conseıl de l`europe councıl of europe cour
Transkript
conseıl de l`europe councıl of europe cour
CONSEIL DE L’EUROPE COUNCIL OF EUROPE COUR EUROPÉENNE DES DROITS DE L’HOMME EUROPEAN COURT OF HUMAN RIGHTS CASE OF WORM v. AUSTRIA (83/1996/702/894) JUDGMENT STRASBOURG 29 August 1997 Đşbu karar 1997 Yılı Hükümler ve Kararlar Raporları’nda nihai halde yer almasından önce şekli bazı düzeltmelere tabi tutulabilir. Bu raporlar, sayfanın arkasında listelenen bazı ülkeler için temsilcilerle bağlantılı olarak dağıtımını da üstlenecek olan yayımcı Carl Heymanns Verlag KG’den (Lüksemburglu Strasse 449, D-50939 Köln) temin edilebilir. Worm – Avusturya davasında, Đnsan Hakları ve Temel Özgürlüklerin Korunmasına Dair Sözleşme’nin (“Sözleşme”) 43. Maddesi ve Mahkeme B Đçtüzüğünün ilgili hükümleri uyarınca Avrupa Đnsan Hakları Mahkemesi aşağıdaki yargıçlardan oluşmaktadır: R. BERNHARDT , Başkan F. GÖLCÜKLÜ, F. MATSCHER, B. WALSH, J.M. MORENILLA, B. REPIK, K. JUNGWIERT, U. LOHMUS, J. CASADEVALL, J. CASADEVALL ve ayrıca Yazı Đşleri Müdürü H. PETZOLD ve Yazı Đşleri Müdür Yardımcısı P.J. MAHONEY. 25 Nisan ve 26 Haziran 1997 tarihlerinde yaptıkları gizli oturum sonucunda son bahsedilen tarihte kabul edilen aşağıdaki karara varmışlardır: USUL 1. Dava, Avrupa Đnsan Hakları Komisyonu (“Komisyon”) tarafından 4 Temmuz 1996 tarihinde ve Avusturya Cumhuriyeti Hükümeti (“Hükümet”) tarafından 11 Eylül 1996 tarihinde Sözleşme’nin 32§1. ve 47 Maddelerinde yer alan üç-aylık süre zarfında Mahkeme önüne getirilmiştir. Davanın nedeni, Alfred Worm isimli bir Avusturya vatandaşının 28 Temmuz 1993 tarihinde Avusturya aleyhine 25. Madde uyarınca Komisyona yaptığı başvurudur (başvuru no: 22714/93). Komisyonun talebi 44. ve 48. Maddelere ve Avusturya’nın Mahkeme’nin bağlayıcı yargı yetkisini tanıdığı beyana (46. Madde) atıfta bulunmakta; Hükümetin başvurusu 44. ve 48. Maddelere atıfta bulunmaktadır. Talebin ve başvurunun amacı, dava olaylarının davalı Devletin Sözleşme’nin 10. Maddesi uyarınca yükümlülüklerini ihlal ettiğini ortaya koyup koymadığına dair bir karara varmaktı. 2. Mahkeme B Đçtüzüğünün 35 § 3 (d) Kuralı uyarınca yapılan sorgulamaya karşılık olarak, başvuran adli kovuşturmalara katılmak istediğini ve kendisini temsil edecek avukatı tayin ettiğini belirtmiştir (Kural 31). Avukata Başkan tarafından Almanca dilini kullanma izni verilmiştir (Kural 28 § 3). 3. Oluşturulacak Heyet, Avusturya vatandaşı olan seçilmiş yargıç F. Matscher (Sözleşmenin 43. Maddesi) ve Mahkeme Başkan Yardımcısı R. Bernhardt’tan (Kural 21 § 4(b)) oluşmaktaydı. 7 Ağustos 1996 tarihinde Yazı Đşleri Müdürü huzurunda, Mahkeme Başkanı R. Ryssdal, diğer yargıçların isimlerini çekmiştir. Yargıçların isimleri şu şekildedir; F. Gölcüklü, B. Walsh, J.M. Morenilla, B. Repik, K. Jungwiert, U. Lohmus ve J. Casadevall (Sözleşmenin 43. Maddesi ve Kural 21 § 5). 4. Heyet Başkanı olarak, Yazı Đşleri Müdürü aracılığıyla vekalet eden Sayın Bernhardt (Kural 21 § 6), Avusturya Hükümeti temsilcisine, başvuran avukatına ve Komisyon Delegesine adli kovuşturmanın düzenlenmesi hakkında başvurmuştur (Kural 39 § 1 ve 40). Sonuç itibariyle yapılan sıralamanın ardından, Yazı Đşleri Müdürü’ne sırasıyla 21 ve 28 Şubat 1997 tarihlerinde başvuranın ve Hükümetin bildirileri ulaşmıştır. Komisyon, Başkanın talimatı üzerine Yazı Đşleri Müdür tarafından talep edildiği şekliyle öncesinde adli kovuşturmalara ilişkin bir dosya oluşturmuştur. 5. Başkanın kararı doğrultusunda, duruşma halka açık olarak 22 Nisan 1997 tarihinde Đnsan Hakları Binasında, Strazburg’da yapılmıştır. Mahkeme, öncesinde ön toplantı düzenlemiştir. Mahkeme huzurunda bulunanlar: (a) Hükümet adına F. CEDE, Büyükelçi, Hukuk Müşaviri Uluslararası Hukuk Bölümü Başkanı, Federal Dışişleri Bakanlığı S. BENNER, Cumhuriyet Savcısı, Ceza Đşleri ve Af Bölümü, Federal Adalet Bakanlığı, E. BERTAGNOLI, Uluslararası Hukuk Bölümü, Federal Dışişleri Bakanlığı I. ERMACORA, Anayasa Bölümü Federal Kançılarya, Temsilci, Danışmanlar; (b) Komisyon adına J.-C. GEUS Delege; (c) Başvuran adına W. MASSER, Viyana Barosu Dava Vekili. Mahkeme, Bay Geus, Bay Masser ve Bay Cede’nin beyanlarını dinlemiştir. OLAYLAR I. DAVAYA ESAS TEŞKĐL EDEN OLAYLAR 6. Başvuran, Alfred Worm, gazetecidir. 1945 yılı doğumlu olup; Viyana’da ikamet etmektedir. 7. Söz konusu zamanda başvuran, genelde siyaseti konu alan Avusturya süreli yayını olan Profil için çalışmaktaydı. Birkaç yıldır başvuran, muayyen cezai kovuşturmalara dahil olmuş eski Kançılarya Yardımcısı ve Maliye Bakanı, Bay Hannes Androsch davasına ilişkin araştırmalar yapmış ve rapor hazırlamıştır. A. Androsch’un Sabıka Kaydı 8. 1989’da Androsch, iki olayda yalan beyanda bulunmaktan ötürü Viyana Temyiz Mahkemesi tarafından suçlu bulunmuştur. Mahkeme, meclis araştırma komisyonu önünde Bay S. tarafından yanlışlıkla hesabına para yatırıldığını beyan etmiştir. Ancak aslında bu miktarlar, eşi ve kendisi tarafından işletilen isimsiz banka hesaplarında transfer edilmişti. Ayrıca, görevin kötüye kullanılmasıyla suçlanan finans görevlileri aleyhindeki cezai kovuşturmalar kapsamında, Androsch birkaç isimsiz hesabın Bay S. tarafından düzenlendiğini beyan etmiştir; ancak aslında bu hesaplar eşi, annesi ve kendisi tarafından işletilmekteydi. 9. 1991’de iki muvazzaf hakim ve iki hakim yardımcısından oluşan Viyana Bölge Ceza Mahkemesi, Androsch aleyhine vergi kaçırma suçlamalarına ilişkin olarak ceza kovuşturmaları yürütmüştür. Bunların yanı sıra 25 ve 26 Mayıs 1991 tarihlerinde duruşmalar yapmıştır. 8 Ekim 1991 tarihinde, Bay Androsch 1973 ve 1981 yılları arasında vergi kaçırmak suçundan mahkum edilmiştir. 1.8 milyon Avusturya şilini (ATS) para cezasına çarptırılmıştır. B. Makale 10. 1 Temmuz 1991’de Profil, başvuran tarafından kaleme alınmış, yukarıdaki adli kovuşturmaya ilişkin iki sayfadan oluşan bir makale yayımlamıştır. Söz konusu makale şu şekildedir. “DERĐNLEMESĐNE DÜŞÜNMEK ĐÇĐN TEHĐR Hakim yardımcılarından oluşan ceza mahkemesi, iki günü Hannes Androsch’ın vergi kaçırmasını ele alarak geçerdi. Yargılama esnasındaki atmosfer buz gibiydi. “ Hepsinden önemlisi, yargılama sürecinde hiçbir hata olmamalıydı. Dava, genel sağduyu ile usulüne uygun olarak ve bilgimiz ve inancımız dahilinde görülmeliydi – yumuşak bir şekilde değil!” (Androsch davası duruşmasını hangi ilkelerin yönettiği sorusuna karşılık vergi müfettişi ve tanık olan Bay Heinz Tschernutter bu şekilde cevap vermiştir). Yargılama öncesindeki gün [Avusturya gazetesi] Die Presse, tüm Avusturya’yı sallayacak bir bomba attı ortaya. Avukat Herbert Schachter açıklamasının bir kısmı şu şekildeydi: “Eminim ki Dr. Androsch davasını etkileyici bir biçimde sunacaktır.” Ufku, bu etkileyici sunuş karartmıştır ve sanığın unutkanlığına sığınarak oluşturduğu kötü durumunu zorlaştırması (“ hatırlayamıyorum” – “daha fazla bilgi sahibi değilim”) ve suçu başkalarına yükleme girişiminde bulunması (“Tüm bu yıllarda vergi danışmanların beni temsil ediyordu”) veya mazlum rolü oynaması (“Tüm Avusturya’da benim maruz kaldığım ölçüde birçok incelemeye tabi tutulan geniş çaplı bir süreç yok”) ile dünya sallanmıştır. Hannes Androsch’un en büyük problemi, Hannes Androsch’dur. Đkinci büyük problemi ise avukatı, Herbert Schachter’dir. Davalı vekili ve müvekkili birlikte yenilmezdir. Açık aşağılama sıcaklığı değiştirebilseydi, mahkeme salonu kalın bir buz katmanı ile sarmalanacaktı. Sabırlı hakim Friedrich Zeilinger, “Aslında ne oldu?” sorusuna yanıt arıyordu. Usanmış davalı ise “Tam olarak ne olduğunu dosyadan anlamınızı bekliyorum. Önünüzde belgeler var – benim önümde değil.” şeklinde yanıt veriyordu. Başka bir noktada Androsch, küçümseyen bir mimikle ve sanki “Seni zavallı solucan!” demek istercesine Friedrich Matousek’e “Siz, değerli Cumhuriyet Savcım…” diyordu. Androsch, bir kez daha yargıyı küçümsemektedir. Hakim Zeilinger, sorularından açıkça anlaşılacağı üzere dosyanın ayrıntılarını biliyor. Cumhuriyet savıcısı, Matousek ise “uluslararası yasal danışmaların” karanlık mali işlerinin yarattığı karanlıkta yolunu bulabilmektedir ve sonunda, kovuşturma yetkilileri on yıla yakındır Hannes Androsch’in kendisine ve kendisinden yapılan fon akışını incelemektedirler. Sanık, duruşma hakiminin aşırı kibar ve önemli derecede yardımsever tavrını zayıflık olarak yanlış yorumlamıştır. Kendisi ayrıca cumhuriyet savcısını yıllardır bilmektedir ve cumhuriyet savcısını doğru şekilde tanımamaktadır. Matousek, sessiz ve yavaş şekilde konuşur böylece kişi ne dediğini takip edebilir ve ilgi çekici bir biçimde dikkat çekici olmayan bir tavırla hareket eder. Sadece kibirli birisi önemli mimiklerinin eksikliğini bilgisizlik olarak yorumlar. Cumhuriyet savıcısı bile Androsch aleyhine yürütülen yargılama işlemlerinde sahte kanıt sunmaktan verilen Temyiz Mahkemesi kararından alıntı yaparken ve “hesapların uzun süreli, ustaca ve gelişmiş şekilde ilişkilendirilmesine” atıfta bulunurken hata yapmıştır. Đddia edilen vergi kaçakçılığı belki “uzun süreli” olabilir ancak hiçbir surette “ustaca ve gelişmiş” değildi. Tercih doğruydu: Androsch’un beyan edilmemiş para bulunan hesaplarının labirentine girmeyi göze alan kişi yapının basitliği ile hayrete düşmüştür. Bu sadece gelişmişlikten yoksun olmak değil aynı zamanda neredeyse şaşırılacak derecede basitti. Basitti ancak Androsch’un bilgi eksikliğinden değidil, hatalı görevlilere bağlılığın sağlam yapısına dayanmasından basitti. Androsch Maliye Bakanı iken, Ocak 1981 tarihine kadar, birkaç güçlü görevlilerin azimli ancak yasa dışı olan sözüne güvenebilirdi. Androsch ayrılır ayrılmaz, bu görevliler yardım ve yataklıklarını örtbas etmek için çok uğraşmışlardır. Kabul edilmelidir ki, diğer görevliler dizisi hiçbir surette aşırı şekilde cesur değildir ancak tamamen kanunlara itaat eden ve hukukun hüküm sürmesini sağlamak için tekrar ve tekrar deneme yapandır. Ancak onlar da uygulanabilirliklere saplanıp kalırlar. Carinthian vergi müfettişi Adolf Panzenböck (1982 ile 1984) öncülüğündeki takım, kesin olarak tüm ilgileri detayları toplamış, ancak sadece bir buçuk günlüğüne davadan sorumlu olan Viyana vergi dairelerinin birinin yöneticisi, sağlık raporu düzenlemiştir. Ve geçen hafta, tanık olarak mahkeme huzurunda bulunduklarında, dosyayı 1985 ve 1988 yılları arasında tekrar açan vergi görevlileri Walter Handerek, Heinz Tschernutter ve Gerhard Berner’e, davalı vekili Herbert Schachter, Androsch değil de kendileri sanıkmış gibi davranmıştır. 1980’den beri Androsch’un vergi kaçırdığı bilinmektedir. Cuma günü yasal kovuşturmanın ertelenmesi, yıllardır sanığın görevlilere olan bağlılığı sayesinde yargılamadan kaçtığına kanıt olmuştur. Soruşturmalarda bağımsız bir hakimin görev alması nedeniyle artık bu mümkün olmadığında, Androsch’un danışmanları yargılama işlemlerini aksatmak için her fırsatı kullanmıştır. Androsch’un tekrar ve tekrar yargılama yapan mahkemeye “yedi soruşturmanın” yürütüldüğünü ve her durumda kendi lehine sonuçlandığını söylemesi ve sadece sekizinci soruşturmanın kendisinin hayali masumiyetinin ideal dünyasını bozması gerektiğinin çok adaletsiz olması bulgu niteliğinde ve açıklayıcıdır. Kendisi dışında herkes, bunun için suçlanmalıdır. Androsch bu arada masum mağdur rolüne tamamen girmiş ve böylece kendisince suçlu taraf olduğunu bile düşünememektedir. Objektif bakış açısından, Androsch’un lehine belirtilmelidir ki Avusturya’da yaklaşık yirmi yıldır (1965 ile 1983) bu tür yoğun bir aleniliğe maruz kalmadan vergiden 6.3 milyon şilinden fazla kaçıran birçok kişi olabilir. Diğer taraftan ise, hiçbir Avusturya Maliye Bakanı eş zamanlı olarak beyan edilmemiş fonlar içeren yedi adet hesabı işletmemiştir. Ve, cumhuriyet savcısının öne sürdüğü gibi, paranın bir kısmının nereden geldiğinin tespit edilmiş olmasına rağmen, hala yaklaşık beş milyon şilin bilinmeyen kaynak olarak kalmıştır. “Üvey amcasını” duruşmada tekrar öne sürmek Androsch’un saygısızlığıydı. Kabul edilmelidir ki, ikna edici bir biçimde “üvey amcasının” aslında “üvey babası” olduğunu ancak ölmüş bir kişinin adının boşuna kullanıldığını ileri sürmüştür. Androsch, korku vererek dava işlemlerinde sadece kendisinin “üvey babası” Gustav Steiner’i değil ayrıca kayınpederi Paul Scharf’ı ima etmiştir. Her ikisi de Androsch için kendilerini feda etmeye ve beyan edilmemiş fonlar ve hiçbir zaman sahip olmadıkları güvene dayalı ilişkiler için sorumluluk almaya ikna edilmişlerdir. Sorgu hakimi, Anton Zelenka ve sonrasında vergi yetkilileri ve diğer hakimler (Josef Zehetmayer ve sonra Temyiz Mahkemesi) daha önce Androsch’un bu hususta yalan söylediklerini kanıtlamışlardır. Beyan edilmemiş para içeren yedi hesaba ve bu hesaptan yapılan fon akışı, vergi yetkililerine Androsch’un vergi kaçırdığı yorumundan başka yorum bırakmamıştır. Mahkemedeki savunması utanç vericiydi; bu kadar çok yıldan sonra en azından kişi usulüne uygun oluşturulmuş savlar beklemektedir. Her defasında Hakim Zeilinger Androsch’a unutkanlığına mı sığındığı veya “üvey babasını” mı suçladığı hususunda özel bir soru yöneltmiştir. Kendisine miras bıraktığını iddia ettiği Đpek Yolu kaşifi merhum Arthur Stein’den bile bahsetmiştir. Mahkemede beyan edilmemiş para içeren hesaplar veya villaları için nasıl kaynak yarattığına dair yeni ibrazlarda bulunulmadı. Androsch’un her şeyi söylemesi ve, gazetelerde yer aldığı gibi, yeni gerçek açıklamasını ve savunmasında ikna edici savlar ileri sürmesini bekleyen kişiler hayal kırıklığına uğradılar. “Karların gizli dağıtımı” iddialarına ilişkin yasal mücadele vardı. Bay Schacter, mahkemeye Androsch’un “siyaset mağduru” olduğunu dile getirmiştir. Androsch aleyhine “suça teşebbüste bulunulmuştur” ve müvekkilinin genellikle “Androsch’a psikolojik ve fiziksel olarak zarar vermeye kadar giden rakipleri” mevcut olduğunu söylemiştir. Bruno Kreisky ve diğerleri bunun suçlusudur. Mahkeme, nazik bir şekilde davalıyı uzun ve sıkıcı boş konuşmalarından vazgeçirerek gerçeklerle yüzleştirmeye çalışıyordu. Ve her seferinde kendisi “Söyleyemem. Her şeye rağmen, yapmam gereken başka şeyler var (örneğin bu saçma sorularla uğraşmaktan başka) yanıtını veriyordu. Gerektiği takdirde, yetkililer genelde her şeyle suçlanabilirler. Mevcut davada, bu klişe Hakim Zeilinger’e açık şekilde uygulanmamıştır. Đki sabahtır, bekleme salonu adaletine işaret etmiştir. Davalının sıkıcı, kendine güveninden öfkelenmesine rağmen hakim kendisini nazik olmak için zorluyordu. Duruşmanın ilk gününde, eski Bakanın açık şekilde yanlış yorumlamalar yaptığı psikolojik gerilim bölgesi oluşmuştur. Zaman zaman 53 yaşındaki davalı, siyaset konuşan bir sözcü rolünü üstlendi. Hakimin sorularına çok az dikkat ve özen gösteriyor ve cumhuriyet savcısına giderek artan bir şekilde kışkırtıcı bir şekilde davranıyordu. Salonda halka tasdik istercesine sık sık bakmak için dönüyor ve mimikleri artan şekilde halinden memnun, güçlü, zafere alışkın bir Maliye Bakanını hatırlatıyordu. Bu koşullar altında ciddi taktik hataları yapılmıştı. Sanık vekili hakimin sözünü kesmiş ve Androsch kendi büyüsüne yenik düşmüştü. Çok ve çabuk konuşuyordu; oysa bunu Kronen Zeitung “mükemmel etkili bir konuşma” olarak yanlış anlıyordu. Gerçekte, davalı kendisini mümkün olan ölçüde sorumluluklarından uzaklaştırıyordu. Diğerleri suçluydular. Ancak Hakim Zeilinger kısa süreliğine bile durumun kontrolünü kaybetmedi. Zaman zaman ,tavrından da anlaşıldığı üzere, dilinin ucunda sert bir sözcük vardı ancak bunu hiçbir zaman dile getirmedi. Davalı zayıflık hissetti ve kendisinin – beklenen – güçlülüğünü tamamını kullandı; mahkeme ile bağını koparırken halkla arasında bir bağ kuruyordu. Hakim Zeilinger, bu duruşma için gayretle ve özetle hazırlanmıştı. Gerçekleri söylerek, Androsch’u sadece hatırlayamadığını ileri sürerek kaçabileceği köşelere sıkıştırıp duruyordu. Birçok büyük duruşmada, suçluya baştan sona kadar eşit şans veriliyordu. Androsch’a da geçen Cuma savunma taleplerinden onu reddedilerek ve ikisi kabul edilerek eşit şans verilmişti. Mahkeme, Androsch aleyhine vergi kovuşturmasında herhangi bir yasaya aykırı etkinin olup olmadığını veya vergi mükellefini olumsuz biçimde etkileyen talimatların verilip verilmediğine ilişkin olarak kanıtları kabul etmiştir. Duruşmanın sonraki aşamasında, Ağustos veya Eylül ayında (mahkeme davalı vekilinin yaz tatillerini bile dikkate alıyordu!), Bölge Vergi Dairesi ve Maliye Bakanlığı’ndan yetkililer bu nedenle tanık olarak dinlenecektir. Ardından mahkemenin anlayış belirtisi beklediği her duruşmada bir noktaya gelinmektedir. Mahkeme, en azından hafifletici bir durum olarak değerlendirilebilecek az miktarda tevazu beklemektedir. Davalı bugüne kadar kısa bir anlığına bile tevazu göstermemişti. Ancak kendisinin bir Maliye Bakanı veya ailesinin beyan edilmemiş fonlardan milyonların yer aldığı hesaplarının bulunmasının hukukun üstünlüğünü temel alan bir Devletin ilkeleriyle uyumlu olup olmadığını düşünmesi için birkaç haftası var önünde. Kendisi için şimdi büyüklük gösterme zamanı. Yargı sistemi, ciddi olayları açığa çıkardı. Yargılama işlemlerini tehir ettiği geçen Cuma günkü duruşmanın son dakikasına kadar mahkeme tamamen hakkaniyet ilkeleri doğrultusunda yönetilmiştir. Derinlemesine düşünme için.” C. Viyana Bölge Ceza Mahkemesi’ndeki Yargılama Süreci 11. Bay Worm, cezai kovuşturma sürecini etkilemesi nedeniyle Basın Kanunu’nun 23. Bölümü uyarınca (Mediengesetz – bakınız 23. Paragraf) suçlanmıştır. 12. 12 Mayıs 1992’de bir hakimin yer aldığı celsede, Viyana Bölge Ceza Mahkemesi başvuranı beraat ettirmiştir. Đhtilaf konusu metnin Androsch aleyhine yürütülen yargılama işlemlerinin sonucunu etkileyemeyeceği ve başvuranın bu niyetle hareket etmediği sonucuna ulaşmıştır. 13. Mahkeme, 1991 yılında Androsch’un vergi kaçırmaktan ötürü mahkum edildiğini anımsatmıştır (bakınız 9. paragraf). Mahkeme ihtilaf konusu makalenin yargılama sürecinin sonucunu etkileyip etkilemediğini belirlerken, hakkında yazı yazılan yargılama sürecinin gelişiminin, suçlanan kişinin ve başvuran kişinin yanı sıra makalenin lafzının ve içeriğinin bir bütün olarak değerlendirilmesi gerektiğini belirtmiştir. Makale, en fazla bir psikologun yapacağı ölçüde duruşma hakiminin, cumhuriyet savcısının, davalı vekilinin ve özellikle sanık Androsch’un tutumlarını analiz etmiştir. Mahkeme ayrıca, konuyla az çok aşina olan her okuyucu için uzun yıllardır Profil’de çalışan başvuranın yoğun şekilde “Causa Androsch” (Neden Androsch) konusu ile ilgilendiğini ve sık sık bu konu hakkında yazılar yazdığının açık olduğu sonucuna ulaşmıştır. Makaleden, başvuranın vergi yetkililerince yürütülen soruşturmaların doğru olduğunu farz ettiği anlaşılmaktadır. Duruşmada sanık tarafından bulunulan beyanları eleştirel psikolojik analize tabi tutmuştur. Ancak, yazı stilinin ve kullandığı lafız, bu yargılama sürecini etkileyebilir niteliğe haiz değildi. Hakim yardımcısı bile Androsch davasında gazeteci olarak başvuran ve faaliyetlerini bilmekteydi. Bu nedenle, başvuranın yargılama sürecine ilişkin tarafsız açıklamalarda bulunmasını beklemeyecekti. Ayrıca, başvuranın özellikle her durumda Androsch’un suçlu bulunulacağı inancıdan görüldüğü üzere yargılama sürecinin sonucunu etkileme niyeti ile hareket ettiği sonucuna ulaşılmamıştır. D. Viyana Temyiz Mahkemesi’ndeki Yargılama Süreci 14. 19 Ekim 1992’de cumhuriyet savcısının temyiz talebi üzerine üç muvazzaf hakimin yer aldığı Viyana Temyiz Mahkemesi, başvuran ve avukatının nezdinde duruşma yapmıştır. Bay Worm sorgulanmış ve suçlanan paragrafın özelikle “ vergi yetkililerine beyan edilmemiş paraların bulunduğu yedi tane hesaba ve hesaptan yapılan fon akışının Androsch’un vergi kaçırıyor olmasından başka bir yorum gerektirmiyor” şeklindeki ilk cümlesinin duruşma esnasında cumhuriyet savcının ifadelerinden yapılan bir alıntı olduğunu belirtmiştir. Cumhuriyet Savıcısı ayrıca Androsch’un tanık olarak yalan beyanda bulunmaktan ötürü suçlu bulunmasına sıklıkla atıfta bulunmuştur (bakınız 8. Paragraf). 15. Duruşmanın sonunda, ilgili nedenlerin yanı sıra kararın hüküm fıkraları okunmuştur. Mahkeme başvuranı cezai kovuşturmayı etkilemesi nedeniyle suçlu bulmuş ve her biri 1,200 ATS ile çarpılmak üzere toplam kırk günlük para cezasına yani 48,000 ATS ödemesine karar vermiş veya ödenmediği takdirde yirmi günlük hapis cezasına çarptırmıştır. Yayımcı kuruluş, müştereken ve münferiden para cezasının ödenmesinde yükümlü kılınmıştır. 16. Kararın tamamı, 25 Mart 1993 tarihinde başvurana tebliğ edilmiştir. 17. Mahkeme, diğerlerinin yanı sıra, şu şekilde karar vermiştir: “ Kovuşturmanın temyizi bu nedenle haklı nedenlere dayanmaktadır. Haklı şekilde başlangıç noktası olarak, Basın Kanunu’nun 23. Bölümünde tanımlanan suçun potansiyel olarak tehlikeli bir suç olarak sınıflandırılması gerektiğini alır… Genelde, potansiyel olarak tehlikeli bir suç, sunulan olayda kimse aslında … ilişkin tehlikeye maruz kalmasa bile genel anlamda tehlikeli bir durum yaratabilecek bir tutum olarak tanımlanır. Kanun sadece suçlunun tutumunu düzenler – bu durumda kanıtın değerine dair yorum – ve bunu, bu tür yorumun da cezai kovuşturmanın sonucunu etkileyebildiği müdahale ile ilişkilendirir. Bu anlamda tehlikeli olma potansiyeline sahip suç, neden olabileceği sonuçlara bakılmaksızın suç oluşturan her tutum anlamına gelir… Kararda yer alan Androsch’un savunmasına dair yorumun cezai kovuşturmanın sonucunu etkileyebileceğine ilişkin düşünceler bu nedenle anlamsızdır… Cezai kovuşturmada incelemede olan davalının yanıtları ….. için kanıt teşkil etmektedir. [Dava konusu metin] mahkemenin aşağıda karar verdiği gibi - … dair önemli psikolojik bir analiz değil, Bay Androsch tarafından verilen yanıtların değerine ilişkin (olumsuz) yorumlar içerir…” 18. “Basın Kanunu’nun 23. Bölümünde tanımlanan suçun maddi unsurunun sadece kanıta dair olumsuz yorumlar ile değil ayrıca olumlu yorumlarla oluşturulduğunu” gözlemlemiştir. 19. Temyiz Mahkemesi ayrıca, Bölge Mahkemesinin hakim yardımcıları dair herkesin başvuranın Androsch davasına olan uzun süreli bağlılığından haberdar olduğunu ve bu nedenle makalesinden etkilenmeyeceğine dair varsayımına itiraz etmiştir. Hiçbir şekilde hakim yardımcılarının düzenli olarak Profil okuyor olması kesin değildi. Aksine, bunun gibi çarpıcı kovuşturmalarda hakim yardımcılarının genellikle okumadıkları raporları takip etmeleri sıklıkla karşılaşılan bir durumdu. Bu nedenle, en azından hakim yardımcıları açısından suçlu bulunan makalenin okunmasının cezai kovuşturmanın sonucunu etkileyebilir nitelikte olduğu hususunda hiç kuşku yoktur. 20. Mahkeme ayrıca şu hususları eklemiştir: “[Yukarıda bulgu] mevcut davada oldukça doğrudur; çünkü makaleden sanığın davaya bakan hakimlerin mevkilerini gasp etmek istediği çıkarılabilir. Basın Kanunu 23. Maddede tanımlanan suçun maddi unsuru bu doğrultuda düzeltilir. Manevi unsurlara ilişkin olarak, niyet açıkça ortadayken neden aşağıda mahkemenin yargılamanın sonucunu etkileme maksadının mevcut olmadığı sonucuna ulaşmasını anlamanın zor olduğu gözlemlenmelidir.” 21. Mahkeme ayrıca başvuranın dava konusu olaydaki uzmanlığının ve buna dahil olmasının kendisinin makaleyi yargılama sürecinin sonucunu etkileme niyetiyle yazdığı etkisini güçlendirdiğini ortaya koymuştur. Olayı 1978’den beri araştırmış ve bu konuda yüzden fazla makale yazmıştır. Baştan beri Bay Androsch’un vergi kaçakçılığı yaptığına ikna olmuştur. Đhtilaf konusu makalede, sadece Androsch’un beyanını eleştirmemiş ayrıca yargılama sürecinin sonucunu yani sanığın mahkum edilmesini beklemiştir. 22. Kararın son bölümü şu şekildedir: “Bay Heinz Tschernutter tarafından verilen cevaptan yapılan alıntının makalenin başlığı olması bile - “ Hepsinden önemlisi, yargılama sürecinde hiçbir hata olmamalıydı. Dava, genel sağduyu ile usulüne uygun olarak ve bilgimiz ve inancımız dahilinde görülmeliydi – yumuşak bir şekilde değil!” – sıradan bir okuyucuya mahkemeye aynı sistemi izlemesi hususunda akıl verildiği ve mahkemenin buna mecbur bırakıldığı, yani başka bir ifadeyle hata yapmamaya ve Androsch’a yumuşak davranmaya mecbur bırakıldığı izlenimi vermektedir.” II: ĐLGĐLĐ ĐÇ HUKUK 23. Basın Kanunu’nun 23. Bölümü “Cezai kovuşturmaları etkilemenin yasaklanması” başlığı altındadır ve aşağıdaki gibidir: “ … cezai kovuşturmalarda iddianamenin ardından [ve] birinci derece mahkemesi kararından önce bu yargılama sürecinin muhtemel sonucunu veya kanıtın değerini, yargılama sürecini etkileyebilecek şekilde ele alan herkes mahkeme tarafından 180 güne kadar para cezası ile cezalandırılır.” 24. Ceza Muhakemeleri Kanunu’nun 77. Madde ise şunu öngörür: “(1) Yargı kararları, mahkemede tefhim edilerek veya orijinal veya tasdikli örneğinin tebliğ edilmesi ile ifşa edilir. (2) Kararlar tefhim edildiklerinde kayda geçirilmelidir. Talep üzerine, ilgili kişi kararın bir kopyasını alabilir.” Uygulamada, mevcut davada olduğu gibi kararların yazılı kopyaları otomatik olarak ilgili kişilere tebliğ edilir. 25. Avusturya ceza usulü kanunu uyarınca temyiz süresi, temyiz edilen kararın yazılı versiyonunun ilgili kişiye tebliğ edildiği tarihten itibaren işlemeye başlar (Ceza Usulü Kanunu 79 § 2. Madde). KOMĐSYON ÖNÜNDEKĐ DAVA ĐŞLEMLERĐ 26. Başvuran Komisyon’a 28 Temmuz 1993 tarihinde başvurmuştur. Basın Kanunu’nun 23. Bölümü uyarınca mahkumiyetinin kendisinin ifade özgürlüğü hakkını ihlal ettiğinden şikayet ederek, Sözleşme’nin 10. Maddesine istinat etmiştir. 27. 25 Kasım 1995 tarihinde Komisyon başvurunun (no. 22714/93) kabul edilebilir olduğunu beyan etmiştir. 23 Mayıs 1996 tarihli raporunda (Madde 31), on bire karşı on sekiz oy ile Sözleşme’nin 10. Maddesinin ihlal edildiği yönündeki görüşünü dile getirmiştir. Komisyon görüşünün ve raporda yer alan muhalefet şerhinin tam metni bu karara ek olarak sunulmuştur. MAKMEYE YAPILAN SON SAVUNMA 28. Başvuran bildirisinde Mahkeme’den Basın Kanunu’nun 23. Bölümünün Viyana Temyiz Mahkemesi tarafından yanlış yorumlanması sonucunda başvuranın Sözleşme’nin 10. Maddesi ile güvence altına alınan ifade özgürlüğü hakkının ihlal edildiğinin tespit edilmesini istemiştir. 29. Hükümet, Mahkeme’den başvurunun nihai iç hukuk kararının verilmesinden sonraki altı ay içerisinde yapılmamış olduğu gerekçesiyle başvuruyu reddetmesini talep etmiştir. Kabul etmesi halinde ise, Mahkemeyi 19 Ekim 1992 tarihli Viyana Temyiz Mahkemesi kararının Sözleşme’nin 10. Maddesi uyarınca başvuranın hakkını ihlal etmediğini beyan etmeye davet etmiştir. HUKUKĐ DEĞERLENDĐRME I. HÜKÜMETĐN ĐLK ĐTĐRAZI 30. Ön itiraz yolu ile Hükümet, daha önce Komisyon nezdinde yapmış olduğu gibi, Bay Worm’un Sözleşme’nin 26. Maddesi’nde yer alan, Komisyon’a yapılacak başvuruların “son kararın alındığı tarihten sonraki altı aylık süre içerisinde” yapılması gerektiğine dair kurala uymadığı şeklinde savunma yapmıştır. Hükümet, Viyana Temyiz Mahkemesi’nin başvuranın davasına ilişkin kararını 19 Ekim 1992’de temyiz duruşmasının sonunda verdiğini gözlemlemiştir (bakınız 15. Paragraf). Taslak karar halihazırda mevcut olduğundan, sadece hüküm fıkraları değil; ayrıca tüm ilgili sebepler tefhim edilmiştir. Başvuran ve vekili hazır bulunmuşlardır. Bu şartlarda, Hükümet altı aylık sürenin bu tarihten itibaren işlemeye başlamış sayılması gerektiğini ibraz etmiştir. Şimdiye kadar Komisyonun uygulaması bu şekildeydi. Hükümet’in diğer bir görüşü ise 25 Mart 1993 tarihinde kadar kararın yazılı bir kopyasının başvurana tebliğ edilmemesi iddiasının, bu açık celsede verilen karardan daha fazla bir bilgi içermeyeceği için yersiz olmasıydı. 31. Başvuran, kararın yazılı versiyonunu edinene kadar cumhuriyet savcısının temyizine ilişkin olarak mahkemenin tam muhakemesi hususunda bilgi edinebilecek durumda olmadığını iddia etmiştir. Özellikle, mevcut davada olduğu gibi karmaşık yasal hususların yer aldığı hallerde, şifahi karar temelinde başvuranın Komisyon’a başvuruda bulunması beklenemez. Bu nedenle altı-aylık süre zarfının başlangıç tarihi, kararın yazılı versiyonun tebliğ edildiği tarih olan 25 Mart 1993 olmalıdır. 32. Komisyon, mevcut davanın daha önceki bir yaklaşımını dikkate almasına yol açtığını kabul ederken, başvuran ile hemfikirdi. Komisyona göre, 26. Maddede yer alan altı-aylık süre kuralı sadece yasal kesinliği sağlama amacını takip etmez; ayrıca başvurana Komisyon’a başvuruda bulunup bulunmayacağına dair düşünme ve başvuruda bulunmaya karar vermesi halinde ileri süreceği şikayetler ve savlar üzerine düşünme fırsatı verir. Bu bağlamda, Komisyon iç hukuk uyarınca nihai kararın yazılı halinin başvurana tebliğ edilmesi gerektiğinde, altı aylık sürenin, ilgili kararın veya bir bölümünün daha önceden şifahen verilip verilmemesine bakılmaksızın, bu tarihten itibaren işletilmesi gerektiği sonucuna ulaşmıştır. 33. Mahkeme, iç hukuk ve uygulama uyarınca (bakınız 24. Paragraf), başvuranın Temyiz Mahkemesi kararının yazılı kopyasının re’sen tebliğ edilme hakkının olduğunu ve bu tebliğin uzun süre gecikmesinin münhasıran yargı yetkililerinin sorumluluğunda olduğunu belirtir. Nihai hali dokuz sayfadan oluşan bahse konu karar, detaylı yasal muhakeme içermekteydi. Bu şartlarda Mahkeme, Komisyonun 26. Maddenin amacının yazılı kararın tebliğ tarihinden itibaren işleyecek altı-aylık sürenin hesaplanması ile en iyi şekilde yararlı olacağı yönündeki görüşünü paylaşır. Ayrıca bu, ulusal mahkemelere temyizde bulunulmasındaki süre-sınırları açısından Avusturya hukukunda kabul edilen bir çözümdür (bakınız 25. Paragraf). 34. Viyana Temyiz Mahkemesi’nin kararı başvurana 25 Mart 1993 tarihinde tebliğ edilmiştir (bakınız 16. Paragraf) ve Komisyon’a yapılan başvuru bu tarihten sonra altı aydan kısa bir süre içerisinde, 28 Temmuz 1993 tarihinde yapılmıştır (bakınız 1. Paragraf). Hükümetin ilk itirazının reddedilmesi gerektiği sonucuna ulaşılır. II. SÖZLEŞME’NĐN 10. MADDESĐNĐN ĐHLAL EDĐLDĐĞĐ ĐDDĐASI 35. Başvuran, Bay Androsch’un yargılanmasına dair yorum içeren bir makale yayımlaması nedeniyle suçlu bulunmasının ve kendisine uygulanan para cezasının Sözleşme’nin 10. Maddesini ihlal ettiğini iddia etmiştir. Sözleşme’nin 10. Maddesi hükümleri şu şekildedir: “1. Herkes ifade özgürlüğü hakkına sahiptir. Bu hak, kamu makamlarının müdahalesi olmaksızın ve ülke sınırları gözetilmeksizin, kanaat özgürlüğünü ve haber ve görüş alma ve de verme özgürlüğünü de kapsar. Bu madde, Devletlerin radyo, televizyon ve sinema işletmelerini bir izin rejimine tabi tutmalarına engel değildir. 2. Görev ve sorumluluklar da yükleyen bu özgürlüklerin kullanılması, yasayla öngörülen ve demokratik bir toplumda ulusal güvenliğin, toprak bütünlüğünün veya kamu güvenliğinin korunması, kamu düzeninin sağlanması ve suç işlenmesinin önlenmesi, sağlığın veya ahlakın, başkalarının şöhret ve haklarının korunması, gizli bilgilerin yayılmasının önlenmesi veya yargı erkinin yetki ve tarafsızlığının güvence altına alınması için gerekli olan bazı formaliteler, koşullar, sınırlamalar veya yaptırımlara tabi tutulabilir.” 36. Başvuranın mahkumiyetinin, 10. Maddenin 1. Fıkrası ile güvence altına alınan ifade özgürlüğü hakkına müdahale teşkil ettiği kabul edilmiştir ve Mahkeme, aksinin kabul edilmesi için bir gerekçe görmemektedir. Bu nedenle bu müdahalenin bu hükmün ikinci fıkrası uyarınca haklı sebebe dayanıp dayanmadığının incelenmesi gerekmektedir. A. Müdahalenin “kanunla öngörülmüş” olup olmamasına dair 37. “Cezai kovuşturmaları etkilemeden” ötürü verilen mahkumiyetlerin iç hukukta yani Basın Kanunu’nun 23. Bölümünde yasal bir dayanağa haiz olması ortak bir görüştü (bakınız 23. Paragraf). Ancak başvuran, davasındaki olguların, bu hüküm sınırları dahilinde olmadığını ve Viyana Temyiz Mahkemesi’nin başvuranın makalesinin Bay Androsch aleyhine yürütülen cezai kovuşturmaları etkilemeyi planladığı yönünde ulaştığı sonuçta hata yaptığını ileri sürmüştür. 38. Mahkeme, ilgili iç hukukun ilgili kişilerin – gerekirse hukuki görüş ile – bu koşullar altında makul olan ölçüde, yapacağı eylemlerin neden olabileceği sonuçları öngörebilmesini sağlamak için yeterli kesinlikle düzenlenmesi gerektiğini tekrar dile getirir. Ulusal mevzuatın yorumlanması ve uygulanması, ulusal makamlar özellikle mahkemeler için önceliklidir (bakınız diğerlerinin yanı sıra, 25 Ağustos 1993 tarihli Chorherr – Avusturya kararı, ss. 35-36, §§ 24-25). Mevcut davada Mahkeme, Viyana Temyiz Mahkemesi’nin başvuran davasına Basın Kanunu’nun 23. Bölümünü uygulamasının bu şartlar altında makul ölçüde öngörülebilecek olanı aşmamasından ötürü memnundur. Bu doğrultuda Mahkeme, dava konusu mahkumiyetin “kanunla öngörülmüş” olduğu sonucuna varır. B. Müdahalenin meşru bir hedef içerip içermediğine dair 39. Mevcut davada, başvuranın mahkumiyetinin “yargı erkinin yetkisinin ve tarafsızlığının güvence altına alınmasını” hedef aldığı ileri sürülmemiştir ve bu nedenle mahkumiyet Sözleşme uyarınca meşru bir hedefi izlemiştir. 40. Bu bağlamda, Mahkeme sürekli olarak “yargı erkinin yetkisi ve tarafsızlığı” ifadesinin “Sözleşme’nin anlamı dahilinde” anlaşılması gerektiğine kara vermiştir. Bu amaçla, bu bağlamda hukukun üstünlüğü temel ilkesini yansıtan 6. Maddenin merkezi durumu dikkate alınmalıdır (bunların yanı sıra bakınız 26 Nisan 1979 tarihli The Sunday Times – Birleşik Krallık davası, s. 34, § 55). “Yargı erkinin yetkisi” ifadesi özellikle mahkemelerin kamuoyunca tümüyle yasal ihtilafların çözülmesi ve kişinin suçlu ya da masum olduğunun belirlenmesi için uygun bir mahkeme olarak kabul edilme ve ayrıca kamuoyunun tümünün bu işlevi yerine getirmek için mahkemelerin ehliyetine saygı gösterme ve güvenme kavramını kapsamaktadır. “Tarafsızlık” peşin hüküm ve önyargıların olmaması anlamına gelir (bakınız 1 Ekim 1982 tarihli Piersack – Belçika, s. 14, § 30). Ancak, Mahkeme mükerrer olarak yargının bağımsızlığını sağlarken söz konusu olan şeyin, demokratik bir toplumdaki mahkemelerin, cezai kovuşturmalarla ilgili olduğu kadarıyla, sanıkta ve ayrıca tüm kamuoyunda uyandırması gerektiği güven olduğuna karar vermiştir (bakınız diğerlerinin yanı sıra, 24 Şubat 1993 tarihli Fey – Avusturya kararı, s. 12, § 30). “Yargı erkinin yetkisini ve tarafsızlılığını” sürdürmeye çalışırken Taraf Devletlerin – somut davanın ötesinde – demokratik bir toplumdaki mahkemelerin temel rolünün korunmasına ilişkin hususları dikkate almaya yetkili oldukları sonucuna varılır. 41. Yukarıdaki açıklamaların doğrultusunda, Viyana Temyiz Mahkemesi’nin 19 Ekim 1992 tarihli kararında yer alan çeşitli sebeplerin (bakınız 17 ile 22. Paragraflar) “yargı erkinin yetkisinin ve tarafsızlığının güvence altına alınması” amacı dahilinde olduğu şeklinde değerlendirilmelidir. 42. Hükümet, başvuranın mahkumiyetinin ayrıca Bay Androsch’un masumiyet karinesi hakkını koruma amacını izlediğini ileri sürmüştür. Yukarıdaki paragraflardaki analizlerini göz önünde tutarak, Mahkeme bu sorunu ayrıca ele almayı gerekli görmemiştir. C. Müdahalenin “demokratik bir toplumda gerekli” olup olmadığına dair 43. Başvuran, ifade özgürlüğü hakkının Sözleşme’nin 10. Maddesinin ikinci fıkrasında belirlenen sınırların ötesinde sınırlandırıldığını ileri sürmüştür. Yazısının konusunun eski bir Maliye Bakanı’nın görevdeyken işlediği vergi suçlarından ötürü yargılanması olduğu için, tartışmasız olarak bir halk meselesi – müsaade edilen eleştiri sınırlarının daha geniş olması gerektiğini iddia etmiştir. Bay Androsch’un yargılamasının sonucunu etkileme tehlikesine ilişkin olarak, vergi kaçırmadan dolayı Androsch’un sorumlu olduğu kastedilen paragrafın, Androsch’un suçlu bulunmuş olduğu ve mahkeme tarafından iyi bilinen faaliyetlere atıfta bulunduğunu işaret etmiştir. 44. Komisyon, Viyana Temyiz Mahkemesi’nin, vergi kaçırma suçlamalarıyla karşı karşıya olan eski Maliye Bakanı’nın tutuma ilişkin olarak haber almada kamu yararı aleyhine, devam eden cezai kovuşturmalar üzerindeki aşırı etkisini önleme hususundaki kamu yararını değerlendirmediği görüşünü ifade etmiştir. Suçlanan metnin yargılama sürecinin sonucunu etkileyip etkilemeyeceğini incelerken temyiz mahkemesi, ilk-derece mahkemesinin aksine, iki sayfalık makalenin lafzını ve içeriğini bir bütün olarak dikkate almamıştır. Belirli içeriğine istinaden, bir paragrafta başvuran tarafından ortaya konulan sonuç, yani Androsch’un vergi kaçırıyor olması, hakim yardımcıları dahil yargılayan mahkeme üyelerinin bağımsız olarak değerlendirecekleri bir konumda oldukları, sadece şüphelenme halini tanımlıyor gibi görünmektedir. Komisyon ayrıca temyiz mahkemesinin başvuranın suçlanan paragrafının sadece duruşmada cumhuriyet savcısının bulunduğu beyanı başka sözcüklerle ifade ettiği yönündeki savunmasını ele alması gerektiğini gözlemlemiştir. Bu doğrultuda Komisyon, Temyiz Mahkemesi tarafından ileri sürülen sebeplerin 10 § 2. Madde anlamı dahilinde yeterli olmadığı sonucuna ulaşmıştır. Bu nedenle başvuranın ifade özgürlüğü hakkına yapılan müdahalenin “yargı erkinin yetkisinin ve tarafsızlığının” güvence altına alınması için “demokratik bir toplumda gerekli” olduğu söylenemez. 45. Duruşmada Komisyon Temsilcisi, 10 § 2. Madde uyarınca gereklilik meselesinin, ulusal mahkemelerin hakim yardımcıları üzerinde gerçek bir etki oluşturulup oluşturulmadığını ortaya çıkartmasını gerekli kılacağını ibraz etmiştir. 46. Hükümet için başvuranın tutumu, devam eden bir yargılama hakkında haber yapmanın izin verilebilir sınırlarını aşmıştır. Makalenin tüm içeriği dikkate alınacak olsa bile, suçlu bulunan ifadenin, sanığın suçunun basın tarafından önceden belirlenmesi anlamına geldiği açıktı. Söz konusu ifadenin gerçekten cumhuriyet savcısının sözlerinden yapılan bir alıntı olması halinde, başvuranın kendisinin yapmadığı yorumu belirtmesi gerekliydi. Hükümet, yargıladıkları davalara ilişkin basın haberlerini hakim yardımcılarının okuması muhtemel olmasına rağmen, diğer yasal sistemler tersine Avusturya hukukunun işlevlerini yerine getirirlerken hakim yardımcılarını dış etkilere maruz kalmaktan korumayı amaçlamaz. Bu nedenle Bay Worm’un görüşünün mahkemenin tarafsızlığını tehlikeye atarak bu hakimler üzerinde etki oluşturması çok olasıydı. Hükümet son olarak başvurana verilen para cezasının takip edilen hedef ile orantılı olduğunu ileri sürmüştür. 47. Mahkeme, ifade özgürlüğünün demokratik bir toplumun en önemli temellerinden birini teşkil ettiğini ve basına sağlanacak korumanın çok önemli olduğunu anımsatır (bakınız 23 Eylül 1994 tarihli Jersild – Danimarka kararı, s. 23 § 31). Genel bir ilke olarak, ifade özgürlüğüne dair kısıtlamanın “gerekliliği” ikna edici bir şekilde tesis edilmelidir (örneğin 26 Kasım 1991 tarihli, the Sunday Times – Birleşik Krallık (2 no’lu) kararı, ss. 28-29, § 50). Kuşkusuz, ulusal makamlar açısından kısıtlama için “zorunlu sosyal bir gereksinim” olup olmadığının değerlendirilmesi önceliklidir ve değerlendirmelerini yaparlarken, belirli takdir payı kullanırlar. Mevcut bağlamda, ancak, ulusal takdir payı özgür bir basın sağlama ve devamlılığını sağlamada demokratik toplum menfaati ile sınırlandırılır. Benzer şekilde, bu menfaatin, 10. Maddenin 2. Fıkrasında yapılması gerektiği şekliyle, sınırlamanın izlenen meşru hedef ile orantılı olup olmadığını değerlendirmedeki denge de büyük ölçüde önemi olacaktır. Mahkemenin denetleme işlevini yerine getirirkenki görevi, ulusal makamların yerini almak değil; 10. Madde uyarınca ulusal makamların takdir yetkileri ile verdikleri kararları incelemektir. Bunu yaparken Mahkeme, şikayet edilen “müdahaleye” bir bütün olarak davanın ışığında bakmalı ve ulusal makamlarca ileri sürülen sebeplerin bu müdahalenin “ilgili ve yeterli” olduğunu kanıtlayıp kanıtlamadığını belirlemelidir (bakınız diğerlerinin yanı sıra, 27 Mart 1996 tarihli Goodwin – Birleşik Krallık kararı, Hükümler ve Kararlar Raporları, 1996-II, ss. 500-01, § 40). 48. Mevcut davada, suçlu bulunan makalenin mahiyetini dikkatli şekilde inceledikten sonra Viyana Temyiz Mahkemesi, makalenin objektif olarak yargılama sürecinin sonucunu etkileyebileceği sonucuna ulaşmıştır. Temyiz Mahkemesi ayrıca, başvuranın makaleyi kaleme almaktaki niyeti, özellikle makaleden davaya bakan hakimlerin mevkilerini gasp etmeyi istediğinin çıkarılabileceğini söylemesindeki (bakınız 16-21 paragraflar) niyeti neydi sorusunu ele almıştır. Temyiz Mahkemesi’nce verilen sebepler, bu nedenle izlenen hedefe ilişkin olarak “ilgilidir”. Geriye bu sebeplerin aynı amaç doğrultusunda “yeterli” olup olmadığının tespit edilmesi kalmıştır. 49. Bu meseleyi değerlendirirken Mahkeme, ulusal takdir payının 10 § 2. Maddede listelenen hedeflerin her birine ilişkin olarak aynı olmadığını anımsatır. “Yargı erkinin yetkisi ve tarafsızlığı” kavramına ilişkin olarak, Mahkeme nesnel mahiyetini ve bu alanda Avrupa Konseyi üye Devletlerinin iç hukuku ve uygulamalarının, ortak paydanın oldukça önemli düzeyini ortaya koyduğunu belirtmiştir (bakınız yukarıda belirtilen Sunday Times (1 no’lu) kararı, s. 36, § 59). Bu, mutlak yeknesaklığın gerekli olduğu anlamına gelmez ve, aslında, Taraf Devletler uygun gördükleri önlemleri seçmekte özgür oldukları için Mahkeme, Taraf Devletlerin ilgi iç hukuklarının esas veya usule ait özelliklerinden habersiz olamaz (aynı yerde, ss. 37-38, § 61). Bu nedenle başvuranın mahkumiyetinin, farklı bir yasal sistemde verilmemiş olmasından ötürü Sözleşme’nin 10. Maddesi’ne aykırı olduğuna karar veremez. 50. 10. Maddenin ikinci fıkrasında “yargı erkinin yetki ve tarafsızlığının güvence altına alınması” şeklinde müsaade edilen ifade özgürlüğüne dair kısıtlamalar, Devletlere mahkemeler önünde devam eden konularda fikir alışverişinin tüm formlarını sınırlama hakkı vermez. Mahkemelerin dış olay ve etkilerden uzak çalışamaması olgusu genel bir farkındalıktır. Mahkemeler kişinin cezai suçlamaya dair suçluluğunun veya masumiyetinin belirleneceği bir yer iken, bu durum cezai yargılamaların konusunun önce veya eş zamanlı olarak özel gazetelerde, genel basında veya kamuoyunun tümü arasında tartışılmayacak olması anlamına gelmez (bakınız Sunday Times kararı (1 no’lu), s. 40, § 65). Adaletin uygun yönetiminin menfaati için uygulanan sınırları aşmaması şartıyla, mahkeme yargılama süreci hakkında yorum dahil haber yapma yargılama sürecinin aleniyetine katkıda bulunur ve bu nedenle Sözleşme’nin 10 § 1. Maddesi uyarınca davaların kamuya açık olması gereksinimi ile son derece uyumludur. Sadece basının bu tür bilgi ve fikirleri açığa vurma görevi yoktur; kamu da bu tür bilgi ve fikirleri alma hakkına sahiptir. Bu durum, mevcut davada davalının Hükümetin eski bir üyesi olması gibi halkın tanıdığı kişiler için de böyledir. Bu tür kişiler kaçınılmaz olarak ve bilerek kendilerini hem gazetecilerin hem de tümüyle kamuoyunun yakın incelemesine maruz bırakırlar (bakınız 8 Temmuz 1986 tarihli Lingens – Avusturya kararı, s. 26, § 42). Bu doğrultuda, bir siyasetçi açısından kabul edilir yorum sınırları, özel bir şahsınkine göre daha geniştir. Ancak halkın tanıdığı kişilerin, diğer her kişi ile aynı ölçüde 6. Maddede belirtilen cezai yargılama sürecinde tarafsız mahkemede yargılanma hakkını içeren adil yargılanma güvencelerinden yararlanma yetkileri mevcuttur. Müsaade edilir yorum sınırları, kasten olsun veya olmasın, kişinin adil yargılanması şansını azaltabilecek veya ceza adaletinin yönetiminde kamunun mahkemelerinin rolüne olan güvenini sarsabilecek beyanları kapsamayacağı için bu durum, devam eden cezai yargılama işlemleri hakkında yorum yaparlarken gazeteciler tarafından göz önünde bulundurulmalıdır. 51. Başvuran, Bay Androsch’a ilişkin cezai yargılama sürecinin sonucunu etkilemeye teşebbüsten suçlu bulunmuştur. 48,000 ATS tutarında para cezasına veya ödememesi halinde yirmi günlük hapis cezasına çarptırılmıştır (bakınız 15. Paragraf). Yukarıda özetlendiği üzere (bakınız 17-22 paragraflar), Viyana Temyiz Mahkemesi ilk olarak ihtilaf konusu makalenin söz konusu zamanda Viyana Bölge Ceza Mahkemesi önünde devam eden yargılama sürecinin sonucunu objektif olarak etkileyip etkileyemeyeceğini değerlendirmiştir. Başvuranın Androsch tarafından verilen yanıtlar hakkında hoş olmayacak yorumlarda bulunduğu ve sadece ilk derece mahkemesi tarafından hükmedildiği gibi önemli psikolojik analizlerde bulunmadığı sonucuna ulaşılmıştır. Mahkeme ayrıca Androsch’u yargılayan mahkeme üyelerinin, özellikle hakim yardımcılarının, makaleyi okuyabilecek olmasının engellenemeyeceğini dikkate almıştır. Başvuranın makalesinin Basın Kanunu’nun 23. Bölümü amacı kapsamına girdiği sonucuna ulaşmıştır. Temyiz mahkemesi ise, Worm’un – 1978’den beri araştırmalar yaptığı ve hakkında yüzden fazla makale yazdığı – “Neden Androsch” konusunda uzun süreli alakasının, makalenin lafzından makaleyi yargılama sürecinin sonucunu etkileme niyetiyle yazmış olduğu yönündeki izlenimi güçlendirdiğine karar vermiştir. Başlangıçtan beri, başvuran, Androsch’un vergi kaçırdığına ikna olmuştu ve bunu dile getirmişti. Makalesinde, sadece Androsch’u eleştirmemiş; ayrıca kasten okuyucunun Androsch’un aleyhinde suçlamalardan sorumlu olduğu sonucuna varmasına neden olmaya çalışmış ve mahkumiyetini tahmin etmiştir. 52. Temyiz Mahkemesinin kararı, başvuranın Androsch’un yargılanma aşamasında gelişmeler hakkında objektif şekilde kamuyu bilgilendirme hakkını sınırlamaya yönelik değildi. Mahkemenin eleştirisi, özellikle başvuranın eski bakanın duruşmadaki yanıtları hakkında yaptığı hoş olmayan değerlendirmeye, Basın Kanunu’nun 23. Bölümü amaçları dahilinde kanıt unsuruna yönelikti. Mahkeme, Komisyonun Androsch’un vergi kaçırdığının ima edildiği paragrafın sadece şüphe halini tanımlamadığı yönündeki görüşünü paylaşmamaktadır. Özellikle, “Androsch’un vergi kaçırıyor olmasından başka bir yoruma olanak tanımayan” sözcükleri, daha çok Androsch’un aleyhine olan suçlamalardan sorumlu olduğunu açık şekilde ifade eden bir görüşe işaret etmektedir. Ayrıca bu görüş o kadar mutlak sözlerle düzenlenmiştir ki okuyucuya ceza mahkemesinin imkan dahilinde Androsch’u mahkum etmekten başka bir şey yapamayacağı izlenimi verilmektedir. 53. Mahkeme, Temyiz Mahkemesi’nin kararından suçlu bulunan makalenin tamamını dikkate aldığının açık olduğu düşüncesindedir. Ayrıca, makalenin mahiyetinin Viyana Temyiz Mahkemesi tarafından makalenin Androsch’un yargılamasının sonucunu etkileme olasılığına ilişkin ulaşılan neticeyi haklı çıkaramayacağı söylenemez. 54. Devletin takdir yetkisine istinaden, en azından hakim yardımcılarının makaleyi okuyacağı, başvuranın makaleyi kaleme almadaki cürüm kastını belirleyeceği için ihtimalinin değerlendirilmesi temyiz mahkemesi için bir kuraldı. Đkinci hususa ilişkin olarak, Temyiz Mahkemesi “makaleden [başvuranın] davaya bakan hakimlerin mevkilerini gasp etmek istediğinin çıkarılabileceğine” işaret etmiştir (bakınız 20. Paragraf). Bu bağlamda, Mahkeme’nin Sunday Times davasındaki (1 No’lu) kararının başka bir ifadeyle anlatılması gerekirse, kamuoyunun haber yayın organlarında görünürde-yargılamaların düzenli olarak yer almasına alışmasının, uzun vadede mahkemelerin cezai bir kovuşturmada kişinin suçlu veya masum olduğunun belirlenmesi için uygun bir yer olarak kabul edilmesi açısından çok kötü sonuçlara sahip olması hariç tutulamaz (s. 39, § 63). Bu nedenle, Viyana Temyiz Mahkemesi tarafından yorumlandığı şekliyle iç hukukun hususi yargılama sürecine ilişkin etkisinin kanıtlanacak fiili bir sonuç gerektirmediği olgusu (bakınız 18. Paragraf), yargı erkinin yetkisinin korunması gerekçesiyle yapılan müdahalenin haklı sebebe dayandırılmasına gölge düşürmez. 55. Yukarıdaki bulgular, -temyiz mahkemesi tarafından göz ardı edilen – dava konusu paragrafın duruşma sırasında cumhuriyet savcısının kullandığı bir ifadeden alıntı olduğu iddiası ile doğruluğu sorgulanamaz. Öncelikle, cumhuriyet savcısının gerçekte bu tür görüşleri ifade etmiş olması farz edilse bile, başvuranın sadece bu sözlerden alıntı yaptığını göstermesi gerekirdi. Her halükarda, Androsch’un suçlu olup olmadığının tespit edilmesi başvuranın değil cumhuriyet savcısının göreviydi. 56. Bu açıklamalara karşılık olarak Mahkeme, başvuranın mahkum edilmesinden kaynaklanan ifade özgürlüğü hakkına yapılan müdahalenin haklı sebebe dayandırılması için Viyana Temyiz Mahkemesi tarafından ileri sürülen gerekçelerin, 10 § 2. Maddenin anlamı dahilinde “yeterli” olduğu sonucuna ulaşır. Özellikle, başvuranın ve kamuoyunun mahkemeler önünde bulunan geneli ilgilendiren bir konuya ilişkin fikirlerini aktarma ve alma hususundaki ilgili menfaatleri, ihtilaf konusu makalenin yayımlanmasının Avusturya’daki yargı erkinin yetki ve tarafsızlığı açısından olumsuz sonuçlarına istinaden Viyana Temyiz Mahkemesi tarafından istinat edilen hususları aşar nitelikte değildi. 57. Verilen para cezasının miktarı ve yayıncı kuruluşun para cezasının ödenmesinden müştereken veya münferiden sorumlu tutulması olgusu dikkate alındığında (bakınız 15. Paragraf), uygulanan yaptırımın izlenen meşru hedef ile orantısız olduğu düşünülemez. 58. Bu doğrultuda Mahkeme, ulusal mahkemelerin başvuranın mahkum edilmesinin ve cezaya çarptırılmasının Sözleşme’nin 10 § 2. Maddesi anlamı dahilinde yargı erkinin hem yetkisinin hem de tarafsızlığının güvence altına alınması için “demokratik bir toplumda gerekli” olduğunu dikkate almaya yetkili olduğu sonucuna varır. 59. Özet olarak, Sözleşme’nin 10. Maddesi kapsamında bir ihlal mevcut değildir. ĐŞBU NEDENLERLE MAHKEME, 1. Hükümetin ilk itirazlarını oybirliğiyle reddeder; 2. Đkiye karşı yedi oy ile Sözleşme’nin 10. Maddesinin ihlal edilmediğine karar verir. Đşbu karar Đngilizce ve Fransızca dillerine hazırlanmış ve 29 Ağustos 1997 tarihinde Đnsan Hakları Binası, Strazburg’da yapılan açık duruşmada tebliğ edilmiştir. Đmza: Rudolf BERNHARDT Başkan Đmza: Herbert PETZOLD Yazı Đşleri Müdürü Sözleşme’nin 51 § 2 Maddesi ve Mahkeme B Đçtüzüğü 55 § 2 Kural doğrultusunda, Sayın Jungwiert ile birlikte Sayın Casadevall’ın kısmi muhalefet şerhi bu karara eklenmiştir. HAKĐM JUNGWIERT’IN KATILDIĞI, HAKĐM CASADEVALL’IN KISMĐ MUHALEFET ŞERHĐ 1. Hükümetin ilk itirazlarının reddedilmesi gerektiği görüşüne katılıyorum, ancak esasa ilişkin olması bakımından çoğunluğa katılamıyorum. 2. 10. Maddede yer alan, demokratik bir toplumun temel ayaklarından biri olan ifade özgürlüğü, Devletlerin takdir payının daha dar hale getirilerek kısıtlanmasını haklı sebebe dayandırmaktadır. 10. Maddede yer alan, “ulusal güvenlik” veya “yargının yetkisini ve tarafsızlığını sağlamak” gibi istisnaların, sadece belirli ciddi durumlarda haklı sebebe dayandırıldığı görüşündeyim. 3. Müdahalenin, ulusal hukukta yasal bir dayanağının olduğunu ve yasal bir hedefi takip ettiğini kabul ediyorum. Diğer taraftan, bunun gerekli olduğunu görmüyorum. 4. Ayrıca, Basın Kanununun 23. paragrafının (bkz. kararın 23. fıkrası) Sözleşme ile uyumlu olup olmadığı şüphesindeyim. Bu, sadece, askıya alınmış ceza davalarına ilişkin herhangi bir görüşün “cezai kovuşturmaların neticesini etkilemesinin mümkün” olmasından dolayı kısıtlanmasının mümkün kılınacağı geniş bir manada tasarlanmamıştır, ayrıca mevcut davada soyut bir manada yorumlanmıştır (bkz. kararın 17. fıkrası) (benim görüşüme göre eleştiriye açık bir yaklaşımdır). 5. Bazı alanlarda (halk sağlığı, trafik), kamu düzeni gereksinimlerinin, cezaların herhangi bir gerçek riskinin bulunduğunu kanıtlamaya gerek olmaksızın uygulanabilmesini belirlediğini anlamak mümkünken, ceza temel haklardan birinin kısıtlanmasını gerektirdiğinde (şu anda ifade özgürlüğü) bu böyle olmamalıdır. 6. Sözleşmenin amaçlarıyla haklı sebeplere dayandırılan bu tür kısıtlamalar hususunda, söz konusu bilgi ve fikirlerin, “ulusal güvenliğe”, “gizli olarak edinilen bilginin açıklanmasına” veya “yargının yetkisine ve tarafsızlığına” gerçek bir mühim risk (sadece varsayımsal değil) teşkil edebileceğinin gösterilmesi gerektiği bana esaslı izlenimini vermektedir. Viyana Temyiz Mahkemesi, bu tür bir risk değerlendirilmesinin, Basın Kanununun 23. Fıkrasındaki suç hususunda yapılmasının gerekli olmadığını düşünmüştür (bkz. kararın 17. fıkrası). 7. Kanuni hükmün mevcut davada uygulandığıyla aynı şekilde uygulandığı sonucuna varmamı sağlayan kanıt yoksulluğundan dolayı, Viyana Temyiz Mahkemesi tarafından ileri sürülen sebeplerin, takip edilen yasal hedefe ilişkin olarak “yeterli” olmadığını ifade etmekten yanayım. 8. Kuşkusuz, çoğunluk (onlarla aynı fikirdeyim), “ yargının yetkisini ve tarafsızlığını” sağlamak arayışı içinde olmaya ilişkin olarak, Taraf Ülkelerin, demokratik bir toplumda mahkemelerin temel rolünün korunması için somut davanın ilerisine giden hususları dikkate alması gerektiğini ifade etmiştir (bkz. kararın 40. Fıkrası). Bu nedenle, çoğunluğun görüşüne göre, ulusal hukukun kanıtlanacak belirli yargılamalar üzerindeki etkinin fiili bir sonucunu gerektirmediği gerçeği, müdahalenin haklı sebebe dayandırılmasından uzaklaşmamaktadır. 9. Diğer bir deyişle, söz konusu müdahale, Sayın Androsch ile ilgili “yargılamaların sonucunu etkileyebildiği” temelinde (bir tarafsızlık sorunu) haklı sebebe dayandırılmamıştır, bundan ziyade, mahkemelerin hukuki uyuşmazlıkların (bir yetki sorunu) çözümü için uygun bir oturum olması ilkesine saldırmasından dolayı haklı sebebe dayandırılmıştır. Bu yaklaşımı artık ikna edici bulmuyorum. 10. Đlk olarak, aynı şekilde müdahalenin yöneltildiği tehlikenin değerlendirilmesi gereksiniminin, amacın yargının yetkisi veya tarafsızlığı hususunda genel koruma sağlamak olduğu yerde uygulanması gerektiğinden ve ikinci olarak, benim görüşüme göre bu yaklaşım, söz konusu müdahale hususunda sadece, önceyi kapsayan bir haklı sebebe dayandırma olarak kabul edilebileceğinden, beni ikna etmemektedir. 11. Viyana Temyiz Mahkemesi kararlarından birinde, Sayın Androsch’u yargılayan mahkemenin sadece tarafsızlık sorununun söz konusu olduğu açıktır. Tek bir hüküm yoluyla (“başvuranın dava ile ilgilenen hakimlerin mevkilerini gasp etmeye çalıştığı maddeden anlaşılabilmektedir”), Viyana Temyiz Mahkemesi’nin, “medyadaki sahte yargılamaların görüntüsünü” engellemek amacıyla, “mahkemelerin, cezai bir kovuşturmada bir kişinin suçunun veya masumiyetinin belirlenmesine ilişkin uygun bir oturum olarak kabul edilmesini” temin etmeyi planlamış olmasını iddia etmek bana çok yapay gelmemektedir. 12. Bu nedenle ulusal makamlar, bir gazetecinin ifade özgürlüğü hakkı ve halkın bilgi ve fikir hakkı ve hatta Devlete kaşı suç işleme, Devleti sarsma ve rahatsız etme ile karşılaştırıldığında, başvuranın makalesindeki kelimelerin amacının, “zorunlu sosyal bir ihtiyaç” ile aynı bir müdahale ihtiyacı yaratmakmış gibi olduğuna beni ikna etmek için (bkz. Sunday Times – Birleşik Krallık (no. 2) kararı 26 Kasım 1991, Seri A no. 217, s. 28-29, § 50) yeterli sebepler ileri sürmemiştir (bkz. Vereinigung demokratischer Soldaten Österreichs ve Gubi – Avusturya kararı 19 Aralık 1994, Seri A no. 302, s. 17, § 36). 13. Bu nedenle, Sözleşmenin 10. Maddesinin ihlal edildiği kanaatindeyim.