1 BASYAZI.indd
Transkript
1 BASYAZI.indd
Sayı 13 Nisan-Mayıs-Haziran LEZZET PEYNİR MEKÂN ÖZGÜR ŞEF STEAK HOUSE KASAP GEZİ PRENS ADALARI www.sofragrup.com RÖPORTAJ YAŞAR ÜNİVERSİTESİ HOBİ BİSİKLET BAŞYAZI Yaz mevsiminin tüm renkleri sizinle olsun Her mevsimin kendine has güzellikleri vardır ve mevsimler, sürekli tazelenen bir yaşamın, umutların kaynağıdır. Yaz mevsimi, bu canlılığın bizler tarafından da hissedildiği en güzel mevsim olsa gerek. Daha aydınlık günlere uyanıyor, mevsimin coşkusunu hayatımızın her alanında hissediyoruz. Yeni yılın bu döneminde biz de yaz mevsiminin gelişi gibi heyecan verici yenilikler hayata geçirdik ve önceliğimiz eğitim kurumları olmak üzere, yemek taşıma hizmetlerimizde elektrik enerjisiyle çalışan araçlar kullanmaya başladık. İnovasyon, Sofra Grup’un organizasyon yapısı içinde çok önemli bir kavram. Çünkü günümüz rekabet dünyasında ürün çeşitliliği, servis ve ürün kalitesi, hız gibi faktörlerde rekabetten ayrışan çözümler bulmak önem taşıyor. Bunların da ötesinde, yaşadığımız topluma ve çevreye karşı sorumlu bir firma olma bilinciyle ekonomik, sosyal ve çevresel sorumluluk alanlarında üzerimize düşen görevleri yerine getirmemiz gerekiyor. Elektrikli araçlar konusunda attığımız adım, çevreye karşı duyarlılıklarımızın örneklerinden biri… Otomotiv endüstrisinde ilerleyen yıllarda çok büyük etkisi olacağını düşündüğüm elektrikli araçlar, yakıt tasarrufundan daha önemli olan çevre kirliliği ile mücadeleye sağlayacağımız bir katkı olacak. Türkiye’nin en çok istihdam sağlayan 8’inci şirketi olarak, bu konuya verdiğimiz önemi yinelemek isterim. İstihdama yönelik hassasiyetimiz, ülkemizin temel sorunlarından birinin çözümüne katkı sağladığımız için büyük önem taşıyor. Bu kapsamda hayata geçireceğimiz önemli projelerden biri olan Sofra Yemek Okulu’nun çalışmalarına başladık. Sektörümüzün kalifiye eleman ihtiyacını karşılamaya yönelik olarak vereceğimiz bu önemli desteğin, ülkemizde örnek bir model olması için ciddi uğraş vereceğiz. Bu heyecan verici gelişmelerin akabinde, hepimiz adına keyif dolu bir yaz mevsimi temenni ediyorum. Tüm yılın stresinden arınacağınız, moral ve enerji depolayacağınız güzel bir yaz geçirmeniz dileğiyle... Saygılarımla, Yaşar Büyükçetin Sofra Grup CEO İÇİNDEKİLER 4 Vizyon 8 Güncel Her ay, bir yeni kafe konseptimizi hayata geçireceğiz 4 Dünya Başkanımız ülkemizi ziyaret etti 2 10 Lezzet 14 Mekân 18 Sağlık 20 Röportaj 24 Gezi 28 Hobi 32 Spor 34 Sofra'nın Ustaları 36 Kültür-Sanat 38 Bizden Haberler Beyazın renkli hali “Peynir dünyası” Bugüne kadar et yediysek, bu ne? Ruhunuzu besleyin Üniversitelerin sahip oldukları kaynakları belirleyen, bilim üretme kabiliyetidir Tek taraflı aşk “Prens Adaları” Bedenin doğayla dengesi... Adım adım yerküre… Güzel yemeğin, insana gülmesi gerekir 10 İÇİNDEKİLER 8 14 28 20 24 Yayına Hazırlık Sayı 13 Nisan-Mayıs-Haziran İmtiyaz Sahibi Sofra Yemek Üretim ve Hizmet AŞ adına Yaşar Büyükçetin Sorumlu Müdür Burcu Güvenç İçerenköy Mahallesi, Yeşilvadi Sokak, STFA İş Merkezi No:3 Kat:11 Ataşehir 34752 İstanbul Yayın Türü 3 aylık süreli, Yaygın 34 Genel Yönetmen Gürhan Demirbaş Görsel Yönetmen Yavuz Karakaş Editör Banu Sarı Arslan Grafik Tasarım Ertuğrul Mürtezaoğlu Düzeltmen Editör Ersel Ergüz Fotoğraf Editörü Murat Güney Fotoğraflar Damla Salor Özpınar, Nihat Malçuk İletişim Yazı İşleri: (0216) 681 18 94 - Pazarlama: (0216) 681 18 78 ajansd@dunya.com Sofra Grup Dergisi, Sofra Yemek Üretim ve Hizmet AŞ tarafından T.C. yasalarına uygun olarak yayımlanmaktadır. Derginin isim hakkı, Sofra Yemek Üretim ve Hizmet AŞ’ye aittir. Dergide yayımlanan yazı ve fotoğrafların her hakkı saklıdır. Şirketten izinsiz, kaynak gösterilerek dahi kullanılamaz. Baskı Dünya Yayıncılık AŞ Globus Dünya Basınevi 100. Yıl Mahallesi 34440 Bağcılar /İstanbul Tel: 0212 629 08 08 3 VİZYON YENİLİK Her ay, bir yeni kafe konseptimizi hayata geçireceğiz Türkiye’de yemek üretim hizmeti veren firmalar içinde, “standart marka” konseptleriyle perakende alanında da faaliyet gösteren tek şirket olarak, bu alandaki büyüme stratejimizi 2012 yılı itibarıyla hızlandırdık. Perakende konseptlerimize yeni markalar ekleyerek müşterilerimiz için fark yaratmayı; sektörümüzde öncü olmayı sürdüreceğiz. 4 VİZYON S ofra Grup olarak, son yıllarda gerçekleştirdiğimiz atılımlar ve artan iş birliklerimizle yemek üretim hizmetiti sektörünün parlayan yıldızı olduk ve 2012 yılında vizyonumuzu genişleterek perakende hizmetlerimizi de ön plana çıkarma hedefini ortaya koyduk. Catering konusunda iş birliği yürüttüğümüz müşterilerimizin kendi tesisleri içindeki kafe alanlarında da faaliyet gösteriyoruz. Bu kapsamda Amigo ile Delimarché Café’nin ardından Caffé Liscio markasını müşterilerimizle buluşturduk. Amacımız, şirket ciromuz içindeki perakende payını artırmak; müşterilerimizin merakla ve heyecanla takip ettiği bu değişimle, şirket büyümemizi iki katına çıkarmak. EN ÖNEMLİ NOKTA “STANDARTLAŞMA” Perakendeyi, müşterilerimize bütünsel hizmet verebilmemize imkân tanıması açısından çok önemli bir alan olarak görüyor ve perakendenin ciddi bir özgürlük alanı olduğunu düşünüyoruz. Bu doğrultuda Compass Group’un hazır konseptlerini Türkiye’ye adapte ediyor, aynı zamanda farklı atılımlar üzerinde çalışmalarımızı sürdürüyoruz. Hedefimiz ilk etapta, zincir mağazalar kurup gerçek anlamda perakendeyle rekabet olmasa da ilerleyen dönemlerde iş merkezlerinde yüksek kalitede hizmet sunabileceğimiz perakende alanlar oluşturmak ve bu alanları genel kullanıma açmak istiyoruz. Yeni perakende stratejimiz doğrultusunda beş yıllık bir plan lan hazırlayarak uygulamaya koyduk. Perakendeye özgü eğitim altyapımızın geliştirilmesi yönünde çalışmalara başlayarak "kalite"nin vazgeçilmez bir parçası olan “standartlaşma” konusunda çok önemli bir adım attık. Hazırlamış olduğumuz beş yıllık plan çerçevesinde “OSEM” (One store every month) stratejisini yürüteceğiz. Bu doğrultuda mevcut müşterilerimizin tesislerinde olmak üzere “her ay bir yeni kafe” açmayı; beş yılın sonunda 60 mağaza ile müşterilerimizin toplam hizmetinde önemli bir ivme yakalamayı amaçlıyoruz. “Her ay bir yeni kafe” hedefine ek olarak, “5WTG” (Five weeks to go) projesini de uygulayacağız. 5WTG, bir kafenin, açılışından beş hafta önce bütün konseptinin çalışılmasını, ilk açıldığı gün, konseptin bire bir uygulanır hale gelmesini ifade ediyor. Bir sonraki hedefimiz çalışmalarımızı dört haftada tamamlamak ve daha kısa sürede daha çok müşterimize ulaşmak olacak. Hizmet vermeyi düşündüğümüz perakende alanları, farklı marka konseptleriyle hizmet verecek. Her ihtiyaca uygun çözümler üretebilme konusunda ciddi bir deneyime ve bilgi birikimine sahip olan grubumuz, perakende konseptlerinin kendine özgü nitelikleriyle hizmetlerine değer katacak. Müşterilerimizin isteği doğrultusunda markalara ek ilaveler gerçekleştirilerek ülkemizin yapısına özgü detaylarla hizmetlerimizin verimliliği artırılacak. Müşterilerimizle uzun yıllardır birlikte çalışmamız ve karşılıklı sağladığımız güven, onların taleplerini eksiksiz olarak anlamamızdaki en büyük avantajımız. Müşterilerimizin tam olarak neye ihtiyaç duyduğunu çözmek ve o ihtiyaca uygun konsepti seçmek, çalışmalarımızın temelini oluşturuyor. PERSONEL VERİMLİLİĞİNİ ARTIRIYORUZ Firma tesislerindeki kafelerin, çalışanların sosyalleşmesindeki rolü ve çalışan memnuniyeti açısından firmalara sağladığı katkı, uygulamalarımızın en dikkat çekici özelliklerinden birini oluşturuyor. Hizmet verdiğimiz noktalar, yoğun çalışma temposu içindeki insanların rahat bir nefes almasına imkân tanıyor ve bu durum, personel memnuniyetini, motivasyonunu dolayısıyla da verimliliği artırıyor. Perakende alanları yalnızca iş merkezleri olarak düşünülmemeli elbette... Örneğin hastaneler, uygulamalarımızda çok önemli bir yere sahip. Hastalar, hasta yakınları, ziyaretçiler, hastane personeli belli bir özgürlükle alışverişlerini yapmak istiyor ve perakende hizmetimiz hem müşterimize hastane olarak değer kazandırıyor hem de o hizmeti veren insanlar olarak biz değer kazanıyoruz. Yeni dönemle birlikte “POS” (Point of Sale) olarak ifade edilen, tamamen dokunmatik ekranlı kasa sistemlerini de kullanmaya başladık. İlk örneği İzmir Kent Hastanesi içindeki Delimarché’de uygulanan POS, hem müşterilere daha hızlı hizmet vermemizi sağlıyor hem de grubumuzun finansal 5 VİZYON YENİLİK Bu uygulamamız okullarda daha da önem kazanıyor. Alışveriş verilerine ulaşabilen veliler, çocuklarının tüketim alışkanlıklarıyla ilgili bilgi sahibi oluyor. Bunun da ötesinde öğrencilerin kullandığı alışveriş kartlarına müdahale edebilen veliler, çocuğunun satın almasını istemediği ürünleri karta tanımlatıyor ve sistem, o ürünlerin alınmasını engelliyor. TÜRKİYE ORİJİNLİ İKİ YENİ MARKA kontrol gücünü pekiştiriyor. Çünkü sistem aracılığıyla, sipariş verilen ürünler kalem kalem stoktan düşüyor. POS sistemin envanter kontrol özelliği, aylık, haftalık, hatta günlük bazda en çok tüketilen ürünlerin takibini mümkün kılarak personel alışkanlıkları konusunda bir veri tabanı sağlıyor. Bu kapsamda o ürünlere yönelik kampanyalar uygulanması ve alışkanlıkları pekiştirici ürünler ilave edilmesi yoluyla müşteri memnuniyeti artırılmış oluyor. 6 Grubumuzun en yeni perakende markası Caffé Liscio, yaklaşık iki ay önce Mercedes’te hizmet vermeye başladı. Markanın, tesis içinde önemli bir fark yarattığı, çok keyifli bir atmosfer sağlandığı yönünde geri dönüşler alıyoruz ve önümüzdeki günlerde Mercedes’in Aksaray’daki firmasında da yeni bir Caffé Liscio hizmete sokacağız. Bu gelişmelere ek olarak Türkiye’de ihtiyaç olan, ama hali hazırda yerine getirilmemiş konseptler konusunda pazar araştırması yapıyor ve bu ihtiyaçları belirliyoruz. Özellikle eğitim alanında ihtiyaç duyulan iki marka üzerinde Türkiye’de geliştirme çalışmaları yaptığımızın bilgisini paylaşmak istiyoruz. Türkiye orijinli olacak bu markalar, müşterilerimiz tarafından merakla bekleniyor ve Sofra Grup ailesi içinde büyük bir heyecan yaratıyor. Çocukların ve gençlerin sağlıklı beslenmesine yönelik yeni bir anlayış getirecek olan Teneffüs ve Foodbreak isimli iki marka konseptimizin detayları, dergimizin bir sonraki sayısında… Ama şimdiden, bu iki markanın 2012-2013 eğitim-öğretim yılına hazır olacağının müjdesini vermek isteriz. VİZYON Caffé Liscio Caffé Liscio, stil sahibi bir ortamda otantik bir kahve deneyimi ihtiyacı bulunan iş merkezleri ve ofis binaları için en ideal çözümü üretmek üzere Compass Group’un özel olarak tasarlanan yeni premium kafe markasıdır. Aydınlık, dinamik, eğlenceli ve enerji verici tasarımı ile farkındalık yaratan bir kimliğe sahip olan Caffé Liscio yüzde 100 arabica ile üretilen mükemmel kahve tadı ve çay, taze meyve suları, milk shake, sıcak çikolata gibi çok çeşitli içecek seçenekleri ile ön plana çıkıyor. Taze fırın ürünleri, lezzetli sandviçler ve tatlılar bu eğlenceli deneyime eşlik ediyor. Delimarché Café “Hayatınıza tazelik katar” vizyonu ile iş atmosferine farklı bir yaklaşımla, rahat, keyifli ve çok çeşitli bir hizmet ortamı yaratan Delimarché Café'nin, sunduğu ürünlerde tazelik her zaman ön plana çıkıyor. Günlük tabildot üretimine ek olarak alacarte hizmet de sunan kafelerde sıcak-soğuk içecek, paketli yiyecek ürünleri, meyve ve tatlı hizmeti de veriliyor. Sektörün getirdiği temel standartların eksiksiz uygulandığı Delimarché Café'de ürünlerin, hizmet kalitesi çerçevesinde onaylanmış fırınlardan taze olarak çıkmış olması ve ürünlerde günlük malzemenin kullanılması prensiplerin başında geliyor. Yemeklerde tazelik ve lezzetten ödün vermeyen Delimarché Café, müşteri memnuniyetinde de son derece titiz. Müşterilerine eğlenceli ve unutulmaz bir deneyim yaşatmayı hedef edinen Delimarché Café, profesyonel ve hızlı hizmet anlayışı ile büyük beğeni kazanıyor. Amigo İnsanların yaşam tarzları, özellikle iş yerlerinde değişiyor ve geleneksel öğle yemeği saatleri modern zamanların ofis hayatıyla uyumsuz hale geliyor. Bunun sonucunda da çalışanlar, çabuk alabilecekleri, pratik ama kaliteli yemekler arıyor. Tam bu bakış açısına göre tasarlanan Amigo, özellikle yoğun iş temposunda çalışanların “al ve git” ihtiyacına bir çözüm sunuyor. Sıcak ve soğuk içecekler, atıştırmalıklar, sandviçler, gazeteler, dergiler, tebrik kartları, temizlik takımları, sağlık hizmeti unsurları gibi pek çok ürüne hızlı erişimi mümkün kılan Amigo "sık tüketim malları mağazası" konseptiyle hizmet sağlıyor. Günümüzün yoğun yaşam tarzları için kalite ve bol seçeneği çok hızlı bir şekilde sunarak değişime ayak uyduran Amigo'da, ürün tanıma ve seçiminin kolaylaştırılması için görsel açıdan rahat anlaşılır yardımcı işaret ve resimler kullanılıyor. 7 GÜNCEL ZİYARET Dünya Başkanımız ülkemizi ziyaret etti Compass Group Dünya Başkanı Richard Cousins, şirket gelişimimizle ilgili incelemelerde bulunmak üzere Türkiye’yi ziyaret etti. İlk olarak Yönetim Kurulu ile bir araya gelen Richard Cousins, şirketin büyüme planları ve finansal süreçleriyle ilgili temaslarda bulunarak, Compass Group içinde Türkiye’nin nasıl konumlandırılacağı ile ilgili detaylı görüşmeler yaptı. Cousins daha 8 GÜNCEL sonra, şirket içindeki potansiyel yöneticilerle Kalamış Develi Restaurant’ta gerçekleştirilen öğle yemeğinde buluştu. Türkiye’deki temaslarından ve incelemelerinden çok memnun kaldığını belirten Richard Cousins, Sofra Grup’un nitelikli insan kaynağına dikkat çekerek, şirket bünyesindeki genç ve dinamik kadroyla bir araya gelmekten mutluluk duyduğunu belirtti. 9 LEZZET 10 PEYNİR LEZZET Beyazın renkli hali “Peynir dünyası” Tat ve görsellik çoğu zaman birbirini tamamlayan unsurlar olarak karşımıza çıkar. Görselliği besleyen renklerin gücü, lezzet dünyası için de önemli bir algıdır. Ancak öyle bir tat vardır ki nötr rengini, lezzetiyle başkalaştırır. P eynirsiz bir kahvaltı düşünülebilir mi? Fırında kızaran mis gibi böreğin içinde, tadını hamurun tüm katmanlarına geçiren peynir… Makarnaya tat vermek için üzerine serptiğimiz ya da ateşin gücüyle eriyip makarnanın bütün haznelerine yayılan peynir… Şarabın en yakın, tatlıların en aykırı dostu peynir… Peynir kelimesi, Farsça “sütten yapılmış” anlamına gelen panîr kelimesinden geliyor. İngilizceye ise Latince “caseus” kelimesinden geçmiş. Bu kelimenin kökeninin Hint-Avrupa dillerinde yer alan mayalanmak-ekşimek manasındaki kwatkökünden türediği düşünülüyor. Adının, lezzet literatürüne girme yolculuğu ise Asya’dan Avrupa’ya; oradan da Amerika’ya uzanıyor. Birden çok hikâyesi olan bir yiyecektir peynir. AraştırmacıYazar RW Menges, ilk peynirin bir Arap gezgin tarafından koyun midesinden yapılmış tulum içinde taşınan sütün, tesadüfen pıhtılaşmasıyla elde edildiğini söylüyor. Hipokrat ve Heredot, peynirin İskit Türkleri tarafından kısrak sütünden, ekşitme yoluyla yapıldığını belirtiyor. Peynir Teknolojisinde Gelişmeler kitabının 11 LEZZET PEYNİR TADIMLIK Rokfor: Fransa'nın "Causes" bölgesinde koyun sütünden üretilir. Çok nemli bir ortama sahip özel mağaralarda olgunlaştırılan rokfor, süresini tamamlamaya yakın mavileşir. Sofra peyniri olarak kullanılmasının yanı sıra salata soslarında da tercih edilir. Parmesan: İtalya'nın en tanınmış granüler yapılı peyniridir. İnek sütünden yapılan ve çok sert bir dokuya sahip olan parmesan, büyük tekerlekler halinde satılır. Olgunlaşma süresi en az iki yıldır. Tamamen olgunlaşmışları sadece rendelenerek veya toz haline getirilerek kullanılır. Mozarella: Pizza deyince ilk akla gelen peynir olan mozarella, İtalyanların dünya mutfağına bir diğer armağanıdır. Orijinali bufalo sütünden yapılan peynir, günümüzde inek sütünden de üretilir. Kremamsı bir yapıya sahip olan mozarella, özellikle pizza, lazanya ve sıcak sandviçlerde kullanılan bir pişirme peyniridir. Çedar: İngilizlerin en çok bilinen peynirlerindendir. İnek sütünden yapılan çedar, çoğunlukla soslarda, suflelerde, salatalarda ve pizzalarda eritme peyniri olarak kullanılır. Gravyer: İsviçre'nin inek sütünden yapılan en meşhur peynirlerinden biri olan gravyer, fındıksı kokuludur ve delikli bir yapıya sahiptir. Peynir tabağına uygunluğunun yanı sıra fondü, kiş ve soslarda da tercih edilir. Gorgonzola: İtalyanların bir peyniri olan gorgonzola, dünyanın en iyi mavi peynirlerinden biri kabul edilir. Üzerinde yeşil-mavi lekeler bulunan peynir, güçlü bir tada sahiptir. Salata soslarında, tatlılarda, ordövrlerde ve eritme peyniri olarak kullanılır. yazarı Kosikowski ise Türk ve Moğolların atalarının Asya’dan Avrupa’ya göçleri sırasında keçi sütünden fermente gıda elde ettiklerini kaydediyor. Sütün önce tesadüfen, sonra da bilinçli olarak ekşitilerek peynire dönüştürülmesinin çıkış noktasının Asya olduğu tahmin edilse de peynirin yaygınlaşması ve çeşitlenmesi Avrupa’da Roma İmparatorluğu döneminde gerçekleşti. Peynire baharatlar ve kokulu otlar ekleyen Romalıların peyniri tütsülediği de biliniyor. Kestirdikleri sütü, kaynar suya atarak pişiriyor, elle biçimlendirip tuzluyor ve dumana tutuyorlardı. Orta Çağ’da peynir yapımı bir dönem manastırların kontrolünde gerçekleştirildi. İlk önce günah kabul edilen peynir yapımı, daha sonra uzun bir süre rahibelere ait bir iş olarak benimsendi. Örneğin mayalı bir peynir çeşidi olan munster, adını monastery yani manastır kelimesinden aldı. Munster peyniri ilk olarak MS 9. yüzyılda Fransa’nın doğusundaki manastırlarda yaşayan, ibadetlerinin yanı sıra tarım ve hayvancılıkla uğraşan keşişler tarafından yapıldı. Orta Çağ’da peynirden ilaç olarak da faydalanılıyordu. Ateş düşürücü olarak kullanılan peynir, şarap içinde eritildikten sonra tüberküloz ve kadın hastalıklarına karşı bir ilaç olarak içiriliyordu. Peynirin Amerika kıtasına yolculuğu, 17. yüzyılın başlarında Avrupa’dan göç edenler sayesinde oldu. Endüstri düzeyinde üretim yapılması 1815 yılında İsviçre’de kurulan ilk peynir fabrikasıyla başladı. Peynir fabrikalarında üretim teknolojisindeki asıl gelişmeler ise 1970’li yıllardan sonra yaşandı. Tevrat'ta peynirden “kahramanların gıdası” olarak söz ediliyor. Düşmanla savaşan kardeşlerine peynir götürmek için yola çıkan Davut, cüssesi ve gücüyle efsane olan Komutan Goliath’la karşılaşarak onu yeniyor. Binlerce yıldır devam eden hikâyesinde peynir gücün, zekânın ve yenilikçiliğin bir göstergesi oldu. Peynirin lezzet dünyasında var olma azmi ve başarısı, Dev Goliath’ı sapanıyla yenen Davut’un azmi gibi kahramancaydı. KALSİYUM VE PROTEİN KAYNAĞI Peynirin en önemli özelliği, protein deposu olması… Peynirle et arasındaki protein değeri karşılaştırıldığında 100 gram peynirdeki proteinin, 250 gram ette bulunduğunu 12 LEZZET söyleyebiliriz. Peynir, gelişme çağında vücudun ihtiyaç duyduğu, aynı zamanda kemik erimesinin önlenmesinde etkili olan kalsiyumu sağlıyor. Hamilelerin, yaşlıların ve çocukların yemesi gereken peynir miktarı farklılık gösterse de uzmanlar, günde en az iki dilim peynir yenilmesini öneriyor. Peynir seçimi yapılırken beyaz, tulum veya otlu peynir gibi, yağ oranı daha düşük olanlarının tüketilmesi tavsiye ediliyor. Sindirim sisteminin düzene girmesini sağlayan, ülseri giderici özelliği olan ve diş çürümelerini önlemede etkisi bulunan peynir, yüksek tansiyonun düşürülmesinde de faydalı… Beslenme zincirinin en önemli parçalarından biri olan peynir, kolay bozulan bir yiyecek olduğu için satın alma ve saklama koşullarına dikkat etmek gerekiyor. Peynir satın alırken, gözeneksiz veya küçük gözenekli olanlar tercih edilmeli. Büyük gözenekler, üretimin hijyen açısından kontrolsüz olduğunu ve peynirin koliform gibi bakterileri içerebileceğini gösteriyor. Ayrıca bu mikroorganizmalar peynirde çatlamalar da yapıyor. Taze peynirin dış yüzü yumuşak, süngerimsi bir görüntüde, beyaz ve parlak oluyor. Peynirin elastik, yani bıçakla kolay kesilebilir olması da gerekiyor. Peynir alırken tadına bakmayı ihmal etmeyin. Peynirin hafif ekşimsi, kendine has aroması olması gerekli ve ağızda rahatsız edici bir tat bırakmamalı. Yumuşak peynir alırken, özellikle dikkat etmek gerekiyor. Çünkü bu peynirlerde su yoğunluğu fazla olduğu için küf ve maya üremesine daha uygun bir ortam bulunuyor. Eğer aldığınız peynirin uzun süre dayanmasını istiyorsanız sert olanlarını tercih etmelisiniz. Peynir suflesi Malzemeler: 85 gram kaşar peyniri, 3 yumurta, 30 gram tereyağı, 30 gram un, 125 gram süt, tuz, karabiber, yarım çay kaşığı hardal Hazırlanışı: Tepsiyi yağlayın. Yağı tavada eritip unu ekleyin ve bir dakika hafif ateşte kavurun. Unun yanarak, renginin kahverengi olmamasına dikkat edin. Sütü ilave ederek karıştırmaya başlayın. Pürüzsüz bir sos görünümü elde edin. 2-3 dakika pişirin. Daha sonra içine hardal ve rende kaşar peyniri koyun. Malzemeyi akıcı, pütürsüz bir hale getirin. Tavayı ateşten alın ve soğumaya bırakın. Bu arada yumurtanın sarısını çırpın. Yumurta aklarını telle iyice dövün. Önceki karışıma kaşık kaşık ilave edin. Karışımı, yağlanmış tepsiye dökün ve orta hararetli fırının orta gözünde 25-30 dakika pişirin. Peynirli muffin Malzemeler: 2,5 su bardağı un, 1,5 çay kaşığı tuz, 1,5 çay kaşığı kabartma tozu, 2 su bardağı süt, 6 adet yumurta, yarım su bardağı çiçek yağı, 250 gram çedar peyniri, 1 tutam kırmızıbiber Hazırlanışı: Un, tuz ve kabartma tozunu, başka bir kapta süt, yumurta ve çiçek yağını karıştırın. Ardından peyniri ekleyin. Sütlü karışımı unun içine katın. Kırmızıbiberi ilave edin. Yağlanmış, özel muffin kabına koyup önceden ısıtılmış 150 derece fırında, 30 dakika pişirin. 13 MEKÂN ÖZGÜR ŞEF STEAK HOUSE KASAP Bugüne kadar et yediysek, bu ne? Ekranın tanınan ve en sevilen şeflerinden biri, restoran açarsa ne olur? “Popüler bir mekân…” Bu kişi Özgür Şef olursa ne olur? “Çizgi dışı bir işletmecilik ve lezzetli bir adres…” Peki tanınan biri olmak bazı ön yargıları ve zorlukları beraberinde getirir mi? Yanıtlar, bu röportajın içinde… 14 MEKÂN "B ir sabah uyandım, bir baktım ünlüyüm” diyor Özgür Özkan… Birçoğumuzun bildiği ismiyle Özgür Şef… Açık sözlü ve güler yüzlü biri… Ekranlarda gördüğünüz haliyle kıyasladığınızda, sizi hayal kırıklığına uğratmıyor. Aksine, doğallığıyla şaşırtıyor. Özgür Özkan, yaklaşık sekiz ay önce Batı Ataşehir’de hizmete açtığı Özgür Şef Steak House Kasap ile mesleğine bir başka boyut daha ekledi. Biz bu röportajı yaparken Kalamış Yelken Kulübü binası içinde yer alan ikinci şubesinin hazırlıkları ise tamamlanmak üzereydi. Şimdi, lezzet severlerin, lezzeti Özgür Şef Steak House Kasap’ta arayanların ve bulanların en yeni adreslerinden biri olarak faaliyete başladı. Özgür Şef markasının restoran yolculuğu yalnızca iki şubeyle devam edecek gibi görünüyor. Ancak Özgür Özkan’ı farklı projelerde görecek miyiz, bizi farklı tatlarla buluşturacak mı bunu zaman gösterecek. Özgür Şef’in “marka” olma yolundaki yolculuğunu bizimle kısaca paylaşır mısınız? Aslında bu, bilerek ya da planlayarak gerçekleştirdiğim bir olay değil. Ben şef olarak çalışmaya devam ederken, hayatımdaki en önemli insanlardan biri Mehmet Alp Elmalı ile tanıştım. Bir gün bana, yemek programı yapmam için öneride bulundu. O arada bir fırsat çıktı ve yurt dışına gittim. Bir sene kadar lüks yatlarda, tek başıma şeflik yaptım. Döndükten sonra Mehmet Bey beni aradı ve program için hazır olup olmadığımı sordu. Kış mevsimiydi ve yeniden yurt dışına çıkmak için yaz aylarını beklemek durumundaydım. Bu boşlukta, bir televizyon programına başlayalım diye düşündüm. İki, üç sezon böyle devam etti. Yavaş yavaş tanınmaya başlamıştım, ama daha sonra tabir yerindeyse, bir sabah kalktım ve herkes beni tanıyordu. Çok ani bir geçiş oldu diyebilirim. Sonra değişik iş teklifleri gelmeye başladı ve onları değerlendirmeye çalıştım. Bir noktadan sonra da kendim bu işi yapmaya karar verdim. Restoran açma fikri böyle doğdu. Ekran ışığına sahip olmak başarınızda ne kadar etkili oldu? Ben başka bir meslek de yapıyor olsam başarıyı yakalardım. Çünkü işini iyi yapmaya çalışan biriyim. Mesleğimi çok seviyorum ve televizyon programları olmasa yine de bu noktaya gelirdim. Kamera ışıkları kapandığında nasıl bir Özgür Özkan var? Mutfakta da ekranlardaki gibi güler yüzlü müsünüz mesela? Zor bir soru… Normalde de güler yüzlü olduğum söylenir. Ama mutfakta pek öyle değilim sanırım (gülüyor). Mutfak çok stresli ve otorite gerektiren bir ortam. Hataya hiç yer yok ve her ayrıntı çok önemli. İnsanlar burada iyi bir yemek yemek ve mutlu olmak zorunda. Ama mutfakta olanlar mutfak sınırları içinde kalır. Servis bittikten sonra orada yaşananları hiç kimse hatırlamaz. Peki şef ve yönetici rollerini dengelemek zor mu? Ya da biri diğerine baskın geliyor mu? Bu dengeyi kurmayı yeni yeni öğreniyorum. Sonuçta bizde bir işçi ruhu var ve onu yok edemiyorsunuz. Yok etmeniz iyi bir şey mi onu da bilmiyorum. Bu iş, sadece yemek yapmaktan ibaret değil. Servisi, muhasebesi, satın alması var. Bunlar bir şefin bildiği süreçler değildir. Bu konularla daha çok babam ilgileniyor ama siz de süreçlerin içinde oluyorsunuz. Onun dışında, müşteri ilişkileri diye bir şey varmış, belki de en zoru bu… Çok yeni bir işletmeci olduğum için biraz zamana ihtiyacım var. Ben burada değişik bir işletmecilik yapmaya çalışıyorum. Geçen gün arkadaşlar internette bir paylaşım görmüşler, bana da okudular. Ben çocukları çok seviyorum ve onlarla bire bir ilgileniyorum. O yüzden buraya çocuklu aileler çok sık gelir. Bir gün 15 MEKÂN ÖZGÜR ŞEF STEAK HOUSE KASAP kızımla uçurtma uçurmaya çalıştık, ama beceremedik. Ben de internetten, iyi bir uçurtma bulmak için araştırma yaptım. Bir uçurtma fabrikasını arayarak bir koli uçurtma satın aldım. “Yarın pazar, babalar, size iş çıksın” diyerek restorana gelen çocuklara dağıttım. Bunu internette biri yazmış, değişik bir işletmecilik yaptığımızdan bahsetmiş. Ben bunları fark olsun diye yapmıyorum. Bir tarzım var ve bu doğrultuda hareket ediyorum. Özgür Şef Steak House Kasap’ın kuruluşu nasıl oldu? Bebek’teki restoranım oldukça iyi iş yapıyordu ama çok küçük bir alandı ve orada huzurlu değildim. Restoranı kapattıktan sonra ekibimin ne yapacağını düşündüm. Çünkü onların sorumluluğunu hissediyordum. Olayın bir başka boyutu daha vardı. Ben bu çocuklara emek harcamıştım. İşlerinde uzman oldular ve bu becerilerini değerlendirebilecekleri başka bir yer yoktu. Bu düşüncelerle Batı Ataşehir’deki mekânımı açmaya karar verdim ve Özgür Şef, şu an 70 kişiye geçim kaynağı sağlıyor. Burası tam hayalimdeki gibi bir yerdi ve mimarisini ben yaptım. Çok yoruldum ama güzel bir restoran oldu. Şık fakat sade bir konsepti tercih ettik. Kalamış Yelken Kulübü’ndeki restoranınız çok yakın bir zamanda hizmete girecek. İkinci bir restoran açma konusunda itici güç neydi? Kalamış’taki mekân, aslında biraz tesadüf sonucu oldu. Mekânın müdürü benim arkadaşımdı ve “Burayı yeni açtık, senin desteğine ihtiyacımız” var dedi. Çok güzel bir yerdi ve beğenince kiralamaya karar verdim. Mekânın sahibi, bana başka bir teklifle geldi ve biz ortak olduk. Çalışmalarımız bitmek üzere, çok yakın bir zamanda açılışımızı yapacağız. 16 Orası Brezilya Steak House konseptinde hizmet verecek. Örneğin, Brezilya döneri olarak tabir edilen churrascaria olacak. Churrascarianın sunumunu seviyorum. Büyük şişte etler düşünün. Garson masaya gelerek, şişteki etleri kendisi kesip servis edecek. Ekibinizi oluştururken nelere dikkat ediyorsunuz? Bu konuda tecrübesi olmayan kişileri tercih ediyorum. Elemanları bizim yetiştirmemiz, çok daha büyük bir avantaj. "Türkiye’de işsizlik var" deniyor, ama ben eleman bulma konusunda sıkıntı yaşıyorum. 10 kişi çalışmaya başlıyorsa bir kişi devam ediyor. Çünkü gerçekten zor bir işimiz var ve kimi insanlar rahat çalışmak istiyor. Yorucu bir mesleğimiz olsa da benim iş yerimde insanlar emeğinin karşılığını alıyor. Uzun süre Murat Vargı’nın yanında çalıştım. Vargı, “Çalışanın teri soğumadan parasını ver” derdi. Ben de öyle yapıyorum. Kemikleşmiş kadrom oldukça iyi… Biz onlardan memnunuz, onlar da bizden. BİR KEZ YOLUNDA GİTMEYEN BİR OLAY YAŞARSINIZ, İNSANLARIN AKLINDA O KALIR Müşteri profiliniz hakkında bilgi alabilir miyiz? Bizim restoranımıza lezzete önem veren insanlar geliyor ve onları iyi ağırlamak için elimizden geleni yapıyoruz. Hizmet sektörü, reaksiyonu anında aldığınız bir alan. Müşteri mutlu geliyor, mutlu çıkmak zorunda; mutsuz geliyor, yine mutlu çıkmak zorunda… 50 kere iyi servis yaparsınız, bir kez yolunda gitmeyen bir olay yaşarsınız, insanların aklında o kalır. Bir de ekranlarda bilinen bir yüz olduğum için ilk başta çok pahalı bir restoran olduğumuz düşünülebilir. Ancak öyle bir durum yok. MEKÂN Altı ayda restoranımıza 6 bin 500 kişi geldi. Bu rakam, herkese hitap eden ve kaliteli hizmet veren bir restoran olduğumuzun göstergesi… Özgür Şef Steak House Kasap’ın en özel yemeği nedir? Restoranımızda köfte, sosis ve sucuktan oluşan bir set menümüz var. İlk kez misafirimiz oluyorsanız bunları mutlaka denersiniz. Çok ince dilimlenmiş bonfilemiz “lokum”, sırt etinden yapılan “şato”, tandırda pişirdiğimiz “helva”, bonfilenin köşelerinden yapılan ve marine edilmiş tek etimiz olan “şaşlık” en çok tercih edilen etlerimizdir. Müşterilerimiz “Bugüne kadar et yediysek, bu ne? Bu etse, biz bugüne kadar ne yemişiz?” diyorlar. Yaptığımız işin sonuçlarını görmek bizim için çok büyük bir keyif. Türk mutfağının dünya mutfakları arasındaki yerini nasıl değerlendiriyorsunuz? Maalesef dünya mutfağında yerimiz yok ve bizim yüzümüzden yok. Bir yabancıya sorduğunuzda bizim mutfağımızı çok fazla tanımadığını görürsünüz. Türkiye’de yemek sektörü dünyayla kıyaslandığında daha doğmamış bir bebek. Ne zaman ki kendi mutfağımızı yurt dışında sunmaya başlarız, şeflerimiz kendini geliştirir, bu durum o zaman değişir. Önümüzdeki günlerde başka bir şube açma fikriniz var mı? Özgür Şef olarak yeni bir şube açmayı düşünmüyorum ama hizmet kalitemin alanını genişletmek istiyorum. Bence dünyanın en iyi pizzasını yaptık. İtalya’da gezmediğim yer yok. Bizim pizzamız hepsinden daha iyi… Bir tek, buğdayını biz öğütmüyoruz. Onun dışında her şeyi kendimiz yapıyoruz. Aynı şekilde burgerimiz çok lezzetli. Bu ürünlerimiz çok hızlı koşabilir diye düşünüyorum. Belki ilerleyen günlerde başka bir isimle bu lezzetlerimizi sunabiliriz. Ama henüz hiçbirini projelendirmedim, bunlar sadece fikir. Yapabileceğimiz çok fazla şey olduğunu düşünüyorum. Çünkü böyle bir kapasitemiz var. Türkiye’de gıda işinde bence çok büyük bir açık bulunuyor ve mutfakta yaptığı işi “hissedebilen” çok fazla insan yok. Bir şef kendi restoranını açamıyor ve maaşlı olarak bir yerde çalışıyorsa yaptığı işe kendi tarzını yansıtamıyor. Bunun sonucunda da ortaya ruhu olan bir iş çıkmıyor. Beni ekranda izleyen ve seven insan, merak ettiği için restoranıma bir kez gelir. Ama insanlar buradaki atmosferi görünce ve yemekleri tadınca algıları değişiyor. Haftada altı gün restoranıma gelenler var. Dolayısıyla ben bu restoranın bir ruhu olduğunu düşünüyorum. Röportaj sırasında Özgür Şef, işletmeci olarak yaşadığı zorluklardan bahsederken spontane gelişen bir olayla, bu sorunlara ilişkin bir örneğe şahit olduk. Özgür Şef Steak House mutfağının garaja açılan; mal kabulü ve paket servis için kullanılan bir arka kapısı var. Restoranın önünden geçerken yanımıza gelen bir mahalle sakini röportajı bölerek bu konu hakkında bir açıklama istedi. Bu tür girişimlere alışkın olduğunu gözlemlediğimiz Özgür Şef ise bunun herhangi bir sıkıntı oluşturmayacağını belirtti ve mutfağa inerek bizzat ortamı kendisinin görmesini teklif etti. Bu olayın ardından değerlendirmeler, Özgür Şef’in ağzından: “Çevre kirliliği yaratmamak için 50 bin dolarlık havalandırma sistemi kurdum. Yine bir mahalle sakini, restoran yoğun olarak çalışmaya başlayınca “Kokudan duramayacağız” diyerek şikâyete geldi. Kendisiyle çatıya çıkarak havalandırmanın kapağını açtım “Ne kokuyor?” diye sordum. “Limon” cevabını verdi. Çünkü bacanın içinde, dumanı duşlama sistemiyle yıkayan 1,5 ton su var. Suyun içine limon esansı koyuyoruz. Başka bir şey kokması mümkün değil. Biraz önce şahit olduğunuz olay da bunun gibi nice örnekten sadece biri… Biz burada kaliteli hizmet vermeye çalışıyor ve tüm detayları iğneyle oya yapar gibi işliyoruz. İnsanlar hata yapabilir, ama önemli olan, hatayı yaptıktan sonra nasıl bir tavır takındığınız. Ben işin doğrusunu insanlara anlatmak ve küçük problemler büyümeden onları çözmek zorundayım. Tek isteğimiz, insanların, tüm ön yargılardan uzak bir şekilde bu çabamızı görmesi ve emeğe saygı göstermesi." 17 18 SAĞLIK SAĞLIK Ruhunuzu besleyin Beslenme alışkanlıklarınızla ruhsal durumunuz arasında doğrudan bir ilişki olduğunu biliyor muydunuz? Badem ve ceviz yiyerek öfkenizi kontrol edebilirsiniz örneğin… Hayal kırıklığına uğramamak içinse enginar yiyin. Y az mevsiminin içimizi açtığı, bize huzur ve mutluluk verdiği bugünlerde, duygu dünyamızı dört mevsim kontrol edebileceğimizi bilmek, kendimizi daha da iyi hissetmemize neden olacaktır. Kimi zaman bizi hastalıklardan koruyan kimi zaman çok ya da az yenmesiyle hastalıklara neden olan besinler, hayatımızda çok önemli bir yer tutuyor. Besinler, biyolojik olarak hastalıklara karşı vücudun savunma gücünü artırmasının yanı sıra, ruhsal bazı problemlerin ve stresin tedavisinde de etkili... Bu problemleri yok etmek, en azından etkilerini azaltmak için bilinçli bir beslenme programı uygulamak gerekiyor. Beslenme uzmanları, kendinizi yorgun hissediyorsanız sebze ağırlıklı beslenmenizi öneriyor. Ancak sebzeleri çiğ olarak tüketmeye ve yavaş yemek yemeye özen göstermek, bu besinlerin olumlu etkilerini artırıyor. Yağlı tohumlar, özellikle fındık, ceviz ve fıstık, agresifliğin azaltılmasında etkili olan yiyecekler… Hayal kırıklığına karşı ise enginar ve kereviz oldukça yararlı… Domates, biber, patlıcan ve patatesin yalnızlık duygusunu hafiflettiğini belirten uzmanlar, depresyon durumunda az miktarda çikolata, şekerli ve sütlü tatlılar öneriyor. Özgüven eksikliğini onarmak için C vitamini deposu olan yiyeceklerin tercih edilmesi gerekiyor. Aşırı öfke halinde ekmek, makarna, sebze, meyve yenmesi; kırmızı et ve kafeinli içeceklerden kaçınılması gerekiyor. Uzmanlardan küçük bir tavsiye daha: Aşk acısı çekiyorsanız, şeker ve pirinçten uzak durun. HANGİ BESİN NEYE İYİ GELİYOR? Yorgunluk: Bezelye ve havuç, yorgunluğa karşı birebir. Taze sıkılmış meyve suları ve evde yapılan meyveli yoğurtlar da aynı etkiyi gösteriyor. Yalnızlık: Domates, biber, patlıcan ve patates yalnızlık duygusunu hafifletiyor. Endişe: Vücutta aşırı sıvı kaybı olacağından hafif çorba, komposto, meyve suyu içilmesi gerekiyor. Hayal kırıklığı: Sebzeler hayal kırıklığını hafifletici etki içeriyor. Özellikle enginar ve kereviz, hayal kırıklığı dugusuna karşı çok etkili. Depresyon: Çok fazla olmamak kaydıyla çikolata, şekerli ve sütlü tatlılar öneriliyor. Çekingenlik: Kuru baklagiller ve fosfor açısından zengin besinler tüketmek gerekiyor. Özgüven: Yeşil biber, maydanoz, haşlanmış patates ve kuşburnu insanın özgüvenini kuvvetlendiren yiyecekler arasında yer alıyor. Agresiflik: Yağlı tohumlar, özellikle fındık, ceviz ve fıstık yenmesi gerekiyor. Aşırı öfke: Ekmek, makarna, sebze, meyve öfkenizi azaltmaya yardımcı oluyor. Kırmızı etten ve kafeinli içeceklerden ise kaçınmak gerekiyor. 19 RÖPORTAJ YAŞAR ÜNİVERSİTESİ Üniversitelerin sahip oldukları kaynakları belirleyen bilim üretme kabiliyetidir Kurulduğu 2001 yılından bu yana yalnızca Türkiye’nin değil, dünyanın sayılı üniversiteleri arasında yer almayı hedefleyen Yaşar Üniversitesi, üniversite eğitiminde uluslararası düzeyde prestij kurumu olan CEA’nın akreditasyon verdiği, Türkiye’de ilk üniversite oldu. S elçuk Yaşar Spor ve Eğitim Vakfı tarafından kurulan, 20012002 akademik yılında faaliyete geçen ve ilk öğrencilerini 2002-2003 döneminde alan Yaşar Üniversitesi, Alsancak ve Bornova/Ağaçlıyol olmak üzere iki kampüste, 4 bin 683 öğrencisine, 434 öğretim elemanıyla eğitim veriyor. Yaşar Üniversitesi’nin kısa zamanda katettiği yol, 2007 yılında Yaşar Üniversitesi Rektörü Murat Barkan 20 Murat Barkan’ın rektörlük görevini üstlenmesiyle hız kazandı. Bir röportajında “Ben hangi üniversitede görev yapsam hep inşaat vardır” diyen Barkan, bu geleneği Yaşar Üniversitesi’nde de sürdürdü. Kampüsü tasarlarken tüm Yaşar Üniversitesi öğrencilerine, idari personeline ve öğretim üyelerine, nasıl bir kampüste öğrenmek, öğretmek ve çalışmak istediklerini RÖPORTAJ sordu. Gerçekleştirilen tasarım sonrasında kampüste limon ve zeytin ağaçlarına kadar onların özlem ve ideallerini dikkate aldı. Toza toprağa bulanarak, Bornova/Ağaçlıyol Kampüsü’nün kurulmasına öncü oldu. Yetmedi, hazırlık öğrencilerinin eğitim gördüğü Alsancak Kampüsü’nü Bornova’ya taşıyacaklar. Ekim 2012’ye kadar yetiştirmeyi plandıkları bu proje, üniversitenin çehresini değiştirecek. Murat Barkan’ın enerjisi, ekibine olan inancı ve bir eğitim kurumunu “eğitim kurumu” yapan “bilim iddiası”ndaki tutkusu ise Yaşar Üniversitesi’nin gücüne güç katmaya devam edecek. Göreve başladığınız 2007 yılından bu yana Yaşar Üniversitesi’nde neler değişti? Çünkü genel algı, sizin göreve gelişinizle birlikte Yaşar Üniversitesi’nin önemli bir yol katettiği yönünde… Ben Yaşar Üniversitesi’ne Anadolu Üniversitesi’nden transfer oldum. Oradaki yapıyı, kente neler kazandırdığını biliyorsunuz. O süreçlerin hep içindeydim. Burada, Anadolu Üniversitesi’ndekine benzer bir ruh ve özlemleri daha da ileri olan bir kadro vardı. Bir akademik kurumla yeni çalışmaya başladığımda, önce oranın kırılma noktalarını anlamaya çalışırım. Yaşar Üniversitesi’ni var olan potansiyeliyle İzmir, Ege, Türkiye ve uluslararası camiada nerede konumlandırabileceğim, bu potansiyelin üzerine ne koyabileceğim konusunda bir buçuk yıl süren bir SWOT analizi yaptım. Gördüm ki, bir bilenmişlik; sahip olduklarının çok daha ötesini hak ettiğini düşünen öğrenci, veli ve akademik kadro üçgeni var. Bu üçünü bir araya getirdiğinizde zaten size bir yol haritası çıkarıyorlar. Bizim yapmamız gereken de o yolu algılayıp, o yolda gidebilmekti. Yaşar Üniversitesi’nde olup da diğer üniversitelerde olmayan artılar nedir? Yaşar Üniversitesi’nin rektöründen kat görevlisine kadar herkes birbiri için çalışır. Biz burada, gerekmeyen hiçbir hiyerarşi unsurunu barındırmadık. Bu sayede çok hızlı yürüyebiliyoruz. En önemlisi, bizi sürekli ardımıza bakmak zorunda bırakmayan bir üst iradeyle çalışıyoruz. Kurucumuz ve Onursal Başkanımız Sayın Selçuk Yaşar, bu sarsılmaz iradenin temsilcisi ve bayraktarı oldu. Mütevelli heyetimizi oluşturanlar, bu irade ve öngörüler açısından gerçekten çok özel insanlar. Bulundukları kurumlara, hatta bölgelerine bir kimlik kazandırıyorlar. Bu kimliğin iradesi bizim her zaman arkamızda durdu ve bize yeni vizyonlar açtı. Buraya gelen öğrenciler, 18 yılını bu üniversiteyi hak etmek için harcıyor. İşin zaman, emek ve para maliyeti var. Bu unsurlar öğrencinin lehine, kâra dönmeli. Üniversitelerin, öğrencilerin geleceğine bir yatırım olduğunu algılamak, bu geleceği önermek, taahhüt etmek ve gerçekleştirmek durumundasınız. Bölgesel özelliklerin üniversitelere sağladığı avantajlarla ilgili düşüncelerinizi öğrenebilir miyiz? İzmir, Yaşar Üniversitesi’ne; Yaşar Üniversitesi, İzmir’e neler kattı? Üniversitelerin yaydığı pozitif etki, yakından uzağa doğru gider. Uzaktan beslenir, oradan aldıklarını, verim anlamında yakından uzağa doğru götürür. Yaptığım SWOT analizinde İzmir’in neresine seslenebileceğimiz konusu da vardı. İzmir çok çeşitli kültürlerin buluştuğu, ayrıca eğitim düzeyi ve sanat duyarlılığı yüksek bir kent. Öncelikle bu şehrin yaptıklarınıza ve yapacaklarınıza ikna olması gerekiyor. “İzmirliye ne katkın var?” diye sorulduğunda verecek bir cevabınızın, akademik ve idari açılımınızın tamamında bir sanat ön sözünüzün olması lazım. Spor aktiviteleri düzenlerken, İzmir’i İzmir yapan Körfez’de bir tekneniz yüzecek. Karaburun’un harap olmuş zeytin atölyesi için kaynak üretip, o atölyeyi restore ederek çalışır hale getireceksiniz. Selçuk’un tütün deposundan bozma yerini Kent Belleği Müzesi haline dönüştüreceksiniz. Karşıyaka’nın, denizden bakınca en belirgin unsurlarından olan Nikâh Dairesi’nin restorasyonu konusunda söz sahibi olacaksınız. Dolayısıyla İzmir’e bir mesaj vereceksiniz, ondan sonra İzmirli sizi kabul edecek. Yaşar Üniversitesi Dağcılık Kulübü üyesi öğrencileriniz Van’a yardım için bir ekip kurarak deprem bölgesine gitti. Ayrıca depremzedeler için yardım kampanyası başlattınız. Bu yardımlaşma ruhunu üniversitenize kazandıran nedir? Kendi içinden motivasyon üreten öğrencilere sahibiz ve bizi biz yapan bir bilim iddiamız var. Başka üniversitelerde olmayan bir Bilim Kültürü bölümümüz bulunuyor. Buraya dışarıdan öğrenci almıyoruz ancak Yaşar Üniversitesi’ne gelen her öğrenci, bilim kültürünün önerdiği zorunlu dersleri almak durumunda. Tasarım, proje, araştırma kültürü, insan bilimleri, etik ve estetik dersleri veriyoruz. Bunun dışında, bir kredilik sosyal sorumluluk projesi dersimiz var. Bu okulun öğrencileri 2011 yılına kadar 2 binin üzerinde sosyal sorumluluk projesi hayata geçirdi. Öğrencilerimize, “Kampüsün dışındaki hayat, bir başkasının hayatı değil. Buna sorumlu ol” demeye çalışıyoruz. Van konusuna dönersek, öğrencilerimiz benimle görüştü ve Van’daki depremzedelere destek olmak istediklerini belirttiler. Yardımlarına da hâlâ devam ediyorlar. Çok yakın bir zamanda, bizim tempomuza uymayan bilgisayarlardan bir kısmı Van’a götürüldü ve sınıflara kuruldu. 2 bin 500 tane kitabı bizzat kamyonlarla kendileri götürdüler ve ilkokulun kütüphanesine yerleştirdiler. Bu çalışmaların hiçbirini duyurmak ve sansasyonel olmak istemediler. Aslolan oradaki insanların, buradaki bilim yuvasının desteğini algılamaları. Olması gerekirken olamayan ne varsa, bizim öğrencilerimizin dikkatini çekiyor. Bu çalışmalara siz de kaynak sağlıyorsunuz. Peki bu noktada sormak istiyorum, vakıf üniversiteleri, sahip oldukları maddi kaynaklar bakımından devlet üniversitelerine göre daha mı avantajlı? Üniversitelerin sahip olduğu kaynakları yaratan, onların bilim üretme kabiliyetidir. Üniversite eğitiminde uluslararası düzeyde prestij kurumu olan Commission on English Language Program 21 RÖPORTAJ YAŞAR ÜNİVERSİTESİ Accreditation (CEA) Türkiye’de ilk kez Yaşar Üniversitesi Yabancı Diller Yüksekokulu’na yabancı dil eğitimi alanında akreditasyon verdi. Böylece Yaşar Üniversitesi, dünyada ilk 100 üniversite arasına girerken Türkiye’de de bir ilke imza attı. Bunu başarabilmek için biliminizi ortaya koymanız lazım. Biz bunu yapıyoruz. Üniversitelerden şikâyet edilerek hiçbir yere gelinemez. “Kaynak yaratamıyorum” diyen üniversiteye “Yazık sana” demekten başka şansım kalmaz. Sorunlarınıza çözüm üretecek aklı, fikri, bilimi sergileyebilmelisiniz. ÖSYM’nin açıkladığı rakamlara göre geçen yıl, 66 bin 859 kontenjan boş kaldı. Bu durum, geçmiş yıllarla kıyaslandığında yükseköğretim talebinin yükseköğretim arzına oranla düştüğünün bir göstergesi… Bu gerilemeye ilişkin olarak hangi etkenlerden bahsedebiliriz? 1990’lara kadar nüfus artış hızı 1,6 ile 1,8’ler arasındaydı. 2008’e gelindiğinde bir tarama daha yapıldı ve nüfus artışımızın 0,8 oranında azaldığı görüldü. Bu noktada bir de karşı veriyi okuma ihtiyacı doğuyor. Doğumların ölümlere oranı… Ölümler doğumlardan daha fazla oluyorsa, siz yaşlanıyorsunuz, yani genç nüfusunuz ve yükseköğretim talebiniz azalıyor demektir. Bu etkenlerin içinde ekonomik nedenler ve kalite beklentisinin artmış olması da var. Seçenekler fazlalaştığında ondan yararlanacak olanın beklentileri de artar. Sorgulamanın artması, bu hizmeti verecek olanların daha iyisini yapma hedefini yükseltir. 22 Talebin azalmasının doğuracağı riskler nedir? Sayısı, büyük bir hızla artan üniversiteler kapanmaya başlayacak. “Çamurdan olsun, ama bir üniversitem olsun” döneminde değiliz. Artık, Türkiye’deki üniversiteler arası rekabet de yetmez. Uluslararası arenada yarışıyor olmanız lazım. Bu noktada, bilim turizmi konusunda Türkiye’nin konumunu nasıl değerlendiriyorsunuz? Küresel ölçekte yaşanan ekonomik ve sosyal sıkıntılar Türkiye’nin albenisini artırıyor diyebilir miyiz? Türkiye, yükseköğretim talebini besleyecek nüfus artışına sahip, ama bu kadar arzı olmayan ülkelerle sınırdaş… RÖPORTAJ Türkiye’nin batı komşuları ise arzı yüksek olan ülkelerden oluşuyor. 11 Eylül süreci ve ekonomik krizler, Türkiye’yi bilim turizmi konusunda daha cazip hale getirdi. Türkiye’nin bundan sonra gideceği yön orasıdır. Sahip olduğunuz bilim gücü ve kadro kaliteniz, sizin çekim alanı haline gelmenizi sağlıyor. Kontenjan açıklarını tamamlayabilmek için bunu sağlamanız ve kalite çıtanızı yanlış yerlere koymamanız gerekiyor. Kendi ülkesinde de güçlü üniversite altyapısı olan yerden öğrencileri çekme iddiası, sizin kalitenizi en az onlar düzeyine çıkarmanız demektir. Ekim 2011 tarihinden itibaren üniversite kampüslerinde ve yurtlarında yemek hizmetini Sofra Grup’tan almaya başladınız. Sofra Grup’la çalışmaya karar vermenizde etkili olan unsurları öğrenebilir miyiz? Biz bir dönem Sofra Grup’la ortaklık yürütmüş, ancak çalışmamıza ara vermiştik. Yeni dönemde, bizim taleplerimizi fazlasıyla gerçekleştireceğini söyleyen bir Sofra’yla karşı karşıyaydık. Şu ana kadar güzel bir iş birliği devam ediyor. “Bize sadece yemek satacağız demeyin, ya birlikte batacağız ya birlikte çıkacağız” dedik. Onlar da yalnızca sözleriyle değil, davranışlarıyla da bize bu güvenceyi verdi. Uzun vadeli bir yürüyüşte, güvenilir ve diyalog hatlarımızın açık olacağı bir iş birliğine ihtiyacımız var. Sorun yaşarsak da oturup konuşabileceğimiz bir paydaşlığı sürdürüyoruz. 23 GEZİ 24 PRENS ADALARI GEZİ Tek taraflı aşk “Prens Adaları” İstanbul’un aslında ne kadar güzel bir şehir olduğunu bize hatırlatan, denizin düş bahçeleridir Adalar… Adıyla müsemma bir prens zarifliğinde reverans eder, siz denize doğru yol alırken usulca çekilir sınırlarına… Ardınıza bakakalırsınız karşılıksız bir aşkla… İ stanbul’da yaşayanlar için ne kadar yakın, ama bir o kadar da uzak bir adrestir Adalar. Şehrin boğucu ortamından sıkıldığınızda sığındığınız; otomobil denen ejderhanın henüz adım atmadığı, aleviyle yakmadığı ve rahat nefes aldığınız bir kaçış diyarıdır. Ama her seferinde geri dönersiniz. Ne kadar özenseniz de orada yaşamak uzak bir ihtimaldir sizin için. Belki de öyle olsun ister; Adaları, karşılıksız bir aşkla seversiniz. Prens Adaları, Marmara Denizi'nde, hepsi İstanbul'un bir ilçesi olarak kabul edilen adalar grubudur. Adını, Doğu Roma İmparatorluğu döneminde, hükümdar ailesinden birçok kişinin sürgün yeri olmasından alır. Osmanlılar döneminde ise, topraklarının renginden esinlenilerek “Kızıladalar” olarak isimlendirilir. Büyükada, Heybeliada, Burgaz ve Kınalı olmak üzere dört büyük, Sivriada, Yassıada, Tavşan, Sedef ve Kaşık olmak üzere beş küçük adadan oluşur. Çam ormanları, kır kahveleri, kafeleri ve faytonlarıyla, adalar, başka bir diyardır; bir başkadır… BÜYÜKADA Dokuz kardeşin en büyüğü… Denizin ortasında, cüssesinin gölgesine aldığı kardeşlerine güven vermek istercesine duruyor, sakin ve huzurlu… Yokuşlara inat çıkılan tepeleri, belki biraz ironik olsa da doyumsuz “Adalar manzarası”yla, sakinleri için gösterişli bir ev sahibidir Büyükada… Keyifli bir vapur yolculuğunun ardından tarihi iskeleye yanaşan vapurdan inince, küçük, ama cıvıl cıvıl çarşı meydanı karşılar sizi… Sola doğru kıvrılan yolda adanın balık restoranlarını; çarşının içine doğru girdiğinizde birahaneleri, midye tavacıları ve kafeleri ezber edersiniz. Yolu, iskelenin sağına doğru adımladığınızda ise fayton durakları çıkar karşınıza… Ver elini Büyükada… Eski adı Prinkopo olan ve 1984 yılında sit alanı ilan edilen adanın en önemli simgesi, Aziz George adına, 1751 yılında inşa edilen Aya Yorgi Manastırı... Adanın en yüksek noktalarından birine konuşlandırılmış olan ve Hıristiyanlar tarafından iki hac noktasından biri olarak kabul edilen manastır her yıl, Ortodoks mezhebinde “Yorgo”ların isim günü olarak anılan 23 Nisan’da ve bir azize olan Ayie Thekla’nın anıldığı 24 Eylül’de ziyaretçi akınına uğruyor. Hıristiyan inanışına göre; Aya Yorgi'ye yürüyerek çıkan insanların ulaşmış olduğu yarı hacılık mertebesi, Efes'te bulunan Meryem Ana’nın evini ziyaret ederek tamamlanıyor. Büyükada, Türk romancılığının en önemli isimlerinden Reşat Nuri Güntekin’in de sığınağı olmuş. Güntekin’in Maden Mahallesi’ndeki evi müze haline getirilerek, ziyarete açılmış. Büyükada’da bir diğer önemli mekân da Sovyet lider Stalin tarafından sürgün edildikten sonra 1929-1933 yılları arasında Büyükada’da yaşayan Lev Troçki'nin evi… Nizam Mahallesi'nde yer alan ev de ada ziyaretçilerinin uğrak yerlerinden… 25 GEZİ PRENS ADALARI HEYBELİADA Yüz ölçümü olarak Büyükada’dan sonra gelen Heybeliada, doğal bitki örtüsü bakımından en zengin ada olarak betimleniyor. Eski adı Halky, yani bakır olan ada, uzun yıllar Çam Limanı'nda bakır madeni işletilmesinden dolayı bu ismi almış. Ben bilmiyordum... Meğerse Heybeliada'nın kuş bakışı görüntüsü, bir kuşun profiline benziyormuş. Yakın zamanda gerçekleştirdiğim bir uçak seyahatinde, bu bilgiyi teyit etme imkânım oldu. Heybetli bir kuş görüntüsündeki Heybeliada, yemyeşil doğasını da kuş bakışı seyir zevkinize ortak etmekte son derece maharetli... Yesari Asım Arsoy'un, "Biz Heybeli'de her gece mehtaba çıkardık" dizelerini müzikle buluşturmasının üzerinden yarım asırdan fazla zaman geçti. Ama ne Heybeli, mehtabın en güzel izlendiği ada olma özelliğini kaybetti ne de dost meclisleri "sandalları neşe dolmadan" bitirdi sohbetleri... Nurullah Ataç, "her gece mehtap mı olur" diye eleştirmiş diyorlar. Türkiye'nin belki de gelmiş geçmiş en önemli edebiyat eleştirmeninden bahsediyoruz, değil mi? Heybeliada’da turistlerin en çok ilgi gösterdiği mekân, bugün Rum Lisesi olarak faaliyet gösteren Ruhban Okulu… Adadaki en önemli tarihi yapılardan olan okul, 13 bin adet kitabın bulunduğu kütüptanesiyle de dikkat çekiyor. Heybeliada’da öne çıkan bir diğer özellik de ikliminin sağlığa faydalı olduğu yönündeki görüşler. Bu düşüncenin temeli 16. yüzyıla dayanıyor. 3. Mehmet döneminin İngiliz elçisi Edward Burton, tüberküloza yakalanmasının ardından nekahat dönemi için Heybeliada’ya geliyor. Bunu takip eden yıllarda da adanın gür bitki örtüsünün, verem hastalarının tedavisinde yararlı olduğu görüşü hakimiyet kazanıyor. Bu görüşü destekleyen en önemli gösterge de 12 Haziran 1924’te Türkiye’nin ilk verem hastanesi Heybeliada Sanatoryumu’nun açılması oldu. Atatürk’ün emriyle açılan hastane, Çam Limanı'na bakan bir tepede, İsviçre'deki bir sanatoryum model alınarak inşa edildi. Başlangıçta 16 yatak kapasitesiyle hizmet veren hastaneye 1940'lı yılların ortalarında bir bina, ardından da idari binalar ve lojmanlar ilave edildi. Zaman içinde imkânları genişleyen, çam ormanları içindeki bu hastane dönemin en iyi tedavi şekline sahipti. Yıl 2005… İstanbul Sağlık Müdür Vekili Uzman Dr. Mehmet Bakar, deniz yoluyla ulaşımın zorluğu ve yeterli hasta bulunmaması nedeniyle hastanenin kapatılacağını ve şehir içine nakledileceğini açıkladı. 1 Ağustos 2005 tarihinde Sağlık Bakanlığı’nın verdiği onayla Heybeliada Sanatoryumu’nun, kadrosu ve tıbbi donanımı ile Süreyyapaşa Göğüs Kalp ve Damar Hastalıkları Eğitim ve Araştırma Hastanesi'ne nakledilmesi kararı verildi. 30 Eylül 2005 tarihinde bu emektar hastane tarih sayfalarındaki yerini aldı. Bir daha açılmamak üzere… BURGAZADA Burgazada deyince benim aklıma Sait Faik gelir… Modern Türk hikâyeciliğinin en yenilikçi ismi Sait Faik Abasıyanık, uzun yıllar Burgazada’da yaşadı. Yazarın vefatından sonra Çayır Sokak 15 numaradaki evi, annesi Makbule Abasıyanık’ın isteğiyle müzeye dönüştürüldü ve 22 Ağustos 1959’da açıldı. Darüşşafaka tarafından onarılan köşkte yazarın eşyaları, fotoğrafları, kitapları, yazıları sergileniyordu. Geçmiş zaman eki kullanıyor olmama şaşırmayın. Çünkü Sait Faik Abasıyanık Müzesi 2009 yılından beri kapalı. Müzenin bahçesinde yer alan tabelada “Sait Faik Müzesi tadilat çalışmalarının uzaması nedeniyle Mayıs 2012'ye kadar ziyarete kapalıdır” yazıyor, ancak bunca zamandır, binada tadilat yapıldığına dair bir ize rastlanmıyor. İnsan düşünmeden edemiyor. Koca bir tarihi daha tarih mi yapıyoruz diye… Üçüncü büyük ada olan Burgaz’ın bilinen en eski adı, Antigoni... MÖ 298’de Makedonya Kralı Büyük İskender’in komutanlarından Antigonos’un oğlu Dimitrios, Burgazada’da babasının adına 26 GEZİ bir kale inşa ettirdi ve adaya Antigoni adını verdi. Fetihten sonra Türkler, Rumca “kale burcu” anlamına gelen pirgos kelimesinden esinlenerek Burgaz ismini kullanmaya başladı. Burgazada’ya vardığınızda vapurdan iner inmez bir park; parkın sol tarafında sıra sıra kafe ve pastanelerle karşılaşırsınız. Sağ tarafta ise adayı keyifle gezmenize yardımcı olacak fayton duraklarını bulabilirsiniz. Hristos Manastırı, Aya Yani Kilisesi, Avusturya Saint Georges Hastahanesi, Ayios Yeoris Manastırı gibi birbirinden önemli tarihi yapıları gezi rotanıza eklemenizi öneririm. Burgazada, diğer adalara kıyasla sakinliği ve tenhalığıyla öne çıkar. Doğal yapısı ile tam bir trekking ortamı sunan adada iki tarafı ağaçlarla bezenmiş patikalardan yürür, kendinizi bir anda adanın arka tarafında, meşhur Kalpazankaya’da bulursunuz. Denizin kayalıklarla dansına şahit olduğunuz, buz gibi biranızı içerken rüzgârın ıslığını duyduğunuz Kalpazankaya, Burgazada’nın kalbidir. Kıyı boyunca uzanan Gezi Caddesi ve İsa Tepesi de ruhunuzu dinginleştirir. KINALIADA İstanbul’a en yakın mesafede bulunan Kınalıada adını, ada toprağının kızıla çalan renginden alıyor. Vapurla kara parçasına yaklaşırken neredeyse adayı çepeçevre saran kumların rengini fark ediyorsunuz. Ancak adanın daha eski zamanlarını bilenler, toprağın renginin giderek değiştiğini ve özelliğini kaybettiğini söylüyor. Kınalıada demek, güneş, deniz ve plaj demek. Diğer adalardan çok daha uzun plajlara sahip olan Kınalı’da çok fazla tesis bulunmuyor. Bunun nedenini anlamak zor değil. Ada halkı, Kınalı’nın kalabalıklaşmasını ve kendine özgü yapısının bozulmasını istemiyor. Adalar kültürünün en önemli parçası olan faytonlar dahi Kınalı’da yok. Gezmek istiyorsanız ya bisiklete biniyorsunuz ya da yürüyüş yapmanın tadına varıyorsunuz. Diğer adalardan farklı bir özelliği de Kınalıada’da tarihi yapıların diğerlerine nazaran daha az olması. Bu yeni yapılaşmanın ada ruhuna uygun bir çizgide olduğu noktalar da var. Ama apartmanların boy göstermeye başladığı da gözden kaçmıyor. Kınalı’daki tarihi yapılar Hristos Manastırı, Aşağı Manastır, Ermeni Kilisesi, sarnıçlar ve eski taş ocaklarından oluşuyor. Su Sporları Kulübü, Kınalıada’nın en önemli simgelerinden. Buradaki olimpik yüzme havuzu, her yıl birçok yarışa ev sahipliği yapıyor. Bir önemli durak da Dondurmacı Yücel… Adanın meşhur dondurmacısı Yücel’in, kendi gibi meşhur gül şeklindeki dondurması serin bir lezzet olarak damağınızı şenlendiriyor. Son bir not da adada geçen keyifli saatlerin büyüsüne kapılıp vapuru kaçırma ihtimali olanlara… Kınalıada’da çok fazla sayıda otel ya da pansiyon yok. Önceden önlem almadıysanız akşam olunca son vapuru kaçırmadan şehre dönmeyi ya da diğer adalara geçmeyi unutmayın. 27 HOBİ BİSİKLET Bedenin doğayla dengesi... Karne sevincinin tamamlayıcısıydı bisiklet uzun yıllar önce; yer çekimine meydan okumanın ilk gururuydu... Şimdi ise her yaz tazelenen bir sevinç; rüzgâra karşı hep kazandığınız bir mücadele... 28 HOBİ B u aylarda, Adalar’a yolunuz düşerse, her geçen gün caddelerin yeni otomobillerle dolup taşmasına nispet yaparcasına, sokaklarda boy gösteren bisikletleri görürsünüz. İşine giden, açık havanın tadını çıkarmak isteyen onlarca kişi, pedallara asılır. Yalnızca Adalar’da değil elbette… Örneğin Avrupa’nın birçok kentinde bisiklet, günlük hayatın çok önemli bir parçasıdır. Bisiklet otoparkı bulunan bir şehir olabilir mi mesela? Amsterdam’da var. Rakamlar, Amsterdam’da 600 bin bisiklet olduğunu ortaya koyuyor. 400 kilometre de bisiklet yolu… Bu çarpıcı rakamlar, bisikletin kimi insanlar için bir hobi olmaktan öteye geçtiğini, şehir için bir kültür simgesine dönüştüğünü vurguluyor. Çünkü bisiklet, otomobile göre çok daha basit bir makinedir. Uzun ve pahalı bir bakım gerektirmez. Kendisinin on misli ağırlığında yük taşır, az yer kaplar, hiçbir taşıtın giremediği yerlere girmenize olanak tanır. Otomobilin alternatifi olmasını, özellikle büyük şehirlerde yaşayan ve iş yerine ulaşmak için saatler harcayan biri için bekleyemeyiz elbette… Ancak kısa mesafelerde sağlayacağı avantajlar göz ardı edilemez. Çünkü bisiklet kullanırken, saatte 20 kilometrelik bir hıza ulaşmak için, yürürken harcadığınız kadar enerji sarf etmeniz yeterlidir. Bunların da ötesinde, gitgide telaşı artan çağımızın aceleci çocukları için bisiklet, özgürlük ve iç huzurun timsalidir. Kontrolün sizde olduğu, doğayla denge kurduğunuz bir araçtır. Tek haneli yaşlarınızdan itibaren sizi hiç terk etmeyecek yol arkadaşınızdır. 29 HOBİ BİSİKLET HASTALIKLARLA “EĞLENEREK” SAVAŞIN Bisiklet, eğlenceli bir hobi olmasının yanı sıra, en sağlıklı yolculuk araçlarının da başında geliyor. Bisiklet kullanırken vücut ağırlığının yaklaşık yüzde 70’ini bisiklet selesi taşıyor. Bu durum, yürürken ya da koşarken bedeninin ağırlığını taşımakta zorlanan ve çabuk yorulan kilolu insanlar için vücut performansını artırmada, dolayısıyla da kilo vermede verimli bir yol. Hareketli bir yaşamın kalp krizini ve diğer kalp rahatsızlıklarını önlemede ne kadar etkili olduğunu hepimiz biliriz. Kalp hastalıklarının tedavisinde hafif bisiklet egzersizleri önemli bir yer tutuyor. Bisiklet sayesinde, nabız ve hacim gibi en önemli kalp işlevlerinin yanı sıra kan deveranı da olumlu etkileniyor. Düzenli fiziksel aktivite ile kalp krizi riski yüzde 50 düşüyor. Kalp hastalıklarına karşı en uygun seviye olarak bisiklet veya başka sporlarla, haftada 2 bin kalori yakılması öneriliyor. Bisiklete binmek düzenli, ritmik hareketleri nedeniyle insanı rahatlatan bir etkiye de sahip. Bu yönüyle stresten kurtulmaya yardımcı oluyor. Bisiklete bindiğinizde ortalama 30 dakika sonra vücudunuz endorfin salgılamaya başlıyor. Bu hormon, depresyona ve diğer psikolojik sorunlara iyi geliyor. BİSİKLET DÜNYASI “İki tekerlekli bir araç” deyip geçmeyin. Kullanım amaçlarına göre bisiklet tam dokuz kategoriye ayrılıyor. Birçoğumuzun hobi olarak kullandığı, ince tekerlekli, naif ve asfaltta sürüşe yönelik yapılmış yol bisikletinin dışında daha sportif amaçlar için kullanılan bisikletler de var. Dağ bisikleti: Sağlam gövdeli ve dayanıklı parçalardan yapılmış, daha kalın lastiklerin kullanıldığı, arazi şartlarına uyumlu dağ bisikletlerinin ön süspansiyonlu, ön ve arka süspansiyonlu, süspansiyonsuz modelleri bulunuyor. Süspansiyon çeşidine göre bisikletin kullanım alanı da değişiyor. Tur bisikleti: Teker çapı 622 milimetre ya da 559 milimetre olan bu bisikletler, uzun yollarda kullanılmak üzere üretiliyor. Ön ve arka kısımlarında çanta taşıma imkânı bulunan tur bisikletlerin en temel amacı, uzun mesafelerde binicisini ve onun eşyalarını taşıyabilmek. Şehir bisikleti: Çoğu zaman ön ve arkalarında sepetleri, dinamolu u ışıklandırmaa sistemleri bulunuyor. gençAvrupa'nın pek çok yerinde gen nçyaşlı insanlar şehir içinde 30 HOBİ BİSİKLETİN KISA TARİHİ ulaşımlarını sağlamak ya da yük taşımak amacıyla şehir bisikletlerini kullanıyor. BMX bisikletleri: “Asıl amacı akrobasi ve bazı özel yarışlar olan, sağlam yapılı bisikletler” olarak tanımlanıyor. Bu bisikletler 1980'li yıllardan itibaren ortaya çıktı ve bütün dünyada popülerlik kazandı. Tandem: İki sürücünün aynı anda binmesine olanak tanıyan bisikletler, tandem olarak adlandırılıyor. Tandemlerden uzun turlardan kısa arazi yarışlarına kadar pek çok farklı alanda faydalanılabiliyor. Yatay bisiklet: Bu bisiklet türlerinde, sürücüler arkasına yaslanmadan, hatta bazı durumlarda yatar pozisyonda durabiliyor. Türkiye'de yaygın olmayan yatay bisiklet terimi, son yıllarda sportif amaçlı kullanılan bisikletleri tanımlamak için kullanılıyor. Unisiklet: Sadece tek bir tekeri olan bisikletler de var. İki teker karşılığı olarak İngilizcede "bicycle" kelimesi kullanılırken, tek tekerden oluşan bisikletler "unicycle" terimi ile ifade ediliyor. Diğer dillere de bu kelime unisiklet olarak geçmiş. Eskiden sirklerde gösteri amacıyla kullanılan unisikletler, son yıllarda sokak yarışmalarından unisiklet basketbolu, hokeyi ve dağ unisikleti anlamına gelen "Muni" kategorilerine kadar geniş bir alana yayılmış durumda. İş bisikletleri: Özellikle yük taşımak için üretilen, yüz kilo ve üstündeki yükleri taşıyabilecek kadar sağlam olan iş bisikletlerinin iki veya üç tekerlekli modelleri bulunuyor. Bisikletin atası, Fransız Sivrac’ın 1791 yılında yaptığı ve “Celerifere” adını verdiği alettir. İki tekerlekli ve pedalları olmayan bu alet, sağ ve sol ayakların itilmesiyle ilerleyebiliyordu. 1816 yılında Badoisli Baron Drais, bu aleti geliştirerek üzerine bir gidon ve sele oturttu. İskoç Kirkpatrick MacMillan’ın 1839 yılında pedalı bulmasıyla, makineyi sürerken insan enerjisinden düzgün biçimde yararlanmak mümkün oldu ve bisiklet bugünkü görünümüne biraz daha yaklaştı. 1842 yılında, Glasgow’a giden MacMillan, farkında olmadan ilk uzun mesafe bisiklet rekorunu kırdı. Glasgow Herald gazetesi, MacMillan’ın 64 kilometrelik bir yolculuk sonrası Glasgow’a geldiğinde bisikleti seyretmek üzere toplanan kalabalıktan bir çocuğa çarparak durabildiğini yazdı. Polis, bu ilk bisiklet kazası için MacMillan’ı beş şilin para cezasına çarptırdı. Birkaç gün sonra MacMillan’ın yeğeni Mary Marchbank, dayısının yaptığı bisiklet ile birkaç tur attı ve dünyada bisiklete binen ilk kadın unvanını kazandı. 1868 yılında tekerleklerin sert lastikle kaplanıp demirin çıkartılması sayesinde bisikletin sürati arttı. İlk seri üretim bisiklet ise “Michaux Company” tarafından yapıldı. Şirket, yılda 140 bisiklet üretiyordu. Bisikletin büyük ilgi görmesi sonucu Fransa Savunma Bakanlığı bisiklet üretimine destek verdi ve 1871'de imal edilen bisikletler Almanya ile yapılan savaşta kullanıldı. 1888’de John Dunlop’un hava dolu lastiği bulması sonucu, bisiklet tarihinde bir dönüm noktası yaşandı. Tarihte bisiklete en son eklenen parça ise zincir oldu. Ön tekerleğin gücünü arka tekerleğe iten zincirli aktarma sistemi ve havalı lastiğin bulunmasıyla bisiklet bugünkü şeklini aldı. Modern bisikletlerde çamurluklar, pil ya da dinamoyla çalışan farlar ve iki tekerleği birden frenleten manivelalı ya da pergelli frenler bulunuyor. Aksesuarlar arasında, fazladan bir taşıma yeri olarak arkaya ve öne takılan sepet ile arka tekerleğin iki yanına asılabilen çantalar yer alıyor. İskelet genellikle lehimlenmiş ya da kaynak yapılmış, bağlantı yerleri olmayan çelik borulardan yapılıyor. 31 SPOR TREKKİNG Adım adım yerküre… Yürüyüş yapmak, her yaştan insan için en hafif ve keyifli sporlardan biri… Ancak her sporda olduğu gibi yürüyüş yapmanın da belli bir disiplini var. Dilimize İngilizceden geçen ve o haliyle yerleşen trekking, işte size tam da ihtiyacınız olan disiplini sağlıyor. T rekking, doğal engellerle dolu bir arazi parçasını, herhangi bir ulaşım aracı kullanmaksızın yürüyerek aşmak olarak tanımlanabilir. Daha iç açıcı bir tanımı ise şudur: Özellikle sürekli oturarak çalışan insanlar için beden sağlığını geliştiren doğal bir egzersiz… Türkiye’de 1980’lerden sonra gelişme gösteren, özellikle büyük şehirlerde yaşayan insanların, şehrin stresinden uzaklaşmak amacıyla yaptığı trekkinge ilgi her geçen gün artıyor ve bu sporla ilgili çeşitli gruplar oluşuyor. Başlangıçta doğaseverlerin tek başına veya bir arkadaş grubuyla yaptığı yürüyüşler, son yıllarda alternatif turizm faaliyeti olarak görülerek ekonomik yönden de önemini artırmayı sürdürüyor. Düzenli olarak gerçekleştirilen yürüyüş sporunun, insanların vücut ve ruh sağlığı üzerinde olumlu etkileri olduğu birçok uzman tarafından kabul ediliyor. Yüksek kondisyona gerek olmaması, sakatlanmaların asgari seviyede yaşanması, maliyetinin ucuz olması ve her mevsim yapılabilmesi trekkingi diğer sporlardan avantajlı kılıyor. 32 SPOR Türkiye’de trekkinge uygun pek çok bölge bulunsa da genel olarak turlar Toroslar, Kaçkarlar ve Kapadokya olmak üzere üç ana güzergâhta toplanıyor. Günübirlik turlar dışında, konaklamalı aktivitelere katılma şansınız da bulunuyor. Yıllardır hazırladığı ülkesel rehberlerle tüm dünyada takip edilen ve referans yayın olma özelliği taşıyan Lonely Planet dergisi, dünyanın en iyi 10 trekking rotasını sayfalarına taşıdı. Listede Türkiye’den bir rota olmasa da birbirinden güzel yollar, yürüyüş tutkunlarını bekliyor. GR20, Fransa: Fransa'ya bağlı Korsika Adası’ndaki bu rota, Calenzana ile Conca'yı birbirine bağlıyor. Yaklaşık 170 kilometrelik yürüyüş güzergâhı boyunca ormanlar, kraterler, buzul gölleri, akarsular, bataklıklar ve sarp yamaçlar yer alıyor. İnka İzleri, Peru: 33 kilometrelik tarihi İnka Yolu, her yıl binlerce trekking meraklısını bölgeye çekiyor. Kutsal Vadi'den başlayarak Machu Picchu'da son bulan trekking boyunca, dağların etrafında üç yüksek geçit aşılıyor. Pays Dogon, Mali: Parkura göre iki ile on gün arasında tamamlanan yürüyüş sırasında, çadırlar içinde yaşayan ve avcılıkla beslenen "ilkel" Dogon köylerinin büyüsü ve sarp kayalıklar size eşlik ediyor. Everest Base Kampı, Nepal: Yaklaşık üç hafta süren yürüyüş, dünyanın en yüksek dağına çıkmak isteyenler arasında oldukça popüler. Solu Khumbu'da yaşayan köylülerin önderliğinde gerçekleştirilen yolculuk, özellikle bu yükseklikteki iklim şartlarına alışana kadar oldukça zorlu geçiyor. Hint Himalayaları, Hindistan: 24 gün boyunca Spiti ve Ladakh arasındaki zirvelerde gerçekleşen yürüyüş, eski dönem ticaret yollarını da kapsıyor. Overland Yolu, Avustralya: Tazmanya'nın, tarih öncesi dönemi anımsatan vahşi doğasında gerçekleşen yaklaşık 80 kilometrelik yürüyüş, Cradle Dağı ile St. Clair doğal tatlı su gölü arasında uzanıyor. Güzergâh boyunca sarp dağlar, dağ gölleri, geniş ormanlar ve bataklıklar geçiliyor. Routeburn Yolu, Yeni Zelanda: Yeni Zelanda'nın Güney Alpleri’ndeki Fiordland ve Mt. Aspiring ulusal parklarında gerçekleştirilen yürüyüş, üç gün sürüyor. Sınırlı sayıda katılımcının kabul edildiği yürüyüşü kaçırmamak için birçok kişi, yolculuk programlarını dikkatle takip ediyor. The Narrows, ABD: Utah eyaletindeki Virgin Nehri'nde yüzyıllar boyunca oyulmuş dramatik kanyonlar arasında ilerleyen ve Zion Ulusal Park'ında yer alan yaklaşık 26 kilometrelik yürüyüş güzergâhını, diğerlerinden ayıran bir nokta var. Yolun yarısı nehirde geçtiği için bazen yüzmeniz gerekiyor. Haute Yolu, Fransa-İsviçre: Fransa Chamonix'te başlayıp İsviçre Zermat'ta yaklaşık iki haftada tamamlanan yürüyüş rotası, katılımcılarına Alplerin muhteşem manzaralarını sunuyor. Baltoro Buzu ve K2, Pakistan: 8 bin 611 metre ile dünyanın en yüksek ikinci noktasını kapsayan bu benzersiz yürüyüşte Paiju ve Uli Biaho zirvelerine de çıkılabiliyor. DİKKATİNİZDEN KAÇMASIN! Arabayla ya da bir günlük yürüyüşle varılamayacak doğa alanlarına yolculuk yapacaksanız, bedensel kondisyonunuzun iyi olmasına dikkat etmeniz gerekiyor. Doğada yaşamı sürdürme ve kampçılık tekniklerinin bilinmesi, güvenliği ve rahatı sağlayabilen, taşınmaya uygun ağırlıkta malzemenin seçilmesi gerekiyor. Ayrıca yürüyüş planlanırken yiyecek, su, arazi, iklim, hava koşullarının göz önüne alınması ve aşağıdaki malzemelerin yanınızda bulundurulması şart: ✓ Yürüyüş için ortopedik, ayağa ve yere iyi tutunan, mevsimine uygun yürüyüş botu ✓ Alüminyum su şişesi veya matarası ✓ Düdük ✓ Çakı ✓ Pusula ✓ Şapka ✓ Ateş yakabileceğiniz bir malzeme ✓ Rüzgârlık veya yağmurluk ✓ Sırt çantası ✓ Ek gıda ve ilk yardım kiti 33 SOFRA’NIN USTALARI VEYSEL YANIK Güzel yemeğin, insana gülmesi gerekir Toplam 50 müşteriye ve günde 27 bin 500 kişiye hizmet veren, 2008 yılından bu yana hizmet kalitesiyle fark yaratan Sofra Grup Manisa Merkez Mutfak, başarılı bir ekip çalışmasının örneğini teşkil ediyor. Manisa Merkez Mutfak Aşçıbaşısı Veysel Yanık da bu başarılı ekibin yüz akı isimlerden biri… M anisa Merkez Mutfak, 400 kişilik bir ekibe emanet. Veysel Yanık, büyük bir özveriyle çalışan ve Sofra Grup markasını temsil etmenin sorumluluğunu hisseden bu ekipte aşçıbaşı olarak görev yapıyor. 12 yaşında başladığı aşçılık mesleğine sevgiyle bağlı olan ve yemek yapmayı hayatının merkezine koyan Veysel Yanık, 2008 yılında Sofra Grup ailesine dâhil olmuş. Toplu yemek sektöründeki 13 yıllık tecrübesini Sofra Grup’taki çalışmalarına yansıtan ve “Sofra’da çalışmaya başlayınca, anladım ki aşçılık mesleği burada yapılır” diyen Veysel Yanık sözlerini şöyle sürdürüyor: “Yaptığım işten çok mutlu oluyorum. Her zaman söylediğim gibi, Sofra’da çalışmak ayrıcalıktır. Çok güzel bir ekibimiz var. Gecemizi gündüzümüzü burada geçiriyor, bunu yaparken de keyif alıyoruz. Büyük şirketler, çok büyük düşünmelidir. Biz bunu başaran bir kurumuz.” Veysel Yanık’a göre, Türk mutfağı dünyanın en güzel mutfağı… Geleneklerimize sahip çıkmamız gerektiğini ve yabancıların da Türk yemeklerini çok lezzetli bulduğunu kaydeden Yanık, yemek sevgisini şu sözlerle özetliyor: “Bıkmadan, usanmadan yemek yaparım. Türk mutfağının en güzel tatlarını ortaya çıkarmanın yanı sıra yeni yemekler de denerim. Yemeğe baktığınızda onun henüz olmadığını, bir şeylere ihtiyaç duyduğunu anlarsınız. Böyle durumlarda arkadaşlarıma ‘yemek gülmüyor’ derim. Güzel yemeğin insana gülmesi gerekir.” Veysel Yanık, gençlere aşçılık mesleğini sevdirmek ve onları eğitmek için emek harcıyor. Kalifiye elemanların belli bir bakış açısına sahip olduğunu ancak kendi yetiştirdikleri personelin Sofra Grup kültürüyle yoğrulduğunu söyleyen Yanık, gençlerle mesleki paylaşımda bulunmaktan dolayı mutluluk duyduğunu aktarıyor. 34 Merkez Mutfak Aşçıbaşı Veysel Yanık SOFRA’NIN USTALARI SÜTLÜ BADEM ÇORBASI Malzemeler: 400 gram süt, 400 gram su, 60 gram beyaz badem, 40 gram un, 50 gram sıvı yağ, 100 gram yoğurt sarımsak, tuz, pul biber Hazırlanışı: Sütü ve suyu kaynatın. Sarımsak, badem ve unu yağda kavurun. Kavrulan unun üzerine yoğurdu ekleyin. Kaynayan süte, kavrulan malzemeleri ilave edin. Tereyağında kızdırılmış badem parçaları ile servis yapın. İsteğe bağlı olarak bir tatlı kaşığı nar taneleri de eklenebilir. Not: Saray kayıtlarında yer alan bu çorba, 1536 yılında Kanuni Sultan Süleyman’a yapılmıştır. ZEYTİNYAĞLI DENİZ BÖRÜLCESİ Malzemeler: 4 bağ deniz börülcesi 1 fincan zeytinyağı 1 fincan limon suyu 2 diş sarımsak Tuz Hazırlanışı: İyice yıkanmış deniz börülceleri kısık ateşte suda haşlanır. Deniz börülceleri sap kısımlarından tutularak çekilir ve sıyrılan börülcenin içinden çıkan odunumsu saplar atılır; yeşil kısımlar biriktirilir. Son olarak zeytinyağlı limon suyu, sarımsak ve tuz eşliğinde servis edilir. MANİSA KEBABI Malzemeler: 150 gram dana döş kıyma 100 gram dana but kıyma 150 gram kuzu kıyma Tuz, karabiber, sumak, Manisa pidesi, Manisa biberi, domates, maydanoz, tereyağı Hazırlanışı: Bütün malzemeler yoğurulur. Kebaplık şişlere 15 gram olacak şekilde saplanarak sarılır. Kömür ateşinde pişirilir. Pideler küp küp dilimlenir. Izgara edilmiş domates, biber ve kızdırılmış tereyağı ile servis edilir. İsteğe bağlı olarak yoğurtlu sos eşliğinde sunulur. 35 KÜLTÜR SANAT KÜLTÜR SANAT İstanbul Müzik Festivali 40 yaşında İ stanbul Kültür Sanat Vakfı tarafından düzenlenen ve bu yıl 31 Mayıs-29 Haziran tarihleri arasında gerçekleştirilecek olan İstanbul Müzik Festivali, 40'ıncı yılını kutluyor. Bugüne kadar üç bine yakın gösteriyle, Türkiye'den ve yurt dışından 40 bini aşkın sanatçıyı konuk eden festival, bu yıl 750’nin üzerinde yerli ve yabancı sanatçıyı İstanbul’da ağırlayacak. Geçtiğimiz yıldan itibaren her sene programını bir tema üzerine kurgulamaya başlayan İstanbul Müzik Festivali’nin bu yılki teması “Umut ve Kahramanlar” olacak. Titiz bir repertuvar taraması sonucunda oluşturulan festival programı, “kahramanlık ve umut” gibi iç içe geçmiş iki kavram etrafında seçilmiş eserler ve özel konser projeleri ile dinleyicilerin beğenisine sunulacak. Klasik müzik severlerin yine dopdolu bir programla karşılaşacağı festival kapsamında, Hélène Grimaud’dan Anne-Sophie Mutter’e, Milos’tan Gidon Kremer’e, Viyana-Berlin Oda Orkestrası’ndan Varşova Filarmoni Korosu’na, klasik müziğin birçok yıldızı İstanbul’a gelecek. Toplam 23 konserin sahneleneceği festivalde konserlerin yanı sıra, söyleşiler, eğitim çalışmaları ve anlatılar da düzenlenecek. İstanbul Müzik Festivali bu yıl, dünyaca ünlü iki besteciye verdiği eser siparişleriyle de çağdaş müzik repertuvarına katkıda bulunmaya devam edecek. Fazıl Say ve Gürcü besteci Giya Kancheli’nin İstanbul Müzik Festivali tarafından sipariş edilmiş yeni eserlerinin dünya prömiyerleri festival kapsamında gerçekleştirilecek. 36 KÜLTÜR SANAT Çılgın Türkler Kıbrıs Diriliş, Şu Çılgın Türkler ve Cumhuriyet-Türk Mucizesi eserlerinden oluşan Türkiye Üçlemesi, toplam 623 baskı yapan Turgut Özakman’ın son kitabı Çılgın Türkler Kıbrıs kitapseverlerle buluştu. Yazar bu kez, yakın tarihimizin en önemli konularından biri olan Kıbrıs sorununu yazdı. Kıbrıs'ın fethinden günümüze kadarki olayları, direniş destanlarını, Kıbrıs'ın yüz yıllık milli mücadelesini ve Barış Harekâtı'nı bir bütün olarak yine belge-roman tarzında işledi. Zaz yeniden Türkiye’de Fransa’nın en yetenekli müzisyenlerinden biri olan Zaz, Haziran ayında Türkiye’ye geliyor. Geçtiğimiz yıl ülkemize g ge gelen e ve biletleri çço o kısa sürede çok ttükenen tü ü Zaz, P Pozitif Live ttarafından ta a d düzenlenen turne k kapsamında 2 27 Haziran’da İİstanbul İs s K Küçükçiftlik P Park’ta sahne aalacak. 1 1980 yılında F Fransa’da doğan ve beş yaşından itibaren müzik teorisi, keman ve koro şarkıcılığı dersleri alan sanatçı, Paris sokaklarında verdiği canlı konserleriyle keşfedilmişti. Rembrandt ve Çağdaşları Türkiye ve Hollanda ilişkilerinin 400'üncü yılı dolayısıyla düzenlenen “Karanlıkla Işığın Buluştuğu Yerde… Rembrandt ve Çağdaşları - Hollanda Sanatının Altın Çağı” sergisi Sakıp Sabancı Müzesi’nde ziyarete açıldı. Rembrandt'a ait on eserin bulunduğu sergide, ayrıca dönemin en büyük isimleri arasında gösterilen Johannes Vermeer, Frans Hals, Jan Steen ve Jacob van Ruisdael gibi pek çok sanatçı yer alıyor. Sergide yetmiş üç tablo, on dokuz desen ve on sekiz obje olmak üzere toplam 110 eser sanatseverlerle buluşuyor. Sergi, 10 Haziran 2012’ye kadar ziyaret edilebilecek. Yaz Konserleri başlıyor Turkcell Kuruçeşme Arena'nın 2012 yaz konserleri programı açıklandı. Bu yıl da BKM organizasyonuyla Ekim ayına kadar devam edecek olan etkinlikler, yerli ve yabancı birçok sanatçıyı ağırlayacak. 17 bin kişi kapasiteli Turkcell Kuruçeşme Arena'da bu yaz Lenny Kravizt, Tom Jones, Macy Gray, Enrico Macias gibi dünya starları ile Zülfü Livaneli, Ajda Pekkan, Kenan Doğulu, Funda Arar, Sertab Erener ve daha birçok ünlü yıldız konser alanında sahne alacak. Turkcell Kuruçeşme Arena Yaz Konserleri Haziran ayı programında dinleyicisiyle buluşacak olan sanatçılar ise şöyle: 10 Haziran Pazar Pepe Konseri, 14 Haziran Perşembe MFÖ, 15 Haziran Cuma Sertab Erener, 20 Haziran Çarşamba Murat Boz, 21 Haziran Perşembe Altın Örümcek Ödül Töreni, 22 Haziran Cuma Yeni Türkü, 23 Haziran Cumartesi Sıla, 26 Haziran Salı Tom Jones Türkiye’nin İlk Latin Festivali Latin müziğin efsane sanatçıları ve grupları 11 Temmuz 2012 tarihinde Küçükçiftlik Park’ta düzenlenecek olan Türkiye’nin ilk Latin Festivali’nde bir araya gelecek. UNILIFE Türkiye tarafından gerçekleştirilecek olan organizasyonda sanat hayatının 60. yılını kutlayan Omara Portuondo ve dünyada milyonlarca kişiye Latin müziğini sevdiren, birçok Grammy ödülü sahibi Buena Vista Social Club b dinleyicisiyle buluşacak. Festivalde, geçtiğimiz kış İstanbul konser biletleri kısa sürede tükenen, yoğun ilgi üzerine tekrar İstanbul’a gelecek olan Buena Vista Social Club ve Omara Portuondo’nun yanı sıra ilk kez Türk müzikseverlerle buluşacak olan Bebe de sahne alacak. 37 HABERLER BİZDEN HABERLER Sofra Grup geleceği şarj ediyor! Çevre ve insan sağlığını korumak için en üst düzeyde özen gösteren Sofra Grup, Türkiye’de gıda taşımacılığında elektrikli araç kullanan ilk firma olarak “yeni bir ilk”e imza attı. Ö zellikle gelişmiş ülkelerde hükümetler elektrik enerjisiyle çalışan araçlara yönelik, pazarı doğrudan etkileyecek bir talep oluşturmak için çaba gösterirken Sofra Grup, Türkiye’deki beklentilerin çok daha ötesinde bir atılım gerçekleştirdi. Sofra Grup, yemek taşıma hizmetlerinde, elektrik enerjisiyle çalışan araçlar kullanmaya başladı. Çevreyi koruma kaygılarının arttığı ve bu faktörün elektrikli araçları kullanmayı teşvik ettiği bir dönemde sergilediği duyarlılıkla takdir toplayan Sofra Grup, araçlarını ilk olarak eğitim kurumlarındaki hizmetlerinde kullanacak. Geleceğin mimarı olan çocuklara ve gençlere çevre bilincinin aşılanmasına katkı sağlayacak olan Sofra Grup, “çevre dostu” ve “sıfır kirlilik” kavramlarını vizyonunun bir parçası olarak görmeye ve bu alanlarda yatırım yapmaya devam edecek. 38 BİZDEN HABERLER Kendi Yıldızını Keşfet Türkiye İnsan Yönetimi Derneği-PERYÖN tarafından bu yıl 10’uncusu düzenlenen İnsan Kaynakları Zirvesi, sektörünün lider isimlerini ağırladı. Sofra Grup, bu önemli etkinlikte ana sponsorlardan biri oldu. D üzenlediği her organizasyonla sektöründe ilgi uyandıran PERYÖN, 11-12 Mayıs tarihlerinde 10. İnsan Kaynakları Zirvesi’ni düzenledi. PERYÖN Güney Marmara Şubesi’nin Bursa Ticaret ve Sanayi Odası’nda hayata geçirdiği ve Güney Marmara’nın en büyük İnsan Kaynakları Zirvesi olma özelliği taşıyan organizasyonun bu yılki teması “Kendi Yıldızını Keşfet” oldu. Bu yıl ilk kez profesyonel bir kongre organizatörünün, "Plaza Turizm"in iş birliği ile gerçekleştirilen zirvede, şirket başarılarını etkileyen dinamiklere dikkat çekildi. Özellikle içsel deneyimlere ağırlık verilen sunumlarda son günlerin oldukça gündem yaratan kavramlarından “Yetenek Yönetimi” irdelendi. Kurumların, günümüz rekabet ortamında farklılık yaratabilmeleri, hedef ve stratejilerini gerçekleştirebilmeleri adına ellerindeki en önemli unsurun nitelikli insan gücü olduğuna dikkat çekilen İnsan Kaynakları Zirvesi’nde, yetenek ve yetenek yönetimi kavramlarının önemi vurgulandı ve “Yetenek Yönetimi” konusu tüm detaylarıyla incelendi. Yeteneğin keşfinin, keşfedilen yeteneğin elde tutulmasının ve doğru yönetilmesinin önem kazandığı günümüzde başarılı şirketlerin uygulamaları uzman konuşmacıların sunumlarıyla katılımcılarla paylaşıldı. PERYÖN İnsan Kaynakları Zirveleri’nin en önemli destekçisi olan Sofra Grup, bu organizasyonda da sunumlarıyla beğeni kazandı. Romanya’da Türk yemekleri rüzgârı Compass Group’un, değişiklik lezzetleri, hizmet verdiği firmalarla buluşturduğu Dünya Mutfakları Günleri, Romanya’da düzenlendi. Türk yemeklerinin tanıtıldığı organizasyona Akbank Operasyon Merkezi aşçıbaşı Hüseyin Kum damgasını vurdu. R omanya’da 23-27 Nisan 2012 tarihleri arasında gerçekleştirilen Dünya Mutfaklarıı Günleri büyük ilgi gördü. Beş gün boyunca Türk yemeklerinin tanıtıldığı etkinlikte Gebze’deki Akbank Operasyon Merkezi’nde aşçıbaşı olarak hizmet veren Hüseyin Kum yer aldı. Türkiye’yi temsil etmekten büyük mutluluk duyduğunu belirten ve organizasyonun çok başarılı bir şekilde tamamlandığını aktaran Hüseyin Kum, Romanya’daki yetkililerin de memnuniyetini aktararak k gelecek yıl kendisini tekrar misafir etmek istediklerini belirtti. 39 HABERLER BİZDEN HABERLER Sofra Grup ailesi büyüyor Alstom Grid Enerji Endüstrisi AŞ Enerji ve taşımacılık sektöründe dünyanın önde gelen firmaları arasında yer alan Alstom’un Türkiye’deki şirketi Alstom Grid Enerji Endüstrisi AŞ, Gebze, Altunizade ve Ankara tesislerinde proje yönetimi, idari-ofis destek, teknik işletim-bakım onarım, temizlik, bahçe-çevre bakım ve güvenlik kategorilerinde Eurest Services’ten hizmet almaya başladı. Eurest Services, Tesis Yönetimi ve İşletimi hizmetlerini 123 personelle karşılayacak. Alstom ayrıca, bin 150 kişiye toplu yemek ve kafe işletimi hizmetini de Nisan ayı itibarıyla Eurest’ten alıyor. TPI Kompozit Kanat San. ve Tic. AŞ TPI Kompozit Kanat San. ve Tic. AŞ, rüzgâr enerjisi, ulaşım ve askeri araçlar için büyük ölçekli kompozit yapıların geliştirilmesi ve üretimi alanında faaliyet gösteriyor. Hem deniz hem de kara yolu ile olan direkt bağlantısı sayesinde kanatların nakliyesi için çok avantajlı bir konuma sahip olan firma, Türkiye’deki tek bağımsız kompozit kanat üreticisi konumunda bulunuyor. İzmir Bölge Direktörlüğü bünyesindeki TPI Kompozit Kanat San. ve Tic. AŞ projesinde 1 Mayıs 2012 tarihinden itibaren 250 kişiye yemek hizmeti verilmeye başlandı. Teknik Plastik AŞ Türkiye’de ilk thermaform firması olarak 1967 yılında kurulan ve Türkiye’nin en eski thermaform üreticisi olan Teknik Plastik AŞ, Nisan ayı itibarıyla 350 kişiye yerinde yemek üretim hizmetini Eurest’ten almaya başladı. Proje, Asya Bölge Direktörlüğü bünyesinde yürütülüyor. Ankara Un San. AŞ Temelleri 1970 yılında, halen Yönetim Kurulu Başkanı olan İlhan Cavcav tarafından atılan Ankara Un Sanayi AŞ, 40 küsür yıldır, kapasitesini artırarak faaliyetlerini sürdürüyor. Kuruluşundan bu yana deneyimli kadrosu ile sektördeki başarısını devam ettiren ve bu başarısını ihracat alanında da tekrarlayan Ankara Un San AŞ, 200 kişiye yerinde yemek üretim hizmetinde Nisan ayı itibarıyla Eurest’i tercih etti. Proje, Ankara Bölge Direktörlüğü bünyesinde yürütülüyor. 40 Sayı 13 Nisan-Mayıs-Haziran LEZZET PEYNİR MEKÂN ÖZGÜR ŞEF STEAK HOUSE KASAP GEZİ PRENS ADALARI www.sofragrup.com RÖPORTAJ YAŞAR ÜNİVERSİTESİ HOBİ BİSİKLET