Türkiye Cumhuriyet`inde mühtedi Ermenilerin sorunları
Transkript
Türkiye Cumhuriyet`inde mühtedi Ermenilerin sorunları
Haykazun Alvırtsyan Türkiye Cumhuriyet’inde mühtedi Ermenilerin sorunları Bu kitap, Ermenistan Cumhuriyeti başkanı işbirliği teşkilatı olan Ermenistan Gençlik Fonu tarafından tahsis edilen ödenek için ilan olunan yarışma çerçevesinde yayınlanmıştır 1 Bu çalışma Batı Ermenileri Sorunları Araştırma Merkezi’nde yapılmıştır. Türkçeye çeviren: Diran Lokmagözyan Bu kitapta Osmanlı İmparatorluğu’nda ve Türkiye Cumhuriyeti’nde Ermenilerin İslamlaştırılmasının birkaç önemli bölümünün kısa tarihi anlatılmaktadır. Hemşin ve Dersim Ermenileri sorununa ayrı bir bölüm tahsis edilmiştir. Ermeni Soykırımı dönemi ve onu müteakip dönemden günümüze kadar yaşanmış olaylar, mühtedi Ermenilerin bugünkü sorunları ve Türkiye yöneticilerinin bu meselelere yaklaşımı daha detaylı bir şekilde ele alınmaktadır. ISBN 978-9939-52-905-9 © Haykazun Alvırtsyan, 2014 © Edit Print, 2014 2 GİRİŞ Osmanlı İmparatorluğu’nda Ermenilerin cebri İslamlaştırılması siyaseti, asırlar süren bir tarihe tekabül etse de, ancak 1915–1923 yılları zarfında Ermenilerin (diğer gayrimüslim halklar da dâhil) Soykırımı, tehciri, cebri Müslümanlaştırılması, ülkenin etnik-dini tablosunu temelden değiştirmiştir. 1923 yılında başlayan yeni bir İslamlaştırma ve Türkleştirme aşaması, Türkiye Cumhuriyeti’nin devlet politikasına dönüşür. Jön Türklerin milli siyaseti, Mustafa Kemal tarafından benimsenerek, sistematik bir şekilde gerçekleştirilir. Bu siyaset, bir devlet politikası olarak ilk defa resmi ağızdan dönemin başbakanı ve daha sonra cumhurbaşkanı olan İsmet İnönü tarafından 22 Nisan 1925 yılında, Türk Ocakları’ndan birinde yapmış olduğu konuşmasında kamuya açıklanmıştır, “Biz açıkça milliyetçiyiz. Milliyetçilik bizi birleştiren tek nedendir. Türk çoğunluğunun yanında diğer unsurların hiçbir etkisi yoktur. Her ne pahasına olursa olsun, ülkemizde yaşayanları Türkleştirecek, Türklere ve Türkçülüğe karşı çıkanları yok edeceğiz”1. Bu hükümetin bünyesinde bulunup, tüm ülkeyi bir hapishaneye çevirmiş olan adalet bakanı Mahmut Esat Bozkurt ve içişleri bakanı Recep Peker, ırkçı görüşleriyle özellikle göze çarpmaktaydı. 1 Oktay Baran, İsmet İnönü, Kemalizm ve Demokrasi, http://marksist.net/oktay_baran/ismet_inonu_kemalizm_ve_demokrasi.htm 3 Adalet bakanı Mahmut Esat Bozkurt’un, Ararat (Ağrı) bölgesindeki Kürt ayaklanmasını kanla boğduktan sonra yapmış olduğu açıklaması, o dönemde İtalya ve Almanya’da yükseliş yaşayan faşist-ırkçı ideolojisi öğelerinin ruhunu taşımaktaydı, “Saf Türk olmayan hiç kimsenin bu ülkede hiçbir hakkı yoktur; onlar sadece ve sadece hizmetçi ve köle olma hakkına sahiptirler. Bu gerçeği dost, düşman, herkes dağlar bile bilmek zorundadır”2. Oktay Baran’ın yazdığına göre, o yıllarda faşizme düzdüğü övgülerle tanınan “Cumhuriyet” gazetesinden Falih Rıfkı Atay, Hitler’in “Mustafa Kemal’in ilk öğrencisi Mussolini, ikincisi benim” dediğini ballandırarak anlatır. M. Kemal’in gözdelerinden Mahmut Esat Bozkurt da aynı minvalde, faşizmin ilham kaynağının Kemalizm olduğu iddiasıyla övünür. “Zamanımızın bir Alman tarihçisi, gerek nasyonal sosyalizmin ve gerek faşizmin Mustafa Kemal rejiminin az çok değiştirilmiş birer şeklinden başka bir şey olmadıklarını söyler. Çok doğrudur. Çok doğru bir görüştür”3. Şimdi ise, Kemal’in hükümeti tarafından benimsenen ideoloji ile, Jön Türklerin bir numaralı ideologu Doktor Nazım’ın, İttihatçıların gizli toplantılarından biri esnasında söylediği aşağıdaki sözlerini karşılaştıralım, “Ben, Türklüğü canlandırmak için size arkadaş, kardeş oldum, ben Türk’ün, sadece Türk’ün yaşamasını, bu topraklar üzerinde bağımsız efendi olmasını arzuluyorum. Türk olmayan unsurlar yok olsun, hangi millete ve dine ait olurlarsa olsunlar. Bu ülkeyi Türk olmayan unsurlardan 2 3 A.g.e. A.g.e. 4 temizlemek gerekir”4 Bu siyaset, Türkiye Cumhuriyeti’nin günümüze kadar yürürlükte olan, tüm Türkiye vatandaşlarının Türk olduğu maddesiyle resmileşmiştir. Ermenilerin Türkleştirilmesi ve İslamlaştırılmasının beklenen sonucu vermediği tüm hallerde, gayrimüslim halklara ve özellikle de Ermenilere yönelik olan baskıları arttıran görülmemiş kanunlar kabul edilmekteydi. Bu kanunlar arasında göze çarpan “20 kura askerlik” (1941–1942) ve “Varlık vergisi” (1942–1944) kanunlarına ilgili bölümlerde değineceğiz. Lakin günümüz Türkiye’sindeki etnik-dini tablo, çok sayıda Ermeni, Süryani, Rum ve Yahudi’nin ülkeyi terk etmiş olmasına rağmen, Türk yöneticilerin, gayrimüslimlerden tamamen kurtulmayı başaramamış olduklarını kanıtlamaktadır. Halkların, kimliklerini koruma mücadelesi, Türk yöneticilerin asimilasyon politikasına doğrudan bir cevap mahiyetinde olan inatçı iç direnişten, silahlı mücadeleye kadar varan (20’li yıllardaki Kürt ayaklanmaları, 1937-38 Dersim ayaklanması ve son kırk yıldaki Kürt silahlı mücadelesi) yeniyeni şekiller alır. Türkiye’nin yürüttüğü, halkların asimilasyonu, varlıklarının inkâr edilmesi siyaseti hakkında, günümüz Türk yazarlarından birinin düşünceleri hayli ilginçtir, “Kürt sorunu 20 yıldan fazladır ülkemizi kan gölüne çevirdi. Bunun üzerine bir şeyler söylemeyi bile abes buluyorum. Binlerce insan öldü bu yüzden. İnkâr, inkâr, nereye kadar? Kürtler içinde Türkmenlerden gelip Kürtleşenler 4 Mevlanzade Rıfat, Osmanyan heğapokhutyan mut dsalkerı, Tonikyan matbaası, 3. baskı, Beyrut, 1975, s.98-99. 5 olduğu gibi, Türkler içinde de Kürtlerden gelip Türkleşenler olduğunu biliyoruz. Peki Türkleşen Arnavutlar, Giritliler, Boşnaklar, Pomaklar, Hemşinliler, Lazlar, Gürcüler yok mu? Yakın çevrenize bir bakın, anlarsınız”5. Gayrimüslim halkların Türkleştirilmesi konusundaki ilk adım İslamlaştırmak iken, Müslüman halkların Türkleştirilmesi için bazı incelikler gerekmekte olup, bu insanlar doğrudan, Türk oldukları konusunda ikna edilmekte, örneğin Kürtler, dağ Türkleri olarak kabul edilmekteydi. Yaklaşık 250–300 yıl önce İslamlaştırılıp, Hemşinli olarak anılan Hemşinli Ermeniler de Orta Asya’dan gelen Türkler olarak kabul edilmektedir. Hatta bu insanların Orta Asyalı olduğu “hikâyesi” yazıya dökülüp, yayınlanmış ve hemen tüm Hemşinlilere dağıtılmıştır (ilgili başlıkta bu konuya ayrıntılı bir şekilde değineceğiz). Devlet tarafından işlenen, planlanan ve çeşitli baskılar aracılığıyla faaliyete konulan İslamlaştırma-Türkleştirme siyaseti haliyle sonuçsuz kalmaz. On yıllar içinde birçoğu asimile olur, ülkeyi terk edenlerin sayısı da az değildir. Lakin nihayetinde, bu siyasetin, ortak Türk kimliği hayalinin içerden yıkılmasına varmış olduğu bir gerçektir ve bu duruma bazı iç ve dış faktörler de etki yapmıştır. Bunlardan önemlileri aşağıda belirtilmektedir, a. Silahlı Kürt mücadelesi b. SSCB’nin yıkılışı c. AB’ne üyelik siyaseti. Silahlı Kürt kurtuluş mücadelesi, boyunduruk altındaki diğer halkların milli bilincinin yükselmesine katkıda bulunur, SSCB’nin yıkılması ise bu süreci hızlandırır. 5 Ersoy Soydan, “Agos”, sayı 595, 24-8-2007. 6 SSCB’nin yıkılması ertesinde, Türkiye’nin NATO ittifakı bünyesindeki rolünün giderek azalması sonucunda Batı, Türkiye’nin çok sayıdaki iç sorunlarına yönelik tahammül etme yaklaşımını değiştirir. Türkiye’nin Avrupa Birliği’ne üye olma siyaseti, belli bir siyasi ve aydın çevre ile basını, milli-sosyal hayatın birçok alanlarında bir dizi tabunun (milli-dini de olmak üzere) ortadan kalkması gerekliliğinin bilincine vardırır. Özellikle AB’nin, üyelik için şart olan talepleri ile bunların gerçekleştirilmesine yönelik atılan ve atılacak adımların gerekliliğinin bilinci, Türkiye’nin totaliter ideolojik rejiminin sarsılan temellerine ciddi bir şekilde zarar verir. Tüm bunlar, belli oranda söz ve basın hürriyeti, milli-dini konuların ve insan haklarının ele alınması, Avrupa yanlısı demokratlar ile yönetimdeki İslamcıların giderek Kemalizm’den uzaklaşması vs. ile sonuçlanmıştır. 7 BİRİNCİ BÖLÜM Osmanlı İmparatorluğu ve Türkiye Cumhuriyeti’nde, halkların İslamlaştırılması siyaseti 1. Kısa tarihi giriş Ermeni devletinin yitirilmesinin ardından yabancı egemenler için, kendi hükümdarlıklarının etkisini güçlendirmenin önemli şartlarından biri de Ermenileri din değiştirmeye zorlama sorunudur. Daha V. yüzyıldan itibaren Persler tarafından Ermenilere Zerdüştlüğü kabul ettirme siyasetinin, Ermenistan’da Arap egemenliğinin tesis edildiği VII. yüzyıla kadar, farklı oranlarda sürmüş olduğu bilinmektedir. Tarih yazımında, Ermenilerin cebri İslamlaştırılmasıyla ilgili çok sayıda olay kaydedilmiştir. Araplar, Ermeni esirleri halifeliğin başkenti ve diğer farklı şehirlerdeki esir pazarlarına götürüp İslamlaştırmaktaydı. Hanedanlık mensuplarının cebri İslamlaştırılmasıyla ilgili çok sayıda vaka bilinmektedir. Vergiler ve daha başka baskılardan kaçınmak, çoğu kez de komşular hesabına kendi mülklerini genişletmek amacıyla bazı yöneticilerin gönüllü olarak İslam’ı kabul etmiş olduğu durumlar da belirtilmektedir. Lakin imparatorluk dâhilinde yaşayan tüm Hıristiyan ve gayrimüslim halklara, fakat özellikle Ermenilere uygulanan cebri 8 İslamlaştırmanın en gaddar şekilleri, Osmanlı İmparatorluğu döneminden bilinmektedir. Fethedilen halkların İslamlaştırılıp asimile edilmesi siyasetinin dışavurumları, XIV. yüzyıla kadar henüz sistematik bir şekil almamış, daha çok yerel görevlilerin keyfi uygulamalarına bağlı olmuştur. Ancak XIV. yüzyılın ikinci yarısında, daha doğrusu 1361 yılında, padişah I. Murat’ın emriyle, cebri İslamlaştırma konusundaki ilk çocuk toplama “devşirme” sistemi yaratılır. Bu sisteme göre her beşinci Hıristiyan (Ermeni, Rum, Bulgar, Sırp, Süryani vs.) erkek çocuk devlete teslim edilmeliydi. Çocuk toplamaları, 2–3 yılda bir gerçekleştirilirken, XVI. yüzyıldan sonra her yıl uygulanmaya başlanır. Özellikle asil ailelerin ve din adamlarının çocukları götürülmekte, haliyle en sağlıklı, güçlü, akıllı ve iyi görünüşlü çocuklar seçilmekteydi. Bu çocuklar Konstantinopel’de ihtida edilip isimleri değiştirilir. 10 yıl özel okullarda eğitilen bu çocuklar, fanatik Müslüman ve padişaha sadık hizmetkârlar olarak yetiştirilir. Eğitimlerinin sonunda, fiziki açıdan güçlü olanlar, XIX. yüzyılın ilk çeyreğine kadar Osmanlı yönetiminin en sadık gücü ve güçlü desteği olan, yeni kurulan yeniçeri ocaklarında hizmet etmeye gönderilir. Yeniçeri birlikleri 1826 yılında sultan Mahmut tarafından ortadan kaldırılır. İçlerinden yeteneklileri, devlet görevlerine alınarak, vali ve hatta vezirliğe erişebilir. İyi görünümlü ve güzel yüzlü gençler, sıklıkla cinsel hizmetler verme amacıyla, padişah hareminde görev yapmaya gönderilir. Çocuk toplamaları, Osmanlı İmparatorluğu tarafından uygulanan sistematik ve cebri din değiştirme siyaseti olup, 9 yönetim bu şekilde birkaç stratejik sorunu bir kereden çözmekteydi. Öncelikle, önemli bir demografik sorun halledilmekte, kendilerini Osmanlı olarak ilan etmiş olan Türkî kabileler, ele geçirmiş oldukları bölgelerde sayısal açıdan yerel halklardan önemli derecede geri kaldıklarından, bu fark, yeni halkların egemenlik altına alınması sonucunda giderek büyümekteydi. İkincisi, sürekli savaşlar sonucunda giderek büyüyen insan kayıpları telafi edilmekteydi. Üçüncüsü, akıllı ve sadık görevliler grubu şekillenmekteydi. Dördüncüsü, tabi halkların, özellikle de erkek nüfusun sayısı düşürülmekte, bu ise, onların direnme gücünü önemli ölçüde zayıflatmaktaydı. Çocuk toplamanın bir diğer şekli ise Hıristiyan kızların (genelde çocuk yaşta) kaçırılarak haremlere gönderilmesi olmuştur. İmparatorluk dâhilinde yaşayan Hıristiyan halklara karşı belirli aralıklarla gerçekleştirilen katliamlar ve baskılar, milli, dini, vergisel ayrımcılık politikaları vs. de İslamlaşmayı hızlandırmaktaydı. Mühtedilik, özellikle de İslamlaştırma, er veya geç asimilasyona, Türkleşmeye varacaktı, bu ise, görünüşe göre imparatorluğun başlıca emeli olmuştur. Asırlar boyu, özellikle de Ortaçağ’da, Ermeni Apostolik Kilisesi’nin imanı Ermeniler için milli kimliğin korunması konusundaki temel, hatta tek şart olmuştur. Böylece İslamlaştırmak, Türkleştirmek açısından gerekli şart olarak kabul edilmekteydi. İslamlaştırma-Türkleştirmekten bahsederken, imparatorluk yönetim birimleri ve görevlilerinin, bu ikisinin birlikte uygulanmasını takip etmiş olduklarını ima 10 etmekteyiz. Akademisyen Levon Khaçikyan’ın aşağıda vermiş olduğumuz, içeriği ve zalimliği açısından gerçekten görülmemiş bir ceza ile ilgili tanıklığı bu açıdan önemlidir, “Anadolu’nun birçok bölgesinde, Ermenice konuşan sakinlerin dillerini kesip, Türkçe konuşmaya zorlamış oldukları konusunda veriler bulunmaktadır”6. A. Melkonyan tarafından sunulan, Osmanlı egemenliği döneminde Batı Ermenistan’da Ermenilerin cebri din ve mezhep değiştirmesi yoluyla şekillenen etnik gelişmelerin eğilimleri, şu tabloyu arz etmektedir. “1. Cebri Müslümanlaştırma ve bunun sonucunda a) Keskeslerin (kelimenin tam anlamıyla yarım-yarım-çev. notu) oluşması, ardından bunların bir kısmının Tacikleşmesi (bu terim altında bazen yarı-Türkleşmiş unsurlar, yani keskesler de anlaşılmaktadır), ardından da Türkleşmesi. Bu durum Erzincan, Kemah, kısmen de Erzurum ve özellikle Pontos Dağları’na yakın bölgelerde (İspir, Tortum, Kiskim, Hemşin vs.) görülmekteydi. b) Kürtleştirme (Kıği, Hınıs, Beyazıt, Eleşkirt, Hakkâri, Diyarbakır vs.). c) Laz etnik-dini toplumun şekillendirilmesi (genelde Pontus bölgesinde). 2. Ermenilerin mezhep değiştirmesi, neticesinde ise a) Ortodokslaşma, kısmen Gürcüleşme (Tayk, Samtskhe, Cavakheti, kısmen Lori). 6 Hay azgagrutyun yev banahüsutyun, Yerevan, 1981, c. 13, s.20. 11 b) Katolikleşme. Ermenilerin bir kısmı, Katolik misyonerlerden can ve mal güvenliği konusunda güvence vaatleri alıp Katolikleşir. Bu Katoliklerin bir kısmı da, nihayetinde öz savunma imkânlarından mahrum kalarak, Türkleşir (Eleşkirt, Artvin, Ardahan vs.)”7. Dikkat çekici bir husus ise, Osmanlı dönemindeki İslamlaştırmaya paralel olarak süren Ermenilerin mezhep değiştirmesinin (Ortodokslaşma, Katolikleşme) yöneticiler tarafından kabullenildiğidir. Bu yolla çok sayıda Ermeni’nin milli benliğinden uzaklaşarak asimile olduğu bilinmektedir. İmparatorluk açısından önemli olanın, Ermeni unsurun katliamlar veya asimilasyon sayesinde ortadan kaldırılması olduğunu tahmin etmek mümkündür. 2. 1915–1923 yıllarındaki İslamlaştırma süreci İslamlaşmış Ermeniler sorunu uzunca bir süre ele alınmamış olmasının haricinde, toplum tarafından da bilinmemekteydi. Bu sorun, kısmi olarak bazı anı yazılarında, makalelerde ve araştırmalarda ele alınmıştır. Bu konuya 1980 yılında alenen ilk olarak değinen, Türkiye Ermeni Patriği Şınorhk başepiskopos Kalustyan, Ermenilerin bu kesimini 4 gruba ayırmaktadır, “a. Bilinçli ve gönüllü olarak İslamlaşarak, Ermenilikten kopup, Türkler arasında yaşayanlar. Bunların sayısı milyona varmaktadır. 7 Aşot Melkonyan, Hamşen, patmaaşkharagrakan aknark (16-20-rd darer), Hamşen yev hamşenahayutyun, bilimsel konferans sunumları, Yerevan-Beyrut, 2007, s.28-29. 12 b. Üç nesil önce İslamlaşarak, Kürt aşiretleri formunda, yalıtılmış olarak yaşayıp karışmayanlar. Hınıs bölgesinde bu kategoriye giren yüz aile olup, kendilerinin Ermeni olduğunu bilerek, bilinçli olarak kendi aralarında evlenip, şartlar elverdiğinde atalarının dinine dönmeyi arzulamaktadır. c. Ermeni olma duygusunu korumuş olan, isteyerek veya istemeyerek İslamlaşmış Ermeniler. Bunlar İstanbul’a varır varmaz kimliklerindeki “İslam” ibaresini mahkeme kararıyla “Ermeni”ye çevirmektedir. d. Asıl taşra Ermenileri. Bu grup, takdire şayan bir şekilde, tüm hissedilen ve hissedilmeyen baskılara rağmen Ermeni olarak kalmıştır ve günümüz İstanbul Ermenilerinin büyük bir kısmı onlardan oluşmaktadır”8. Asıl taşralı Ermenilerin sayısı günümüzde farklı verilere istinaden 3–5.000 kişidir. İstanbul Ermeni cemaati de genelde, 40’lı yıllardan itibaren aşamalı olarak İstanbul’a ve yurt dışına yerleşen bu Ermenilerden oluşmaktadır. Diğer gruplar ya İslamlaşmış, ya da Alevileşmiştir. Soykırım dönemindeki cebri din değiştirmeden konuşurken, araştırmacıların birçoğu, yaklaşık 300 bin Batı Ermeni’nin hayatını kaybettiği ve bir o kadarının da yurt dışına göçtüğü 1890 katliamlarına hemen-hemen değinmemektedir. Göç edenlerin yaklaşık 100 bini Rusya’ya, 150–200 bini ise Avrupa, Afrika ve Amerika kıtasındaki farklı ülkelere göç etmiştir. Halkın bir kısmı ise İslam’a geçmiştir. Ermeni’lerin ülkedeki nüfusu azalıp, 3 milyonun üzerindeyken, 2,5 milyona kadar düşmüştür. 8 “Alik” gazetesi, Tahran, 18 Aralık 1980. 13 Milli-dini yaklaşımlarla gerçekleştirilmiş olmasından dolayı9 bu katliamlar, din değiştirmeler ve tehcirlerle, fiili olarak Ermeni Soykırımı başlatılmıştır. Batı Ermenistan ve Türkiye Cumhuriyeti’nin diğer kısımlarında hayatta kalan, mühtedi Ermenilerin önemli bir kısmı, tam da bu dönemde İslamlaşmıştır. İslamlaşanların bu grubuyla ilgili ilginç veriler aktaran Alman tarihçi Hillmar Kaiser, 1915 katliamları neticesinde yetim kalmış olan Ermeni çocukların ağır şartlarını takdim ederek, 1890’lardaki İslamlaşma sonucunda oluşan ilginç bir durumu sunmaktadır, “Trabzon valisi Cemal Azmi Bey de Harput’taki meslektaşının fikirlerini paylaşarak, bu çocukların Müslüman köylerindeki ailelere gönderilmesi fikrine kesinlikle karşı çıkmakta, bunun haricinde, 1890’lı yıllardaki katliamlardan sonra din değiştirmiş olanların daha sonra toplumlarına dönerek devletin başına sorun olduklarını hatırlatmaktaydı. Dahası, Müslüman olanlar, yeni dönemde önemli mevkilere gelmişti”10. 1890’larda İslamlaşanlar toplum içinde “yer edinmiş”, hatta önemli mevkilere gelmişken, yeni İslamlaşanların sorunu hayli güçtü ve tehcir ve katliamlardan kaçınabildikleri söylenemezdi. Jön Türk yönetimi tarafından, Ermenilerin %5’ini tehcir etmeme kararı alınır11, aksi halde ülke zanaatkârdan, doktorlardan ve hayati öneme haiz meslek sahibi insanlardan yoksun kalacaktı. Örneğin, nalbantlara her yerde, özellikle de orduda ihtiyaç duyulmaktaydı. Savaş döneminde atların nallanma ihtiyacı artmıştı 9 Bk., soykırımla ilgili BM tasarıları, konvansiyonları ve diğer belgeler. http://www.agos.com.tr/haber.php?seo=cocuklar-musluman-ailelerin-yaninaverilerek-asimile-edildi&haberid=6103 11 Griker, Yozgati hayaspanutyan vaveragrakan patmutyunı, New York, 1980, s.162. 10 14 ve nalbantların hemen tamamı Ermeni’ydi. Bu sorunu şu veya bu şekilde çözüme ulaştırmak için, hükümetin 1915 Mayısında aldığı bir kararla İslam dinini kabul eden Ermeniler tehcir edilmemekteydi. Bu kararın altında, belirtilen %5 kontenjanı oluşturacak olan Ermenileri tehcir etmeme planının yattığı anlaşılmaktadır. Çocuk toplama siyasetine değinirken, bu yaklaşımın, Hıristiyan halkları cebri İslamlaştırma konusunda sistematik bir siyaset olduğunu belirtmiştik. Tek bir halkın, bu durumda Ermenilerin sistematik ve toplu İslamlaştırılması süreci, Soykırım siyasetinin işlemesiyle başlamaktadır. Johannes Lepsius, “Almanya ve Ermenistan 1914–1918” çalışmasında şöyle yazmaktadır, “Lakin tüm bu etkinlikler (İslamlaştırma-H.A.) şimdiye kadar yaygın olmayıp, bazı yerel ve taşra görevlilerinin keyfi uygulamalarıydı. Şimdi ise metodik bir şekilde uygulanmaktadır”12. Lakin ülke genelindeki farklı düzeylerdeki bir dizi Jön Türk yönetici (Kavalalı Raşit Bey, Trabzon valisi Cemal Azmi Bey, Harput valisi Sabit Bey vs.), bunun tehlikeli bir adım olduğuna inandıklarından dolayı bu karara karşı direnmekteydi. Bu kişiler, kökten çözüm taraftarıydı, hiç kimse kurtulmamalıydı. Hillmar Kaiser’in belirttiğine göre, Harput valisi Sabit Bey, “… Vali, Ermenilerin din değiştirebileceklerine inanmıyordu ve hükümetin planına karşı çıkıyordu. Diyarbakır Valisi Reşit Bey de önceki din değiştirmelerin sonuçlarının tatmin edici olmadığının altını çizdi. Üstelik çocukların ve kızların belli ailelere verilmesi halkın dikkatini çekiyordu. Vali bu din değişimlerinin gelecekte yalnızca 12 “Nork” dergisi, Yerevan, Nisan 1990, s.110. 15 zarar getireceğinden de emindi ve üstlerine din değiştirmelere hiçbir şekilde izin verilmemesini telkin ediyordu”13. Hükümetin bu kararı, asıl amacından ziyade, birçokları için kurtuluş oldu, özellikle de tehcir edilip sürgüne gönderilen ilk kervanlara uygulanan insanlık dışı şiddet ve katliam haberlerinin her yana yayılmasından sonra. Er veya geç tehcirin sona erip, her şeyin tekrar eski durumuna döneceğini, İslamlaşmanın ise geçici bir durum olup, ilerde tekrar Ermeni Apostolik Kilisesi’nin kucağına döneceğini düşünenler de az değildi. Bu düşünceyle İslam’ı kabul etmiş olanlardan, gerçekten de ihtida etmek suretiyle kesin ölümden kurtularak daha sonra tekrar eski dinine dönen, tanınmış Ermeni aydınlarından Yervant Odyan’ı anmak mümkündür. Bu hükümet kararından sonra, toplu İslamlaşma süreci başlar. İki ay içinde İslam’ı kabul etmiş olanların sayısı hükümeti dahi rahatsız eder ve 1 Temmuzda yayınlanan özel bir bildirgeyle Ermenilerin ihtida etmesi yasaklanır. Talat’ın sözleriyle, “Bunların niyeti gerçekten Müslümanlaşmak değil, sadece tehcirden kurtulmaktır”. Konuyla ilgili Taner Akçam şöyle yazmaktadır, “Amerikan ve Alman konsolosları, yolladıkları raporlarda Ermenilerin devlet kapılarında büyük kuyruklar oluşturduğunu ve toplu din değiştirmelerin yaşandığını bildirirler. Din değiştirenler gerçekten de sürgüne yollanmazlar. Sadece bulundukları vilayetin sınırları içerisinde diğer Müslüman köy ve kasabalara dağıtılırlar. Fakat Müslümanlığa geçiş sayısı tahminlerin çok ötesindedir. Hükümet, belki de bu denli büyük din değiştirme beklemediği için bu kararı 13 http://www.agos.com.tr/haber.php?seo=cocuklar-musluman-ailelerin-yaninaverilerek-asimile-edildi&haberid=6103 16 durdurmak zorunda kalır”14. Yukarıda belirtildiği gibi, İslamlaşmak, birçokları için bir kurtuluş yoluydu, fakat oluşan durum karşısında Talat, tüm arzu edenlerin İslamlaşma sürecini durduran, fakat Taner Akçam’ın da belirtmiş olduğu gibi, genel olarak İslamlaşmayı engellemeyen yeni bir emir yollamaya mecbur olur. 7 Eylül 2007 tarihli “Radikal” gazetesinde yayınlanan dikkate şayan makalesinde Türk tarihçi Fuat Dündar, bu konuya aydınlık getirmektedir. Buna göre sadece öngörülmeyen kişilerin İslamlaşması önlenmekte, devlete gerekli olan kişilerin ise (yukarıda belirtilen %5) İslamlaşması engellenmemekle kalmayıp, Talat’ın yeni bir emriyle, “… Sadece, Anadolu'da kalmasına izin verilen (asker, memur, zanaatkâr Ermeni) ailelerinin ihtida başvurularının kabul edilmesi gerektiğini emreder ”15 diye hatırlatılmaktaydı. İslamlaşacak olanların listesinde bulunmayanlarla ilgili emir de gayet netti, “Talat Paşa ihtida taleplerinin ciddi bir nüfusa tekabül etmesiyle, ihtida etseler dahi tehcirden muaf tutulmamalarını emreder. Bir süre sonra da ihtida başvurularının kabul edilmemesini, çünkü bu tarz başvuruların “aldatıcı ve geçici” olduğunu ifade eder. Merkezin kesin emrine rağmen vali ve kaymakamlar ihtida başvurularını kabul etmeye devam ederler. Bunun üzerine Talat Paşa bir ihtida talimatnamesi hazırlayarak, tehcirden muaf tutulanlarla merkezin emri ile yerlerinde bırakılanlar dışında hiçbir ihtidanın kabul edilmemesini kesin bir 14 Taner Akçam, Devlet Müslüman Ermeni’nin Peşinde, http://www.taraf.com.tr/haber/devlet-musluman-ermeninin-pesinde.htm 15 Fuat Dündar, “İttihatçıların bile dile getirmediği tez”, http://www.radikal.com.tr/Radikal.aspx?aType=RadikalHaberDetayV3&ArticleI D=825101&Date=27.04.2011&CategoryID=99 17 biçime kavuşturur. Tek bir yol kalır, o da evlenmeleridir. İttihatçılar, sadece evlenmek şartıyla ihtida taleplerinin kabul edileceğini emreder. Yani, aslında bu emirle sadece Müslüman erkeklerle evlenen Ermeni kadınlarının ihtidalarının kabul edilebileceğini belirlemiş olur”16. Buna istinaden, ihtida etmenin kesin olarak tehcirden veya ölümden kurtuluş olduğu konusundaki yaygın kanı pek de gerçeklerle bağdaşmamaktadır, “Lakin genel bir sistematik belirtmek yine de mümkündür, İslamlaşma, varlığını korumanın şekilsel bir ön şartı olmuştur”17. İslamlaşmış olanların dahi katliamlardan kurtulamamış olduğu konusunda çok sayıda belge vardır. İstanbul askeri mahkemesinin 18 Şubat 1919 tarihindeki 7. oturumu esnasında dinlenen Rum kökenli şahit Hıristaki Andreadis, ifadesinde ayrıntılı bir şekilde Yozgat Ermenilerinin tehciri ve katliamları konusunda, 24 Temmuz 1915 tarihinden itibaren gördüklerini anlatmaktadır. Bu anlatıda, İslamlaşmış Ermenilerin katledilmesiyle ilgili bir kısım vardır, “Ardından halkı çift-çift Bağlıca ve Bezlihan taraflarına götürüp, etrafı bataklık olan bir ağıla doldurmuş, oradan da üçer-üçer veya beşer-beşer çıkartıp öldürmüşler. Kaçıp, gizlenenleri ortaya çıkartmak için, İslam’ı kabul edenlerin kurtulacağını söylemişler, fakat kaçanlar gizlendikleri yerlerinden çıktıklarında, onları da katletmişler”18. Kasım 1915’te, hemen tüm Ermeniler tehcir veya imha 16 A.g.e. Karen Hranti Khanlaryan, Hay bnakçutyan etnokronakan verakerpumnerı Turkiayi Hanrapetutyunum (1923-2005), Yerevan, 2009, s.38. 18 Meline Anumyan, Yozğati hayutyan teğahanutyan yev kotoradsnerı datavarutyuny ıst osmanyan “Memleket” oraterti, “Akunq”, bilimsel makaleler antolojisi, sayı 2 (8), Yerevan, 2013, s.37-38. 17 18 edilmişken, şu veya bu şekilde kurtulanlar tekrar ihtida etmeye mecbur edilir, “5 Kasım 1915’te bölgelere yolladığı özel bir yazı ile, “ister gönderilmiş ister gönderilmemiş olsun, din değiştirenlerin taleplerinin kabul edileceği” bildirilir. 1916 baharından itibaren ise, din değiştirme artık zorunludur. Ermenilere, “ya Müslüman olmak ya da Der-Zor’a sürülmek” seçenekleri sunulur. Ermeniler, Der-Zor çöllerinin katliam ve imha demek olduğunu çok iyi bilmektedirler. Bu tarihten itibaren sağ kalmış her Ermeni, Müslüman olmuştur. Ermenilerin yeniden eski dinlerine dönmelerine 1918 ve 1919 yılında yayınlanan tamimlerle müsaade edilir”19. Eski dine dönmekle ilgili karar tabii ki Osmanlı İmparatorluğu’nun iyi niyeti veya yeni bir ulusal siyasetle ilgili olmayıp, Birinci Dünya Savaşı’nda elde edilen yenilginin bir sonucu olmuştur. Lakin paralel olarak, bölgelere tamamen farklı talimatlar içeren gizli genelgeler de gönderildiğinden dolayı, bu genelgeler salt göz boyamadan ibaretti. K. Khanlaryan, kitabında, içişleri bakanlığı tarafından gönderilen ve 4 Ocak 1920 tarihinde “The Minneapolis Morning Tribuna” gazetesinde yayınlanan genelgeye değinerek, “Tahminen 28 Kasım 1919 tarihini taşıyan bu gizli genelgeye istinaden, tehcirden muaf kalmış veya eski yerleşim yerlerine geri dönmüş olan tüm Ermenilerin ayrımsız olarak İslamlaştırılması talimatı verilmekteydi. Sadece İslamlaştıktan sonra el konulmuş mal varlıklarına sahip olabileceklerdi. (vurgu tarafımızdan yapılmıştırH.A.). 19 Taner Akçam, belirtilen makale. 19 Tehcir edilen Ermenilerin konutları ve diğer mal varlıklarının da, Müslümanlarla evlenen Ermeni kadın ve kızlarına ait olacağı vurgulanmaktaydı20. Savaşın nihayetlenmesi ve bu genelgelerin sonucunda, katliamlardan kurtulan binlerce Ermeni vatanına döner ve yeniden yerleşmeye çalışır. Jön Türk liderler ülkeden kaçmış olduğundan, yeni hükümet, Ermeni katliamlarının tüm sorumluluğunu İttihatçılara yükler ve hatta İstanbul divan-ı harp mahkemesinde kendilerine karşı dava açılır. Bu oturumlardan birinde, hayatını kurtarmak için İslam’ı kabul edip, daha sonra eski dinine dönmüş olan bir kadın olan Yozgatlı Öjen Ğazaros’un ifade vermiş olması ilginçtir. “Savcının, katliamdan nasıl kurtulduğu sorusuna Öjen, İslam’ı kabul ederek kurtulmuş olduğunu belirtir”21. Mustafa Kemal, oluşan olumlu siyasi şartlardan yararlanarak, milli mücadele savaşı adı altında hayatta kalmış olan 250–300 bin Ermeni’yi imha eder, kalanların bir kısmı ise tekrar ülkeden uzaklaşmaya mecbur olur. Kemal, fiili olarak Jön Türklerin yarıda bıraktığı işi sürdürür. Azınlıkların Türkleştirilmesi açısından, Türkiye Cumhuriyeti anayasası eşsizdi, Lozan Antlaşması, Ermenilerin fiziki olarak imha edilmesinin sonunu haber verirken, bir diğer belgede, 1924 anayasasında, ülkenin tüm nüfusu Türk olarak açıklanır. Böylelikle, yeni kurulan devlet, eski imparatorluğun Hıristiyan halklarının hayatta kalan parçalarının İslamlaştırılmasıTürkleştirilmesi konusundaki yeni, günümüze kadar süren cumhuriyet dönemini başlatmış olur. 20 21 Karen hranti Khanlaryan, belirtilen kitap, s.39-40. Meline Anumyan, Yeritturkeri 1919-1921 tt. datavarutyunneri vaveragrerı ıst osmanyan mamuli, Yerevan, 2011, s.162. 20 Yaklaşık bir milyon dünyaya dağılmış ve bir buçuk milyon katledilmiş kayıplara, Hrant Dink’in “yaşayan kayıp” 22 olarak gayet yerinde tasvir etmiş olduğu, cebren MüslümanlaştırılmışTürkleştirilmişlerin kitlesini de eklemek gerekir. 3. Kurtulanlar Kurtulanlar konusu çok ele alınmış olduğundan dolayı üzerinde biraz durmak gerekir. Haliyle, salt asil insani dürtülerle tanıdıklarını, komşularını hatta yabancıları kesin ölümden kurtaran ve genellikle de bunun için pahalı bir bedel ödeyen Türkler veya Kürtlerin olmamış olduğunu düşünmekten uzağız. Konuyla ilgili çok sayıda kanıtlar var olup, ilgilenenler bundan haberdardır. Fuat Dündar’dan yukarıda yapılan alıntıda şöyle bir satır bulunmaktaydı, “Merkezin kesin emrine rağmen vali ve kaymakamlar ihtida başvurularını kabul etmeye devam ederler”. Yüksek düzeydeki bu memurların, mevkilerini ve hatta hayatlarını tehlikeye atarak, bu derece “kesin emirleri” neden göz ardı etmiş olduğu enteresandır. Öncelikle, kurtulanları iki temel gruba ayırmak gerekir. 1. Kurtulduktan sonra Osmanlı İmparatorluğu’nu terk edenler. 2. Osmanlı İmparatorluğu’nda kalanlar. Birinci gruptakiler şu yollarla kurtulanlardır, a. Farklı yerleşim yerlerinde (Van, Sason, Şebinkarahisar, Musa Dağı bölgesi, Trabzon Vilayeti’nin farklı bölgeleri 22 Hrant Dink, Yerku mot joğovurd, yerku heru harevan, Yerevan, 2009,s.53. 21 vs.) silahlı direniş sergileyenler. b. Özellikle sınır bölgelerinde yaşayıp farklı yöntemlerle (rüşvet, bölgeyi iyi tanıma, iyi yürekli komşular, arkadaşlar veya tanıdıkların desteğiyle vs.) ülkeyi terk edebilenler. c. İnsanlık dışı eziyetler ve işkencelere dayanarak Suriye’ye ulaşanlar. Bu kişilerin bir kısmı ülkede kalmış, diğer kısmı ise farklı ülkelere göç etmiştir. d. Çok farklı şartlar altında tesadüf eseri hayatta kalanlar. İkinci gruptakiler, bu araştırma bağlamında bizi ilgilendiren kişilerdir. a. İslamlaşma suretiyle kurtulan, devletin öngördüğü %5 (yukarıda belirtilmiştir). b. Özellikle ilk 2–3 ay içinde İslamlaşma imkânından faydalanan kişiler. c. Ailelerden kopartılıp zorla İslamlaştırılarak Türkler, Kürtler veya farklı Müslümanlarla evlendirilen kadın ve kızlar. d. Komşular, tanıdıklar veya arkadaşlar sayesinde kurtulanlar. Anlaşılır nedenlerden dolayı bu kişilerin sayısı fazla değildir (Bu yoldan kurtulanlar genellikle ülkeyi terk etmiştir). e. Bir şekilde dağlara veya benzer ulaşılması zor yerlere sığınanlar. f. Osmanlı İmparatorluğu’nun Birinci Dünya Savaşı’ndan yenik çıkmasından sonra geri dönenlerin küçük bir kısmı (Bu insanların büyük bir kısmı Mustafa Kemal tarafından katledilmiş veya bir şekilde ülkeyi nihai olarak terk 22 etmiştir). g. Rüşvetle İslam’a geçenler. h. Yetimler. Valiler ve kaymakamlar, bu iki gruba girenler nedeniyle, merkezi yönetimin kesin emirlerini sıklıkla göz ardı etmişlerdir. Rüşvetle İslamlaşmış olanlar konusu açıktır ve bu durumda gerçekten de hükümet kararlarına veya emirlerine uymama veya göz ardı etme konusuyla karşı karşıyayız. Çocukların konusu ise farklıdır. Yöneticiler, bazı olguları hesaba katarak, çocukları yaş gruplarına ayırmışlardı. On beş yaşından büyük olanlar, ebeveynlerinin kaderini paylaşarak, acımasızca katledilir. Daha sonraki dönemlerde yaş sınırlanması değiştirilir. A. Antonyan’ın bu konuda belirttiği üzere “Hükümetin önceki kararıyla 15 yaşına kadar olanlar sağ bırakılacaktı. Daha sonra verilen yeni bir emirle bu düzeltildi ve sadece yedi yaşın altındakilerin sakınılması talimatı verildi. Ve onlar da, tüm altı vilayetin erkekleri gibi korkunç şartlar altında boğazlandı”23. Konu, Talat’ın kontrolü altındaydı. Talat’ın emirlerini inceleyerek, yerel alt ve üst düzey yöneticilerin ve İslam ahalinin, emirlere sıklıkla karşı gelmiş olduğundan dolayı, Talat’ın ara-sıra emirlerini netleştirme, ayrıntılara girme veya bu emirlerde bazı değişiklikler ve düzenlemeler yapma gereği duyduğunu söylemek mümkündür. Benzer önemli değişikliklerden biri, çocukların yaş sınırını önce yediye, daha sonra ise beşe indirgemek olmuştur. Yeniden A. Antonyan’a başvuralım, “Daha sonra vermiş olduğu talimatlar, 23 Aram Antonyan, Meds vocirı, Yerevan, 1990, s.177. 23 sadece beş yaşından küçük olanların sakınılacağını içerdiğinden dolayı, ancak günün birinde ebeveynlerinin çektiği korkuları hatırlamayacak olan çocukları sakınmaktaydı. Bu çocuklar Türkleştirilecek ve Türk olarak özel yetimhanelerde büyütülecek, savaş nedeniyle Türklerin vermiş olduğu kayıpları doldurmak için bir çare olacak ve Türk ırkına, Ermeni ırkı gibi yüksek özelliklere sahip bir ırk aşılayacaklardı. Tam, bir zamanların yeniçerileri gibi”24. Lakin yukarıda belirtildiği gibi, özellikle çocuklar konusundaki emirler, sıklıkla noksan yerine getirilmekteydi. İşte, içişleri bakanı Talat’ın, Halep yöneticilerine yollamış olduğu 603 No.lu şifreli telgrafı, “Duyduğumuza göre Sivas, Mamüret Ül-Aziz, Diyarbakır ve Erzurum vilayetlerinden tehcir edilen ve ebeveynleri yolda ölmüş olduğundan dolayı, belli şahısların (Ermenilerin) ortada kalmış çocukları, bazı İslam aileler tarafından evlat edinilmekte veya hizmetçi olarak alınmaktadır. Vilayetiniz dâhilinde bulunan benzer çocukları toplayarak tehcir yerlerine (çöller) göndermenizi ve müsait görüldüğü şekilde halka gerekli talimatları vermenizi bildiri şeklinde takdim etmekteyiz”. İçişleri bakanı TALAT 5 Kasım 915”25. Ermeni yetimleri evlat edinme veya hizmetkâr olarak kullanma olayının hemen her yerde yaygın olduğu ve bu durumun 24 A.g.e., s.178-179. A.g.e., s.180. dipnot olarak yazarın şu açıklaması vardır, “Bu telgraf tüm bölgelere yollanan bir genelgedir”. 25 24 Talat’ı son derece endişelendirdiği aşikârdır. Özellikle, telgrafın, halkı emrin içeriği konusunda bilgilendirme kısmı dikkat çekicidir. A. Antonyan’ın belirttiğine göre birçok yerde aileler bir veya iki yetim Ermeni çocuğu ellerinde tutmaktaydı. “Genellikle kaçırıyor, ender durumlarda satın alıyor ve bazen de yollarda buluyorlardı. İnsan sevgisinden dolayı değildi. Genel seferberlik sebebiyle ortada çalışan el kalmamıştı. Bu çocukları çalıştırmak için alıyorlardı ve birçok yerde bu zavallı çocuklar, dayaksız ender yedikleri bir lokma ekmeğe karşılık kürek mahkûmu gibi eziyetlere maruz kalmaktaydı. Bu çocukların yaşı beşin, yedinin üzerindeydi”26. Bu konuyu merkezi hükümet ve Talat şahsen ne kadar da düzenlemek istese, giderek kontrolden çıkmaktaydı. Yukarıda belirtilen bildiri-telgraftan bir ay sonra, Halep Valiliği’ne yeni bir telgraf yollar (No 603). “Sadece, ebeveynlerinin maruz kalmış olduğu zulmü hatırlayamayacak olan yetimleri toplayıp, besleyin. Kalanları, kervanlar eşliğinde yollayın. 12 Aralık 1915 İçişleri bakanı TALAT 12 Aralık”27. 15 ve 23 Ocak 1916 tarihlerinde, aynı adrese benzer içerikli, fakat daha ayrıntılı telgraflar yollar. Bu telgraflarda özellikle şöyle belirtmekteydi, “… gelecekte yeniden zararlı olmaktan başka hiçbir işe yaramayacak olan” yetimlere “gereksiz masraf yapmak uygun 26 27 A.g.e., s.179. A.g.e., s.187. 25 değildir”28. 5 yaşından büyük yetimler devlet tarafından yetimhanelere de kabul edilmediğinden dolayı, Ermeni çocukların, iş gücü olarak satıldıkları bir “çocuk pazarı” oluşmuştu. Türk tarihçi Taner Akçam, bir röportaj esnasında hayli ayrıntılı veriler sunmaktadır, “Ermeni çocuklar “çocuk pazarı”ndan işgücü olmak üzere alınıyordu, dediniz. Kız çocukları cinsel olarak istismar ediliyor muydu? Genç kızlar evlenmek bahanesi ile alınıyordu. Özellikle bazı devlet görevlilerinin yanlarında üç beş genç kız bulundurduklarını anılardan anlıyoruz. Birçok durumda da genç Ermeni kızlar, ikinci, üçüncü hanım olarak hareme alınıyorlar. Burada iyi niyetli aileleri dışarıda tutmak isterim. Bu ailelerden, soykırım sonrası, sakladıkları çocukları götürüp İngiliz makamlarına veya diğer otoritelere teslim edenler de var. Ama Ermeni çocukların özellikle kızların yaşadıkları büyük bir dramdır. Çocuklar malları için kapışıldı. Tehcir sırasında halk arasında, Ermenilere yardım edenler, çocukları evlerine alanlar da var, değil mi? Evet, Anadolu’da birçok bölgede Ermeni çocuklarının alındığı, hayatlarının kurtarıldığı söylenir. Doğrudur. Hakikaten bunu insani nedenlerle yapanlar da vardı. Onları bir kenarda tutmak isterim. Ama 1915’in yaz aylarında merkezden bölgelere bir karar gidiyor: “Herhangi bir çocuğu yanınıza alırsanız, o çocuğun ailesinin bütün miras hakları size geçecektir” diye. Ve Anadolu’nun bazı kasabalarında eşraf arasında, zengin Ermeni 28 A.g.e., s.189. 26 çocuklarını kapma yarışı başlıyor. Ermeni çocukları evlerine alan ailelerin birçoğunun bunu ekonomik kazanç amacıyla yaptığını söylemek yanlış olmaz. Hükümet, Ermeni çocuk alan aileye belli bir miktar para da ödüyor. O halde Ermeni çocukların Müslüman ailelere verilmesi bir devlet politikası mı? Evet, sistematik bir devlet politikası. Ermeni soykırımı bir tek fiziki imha olarak yaşanmadı. Asimilasyon özellikle Ermeni çocukların asimilasyonu ve bu arada Müslümanlaştırılması, soykırımın en önemli ayaklarından biriydi. Sürgünler başlamadan bölgelere yollanan tamimlerde tehcirle kaç Ermeni çocuğun anababasız kalabileceği bilgisi isteniyor. Tehcirden sonra bu çocuklar özel yurtlara yerleştirilerek Müslümanlaşmaya tabi tutuluyor. Burada belli bir yaş grubuna dikkat ediyorlar, bölgelere yollanan telgraflarda da bu belirtiliyor; 4-12 yaş arası. Çünkü 4 yaşından küçüklerin bakım problemi var; bakacak Müslüman aile bulunamıyorsa, öldürülüyor. 13 yaş üzerindekiler de öldürülüyor, çünkü “Ermeniliklerini unutmazlar” deniyor. Kızlar da özel emirlerle Müslüman erkeklerle zorla evlendiriliyor, ki 1948 Soykırım tanımındaki bir maddedir bu...29”. Bu arada belirtmek gerekir ki, çocukların din ve milliyetinin zorla değiştirilmesi de aynı kanunlara göre soykırım olarak kabul edilmektedir. Bu açıdan, yeni nesil milliyetçilerin pek hayranlık ve gurur duyduğu, çocukların dinini değiştiren ve asimile edenler de kanlı katliamlara katılanlardan pek de fazla farklı değildir. Sözümüz, tanınmış yazar Halide Edip Adıvar ve benzerleri içindir. Bu insanlar, imparatorluğun katliamlardan ziyade İslamlaşma29 Çocuklar malları için kapışıldı, http://www.taraf.com.tr/haber/cocuklarmallari-icin-kapisildi. 27 Türkleşme yoluyla Osmanlaşmasına meyilli olmuşlardır. Örneğin, Cemal Paşa’nın davetiyle 1916–1917 yıllarında Halep’teki Ermeni çocuklarının yetimhanesinde çalışmış olan Halide Edip’e göre, “Ermeni sorunu olarak kabul edilen şeyin çözümünü cinayette değil asimilasyonda görüyordu. Evet, çocukları asimile etti ve ileriki zamanlarda kabul edeceğinden çok daha milliyetçiydi…”30. İslam aileler tarafından evlat edinen, daha doğrusu iş gücü olarak kullanılan 5–7 yaşından büyük çocuklar hayli büyük bir sayı teşkil etmiştir. Milletler Cemiyeti teftiş kurulunun verilerine istinaden, 1921 yılında Müslüman ailelerin elinden 90.819 Ermeni çocuğu ve kadını kurtarılmış ve bir o kadarı da kalmıştır31. Raporda, İslamlaştırılmış ve cebren evlendirilmiş olanları bulma konusundaki çalışmaları güçlendiren temel sebebin “bu suça tüm halkın katılmış olduğu”32 olgusu dikkate şayandır. Profesör Vahagn Dadıryan’ın, “İttihatçı şeflerden ve savaş zamanında dışişleri bakanlığı görevini yürütmüş olan Halil Menteşe’nin”, çalışmasında belirttiği “Bu tehcir işiyle alâkadar olmayan Türk Anadolu’da pek azdır”33 sözleri, kurulun düşüncelerini tasdik etmektedir. Türk tarihçi Selim Deringil’in fikrine göre gerçekte bu sayı çok daha büyüktür, “1915 sırasında “evlat edinilen” Ermeni kız ve erkek çocuklarıyla ilgili 300 bin rakamı veriliyor. Bu rakamın araştırılması lazım…34 30 http://www.agos.com.tr/haber.php?seo=cocuklar-musluman-ailelerin-yaninaverilerek-asimile-edildi&haberid=6103 31 Parsamyan, S., Mirzoyan A., Azgeri ligayi pastatğtern apatsutsum en Hayots tseğaspanutyan pastı, http://www.genocidemuseum.am/arm/g_brief_09.php 32 A.g.e. 33 Prof. Vahagn Dadıryan, Hayots tseğaspanutyunı khorhırdaranayin yev patmagitakan knnarkumnerov, Paykar, 1995, s.20-21. 34 http://www.taraf.com.tr/haber/kurt-ermeni-cok-fazla.htm 28 Kanıtlar hayli çoktur, fakat belirtilen Ermeni ve Türk yazarların, ayrıca Milletler Cemiyeti’nin yukarıda değinilen kurulunun tanıklıkları, Ermeni yetimlerin kurtuluşunun hiç de insani amaçlar gütmediği ve bu insanlık dışı sürece hemen tüm halkın katılmış olduğu konusunda emin olmak için yeterlidir. Çocuklar genel olarak iş gücü olarak kullanılırken, kız çocukları konusunda farklı bir ilgi alanı daha mevcuttu. Türkolog Ruben Melkonyan, konuyla ilgili şöyle yazmaktadır, “İslam-Türk evlilik adetleriyle ilgili önemli bir detay da, erkek tarafının, ebeveynlerine belli bir miktar ödeyerek, gelini düpedüz satın almasıdır. Birçok durumlarda görüldüğü gibi Müslümanlar, Ermeni kız çocukları ellerine geçirip, bu kızları oğullarıyla evlendirerek, “başlık” ödeme mecburiyetinden kaçınmaktaydı. Günümüzde de, Türkiye’de oluşan “etnik kimlik krizi” tartışmaları bağlamında, Soykırım esnasında kaçırılan Ermeni çocukların, özellikle de, Müslümanlarla yaptıkları evlilikler sonucunda günümüz Türkiye’sinde, belli oranda Ermeni kanı taşıyan kalabalık bir karma doğumlular ordusu oluşturan kızlarla ilgili yeni veriler ortaya çıkmaktadır”35. Konuyla ilgili son yıllarda çok sayıda yazılıp, konuşuldu. Binlerce Türk ve Kürt ailede “gizli” bu Ermeni kızlar, basında “kılıç artığı” olarak anılmaktadır. Belli bir oranda anneleri veya anneannelerinin kaderini paylaşmaya mecbur olan bu kızların nesilleri, Türk basını ve edebiyatında torunlar olarak anılmıştır. Bu insanların sayısı net olmamakla birlikte az olmadığını söylemek mümkündür ve sıklıkla bir milyon ve üzerinde torunlardan bahsedilmektedir. 35 Ruben Melkonyan, İslamatsvads hayeri khındirneri şurc, Yerevan, 2008, s.20-21. 29 Torunlardan birçoğu, anneannelerinin dram yüklü alın yazılarıyla ilgili hikâyelerini dinlemekte, fakat bu konuda konuşmaya cesaret etmemekteydi, çünkü Türkiye’de Ermeni olmak veya Ermeni kanı taşımak günümüzde de tehlikeli olup, Ermeni kelimesi küfür olarak kullanılmaktadır. Lakin anneanneleri hakkında günümüzde kitaplar yazan ve filmler çeviren cesur torunlar sayesinde, diğer tabularla birlikte, bu tabu da yıkılmıştır. Fethiye Çetin’in yazdığı “Anneannem” ve Ayşe Gül Altınay ile birlikte hazırladığı “Torunlar” kitapları bunun parlak örnekleridir. 30 İKİNCİ BÖLÜM 1923 sonrası İslamlaştırma süreci 1923 yılı sonrası azınlıkların İslamlaştırılma-Türkleştirilme sürecinden bahsederken, öncelikle, bu sürecin, 1923 yılında imzalanan Lozan Antlaşması dâhilinde Türkiye Cumhuriyeti’nin almış olduğu sorumluluklar bağlamında gerçekleşmiş olduğunu belirtmek gerekir. Türkiye yöneticileri, bir taraftan yukarıda belirtilen ırkçı planları gündeme getirirken, diğer yandan ise dünyaya, özellikle de Lozan Antlaşması’nı imzalamış olan devletlere karşı, azınlıkların haklarını koruduğunu göstermeliydi. Oluşan vaziyet, kısmen, padişahın bir taraftan reformları gerçekleştirme sözü verirken, diğer yandan Ermenilerin imha edilmesi planını hazırladığı 1878 sonrasının reform döneminde oluşan durumu hatırlatmaktadır. Mustafa Kemal hükümetinin ırkçı-yabancı düşmanı planları açıkça, daha 1870-80’lerde mayalanan-olgunlaşan ve 1915 yılında İttihatçılar tarafından mükemmelleştirilerek fiiliyata geçirilen, amacı milli-dini açıdan tek unsurlu ve bütüncül bir Türkiye’nin yaratılması olan, soykırım planından kaynaklanmaktadır. İki durumda da, planların temel unsurlarının ilk karşılaştırılması dahi, Türkiye’nin (Osmanlı İmparatorluğu ve Türkiye birlikte alınarak) milli siyaseti hakkında çok şey söylemektedir. İşte, 1878 Berlin Barış Antlaşması ile Ermeni 31 bölgelerinde reform gerekliliğini ister-istemez kabul etmiş olan Osmanlı İmparatorluğu’nun vezir-i azamı Kâmil Paşa’nın, 1879 yılında, yani antlaşmanın imzalanmasından bir yıl sonra yayınlanan, Ermenilerle ilgili planı, “Ermeni milletini yok etmeli, izsiz ve boyunsuz bırakmalıyız. Bunu yapmak için bir eksiğimiz yok, gerekli olan her şey var. Kürt, Çerkez, vali, hâkim, vergi tahsildarı, zaptiye, kısacası her şey. Cihat ilan ederiz, ne silahı, ne askeriyesi, ne de koruyanı olan bir millete karşı kolay bir savaş olur. Tersine, bizim silahımız da var, askeriyemiz de, dünyanın en büyük devletlerinden biri (Büyük Britanya) ve en zengini bizim müttefikimiz ve bizim Asya bölgemizin garantörüdür. Bu Ermeni milleti imha edilip, Hıristiyan Avrupa Türkiye Asya’sında bir dindaş arayıp bulamadığında, bizi rahat bırakır ve biz de kendi iç işlerimiz ve düzenlemelerimizle ilgileniriz”36. Daha 1910 yılında İttihat ve Terakki Partisi yerel komitesinin, Selanik’te gerçekleştirilen gizli oturumunda Talat, Ermeni (imparatorluk dâhilindeki diğer Hıristiyan milletleri de dâhil) Soykırımı planını net bir şekilde açıklar. Bu planın, prensip ve menşe açısından önceliyle olan benzerliği belirgindir, “Kanunuesasî ile Müslümanlar ve Hıristiyanlar arasında eşitlik tesis edildiğini biliyorsunuz. Lakin siz hepiniz ve her biriniz ayrıayrı, bunun gerçekleşmeyecek bir fikir olduğunu da biliyor ve hissediyorsunuz. Şeriat, tüm geçmiş tarihimiz, yüz binlerce Müslüman’ın hisleri ve hatta kendilerinin, Osmanlaşmalarına yönelik her denemeye inatla direnen Hıristiyanların hisleri, gerçek bir eşitlik için aşılması imkânsız engellerdir. Bu nedenle, İmparatorluğun Osmanlılaştırılmasına yönelik amacımızı başarıyla 36 Hayeri tseğaspanutyunı ıst yeritturkeri datavarutyan pastatğteri, Yerevan, 1989, s.9. 32 gerçekleştirmediğimiz sürece eşitlikten söz dahi edilemez”37. Yeni kurulan Türkiye Cumhuriyeti’nin yöneticileri açısından, yukarıda belirtilen planları hedefine vardırmak için olumlu şartlar hâsıl olmuştu. Öncelikle, vezir-i azamın belirtmiş olduğu gibi, 1870-80’li yıllarda Türkiye’nin esas müttefiki Büyük Britanya idi ve Sovyetler Birliği’nin kurulmasından sonra bu müttefiklerin sayısında ani bir yükseliş oldu veya en azından Batı’daki düşmanların sayısı azaldı. İkincisi, Türkiye Cumhuriyeti’nde on yıl kadar süregelen katliamlar, tehcirler, mübadeleler neticesinde demografik tablo zaten ani bir değişim gösterip, Türk-İslam unsur kesin çoğunluk kazanmıştı. Üçüncüsü, Lozan Antlaşması ile, milli-dini azınlık teriminin asıl içeriği Türkiye için değişiklik kazandı. Gerçi Türkiye, bu antlaşma ile Ermeniler, Rumlar ve Yahudiler olmak üzere, üç milleti dini azınlık olarak kabul etmeye mecbur olmuş, fakat diğer Müslüman halklar, Kürtler, Çerkezler, Lazlar, Tatarlar, Türkmenler, Gürcüler, Zazalar, Boşnaklar, Araplar, Karapapaklar, Sudanlılar, Kırgızlar, Abhazlar, Osetler, Poşalar ve ayrıca İslamlaşmış Rumlar ile Ermeniler (Hemşinliler de dâhil olmak üzere), Aleviler, Müslüman olmayan Yezidiler ve diğer büyüklü-küçüklü etnik-dini gruplar azınlık olarak tanınmayıp, Türk olarak kabul edilmişlerdir. Görünüşe göre, yeni kurulan Türkiye Cumhuriyeti’nin anayasasında bulunan ve tüm Türkiye vatandaşlarının Türk olduğunu belirten madde, bu fiili (oluşturulan durum) ve özellikle de uluslar arası tanınan hukuki (Lozan Antlaşması) temeller 37 A.g.e., s.8-9. 33 üzerinde oluşturulmuştur. Burada, Ermeni, Rum ve Yahudilerin milli değil, dini azınlık olarak kabul edilmiş olduklarını netleştirmek isteriz. Türkiye Cumhuriyeti yöneticileri, bu amacın nihai gerçekleştirilmesi için büyük zorluklarla karşılaşmaz. Sadece, bu işi fazla patırtı ve sarsıntı çıkarmadan kotarmak gerekti. K. Khanlaryan’ın çok doğru fark ettiği gibi “Lozan Antlaşması’nın bazı yaklaşımları, Kemal Atatürk’ü, dini azınlıklara yönelik yumuşak ve dikkatli yaklaşım sergilemeye mecbur etmekteydi”38. Lakin işler pek o kadar da kolay değildi. Lozan Antlaşması’nın imzalanmasından iki yıl sonra başbakan İsmet İnönü’nün “Her ne pahasına olursa olsun, ülkemizde yaşayanları Türkleştirecek, Türklere ve Türkçülüğe karşı çıkanları yok edeceğiz.” açıklaması, bünyesinde bir endişe saklamaktadır, “her ne pahasına olursa olsun”. İlerde göreceğimiz üzere bu paha çok büyük olmuş, hatta Türkiye, devletçiliğini kaybetme tehlikesiyle karşı karşıya kalmıştır. Mustafa Kemal’in kendisi ve hükümetinin hemen tüm üyeleri İttihatçı olduklarından dolayı, Jön Türklerin siyasetini devam ettireceği şaşılacak değildir. Kemal’in milli, askeri, devlet ve siyaset faaliyetini anlamak ve değerlendirmek için, “Yunus Nadi’nin sözleriyle, Mustafa Kemal’in “İttihatçılar içinde en büyük ve birinci” olduğu ve Mustafa Kemal başta olmak üzere Türkiye Cumhuriyeti’nin tüm kurucularının İttihatçı olduklarını unutmamak gerekir. Atatürk, “hissinin babasının Namık Kemal, fikrinin babasının ise Ziya Gökalp” olduğunu hiçbir zaman gizlememiştir. Hatta cumhuriyetin ilanının 29 Ekim olarak 38 Karen Hranti Khanlaryan, belirtilen çalışma, s.37. 34 belirlenmesi dahi, 29 Ekim 1907 tarihinde Mustafa Kemal’in İttihat ve Terakki Partisi’ne kaydedilmesiyle ilgilidir”39. Görüldüğü gibi, milli siyaset konusunda 1895 yılında 300 bin Ermeni katlederek Ermeni Soykırımı’nın temellerini atan padişah ve laik-demokrat Mustafa Kemal arasında fazla bir fark bulunmamaktadır. Bu arada, Kemal de yaklaşık 300 bin Ermeni katletmiş, fakat onun bu vahşeti, bazı gerçek Türk ilerici ve ciddi tarihçiler tarafından çekincelerle değerlendirilmekte, milli kurtuluş savaşı sınırları dışında kabul edilememekte veya edilmek istenmemektedir. Bu ikili yaklaşımın temelinde, büyük bir ihtimalle, yukarıda adı geçen tarihçi Hillmar Kaiser’in sözlerinde de fark edilen, soykırımın iki şeklinden kansız olanı tercih etme yaklaşımı yatmaktadır. Kaiser, grup elemanlarını (Falih Rıfkı Atay, Ali Fuat Erten, Mustafa Kemal ve Halide Edip) caniler olarak kabul etmekle birlikte, aynı yerde, bu kişilerin, diğerlerinin işlediği caniliklere karşı olduğunu belirtmektedir, “İttihat ve Terakki'nin içinde cinayete karşı olan (Ermeni Soykırımı’nı ima etmektedirH.A.) ve bu politikalarını Suriye ve Halep bölgelerinde uygulayabilenler vardı. Ve bunlar Falih Rıfkı Atay, Ali Fuat Erden, Mustafa Kemal ve Halide Edip gibi daha sonra cumhuriyet devrinde de önemli olan insanlardı. İttihat ve Terakki'den cumhuriyete geçen Jön Türkler bağlantısı, İttihatçıların bir azınlık fraksiyonuydu. 1. Dünya Savaşı sürecinde katiller baskın çıkıyordu ama mağlubiyet sonrası Halide Edip, Mustafa Kemal gibi insanlar öne çıktı”40. 39 Anumyan M. Çanaçum yev datapartum, yeritturkeri datavarutyunnerı (19191921 ve 1926), Yerevan, 2013, s.155-156. 40 http://www.agos.com.tr/haber.php?seo=cocuklar-musluman-ailelerin-yanina- 35 Gerçi birçokları Mustafa Kemal’i doğrudan Soykırım suçluları arasında görmemektedir, fakat son zamanlarda, onun hayatının bu “temiz” ve “pürüzsüz” tarafı da revizyona uğramaktadır. Selim Deringil, Mustafa Kemal’e karşı hiçbir yerde hiçbir suçlamanın olmadığını belirterek, “... “iyi” ve “kötü” İttihatçılar diye komik bir ayırım da yapılamayacağına göre...”41 diye eklemektedir. Şimdi de, cumhuriyet döneminde milli siyasetin Ermenilere (ve diğer azınlıklara) yönelik dışavurumlarını görelim. 1. 1923-1938 yılları Cumhuriyetin ilan edilmesi ve anayasanın kabul edilmesiyle Mustafa Kemal ve yandaşları, programını tekrar İttihat’tan alan, laik bir devletin temellerini atar. İttihatçılar daha 1909’da Selanik’te yaptıkları merkez komitesinin gizli bir oturumunda bu kararı almışlardı. “Bu kararlar dört maddeye sığdırılmıştı, şu andan itibaren Türkiye’de dinin etkisini kırmak. a. b. c. Türkiye’nin zenginlik kaynaklarını arkadaşlar arasında paylaşmak. Peygamber vekilliğini yönetimden ayırıp, zayıflatmak. Fırsat oluştuğunda padişahlığı yıkarak, cumhuriyet ilan etmek”42. verilerek-asimile-edildi&haberid=6103 http://www.taraf.com.tr/nese-duzel/makale-selim-deringil-inonu-tehcire-karsicikmadi.htm 42 Mevlanzade Rıfat, Osmanyan heğapokhutyan mut dsalkerı, Donikyan yayınevi, 3. baskı, Beyrut, 1975, s.170. Türkçesi, Mevlanzade Rıfat, Türkiye 41 36 Din konusunda prensip olarak Osmanlı İmparatorluğu’yla ters düşüp, milli konularda özellikle imparatorluğun İttihatçı dönemi siyaseti sürdürülmüştür. Baskın Oran bu konuda şöyle demektedir, “Cumhuriyetin etnik-dini mühendislik siyaseti sürekli iki amaca yönelik olmuştur, a. Farklı dinlere mensup olduklarından dolayı, karışmaya (asimilasyon-çev. notu) müsait olmayan Müslüman olmayanlardan kurtulmak. b. Kürtleri ve Türk olmayan diğer Müslüman grupları asimile etmek”43. Bu plan, Osmanlı’yla takas edilen Türk’e yeni bir kimlik yaratmayı ihtiva etmekte olup, hükümetin temel imkânları ve gücü bu konuya yönlendirilir. Bu amaca ulaşabilmek için öncelikli konular şunlardı, 1. Eğitim, bilim ve propaganda. 2. Milli-toplumsal ve sosyoekonomik hayatta Türk unsurunun üstünlüğünü tespit eden kanunların kabul edilmesi. Birinci alanda bazı prensip etkinliklerini belirtelim, a. Yukarıda belirtilmiş olduğu gibi, birinci adım, ülkenin tüm nüfusunu anayasa üzerinden Türk olarak ilan etmekti. İnkılâbının İç Yüzü, Pınar yayınları, İstanbul, 1993, s.198. 43 www.baskinoran.com, bk. Ayrıca “Agos” 29-5-2009. 37 b. Arap alfabesinden Latin harflerine geçiş (bu sayede önemli bir sorun çözülmekte, yeni neslin kendi ülkesi ve halkının tarihini kendi kendine öğrenme imkânı engellenmekteydi). c. Her gün okullarda tekrarlanan ilgili yemin yoluyla, Türk halkının istisnaî olduğu bilincinin çocuklara aşılanması44. d. Okul ve üniversite eğitiminde yeni müfredat, yeni okul kitapları, özellikle de tarih kitaplarının hazırlanması. e. Türkiye tarihinin yeniden düzenlenerek tek resmi kaynak ve herkes için mecburi kılınması. Bu konu özel ehemmiyete sahip olup, devletin sıkı kontrolü altında bulunmaktaydı. Tarih yazımında zengin geleneğe sahip ve geçmişte bilgili olan Ermeni ve Rumların soykırımdan kurtulan nesilleri dahi, geçmişle ilgili sözlü anılardan başka alternatif veri kaynaklarına sahip olamamıştır. Türklerin “resmi tarihi” bu şartlar altında gerçekten de, orta sınıf Türk milliyetçiliğin güçlü bir faktörüne dönüşerek, diğer etnik birimlerin varlığı olgusunu, dahası, geçmişle ilgili hafızayı örter”45. Halkın Türkleşmesi kadar, ülkenin de Türkleşmesi önemliydi. Ermeni, Rum ve Süryani yer isimlerinin değiştirilmesi 1928 yılından başlayıp, günümüze kadar sürmektedir. Sadece Batı Ermenistan’da, Küçük Hayk’ta, Kilikya’da, Pontos’ta ve Ermenilerle meskûn diğer bölgelerde yaklaşık 10 bin kadim Ermenice yer ismi değiştirilir. Birkaç yılda bir değişen haritalar, 44 2013 yılında okullardan çıkartılmıştır. http://www.repairfuture.net/index.php/hy/identity-standpoint-of-armeniaar/the-search-for-identity-in-dersim-part-1-identities-in-dersim-armenian 45 38 tanınmayacak derecede birbirlerinden farklıydı. Devletin dikkati, İstanbul’da hizmet veren ve sayıları onlarla ifade edilen Rum ve özellikle de Ermeni okulları üzerinde olup, gerçekte asıl müdürler olan müdür yardımcıları, muhakkak Türk olmalıydı. Haliyle bu işe devletin tüm propaganda gücü katılmaktaydı. Bilim kuruluşları, üniversiteler, haber kuruluşları, kültür (tiyatro, sinema, edebiyat), basın vs. Yeni Türk’ün şekillenmesiyle birlikte Türk toplumuna, Hıristiyan milletlerin, özellikle de Ermenilerin düşman halk olduğu, Türk halkına ve vatanına, Osmanlı İmparatorluğu’na ihanet ettiği aşılanır. Şimdi de, Mustafa Kemal’in yönetim yıllarında gayrimüslimlerden kurtulma sürecinin nasıl gerçekleştirildiğine bakalım. İlk adımlar, tüm Hıristiyanları devlet ve kamu işlerinden uzaklaştırmaya yönelikti. 1926 yılında kabul edilen 788 No.lu “Memurin Kanunu”nun 4. maddesine istinaden kamu görevlerindeki memurlar Türk olmalıydı. Gayrimüslimlerden sadece İslamlaşmayı-Türkleşmeyi kabul edenler işe alınacaktı. Bu, alenen ayrımcılık içeren ve çok sayıda kişiyi ya ülkeyi terk etme, ya da asimile olmaya mecbur eden ilk kanundu henüz. Diğer kitlesel etkinlik ise, Ermenilerin 1929 yılında bazı vilayetlerden (Diyarbakır, Harput, Sivas) göçe zorlanmasıdır. 1929–1930 yılları arasında bu vilayetlerden 6.000’in üzerinde Suriye’ye göçer. Bir diğer zorunlu göç ise 1934 yılında gerçekleşir, bu sefer ülkenin derinlerinden İstanbul’a doğru. İskenderun Vilayeti, 1939 yılında Suriye’den kopartılarak Türkiye’ye bağlanır. Kilikya Ermeni nüfusunun önemli bir kısmını oluşturan ve katliamlardan kurtularak bu vilayete yerleşmiş olan 39 35.000 kişi yeniden ülkeyi terk etmeye mecbur olur. Bu kitlesel göçler arasında kalan dönemde, baskılar ve şiddet olayları sonucunda çok sayıda Ermeni İslam’a geçmeye mecbur olur, kabul etmeyenler ise İstanbul’a veya yurt dışına gider. Nasyonal-Sosyalistler ile Hitler’in zaferi, Türk yöneticiler tarafından özel bir memnunlukla karşılanır. Yahudilerin Almanya’daki takibatı, Kemalistlerin ellerini serbest bırakır. Türkiye’de, güçlü bir Yahudi karşıtı dalga başlar ve binlerce Yahudi ülkeyi terk etmeye mecbur kalır. 2. 1940’lı yıllar İkinci Dünya Savaşı, milli azınlıklara yönelik baskı ve şiddet politikasını güçlendirmenin haricinde, ülke ekonomisini de nihai olarak Türkleştirme ve azınlıkları ekonomik hayattan kesin olarak atma açısından yeni imkânlar sunar. Kemal Atatürk’ün ölümünden sonra (1938) yönetime gelen İsmet İnönü döneminde, İstanbul Ermenilerinin durumu da aniden kötüleşir. “Atatürk ile İnönü dönemlerindeki temel fark, Kemal zamanında İstanbul Ermenilerinin nispeten daha dingin yaşamış olmasında yatmaktadır”46. Taşra Ermenileri, 1938 yılına kadar baskı ve şiddetten kaçınarak İstanbul’a sığınırken, İnönü yönetimi altında bu imkândan da yoksun kalır. 1943 yılında Talat’ın cenazesinin Türkiye’ye getirilmesi, İnönü yönetiminin siyasi yönünü en iyi şekilde göstermektedir. Bu, Ermeniler ve diğer azınlıklara yönelik sürdürülen siyasetle ilgili 46 Karen Hranti Khanlaryan, belirtilen çalışma, s. 71. 40 bir uyarı olup, cumhurbaşkanı İnönü tarafından, yukarıda belirtmiş olduğumuz gibi, daha 1925 yılında şöyle formüle edilmişti, “Biz açıkça milliyetçiyiz. Milliyetçilik bizi birleştiren tek nedendir. Türk çoğunluğunun yanında diğer unsurların hiçbir etkisi yoktur. Her ne pahasına olursa olsun, ülkemizde yaşayanları Türkleştirecek, Türklere ve Türkçülüğe karşı çıkanları yok edeceğiz”47. Bu dönemle ilgili özellikle askere alınma, vergi ve dil siyasetiyle ilgili kanunları belirtmek gerekir. Mayıs 1941’de, hemen tüm Avrupa Almanya’nın egemenliğine geçtiğinde ve SSCB’ye karşı saldırı hazırlıkları gözle görülmekteyken, Almanya’nın müttefiki Türkiye özel bir seferberlik kanunu çıkartır. Bu kanuna istinaden 25–45 yaşlarındaki tüm Ermeniler, Yahudiler ve Rumlar askere alınacaktır. Bu kanun, 20 kura askerlik olarak anılır. Bu kanunla ilgili mecliste ilk konuşan ise, Ermenistan Cumhuriyeti’ne karşı yürütmüş olduğu savaşlarla ünlü Kâzım Karabekir olmuştur. Sürdürülecek olan savaşın Türkiye için olumsuz gelişmesi ve kısmen de İstanbul’un işgal edilebilme olasılığından endişelenerek, Kasım 1940 tarihindeki CHP grup toplantısında, bir milletvekili olarak endişelerini zikreder, “İstanbul’un işgal edilmesini göz önünde bulundurarak, buna göre tedbir almalıyız. Böyle bir durumda Ermeniler, Rumlar ve Yahudiler ne yapacaktır? Savaş durumunu göz önünde tutarak zararlı unsurları Anadolu’ya nakletmeliyiz. Bu unsurların terk etmiş olduğu evleri ise Türklere vermeliyiz”48. 47 Oktay Baran, İsmet İnönü, Kemalizm ve Demokrasi http://marksist.net/oktay_baran/ismet_inonu_kemalizm_ve_demokrasi.htm 48 Ayrıntılı olarak bk. A. Kürkçüyan, Turkerun, Turkiyan turkatsnelu 41 Seferberlik, herhangi bir uyarı yapılmadan, iki gün zarfında gerçekleştirilir. Bu durum, büyük çaplı gizli ön çalışmalara işaret etmektedir. İnsanlar evlerinden, işyerlerinden, sokaklardan toplanır. İçlerinden birçoğu askerliğini yapmıştı, bazıları ise üçüncü kez askere alınmaktaydı. Bu seferberlik, Birinci Dünya Savaşı esnasında özellikle Ermenilerin (18–45 yaş) askere alınarak haince imha edilmesi planını hatırlatmaktadır. Ermeniler bu sefer de amele taburlarına alınarak, taş ocakları veya yol yapımında çalışmaya gönderilir (Rumlar ve Yahudiler farklı işlerde çalışmakla birlikte, amele taburlarında çalıştırılmaz). Bu durum, Ermenilere yönelik yaklaşımın, diğer azınlıklara gösterilenden hayli farklı olduğunun bir kanıtını daha oluşturmaktadır. Bu insanlar, sadece doğu (Alman-Sovyet) cephesinde durumun değişmesi ve savaşın gidişatında bir değişim meydana geldiğinin anlaşılması sayesinde kesin bir ölümden kurtulur. Kesin bir ölümden kurtulmakla birlikte, birçoğu askerlik dönüşü sonunda yurtdışına göç eder. Ekonomi alanında, 1942 Kasımında kabul edilerek, son derece sıkı ve sistematik bir şekilde uygulanan Varlık Vergisi kanununu özel olarak ele almak gerekir. Bu kanuna istinaden, “… Türk iş adamları yıllık gelirinin %4,74’ünü, Rumlar %150’sini, Yahudiler %179’unu, Ermeniler ise %232’sini ödemekle mükellefti. Bu şekilde Rumlar, Türklerin 31, Yahudiler 36, Ermeniler ise 47 mislini ödeyecekti”49. Bu kanunun 11. maddesiyle, mükelleflerin, tespit edilen Kağakaganutyunı, http://ermeni.hayem.org/ermenice/trqatsnelu_qaghaqakanutyune.htm 49 S. V. Geğamyan, Turkiayi azgayin burjuaziyan yerkri tntesakan yev sotsyalkağakakan kyankum, 1945-50, Droşak, 1989, Şubat, s.31. 42 vergi oranına itiraz etme hakları bulunmamakta, dahası, mükellefiyetini yerine getirmeyenler için sert cezalar öngörülmekteydi. Görünüşe göre, kanunun asıl amacı da buna ulaşmaktı. Zamanın başbakanı Şükrü Saraçoğlu’nun betimlemesine göre, Türkler, yıllık gelirlerinin % 4.74'ünü, Rumlar % 150'sini, Yahudiler, % 179'unu, Ermeniler ise % 232'ni ödemek zorundaydı. Demek ki, Türklere göre, Rumlar 31, Yahudiler 36, Ermeniler de 47 kat daha fazla vergi ödemekle mükellefti50. Hükümet Ermeni, Rum ve Yahudilerin bu vergi mükellefiyetini yerine getiremeyeceklerinin kesin bilincindeydi. Kısa sürede, kanunun asıl amacı olan, “kanunu uygulamayanlara” karşı cezalar başlar. Mühtediler ve kanunun yürürlüğe girmesi esnasında İslam’a geçenlerin vergi oranının, yarı yarıya az olduğunu belirtmek gerekir. Vergiyi ödeyemeyenlerin mal varlığı, evi, toprağı, dükkânı, atölyesi, fabrikası vs. haraç mezat satılır. Mal varlığından elde edilen miktarın vergi borcunu karşılamadığı kişiler, Aşkale’deki taş ocaklarında çalışmaya veya Erzurum-Sivas yollarını inşa etmeye sürgün edilir. Sürgün yerine gitme masrafları dahi sürgüne gönderilen kişiye ödetilir. Birçok kişi sürgün yerinde hayatını kaybeder. Tüm bunlara karşı Batı’da arada bir tenkitler duyulmasına rağmen, savaşın içinde bulunan devletler için Türkiye’nin iç işleri, Lozan Antlaşması’na tamamen aykırı olmakla birlikte, gündemde değildi. İkinci Dünya Savaşı’nın neticesi fiili olarak belli olup, Türkiye’nin müttefiki Almanya yenilgiye doğru giderken, Varlık 50 Rıdvan Akar, Varlık Vergisi, İstanbul, 1992, s. 61. 43 Vergisi Kanunu, Mart 1944’ta kaldırılır. Azınlıklara yönelik olup, özel İslamlaştırma-Türkleştirme planının bir kısmını oluşturan diğer adım, 1942 yılında yöneticilerin girişimi ve desteğiyle başlayan, “Vatandaş Türkçe konuş” kampanyasıydı. Milliyetçi gruplar bu tehditkâr sloganla azınlık mahallelerinden geçerek, korku ve dehşet salmaktaydı. Bu hareketin, görülmemiş eziyetler yaşamış olan insanlar üzerindeki etkisi beklendiği gibiydi. Kamusal alanda ana dilde konuşmak Türklüğe hakaret olarak kabul edilerek, çoğu kez vahim şekillerle sonuçlandığından dolayı, azınlıkların dili giderek kullanımdan çekilir. Türk yöneticiler, Ermenilerin (genel olarak da Hıristiyanların) kimliğinin korunması konusunda kilisenin yüzyıllar boyu yeri doldurulamaz bir rol oynamış olduğunun bilincinde olarak, Ermenileri asimile etme veya ülkeden kovma planlarında Ermeni kiliseleri ve manastırlarının imha edilmesi ile din adamlarının faaliyetlerini her şekilde engellemek konusuna özel ihtimam göstermekteydi. Ermeni kaynaklarını bir kenara bırakıp bir Türk tarihçisinin sözlerini alıntılayalım, “1914 kayıtlarına göre, Osmanlı ülkesinde Ermeni cemaatine ait 2.538 kilise, 451 manastır ve 2 bin okul vardı. Tehcirden sonra Ermeni köy ve şehirlerine yerleştirilen Müslüman ahalinin ilk işi, merkezi ve güzel kiliseleri camiye çevirmek oldu. Gerisi ambar, depo ve tavla olarak kullanıldı. ... 1924 tarihli Lozan Barış Antlaşması’nın (Lozan Antlaşması 24 Temmuz 1923 tarihinde imzalanmıştır-H.A.) 42. Maddesi ‘Türk hükümetinin kiliselerin, sinagogların, mezarlıkların ve diğer dini yapıların tam koruma altına alınmasını garanti eder’ dediği halde, 1974 tarihli UNESCO Raporu’na göre geriye sadece 913 kilise ve manastır kalmıştı. O tarihten sonra bunların 464’ü 44 tamamen yıkıldı. 252’si yıkılmaya terk edildi, 197’si ise ciddi restorasyon gerektiriyor”51. Buna göre, daha 1974 yılında ayakta kalmış olan 913 kilise ve manastırdan günümüzde sadece birkaç on tanesi ayakta kalmış olup, bunların büyük bir kısmı İstanbul’dadır. Türkiye, hem birinci hem de ikinci dünya savaşlarını, tek unsurlu bir ülke yaratmak için kullanmayı becermiştir. Çok sayıda Ermeni, Rum, Süryani ve Yahudi ülkeyi terk eder, kalanların büyük bir kısmı ise İslamlaşır. 1923 durumuyla Hıristiyan Ermenilerin sayısı yaklaşık 400 bindi, bu sayının yarısı, yani yaklaşık 200 bin kişi taşrada, kalan yarısı ise İstanbul’da yaşamaktaydı. Hükümetin sürdürmüş olduğu ve yukarıda son derece kısa değinmiş olduğumuz politika sonucunda, taşra Ermenilerinin sayısı 1940’larda son derece azalmıştı. K. Khanlaryan bu konuyla ilgili şöyle yazmaktadır, “Resmi nüfus sayımı verileri, bu dönemde (1947-H.A.) Türkiye’de yaşayan “resmi” Ermenilerin sayısını, 31,617’si kadın olmak üzere, 57,559 olarak göstermektedir”52. Yazar, sadece taşralı Hıristiyan Ermenilerin sayısını ifade etmektedir. Burada, 31,617 kadın ve 25,942 erkek olmak üzere kadın ve erkeklerin oranı dikkat çekicidir. 3. 1950’ler 6–7 Eylül 1955 olayları haricinde sürgün, seferberlik, vergi politikası gibi sarsıntılar yaşanmaz. Bu olaylar da hükümet 51 Ayşe Hür, Ermeni mallarını kimler aldı?, http://www.taraf.com.tr/aysehur/makale-ermeni-mallarini-kimler-aldi.htm 52 Karen Hranti Khanlaryan, belirtilen çalışma, s. 91. 45 tarafından güruhun plansız faaliyetleri olarak takdim edilmeye çalışılır, fakat devletin özel teşkilatları tarafından düzenlenip genelde Rum ve Ermeni cemaatlerine yönelik olduğu belliydi. Her şey, “İstanbul Ekspres” gazetesinde basılan ve Selanik’teki, Mustafa Kemal’in doğduğu eve bomba atıldığına yönelik kışkırtıcı bir haberle başlar. Kitlesel gösteriler tertipleyen güruh, özel teşkilat mensupları tarafından, ev ve dükkânların önceden işaretlenmiş olduğu Rum ve Ermeni mahallelerine yönlendirilir. Güruh tarafından, iki gün zarfında İstanbul ve İzmir’de Rum, Ermeni ve Yahudilere ait 4.348 dükkân, 110 otel, 27 eczane, 23 okul, 21 fabrika, 70 kilise, 3 mezarlık ve binlerce ev yağmalanır ve imha edilir. 2’si din adamı olmak üzere 16 Rum ve bir Ermeni öldürülür. Çok sayıda kadın ve kıza tecavüz edilir. Türkolog Levon Hovsepyan bir yazısında, bu barbarlıkla ilgili şöyle yazmaktadır, “Özel Harp Dairesi eski generali Sabri Yirmibeşoğlu bir keresinde, 6–7 Eylül 1955 tarihinde İstanbul ve İzmir’de gerçekleştirilen saldırıların teşvik edilmesinin ve Hıristiyanlara karşı faaliyetlerin ÖHD tarafından düzenlenmiş olduğunu ikrar edip, bunu “muhteşem bir operasyon” olarak tanımlamıştır. Milli Emniyet Hizmeti olarak anılan Türk özel teşkilatının bu faaliyetlerin düzenlenmesine katılmış olduklarına dair Türk ve yabancı kaynaklar tarafından kanıtlar ortaya konmaktadır”53. Bu operasyonların altında, Türkiye ve Yunanistan arasında ciddi bir soruna dönüşmüş olan Kıbrıs problemi bulunmaktaydı. A. Kürkçüyan, taşranın aksine, İstanbul’da yaşayan Ermeni ve Rumların asimilasyonunun, beklenen neticeyi vermeyip, 53 Levon Hovsepyan, Turkiya, 1955 Septemberi 6-7, İradadzutyunneri kazmakerpumı, marminnerı yev avanduytı, http://akunq.net/am/?p=33751 46 azınlıkların ekonomide hâlâ ciddi bir faktör olmayı sürdürmekte olduğunu belirterek, “İkinci Dünya Savaşı’nın, İsmet İnönü başkanlığındaki cumhuriyet İttihatçılarına vermiş olduğu, ülkeyi Türkleştirme siyasetini uygulama imkânını, Kıbrıs sorunu da Menderes Türkiye’sine vermiştir”54 diye yazmaktadır. Osmanlı İmparatorluğu ve Türkiye Cumhuriyeti’nin sayısız cürümleri gibi, bu da cezasız kalır. Taner Akçam, Ergenekon ve Balyoz teşkilatlarının yargılamalarıyla ilgili şöyle yazmaktadır, “Sırada, daha adalet bekleyen başka haksızlıklar var! 1990’lı yılların Kürt savaşı sırasında yaşanmış faili meçhuller; 1980 askerî darbe idam ve işkenceleri; 1960 darbesi; 6– 7 Eylül 1955 olayları; 1942 Varlık vergisi; 1938 Dersim soykırımı; 1934 Trakya Yahudi pogromu; 1921 Koçgiri ve 1921–2 Pontus katliamları… Daha geriye gidip Ermeni ve Süryani soykırımını saymıyorum bile!”55. Tüm bunlara rağmen 1950’li yıllar, azınlıklar açısından göreceli olarak dingin bir dönem olarak kabul edilmektedir. Sonunda yönetime gelen, yeni kurulu Demokrat Parti, ülkenin yönetim sistemine bir takım demokrasi unsurları eklemeye çalışır. Kaba kuvvetle sorun çözme metodu, yumuşak güç stratejisiyle yer değiştirir. Ermeniler, yedi yıl patrik seçme imkânından yoksun kaldıktan sonra Bayar’ın cumhurbaşkanı, Menderes’in ise başbakan olduğu dönemde bu imkâna sahip olurlar. Baş episkopos Garegin Khaçaturyan, 1951 yılında patrik seçilir. Ermeni cemaatinin yaşamında bazı olumlu ilerlemeler görülür, “6 ve 7 54 A. Kürkçüyan, A.g.e. Taner Akçam, Adalet Arayışı, http://www.taraf.com.tr/taner-akcam/makaleadalet-arayisi.htm. 55 47 Eylül 1955 tarihlerinde, radikal sağ güçler tarafından teşvik edilen Rum ve Ermeni karşıtı şiddet olaylarını bir yana koysak, İstanbul ve İzmir Ermenilerinin bu dönemde, hasar görmüş cemaat hayatını yeniden yapılandırma açısından göreceli olarak normal şartlarda bulunmuş olduğunu söyleyebiliriz. Bu dönem, Baş episkopos Şınorhk tarafından “gerçek demokrasi” ve “azınlıkların altın çağı” olarak dahi anılmıştır”56. Zamanın basını, cemaat liderleri ve özellikle de patrik Şınorhk’un görüşlerini hesaba katamazlık edemeyiz. Lakin bu yaklaşımları o kadar da kesin olarak kabul etmemeliyiz. Bu durum sadece Eylül olaylarıyla değil, aynı zamanda gerçek istatistiklerle de kanıtlanmaktadır.Özellikle İstanbul Ermenilerinin hayatında bazı olumlu ilerlemelerin gerçekleşmiş olduğunu kabul etmekle birlikte, gerçekleri göz ardı etmek mümkün değildir ve bu, resmi verilere istinaden şu tabloyu arz etmektedir. 1960 nüfus sayımı verilerine göre Batı Ermenistan, Küçük Hayk ve Anadolu’nun diğer kazalarında 53,173 Ermeni yaşamaktaydı57. Yukarıda görüldüğü üzere, bu sayı 1947 yılında 57,559 kişiden müteşekkildi. Bu sayıya mühtedi Ermeniler katılmamıştır. Demek ki bu 13 yıllık demokratik yönetim süresinde bu sayı artış elde etmekten de öteye, 4426 kişi, yani yaklaşık %7,5 azalmıştır. Bu sayılar tabii ki kesin olarak kabul edilmemekle birlikte süreçlerle ilgili genel bir tablo oluşturmak açısından faydalıdır. K. Khanlaryan, Ermenilerin sayılarıyla ilgili tüm verileri, hataları veya farklı verilerin varlığını ayrıntılı olarak inceledikten sonra doğru bir tanımlamada bulunmaktadır, “çelişkilerin bir kısmını 56 Karen Hranti Khanlaryan, belirtilen çalışma, s. 93. Kirakosyan C., Yeritturkerı patmutyan datastani arac, II. cilt, Yerevan, 1983, s.445. 57 48 tabii ki “resmi” ve “gizli” Ermenilerin betimlenmesine bağlamak gerekmektedir”58. Rakamlarda haliyle hem yaklaşık veriler, hem de hatalar mümkündür, lakin bundan dolayı süreçlerin eğilimleri ve amaçları değişmemektedir. Türkiye nüfus sayımı rakamları bu açıdan önemli veriler sunmaktadır. Arsen Avagyan ve Ruben Melkonyan, “İstanbul Ermeni cemaatinin günümüzdeki durumu” kitabında, 1927-1965 yıllarında gerçekleştirilen nüfus sayımları verilerinin, insanların hangi dili kullandıkları konusunda da veriler sunduğunu belirtmekte, Ermenice konuşanların nüfus sayımı neticesindeki resmi sayıları sunmaktadır (veriler, Türk yazar Y. Koçoğlu’nun, Azınlık Gençleri Anlatıyor, İstanbul, 2004, çalışmasından alıntılanmıştır59). Bu rakamlar, öncelikle, yukarıda belirtilenleri kanıtlayarak, Ermenilerin asimile olma hızını gösterdiği, ikinci olarak da, benzer verilerin artık Türkiye’de yayınlanmadığı açısından ilginçtir. İlk tabloda, ana dilini kullananların sayısı üzerinden, Ermenilerin sayısındaki düşüş gösterilmektedir. Nüfus sayımı tarihi 1927 1935 1945 1950 1955 1960 1965 58 59 Ana dil 67.754 57.599 47.728 52.776 56.235 52.756 33.094 Tablo 1 Türkiye’nin genel nüfusu 13.629.488 16.157.450 18.790.174 20.947.188 24.064.763 27.754.820 31.391.421 Karen Hranti Khanlaryan, belirtilen çalışma, s. 93. Arsen Avagyan, Ruben Melkonyan, Stambuli hay hamaynki ardi viçakı, Yerevan, 2009, s.6-7. 49 İkinci tablo vilayetlere göre hazırlanmıştır. Vilayet Yozgat Sivas Diyarbakır Erzurum Kayseri Malatya İstanbul Genel 1927 1801 4122 995 14 435 2625 45255 67754 1935 889 2094 582 37 845 1614 39831 57599 Tablo 2 1965 118 117 132 13 9 148 29479 33094 Bu noktada tabii olarak şu soru ortaya çıkmaktadır, çok daha kötü durumlarda insanlar yaşadıkları yerleri terk etmeyip, neden göreceli olarak daha iyi zamanlarda uzaklaşmaktaydı? Söz, tüm devletlerde görülen, nüfusun tabii yer değiştirmesiyle ilgili değildir. İslam unsurun sayısında artış ve diğer Hıristiyan halkların sayısında azalma görüldüğünden dolayı, en azından iki durumla karşı karşıya olduğumuz belli olmaktadır. Bunlardan biri İslamlaştırma, diğeri ise dış göçtür. Ermenilerin durumunda ikisini de görmekteyiz. Daha doğrusu, dış göç, farklı baskılar ve özellikle de zorunlu din değiştirmeyle ilgilidir. Zamanın Ermeni basını (“Nor Marmara”, “Jamanak”, “Alik”, “Hayrenik” dergisi vs.), Küçük Hayk ve özellikle de Güneybatı Ermenistan’ın bazı yerleşim yerlerindeki Ermeni kiliselerinin faaliyetlerindeki hareketlenmeyle ilgili ilginç haberler sunmaktaydı, fakat aynı durum, Ermenistan’ın, ABD başkanı W. Wilson tarafından 1920 yılında yayınlanan hakem kararı ile tespit edilmiş ve Ermenistan sınırları içinde kalan Batı Ermenistan 50 bölgelerinde gözlemlemek mümkün değildir60. Dahası, İslamlaştırma süreci bu bölgelerde yeni bir ivme kazanmaktadır61. Sason Kazası, bu bölgenin güney sınırında bulunmaktadır. Manevi ve fiziki açıdan güçlü mukavemet potansiyeli, yıkılmaz azmi ve kahramanlıklar dolu tarihiyle tanınan Sasonlular, 1950’lerin başında yeni baskı ve şiddet olaylarına maruz kalır. Türkolog Ruben Melkonyan’ın çok yerinde belirtmiş olduğu gibi, en ağır darbelere maruz kalmış olmakla birlikte kimliğini korumuş olan, “… Hıristiyan Sasonlu gruplarına karşı daha 1950’lerde”62, demokrat olarak kabul edilen hükümet tarafından, bu insanları nihai olarak İslamlaştırmak amacıyla güçlü baskılar gerçekleştirilir. Sason’un İslamlaştırılması için en trajik ve maalesef son dönem başlar, “1950’lerin sonunda, farklı devlet kuruluşları tarafından Ermenilere yapılan İslam’a geçme çağrıtalebi, Sasonluların bir kısmı tarafından tepkiyle karşılanır ve zorunlu ihtida talepleri reddedilir. Lakin baskılar şiddetlenir ve silahlı kuvvetler de buna dâhil olur. Tüm bunların neticesinde Hıristiyan Ermenilerin bir kısmı dış görünüş itibarıyla boyun eğip, İslam’a geçer. Türk devleti, baskı metotlarına paralel olarak, farklı yöntemlere de başvurur ve din adamından yoksun Ermeni köylerini Müslüman imamlar ve şeyhler sık-sık ziyaret ederek, düğün ve cenaze gibi dini törenlerinin yerine getirilmesi amacıyla 60 Karen Hranti Khanlaryan, belirtilen çalışma, s.100. 2 No.lu tabloda görülen Erzurum Ermenilerinin sayısı, Wilson’un tahkim kararıyla çizilmiş olan sınırlar dahilinde, 1915-1923 yıllarında Ermenilerin tehciri ve imhası ile daha sonra bu bölgelerde aynı siyasetin sürdürülmüş olmasının diğer bölgelere nazaran daha mühim olduğu düşüncesini kanıtlamaktadır. 62 Ruben Melkonyan, İslamatsads Hayeri Khındirneri Şurc, Yerevan, 2009, s.14. 61 51 gönüllü olarak İslam’a geçmeleri konusunda halka telkinlerde bulunur. Dini önderden yoksun Ermeniler bu yola başvurmaya mecbur olduklarından dolayı, bu metot da başarıya ulaşır. Dikkat çekici bir husus ise, mülakatta bulunduğumuz kişilerin belirttiğine göre, soydaşlarının ihtidasını hoş karşılamayan çevre Ermenilerin, mühtedileri alenen tenkit etmiş olmasıdır. Bu durum bazen, İslamlaşmanın durmasına veya yavaşlamasına vardırır. Farklı kaynakların belirttiğine göre, bu bölgelerde Ermenilerin İslamlaşması olayları, daha ileri yıllarda, örneğin 1980’lerde de görülür. Süregelen baskılar, hayatta kalmış Sason Ermenilerinden bir kısmını İstanbul’a göçe zorlamış, bir kısmı ise Türk devleti ve oluşan durum tarafından kendisine empoze edilen dini kabul etmiş, bir diğer kısmı ise gizli Hıristiyan’a dönüşmüştür”63. Görüldüğü gibi, demokratların yönetimi döneminde de Ermenilerin İslamlaştırılması süreci farklı şekiller ve farklı yöntemlerle devam etmiştir. 4. 1960-1980 yılları 1960-1980’lerdeki olaylar (1960, 1971 ve 1980 askeri darbeleri), Türkiye’nin böyle bir yarım-yamalak demokrasiye dahi hazır olmadığını gösterir. 1960 yılında, General Gürsel yönetiminde gerçekleştirilen askeri darbe, Türkiye’ye yeniden diktatörlük sistemini getirir. Beklenen reformlar açısından azınlıklar ile Türk toplumunun bazı çevreleri tarafından beslenen ümitler boşa çıkar. Burada, taşralı Ermenilerin sayısının, zamanın Ermeni patriği Şınorhk Kalustyan’ın verilerine göre, on yıl 63 A.g.e., s.14-15. 52 zarfında (1960-1970) yarı yarıya azaldığını vurgulamak isteriz. “Türkiye’nin iç bölgelerinde yaşayan Ermenilerin genel sayısı yaklaşık 25 bindir. Gerçi bunlar Ermenice konuşmamakta ve eğitim kurumlarına dahi sahip değiller, fakat kendilerini Ermeni olarak hissetmekte ve dinlerine, isimlerine ve ananelerine sadık kalmışlardır”64. Burada Hıristiyan Ermenilerin kast edildiği barizdir (1960 nüfus sayımının resmi verilerine göre 53.173 kişi sayılmış olduğunu vurgulamak isteriz). 5. Günümüzdeki durum Aynı çalışma stilinin, benzer neticelerle sürekli tekrarlanmış olduğundan dolayı, diğer (1971 ve 1980) askeri darbeler sonrasındaki Ermenilerin sayısına değinmeden, azınlıkların sayısal tablosunu arz eden bir belgeye, ABD dışişleri bakanlığı tarafından, dünyada dini özgürlükler konusundaki rapora bir başvuralım. 2013 yılıyla ilgili bu yıllık rapor, dışişleri bakanı John Kerry tarafından dışişleri bakanlığında takdim edilmiştir. Türkiye’yi ilgilendiren kısımdan bir bölümü burada aktarmak istiyoruz, “Çoğunlukla İstanbul ve diğer büyük şehirlerde yoğunlaşan diğer dini gruplar ise nüfusun %1’inden azını oluşturmaktadır. Kesin rakamlar mevcut olmamakla beraber, bu gruplar tahmini olarak 500,000 Şii Caferi Müslüman; 90,000 Ermeni Ortodoks Hristiyan (bu grubun 60,000’inin Türkiye vatandaşı, geri kalan 30,000’inin ise Ermenistan’dan gelen kayıt dışı göçmenlerden oluştuğu tahmin edilmektedir); 25,000 Katolik Hristiyan (bunların çoğunu Afrika ve Filipinler’den gelen 64 “Alik” Gazetesi, 10 Kasım 1970. 53 göçmenler oluşturmaktadır); 21,000 Musevi; 20,000 Süryani Ortodoks Hristiyan; (çoğunluğunu Rusya’dan gelip ikamet izni alan göçmenlerin oluşturduğu) 15,000 Rus Ortodoks Hristiyan; 10,000 Bahai; 5,000 Yezidi; 5,000 Yehova Şahidi; diğer Protestan mezheplerin 7,000 mensubu; 3,000 Iraklı Keldani Hristiyan; 2,500 kadar da Rum Ortodoks Hristiyandan oluşmaktadır. Ayrıca kesin rakam bilinmemekle beraber, bu yüzde içerisinde Bulgar Ortodoks, Nesturi, Gürcü Ortodoks, Süryani Katolik, Ermeni Katolik ve Maruni Hristiyanlar da bulunmaktadır65”. Bu raporda sunulan veriler, Türkiye Ermeni Patrikliği genel vekili, baş episkopos Aram Ateşyan tarafından sunulmuş olanlardan pek farklı değildir. Patrik vekilinin verilerine göre Türkiye’de 70 bin Ermeni Hıristiyan vardır, “bunlardan 66-67 bini İstanbul’da yaşamaktadır. Taşralı Ermenilerin sayısı 3.000’i geçmemektedir. 500’ün üzerinde Ermeni Ankara’da yaşamaktadır. Sivas’ta 70 kişi var. Harput’ta yaklaşık 20 aile var. Malatya’da yaklaşık 50 Ermeni yaşıyor. 3 kilisemizin bulunduğu İskenderun’da yaklaşık 300 kişi yaşamaktadır”66. Bu da günümüz tablosunu yansıtmaktadır. Kalan Ermeniler ya İslamlaşmış, ya da göç etmiştir. 65 66 “Birgün”, http://www.kent34.com.tr/turkiyede-1-milyon-ateist-var/12433/ “Akunq” web sayfasının, Türkiye Ermenileri patrik genel vekili, Aram baş episkopos Ateşyan’la yaptığı mülakat, http://asbarez.com/arm/93261/ 54 ÇÜNCÜ BÖLÜM Mühtedi Ermeni grupları ve yerleşim yerleri 1. İslamlaşmış Ermeni grupları Türkiye’de yaşayan mühtedi Ermeniler, dini özelliklerine göre iki gruba ayrılmaktadır, Sünni İslamlar ve Aleviler, bu sonuncuların sayısı diğerlerine göre daha azdır. Kendilerini ifade ettikleri milli özellikler açısından ise tablo daha renklidir: Kürtler, Türkler, Zazalar, kısmen Araplar, Süryaniler vs. Yaklaşık üç asır süresinde İslamlaşmış olan Hemşinliler ayrı ve büyük bir grup teşkil etmektedir. Bunlar kendilerini Hemşinli veya Hemşil olarak ifade etmekte olup diğer halklar tarafından da bu şekilde anılmaktadır. Lazlarla aynı bölgede yaşayan Hemşinliler arasında, Ermeni-Laz olarak anılan ayrı bir grup da oluşmuştur (Hemşinliler konusu bazı özelliklere sahip olduğundan dolayı onlara ayrıca değineceğiz). Ermeni kimliği özelliklerine göre, mühtedi Ermeniler kendi içlerinde iki temel gruba ayrılmaktadır. a. İlk gruptaki Ermeniler, Müslüman olarak, Kürtler veya 55 Türkler arasında yaşamaktadır. Bunların büyük bir kısmı, Müslüman ailelerde yetişmiş üvey evlatların nesilleri olup, Ermeni kimlikleri hakkında bilgi sahibi olsalar da, bu kimliğe dönme konusunda pek istekli değildir. Bu kişiler bulundukları durumu kabullenmiş ve hayatlarını zorlaştırmak istememektedir. b. İkinci grup gizli veya kripto Ermenilerden oluşmaktadır. Bunlar milli aidiyetlerinin bilincinde olup, gizli olarak nesillerine aktarmakta, bazı milli Ermeni anane, gelenek ve kültürel unsurları ailede sürdürmekte, genelde de yabancılarla evliliklerden kaçınmakta, yani kendileri gibi kriptolarla evlenmektedir. R. Melkonyan’ın belirtmiş olduğu gibi, iç evlilik kurumu, kripto Ermeniler arasında, uzaktan da olsa birbirlerini tanıyabildikleri, belli bir ağın varlığına işaret etmektedir. “…Birbirlerinden hayli uzakta bulunan köylerin sakinlerinin evliliği, bu düşünceyi doğrular niteliktedir”67. Bu kişiler, olumlu şartlar altında vaftiz olup, Ermeni kimliğine dönmektedir. Bunların sayısı şimdilik büyük değildir ve bunun başlıca sebebi, asırlar boyu Türk milli siyasetinin sonuçlarını kendi derilerinde hissedip, tahmin edilemez eziyetlerden geçip, soykırıma uğramalarıdır. Bunların büyük bir kısmı, haliyle Türkiye yöneticilerine güvenmeyip, kimliği hakkında açıkça konuşmamaktadır. 2013 yılında gerçekleşen bir röportaj esnasında Türkiye Ermenileri patriği genel vekili baş episkopos Aram Ateşyan, İslamlaşmış olan akrabalarıyla ilgili, Ermeni olduklarını 67 Ruben Melkonyan, İslamatsvads hayeri khındirneri şurc, Yerevan, 2009, s.36. 56 bildiklerini belirtmiş, “Ama Hıristiyanlığa dönmüyorlar çünkü dönerlerse devlet dairesinde çalışıyorlarsa işten atılacaklar. Komşusu rahatsız edebilir. Bunlar yaşanıyor, benim ailem orada halen Müslüman olarak yaşıyor, Diyarbakır Silvan’da benim ablamın çocukları var. Bazıları köklerine döndüler. Bunlar 1950'li yıllarda baskıyla Müslümanlaştırıldılar. Enişteme eğer Müslüman olmazsan öldüreceğiz seni diyerek Müslüman yaptılar. Ben 1954 doğumluyum ben 4-5 yaşındayken ablam Müslüman olmuştu”68. Başka zorluklar da vardır, öncelikle ilgili resmi kurumlara başvurup, arşiv belgeleriyle Ermeni kökenini kanıtlamak, mahkeme yoluyla onaylatmak gerekir, bu ise 6 ay kadar sürmektedir, ardından patrikhane tarafından düzenlenen kurslara katılıp, bundan sonra nüfus dairesine başvurup, söz konusu kişinin Hıristiyan olduğunu nüfus kâğıdına işletmek gerekir. Bu insanların taşrada yaşadıkları, hukuk bilgileri kıt, orta halli insanlar olduğu ve bir yıl boyunca bürokratik çekişmelerle uğraşacak veya İstanbul’da kurslara katılacak durumda olmadıklarını hesaba kattığımızda, var olan tablo karşımıza çıkmaktadır. Ermeni kadınlardan doğanların nesilleri (torunlar) ayrı bir grup oluşturmakta olup, ilgili bölümde bunlara değindik. Türkiye’de bu konu gündeme gelir gelmez geniş bir tartışma başlar ve bunun öncüsü olmakla birlikte devlet, sanki bir tarafa çekilip, meydanı Türk Tarih Kurumu eski başkanı (günümüzde milletvekili), tarih doktoru, Profesör Yusuf Hallaçoğlu’na, tarihçilere, siyasetçilere, kamusal ve siyasi kuruluşlara ve basına bırakır. 68 http://haber.stargazete.com/guncel/tuncelinin-yuzde-90-ermeni-iddiasi/haber749164 57 İlk dönemde bu konu hayli sert tartışmalara sahne olur, özellikle de Hrant Dink’in katledilmesinden sonra. Bu tartışmaları takip eden Türkolog Meline Anumyan’a göre, “Bu gibi Ermenilerle ilgili Türk basınında genel olarak menfi ve müspet olarak iki tür yaklaşımın göze çarptığını şimdilik söyleyebiliriz. İslamlaşmış ve özellikle de kripto Ermeniler Türkiye’nin bütünlüğüne karşı bir tehlike olarak algılandığında menfi, bu insanların ruh halleri Türk basınında yer bulduğunda ise Türk basını sütunlarında müspet olarak verilmektedir”69. Anumyan, cebren İslamlaştırılmış Ermenilere yönelik gerçekten de olumlu yaklaşım sergileyen birkaç makale belirterek, özellikle “Yeni Aktüel” dergisinin 6 Eylül 2007 sayısında yayınlanan, “Anneannesi, Babaannesi, Dedesi Ermeni Olanlar Geçmişiyle Yüzleşiyor. Müslüman Ermeniler Anlatıyor”70 başlıklı uzun soluklu bir makaleyi belirtmektedir. Bu makalede, özellikle “Toplumsal Tarih” dergisinin eski redaktörü, “Birzamanlar” yayınevi müdürü Osman Köker, Halaçoğlu’nun iddiasının aksine İslamlaşmanın Ermenileri imha edilmekten kurtarmadığını belirtmektedir, “Ermenilerin "Biz Alevi Kürdüz" diyerek kurtulması mümkün değil. Kocaları ya da babaları öldüğü ya da önceden sevk edildiği için sahipsiz kalan kadın ve çocukların Müslümanlaştırılması da, bir istisna değil, o zamanki devlet politikası”71. Bu tartışmalarda, sıklıkla olmasa da hayli serinkanlı, 69 Meline Anumyan, Dsıptyal yev islamatsads hayeri hartsi ardsardsumı jamanakakits turkakan mamulum, Soykırım Bilimi Dergisi, Ermeni Soykırımı Müze-Enstitüsü, yıl 2, No 1, Yerevan, 2014, s.151. 70 http://www.yeniaktuel.com.tr/tur103,116@2100.html 71 Meline Anumyan, aynı yerde, s.148. 58 duygusallık ve özellikle de ucuz milli propagandadan uzak, gerçek tarafsız bilimsel yaklaşımlar da yer bulmaktadır. Örneğin, Çanakkale Onsekiz Mart Üniversitesi genç rektörü Sedat Laçiner’in, daha 2005 yılında belirtmiş olduğu görüşü gibi, “Daha önemlisi gerçek kimliklerini bilsinler ya da bilmesinler Ermeni ve Rum dönmeler Türkiye’nin ve Türklüğün yeniden inşasında da önemli bir rol oynadılar. Dönmeleri tanımadan, onların geçirdiği süreci anlamadan Türkiye tarihini yazmak ve anlamak gerçekten imkânsızdır. Ayrıca, Türk iç politikasında da dönmelerin rolü özel bir araştırmayı hak eder”72. Lakin Ermenilerle ilgili konularda her zaman olduğu gibi, bu konuda da Türkiye kamuoyunun fikri, düşmanlığa varan Ermeni karşıtı propaganda üzerinde şekillenir. Öncelikle, İslamlaşmış Ermeniler iki temel gruba ayrılır. Konuyla ilgilenenlere göre, ilk gruba ait olanlar, görünüşe göre, asimile olmuş veya olmakta olan Ermenilerdir. Bunların içinde köklerine dönmekte olanların da bulunmuş olduğu mümkün olmakla birlikte, bunların büyük bir sayı oluşturmadıkları tahmin edilmektedir. Türkiye için temel sorun olarak kabul edilen ve ikinci grubu teşkil eden kripto Ermeniler de içlerinde iki gruba ayrılmaktadır. İlk gruptaki Ermeniler, Ermeni kökenlerinin bilincinde olmakla birlikte, Türk veya Kürt olarak kendilerini tanımlamaktadır. Bu kesim, bir taraftan Kürt ulusal bilincini taşıyan PKK ile bunun siyasi kanadının ön saflarında yer almakta, diğer yandan ise Türk vatansever, hatta milliyetçi benliğiyle, Ergenekon gibi en radikal Pantürkist saflarda yer bulmaktadır. 72 Sedat Laçiner, Ermeni Dönmeler, http://www.usakgundem.com/yazar/110/ermeni-donmeler.html 59 Yusuf Hallaçoğlu, PKK’nın aslında Ermenilerden oluştuğu konusundaki görüşünü birçok kere yazmış veya farklı bilimsel konferanslarda dile getirmiştir. Konya’da düzenlenen konferanslardan birindeki konuşmasından bir bölüm ilginçtir, “Bütün Anadolu, Doğu ve Güneydoğu Anadolu Kürt'müş gibi havaya girildi. Acaba Türkiye'de ne kadar Kürt var, biliniyor mu? İsterseniz Kürt olmayan PKK'dan başlayayım. PKK yüzde 80 itibariyle Ermeni”73. Ermenilerin, PKK ile olan işbirliği fikri, anlaşılan nedenlerden dolayı çok yeni olup, Türkiye’de çok sayıda taraftara sahiptir. Bu fikir, üst düzey memurlar tarafından dile getirilerek, daha da inandırıcı kılınmaktadır. Başbakan yardımcısı Cemil Çiçek, Ağustos 2010’da yaptığı açıklamasında “...Ermeni terörü ile PKK terörü arasında yakın işbirliği var, bunlar kan kardeşidir. O devreden çekildi, işi bu tarafa verdiler. Zaten, özür dilerim, bir kısım teröristlerin sünnetsiz oluşu, size çok şeyi ifade ediyor demektir. Yani bu, bir rivayet falan değil, biz kimin ne olduğunu iyi biliyoruz”74, demektedir. Devletin propaganda mekanizması bu şekilde iki sorunu çözmüş olmaktadır, öncelikle Kürt kurtuluş mücadelesini bir Ermeni ihaneti olarak gösterip, gözden düşürmekte, ikinci olarak ise toplum içinde Ermeni karşıtı yaklaşım ve düşmanlığı körükleyerek, milli benlik uyanışı içinde bulunan mühtedi Ermenilere korku salmaktadır. Lakin kripto Ermenilerin, sivil ve askeri bürokrasi içinde, özellikle de bürokrasinin kilit noktalarında daha etkili oldukları tahmin edilmektedir. 73 74 http://www.haber3.com/pkknin-yuzde-80i-ermeni–563161h.htm http://www. radikal.com.tr, 21.08.2010. 60 Türk araştırmacıların kanısına göre bu grup, kendisini deşifre etmeye meyilli olmayıp, gücünü, gizli olmaktan almakta, devlet sisteminde, Kürt işçi partisinde, milliyetçiler arasında mevzilenmiş kripto Ermeniler Türk devletini ve toplumunu içeriden daha rahat bir şekilde bölüp, zayıf düşürebilecektir. Bu grup, açık bir siyaset uygulaması halinde, uzun yıllar boyunca gerçekleştirmiş oldukları çalışmanın sonucunda elde etmiş oldukları mevzileri kaybetmekten korkmaktadır. Türk basınında öne sürülen görüş, bu kişilerin, kripto durumda kalmanın çok daha etkili ve verimli olup, amaçlarına ulaşıp, Türklerden intikam alma konusunda çok daha uygun olduğuna inandıkları yönündedir. Bu konularla ilgilenen tanınmış tarihçi, Profesör Cöhçe’ye göre Ermeniler bilinçli olarak kökleri konusunda uyarılacak ve onlar da Türkiye’ye yönelik toprak talepleriyle ortaya çıkacaktır. Bu gruba ait kişilerin Türkiye dâhilinde terör amacıyla kullanılacağına emindir75. İkinci grup ise, Türk yazarlara göre Ermeni diasporasından destek görüp, deşifre olma taraftarıdır. Bu grupla ilgili Türk basınında şekillenen görüş, bu grubun, Ermenilerin asimilasyonunu durdurmak için, Ermeni kökenli Türk vatandaşlarını köklerine geri döndürmek olduğunu düşündüğü yönündedir. Bu niyetle de kültürel, antropolojik araştırmalar adı altında etnik kökenle ilgilenen çok sayıda sivil toplum kuruluşlarının dolaşımda olduğu, Amerikan ve Avrupalı araştırmacı, gazeteci, turist veya farklı isimler altında Ermeni vatandaşların yerleşim yerlerine seyahatler gerçekleştirip, bu 75 http://www.milligazete.com 28.12.2005 61 kişileri Ermeni kimliğine geri döndürmeye çalışılmaktadır. Ermeni kültürünü canlandırmak açısından, devlet sistemine yerleşmiş olan kripto Ermeniler ciddi bir şekilde destek vermektedir. AB üyeliği sürecinin başlamasıyla birlikte, bu iki grup arasında ciddi bir mücadelenin başlamış olması dikkate şayandır. İfşa olma arzusunda olan kripto Ermenilerin tersine, diğer grup, yıllar boyu büyük çabalarla elde etmiş olduğu deneyim ve mevzilerini tehlikeye atmak istememektedir. İfşa olma taraftarları, diğer grubun gerçekleştirmiş olduğu faaliyetlerle karşılaştırıldığında, ülkeye daha az zarar verebileceğinden dolayı, devlet sisteminde mevzilenmiş olanlara karşın daha zararsız ve temkinli olarak kabul edilmektedir. Ergenekon teşkilatının dava süreci, bu propaganda hazırlıklarının tamamen planlı bir siyaset ürünü olduğunu kanıtlamıştır. Dava süreci, kripto Ermenilerle ilgili “ortaya çıkardığı” ve basına takdim ettiği “kanıtlar” Türk milliyetçiler için dahi bir sürpriz niteliğinde olup, Ergenekon’un, general Veli Küçük haricindeki çok sayıda yöneticisinden başlayarak, birçok generalin onun sözüne göre hareket ettiği Levent Göktaş, Milliyetçi Hareket Partisi (Bozkurtlar) başkanı Devlet Bahçeli, aynı partinin meclisteki milletvekillerinden Mehmet Şandır, Mehmet Eymür, Demokratik Toplum Partisi genel başkanı Ahmet Türk, yaklaşık 20-22 üniversite rektörü, dekanlar vd. de Ermeni olduğu “anlaşılır”76. 76 www.hyetert.com/haber3.asp?Id=31202&DilId=1 FHA- Fırat Haber Ajansı www.firatnews.com 15.03.2009 http://www.odatv.com/n.php?n=hrant-dinkle-veli-kucuk-akraba-mi-0405121200 http://www.milligazete.com.tr/index.php?action=show&type=writersnews&id= 62 Ergenekon davası sanıklarından Özel Harp Dairesi başkanının eski yardımcısı İbrahim Şahin’in yazılarında, Orta ve Güneydoğu Anadolu bölgelerindeki nüfusun sözde Ermenilerden teşekkül ettiğinin yer aldığı ortaya çıkartılmıştır. Şahin’e göre, PKK Kürt asıllı kişilerden oluşan bir örgüt değil, Ermeni örgütüdür77. Küçük’ün de aynı görüşte olması ilginçtir. Ona göre, PKK, Kürt örgütü değil ve Ortadoğu Sorunu da bir Kürt sorunu değil, bir Ermeni sorunudur78. Doğu Perinçek ve tanınmış Pantürkist Veli Küçük ile diğerlerinin “Ermeni kökenli olmasının” ifşa edilmesi, Ermeni komplosuyla suçlanmaları veya PKK ve Ergenekon ile Türk yöneticiler arasında bağ görmek, Ermeniler arasında bölünme yaratmanın haricinde birkaç amaca daha hizmet etmektedir, bunlardan en önemlileri aşağıda sunulmaktadır. a. Öncelikle Kürt hareketi ile Türk “derin devleti” arasındaki gizli işbirliği konusundaki tahmini gerçekler ortaya atılmaktadır. b. İkincisi, bu yoldan milliyetçi güçler ile Ergenekon’u himaye eden ordu komutanlığının prestiji zan altına alınmaktadır. c. Üçüncüsü, Kürtler arasında PKK’ya yönelik güvensizlik aşılanmaktadır. 17302, http://www.alternatifforum.org/archives.php/t%C3%9Crkle%C5%9Eenve-k%C3%9Crtle%C5%9Een-ermen%C4%B0ler/6084 Zaman gazetesi, 20.07. 2009: http://www.aktifhaber.com/author_article_detail.php?id=4596 Ruben Melkonyan http://www.noravank.am/upload/pdf/1_globus_National.pdf 77 www.hyetert.com/haber3.asp?Id=31202&DilId=1 78 A.g.e. 63 d. Dördüncüsü, Türkiye’de yaşayan Ermeniler (ve diğer azınlıklar), Kürt hareketini, dış ve iç güçlerin desteğiyle “Doğu Anadolu’da” (Batı Ermenistan) bir Ermeni devleti kurmak amacıyla ülkede belirsizlik ortamı yaratan güvenilmez veya düşman unsurlar olarak ilan edilmektedir. 2. Yaşam bölgeleri Mühtedi Ermeniler gibi, Türkiye’de yaşayan diğer etnik-dini grupların sayısı ve yerleşim bölgeleri hakkında tam bir tablo oluşturmak, anlaşılır sebeplerden dolayı hayli zordur. Bu karmaşık konuyu yıllarca incelemiş olan K. Khanlaryan, “Türkiye’nin etnikdini tablosu karmaşık bir mozaiği anımsatmaktadır. Resmi iddialar ve takdim edilen istatistikî bilgilere karşın, günümüz Türkiye’sinde yaşayan 50’nin üzerinde etnik-dini grup79, aşağıdaki tablolarda derlenmiştir”80. Tablo 3 Alt grubu Etnik grup Dini Mezhebi 1 Abdal İslam Sünni 2 Azerbaycanlı İslam Şii 3 Ara İslam Sünni 4 Arap İslam Şii Alevi 5 Arap Hıristiyan Ortodoks Melçit 6 Süryani Hıristiyan Ortodoks Keldani 79 Oehing O., HumanRights in Turkey, Secularism, Religious Freedom,2002, missio order no 600 15, p. 2. 80 Karen Hranti Khnlaryan, belirtilen çalışma, s.23-24. 64 7 Süryani Hıristiyan Ortodoks Celo 8 Süryani Hıristiyan Ortodoks Siriak 9 Boşnak İslam Sünni Hanefi 10 Çingene İslam - - 11 Dağıstanlı İslam Sünni Hanefi 12 Dağıstanlı İslam Sünni Şafii 13 Zaza İslam Sünni Şafii 14 Zaza İslam Şii Alevi 15 Tahtacı İslam Sünni - 16 TatarÖzbe İslam Sünni Hanefi 17 Tatar-Kırım İslam Sünni Hanefi 18 Tatar-Noğay İslam Sünni Hanefi 20 Türk İslam Sünni - 21 Türk İslam Sünni - 22 Türk İslam Sünni Yürük 23 Türkmen İslam Sünni - 24 Türkmen İslam Şii Alevi 25 Laz İslam Sünni Hanefi 26 Karapapak İslam Sünni - 27 Karaçay İslam Sünni Hanefi 28 Kırgız İslam Sünni Hanefi 29 Ermeni Hıristiyan Ortodoks - 30 Ermeni Hıristiyan Katolik - 31 Ermeni Hıristiyan Protestan - 32 Hemşinli İslam Sünni - 33 Yahudi Musevi - - 34 Kazak İslam Sünni Hanefi 35 Rum Hıristiyan Ortodoks - 36 Rum Hıristiyan Katolik - 37 Rum Hıristiyan Protestan - 38 Rum Pontoslu İslam Sünni - 65 39 Özbek İslam Sünni Hanefi 40 Çerkez İslam Sünni Hanefi 41 Sırp Hıristiyan Ortodoks - 42 Sudanlı İslam Şii Alevi 43 Gürcü İslam Sünni Hanefi 44 Gürcü Hıristiyan Ortodoks - 45 Ügurs İslam Sünni Hanefi 46 Kürt İslam Sünni Hanefi 47 Kürt İslam Sünni Şafii 48 Kürt İslam Şii Alevi 49 Kürt Yezidi - - 50 Oset İslam Sünni - Görüldüğü gibi, etnik-dini açıdan Türkiye, hem ülke içinde, hem de büyük oranda uluslar arası topluma göstermek istediği şekilde, tek unsurlu olmaktan çok uzaktır. Bu listede, hayli büyük bir sayı teşkil eden Rum, Yahudi, Süryani ve diğer mühtedi grupları yer almamıştır. Bazı verilere göre sadece Pontos’taki İslamlaşmış Rumların sayısı 300 bini geçmektedir (mühtedi Ermenilerin sayısıyla ilgili, sıradaki başlıkta konuşacağız). Prestijli uluslar arası kuruluşlar tarafından son yıllarda gerçekleştirilen kamuoyu yoklamaları verilerine göre Türkiye nüfusunun %55’i kendisini Türk olarak kabul etmemektedir. Milyonlara varan bu kitle, haliyle dil açısından da tek unsurlu değildir. Türkiye’de yaşayan halklar 36 dil konuşmaktadır81. Bu etnik-dini ve dil hengâmesinde mühtedi Ermeniler Kürt, Türk, Arap Zaza, Süryani, Laz vb. değişik kimliklerle kendilerini ifade etmekte, Batı Ermenistan, Küçük Hayk, Pontos ve Kilikya 81 www.ethnologue.com 66 başta olmak üzere, Türkiye Cumhuriyeti’nin farklı bölgelerinde ikamet etmektedir. Türk tarihçi Salih Cöhce, yarı resmi “Aksiyon” dergisinde yayınlanan makalesinde, Türkiye’nin bazı şehirlerinde yaşayan kripto Ermenilerin sayısı, demografik dağılımı ve “resmi” statüleriyle ilgili82 bazı bilgiler sunmaktadır. Dergide, Ermenilerle ilgili olarak İslamlaşmış terimine karşılık, “kripto” terimini tercih etmiş olduğu ilginçtir. Şehir Diyarbakır Malatya Kayseri Elazığ (Harput) Van Tunceli (Dersim) Şanlıurfa Siirt Hatay (Aleksandret) Bitlis Erzurum Erzincan Sivas Mardin Kahramanmaraş Adıyaman Adana Kripto Ermenilerinin sayısı 1000 aile 3655 aile 5000 aile 1000 aile 4000 aile 2000 aile 3500 aile 1200 aile 1100 aile 200 aile 3000 aile 1300 aile 2000 aile 1500 aile 3000 aile 1600 aile 2000 aile 82 Tablo 4 “resmi” statüleri Kürt, Süryani, Alevi Kürt-Alevi Türk Türk, Alevi Kürt Kürt-Alevi Kürt, Arap Arap, Kürt Arap Kürt Kürt, Alevi, Türk Alevi, Kürt Kürt, Alevi Arap Kürt, Alevi Kürt Kürt, Arap, Alevi Söylemez H., Türkiye'de Araplaşan binlerce Ermeni de var, http://www.aksiyon.com.tr/detaylar.do?load=detay&link=17376 67 Listede, esas itibarıyla Batı Ermenistan ve kısmen de Kilikya’nın büyük şehirlerinden 17’si ele alınmaktadır ve haliyle, kripto Ermenilerin tüm sayısı yansıtılmamaktadır83. İslamlaşmış Ermenilerin haricinde, bazı verilere göre 3.000 kripto Ermeni’nin yaşadığı Muş84, Doğu Karadeniz’in kıyı bölgelerindeki 9.200 aile, Kilikya’nın Mersin ve Tarsus şehirlerindeki 1.200 aile vs. dahi listede belirtilmemiştir. Lakin bu son derece minimize edilen sayılar dahi ortalama bir istatistik açısından ilginçtir. Konunun diğer ve belki de daha önemli yanı ise psikolojik faktördür. Mühtedi Ermeniler genelde örtük bir şekilde yaşar ve kripto olmanın asıl unsuru budur. Bu açıdan, bazı tabuların kırıldığı düşünülen günümüzde dahi onlarla ilgili veriler kolay ele geçirilememektedir. Türkiye Ermenileri patrik genel vekili baş episkopos Aram Ateşyan, oluşan durumu şu şekilde ifade etmektedir, “Türkiye hakkında konuşurken Doğu ve Batı kısımlarını birbirinden ayrı tutmamız gerekir. Batı kısmının halkı diğerine nazaran daha gelişmiştir. İstanbul, Ankara, İzmir ve Antalya gibi şehirleri bir tarafa koyun ve Sason, Kars gibi şehirleri ele alın, halk burada kimliğini gizlemektedir, çünkü örneğin benzer bir Ermeni öğretmenin Ermeni olduğu ortaya çıkarsa işinden uzaklaştırılır. Herhangi bir devlet dairesinde çalışıyorsa, Ermeni kökleri olduğunu duyduklarında görevinden alırlar. Benzer durumlar çok olmuştur. Yani İstanbul ile diğer Batı şehirlerinin hayatı, Doğu şehirlerinin hayatından farklıdır”85. 83 Derginin verilerine göre bu sayılar sürekli değişmektedir. Bk. Örneğin Vardanyan A., Yerkirn im açkerov, Tahran, 2008, s.32. 85 «Akunq” web sayfasının, Türkiye Ermeni patriği genel vekili Aram baş episkopos Ateşyan’la yapmış olduğu söyleşi, http://asbarez.com/arm/93261/ 84 68 Listenin özelliklerinden biri de, sadece şehirlerin belirtilmiş olduğudur, hâlbuki mühtedi Ermenilerin (özellikle Kürtleşenler) esas kitlesi taşrada yaşamaktadır. K. Khanlaryan, patrik baş episkopos Kalustyan’ın deyimiyle “Kürtlere has aşiret şeklinde” yaşayan “gizli” veya kripto Ermenilerin coğrafi konumlarını belirlemek amacıyla gerçekleştirmiş olduğu araştırmasında, T.G.Mıkırtiçyan, A.Alboyacıyan ve V.Hokhikyan’ın kaynaklarında anılan Ermeni kökenli aşiretlerin isimlerini belirtmekte ve bunları Mehırdat İzadi (1997)86 ile Pier Oberling (2004)87 tarafından düzenlenen ve günümüzde Türkiye sınırları dahilinde yaşayan “Kürt aşiretlerinin” isim listeleri ile karşılaştırmıştır. Günümüz şartlarında, kripto Ermenilerden oluşan en az on aşiretin, genelde Van Gölü havzasında, Güneybatı Ermenistan’da ve Kilikya’da yaşamakta olduğu ortaya çıkmaktadır. Bu aşiretlerin isimleri şöyledir (paralel olarak Türkçe veya Kürtçe şekilleri de belirtilmiştir. MuhallemiMilli, Kesan-Hasananlı, Mamikonyan-Mamakanlı, PençarPanicari, Yekeğyats-Ekerli, Rıştunik-Raşkutanlı, MakvinkMoukan, Haverki-Haverka, Modka-Modeki, Alank-Alan, Khalda-Khalkan, Tayan-Tapian, Balak- Balikar. S. Cöhce tarafından hazırlanan listedeki 17 şehirde yaşayan Ermeni aile (37.000) üyelerinin sayısı, ortalama bir hesapla 200 bin kişi oluşturabilir. Mühtedi Ermenilerin Batı Ermenistan, Pontos, tarihi Kilikya, Küçük Hayk ve çevresindeki şehir ve köylerde yaşadığını hesaba kattığımızda yerleşim yerleri, dağılımları ve sayılarıyla ilgili tablo temelden değişikliğe uğrar. Ermenilerin temel kitlesinin, sürekli olarak tarihi vatanlarında, 86 87 http://www.dersim.biz/html/dersim_neresidir_.html. http://www.iranica.com/articles/ot_grp5/ot_kurdish_tribes_20040616.html. 69 Büyük ve Küçük Hayk, Kilikya ve Pontos bölgesinde yaşamış olduğundan ve ihtidanın esas amacının tehcirden kaçınmak olduğundan dolayı, bu durumda, onların ihtida etmiş nesillerinin de bu bölgelerde yaşıyor olması gerekmektedir. Türkiye Cumhuriyeti alanında yaşayan Ermenileri, yerleşim yerlerine göre, aşağıda belirtilen gruplara ayırmak mümkündür. a) Batı Ermenistan: Bitlis, Mutki, Sason, Acar, Muş, Varto, Erzurum, Erzincan, Şebinkarahisar, Kars, Eğin (Kemaliye), Bingöl yerleşimlerinde “gizli” Ermeniler yaşamaktadır. b) Güneybatı Ermenistan: Diyarbakır, Hakkâri, Urfa, Saylakkaya (Cibin), Malatya, Gerger, Derik, Harput, Adıyaman ve Arapkir yerleşimlerinde genelde “gizli” ve “resmi” Ermeniler yaşamaktadır. c) Tarihi Kilikya: İskenderun, Hatay, Adana, Kırıkhan, Mersin ve Vakıf yerleşimlerinde “resmi” cemaatler bulunmaktadır. d) Küçük Hayk ve çevre bölgelerde: Ankara, Kayseri, Amasya, Gümüşhacıköy, Kastamonu, Yozgat, Boğazlıyan, Sivas, Tokat, Antalya ve diğer yerleşimlerinde hem İslamlaşmış Hemşinli Ermeniler, hem de “gizli” ve “resmi” Ermeniler yaşamaktadır88. e) Pontos’ta: Trabzon, Artvin, Rize, Hopa, Borçka ve diğer yerleşimlerde İslamlaşmış Hemşinliler yaşamaktadır89”. 88 Karen Hranti Khanlaryan, belirtilen çalışma, s.257-258. Pontos bölgesi, K. Khanlaryan tarafından “a) Batı Ermenistan” bölümü altında takdim edilmiş olmasına rağmen, tarihi-coğrafi, idari-bölgesel ve orada yaşayan Ermeni (İslamlaşmış Hemşin Ermenileri) gruplarının özellikleri açısından Pontos’u ayrı bir bölge olarak ele almayı uygun bulduk. 89 70 3. İslamlaşmış Ermenilerin sayısı Görüldüğü gibi, mühtedi Ermeniler (ve genel olarak diğer gayrimüslim azınlıklar), Türk yöneticilere ciddi bir rahatsızlık vermektedir. Bu durum, bu insanların sayısının o kadar da az olmadığını göstermektedir. Uzunca bir süre (günümüzde de) ele alınmakta olmasaydı, bu konuya değinmemek de mümkündü. Diğer halkların sorunlarını, bu çalışmanın amaçları dışında olduğundan dolayı geçerek, Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluş öncesi, daha sonraki İslamlaştırma süreçleri ve sayıları hakkında az çok bir fikir edinebilmek açısından önem arz ettiğinden dolayı, soykırımdan kurtulan Ermenilerin sayısına değinelim. Farklı kaynaklarda farklı rakamlar90 belirtilmesine rağmen, Ermeni Soykırımı Müze-Enstitüsü’nün verileri daha kabul edilebilir olarak görülmektedir. Buna göre, 1922 yılında, kurtulanların sayısı 387.800 kişiyi bulmaktaydı91 (tablo 4). Tablo 5 90 91 Bölge Nüfus 1914 Katledilmiş veya tehcir edilmiş Nüfus 1922 Erzurum 215,000 213,500 1,500 Van 197,000 196,000 500 Diyarbakır 124,000 121,000 3,000 Harput 204,000 169,000 35,000 Bitlis 220,000 164,000 56,000 Sivas 225,000 208,200 16,800 Trabzon 73,390 58,390 5,000 Konuyla ilgili ayrıntılı olarak bk. K. Khanlaryan, belirtilen çalışma. http://www.armenocide.am/genocide_museum.htm. 71 Batı Türkiye 371,800 344,800 27,000 Kilikya ve Kuzey Suriye 309,000 239,000 70,000 Trakya 194,000 31,000 163,000 Toplam 2,133,190 1,745,390 387,800 Bu sayılara dayanmakla birlikte, 1914 yılına kadar Osmanlı İmparatorluğu’nda yaşayan Ermenilerin sayısının, bu verilerle belirgin bir şekilde asgariye indirgenmiş olduğundan dolayı, bu rakamların gerçek tabloyu tam olarak yansıttığı fikrinde değiliz. Belirtilen bölgelerdeki Ermenilerin sorunlarıyla uğraşan araştırmacılar, farklı sayılar belirtmekte olmakla birlikte, 2-2,5 milyonu daha gerekçelendirilmiş olarak kabul etmek gerekir. K. Khanlaryan, zamanın hemen tüm kaynaklarını belirterek hayli büyük bir çalışma gerçekleştirmiştir. Örneğin, Tebriz’de yayınlanan “Ayg” gazetesi, 16 Aralık 1918 sayısında “Son ve kesin verilere göre, Batı Ermenistan’da bir milyon Ermeni yaşamaktadır”92 demektedir. Lakin 1918-1920 yıllarında süregelen takibatlar, katliamlar ve tehcirler sonucunda bu sayı büyük oranda azalmıştır. Sevr Antlaşması öncesinde, 1920 yılında patriğin, İngilizlere takdim etmiş olduğu istatistikî bilgilere nazaran soykırımdan kurtulanların sayısı 625 bin olarak belirtilmektedir93. Yukarıda belirtmiş olduğumuz gibi, bunların yaklaşık 300 bini, 1920-1922 yıllarında Mustafa Kemal liderliğindeki sözde Kurtuluş Savaşı’nda hayatlarını kaybetmişlerdir. Türkiye nüfusunun gelişim temposu hesaba katıldığında (1915 sonrasında Türkiye nüfusu yaklaşık 8 misli artmıştır), 92 93 “Ayg”, Tebriz, 16 Aralık 1918. “Nor Marmara”, 12 Şubat 2005. 72 İslamlaşmış Ermenilerin sayısının günümüzde 2,5-3 milyon sınırında olduğunu tahmin etmek mümkündür. Hemşin Ermenilerinin sorunlarını en iyi araştıranlardan biri, Rize doğumlu Hemşin Ermeni’si Aliye Alt’ın (vaftizden sonra Alis Kostanyan) verilerine göre, İslamlaşmış Hemşin Ermenilerinin sayısı bir milyonun üzerinde olup94, bunların 350 bini dışarıya göçmüştür95. Ermenilerin diğer grupları için de aynı oranı, yani dışarıya göç edenlerin oranını %30 olarak kabul etmekteyiz. Bu rakam, Türkiye’den göç edenlerin resmi sayısından (%6) 5 kere fazla olmakla birlikte, Ermenilerin (İslamlaşmış olsa dahi) göç etmek için daha fazla sebepleri olduğu göz önüne alındığında kabul edilebilirdir. Böylece, göç edenleri çıkardığımızda, hemen yarısının kripto veya gizli Ermeni olduğu 2-2,5 milyona yakın bir rakama ulaşmış oluruz. Türk resmi verileri de buna yakın olup, 25 Eylül 2014 tarihli “Hürriyet” gazetesinde TTK eski başkanı Yusuf Halaçoğlu, kripto Ermeniler konusuna tekrar değinerek, “BM kayıtlarına bakarak bugün Türkiye’de 500 bin civarında Kripto yaşadığını söyleyebiliriz”96, demektedir. Burada söz konusu edilen kripto Ermeniler olup, tüm İslamlaşmış Ermenilerle ilgili değildir. Araştırmalarda daha çok bir buçuk milyon rakamı geçmektedir. Mehmet Şevket Eygi, konuyla ilgili olarak Milli Gazete’de şöyle yazmaktadır: “Kürt meselesini Ermenilik adına kurcalamakta mıdırlar? Türkiye`de bir buçuk milyon Kripto 94 “Ditak”, Beyrut, 2002, Mart-Nisan, s.26. “Ditak”, Beyrut, 2002, Mart-Nisan, s.58. 96 Savaş Özbey, Cevizin kalınlığı boynunu geçerse o boyun gider, Hürriyet, 259-2014, http://www.hurriyet.com.tr/yazarlar/24811724.asp 95 73 Ermeni yaşadığı iddia ediliyor, bu rakam doğru mudur?”97 “Hürriyet” gazetesinin aynı nüshasında, K. Khanlaryan ve bu satırların yazarının da verileri alıntılanarak, “Çeşitli kaynaklardan taradığımızda Müslümanlaşmış Ermenilerin 1 milyon 300 bin, Kripto Ermenilerin de 700 binin üzerinde oldukları sonucuna varabiliriz”98, denmektedir. Bir başka yerde ise Y. Gezgin konuyla ilgili olarak şöyle yazmaktadır, “Bugün Anadolu’da epeyce de tehcir etmeyen Ermeni vardır. Bunların 50.000 kadarı Lozan çerçevesinde haklar tanınan Ermeni cemaatidir. Kimliklerinde dinleri ve isimleri açıkça yazmaktadır. Ancak bunların dışında, 500.000 ila 1.5 milyon arasında, saklı Ermeni nüfusun olduğu düşünülmektedir. Bu kesimin bazıları gerçekten Müslüman olmuş ve Türk ve Kürt toplumu içinde erimişlerdir. Ama önemli miktarda Ermeni, kripto vaziyette Ermeni kimliğini ve dinini korumaktadır.”99. İslamlaşmış Ermenilerin sayısıyla ilgili görüşlerden biri, konuya en iyi şekilde vakıf olan kişilerden biri olan Hrant Dink’in sözleridir, “Türkiye günün birinde AB’ye üye olursa, Türkiye’deki Ermenilerin sayısı, var olan İslam Ermenilerin sayısıyla iki milyon artacağını söylersem yanılmış olmam”100. Bu konu etrafında kendisiyle 2006 yılında birkaç kere görüşme fırsatı bulan bir kişi olarak, bu sayıyı minimum olarak kabul ettiğini tasdik edebilirim. 97 Milli Gazete 2009-10-12, http://www.milligazete.com.tr/makale/kurtacilimi-mi-ermeni-meselesi-mi-140545.htm 98 A.g.e. 99 Yusuf Gezgin, www.sagduyu.de 100 İstanbul’da yayınlanan “Agos” haftalık gazetesinin redaktörü Hrant Dink’le yapılan görüşme, “Orakarg”, Glendale, 10-1-2007. 74 Hrant Dink’in vefatından sonra “Agos” gazetesi genel yayın yönetmenliğine getirilen Etyen Mahçupyan, “Türkiye'de 60 bin Hristiyan Ermeni'nin yanısıra bir milyona yakın müslüman olmuş Ermeni kökenli Türk bulunduğunu iddia etti. Ermeni Patriği ve ulusalcı Türk devleti yetkilileri tarafından bu gerçeğin strateji gereği kabul edilmediğini savunan Mahçupyan, 'Türkler Anadolu'ya geldiğinde 100 bin kişiydi, Anadolu 5 milyon nüfusa sahipti. Bir kaç yüzyılda sadece Ermenileri değil Yunanlıların da yüzde 50'sini Müslümanlaştırdılar. Bu süreç 1915'de başlamadı. Bir kısmı bugün koyu Müslüman, bir kısmı ibadette gevşek Müslüman. 150 sene önce Müslüman ama Ermenice konuşan pek çok Osmanlı vatandaşı vardı. Ermeni akrabalarını bulmak bugün Türkiye'de moda oldu. Böylelikle neden ırkçı olmadıklarını anlayıp rahatlıyorlar' diye konuştu. Dünya Ermeni Birliği organizesinde Toronto ve Montreal'i kapsayan, 'Hrant Dink cinayeti ve Türkiye'nin AB üyeliği süreci' konulu paneller gezisine çıkan Mahçupyan, Holly Trinity Ermeni Kilisesi'nde 14 Kasım akşamı bir konuşma yaptı ve soruları cevapladı”101. Ermenistan Cumhuriyeti Ulusal Bilimler Akademisi Şarkiyat Enstitüsü Müdürü Ruben Safrastyan da “Türkiye’de bir milyon kripto ermeni var” demiştir102. İslamlaşmış Ermenilerin sayısı hakkında konuşurken sadece bilimsel prensiplerle ilerlemek ve bu konuyu kesinlikle bir çıkar aletine dönüştürmemek gerekir. Bu konu, halkımızın bir kesiminin tarihi olduğundan dolayı, kurbanların, kurtulabilenlerin, farklı 101 102 Canadaturk.ca 13.12.2007 http://www.haber5.com/archive_details?id=310341 75 ülkelere sığınmışların, diaspora cemaatlerindeki Ermenilerin sayısı vs. gibi Ermeni Soykırımı’nın bir sonucu olan diğer konular kadar bizi ilgilendirmektedir. 4. Ermenilerin kodları “Türkiye devletine vatandaşlık bağıyla bağlı olan herkes Türk’tür” (Türkiye Cumhuriyeti Anayasası, Madde 66). Ferdi kendi benliğine sahip olma hakkından alıkoyduğundan dolayı bu anayasa maddesi kendiliğinden insan haklarıyla çelişmektedir. Lakin bu gayri tabii ve gayri insani kanun, bir yıl önce ortaya çıkan olgu karşısında sönük kalmaktadır. 2007 Ağustosunda, Yusuf Halaçoğlu halen TTK başkanıyken, elinde İslamlaşmış Ermenilerin listesi olduğunu açıkladı, “Benim elimde Ermeni ismi, onun Türk ismi ve hangi mahallede oturduğuna dair liste var. Ama bunu hiçbir zaman açıklamayacağım, bu bir tehdit olarak da algılanmasın”103. Türk basını, çok sayıda aydın, siyasetçi, devlet adamı bu açıklamaya hayli güçlü bir tepki göstermekle birlikte, hayrete şayan bir şekilde, birçokları tarafından asparagas olarak kabul edildi. Lakin başka bir olay 2013 yılında İstanbul’da bomba gibi patladı. Adının karşısında, Ermeni olduğuna dair ilgili dairenin (içişleri bakanlığı) bir ibaresinin bulunmadığından dolayı bir Ermeni aile çocuğunu Ermeni okuluna yazdıramıyordu. Yargı aşamasında, azınlık okullarına sadece o milletin 103 Hürriyet, 22-8-2007; Radikal, 20/21-8-2007; Vatan, 19-8-2007; Evrensel, 208-2007; Milliyet, 21-8-2007; Gündem, 23-8-2007. 76 temsilcilerinin kaydedilebileceği, fakat davacı tarafın sadece kilise tarafından verilen ve Hıristiyan olduğunu kanıtlayan bir belge ortaya koyduğu, bunun ise yeterli olmadığı, azınlıkların (Hıristiyan veya İslamlaşmış) milli aidiyetinin sadece konuyla ilgili gizli verilere ve resmen azınlık olarak kabul edilen (Lozan Antlaşması ile) tüm azınlıkların kodlarına sahip olan içişleri bakanlığı tarafından tasdik edileceği ortaya çıkar. Rumların kodu 1, Ermenilerin 2, Yahudilerin ise 3 olup, nüfus cüzdanlarında gizli ibareyle belirtilmekteydi104. Aniden herkes, Halaçoğlu’nun, bir kodun varlığından bahsetmeden bu konuya 2007 yılında değindiğini hatırladı. Basında birçokları, Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşundan itibaren Türkiye Ermenilerinin gizli bir koda sahip olduklarını yazdı, fakat Taner Akçam, konunun daha derin köklere sahip olup, Türkiye Cumhuriyeti’nin bu konuda da doğrudan İttihatçıların oluşturduğu sistemi sürdürüp, mükemmelleştirdiğini kanıtladı. 1915 yılında Ermenilerin İslamlaşması, yöneticileri beklenmedik bir şekilde hasıl olan sorunlarla karşı karşıya bırakır. Haliyle bu insanlar yer değiştirecek, seyahat edecekti, fakat yöneticiler onlara güvenmediğinden dolayı, bu kişileri kayıt ve kontrol altına alma sorunu ortaya çıkar. Bu insanlarla ilgili “Yasaklamalar listesinin başında, serbest dolaşım hakkı gelmektedir”105. Sadece içişleri bakanlığı seyahat tezkeresi vermekteydi, fakat mühtedi veya Türk ismi almış bir Ermeni’yi ayırt etmek 104 http://www.agos.com.tr/haber.php?seo=soy-kodu-rezaletine-mahkeme-durdedi&haberid=7361 105 Taner Akçam, Devlet Müslüman Ermeni’nin Peşinde, http://www.taraf.com.tr/haber/devlet-musluman-ermeninin-pesinde.htm 77 hemen-hemen mümkün olmadığından, benzer bir tezkeresi olmadan seyahat eden veya yer değiştirenleri engellemek fiili olarak imkânsızdı. Mühtedi Ermenilerin nüfus kâğıtlarına, bu kişilerin Ermeni olduğuna dair bir işaret koyma gerekliliği doğar. Taner Akçam, makalesinde, yöneticilerin bu sorunu düzenlemeye çalıştığı genelge-telgrafa yer verir. İlk gizli telgraf 1 Şubat 1916 tarihinde bölgelere yollanır. Bu telgrafta, “Bu kontrolü sağlamak amacıyla önce tüm bölgelere ilk yazı 1 Şubat 1916 tarihinde yollanır. Ve bölgelerden, “İhtidâ eden [din değiştiren] Ermenilerin sicil-i nüfûsa ne sûretle kayd olunduklarının ve yedlerine tebdîlen verilen nüfûs tezâkirinde ihtidâ etmiş olduklarının ve âile isimlerinin tasrîh edilüb edilmediğinin [açık belirtilip belirtilmediğinin] iş’ârı [bildirilmesi]” istenir”106. Tam 20 gün sonra, 21 Şubatta, bu kişilerin kütüklere bu şekilde kaydedilmeleri talimatı verilir, “21 Şubat 1916 tarihinde bölgelere “mahrem” kaydıyla yollanan bir başka telgrafta “İhtida eden Ermeniler kendilerine verilen yeni nüfus tezkereleriyle serbestçe dolaştıkları (nın) anlaşıldığı” söylenir. Ve bunun önüne geçilmesi için ilgili şahısların nüfus kâğıtlarına “ihtida etmiştir”, kaydı düşülmeksizin bulundukları yerin ismi yazılarak mahalli zabıta memurlarınca “mühürlenmesi” istenir”107. Böylece bu kişilerin kaydı ve Ermeni olduklarına dair gizli kodlanması gerçekleştirilip, tüm ülke sathında kontrolleri sağlanır. Yöneticilerin, talimatları doğru yerine getirmeleri gerektiği, bölgelere sürekli hatırlatacak kadar da konuya ehemmiyet vermekteydi. Işte 22 Mayıs 1917 tarihli bir telgraf, “...ihtidâ eden [din değiştiren] Ermenilerin tezâkir-i Osmaniyeleri [nüfus 106 107 A.g.e. A.g.e. 78 teskereleri] zahrına [arkasına] ikamet ettikleri kasaba ve mahallenin isimleri yazılarak zâbıta idârelerince tahtîmi [mühürlenmesi] 8 Şubat 1331 (1915) târihinde şifre telgrafname ile yazılmıştı. B’adema [bundan sonra] ihtidâları kabûl olunanların tezâkire-i Osmaniyelerine yine bu suretle şerh yazılarak nüfûs idârelerince mühürlenmesi ve polis jandarma dâi’relerince de bu işâretin, ihtidâ eden Ermenilere mahsûs olduğu bilinerek esna-yı seyr-ü seferde [seyahatleri sırasında] haklarında ana göre mu’âmele îfâsı [işlem yapılması]” tebliğ olunur”108. T. Akçam, bu sistemin oluşturulması konusundaki tüm süreci ayrıntılı bir şekilde sunarak ve şahsen Talat tarafından gönderilen telgraflarla gerekçelendirerek şu sonuca varmaktadır, “1916 yılı itibarıyla din değiştiren Ermenilerin, sadece nüfus kayıtları değil, nüfus cüzdanları öyle düzenlenecektir ki, bu kişilerin Ermeni oldukları anlaşılacaktır. İşte Türkiye’de bugün devam eden uygulama budur. İttihatçı zihniyet tüm bir Cumhuriyet boyunca iktidarda kalmıştır. Bugün değişen çok şey yoktur. Konunun özeti şudur ki bu devlet, vatandaşına güvenmemek üzerine kurulmuştur”109. Evet, görüldüğü gibi fazla bir şey değişmemiş, sadece İttihatçı sistem daha mükemmelleştirilip, inceltilmiştir. 1920’li yıllarda, devletin sağlamlaşması için öncelikli olan sorunların şu veya bu şekilde çözüme ulaştığında, azınlıkların kaydedilmesi konusundaki gizli projenin gerçekleştirilmesine başlanır. Türkiye’deki gayrimüslimlerle ilgili araştırmalarıyla tanınan Nevzat Onaran, bir yazısında şöyle belirtmektedir, “‘Dil, ekin ve kan birliği’ ve ‘temdinle temsil’ (asimilasyonla medenileştirme) 108 109 A.g.e. A.g.e. 79 için 14 Haziran 1934 tarih ve 2510 sayılı İskân Kanunu gereği, Türkiye haritası üç temelde resmen bölündü: Türkçe konuşan ve konuşmayan; Türk kültüründen olan ve olmayan; Türk olan ve olmayan”110. Haritanın bu şekilde bölünmesi, kesin olarak belirtilen gruplarla ilgili verilerin netleştirilmesini de beraberinde getirmekteydi, bu ise nüfus sayımıyla mümkün olabilirdi. 1935 Ekiminde, cumhuriyet tarihinin ikinci nüfus sayımının gerçekleştirilmesi planlanmaktaydı (ilki 1927’de yapılmıştı). Lakin açık nüfus sayımı öncesinde devlet tarafından bir başka sayım gerçekleştirilmekteydi. Ermeni ve Rumların mal varlığına el konulması ve tehcirine paralel olan bu sayımın amacı, İslamlaşmış azınlıkların sayısını tespit etmekti (resmi olarak tanınan cemaatlerin sayısını belirleme konusunda zorluk yoktu), “Emniyet Umum Müdürlüğü, daha evvel vilayetlere gönderdiği 8 Temmuz 1929 tarih ve 1910 no’lu tamimiyle de, “Vilayet dâhilinde Türk ırkından gayrı ve Türk konuşmasından başka lisanla konuşan ekalliyetlerden kadın ve erkek dahil olmak üzere ne kadar nüfus vardır?” araştırmasının yapılmasını istemiştir”111. Nüfus sayımının devlet için son derece önem arz etmiş olduğu, benzer kitlesel bir etkinliğin son derece gizli yapılmasıyla kanıtlanmaktadır, “İhtida eden, yani Müslümanlaştırılmış Ermenilerle ve diğer Müslümanlaştırılmış insanlarla ilgili ‘gizli nüfus sayımı kanunuyla’ bir sayım yapılmış olsa da, aslında buna yönelik faaliyet, 1920’lerin sonunda başlamıştır. 110 Nevzat Onaran, Cumhuriyetin Ermeni fişlemesi ilk kez gün ışığında, http://www.agos.com.tr/haber.php?seo=cumhuriyetin-ermeni-fislemesi-ilk-kezgun-isiginda&haberid=7427 111 A.g.e. 80 Dâhiliye Vekâleti Nüfus İşleri Umum Müdürlüğü’nün 1939 yılıyla ilgili hazırladığı Çalışma Raporu’nda, ihtida edenlerle ilgili şu bilgiye yer verildi: “İhtida muamelâtı hakkındaki 20.10.[1]929 günlü ve 1347 sayılı talimatnameyle tevfikan yapılacak tesciller ile bu kabil kimselere verilecek nüfus cüzdanlarının sureti imlâ ve tahriri (doldurulması ve yazılması)”112. Bu kişilerle ilgili 6 verinin toplanması istenmekteydi, “Liste 6 bilgi içeriyor: Sıra No, Fiş No, Adı soyadı, Eski adı, Baba adı, Doğumu”113. Yukarıda da görüldüğü gibi bu gruplar, daha İttihatçılar tarafından kaydedilip, fişlenmişti. Aynı süreç, geliştirilmiş şekilde cumhuriyet döneminde de sürer. 1929 yılından itibaren fişlenmişlerle ilgili olarak, Ordu Vilayeti’nde yaşayanlarla ilgili devletin yaklaşımını kanıtlayan bir belgede, fişlenenlerin, Birinci Dünya Savaşı esnasında tehcire maruz kalan Ermenilerin nesilleri, yani ebeveynlerinden zorla kopartılmış çocuklar olup, devletin bu kişilere olan yaklaşımının kesinlikle menfi olduğu belirtilmektedir, “Bunların ihtida etmelerinde ekseri samimiyet görülmediği, Ermeni cemaati ile vaki temas ve münasebetlerinden anlaşılmaktadır. Memleket için bunlardan menfaat beklemek zait (gereksiz) bir keyfiyettir”114. Devlet, cebri İslamlaştırılan çocuklardan menfaat beklemezken, tehcirden kurtulmak için İslamlaşanlarla ilgili yaklaşımı çok daha netti. Bakanlar kurulunun 22 Eylül 1936 tarihli ve 2/5350 kararnamesini, bunun karakteristik bir dışavurumu 112 A.g.e. A.g.e. 114 A.g.e. 113 81 olarak kabul etmek mümkündür. Bu kararnamede, mühtedi bir Ermeni’yle ilgili şu ifadede bulunulmaktadır, “Aslen Ermeni milletinden olup, Diyarbekir vilayeti fişine dahil olan Diyarbekir’de terzilik yapan Nazif’in tehcirden kurtulmak için ihtida ettiği ve bütün varlığı ile Ermeni amaline hizmet eden azılı bir Türk düşmanı olduğu ve böyle bir telkinle yetiştirdiği çocuklarından…”115. Aynı belge, 1930’lu yıllarda anayurtlarından Ermenilerin kitlesel tehcir edilmesi sürecine ışık tutmaktadır. Bu süreç devlet tarafından ayrıntılı bir şekilde hazırlanıp, itinayla işleme sokulan bir plan olup, görünüşe göre, Ermeni Soykırımı’nın devamıydı. Bu süreç herhangi bir zaman ve herhangi bir şekilde kesintiye uğramamış, sadece dışavurum şekillerini değiştirmiştir. Ermeniler (Rum ve Yahudiler de dâhil olmak üzere) için kullanılan gizli kodun ortaya çıkması olgusu, sadece günümüz Türk yöneticileri tarafından İttihatçılar ile Kemalistlerin soykırımcı siyasetini sürdürdüklerinin bir kanıtıdır. Türkiye’de milli aidiyet ve etnik köken, genelde son derece hassas konular olup, insanların bilimsel, askeri, siyasi veya diğer alanlardaki ilerleme imkânları, hatta hayatı buna bağlıdır. Özellikle son yıllarda, temelinde bir intikam aleti olarak karşısındakini Ermeni kökeniyle suçlama yaklaşımıyla sonuçlanan, ses getiren olayları basın sık-sık yansıtmaktadır. Evet, suçlama kelimesi burada yerine kullanılmıştır, çünkü bu ülkede Ermeni olmak kendiliğinden bir suç olarak kabul edilmekte, “Ermeni dölü” teriminin ise ağır bir hakaret olarak kullanıldığı ise cabası. Örneğin CHP üyesi, milletvekili Canan Arıtman, Türkiye eski 115 A.g.e. 82 cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ü, annesinin Ermeni olmasını öne sürmek vasıtasıyla, siyasi açıdan suçlamıştır. Gül, Arıtman’a karşı hakaret davası açar. Mahkeme, Gül’ün annesinin Ermeni olmadığını kanıtlar. Tüm bunlar, Türkiye’de vuku bulmadığı sürece bir şaka olarak kabul edilebilirdi. Türkiye’de bu konu bir faciaya dönüşebilir, en iyi durumda ise kişinin prestijini sarsıp, kendisini ciddi problemler ve engellerle karşı karşıya bırakabilir. Başbakan Erdoğan da, özellikle de halefi olmaya karar vermiş olduğundan dolayı, cumhurbaşkanından geri kalmamaya karar verip, seçim propagandası döneminde, benzer bir propaganda sayesinde Türk seçmenin teveccühünü kazanacağından emin olarak, Ermeni halkına yeni bir hakarette bulundu, “Benim için bir ara neler dediler. Gürcü dediler, daha çirkinini söylediler, affedersiniz, Ermeni dediler”116. Devletin iki üst düzeydeki memurunun bu yaklaşımı ve sözleri demokrasi, vicdan özgürlüğü, insan hakları ve diğer temel değerler hakkında Türkiye Cumhuriyeti anayasasında yer bulan yaklaşımının sadece bir aldatmaca olduğunu gösteren ek bir kanıttır. İstanbullu Ermeni gazeteci Alin Ozinyan, Ermenilerin kodlanmasıyla ilgili basında sürdürülen tartışmalar esnasında yayınlanan makalesinde şöyle yazmaktadır, “Çok sayıda “safkan Türk” son yıllarda gülünç sebepler veya sebepsiz olarak devlet hizmetine kabul edilmiyor. Tesadüfen veya yeterince araştırılmadan askeri okula kabul edilen bazı öğrenciler kısa süre sonra, sebepsiz yere kendilerini dışarıda buluyor. En kötüsü ise askere alınan “Türk” genci için, sevgili Aşye ninesinin gerçek 116 http://sozcu.com.tr/2014/gundem/erdogandan-aciklamalar-571592/ 83 isminin Ağavni olduğunu öğrenmektir ve bu yüzden kendisini birkaç ay manasızca askeri polis tarafından sorgulanmıştır. Bunun sonucunda, soruşturmaların mı, yoksa büyükannenin Ermeni olmasının ortaya çıkmasının mı daha ağır olması konusunda karar vermekte zorluk çekmektedir”117. Ozinyan’ın endişelerini paylaşmakla birlikte, sayın gazeteciye hatırlatmak isteriz ki, Ermeniler sadece “son yıllarda devlet hizmetine alınmamakta” olmayıp, Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşundan beri bu yaklaşım onlara reva olmaktadır. 1926 yılında kabul edilen “Memurin kanununun” 4. maddesine istinaden toplumsal mesleklerle uğraşanlar Türk olmalıydı. Lakin günümüz anlayışıyla kim Türk’tür? “Başlıca Pantürkistlerden biri olan Nihal Atsız, Türk kimdir sorusunu yanıtlarken, daha 1934 yılında “Orkon” dergisinde yayınlanan “Türk ırkı=Türk milleti” başlıklı makalesinde şöyle söylemektedir, “Türkler için millet her şeyden önce kan olayıdır. Yani, Türküm diyenin, Türk ırkından olması gerekir. Lakin yabancı kan taşıyan adam Türkçeden başka bir dil bilmese de Türk değildir”118. Zaman-zaman bazı Ermeniler de, çeşitli nedenlerle devlet görevlerine getirilmişse de, bu durum, farklı şartlardan dolayı oluşan bir istisna olmuştur. Alin Ozinyan, yukarıda değinilen makalesinde, İslamlaşarak Türk kimliğiyle yaşayan Ermenilerin durumunu yerinde betimlemektedir, “Onlar, sıkça kendilerini Türk asıllı birisinden daha İslam aşığı ve milliyetçi olarak göstererek Ermeni kimliğinden kurtulmaya çalıştı ve omuzlarında taşıdıkları yükü 117 118 Alin Ozinyan, Türk devleti senin Ermeni olduğunu unutmadı, Civilnet.am Ruben Melkonyan, İslamatsvads hayeri khındirneri şurc, Yerevan, 2009, s.107-108. 84 yeni nesillere aktarmamak ve torunlarının daha güvenli bir hayat sürdürebilmeleri için onu mezarlarına götürdüler. Fakat onlar, İttihatçı ideolojisine dayanan devletin şu en önemli ilkesini hesaba katmamıştı: “Ermeni tehlikelidir”. Hatta Ermeni, ulusal kimliğini unutabilir. Ama devlet bunu hatırlamalı ve gerekirse hatırlatmalıdır. Şimdiye kadar öyle de yapılmıştır”119. Bu bölümü, yukarıda belirtilen makalenin çok şey ifade eden başlığıyla bitirelim, “Türk devleti senin Ermeni olduğunu unutmadı…”. 119 Alin Ozinyan, belirtilen makale. 85 DÖRDÜNCÜ BÖLÜM Özellikle XVII.-XVIII. yüzyıllarda Osmanlı İmparatorluğu’nda kaydedilen görülmemiş ölçüdeki ihtida sonucunda şekillenen mühtedi Ermenilerden oluşan en az iki grup veya toplum hakkındaki tahayyüllerimiz çok bulanıktır. Sözümüz Hemşin Ermenileri ve Dersim Ermenileri hakkındadır. Çok sayıda milletler ve halklar asırlar boyu Osmanlı İmparatorluğu’nda tamamen veya kısmen ihtida edip, asimile olmuş, bunlardan da günümüz Türk milleti şekillenmiştir. Lakin Ermeni halkının bu iki kesimi, ihtida ve dil kaybı sonucunda Ermeni toplumundan önemli derecede uzaklaşmış olsa da, tamamen ve tümden asimile olmayıp, Türkleşmemiştir. Dahası, salt tarihi hafızayı korumakla kalmayıp, çok sayıda tören, gelenek, anane, halk şarkıları ve oyunlarını, anlatıları, müzik aletlerini vs. korumuştur. Türkiye’de yaşayan halkların milli uyanışının gelişmesi şartlarında asırlar boyu baskı altında kalmış ve sıklıkla dejenere olmuş kimliklerin kendi kendilerini tanıması ve kendini bulması, ilginç ve karmaşık bir yol izlemektedir. Hem Hemşin Ermenileri, hem de Dersim Ermenileri durumunda benzer bir olguyla karşı karşıyayız, bu ise derinlemesine ve çok yönlü bir araştırma gerektirmektedir. 86 a. Hemşin Ermenileri 1. Kısa tarihi bakış Ermeniler çok eski devirlerden itibaren Pontus’ta yaşamış, bölgenin askeri-siyasi ve ekonomik tarihinde ciddi bir role sahip olmuşlardır. Hovakim Hovakimyan (Arşakuni), “Ermeni Pontos Tarihi” adlı değerli eserinde, antik devirle ilgili ilginç veriler sunmaktadır, “Pontos, yaklaşık 200 yıl süreyle Akemenik İran’ın egemenliğinde bulunmuş ve Ermenistan ordusu Perslere bağlı olduğundan ve Ermenilerin, uluslar arası kara ticaretinde tanınmış oldukları, Karadeniz kıyılarında ise Yunanlıların ticari açıdan gelişmiş şehirleri bulunduğundan dolayı, Perslerle birlikte Ermeniler de oraya yerleşmiştir”120. Ermenileri bu bölgedeki rolü genelde Küçük Hayk Ermenileri vasıtasıyla gerçekleşmekteydi. Strapon, konuyla ilgili şöyle yazmaktadır, “Parnakia (günümüz Giresun liman şehri-H.A.) ve Trabzon bölgelerinden yukarı, Küçük Hayk’a kadar Tibarenler ve Khaldaylar yaşamaktadır. Küçük Hayk hayli bereketli bir bölgedir. Burasını yöneten beyler, Sopene’de olduğu gibi, sürekli olarak, bazen diğer Ermenilerin dostu (Büyük Hayk-H.A.), bazen de bağımsız olmuşlardır. Khaldaylar ve Tıbarenler onlara tabi olmuş ve onların egemenliği Trabzon ve Parnakia’ya kadar yayılmıştır. Mihrdat Yevpator ise güçlenerek, Kolkhis ile Sisid’in oğlu Antipatros’un kendisine teslim ettiği tüm bunların (ülkelerin) 120 Hovakim Hovakimyan (Arşakuni), Patmutyun haykakan Pontosi, Beyrut, 1967, s.44-45. 87 sahibi oldu”121. Buna göre, Küçük Hayk’ın egemenliği M.Ö. 112 yılına kadar Karadeniz’in devasa bölgeleri üzerinde yayılmaktaydı. Lakin Ermeni unsurunun bu bereketli ve her açıdan elverişli bölgelerde (limanlar, ticaret yolları vs.) yerleşmeyi sürdürmesi, tahtın kaybıyla ilgili değildir. Ermenilerin, daha sonraki yıllarda da Pontos’ta süren önemli rolleri bir dizi tarihi kanıtlarla tespit edilmiştir. VI. Mihırdat’ın ordusunda yer alan 10.000’in üzerinde askere sahip Ermeni alayının, Ermeni ordu komutanlarının yönetiminde bulunmuş olması belirleyicidir. Ermenistan kralı Büyük Tigran ile VI. Mihırdat arasındaki askeri-siyasi ittifak, Romalı komutan Lukullus’u yenilgiye uğratmıştır. Devletler, asırlar içinde yıkılır ve onlarına yerine yenileri oluşur. Ermeni unsuru, tüm devletler ve imparatorluklar bünyesinde önemli askeri-siyasi, ekonomik ve kültürel getirileriyle göze çarpmıştır. Tanınmış Armenolog H. Taşyan, çalışmalarından birinde şöyle yazmaktadır, “Ermeni ırkı ezelden beri, gereklilikten dolayı Ermenistan sınırlarının az ötesindeki Karadeniz kıyılarıyla ilgilenmekteydi. Ermenistan, tarihte ilk olarak Armenia olarak anıldığında dahi, günümüzde Ermeni Hemşin bölgesinin bulunduğu bu kıyılar Ermenistan’a ait olmuştur”122. Pontus ve özellikle de Pontos Ermenileri tarihinin bu kısmıyla ilgilenmek amacımız dışındadır. Alıntılanan birkaç tanıklıklar, VIII. yüzyıl sonrasında, daha da kesin olarak 788 121 122 Strapon, Coğrafya, XII, 3. H. Hakobos Taşyan, Hay bnakçutyunı Sev dsoven minçev Karin, patmakanazgagrakan harevantsi aknark mı, Viyana, 1921, s.9. 88 yılında Büyük Hayk’taki Kotayk ve Aragatzotn nahiyelerinden yaklaşık 12.000 kişinin, Arap hâkimlerin baskılarına dayanamayıp Şapuh Amatuni ve oğlu Hamam Bayazat önderliğinde Ermenistan’ı terk edip Bizans İmparatorluğu’nun bir parçası olan Pontus’a yerleşmiş olduğunu açıklayabilir. Daha sonraki yıllarda siyasi ve ekonomik baskı sonucunda Ermenistan’ın farklı bölgelerinden göç edenler sayesinde Pontos Ermenilerinin sayısının artmış olduğunu kabul edebiliriz. Bu durum, hem Büyük, hem de Küçük Hayk’ın tüm bölgelerinde, Pontos Ermenilerinin yaşam koşulları ile Bizans İmparatorluğu’nun Ermenilere yönelik lütufkâr yaklaşımından haberdar olduklarını kanıtlamaktadır. Aksi takdirde Amatuni hanedanlığı yöneticileri, benzer büyük sayıdaki bir göç tertipleme cesaretinde bulunmaz, kendi halkını bilinmeyene sürüklemezlerdi. VIII. yüzyıl Ermeni tarihçisi Ğevond, bu büyük göç hakkında veriler sunmaktadır. Arap vostikan Süleyman tarafından yönetici olarak Ermenistan’ın başkenti Dıvin’e yollanan, Süleyman’ın damadı dönme Ovbedla, görülmemiş derecede ağır vergiler tayin eder. Kısa sürede tüm ülke sathında bir hoşnutsuzluk dalgası yayılır. “Sonunda böylece yoksun, çıplak, yalınayak ve açlık sınırında kaldıklarında ve geçim imkânı bulamadıklarında, Yunan ülkesine göç ettiler. Söylenenlere göre sayıları, kadın ve çocuklarla birlikte 12 binin üzerindeydi, önderleri ise, Amatuni hanedanlığından Şapuh, oğlu Hamam ve daha başkalarıydı”123. Yönetici Ovbedla tarafından arkalarından yollanan ordu, Gürcistan sınırında kaçaklara ulaşır, lakin Ermeniler onları yenilgiye uğratıp, başarılı bir şekilde Pontos’a ulaşır. Bizans 123 Ğevond, Patmutyun, tercümesi, önsözü ve açıklamaları Aram TerĞevondyan, Yerevan, 1982, s.132. 89 imparatoru Konstantin, Ermenileri memnuniyetle kabul eder, bereketli topraklara yerleştirir, Ermeni beylerine ise Tambur şehrini bahşeder. Bir diğer Ermeni tarihçi olan Hovhan Mamikonyan ise, Hamam Amatuni’nin dayısı olan Gürcü beyi Vaşdyan’ın, Hamam’a karşı komplolar hazırlayıp, Araplarla işbirliği yaparak, Tambur’a saldırdığı ve ateşe verdiğini anlatmaktadır, “Lakin Hamam, daha sonra şehri yeniden kurup, kendi adıyla Hamamaşen olarak adlandırdı”124 (daha sonra Hemşin’e dönüşür-H.A. ). Bu anlatı, tarihte Hemşin’le ilgili ilk kayıttır. Hemşin beyliği ile ilgili tarih yazımında fazla bir şey elimize ulaşmamıştır, bu yüzden, Hemşin tarihini az çok bütüncül bir şekilde oluşturmak hayli zordur. Lakin bu kısır verilerle dahi belli bir tasvir oluşturmak mümkündür. Amatuni’lerin daha sonraki faaliyetleriyle ilgili hemen-hemen hiçbir veri bulunmamaktadır. Akademisyen Babken Harutyunyan’a göre, “Hiçbir veri bulunmadığından dolayı, Amatuni beylerinin Hemşin’i ne kadar süre yönetmiş olduklarını tespit etmek imkânsızdır. Arap kaynaklarına istinaden Trabzon, komşu bölgeleriyle birlikte Ermeni Bagratunilerin topraklarına dâhil olmuş, böylelikle en azından IX. yüzyıl sonları-X. yüzyıl başlarında Hemşin beyliği, Ermeni krallığı dâhilinde olmuştur”125. Bir diğer güvenilir veri, Hemşin beyliğinin XIII. yüzyıl başlarında, yarı-özerk bir birim olarak yeni oluşturulan Trabzon İmparatorluğu bünyesinde bulunup, 1223 yılında Konya 124 Hovhan Mamikonyan, Taroni patmutyun, tercümesi, önsözü ve açıklamaları Vardan Vardanyan, Yerevan, 1989, s.112. 125 Hamşen yev hamşenahayutyun (bilimsel konferans sunumları), YerevanBeyrut, 2007, s.17. 90 Sultanlığı’na karşı yürütülen savaşa katılarak cesaretleriyle göze çarpmış olduklarıdır126. Hemşin, Trabzon İmparatorluğu’nun düşüşünden sonra “Kendisinin de Calairler ve Temurların vasalı olan Bayburt emirinin egemenliğine girer”127. Hemşin beyliği tarih içinde farklı devletlerin bünyesinde bulunarak, Hemşinlilerin askeri-siyasi ve ekonomik organize gücü ile ülkenin hayli erişilmez olması sayesinde, sürekli olarak yarıözerk durumunu muhafaza eder. Lakin giderek güçlenen Osmanlı İmparatorluğu, XV. yüzyıl sonlarında, uzun süren bir mücadele sonucunda, Akkoyunlu şahının egemenliğinde bulunan İspir’i, ardından da Hemşin beyliğini ele geçirir128. Hamam Amatuni tarafından kurulan beylik, tam yedi asır varlığını sürdürdükten sonra 1489 yılında yıkılır. Osmanlı İmparatorluğu kurulduktan kısa zaman sonra Ermeniler ve imparatorluğun diğer Hıristiyan milletlerine karşı gösterilen dini ve etnik hoşgörüsüzlük, sık-sık savaşlara sebep olmuştur. Hemşin beyliği yeterince kuvvetli olup, halkı ise cesur ve hürriyet sever olmasına rağmen Osmanlı gibi güçlü bir imparatorluğun bir kaç yüzyıllık baskı ve takibine direnemeyeceği açıktır. Hemşinli Ermenilerin direniş tarihi sayısız kahramanlık sayfalarıyla doludur, fakat sonuçta mağlubiyetleri, İslamlaştırılmaları ve katliamlara uğramaları kaçınılmaz olmuştur. 126 L. Khaçikyan, Hay azgagrutyun yev banahüsutyun, c. 13, Yerevan, 1981, s.11. 127 A.g.e. 128 A.g.e., s.14-15. 91 Bu politika XVIII. yüzyıl başlarında kararlı bir safhaya girdiğinde Hemşinli Ermeniler katliamlardan kaçıp Karadeniz sahilleri boyunca yayıldılar. İslamlaştırılanlar ise daha sonraki baskı ve katliam dalgalarından kurtulabildiler. Asimilasyona karşı direnişin en güçlü araçları dil, din, kültür, adet ve törenlerin korunması ile karma evliliklerden kaçınmak olmuştur. Hemşinli Ermeniler bu konularda çok titizdi. Osmanlı makamları, Ermenice konuşanları büyük cezalara çarptırmış, Ermenice konuşanların dillerinin kesildiği olmuştur, bu ise direnişin ne denli güçlü olduğunun bir göstergesidir. Ermenilerin bazı bölgelerde bir yüzyıl sonra bile ayaklanıp kendi dinlerine döndükleri konusunda veriler bulunmaktadır. “Pontus Tarihi” eserinin yazarı M.Bıjışkyan, 19. yy. başlarında bu yöreleri ziyaret etmiş ve İslamlaşmış Ermeniler hakkında, “Hemşinliler yarı-yarıya’dır (yarı Hıristiyan, yarı İslam-H.A.), çoğu dinlerini değiştirmiştir, fakat Hıristiyan adetlerini koruyup kiliselere gitmek ve zekât vermekten kaçınmazlar; hemen herkes Vardavar ve Verapokhum bayramında kiliseye gidip, mum yakıp atalarının ruhu için kurban keser... Hıristiyanlığı bilen ihtiyarlar var, onlar haçı sayarlar ve kiliselere gizlice zekât verirler”129 diye yazmıştır. Hemşinli Ermenilerin ihtidasıyla ilgili farklı kaynaklar arasında özellikle ilk Ermenice kaynak olan ve Mehitarist Birliği üyesi Peder Poğos Meheryan tarafından kaleme alınan çalışmadır. Rahip Meheryan bu çalışmasında “daha 1776 yılında Hemşin’in Khevak Köyü’nde bulunarak, “Gürcü Tarihi …”, anı kitabında son 129 Rahip Minas Bıjışkyan, Patmutyun Pontosi, vor e Syav dsov, Venedik, 1819, s.97. 92 derece önemli veriler sunmaktadır”130. (Tam başlık “Patmutyun varuts Tyarn H. Poğos vardapeti Meheryan, şaragryal hürme 1811 Venedik, ı vans srboyn Ğazaru”131). *** XV. yüzyılda egemenliğini kaybedip, asırlar boyu baskı, zorbalık ve takibata uğramalarına rağmen Hemşinli Ermenilerin yarı bağımsız durumu daha uzun zaman devam etmiştir. XIX. yüzyılda Hemşin’de seyahat etmiş K.Koch’un yazdıklarını temel alan H.Taşyan “Böyle zor erişilir dağlarda beyliğin yarı bağımsız durumunu korumaları kolaydı. Osmanlı idaresi altında da durum uzun süre böyle kalmıştır ve Koch daha kendi seyahati esnasında (XIX. yüzyılın 40’larında) devam eden bu durumu çok güzel anlatmıştır”132 diye yazmaktadır. O tarihlerde yaşayan bir tanığın belirttiğine göre bu yarı bağımsız durumun sebebi bütün Hemşinli Ermenilerin “babadan oğla askere yazılmasıdır, onları idare eden bir Ermeni beyi vardır, hiç kimseden korkuları yok, sadece derebeyleriyle savaşa giderler ve çok güçlü insanlardır”133. Belki de bu cesur yüreklerinden dolayı Trabzon vilayetinde 1915 yılına kadar Hıristiyan Ermenilerin sayısı 120 binden fazla 130 Sergey Vardanyan, Hamşen yev hamşenahayutyun, bilimsel konferans sunumları, Yerevan-Beyrut, 2007, s.269. 131 Sergey Vardanyan, Karevor skzbnağbür mahmedakanatsvads hayeri masin, “Patma-banasirakan handes”, Yerevan, 2004, sayı 3. Makalenin sonunda, anılardan bölümler alıntılanmıştır. 132 H. Hakobos Taşyan, belirtilen çalışma, s.27. 133 Rahip Minas Bıjışkyan, belirtilen çalışma, s.42. 93 olup İslamlaştırılmışların rakamı daha da fazlaydı. Araştırmacı, etnograf, Hemşin tarihi ve kültürünün en iyi uzmanlarından biri olan Barunak Torlakyan, “Hemşin demografyası” eserinde, “Karadeniz’in güney sahillerinde, Çoruh’un denize döküldüğü yerden Marmara Denizi’nin kıyılarına kadar (İznik bölgesi) yayılmış bulunan Hıristiyan Hemşinlilerin sayısı hakkında konuşurken, bu bölgenin 17 şehir ve kasabası ile yaklaşık 322 köyünde 122.681 Ermeni yaşadığını söylemek mümkündür, bunların büyük bir çoğunluğu Hemşin Ermeni’sidir. Dahası, bu rakamlara, XVIII.-XIX. yüzyıldan itibaren kılıç zoruyla İslam’ın “kutsal” inancını “kabul etmiş” olan ve aynı bölgeye yayılmış, aynı sayıda Hemşin Ermeni’sinin nesilleri, az veya çok Ermeni milli geleneklerini ve Hıristiyan dininden bazı öğeleri yaşatmaktadır”134. 2. Dağılım alanı XIX. yüzyılın 60–70’li yıllarında Hıristiyan Hemşinli Ermenilerin, başta Yekaterinodar (Krasnodar) vilayeti ve Abhazya olmak üzere Rusya İmparatorluğu’nun sahil bölgelerine göçü başlar. 1890’lı yıllarda gerçekleştirilen katliamlar ve özellikle 1915 soykırımı sonucunda hayatta kalan Hıristiyan Hemşinli Ermenilerin kalıntıları Rusya, Abhazya ve Avrupa’nın birçok ülkeleri ve Ermenistan’a sığınmışlardır (Ermenice 134 Barunak Torlakyan, Hay azgagrutyun yev banahüsutyun, c. 13, Hamşeni azgagrutyunı, Yerevan, 1981, s.109-111. 94 konuştuklarından dolayı bir kısım Müslüman Hemşinli de soykırıma uğramıştır). XIX. yüzyıl sonları ve XX. yüzyıl başında Hemşin Ermenileri genelde Karadeniz’in Pontus kıyılarında yerleşik olmalarına rağmen, özellikle 1915 yılından sonra onların yerleşim alanı genişlemiştir. Soykırımdan kurtulan Hemşin Ermenileri Karadeniz’in Rusya kıyılarına yerleşip yeni cemaatler kurar. Belirtmek gerekir ki, bu yeni yerleşim yerleri Abhazya’dan Anapa’ya kadar uzanan sahil şeridine yayılmıştı. Bu bölgeler, Pontus sahillerinin tabii uzantısı olarak iklim açısından da Pontus iklimine çok benzemekteydi. Böylece, uzun süreli ve sistematik zorunlu İslamlaştırma politikası, takibatlar ve soykırım neticesinde Hemşin Ermenileri iki temel gruba bölünmüştür (Bert Wooks): 1. Türkiye’nin Pontus kıyılarında yaşayan İslamlaştırılmış Hemşin Ermenileri. 2. Karadeniz’in Abhazya ve Rusya kıyılarında yaşayan Hıristiyan Hemşinli Ermeniler. Bu dağılımın temelinde üç önemli etken bulunmaktadır. 1. Yerleşim yeri 2. İnanç 3. Dil-kültür etmeni İslamlaşmış olan kesim, Türkiye’nin Pontus kıyısında yaşamaktadır, Sünni İslam inanışına sahiptir ve aynı dil-kültür ortamında bulunmaktadır. Bunlar, kendi içlerinde iki alt gruba ayrılmıştır. 95 1. Hopa Hemşinliler, Artvin Vilayeti’nin Hopa şehri ile çevresindeki otuza kadar köyde yaşamakta olup, kendilerini Türkçe olarak Hemşil, Hemşin şivesiyle ise Homşetsi olarak anmakta, Homşetsnak (Homşesnak) olarak adlandırdıkları Hemşin şivesiyle konuşmaktadır. 2. Baş Hemşinler, VIII. yüzyılda Hemşin beyliğinin şekillenmiş olduğu Rize Vilayeti’nde ve daha batıya düşen bölgelerde yaşamaktadır. Türkçe konuşurlar, konuşma dillerinde Hemşin şivesinden çok sayıda kelime korunmuştur. Hıristiyan kesim Karadeniz’in Rusya kıyılarında ve tekrar tek bir ülkenin sınırları dâhilinde yaşamaktadır. Ermeni Apostolik kilisesi üyesidir ve aynı dil-kültür ortamında bulunmaktadır. Burada bir açıklama yapmak gereği duymaktayız. Çarlık Rusya’sı ve Sovyetler Birliği sonuç olarak aynı devletlerdi ve bu açıdan Abhazya’nın Gürcistan’a bağlı veya bağımsız olması bir önem arz etmemekteydi. Bugün de Abhazya, fiili olarak Rusya’nın egemenliğinde bulunmaktadır. Dil konusunda hüküm süren bir sistematik konusuna da değinmek gerekir. İslamlaştırılmış kesim için Türkçe anadildir, herkes için genel olandır. Lâkin Hopa’da yaşayan 35–40 bin Ermeni, son 25–30 yılda bu konuda belli oranda bir gerileme yaşamakla birlikte, Hamşen ağzına da vakıftır. Benzer bir süreç Hıristiyan kesimde de gözlemlenmektedir. Daha 50–60 yıl önce Hemşin şivesi (edebi Ermenice dâhil) herkes tarafından bilinen gündelik kullanma diliyken, bugün aynı şeyi söylemek mümkün değildir. Özellikle şehirli Hemşin Ermenileri 96 arasında Rusça başta olup gündelik konuşma diline dönüşmüştür. Genç nesil ise tamamıyla Rusçanın etkisinde bulunmaktadır. Hemşin Ermenileri yerleşim yerleri, inançları ve dillerine göre günümüzde üç temel gruba ayrılmaktadır (Bert Wooks). a) Batı Hemşin Ermenileri: Türkiye’nin Samsun, Ordu, Giresun, Trabzon ve Rize illerinde yaşamaktadır. Genelde Türkçe konuşurlar. Dinleri Sünni İslam’dır. b) Doğu Hemşin Ermenileri: Artvin ilinde, özellikle Hopa şehri ve çevredeki 30 köyde, kısmen de Borçka’da yaşamaktadır. Ermenice konuşurlar ve Hamşen ağzını korumuşlardır. Dinleri Sünni İslam’dır. c) Kuzey Hemşin Ermenileri: Büyük topluluklar halinde Abhazya’da ve Rusya’nın Krasnodar Bölgesi’nde yaşamaktadır. Hamşen ağzının Ordu, Canik ve Trabzon şivesiyle konuşmaktadırlar. Rusçaya vakıftırlar ve büyük bir kısmı Ermeni yazı diline de hâkimdir. Dinleri Hıristiyan’dır ve Ermeni Apostolik Kilisesi’ne bağlıdırlar. Benzer bir sınıflandırma belli bir mantığa dayanmakla birlikte, daha genel sistematikleri göz ardı etmektedir. Böylece, dil konusunu ele aldığımızda Hopa Ermenilerini ikinci gruba yerleştirmekle beraber inanç ve yayılma alanı açısından onlar kesin olarak birinci grupta yer almaktadır. Amerika ve Avrupa’nın bazı ülkelerinde de Hemşinli Ermeni toplumları bulunmaktadır. Son yıllarda Türkiye’den göç etmiş Müslüman Hemşinli Ermeniler (Hemşil), en büyüğü Almanya’da olmak üzere Avrupa ülkelerinde yeni toplumlar oluşturmaktadır. 97 Birçok Hemşinli Ermeni, kendi tarihi yerleşim bölgelerinin haricinde İzmit yöresi, Erzurum, Ankara, İzmir, İstanbul gibi Türkiye’nin çeşitli şehirlerinde de ikamet etmektedir. Müslüman Hemşinli Ermeniler kendilerine Hemşil (Hemşinli) demekte, bu isim Türkler ve diğer uluslar tarafından da kullanılmaktadır. İlginç olan, dinlerini, büyük bir kısmı ise dillerini de kaybetmelerine rağmen Hemşin Ermenileri kimlik bilinçlerini koruyup Türkleşmediler ve Türkleri de kendilerini, kendi memleketlerinin ismiyle anmaya mecbur ettiler. 3. Hemşinli Ermenilerin sayısı hakkındaki veriler Bu konu hakkında araştırmacılar tarafından çeşitli görüşler öne sürülmüştür. Tabii ki bunların hiç biri somut hesaplara dayanmamaktadır. Yukarıda görüldüğü gibi Hemşinli Ermenilerin yerleşim yeri ayrılığı haricinde, mezhep ve dil açısından çeşitli gruplara bölünmüş olmaları durumu daha da zorlaştırmaktadır. Bu durum ise, özellikle Türkiye’de ciddi engeller oluşturmaktadır. Konunun ele alınmasına Türk makamları hoş bakmadıklarından, araştırmacılar da genelde sadece bazı dil, kültür, folklor, din değiştirme meselelerini incelemişledir. Çeşitli araştırmacılar değişik rakamlar sunmaktadır. Rakamlar on binler ile 1,5–2 milyon arasında değişmekte, hatta bazıları daha da yüksek rakamlar telaffuz etmektedir. 25–40 bin rakamını kabul edenler herhalde sadece Hopa yöresindeki Ermenice konuşan Hemşinli Ermenileri kastetmektedirler. Aliye Alt’ın, Türkiye’de bir milyondan fazla İslamlaşmış Hemşin 98 Ermeni’si bulunduğuna dair verileri, daha kabul edilebilir gibi gözükmektedir. Hemşiller Orta Asya ve Rusya’da da yaşamaktadır. Bunların toplam sayısı 5 bin kadardır. Hemen tümü ana lehçelerini kullanmaktadır. Abhazya’da ikamet eden Hemşinli Ermenilerin sayısı 1992– 93 yıllarındaki Gürcü-Abhaz savaşından sonra 25 bin ile azalıp 65–70 bine düşmüştür. Göç edenler Rusya’ya yerleşmişlerdir. Rusya’da yaşayan Hemşinli Ermenilerin sayısı hakkında bir fikir oluşturmak epeyce zordur. Değişik hesaplara göre bu sayı 300–400 bin civarındadır. Ermenistan’da bazı verilere göre 4.000–5.000 Hemşinli Ermeni vardır. Soykırımdan sonra Avrupa’nın çeşitli ülkelerine ve ABD’ye yerleşen Hemşinli Ermeniler hakkında bazı veriler bulunmakla birlikte henüz bu konuda araştırmalar yapılmış değildir. Bu verilere göre Hemşinli Ermenilerin toplam sayısı yaklaşık bir buçuk milyon kadardır, fakat bu rakam, tabii ki gerçek durumu yansıtmaktan uzaktır. Her ne kadar bu sayı abartılmış olsa da karşımızda (Müslüman veya Hıristiyan) yoğun bir Ermeni kitlesinin bulunuyor olması açıktır. Belki de Hemşin biliminin, diğer alanlarla birlikte, Hemşinli Ermenilerin sayısı ve coğrafyası üzerine de ciddi yaklaşması gerekmektedir. 99 4. Günümüzde Hemşiller Hemşiller büyük ölçüde Türk kültürü etkisi altında bulunmalarına rağmen esas itibariyle milli törenlerini, adetlerini, şarkılarını, müziklerini, danslarını, güncel yaşamın birçok özelliklerini ve ana lehçelerini korumuşlardır. Ayrıca karışık evlilikler ve yabancı mezarlıklarda defnedilmekten kaçınmaları da enteresandır. İslam’dan Hıristiyanlığa dönmüş ve atalarının soy ismini yeniden almış olan yazar Tigran Kostanyan “Memleketimiz olan Rize şehri sakinlerinin çoğu Ermeni olduğumuzu bilirlerdi. Bizim, Türklerle birlikte mezarlıklarımız yoktu. Biz cenazelerimizi bahçelerimizde toprağa verirdik”135, diye ifade etmektedir. Milli kimlik bilinci ve bunu koruma çabasının enteresan ve kendine özgü dışavurumları olmaktadır. Bunlardan birkaçı üzerinde durmaya değer: a. Anadili (lehçeyi) koruma. Türkçe konuşan (Batı) Hemşinli Ermenilerin bile bir kısmı Hemşin lehçesini bilmekte veya Ermenice kelimeler kullanmaktadır. Doğu (Artvin vilayeti) Hemşinli Ermeniler ise esas itibariyle ana lehçelerini korumuştur. b. Adetler, törenler, folklor, türküler ve danslar, çalgılar, giyim vs. büyük oranda korunmuştur. Çok dikkat çekici bir durum da Müslüman Hemşinli Ermenilerin her yıl Temmuz ayının 15-22’de Rize vilayetinin Çamlıhemşin kasabasında Vardavar (Vartivor) kutlamalarıdır. Anlaşılır 135 “Ditak”, 2002, Mart-Nisan. 100 sebeplerden dolayı dini tören yok olmuş ve milli müziğin, dans ile geleneklerin tiyatrolaşmış bir bayramına dönüşmüştür. (Şarkıların bir kısmı Türkçedir, fakat Hopa Ermenileri, Ermenice şarkları da korumuştur, dahası, günümüzde de Hemşin şivesiyle yeni şarkılar bestelenmektedir). Birçok soru daha araştırmacıları beklemektedir, örneğin, son 2–3 yüzyıl zarfında İslamlaştırılmış Hemşinli Ermenilerin (Hemşiller) etno-kültürel hangi yabancı etkiler altında kaldığı, ne kaybettiği, ne koruyabildikleri vs. Günümüzde, Türkiye’de etnik-dini benliğin uyanışı gözlenmektedir. Hemşin Ermenilerinin (ve diğer halkların) milli, dini-kültürel hayatında kaybedilen veya baskı altında bulunan benliğin tanınması ve yeniden tesis edilmesi konusunda ilginç bir ivme vardır. Son 10 yılda Hemşin şivesiyle söylenen şarkılar ve Ermeni oyunlarının yayılması, Türkiye sınırları dışında Avrupa’da, Rusya’da, Abhazya’da, Ermenistan’da ve diğer ülkelerde yaşayan Ermeniler için sürpriz olmuştur. Bu şarkıları söyleyenler genelde Artvin Hemşinlileridir. Bu konuda özellikle, kendi verdikleri soruları yine kendilerinin cevapladığı “Vova” (Hemşin şivesiyle “kimdir?”) adlı müzik grubunun rolü (kurucuları Hikmet Akçiçek ve arkadaşları) büyüktür. Hemşinliler tarafından kurulan “HADİG” kültür derneği, Hemşin kültürünün önümüzdeki yıllarda unutulmaktan, yok olmak olmasa dahi kaybolmaktan kurtulup, yeni güç ve parlaklıkla dünyaya kendisini takdim edeceği konusunda ümit vermektedir. 101 Genç ve yetenekli rejisör, Hopa doğumlu Alper Özcan’ın filmleri benliğini arama konusunda yol açmaktadır. Özcan’ın filmlerindeki figürler, kendi kendisini arayan Hemşinlilerdir. Bu filmlerde, Türkiye tarihinde ilk defa olarak Ermenice ve eski, harikulade Hemşin şivesi tınlamıştır. 5. Hemşin bilimi hakkında kısa veriler Bu konular (ve genel olarak Pontus Ermenileri) XIX. yüzyılda ve XX. yüzyılın başında Ermeni biliminde büyük ilgi görüp Ermeni ve yabancı yazarlarca (S. Haykuni, N. Khştyan, B. Güleseryan, P. Tumayants, V. Daşyan, M. Bıjışkyan, Ğ. İncicyan, N. Mar, N. Derjavin, P. Korolenko, S. Mintslov, K. Koch vs) birçok eser yayınlanmıştır. Sonraki 50–60 yıllarda bu ilgi azalmış ve belleklerde o dönemden sadece birkaç isim kalmıştır: Hr. Acaryan, L. Melikset-Bek, C. Dumezil... 70’li yıllardan beri ise Hemşin biliminde bazı olumlu gelişmeler göze çarpmaktadır. Milli azınlıklara karşı artan ilgi Hemşinli Ermenileri de kapsar: Ermeni, Rus, Alman, Hollandalı, Amerikalı, Türk, Gürcü ve diğer milletlerden uzmanlar (L. Khaçikyan, B. Torlakyan, V. Bıdoyan, S. Vardanyan, A. TerSargisyants, J. Khaçatryan, H. Simonyan, C. Dumezil, J. Russel, J. Weitenberg, W. Blessing, R. Edwards, B. Wooks, İ. Kuznetsov, M. Sakaoğlu, Ts. Batzaşi, İ. Şilkadze vs.) son 20–30 yılda Hemşin ve Hemşinli Ermenilerin tarihi, etnografyası, lehçesi, mezhebi, kültürü, giyimi vs. hakkında bir dizi araştırma yayınlamışlardır. 102 Son yıllarda bu sorun ile ilgilenenlerin sayısı gitgide artmaktadır ve onların arasında Hemşil asıllı araştırmacıların var olması memnunluk vericidir. Onlardan birisini belirtmek isteriz. Aliye Alt, Rize’de doğup büyümüş, Frankfurt üniversitesinde tahsil görmüş ve vaftiz olarak, atalarının Kostanyan (Alis Kostanyan) soy ismini kabul etmiştir. Müslüman Ermeniler hakkındaki değerli eseri Almanca yayınlanıp Türkçe ve Yunancaya da tercüme edilmiştir. Abhazya ve Rusya’da ikamet eden Kuzey Hemşinli Ermeniler tarih, dil, etno-kültür ve din bilinci açısından Ermeni kimliği taşımakta ve Ermeni halkının diğer gruplarıyla aynı etnokültürel toplumun parçası olma açısından farklı olmamalarına rağmen, İslamlaştırılmış Hemşinli Ermenilerin durumu farklıdır. Aliye Alt bu durumu “Hemşinli Ermeniler, kültürel güçlerin birbirileriyle olan serbest bağının engellenmiş olduğu ve onun teşvikinin zamanın gereği olduğu belirgin bir durgun safhada bulunmaktadır. En önemli olanın korunduğu kültürümüzü canlandırabilmek için Hemşinli Ermeniler, gerçeğin ve bu gerçeğin kavranması ile dünya görüşünün önemli unsurları olan Hemşinlilerin simgeleri ve törenleriyle genel ruhu sağlamlaştırmaya ve bununla da birlik hissini kuvvetlendirmeye karar vermişlerdir. Susanların ve suskunların ağızlarından çıkan söz güçlü enerji kaynağı sayılır. Bu enerji vasıtasıyla biz hayatımıza, bilime, doğaya ve tüm kâinata anlam vermekteyiz. Sözün gücü sayesinde biz kendimizi iç ve dış korkularımızdan ve şiddetten kurtulabilir veya kendimizi köleleştirmeye bırakabiliriz... Sözler ve kelimeler 103 bilimsel bütün dallardan oluşan insan bilincinin temel taşlarıdır”136 diye epeyce isabetli bir yorum yapmıştır. b. Dersim ve Ermeniler 1. Kısa tarihi bakış Dersim, tarihi Ermenistan’ın Dsopk bölgesidir. Yüksek dağların konumlandığı, ortalama rakımın 2.000 metre olduğu bir bölgedir. Toplam alanı 10.000 km²’dir. Tabii sırırları doğuda Erzurum ve Muş, batıda Batı Fırat (Karasu), kuzeyde Erzincan ve Kemah, güneyde Harput ve Aradsani’dir (Murat Çay). Dersim’in başlıca şehirleri Hozat, Çemişgezek, Mezgirt, Ovacık, Peri’dir. Gevorg Halaçyan’a göre “XVII. yüzyıla kadar Dersim adına rastlamak mümkün değildir. Ancak Türk egemenliğinden sonradır ki Mananağik, Karia ve hatta Zırvan yer isimlerinin yerine Dersim ismi kullanılmaktadır”137. XVII. yüzyıl Ermeni halkı için belki de en ağır ve kâbus dolu dönemlerden biri olmuştur. İran ile Osmanlı devleti arasında başlayan savaş, Ermeniler için felaketle sonuçlanır. Şah Abbas, Osmanlı İmparatorluğu’na askeriekonomik bir darbe vurmak için, Ermenistan’ın Türkiye’ye bağlı bölgelerinden 400 bin Ermeni’yi kendi ülkesine göç ettirir. Celaliler, bu karışık ve ağır durumdan faydalanarak, Ermeni şehirleri ile köylerini yağmalamaya başlar. Osmanlı İmparatorluğu, 136 Hamşen yev hamşenahayutyun (bilimsel toplantı sunumları), YerevanBeyrut, 2007, s.167. 137 Gevorg Halaçyan, Dersimi hayeri azgagrutyunı, bölüm I, Yerevan, 1973, s.249. 104 savaş ve büyük göç sonucunda yıkıma uğrayan ülkede, zalimce İslamlaştırma-Türkleştirme siyaseti uygulamaya başlar. Bu arada, bu bölgede uygulanan ihtida siyasetinin en ağır darbeleri Pontos’ta, Hemşin Ermenileri ile Dsopk’ta, geleceğin Dersim’inde kaydedilmiştir. Bize ulaşan ananelere istinaden, bu ağır durumdan bir çıkış yolu bulmak amacıyla “Der-Simon, bölgesindeki dini ve sivil önderleri toplantıya davet edip, bulundukları ağır şartları açıklayarak, ihtida etmeyi önerir, fakat Türkleşme veya İslam dinini kabul etmek yerine, bu dağ silsilesindeki komşuları, Kürt Alevilerin dinlerini kabul etmeye karar verirler”138 . İhtida sonrasında Der-Simon, Seyit Ali adını alıp, dini önder olarak kalmaya devam eder, Alevilerin genel önderinin ölümünden sonra ise onun yerine seçilerek, Pire Piran olarak anılır. Ermeniler, canlarını ve mallarını korumak amacıyla ihtida etmelerine rağmen, Ermeni oldukları konusundaki hafızayı canlı tutup, nesilden nesle aktarırlar. Dersim tarihi ve geleneklerine vakıf G. Halaçyan, Dersim dini önderi Seyit Cafer’den duymuş olduğu ve kutsal kitaplarını nasıl koruyup gelen nesillere aktardıklarını öğrenir, “Bu anane, daha doğrusu tarihi olay (ihtida) konusunda, hemen orada yazılan toplantı kaydı, tüm ayrıntılarıyla, parşömen kâğıt üzerinde yazılmış olarak Pire-Piran’ın varisleri tarafından korunmaktadır. Buna el sürülemez ve Pire-Piran’ın büyük erkek varisinin haricinde kimsenin buna el sürmeye hakkı yoktur. Varis Pir, babasından veya büyükbabasından kendisine miras olarak intikal eden parşömenle ilgili törenleri ve içeriğini başkalarından son derece gizli tutmaya yönelik tüm emirleri 138 A.g.e. 105 sadakatle yerine getirmeye yemin etmiştir. Böylece, dağlık bölgenin Ermenileri, Aleviliği kabul ederek, güven içinde kalır ve önderlerinin ismini ebedileştirmek amacıyla, Yüksek Hayk’ın en yüksek dağlık kesimini Dersimon olarak adlandırırlar. Bu isim zaman içinde deforme olup, kısalarak, Dersim şeklini alır”139. 2. Din (Alevilik) Alevilikle ilgili hayli araştırma yapılmış olmasına rağmen, bazı konularla ilgili günümüze kadar oluşan ortak bir görüş bulunmamaktadır. Alevilik ayrı bir din mi, yoksa başka bir dinin kolu veya tarikatı mıdır? Kurucusu veya kurucuları kimdir? Bu isim nereden gelmektedir vs. Aleviler, tarih içinde Kızılbaşlar ve Bektaşiler olarak da anılmıştır. Kızılbaş ismine Ermeni ve Türk kaynaklarında rastlamaktayız. Bu ismin özünde, daha Safevi İran’dan miras kalan, kırmızı renkte başlık giyme alışkanlığı vardır. Bektaşi ismi ise, tarikatın kurucusu Hacı Bektaş-ı Veli’den gelmektedir140. Etnograf H. Kharatyan, Aleviler ve gruplarına verilen tüm isimleri toplamıştır, “Gerçekte, Ermeni yazarlar Dersim halkı hakkında konuşurken sıklıkla, “Dersim Kürtleri” ve “Kızılbaş” terimlerinin yanında “Alevi” ve hatta “Zaza” terimlerini kullanarak bir ayrıma gitmişlerdir. Dersim’de yaşamış olup, bölgeyi çok iyi tanıyan Andranik adlı yazar, “Kürt” ve “Dersimli” terimlerini sıklıkla kullanarak, tüm Dersimlileri (Ermeniler ve Türkler 139 140 A.g.e. A.g.e. 106 haricinde) bir yerde “Kürt” olarak adlandırmış, bir başka yerde ise sadece Sünni Müslüman ve Kurmançi konuşanlar için “Kürt” demektedir. Sıklıkla da Sünni Müslüman Kürtlerden farklı olan ve “gayrimüslim Kürtler” veya Kızılbaş Kürtler” olarak adlandırdığı “Kızılbaşlar” “Kürt’tür”. Diğer taraftan ise, Dersim’de doğup, 1914 yılına dek öğretmen olarak çalışan ve tüm Dersim alanında malzeme toplamış olan Gevorg Halaçyan da, aynı halk hakkında konuşurken başlıca olarak “Kürt” kelimesini kullanmış, “Kızılbaş” terimi yerine ise “Alevi”, “Alevi Kürt” kelimelerini kullanmaya başlamıştır”141. Alevlik ve Alevi tarihiyle ilgili karmaşık konulara girmek amacımız dışındadır142. Bu bölümün sınırları dâhilinde, bu konuların birbirleriyle sıkı ilişki içinde bulunduklarından dolayı, Alevilerin dinleri ve Ermenilerle olan tarihi ilişkileri hakkında kısaca bilgi vermeyi deneyeceğiz. Aleviliğin, İslam’ın Şii kolunun bir tarikatı olduğunu düşünenler, bu ismi Ali’nin ismine bağlamaktadır. Bazılarının fikrine göre ise, bu isim Türkçe alev kelimesinden gelmektedir ve “…Aleviliğin erken döneminden kalan törenleri esnasında ateş üzerinde kurban sunmak ve ateş etrafında dans etmek gelenekleriyle ilintilidir”. Aleviler arasında ortaya atılan bir diğer yaklaşıma göre ise 141 Hıranuş Kharatyan, İnknutyan voronumı Dersimum, bölüm II, Dersimi aleviatsads hayerı, http://www.repairfuture.net/index.php/hy/identity-standpointof-armenia-ar/the-search-for- identity-in-dersim-part-1-identities-in-dersimarmenian 142 Alevilerin tarihi ve alevilikle ilgili çok sayıda sorunla ilgili genç ve yetenekli araştırmacı V. Harutyunyan’ın “Turkiayi alevinerı, patmutyan yev kağakakanutyan hartser”, Yerevan, 2013, başlıklı değerli çalışmasına başvurulabilir. 107 “Alevi” isminin temelinde Ermenice “arev” (güneş) kelimesi olup, zaman içinde şekil değiştirerek “Alevi” olmuştur. Bu yaklaşım, Alevilikte var olan tabiata tapınma unsurlarıyla ilişkilendirilmektedir. XIX. yüzyıl sonu ve XX. yüzyıl başlarında Alevi yerleşimlerinden geçen bazı yabancı seyyahlar, Aleviler tarafından güneşe ve aya tapınma ve daha başka tabiata tapınma törenlerinden bahsetmektedir”143. Alevilik, şekillenme aşamasında İslam’a yakın olmuşsa da, en azından Dersim ve çevresindeki Alevilik, bir İslam tarikatı olmaktan çok uzaktır. Burada bir şeyi netleştirmek gerekir, Dersim ve çevresinde yaygın olan Alevilik, Suriye’de yaygın olan Alavilikten farklıdır. Görünüşe göre, Aleviliği bir tarikat olarak kabul edenler de, bunu Alavilikle eş görüp, sonuncusunu klasik Alevilik olarak kabul etmektedir. Örneğin Alboyacıyan, Hıristiyanlıktan Aleviliğe geçmiş olan çok sayıda gelenek, tören, dini yortu, ayin (ikrar, tövbe, bağlaşma, af vs.) ve daha başka unsurlara dayanarak, İslam’dan hayli uzak olan bir din olarak kabul etmektedir144. N. Adonts da Dersim ve Harput Vilayetleri nüfusunun inancını Hıristiyanlığa daha yakın olarak kabul ederek, Şiilikle örtülmüş olup, görünüşe göre Hıristiyanlıkla Manikeliğin özgün bir karışımı olduğunu belirtmektedir. Dahası, bu dindeki Ermenilik izlerini Paulikyanlara bağlamaktadır. Bu hareketin (VII.-IX yüzyıllar) takipçilerinden bir kısım, Bizans Kilisesi’ne temelden karşı olup, diğer grubun örneğinde resmi kiliseye de bağlanmak 143 Vardan Harutyunyan, Turkiayi alevinerı, patmutyan yev kağakakanutyan hartser, Yerevan, 2013, s.22. 144 Alboyacıyan A., Krtakan azgutyan nkaragirı yev tseğaktsakan haraberutyunner hayots het, Hayrenik dergisi, Ağustos 1931. 108 istemediğinden dolayı İslam’ı kabul eder145. N. Tağavaryan da, Aleviliğin kaynaklarını Manikelik ile Paulikyan hareketinde aramak gerektiği kanısında olup, temel şekillenme dönemini IV.-XI. yüzyıllar olarak kabul ettiği Tondrakyanları da eklemektedir. İslam’la olan dış görünüşüyle ilgili ise, Paulikyan ve Tondrakyan tarikatlık hareketleri üyelerinin, resmi kiliseye ters düşüp, dış görünüş itibarıyla İslam’ı kabul ederek, Araplara yanaşmış olduğunu belirtmektedir146. Karo Sasuni de, Dersimli Alevilerin, Tondraklılar hareketi üyelerinin nesilleri olduğunu belirtmektedir147. A. Alboyacıyan gibi, N. Tağavaryan da Hıristiyanlık ayinlerinin Alevilikte de var olmasını, benzerliğin önemli temellerinden kabul etmektedir. Ayinlerin haricinde, Alevilikte de kabul edilen inançlar ve azizler de önemlidir. Aleviler, Tanrının oğlu ve peygamber İsa Mesih’i, Aziz Sargis’i, Aziz Gevorg’u, Musa peygamberi vs. kabul etmektedir. Kuran’ı kutsal kitap kabul etmekle birlikte, takipçisi değildirler. Azizler, inançlar ve yortular arasında, paganlıktan geçme miras da az değildir. Güneşe, aya, ateşe ve farklı tabiat maddelerine tapmaktadırlar. Reenkarnasyona da inanırlar. Vardavar (Ermeni Kilisesi’ne özgü bir yortu-çev. notu) ve “kırmızı yumurta bayramı” (Paskalya) kutlarlar. Özellikle tanrıça Anahit’e tapmaları ilginçtir. G. Halaçyan, bu konuyla ilgili ilginç ve daha sonraki araştırmalar için önemli bir anlatı sunmaktadır, 145 Adonts Nikoğayos, Haykakan hartsi ludsman şurc, Yerevan, 1989, s.20. N. Tağavaryan, Kıristoneakan, boğokakanutyan yev ğızılbaşneru ağandin dsınundy, K.Polis, 1914, s.5. 147 Karo Sasuni, Kürt azgayin şarjumnerı yev hay-krtakan haraberutyunnerı, Beyrut, 1969, s.44. 146 109 “Seyit Munzur’un anlattığına göre, kendisinin soy ismi “Torne Anaye Pili” olmuş ve eski pagan döneminde tapınma vesilesi olan Anahit’ten gelmektedir. Böylece “Anaye-Pili” yüce ve kutsal bir şekilde ocağa dönüşmüş olup, kendisi de bu ocağın seyididir. Kendileri Alevi olup, kendilerini Kürt olarak kabul etmeleri durumunda paganlıkla ne ilişkileri olabilecekleri konusunda ise şöyle konuştu, - Siz Ermeniler de (“Harmen”-i kelimesini vurguladı) zamanında pagandınız, sonra da Hıristiyanlığı kabul ettiniz, bizim atalarımız da Ermeniymiş, hatta benim Karapank mezralarında yaşayan amca çocuklarım, Alevice konuşmalarına rağmen, milli kökenlerini koruyarak, Miraklar olarak anılmaktadır. Dersim’de Miraklar çok var, onların büyük bir kısmı Ermenice konuşmaktadır”148. Seyit Munzur, kendilerinin her yıl Munzur Nehri kaynaklarında bulunan Katnağbür’e (Erm. Süt pınarı-çev. notu) ziyarete gittiklerini belirtti, “ziyarete gideriz ve büyük anamız (Anahit) anısına kurban keseriz”149. Büyük ana Anahit inancı o denli yaygındır ki, bu ziyarete ve yortuya Dersim’in tüm halkları Ermeniler, Kürtler, Zazalar vs. katılmaktadır. Farklı ülkelere, özellikle de Avrupa’ya yerleşmiş olanlar büyük sayıda gelmektedir. Temmuz sonunda yapılan bu şenliklere dört kere (2011-14) katılma imkânım oldu. İlk keresinde, sonradan anlaşıldığı üzere yalnız gelmiş olan 28-30 yaşlarında bir genç dikkatimi çekti. Yanı başımızda, devasa bir ağacın altında, çıplak ayakları Munzur Nehri’nin buz gibi suları içinde, tef çalıyordu. Tefin üzerindeki gösterişli ve güzel kadın 148 149 G. Halaçyan, belirtilen çalışma. A.g.e. 110 resmi dikkatimi çekti. Kimin resmedilmiş olduğunu anlamama rağmen, sohbet başlatmak için, resmin kime ait olduğunu sordum. Ana Anahit, oldu cevabı. Bir şey çalmasını rica ettik. Tefi çok ustaca çalıyordu, hepimiz de zevkle dinledik. Munzur Nehri’nin kaynaklarından fışkıran pınarlarla ilgili anlatıyı bilip bilmediğini sorduk, biliyordu. Bu anlatıyı, Dersimli yazar N. Dersimi’nin anlatımıyla, G. Halaçyan’ın kitabından sunuyoruz, “Atalarımızın geleneksel inançlarına göre, Munzur’un gözeleri, büyük anamız tanrıça Anahit’in memelerinden fışkırmaktadır. Anahit’in memelerinden fışkıran bu süt pınarlarının sularının, bizim büyük annemizin memelerinden gelen süt olduğuna inanırız ve aşiretler arasında var olan tüm düşmanlıkların, çatışmalar sonucunda oluşan tartışmaların ve yıllar süren kin ve nefretin süt pınarlarına ziyarete gitme ve Anahit’in sütünden (suyundan) içme töreniyle son bulmasının sebebi budur”150. 3. Ermeni-Alevi ilişkileri Ermeni-Alevi ilişkileri kendine özgün ve çok katmanlı olup, genelde açıklanması zor veya imkânsızdır. Kökleri itibarıyla asırların derinliğine giden bu ilişki, etnik-dini ve kültürel ilişkiler kapsamında şekillenmiş ve bunun neticesinde dini, kültürü, törenleri ve ananeleriyle özgün bir halk şekillenmiştir. Alevileşmiş Ermeniler ve Alevi Kürtler ile Zazalar arasındaki ilişkiler, bu sonuncuların karakteri ve tutumu üzerine damgasını vurmuştur. Aralarında oluşan benzerlikler, Kızılbaşların deyişine göre 150 A.g.e., s.258. 111 “Kendileri ve Ermeniler arasındaki fark, soğanın kabuğu kadardır”151. Ermeni-Alevi ilişkilerini araştırmış olan yazarların (A. Alboyacıyan, N. Tağavaryan, G. Halaçyan, G. Yerevanyan vd.) görüşüne göre, günümüzde kendilerini Alevi olarak kabul edenlerin büyük bir kısmı Ermeni kökenlidir ve bu durum insanların hafızalarında yaşamanın haricinde, Alevilik içinde Hıristiyanlık unsurları, din-inanç yaklaşımları, törenler, ananeler vs. ile de kanıtlanmaktadır. N. Tağavaryan, Kızılbaşların Ermenilerin kirveliğini152 kabul ettiği konusuna dikkat çekmektedir, bu ise tabiidir ki, sadece komşuluk veya iyi ilişkiler içinde olmanın sonucu olamaz. G. Yerevanyan’ın kanısıyla “Dersim’de yaşayan Alevi veya Kızılbaş olarak anılan halk, Kürt adı altında gizlenmiş, kanla, inançla, eski adetleriyle kalmış Ermenilerdir”153, kanıt olarak da ortak adetlerin belirtildiği büyük bir liste sunmaktadır. Az. Sargis günü, 12 havariler günü, manastırlar ve ziyaretgâhlara yapılan ziyaretler vs., bu listede, Aleviler tarafından kutlanan, fakat Hıristiyanlığa ait olmayan iki yortu belirtmektedir. Bunlardan biri, peygamberin Kızıldeniz’de yol açtığı, Musa’nın kutsal değneğinin günü, diğeri ise Ali ile imam Hüseyin’e atfedilmiştir. Aleviler, “Vartavore ma, Khaçi İsa, Kağınde ma (Noel-H.A.), Hage sur (kırmızı yumurta günü, Paskalya) yortularını da kendi yortuları olarak kabul etmektedir”154. 151 N. Tağavaryan, Kıristoneakan, boğokakanutyan yev ğızılbaşneru ağandin dsınundy, K.Polis, 1914, s.82. 152 A.g.e., s.50. 153 G. Yerevanyan, Patmutyun Çarsancaki hayots, Beyrut, 1956, s.83. 154 A.g.e., s.83-84. 112 Dersim Alevileri arasında etnik Ermenilerin sayısının büyük olduğu konusunda konuşmalar çoktur. “Dersimlilerin hepsi olmasa da, büyük bir kısmı, atalarının Ermeni olduğu fikrine sahiptir”155. Aynı sülalenin bir kısmının Ermeni, diğer kısmının ise Alevi olduğuna dair tanıklıklar da çoktur. G. Halaçyan’ın kitabından yukarıda alıntılanan kısımlardan Seyit Munzur’un, “...bizim atalarımız da Ermeniymiş, hatta benim Karapank mezralarında yaşayan amca çocuklarım, Alevice konuşmalarına rağmen, milli kökenlerini koruyarak, Miraklar olarak anılmaktadır. Dersim’de Miraklar çok var, onların büyük bir kısmı Ermenice konuşmaktadır” sözleri bu açıdan ilginçtir. Dersim tarihinde cesaretleri ve nüfuzlarıyla ünlü Mirakyan sülalesi Mirak olarak anılmaktadır. Bu sülalenin Mamikonyan soyundan geldiğine dair rivayetler vardır. G. Yerevanyan, soyadıyla ilgili olarak şu açıklamayı yapmaktadır, “Kürtler, cesur kişileri seven ve sayan olarak onları MİRO (Kürtçe bey anlamında) adlandırmışlardır. MALE MİRO, MİROLAR anlamına gelmektedir”156. Dersim tarihi ve folkloruna değinen hemen tüm yazarlar, bu ünlü sülalenin tarihine kısa veya geniş olarak değinmişlerdir. “Mirakyanların asıl yerleşim yerleri Dujik tarafları olmuştur, Der Ovan, Çukhur, Ekız (Hakıs), Halvori, Halvori Surb (Aziz-çev. notu) Garabet manastırı. 1800 yılı nüfus sayımında Mirakyanlar 7.000 kişi olarak sayılmışlardır. Bunlar her zaman dövüş için 3.000 cesur askeri hazır bulundurmuş, korkusuz, atılgan, tüm askeri alıştırmalara sahip, özellikle de atıcılıkta eşsizdiler. Mirakyanlar, 1900’lere kadar Dersim’e saldıran Türk 155 156 Andranik, Çanaparhordutyun depi Dersim, Tiflis, 1900, s.161-162. G. A. Yerevanyan, s.99. 113 ordularını yenilgiye uğratan ve Dersim’in çok sayıda Kürt aşiretleri arasında birinci sınıf cesaret sergileyen Ermeni aşireti olmuştur”157. Mirakyanlar, Ermeni krallarının resimleriyle, Ermenice yazılı paralar basmış olduklarından dolayı, güçlü de olsa basit bir aşiret olmaktan fazlası olmalıydı158. Bu dikkat çekici veri, soy adının G. Yerevanyan tarafından açıklanması, betimlenen askeri güç ve düzen, bu soyun beylik (Mamikonyan) kökeni hakkındaki rivayeti tasdik etmektedir. Bir yandan devlet, diğer yandan ise düşman aşiretleriyle olan sürekli çatışmalar içinde bulunan güçlü aşiret, 1880’lerden itibaren zayıflamaya ve farklı bölgelere dağılmaya başlar, birçoğu göç eder. 1915 yılında bu aşiret düzenli bir güç olarak artık varlığını yitirmişti. Dersim Ermenilerinin XVII. yüzyılda başlayan toplu ihtidası, inişli çıkışlı olarak daha sonraki asırlarda da sürmekle birlikte, Ermenilerin bir kısmı, Mirakyanlar da dâhil olmak üzere, 1915’e kadar benliğini, dilini, dinini, kiliselerini ve milli yaşantısını korumaya sürdürür. 4. 1915 yılı ve sonrası Öncelikle bir-iki cümleyle 1895 olaylarına değinelim. Dersim’de, imparatorluğun diğer Ermenilerle meskûn bölgelerinde olduğu gibi kitlesel katliamlar düzenlenmiş olmamasına rağmen, bu bölgedeki yağma kendine özgündü (direniş fazla olmadığından dolayı katliam olmadı). Türk-Kürt güruh, merkezi ve yerel 157 158 A.g.e., s.97. Alboyacıyan Arşak, Patmakan hayastani sahmannerı, s.460. 114 yönetimler tarafından düzenlenen vahşet, yağma ve soygun konusunda ayrıcalıklı örnekler vermiştir. G. Yerevanyan, tüm bölgenin yağmalanma ve soyulmasını ayrıntılı bir şekilde betimlemektedir. İşte Çarsancak yağmasından bir tablo, “Dersim Kürtlerinin insan seli, Çarsancak bölgesine aktı. Çakmaklılar, tabancalar, kılıçlar, kamalar, baltalar ve daha çeşitli silahlarla donatılmışlardı. Bu Dersimli güruh, aç kurtlar gibi, Medskert ve Dzorak’tan Çarsancak Ovası’na girdi, tüm Ermeni köylerini, ev ve kişileri soyup yağmalayarak. Ardından da, çekirgeler gibi arkalarında kuru bir ıssızlık bırakarak uzaklaştılar”159. Tüm Ermeni yerleşimlerinde aynı yağma düzenlenir. *** 1915 yılında Ermenilerin tehciri ve katliamları Dersim’de de genel olarak, imparatorluğun diğer bölgelerindeki gibi gerçekleşir. İhtida edenler, kendilerine yabancı olmadığı için büyük oranda Aleviliğe dönüyordu. Yukarıda belirtildiği gibi, birçoğu Alevi akrabalara veya arkadaş ve dostlara sahipti. Lakin bu durum açıkça yapılmıyordu, çünkü devletin planına göre ihtida demek, İslamlaşma demekti. Cellâtlarının elinden bir şekilde kaçıp kurtulan, yerli veya daha başka yerlerden gelen binlerce Ermeni’nin, Dersim’e sığınmış olduğu bilinmektedir. Dersim Alevileri, bu insanların birçoğuna, Doğu Ermenistan’a geçmeleri için yardım etmiştir. Bunu, Dersim’de hemen herkes bilir. Çok sayıda Dersimliden, 159 G. Yerevanyan, s.377. 115 siyasetçilerden, memurlardan, aydınlardan, gazetecilerden, basit insanlardan duydum bunu. Bu olaylarla ilgili elimin altında bulunan sözlü (sesli veya resimli olarak kaydedilmiş) ve yazılı birçok malzemeden, “Sabah” gazetesi avukatlarından Hüseyin Aygün’ün sözlerini seçtim, “Ermenileri topladıklarında, tehcire ve katletmeye götürdüklerinde, Dersimliler son derece saygın bir yaklaşım gösterdiler. Bölgenin bu “kadim halkına” Hızır gibi zamanında yardıma koştular, onları sakladılar, Erzincan’a kadar götürüp, Ruslara teslim ettiler ve güvenliklerini sağladılar”160. Lakin 1895 yılında Ermenileri yağmalayıp soyan Dersim’in Sünni Kürtleri ile diğer İslam aşiretler, bu defa da Türklere destek verip, Ermeni katliamlarına, mal varlıklarının yağmalanması ve çocukların İslamlaştırılması konusundaki belki de en hayasız işe katıldılar… İhtida kurbanlarından biri olan G. Yerevanyan, tellalın sesinin şehrin bir ucundan diğerine ulaştığını hatırlamaktadır, “Beş yaşından yukarı olan tüm Ermeni çocukları erkek veya kız, muhakkak hükümete teslim edilmelidir…”161. Her bir yerleşim yerinden yüzlerce veya binlerce çocuk toplayıp, dinlerini değiştiriyorlardı, “Ermeni çocukların isimlerini değiştirip, bunların yerine Süleyman, İbrahim, Hasan, Sabri ve daha başka Türkçe isim koydular”162. Dersim’in yaklaşık 200 bin kişilik163 nüfusunun üçte birini 160 “Sabah” 18-9-2010, gazetenin eklediğine göre “İddialara göre, bölgeye sığınmış 20 bin Ermeni Erzincan üzerinden kurulan “yer altı demiryolu” vasıtasıyla Rusya’ya kaçıp, kurtulmuşlardır. 161 G. Yerevanyan, belirtilen çalışma, s.455. 162 A.g.e., s.456. 163 Yerevanyan, bu rakamı vermekle birlikte, eklemektedir, “Lakin bu sayı 116 oluşturan Ermeniler, ihtida edenler ve Alevilerin yanında gizlenenler haricinde, hemen tamamen tehcir ve imha edilir. Bazı verilere göre 1937-38 tarihlerinde Dersim halkına karşı gerçekleştirilen soykırım esnasında, 1915 sonrasında Alevi kimliğiyle yaşayan yaklaşık 15 bin Ermeni katledilmiştir. Ordunun binlerce Ermeni ve Zaza’yı sürüp katlettiği Leş Deresi’ni (olaylardan sonra bu adı almıştır) tüm Dersimliler bilir. 5. Dersim Ermenilerinin kaygıları Günümüzde Dersim164 Vilayeti’nde yaşayan Zazalar, Kürtler, Ermeniler ve diğer halklar, milli benliklerin uyanış dönemini yaşamaktadır. Bu zor dönemde onları bekleyen nelerdir? Türkiye Cumhuriyeti yöneticilerinin, Osmanlı İmparatorluğu döneminde başlanıp, Ermeniler ve ülkedeki diğer halklara yönelik günümüze kadar farklı metotlar ve şekillerle süren165 soykırımı tamamen inkâr ederek, tekrarlanmasını fiili olarak ihtimal dâhilinde tuttukları sürece tahminler yapmak hayli zordur. Lakin uyanış içinde bulunan halkların kararlılığını ezmek zordur. İşte, Aram Ateşyan’ın, gazeteci Erkam Tufan Aytav’ın yapmış olduğu röportaj esnasında, Dersim Ermenileriyle ilgili tahminidir, Dersim’de hiçbir zaman sayım yapmak mümkün olmamıştır” (A.g.e., s.76); P. Natanyan’ın verilerine göre, o dönemde Dersim’in nüfusu 140 bindi, bunlardan 100 bini Kürt, 30 bini Ermeni, 10 bini Türk’tü. Bk. Artosr Hayastani veya Teğekagirk Balua yev şrcaka kağakats u güğoreits, K.Polis, 1883, s.100-102. 164 1937-38 soykırımından sonra Dersim’in adı Tunceli olarak değiştirilmesine rağmen, bu isim halk tarafından benimsenmemiştir. 165 Kültürel mirasın yok edilmesi, manastır ve kiliselerin yıkımı, ayrıca ihtida sürecinin sürdürülmesi, yabancı düşmanlığı propagandası, halkların kodlanması vs. ima edilmektedir. 117 sorusuna vermiş olduğu cevap. Bu, görevi icabı konu hakkında iyi bilgisi bulunan belediye başkanının Dersim’in mühtedi (gizli) Ermenileri hakkında sunmuş olduğu bilgiler olduğundan dolayı ilginçtir. “- Tunceli taraflarında çok sayıda kripto Ermeni’nin bulunduğu söyleniyor, bu doğru mu? - Doğrudur, Tuncelinin %90’ı Ermeni’dir. Nasıl diye soracaksınız. 30 yaşlarında bir genç gelip, “Ben Ermeni kökenliyim, dinime dönmek istiyorum” dedi. “İspat et”, dedim, ispat edemedi, ben de kabul etmedim. Lakin inatla geldi gitti, pes etmedi. Gidip gelip beni rahatsız etti, daha sonra babası beni aradı ve “Beyefendi, ben belediye başkanıyım, görevimden uzaklaştığımda ben de İstanbul’a gelip dinimi değiştireceğim, buradaki halkın %90’ı Ermeni’dir, kabul edin” dedi. Ben de kabul ettim. Derslere katıldı, vaftiz oldu, kilisemizin üyesi oldu”166. Dersimlilerin benliğinin uyanışının bu kanıtı, tek bir kişinin almış olduğu kararın çeperini çoktan aşmıştır, bunun kanıtı 2010 yılında Dersim Ermenileri Derneği’nin kuruluşudur. Bu dernek cesur bir adım atmıştır. Mühtedi Ermeniler o zamana kadar, sadece Hıristiyanlığı kabul ettikten sonra kendilerini Ermeni olarak ilan ederken, Dersim Ermenileri Derneği’nin kuruluşuyla yeni bir durum oluştu. Alevi veya Müslüman birçok Dersimli Ermeni, henüz Hıristiyanlığı kabul etmemişken, Hıristiyanlığı kabul etmiş olanlarla birlikte bu dernekte birleşerek, kendilerini Ermeni olarak ilan etti. Dernek resmen kaydedildi ve temel amaçları ilan edildi. 166 http://haber.stargazete.com/guncel/tuncelinin-yuzde-90-ermeni-iddiasi/haber749164 118 Atalarının inancına dönüş, Ermeni dilinin öğretimi, Dersim Ermeni kiliselerinin restorasyonu. Kendi tarihlerini bilmenin öneminin bilincinde olarak DERSİYAD dergisini kurmuş olmaları enteresandır. Hayatı boyunca kendi kimliğini çevresinden ve pek çok kez de kendi kendisinden gizlemiş, bastırmış, başkasının kimliğiyle yaşamış ve sayısız arayışlardan yorgun ve kendi kimliğini bulmak (veya yeniden sahip olmak) yolunu seçen 38 kişinin haletiruhiyesinin ilginç bir tezahürüdür Dersim Ermenileri Derneği kurucu başkanı Mihran Pırkiç’in, 2010 yılında vaftiz olmasının ertesinde ve derneğin kuruluşunun öncesinde basında yayınlanan mektubu. İşte o mektup. Olacaksa böyle olsun (parev) Evet yaşım 50 ömrümün destisi doldu dolacak. Bu güne kadar gün oldu Türk oldum okula başladım, Türküm, doğruyum, calışkanım dedim. Gün gecti Kürt oldum Zaza’ca öğrendim, zamanı geldi Alevi oldum, cem tutup semah döndüm, birde baktım devrimci olmuşum. Yaşasın halkların kardeşliği dedim. Oysa benim gerceğim bunlar değildi çünkü ben zulüme uğramış, kadınları kızları toplu tecavüze uğramış, yol kenarlarında insanlarımın cesetleriyle dolu soykırıma uğramış kadim bir halk olan bir Ermeni coçuğuydum. Türk oldukça dilimi unuttum, Kürt olduğumda halkımı unuttum, Alevi olunca dinimi unuttum. 50 yaşımdan sonra kim olduğumu hatırlayıp öğrenince de milliyetçi oldum. Neyse benim milliyetçiliğim bana kalsın. Devrimci kardeşlerim eleştirileriniz kabulümdür. Gecmişimizle ilgili kitaplar yazılmaya başlayınca bizde okuyunca öğrendik dedelerimizin neler 119 yaşadığını, gözleri yaşlı çıktık yola, Dersimden ne kadar gecmişi Ermeni olan var, bir öğrenelim dedik. Dernek kurmaya karar verdik, bunu da başaracağız sayılı gün kaldı. Gördük ki Avrupa’dan Türkiye’nin değişik yerlerinden bizi bekleyenler varmış, şimdiden arayıp duruyorlar derneği ne zaman kuracaksınız diye. Evet az kaldı yardımlarınızla Dersim Emenilerinin tabusunu yıkıp kendimizi bulacağız. Kavuşmak dileğiyle GÖRÜŞÜRÜZ( PARİ OR) Mihran Pırgic Gültekin 120 BEŞİNCİ BÖLÜM Ortak Türk kimliği yalanının yıkılması 1. Mühtedi Ermeni kimliğinin uyanışı Ortak millet-ortak Türk kimliği yaratma konusundaki İttihatçı-Kemalist plan yıkılmıştır. Zorunlu İslamlaştırma ve Türkleştirme yoluyla asimilasyon siyaseti, ortak Türk kimliği hayalinin içerden yıkılmasına varır. Kürtleri asimile etme siyasetinin neticesi ise, giderek ideolojik ve siyasi bir uyanış sergileyen Kürt silahlı mücadelesiyle son bulur. Milletler, sınıflar, toplumsal-siyasi güçler ve kısmen de askeriye temsilcileri, toplumun iç sarsıntılarından oluşan ayrım çizgisinin iki tarafında ve farklı düzeylerde kendilerini bulur. Türk vatandaşının eğitimi konusunda sarsılmaz bir itibara sahip olup, bir kutsallık olarak kabul edilen ders kitaplarının içeriği zan altına alınarak, en sert tenkitlere uğrar. “139 ders kitabını inceleyen Tarih Vakfı ve TİHV'nin hazırladığı rapora göre ders kitapları militarist, milliyetçi, bilimsellikten uzak, kadına karşı ayrımcı ve ırkçı”167. Bu raporda özellikle, kitaplarda propaganda edilen, Türkiye halkları arasında yabancılaştırma ve düşmanlaştırma tehlikesi 167 http://bianet.org/bianet/siyaset/112236-ders-kitaplari-insan-haklariihlalleriyle-dolu 121 üzerinde durulmuştur, “‘Farklı olanı görmezden gelme, görünmez kılma’ da, açık ya da örtük ayrımcılık kadar, bir insan hakları ihlalidir. Ders kitaplarında Anadolu’da yaşayan halklara ya hiç değinilmiyor ya da düşmanlaştıran/düşmanlık aşılayan ifadelerle yer veriliyor. Ermeniler, Rumlar ve Süryaniler gibi gayrimüslim halklara yönelik ayrımcı ifadeler ders kitaplarından tamamen temizlenmeli; Kürtler, Çerkezler, Lazlar, Aleviler, Araplar gibi Anadolu’da yaşayagelen farklı etnik ve dinsel toplulukların ‘yokmuş’ ya da ‘zararlıymış’ gibi sayılmalarına son verilmeli, onların farklı dil, din, inanış ve kültürleriyle Türkiye toplumunun ve kimliğinin ana bileşenleri oldukları gerçeğine ders kitaplarında da yer verilmeli. Ders kitaplarında sadece ‘biz’e ait olduğu ima edilen ‘milli değerler’, açık ya da üstü örtülü bir biçimde ‘öteki’ toplum ve kültürler aleyhine yüceltilmemeli, ‘öteki’ler çeşitli biçimlerde aşağılanmamalı ve herhangi bir biçimde düşmanlıklar özendirilmemelidir. Ders kitaplarında ulusal kimliğin bir sürekli tehdit algısı üzerinden kurulması, herhangi bir yolla ezelden ebede değişmeyen ‘dost’ ve ‘düşman’ tanımlarının ya da imalarının varlığı, barış kültürünün gelişmesine engeldir. Türkiye’nin etrafının hep düşmanlarla sarılı bulunduğu ve yurttaşlarımızdan bir bölümünün ‘iç düşman’ olduğu imasından tüm derslerde uzak durulmalıdır”168. 16 Mart 2009 tarihinde, Azınlık Hakları Uluslar Arası Grubu, "Unutmak mı Asimilasyon mu? Türkiye’nin Eğitim Sistemi'nde Azınlıklar" başlıklı raporunu bugün açıklayan grup, Türkiye'deki eğitim sistemini azınlık haklarını inkar ederek bu grupları asimile etmek, Türklük kimliğini ve milliyetçiliğini teşvik etmeye 168 Radikal gazetesi, 08. 02. 2009. 122 çalışmakla suçluyor.” Uluslararası Azınlık Hakları Grubu (MRG), hükümeti, okullarda azınlık çocuklarına karşı, farklı kültür, dil, tarih ve dinlerini yok sayarak yapılan ayrımcılığın durdurulması için harekete geçmeye çağırdı”169. Bu değerlendirmeler, yabancı veya uluslar arası kuruluş ve kişiler tarafından yapılmayıp, Türkiye İnsan Hakları Derneği, Tarih Vakfı ile Azınlık Hakları Uluslar Arası Grubu tarafından yapılmaktadır ve bu durum, ortaya konanları daha da vurgulamakta ve önemli kılmaktadır, çünkü raporu hazırlayanlar, tüm bunları çok iyi bilmenin ötesinde, kendi devletlerini, ülke ve toplumun gelişmesini engelleyen bu menfi olgulardan arındırılmış görme konusunda yararı olan kimselerdir. Benzer tartışmalar, 2002 yılından sonra Türkiye’de mümkün olmaya başlar. İslamcıların yönetimde olduğu sekiz yıl zarfında azınlıkların hakları, dilleri, kültürleri ve özellikle de Ermeni Soykırımı ve Ermeni Sorunu konusunda, önceki yılların tamamında yapıldığından daha fazla yazılıp, konuşulmuş olduğu, olağanüstü bir gerçektir. Üstelik bu, bu konunun Türkiye’nin en büyük tabularından biri olduğu durumundayken. Milli, insani, dini, eğitimsel ayrımcılıklara bir son verme, Avrupa Birliği ve farklı devletler ile uluslar arası kuruluşların talepleri ile çağrıları, ülke yöneticilerini çelişkili durumlarda bırakmakta, tarihi gerçeklerin ortaya çıkmasının, tarihi sahtekârlık üzerine kurulmuş olan Türk toplumunun milli kimliğinin yıkılmasına yol açacağının bilincinde olan milliyetçi çevreleri ise açık tepkiye itmektedir. Örneğin, eski başbakan Erdoğan’ın 169 http://www.bianet.org 16.3.2009. 123 tutumunu, çelişkilerin en tipik dışavurumu olarak kabul etmek mümkündür. İşte, Şubat 2008 tarihinde, Almanya’da, bu ülkeye göç etmiş olan Türk vatandaşlarına yönelik konuşması, “Farklılıklar bir toplumun zenginliğidir… 'Ben ve ötekiler dersek' işte orada artık 'barış tehdit altında' demektir. Ötekileştirme anlayışının olmaması lazım. Önce kendi dilini çok iyi bilmesi gerekir ki öğreneceği Almancayı da çok iyi öğrenebilme şansı olsun. Dil biliminin esası da budur ”170. İlk görünüşe göre, İngiliz ve Almanlar tarafından, ülkesinde gerçekleştirilen bilimsel araştırmalara istinaden “halkın %37-40’ı kendisini Türk olarak kabul etmemekte”171 olduğu ve 36 dilin konuşulduğu172 bir başbakan bundan daha sağduyulu konuşamazdı. Lakin aynı Erdoğan, “… bu yılın Mart ayında, Hakkâri’de şöyle konuştu, “Tek dil, tek millet, kimin işine gelmezse çeker gider”173, Mayıs ayındaki parti toplantısında ise, şu fikirleriyle herkesi şaşırttı, “Farklı etnik kimliğe ait insanlar yıllar boyunca ülkemizden kovuldu. Bu, görünüşe göre, faşist bir yaklaşımın sonucudur”174. Bu düşüncelerden hangisi Erdoğan’ındır? Büyük bir ihtimalle ikincisi. Çünkü Erdoğan, bu sözleriyle Baskın Oran’ı (ve herkesi) hayrete düşürürken, ondan bir hafta önce Polonya’da yapmış olduğu konuşmasında, Türkiye’de çalışan 40 bin Ermeni hakkında samimi olup, 170 “Agos” haftalık gazetesi, 5-6-2009. Hay datn aysor, Tahran, 2005, s.46; ayrıca bk. http://www.milligazete.com.tr/index.php?action=show&type=writersnews&id= 17302 172 www.ethnologue.com’da yayınlanan ve Türkiye ile dünyada konuşulan tüm dillerle ilgili ayrıntılı bir araştırma, Türkiye ile ilgili rapora istinaden, Türkiye’de 36 dil konuşulmaktadır. 173 Milliyet gazetesi, 13-3-2009. 174 Radikal gazetesi, 24-5-2009. 171 124 “Gerekirse, onların hepsini geri yollarız”175 demesi hiç de şaşırtmamıştır. Eski başbakanın demokrasi emellerinin farklı niyetler güttüğü, Türkiye’de siyasi partiler, ordu ve haber kuruluşları başta olmak üzere herkes tarafından bilinmektedir. CHP temsilcisi Onur Öymen, Erdoğan’ın sözlerini şöyle cevaplamıştır, “Başbakanın ne demek istediğini anlamadım. İnsanların etnik aidiyetleri nedeniyle ülkemizden çıkarıldığını hiçbir zaman duymadık. Olmamış olayları olmuş gibi göstermek, hiçbir başbakana yakışmaz”176. Milliyetçi Hareket Partisi üyesi Oktay Vural ise, “Sevr dönemi özleminde misiniz? Bu millet tarihinin hiçbir döneminde ırkçı olmamıştır. Başbakan Orhan Pamuk gibi konuşmuştur”177, diye uyarmıştır. Benzer çelişkili açıklamalar ve çalışma stilinin açıklaması, özellikle milliyetçi basın tarafından zaman-zaman ele alınan, Türkiye’nin karşı karşıya bulunduğu en büyük tehlikede gizlidir. Bu tehlikenin kaçınılmazlığı, en iyi şekilde hissedenlerden biri, tanınmış milliyetçi ve yabancı düşmanı Mehmet Şevket Eygi’dir. “Sovyetler Birliği'ndeki perestroykadan sonra Birlik dağılmış. Bizde de şu anda çok derin bir perestroyka fırtınası esiyor. Bunun sonunda ülkemizin parçalanmasını isteyen güçler emellerine ulaşabilir. "Oh Musul ve Kerkük de bizim olacak!" gibi ham ve çocuksu hayallere kapılmayalım. Eldeki Türkiye'yi koruyabilsek bizim için büyük nimet olur. Talabani'nin ve Barzani'nin bizimle birleşme teklifleri büyük bir tuzaktan ve aldatmacadan ibarettir. 175 Milliyet gazetesi, 15-5-2009. Taraf gazetesi, 25-5-2009. 177 Radikal gazetesi, 26-5-2009; ayrıca bk. http://www.milligazete.com.tr/makale/muslumanlarin-birlesmesi-134155.htm 176 125 1923'te Lozan'ın gizli protokolleriyle gerçek hürriyet, bağımsızlık ve kimliğimizi kaybetmiştik. Her şeye rağmen Anadolu'da ve küçük Trakya'da sûrî/şeklî de olsa bir bütünlük kalmıştı. Şimdi onu da yitirmek tehlikesiyle burun burunayız”178. Milli Savunma bakanı Vecdi Gönül her ne kadar “Eğer Ermenileri, Rumları sürmeseydik milli devlet olamazdık”179 sözleriyle, bu konuda emin olsa da, dış bütünlüğün kaybı tehlikesinin sebebi, tabii ki iç bütünlüğün (ortak Türk kimliği) yokluğundan kaynaklanmaktadır. Yukarıda belirtilen düşünce şeklinin taşıyıcıları, nesilden nesle Türk toplumuna bu halkların hain, sadakatsiz milletler oldukları düşüncesini aşılayarak, modern Türkiye’yi, diğer halkları on yıllar boyu yok ve tehcir etme sayesinde yaratmışlardır. Günümüzde, Kemalist Türkiye’nin organizasyon ve ideoloji binası ilk çatlaklarını verirken, Türkiye yöneticilerinin, karşı karşıya oldukları bir numaralı sorun olan, Türkiye’de yaşayan halkların nihai olarak asimile edilip Türkleştirilmesini henüz çözememiş oldukları belli olmaktadır. On yıllar boyu ustaca ve özenle gizlenen ortak kimlik yanılgısının açığa çıkması, yeni-yeni sorular ortaya atmaktadır. Diğer halklar hakları, dinleri, dilleri ve kültürleriyle nasıl ve nereden ortaya çıkmıştır, toplum bu konuda neden bilgi sahibi değildi? Tanınmış milliyetçi Yusuf Gezgin dehşetle, “...asli unsur olduğu iddia edilen Türkler (Karatürkler) bu milli devlette söz sahibi değil! Aksine en çok itilen kakılan, horlanan, dini, milli, 178 179 Mehmet Şevket Eygi, Milli Gazete, 31-7-2009. http://www.sagduyu.de/blog/?p=251 126 kültürel değerleri aşağılanan onlar…”180, diye belirtmektedir. Üstelik tüm bunlar, “Anadolu hiçbir dönemde bu oranda bir Türk ve Müslüman nüfusa ulaşmamıştı. Ama aynı zamanda Türkler kurduğu hiçbir devlette bu kadar zayıf ve etkisiz olmamıştı. Türklerin kurduğu pek çok devlette Türkler çoğunluk değildiler, ama yöneticiydiler, etkiliydiler”181, şartlarında. Etkili ve yönetici Türk figürünün (“siyah Türk”, yani etnik Türk-H.A.) tekil egemenliğinin, milletler ve insanların eşitliği talebi anlamına gelen, diğer halkların uyanması babında zayıflaması, Türk milliyetçiliği açısından bir tek anlama gelmektedir, Türkiye’nin parçalanması ve yok olması. Demokratik Türkiye’nin yakın perspektifiyle coşku duyan tüm idealistlere, Türk aydını Ergun Babahan’ın endişe veya şüphesini hatırlatmak gerekir, “Türkiye ortasından ikiye bölünmüş bir ülke görünümünde ve bu araştırma ülkemizin çok ciddi bir `Türk Meselesi` olduğunu gösteriyor. Kendinden farklı olandan iğrenen, ona katlanamayan bu insanları normalleştirmek mümkün mü, bilemiyorum. Ancak hoşgörüden bu kadar yoksun insanların, bu kadar güçlü olduğu bir ülkede demokrasiyi kökleştirmenin kolay olmadığını biliyorum.”182 2. Ermeni karşıtı propaganda Ermeni, Rum ve Süryani’lerin soykırımıyla neticelenmiş olan, İttihatçıların tek unsurlu bir ülke yaratma planı, farklı şekil 180 Yusuf Gezgin, http://www.sagduyu.de/blog/?p=251 A.g.e. 182 Ergun Babahan, Star gazetesi, 6-6-2009. 181 127 ve modellerle Kemal ve halefleri tarafından sürdürülerek, şu veya bu çapta daha yaklaşık 50 halk üzerine de yayılmıştır. Günümüzde, bu planın bozulduğu veya yarım kaldığı anlaşıldığında, milliyetçilerin akıllarında ikinci bir soykırım planı mayalanmıyor mu acaba? Milliyetçilerin fikirleri ve açık veya gizli (derin) çalışma stiline üstünkörü bir bakış dahi, bu sorunun bir abartma olmadığını gösterecektir. Bir zamanlar İttihatçılar gibi, Türk toplumunu birleştirip, onlara karşı cihada kaldırmak için, günümüzde de iç ve dış düşman figürleri yaratmaktadırlar. Milli, resmi, siyasi, askeri ve ideoloji alanında açık veya gizli lider ve egemen şahıslardan oluşan bu kişiler maddi, idari, siyasi ve askeri açıdan önemli imkânlara sahip olup, genç nesilleri arkalarından sürüklemek için programlı ve sistematik geniş çaplı faaliyet göstermektedir. E. Babahan bu konuda şöyle yazmaktadır, “En seçkin üniversitelerin bile ‘Öteki’ne düşmanlıktan başka his beslemeyen, cinayeti kutsayan, faşizan zihniyetli insanlar yetiştirdiğine tanıklık ediyoruz. Faşizan, çünkü `Öteki`ne yaşam hakkı ve alanı tanımıyor. Elinden gelse, başı örtülüyü, Kürt`ü 1915`deki gibi sürüp atacak bu topraklardan”183. Görüldüğü gibi, bazı Türk aydınlar da 1915’in tekrarlanması tehlikesini sezinlemektedir. Peki, kimdir bu insanların düşmanları? “Gizli (kripto) Ermeniler, onların başlıca destekçisi Rum azınlık ve üst düzeydekilerin nefret edilesi temsilcileri. Bu sonunculardan oluşan bizim sınıfımız, tabii ki bizim iç siyasi kuruluşlarımız, gizli dernekler, devletimiz ve resmi üyeler arasında teşkilatlanmış olan namertler. Yani Ermenistan, Yunanistan, Fransa, İngiltere, 183 Ergun Babahan, Star gazetesi, 6-6-2009 128 Almanya ve ABD, sarmaş dolaş Türk’ün, Türkiye’nin ve İslam’ın düşmanlarıdır... tüm bilinmeyen suçluların, anarşinin, terörün, cinayetin, canilerin ve onların tüm çabalarının altında şüphesiz, Rum ve Ermeni teşkilatları yatmaktadır. Çünkü amaç ve beklentiler sürekli Türk’e ve Türkiye’ye karşı düşmanlık, kan, kin ve nefret üzerine kurulmuştur184”. Milliyetçi Türk basını, vaaz ettikleri fikirlerinin, toplum içinde derin kökler saldığı, benzer yazılarla doludur. Türk toplumunun yabancı düşmanı ve özellikle de Ermeni karşıtı yaklaşımları, 500 bin nüfusa sahip Kayseri’de oynanacak olan Türkiye-Ermenistan futbol maçının düzenlenmesine karşı Nisan ayında düzenlenen imza kampanyasına 15 gün zarfında 250 bin kişinin katılacağı derecede had safhadadır. İmza kampanyası “Şehrimde, Azerbaycanlı kardeşlerimin cellâtlarını görmek istemiyorum” sloganı altında ve sınırı açmama talebiyle sürdürülmüştür. On yıllar boyu İstanbul’un haricinde, Batı Ermenistan’da, Kilikya’da ve Türkiye’nin diğer bölgelerinde Ermenilerin varlığını inkâr eden Türkiye yöneticileri, siyasi güçler, basın, aydınlar, farklı resmi ve gayrı resmi kuruluşlar, son 10-12 yıl zarfında her yerde gizli Ermeni bulma konusunda çaba esirgememektedir. İstanbul’da yaşayan 60 bin Ermeni haricinde, “Günümüzde Anadolu’da... 500 bin ile bir buçuk milyon arasında Ermeni nüfus olduğu tahmin edilmektdir. Bu kesimin bir bölümü gerçekten Müslüman olmuş ve Türk ve Kürt toplum içinde erimiş gitmiştir. Fakat önemli sayıda Ermeni gizli olarak Ermeni benliklerini ve dinlerini korumaktadır. Günümüzde bu kesimin çocukları, açık Ermenilerden daha 184 Yusuf Gezgin, http://www.sagduyu.de/blog/?p=251 129 etkilidir. Doğum yerleri ve isimlerini değiştirip büyük şehirlere gelmiş olan gizli Ermeniler, bürokrasinin en stratejik noktalarında, sanat ve basın camiasında çok etkilidir”185. Burada, Türk milliyetçi basını ile siyasi-aydın kesimi tarafından, Ermeni karşıtı propagandanın siyasi gereklerine göre gizli Ermenilerin sayısının peyderpey büyütülmesi dikkatleri çekmektedir. Farklı ülkeler tarafından Ermeni Soykırımı olgusu art arda tanınmaya başlayınca, bazı Türk tarihçiler, kurbanların sayısını azaltmak için, kurtulanlarla ilgili daha büyük sayılar ortaya atmaya başlar. Bugün bu duruma bir başka siyasi tablo daha eklenmiştir. Ermenilerin, Türkiye bütünlüğü ve devletini tehdit eden bir güç olduğunu tüm imkânlarla kanıtlamak, bu tehlikenin çaplarını da büyütmek amacıyla daha büyük bir sayı, bir buçuk milyon ortaya atmak gerekmektedir. “Ülkemizde bugün güçlü ve etkili bir kesim vardır ve biz bunu “kripto yabancılar” olarak adlandırmaktayız”186. Ermenilerden gelen tehlike, Kürt tehlikesini “unutturacak” ölçüde büyüktür. Dahası, Kürt halkının da tehlike içinde olduğu ortaya çıkmaktadır, “Kürtler bu milletin evladı olarak devletin başında bile Kürtçülük yapmamışlardır. Yalnız onlar Ermeni dönmeleri veya diğer milletlerden olduklarına inanan dönmeler, Kürtleri istismar etmekte ve kullanmaktadırlar. Bunların davranışları bir fitne hareketidir. Bir ayrılık ve ayrıştırma hareketidir (vurgulamalar H.A.)”187. Bazıları ise beklemektedir, Bazıları da “... birbirlerine karşı düşmanlaştırılmış ve kışkırtılmış 185 A.g.e. Yusuf Gezgin, http://www.aktifhaber.com 187 Seyfi Şahin, http://www.ortadogugazetesi.net/makale.php?id=4433 186 130 (Ermeniler veya diğer milletlere ait dönmeler tarafından-H.A.) Kürtler ve Türklerin uyanacakları zaman...”188. Görüldüğü gibi, daha birkaç yıl önce Öcalan’ı da çok sayıda silah arkadaşıyla birlikte Ermeni olarak ilan eden faşist beyinlerde, 1915-23 yıllarında Ermenileri Kürtlerin eliyle katletme siyaseti geçmişe özlem uyandırmıştır. Sayıları milyonlara ulaşan Kürt halkının mücadelesini gizli Ermeni ihaneti olarak takdim etmenin o kadar da ikna edici olmadığından dolayı bu yaklaşım meyve vermeyince, yukarıda belirtilen ihanet planlarıyla birlikte, Ergenekon’un Ermeni-Yahudi menşeli olması rivayeti ortaya atılır. Üstelik, “belirlendiği üzere” kripto Ermeniler ile bu konularda daha tecrübeli ve becerikli olan kripto Yahudiler son yıllarda birçok alanda birlikte hareket etmektedir “Kripto Ermeniler Ergenekon’un beyin takımı gibi görünmüyor. Ama alanda iş yapanlara, ortamı provoke edenlere baktığımızda altından hep (kripto) Ermeniler çıkıyor. Derin işlerde Ermeniler operatör, icracı; Ermenilerden daha beyaz olan Yahudiler ve Sebataylar ise karar verici görünüyor… Bugün stratejik noktalarda pek çok kripto Ermeni ve Sebatay vardır”189. Ergenekon’un liderlerinden Veli Küçük Ermeni’dir. “...Anadili gibi Ermenice konuştuğu -yandaşlarının ifadelerinde geçtiğinden dolayı- Ergenekon dosyasında yer alan Veli Küçük Ermeniceyi nasıl ve nereden öğrenmiştir?190” Son derece karanlık bir geçmişe sahip olan Küçük’ün, resmi görevde bulunduğu süre içinde emirleri sayesinde binlerce Türk ve Kürt’ün birbirlerini öldürmüş olduğu ortaya çıkmaktadır, “Veli 188 http://www.aktifhaber.com, 3-8-2009. Yusuf Gezgin, http://www.aktifhaber.com, 3-8-2009. 190 A.g.e. 189 131 Küçük, sözkonusu bölgenin insanlarını Türke ve Türk devletine, hem de “devlet” ve “Türkçülük” adına, düşman etmek için tüm imkânlardan becerikli bir şekilde yararlanmıştır”... “Ergenekon örgütünün “müdahale” ortamı oluşturmak için ortamı ısıtmakta kullandığı Rektörler hep Ermenidirler”191. “İsterseniz Ergenekon örgütünün önemli başka bir aktörüne daha mercek tutalım. İşçi partisinin liderliğini, DEV-GENÇ’in başkanlığını yapan, Apo’ya çiçek uzatan, provokatif pek çok olayın mutlaka bir yanında bulunan, kışkırtıcı yazılar yazan, Maocu ve Çin taraftarı iken; Rusya’yla, Aleksandr Dugin ile iş tutan; ama gerçekte İngiliz servisi adına çalıştığı bilinen; son dönemlerde Türkçü-ulusalcı-askerci kesilen; şu anda Ergenekon davasından tutuklu olarak cezaevinde bulunan Doğu Perinçek kimdir? Doğu Perinçek’in ailesi Erzincan ili, Eğin (Kemaliye) ilçesi Apçağa köyündendirler”192. Bu köyde yaşayan tüm Perinçeklerin, yani Doğu Perinçek’in seleflerinin, arşiv belgelerine istinaden Ermeni olduklarını yazmakta, fakat neden hiçbir arşiv belgesi yayınlamadığı açıklık kazanmamaktadır. Nihayet, söylenenlerin şüphe götürmemesi için, bunun sarsıcı bir buluş olması gerekmektedir, özellikle de inanmamak için ortada haletiruhiye açısından hiçbir engel olmadığından dolayı, “Ülkesine bağlı, diaspora ile problemli, açık bir Ermeni olan Hrant Dink’in öldürülmesinde azmettirici Elazığ Karakoçan’lı Erhan Tuncel’in kökeni de Ermeniliğe çıkıyordu. Görüleceği üzere en millici, en ulusalcı olarak piyasaya sürülen Ergenekoncuların 191 192 A.g.e. A.g.e. 132 kökeni Türk ve İslam çıkmıyor…”193. Adalet sisteminde, orduda ve üniversitelerde önemli oranda kripto Ermeni bulunmaktadır. Üniversitelerde çalışanlar yer-yer açığa çıkarılmakla birlikte, orduda ve adalet sisteminde bulunanların isimlerini telaffuz etmeye kimse cüret etmemektedir. Bu propagandaya karşı gelen bazı Türk aydınlar ve yazarlar ya mecburen ülkeyi terk etmiş veya hapistedir. Türkiye’de “Gayrimüslimlerle birlikte yeni bir dünya”194 yaratılmasının mümkün olduğuna inanan ve hâlen serbest olanları da aynı akıbet beklemektedir. Türk toplumunun içinde bulunduğu haletiruhiyeyi, Türk yöneticilerinin benimsemiş olduğu siyaseti ve Osmanlı İmparatorluğu’ndan miras kalmış ırkçı-Pantürkist vizyonu hesaba katarak, oluşan durumun analizi sonucunda aşağıdaki yargıya varmış olan güçlerin Türkiye’de daha uzun süre hâkim mevkilere sahip olacağını düşünmek daha isabetli olacaktır, “Ülkemize siyasetine ve asil halkımıza yönelik düşmanca projenın, planın, senaryonun ve faaliyetlerin hukuki veya gayri hukuki taraf olan tüm dernekler, kuruluşlar, devletler ve hükümetlere karşı “açıkça duruş” sergilememiz ve benzer ve karşı siyaset kurmalıyız”195. Bu “Ve bu “düşmanca planın, senaryonun ve faaliyetlerin” sahipleri arasında ise, yaygın kanıya göre Ermenistan ve Ermeniler ön sırada yer almaktadır, “Türkiye'nin bölünmesini, parçalanmasını, çökmesini kimler istiyor? Ermenistan istiyor, diyaspora Ermenileri istiyor. Cumhurbaşkanımızın Erivan'a futbol 193 A.g.e. Ali Bulaç, “Zaman” gazetesi, 20-7-2009. 195 Mustafa Nevruz Sınacı, http://www.anayurtgazetesi.com.tr/default.asp?page=yazar&id=1350 194 133 maçı seyretmeye gitmesine sakın aldanmayın, kanmayın. Ermeniler bizden toprak istiyor, tazminat istiyor, tekrar yerleşmek izni istiyor. Onlar da güçlü bir Türkiye istemez. Türkiye parçalanmalı ki, emelleri gerçekleşsin”196. 196 Mehmet Şevket Eygi, «Milli Gazete”, www.mehmetsevketeygi.com, www.mehmetsevketeygi.com/habergoster.asp?id=7516 Şub 2009 134 SONSÖZ Türkiye’deki mühtedi Ermenilerin sorunları, gördüğümüz gibi, yeni olmayıp, kökleri asırların derinliklerine inmektedir. Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşundan XXI. yüzyılın başına kadar bu sorunun ülke yönetimi tarafından kapalı tutulmaya çalışılması, 1923 yılından itibaren Müslüman halkları asimile etmek, Hıristiyanları ve diğer gayrimüslimleri ise İslamlaştırma veya her ne pahasına olursa olsun onlardan kurtulma siyaseti iflas etmiş olduğundan dolayı, nihayetinde beklenen sonucu vermemiştir. Kitapta belirtildiği gibi, Avrupa Birliğine doğru yelken açma gibi faktörlerin etkisi altında, Türkiye’de bir dizi tabu kırılmış veya sarsılmıştır. Bunun sonucunda, bir dizi yasak konular arasında, genelde Ermeni sorunu, bu bağlamda da mühtedi Ermeniler konusu, medya ve mümkün olan toplumsal-siyasi alanlarda, milli sorunun bir öğesi olarak gündem konusu olmuştur. Mühtedi Ermeniler sorununu fiili olarak Ermeni sorunundan ayrı tutmak mümkün olmamasına rağmen, bunun çözümünü salt Ermeni sorunu içinde aramak da doğru değildir. Bu sorun, Türkiye hükümetinin milli siyasetinin sonucu olup, çözümü de milli siyasetin çözümü bağlamında olacaktır. Lakin son yıllarda bir dizi tanınmış Türk devlet-siyasettoplum liderleri, parti önderleri, aydınlar, basın temsilcilerinin milliyetçi açıklamaları ve Türk toplumunun bunlara yönelik tepkisi, milli azınlıklar arasında, yarına yönelik endişe ve korku yaratmaktadır. İttihatçı-Kemalist, bir millet-bir dil sloganıyla ilerleyen yüz 135 yıllık milli siyasetin yapmış olduğu tahribatın, devletin tüm imkânlarını seferber edilmesi durumunda dahi sonuçlarını ortadan kaldırmanın büyük çabalar gerektireceği ortaya çıkmaktadır. Hrant Dink, bir toplantıda şöyle demişti, “Türkiye günün birinde yıkılırsa, bu silahla değil, kimlik sorunuyla olacaktır”. Herhalde, “Bir dil, bir millet, işine gelmeyen çeker gider” diye açıklamada bulunarak bu konudaki dürüstlüğü ve kesinliğiyle ayrı bir yer tutan Türkiye cumhurbaşkanı Recep Tayip Erdoğan gibi Türk liderlerinin benzer açıklamalarını ima etmekteydi. Bu siyasetin teşvik edilmesi, tehlikeli gelişmelere gebe olup, bundan kaçınmanın yolu öncelikle ve kanaatimce, sadece ve sadece ilerici aydınlar ile siyasi güçlerin, çabalarını ve faaliyetlerini birleştirmeleriyle mümkün olacaktır. 136 İÇİNDEKİLER Önsöz .................................................................................................. 3 BİRİNCİ BÖLÜM Osmanlı İmparatorluğu ve Türkiye Cumhuriyeti’nde, halkların İslamlaştırılması siyaseti .................................................. 8 1. Kısa tarihi giriş ................................................................................ 8 2. 1915–1923 yıllarındaki İslamlaştırma süreci ................................ 12 3. Kurtulanlar..................................................................................... 21 İKİNCİ BÖLÜM 1923 sonrası İslamlaştırma süreci ................................................... 31 1. 1923-1938 yılları ........................................................................... 36 2. 1940’lı yıllar .................................................................................. 40 3. 1950’li yıllar .................................................................................. 45 4. 1960-1980’li yıllar ......................................................................... 52 5. Günümüzdeki durum ..................................................................... 53 ÜÇÜNCÜ BÖLÜM Mühtedi Ermeni grupları ve yerleşim yerleri ................................ 55 1. İslamlaşmış Ermeni grupları.......................................................... 55 2. Yaşam bölgeleri ............................................................................. 64 3. İslamlaşmış Ermenilerin sayısı ...................................................... 71 4. Ermenilerin kodları ........................................................................ 76 137 DÖRDÜNCÜ BÖLÜM a. Hemşin Ermenileri ...................................................................... 87 1. Kısa tarihi bakış ............................................................................. 87 2. Dağılım alanı ................................................................................ 94 3. Hemşinli Ermenilerin sayısı hakkındaki veriler. ......................... 98 4. Günümüzde Hemşinliler.............................................................. 100 5. Hemşin bilimi hakkında kısa veriler............................................ 102 b. Dersim ve Ermeniler ................................................................. 104 1. Kısa tarihi bakış ........................................................................... 104 2. Din (Alevilik) .............................................................................. 106 3. Ermeni-Alevi ilişkileri ................................................................. 111 4. 1915 yılı ve sonrası...................................................................... 114 5. Dersim Ermenilerinin kaygıları ................................................... 117 BEŞİNCİ BÖLÜM Ortak Türk kimliği yalanının yıkılması ....................................... 121 1. Mühtedi Ermeni kimliğinin uyanışı............................................. 121 2. Ermeni karşıtı propaganda........................................................... 127 SONSÖZ .......................................................................................... 135 138 Ermenistan Gençlik Fonu Ermenistan Cumhuriyeti Başkanı tarafından tahsis edilen ödenek 139 ‘Kültür ve Toplum’ toplumsal kuruluş HAYKAZUN ALVIRTSYAN Türkiye Cumhuriyet’inde mühtedi Ermenilerin sorunları Redaktör: Meline Anumyan Sayfa düzeni: Heğine Piloyan Kapak: Arabo Sargısyan Baskı adedi: 500 Baskı 140