜLTÜR MiRASI yılından sonra tekdüze bina tiplerine Giriş (tüm detaylardan arınmış genel anlamda Otel Tasarımları Üzerine Bir Değerlendirme Adamızın tarihsel gelişimine baktığımızda, siyasi rejimin sürekli değişimi, otel olarak sade, çevredeki mimari değerlere saygılı ve sade bir cephe düzenine sahiptiler. Bunlar Kıbrıs’ın mimari sürecini yansıtan, yapılaşma kültürünün 40 sene dikdörtgen forumların söz konusu olduğu Istanbul Hilton Otel gibi) tepki olarak Antalya Adem – Eve Oteli işletme kompozisyonunda da farklılıklar göstermekte ve bu da otel mimarisinde yeni yaklaşımların (!) ortaya çıkmasında etkin rol oynamaktadır. Farklılaşan işletme komposizyonu şu anda kentle “Bağlamsız” oteller, imaj oteller ortaya koymakta. Bu yeni yaklaşım ise otel mimarisinin amaca ve adaya uygunluğunu terk etmiş; yerini heyecan arayışlarına(!) bırakmıştır. Kuzey Kıbrıs’ta Otel Tasarımıları; İçindeki Yanlışlar ve Tehlikeler Tüm bina tasarımlarında olduğu gibi otel tasarımlarında da hedef, çevreninin sunduğu olanaklar ile fiziksel gereksinimleri giderebilmek ve bunu nyanında imaj, kimlik, anlam gibi psikolojik temelli gereksinimleri karşılayabilmektir. (1) Ancak Kuzey Kıbrıs’ta son zamanlarda yapılan otel tasarımlarında; imaj, kimlik, anlam oluşturma yanlış bir yönelmeye kaymış; çeşitli stil, biçim ve arayışlar üzerinde yoğunlaşılmış ve tasarımda farklılık yaratma güdüsü ile bir takım ‘trendler’ görülmeye başlanmıştır. Ancak mimari tasarımda sürdürülebilir yaklaşımını içinde taşımayan bu “trendler”, genel mimari tasarım değerlerinin dışında, modası geçmiş yaklaşımları ortaya koymaktadır. Ağır kütleye sahip Colony Otelinin Post-Modernist cephesi ortaya atılmıştı.1980 yıllarına kadar süren bu akımın dünyada çok ilgi görmemesi ve mimarinin içindeki çok boyutluluğu taşımaması ile bundan uzaklaşılmış ve buna karşın dekonstrüktivizm, high-tech, minimalism gibi farklı akımlar gelmeye başlamıştı. önceki durumunu anlatan bir belge niteliğindeydiler. Ve zaman içinde bunlar kent için birer simge haline gelmişlerdi. Bazılarının hala daha fotoğrafları kartpostallarda yer almaktadır. (3) Kısacası bu yapılar 40 sene önce çeşitli biçimlerde kentin ve kentlilerin yaşantısına dahil olmuş ve kalıcı izler bırakmışlardır. Bunların tarihi birer anlamı vardır. Yeni Yapılan Oteller Tarihin neyi yansıttığı ise görecelidir. Mimari anlamda eski - yeni ikilemini ve korumayı İki bilim adamı şöyle açıklamıştı. Madran, “Toplumun önemli bir kesiminde, özellikle yerel yöneticilerde korunacak yapı anlayışı hala anıtsal yapılar (cami, han, hamam, kilise vb.) ve görkemli konutlarla kısıtlıdır” diye vurgularken Kuban ise zamanın, estetik ve kültürel değer saptamak için çok yetersiz bir boyut olduğunu, estetiğin, sadece tarihi yapıların bir özelliği olmadığını, kültürel değerin de, yaygınlaşmak için - özellikle çağımızda - yüzyıllarca beklemediğini belirterek, bir yapının korunmaya değer olup olmadığının belirlenmesi konusunda öncelikle estetik değerin dikkate alınması gerektiğini belirtmişti.(3) Kuzey Kıbrıs’ta Post – Modern otel yaklaşımlarının bir kısmı geleneksel Türk Mimarisine referans verirken çoğunlukla doğu klasik mirasını yansıtmaya çalışmaktadır. (2) Şu anda Rocks Otel, Colony Otel, Savoy Otel, Merit Cyrstal Cove, Merit Lefkoşa, Golden Tulip Lefkoşa gibi birçok otelimizde yansıtılan bu yaklaşım, karmaşık ve ağır kütleleri ile adamızın silüetine olumsuz etki yaratmaktadır.. 1974 öncesi Oteller Kuzey Kıbrıs’ta 1974 yılı sonrasında gerçekleştirilen otel binalarını grupladığımızda karşımıza genel olarak, 2 grup otel tiplemesi (Tematik Oteller ve Post-Modern Oteller) ortaya çıkmaktadır. Yenilerek(!) kullanılması veya Yenilenerek kimlik kaybetmeleri Bir kentte var olan bir yapının ortadan kaldırılması veya kimliğinin değiştirilmesi, kentin genel temasını etkiler. Bu nedenle, eğer bir yapı kentin özgün kimliğine ilişkin önemli bir değer oluşturuyorsa onunla ilgili verilecek kararlar oldukça önemlidir; bu tür kararlar vermeden önce yapının ve çevresinin çok iyi anlaşılması gerekmektedir. (3) Bugün Kuzey Kıbrıs’ta yapılan yeni ve 1974 öncesine ait olan ve yenilenen (!) otellerin birçoğu ağır bir kütle anlayışını ortaya koyan ve geçmişe ait öğelerin bir araya getirilerek gerçekleşmesi ile oluşan Post-Modern Mimari akımı yansıtmaktadır. Post-modern yaklaşım dünyada 1960 Kuzey Kıbrıs’ta 1974 öncesine ait yapılmış ve modern mimari akımın özelliğini taşıyan birçok otel binası, (Salamis Bay Oteli, Park Otel, gibi) yenilenme adı altında yıkımla karşı karşıya kalmıştır. Bu özgün binalar, modern mimarinin Kıbrıs’taki uygulamalarına benzer bir biçimlenme anlayışıyla tasarlanmış; genel 1. Post Modern Oteller aktivitelerin saatini belli bir konuya göre düzenleyen otel tiplerine Tematik Otel denmektedir. Her şey daha önceden geçmişin bir noktasında yazılımış filimin UğurbirDağlı Yeni işletmeci komposizyonu ile bozguna uğrayan mimari estetik değeri olan otel binalarımız aslında kentlerimizin birer sıfatıydılar. Ve tadilat adı altında bu binaların kimliklerine saldırı yapılıp zorla onlara post-modern bir kıyafet giydirmeye çalışmışlar ve hala daha çalışmaktadırlar. Bu da cümledeki sıfatın kaldırılıp zorla başka bir sıfat yerleştirilmesine benzer bir yaklaşımı içinde taşımaktadır. 2. Tematik Oteller Bina ve mekansal tasarımını, görevlilerin tipi ve giyinişini, aktiviteleri ve hatta + CMYK senaryosu içine giydirilmeye çalışılan bir mimari yaklaşım şeklidir. Ancak bu yaklaşım birçok mimar ve bilim adamı tarafından eleştiri konusudur. Özellikle yakınımızdaki Antalya’da gerçekleştirilen bu tip otel mimarisi üzerine birçok yorum yapılmıştır. Mimar Emre Arolat bir konuşmasında, Antalya’nın tematik otellerle sanallaştırıldığını… çevreyle çok fazla bağlantısı olmayan yapılarla Antalya’nın Las Veagaslaştırıldığını vurgulamıştı. Ayrıca, “Topkapı Sarayı, İstanbul, Kremlin, Venedik, Hollanda temasıyla oteller yapılıyor. Bunlar tüketecek bir şeyi olmayan ve bir sanallık üzerinden gelişen Las Vegas’a ait yönelimler… Bu yapıların orijinallerine haksızlık yapılıyor” diyerek özellikle tematik mimarinin Antalya turizmine zarar verdiğini de savunan Arolat “9 yaşındaki Rus Igor Türkiye’ye geldiğinde aklında bir otelin İstanbul ya da Topkapı Sarayı imajı kalıyor. Bu bir mimarlık problemi değil bu bence kültür suçu” (4) diye eleştiriyor. Bunun gibi birçok eleştiriyi içinde barındıran bu yaklaşım aslında kültür suçu ile birlikte mimari tasarımın yaratıcı ve yenilikci tutumuna da darbe vurmakta; “karbon kopya” tasarımı ortaya koymaktadır. Şu anda Tematik Otel yaklaşımının Kıbrıs’taki ilk örneği Bafra’da yer alan Kaya Artemis Oteli ve yapılması planlanan ve bazıları inşaat halinde olan İtalya`daki Colleseum, Babilin Asma Bahçeleri, Nuhun gemisi gibi birçok Tematik Otel, ilk başta heyecan verici olsa da kısa sürede başgösterecek sorunları mevcuttur; turist ayni temaya geri gelmek isteyecek mi? Geldi diyelim, yine de her gelişinde yeni bir şeyler beklemeyecek mi?... + HAVADİS GAZETESİ EKİ / 05 EYLÜL 2010. SAYI 14. 2010. DOSYA Doğu Akdeniz Üniversitesi SAYFA 09 Naciye Doratlı-Uğur Dağlı- Özlem Olgaç Türker “Uluslararası Kariyer İçin” naciye.doratli@emu.edu.tr-ugur.dagli@emu.edu.tr- ozlem.olgac@emu.edu.tr DOSYA VII: TURiZM – ÇEVRE – OTELLER - KÜLTÜR MiRASI beklentinin sürekli değişimine (hatta değişimin turizmin yaşam kaynağı haline dönüştüğü çağımızda) cevap veren kaliteşıklık ve özgünlüğün yer aldığı mekanlar sözkonusudur. Dünyanın birçok yerinde farklılıkları keşfetmek isteyenlere hizmet veren Tasarım Oteller, bulundukları ülkenin - bölgenin kültürel yapısını, coğrafi özelliklerini de bir bakıma yansıtmaktadır. (5) Kısacası yeni yaratıcı tasarımlar içinde yer aldığı bölgenin özellikleri ile bütünleştirilerek anlamlaştırılıyor. Bölge ile bağlamsız değil bölge ile içiçe yenilikci tasarımlar. Renge göre Tasarlanmış Hillside Su Antalya Otelinin gece değişik renkteki ışıkla anlam değiştirine Lobisi ortaya koymaktadır. Şu anda Tematik Otel yaklaşımının Kıbrıs’taki ilk örneği Bafra’da yer alan Kaya Artemis Oteli ve yapılması planlanan ve bazıları inşaat halinde olan İtalya`daki Colleseum, Babilin Asma Bahçeleri, Nuhun gemisi gibi birçok Tematik Otel, ilk başta heyecan verici olsa da kısa sürede başgösterecek sorunları mevcuttur; turist ayni temaya geri gelmek isteyecek mi? Geldi diyelim, yine de her gelişinde yeni bir şeyler beklemeyecek mi?... Adamızda Nasıl Bir Otel Tasarımı Yapılmalıdır? Aslında adamızda ağır kütleli Post-Modern ve karbon kopya Tematik Oteller değil de Tasarım Oteller - tasarlanmış oteller, dizayn oteller- yapılsa dinamik bir tasarım anlayış ile süreklik ortaya çıkacaktır. Tasarım Otel ile Tematik Otel Arasındaki Fark Tematik otel bir kopya iken Turizmin yeni olgunlaşan çocuğu olarak karşımıza çıkan Tasarım Oteller’i içinde çok derin anlamlar taşımaktadır. İnsanın hayal gücündeki derin öğelerin resmini çizen, yaratıcılığın sunulduğu ilginç mekanlar yaratan sıradan otellerin, sıradan tasarımların çok dışında olan Tasarım Otellerinde, sanatın mimari ile birleştiği kıvrımlara sahip, farklı konseptler ile kişiye özel odaların oluşturulduğu, Sürekli kopyasının yaratmaya çalıştığımız Türkiye’deki “karpon kopya” oteller yanında birçok başarılı Tasarım Oteli de vardır. En önemlilerden biri “Adam&Eve Hotels”, dünyanın ve Avrupa’nın en iyi Tasarım Oteli liderliğini elinde tutuyor. Otele adeta ruh veren, sembol tasarım ürünleri “ayna (asla yalnız kalmamak), cam (yaşamsal zenginliği görme arzusu) ve beyaz rengin ağırlık kazandığı mobilyalar (yeryüzü cennetinin saflığı)” ile Adem ve Havva’dan esinlenerek bir cennet yaratılmaya çalışılmış. Romantizmin kokusunun buram buram içine işlediği atmosfer, mekanı en seksi otel yapmayı da başarmış. Ayrıca kör garsonların konuklarına hizmet verdiği “Kör Restoran” da karanlıkta, sıradışı yemek yemeyi merak edenler - daha doğrusu görmeyen gözlerin hissiyatını biraz olsun yaşamak isteyenler için ilginç bir alternative. (5) getirme yanında; yatırımcının istekleri doğrultusunda yönlenildiği bir gerçektir. Genellikle, ülkemizde imaj, kimlik ve anlam oluşturma çabalarının, birey üzerinde etkileyici bir biçim oluşturmaya dönüştüğü görülmektedir. (1) Bu da PostModern veya tematik bir yaklaşımla ele alınmaktadır. Halbuki adamızda otel tasarımında bağlamsız değil çevre ile bütüncül bir tavırla çağa uyabilen yeni anlamlar oluşturabilse ada mimarisi açısından başarılı olunabilinecek. Son söz olarak artık modası geçmiş (!) akımlar yerine içinde bulunduğumuz yüzyıla ve ada kültürüne hizmet edecek taklitci olmayan, yenilikci, yaratıcı düşünceler barındıran “Tasarım Otelleri” yaratmanın zamanı geldiğine inanmalıyız. Kaynaklar (1) Kancıoğlu, M. (2006), İmaj, Kimlik Ve Anlam Oluşturma Biçimlerinin Turizm Binalari Üzerinde İncelenmesi Uludağ Üniversitesi Mühendislik-Mimarlık Fakültesi Dergisi, Cilt 11, Sayı 1, 2006 (2) Besim, D., Kiessel M., Kiessel A., (2010) Ho Tel-Casino Complexes In Northern Cyprus Metu Jfa 2010/1 (3) Birol, G. Bir Kentin Kimliği Ve Kervansaray Oteli Üzerine Bir Değerlendirme, W3.Balikesir.Edu.Tr/~Birol/ Kervansaray.Pdf (4)Http://Www.Sabah.Com.Tr/ Ekonomi/2009/08/29/Tematik_Oteller_Kultur Sucu_Isliyor_Bu_Orijinaline_Haksizlik (5) Dilsiz B., Otelciliğin Gelecek Trendi “Dizayn Oteller” Www.Turizmgazetesi.Com SONUÇ Otel tasarımı, çevresel özelliklere uyum sağlama, kullanıcının fiziksel ve psikolojik gereksinimlerine çözüm Turizm ve Kültürel Miras Arasındaki Etkileşimin Dinamizmi Özlem Olgaç Türker Turizm gelişmelerinde tarih ve kültürün rolüne vurgu giderek artmaktadır. Turizm sadece tarihi yerlerin gezildiği, fiziksel hareketi içeren bir etkinlik olmaktan çıkmış; entellektüel, kültürel, ruhani deneyimleri içeren bir biçim almıştır. Bu nedenle tarihi çevreler ve kültürel değerler, turizm çekim araçları olarak kabul edilmektedir. Kültürel miras turizmi veya kültür turizmi, bu değerlerin özgün nitelikleri tanınıp kullanılırken, buradan sağlanan ekonomik gelirle gerekli koruma adımlarının atılarak sürdürülmesini savunur. Yeri doldurulamaz doğal ve kültürel değerler yasa ve politikalarla korunduğunda sürdürülebilir turizmden söz edilebilir. Sürdürülebilir turizm planlaması karmaşık, ama aynı zamanda dinamik bir süreçtir bu nedenle değişimi gerektirir. Öte yandan sürdürülebilir gelişme istikrar ve kalıcılık peşindedir. Sürdürülebilir turizmin başlıca prensipleri aşağıdaki maddelerle özetlenebilmektedir (Cuneo, 1991, Feilden, 1993): •Yerel çevresel ve sosyal değerlerin dikkate alınması. •Doğal kaynakların korunması; •Tarihi çevrenin korunması; •Kültürel kimliğin ve bütünlüğün korunması; •Aşırı tüketimin ve atıkların azaltılması; •Gereksinim çeşitliliği; •Turizm gelişmelerinin, diğer ekonomik ve gelişim etkinlikleri ile bütünleşmesi. •Yerel halkın turizm deneyimine bizzat katılımı. Sürdürülebilir Turizm Yönetimine Yönelik Kültür Turizmi Tüzüğü Turizm, mirasın ekonomik potansiyelini yakalayarak; finansman sağlayarak; toplumu eğiterek; politikayı etkileyerek; bu kazanımları mirasın korunmasına yönelik kullanabilir. Turizm, başarılı bir biçimde yönetildiği zaman, ulusal ve bölgesel ekonomiye katkı yaparak kalkınmada önemli bir rol oynayabilir. Mirasın yönetilmesinin temel amaçlarından biri, hem ev sahibi topluma hem de ziyaretçilere mirasın önemini ve korunması gerektiğini iletebilmektir. Bu bağlamda ICOMOS’un 12. Genel Kurulu’nda, miras açısından önem taşıyan yerlerde turizmin yönetilmesi amacıyla Uluslararası Kültür Turizmi Tüzüğü kabul edilmiştir. Doğal ve kültürel miras, en geniş anlamda tüm insanlara aittir. Evrensel değerleri anlamak; takdir etmek; ve muhafaza etmek, her bireyin hakkı ve sorumluluğudur. Miras, hem doğal, hem de kültürel çevreyi kapsayan geniş bir kavramdır. Manzara, tarihi mekanlar, sit ve inşa edilmiş ortamlar ile bilikte biyolojik çeşitlilik, birikim, geçmiş ve mevcut kültürel adetler, bilgi ve hayat deneyimlerini içerir. Tarihsel gelişimin uzun süreçlerini belgeleyerek ve ifade ederek modern hayatın ayrılmaz bir parçası olan çeşitli ulusal, bölgesel, ve yerel kimliklerin özünü oluşturur. Gelişme ve değişim için dinamik bir referans noktası ve somut bir araçtır. Her yöre ve toplumun kendine has mirası ve toplumsal hafızası eşsiz olduğu gibi, hem günümüzde hem de gelecekte kalkınma için önemli bir temeldir (ICOMOS, 1999). Turistler ziyaret ettikleri çevrenin doğal çevresini, sosyal ve kültürel yaşamını, tarihi mirasını deneyimlemeyi tercih ederler. Gelişen turizm aktiviteleri açısından bu gereksinimleri karşılamak gerekmektedir. Turizm planlamasında hem turistler, hem de ev sahibi toplumların beklentileri arasında denge kurulurken, doğal ve fiziksel çevrenin dengeleri de CMYK + unutulmamalıdır. Turizm kapasitesi dikkate alınmadan yapılan turizm aktivitelerinde ziyaretçinin mekana ilişkin deneyimi, ev sahibi toplumların ekolojik düzeni, kütürü ve yaşam tarzı için tehdit oluşturabilmektedir. Turizm, ev sahibi toplumlara yarar sağlarken, kültürel miraslarını ve adetlerini önemsemeleri ve korumaları için önemli bir araç ve motivasyon sağlamalıdır. Sürdürülebilir bir turizm endüstrisine ulaşabilmek; ve gelecek nesiller için miras kaynaklarının korunmasını kuvvetlendirebilmek için, yerel toplulukların temsilcilerinin, çevrecilerin, turizm işletmecilerinin, mülk sahiplerinin, politika belirleyicilerinin, ulusal kalkınma planlarını düzenleyenlerin ve sit yöneticilerinin katılımı ve işbirliği gerekmektedir. >> DEVAMI SAYFA 10’DA + HAVADİS GAZETESİ EKİ /05 EYLÜL 2010. SAYI 14. 2010. 10 DOSYA Naciye Doratlı-Uğur Dağlı- Özlem Olgaç Türker Doğu Akdeniz Üniversitesi SAYFA “Uluslararası Kariyer İçin” naciye.doratli@emu.edu.tr-ugur.dagli@emu.edu.tr- ozlem.olgac@emu.edu.tr DOSYA VII: TURiZM – ÇEVRE – OTELLER - KÜLTÜR MiRASI >> SAYFA 9’DAN DEVAM Kültür turizmi bölge üzerinde geçmişte yaşamış toplulukların geriye bıraktıkları mimari yapıların, yemek kültürü, toplumsal gelenek ve göreneklerin günümüz insanına aktarılması temeline dayanan turizm türüdür. Kültür Turizmi sadece düne ve geçmişe değil; tarihten çıkarılacak derslerle günümüze ve geleceğe de ışık tutmaktadır. Kültür Turizmi Tüzüğünün İlkeleri aşağıdaki gibidir: kurulduğu, yeni yaşam biçimleri bularak özgün dokularını sürdüren kentler ve yerleşmelere bakıldığında tümünde ortak olan özellik, yerel halkın katılımıdır. Yerel kullanıcılar projeyi sahiplendiğinde projenin uygulama başarısı daha yüksek olur. Ağa Han Vakfı’nın Tarihi Kentler Programı (The Aga Khan Historic Cities Programme -HCP) her yıl Müslüman ülkelerde bu tür projelere verilen ödüllerle tarihi kentlerdeki binalar ve kamusal alanların korunması ve yeniden kullanımını teşvik etmektedir. •İç ve uluslararası turizm, kültürel alışverişin önde gelen araçları arasında olduğuna göre, koruma, ev sahibi topluluğun üyelerinin ve ziyaretçilerin söz konusu topluluğun mirasını ve kültürünü doğrudan doğruya yaşayabilmeleri ve anlayabilmeleri için fırsat sağlamalıdır. •Miras yerleri ve turizm arasındaki ilişki dinamiktir ve çelişen değerler içerebilir. Günümüz ve gelecek kuşaklar için sürdürülebilen bir biçimde yönetilmesi gerekmektedir. Tunus’taki Sidi Bou Saod yerleşimi, mavi beyaz akdeniz mimarisinin özgün bir örneğini sunmaktadır. Burada, kültür turizmi yerleştirilirken, yerel toplumun ve yerel nüfusun kendi kültürel mirasına saygı göstermeleri sağlanarak, misafir olarak gelenlerin de bunu izlemesi üzerine bir model uygulanmiştir (Özkan, 1999). Birçok sanatçının biraraya geldiği festivalleriyle ünlü bu yerleşimi sık ziyaret eden sanatçılar arasında en ünlüsü Paul Klee’dir. •Miras yerleri için Koruma ve turizm planlamaları, ziyaretçi deneyiminin zahmete değer, tatmin edici ve zevkli olmasını sağlamalıdır. •Ev sahibi topluluklar ve yerli kişiler, koruma ve turizm planlarına katkıda bulunmalıdır. •Turizm ve koruma faaliyetleri ev sahibi topluluğun yararına olmalıdır. •Turizm tanıtım programarı, doğal ve kültürel mirasın özelliklerini korumalı ve geliştirmelidir. (ICOMOS, 1999) Fas’ta bir kıyı yerleşimi olan Asilah, bir dış etkenin enjekte edilmesi ile canlandırılan ve sürdürülen bir örnektir. Turizm Bakanlığı, sivil toplum örgütleri ve yerel yönetimlerin işbirliğiyle Asilah Festivali diye bir etkinlik yaratılmıştır. Sanatçılar burada yaşamak, üretmek ve eserlerini sergilemek üzere Asilah’ya davet edilmişlerdir ve bu sayede, her yıl tüm Ağustos ayı boyunca süren etkinlik sayesinde buraya binlerce turist akmaktadır. Bu etkinliğin tekrarlanacağını bilen yerel kullanıcılar da her yıl gelecek olan turistleri düşünerek yaşadıkları çevreye daha da özen göstererek çevrenin restorasyon ve bakımını yapmaktadırlar. Düzgün yönetilmediği zaman turizmin önemli bir etkisi başta çekim noktası oluşturan kültürel kaynakların yıpranmasıdır. Turizm uygulamalarında yerel kültürün turistlerle etkileşim sonucunda akültürasyona uğradığı gözlemlenmekte, böylece uzun vadeli kültürel değişimler gözlemlenmektedir. Yeniden canlandırılan kentsel veya kırsal tarihi alanlarda artık var olmayan bir kültüre dayandırılması yapay, teatral bir izlenim verecektir. Kültürel turizmin felsefesi, turistler ve yerel toplumların bir arada yaşayabileceği, geleneksel yaşam formlarının çağdaş servislerle desteklenerek yaşanarak deneyimlenebileceği ortamlar sunmayı gerektirir. Kültürün bir önemli özelliği de toplumların yaşamlarını kaliteli hale getirmek yönündeki çabalarının bir göstergesi olmasıdır. Önceki uygarlıkların yaşadıkları mekanları, kentleri, günlük hayatlarını anlamak ve aktarmak bazında değerlendirdiğimiz kültür turizmi bizden sonrakilere de bu anlamda bizden bir ileti olacağı için önemlidir. Dünyadan Sürdürülebilir Turizm Örnekleri Rekabetin yükseldiği günümüzde, en iyi planlanmış turizm yatırımları, en başarılı turizm destinasyonları olarak karşımıza çıkmaktadır. Doğru planlamayla, hem turist memnuniyeti artırılmakta; hem de minimum çevresel zarar ile maksimum yarar elde edilebilmektedir. Geçmişle kırık bağların yeniden zanaatlarının satıldığı sokaklarda görülebilmektedir. Kuzey Kıbrıs’ta Kültür Turizmi aracılığıya Koruma Günümüzde dünyada yaşanmakta olan hızlı global değişimlerden doğal olarak Kıbrıs Adası da etkilenmektedir. Sosyokültürel, ekonomik, ve politik koşullardaki degişimlerin yanında; yerel gelenekgörenek, adet, inançlar ve kültürel değerler globalizm içinde yoğrularak yok olma tehlikesi ile karşı karşıya kalmaktadır. Buna paralel olarak insanların mimari çevrelerinden beklentileri de değişmektedir. Bilinçlenme eksikliği nedeni ile insanlar kendi kültürlerinin somut yansıması olan mimari dokuyu yok etmekten çekinmeden çevrelerini bu yeni globalleşmiş normlar doğrultusunda değiştirmekten ne yazık ki kaçınmamaktadırlar. Özellikle inşaat sektöründeki patlama sonrası tarihi ve yöresel çevreler tehdit altındadır. (Aksugür ve Türker, 2005, Türker ve Pulhan, 2006, Dinçyürek ve Türker, 2007, Türker ve Dinçyürek, 2007) Doğan Kuban’ın (2000) “Tarihi Çevre Korumanın Mimari Boyutu” adlı kitabının girişinde değindiği gibi, “toplum gelişmeyi hem arar hem ona direnir. Gelişmeyi bilinçli olarak arar, değişmeye ise duygusal olarak karşı çıkar.” Burada kastedilenin romantik bir duygusallık olmadığı; tam tersi bilinçli bir duyarlılık olduğu apaçıktır. Kuzey Kıbrıs’ın özgün mimari mirası, çok kültürlülüğün bir yansıması olan çok katmanlı mimari dokuları, Dünya Mimari Miras listelerine girmiş tarihi kentleri, yok olmaya terkedilmek yerine sürdürülebilir turizm yaklaşımlarıyla geleceğe taşınabilir. Yemen’deki Eski Sana’a UNESCO tarafından kültürel sit alanı ilan edilmiş; bu nedenle uluslararası üne kavuşmuştur. 2500 yıllık kentin mimarisi seller, savaşlar ve kıtlık dönemlerinde zarar görmüş; yeniden inşa edilmiştir. Mimari doku 70’lerde yok olma tehditi ile karşı karşıya kalınca, 80’lerin başında Yemen Hükümeti’nin girişimiyle UNESCO tarafından kenti korumak için uluslararası bir kampanya başlatılmıştır. Önemli koruma ve rahabilitasyon çabaları sonucunda 1988’de UNESCO’nun Dünya Mirası listesine giren Sana’a 1995’te de Ağa Han Ödülünü almıştır. Kentin özgün dokusunu korumak için yapılan uluslararası katkılar, yerel halkın geçmişle kopan bağlarını yeniden kurmaları için motivasyon sağlamıştır. (Young, 2010) Sadler’in de değindiği gibi (2004), Güney’le kıyaslandığında gelişmişlik Kuzey Kıbrıs turizminin pazarlamasında Avrupa tur şirketlerinin pazarlama stratejilerinde yer alan ‘bozulmamış’ kavramı açısından az olumlu katkı yapmaktadır. Kuzey Kıbrıs’ta otantik karakteri korunmuş olan Karaman Köyü (Karmi) fiziksel anlamda iyi bir koruma örneği olmakla birlikte kültürel süreklilik açısından zayıf kalmaktadır. Uzun dönem kiralama yöntemiyle hemen hemen tümüyle yabancıların yerleştiği köyde turistler ve yerel halk arasındaki etkileşim olanağı bulunmamaktadır. Dipkarpaz, Büyükkonuk ve diğer yerleşimlerimizdeki adımlar olumlu olmakla birlikte mevcut konut stoğunun değerlendirilmesi ve özgün dokuların kültür turizmi çerçevesinde yaşatılması; mevcut geleneksel konut stoğunun rehabilitasyonuyla pansiyonculuk yapılabilek bir model kültür turizmine çok daha uygun olur. Örneğin Dipkarpaz’daki ‘Arch House’, mevcut konut stoğunu kullanarak yapılan olumlu bir örnek olmakla birlikte tek bir sokaktaki bir grup evle sınırlı kalmıştır. Türkiye’de başarılı birçok örnekten birisi, 700 yıllık Osmanlı köyü Cumalıkızık’ın canlandırılması örneğidir. Bursa’ya bağlı Cumalıkızık’ta Yerel Gündem 21 aracılığıyla projenin tüm aşamalarında yerel halkın katılımı sağlanmış; kültür turizmi aracılığıyla köyün kalkınması sağlanmıştır. Güney Kıbrıs’taki Lefkara Köyü özgün dokusunu korumayı başarmış; ve köydeki yeni yapılaşmanın mevcut dokulara uyumlu gelişmesi yönünde yasal düzenlemeler yapılmıştır. Kültürel sürekliliğin yansıması, mimarideki süreklilik yanında köy merkezinde el sanatları ve + Halahazırda turizm çekim noktası olan ama sürdürülebilir turizm planlaması çerçevesinde koruma imar planı CMYK geliştirilmezse bozulma tehditi altında olan Balabayıs gibi yerleşimlerin taşıdığı potansiyeli taşıyan daha birçok yerleşim bulunmaktadır. Annan Planı sonrası kırsal yerleşimlerin özgün niteliklerine dikkat edilmeden artan yapılaşmalarla Beşparmak Dağları’nın Kuzey eteklerine yayılmış Kaplıca Köyü ve benzeri birçok yerleşim, özgün mimarisinin geçirdiği hızlı değişim nedeniyle “bozulmamış” sıfatını kaybetmiş, kültür turizmi potansiyeli azalmıştır. Beşparmak Dağları’nın güney eteğinde Mesarya ovasını seyreden Çınarlı Köyü, yöresel Kıbrıs mimarisini tamamlayan jeolojik kaya oluşumları, “İncirli Mağara”sı ve “Değirmi Çam”ıyla neden kültür turizmine ev sahipliği yapmasın? Ya da merkezden uzakta kaldığı için çarpık yapılaşmadan henüz nasibini almamiş diğer köylerimiz, örneğin Mallıdağ, Akçiçek, Alemdağ, ve diğerleri özgün mimari dokularını geleceğe taşıyabilecek koruma projeleri çerçevesinde ekoturizmle bütünleşmiş kültür turizmi önerileriyle kırsal kalkınma programlarına neden alınmasın? Çam”ıyla neden kültür turizmine ev sahipliği yapmasın? Ya da merkezden uzakta kaldığı için çarpık yapılaşmadan henüz nasibini almamiş diğer köylerimiz, örneğin Mallıdağ, Akçiçek, Alemdağ, ve diğerleri özgün mimari dokularını geleceğe taşıyabilecek koruma projeleri çerçevesinde eko-turizmle bütünleşmiş kültür turizmi önerileriyle kırsal kalkınma programlarına neden alınmasın? Kaynaklar: •Aksugür, N., Türker, Ö. O., (2005). “A Model for the modernization of a vernacular settlement as a milieu for two different cultural backgrounds ‘re-learning to live together’” 5. Uluslararası mAAN Konferansı: Rethinking and Re-constructing Modern Asian Architecture, 27-30 Haziran 2005, ed: Salman ve Doğuşan, İTÜ İstanbul Teknik Üniversitesi, İstanbul. •Bursa Belediyesi, (1999) Bursa Yerel Gündem 21, Cumalikizik Koruma – Yaşatma Projesi, Bursa Belediyesi, Bursa. •Cuneo, P., (1991). Cultural Heritage and Cultural Tourism, ed: Yenen, Z. the International Symposium on Architecture of Tourism in the Mediterranean, Vol.2, Yıldız Üniversitesi Basımevi, İstanbul, pp. 233-238. •Dinçyürek, Özgür and Özlem O.Türker. (2007). Learning from Traditional Built Environment of Cyprus: Re-Interpretation of the Contextual Values. Building and Environment 42/9: 3384-3392, Elsevier. •Feilden, B.M., (1993). “Conservation and Tourism”, International Scientific Symposium, 10th General Assembly on Cultural Tourism, ICOMOS, Sri Lanka. •ICOMOS, (1999). International Cultural Tourism Charter, Managing Tourism at Places of Heritage Significance, http://www.icomos.org/tourism/charter. html •Kuban, Doğan (2000). Tarihi Çevre Korumanın Mimari Boyutu, YEM Yayın, İstanbul. •Özkan, S., (1999). “The Aga Khan Award for Architecture”, International Conference on the revitalisation of historic cities, 20-22 Mayıs 1999, Lefkoşa. •Sadler, J., (2004). “Sustainable Tourism Planning in Northern Cyprus”, Coastal Mass Tourism: Diversification and Sustainable Development in Southern Europe, Ed: Bramwell, B., Channel View Publications. •Türker, Ö. O. & Dinçyürek, Ö., (2007) Sustainable Tourism As An Alternative To Mass Tourism Developments Of Bafra, North Cyprus”, Open House International, vol.32 no:4 pp. 107-118. •Türker, Özlem O., Pulhan, H. (2006). Hyper-Cypriot Architecture: The Transformation of Local and Global Values. 2005-2006 Series of the Traditional Dwellings and Settlements Working Paper Series (WPS): Global Transformations and Local Traditions, IASTE, ed: Nezar AlSayyad, Vol. 196: 1532-1150. Berkeley: University of California. •Young, T. Luke, (2010). Conservation of the Old Walled City of Sana’a Republic of Yemen, http://web. + HAVADİS GAZETESİ EKİ / 05 EYLÜL 2010. SAYI 14. 2010. KENTİN TADI TUZU Doğu Akdeniz Üniversitesi SAYFA 11 Şebnem HoŞKARA konuk yazar: NIl PaŞAOğLULARI ŞaHIN “Uluslararası Kariyer İçin” sebnem.hoskara@emu.edu.tr- nil.pasaogullari@emu.edu.tr PARC DE LA VİLETTE - VE BİLİM VE TEKNOLOJİ MÜZESİ-PARİS Kent yaşamı içinde, iyi tasarlanmış kentsel kamusal alan ihtiyacının daha da önemli olduğu sıcak yaz günlerinde, arkadaşımız Nil, bizlere, Paris’in önemli mekanlarından birini tanıtacak: Bilim ve Teknoloji Müzesi – Parc de la Vilette. Postmodern söylemin yoğun olduğu dönemlerde bir yarışma projesi olarak ortaya çıkmış olan bu park projesini arkadaşımızın kaleminden okuyalım. Şebnem Hoşkara Kentin Tadı Tuzu Köşesinde yeniden sizlerle birlikteyim bu hafta... Bir önceki yazımda bende çok önemli bir yeri olan İtalya’nın Sienna kentinde bulunan Campo Meydan’ından bahsetmiştim sizlere... Bu haftaki yazımda yine bir gezi sırasında görme ve vakit geçirme fırsatı bulduğum, çok iyi tasarlanmış olduğunu düşündüğüm bir kamusal açık alanı anlatmak ve tanıştırmak istiyorum duymamış olanlarınıza... Paris ve önemli çekim noktalarından birisi olan Bilim ve Teknoloji Müzesi-“Cite des Sciences”...ve onunla çok güzel bütünleşmiş, çok başarılı bir peyzaj tasarımına sahip “Parc de la Vilette”... Kamusal açık alanlar kentlerin vazgeçilmez parçaları, hatta nefes aldığı, olmazsa olmazlarıdır. Bir düşünün: hemen tum dünya metropolleri mutlaka ikonik, sembol binaları yanısıra kentsel kamusal mekanları ile de bilinmektedirler. Londra’daki Hyde Park veya NewYork’taki Central Park gibi Paris’te bulunan Parc de la Vilette de işte bahsi geçen dünyaca bilinen kentsel kamusal mekanlar gibi önemli bir örnektir Paris’ten... Bir kamusal açık alanın başarılı veya iyi bir örnek olarak nitelendirilebilmesi için ne gibi özelliklere sahip olması gerektiğini hiç düşündünüz mü? Şöyle birlikte bir düşünelim... Bu soruya en iyi cevabı tamamen kendi deneyimlerimizi de hatırlayarak verebiliriz kolaylıkla... Bir parka neden gitmek istersiniz? Peyzaj tasarımı....barındırdığı aktiviteler... farklı nitelikte kişilere hitap etmesi... keyifli vakit geçirebilmeniz için uygun aktivite zenginliğine veya fiziksel özelliklere sahip olması... ve daha birçok sebeb de olabilir elbette... İşte tam da bu sözünü ettiğim özelliklerin hepsine birden sahip olan bir kamusal açık alan örneğidir Parc de la Vilette..... Parc de La Vilette... “...daha önce ulusal et pazarı ve mezbaha olarak işlev gören alandaki kentsel yenileme planının bir parçası olarak geliştirilmiştir. Parkın tasarımcısı Bernard Tschumi; Paris’in en büyük park tasarımı için 1982 yılında düzenlenen yarışmayı kazanmıştır… Parc de la Villette; banliyölerde yarı sanayi, işçi sınıfı bölgesi sınırlarının ortasında 125 hektarlık bir alan üzerine kurulmuştur. Alan; iki metro istasyonu arasında kentin kuzeydoğu kenarında konumlanmaktadır. Park; Bilim ve Teknoloji Müzesi ve Endüstri Binası, ‘City of Music’ Binası ve ‘Grand Halle’’i içine alan 1 kilometreden fazla ve 700 metre genişliğinde bir alandan oluşmaktadır... Parc 35 kırmızı ‘follie’, spor ve rekreasyon alanları, oyun alanları, bilim ve teknoloji müzesi ve müzik merkezini içermektedir”(1) Parc de la Vilette ile ilgili detaylara geçmeden önce özellikle Bilim ve Teknoloji Müzesine hayran kaldığımı belirtmeliyim. Anlaşılması güç bir konuyu yaşayarak öğrenmekten daha etkili bir yöntem yoktur şüphesiz. Ziyaretimiz sırasında kreş ve anaokul çağındaki çocuklar da dahil, birçok farklı yaş grubundan öğrencinin fen bilimleri derslerinde öğrenmekte oldukları konuları deneysel olarak öğrenme fırsatı bulduklarını görmek beni çok heyecanlandırdı. Bizim çocuklarımızın aslında nelerden yoksun kaldıklarını bir defa daha anladım… 4-5 yaşındaki çocuklar suyun kaldırma kuvveti gibi öğrenirken kavraması güç olabilecek bir konuyu, birçok farklı deney ile oyun tadında öğrenme fırsatı bulabiliyorlar.. Mutlaka her çocuğun tatması gerekli bir deneyim olduğunu düşünüyorum… Parc de la Viletten bir görünüş Bununla birlikte tüm bu deneysel aktivitelerin yanısıra çok güçlü bir mimariye sahip müze binası, küre şeklindeki sinema kütlesi, farklı kodlardan parka bağlantıların oluşu, su, çim, yumuşak ve sert peyzaj elemanlarının inanlımaz bir uyum içindeki muhteşem birliği kompleksin diğer göze çarpan ve hayranlık uyandıran detayları. Sen en çok hangi yönünden etkilendin diye soracak olursanız…hiçbirisini ayırmaksızın tümünden diyebilirim… Bilim ve teknoloji müzesinde olduğu gibi parkta da her yaş grubundan insanı vakit geçirirken görmek mümkün. Parkın farklı noktalarında da sürprizler yaratılmış. Park ile ilgili şöyle bir tanıma rasladım geçenlerde bir web sayfasında: “… bu tasarım; yaşayan, nefes alan ve kullanıcıları yansıtan; önemli değişiklikler yapılabilen ve onun parçalara ayrılabilir, değişebilir ve yeniden yapılanabilir bir model olarak tasarlanmıştır…” Tam da benim bu mekanı yaşarken hissettiklerim ile birebir örtüşüyor bu cümleler… Kanaldan görünüş Örneğin dev bir denizaltı müzeden parka doğru yürürken yanıbaşınızda durabiliyor. Girip yakından görmek, incelemek mümkün… Başka bir noktada yumuşaksert peyzaj elemanlarının birlikte kullanımı ile tasarlanmış bir labirent, dalgalı forma sahip strüktürlerin oluşturduğu yarı açık alanlar ayrı bir görsel zenginlik katmış mekana. Geniş çim alanlar ve parkın ortasından geçen su kanalı, kanal boyunca sıralanmış birçok farklı aktivite; alanı benzersiz kılıyor. Biz de çevredeki birçok kişi gibi kendimizi çimlere bırakıyoruz ve bu güzel mekanın tadını çıkarıyoruz…. Nil Paşaoğluları Şahin Kaynakça: (1)Archidose: http://www.mimdap.org/ (Çeviri: Pınar Bingöl) Parktaki denizaltı + CMYK + HAVADİS GAZETESİ EKİ / 05 EYLÜL 2010. SAYI 14. 2010. 12 AL GÖZÜM SEYREYLE Türkan Ulusu Uraz konuk yazar: Kağan Güner Doğu Akdeniz Üniversitesi SAYFA “Uluslararası Kariyer İçin” turkan.uraz@emu.edu.tr- @emu.edu.tr- kagan.guner@emu.edu.tr SiZi KOLUNA TAKAR VE SOKAK ARALARINA ÇEKERLER “Kentler değişir. Tarihi boyunca kentlerin mimarisi, dokusu, insanları değişir. Fakat eğer o kentin içinde daima nefes alan bir güzellik varsa; işte o asla değişmez. O güzellik hep bekler ve insanını çağırır. Değişen sadece mimaridir.” I-CHING (5000 yıllık Çin ezoterizminin ‘Değişimler Kitabı’ndan) Tasarımcı Kağan Güner tek bir kenti anlatmıyor bize. Kentle kurulan farklı bir ilişkiden ve bunun tadından söz ediyor. Bu bir sevgi bağı, bazı kentler için bir ‘aşk’ ve kent ise bir ‘kadın’ ve bu yüzden erkeksi olan kentler bunu bilemez diyor. Bir nefeste okuyacağınız bu sevdalı satırlara başka sevdalıların dizeleri eşlik ediyor, hep birlikte alımlı, çekici, aşkla seven devrimcileri ve kadınları ve de kentleri anlatıyorlar özellikle sizin için.... Turkan Ulusu Uraz İstanbul (fotoğraf: Ara Güler) KENTLERİ NASIL YAŞARIZ Gezi notları, tarih boyunca insanlık kültürünün en değerli yazım ürünleri olmuştur. Evliya Çelebi’nin, ya da Marko Polo’nun kaleme aldıklarının halen daha araştırmacılar ve tarihçiler için nasıl bir referans olduğunu düşünürsek bu anlam daha iyi anlaşılabilir. Bir de mimarların, tasarımcıların; yani kent-yapıcılarının notları vardır ki; bunlar ayrı bir kategoridir. Bizlerin kentler ile kurduğumuz ilişki; gerçekten de farklıdır. Binaları, kent planlarını okuma ve mimarlık tarihi bilgimiz; bizi kentlerle farklı bir ilişkiye sokar. Ve sırf bu yüzden; gittiği herhangi bir kentte ‘yabancılık çeken’ bir mimarla şimdiye kadar hiç tanışmadım. Bütün kentler bize aittir.Herhalde bu yüzden; mimarlık eğitimi alan arkadaşlarımızdan bazıları; ilerleyen yıllarda, mimarlık dışında başka uğraşlara girdiler. Gittiğimiz hiç bir kentte yabancı olmadığımız, sokak aralarındaki insan yüzlerini, binalarla beraber okuma alışkanlığımız, kimilerimizi romancı, şair, ressam, sinemacı, fotoğrafçı yaptı. Tüm bu nedenlerden dolayı, mimarların gezi hatıraları farklı tadlar ve detaylar taşır. Bu detayların en önemli örgüsü de kentlerin kimliklerinde ilmiklenir. Bir cinsiyet kimliğidir bu. ARADIĞIMIZ ŞEHİRLER Bizi sarmalayan- ya da benim demeliyim- kentler hep kadındır. Başka isimleri vardır ama aynı topraktan yoğrulmuşlardır sanki. Sizi kolunuza takar ve sokak aralarına çekerler. Meydanlarında yapayalnız bırakırlar. Her kentte aynı aşkı ararız. Karşılıksız bir sevgiyle beklerler bizi. Ardınızdan gözyaşlarını bıraktığını hissedersiniz. Ama seçtiğiniz, gittiğiniz, aradığınız şehir hep aynı şehirdir aslında. Constantini Kavafis’in ne zaman okusam iliklerimi titreten ‘KENT’ adlı şiirini hatırlatmama müsaade edin: “Oğlum bu şehrin sokak seslerini iyi dinle. Bitmeyen bir kavga vardır bu şehirde. Bu şehirde her gece burjuvazi, acaba bu gece proletarya boğazımı kesecek mi? Korkusuyla yatağına girer. O yüzden bu kadar serttir bu şehir.” Bu şairle sohbetim hayatımın dönüm noktalarından biri olmuştu. Bana şehrin ruhlarını nasıl dinleyeceğimi öğretmişti. Şehirleri dinlemesini öğrenmiştim. LİZBON “Başka diyarlara, başka denizlere giderim, dedin. Bundan daha iyi bir kent vardır bir yerde nasıl olsa. Sanki bir hükümle yazgılanmış bir çabam; ve yüreğim sanki bir ceset gibi gömülmüş oraya. Daha ne kadar çürüyüp yıkılacak böyle aklım? Nereye çevirsem gözlerimi, nereye baksam burada gördüğüm kara yıkıntılarıdır hayatımın yalnızca yıllar yılı yıktığım ve heder ettiğim hayatımın.” Yeni ülkeler bulamayacaksın, bulamayacaksın yeni denizler. Hep peşinde, izleyecek durmadan seni kent. Dolaşacaksın aynı sokaklarda. Ve aynı mahallede yaşlanacaksın ve burada, bu aynı evde ağaracak aklaşacak saçların. Hep aynı kente varacaksın. Bir başka kent bekleme sakın, ne bir gemi var, ne de bir yol sana. Nasıl heder ettiysen hayatını bu köşecikte, yıktın onu, işte yok ettin onu tüm yeryüzünde. Bir şehir nasıl dinlenir? Bu konuda ikinci dersimi Lizbon’da alacaktım. Aynen İstanbul Boğazı gibi şehri ikiye ayıran İstanbul için, dünya başkenti derler. İki ayrı dine başkentlik yapmış cihan başkenti derler hep. İstanbul’dan çıkarın bakalım Nazım Hikmet’i, Orhan Veli’yi, Sabahattin Ali’yi, Bedri Rahmi’yi,...geriye ne kalır acaba. Şehirler kavgasını vermiş insanların suretleridir. MADRİD VE BARCELONA Saramago Tangus Nehri’nin üzerindeki köprüden uzanarak,Avante Festivali’ne vardığım gece; 1974 Karanfil Devrimi’ni yapan onurlu ve gururlu yaşlı balıkçıların sofrasına davet edilecektim.Okyanus kıyısındaki bu sofrada yanıma birisi oturacaktı. Jose Saramago. Bana bütün gece şehrini; Lizbon’u anlatacaktı. Ben daha sonra Saramago’nun Lizbon’daki faşizm yıllarını anlattığı ‘Körlük’ü ve yine Lizbon’u konu edinen ‘Ricardo Reis’i okuyacaktım. Tanıştığım yıl 1998’de Körlük romanıyla; Nobel Edebiyat ödülünü alacak ve birkaç ay önce Haziran’ın Nazım Hikmet ise kendisi gibi İstanbulKadıköylü olan Kavafis’in anlattığı bu KENT’i “iki şey var ancak ölümle unutulur/ anamızın yüzüyle şehrimizin yüzü”diye tarif eder. Nazım’da da Kavafis’te de ‘İstanbul’ için yapılan Kent tarifi, dizelerde gördüğümüz gibi tabir-i caiz ise ‘taş gibi ağırdır’. İstanbul’u anlatıyorum. İstanbul’un kadın kimliğini. Alımlı. Çekici. Aşkla seven. Devrimci. Halen daha devinen. 150 yıldır devrimler yaşayan İstanbul. Madrid erkektir. ‘Madrid Kapısı’nda tutulan nöbet’te 2 milyon insan canını verdi. Ağlayan ise; Katalanya’nın Barcelona’sı olmuştur. Granada’nın Fuentevaqueros kasabasında 19 Ağustos 1936 yılında Federico Garcia Lorca öldürülmüştür. Kadınımız Barcelona; faşizme yenildiği anda bir masal yazmıştır. Perilerini salmıştır kente. Bu periler Turgut Uyar’ın ellerini tutcaktır birgün ve şunları yazdıracaktır: (...) Bir halkın gösterişsiz, sessiz cömertliğinde Ölüm nasıl söylenirse öyle İspanyol dilinde ve her dilde... obra completas Artık kat’iyen biliyoruz; Halk adına dökülen kan Sapı gül dalı güzelliğinde bir bıçaktır. Dişlerin arasında... İspanya’da ve her yerde... ROMA, VENEDİK VE... Roma’nın karşısında alımından ve cazibesinden hiç bir şey kaybetmeyen şehir ise Venedik’tir. Sultanahmet Meydanı’ndaki arena’nın atları Venedik’tedir ki; bu atlar dört kızkardeş gibi durmaktadırlar. Venedik’te saat sabahın yedisidir. Sisli kanal yollarından küçük bir meydana çıkıyorum. Gencecik çocuklar AVANTİ gazetesi balyalarını dükkanların önüne bırakıyor. Gramsci’nin gazetesidir bu. Mussoli’nin ‘Bu beyni 10 yıl durduracaksınız’ diyerek hapse attırarak öldürttüğü Antonio Gramsci’nin gazetesi. 10 yıllardır ve artık genç elllerde devam ediyor. Şükretmek benim için böyle bir duygu işte... PARİS Bütün kadın kentler devrimcidir. Londra bunu bilemez örneğin. New York’ta bilemez. Roma, Madrid...erkek şehirlerdir bunlar. Paris iliklerine kadar bir kadındır ama. Devrim yaşayan tüm şehirler gibi; Bastille’de Danton’un nefesini duyarsınız.1789 Devrimi’ndeki Egalite,Fraternite,Liberte çığlıklarını. Pere Laches’e çıktığınızda sizi 1871 Paris Komünü’nde kurşuna dizlen devrimcilerin son seslenişleri bekleyecektir. “Komün Öldü.Yaşasın Komün.Yaşasın Paris.” Bir insanın son nefesini vermeden önce “Yaşasın Paris” diye kavgasını verdiği şehrin anlamını yaşlı bir Fransız komünist şair şöyle tarif etmişti. 18’inde ölecekti. Lizbon’da yüzbinlerce kişi; ömrünü Lizbon’un kavgasına vermiş olan bu devrimciyi havaya kalkmış olan yumruklarıyla uğurlayacaktı. Saramago’dan o unutamadığım gece öğrendiğim en kıymetli şey; bir şehrin varlığına katkı koyacak kavganın nasıl neferi olunacağıydı. Lizbon’u Lizbon yapan; emperyal tarihi değil, Saramago’nun kendisiydi. Venedik’ten sonra ise yolunuz iki şehre çıkar. İstanbul’a ve sonra da Mağusa’ya...Bunu da sonra anlatalım... Paris + CMYK Kağan Güner + HAVADİS GAZETESİ EKİ / 05 EYLÜL 2010. SAYI 14. 2010. PROVO- KİTAP Doğu Akdeniz Üniversitesi SAYFA 13 Beril Özmen Mayer konuk yazar: Simge Uygur “Uluslararası Kariyer İçin” beril.ozmayer@emu.edu.tr- uygursimge@gmail.com MEKANIN POETİKASI – GASTON BACHELARD Başarılarına çokça tanık olduğumuz genç sanatçılardan Simge Uygur, Lefkoşa Türk Maarif Kolejinde eğitim alanında uğraşlarını sürdürürken, diğer yandan da kendine ait atölyesinde sanatsal çalışmalarını yürütmektedir. 1998 de İstanbul, Marmara Üniversitesi, Güzel Sanatlar Fakültesi, Resim Bölümü mezunu olan Uygur, bize MekanPerest’in ‘mekanı’ ve konuta ilişkin kuramsal açılımlar sunacaktır. Beril Özmen Mayer Fransız fizikçi, şair, düşünür, bilgi kuramcısı Gaston Bachelard, Avrupa düşüncesine pozitivist bilimcilikle olan mücadelesi sonucunda birçok yeni kavram kazandırmıştır. Gaston Bachelard, yalnızca epistemolojinin değil, aynı zamanda bilim tarihinin ve imgelem kuramının en önemli simalarındandır. Temelde içerik bakımından çok farklı iki alan gibi görünse de yine temelini buradan alarak geliştirdiği şiirsel düşüncelerinde ise imgelem, mahremiyet ve iç mekan kavramları üzerine yoğunlaşmıştır. İşte bu düşüncelerini yansıttığı, yazarın en önemli yapıtlarından biri olan kitabı “Mekanın Poetikası” adlı kitabında evi ve insanın evle kurduğu ilişkiyi anlatan Gaston Bachelard, mekana ait imgeleri fenomenoloji, ruh çözüm ve ruh bilim ilkelerine dayanarak irdelerken bazı şiir ve öykülerdeki mekan imgelerini kendi varlığı içinde ele alarak bir ruh-fenomenolojisi ve düş fenomenolojisi kuruyor. Kitabın giriş bölümünde yazar, “Düşünce yapısını bütünüyle bilim felsefesi üstüne kurmuş, çağdaş bilimin hem etkin, hem gelişme halindeki usçuluk çizgisini elinden gediğince netlikle çizmeye çalışmış bir filozof, şiirsel imgelem sorunlarını incelemek istediğinde, o güne kadar edindiği bilgilerin tümünü unutmak, felsefi araştırma alışkanlıklarının tümünü bir yana bırakmak zorundadır.” cümlesiyle kitaba başlarken, bilimin nedensellikle ilişkisinin bir imgelem metafiziği kurarken benzer bir nedenselliğin geçerliliğini yitireceğini açıkça dile getirmektedir. Aynı bölümde yazarın, “Şiirsel imge, yeniliği ve etkinliği içinde kendine özgü bir varlıktır, kendine özgü bir dinamizmdir. Bir tür dolaysız varlıkbilim alanına girer.” sözlerinden de anlaşılacağı üzere incelemek istediği konu şiirin varlıkbilimidir. İmgeyi insanın düşünme eyleminden önce gelen bir yere yerleştirirken şiirin daha çok bir ruh fenomenolojisi olduğunu ileri sürer. Şiirsel imgelem kuramı ile ilgili görüşlerini açıklamaya çalıştığı giriş bölümünde imgelerin öznelliğini ancak fenomenolojinin – yani bireyin bilincinde imgenin yola çıkışını incelemenin – yardımıyla başarabileceğimizi vurgular. Bachelard, Mekanın Poetikasında evin mahzenden başlayıp tavan arasına kadar sürdürdüğü şiirsel ilişkiyi insan varlığının gizli bölmeleriyle ilişkilendirir. Bunu yaparken de başvuru kaynağı olarak edebiyat yapıtlarını kullanmıştır. Onun için mekan olarak ev, bir barınaktan çok, düşleri, imgeleri barındıran bir çatıdır. Mekan ve şiir birbirlerinden biçimsel ve yapısal anlamda ne kadar farklı görünseler de bu iki kavramın ortak paydası olan bazı özellikleri vardır. Ancak sezgisel olan yanımızla kavrayabileceğimiz bu ortaklık; ‘şiirsellik’, ‘imge’, ‘metafor’ ve ‘dil’dir. Bachelard eve ait en güçlü imgeleri edebiyat ve şiirde bulabileceğimizi savunur. Mekan ve şiir arasındaki ilişki her ikisinde de varolan düş kurma ediminden kaynaklanır. İnsanın yalnız kaldığı ev, oda, tavan arası onun sürekli olarak düşler kurduğu mekanlardır ki birbiriyle ilişkisiz görünen mekan ve şiir kavramlarını birleştiren ortak payda şiirsel imgelemin varlığıdır. yeni bir kıtanın biçiminin ortaya çıktığını farketmemiş olan varmıdır aramızda? Şair bütün bunları bilir. Rastlantının, çizim ile düş kurmanın sınırında yarattığı bu evrenlerin ne olduklarını kendine göre açıklamak için, gidip o evrenlerre yerleşir. Çatlamış tavanın dünyasında oturmak için kendine bir köşe bulur.” (s.162). ‘Minyatür’ ve ‘İçtenlikli Sonsuz Büyüklük’ bölümlerinde küçüğün içinde var olan büyüklüğün mantıksal aşkınlığını, büyük olanla küçük olanın diyalektiğini bazı yazınsal örnekleri inceleyerek ele alır. ‘Dışarının ve içerinin Diyalektiği’ başlığını taşıyan dokuzuncu bölümde içerinin ve dışarının, açık ve kapalı kavramlarının sonsuz ince ayrımlarla farklılaştığını ve çoğaldığını metafizik bakış açısıyla ortaya koyuyor. “İçinde gerçek anlamda oturulan her mekan, ev kavramının özünü kendi içinde barındırır. Varlık, kendine en küçük bir barınak edindiğinde, imgelemin bu yönde nasıl çalışmaya başladığını incelememiz boyunca göreceğiz: İmgelemin, elle tutulamaz gölgelerden “duvarlar” ördüğünü, korunma sanrılarıyla kendini rahatlattığını – ya da tersine, kalın duvarların ardında korkudan tir tir titrediğini, en sağlam surlardan kuşkulandığını göreceğiz.” (s. 33) KİTAP KÜNYESİ: Bachelard, Gaston (1996). Mekanın Poetikası, Kesit Yayıncılık, Istanbul. Mekanın Poetikası on bölümden oluşur. ‘Mahzenden Tavan-arası’na Ev’ ve ‘Ev ve Evren’ adını taşıyan ilk iki bölümde evin poetikası üzerinde durulur. Ev, dikey bir varlık olarak düşünülür. Bu dikeylik, mahzen ile tavan arasının birer kutup oluşturmasıyla ortaya çıkar ve aynı zamanda insan ruhunun bir çözümleme aracı olarak kullanılır. Evin, mahzenden tavan arasına şiirsel olduğu kadar aynı zamanda korku dolu serüvenini, varlığımızın gizli bölmelerini anlatır. Ev, geçmiş, bugün ve geleceğe, yarattığı imgelerle beden ve ruh kazandıran insan varlığının ilk evrenidir. Ev, insanın yaşamı boyunca ilişki içinde olduğu ve ona yaşanmışlıklarla birlikte anlamlar yüklediği; düşüncelerini, düşlerini ve anılarını barındırdığı özel bir mekandır. Bu noktada evi varlık ile de özdeşleştirmekte ve insanın içerisinde bulunduğu ev ile kurduğu ilişki kendi evreninin yaratılıp betimlenmesidir. gizli bölmeler olan nesnelerin mekanına geçiliyor. Bachelard bu bölümde, “dolap, çekmece ve kasa” lara ilişkin giz imgelerinden şöyle söz etmektedir: “Dolap ve dolap rafları, masa ve masa çekmeceleri, kasa ve kasanın çifte duvarı, gizli ruhsal yaşamın gerçek organlarıdır. Bu ‘nesneler’ ve bunlar ölçüsünde değerlendirilmiş bazı başka nesneler olmasaydı, iç yaşamımızda içtenlik örneklerinden yoksun kalırdık. Bunlar karmaşık nesnelerdir, nesneözneler’dir. Bizim gibi, bizimle, bizim için içtenlikleri vardır.” (s.100). ‘Yuva’ ve ‘Kabuk’ başlığını taşıyan bölümlerde ise kaplumbağa kabuğu, deniz kabukları, salyangozlar ve kuş yuvalarına ilişkin sığınma, barınma kavramlarından yola çıkarak insanın yalnız kalma, barınma, sığınma ihtiyaçlarını ve düşlerini, gerçekte imkansız olan fakat imgelem gücü ile olanaklı kılınabilecek bir alana taşıyarak okuyucuyu şaşırtıyor. Bachelard’a göre ev imgesi, insanın öz varlığının topografyasına dönüşür. Ev ile sezgisellik yüklü bu ilişki yani mekan ile özne arasındaki ilişki, yaşantı ve yaşanmışlıklar bağlamı doğrultusunda yoğun bir şiirsellikle bütünleşir. Dolayısı ile her evin bir şiiri vardır. Gaston Bachelard evi insan varlığının ilk evreni, geçmişin tiyatrosu olan belleğimizin dekoru olarak tanımlarken evin geçmiş, bugün ve geleceğe içkin olarak yarattığı düşler, düşünceler ve anılar yumağının bir bütünü olduğunu vurgulamak ister. İmgesel olana yönelik bu arayışını bizlere kanıtlamaya çalışırken de Baudelaire ve Rilke gibi şair ve yazarların metinlerinden faydalanır. ‘Çekmeceler, Dolaplar ve Kasalar’ başlığını taşıyan üçüncü bölümde ise insanların sırlarını içlerinde sakladıkları + ‘Köşeler’i ele alan bölümde ise, düşsel olmakla birlikte daha insansal kökleri olan içtenlik izlenimlerinden yola çıkar. Yani insanın içinde sıkışıp büzüşmek istediği bir evdeki her köşe insanın yalnızlaştığı, evreni yadsıdığı yerler olarak karşımıza çıkar. Sığınakların en kısırı olan köşede geçen zamanın ardından anımsanan sessizlik, düşüncelerin sessizliğidir. Burada yalnızlık mekanı olarak köşe irdelenirken, insanın belki de ruhsal açıdan en ilksel imgelerini, kendi varlığının köşelerini de düşündürüyor bizlere... Bu sorgulama yapılırken de düşünür, yazar ve şairlerin metinlerinin izlerinden gidiliyor. “Leonardo Da Vinci, doğa karşısında esin bulmakta zorlanan ressamlara kaç kez, eski bir duvarın çatlaklarına düş kurarak bakmalarını salık vermiştir! O eski duvarın üstünde, zamanın çizdiği çizgilerde, CMYK Son bölüm olan ‘Yuvarlağın Fenomenolojisi’nde ise yazar, Varlık Yuvarlaktır önermesinden yola çıkarak varlığımızı metafizik açıdan filozof, ressam, şair ve masalcıların sunduğu belgelerden yararlanarak yeniden, daha derinden ve içeriden keşfedip gözlemlememizi sağlıyor. Mekanın Poetikası, düşleri ve imgeleri barındıran içtenlik mekanlarını derin ve sınırsız bir düş gücü ve özgünlük ile irdeleyen Bachelard’ın en önemli yapıtlarından birisi olarak bugün hala kaynak eser olma özelliğini taşımaktadır. Simge Uygur + HAVADİS GAZETESİ EKİ / 05 EYLÜL 2010. SAYI 14. 2010. 14 SORULAR- CEVAPLAR/ YANLIŞLAR- DOĞRULAR Ercan HoŞKARA SAYFA ercan.hoskara@emu.edu.tr Karikatür Kaynağı: http://forum.arkitera.com/showthread.php/19307-Mimarlık-Karikatür + CMYK Doğu Akdeniz Üniversitesi “Uluslararası Kariyer İçin” + HAVADİS GAZETESİ EKİ / 15 AĞUSTOS. SAYI 13. 2010. GÜNCEL HABERLER Doğu Akdeniz Üniversitesi MİMARİ TASARIMLARDA YEŞİLİN ÖNEMİ önem kazanması nedeniyle enerji tasarrufuna duyarlı, etkin yalıtımlı, güneş ışınlarından yararlanan, olabildiğince dönüştürülebilir malzeme kullanan “yeşil” veya “ekolojik” mimarlık denilen anlayışın gündeme geldiğini son günlerde dünyanın çeşitli bölgelerinde yeşil mimari anlamında farklı tasarımlar karşımıza çıkıyor. Yeşil yapılar yoğun bilgiye ve büyük araştırmalara dayalı tasarımlar olma özelliğine sahiptirler. Doğan Hasol’un da dediği gibi, “Planlamadan itibaren bilgiye ihtiyaç var. Yeşil eşittir ekoloji. Bilgiyle, bu anlayışla yapıları yaptığımız zaman yeşili katletmeyeceğiz. Ormanlarımızı yeşil alanlarımızı koruyacağız”(Hasol, 2007) demiştir. Burdan da anlaşılacağı gibi yeşil bizim için çok önem arz etmektedir, varolan yeşilimizi koruyup daha da yeşil bir dünya yaratmak zorundayız. Tüm bunlar ışığında bu sayımızda yeşilin mimarideki önemini vurgulamak amacı ile derlediğimiz yeşil tasarım örneklerini sizlere sunuyoruz. Keyif almanız dileğiyle... Referans D. HASOL, (11 Haz. 2007), “Mimaride Yeni Anlayış ‘Yeşil Mimarlık’”, Hürriyet. 15 Kutsal ÖztÜRK- Begüm MozaİKCİ “Uluslararası Kariyer İçin” Çevre sorunlarının giderek SAYFA kutsal.ozturk@emu.edu.tr - begum.mozaikci@cc.emu.edu.tr Okyanus Tasarımı Unsangdong Architects, Yeosu 2012 için mansiyon alan Tematik Pavyon önerisi olan Okyanus Tasarımı’nı yayınladı. Öneri, doğa ile hayal gücünün, doğanın sonsuz olasılığının en iyi şekilde kullanımını yaratmaya çalışan göz alıcı bir proje. Pavyonda ziyaretçiler okyanus ekosisteminin yanı sıra insan yapımı doğa ile ilgili farklı sergileri de deneyimleyebilecek. Bir “Okyanus Girişi” deniz kıyısı kültürünü alıp dikeye çeviriyor. Bu hareket, doğanın farklı çevrelerini izleyenlere sürekli bir hatırlatma yapacak dinamik bir görsel yaratıyor.Mimarlar projenin okyanus ekosistemi ile mimarlığı “Okyanus ve Yaşam” temasında birleştirdiğini açıklıyor. Önerinin diğer bir bölümü olan “Sürdürülebilir Okyanus boşluk mekanı”, akan su ile ekolojik çevrenin birleştirilmesiyle oluşturuldu.Şeklin dış mekanları, sergi alanları olarak kullanılıyor ve “Su Vadisi”, “Medya Vadisi”, “Oyun Vadisi”, “Yeşil Vadesi” gibi pek çok farklı etkinlikle donatılıyor. Ana sergi olan “Manzara Organizması”, Korenin mevsimlerinden ilham alıyor: ilkbaharda heryerde çiçekler açıyor, yazın manzaraya şelaleler ve sık ormanlar katılıyor, sonbaharda ağaçlardaki yapraklar sararıyor ve kışın da tüm yüzeyleri beyaz bir örtü kaplıyor… Okyanus Tasarımı Okyanus Tasarımı Plan + Yazı ve Görseller: Arch Daily Çeviri: Mimdap CMYK Uluslararası 21. Kentsel Tasarım ve Uygulamalar Sempozyumu (13-14 Ekim 2010) Yer: M.S.G.S.Ü. SEDAD HAKKI ELDEM ODİTORYUMU İletişim adresi: e-mail: kenttas@msgsu.edu.tr + + REKLAM CMYK