Safranbolu ile Karabük
Transkript
Safranbolu ile Karabük
XVI SAFRANBOLU ĐLE KARABÜK Safranbolu, bilinebilen tarihi itibariyle en az 1.500-2.000 yıllık, Karabük ise sadece 70 yıllık bir kent merkezidir. Safranbolu, Cumhuriyet dönemine Kastamonu Đli’nin en büyük ilçelerinden biri olarak girmiş; 1927 yılında Kastamonu’dan alınarak Zonguldak Đli’ne bağlanmıştır.(1) Karabük ise, 1937 yılına kadar Safranbolu’nun Öğlebeli köyünün bir kaç hanelik bir mahallesidir. Safranbolu’ya bağlı Aktaş Bucağı kaldırılarak Karabük, 1941 yılında Bucak merkezi, 1953 yılında 6068 sayılı yasayla Zonguldak’a bağlı bir ilce merkezi ve 1995’te de 550 sayılı Kanun Hükmünde Kararnameyle il merkezi olmuş ve Safranbolu da, Zonguldak Đli’nden alınarak Karabük’e bağlanmıştır. KARABÜK’ÜN KENTLEŞME SÜRECĐNDE SAFRANBOLU Karabük kentinin doğumunu ve bu kentin gelişimin başlangıcını Prof.Dr.Z.Fahri FINDIKOĞLU’nun şöyle anlatmaktadır.(2) “...Türkiye haritası üzerinde Karabük adı nerede görülüyor.? Bu suali 1935 den evvel kendimize sormak imkansızdı....1935 tarihine kadar Karabük bir başka köyün, Öğlebeli’nin bir mahallesi idi. Ancak Cumhuriyet devrinin demiryolu politikası Ankara’yı Zonguldak’a bağlarken bir küçük istasyona ad verilmesi esnasında iki kilometre ötedeki bu köy mahallesi adı, yani Karabük ismi kullanıldı. Türkiye şimendifer istasyonları listesine geçen Karabük adı, 1937’de ilk Türk ağır sanayi merkezi için yer arayanların raporlarına girmiş, ondan sonra bu ad milletlerarası anlaşma mukavelelerine dahi girecek bir ehemmiyet kazanmıştır...” Cumhuriyet’le başlayan anayurdu demir ağlarla örme çırpınışının en önemli hattını oluşturan Ankara-Zonguldak demiryolu 1930’lu yılların ortalarında yöreye ulaştığında, buradaki istasyona, diğer yerlerdeki genel uygulamanın aksine, en yakın büyük yerleşim yerinin adının değil, Sayın FINDIKOĞLU’nun deyimiyle bir “köy mahallesi”nin adının verilmesi, hem Karabük ve hem Safranbolu için bir dönüm noktasıdır. Zamanın Safranbolu Belediye Başkanı Osman AKIN’ın arşivindeki bir 1 ( ) "Karaelmas '99, 2. Uluslararası Zonguldak Kültür ve Sanat Festivali" kapsamında, Zonguldak Kültür ve Eğitim Vakfı'nca 22 Haziran 1999 tarihinde Zonguldak'ta düzenlenen, "Zonguldak'ın Đlk Gazetecisi Tahir KARAUĞUZ'a Saygı" söyleşisinde, bu toplantıya konuk olarak katılan Şair Halil SOYUER konuşmasında, Safranbolu’nun Zonguldak’a bağlanmasını, Tahir KARAUĞUZ’un şöyle anlattığını açıklamıştır: (Kaynak: Tahir KARAUĞUZ’un oğlu, Doğu KARAOĞUZ’un özel arşivi) "Mülki taksimat için Zonguldak'a bir heyet gelmişti. Đnceleme yapıyorlardı. Đçişleri Bakanlığı'ndan gelen bu heyetin başkanı Mustafa Arif Bey adında bir beyefendi idi. Ben heyet başkanı ile gidip, uzun uzun konuştum; Zonguldak'ın mülki taksimatı ile ilgili konuları sözlü olarak anlattım. Başkan, söylediklerimi yerinde buldu ve "Bize bunları yazılı olarak bildirin" dedi. Durur muyum; hemen o gün yazıya dökerek heyete sundum. Safranbolu'nun, Kastamonu'dan alınarak Zonguldak'a bağlanması gerektiğini de bütün delilleri ile ortaya koydum. Heyet benim bu önerimi yerinde buldu. Böylelikle, Safranbolu, Zonguldak mutasarrıflığına bağlanarak Zonguldak'ın bir ilçesi oldu. Ben de, Safranbolu'yu temsil ettim. Đl Genel Meclisi'ndeki daimi encümen üyeliğim sırasında da, o yıllarda bucak olan Ulus ve Eflani'nin ilçe olmalarına öncülük ettim." 2 ( ) Kuruluşunun XXV.Yılında KARABÜK (1937-1962) , Z.Fahri FINDIKOĞLU, Türkiye Harsi ve Đçtimai Araştırmalar Derneği, Fakülteler Matbaası, Đstanbul/1962, Sayfa: 7-9 170 fotografın arkasında, Karabük istasyonuna trenin ilk kez, 01 Haziran 1934 tarihinde geldiği yazılıdır. Đstasyona Karabük yerine, genel uygulamaya bağlı kalınarak en yakın büyük yerleşim yeri olan Safranbolu adının verilmesini, o dönemin Safranbolu yerel yöneticilerinin istemedikleri söylenir.(3) Bu nedenle söz konusu yöneticiler, basiretsizlik ve ileri görüşlükten yoksun olmakla suçlanabilir. Bir kaç yıl sonra aynı yerde, Türkiye’nin en büyük ağır sanayi merkezinin temelinin atılacağını bilseler, herhalde böyle davranmazlardı diye teselli aramanın da, iş işten geçtikten sonra bir yararı olamayacağı meydandadır. Türkiye’nin ilk büyük sanayi kuruluşu: Karabük Demir Çelik Fabrikaları Đstasyondan sonra, Demir Çelik Fabrikaları da, doğal olarak “Karabük” adıyla birlikte anılacaktır. Bu, Karabük adlı bir Cumhuriyet kentini doğuran; Safranbolu’yu da, uzun süre kaderiyle başbaşa bırakan bir olgudur. Bununla birlikte, Karabük ile Safranbolu’nun kısa bir zaman sonra birleşmesi özlemi içinde olunduğu da bir gerçektir. Böyle bir özlem ve beklenti içinde olan, Safranbolulu Sayın Tahir KARAUĞUZ, “Bir Gezi Notlarından; Safranbolu-Karabük” başlıklı yazısında şunları dile getirmektedir. (4) “....Karabük, yeni bir medeniyet mayasıyla yoğruluyor. Bu mutlu toprağın üstünde, yeni bir enerji dünyası kurulmak üzere. Safranbolu, ne bahtiyardır ki; “Karabük”ü vardır. Güzellikleriyle küçüklüğümden beri içimi büyüleyen memleketime “Yeşilyurt” derim. Safranbolu’nun şimdi Karabük’le birleşerek “Demir Çelik” veya sadece “Çelik” adını alması gerek... Safranbolu’nun planını ve haritasını çiziyorum: BağlarMisakimilli; Bulak-Kapullu-Karabük. Đstasyon çevresinde yeni bir kasaba hayatı serpilirken onun arkasında ve “Kapullu”da 4,5 milyon lira harcanarak kurulacak Yenişehir. Şehrin, pek az zaman sonra “Bulak”a doğru uzanacağına şüphem yok. “Bulak”la Bağlar arasında sınır; bir dere çizgisidir. Hatta, şimdiden Safranbolu, “Bulak”ı şehir çevresine alarak bu köyü bir uram (öztürkçe mahalle) haline koysa, dere üstünden bir köprü ile iki parçayı birbirine bağlasa, çok yerinde bir iş olur.....” 3 ( ) Kızıltan ULUKAVAK, Safranbolu’da Bir Zaman, Bir Başkan, Karabük 2005, Sayfa:2 4 ( ) Tahir KARAUĞUZ, Zonguldak Gazetesi, 10 Ekim 1938, Sayı:558 171 Sayın KARAUĞUZ’un beklentisinin aksine, Demir Çelik veya Çelik adı altında bir birleşme olmadığı gibi, Bulak köyü’nün bir köprü ile Safranbolu ile birleşmesi bir tarafa, 1953 yılında Karabük ilce olduğunda Kılavuzlar köyü gibi, Bulak köyü de, Safranbolu’dan ayrılarak, koşa koşa Karabük’e bağlanmanın çoşkusu içinde olmuştur. Köyden çok kasaba görünümündeki Bulak köyü’nün, Safranbolu’ya olan yakınlığının yanı sıra, sosyal ve kültürel açıdan Safranbolu ile bir bütünlük içinde olduğu ise, hiç kimse tarafından önemsenmemiştir. Üstelik, Sayın KARAUĞUZ’unkiler gibi çok iyimser beklentilerin, yerlerini zamanla, ne yazık ki karamsarlığa bıraktığı yeni bir döneme girilmiştir. Bu dönemde artık Safranbolu üzerinde kara bulutlar dolaştırılmakta, çok ekstrem, çok uçuk önerilerde bulunmaktan bile geri kalınmamaktadır. Örneğin “Memleket mektupları:Yeni doğan modern bir şehir: Karabük” başlıklı bir yazıda şunlar dile getirilebilmektedir.(5) “....Bağlı olduğu Safranbolu’yu gittikçe gölgede bırakan Karabük, günün birinde kazanın kaymakamını da elinden alarak, mülki teşkilatını mübadele edeceği (Safranbolu Đlce iken bucak, Karabük bucak iken ilce olacak demek istiyor) zamanın uzak olmadığı görülmektedir. Hatta zamanla bu bile az gelecek, yakın bir istikbalin modern bir vilayet merkezi olduğu görülecektir.....” Bu öngörünün bir bölümü 10 yıl sonra Karabük’ün ilce ve 50 yıl sonra da il merkezi olmasıyla gerçekleşmekle beraber, yakışıksızca ve hatta insafsızca beklenenin aksine, yüzlerce yıldır büyük bir yerleşim yeri olan tarihsel Safranbolu, bucak merkezine dönüştürülememiş ve elinden kaymakamı alınamamıştır. Bunda, kimilerinin beklentilerine ve tutarsız istemlerine karşın, hiç kuşkusuz Safranbolu’nun asla göz ardı edilmemesi gereken düzeyde değer taşıyan önemini bilen, zamanın yetkililerinin görüş ve kararları etken olmuştur. Bu arada küçümseyen ve aşağılayanlar yanında, Safranbolu’ya haklı olarak arka çıkan kimi yayınlar da eksik değildir. Nitekim, “Safranbolu mu, Karabük mü ? Şüphesiz Karabük değil, Safranbolu” başlıklı bir yazıda olduğu gibi; “Çevresindeki 60 bin nüfuslu bölgenin yüzyıllardır merkezi olan kökleşmiş bir kasabayı bırakıp ilce merkezini Karabük’e kaldırmak ciddi bir hata olur. Gerçi Safranbolu kasabasının şehircilik bakımından düzenlenmesi lazımdır. Fakat yıllardan beri süregelen “kasabanın Bağlara kaldırılması”, şimdi de “ilce merkezinin Karabük’e taşınması” kabilinden cereyanlar Safranbolu Belediyesini kararsızlığa sevketmiştir...” biçiminde çok doğru saptamalara ve değerlendirmelere de rastlanmaktadır.(6) Daha sonraki yıllarda da, Karabük ile Safranbolu’nun birleştirilmesi gereğinden söz edilmesinin sürdürüldüğü ve hatta bu konunun ulusal basında da yer aldığı gözlenmektedir. Böyle yazılardan birinde, Safranbolu’ya zaman içinde bir kaç kez geldiği anlaşılan Đsmail Habib SEVÜK (7), Demir Çelik Fabrikaları’nın o dönemde Sümerbank’a bağlı olmasından da esinlenerek olsa gerek, 5 ( ) M.ÇERÇĐ, Bartın Gazetesi, 27 Temmuz 1944, Sayı: 861 6 ( ) Nuri GENÇTÜRK, Bartın Gazetesi, 25 Ekim 1945, Sayı: 924 7 ( )1892-1952 yılları arasında yaşamıştır. Türk edebiyatı tarihçisi, yazar ve öğretmendir. Đstanbul Hukuk Fakültesi mezunu olup, Kastamonu Lisesi Edebiyat Öğretmeni iken Kurtuluş savaşını destekleyen Açıksöz gazetesinin başyazarlığını yapmış; Adana Mili Eğitim Müdürlüğü (1928-1936) sırasında Maarif ve Memleket dergilerini çıkarmıştır. 1943-1946 dönemi Sinop Milletvekillidir. Son görevi Galatasaray Lisesi öğretmenliği idi. Edebiyat konularını, gezilerini ve anılarını içeren kitapları vardır. 172 “Bugünkü Safranbolu ve Yarınki Sümer-Kent” başlığını taşıyan makalesinde, (8) önce Safranbolu’dan; tarihsel ve anıtsal yapılarından uzun uzun söz ettikten sonra, makalesinin sonunda; “... Kastamonu’ya hareket edip beş altı gün sonra tekrar dönerken, geceye kaldığımız için, son tepeden Karabük’ün bir şehrayin şetaretiyle (donanma şenliği içinde) görünen nur tufanına, otomobili bir kaç dakika durdurarak hayran hayran baktıktan sonra, Safranbolu’ya girince sokakların hala petrol lambalarıyla aydınlatılmasına acı acı şaşırakaldım. Beş on dakika ilerde yıllardan beri öyle bir nur şehrayini (donanma aydınlığı) kurulsun ve onun yanında Safranbolu yıllardan beri böyle kalsın. Gündüzleri eskinin asil abidelerini gösteren bu efendi beldenin gecelerinde mezarlıklardaki dermansız fosfor pırıltılarını andıran bu petrol lambalarını görmek. Vatanın hiç bir yerinde gündüzle gece birbirine bu kadar aykırı değildir ve hiç bir belde Karabük gibi bir nur nimetinin yanında bu kadar kapkara kalamaz. Bunun ne mazereti, ne tevili olabilir, ayıplar ayıbıdır bu” demekte ve hemen arkasından “Son fırsat” ara başlığı altında da “Sümer-Kent”ten söz etmektedir. “Safranbolu ilk büyük fırsatı kaçırdı. Karabük’teki Yenişehir, o fabrikalar mecmuasının burnu dibinde değil, Safranbolu’ya yakın bir yerde kurulmalıydı. Hem yeni şehir daha sıhhi bir yer kazanmış, hem Safranbolu o yeni mamure ile kaynaşmış olacaktı. Bereket şimdi yeni bir fırsat var. Karabük üç misli genişletilecek. Bunun ne çapta bir yer olacağını anlamak için Đngiltere’den getirilecek kırk, elli bin tonluk yeni malzemenin yalnız Haydarpaşa’dan Karabük’e kadar nakliye bedeline iki buçuk milyon lira gideceğini düşünmeli. Bu kadar genişleyecek Karabük’e yeni bir şehir daha lazım. Onun ismini “Sümerkent” diye peşinen bulmuşlar. Bunu mutlak ve mutlak Safranbolu yakınında kurmalı. Faydaları bir değil, bir çoktur. Safranbolu’nun ensesindeki, Rumlar zamanından kalma kilisesi ve iri gövdeli binalarıyla bir kasaba gibi görünen Kıranköy, Safranbolu ile Bağlar semtinin tam ortasındadır. Đki tarafa mesafesi ikişer kilometre. Onun bir o kadar berisindeki Bulak köyünün cenup sırtlarına kurulacak Sümer-Kent, abideler Safranbolusunu, Kıran köyü, Bağlar semtini birbirine kaynatarak ihtişamlı bir belde olur. Karabük’le Kıranköy arasındaki on kilometrelik mesafe bir kaç kilometre daha azalacağından, ileride “Yenişehir” ile “Sümer-Kent” de birleşince eski medeniyetimizin abideler beldesindeki şerefle, ağır sanayi mıntıkamızın teknik kudretindeki övünç el ele vermiş olacak. Bari bu son fırsat kaçırılmasın”. Böyle bir fırsatı kaçırmamak konusunda Karabük’te yeterli bir istem olmadığına ve bunu gerçekleştirmeye dönük düzenlemelerden kaçınıldığına öncelikle değinilmelidir. Çünkü uzun yıllar, her nedense Karabük kentinin, Safranbolu yönünde gelişmesini sağlayacak imar düzenlemeleri ve özendirmeleri yapılmamış; kent hep aksi yönde, Bayır Mahalle, Kayabaşı ve Kapullu’ya doğru genişlemiştir. Safranbolu ile Karabük’ün ortasında, Bulak ve Kılavuzlar köyleri arasında, Demir Çelik Đşletmeleri’nin öncülüğünde “5000 Evler”le yeni bir kentleşme girişimin gerçekleştirilmesine, ancak 1960’lı yılların sonunda, Sayın Dr. Necmettin ŞEYHOĞLU’nun Karabük Belediye Başkanlığı döneminde başlanabilmiştir. Safranbolu yönünde Yeşil Mahalle ve Pembe evler dolaylarına hep ilgisiz kalınmış; bu iki semtten geçen, Karabük’ü Safranbolu’ya bağlayan ana yolda ulaşım bir eziyet halini almış; yolun Araç Çayı kenarına alınması için bile, Beşbinevler’in yerleşime açılmasından çok sonra, 2000’li yılları beklemek gerekmiştir. Bu nedenlerle, Karabük gibi sadece ekonomik açıdan değil, sosyal ve kültürel yönden de, yıldız gibi parıldayan bir kentin yanında, çok uzun 8 ( ) Đsmail Habib Sevük, Cumhuriyet Gazetesi, 09.01.1948 173 yıllar hep sönük kalan Safranbolu, ayrı bir kentsel oluşum olarak, 1970’li yılların ortalarında kültürel ve tarihsel değerlerinin Türk ve dünya kamuoyuna tanıtılmasıyla, ancak varlığını kanıtlamıştır. Sonuçta, Karabük’le başlangıçta önerilen ve özlenen birliktelik olmasa da, kendini koruyan ve korunması gereken bir kentsel sit alanı olarak ünlenmek ve 1994’te UNESCO tarafından Dünya Miras Listesi’ne alınmakla Safranbolu, göz ardı edilemeyecek, çok farklı ve özel bir yerleşim yeri olduğunu herkese kabul ettirmiştir. Dolayısıyla çok doğal olarak, böyle bir konuma ulaşmasıyla, geçmişte çok sözü edilen, Karabük ile birleştirilmesi istemleri de, deyim yerindeyse, Safranbolu’nun yakın tarihinin rafa kaldırılmış tozlu sayfalarındaki acı ya da tatlı anılara dönüşür. Belki de böylece Aşık Veysel’!in, ”Tilki gölgesinde arslan gizlenmez, yiğidin gölgesi kendinden olur” sözü de geçerliliğini korur. Karabük kent merkezine Safranbolu yönünden giriş (Aydın Kartpostal) ĐKĐ KENT ARASINDA BĐR ÇEKĐŞME 1937 yılında Karabük’te sadece Demir Çelik Fabrikaları’nın değil, onunla birlikte, aynı zamanda, ilerde “Cumhuriyet Kenti” olarak adlandırılacak yeni bir kentin de temeli atılmış olur. Kısa bir süre içinde fabrikanın yanında yeni bir kent doğar. Fabrikanın bacaları gökyüzüne yükselirken, yeni kent de istasyondan itibaren filizlenir. Demir Çelik işletmeleri ile Karabük ikiz kardeş gibidir. Hep birbirlerini etkilemişler; biri gelişirken ya da gerilerken, diğeri de gelişmiş ya da gerilemiştir. Safranbolu ise, günümüze kadar sürekli olarak hem fabrikanın, hem Karabük’ün etki alanındadır. Ancak başlangıçta, Karabük’ün bir iş ve çalışma merkezi olması, asıl kentleşmenin Safranbolu’da gerçekleştirilmesi ve özellikle fabrika personeline yapılacak konutlar ile sosyal tesisler için Karabük’ün bağlı olduğu ilce merkezi Safranbolu’nun, çok daha uygun olacağı kimi çevrelerce dile getirilir. Bu amaçla, Safranbolu’da, Kıranköy ile Bağlar arasındaki, “Hastarla” adı verilen alan önerilir. Lakin buna karşı, “orası bizim buğday tarlalarımızdır; Hastarla’ya inşaat yapılırsa, ekin ekecek yerimiz, yiyecek buğdayımız kalmaz” diye itiraz eden Safranbolulular vardır. Bu konuyu Safranbolu halkı kendi aralarında tartışadururken, aslında, yeni yerleşim yerinin, Karabük’te bugünkü Yenişehir’in bulunduğu alan olması, doğru ya da yanlış daha ön plandadır. 174 Teknik personelin, kendilerine ivedi bir gereksinme olduğunda çok kısa sürede fabrikaya ulaşabilmeleri açısından, konut alanının fabrikaya yakınlığı doğru bir yaklaşım olsa da, onbinlerce kişinin çevre ve hava kirliliğinin kaçınılmaz olduğu bir yerde yaşamak zorunluğu içinde bırakılması herhalde yanlıştır. Ancak, Safranbolu’nun Hastarla’daki sahipli arazileri gibi kamulaştırma bedeli ödenmesine gerek olmamasını da dikkate alan yetkililer, Karabük’te karar kılarlar ve 1938’te Karabük’te ”Yenişehir”i oluşturmak için 4,5 milyon lira ayrılır.(9) Ancak, Karabük dışında Safranbolu’da da Demir Çelik Fabrikaları’nın sosyal tesisleri ve konutları olması arzusu, ileriki yıllarda da söz konusu olmağa devam eder. Bu konuda sergilenen olumsuz tutumlar üzerine, Safranbolu Kaymakamı Niyazi AKI, Zonguldak Valiliği’ne gönderdiği, Demir Çelik Müessesesi tarafından Safranbolu’da mahalle inşasının yararlı olmayacağına ilişkin Ekonomi Bakanlığı’nca ileri sürülen hususlara yanıt oluşturan 22.11.1944 tarih ve 333/836 sayılı çok uzun yazısında özetle şunları dile getirir.(10) “...Karabük 250 rakımlı, sıtmalı, Soğanlı ve Araç çaylarının aktığı dere içindedir. Arazi rusubidir. Civarla mukayese edilince adeta yeşillikten mahrumdur. Sağlık hazineleri ormanlarla kaplı dağların eteğini görmeğe mahkumdur. Buna mukabil Safranbolu’da teklif edilen arazi 550 rakımlı, sıtmasız, geniş ufuklara bakan ve yurdumuzun en güzel meyvelerini yetiştiren Bağlar mevkiindedir...” “...Diğer taraftan..., başımızda olan en büyüğümüz, Yüce Milli Şefimiz, Safranbolu halkını dere içerisindeki gayri müsait mahalden çıkararak bol havalı, ziyadar, açık araziye nakletmek isteğindedir. 400 rakımlı bu dere, herhalde Karabük deresinden daha iyi durumdadır.. Bugün daha müsait oluşuna rağmen, sıhhatli insanlar yaratmak kaygusuyla bu mevkiden yukarı çıkmağı planlarken, daha kötü sıhhat şartları olan bir mahalle binlerce, hatta onbinlerce halkı sıkıştırmağa çalışmak tenakuza düşmek olur...” Tüm bu haklı gerekçelere karşılık Safranbolu, sosyal konularda ve yatırımlarda, yıllar boyu Demir-Çelik Fabrikaları’nın ilgi alanının dışında kalır. Sanki Ziya Paşa’nın ünlü “Bibaht olanın bağına bir katresi düşmez / Baran yerine dürr-ü güher yağsa semadan -Talihsiz olanın bağına düşmez bir damla / Gökten yağmur yerine inci cevheri yağsa” beytindeki sözleri doğrulanır biçimde, çok yakınında olmasına karşın, bir kamu iktisadi kuruluşu olarak fabrikanın çevresine sağladığı olanaklardan Safranbolu yararlanamama talihsizliğiyle karşı karşıya kalır. Sadece, 1950’li yılların sonlarında o dönemin Safranbolu Belediye Başkanı Ömer AN’ın, yine o dönemin Đşletmeler Bakanı Samet AĞAOĞLU’na ricası üzerine, Bağlar Arslanlar’daki Belediye bahçesi, T.Demir Çelik Đşletmeleri’nce 10 bin liraya satın alınıp (11), buraya 1960’lı yılların başlarında bir işçi lokali yapılır. KARABÜK’E ĐLĐŞKĐN YAKIŞTIRMALAR Öncelikle şu gerçek, ısrarla vurgulanmalı ve altı özellikle çizilmelidir: Karabük’ün, “Cumhuriyet Kenti” olma dışında başka nitelendirmelere, başka sıfat ve yakıştırmalara hiç bir gereksinimi bulunmamaktadır. Örneğin, kent adının kökeni için veya Karabük’ün tarihi için kimi arayışlara gitmenin; bu arada tartışmalı kimi yaklaşımları mutlak gerçekler ya da hiç değilse en güçlü olasılıklar diye sunmanın bir yararı yoktur. 9 ( ) Tahir KARAUĞUZ, Bir Gezi Notlarından, Safranbolu-Karabük, Zonguldak Gazetesi,10.10.1938 10 ( ) Dönemin Safranbolu Belediye Başkanı Osman AKIN’ın özel arşivinden 11 ( ) Kızıltan ULUKAVAK, Safranbolu’da Bir Zaman Bir Başkan, Safranbolu 2005, Sayfa: 135 175 Her şeyden önce, “Karabük” sözcüğünün anlamına ve kökenine ilişkin görüşlerde bir tutarlılık bulunmaması; bu konuda en güçlü olasılığın, her nedense ön plana çıkarılmaması ve sözcükle ilgili etimolojik araştırmalara gidilerek, akla en yatkın anlam üzerinde durulmaması dikkat çekicidir.. Nitekim, kimi kamu kurumlarının hazırladığı yayınlara da yansıtıldığı üzere, “Bük”ün Orta Karadeniz Bölgesi’nde çok yoğun biçimde bulunan bir bitki türü olduğu, Karabük’ün bu bitkinin karartısı anlamına geldiği veya Karabük’ün eski bir Türk boyunun adı olduğu, Türkiye’de bu adı taşıyan onüç yerleşim yeri bulunduğu yahut Karabük’ün eski sakinlerinin beyanına göre Bük sözcüğünün üzüm anlamında kullanıldığı ve Karabük’ün, “kara üzüm” anlamını taşıdığı ileri sürülmektedir.(12) Oysa, aynı konuda daha kapsamlı araştırmalardan kaçınılmaması ve Karabük’ün adına ilişkin olarak, Demir Çelik Đşletmelerinin kuruluşunun 25. yılı dolayısıyla Prof.Dr.Z. Fahri FINDIKOĞLU’nun 1962 yılında yayınladığı kitapta yer alan, aşağıdaki görüşlerin (13), daha sağlıklı değerlendirmeler olarak ön plana çıkarılması beklenirdi. “Đki unsurdan ibaret olan şehir adının birinci unsuru, yani “Kara”, tabiat parçaları üzerinde yerleşen ve tabiata cemiyetin damgasını basan insanoğullarının sık sık başvurdukları bir sıfattır ve Türk toponomisinde ehemmiyetli bir yer işgal etmektedir... Başka milletlerin toponomilerinde, yer adlarında da rastlanan bu sıfat, Karabük’ün “Bük”lerinin, yani çalılık ve fundalıklarının karaltısı karşısında kullanılmış olmalıdır. Nitekim, Türkiye yer adları arasında “sarıbük”e yahut yalnız başına “Bük”e rastlanır. Bir araştırıcı bu vesile şöyle diyor: “Karabük’ün mazisi hakkında mufassal bilgi yoktur... Muhitin pek bataklık olması, arazinin çukurda oluşu, her tarafın boş olması, muhitte bir çok “Bük”le nihayet bulan köylerin de ayni araziyi andırması, bu mıntıkada “bük” isminin birçok mahallere verilmesine sebep olmuştur. Bostanbükü, Kadıbükü gibi” Herhalde Sayın FINDIKOĞLU’nun görüşlerinden yararlanmak ve öncelikle “Bük” sözcüğünün etimolojik anlamı araştırılmadan doğru bir görüşe ulaşılmasının olanağı olamayacağını dikkate almak; ayrıca Karabük gibi çay kenarında yer alan Safranbolu’ya bağlı iki köyün adında da (Kadıbükü ve Bostanbükü köyleri) “Bük” ekinin bulunduğu göz ardı edilmemek gerekirdi. Üstelik kimi yayınlarda, Karabük’ün hemen yanında, “Bük”lü başka yerlerden de bahsedilmekte ve “...Fabrikaların bulunduğu saha ise Karabük, Ötebük, Günbük isimlerini taşır. Buraları 1936’dan önce pirinç tarlalarından ibaretti ve ünlü Safranbolu pirinçlerinin önemli bir kısmı buralardan istihsal edilirdi. Karabük havasının bozukluğu bundan ileri gelir...” denilmektedir. (14) Burada sözü edilen “Ötebük”ten, Safranbolu/Yazıköy’lü ünlü aşık Mehmet PEKMEZ’in, fabrikanın temelinin atılmasıyla ilgili bir şiirinde (15) yer alan “Karabük öteki büke nisbet / Temel atmağa geldi ĐNÖNÜ Đsmet” dizeleri de, fabrika yapılmasından önce, kara-bük’ün dışında, aynı alanda, “bük” olarak adlandırılan başka mevkilerin de olduğunun bir başka kanıtını oluşturmaktadır. Yörede halen daha, adı “Bük”lü köylerin olması ve hatta Karabük’ün hemen yanındaki “Ötebük” ve “Günbük” gibi iki ayrı yerin adında da, fabrikanın temelinin atıldığı dönemde “Bük” ekinin bulunduğunun öğrenilmesi, bu sözcüğün anlam olarak, bir görünümü ve çevresel bir özelliği simgelediğini 12 ( ) Karabük Đl Yıllığı 1999, Karabük Đl Kültür Müdürlüğü yayını, Sayfa: 17 (13) Kuruluşunun XXV.Yılında KARABÜK (1937-1962) , Z.Fahri FINDIKOĞLU, Türkiye Harsi ve Đçtimai Araştırmalar Derneği, Fakülteler Matbaası, Đstanbul/1962, Sayfa: 7-9 14 ( ) Nuri GENÇTÜRK, 25 Ekim 1945 tarihli ve 924 sayılı Bartın Gazetesi 15 ( ) Gazete SAFRAN, 23.07.2002, Sayı: 49 176 göstermektedir. Gerçekten Bük’ün halk dilindeki sözlük anlamı “akarsu boylarında yetişen ağaç ve ağaççık topluluğu ve böğürtlen” olduğu (16) gibi, Türk dilinin en eski sözlüğü olarak bilinen Divanü Lugat-ı Türk (1072-1074 yıllarında yazılmıştır) incelendiğinde de, dilimizde yüzyıllar öncesinde bile, bük’ün “ağaçlık yer” anlamında kullanıldığı anlaşılmaktadır.(17) Ayrıca Bük’ün “böğürtlen” anlamına da gelmesi, yukarda değinildiği üzere Karabük’ün eski sakinlerine göre, (Bük demek üzüm; Karabük de kara üzüm anlamına gelir) görüşüyle de belki ilişkilendirilebilir. Dikenli bir çalı olan böğürtlenin meyvesi tek başına dut görünümünde olsa da, çalının dalında meyveler topluca bir üzüm salkımını andırır ve bu yüzden böğürtlene Safranbolu’da “çalı üzümü” denildiği de olur. Dolayısıyla sözlükte belirtildiği üzere, “ağaçlık yer” dışında böğürtlen anlamına da gelen bük’e, eskiden Karabük’ün yerli sakinlerince çalı üzümü denilmiş olabileceği için, bük ile üzüm arasında bir ilişkiye gidilebilir. Ancak bu ilişkiden hareketle, “Karabük Đl Yıllığı 1999” adlı yayında ileri sürülenin aksine, eskiden Karabük denilen yerde “bol miktarda üzüm bağları bulunduğu” söylenemez. Çünkü Öğlebeli Köyü’nün” Karabük” denilen alanının, fabrika kurulmadan önce üzüm bağlarıyla değil, çeltik tarlalarıyla kaplı olduğu hemen herkes tarafından bilinmekte ve anlatılmaktadır; yörede üzüm bağları olduğu bilinen yer ise Karabük değil, onun hemen çok yakınındaki Kapullu Köyü’dür. Tüm bu gerçeklerin ışığında, hep söylendiği gibi, çeltik tarlaları nedeniyle sivrisinekli bir bataklık görünümündeki fabrikanın kurulduğu alana, eskiden herhalde böğürtlen çalıları da bulunan çay kenarındaki ağaçlık bir yer olması nedeniyle, bük‘ün siyahı anlamında Karabük (kara-bük) denildiği hiç duraksamaksızın kabullenilmeli ve Cumhuriyet Türkiyesi’nin böyle bir yeri, ülkemizin ilk ağır sanayi merkezine ve büyük bir kente dönüştürmüş olmasının haklı övüncüyle yetinilip, gereksiz yere başka arayışlar içersinde olunmamalıdır. Böyle yapılmayıp da 1547 yılına ait tapu tahrir defterlerinde Adana Yüregir’de, Karabük adını taşıyan bir Türkmen topluluğuna rastlandığından ve dolayısıyla aynı Türkmen topluluğunun Karabük’e de gelip, yerleştikleri yere boylarının adını vermiş olabileceklerinden söz etmek (18), “bük”ün değinilen anlamları yanında ne ölçüde geçerli ve tutarlı olabilir? Böyle bir olasılık ancak, yüzyıllar önce gelen söz konusu Türkmen boyunun zaman içinde çoğalarak Karabük’ün, 1937’lerdeki gibi bir kaç hanelik değil, nüfus bakımından oldukça kalabalık bir yerleşim yeri olması ya da gelenlerin bir zaman sonra başka yerlere göçmesi halinde düşünülebilir. Oysa, Karabük’ün tarih içinde ne kalabalık bir yerleşim yeri olduğuna ve ne de buradan başka yerlere göçüldüğüne ilişkin bir bilgi ve belge vardır. Bu koşullarda Taraklı adını taşıyan bir Türk boyu Safranbolu’ya yerleşip, adlarını da yerleştikleri kent merkezine vermeleri gibi, Safranbolu’ya bağlı Öğlebeli köyünün bir mahallesi ya da semtine de, Karabük adlı bir başka boyun yerleştiğini düşünmek, inandırıcı bilgi ve belgelerle desteklenmediği sürece, herhalde hiç de tutarlı olmaz. 16 ( ) Büyük Larousse Sözlük ve Ansiklopedisi, Cilt: 4, Sayfa: 2048 (17) Kaşgarlı Mahmut, Divanü Lugat-it-Türk, Çeviren Besim ATALAY, T. Dil Kurumu, Ankara/1939, Sayfa: 333 18 ( ) Hulusi YAZICIOĞLU, “Küçük Osmanlının Öyküsü, Safranbolu Tarihi”, 2001, Sayfa: 225-226 ve Karabük Đl Yıllığı 1999, Karabük Đl Kültür Müdürlüğü yayını, Sayfa: 17 177 Böyle bir görüşte ısrarlı olmak, eski deyimle “teşbihte (benzetmede) hata olmaz”; kimi yerli filmlerde çok görüldüğü gibi, kendinin ne kadar köklü bir aileden geldiğine çevreyi inandırabilmek için, satın aldığı geniş ve gösterişli yaldızlı bir çerçeveye yerleştirilmiş, göğsü padişah nişan ve madalyalarıyla dolu, yaşlı bir eski zaman paşasının portresini, evinin duvarına asarak soyluluk kazandığını sanan kişilerin çırpınışına benzer. Kaldı ki, kökeni ve hangi Türk koluyla bağlantılı olduğu bile bilinmeyen, sadece bir zamanlar Adana’nın Yüregir dolaylarında görüldüğü söylenen Karabük adlı bir Türk boyu yerine, herhangi bir Türk boyu ile ilişkili bulunmakla da soylu olunur ve hiç kuşkusuz bu durum, Yüce Önder Atatürk’ün “Ne mutlu Türküm diyene” özdeyişinden hareketle, mutlu olmanın da başlıca nedenini oluşturur. Adı ile ilgili yakıştırmalar dışında ayrıca, tarihine ve kültürel özelliklerine ilişkin olarak da, çevre yerleşim yerlerine özgü tüm sosyal ve kültürel değerler, hep Karabük’e mal edilmek istenilmektedir. Örneğin, “Karabük Yıllığı 1999” adlı yayının tarihçe bölümü, “Antik dönemde Karabük ve çevresi”, “Malazgirt Savaşı öncesi Karabük ve çevresi”, “Osmanlılar döneminde Karabük ve çevresi”, Milli Mücadele döneminde Karabük ve çevresi” ve benzeri biçimde Karabük’ü öne çıkaran alt başlıklar altında sunulmaktadır.(19) Oysaki söz konusu tarihçe, Karabük’ün sanki 1937’den önce de bilinen bir tarihi varmışçasına, doğrudan Karabük’ü de içerecek biçimde, “...dönemde Karabük ve çevresi” olarak değil, sadece “..dönemde Karabük Đli” ya da “...dönemde Karabük çevresi” alt başlıkları altında anlatılmak gerekirdi. Çünkü tarih; insanlık veya bir insan topluluğu yahut önemli bir kişi ya da bir yerleşim yeri için, geçmişte ya da geçmişin bir döneminde belirleyici olmuş olayları inceleyen, anlatan ve yorumlayan sosyal bir bilim dalıdır. Bir yerin tarihinden bahsedebilmek için, orada önemli olaylar olmasa da, önemli kişiler yaşamasa da, her şeyden önce orası, geçmişte mutlaka belirli etkinlikleri olabilecek sayıda bir insan topluluğunun yerleşim yeri olmalıdır. Tarihin sosyal bir bilim dalı olması da kuşkusuz, insan topluluklarını konu almasından kaynaklanır. Karabük, geçmişte çeşitli olayların sahnelenmesini ve kimi önemli kişilerin etkinliğinin görülmesini olanaklı kılacak yoğunlukta bir insan topluluğunun yaşadığı bir yer olmadığına, hiç değilse böyle olduğunu gösterir bir kanıt bulunmadığına ve fabrikanın temelinin atıldığı 1937 yılında köy statüsünde bile olmayan bir kaç hanelik bir yerleşim noktası olduğu bilindiğine göre, Karabük’ün tarihini yüzlerce, hatta binlerce yıl öncesinden başlatmak olanağı yoktur. Karabük’ün tarihi, 1937 yılından bu yana sadece son 70 yılı kapsayan çok parlak; ancak çok kısa bir dönemle sınırlıdır. Dolayısıyla örneğin antik çağa ilişkin tarih, Karabük’ün değil, Paflagonlar’ın merkezi olması nedeniyle aslında Eflani tarihidir; Roma ve Bizans dönemi için daha çok Eskipazar tarihidir; daha sonraki dönemler ve özellikle Osmanlı dönemi için ise doğrudan doğruya Safranbolu tarihidir. Bu dönemlerin hiç birinde sosyal ve siyasal açıdan Karabük’ün yeri ve önemi yoktur. Nitekim “ Karabük Đl Yıllığı 1999” adlı kitapta, “Osmanlılar döneminde Karabük ve çevresi” başlığı altında Safranbolu tarihi anlatıldığı gibi, “Milli Mücadele Döneminde Karabük ve Çevresi” başlığı altında da hep Safranbolu’dan ve özellikle Safranbolu’daki “Dayıoğlu olayı”ndan söz edilmektedir. 19 ( ) Karabük Đl Yıllığı 1999, Karabük Đl Kültür Müdürlüğü yayını, Sayfa: 16-47 178 Anlatılanlar Eflani tarihidir, Eskipazar tarihidir ve Safranbolu tarihidir. Đlçelerin tarihi, il merkezinin tarihi olamaz. Daha önce de değinildiği gibi, olaylar ve tarihsel gerçekler, geçmişi ve dolayısıyla tarihi olmayan il merkezine mal edilmeksizin ve “...dönemi Karabük ve çevresi” denilmeksizin, ancak ayrı ayrı ilcelerin tarihi anlatılırken Đl’in tarihinden bölümler halinde sunulabilir. Aynı Đl Yıllığı’nda ayrıca, Karabük’ün kültürel değerleri, folkloru, gelenekleri, görenekleri adı altında dile getirilenler de, doğrudan doğruya ilcelerin ve özellikle büyük bir bölümü, Safranbolu’nun sosyal ve kültürel birikimleridir. Đl merkezine özgü, ortak sosyal ve kültürel değerler, doğası gereği, geleceğe dönük uzun bir zaman dilimi sonunda oluşacaktır. O zamana kadar, “Sezarın hakkı Sezar’a tanınmalı”, ilçelerin tarihi gibi, kültürel değer yargıları da, Đl merkeziyle ilişkilendirilmemelidir. Ancak, tüm bu gerçeklerin yanı sıra, il merkezi Karabük tarihinin, binlerce yıl öncesi yerine, sadece son 70 yılı kapsaması da asla azımsanmamalı, önemsiz görülmemelidir. Çünkü, Karabük’ün 70 yıllık tarihi, kuşkusuz Türkiye Cumhuriyeti tarihinin altın bir sayfasıdır. Bu 70 yıllık tarih, binlerce yıllık kentlerin, hemen tamamına yakın büyük kısmı, bilinmezlikler ve karanlıklar içindeki tarihlerinden bile çok önemlidir ve çok değerlidir. Bu öneme ve değere karşın, Karabük Đl Kültür Müdürlüğü’nün yayınladığı “Karabük Đl Yıllığı 1999” adlı kitapta, Demir Çelik Fabrikalarına ve onun ülkeye olduğu kadar yöreye sağladığı kazanımlara çok geniş biçimde yer verilmemesi önemli bir eksikliktir. Bu konulara, Yıllığın“Tarihçe” bölümünde “Cumhuriyet Kenti olarak Karabük” başlığı altında çok kısa olarak ve “Sanayi ve Ticaret” bölümünde de, daha çok son yılların Kardemir’inin etkinliklerine ağırlık verilerek, yine kısaca değinmekle yetinilmemek gerekirdi. Karabük’ten genel bir görünüm KARABÜK’ÜN YAKINMALARI Karabük il olduktan sonra, bağlı ilçelerden olanların hepsinin, bundan böyle “Karabüklüyüm” demeleri ve Kastamonulular, Çankırılılar, Karadenizliler gibi çeşitli il ve ilçelerin adlarını kullanarak, o yörelerden olup da Karabük’e yerleşenlerin kurdukları derneklerin de etkinlerine son vermeleri, artık bundan böyle herkesin Karabüklülük şemsiyesi altında toplanması beklenir oldu. Böyle bir beklenti gerçekleşebilir mi, böyle bir beklenti ne ölçüde haklıdır? Her şeyden önce, ülkemizde genel kabul görmüş bir anlayış gereği olarak, insanlar il merkezinde değil de, o ilin bir ilçesinde doğmuşsa ya da ailesi il 179 merkezine başka yerden gelip de yerleşmişse, nerelisin sorusunun yanıtı olarak, o il merkezinin adı bildirilmemektedir. Yeni ilce olmuş ya da şu veya bu nedenle ülke düzeyinde tanınmamış bir yerden olanlar, il merkezlerini bildirebilirler; ancak bir Tarsuslu Mersinliyim, bir Kuşadalı Aydınlıyım, bir Bandırmalı Balıkesirliyim, bir Bafralı Samsunluyum ve il olmadan önce bir Düzceli Boluluyum demediği gibi, herhalde bir Safranbolulunun da Karabüklüyüm demesi beklenmemelidir. Beklenmesi için de hiç bir haklı gerekçe bulunmamaktadır. Hem böyle bir beklenti içinde olmamakta, yasal açıdan da haklılık payı vardır. Çünkü, nüfus kütüklerinde de, nüfus cüzdanlarında da doğum yeri olarak il merkezi değil, ilceler gösterilir. Hem de “kırk yıllık Kâni’nin, Yâni olması” olanaklı mıdır? Olanaklı olup olmaması bir tarafa, gerekli midir? Hiç de gereği yoktur; çünkü Đlce yerine, il adının söylenmesinin, kişi için de, il için de bir yararı söz konusu değildir; aksine “aslını saklayan haramzade” diye yarı şaka yarı ciddi takılmalara bile muhatap olunur. Kaldı ki, kentsel özelliklerden dolayı kimi yörelerin insanları gibi, örneğin bir Safranbolulunun, Karabüklüyüm demesi değil, Safranboluluyum demesi daha çok ilgi uyandırır. Karabük’e başka yörelerden gelip yerleşen ve geldikleri yerin adıyla kurdukları dernekleri olan Karabük sakinleri için de benzer görüşler dile getirilebilir. Karabük çok yeni bir kenttir; 70 yıl kadar bir geçmişi vardır. 70 yıl insan yaşamında uzun bir süre olabilir; ancak toplum yaşamı için çok kısadır. Bu nedenle, Karabük’e yerleşenlerin ilk bir kaç kuşak’ının, Karabüklüyüm demeleri beklenmemeli, kısa ve hatta orta vadede böyle bir beklenti içinde olunmamalıdır. Kendini “Karabüklü” olarak tanımlayan ve tanıtanlar, hiç kuşkusuz ileriki kuşaklar arasında yer alacaktır. Çünkü, bugünkü kuşaklar göremese de, uzun bir vadede, günümüzde gözlemlenenlerin aksine, Karabük’te, Karabüklü’ye özgü ortak sosyal ve kültürel değerler oluşmuş olacak ve insanlar geldikleri yerlerin görenek ve geleneklerini sürdürmeğe artık son vermiş bulunacaklardır. Dolayısıyla bugün için, Karabüklüyüm demeyen ya da diyemeyen Karabük sakinlerinden yakınılmamalı, bunun sosyolojik ve kültürel olguların bir gereği olduğu kabullenilmelidir. Hem de yakınılan bu konunun, Karabük için bir kusur, bir olumsuzluk ve bir eksiklik olmadığı gerçeği de unutulmamalıdır. Çünkü Karabük eksi’leriyle değil, sürekli artı’larıyla Türkiye’mize mal olmuş bir kenttir; fabrikanın çeltik tarlaları üzerinde kurulmasıyla, “çeltik”i bırakıp “çelik”i kucaklayan Karabük, Türkiye’nin tarım toplumundan sanayi toplumuna geçişinin öncüsüdür; onun Cumhuriyet Türkiyesi’nin ilk ağır sanayi merkezi olmasının övüncünü ve bundan kaynaklanan bir “Cumhuriyet Kenti” (20) olma onurunu hiç bir şey gölgeleyemez. Birkaç hanelik yerleşim yerinden yüzbin nüfusa ulaşan “Cumhuriyet Kenti Karabük”ten bir kesit 20 ( ) Karabük için “Cumhuriyet Kenti” gibi çok haklı ve isabetli bir deyimin, ilk kez, Đl’in ikinci valisi Sayın Nazif KAYALI tarafından kullanıldığı bildirilmektedir. 180 ĐKĐ KENTĐN KARŞILIKLI KONUMLARI Türkiye’deki mülki bölünüm açısından biri il, diğeri ilce olmakla beraber, Safranbolu ile Karabük kent merkezlerinin arası sadece 8 Km.’dir; kent sınırlarının arasında ise uzun ya da kısa bir mesafe yoktur; aynı çizgide birleşmektedir. Đş ve çalışma yaşamını Karabük’te sürdürenlerin önemli bir bölümü Safranbolu’da yerleşiktir; daha az olmakla beraber Karabük’te yerleşik olup da, Safranbolu’da iş güç sahibi olanlar da vardır. Đki kentin bu konumu, şu soruyu akla getirmektedir: Safranbolu ve Karabük birbirinden kopuk iki ayrı yerleşim yeri midir; yoksa birbirini tamamlayan, diğerinden ayrı düşünülmesi olanağı bulunmayan bir bütünün iki parçası mıdır? Hiç kuşkusuz ikinci olasılık, bu sorunun yanıtı olmalıdır. Bir bütünün iki parçası olarak kabul edildiğinde de, biri büyük, diğeri küçük parça; biri merkez, diğeri onun banliyösü; biri ana kent, diğeri onun uydusu ve biri kamu hizmetlerinde önceliği olan kent, diğeri ilkinin rızasıyla kamu hizmeti götürülebilecek bir kent olarak düşünülmemelidir. Aralarındaki tek farklılık, birinin il, diğerinin ilce merkezi olmasından ibaret kalmalı; Karabük büyüktür, merkezdir, ana kenttir ve kamu hizmetlerinde öncülüğü vardır denilmemelidir. Bunların aksini kabullenip, savunanlara şu gerçeklerin anımsatılmasında yarar vardır. Büyüklük de, merkez olmak da, ana kentlik de tamamen görecelidir. Nüfusu Safranbolu’dan fazla olduğu için Karabük büyük kent ise, Safranbolu’nun da yerleşme alanı olarak yüzölçümü daha büyüktür; Karabük daha geniş bir iş ve ticaret merkezi ise, Safranbolu da çok hareketli bir turizm merkezi ve Karabüklüler dahil, herkesçe daha çok beğenilen bir yerleşim yeridir. Ana kent olmaya gelince, tarihsel gelişim itibariyle Safranbolu gibi binlerce yıllık bir kent yerine, 70 yıllık bir yerleşme yerine ana kent denilirse, herhalde ilkine büyük haksızlık edilmiş olur. Ancak, çok duyulan bir atasözü yinelenerek, “sonradan çıkan boynuz, kulağı geçer” denilirse, buna katılmakla beraber, boynuz kulağı geçse de, boynuz kulağın işlevini üstlenemeyeceğine göre, her ikisine de gereksinim olacağı göz ardı edilmemek gerekir. Dolayısıyla Safranbolu ve Karabük, aynı bütünün, biri diğerinden ayrıcalığı olmayan iki parçası ve aynı organizmanın iki ögesi olarak bilinmelidir. Karabük, il merkezi olmasından kaynaklanan, eşitler arasında birinci konumunun olanaklarıyla yetinmeli, başkaca ayrıcalıklar peşinde koşmamalıdır. Karabük bir doyumsuzluk içinde olmamalı; hastane yapılacaksa Karabük il merkezine, kültür sarayı yapılacaksa il merkezine, üniversitenin tüm birimleri il merkezine denilmemelidir. Karabük merkez ilcesinin yerel yöneticileri, konumları gereği böyle istemlerde bulunabilirler; bunda kendilerini çok haklı da görebilirler. Ancak il yöneticileri ile milletvekillerinin, sadece il merkez ilcesine değil, il’in bütününe hizmet götürmekle görevli bulundukları ve tüm il’in temsilcisi oldukları gerçeği de unutulmamak gerekir. Đki tavşanı birden kovalayan, hiç birini yakalayamaz Çin Atasözü