gezi notları
Transkript
gezi notları
GEZİ NOTLARI Mehmet ERSİN Araştırmacı Yazar Beş Kentten İzlenimler Viyana-Innsbruck(Avusturya) Milano-Floransa –Venedik (İtalya) Viyana 2 Temmuz 20007/Pazartesi İstanbul-Bostancı’daki evimizde yolculuğa çıkacak iki kişide heyecan vardı.Kızım ve ben.Sabah 06:15 kalktık 07:00’de Bostancı-Kadıköy-Bakırköy seferini yapan İstanbul Deniz otobüsü (İDO) hareket etti. 7:45’de Bakırköy İskelesindeydik. Havaş’la on beş dakikada Atatürk Havaalanı’na geldik.Havaalanında bir tur atarak Avusturya Hava Yolları’nın kontuarının açılmasını bekledik.9:30’da biletimizi alarak, valizlerimizi bagaja verdik.İş Bankasının “Lounge” girerek, hem dinlendik hem de çayımızı, kahvemizi içtik. 10:40’ da Avusturya Hava Yolları’nın uçağına girdiğimizde, bizi Mozart’ın müziği karşıladı.Hoştu.Her ulus,dünyada kendi markasıyla, tanınıyor ve fark ediliyor.Mozart’ın müziği ile karşılanmamız ulusalcılığın vurgusu gibi geldi bana.Uçağımız 11:10’ da hareket ederek 11:20’ de havalandı.Sıcak ıspanaklı krepten oluşan öğle yemeğimizi yedik .İkram edilen çay ve kahvemizi içtik.Sırbistan,Belgrad,Budapeşte üzerinden Viyana Havaalanı’na 13:20’de indik. Avrupa’dan bir çok konuda geriyiz, saatimiz onlara göre ileri.Türkiye ile Avusturya arasında bir saat olduğundan saatlerimizi bir saat geri aldık Havaalanından trenle Wien Mitte Landstrasse’ye geldik.Wien Mitte’den turuncu hat U3’le Volkstheater’e vardık.Oradan 46 nolu otobüsle Otel Preilgasse’ye ulaştık.Otelimiz rahat ve ferahtı.Biraz dinlendikten sonra kendimizi dışarı attık. Bir kenti tanımak,öğrenmek için yaya dolaşmak gerektiğine inandığımızdan,Viyana turumuza yayan başladık.İlk durağımız otelimize yakın,film festivallerinin yapıldığı Rathous’du(Rathous Plaz) (Hafburttheatter)Rathous’a bir göz attıktan sonra,yolumuza devam ederek müze Albertina’nın olduğu alana geldik.Yorulmuştuk.Cafe Mozart’ta mola verdik.Cafe Mozart’ın menüsüne bakarken dikkatimi Türkçe yazılı “Orjinal Türk Kahvesi” satırları çekti. “Orjinal Türk Kahvesi, kömür ateşinde,bakır cezvede pişirilir,lokumla ikram edilir” diye yazıyordu.Wiener Melonge adlı kahve siparişini verdik.Avusturya’nın bu kahvesi biraz yorgunluğumuzu aldı. Viyana – Rathous Rivayete göre, Türkler; Viyana kuşatmasında başaralı olamayınca geri çekilirken, çuvallarla kahve bıraktılar.Viyanalılar çuvalların içindeki çekilmemiş kahveyi görünce,önce bunun develerin yemi olduğunu zannederler.Şaşkındırlar.Bir zamanlar Türklerin arasında bulunan bir Viyanalı,Hükümetine,kendisine izin verilirse bunları değerlendirebileceğini söyler.Yönetim,söz konusu kişiye izin verir.O da Türk usulü kahve pişirerek,ganimet olarak alınan çuvallardaki kahveyi değerlendirir.Böylece Viyanalılar Türk kahvesini tanımış olurlar. Bu gezi notlarını yazdıktan sonra,Vatan gazetesinin 13 Temmuz 2007 tarihli sayında şu haber gözüme ilişti.Bu haberi olduğu gibi alıyorum: Meinl,Osmanlı’dan kahveyi öğrenen Avusturyalılar TAV’a ortak “Avusturya’nın en eski şirketleri arasında gösterilen Meinl Group,1862’de kahve üreterek iş hayatına başladı.1683’te Kara Mustafa Paşa komutasındaki ordu,yanındaki 500 çuval kahveyi geri çekilme emri sonunda Viyana kapılarında bıraktı.Osmanlı İmparatorluğu ordusunun bıraktığı ne olduğunu anlayamayan Viyana,halkı kahvenin yem olduğunu düşünüyor.Ancak uzun yıllar Türkler’in arasında yaşayan biri,olaydan haberdar olur ve savaşta gösterdiği başarının karşılığı olarak kahveyi istedi.Böylece onun sayesinde Viyana kahveyle tanıştı.Aradan iki asır geçtikten sonra Viyanalılar’ın kahveyi çok sevdiğini fark eden Julius Meinl Osmanlı İmparatorluğu’ndan kahve getirip satmak için bir şirket kurdu.Ve o şirket şu an finanstan havalimanı işletmesine kadar bir çok sektörde yer alan bir dev haline geldi. Viyana – Cafe Mozart Albertina Müzesi çevresinden ayrılarak Belvedere Sarayı ve bahçelerine şöyle bir göz attık.Gezerken hava güneşli,açık idi.Buna karşın,kimi kişinin ellerinde şemsiye taşımalarını yadırgamıştım. Hava birden bozdu.Stephansdam civarında yağmura yakalandık.Şemsiye taşıyan kişilerin tedbirini o anda anladım.Bizse tedbirsizdik.Başlarımıza naylon poşet geçirerek acayip kılıklı insanlar oldukBir süre sonra hava açtı. Viyana – Belvedere Sarayı Bahçesi Burgtheafes binasının önünde faytonlar şehir turu için hazır bekliyorlardı. Hayli yol yürümüştük ve yorulmuştuk.Otantik bir lokanta arıyorduk.Stephansdom’un yakınında Gigerl Restoran’a girdik.Servisi yapan yerel kıyafetli şapkalı güzel kız garsona siparişimizi verdik.Şinitzel (schitzel) ve şaraptan oluşan yemeğimizi yedik Yaya otelimize dönerken Avusturya Parlemento binasını gördük.Görkemliydi.Oradan Rathous Plaze’ye uğradık.Şahane klasik müzik dinletisini bir süre dinledik.Yorgun argın otelimize döndük. Viyana – Parlemento Binası Önemli Not: Gittim, gezdim,gördüm,geldim,yedim,içtim.Gezdiğim,gördüğüm yerlerin; yurdumdan, kentlerimden farkı neydi? Farklılıkları, ayrıntıları, Gezi Notları’ sonunda “Ayrıntılar” başlığıyla vermeye çalışacağım. 3.Temmuz.2007/Salı Viyana-İnnsbruck Otelimizin kompleksi içinde Akademi Hotel’de sabah kahvaltımızı yaptık. Kahvaltı açık büfeydi. Kahvaltıda balerin ve balet erkek gruplar vardı. Herkes sessiz sedasız sıraya giriyor, açık büfeden tercihlerine göre yiyeceklerini alıp, boş yerlere oturuyorlardı. Ne itiş kakış, ne de gözüm doysun diye kahvaltı tabağını tepeleme doldurma vardı. Yiyeceğini yiyen, gerektiğinde bir kez daha servis yapıyordu. Tabaklarında “artık” görünmüyordu. Dikkatimi çeken, servislerde çatal yoktu, ellerini kullanıyorlardı. Kahvaltıdan sonra otelimizin çevresini dolaştık. Caddedeki binalar, birbirinin benzeri yeni binalar eski binalara uyum sağlamış. Binaların katları arasında farklılık yok. O caddede kaç kata izin verildiyse,tümü aynı yükseklikte.Kaldırımların tümü aynı yükseklikte, inişli çıkışlı kaldırım yok,hiç kimseye,ayrıcalık tanınmamış,ister ev girişi,isterse iş yeri girişi olsun,hepsi aynı düzeyde kalmış. Otelimizden saat 11:45’te ilişkimizi keserek, otobüsle tren istasyonuna geldik, Gardan (OBB) (DDY gibi) trenimiz 13:30’da hareket etti. Trenler; hızlı, rahat, temiz, bakımlı. İtişip kakışmadan, sabırla herkes yerini alıyor, yerleşiyor. Yerini alan yolcu; diz üstü bilgisayarını açıyor ya onunla ilgili , ya kulaklı radyosuyla, ya da kitap,gazete okumakla meşgul.Kimse,meraklı gözlerle diğerini süzmüyor, tanıdık, eş-dost var mı diye treni bir baştan diğer başa dolaşmıyor. Herkes kendi kendiyle ilgili. Bizde ise, herkes herkesle ilgilidir. Tren yolculuklarında nedense, genellikle vagonlar baştan başa gezilirdi. Sigara içmek yasak. Sigara içilen bir vagon ayırmışlar. Merak edip gittim o vagona. O yere gitmemle dönmem bir oldu. Sanki esrarkeş-hane idi. Tiryakiliğime karşı beş saat sigara içmedim, içemedim. Trenimiz, Viyana Garı’ndan (Wien Westbanhof) 13:30’da hareketle: Wien HütteldofSt.Pölten Hbf.-Amstetten-St.Valentin-Linz.Hbf.-Attnıng Puchheim-Salzburg Hbf.KufsteinWergi-Jenbach istasyonlarından sonra Innsbruck Hbf’a18:30’da geldi.Çok rahat tren yolculuğumuz beş saat sürdü.Yolculukta,zamanımı,etrafı seyrederek,kitap okuyarak geçirdim.Seyirden arta kalanı “Ayrıntılar”da yazacağım. İnnsbruck’a doğru trenimiz yol alırken, Salzburg yakınlarında, Almanya’ya girip çıktığımızı,cep telefonumuzun “Almanya’ya hoş geldiniz” mesajından anladık.Arazi çok engebeli olduğundan,pek çok tünellerden geçtik. Otobüslü İnnsbruck Garı’ndan ayrılarak otelimize geldik.Eşyalarımızı bıraktıktan sonra yağmurlu ve soğuk bir gecede şehir turu yaptık.Türkün çalıştırdığı Mama Mia’ da akşam yemeğimizi yedik.Yorgunluğumuzu gidermek,ertesi günü çıkacağımız yola hazırlanmak için otelimize döndük. 4.Temmuz.2007/Çarşamba İnnsbruck - Milano Sabah 07:00’de kalktık Otobüsle gara geldik. Konforlu trenimiz 09:26’da İnnsbruck’tan hareketle Milano’ya doğru yol almaya başladı. Güzergahımızda BrenneroBolzano-Verona gibi önemli istasyonları geçerek 15:10’da Milano garına vardık.Milano Centrale’den metroyla Duomo (Kilise-Bazalika-Katedral) ya geldik.Duomo alanından otelimiz Santa Marta’yı giderek yerleştik.Eşyalarımızı bırakıp,dinlenip sonra da DuomoGallerio Vittario’yu gezdik. Castello’yus gördük. Alışveriş yaptık. Elimizdeki paketleri otelimize bıraktık. Milano – Castello Sporzesco Su kanallarının bulunduğu Naviglio’ya geldik. Milano’da genelde saat 18:00-20:00 aparatif zamanı. Kanalların kenarında Cafe-Barlar var. Saat 18:00’de Aperitivo (Happy Hour) başlıyor. İstediğiniz içkiden bir kadeh alıyor yedi euro’ya hemen ödüyorsunuz. İçkilerimize eşlik edecek, mezeleri açık büfede istediğiniz kadar alıyorsunuz. Mezelerin, yiyeceklerin alımında sınır yok. Doyuncaya kadar, birkaç servis yapabilirsiniz. Milanolular açık büfeye rağbet etmiyorlar. İçkilerini mezesiz yudumluyorlar. La Ringhiera adlı cafe barda aperitiva yaptık. Bir hayli dolaştıktan sonra otelimize dönüp duşlarımızı alıp, yorgunluğumuzu attık. 5.Temmuz.2007/Perşembe-Milano Milano’da ikinci günümüz. Zamanı durdurmak mümkün değil, akıp gidiyor.Ünlü şarkısı olan, eşimin ve pek çok dostumun da sevdiği,benim de zevk aldığım Portofino şarkısının esin kaynağı olan Portofino’ya gideceğiz. 06:30 da kalktık. Otelde ayak üstü kahvemizi içtik.07:35’ metroya binip 07:45’de gardaydık.08:10’da Portofino’ya gidecek tren hareket etti. Pavia-Vochera-Tortona-ArquataRonca-Genova-Principe-Genova Brigndle istasyonlarından sonra 10:45’ te Santa Margarita istasyonuna geldik. Santa Margarita merkezini gezdikten sonra Portofino’ya geçtik. Milano – Portofino Portofino; küçük bir koy, doğal güzelliği bozulmamış. Vahşi bir yapılaşma yok. Koyda kahvelerimizi yudumlarken, şarkıdaki dalgaların sesi kulağıma çok hoş geliyordu. Her yerde olduğu gibi burada da turist kaynıyordu. Portofino’dan 16.00’da Santa Margarita’ya dönerek bir kez daha limanı, sahili gezdik. Kahve alışkanlığımız var, dinlendiriyor kahve, beni ve kızımı. Çok nefis kokulu kahvelerimizi denize karşı sahilde içtik, dinlendik. Gara 17:15’de geldik. Milano – Portofino Trenimiz Santa Margarita’dan Milano yönüne 17:40’da hareket etti.20:40’da Milano’daydık. Otelimizde yemeğimizi yedik. Otelden 22:00’da çıktık. Mc Donald’s kahvemizi içtik. Kızım Pınar’ın İtalyan arkadaşı Aleksandro’nun kardeşiyle 23:00 da buluştuk. Bir cafeye götürdü. Özel İtalyan içkisi Negroni içtim. Aleksandro’nun kardeşiyle sohbet etik. Sıcak, canlı ve içtendi. Akdeniz Bölgesinin insanlarının sıcaklığını, bize benzer çok yönlerinin bulunduğunu gözlemledim.Sohbet sırasında Floransa ve Venedik’e gideceğimizi söyleyince; “bir sorununuz olursa mutlaka beni arayın” diyerek,ilgisini ve konuk severliğini gösterdi. Cafeden saat 01:00’da kalkarak, caddeleri arşınlayarak otelimize dündük. 6.Temmuz.2007/Cuma Milano-Floransa 08:30’da oteldeki kahvaltı masasındaydık. Kahvaltıda İtalyanların ünlü Kruvasan’ını yedik. 10:00’da otelimiz Santa Marto’dan ayrıldık. Dante Caddesinde sabah yürüyüşümüzü yaptık. Muhteşem Castello Sforzesca’yı ziyaret ettik. Castello Sforzesca şatosunun kemerleri (takları) olağan üstüydü. Milano – Castello Sporzesco’ nun İçi İtalyan şairlerden Allessandro Manzoni’den adını alan Via Manzoni caddesinde yürüdük. Gellatorio’da İtalyan dondurması yedik. Via della Spiga ve Via Monte Napolone Caddelerinde ki ünlü ve elegant butik ve mücevhercileri dolaştık. Milano – Dondurmacıda Duomo üzerinden otele gidip bıraktığımız eşyalarımızı aldık. Metroyla Milano merkezindeki tren garına (Milano Centrale) geldik. Saat 14:00’de Eurostar (ES) markalı trenimiz Floransa’ya hareket etti. Codogne-Piacenzo-Bologna istasyonlarından geçerek 17:15’de Floransa’daydık. Milano – Duomo Alanı Milano; moda, şıklık, zerafet kenti. Floransa Rönesansın yeşerdiği şehir. Michelangelo, Da Vinci, Dante gibi dehalara ev sahipliği yapan kent. 16:30’da otelimiz Hotel Santa Croce’ya ulaştık.19:00’da Floransa’da şehir turumuz yine yaya olarak başladı. Önce Galleria Uffizzi’nin olduğu Piazzade La Signoria meydanında David heykelini gördük ve açık hava müzesini gezdik. Floransa – Plaza Vecchio - David Heykeli Floransa; İtalya’daki Toscana Bölgesini iki incisinden biri. Diğeri Pisa. Daracık sokakları, sabırlı taş ustalarının ellerinden çıkmış zarif binaları, küçük meydanları, gizemli geçitleriyle ortaçağ atmosferini yaşatıyor Floransa. Floransa – Piazza Della Signoria Açık hava müzesinden sonra eski köprü anlamına gelen Ponte Vecchio köprüye geldik. XIV Yüzyıl yapısı olan bu köprü, kentin en eski köprüsü ve köprünün üstünde kuyumcular var. Kentin sokak ve caddelerini gezdikçe, sanat ve mimarinin harika eserleriyle karşılaşıyorsunuz. Şehirde kilometre kareye düşen eser sayısında dünyada bir numara olduğu söyleniyor. Floransa’nın ünlüleri olarak, Medici (Muhteşem (İl Magnıfico) olarak adlandırılan Lorenzo de Medici) ve Dante (Dante Alighieri, modern İtalyan edebiyatı kurucularından olup İtalyan dilin de babası olarak kabul ediliyor. Şaheseri “İlahi Komedya’dır.” XV. yüzyıla damgasını vuran bu kentte turumuzu sürdürüyoruz. Plazza Piti şatosunun önünden geçip 1921’den beri hizmet veren Caffe Bianchi’de, Cafe Americano eşliğinde yorgunluğumuzu gideriyoruz. Renkli Rönesans kilisesi olan Piazza del Duomo’ya gittik. Duomo bizdeki“Ulu Cami” gibi bir kavram. Kentin en büyük kilisesine verilen isim olduğundan Milano’nun en büyük kilisesi de Duomo adını taşıyor. Floransa – Piazza Del Duomo Bu tarih kokan kentin tüm sokaklarını, caddelerini arşınlamak için ne gücümüz ne de zamanımız var.Kent hakkında bir fikir edindik,sanat ve mimarinin harika eserlerinden birkaçını gördük,mest olduk.Yorgunluktan halsiz düşüp 22:00 sularında otelimize döndük.Duşlarımızı alıp yataklarımıza çekildik. 7.Temmuz.2007/Cumartesi Floransa-Venedik Kahvaltıdan sonra Piazza Santa Croce’ye (Santa: Aziz anlamında) gelip çevresinde dolaştık. Santa Croce Kilisesini (Bazilika) gördük. Alış veriş yapıp otelimize döndük. Otobüsle Duomo meydanına gelip, bir kez daha, alanı gündüz gözüyle gördük. Alandan, merkez tren istasyonuna geldik. Gittiğimiz tren istasyonlarında, bir sonraki gideceğimiz kente gidecek olan trenlerden, bize göre uygun olan saatteki biletimizi hemen alıyorduk. 12:55’te Venedik yönüne giden trenimize bindik. Trenlerde, otobüslerde gecikme yok. Herkesin zamanı değerli. Her araç zamanında, dakikasında kalkıyor. Prato-Bologna-FerraroRavigo-Padova gibi önemli istasyonlardan geçerek, saat 16:00’da Venedik’teydik. İstasyon yakınındaki büyük kanal(Grand Canale) üzerindeki köprüden geçip otelimizi bulduk Geziye çıkmadan çok önce, planlanmış tarihlerde, kızım İstanbul’dan otellerimizden yer ayırtmıştı. Aslında geziye eşim de katılacaktı. Kayınvalidemin rahatsızlığı, birlikte gezimize engel oldu. Eşimin uçak biletleri yandı, otellerdeki yatağı boş kaldı. Kızımla hep üç kişilik odalarda kaldık. Eşim içinde ayırtılan yatak ücretlerini hep ödedik. Otelimizin (Pansiyon) kapısı kapalıydı.Kapının üzerinde kızımın adı yazılı bir zarf bulduk.Zarfın içindeki notta kızıma hitaben:“Hoş geldiniz.İki anahtar var;bir dış,diğeri odanızın anahtarıdır.Yarın görüşürüz .”diye yazıyordu.Ben çat-pat İngilizce konuşsam ve anlasam da sağlıklı bir ilişki kurulamıyordu insanlarla.Kızım İngilizceyi su gibi biliyor,Almanca,İtalyanca konuşuyor ve anlıyordu,sonuç olarak,insanlarla iletişim kurmakta hiç mi hiç zorlanmıyorduk.Kızım,insanlarla,sokakta,caddede,marketlerde,alış veriş merkezlerinde.İngilizce,olmazsa Almanca,İtalyanca,konuşuyor,,anlaşıyor,ben dinlemede kalıyordum.Gerektiğinde bana tercümanlık yapıyordu kızım. Pansiyon şeklindeki,eski yapılı,otantik otelimize yerleştik.Odamızın penceresinden baktığımızda küçük bir su kanalının kenarında olduğumuzu anladık.Kanalda,sadece kendi işlerini yapan,kayığı onaran iki kişi vardı.Etrafla ilgisizler.Otelden çıkıp o sokakta yürürken,aramızda Türkçe konuştuğumuzu duyan o ilgisiz kayık onarımı yapanlardan biri “Türk müsünüz?” dedi. Bizde “Türküz” dedik. Arnavut asıllı, İtalya Venedik’te 10-15 senedir yaşayan, çalışan, çok güzel Türkçe konuşan bu sevimli soydaşımızla uzun süre ayak üstü konuştuk. Soydaşımızın yanından ayrılıp Ponte Rialto’ya gittik. 3 km uzunluğa, 50 metre de genişliğe sahip olan Büyük Kanal’ın üzerinde üç köprü bulunuyor. Scalzi, Rialto ve Accademio. Rialto Köprüsü Venedik’in tanıtımında en fazla kullanılan eserlerden biri. Oradan San Marco meydanına giderken, bir yerde mola verip Bacardi Breezer ve Smirnoffe Ice içerek dinlendik. Sonra San Marco meydanı ve kilisesini gezdik.Çok yorulmuştuk.Otelimize yaya dönecek gücümüz yoktu.San Marco meydanında Vaporetto (küçük deniz taşıtı) binip kanallardan geçip tren istasyonunun yanında Ferrovia durağında inip otelimize gittik.Dinlendik.Daha sonra otelimizden tekrar çıkıp büyük kanal (Grand Canale) kenarında yürüyüş yaptıktan sonra,uyku için otelimize döndük. Venedik – Ponte Di Rialto 8.Temmuz.2007/Pazar Venedik-İnnsbruck Sabah kalkıp odamıza bırakılan kahvaltı sepetinden kahvaltılıklarımızı alarak kahvaltılarımızı yaptık. Kahve makinasından İtalyan kahvesi “Espresso” içtik. Saat 10:00’da otelin sahibesiyle hem tanıştık hem de ilişkimizi kesip, bir süreliğine eşyalarımızı bıraktık. Otelin sahibesi jest yaparak, eşyalarımızı almak için otele geldiğimizde, kendini bulamayacağımız olasılığına karşı bize dış kapının anahtarını verdi. Teşekkür ettik. Ponte Dell’ Acedemica (Tahta bir köprü) ya giderken, kanal ve kanaletler üzerindeki köprülerden geçtik, ama bu köprü çok eski olduğundan ilginç. Söz konusu köprüden geçerek San Racco meydanına geldik. Bu meydandaki San Racco kilisesini gezdik. Bir süre alanda gitar çalan gencin gitarını dinledik. Köprüyü geçtikten sonra da tekrar Ponte Rialto üzerinden otele gelip bıraktığımız eşyaları aldık. Tren istasyonuna geldik. Venedik – Kanaletlerden Biri “Bütün yollar Roma’ya çıkar” derler ya, Venedik’te de bütün ara sokaklar bir alana çıkıyor. Bu durum, gezdiğimiz diğer kentler için de geçerli. Venedik’te; kentin yerleşim haritasını okumasını bilmeyen, sokak, cadde levhalarındaki okları dikkatli izlemeyen bir kimse, kayboldum diye paniğe kapılabilir. Paniklememek için gideceğiniz yeri iyi saptamak, okları iyi izlemek gerekir. 13:33’te Venedik’ten İnnsbruck yönüne trene bindik. Tren yine temiz, yine konforlu, yine hızlı, yine insanlar kendi kendileriyle ilgili.Beş saat süren yolculuğumuzdan sonra 18:40’da İnnsbruck’taydık.Otelimize yerleşip dinlendikten sonra,kentin merkezine yürüdük. Cafe Krahvagelge adlı cafeye girdik.Ben “spagetti pesto” kızım “spinatknatel” yedi.Saat 23.30 sularında otelimize döndük. İnnsbruck Günleri 9.Temmuz.2007/Pazartesi İnnsbruck; iki dağ arasında düzlükte kurulmuş, ortasından Inn nehri geçen, Tirol eyaletinin başkenti olan bir kenttir. Havası nemli, zaman zaman güneş görülen, aniden yağmur bastıran, sonra güneş açan bir şehir. Tedbirsizliğimizden zaman zaman ıslandık. İtalya kentlerindeki güneşli hava ve sıcaklıktan burada eser yok. Hemen biz de bir marketten şemsiye aldık. Yanımızda sürekli şemsiyemizi taşıdık. İnnsbruck – İnn Nehri Yolları temiz ve bakımlı. Toz, toprak, çöp yok yollarda. Hem belediyenin, hem de doğanın –sürekli yağmur yağması-marifeti ve tabii insanların özeni,bu temizliği sağlıyor.Söylendiğine göre İnnsbruck’un; havasına, parasına(!), karısına(!), inanılmazmış. İnnsbruck – İnnsbruck Üniversitesi İnnsbruck, Üniversite kenti. Dünyanın her yerinden öğrenciler var. İnnsbruck’ta binalar üç veya dört katlı. Bütün binalar birbiriyle uyumlu ve göze hoş görünüyor. Kaldırımlar aynı düzeyde, inişli çıkışlı hiçbir kaldırım yok. Çatılar dik. Kiremitlerin onarımı ve aktarımı için, çatıda L biçiminde ayak koymak için demirler yerleştirilmiş. Uzun süre yağan ve çatıda biriken karların insan ve araba üzerine düşmemesi için saçakların 10-15 cm gerisine 15-20 cm yüksekliğinde parmaklıklar konmuş. Pencerelerin pervazları, çerçeveleri ahşap, camları ise çift. Pencere dışına mermer yerine çinko damlalıklar konulmuş. Balkonların parmaklıkları demirden değil ahşaptan. Her balkonda saksılar ve saksılarda rengârenk çiçekler, özellikle sardunyalar göze çarpıyor. W.C’ler tertemiz. WC’lerde teharat muslukları yok. WC taşları, İtalya ve bizdekilerden çok farklı. İtalya’daki otellerimizde WC taşlarının yanında ayrıca teharat için ayrıca bir WC taşı (Pide) vardı. Pisuarlar ya sulu ya da vakumlu. İnnsbruck Hastanesi, Avrupa’nın tanı ve tedavi bakımından sayılı hastanelerinden biriymiş. Çok geniş alana yayılı.çok fazla olanakları ve özellikle tedavide Avrupa ülkelerine göre çok öndeymiş. İnnsbruck, Avrupa’nın sayılı kayak merkezlerinden biri. Kışın bu nedenle kayak severlerle kent dolup taşarmış. Temmuz ayında bile, şehirde turist kaynıyor. Kahvaltıdan sonra İnnsbruck Üniversitesi’ne giderek gezdik. Şöyle bir alış veriş merkezlerini üstün körü dolaştıktan sonra, yağmurlu bir havada, zirveye kalkan teleferik noktası olan Hunger Brok’a kadar otobüsle çıktık. Tepeden kuşbakışı İnnsbruck’u seyrettik. Tekrar, otobüsle kentin merkezine geldik. Kentin merkezinde Uşak’lı bir dostla buluştuk. Evlerine götürdü. Özlediğimiz Türk usulü çaylarımızı yudumladık. Daldan dala atlayarak sohbet ettik. Temmuzda bile hava serindi, üşüdüm. Dişim ağrımaya başladı. Bir Novalgin aldım.Biraz geçti.Umarım,diş ağrısı,gezimizi bana zehir etmez. 10.Temmuz.2007/Salı İnnsbruck’ta hava yine puslu, kapalı ve yağmurlu. Uşak’lı dost 11:30 sularında otelimize geldi.DEZ adlı alışveriş merkezine birlikte gittik.Dostun arabasıyla kenti gezdik.Dostun daha sonraki günlerde gezi ve yemek davetlerini kabul etmedik.İşinden, zamanından bize zaman ayırmasını istemedik.Konukseverliğini kötüye kullanmadık.İnnsbruck’ta kaldığımız günlerde bir daha buluşmadık.Kentten ayrılacağımız zaman bir allahaısmarladık dedik. Dostun arabasıyla gezerken, arabasındaki bir alet dikkatimi çekti. Navigation (Navigasyon) denilen bir yol bulma bilgisayarıymış. İlk defa görüyordum bu aleti. Navigasyon nedir?Bulunduğunuz noktadan başka bir noktaya olaşmak için en uygun yolun belirlenerek yönlendirilmesi işlemine Navigasyon deniyor.Araç Navagasyonları ise;varış noktası belirlendikten sonra,bulunulan konumun cihazdaki GPS (Global Positioning System) alıcı sayesinde tespiti, kullanıcı tercihlerine göre en optimum rotanın belirlenmesi (digital haritalama) hem görsel, hem de sesli yönlendirme işlemlerini gerçekleştirerek, hedefe ulaşmayı sağlayan farklı teknolojilerin birleşiminden oluşan bir sistem. Bilgisayarın tuşlarına, bulunduğunuz nokta ile gideceğiniz noktaya basıyorsunuz.Bilgisayar size,İngilizce,Almanca,Fransızca-bazılarında Türkçe de varmışdillerinden hangisini seçerseniz sesli,ekranda da görüntülü olarak yönlendiriyor.Yolu tarif ediyor.Bulunduğunuz noktadan örneğin sağa döneceksiniz 500 metre sonra sağa,şu kadar uzaklıktasınız gibi komutlar veriyor.Yolu,varacağınız yeri,komutlara uymanız halinde,şaşırmanız mümkün değil.Avrupa’nın neresine giderseniz gidin,varacağınız noktayı elinizle koymuş gibi buluyorsunuz.İnsanı sıkıntıdan,yol sorma gereksiniminden kurtaran olağan üstü bu alete bayıldım doğrusu.Dostum bu aletin İstanbul’da da bazı araçlarda olduğunu söyledi,ama ben görmedim.Yerleşmiş,oturmuş,tüm Avrupa kentlerinin uzaydan fotoğraflarını çekip bu bilgisayarlara yüklüyorlarmış. Yolları, sokakları, caddeleri sık sık değişen, güzergahları yine sık sık değiştirilen bizim kentlerde bu bilgisayar ne yapabilir ki diye düşünmekten kendimi alamadım. Innsbruck – İnn Nehri Üzerindeki Köprülerden Biri Dostumdan ayrıldıktan sonra, kızımla İnn nehrinin köprülerinin birinden geçip,kameramızla renkli evleri ve karlı dağları çektik.İnnsbruck Üniversite’sinin etrafında dolaştık. İnn Nehri, İnnsbruck’un ortasından geçip daha sonra Tuna Nehriyle birleşip Karadeniz’e dökülüyormuş. İnnsbruck’un suyu soğuk ve çok iyi, rahat içilebiliyor. Elverişli alanlarda çeşmeler yapılmış, şırıl şırıl akıyor. Çeşmelerde gerektiğinde elinizi yüzünüzü yıkıyor,kana kana,rahat su içebiliyorsunuz.Kentlerimizin çoğunda,bir zamanlar böyle çeşmeler vardı.Onları anımsadım.Şimdi o çeşmelerin yerinde yeller esiyor. Korktuğum başıma gelmedi. Diş ağrısını atlattım. Hava nemli, ama nemi vücudunuzda yapış yapış hissetmiyorsunuz. Rutubetli hava, ağrı sızı yapmıyor. Ülkelerin olduğu gibi kentlerin de simgeleri, markaları var. İnnsbruck’un simgesi de Altın Çatı. Altın Çatıyı gördük, fotoğrafların çektik, kamerayla çekim yaptık. Etrafı turist kaynıyordu.Turist rehberleri,getirdikleri turlara,çeşitli dillerden bilgi veriyordu.Turist rehberinin elinde ya şemsiye,ya bayrak,vb. şeyler oluyor,tura katılan turist,rehberini yitirmekten kurtuluyor,onun arkasından ayrılmıyordu. Innsbruck – Altın Çatı Önünde Altın Çatı’dan Dom St. Jakup Kilisesine gittik. Etrafına, binaya bir göz attık.Oradan filmide çekilen Sisi’nin yaşadığı Kaiserliche Hofburg Sarayı’na geldik.Yine bu gösterişli yapıya baktık.Ünlü Sisi filmini hatırladık.Bu sarayın yakınında bulunan yeşilliklerle,ağaçlarla kaplı,oldukça büyük Haff Gardan parkını gezdik.Bu parkta yerlere ve kimi masalara çizili santranç oynama yerleri var.Santranç oynayan yaşlı-genç insanlar gördük.Zamanı,çok iyi,çok daha sağlıklı,temiz havada,değerlendiren bu insanlara gıpta ettim.Mis gibi temiz havada, hoşça, kafalarını çalıştırarak zamanlarını değerlendiriyorlardı.Bu güzelim parktan çıkıp tiyatro binası (Landestheater) gördük.İlahiyat Fakültesinin yanından geçip tekrar eski şehrin (altstadt) kurulduğu bölgeye geldik.Bir kez daha kentin ana caddelerinde tur attık 11.Temmuz.2007/Çarşamba Hava puslu ve kapalı. Yağmur ha yağdı, ha yağacak. İnnsbruck’ta, dükkanlar, marketler akşamüzeri 17:00’de kapanmaya başlıyor.19:00’da açık bir dükkan, market bulamıyorsunuz. Sigara ihtiyacınız olursa, ancak otomatik makinalardan sağlayabilirsiniz. Otomatik makinalardan 18 yaşından küçükler sigara alamıyor. Makinaya önce kartınızı yerleştiriyor,sonra paranızı atıyorsunuz.Devlet 18 yaşından küçüklere bu kartları vermiyor.İhtiyacınız olan herhangi bir maddeyi 19:00’a kadar almadıysanız ya ertesi günü ya da tren istasyonuna kadar gitmek zorundasınız.Tren istasyonundaki marketlerin kimileri sabaha kadar açık. Genellikle cafeler, lokantalar saat 23:00’e kadar dopdolu,capcanlı.Hiç ummadığınız beklemediğim bir sokakta, bir cafe bulabilirsiniz.Saat23:00’dan sonra barlar dolmaya,hizmet vermeye başlıyor.İçkiler özellikle biralar,şaraplar çok çeşitli ve genellikle mezesiz içiyorlar. İçkinin yanında ne bir çerez, ne bir salata, yemek bulunuyor.Pizza çok yaygın.Kahve türleri çok fazla.Bu cafelerde içki kahve eşliğinde sohbet ediliyor. Her masa kendi aleminde.Kimse kimseyle ilgili değil. Bana göre Türkiye’de herkes herkesle ilgili.Avrupa’da ise insanlar kendi kendiyle ilgilidir.Hiç kimse,diğerini ne sesle,ne fiziki bir hareketle rahatsız ediyor.Bağırış çığırış yok.Masada yemek yiyen çocuklar bile olsa,avaz avaz bağıran,insanı rahatsız eden,bir çocuk sesi duymak mümkün değil.Ülkemde öylemi ya? İnnsbruck daha iyi tanımak,gezmek için kahvaltıdan sonra,Turizm Bürosu’na giderek Kentin haritasını ve gerekli belge ve bilgileri aldık. Maria Theresian caddesini boydan boya turladık.Büyük tiyatro binasının önündeki alanda Belediye Bandosu’nun konserini dinledik.Yahudi sermayeli olduğu söylenen Hofer Süper marketinden alış veriş yaptık.Üniversitede kahvemizi içtik. Innsbruck – Altın Çatı Önünde Şehir Bandosu İnnsbruck Üniversitesi Rektörü, kahveyi 40 sentten 60 sente çıkarınca öğrenciler, isyan etmiş, karardan dönülmesini istemişler. Rektör bir kere karar verip uygulamaya geçmiş, kararından dönmesi, otoritesini zayıflatacak. Öğrenciler uygulamaya karşılar. Şöyle bir orta yol bulunmuş. Otomatik makinadan içeceğiniz kahveyi 60 sente alıyorsunuz. Kahvenizle birlikte bir göze sarı renkte bir jeton düşüyor. Kahvenizi içtiğiniz plastik bardağı otomatik makinanın özel yerine ve sarı jetonu da gösterilen yere atıyorsunuz, makine size 15 sent geri veriyor. Rektör sözünde durmuş, öğrenci 5 sentlik zammı hoş görmüş, plastik bardağın çevreyi kirletmesi önlenmiş, sonuçta alan da satan da memnun olmuş. Diyalog şart ve çatışmadan aklın yolunda birleşilmiş. “Dünyaları ben yarattım” diyen yöneticilerin kulakları çınlasın. Türklerin işlettiği Altın Çatı’ya çok yakın Magic Pizza’da gece kahvelerimizi içtik.Yorgun ayaklarımız bizi otele kadar zor taşıyordu. 12.Temmuz.2007/Perşembe Tanrıya şükür bugün hava açık ve berrak. Şemsiyelerimizi beraberimizde götürmekten kurtulduk. Dilini, dinini, kültürünü bilmediğim bir kentte bir süre yaşarken, turist olarak her şeyi gözlemeye çalışıyorum, bakar kör olmamak için. Kızım yanında, dil sorunum yok. İnsanın kendisinin birebir konuşması çok ayrı bir şey. Bu insanlar; ne yerler, ne içerler, nasıl giyinirler, nasıl davranırlar? Hemen farkı, fark ediyoruz. İnsanlar, sessiz, sakin ve anlayışlı. Uzun süre bu kentte kalmak durumunda kalsam, her şeyden önce iletişim kurmak için dillerini öğrenmeye çalışırdım. Yabancının bu kültüre uyum sağlaması, ayak uydurması için gayret göstermesi, her şeyi iyi gözlemlemesi şart. Her yerde olduğu gibi burada da yerli-yabancı çatışması, kuşkusuz var. Yabancı elbette turist haricinde, ya okumak, ya da çalışıp para kazanmak için az gelişmiş ülkelerden Avrupa’ya gidiyor. Yabancı, karnını doyurmak, ayakta kalmak, para kazanmak için ne iş olursa olsun iş uzmanı olmamasına karşın yapıyor ya da yapmaya çalışıyor. Bu durum, ucuz iş gücü, yerlinin ücretinin azalmasına neden oluyor. Yerli bir işi, diyelim on beşe yaparken, yabancı ona razı oluyor. İşverenin, aynı işi ucuza yaptırmak işine geliyor, geliri artıyor. Yerli, ücretinin ya da gelirinin yabancı yüzünden azalmasına isyan ediyor. Ama şu bir gerçek; en zor işler,aşçılık,bulaşıkçılık,temizlik,garsonluk, vb. işleri de yabancılar üstleniyor.Elbette diğer işleri yapan yabancılar da var ama bunlar azınlıkta. Madalyonun diğer yüzü ise yerlinin karnını doyuran, içki, kahve vb. servisleri yapan yabancılar. Yabancılar olmasa bu kadar rahat edemez yerliler. Bugün de müze caddesi’ni boydan boya dolaştık.12-29 Temmuz tarihleri arasında her gün Sisi’nin sarayının (Kaiserliche Hafburg) avlusunda ve Altın Çatı önünde günün değişik saatlerinde(10:30,-11:00,-18:30,-19:30,-20:00,-20:30) Belediye Bandosu ve klasik müzik konserleri var. Altın Çatı alanında Belediye Bandosunun çaldığı müziği dinledik. Kaiser Stube isimli lokantada,İnnsbruck’un özel yemeği olan “Kass Spatzein” yemeğimi yedik.Bay ve bayan garsonlar hizmet ediyorlar.Viyana’da olduğu gibi burada da garsonların belden aşağı uzun önlükleri var.Bellerindeki kemere takılı dikdörtgen şeklindeki çantaları dikkati çekiyor.Çantaların içinde;kalem,kağıt,çakmak ve cüzdan bulunuyor.Garsonlar siparişinizi alıyor,hesabı kasaya değil, garsona ödeyorsunuz.Hepsi güler yüzlü,sempatik,işini bilen insanlar.Laubalilik kesinlikle yok.Herkes işini yapıyor. 13.Temmuz.2007/Cuma Dünyanın çeşitli ülkelerinden okumak için İnnsbruck Üniversite’ne gelen öğrencilerin değişik yaşam biçimleri var. Türk öğrencilerle konuştum.Türkiye’den buraya okumak için gelen öğrenciye.ailesi,ayda 800-1000 Euro gönderse,gönderebilse öğrenci haylazlık yapmazsa,bölümünü normal sürede bitirebilecek.Türk öğrencilerin ebeveynleri bu olanağı,bu maddi katkıyı yapabilmeleri genellikle mümkün olmadığından,öğrenci,hem okumak hem de çalışmak zorunda kalıyor.Bu yabancı ülkede bir koltukta iki karpuz taşımaları adeta olanaksız.Bu nedenle bir süre okulunu bırakıyor,o sürede çalışıp para biriktiriyor.Seçtiği bölümün normal bitirme süresi,uzadıkça uzuyor.Öğrenci hem çalışıp,hem okulundan mezun olma telaşında ,ebeveyn sürenin uzamasından kaygılı,mutlu sona erme, evladının mezuniyetini görme,adam olma durumlarını tatma sabırsızlığı içinde.Sakal-bıyık hikayesi gibi öğrenci-ebeveyn çatışması,usul usul derinden derine sözsüz bazen de sözlü,yüreğe işleyen yaralar açıyor. Sıla hasreti çeken de var, sıla’yı unutan da. Yabancılaşan da var, köklerine bağlı olan da. Dengeleri tutturan, kişiliğini bulan da var, akıntıya kürek çeken de. Ben otelimizde dinlenirken, kızım dünyaca ünlü ve İnnsbruck’lu Swarovski’nin Swarovski Kristalleri Fabrikasını ve Müzesi’ni gezmeye gitti. Gezisinden mutlu ve memnun dönen kızımla öğle yemeğinde buluştuk. Yemekten sonra, kızım Sisi’nin sarayı’nın içini gezmeye gitti, ben bahçesinde bekledim. Ben, Altın Çatı önündeki alandaki cafelerin birinde sıcak kahvemi yudumlarken, kızım bu kez 148 basamaklı Şehir kulesi’ni çıktı.360 derecelik açıyla İnnsbruck’u seyrederken, kuleden İnnsbruck’un görüntüsünü kamerayla tespit etmiş. Zaten gördüğümüz ilginç yerleri, mekânları, sokakları, caddeleri, evleri kameramızla çekiyoruz. Bunu yanında fotoğraf çekmeyi de ihmal etmiyoruz. Günün yorgunluğunu gidermek için otelimize döndük. Innsbruck – Şehir Kulesi Önü Konser saatine kadar kenti yine dolaştık. Her mekânda değişik nesneler görüyor, onları izliyor, karşılaştırmalar yapıyoruz. Eski Avusturya müzikleri dinletisi var. Sisi’nin Sarayının avlusunda bu konseri dinlemek için, konan sandalyelerde yerimizi aldık. Dinleti saat 20:00’de başlayacak. Dinletiden büyük zevk aldık. Orkestra şefi ve çalanlar kendilerinden geçercesine sanatlarını icra ediyorlardı. Dinleti saat 22:00’da bitti. Avrupa’da zaman değerli. Trenler, otobüsler nasıl zamanında kalkıyor, saniye sekmiyorsa, konser de duyurulan zamanda başlıyor. İzleyicinin beğenisi ve alkışları sonunda, program bittikten sonra da ekstradan birkaç parça daha icra ediyorlar. 14.Temmuz.2007/Cumartesi Polis, her yerde, hem var, hem yok. Polis etrafta göze batarcasına dolaşmıyor. Bir yerde varlığını hissetmiyorsunuz. Konan kanunlarına aykırı bir davranışta bulunmanız halinde,polis anında beliriyor.Bu nedenle,polis hem var,hem yok,dedim.Bana, gezdiğimiz kentlerin en çok neyini beğendiniz diye sorsalar,ilk başta kentlerin güvenli olması,kendinizi güvende duymanızdır,derim.İzbe,dar sokaklarda dolaşsanız bile;malınıza,canınıza bir şey gelmeyeceğinden,bir şeyin olmayacağınızdan emin olmanız,kendinizi güvenli hissetmeniz,insana rahatlık veriyor.Yaşama sevinciniz artıyor.Gezmeden tat alıyorsunuz.Başkasının özgürlüğüne zarar vermedikçe,kendi özgürlüğünüzü daya doya yaşıyorsunuz. Bugün 08:15’te kalkıp, hazırlandık. Schloss Park’a (Şato Park) gideceğiz. Orada Ambras Şatosunu (Ambras Castle) görüp,gezeceğiz.Otobüsle Şato Park’a gittik.Orman ve ağaçlarla kaplı parkın tepesinde yer alan şatoya yaya tırmandık. Şatonun ayrı bölümünden giriş biletlerimizi aldık. Bu bölümde,16-17 yüzyıl zırhlı askerlerin,şövalyelerin,maketleri,elbiseleri,antik eşyalar sergileniyordu.İlk anda,İstanbulHarbiye’deki Askeri müzesindeymişim hissine kapıldım. Bu bölümü arşınlarken, hoş bir sürprizle karşılaştık:Barbaros Hayreddin Paşa’nın portresi, bize, sanki yıllarca öncesinden gülümsüyordu. Portrenin altında şu notu koymuşlar. “Barbaros: Kızıl Sakal, anlamına gelir, Andre Doria’yı Preveze Deniz Savaşı’nda yenmiştir. Bu nedenle portreleri karşılıklı koyduk.”Bu bölüm oldukça büyük.Bu nedenle yaşlılar gezerken zaman zaman dinlenmesi için ara ara sandalyeler konmuş. Innsbruck – Ambrass Şatosuna Giriş Bu bölümü gezdikten sonra esas Şato’ya geçtik. Ambras Şato’sunu Archduke Ferdinant II.(1529-1595) müze haline getirmiş.Şato’nun I. Katı:Avusturya Habsburg Hanedanının 17. ve 18. yy;2.Katı:15.ve16.yy,3.Katı:14.ve15.yüzyıllardaki krallarına ve ailesine ayrılmış.Her kattaki odalarda bir hanedanın, aile bireylerinin orjinal portreleri ve bazı eşyalarına ayrılmış.Bu katları gezerken,katların birinde bizi Kanuni Sultan Süleyman’ın portresi karşıladı.Portrenin altındaki tanıtım yazısında Kanuni Sultan Süleyman için: “Osmanlı İmparatorluğunun en korkulan,en güçlü sultanı” diye yazıyordu. Şatoda ahşap hakim: Tavanlar, yerler hep ahşap. Katları gezerken,portrelere bakarken,motifleri izlerken, hiristiyan motiflerinin fazlalığı dikkatimi çekti.Şatonun dinleme yerinden,İnnsbruck’u kuşbakışı seyrettik. Şatonun zemin katı, İspanyol odası, düğün, müzik salonu şeklide düzenlenmiş. Varsılların düğünü,önemli müzik dinletileri için kiraya veriliyormuş. Innsbruck – Ambrass Şatosunun Bahçesi Şato’dan yaya olarak daha önce gezdiğimiz DEZ alış veriş merkezine geldik.Ben Prima Gast’ta yorgunluk kahvesi içerken,kızım alış veriş dükkanlarını geziyordu. Saat 19:00’da Eski Avusturya müzik konserini dinledik. Bu müzik dinletisinden sonra, Theresien Brau Cafe’de,İnnsbruck’un özel bira yapımlarından olan biralarımızı içtik.Önce tatsız geldi bana.Bir süre sonra müthiş bir ferahlık verdi. 15.Temmuz.2007/Pazar Sokaklar, caddeler sesiz. Dükkanların tümü kapalı.Herkes dinlenmeye çekilmiş.Bir haftanın yorgunluğunu evlerinde gidermeye çalışıyorlar olmalı.Biz de İnnsburck’tan 9 kilometre uzaklıktaki Hall adlı yerleşim birimine gitmeye karar verdik. İnnsbruck’tan 4 nolu otobüse 11:15’te bindik,11:35’te Hall adlı büyücek bir kasabaydık.Hall’de eski belediye binasını,St Nikolos ve Jesuit Kilisesini, şehir kulesini gördük. Sokaklarda, caddelerde dolaştık.İnnsbruck’taki temizliğin,düzenin,binaların uyumunun varlığını burada da hissettik.Kentle kasabanın pek farkı yoktu.Dünyanın ilk uluslar arası parasının basıldığı binayı gördük.15:45’te İnnsbruck’a döndük. Innsbruck – Hall Kasabası Kristali dünyaya tanıtan ve İnnsbruck’lu olan Swarovski’nin şehir merkezindeki kristal galerisini (Swarovski Crystal Gallery) gezdik. Hediyelik kristaller aldık. Türk pizzacısı Magic Pizza’da akşam yemeği olarak ben dürüm, kızım pizza yedi. Bir cafede dondurmaların arkasından akşam kahvelerimizi içtik. Bir süre müzik dinledik.İnn Nehri kenarında gece yürüyüşümüzü yaptık. 16.Temmuz.2007/Pazartesi İnnsbruck sessiz sakin. Milano motosiklet diyarı ise,İnnsbruck bisiklet diyarı.Motosikletin gürültü kirliliği yerine,bisikletin sessizliği var burada.İtalyanlar gibi yüksek sesle konuşmuyorlar.Spor yapıyorlar, bisiklete biniyorlar.Obezler piyasada görünmüyor.Bisiklet için ayrı yollar,ayrı trafik işaretleri yapılmış.Yayalar kesinlikle bisiklet yolunda yürümüyorlar.Bisikletler için bisiklet parkları var.Geceleri bisiklete binenler ışıklı kasklarını takmak zorundalar. Araçlar için uygulanan kurallar ve cezalar,bisikletler için de uygulanıyor. Otelimizden çıkıp, İnn Nehrini geçip bizde ki kapalı hal gibi Hal markete girip gezdik.Hal market’ten Üniversite’ye geçtik,kahvelerimizi içtik.Kızım bilgisayar bölümünde elektronik postalarına baktı,yazışmalarını yaptı. Margit Kröll Cafe’de ben soda içerken, kızım İnnsburck’un özel tatlısını yedi. Altın Çatı alanında hobi için gençlerin icra ettikleri ritim müziğini dinledik.Seyirciler,gençlerin ritim müziğine eşlik ediyorlardı,biz de katıldık. Altın Çatı çevresinde,hiç girmediğimiz,görmediğimiz ara sokakları dolaştık Mc Donald’s da akşam yemeğimizi yedik.İnn nehri kenarından dinlene dinlene otelimize döndük. 17.Temmuz.2007/Salı Türkiye’den yurt dışına geziye çıkan insanların temel amaçlarından biri, alış veriş etmektir sanırım.Yeni yerler görmek,yeni insanlarla tanışmak,yaşam biçimlerini,giyimlerini davranışlarını gözlemlemek, ikinci plandadır.Özellikle hanımlar,varsa yoksa alış veriş etmek her dükkana girip çıkmak,vitrinleri seyretmek çok hoşlarına gider. Artık yurdumuzda ne varsa, yurtdışında da var. Bizlerin hem gözü hem de karnı doyacak, evlerimiz yurt dışından getirilmiş, eşe dosta gösterecek eşyalarla dolacak. Alış veriş merkezlerindeki dükkanlarda ,marketlerde, eşyalara aç gözle saldırmadık. Fiyat farkları var: Bize göre kimileri ucuz,kimileri pahalı.Sadece gereksinim duyduğumuz,bizde olmayan,hoşumuza giden eşyalar ile eşe dosta uygun gördüğümüz hediyelik eşyalar almakla yetindik. Yurdumuza dönüş tarihimiz yaklaşıyor.Genel seçimlerde oyumuzu kullanacağız.Bu nedenle istasyona gidip İnnsbruck Viyana biletimizi, 20.Temmuz.2007 Cuma günü saat 11:30 için aldık.Gar dönüşü yolumuz üzerinde Türklerin çalıştırdığı ucuz telefon bürosundan Didim’e telefon ettik.Dakikası on sent,on dakika konuşarak bir euro ödedik. İstanbul’daki Carrefour –Sa; Ak Merkez gibi Sillpark alışveriş merkezine geldik.Kızım dükkanları dolaşırken ben Prima Pick’te elma suyumu içerek dinlendim.Dükkanları gezmeyi,fiyat farklarını karşılaştırmayı,ucuz olana tekrar gitmeyi pek sevmem.Gözüme kestirdiğim ihtiyacım olan eşyayı alarak,dükkan dükkan gezmek sıkıntısından,telaşımdan kurtulurum. İnnsbruck merkezine gelerek,merkezdeki Nordsee Restorant’da akşam yemeğimizi yedik. Haffburg avlusunda saat 19:30’da yerimizi aldık.Saat 20:00’başlayan konseri dinlemeye başladık.Hall kasabasının müzik grubu folklorik kıyafetler içinde çaldılar.Çok neşeli,marşlarla donatılmış çok sesli bir konserdi.Beni en çok etkileyen kısım, altı kişilik trombon grubunun Sisi’nin sarayının balkonundan tüm dinleyenlere yaptıkları serenattı.Müzik bittikten sonra bile bir süre avludan ayrılamadık. Innsbruck – Avusturya Halk Müzikleri Korosundan Bir Grup Daha sonra Maria Theresia caddesindeki özel yapım biralarıyla ünlü Theresion Braü’da biralarımızı içip hararetimizi söndürdük.Saat tam 22:00’de on kez çalan kilise çanları ve heybetli Nord Kette dağı bize eşlik ediyordu. 18 Temmuz 2007/Çarşamba Birileri:“Bu beden nereye giderse gitsin kafanı üzerinde taşırsın” şeklinde bir söz söylemişti. Kafanı, yani düşüncelerini,duygularını ait olduğun yerle doldurursan gittiğin yerde rahat edemezsin.Kafanın içini boşaltmalı,ait olduğun yerle ilgili şeylerden uzaklaşmalısın.Gittiğin bulunduğun yerlerle meşgul olmalısın.Ancak o zaman rahat edebilirsin.Dün eşimle telefonla konuşurken ne memleketin ahvalini, ne de seçim atmosferini sordum.Sağlık haberleri bana yetti,arttı.Birden bire İnnsbruck’ta kafamı yurdumun durumuyla doldurmak istemedim.Ben şu anda yeni bir mekanda,yabancı bir kentte yaşıyor,geziyor eğleniyorum.Kafaca buraya uyumumu,ait olduğum yerlerin haberiyle bozmak istemedim.Aldığın zevkleri ,tatları bozmak,uyumsuzluk yaşamak istemem.Ait olduğun yere dönünce,zaten buraları unutacak bende izler bırakan durumlar dışında yurdumun durumu, günlük hayatımla haşir neşir olacağım. Kentin merkezindeki alış veriş merkezi olan Rathaus Galery ‘yi gezdik. Birinci kat alışveriş merkezi 2,3,4,5,6.katlar belediyenin resmi daireleri, 7.kat cafe ve restaurant, 7.kata çıkarak Innsbruck ‘u kuşbakışı bir kez daha seyrettik.Alış veriş merkezinin bulunduğu birinci kattaki Magistrat Caffetteria da buz gibi biramı yudumladım. Bugün saat 20:00 ‘de Viyana Muhafız Müzik (Gardemusik Wien) orkestrasının konseri var. Sisi’nin sarayının avlusunda her konserde olduğu gibi 400 sandalye seyirciler için dizilmiş. Saat 19:00 sularında gitmemize karşın sandalyelerin yarısından fazlası dolu.Gözümüzün kestirdiği yere oturduk.Dondurma yiyenler,birasını,içkisini içenler ve sohbet edenler…Açık hava olmasına karşın sigara içen yok.Giderek sandalyelerde yer kalmadı.Evinden portatif sandalye getirenler var.Saat 20:00’ ye yaklaşırken etrafa bir göz attım.Oturanlar kadar ayakta konseri izleyecek kalabalığı gördüm.Her zaman olduğu gibi ilan edilen saatte yani 20:00’de konser başladı.Birden bire sesler kesildi.Herkes konsere konsantre oldu.Çıt yok.Huşu içinde,kendinden geçercesine dinliyorlar.Parçalar bitince,bir alkış tufanı koptu.Program saat 22:00’da bitti.Orkestraya beğeni alkışları devam edince üç parça daha çaldılar.Konser bitince,duvarın dibindeki kanepeye oturarak bir sigara yaktım.İzleyiciler sessizce avluyu terk etti.Yerlerde ne bir çöp,ne bir bardak,ne de bira kutuları vardı.Her şey ait olduğu yere götürülmüştü.Avluyu en son terk edenlerdendik.Bir an bizdeki konser sonrası manzarayı düşündüm.Hizmetlilere bizde bu gibi durumlarda çok iş düşer.Her şey bulunduğu gibi bırakılmıştı.Bizle yabancıların arasındaki farklardan biri de,bizler her şeyi olduğu gibi bırakırız,onlar ise bulduğu gibi bırakıyorlar.Yabancılar,mekanı nasıl buldularsa,ayrılırken,kirletmeden,sandalyeleri yerlerinden oynatmadan,yani sözün kısası,düzeni nasıl buldularsa,gördülerse,aynı düzen içinde bırakıyorlar. 19 Temmuz 2007/Perşembe Yurt dışına çıkacaklar için dört gün ,heyecanlı,telaşlı ve yorgun geçer.Geziye çıkılacak günün arefesinde,heyecan vardır,telaş vardır,hazırlık vardır.Gezi için eşyalar valize bir konur,bir çıkarılır.Şunu da mı alsam,bunu da koysam,bu da mı lazım olur gibi endişeler vardır.Gezinin arefesi,hep böyle gel-gitlerle geçer. Gezi günü,taksi,otobüs,tramvay,metro,deniz otobüsü uçak v.b araçlara bindi-indiler bekleyişler,denetimler ve nihayet varacağınız noktaya vardığınızda,yorgunlukla tamamlanmış olur. Dönüş gününün arefesi,bu kez başka hazırlıklarla geçer.Alınan şahsi ve hediyelik eşyaların valizlere yerleştirilmesi,özellikle kırılacak eşyalara yer bulunması,özel dikkat ister.Eşyalar valizlere yerleşince,derinden bir oh çekilir.İtiraf etmeliyim ki,birer valizle gittik,birer valizle döneceğiz. Eşyalar,yerli yerince yerleşince ait olduğun yere,topraklara dönme heyecanı sarar insanı.Sevdiklerine,dostlarına,kendi dilinle anlatacağın acı-tatlı anılar,gözlemler,ayrıntılar vardır kafanda.Herkes her şeye başka bakar.Bu bakış,kişinin ilgi, alanına,kültürüne,yaşına deneyimine göre izler taşır.Örneğin İngiltere’ye giden iki Türk şairden siyasete eğilimli Namık Kemal’in gözüne ilk önce Parlemento binası,eğlenceye zevk-u sefeya yatkın Abdülhak Hamit Tarhan’ın ise Hyde Park çarpar. Günümüz,Innsbruck’un sevdiğimiz yerlerini bir kez daha dolaşmakla geçti.Sahibi Türk olan,özellikle garsonları Türk öğrencilerden oluşan Magic Pizza’dan daha kaliteli gördüğümüz Mama-Mia’da akşam yemeğimizi yedik.Yemekten sonra 40 yıldır Avrupa’da yaşayan ve Innsbruck’u mesken tutan,öğrencilere şefkatle yaklaşan şef garson sandığım 60-65 yaşlarındaki Türkle sohbet ettik.Bize Türk konukseverliğini göstererek ekspresso ısmarladı. Innsbruck – Altın Çatı Alanı Hofburg avlusundaki Mılıtarmusik Karnten konserini,diğer konserlere oranla bu kez pek sevmedik.İki parçayı dinleyip,ayrıldık. 20 Temmuz 2007/Cuma Dün gece heyecandan olsa gerek, pek uyuyamadım.Yurdumuza dönüşün telaşı ve heyecanı var. Tramwayla saat 10:00’da tren istasyonuna geldik.Sıla yolculuğumuz başlayacak.Saat 11:30’da Innsbruck-Viyana treni hareket edince,pencereden Innsbruck’a el salladık.572 kilometrelik,5 saat sürecek yolculuğumuz başladı.İkinci kez,tersten Viyana-Innsbruck aynı yolu trenle geçiyoruz.16:35’te Viyana garındaydık.17:00’de Viyana havaalanına giden otobüsteyiz. 17:35 merhaba Viyana Havaalanı.20:00’de Check-in ve pasaport denetimi. Uçağın kalkışına kadar free-shopları dolaştık. Saat 20:45’te Slovenya’nın Adria uçağında yerimizi aldık ve 21:00’de uçağımız havalandı.21:45’de Slovenya’nın Lubiyana Havaalanına indik.Burada bir süre bekledik. Slovenya-Lubiyana Adria Airway uçağı Türklerle doluydu.İnsanlardaki o sessiz,sakin birbirine hürmet etme yerine bir itiş kalkış,gürültü patırtı aldı.Bu şamata,kargaşa içinde nihayet yerimize oturabildik.Uçağımız 12:30’da havalandı ve 02:20’de İstanbul Atatürk Havaalanına indik.Saatlerimizi bir saat ileri aldık.03:20 oldu.Valizleri bekleme,free-shoptan alış veriş derken saat 4:30 oldu.05:05’te Havaş’ın Kozyatağı servisiyle hareket ettik.Kozyatağından taksiyle evimize 6:15’te ulaştık.Güzel yurdumun güzel insanlarına merhaba dedik. AYRINTILAR Öz, içerik ayrıntılarında gizlidir, derler. Gezi Notları’nı çok fazla ayrıntılara girmeden anlatmaya çalıştım.Şimdi dikkatimi çeken ayrıntıları satır başlarıyla vermek istiyorum. - Trenle yaptığımız yolculuklarda,pencereden hep dışarını izledim.Avusturya topraklarında çayırlık alanları ve buğday,arpa tarlaları,İtalya’da bağlar ve elma tarlaları dikkatimi çekti Buğday,arpa tarlalarında,rulo halinde,traktör tekerleği büyüklüğünde,saplardan sanıyorum, hayvan yemi için,yığınlar gördüm.İtalya’daki bağların asmaların yerden yüksekliği 1.5-2 metre yükseklikteki çardaklara kolları dağıtılmış. Bu çardakların da üstü 1-1.5 metre yüksekliğinde filelerle örtülmüş. - Avusturya evleri birbirine benziyor, tek tip evler görünümünde. İtalya, evleri bize benziyor. Normal yapılaşmada, yeniler sırıtıyor, eski düzen, yapılaşma bozulmuş. - Her küçük yerleşimde bile, kilise ve kilisenin kulesi dikkati çekiyor. Kilisenin kulesinde, tam ve yarım saatlerde çan sesleri, Pazar günü daha da güçlü ve sürekli duyuluyor. - Avusturya ve İtalya, dağlık ve yeşillik. - Evlerde balkon, tüm balkonlarda saksılarda çiçekler. - Avusturya; soğuk,hava kararsız,bir bakıyorsun güneşli bir bakıyorsun aniden başlayan yağmur,İtalya güneşli ve sıcak. - Viyana ve İnnsbruck’ta bisiklet çoğunlukta.Bisikletlerin yolları,işaretleri,park yerleri var.Sakinlik göstergesi bisikletler,gürültü kirliliği yapmıyor.İtalya’da ise motosiklet çoğunlukta,gürültü kirliliği var.Hareketli,canlı yaşamın göstergesi motosikletler. - Milano –Floransa-Venedik’te eski yapılar,geniş ve dar sokaklar var.İnnsbruck’ta,üç veya dört katlı evler var.Caddelerin ve sokakların düzenli görünüşü,yapılan aynı yükseklikte ve birbirine benzer şekilde uyum içinde olması,göze hoş geliyor.Evler zamana dayanıklı.Nüfus artışı olmadığından,ev gereksinimi bulunmadığından,evlerin şimdiki sahipleri,atadan,dededen kalma evlerde oturuyor. - İnnsbruck’ta istasyonda oturaklar,çöp kutuları.sigaralıklar,rutubetten paslanma olasılığına karşılık olsa gerek,paslanmaz metalden yapılmış - Trenler çok rahat.Eski,yeni,daha yeni trenler var.Koltukları rahat,her yer ter temiz.Her oturma yerinde elektrik prizleri var.Trenler her istasyona yaklaşırken ses yayardan bildiriyor.Otobüs ve trenlerde kapılar otomatik.İnecek yolcu inmeden,kimse kesinlikle binmiyor,sabırla,sükunetle sıralarını bekliyorlar.Avusturya’da tren ve otobüslerin kalkış,geliş saatlerinde saniye sekmiyor.İtalya’da zamanlamada akşamlar oluyor,bize benziyor.Trenlerde 1. ve 2. sınıf vagonlar var.Ayrıca,bisikletler için her katarda bir vagon eklenmiş. - Cadde ve sokaklarda,sokak lambası direkleri pek yok.Elektrik telleri binaların duvarlarına monte edilmiş,bu tellerden sokağın veya caddenin ortasına lambalar sarkıtılmış.Tek tük sokak lambası direkleri ise evlerin duvarlarına yaslanmış.Görüntüyü bozmuyor,kaldırımda insana rahatsızlık vermiyor bu durum. - Avusturya’da müzik önemli,Mozart diyarı.Mozart ismini çikolatadan şaraba kadar her yerde görmek mümkün.Kentin belirli ve önemli alanlarında sahnelerde ücretsiz konserler veriyor. - Avusturya,İtalya’ya oranla zengin görünüyor. - Özellikle otobüs duraklarında,duraklardaki yerler sigara izmaritiyle dolu. - İnsanlar,sokaklar ve caddelerde hep sağdan yürüyorlar. - İtalya ve Avusturya’da cep telefonuyla konuşma ama sürekli konuşmalarına her yerde tanık oluyorsunuz.Cep telefonu çok yaygın. - İtalya’da gece yaşamı Avusturya’ya oranla çok daha hareketli. - Bütün ara ve ana sokaklar genelde geniş bir alana çıkıyor. - - İstasyonlarda rayların arası kireçlenmiş. Caddelerdeki büyük çöp kutularının kapakları ayakla kapağı açacak düğmeye ,demire basarak açıyor,çöpünüzü atıyor,ellerinizi kirletmiyorsunuz. Cafe,lokanta,bar v.b. yerlerdeki menü fiyat listelerindeki yazılar,hep el yazısıyla yazılmış ,matbaa yazısıyla değil. Caddelerdeki arabaların park yerleri yeşil çizgiyle belirlenmiş. Caddeden geçen bir araba,kaldırımda yürüyen bir kişiye örneğin su birikintisinden su sıçratması halinde,arabanın plakasını polise verince,sizin zararınızı örneğin elbisenizin temizlik parasını ödemek zorunda. Viyana: Müzik diyarı. İnnsbruck: Sessiz,sakin.Avrupa’nın kayak merkezi. Milano: Güzelliğin, zerafetin ve estetiğin kentsel ismi. Şıklık, estetik, zerafet, incelik var Milano’da. Floransa: Tarih kokuyor. Venedik: Su,kanal,kanaletler kenti.