İndir - Orhan GENCEBAY Makale Arşivi
Transkript
İndir - Orhan GENCEBAY Makale Arşivi
İNÖNÜ ÜNİVERSİTESİ EĞİTİM FAKÜLTESİ GÜZEL SANATLAR EĞİTİMİ BÖLÜMÜ MÜZİK ÖĞRETMENLİĞİ PROGRAMI ARABESK VE SANAT Hazırlayanlar Samet DALKARA İlg. Öğretim Görevlisi YRD.DOÇ.DR. ILGIM KILIÇ MALATYA 2010 1 ARABESK’İN DOĞUŞU (Türk Müziğine Devlet Müdahalesi) 1926 yılında okullardan Klasik Türk Müziği eğitimi kaldırılıyor. 1930'lu yılların ortasında da 20 aylık bir süre için Türk Müziği'nin radyodan yayını yasaklanıyor.(*) -Paragraf ile ilgili dipnot-no 60: Aslında Klasik Türk Müziği'ne ilk devlet müdahalesi 1826'da II.Mahmut'un Yeniçeri Ocağı'nın parçası sayılan Mehterhane'yi kapatıp yerine ilk Batı MüziğiOkulu sayılabilecek Mızıkay-ı Humayun'u kurmasıdır. Aam bu olay, 1920'li yıllara dek Klasik Türk Müziği'nin Enderun ve tekkeler olmak üzere başlıca kurumlarda üretilmesini engellemiyor. Mızıkay-ı Humayun'un batı müziği kısımları 1924'te Rıyaset-i Cumhur Musiki Heyeti, sonra da Cumhurbaşkanlığı Senfoni Orkestrası'na dönüştürülüyor. 1914'te yeniden kurulan Mehteran, 1935 yılında kapatılıp, 1952'de yeniden kuruluyor. 1913'te kurulan ve hem Batı hem Türk Müziği kısımları olan Darülbedayi, savaş koşullarında gelişemeyince, yerine benzeri bir kurum olan Darülelhan kuruluyor; bu da sonradan İstanbul Belediye Konservatuvarı'na dönüştürülüyor. 1926 yılındaki Türk Müziği eğitimi yasağının ardından, 1976 yılına dek Türkiye'de hiçbir resmî kurumda Klâsik Türk Müziği öğretilemiyor. Dipnot no-62: Cem Behar, "Ziya Gökalp'in cumhuriyet resmî ideolojisinin oluşmasında oynadığı stratejik rol gözönüne alınınca musıki konusunda yazdıklarına bir ülkü, bir siyasi program olarak bakmamak olası değil." diyor. Ziya Gökalp, Türkçülüğün Esasları'nda, "Türk harsına ait olan yalnızca halk türküleridir. Şark müziği denen Klasik Türk Müziği hem eski medeniyete aittir, hem de hasta ve BizansArap kırması olduğu için gayrımillidir. Çağdaşlık ve yeni medeniyet Batı armonisindedir. O halde, milli musikimiz memleketimizdeki halk musikisiyle garp musikisinin birleşiminden doğacaktır." demektedir. 1937'de radyo devletleştirildikten sonra da halkçılık ideolojisi doğrultusunda radyo ve devlet konservatuvarlarında halk müziği derlenerek, repertuar oluşturuluyor. Ancak, bu derlemelerde halk müziği, yöreselliği ve bireyselliği kaybettiren notaya alma ve söyleme tarzı gibi icra özellikleri sonucunda önemli ölçüde standartlaştırılıyor. Bu özelliklere uymayan halk müziği bestecilerine de yayın denetiminde yer verilmiyor. O halde, Türk Müziği'ne yapılan resmî müdahaleler sonucu Türk Sanat Müziği geleneğinin tahrip edildiği, Türk Halk Müziği geleneğinin ise bir tür tutuculuk şeklinde "icat edildiği" söylenebilir. 1926'dan itibaren okullarda Türk Müziği eğitiminin yasaklanması ve 1930'lu yılların sonunda radyolarda Türk Müziği çalınmasının 20 ay boyunca yasaklanması birlikte ele alındığında, yeni Türk Cumhuriyeti'nin Osmanlı'yla kültürel bağlarını topyekün koparmak istediğinin, modernleşme ideolojisinde geleneğe "gericilik" rolünün atfedildiğinin, çağdaşlaşmanın yolu olarak Batı kimliği seçildiğinin, 2 demokrasi anlayışındaki "halka rağmen" niteliğinin bir göstergesi olduğu söylenebilir. Bu yasak, aydınlar katında, alaturka-alafranga ikilemi olarak beliren Doğu-Batı tartışmasını keskinleştirmiştir. Yasağın asıl etkisi ise, yarattığı boşluk sonucu halkın Arap radyolarının müzik programlarını dinlemeye başlaması olarak değerlendirilmektedir. 1930'lu yıllarda radyo yasağı sırasında, başta Kahire radyosu olmak üzere Arap radyoları, ardından da 1930 sonlarından itibaren sinema sektörünün gelişmesiyle Mısır filmleri aracılığıyla Arap müziği Türkiye'de yayılmaya başlıyor. Yılmaz Öztuna, Türkiye'de Mısır müziğinin bu kadar çok tutmasının nedenini, gerek eğitiminin gerekse radyolarda çalınmasının engellenerek Türk musikisinin adeta resmen yasaklanmasına bağlıyor:" Türk halkı mecburen Arap radyolarını açtı ve onların musikileri kendisine Batı'nınkinden yakın olduğu için onları sevdi. " Türk Müziği'ne radyo yasağı 1934'te başlıyor ve 1936'da kaldırılıyor... (Not: Radyo yasağının konulması ve kaldırılmasının nedenleri ve Atatürk'ün görüşleri veyahut bu görüşlerin çarpıtılması ile ilgili daha detaylı açıklamalar kitapta.) (Mısır Filmlerinin Girişi) Türk sinemasının geçiş çağı olarak adlandırılan 1939-1950 yılları içindeki 1939-1944 dönemini II.Dünya Savaşı koşulları belirliyor... Türk sinemasında bu dönemde yıllık film yapım sayısı ortalama 2'ye düşüyor. Film ithalatı, Türkiye'nin tarafsızlık politikası nedeniyle Amerikan filmlerinin ithalatı şeklinde gerçekleşmeye başlıyor. Amerikan filmlerinin ithalat yolunun savaş nedeniyle açık pazar olan Mısır üzerinden gerçekleşmesi, beraberinde Mısır filmleri de getiriyor. Türkiye'de 1938'de Mısırlı şarkıcı Abdülvahhab'ın oynadığı Aşkın Gözyaşları isimli filmin çok rağbet görmesi ve halkın arapça müzik dinlemeye meyli, 20 aylık yasak süresiyle bütünleşince , Mısır filmlerinin müziklerinin Arapça söylenmesi yasaklanıyor. Bununla birlikte Türkiye'de film musikisi adaptasyonu sektörü doğuyor. Meşhur Hafız Burhan, Aşkın Gözyaşları filminin Türkçe'ye çevrilmiş güftesini plağa okuyor ve bu plak satış rekorları kırıyor. Bu gelişmeler doğrultusunda, devlet bu sefer 1948'de Mısır filmlerinin Türkiye'ye girişini yasaklıyor. Fakat o zamana kadar 130 Mısır filmi Türkiye'de oynatılmış oluyor. Bu filmlerin müzikleri bazen üstüne Türkçe sözler yazılıp aynen alınarak, bazen de esinlenme yoluyla yeni besteler yapılarak piyasaya sürülüyor. Mısır filmlerinin adaptasyonlarına beste yapmak çok revaçta oluyor. Mısır filmlerine şarkı yapan bestekârların başında Saadettin Kaynak, Münir Nurettin Selçuk geliyor. 3 Onlardan başka, Sadi Işılay, Artaki Candan, Şerif İçli, Şükrü Tunar, Kadri Şençalar, Hüseyin Çoşkuner, Mustafa Nafiz Irmak, Selahattin Pınar Arap müziklerinin adaptasyonlarını yapıyorlar. Saadettin kaynak 1940-1950 yılları arasında Mısır yapımı 85 filmin musikisini düzenliyor. Münir Nurettin Selçuk 1939'da Allah'ın Cenneti, 1941'de Kahveci Güzeli isimli filmlerde oynuyor ve bu filmlerde kendi yaptığı bestelerin yanı sıra Saadettin kaynak'ın yaptığı besteleri kullanıyor. Bu filmler çok tutulunca, yerli sinema bu modaya uyuyor, Müzeyyen Senar 1942'de Kerem ile Asli isminde bir film çeviriyor. Bu adaptasyonlar ve bu besteler hiçbir şekilde radyo denetiminden geçmiyor ve çalınmıyor. Hint Filmleri ve Avara Hum ------------------------Bununla beraber İstanbul’da ki ilk gazino ve pavyon kültürü 1940’ların sonunda öne çıkarıyor. Aynı gazinoda protest yada pop müziği sanatçılarıyla yan yana çıkan Türk Müziği sanatçıları ön planda oluyor. Bu süreçlerde Orhan Gencebay ve Arif Sağ’ın birlikteliğinin çalışmaları başlıyor. Ancak bu noktada Orhan Gencebay asıl vitrin niteliğindedir.Çünkü söylem ve söz kavramlarının ikisinide icra eder.Bu süreçte Özer Şenay daha geri plandadır. Daha sonraları Ferdi Tayfur’un ve Müslüm Gürses’in isimleri yavaş yavaş duyulur. Ancak Orhan Gencebay'dan sonra diğer sanatçılar ortaya çıkmadan önce, yani Orhan Gencebay hakimiyetinin olduğu yıllarda, "arabesk" diye bir ifade yoktu veya yaygın olarak kabul görmemişti. Türk basınında, Türk dergilerinde Orhan Gencebay müziği "Türk Müziği" kategorisinde yer alıyordu. Türk Müziği kategorisinde Orhan Gencebay ile birlikte, dönemin Türk Sanat Müziği ve Türk Halk Müziği müzisyenleri de bulunuyordu. Dolayısıyla Türk Sanat Müziği, Türk Halk Müziği diye bir kategori de yoktu. Müziğimizin Türk Müziği Batı Müziği olarak ikiye ayrıldığı yıllardı o yıllar. Arabesk, Türk Sanat Müziği, Türk Halk Müziği gibi kategorilerin isimsel olarak yaygınlaşması, kısacası müziğimizde kategorizasyon hamleleri 70'lerin sonundan itibaren hız kazanıyor. Bunların hazırlayıcı faktörleri ise daha evvelden başlar, TRT'nin Türk Halk Müziği parçalarını derleme hamleleri, Türk Sanat Müziği'ni kendi koyduğu ilkeler çerçevesinde konservatuarlarda okutma hamleleri... (Soner Güler kitabından) Gencebay'ın müziğinin ifade şeklini ve ana temasını belirtirken "göç edenlere hitap ediyor" türünden şeyler söyleniyor...50 ve 60'lardaki göçün ,sadece arabesk üzerinde değil,Türkiye'deki genel müzik kültürü üzerinde etkisi oldu.Öyle ki 50'lere kadar Türk Halk Müziği diye bir tür müzik dergilerinde "kategorik olarak" yokken, ya da çok sınırlıyken,göçlerden sonra THM parçaları resmi kurumlarca araştırıldı.Daha önceleri,köyünde yaşayan vatandaş kendi köyünün ve komşu köylerin parçalarını çalıp söylüyordu.Karadenizli'nin Egeli'den,Orta Anadolulu'nun 4 Trakyalı'dan haberi yoktu,birbirlerinin müzik kültürlerinden haberi yoktu.Komşu ilden dahi haberleri yoktu. Radyo'nun kurulmasıyla (30'lu yıllar) ve plakların çıkışıyla başlayan gelişme, yani iletişim ve haberdar olma olanaklarının yaygınlaşması; göçler ve müzik üzerinde son derece etkiliydi. 64'te TRT'nin kurulmasıyla, derleme çalışmaları başlatıldı. İl il dolaşıp,göç etmiş halkın göç etmiş ozanlarıyla iletişim kurup türküleri derleyen resmi görevlilerin ve araştırmacı sanatçıların sayesinde THM arşivleri yaratıldı. Göç nasıl arabeski tetiklediyse,THM'yi de tetikledi böyle. Ayrıca,THM'nin tetiklenmesi,AnadoluRock denilen müzik akımının doğmasını sağladı.Rock tabanlı sanatçılar,THM parçalarını birer birer yorumladılar ve bir sentez yarattılar.Bunun dışında,köyden kente göçenlerin "basit" müziğine sırt çeviren entellektüel ve zengin bir şehirli kesim de vardı.Bunlar da ikiye ayrıldılar.Ya batı aranjmanlarına (hafif müzik ya da pop müzik denen türe),ya da Klasik Osmanlı Musikisine(Türk Sanat Müziği) yöneldiler.Atatürk zamanında çoksesli müzik politikası gereğince yasaklanan TSM, 50'lerden itibaren radyolarda yeniden çalınmaya başlandı. TRT bu 30-50 arası kaybın ve sirkülâsyonun üstüne kurulmuştur. Göçün sadece arabesk ile anılması büyük bir hatadır.Bundan,yapay gündem ve yapay bir müzik tarihi yaratan bazı çevreler sorumludur. GÖÇ SÜRECİ Ülkemizin tarım kesimi son 40 - 50 sene içerisinde bir makinalaşma ve üretim sürecine girmiştir. Bu endüstriyel açıdan önemli bir gelişme olarak gözüktüyse de bazı olumsuz yönleri olmuştur. Bu süreçte topraksız yada toprağı az olan köylüleri sayısı artmış ve fabrikaların kent çevrelerinde yapılmasıyla insanlar iş sahası açısından oraları daha cazip halde görmeye başlamışlardır. Bu furyanın devam etmesi insanları göçe zorunlu bir hale getirmek adına önemli bir adım olmuş ve insanlar umutlarını büyük kentlerdeki taşeron iş ücretlerine bağlamışlardır. Sonuç olarak Yeşil Çam filmlerinde gördüğümüz köyden indim şehire sahneleri bizzat Türk Halkı tarafından yaşanılmıştır. Tabii ki bu göç sadece maddesel bir taşıma olayı değildir. Büyük insan topluluklarının yerdeğiştirmesi , beraberinde gidecekleri yere kültür miraslarınıda taşıyacakları anlamına gelmektedir. Müzik anlamında da taşınılan kültür bu gün adından söz ettiğimiz ve araştırdığımız Halk Müziği’dir. Ancak bu soylu müzik sonraları arabesk dediğimiz müziğe dönüşecektir. Fabrikaların yanı sıra Kentlerde sosyal yapının alt kesimini meydana getiren bu insanların sembolü “Gecekondu” dur. Kentlerin kenar mahallelerini oluşturan gecekondu evleri kentten ve köyden ayrı bir yaşantı biçimi gösteriyordu. Buradaki insanların doğrudan doğruya kentin yaşamına girmeleri imkansızdı. Bu insanlar 5 genellikle kapıcılık,lokanta,kahve,inşaat işçiliği,seyyar satıcılık gibi işler yapıyorlardı. Diğer taraftanda zamanla yabancı teknoloji ve kapital ithaline dayanan montaj sanayi kar edebilmek için ucuz emeğe ihtiyaç duydu.Bu emeği de gecekondu kesiminde sağladı. Zamanla gecekondu sahipleri kendilerine daha sağlam konutlar edinmeye başladılar, hatta bazıları emlak alım satımına başladı. Arabesk sinema ve müzikteki “yabancılaşma” öğesi gecekondy hayatının oluşturduğu bir öğedir.Genelde eğitimsiz olan buranın insanları kent yaşamıyla iletişim kuramadıkları gibi, geldikleri yerlerden de koptular… Hayat sadece karın doyurmak, yemek ve içmekten ibaret olmayıp, bir değerler dizgesini de beraberinde yaşatmaktadır. Nitekim kente göç edenler,beraberlerinde getirdikleri inanç,namus,kadınların davranış ve giyimleri,düğün başlık çeyiz gibi normları kentte de sürdürmeye çalıştılar. Ama bu insanların artık ne inançları, ne de müzikleri köyde bıraktıkları gibi saf ve temizdir.Değerler sağlıksız da olsa değişmiştir. Arabesk’i incelediğimizde aslında tüm gelişmelerin yakın zaman olayı olmaktan uzak ve tanzimata kadar uzanabilecek kadar geniş bir olgu zinciri olabileceğini görebiliyoruz. Konumuza geri dönecek olursak bu 1960-70 dönemlerinde Tv Video ve Sinema nın önem kazandığını görebiliriz.Aslında müzik, film, video,kaset ticaret etkisi altında kalarak gelişti.Bazı çevreler bu sorunlu, özlem dolu , kaderine terk edilmiş insanlarımızın duygu sömürüsünü adeta bir ticari kaynak olarak kullanmışlardır. TRT bu konuda arabeske sansür uygulamıştır. Fakat bu eylem insanların dinleyeceği müzik türünü değiştirmemiş adeta daha fazla dinlemeleri için bir ortam hazırlamıştır. Bununla beraber o dönemde halk tiyatroları ve kütüphaneler de açılmamıştır. Buralarda okunan gazete ve dergiler düzgün içerikten yoksun ahlaksızlığı körükleyen bir halde yozlaşmaya temel hazırlamıştır.İletişimle her kesimden insana ulaşabildiği için Arabesk yalnız fakir kenar mahallelerinde değil , kent hayatında , otobüs dolmuş , mağaza hatta lüks otellerde bile ilgi görmüştür. Fuar mevsiminde İzmir’in en lüsk gazino ve kulüplerinde çoğunlukla bu müzik çalmakta , bu sanatçılar afişlerde astsolist olarak gösterilmiştir. 6 ("Arap Müziği" ve "Arabesk" Kelimelerinin Çıkışı) Özellikle 1930'lardan sonra ,örneğin Haydar Tatlıyay'ın Arap tarzı yay kullanması ve 1940'lardan sonra Saadettin Kaynak'ın Mısır filmlerine yaptığı besteler "Arap müziği" sözünü ortaya çıkarmıştı. Ama Orhan Gencebay'la birlikte başlayan müzik tarzının arabesk adı almasının asıl kaynağı 1960'lı yılların başında popüler olan Suat Sayın örneğine dayanır. Bestekâr, şarkıcı ve udî olan Suat Sayın'ın, çok sevilen ve halk müziği icracısı Ahmet Sezgin'i meşhur eden Sevmek Günah mı adlı parçasının, kendisi söz müzik Suat Sayın'a aittir diye yazmasına rağmen aslında Abdülvahhab'ın şarkısından alınma bir ezgiye dayandığı ortaya çıkınca, müzik piyasasında Arap müziği sözü yaygınlaşmaya başlıyor. Bu parçanın asıl önemli özelliği, Türkiye'de belki ilk kez, bu parça ile Türk Sanat Müziği kalıplarından çıkılmış olması, Türk Sanat Müziği icrasında "çok sazlılığın" kullanılmasıdır. Sayın'ın, bu parçasında Arap ezgisi kullanmasının yanı sıra, 11 kişilik bir yay grubunun çalması, "Arap gibi" sözünü pekiştiriyor ve çevreye örnek teşkil ediyor. Orhan Gencebay ise 1966'da Ahmet Sezgin için Deryada Bir Salım Yok adlı parçayı yazıyor. Bu parçada Gencebay 23 kişilik bir orkestra kullanıyor, muhayyerkürdi makamında ve senkoplu düyek ritminde olan, vurmalı aletlere önem verilen bu parçada Türk müziği aletlerinin yanısıra Batı enstrümanlarından gitar, vibrafon vb. çalınıyor. 8-9 kişilik keman grubunu profosyonel Batı tekniğiyle çalışan kemancılar icra ediyor. Gencebay ilk başta Arap melodilerinden alıntı yapmadığı halde, bu orkestrasyon tercihi sebebiyle Suat Sayın ile benzeştiriliyor. Aynı orkestrasyon özellikleri taşıyan iki şarkıdan biri Arap'tan alındığı için, diğerine de Arap tarzı etiketi konuyor. --Orhan Gencebay’ın Bir Teselli Ver adlı parçası 1968 de onun asıl çıkışını sağlayan parçadır. 70'lerin ortalarından sonra, piyasada Orhan Gencebay'ın çalışmalarından etkilenen ve buna benzer çalışmalar ortaya koyan kişiler arttı. Soruyorum, bir benzerlik aslı yerine geçebilir mi? Veya aslı kadar olabilir mi? Haliyle, bu ardıl kişiler Orhan Gencebay müziğinin tüm karakterlerini ortaya koyabilecek çalışmalarla çıkmadılar ki. Onlar, Orhan Gencebay müziğinin belli şeylerini alıp kolaycılığa kaçtılar, dayadılar kemanı orkestraya, zayıf alt yapıyla yetindiler, Orhan Gencebay gibi Hindistan, Çin, Ortadoğu, Anadolu, Akdeniz, İspanya, Amerika çizgisinde müzikleriyle dünyayı dolaşamadılar ki; bu füzyon onlarda var mıydı? Şimdi size çıkıp da o jenerasyon ile Orhan Gencebay parçalarının karşılaştırmasını ayrıntılı olarak yapmama gerek yok. Bunlar hepimizin bildiği şeyler. Bunları niye anlatıyorum? Bu jenerasyon ortaya çıktıktan sonra müzik dergilerinde ve basında bir fark göze çarpıyor: Müzik listelerinde birdenbire "arabesk müzik" diye bir kategori peyda olmuş!... Kesin başlangıç vermek zor ama, yıl takriben 76-78 yılları. Orhan Gencebay ise 6768'lerden beri piyasada, yani nereden baksanız 8-10 sene geçmiş! Ve yeni jenerasyonla birlikte arabesk diye bir kategori yazılıp çiziliyor, dahası, Orhan Gencebay da bu kategoriye dahil ediliyor. 7 ARABESK’İN EĞİTİMDEKİ YERİ Bütün açıklığıyla gözler önünde olan Arabesk türünün yargılanması sadece bu müziği icra eden ve dinleyenlere karşı çıkarak ve onları durmadan eleştirerek yapılamaz. Arabesk bir müzik türü olmasının dışında başlı başına bir tragedyadır. Bir olgudur. Bir süreçtir. Bu süreç içerisinde kendi müziğimizi geliştirmek araştırmak özünü kavramak yerine onu yasaklayıp değerini bilmeden elinin tersiyle savuranlardan da büyük bir hesap sorulması ve ilk önce bu sürece zemin hazırlayanların yargılanmaya çalışılması doğru olacaktır. Tragedya şeklinde gerçekleştiğinden, dünya standartlarında geleneksellikten uzak ve ayrı bir şekilde bir gruba hitap etmiş, teori ve anlam becerisi gerektirmeden oluşturulmuş bu müzik türünün eğitimini vermekte son derece asılsız ve anlamsız olacaktır. Bu nedenlerle arabesk müziğinin bir insanın eğitiminde yeri olmamaktadır. Kaldı ki şu an için Türkiye’de ilköğretim ve ortaöğretim seviyelerinde öğrencilerin aldığı müzik eğitimin yetersizliği her açıdan görülmektedir. Günümüzde her lise mezunu herhangi bir kişi resmi olarak toplam 7 yıl müzik ve resim dersi almış olmaktadır. Ancak bu insanların %95 i bırakınız bir müzik aleti çalmayı müzik enstrumanlarının isimlerinden bile habersizlerdir. Jimnastik, müzik, resim başka ülkelerin anaokulu, ilköğretim ve ortaöğretiminde eğitim öğretim sistemlerinin en temel dersleridir.Jimnastik derslerinde yüzme ve tenis gibi sporlar öğretilmektedir.İnsanın hayatta boğulmaması için yüzme bilmesi gerekmektedir.Kaldı ki yüzme ,tenis ve benzeri sproların bedene ve zihne sayılmayacak kadar yararı vardır. Bizde ise , beden eğitimi derslerinde hemen hemen bütün yıl 19 Mayıs hareketlerine hazırlanırlar.Üniversitelerimizde de konan burslerde öğrencinin simasına göre not verilmektedir. Tabii yalnız başına müzik yada resim yoktur. Tüm bir kültür ve sanat vardır. Konfiçyüs’ün dediği gibi bunlardan biri bozuksa diğerleride bozuktur. Arabesk tüm sanatımızın, yani tüm hayatımızın çevresindedir. Peki bu durumda ne yapılacaktır.Eğer yaşanan bir hastalığımız var ise bunun tedaviside olmalıdır. Öyle sanıyorum ki sorun tedavi biçimimizden kaynaklanmaktadır. İş tedaviye dönüşünce de maalesef poitika işin içine girmektedir. Her dönemde bu böyle olmuştur. Halbuki bazı değerler vardırki, poitikadan uzak tutulmalıdır. 8 Modernleşmek için çok sesliliğe doğrumu yoksa Azerilerin başardığı gibi kendi müziğimize doğru mu çalışmalar yapmak gereklidir.Hayat demokratik, eğitim çağdaş ve çok boyutlu olmadıkça, çok sesliliği tek sesliliği, derinliği ve kalitesi olan bir sanata sahip olmak imkansız gibi gözükmektedir.Ancak Köy, gecekondu, ve kent yaşamları arasındaki anlamsız ve büyük boşluklar giderildikçe yada aza indirildikçe kaliteli bir eğitime doğru emin adımlar atıldıkça, modernleşme için yapılacak çabalar sonucuna ulaşıp Türk Halkı’nı sanatsal olarak en yüksek refah seviyesine de çıkarabilecektir. Varsayım Eleştirisi: İster muhafazakâr, isterse de radikal taraftan olsun, neredeyse arabeskin ortakduyusal değerlendirmesi haline gelen bu bakış açısı, sorgulanması gereken bir bakış açısıdır. Arabeski, üstelik bir müzik ansiklopedisinde, "Bu ansiklopedide, Türkiye'de kullanılan geniş anlamıyla arabeske toplum bilimleri açısından bakılmış ve müzikle ilgisi buna göre değerlendirilmiştir." diyerek, "yabancılaşmanın müziği" olarak tanımlamak, öncelikle, arabeski onu tanımlayan özgün alandan, yani müzik alanından koparıp, özgüllüğünü yadsımak demektir. İkinci olarak ise, yalnızca şarkı sözlerini ele alıp, bunları, üstelik bütünlüklü olarak değil de seçmeci bir biçimde ve ayrıca tüketiciye, tüketicinin varsayılan niteliklerine göre yorumlamak, sosyolojik analizi indirgemek demektir. Yani, arabeskin ilk ve asıl tüketicileri olan kente göçen kır kökenli nüfusun (gecekonducuların), kimlik bunalımı ve uyumsuzluk içinde olduğu, böylelikle onların dinledikleri müziğin de "çevreye uyumsuzluğu" yansıtması gerektiği düşünülmekte, bu açıdan bakılıp, arabeskin "babası" olarak bilinen Orhan Gencebay'ın şarkı sözlerinden uygun mısralar aktarılarak, bu müziğin de "yabancılaşmanın müziği" olduğu söylenmektedir. Felsefeci – Yazar “Akın Çubukçu” şöyle anlatıyor; “Arabeskin bir özelliği var.Oda genelleştirici olmasıdır.Çok farklı duygu ve düşünceleri ortak bir çerçevede kaynaştırabiliyor. İnsanın sürekli olarak yaşadığı Cinsellik,Dinsellik,Saf Aşk,Saplantılı Aşk,eğlenceli duyguları, boş vermişlik ve yaşadığı herşeyi abartarak derinleştirerek, “adamın biri mahalledeki bir kıza aşık olmuş akşam bir kadeh rakı içmiş.” O şuna dönüşüyor; Leyla ile Mecnun ‘un yaşadığından çok daha derin bir aşk ve adam bir kadeh rakı değil nehirlerden akan zehiri içmiş gibi oluyor.” 9 Arabesk : Çevreye uyumsuzluğun, yabancılaşmanın müziği. Sadece bir müzik olayı olmayan arabesk, kente göçen, kent ortamıyla uyum kuramamış, kentsel yaşantıya katılamamış olan kır kökenli nüfusun kültürüdür. Kırdaki gelenksel ortamı kente taşıyan bu nüfusun, kırsal değerleri bırakmamasının nedeni bu uyumsuzluktur. Doğu motifli, kuralsız ve söz ağırlıklı olan arabesk müzik, kentli kültürüne sırt çevirmeye, düşmanlık beslemeye başlayan nüfusun, kentte çekilen bu sıkıntıları, bu bunalımı, bu uyum kuramama olgusunu dile getirmek, haykırmak, boşalmak gereksinimini sağlayan bir yığın kültürüdür. (Şenyapili, 1985 Müzik Ansiklopedisi'nden) 10 KAYNAKLAR Sanat Felsefesi – Prof.Dr.İhsan Turgut Dünya Coğrafyasında Uluslar Arası Sanat Müziği Türleri – Prof. Cemal Yurga 12 Eylül Şiddeti ve Arabesk – Akın Ok Arabesk – Haluk Çobanoğlu Wikipedia Ansiklopedisi – www.wikipedia.org Ekşi Sözlük – www.eksisozluk.com Müzikal Kültürün Göçünde Film Müzikleri - http://www.musikidergisi.net/?p=1518 Arabesk Müziğinin Doğuşu – www.hicazkar.com Video İçeriği – www.youtube.com