PDF Oku - sence dergisi
Transkript
PDF Oku - sence dergisi
editör Selam olsun, Yasemin GÜNGÖR Yeni bir yılda yeni sayımızla bizi buluşturana... “Sence”nin elinize ulaşan altıncı sayısı ve dolu dolu geçen ikinci yılının sonunda; her zaman olduğu gibi senin desteğini yanımızda bulduk. Kıymetli okuyucularımıza teşekkür ediyoruz. Bu sayıda korkutucu boyutlara ulaşan uyuşturucu hakkında uyarıcı olmak için “Hey Genç Arkadaş” diyerek evlatlarımıza, kardeşlerimize seslendik. Ali Ahmetbeyoğlu da “Eski Türklerde Çocuk Eğitimi”ni hatırlattı. Emrullah Özdemir “Tomris Ana’dan Bu Güne Türk Kadını” yazısında Türk kadınını diğerlerinden ayıran özellikleri sergiledi. Fahrettin Yokuş; şeb-i aruz vesilesiyle “Mevlana’dan Devlet Yöneticilerine Öğütler” verdi. Süleyman Güngör “Türkiye Cumhuriyeti: Kavga ve Umudun Destanı”nı anlatırken; Mustafa Yiğit “İsmail Bey Gaspıralı’nın Tercüme-i Hali”ni ve “Ziya Gökalp”i inceledi. “Kayıtdışı Ekonomi ve Yolsuzluk” Ercan Han tarafından göz önüne getirilirken; Kamu Sen Arge Biriminin 2014 ve 2015 yıllarını memur ve emekliler açısından değerlendirmesini sayfalarımıza aktardık. Yasin Pekeroğlu “Yasal Boyutlarıyla İş Kazası Kavramı”nı araştırdı. Yunus şevki Kibar “Elektronik Atıklar ve Geri Dönüşüm” incelemesinin yanı sıra Cengiz Dağcı’nın eserlerinden uyarlanan “Kırımlı” filmine ilişkin izlenimlerini seninle paylaştı. Ülkü Davutoğlu bilgi güvenliğimiz açısından “Sırdaşlarımızın Güvenliği”ne ve ayrıca “Gördüğümüz, Duyduğumuz, Algıladığımız” arasındaki farklara dikkat çekti. Bu sayımızın spor sayfasını Hamza Yerlikaya ile röportaja, sağlık sayfasını obeziteye, hobi sayfamızı evde mum yapımına ayırdık. Dilek Kapdağ senin için karnıyarık böreği hazırladı. Sayamadığımız başka yazılar ve öykülerimizle Sence’yi beğenilerinize sunarken; 2015 yılının senin için sağlık ve mutluluk dolu, memleket için hayırlı olmasını dileriz. Sence’yi lütfen sensiz bırakmadan sağlıcakla kalın. Keyifli okumalar... İÇİNDEKİLER Türk Büro-Sen Adına Sahibi Fahrettin YOKUŞ Sorumlu Yazı İşleri Müdürü Cafer SEÇER 4 7 Türk Dünyasının Tercümanı İsmaİl Bey Gaspıralı’nın Tercüme-i hali “Dilde, Fikirde, İşde Birlik” 10 Yönetim Yeri Talatpaşa Bulvarı No:160 06590 Cebeci / ANKARA Tel: 0.312 424 22 11 Hey Genç Arkadaş Uyuşturucu kullanan her 10 çocuk ve gençten 9’u düşük ve orta gelirli ailelerden gelmekte... Bu gençlerin çoğunluğunu parçalanmış aileden değil ailesiyle birlikte yaşayanlar oluşturuyor. Kapak Resim “Go fly a kite” www.maggieflatley.com Ve en kötüsü her iki çocuktan biri uyuşuturucuya arkadaşı yüzünden başlıyor ve çoğunlukla da tedaviyi reddediyor. Yapım Alban Tanıtım Ltd. Şti Tunalı Hilmi Cad. Büklüm Sk. No 45/3 Kavaklıdere/ANKARA Tel: 0.312 430 13 15 www.albantanitim.com.tr Baskı Ozyurt Matbaacılık Ltd. Şti. Süzgün Sokak No:8 İskitler/ANKARA Basım Tarihi Aralık 2014 Yayın Türü Yerel Süreli Yayın (Dört ayda bir yayımlanır.) Yazıların tüm sorumluluğu yazarlara aittir. ISSN: 2147-7329 Bu dergi Türk Büro-Sen tarafından ücretsiz dağıtılmaktadır. 7 “Uyuşturucuya başlama” “Uyuşturucuya alışma” “Katilinle tanışma” Kapak Şiir Süleyman GÜNGÖR Reklam Rezervasyon Tel: 0.312 434 04 12 Faks: 0.312 434 04 13 4 “Milletin istiklalini, yine milletin azim ve kararı kurtaracaktır.” Editör Yasemin GÜNGÖR Yayın Kurulu Nejla ÖKSÜZ Dr. Süleyman GÜNGÖR Yunus Şevki KİBAR Mustafa YİĞİT Ahmet AZİZOĞLU Ülkü DAVUTOĞLU Ali KARADENİZ Banu KIRAN Ramazan DURMUŞ Türkiye Cumhuriyeti: Kavga ve Umudun Destanı 17 TOMRİS Ana’dan 17 Bu Güne Türk Kadını “Dünyada hiçbir milletin kadını, “Ben Anadolu kadınından daha fazla çalıştım, milletimi kurtuluşa ve zafere götürmekte Anadolu kadını kadar hizmet gösterdim” diyemez.” 10 20 Memur ve Emekliler için 22 Kayıp Yıllar 2014- 2015 26 Türkiye Kamu-Sen Ar-Ge Merkezi’nin yaptığı araştırmaya göre, Toplu sözleşmede atılan imzanın faturası çalışana ve emekliye ağır oldu. 22 26 Eski Türklerde Çocuk Eğitimi “Eski Türklerde çocuk eğitiminin başlangıç noktası ad vermek idi. Doğar doğmaz ana babanın bebeğe verdiği ad gerçek ad olmayıp geçici ad idi... 28 31 Mevlana’dan Devlet Yöneticilerine Öğütler En basit iş için bile ustalık ve bilgelik ararken, devleti idare edeceklerde “üstün vasıflar” aramazsak büyük bir yanlışlık yapmış oluruz. 28 Gördüğümüz, Duyduğumuz, Algıladığımız 39 Algı özneldir. Algılayanın o anki ruhsal durumu, öğrenilmiş değer yargıları, geçmişi, geleceğe ilişkin beklentileri nesnel duyumları nasıl yorumlayacağını belirler. 31 Kırımlı 39 Kayıtdışı Ekonomi ve Yolsuzluk “Kırımlı”, Sadık Turan adlı bir Kırım Türkü’nün gözünden II. Dünya Savaşı’nda Kırım Türklerinin yaşadığı acıları anlatan bir dönem filmi. Bir ülkenin sahip olduğu ekonomik yapı ve buna bağlı yapısal özellikleri kayıt dışılığın ortaya çıkmasında önemli rol oynar... 51 Hamza YERLİKAYA 58 Obezite Nedir? Kalbi, Türk güreşi ile atan herkese başarılar diliyorum... Obezite günümüzde gelişmiş ve gelişmekte olan ülkelerin en önemli sağlık sorunları arasında yer almaktadır. 58 51 SENCE Türkiye Cumhuriyeti: Kavga ve Umudun Destanı Dr. Süleyman GÜNGÖR ⎟ T ürk tarihine ister bilinen geçmişinden, ister destanlar döneminden başlanarak bakılsın; aşağı ve yukarı eğilimlerle dolu bir testere dişi grafik görülmektedir. Bu grafikte, kâh Çin’den savaş tazminatı alan bir delici ok kudreti, kâh Çinlilerin ipeklerine kanmış bir toplumun gafleti vardır. Bu grafikte milleti zarar görmesin diye atını, hatununu gözden çıkaran ama ülkesinin en çorak parçacığına göz konulduğunda ordular kuran bir kağan portresinin yanı sıra kutlu kayayı parça parça düşmana peşkeş çeken bir aymazlık resmi yer almaktadır. Bu grafikte, milletine kurduğu çadırın bezi olarak ancak gökyüzü ile yetinen bir cihangirlik de vardır, taht kavgasına heba edilmiş fetret dönemleri de. Yeni Türkiye’nin doğumu, tam da böyle bir düşen çizgi eğilimini ters yüz eden mücadelenin sonucu, Türk’ün 4 www.sencedergisi.com ateşle imtihanının başarı nişanı anlamında tarih grafiğimizi şekillendirmiştir. Yoksa “Yeni Türkiye”, yeni teknolojinin marifetiyle hazırlanmış bir görsel tasarım yavanlığının markası değildir. Yeni Türkiye, kan ve ter ile yoğrulmuş vatan toprağının barut kokuları ile tütsülenmesi sonucu; modern çağların gerçek bir destanının nakaratıdır. “Hafıza-i beşer nisyan ile maluldür” denilse de, unutuldu sanılan geçmiş bıraktığı izlerle toplumların derununda dipdiri durmaktadır. Aksi halde, üç kıtadaki haşmetten çarpışa çarpışa, öle öle, kaça kaça Küçük Asya’ya bile sığınması çok görülen hasta adamın halkı, nasıl olur da ayaklarının üstünde yeniden dikilebilirdi? Payitaht esir kalmışken, Anadolu’nun tam ortasına kadar sokulmuşken işgal süngüsü, “iman dolu göğsün” sahibi derme çatma silahlarla başarmıştır, Ege Denizinde abdest tazelemeyi. Kurutuluş Savaşı, yeniden dikelmenin, sömürge heveslilerine diklenmenin ve “istiklal-i tamme” hayalini gerçekleştirmenin destanıdır. Bu destan, Türk’ün şahlanışının önderi ile yazılabilmiştir. İstiklali için savaşan bir milletin dünyaya kafa tutabileceği gösterilmiş ve esir milletlere örnek oluşturmuştur. Şanlı bir geçmişin verdiği ruh, doğru bir örgütlenme ve topyekûn bir seferberlik sonucunda; Batılılar tarafından “hasta adam” denilmeye başlanmış ve ülkesi parsellere ayrılmış Osmanlı İmparatorluğunun harabesinden hür ve müstakil bir varlık olarak genç Türkiye Cumhuriyeti doğmuştur. Düne kadar Osmanlı için hasta adam diyenlerin genç devlete verdikleri addır, “Yeni Türkiye”. Yeni Türkiye, I. Dünya Savaşı sonrasında galip devletlerin keyfine bağlı olarak şekillendirilmek istenen dünyada, eski sömürgeciliğin manda ve himaye cilasıyla genişletilmesi hesabı yapılırken doğmuş genç cumhuriyetin şanı olarak kullanılmıştır. Birinci Dünya Savaşı bitip taşlar yeniden kutuya kaldırılırken; Türk coğrafyası da Sevr Antlaşması ile çizilen sınırlar doğrultusunda galip devletlerin ganimeti olarak pay edilmişti. Payitaht artık payidar değildi. Afrika, Avrupa ve Asya’dan Anadolu’ya doğru çekilmenin yeni evresi, Sevr ile bir statüye bağlanmıştı. İtilaf devletleri arasında Osmanlı ülkesinin paylaşımı konusunda uzayan tartışmalar dolayısıyla ancak 10 Ağustos 1920 tarihinde imzalanan Sevr Anlaşmasından çok önce; giyotin işlemeye başlamıştı. Sa- istiklalini, yine milletin azim ve kararı Tarih “Milletin vaş yorgunu bir milletin kaldığı kadarıyla ordusu terhis edilip silahlarına el konulmuştu. İzmir’in 15 Mayıs 1919 günü Yunanlılar tarafından işgali ile olayların seyri, diplomasinin dışına çıkmıştır. İstanbul Hükümeti, mütareke şartlarının altında gerçek bir barış anlaşması yapamamanın çaresizliğini yaşarken; galip devletler kayıtsız şartsız teslim olma- kurtaracaktır.” SENCE 2014 Sayı 6 5 SENCE şahın ekmeğini yediklerini düşünerek ona sadakat besleyen bürokratlar ve halkın dindarlığını kullanan şeyhler ile eski müderrisler gibi farklı nitelikte muhalif gruplar faaliyet halindeydi. ya zorlamak için palikaryayı bir kama gibi Anadolu’ya sokmuştu. Ancak diplomasi bu noktadan itibaren milletin vereceği tepkiyi hesap edememişti. Bu hesapsız durum, yok olmanın eşiğinden bir milletin yeniden istiklalini sağladı. Şanlı bir kurutuluş mücadelesi ki; yeni Türkiye’nin temellerini atmıştı. Mondros Mütarekesi ile birlikte sarayı teslim olmuş, hükümeti teslim olmuş, matbuatı teslim olmuş, ordusu teslim olmuş bir enkaz halindeki Osmanlı İmparatorluğunun yıkıntıları arasından “Yeni Türkiye” yükselirken tarihi kırılmalar yaşanmıştır. Türkiye’yi yeni kılan bu kırılma noktalarıdır. Bu anlamda öncelikle zihinlerdeki dönüşümün vurgulanması gereklidir. Amasya Tamimi ile ifade bulan dönüşümün ilk adımı çok net ve anlamlıdır: “Milletin istiklalini, yine milletin azim ve kararı kurtaracaktır.” Mahalli nitelikte direniş grupları ve kongreler, Heyet-i Temsiliye liderliğinde milli bir ordu haline gelen kuvva-i milliye ile bütünleşirken; Meclis-i Mebusandan gelenler ve seçilenlerle Ankara’da toplanan Milli Meclis’te milletin azim ve kararı cisimleşmiştir. Bundan sonra istiklalini kendi kararı ve mücadelesi ile koruyan Türk’ten, geleceğini çizme hakkını kullanmamasını istemek kimseye düşmezdi. O da düşürmedi. Bu karar, “hasta adam” döneminin kapanışının da ifadesiydi. 6 www.sencedergisi.com Yeni Türkiye, savaş sonrası şartlarında Türkiye Büyük Millet Meclisi tarafından ortaya konulan iradenin bir eseridir. Kendisinden önceki dönemden, mütareke ve Sevr dayatmalarından açık bir kopuş yaşanırken; yeni dönemin yöntemi milli hakimiyet olarak belirlenmiştir. Hedefi ise; tam bağımsızlık ve çağdaş medeniyet seviyesinin öncüsü olmaktır. Yeni Türkiye, bu zihinsel dönüşümün sonucudur. Genç Türkiye Cumhuriyeti milli ve üniter bir devlet olarak kurulurken, bu gidişten rahatsız olanların da bulunması doğaldır. Cumhuriyetin muhaliflerinin bir takım hareket güdüleri şöyle sıralanabilir: İktidardan pay kapma arzusu, eskiden var olan otoritelerini sürdürme isteği, siyasi otoriteye bağlanmaktan kaçınma çabası, başarılı olunamayacağı kanaati veya eski düzene bağlılık duygusu. İtiraz saikleri ne olursa olsun; gerçekleştirilen dönüşümlere karşı çıkma şeklinde kendilerini ortaya koyuyorlardı. Türk inkılâbı, sömürgeye çevrilmek istenen bir milletin hür ve bağımsız olarak yaşamasını sürdürmeye yönelirken; yerel ya da merkezi siyasi kadrolarda kendisine etki alanı açamayanlar, kendi aşiretleri veya şehirlerinde çarpık bir derebeylik kudretini yitirmekten kaçınanlar, büyük devletlerin siyasi ve ideolojik etkisine kapılmış okuryazarlar, padi- Yeni Türkiye milleti çağdaş bir devletin saygın vatandaşları haline getirmeye çalışırken yapılan faaliyetler ve bazı durumlarda hatalar istismar edilerek özellikle din ve etnik köken gerekçeli karşı çıkışların isyan durumuna geldiği de görülmektedir. Yeni rejimin kendini pekiştirme çabası ile bastırılan muhalif tutumlar, varlığını yitirmeyip adeta yeraltına çekildi. Yapılmış hataların kaşınmasıyla büyütülen yaralara tuz basarak geliştirilen dip dalga etkisi, su yüzüne çıkınca, asilerden özür dilenir, isyancılara saygı gösterilir olmuştur. Bu günün hastalıklı tezahürünü, Graham Fuller’den ilham alarak adlandırmak; İstiklal Harbinin Başkomutanı Mustafa Kemal Atatürk ile bu savaşlarda kan ve ter akıtmış şehit ve gazilerden İstiklal Marşına ses vermiş Mehmet Akif’e en hafifinden saygısızlık ve kıymet bilmezliktir. Türkiye Cumhuriyeti, Orhun Abidelerinden beri bilinen kayıtları ile kıyamete dek var kalacak Türk Devletinin yeni biçiminin adıdır. Bu devletin; kuruluşundaki milletin hakimiyeti ve tam bağımsızlık anlayışından koparılmadan numaralı veya değişik adlandırmaları fantezi değerini aşamayacaktır. Sovyetler Birliğinin dağılmasıyla kucaklaştığı kardeşleri ve akıllarını karıştıran emperyalistlerin fısıltılarına kulak tıkayabildiklerinde elele verebilecek bir İslam Dünyası ile birlikte; yeni bir medeniyet ve dünya düzeni kurma hayali, yeni Türkiye sloganlarından daha hakikatli görünmektedir. Değer Türk Dünyasının Tercümanı İsmaİl Bey GaspIralı’nın Tercüme-i hali Mustafa YİĞİT ⎟ T ürk kültürü dünyanın en büyük kültürlerinden biri olarak her zaman her şart altında büyük şahsiyetler yetiştirmiştir. İşte o şahsiyetlerden biri de Çarlık Rusya döneminde yetişen, dünya Türklüğünü “Dilde, Fikirde, İşde Birlik” olmaya çağıran eğitimci, düşünür ve en önemlisi büyük bir dava adamı olan İsmail Bey Gaspıralı ‘dır. Gaspıralı İsmail, 20 Mart 1851′de Kırım’ın Bahçesaray kentinde dünyaya gelmiştir. Gaspıra, İsmail Bey’in babasının doğduğu yerin adıdır. İsmail Bey’in babası, Çarlık ordusundan emekli bir teğmen olan Mustafa Alioğlu; annesi, Kırım asilzâdelerinden İlyas Mirza Kaytafoz’un kızı Fatma Hanım’dır. İsmail Bey, ilk öğrenimini Bahçesaray’da bir Müslüman mektebinde aldıktan sonra, on yaşlarındayken Akmescid Erkek Ortaokuluna başlamıştır. Burada iki yıl okuduktan sonra, Akmescid Rus Askeri Okuluna girmiş oradan Moskova Askeri lisesine geçmiştir. Bu lisedeki Slavcılık politikaları ve Türk düşmanlığı Gaspıralı’yı derinden etkilemiştir. Bu yaşananlar aynı zamanda Gaspıralı’nın fikir dünyasında da Türk milliyetçliği fikirlerinin olgunlaşmasına vesile olmuştur. SENCE 2014 Sayı 6 7 SENCE Rus askeri okul ortamında Türk karşıtı düşüncelerle boğulan Gaspıralı, İstanbul’a kaçarken yakalanmış ve Kırım’a gönderilmiştir. Bir süre Yalta ve Bahçesaray’da öğretmenlik yapan İsmail Gaspıralı 1872’de Paris’e gider, 2 yıl sonra oradan İstanbul’a geçer Osmanlı ordusunda subay olmak istese de bu mümkün olmaz, tekrar Kırım’a döner. Paris’te Şemsettin Sami, Namık Kemal gibi Jön Türklerle tanışır, İstanbul’da kaldığı sürede ise Anadolu’yu gezer ve okulları inceler. Gaspıralı Kırıma’a döndükten sonra Bahçesaray’da 6 yıl belediye başkanlığı yapmıştır. 1881 yılında Akmescid’de çıkan Rusça Tavrida Gazetesinde “Rus İslamı” başlığı altında makaleler yazmış, bu makaleler aynı başlıkla kitap olarak yayımlanmıştır. Gaspıralı’nın Türk fikir hayatındaki en mühim yönü tüm Türk dünyasının etkileşime geçmesine vesile olan düşünceleri ve bu düşüncelerini ifade etme imkanı bulduğu gazeteciliğidir. Gaspıralı Türk dünyasına fikirlerini duyurabilmek için ilk önce 1882’de Tonguç adlı bir dergi çıkarır. Bu dergiyi çıkarmasındaki maksadı şöyle anlatır: “Milletimizin eseri olan lisanımız, edebî olarak işlenmemiş ise de, eğitime ve kaidelere uyabilecek bir dildir. Gayet nâzik Tatar türkülerinden, Nogay cönklerinden, Kırgız ve Türkmen cırlarından anlaşılır ki, eğer dilimiz usta bulup, kelime alınıp işlenirse, şimdikine göre çok daha fazla parlak ve kullanışlı olur. Yirmibeş seneden beri dediğim, yazdığım, çalıştığım budur. Çare açmak, yol açmak, başka bir şey değildir. Çünkü, kavi, necip, ömürlü, sabırlı ve cesaretli olan Türk milletinin, perakende düşüp, Sedd-i Çin’den Akdeniz’e kadar yayıldığı hâlde, nü- 8 www.sencedergisi.com fuzsuz, sessiz kaldığı lisansızlığından, yani lisân-ı umumî (ortak dil)ye sahip olmadığından ileri gelmiştir. Bu inanışla ömrettim (yaşadım), bu inanışla mezara gireceğim.” Ancak asıl iki yıl sonra tüm Türk dünyasında adını duyuracağı, Türk dünyasının tercümanı haline gelen ve hayatında çok büyük bir dönüm noktası olan gazeteyi çıkarmaya başlamıştır. Gazetenin Rusça adı Prevatçik’dir. Çevirmen/Tercüman anlamına gelmektedir. Türkçesi ise Tercüman-ı Ahval-ı Zaman’dır. Gazete iki dilde, Rusça ve Türkçe olarak basılır. Gazetenin çıkış yılı aynı zamanda Kırım’ın Rusya tarafından ilhakının yüzüncü yılıdır. “Türkistan steplerindeki Türk devecileriyle Dersaadet’teki hamallar aynı dili konuşacak” Gaspıralı İsmail, tüm hayatı boyunca ortak bir dil için çalışmıştır. Ortak dil içinse İstanbul Türkçesini adres olarak göstermiştir. Bu nedenledir ki, “Dilde, Fikirde, İşte Birik” parolası gazetenin en başında yer almıştır. Gaspıralı İsmail Beyin fikri ve siyasi cephesinin en önemli yönü olan dil birliği davası bu gazeteyle önemli etkiler yapmıştır. Tercüman-ı Ahval-ı Zaman 1917 öncesinde Rusya’nın en uzun süre çıkmış Tükçe gazetesi olmuştur. 1903 yılına kadar haftalık, 1903-1912 arasında haftada bazen iki, bazen üç defa, Eylül 1912’den sonra da günlük olarak çıkan gazete 1916 yılında yayın hayatına son vermiştir. Gaspıralı İsmail, bu gazeteyi çıkarmaktaki amacını kullandığı parolada açıkça ortaya koymuştur: Bütün Türk dünyası için müşterek bir yazı dili oluşturmak. Gerçekten de. Gaspıralı bu idealine ulaşmış çıkardığı gazete “Bütün Türk- lerin tercümanı” olmuştur. Zamanla Tercüman’ı Ahval-ı-Zaman “dünyanın diğer bölgelerindeki Türkler arasında bir kıvılcım parlamış oldu ve bu kıvılcım alevlenerek büyüdü. Onun “Dilde, Fikirde, İşde Birlik” düsturu, diğer Türk boylarına mensup pek çok Türk aydınını da etkiledi. Bunun neticesi olarak da Kazan’da, Kafkasya’da, Türkistan’da ve Kırım’da yayınlanan pek çok gazete ve dergi, hikâye ve romanın da bir kısmı, ya Tercüman gazetesinin dilinde veya buna yakın bir dilde çıktı.” Gaspıralı, eserlerinde ve Tercüman gazetesinde anlaşılır bir dil kullanmıştır. Bu da onun dilde birlik fikrini kuru kuruya savunmadığını, aynı zamanda uygulamasını yaptığını da gösterir. Tercüman’da kaleme aldığı yazılarında, dil birliği konusunda mümkün olduğunca açık bir Türkçe kullanan Gaspıralı, meslektaşlarını da daima arı dil kullanmaları yolunda teşvik etmiştir. Mehmet Emin Yurdakul’un gönderdiği mektuba cevaben 12 Mart 1889’da kaleme aldığı mektubunda, sade Türkçeyle yazılan şiirlerinden duyduğu memnuniyeti şöyle ifade etmiştir: “Şiirlerinizin dilinden başka, fikirleri de İstanbul’un ‘ay yüzlü’ ve ‘kara saç ile mavi göz’den ibaret şiir eserlerinin hepsinden üstündür. Cübbeleri kıyamet olan efendilerin; bastonları, ceketleri alamet olan şık beylerin tarzına zıt, sade ve kaba(!) Türkçe’yle yazmak büyük cesarettir. Mensur ve manzum eserler arasına böyle sistemli bir eser kazandırmak, Türk âlemine büyük bir hizmettir. En içten tebriklerimi sunuyorum. Türk âlemine dediğim abartı sanılmasın. Abartmayı ne severim, ne de ederim. Çünkü şiirlerinizi Edirne, Bursa, Ankara, Konya, Erzurum Türkleri anlayıp lezzetle okuyabilecekleri gibi; Tiflis, Tebriz, Şirvan, Horasan, Gaspıralı’nın Tercüman’da ortaya koyduğu görüşler aslında bugün yapılan dil tartışmalarına (Osmanlıca) da ışık tutacak şekildedir. Gaspıralı, “dilde birlik” idealinin gerçekleşmesi için, Türkçeden mümkün olduğu kadar yabancı kelime ve kaideleri çıkarmayı ve her şiveden mahallî kelimeleri Osmanlı-Türk tasrifine uydurarak kullanmayı öngörüyordu. Gerçekte nihaî hedefi İstanbul Türkçesiydi. Sonunda öyle bir dil kurulmalıydı ki, Türkistan steplerindeki Türk devecileriyle Dersaadet’teki kayıkçılar ve hamallar bile rahatça anlayabilsin. Gaspıralı, Türk milliyetçiliğini bütün eserlerinde sergileyerek, “Bütün Türçkçülük” ilkesini benimsemiş, Türk-Tatar adıyla anılan kavimlerin hepsini kendi milleti saymıştır. Millet için, milli dilin öneminin farkına varmış ve eserlerini her zaman Türkçe yayımlatmaya çalışmıştır. Kafkaslardaki Türk milliyetçiliğini engellemek için ortaya atılan mezhep ayrılarını şiddetle reddetmiştir. Pek çok konuda olduğu gibi İslamiyete bakış açısı da milli hayata hizmet edecek şekilde olmuştur. Gaspıralı sadece bir düşünür, gazeteci değil aynı zamanda önemli bir eğitimcidir. Gasıparılıya göre Türk Müslüman topluluğunun geri kalmışlığının nedeni eğitim eksikliğidir. O bu nedenle okuma zorluğunu ortadan kaldırmaya çalışmıştır. Rusya Türklerinin kolay okuyup yazmaları için Usul-i Cedid denilen bir usul geliştirmiştir. Gaspıralı düşüncelerinin gerçekleşmesi için muallim ve din adamlarının önemine inanıyordu bu yüzden Gaspıralı ilk Usul-ü Cedid mektebini 1884’de Bahçesaray’da açmıştır. Usul’ü Cedid’lerle tüm Bahçesaray’da bir eğitim seferberliği başlatmış, okur yazar oranını büyük oranda artırmıştır. Gaspıralı aynı zamanda 1903 ‘te Türkisatan’a, “Dilde, Fikirde, İşde Birlik” 1907 yılında Mısır’a, 1910 yılında Hindistan’a giderek bu memleketlerdeki Müslümanların eğitimi ile ilgili çalışmalarda bulunmuştur. Gittiği yerlerde çeşitli konferansalar vermiş, İslam toplumlarının bilinçlenmesi adına, Hindistan’da ilk Usul- ü Cedit okulunu açmıştır. Gaspıralı hem Rusya hem de Rusya dışındaki Müslüman cemaâtler içinde binlerce ıslah edilmiş (usûl-ü cedid) ilk ve orta okulun kurulmasına ya doğrudan doğruya önayak olmuş ya da örnek teşkil ederek ilham vermiştir. Mektepleri Avrupaî metotlarla ıslah etmek, kadınlara hürriyet; eğitim ve öğretim işlerinin yürütülebilmesi için hayır cemiyetlerinin kurulması çalışmalarında bulunmuştur. Bütün bunlarla birlikte Gaspıralı’yı bizim için önemli kılan O’nun Rusya’daki, Türk aydınlarının öncüsü, Türk milliyetçiliğinin fikir babası olmasıdır. Gaspıralı vefat ettiği tarih olan 24 Eylül 1914 yılına kadar Türk ve Müslüman dünyası için çalışmış, ömrünü Türk ve Müslüman toplulukların gelişimine adamıştır. Değer Türkistan, Kâşgar, Deşt-i Kıpçak, Sibirya, Kazan ve Kırım Türkleri de okuyacaktır ki, bu şerefe Fuzûlî ve Nâbî bile nail olamadılar. 40-50 milyonluk ve 30 asırlık âleme ilk kez bir kaşık oğul balını yediren siz oldunuz ki, bu sizin için bir şeref, bizim içinse bir saadettir! Tekrar tebrik ediyorum. Tercüman gazetesinin çabası da bu yolda hizmettir. Sade ve kaba(!) Türk dilidir ki, Dersaâdet’in hamal ve kayıkçılarına, Doğu Türkistan’daki Türk devecilerine ve çobanlarına gazeteyi tanıtmıştır. Kazan ve Sibirya’da olduğu gibi, Tebriz ve Horasan’da da Bahçesaray dilini öğrenmeye meyil doğurmuştur...” Diyebiliriz ki, Rusya Türklüğünün tarihi Gaspıralı’dan önce ve sonra şeklinde iki kısıma ayrılabilir. O, Rus İmparatorluğu’ndaki Türklerin kültürel ve entelektüel hayatlarına yaşadığı dönemde ve sonrasında damgasını vurmuştur. Gaspralı, Rus İmparatorluğu’nda yaşayan Türk ve diğer Müslüman toplulukların tarihinde pek çok ‘ilk’lerin uygulayıcısı olmuştur. Bu nedenle, Gaspıralı’yı Rusya İmparatorluğu’ndaki Türk/Müslüman millî uyanış hareketinin bir numaralı öncüsü ve tartışmasız en büyük ismi olarak nitelendirmek yanlış olmaz. Gaspıralı’nın, içlerinde modern Türkiye’nin kurucularının da yer aldığı son dönem Osmanlı aydınları üzerindeki etkileri de büyük ve kalıcı olmuştu. Onun ünlü sloganı “Dilde, Fikirde, İşte Birlik” bugün dahi Türk dünyası içindeki ilişkilerin temel yapısı için yol gösterici düstur olarak her vesileyle tekrar edilmektedir. Gaspıralı, Panislavizm’e karşı verdiği inanılmaz mücadelesiyle, Türk-İslâm dünyasını daldığı derin uykudan uyandırmak için verdiği büyük çabasıyla Türk dünyasının yetiştirdiği en büyük fikir ve eylem adamlarından biridir. Yaşamı, yapıtları, çalışmaları, düşünceleriyle yeterince bilinmeyen Gaspıralı’nın, UNESCO’nun 2014 yılını İsmail Gaspıralı Yılı ilan etmesiyle yeniden gündeme gelmesi, onun bu inanılmaz çabalarının boşa gitmediğini göstermektedir. SENCE 2014 Sayı 6 9 SENCE HEY... GENÇ ARKADAŞ “Uyuşturucuya başlama” “Uyuşturucuya alışma” “Katilinle tanışma” 10 www.sencedergisi.com Yasemin GÜNGÖR ⎟ Uyuşturucu kullanan her 10 çocuk ve gençten 9’u düşük ve orta gelirli ailelerden gelmekte… Güncel Bağımlılık, ergenlik döneminden yaşlılık dönemine değin gö kalitesini düşüren önemli bir halk sağlığı sorunudur. İnsanın kalitesini düşüren önemli bir halk sağlığı sorunudur. İnsanın ak büyük düşmanı olan uyuşturucu, kişiyi ailesinden, işinden, to büyük düşmanı olan uyuşturucu, kişiyi ailesinden, işinden, toplu bunalıma ve ölüme götürüyor. bunalıma ve ölüme götürüyor. Veriler hem öğrenci gençliğinin hem de işsiz gençlerin Veriler hem öğrenci gençliğinin hem de işsiz gençlerin uy gittikçe azaldığını gözler önüne sermektedir. Verilerin ü gittikçe azaldığını gözler önüne sermektedir. Verilerin ürkü kullananların sayısının hızla artmasıdır. kullananların sayısının hızla artmasıdır. Ülkemizde Türkiye Uyuşturucu ve Uyuşturucu Bağıml Ülkemizde Türkiye Uyuşturucu ve Uyuşturucu Bağımlılığ tarafından ülke örnekleminde 2011’de yapılan Nüfusta Tüt tarafından ülke örnekleminde 2011’de yapılan Nüfusta Tütün, Yönelik Tutum ve Davranış Araştırması ve Türkiye’de Ok Yönelik Tutum ve Davranış Türkiye’desonuçla Okull Kullanımına Yönelik TutumAraştırması ve DavranışveAraştırması Kullanımına Yönelik Tutum ve bir Davranış Araştırması sonuçların uyuşturucu maddeyi en az kez deneyenler 15-64 yaş gru Bu gençlerin çoğunluğunu parçalanmış uyuşturucu maddeyi en az bir kez deneyenler 15-64 yaş grubun ise %1.5 olarak belirlenmiştir. ise %1.5 olarak belirlenmiştir. aileden değil ailesiyle birlikte yaşayanlar oluşturuyor. Ve en kötüsü her iki çocuktan biri uyuşuturucuya arkadaşı yüzünden başlıyor ve çoğunlukla da tedaviyi reddediyor. B ağımlılık, ergenlik döneminden yaşlılık dönemine değin gözlenebilen ve bireyin yaşam kalitesini düşüren önemli bir halk sağlığı sorunudur. İnsanın akıl, zihin ve vücut sağlığının en büyük düşmanı olan uyuşturucu, kişiyi ailesinden, işinden, toplumdan uzaklaştırıp, yalnızlığa, bunalıma ve ölüme götürüyor. Veriler hem öğrenci gençliğinin hem de işsiz gençlerin uyuşturucu kullanımında yaşın gittikçe azaldığını gözler önüne sermektedir. Verilerin ürkütücü bir yanı da uyuşturucu kullananların sayısının hızla artmasıdır. Ülkemizde Türkiye Uyuşturucu ve Uyuşturucu Bağımlılığı İzleme Merkezi (TUBİM) tarafından ülke örnekleminde 2011’de yapılan Nüfusta Tütün, Alkol ve Madde Kullanımına Yönelik Tutum ve Davranış Araştırması ve Türkiye’de Okullarda Tütün, Alkol ve Madde Kullanımına Yönelik Tutum ve Davranış Araştırması sonuçlarına göre esrar dahil herhangi bir uyuşturucu maddeyi en az bir kez deneyenler 15-64 yaş grubunda %2.7; 15-16 yaş grubunda ise %1.5 olarak belirlenmiştir. Erkeklerde yaşam boyu uyuşturucu madde kullanımı %3.5 iken, kadınlarda %2.6’dır. Eğitimsizlerde yaşam boyu uyuşturucu madde kullanımı %2.6 iken, ilkokul mezunlarında %2.4, ortaokul mezunlarında %3.2, lise mezunlarında %2.6, üniversite mezunlarında %3.1’dir. Türkiye Uyuşturucu ve Uyuşturucu Bağımlılığı İzleme Merkezi (TUBİM) EMCDDA 2013 Ulusal Raporu’na göre ise: Erkeklerde yaşam boyu uyuşturucu madde kullanımı % Erkeklerde yaşam yaşam boyu boyu uyuşturucu madde kullanımı %3.5 Eğitimsizlerde uyuşturucu madde kullanımı % Eğitimsizlerde yaşammezunlarında boyu uyuşturucu kullanımı %2. %2.4, ortaokul %3.2,madde lise mezunlarında %2.4, ortaokul mezunlarında %3.2, lise mezunlarında % %3.1’dir. %3.1’dir. Türkiye Uyuşturucu ve Uyuşturucu Bağımlılığı İzleme Me Türkiye Uyuşturucu Uyuşturucu Bağımlılığı İzleme Merke Ulusal Raporu’na ve göre ise: Ulusal Raporu’na göre ise: Uyuşturucu MaddeKullanıcılarının Kullanıcılarının İş Durumlarına Göre Da Uyuşturucu Madde İş Durumlarına Uyuşturucu Madde Kullanıcılarının İş Durumlarına Göre Dağılı Göre Dağılımı (%) Uyuşturucu madde kul Uyuşturucu madde kullaUyuşturucu madde kullan bakıldığında; kullanıcıların % nıcılarının iş durumlarına bakıldığında; %65 çalıştıkları,kullanıcıların %34,88’inin ise ç bakıldığında; kullanıcıların çalıştıkları, %34,88’inin ise çalı %65,12’sinin gelir getiren bir işte çalıştıkları, Kaynak: Türkiye Uyuşturucu ve %34,88’inin ise Bağımlılığı çalışmaUyuşturucu Kaynak: Türkiye Uyuşturucuİzleme ve Merkez dıkları görülmektedir 2013. Bağımlılığı İzleme Merkezi, Uyuşturucu 2013. Kaynak: Türkiye Uyuşturucu ve Uyuşturucu Bağımlılığı İzleme Merkezi, 2013. Uyuşturucu Madde Kullanıcılarının Gelir Durumlarına Göre Uyuşturucu Madde Kullanıcılarının Gelir Uyuşturucu Madde Kullanıcılarının Gelir Durumlarına Göre Dağılımı (%) Durumlarına Göre Dağılımı (%) Dağılımı (%) Uyuşturucu madde kullanıcılarının %54,37’sinin aylık gelirlerinin 1.000 TL’nin altında, %31,46’sının 1.000 TL-2.000 TL arasında, %14,17’sinin ise 2.000 TL’nin üzerinde olduğu görülmektedir. SENCE 2014 Sayı 6 11 SENCE Uyuşturucu madde kullanıcılarının %54,37’sinin aylık gelirlerinin 1.000 TL’nin altında, %31,46’sının madde 1.000 TL-2.000 TL arasında, %14,17’sininaylık ise 2.000 TL’nin üzerinde Uyuşturucu kullanıcılarının %54,37’sinin gelirlerinin 1.000 olduğu TL’nin altında, dan TÜİK’nin 2012 yılı verilerine göre; Türkiye’deki 15 yagörülmektedir. Uyuşturucu Madde Kullanıcılarının Yaş Aralıklarına %31,46’sının 1.000 TL-2.000 TL arasında, %14,17’sinin ise 2.000 TL’nin üzerinde olduğu Uyuşturucu Madde (%) büyük kişilerin %27,41’i hiç evlenmemiş, %64,02’si Göre Dağılımı (%)Kullanıcılarının Yaş Aralıklarına Göre Dağılımışından görülmektedir. evli, %3,14’ü Uyuşturucu Madde Kullanıcılarının Yaş Aralıklarına Göre Dağılımı (%) boşanmış iken %5,43’ünün ise eşi ölmüştür. Türkiye genelinde 15 yaşından büyük kişiler arasında hiç evlenmeyenlerin oranı altında, %27,41 iken hiç evlenmeyen uyuşUyuşturucu madde kullanıcılarının %54,37’sinin aylık gelirlerinin 1.000 TL’nin turucu madde kullanıcılarının %31,46’sının 1.000 TL-2.000 TL arasında, %14,17’sinin ise 2.000 TL’nin üzerinde olduğu oranı oldukça yüksektir (%61,49). Bununla birlikte araştırma sonucunda medeni görülmektedir. Uyuşturucu Madde Kullanıcılarının Yaş Aralıklarına Göre Dağılımı (%)ile uyuşturucu madde kullanımı arasında istatistikdurum sel olarak anlamlı bir ilişki olduğu anlaşılmıştır. Araştırmanın sonuçları, madde kullanımının bekarlar arasında daha Kaynak: Türkiye Uyuşturucu ve Uyuşturucu Bağımlılığı İzleme Merkezi, 2013. uyuşturucu madde kullanımı arasında istatistiksel olarak anlamlı b Kaynak: Türkiye Uyuşturucu Uyuşturucu Bağımlılığı İzleme Merkezi, Uyuşturucu madde ve kullanıcılarının ortalama yaşı2013. 26,95’dir. Öte yandan ankete katılan yaygın olduğunu göstermektedir. uyuşturucu madde kullanımı arasında istatistiksel bekarlar olarak aras anl anlaşılmıştır. Araştırmanın sonuçları, madde kullanımının şahısların uyuşturucu madde kullanıcılarının büyük çoğunluğunun (%72,25) 18-29 yaş olduğunu göstermektedir. anlaşılmıştır. Araştırmanın sonuçları, madde kullanımının bekarla Uyuşturucu madde kullanıcılarının ortalama yaşı 26,95’dir. Kaynak: Türkiye Uyuşturucu ve Uyuşturucu Bağımlılığı İzleme Merkezi, 2013. aralığında olduğu görülmektedir. olduğunu göstermektedir. Öte yandan ankete katılan şahısların uyuşturucu madde Uyuşturucu madde kullanıcılarının ortalama yaşı 26,95’dir. Öte yandan Uyuşturucu Maddeyeankete Başlamakatılan Yaş Aralıkları (%) Uyuşturucu (%72,25) Maddeye Başlama Yaş Aralıkları (%) kullanıcılarının büyük çoğunluğunun (%72,25) 18-29 yaş çoğunluğunun şahısların uyuşturucu madde kullanıcılarının büyük 18-29 yaş Uyuşturucu Maddeye Başlama Yaş Aralıkları (%) aralığında olduğu aralığında olduğugörülmektedir. görülmektedir. Uyuşturucu Madde Kullanıcılarının Öğrenim Durumlarına Göre Dağılımı (%) Kaynak: Türkiye Uyuşturucu ve Uyuşturucu Bağımlılığı İzleme Merkezi, 2013. Uyuşturucu madde kullanıcılarının ortalama yaşı 26,95’dir. Öte yandan ankete katılan şahısların uyuşturucu madde kullanıcılarının Uyuşturucu Madde Kullanıcılarının Öğrenimbüyük çoğunluğunun (%72,25) 18-29 yaş Uyuşturucu Madde Kullanıcılarının Öğrenim Durumlarına Göre Dağılımı (%) aralığında olduğu görülmektedir. Durumlarına Göre Dağılımı (%) Kaynak: Türkiye Uyuşturucu ve Uyuşturucu Bağımlılığı İzleme Merkezi, 2013. Kaynak: Türkiye Uyuşturucu ve Uyuşturucu Bağımlılığı İzleme Merkezi, 2013. Uyuşturucu Madde Kullanıcılarının Öğrenim Durumlarına GöreUyuşturucu Dağılımı (%) madde kullanıcılarının maddeye “başlama” yaşları incelend Kaynak: Türkiye Uyuşturucu ve Uyuşturucu Bağımlılığı 2013. Uyuşturucu madde maddeye başlama yaşının 10, enkullanıcılarının büyük başlama yaşının İzleme 67“başlama” veMerkezi, maddeye başlama yaş yaşları olduğu incelendiğinde; en küçük Maddeyi başlama yaşının 10, en 20,75 anlaşılmaktadır. ilk kez Uyuşturucu madde kullanıcılarının maddeye “başlama” yaşları ile in Okul ortamı, deneme yaşındayaşının olduğu uyuşturucu madde büyük başlama 67 gibi ve maddeye başlama yaşı orUyuşturucu madde kullanıcılarının büyük çoğunluğunun (%67,18) ilkokul, ortaokul/ karşısında birey başlama yaşının 10, en büyük başlama yaşının 67 ve maddeye başla kullanıcılarının başlama yaşlarının daMaddeyi 15-24 ilk talamasının ise maddeye 20,75 olduğu anlaşılmaktadır. ilköğretim mezunu olduğu görülmektedir. alışkanlıklar kar 20,75 olduğu anlaşılmaktadır. Maddeyi ilk kez yaş grubu arasında yoğunlaştığı ve kullanıcıların kez deneme yaşında olduğu gibi uyuşturucu madde kullaOkul madd orta uyuşturucu deneme yaşında gibi uyuşturucu madde %74,48’inin bu yaş olduğu grubu aralığında iken maddeyi Uyuşturucu Madde Kullanıcılarının Medeni Durumlarına Göre Dağılımı (%) maddeye başlama yaşlarının da 15-24 yaş grubu karşısında ‘hayır’ diyebilme nıcılarının kullanıcılarının maddeye başlama yaşlarının da 15-24 Uyuşturucu madde kullanıcılarının büyük çoğunluğunun düzenli olarak kullanmaya başladıkları anlamında değe alışkanlıkla arasında yoğunlaştığı ve kullanıcıların %74,48’inin bu yaş gözlenmektedir. yaş grubu arasında yoğunlaştığı ve kullanıcıların (%67,18) ilkokul, ortaokul/ ilköğretim mezunu olduğu göfırsattır. Hatta ol uyuşturucu Uyuşturucu madde kullanıcılarının büyük çoğunluğunun (%67,18) ortaokul/ grubu aralığında iken düzenli olarak %74,48’inin builkokul, yaş maddeyi grubu aralığında ikenkullanmaya maddeyi rülmektedir. çocukların da bir ‘hayır’ diy ilköğretim mezunu olduğu görülmektedir. Uyuşturucu Nedeni (%) başladıkları Maddeye gözlenmektedir. düzenli olarak Başlama kullanmaya başladıkları örnek anlamında davranışlar gözlenmektedir. öğretmenlerin reh fırsattır. H Uyuşturucu Dağılımı (%) ortaokul/ Uyuşturucu Madde madde Kullanıcılarının kullanıcılarının Medeni büyük Durumlarına çoğunluğununGöre (%67,18) ilkokul, sağlığı yerinde Uyuşturucu Madde Kullanıcılarının Medeni çocukların ilköğretim mezunu olduğu görülmektedir. kazandırıldığı bir Uyuşturucu UyuşturucuMaddeye MaddeyeBaşlama BaşlamaNedeni Nedeni(%) (%) Durumlarına Göre veDağılımı Kaynak: Türkiye Uyuşturucu Uyuşturucu(%) Bağımlılığı İzleme Merkezi, 2013. Uyuşturucu Kullanıcılarınınbüyük Medeni Durumlarına Göre Dağılımı (%) kişilerden Uyuşturucu Madde madde kullanıcılarının çoğunluğu (%61,49) hiç evlenmemiş örnek davr öğretmenle sağlığı y kazandırıld oluşmaktadır. Öte yandan TÜİK’nin 2012 yılı verilerine göre; Türkiye’deki 15 yaşından büyük kişilerin %27,41’i hiç evlenmemiş, %64,02’si evli, %3,14’ü boşanmış iken Kaynak: Türkiye Uyuşturucu ve Uyuşturucu Bağımlılığı İzleme Merkezi, 2013. %5,43’ünün ise eşi ölmüştür. Türkiye genelinde 15 yaşından büyük kişiler arasında hiç evlenmeyenlerin oranı %27,41 iken hiç evlenmeyen uyuşturucu madde kullanıcılarının Uyuşturucu madde oranı kullanıcılarının maddeye başlama nedenleri arasın oldukça yüksektir (%61,49). Bununla birlikte araştırma sonucunda medeni durum (%26,84) ile (%41,48) ve merak ilk iki sırada gelmektedir. Önceki yıl Kaynak: Türkiye Uyuşturucu ve Uyuşturucu Bağımlılığı İzleme Merkezi, 2013. uyuşturucu maddeye başlama nedenleri arasında merak ilk sırada gelirke Uyuşturucu madde kullanıcılarının büyük çoğunluğu (%61,49) hiç evlenmemiş kişilerden Kaynak: Türkiye Uyuşturucu ve Uyuşturucu İzleme Merkezi, 2013. verilere göreUyuşturucu arkadaş ön Bağımlılığı plana Bağımlılığı çıkmaktadır. Kaynak: Türkiye veetkisi Uyuşturucu İzleme Merkezi, 2013. oluşmaktadır. Öte yandan TÜİK’nin 2012 yılı verilerine Bu göre; Türkiye’deki 15madde yaşından bağlamda uyuşturucu bağımlılığı ile ilgili önleme faaliyetleri yür Kaynak: Türkiye Uyuşturucu ve Uyuşturucu Bağımlılığı İzleme Merkezi, 2013. madde kullanıcılarının maddeye başlama nedenleri Kaynak: Türkiye Uyuşturucu%27,41’i ve Uyuşturucu Bağımlılığı İzleme Merkezi, 2013. %64,02’siUyuşturucu büyük kişilerin hiç evlenmemiş, evli, %3,14’ü boşanmış iken kitle üzerinde merak uyandırmamaya özen gösterilmelidir. Uyuşturucu madde kişilerden kullanıcılarının maddeye başlamaÖte yandan ailel Uyuşturucu madde kullanıcılarının büyük çoğunluğu (%61,49) hiç evlenmemiş (%41,48) ve merak (%26,84) ilk iki sırada gelmektedir. Önce iletişim içerisinde olduğu arkadaşlarına dikkat etmeli, onları tanımaya ça %5,43’ünün ise ölmüştür. Türkiye genelinde 15 yaşından büyük kişiler arasında hiç (%41,48) oluşmaktadır. Öteeşi yandan TÜİK’nin 2012 yılı verilerine göre; Türkiye’deki 15 yaşından nedenleri arasında arkadaş etkisi ve merak Uyuşturucu madde kullanıcılarının büyük çoğunluğu uyuşturucu maddeye başlama nedenleri arasında merak ilk sırada etkisiyle oluşabilecek sorunları oluşmadan önlemeye çalışm evlenmeyenlerin oranı %27,41 iken hiç evlenmeyen uyuşturucu madde kullanıcılarının oranı büyük kişilerin %27,41’i hiç evlenmemiş, %64,02’si evli, %3,14’ü boşanmış iken (%26,84) ilk iki sırada etkisi gelmektedir. Önceki yıllara bakıldı(%61,49) hiç evlenmemiş kişilerden oluşmaktadır. Öte yanverilere göre arkadaş ön plana çıkmaktadır. değerlendirilmektedir. 12 oldukça yüksektir (%61,49). Türkiye Bununla birlikte15araştırma %5,43’ünün ise eşi ölmüştür. genelinde yaşından sonucunda büyük kişilermedeni arasındadurum hiç ile Uyuşturucu Maddeyi Teminmadde Yolu (%) Bu bağlamda uyuşturucu bağımlılığı ile ilgili önleme faaliyetl evlenmeyenlerin oranı %27,41 iken hiç evlenmeyen uyuşturucu madde kullanıcılarının oranı kitle üzerinde merak uyandırmamaya özen gösterilmelidir. Öte yanda oldukça yüksektir (%61,49). Bununla birlikte araştırma sonucunda medeni durum ile iletişim içerisinde olduğu arkadaşlarına dikkat etmeli, onları tanım www.sencedergisi.com etkisiyle oluşabilecek sorunları oluşmadan önlemeye değerlendirilmektedir. Uyuşturucu Maddeyi Temin Yolu (%) Güncel Okul ortamı, ilerleyen yıllarda olası riskler karşısında bireyleri bilinçlendirme, zararlı alışkanlıklar karşısında duruş sergileyebilme, uyuşturucu madde vb. teklifler karşısında da ‘hayır’ diyebilme kabiliyetinin kazandırılması anlamında değerlendirilebilirse çok iyi bir fırsattır. Hatta olumsuz aile ortamından gelen çocukların da bir anlamda rehabilite Kaynak: Türkiye Uyuşturucu ve Uyuşturucu Bağımlılığıİzleme Merkezi, 2013. Kaynak: Türkiye Uyuşturucu ve Uyuşturucu Bağımlılığıİzleme Merkezi, 2013. Uyuşturucu maddeyitemin teminetme etme yolu incelend Uyuşturucu madde madde kullanıcılarının kullanıcılarının maddeyi büyük çoğunluğunun (%80,03) maddeyi sokak satıcısı ya da y yolu incelendiğinde; kullanıcıların anlaşılmaktadır. büyük çoğunluğunun (%80,03) maddeyi sokak satıcısı ya Kaynak: Türkiye temin Uyuşturucu Uyuşturucu Bağımlılığıİzleme Merkezi, 2013. da yabancıdan ettiğiveanlaşılmaktadır. Uyuşturucu Maddenin Zararları Hakkında Bilgi Durumu (%) paylaşılabildiği, iyi yetişmiş Uyuşturucu madde kullanıcılarının maddeyi temin etme yolu in büyük çoğunluğunun (%80,03) maddeyi sokak satıcısı ya anlaşılmaktadır. Uyuşturucu Maddenin Zararları Hakkında Bilgi öğretmenlerin rehberliğinde Durumu (%) Maddenin Zararları Hakkında Bilgi Durumu (%) Uyuşturucu edilebildiği, örnek davranışların psikolojik ve sosyal sağlığı yerinde bireyler olarak topluma kazandırıldığı bir ortam haline gelebilir. ğında, uyuşturucu maddeye başlama nedenleri arasında merak ilk sırada gelirken, 2012 yılındaki verilere göre arkadaş etkisi ön plana çıkmaktadır. Bu bağlamda uyuşturucu madde bağımlılığı ile ilgili önleme faaliyetleri yürütülürken, hedef kitle üzerinde merak uyandırmamaya özen gösterilmelidir. Öte yandan ailelerin, çocuklarının iletişim içerisinde olduğu arkadaşlarına dikkat etmeli, onları tanımaya çalışmalı ve arkadaş etkisiyle oluşabilecek sorunları oluşmadan önlemeye çalışmaları gerektiği değerlendirilmektedir. Kaynak: Türkiye Uyuşturucu ve Uyuşturucu Bağımlılığı İzleme Merkezi, 2013. Uyuşturucu madde kullanıcılarının %72,20’sinin uyuşturucu madde k önce maddenin zararları hakkında bilgisinin olmadığını, %27,80’inin Kaynak: Türkiye Uyuşturucu ve Uyuşturucu Bağımlılığı İzleme Merkezi, 2013. Uyuşturucu madde kullanıcılarının %72,20’sinin uyuşturucu m bilerek kullanımına başladığını ifade etmişlerdir Kaynak: Türkiye Uyuşturucu ve Uyuşturucu Bağımlılığı İzleme Merkezi, 2013. önce maddenin zararları hakkında bilgisinin olmadığını, %27,8 bilerek kullanımına başladığını ifade etmişlerdir Uyuşturucu madde kullanıcılarının %72,20’sinin uyuşturu- Öte yandan, uyuşturucu maddelerin zararları hakkında bilgi sah cu madde kullanmaya başlamadan önce maddenin zararla- hakkında başlayan kişilerin %94,49’u “uyuşturucu maddenin zararları bi ha Öte yandan, uyuşturucu maddelerin zararları rı hakkında bilgisinin olmadığını, %27,80’inin ise maddenin başlayan kişilerin %94,49’u “uyuşturucu maddenin zarar başlamazdım” cevabını vermiştir. başlamazdım” zararlarını bilerek cevabını kullanımınavermiştir. başladığını ifade etmişlerdir İşte gerçekler çerçevesinde ailelere, devlete, medyaya İşte tümbubu gerçekler çerçevesinde ailelere, devlete, med Öte tüm yandan, uyuşturucu maddelerin zararları hakkında sorumluluklar düşüyor. sorumluluklar düşüyor. bilgi sahibi olmadan kullanıma başlayan kişilerin %94,49’u “uyuşturucu maddenin zararları hakkında bilgim olsaydı başlamazdım” cevabınıÖgel vermiştir. Prof. Dr. Kültegin ebeveynlere neler yapabileceklerini şö Prof. Dr. Kültegin Ögel ebeveynlere neler yapabileceklerini şöyle sıra İşte tüm bu gerçekler çerçevesinde medSoğukkanlı ve sakin Sakinailelere, olmak,devlete, iyice düşünmek ondan s olabilirsiniz doğru olacaktır. yaya BİZE büyük görev ve sorumluluklar düşüyor. Soğukkanlı ve sakin Sakin olmak, iyice düşünmek ondan sonra h Yakınlar önce kendini suçlamaktan va Kendinizi suçlamayın olabilirsiniz doğru olacaktır. kendini suçlaması, kendine ve ço dönüşebilir. Yakınlar önce kendini suçlamaktan vazgeçme Kendinizi suçlamayın Konuşmaktan Konuşmaktan çekinmemeli ve konu kendini suçlaması, kendine ve çocuğuna çekinmeyin ebeveyn belli etmelidir. Konuşmaktan k dönüşebilir. değil, ertelemeyi getirir. Konuşmaktan Konuşmaktan çekinmemeli ve konuşmaktan Tartışma sırasında çocuk korkutulur SENCE 2014 Sayı 6 13 çekinmeyin ebeveyn belli etmelidir. zorunda kalabilir.Konuşmaktan Örneğin, korkmak "eğer kullandığını değil, ertelemeyi duyayım getirir. seni öldürürüm, ba Korkutmayın "eğer uyuşturucu madde kullanıyor isen SENCE Prof. Dr. Kültegin ÖĞEL’e Göre anne ve babaların yapabilecekleri Sakin olmak, iyice düşünmek ondan sonra harekete geçmek doğru olacaktır. Beklentinizi azaltın Onun zaten farklı bir çocuk olduğu için uyuşturucu madde kullanmaya başladığı Duygularınızı unutulmamalıdır. kontrol edin Anne ve baba duygularını kontrol etmek zorundadır. Bugüne kadar uyguladığınız yöntemlerin başarısız olduğunu kabullenin. Farklı sorun alanları için, yeni ve farklı yöntemler geliştirin. Çatışmaları çözün O uyuşturucu maddeliyken tartışılmak yerine, ayıldıktan sonra gerekli olanlar konuşulmalıdır. 14 www.sencedergisi.com Ebeveynin kendini suçlaması, kendine ve çocuğuna karşı öfkeye dönüşebilir. Temel amacınız, onun zarar görmesini azaltmak olmalıdır. Bambaşka bir çocuk haline getirmek gibi bir hedef olamaz. Yeni stratejiler geliştirin Konuşmaktan korkmak sorunu çözmeyi değil, ertelemeyi getirir. Kendinizi suçlamayın Soğukkanlı ve sakin olabilirsiniz Onun farklı olduğunu kabullenin Konuşmaktan çekinmeyin Yeni beceriler kazanın Korkutmayın Tartışma sırasında çocuk korkutulur ise, yalan söylemek zorunda kalabilir. Baskı altında kalması tekrar uyuşturucu maddeye yönelmesine yol açabilir. Onu anlayın Çok kolay öfkeleniyorsanız, O kendi doğrularını öfkenizi kontrol etmeyi yapıyor ve yaşıyor. öğrenin. Çatışmaları çözme Eleştirilmesi gereken onun yöntemleri konusunda kendisi değil, davranışları kendinizi geliştirin. olmalıdır. İlk adımı siz atın Ergenler, ergenliğin verdiği doğal isyankarlık ortamlarında anne-babaları ile uyuşmayı genelde ret ederler. Bu nedenle öncelikle anne-babanın değişmesi gereklidir. Anne-baba değişince o da değişmeye başlar. Kuralları tam olarak uygulayın Koyduğunuz kuralları duruma göre değiştirmeyin. Bu nedenle kolay değişecek kurallar koymayın. Onunla iletişimin kalitesini artırın İyi iletişim için, iyi dinlemek gerekir. Dinlemek, onu dinlediğini ve anladığını göstermektir. Sorumluluğunu üstlenmesini sağlayın Bu kişiler tüm sorumluluklarını başkalarına yüklemeye çalışırlar. Bu sebeple kendi sorumluluklarını üstlenmelerini sağlayın. Yakınlar, hayatını uyuşturucu madde kullanıcısı üstüne odaklamamalıdır. Yoksa kısa sürede yorulur ve yarı yolda kalır. Öte yandan, uyuşturucu madde kullanan kişi bu ilgiyi kaybetmemek için uyuşturucu madde kullanmayı da Onu destekleyin sürdürebilir. Onun kötülerinin ya da yanlışlarının üstüne odaklanmak, başarıyı getirmez. Bu nedenle, olumlu davranışları da görülmeli ve bu davranışları yüzünden övülmelidir. Geçmişi unutun, geleceğe odaklanın Kişi uyuşturucu kullanmaya bıraktıysa onu sürekli bir suçlu gibi izlemek, geçen günleri sık sık gündeme getirip onu suçlamak büyük hatadır. Tekrar başlaması için zemin hazırlamaktır. Sınırlarınızı koyun Anne-baba çocuğuna sınır koymayı öğrenmelidir. Bu kurallar baskı biçiminde olmamalı, ortak bir yol geliştirilmeye çalışılmalıdır. Geri dönüşlerde hayal kırıklığı yaşamayın Bağımlılığı bir hastalık olarak ele almalı Uyuşturucu madde kullanan kişilerin bir süre uyuşturucu madde kullanmayı bırakmasının bile çok önemli olduğunu unutmamalıyız. Tekrar uyuşturucu kullanma tehditlerine prim vermeyin Tekrar uyuşturucu kullanmaya başlamak onun sorumluluğu altındadır. Ama sonuçlarına da katlanmayı öğrenmelidir. Emniyet Müdürlüğü de gençlerin madde kullanmaya başlamasını önlemede ailelerin çocukları ile ilişkilerinin kalitesinin önemli bir yer tuttuğunu ifade etmektedir. Çocukları ile kuvvetli sevgi ilişkisi olan doğru ve yanlışları öğreten, davranışları için uygulanabilir kurallar koyan, bunların uygulanmasını sağlayan ve çocuklarını gerçekten dinleyen ebeveynler çocuklarının uygun bir aile ortamında yetişmesini sağlamış olurlar. Güncel Hayatınızı sürdürün Çocuğunuzun yaşını sosyal çevresini, ihtiyaçlarını göz önünde bulundurarak ne kadar harçlık vereceğinizi belirleyiniz. Belirlenen bu rakam ihtiyaçların üzerinde ya da bu ihtiyaçları karşılayamayacak miktarda olmamalıdır. Her ailenin bazı prensip ve standartlarla belirlenmiş davranış beklentileri vardır. Sosyal, ailesel ve dini değerler gence alkole ve maddeye hayır demeleri için nedenler bulmasını ve kararlılıklarını kesin bir şekilde sürdürmelerini sağlar. Aile değerlerinizi çocuğunuza açık bir şekilde öğretebilmeniz için: • İzin alması için gerekli olan değerleri açık bir şekilde belirtin ve dürüstlük, sorumluluk alma ve kendine güvenin neden önemli olduğunu, bu değerlerin iyi kararlar vermede nasıl yardımcı olacağı hakkında konuşun. • Kendi davranışlarınızın çocuğunuzun değerlerinin gelişmesini nasıl etkilediğini sakın unutmayın. Çocuklar kendi anne-babalarının davranışlarını taklit ederler. • Çocuğunuzun asla sizin içkinizden tatmasına izin vermeyin. Böylece çocuk, erişkinler için yasal ve kullanılabilir olan alkolün çocuklar için yasal olmayan bir madde olduğunu görebilir. SENCE 2014 Sayı 6 15 SENCE • Kendi söz ve davranışlarınız arasında ki uyuma dikkat ediniz. Çocuğunuzun sizinle özdeşim kurduğunu unutmayınız. Çocuğunuz sizi model alır. • Çocuğunuzun sizin aile değerlerinizi anladığından emin olunuz. Kuralların konması işin sadece başlangıç kısmıdır. Önemli olan bunların uygulanmasıdır. Kurallara uyulmadığında uygulanacak yaptırımlar da önceden belli olmalıdır. • Açık olun. • Tutarlı olun. • Makul olun. Bir çok aile çocuğu ile alkol ve diğer maddelerin kullanımını konuşmaktan kaçınır. Bazıları kendi çocuklarının böyle maddelerle karşılaşmayacağını düşünür. Bazıları ise bunu nasıl konuşacağını bilmediği için veya böyle fikirleri çocuğun kafasına koymak istemediği için konuşmaz. Çocuğunuz böyle bir problem yaşayıncaya kadar beklemeyin. Tedavi programlarına giren bir çok genç ailelerin öğrenmesinden önceki en az iki yıldan beri madde kullandıklarını açıklamaktadırlar. Çocuğunuzla madde ve alkol hakkında daha erken konuşmaya başlayın ve iletişim kanallarını açık tutun. Tüm cevapları bilmeme olasılığından endişe etmeyin. Çocuğunuz bununla ilgili olduğunuzu bilsin yeter. Birlikte cevapları araştırabilirsiniz. Çocuğunuzla alkol ve madde hakkında konuşabilmenizi sağlayacak bazı ipuçları: 16 • İyi bir dinleyici olun. • Hassas konularda da konuşabileceğinizi hissettirin. • Ödüllendirin. • Açık mesajlar verin. • Doğru davranışlarınızla model olun. www.sencedergisi.com İletişimin İpuçları Dinleme; • Dikkatle dinleyin • Sözünü kesmeyin • Çocuğunuz konuşurken kendi söyleyeceğinizi hazırlamakla meşgul olmayın • Çocuğunuzun sözünün bittiğinden emin olana kadar bekleyin. Gözleme; • Çocuğunuzun yüz ifadesi ve vücut dilini anlayın. • Çocuğunuz sinirli ve rahatsız mı veya rahat mı görünüyor? • Konuşma süresince çocuğunuzun söylediklerini ona eğilerek, omzunu tutarak ve başınızı sallayarak ve göz teması kurarak dinleyin. • Çocuğunuzun konuşmalarını ciddiye alın. Cevap verme; • “Şunu yapmalısın”, “senin yerinde olsam” veya “ben senin yaşındayken” ile başlayan cümleler yerine “çok ilgimi çekti” , “anlıyorum ki bu bazen zordur” gibi cümlelerle başlamak cevap vermek için daha uygundur. Çocuğunuzun yüz ifadesi ve vücut dilini anlayın. • Eğer çocuğunuz size duymak istemediğiniz şeyler söylüyorsa, sakın bunları yadsımayın. • Her durum için çocuğunuza önerilerde bulunmayın. Bunun yerine anlattığı şeylerin ardında ki duyguları anlamaya çalışın. • Çocuğunuzun kastettiği şeyi anladığınızdan emin olun. • Çocuğunuzun içinde bulunduğu güç durumu sizinle paylaştığı için pişman olmasına neden olmayın. Her zaman onun yanında olacağınızı hissettirin. • Çocuğunuz sinirli ve rahatsız mı veya rahat mı görünüyor? • Konuşma süresince çocuğunuzun söylediklerini ona eğilerek, omzunu tutarak ve başınızı sallayarak ve göz teması kurarak dinleyin. • Çocuğunuzun konuşmalarını ciddiye alın. Tarih “Dünyada hiçbir milletin kadını, “Ben Anadolu kadınından daha fazla çalıştım, milletimi kurtuluşa ve zafere götürmekte Anadolu kadını kadar hizmet gösterdim” diyemez.” Emrullah ÖZDEMİR ⎟ “Türk kadınlarının en büyük süsü Türk oluşlarıdır. Onlar süslenmek için elmas veya zümrüt takınmıyorlar, belki üzerlerinde taşıdıkları o taşları süslemiş ve kıymetlendirmiş oluyorlar. Çünkü her Türk kadını canlı bir inci ve paha biçilmez bir pırlantadır.” TOMRİS Ana’dan Bu Güne Türk Kadını Üç yüzyıl kadar önce Leydi Mary Wortlay Montagu, dostlarına yazdığı mektuplardan birinde bu eşsiz kelimelerle tarif etmişti Türk kadınını. 1716-1718 yılları arasında İngiltere Sefiri olarak atanan eşi ile birlikte İstanbul’da bulunan Leydi Montagu’nun, ölümünden bir yıl sonra “Şark Mektupları” adı altında derlenen ve yayınlandığı tarihte Avrupa’da büyük yankı uyandıran bu eser, 18. Yüzyıl Osmanlı sosyal hayatını anlatan en objektif kaynaklardan biri olarak bilinmektedir. Peki böylesine övgü dolu betimlemelerle anlatılan Türk kadınını diğer hemcinslerinden ayıran neydi? Türk kadınını diğerlerinden farklı kılan olguları anlayabilmek için, genel bir bakışla tarihin çeşitli dönemlerinde kadınların toplumlardaki konumuna kısaca değinmekte fayda var. SENCE 2014 Sayı 6 17 SENCE Eski Hint toplumunda tamamı ile erkeğin hakimiyeti altında yaşayan, çoğunlukla ölen kocasının cesedi ile birlikte yakılan kadın, bu hazin sondan kurtulmuş olsa dahi ölene dek tekrar evlenemiyor ve kocasının mirası üzerinde kesinlikle hak talep edemiyordu. Gerektiğinde tanrılar için kurban edilmesinde hiçbir behis görülmezdi. Eski Yunan ve Roma geleneğinde alınıp satılabilen bir eşya olarak nitelendirilen kadın, yalnızca cinsel bir obje olarak görülüyor, Eski Çin ve Japon toplumlarında ise yalnızca kocasına hizmet etmekle görevli bireyler olarak toplumda kendilerine yer bulabiliyorlardı. İslam öncesi Arap geleneğinde ise kadının toplumsal konumu diğerlerine kıyasla çok daha vahimdi. Varlığı bir utanç kaynağı olarak görülen kadın, daha küçük bir çocukken maddi yük getireceği ve fayda sağlamayacağı düşüncesiyle diri diri toprağa gömülebiliyor, yaşayanları ise develerden ya da besi hayvanlarından daha değerli görülmüyordu. Avrupa’da 7. yüzyıla kadar toplumsal düzenin ve dolayısıyla kadınlarla ilgili kısıtlayıcı kuralların bulunmaması sayesinde özgürlük bakımından kısmen rahat olan kadınlar, Hıristiyanlığın yaygınlaşmasıyla birlikte bu avantajlarını yitirmiş, kiliselerin toplumlar üzerindeki etkilerinin artmasıyla Avrupalı kadınların yukarıda bahsedilen diğer toplumlardaki hemcinslerinden pek bir farkı kalmamıştı. Miras hakkından mahrum bırakılan, kocasının yasal izni olmadan hukuki işlemleri hiçbir geçerlilik taşımayan Avrupa kadınları, 13. ve 17. yüzyıllar arasında 200.000 kişiye yapıldığı gibi her an cadılık suçlamasıyla ve buna bağlı olarak yakılarak idam edilme tehdidiyle karşı karşıyaydı. 18 www.sencedergisi.com Tarihsel süreçte dünya toplumlarının kadına bakış açısı böyle iken, Türk toplumlarında bu durum çok daha farklı idi. Ana, eş ya da kız çocuklar, toplumsal düzenin devamlılığı için vazgeçilmez unsurlar olarak görülmekte, her zaman eşleri ile aynı konumda ve bir bütünün iki yarısı olarak anılmaktaydılar. Örneğin Bilge Kağan Orhun Yazıtları’nda Türk Milleti’ni anlatırken şu ifadeleri kullanır: “…Yukarıda Tanrı mukaddes yeri, suyu öyle tanzim etmiştir. Türk Milleti yok olmasın diye, millet olsun diye babam İltiriş Kağanı, annem İlbilge Hatun’u göğün tepesinden tutup yukarı kaldırmıştır…” Yine Bilge Kağan’ın Orhun Yazıtları’nda geçen bir başka ifade şöyledir: “…Türk Milleti’nin adı sanı yok olmasın diye Atam Kağan’ı, anam Hatun’u yüceltmiş olan Tanrı...” Kağan ve Hatun’un bir bütün gibi anılması, Hatun’un devlet adına görüşmelere katılıp gelen elçileri kabul edebilmesi gibi hususlar, bahse konu dönemde kadınların konumu hakkında bize oldukça önemli bir kaynaktır. Erkekler gibi özgürce ata binmek ya da ava çıkmak Türk kadınları için bir imtiyaz değil, doğal bir hak olarak görülmektedir. Gerek Doğu, gerekse Batı kültürlerinde toplumların kadınları tam bir baskı altında tutmaya çalıştıkları 13. yüzyılın sonlarında, ünlü kaşif Marco Polo, Orta Asya Türk topraklarında bir prensesin, evlilik konusunda ülkenin en güçlü insanı olan babasına dahi, haklarını savunabildiği durumdan şöyle bahseder: “Prenses öylesine güçlü ki tüm ülkede onunla başa çıkacak erkek bulmak güç. Çünkü kim çıkarsa hepsini alt etmektedir. Babası kendisini evlendirmek iste- diği halde o buna razı olmamakta ve kendi beğendiği birini bulana kadar hiç kimse ile evlenmek niyetinde olmadığını açığa vurmaktadır. Bundan dolayıdır ki babası ona yazılı olarak, dilediği erkekle evlenebileceğine dair söz vermiştir. Bunun üzerinedir ki prenses, ülkenin dört bir yanına haber salarak genç delikanlıları, kendisiyle güç denemesine çağırmış ve kendisiyle başa çıkacak birini bulduğu zaman onunla evleneceğini açıklamıştır.” Türk prensesinin sahip olduğu eşini seçebilme özgürlüğü, Avrupalı gezgini oldukça şaşırtmıştır. Milli destanımız olan Bozkurt Destanı’nda yok olmak üzere olan Türk soyunu devam ettirecek çocukları saklayan ve onları emziren, yani Türk Milleti’nin varlığını himayesine alan sembol karakter dişi bir kurttur. Bir başka milli destanımız olan Ergenekon Destanı’nda Türk toplumuna çıkış yolunda rehberlik eden sembol karakter ise “Asena” isimli dişi kurttur. Destanları milli kültürlerinin vazgeçilmez öğeleri olan Türk toplumlarında anaç sembollerin bu denli ön planda oluşu dahi, kadınların ve dişiliğin kutsiyetine ne denli önem verildiğinin göstergeleridir. Bereketin sembolü olan toprağın “Toprak Ana” olarak benimsenmesi dişi unsurun Türk toplumlarındaki önemine vurgu yapan bir başka husustur. Elbette Türklerin, kadını ve erkeği bir bütünün parçaları olarak görmesinde Türk kadınlarının, topluma sağladığı fayda ve elde ettiği başarıların da büyük etkisi vardır. Örneğin; Türk tarihinin en önemli medeniyetlerinden Saka (İskit) Devleti’ne M.Ö. 6. yüzyılın sonlarında hükümdarlık eden Tomris Hatun’un büyük bir çoğunluğu kadınlardan oluşan 13.000 kişilik ordusuyla, 100.000 kişilik Tarih Pers ordusuna karşı kazandığı büyük zafer; Türk tarihinin en büyük zaferlerinden biri olmasının yanı sıra, Türk kadınlarının ne denli kudretli bir gene sahip olduğunun en önemli delillerinden biridir. Tarihin babası olarak tanınan Heredot, bugün çoğunlukla “Amazon” olarak anılan Saka Devleti’nin kadın savaşçılarından bahsederken onların üç düşman askeri öldürmeden evlenmediklerinden ve topluma olan faydalarını, erkekleri gibi düşmanlarına karşı elde ettiği başarı ile ölçtüklerinden bahseder. Saka Devleti topraklarında Türk kimliğinin Persler tarafından büyük bir gayretle yok edilmeye çalışıldığı bir dönemde, erkeği kadar yürekli ve iyi birer savaşçı olan kadınlarla, istiklâl için çarpışan Tomris Han ve kadın ordusunun yürekliliği ve vatanseverliği, bir miras gibi yüzyıllar boyunca nesilden nesile aktarılmıştır. Bu yüce mirasın gereği olarak Orta Asya Türk Devletlerinde kadın toplumdaki konumunu korumaya devam ederken, Anadolu’ya gelişinin ve İslamiyeti kabulünün ardından başka kültürlerle etkileşime girmeye başlamış olan Anadolu Türklerinde kadının toplumdaki konumunda değişimler meydana gelmeye başlamıştır. Bunda Anadolu Türk Devlet ya da beyliklerinin, Arap kültürünün unsurlarını İslamiyet’in parçaları olarak algılamalarından başka, Bizans Devleti gibi kadınları baskı altında tutan kültürlerle etkileşimi de önemli bir rol oynamaktadır. Anadolu’da son olarak Osmanlı Topraklarında “Bacılar” olarak bilinen, devletin asayiş ve düzenini sağlamakla görevli olan, bugün için polis ya da jandarma olarak nitelendirebileceğimiz bir yapı ile son bulmuş olan kadınların toplumdaki etkin varlığı maalesef 14. yüzyılın başlarından Kurtuluş Savaşı’na kadar bastırılmıştır. Toplumda geri plana itildiği dönemlerde dahi duruşu ve asaleti ile varlığına hayran bıraktırmayı başarabilen Türk kadını, Kurtuluş Savaşı’nda aslına ve mirasına sahip çıkmayı bilmiştir. Türk Kadını’nın toplumdaki önemini en iyi bilenlerden biri olan Atatürk, bu düşüncelerini şu sözlerle aktarmıştır: “Büyük atalarımız ve onların anaları, tarihin, olayların tanıklığıyla sabittir ki, cidden yüksek faziletler göstermişlerdir. Burada birçok noktalardan sayabileceğimiz o faziletlerin en büyüğü ve en ehemmiyetlisi kıymetli evlâtlar yetiştirmeleriydi. Şunu söylemek istiyorum ki, kadınlarımızın umumî vazifelerde üzerlerine düşen hisselerden başka kendileri için en ehemmiyetli, en hayırlı, en faziletli bir vazifeleri de iyi anne olmaktır. Bugünün anaları için gerekli özellikler taşıyan evlât yetiştirmek, evlâtlarını bugünkü hayat için faal bir uzuv haline koymak, pek çok yüksek özelliği şahıslarında taşımalarına bağlıdır. Bu sebeple kadınlarımız hattâ erkeklerden daha çok aydın, daha çok feyizli, daha fazla bilgili olmağa mecburdurlar. Eğer hakikaten milletin anası olmak istiyorlarsa böyle olmalıdırlar.” Türk kadınını Kurtuluş Savaşı’nda gösterdiği yararlılığı ise şu sözlerle vurgulamıştır. “Belki erkeklerimiz memleketi istilâ eden düşmana karşı süngüleriyle, düşmanın süngülerine göğüs germekle düşman karışısında buldular. Fakat erkeklerimizin teşkil ettiği ordunun zayıf kaynaklarını kadınlarımız işletmiştir. Memleketin var olması imkânını hazırlayan kadınlarımız olmuştur ve kadınlarımız olmaktadır.” “Dünyada hiçbir milletin kadını, “Ben Anadolu kadınından daha fazla çalıştım, milletimi kurtuluşa ve zafere götürmekte Anadolu kadını kadar hizmet gösterdim diyemez.” Yarı çıplak evlâdının üzerindeki battaniyeyi alıp, cepheye götürdüğü merminin üzerine örten Türk anası, Rus işgalinde küçük yaşta oğlunu ve üç aylık kızını evde bırakarak savaşmaya giden Nene Hatun, iki oğlunu ve eşini şehit vermesine rağmen yurdun dört bir yanında mücadeleye devam eden Kara Fatma, Azerbaycan Özgürlük Mücadelesi’nde kadın taburlarına komutanlık ederek Rus tanklarının önüne dikilen Halil Hanimova gibi asil ve faziletli analara sahip olabilmek, Türk Milleti için büyük bir gurur kaynağıdır. Toplum olarak bizlere düşen en büyük vazife ise; Tomris Han’dan günümüze kanındaki asalet ve fazileti bir an olsun kaybetmeyen kadınlarımızın, hak ettiği sevgiyi, hürmeti ve değeri göstermektir. Atatürk’ün, önünde eğilmeye çalışan Kurtuluş Savaşı kahramanlarından Adile Çavuş’a söylediği gibi: “Kahraman Türk Kadını! Sen yerlerde sürüklenmeye değil, omuzlar üzerinde yükselmeye layıksın…” SENCE 2014 Sayı 6 19 SENCE Memur ve Emekliler için Kayıp Yıllar 2014- 2015 Türkiye Kamu-Sen ARGE Birimi ⎟ Türkiye Kamu-Sen Ar-Ge Merkezi’nin yaptığı araştırmaya göre, Toplu sözleşmede atılan imzanın faturası çalışana ve emekliye ağır oldu. İ mzalanan toplu sözleşme sonucunda en düşük dereceden maaş alan bir hizmetlinin eline 2013 yılı sonunda sosyal yardımlarla birlikte 1753 TL geçerken, 123 TL’lik zamla birlikte maaşı 1881 TL’ye yükseldi. Eğer Hükümetin ilk teklifi bile kabul edilmiş olsaydı aynı hizmetli, enflasyon farkı da dâhil olmak üzere 169 TL maaş zammı alacak ve maaşı 1922 TL’ye yükselecekti. Bu durumda hizmetlinin aylık kaybı 41 TL olmuştur. 1960 TL dolayında maaş alan bir memur ise 2149 TL yerine 2088 TL maaş ile yetinmek zorunda kaldı. Lise mezunu bir memur için aylık kayıp 61 TL oldu. Benzer şekilde sosyal yardımlarla birlikte 2013 yılı sonunda 2057 TL maaş alan bir hemşirenin 20 www.sencedergisi.com TOPLU SÖZLEŞMENİN MEMUR MAAŞLARINA ETKİSİ DERECE ARALIK 2013 MAAŞI OCAK 2014 MAAŞI % ARTIŞ Şoför (Lise) 13/3 1797 1920 6,8 UNVAN Memur (Önlisans) 10/1 1807 1930 6,8 VHKİ (Lisans) 9/1 1808 1931 6,8 Uzman (Maliye) 1/4 2862 2985 4,2 Şube Müdürü 1/4 2932 3055 4,2 Avukat 9/3 2671 2794 4,6 Teknisyen 9/1 1955 2078 6,3 Öğretmen 9/1 1959 2082 6,3 Mühendis 8/1 2817 2940 4,4 Kaloriferci 13/3 1658 1781 7,4 Mübaşir 13/3 1665 1788 7,4 Teknisyen Yard. 13/3 1666 1789 7,4 Hizmetli (Lise) 13/3 1636 1759 7,5 Santral Memuru 9/1 1808 1931 6,8 Biyolog 8/1 2169 2292 5,7 Kimyager 8/1 2407 2530 5,1 Hemşire (Lisans) 9/1 2004 2127 6,1 NOT: Hesaplar bekâr memur maaşları üzerinden yapılmıştır. Aile yardımı dâhil edilmemiştir. Aile yardımı dâhil edilerek yüzde hesaplama yapılmış olsaydı, yukarıdaki yüzde artış (%) oranları daha düşük olacaktı. Örnek: 1. Sıradaki Şoför (Önlisans) artış oranı %6,8 yerine %6,2 olacaktı. Çalışma Hayıtı maaşı 2256 TL yerine 2180 TL’de kaldı. Toplu sözleşmede yapılan yanlışın faturası bir hemşireye aylık 76 TL olarak yansıdı. Bu miktar memurun maaşı yükseldikçe daha da büyüyor ve tam bir trajediye dönüşüyor. Öyle ki, 2013 yılı Aralık ayı itibarı ile 2521 TL maaş alan bir müdürün maaşı 2014 yılı için 2651 TL yükseldi. Oysa %3+3 ve enflasyon farkı kabul edilmiş olsaydı bile, bu müdürün maaşı 2014 sonu itibarı ile en az 2765 TL’ye yükselecekti. Toplu sözleşmede atılan imzanın faturası emeklilikte de ağır oldu. Yapılan araştırmaya göre, Toplu sözleşme sonucuna göre 2014 yılı sonunda emekli olacak Memur, Ebe, Hemşire gibi unvanlar, emekli ikramiyesi olarak 61.235 TL alırken, yüzdelik zam ve enflasyon farkı kabul edilmiş olsaydı 61.568 TL almış olacaktı. Memur, Ebe ve Hemşirenin aylık 1.632 TL olarak bağlanacak emekli maaşları ise, 1.641 TL olarak yansıyacaktı. 2014 yılı sonunda emekliye ayrılacak olan Mühendis, Mimar ya da Denetçi imzalanan toplu sözleşmeyle birlikte 77.635 TL emekli ikramiyesi ve 2.070 TL emekli maaşı alacak. Şayet Hükümetin önerdiği yüzdelik zam ve enflasyon farkı kabul edilmiş olsaydı, alınacak emekli ikramiyesi 79.609 TL, aylık emekli maaşı ise 2.122 TL olacaktı. Hal Böyleyken Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı ve Toplu Sözleşmelerden Sorumlu Bakan Faruk Çelik başkanlığında 27 Kasım 2014 tarihinde memur sorunlarının görüşüldüğü ve üç büyük konfederasyonun genel başkanlarınında katıldığı Kamu Personeli Danışma Kurulu toplantısında, Genel Başkanımız İsmail Koncuk’un “2014 yılı için 123 TL seyyanen zammın, gerçekleşen enflasyonun çok altında kaldığı, Türkiye Kamu-Sen’in aylardır sürdürdüğü ek zam talebi konusunda buradan bir karar çıkartılması gerektiği” noktasındaki talebi üzerine, toplu sözleşmeye imza atan Konfederasyon’un başkanı Ahmet Gündoğdu, “Biz toplu sözleşmede mutabakata vardık. Memurların hakkını fazlasıyla aldık. Ne ek zam, ne de enflasyon farkı talebimiz yoktur” demiştir. Bunun üzerine Genel Başkanımız, “bu düşüncenizi kamuoyu ile paylaşırım, tüm memurları bilgilendiririm” dediğinde, Gündoğdu, “Tabii yapabilirsiniz. Bizim haklılığımızı 15 Mayıs 2015 yetki döneminde memur bize tekrar yetki vererek gösterecektir” diyecek kadar kendinden emin. Başbakan Ahmet Davutoğlu ise, benzer konuşmayı TBMM’de bütçe görüşmelerinde yaparak, “Memurlara 2014 yılı için %17 zam yaptıklarını, bunun enflasyonun üzerinde bir artış olduğunu” ifade etmiş ve kamuoyunu yanıltmıştır. Sayın Başbakan’ın memur maaş artışları ile ilgili ifadeleri gerçeği yansıtmamaktadır. Bilindiği üzere 2014 yılında memurlara 123 TL dışında başka hiçbir artış yapılmamış, aile yardımı, çocuk parası, ek ders ve nöbet ücretleri ile ek ödeme rakamları da yükselmemiştir. Bütün bunlar hesaba katıldığında kamu görevlilerine ortalama olarak ödenen aile yardımı ve çocuk parası da dâhil en düşük memur maaşı 2013 yılı sonunda 1753 TL dolayındadır. Buna göre 123 liralık zam, en düşük dereceli memur maaşında %7’lik bir artış anlamına gelmektedir. 2014 yılı zammının yine sosyal yardımlar dahil edildiğinde ortalama 2400 TL olan memur maaşına yansıması ise %5,2 olmuştur. Oysa ki 2014 yılının 11 aylık dönemi itibarı ile resmi enflasyon %8,65 olmuş, yalnızca memurların değil, emekli, dul, yetim, işçi ve asgari ücretlinin maaşları da enflasyon karşısında kuşa dönmüştür. Önümüzde okul, giyim, gıda ve ısınma harcamalarının arttığı bir ay daha bulunmaktadır. Bu dönemde Hükümetin bile en iyi tahminiyle %0,75’lik enflasyon daha oluşacak ve yılsonunda enflasyon %9,4’ü bulacaktır. Bu durumda ortaya çıkan zarar da artmaya devam edecektir. Yetkili konfederasyon eğer memurların enflasyon farkından faydalanma hakkını toplu sözleşme görüşmelerinde korumuş olsaydı, memurların %3+%3 zam alması durumunda, 2014 yılı sonunda revize edilmiş enflasyon hedefi olan %9,4’e ulaşılması durumunda bile toplamda maaşlarına %3,4 daha enflasyon farkı eklenecekti. Takdir Türk Memurunun SENCE 2014 Sayı 6 21 SENCE Eski Türklerde Çocuk Eğitimi Yrd. Doç. Dr. Ali AHMETBEYOĞLU ⎟ İstanbul Üniversitesi Tarih Bölümü Öğretim Üyesi B ozkır kültürü denilen belirli coğrafi mekânda hareketli hayat tarzı, eski Türk eğitim ve öğretim sisteminin en belirleyici unsurudur. Sürati, hürriyeti ve hâkimiyeti sembolize eden “At” ile teknolojiyi ifade eden “Demir” üzerine kurulu eski Türk cemiyetinde hayatın gereği olarak doğuştan ölüme kadar eğitim, kendini yenilemek, zinde ve diri tutmak zaruri hal almıştır. “Eski Türklerde çocuk eğitiminin başlangıç noktası ad vermek idi. Doğar doğmaz ana babanın bebeğe verdiği ad gerçek ad olmayıp geçici ad idi. Çocuk, büyüdükçe kabiliyetine veya toplum içerisinde gösterdiği yararlılığa göre kalıcı ad alırdı. Ait oldukları boyun beyi veya din adamı tarafından verilen bu gerçek ad sayesinde adı alan boyun da üyesi kabul edilirdi.” 22 www.sencedergisi.com Askerî ve sivil hayatın iç içe geçtiği eski Türklerde aile ve ordu iki temel güç idi. Bu nedenle aileden başlayarak devlete kadar Türk toplum yapısında eğitim ve öğretimin temel niteliği; ahlâklı, şahsiyetli, kökünü ve kimliğini bilmek gibi değerler başta olmak üzere töre ile ifade edilen unsurlarla donanmış kalifiye nesiller yetiştirmektir. Bu nedenledir ki eski Türklerde eğitim ve öğretim teoriden çok hayatın bir parçası olarak pratik hal almıştır. Eğitim ve öğretimde özellikle iyi ve donanımlı insan vurgusunun yapılmasındaki asıl faktör; her şeyden önce gerek hayvancılıkla geçinen ailenin gerekse dinamik, her an sefere hazır olmak mecburiyetinde olan askerî sistemin ve boy hayatının gereği ahlâklı, mesleki açıdan da vasıflı insan yetiştirme zaruretidir. Bu durum, güçlü işbirliği içerisinde maddi, manevi manada üzerine düşeni yapabilecek vasıfta insanlardan oluşan cemiyet hayatını doğurmuştur. At ile hemhal olma sonucu Bozkırlı Türk insanında oluşan üstünlük yani ‘beylik gururu’ duygusu, devlet idaresinde ve eğitim ve öğretim metodunda üniversal bir Tarih anlayışı doğurmuştur. Cihan şümul devlet felsefesi gereği eğitim sisteminde insan sevgisi, idare altına alınıp birlikte yaşanılanlara karşı koruyuculuk, adalet, hürriyet, eşitlik gibi değerlerin daha çocukluktan itibaren kademe kademe öğretilmesi önemli yer tutmuştur. Beylik duygusu + insan sevgisi + gerçekçilik şeklinde formülize edilecek bu Türk düşüncesi aynı zamanda ahlak prensipleri olarak eğitimin ana gayesi haline getirilmiştir. Eski Türk toplumu kendi ahlak anlayışını hayatının düsturu edinmiş kişiye ‘yiğit insan’ manasına gelen ‘Alp’, erkek anlamı haricinde cesur olanlara ise ‘Er’ demiştir. Bu ad verme geleneğine de yansımıştır. Bu bağlamda ahlâkı ön plana çıkaran eğitimin temel hedeflerinin başında Alp ile Er’liği birleştirip debdebe, gösteriş, mala-mülke fazla değer vermeyen, dürüst insanlar yetiştirmek gelmiştir. Eski Türk eğitim dili Türkçe idi ve sistemin hareket noktası da Türkçe’nin anlaşma vasıtası olmaktan öte ait olduğu medeniyeti anlayacak, ifade edecek derecede çocukluktan itibaren doğru olarak öğretilmesiydi. Eski Türklerde çocuğun eğitim ve öğretiminde, gelişiminde aile yanında ‘Boy’, cemiyet hayatı içerisinde ‘Dede Korkut/Aksakal’ isimleriyle sembolleştirilen ve gerçek manada öğretmen olan şahıslar önemli rol oynamışlardır. Akrabalar başta olmak üzere içerisinde yaşanılan toplum ise denetim rolünü üstlenmiştir. Anne, çocuğa toplum içerisinde bulunmanın gereği olan adab-ı muaşeret kurallarını öğreterek hayata hazırlarken, baba daha çok teknik yani mesleki bilgileri aktarırdı. Nitekim ailede alınan eğitimin önemine dair Dede Korkut’ta şöyle denilmiştir: “Kız anadan görmeyince öğüt almaz, oğul atadan görmeyince sufra çekmez. Oğul atanun yeteridür, iki gözinün biridür. Devletli oğul kopsa ocagınun közidür”. SENCE 2014 Sayı 6 23 SENCE Bu sistem içerisinde çocuk hayata, yeni şartlara ve geleceğe bilgi ve edep açısından hazırlanıp ihtiyaç duyacağı bilgiler, beceriler öğretilmeye çalışılırken aynı zamanda bir şuur olarak mazi yani tarih nakledilirdi. Bu durum çocuğa kim olduğunu ne olması gerektiğini öğretirken müthiş bir şekilde kültür, tarih, medeniyet, dil, inanç ve coğrafya bağlamında bir aidiyet duygusu oluştururdu. Müesseseleşmiş okulların somut olarak varlığı bilinmese de, eski boy yaşantısında belirli alanların eğitim ve öğretime tahsis edildiği rahatlıkla söylenebilir. Ayrıca gerek Göktürkler gerekse Uygurlardan kalma ülkenin meskun birçok noktasına dikilmiş yazıt bulunması, varlığı bilinen takvimin Göktürkler döneminde ıslah edilerek geliştirilmesi gibi unsurlar eski Türk toplumunda yazının genel kullanımına ve hatırı sayılır entelektüel zümrenin varlığı ile okuryazar oranının ciddi manada yüksekliğine delalet addedilmiştir. Tarih şuurunu ortaya koyan bu kitabeler aynı zamanda değişik konuları ihtiva eden ders kitapları niteliğinde idiler. ad gerçek ad olmayıp geçici ad idi. Çocuk, büyüdükçe kabiliyetine veya toplum içerisinde gösterdiği yararlılığa göre kalıcı ad alırdı. Ait oldukları boyun beyi veya din adamı tarafından verilen bu gerçek ad sayesinde adı alan boyun da üyesi kabul edilirdi. Dede Korkut destanlarında, gösterdikleri yararlılıktan ötürü kahramanlara asıl adları Korkut Ata tarafından verilirdi. Eski Türklerde çocuk eğitiminin başlangıç noktası ad vermek idi. Doğar doğmaz ana babanın bebeğe verdiği Destanlarda ve anlayışlarda oluşan ad verme geleneğinde hep kahramanlık figürü ön plana çıksa da, aslında Dirse Han’ın oğlu, karşısına çıkan bir boğayla dövüşüp onu öldürdükten sonra “Boğaç” adını almıştır. Bay Büre Bey’in oğluna bezirgânların malını soygunculardan kurtarması üzerine Bamsı Beyrek adı verilmiştir. Beyrek’in “Bamsı” adının kahramanlıkla bir ilgisi yoktur, babası oğlunu “Bamsam” diye okşadığı için bu ad konulmuştur. Toplumda genelde kahramanların ad almaları 15-16 yaşlarına girdikten sonra olurdu. Nitekim Kazan Bey hayıflanarak oğlu Uruz’a 16 yaşına girdiği halde “henüz yay çekmedün, ok atmadun, baş kesmedün, kan dökmedin, Kalın Oğuz içinde çuldu almadun” der. gerçek adın daha sonraki yaşlara bırakılması eğitim ve öğretim açısından büyük önem taşımıştır. Bu durum esasında çocuğun gelişimini gözlemleyerek, modern eğitim sistemini andırır şekilde becerilerine göre bir mesleğe bir alana yönelmesini sağlamak içindi. Bu anlayışın yansımasını Oğuz Kağan Destanı’nda da görmek mümkündür. Anlatılanlara göre Oğuz ordusuyla sefere giderken ırmakla karşılaştığında Uluğ Ordu adlı bir er, ağaçlardan kestiği dal ve yapraklarla sal yapar. Su bu salla geçilir ve Oğuz bu becerikli ere Kıpçak Bey adını verir. Yine Çürçek Kağan’la yapılan savaşta o kadar çok ganimet alınır ki, ganimetleri taşımaya öküzler yetmez. Askerler arasından akıllı ve tecrübeli bir er bir araba yapar. Böylece canlı ve de cansız ganimetler taşınır. Oğuz bu arabayı icad eden eri ‘Bey’ yapar ve kendisine Kanglı adını verir. Kaşgarlı Mahmud Divan-ı Lugati’t Türk’de çocuk terbiyesinde kız ve erkek evlatların anne ve babayı örnek aldıkları, ileride toplumda oynayacakları rolleri onlardan öğrendiklerini söyler. Aynı bağlamda Kaşgarlı Mahmud; babası ekşi elma yese (bir fenalık yapsa), oğlunun dişi kamaşır, diyerek de baba-oğul etkileşimine dikkat çeker. Kutadgu Bilig’de Yusuf Has Hacib de; ‘senin ay gibi bir oğlun veya kızın doğarsa, onu kendi evinde terbiye et bu işi başka ellere bırakma’ diyerek eğitim ve öğretim için ilk ve önemli nokta olarak ebeveynin önemine dikkat çekmişlerdir. Eski Türk toplumunda kız çocuğunu anne, oğlan çocuğunu ise baba hayata hazırlardı. Kutadgu Bilig’de; ‘oğul-kıza bilgi ve edep öğret; bu her iki dünyada da onlar için faydalı olur’ beytinde de ifade edildiği gibi eski Türk eğitim ve öğretiminde esas maksatlardan biri- 24 www.sencedergisi.com Tarih tutulurdu. Bunu en güzel ifade eden Orhun Abidelerinde geçen şu satırlar olmuştur: si toplum içerisinde yaşama kuralları ile hayatta başarıya götürecek bilgiyi öğretmekti. Bu bağlamda Yusuf Has Hacip’in şu ifadeleri de daha önceki beytinde söylediklerini güçlendirmektedir: ‘Küçük çocuğa bak, ona akıl ulaşacaktır; fakat yaşı gelmedikçe, kalemler yürümez; insan bilgisiz doğar ve yaşadıkça öğrenir; bilgi sahibi olunca, her işinde muvaffak olur. Bir memleketi kılıç ile derhal ele geçirmek mümkündür; fakat kalem olmayınca, insan onu elinde tutamaz.’ Eski Türklerde eğitim kültüre dayalı bir şekilde gelişirdi. Aileler taşıdıkları her şerefi, beceriyi çocuklarına kazandırmaya gayret gösterirlerdi. Nitekim aile içinde eğitimin amacı, kabiliyetlerini de göz önünde bulundurarak fertlere maziden gelen ailevi davranışları kazandırmayı sağlamaktı. Daha çocukluk devresinden itibaren fert; at terbiyesi, hayvan yetiştiriciliği, bakıcılığı, çadır işleri, giysi üretimi, göçmek, yerleşmek, hayvan otlatmak, ev eşyası, silah yapmak, yemek, içmek, eğlence, yarışma, spor, müzik bilgi ve becerilerini kazanmayı, hepsinden öte iyi bir savaşçı-kahraman süvari olabilecek eğitimi aile içinde öğrenmeye ve talim etmeye başlardı. Ayrıca meslekî eğitimde şüphesiz usta-çırak ilişkisi de çocuğun yetiştirilmesinde mühim yer tutardı. Çünkü Türk toplum yapısında liyakat babadan oğula geçmezdi. Bu nedenle Türk eğitim sistemi daima kendisini yaşatacak insan tipini yetiştirmek, her çocuk da cemiyet/boy içerisindeki adını, yerini kendisi kazanmak mecburiyetindeydi. Henüz ayakta durabilecek bir Türk çocuğunun yanında eyerlenmiş bir at bulunurdu. Geleceğin okçu Türk savaşçısı daha çocuk çağında eğitimlere başlar, koyun sırtında biniciliği dener, önce sincap, gelincik ve kuşlara, sonra da tilki ve tavşanlara ok atarak atıcılığa alışır, büyüdüğü zaman da mükemmel bir atlı muharip olurdu. Gelişime açık Türk toplumunda kişi çocukluktan itibaren aldığı eğitimi, bilgisi ve becerileri sayesinde askerî ve sivil bürokraside görev alır, en tepe noktalara kadar yükselebilirdi. Türklerde eğitim ve öğretimin vazgeçilmez temel öğelerinden birisini de ata ve töre anlayışı oluşturmuştur. Eğitim ve öğretimden maksat insanın tarihini, atasını, kimliğini oluşturan dili ve dini başta olmak üzere değerlerini yani ait olduğu dünyayı bilmesi ile hayat kaynağı tefekkür dünyası ile töresini ve bunları kaybettiğinde de başına neler gelebileceğini unutmamasını sağlamaktı. Çünkü eski Türk anlayışında unutmak, başkalaşmak ve dönüşmek yok olmak, ölmekle bir “Türk beyleri Türk adını bıraktı. Çinli beyler Çin adını tutarak, Çin kağanına itaat etmiş. Elli yıl işi gücü vermiş. Doğuda gün doğusunda Bökli Kağana kadar ordu sevk edivermiş. Batıda Demir Kapıya ordu sevk edivermiş. Çin kağanına ilini, töresini alıvermiş. Türk halkı kitlesi şöyle demiş: ‘İlli millet idim, ilim şimdi hani, kime ili kazanıyorum’ der imiş. ‘Kağanlı millet idim kağanım hani, ne kağana işi, gücü veriyorum’ der imiş. Öyle diyip Çin kağanına düşman olmuş. Yedi yüz er olup ilsizleşmiş, kağansızlaşmış milleti, cariye olmuş, kul olmuş milleti, Türk töresini bırakmış milleti, ecdadımın töresince yaratmış, yetiştirmiş. Tölis, Tarduş milletini orda tanzim etmiş. Yabguyu, şadı orda vermiş”. Netice itibariyle; sivil ve askerî alanın iç içe geçtiği eski Türklerde, hayat tarzının gereği olarak aileden başlayarak içinde bulunulan toplum çocuklar için büyük bir okuldu. Bu okuldaki eğitim sisteminin esası teoriden çok ameli yani yaşayarak öğrenmeye dayanmaktaydı. En önemli sorumluluk ve rolün anne-baba ile her obada varlığı bilinen Aksakallılara verildiği eğitimde gaye; çocuklara millî ve dinî değerleri aşılayarak hayatı kolaylaştıracak bilgileri öğretmek, adeta toplumun arşivi ve hafızası olan tecrübeleri aktarmak, onları askerlik başta olmak üzere kabiliyet ve isteklerine göre mesleklere, işlere yönlendirmekti. Çocukları ve gençleri dünü unutmayacak, bugünde yaşamayı sağlayacak, yarında var olmayı gerekli kılacak şekilde donanımlı hale getirmek ve “Tay yetişirse at dinlenir, oğul yetişirse baba dinlenir” atasözünde ifade edildiği gibi devleti rahatlatacak her sahada yetişmiş insan gücü oluşturmaktı. SENCE 2014 Sayı 6 25 SENCE Mevlana’dan Devlet Yöneticilerine Öğütler “Sevgide güneş gibi ol, Dostluk ve kardeşlikte akarsu gibi ol, Tevazuda toprak gibi ol, Öfkede ölü gibi ol” 26 www.sencedergisi.com Güncel Fahtrettin YOKUŞ ⎟ Türk Büro-Sen Genel Başkanı B irgün Selçuklu Sultanı II. İzzettin Keykavus, Mevlana’yı ziyarete gelir. Mevlana ona soğuk davranır, dersi ve öğrencileriyle meşgul olmaya devam eder. Çünkü II. Keykavus halkına zulm ederek, ülkeyi kötü bir şekilde yönetmektedir. Sultan bir süre bekledikten sonra, “Mevlana hazretleri bana bir öğüt ver” der. Mevlana, Sultan’a sertçe bakarak, “Sana ne öğüt vereyim. Sana çobanlık emretmişler, sen kurtluk yapıyorsun. Sana bekçilik emretmişler, sen hırsızlık yapıyorsun. Allah seni Sultan yaptı, sen şeytanın sözüyle hareket ediyorsun” der. Sultan bu sözlere hiçbir cevap vermeden, üzgün bir şekilde ordan ayrılır. Hz. Mevlana yaşadığı dönemde hem sohbetlerinde, hem de yöneticilere yazdığı mektuplarda daima yol gösterici olmuş, onları halka hizmete, iyiliğe ve adalete davet etmiştir. Bu hususta bir başka örnekde, Mevlana ile dönemin Selçuklu Sadrazamı arasında geçen şu görüşmedir; Sadrazam Emir Pervane, kendisine nasihatlerde bulunması ve öğüt vermesi için Mevlana’nın huzuruna çıkar. Mevlana onu dinledikten sonra Emir’e sorar; “Ya Emir, Kuran’ı ezberlediğini duyuyorum.” Emir, “Evet, ezberliyorum” diye cevap verir. Mevlana bu kez, “Hadis-i Şeriflerle ilgili bir ezberide Şeyh Sadrettin hazretlerinden dinlediğini duyuyorum” der. Emir, “Evet, doğrudur” diye cevaplar. Bunun üzerine Mevlana, “Madem ki, Allah’ın ve onun elçisinin sözlerini okuduğun ve bildiğin halde, o sözlerden öğüt alamıyor, ayet ve hadislerin gereğini amel edemiyorsan, benim nasihatimi nasıl dinlersin” diyerek, Emir Pervane’ye iyi bir ders verir. İki kıssa’da da Hz. Mevlana, yöneticilerin görevinin halkın huzur ve güvenliğini sağlamak, dürüst olmak ve adaletle yönetmek olduğunu ifade etmektedir. En basit iş için bile ustalık ve bilgelik ararken, devleti idare edeceklerde “üstün vasıflar” aramazsak büyük bir yanlışlık yapmış oluruz. Bir eserinde de Mevlana yöneticiler için; “… Aslında yüksek mevkiye çıkan bir kişi, halkın omzunda yükselmiş cenazeye benzer. Daha doğrusu yüksek mevkiye çıkmış, itibar kazanmış bir kişi aslında yüksek mevkide değildir. …Bu sebeptendir ki, o tabut halka yüktür. Bunlar kendilerini halkın üstünde görenler ve kendilerini büyük sayan kişilerdir. Halkın sırtına yük yüklerler, kendileri de halka yük olurlar.” der. Bu bakış açısını içselleştiren bir devlet yöneticisi, halkına tepeden bakmaz. Vatandaşın gerçek manada hizmetkarı olur. Vatandaşların sevgi ve sempati- sini kazanacak, gayret ve samimiyet içinde olur. Asla insanları ötekileştirmez, ayrıştırmaz, tam tersini yapar, birleştirir. Keşke ülkemizi yönetenler Mevlana’yı anma (Şeb-i Aruz) gecelerinde söylediklerini ertesi gün unutmasalar. Keşke, aşağıdaki sözleri kulaklarına küpe edebilseler… “Sevgide güneş gibi ol, Dostluk ve kardeşlikte akarsu gibi ol, Tevazuda toprak gibi ol, Öfkede ölü gibi ol” Osmanlı’da padişahlar, belli yaşa gelen şehzadelerine şu vasiyetlerde bulunurlardı; “Adil olun, zulümden uzak durun, bilginleri gözetin, mağrur olmayın, istişare edin, cömert olun, hakkı koruyup kollayın, kanunlara uygun hareket edin, hayırlarla anılacak işler yapın, misyon sahibi olun…” Yusuf Has Hacip’de “Kutadgu Bilig” adlı eserinde bu hususta, “Bey, iyi kanun yap. Kanuna kendin riayet et ki; halkta sana riayet etsin…” ifadelerine yer vermiştir. En basit iş için bile ustalık ve bilgelik ararken, devleti idare edeceklerde “üstün vasıflar” aramazsak büyük bir yanlışlık yapmış oluruz. Devlet adamı “örnek insan” olmalı, eğer devlet adamı iyi örnek olursa halk ona güvenir ve kendine çeki düzen verir. Allah hiç kimseye hak etmediği, makam ve gücü nasip etmesin. SENCE 2014 Sayı 6 27 SENCE Gördüğümüz, Duyduğumuz, Algıladığımız Ülkü DAVUTOĞLU ⎟ A lgı nedir diye bir soru sorulsa çoğunluk “görmek, duymak” gibi nesnel kavramlarla açıklamaya çalışır. Oysa ki, algı olayları ve nesneleri yorumlama biçimimizdir. Özneldir. Görmek, duymak ise duyumlarımızdır. Algı; duyumların içinde bulunduğumuz şartlar, geçmiş deneyimler, gelecekle ilgili beklentiler ile yorumlanması sonucu ortaya çıkar. Hepimizin beyni aynı duyumu farklı yorumlayabilir; başka bir deyişle, gördüğümüz duyguduğumuz aynı ama algıladığımız farklı olabilir. Bu nedenle “Gözümle gördüm, kulağımla duydum” ifadeleri bile gerçeği yansıtmakta kifayetsiz kalabilir. Gözle görülen, kulakla duyulan yorum sürecinden geçince ortaya çıkan sonuç gerçeği yansıtmayabilir ve kişiden kişiye değişir. Elmayı, elma olarak görüp armut olarak algılayabiliriz, kedi sesini kedi sesi olarak duyup, köpek sesi olarak algılayabiliriz. İlginç olan ise bu algı yanılmalarını çok sık yaşıyor olmamız. Tahmin ettiğinizden çok daha sık. Algıyı etkileyen faktörler çok çeşitlidir, algımız birçok faktörden etkilenir ancak bu yazı başlığında belirtildiği gibi, algılanan’ın ve algılayan’ın etkilendiği çevresel koşulların sadece bir kısmını ele almaktadır. Konuyu netleştirmek açısından aşağıdaki sorulara bir göz atalım. 28 www.sencedergisi.com törler çok çeşitlidir, algımız birçok faktörden etkilenir ancak bu yazı den çok daha sık. Tahmin ettiğinizden çok daha sık. Algıyı etkileyen faktörler çeşitlidir, tadır. Konuyu netleştirmek açısından sorulara bir gözçok atalım. faktörler çok çeşitlidir, algımız birçokaşağıdaki faktörden etkilenir ancak bu yazı algımız birçok faktörden etkilenir ancak bu yazı başlığında belirtildiği gibi, algılanan’ın ldiği gibi, algılanan’ın ve algılayan’ın etkilendiği çevresel koşulların sadece ve algılayan’ın etkilendiği çevresel koşulların sadece Soru 1 bir kısmını ele almaktadır. Konuyu netleştirmek açısından aşağıdaki sorulara bir göz atalım. İletişim i gibi, algılanan’ın ve algılayan’ın etkilendiği çevresel koşulların sadece maktadır. Konuyu netleştirmek açısından aşağıdaki sorulara bir göz atalım. lde yer alan iki turuncu daireden Algı özneldir. Algılayanın o anki ruhsal durumu, öğrenilmiş değer r? şekilde yer alan Soru 1) Yandaki şekilde yer alan iki turuncu daireden şekilde yer alanYandaki iki turuncu daireden yargıları, geçmişi, geleceğe ilişkin hangisi daha büyüktür? iki turuncu daireden üktür? beklentileri nesnel duyumları nasıl hangisi daha büyüktür? yorumlayacağını belirler. Her birey aynı nesneyi (nesne aynı çevresel Soru2) Yandaki şekilde yer alan yatay iki paralel Soru2) Yandaki şekilde yer alan yatay iki paralel koşullar içinde dahi olsa) olayı ya çizgiden hangisi daha uzundur? Soru2) Yandaki şekilde yer alan yatay iki paralel çizgiden hangisi daha uzundur? da kişiyi kendine göre yorumlar, Yandaki şekilde yer alan çizgiden hangisi daha uzundur? dolayısıyla farklı algılar. yatay iki paralel Soru 2 çizgiden hangisi daha uzundur? Soru 3 da kaldığından ve sağdaki turuncu daire de kendiSoru 3) Yandaki şekilde yer alan sarı çizgilerden hangisi sinden çok küçük dairelerin ortasında yer aldığındaha uzundur? kilde yer yer alanalan sarısarıçizgilerden i şekilde çizgilerden hangisi hangisi Yandaki şekilde yer alan sarı çizgilerden hangisi daha uzundur? Soru 4 Yandaki şekilde A ve B noktalarının bulunduğu düzlemlerden hangisinin rengi daha koyudur? Yukarıdaki soru örnekleri için nesne- çevre- algı ilişkisinin en iyi örnekleri denilebilir. Şöyle ki; 4 sorunun da doğru cevabı “hiçbiri, ikisi de aynı”dır. Ancak bu sorulara ilk aşamada “hiçbiri, ikisi de aynı” yanıtını veren çok azdır. Çünkü sorulara konu olan nesneler algılayan tarafından çevrelerindeki diğer nesneler ile birlikte yorumlanır. Yani çevrelerinden bağımsız olarak algılanmazlar. Buna nesne-zemin ilişkisi de denilmektedir. İlk sorudaki turuncu daireler etraflarındaki diğer dairelerin büyüklüğü ile birlikte yorumlanır ve büyüklük algısı bu şekilde oluşur. Soldaki turuncu daire kendisin çok daha büyük dairelerin ortasın- dan sağdaki turuncu daha büyük gözükmektedir. Oysa ki, bu iki turuncu daire ayı büyüklüktedir. İkinci soruda ise aynı uzunluktaki yatay çizgilerin uzunluğu uçlarındaki oklarla değerlendirilir ve gözümüze ilk bakışta alttaki çizgi daha büyük gözükür. 3. soruda çevrenin algıya olan etkisi daha fark edilir şekildedir. Evet, rayların üzerinde gibi gözüken sarı çizgiler aynı uzunluktadır ancak işin içine perspektif olgusu da girince üstteki çizginin daha uzun olduğu zannı iyice artmaktadır. 4. sorunun cevabı ise akla “nasıl yani” sorusunu getirir. A ve B düzlemleri aynı renktir ama etraflarındaki diğer düzlemlerin (zeminin) renklerinin açıklığı/koyuluğu o kadar iyi ayarlanmıştır ki ikisi farklı renk olarak algılanmaktadır. Hatta dikkatli bakıldığında bile aynı yanılgı devam edebilir. Ancak A düzlemi ile B düzlemi yan yana getirildiklerinde - yani çevre faktörlerden arındırıldıklarında- bu iki düzlemin aynı renk oldukları anlaşılacaktır. Tıpkı nesnelerin algısına ilişkin örneklerde olduğu gibi, olaylar ve insanlar hakkındaki algılarımız da o olayın gerçekleştiği yer ve zamandan ya da o bireyin etrafındaki olgulardan doğrudan etkilenir. Kişiler ve olayları beynimizde yorumlarken onların dış dünyası, bulundukları çevre, geçmişleri, haklarında bize önceden anlatılmış olanlar gibi faktörlerle birlikte algılarız. Şahsi fikrim, kişi ve olayları çevresindeki faktörlerden bağımsız olarak algılayabilecek sağdu- SENCE 2014 Sayı 6 29 SENCE yu ne yazık ki ender görülebileceği ve önyargıların da en büyük dayanağının bu algı yanılmaları olduğu yönündedir. Buraya kadar ele aldığımız konu ‘algılanan’ın dışsal faktörleriydi. İşin bir de ‘algılayan’ın etkilendiği durum ve koşullar boyutu var ki algı durumunu belki de daha çok etkiler. Algı daha önce de belirtildiği üzere özneldir. Algılayanın o anki ruhsal durumu, öğrenilmiş değer yargıları, geçmişi, geleceğe ilişkin beklentileri nesnel duyumları nasıl yorumlayacağını belirler. Her birey aynı nesneyi (nesne aynı çevresel koşullar içinde dahi olsa) olayı ya da kişiyi kendine göre yorumlar, dolayısıyla farklı algılar. Birisi için iyi, güzel olan diğeri için kötü, çirkin olabilir. Bu algılayan kişinin yorumlama durumuna göre değişir. Algı yönlendirmeleri de duyumların yorumlanmasında etkilidir. Bu konuyu yukarıdaki örneklerle açıklamanın sakıncası olmadığını değerlendirmekteyim. Yukarıda sorular hep “hangisi daha uzun/büyük/koyu?” şeklinde yöneltilmiş sorular. Aslında gizli bir mesaj var soruların içinde: “bunlardan biri daha uzun/büyük/koyu”. Şahsen, bu sorulara verilen cevapların bu yönlendirmeden de etkilendiğini düşünüyorum. 30 www.sencedergisi.com Meselenin sadece ‘nesne zemin’ ilişkisi olmadığı soru içindeki yönlendirme ile algılayanın da koşullarının değiştiği kanaatindeyim. (4. Soru hariç, çünkü bence bu örnek nesne zemin ilişkisinin en iyi temsili ve yönlendirme olmasa dahi algı yanılması olabilecek cinsten bir örnek.) Yönlendirme konusu, sadece algılar açısından değil davranışlar açısından da önemli. Yönlendirmeye rağmen doğru algılayan birey bile bunu doğru davranışa çeviremeyebilir. Toplumsal koşulların, yönlendirmelerin birey algı ve davranışlarına olan etkisini inceleyen ‘Sosyal Psikoloji’de konuya ilişkin deneyler yapılmıştır/yapılmaktadır. Ash deneyi de birey davranışlarında toplumsal etkinin saptanması amacı ile yapılan deneylerden biridir. 1951 ve 1952 yıllarında yürüttüğü deneyinde, Asch’in kurduğu düzenek şöyledir: Laboratuvarda belirli sayıda kişiden oluşan gruplara, yandaki resimde yer alan kart çiftini göstermiştir. Bu çift kartın birinde 3 tane çizgi vardır. Bu çizgilerin biri kısa biri orta biri de uzundur. Diğer karttaysa tek bir çizgi vardır. Bu tek çizgi, diğer karttaki üç çizgiden biriyle aynı uzunluktadır ve algılama farklılıkları sorunu oluşmasın diye bu çizgilerin fiziksel gerçeklikleri belirgindir. Deneklere, bu tek çizginin uzunluk olarak diğer kartlardan hangisine benzediği sorulmuştur. Aslında, masadaki deneklerden sadece biri gerçek denektir; diğerleri ise Asch’in asistanlarıdır ve her defasında ne söyleyecekleri önceden belirlenmiştir. Her kart çifti gösterildiğinde, önce asistanlar cevaplarını vermekte; esas deneğe ise söz sırası en sonda gelmektedir. Dolayısıyla, asistanların görevi deneği dolaylı olarak yönlendirmektir. İlk birkaç gösterimde, asistanlar doğru cevap vererek deneğin güvenini kazanırlar; fakat daha sonra sürekli yanlış cevap vermeye başlarlar. Denek, sıra kendisine gelinceye kadar herkesin yanlış cevap vermesinden rahatsız olmaktadır, ama yine de sıra kendisine gelince, her ne kadar bu cevabın doru olmadığı aşikar olsa da diğerlerinin verdiği cevabı vermektedir. Çok sayıda deneğin kullanıldığı bu araştırmada, katılanların %35’i, asistanların gizli yönlendirmesine maruz kalarak ve etkilenerek açıkça gördükleri şeyin tersini söylemiştir. Bu deney bireylerin davranışlarının ve hatta algılarının toplumsal yönlendirmelerden ne kadar etkilendiklerinin de göstergesidir. KIRIMLI “Kırımlı”, Sadık Turan adlı bir Kırım Türkü’nün gözünden II. Dünya Savaşı’nda Kırım Türklerinin yaşadığı acıları anlatan bir dönem filmi. Yunus Şevki KİBAR ⎟ F ilmin başında rahmetli Cengiz Dağcı’nın “Korkunç Yıllar” adlı eserinden esinlendiği belirtilse de, “Yurdunu Kaybeden Adam” adlı eseri okuyanların da aşina olduğu Sadık, Maria, Kılıçbay gibi kahramanların ve romanın beyaz perdeye aktarılışı aslında… Film 12 Aralık 2014’te gösterime girdi. Bolu Aladağlar, Afyon ve İstanbul’da çekilen ve yapımcıları Ayfer ve Avni Özgürel olan filmin senaristleri Atilla Ünsal ve Nil Gülgeç Ünsal, yönetmeni ise Burak Cem Arlıel. Başrolleri Murat Yıldırım, Selma Ergeç ve Baki Davrak paylaşıyor. Türkiye’de bu tür filmler çok fazla çekilmiyor, hele ki dış Türkler’in çektiği ıstıraplardan memleketin genelinin hiç haberi yok. İşin ironik ya da trajikomik tarafı ise sürekli olarak ecdat edebiyatı yapan bu ülkenin insanlarının önemli bir bölümünün dedesinin, atasının yerlerinden, yurtlarından edilerek Balkanlardan, Kafkaslardan gelmek zorunda kalanlar olması… Bazen düşünmüyor değilim. Bu ülkenin sokaklarında her gün Suriyelileri görüp de vatanın kıymetini anlamayanlara vatanın kıymetini anlatmak, kendileri vatansız kalmadıkça, mümkün mü diye. Ama bazen bir sanat eseri, bir film, farkında olmadığımız değerleri kavramakta yaşadığımız gerçeklerden çok daha etkili oluyor. Tıpkı, 80’lerin ikinci yarısında ülkemize göç etmek zorunda bırakılan Bulgaristan Türklerinin dramını anlatan “Belene” dizisi gibi… Biz yaşadığımız acıları kolay unutan bir toplumuz zira. Ermeni Tehciri meselesinden herkes haberdardır da milletimizin geneli ne Kırım ne de Ahıska Türkleri’nin sürgününden haberdardır. Hatta 100’üncü yılı henüz dolan Balkan Savaşlarında açıkça soykırıma uğradığımızdan bile bahsetmeyiz. Filmle ilgili “abartı ve ajitasyon olarak değerlendirilir” endişesi ile vatan hasreti vb. bazı duyguların yeterince hissettirilemediği gibi eleştirilerin olması muhtemeldir. Yine de; sade bir izleyici olarak görüntü kalitesinin, kostümlerin çok başarılı olduğunu söylemek mümkün. Esir kampı koşullarının da hiç abartıya kaçmadan gerçekçi bir biçimde yansıtıldığı ortada ve etkilenmemek mümkün değil. Başrol oyuncuları Murat Yıldırım, Selma Ergeç ve Baki Davrak çok başarılı. Özellikle bir Nazi subayını canlandıran Baki Davrak ile Marya rolündeki Selma Ergeç’in performansları göz doldurucu. Oysa bu topraklar ve bu millet, zulüm gören herkese, Çerkes’inden Kürd’üne, Boşnak, Arnavut, Çeçen’ine herkese kucak açmıştır. Tıpkı bugünlerde Suriyelilere olduğu gibi… “Uğruna öldüğü şeyin büyüklüğüdür, insanı ölümsüzleştiren…” repliği kafanıza kazınmış olarak çıkıyorsunuz filmden… Mevcut durumda yine Rus işgali altında olan Kırım Türklerinin yaşadıklarını göstermesi ve de bir işgalin başka bir işgale ya da bir zulmün başka bir zulme tercih edilemeyeceğini göstermesi açısından kesinlikle izlenmesi gereken bir film “Kırımlı”… Bu sebeple, yapılan bu tür filmlere destek olmak gerektiği kanaatindeyim ve yapımcısından yönetmenine, oyuncusundan set işçisine, bu filme emek veren herkese teşekkürü borç biliyorum. Elbette Cengiz Dağcı’yı da rahmetle anıyorum. SENCE 2014 Sayı 6 31 SENCE Ziya Gökalp Geleceğin Devleti Müslüman Muasır Türklerden oluşacaktır Mustafa YİĞİT ⎟ T oplumlar bugünkü devlet, siyaset ve yönetim anlayışlarını geçmişten miras alırlar. Bu anlamda her toplum, önceki nesillerden miras olarak aldıkları kurumların, değerlerin ve davranış biçimlerinin yükünü taşır. Diğer bir deyişle, ekonomik, sosyal, siyasal, idarî ve kültürel anlayış ve yapılanmalar tarihi bir sürekliliğe ve kendine özgü bir niteliğe sahiptirler. Devletler, milletler ya da başka parametreleri esas alarak yapılan toplum analizlerinin hepsi için geçerli olan söz konusu nitelikler, aynı zamanda belirli bir değişimi ve dönüşümü de içerir. İşte Türk toplumundaki bu değişim ve dönüşümü en iyi izah eden sosyologlardan biri Ziya Göklap’tir. Gökalp bundan tam yüz otuz sekiz yıl önce 23 Mart 1876’da Diyarbakır’da dünyaya geldi. Küçük yaşta babasını kaybetmiş, amcası tarafından büyütülmüştür. Gökalp’in siyasal düşünce tarihinde Türkçü düşünür şeklinde ün yapmış olması, onun doğduğu yer ve ailesi üzerine spekülasyonları da beraberinde getirmiştir. Gökalp üzerine yapılan spekülasyonların en önemlisi onun Kürtlüğüne dairdir. Uriel Heyd gibi kimi yazarlar, Gökalp’in kendi ailesinin Türk kökenli olduğunu iddia ederken Gökalp’in yalnızca baba tarafına değindiğine dikkat çekmektedirler ve anne tarafından Kürt kökenli olma olasılığı üzerinde durmaktadırlar. Ama etnik kökenden daha önemli olanı, dedeleri Türk olmayan bir yöreden gelmiş olsa bile, Gökalp’in kendisini Türk sayması dikkat çekicidir. Gökalp İstanbul’a ilk gelişinde (1896) “Türk olduğumu hissettim…Cedlerim Türk olmayan bir bölgeden gelmiş olsa bile, kendimi Türk sayarım. Çünkü bir adamın milliyetini tayin eden ırki menşei değil, terbiye ve duygularıdır” diyecektir. 32 www.sencedergisi.com Gökalp, bu üç etkiyi kafasında uzlaştırabilmek yeteneğini göstermiştir. Okul onu düzenli, yöntemli ve Batı kültürünü öğreten bir aydın yapmıştır. Namık Kemal’in etkisindeki Gökalp ulusçudur. Doğu eserleri ise zengin bir ufuk açarak, Gökalp’i bilgin ve düşünür yapmıştır. O da bu üç kültür kaynağını birleştirerek deneysel bilimli, Doğu felsefeli, vatansever bir Türkçü olmuştur . Bu sentez hayatının diğer safhalarında da etkili olmuş onun siyaset felsefesinin de temelini oluşturmuştur. Ziya Gökalp düşüncesine tesiri olan başka bir isim ise 1890’lı yılların başında Diyarbakır’a gelen Abdullah Cevdet olmuştur. Ziya Gökalp’in dikkatini sosyal ve siyasi konulara, bilhasa Fransız sosyolojisine çeken O’dur. Hatta Gökalp’i İttihat ve Terakki’ye üye yapan kişi olarak da bilinmektedir. Gökalp İstanbul’a gittiğinde İbrahim Temo ve İshak Sükuti (Derneğin kurucuları) tarafından dernek andı ettirilmiş yine onlar tarafından Veteriner okuluna sokulmuştur. 1908 Meşrutiyetinden sonra İttihat Terakki’nin Diyarbakır Şubesini kurmuş, daha sonra 1910 yılında Selanik’te İttihat Terakki Genel İdare Kurulu Üyeliğine seçilmiş, cemiyette uzun süre dersler vermiş, kongreler düzenlemiş, genelgelerini yazmıştır. Burada yazı hayatına Genç Kalemler dergisinde Türkçülükle ilgili önemli makaleler kaleme almaya başlamış, Turan fikrini, Turan manzumesinde, Kızıl Elma, Alageyik, Altun Yurt, Altun Ordu gibi şiirlerinde ortaya koymuştur. Ziya Gökalp’ın Türk düşüncesine katkıları özellikle Diyarbakır’dan Selanik’e geldiği, İttihat ve Terakki azası olarak seçildiği dönemden itibaren başlar. Gökalp, siyaset bilimi açısından en etkili, en önemli yazılarını da bu dönemde kaleme alır. Ziya Gökalp, Birinci Dünya Harbi yenilgisi sonrası üniversitede sosyoloji dersi verirken tutuklanmış, sonra da Malta’ya sürgün gönderilmiştir. İki buçuk yıl kadar sonra sürgün hayatı son bulmuş, Ankara’ya dönmüş, oradan Diyarbakır’a geçmiştir. Burada Küçük Mecmua dergisini çıkararak milli mücadeleyi destekleyen yazılar kaleme almıştır. İstiklal Savaşı sonrası Marif Vekaleti, Talim Terbiye Encümeni Reisliğine atanmış daha sonra da Diyarbakır Mebusu seçilmiştir. Cumhuriyetin ilk anayasasını düzenleyenler arasında yer almıştır. Hastalanması sonucu 24 Ekim 1924 yılında vefat etmiştir. Gökalp’e göre sosyal devrim, eski hayatı beğenmeyerek yeni bir hayat yaratmaktır. Yeni hayat; yeni iktisat, yeni aile, yeni ahlak, yeni hukuk ve yeni siyaset demektir. Gökalp, İmparatorluk çökerken onun küllerinden doğacak Yeni Hayat’ı anlatmaya başlamıştır bile… Gökalp’e göre memleketin kurtuluşu köklü ve yenilikçi fikirler sayesinde milli şuur ve milli vicdanın uyanmasına bağlıydı. O bunun için Türkçülüğü sistemleştirmeye ve halk ile aydın arasındaki yabancılığı ortadan kaldırmaya çalışmıştır. Gökalp’e göre bir milletin hem kendi manevi değerlerinin tümü olan harsa hem de bir medeniyet ailesine bağlanması için aydınlara düşen iki görev vardır: Halka doğru gitmek, Değer Ziya Gökalp’in özgeçmişine ilişkin yazılarından anlaşıldığına göre, öğrencilik hayatı üç etkinin altında kalmıştır: Biri, klasik okul öğrenimidir; bu ona Batının deneyli bilimlerini öğretmiştir. Öteki, o dönemde okuduğu Namık Kemal, Ziya Paşa gibi kişilerdir; Onlar kendisine vatanseverliği aşılamıştır. Üçüncüsü, ona Doğu düşünürlerini tanıttıran Hasip Bey’dir. Gökalp kısa süren yaşamında çok sayıda eser ortaya koymuştur. Türkleşmek, İslamlaşmak Muasırlaşmak (1918) Türkçülüğün Esasları (1923) Türk Töresi, Türk Medeniyet Tarihi, Doğru Yol gibi kitaplarının yanı sıra, Genç Kalemler, Halka Doğru, İslam Mecmuası, Yeni Mecmua, İçtimaiyat Mecmuası, Küçük Mecmua gibi pek çok dergide makaleleri yayınlanmış ve bunlar doğumunun yüzüncü yılında 1976 yılında Makaleler adı altında toplanmıştır. Batıya Doğru gitmek. Halka doğru gitmek millet güzidelerinin kendi harslarını aramalarıdır. Çünkü hars halktadır. Medeniyet ise Seçkinlerde, yani güzidelerdedir. Güzideler halka iki amaçla gidebilir. Halktan, harsi bir terbiye almak için, halka medeniyet götürmek için. Batıya doğru gitmek ise batı ilim, fen ve tekniğini çelişkisiz şekilde ve ikiliğe düşmeksizin kabul etmek, öğrenmek ve bununla halkı yükseltmektir. Ancak batı taklitçisi olmamak için bu ortak medeniyet içinde milli şahsiyetin yani harsın (Kültür) korunması şarttır. Usta bir makale yazarı olan Gökalp, sadece ondört yıllık bir süre içinde çağdaş Türkiye’nin kamu felsefesini biçimlendirmiştir. Makaleleri, denemeleri, şiirleri ve dergilerle gazetelerdeki öğretici öykülerinin sayısı dört yüzü aşmaktadır. SENCE 2014 Sayı 6 33 SENCE Yine Türk edebiyatının ve siyasi tarihinin en güzel ve merak uyandırıcı metinleri olan Gökalp’in Malta’dan kızları Seniha, Hürriyet, Türkan ve eşine yazdığı mektuplar damadı Ali Nüzhet tarafından “Ziya Gökalp ve Malta Mektupları” adlı eserde toplanmıştır. Gökalp birçok farklı konuda -millet, milliyetçilik, kültür, medeniyet, din, efsane, eğitim vs. düşüncelerini detaylı bir biçimde işlemiştir. Bu eserleri, Osmanlı son dönemi modernleşme hareketleriyle Cumhuriyet arasındaki zaruri bir halkadır. Ziya Gökalp’i ele alırken bu gerçeği göz önünde bulundurmak gereği vardır. Gökalp ilk teferruatlı kitabı olan “Türkleşmek-İslamlaşmak-Muasırlaşmak” adlı eserinde bu sentezini inşa ederken, bu öğelerin her birine hakkını vermeye çalışmıştır. Gökalp, geleneksellik - çağdaşlık, süreklilik-değişim, milliyetçilik- enternasyonalizm ve ahlakçılık-maddecilik İslamcılık-laiklik ikilemlerini, çağdaşlarından çok daha ölçülü bir şekilde ele alabilmiştir. Yeni kurulan Türkiye’nin yolunu Gökalp, Türkleşmek, İslamlaşmak, Muasırlaşmak olarak çizmiştir. Ziya Gökalp; “Memleketimizde üç fikir cereyanı vardır. Bu cereyanların tarihi tetkik olunursa görülür ki, mütefekkirlerimiz iptida (Muasırlaşmak) lüzumunu hissetmişlerdir. Üçüncü Selim devrinde başlayan bu temayüle İnkilap’tan sonra (İslamlaşmak) emeli iltihak etti; son zamanlarda ortaya bir de (Türkleşmek) cereyanı çıktı.” der ve Türkleşmek İslamlaşmak Muasırlaşmak eserinin devamında Türklük cereyanının Osmanlılığın “muarızı” (karşıtı) değil, aksine onu “teyid eden” bir cereyan olduğunu söyler. “Türklük, (Kozmopalitik)e karşı, İslamiyet ve Osmanlılığın hakiki istinatgahıdır” diye- 34 www.sencedergisi.com rek yeni bir Osmanlılık anlayışı ortaya koyar ve bu cereyanı da üçlü terkibin dışında bırakmaz. Bundan sonra İslamcılığı ele alan Gökalp Gabriel Tarde’ın “beynelmilel hisinin (Kitap)tan tevellüt ettiği” fikrinden yola çıkarak, “Kitap”ın “dinin ve dinden müştak (türemiş) olan sair marifet ve ilimlerin yani medeniyetin umde(prensip), kaide ve düsturlarını mücerred ve kat’i bir üslüpla yazarak milletlerin arasında müşterek olan hayatı, yani beynelmilliyet ruhunu ibda eder” diyerek, Balkan Savaşı’nı örnek gösterir. Bu muharebeler Avrupa vicdanının bugün de “Hıristiyan vicdanından başka bir şey olmadığını göstermiştir; aynı şekilde Türklerin felaketlerine iştirak edenler de “Turan” kavimlerinden Macarlar, Moğollar, Mançurlar değil, bilakis Çin’in, Hind’in Cava’nın, Sudan’ın ismini bilmediğimiz “Müslim kavimler”dir. Bu yüzden Türkler Ural-Altay dil ailesine mensup oldukları halde kendilerini “İslam milleti” addederler. Gökalp’in vardığı hüküm şudur: “Türklükle İslamlık, biri milliyet diğeri beynelmilelliyet mahiyetlerinde oldukları için aralarında asla tearuz (zıtlık) yoktur” diyerek Türklükle İslam arasında bir karşıtlık değil bilakis bir uyum olduğunu ifade eder. Daha sonra Batıcılık meselesini ele alır Gökalp. O’na göre “Batıcılık (asriyet, modernleşme) “alet”ten ortaya çıkmıştır. Muasırlaşmak, Avrupalılar gibi zırhlar, otomobiller, tayyareler yapıp kullanabilmek demektir; şekilce ve maişetçe Avrupalılara benzemek değildir.( …) Asriyet ihtiyacı, bize, Avrupa’dan yalnız ilmi ve ameli aletlerle fenlerin iktibasını emrediyor. Türkleşmek ve İslamlaşmak arasında bir zıtlaşma olmadığı gibi, bunlarla muasırlaşmak arasında da bir “çekişme” yoktur. Bunlar “bir ihtiyacın üç muh- telif noktadan görülmüş safhalarıdır.” Bu itibarla “Muasır bir İslam Türklüğü ibda etmeliyiz.” Diyerek yeni kurulacak Cumhuriyet’e de yol gösterir. İşte bu üç düşünce akımını analiz ettikten Gökalp şöyle bir hükme varır: Geleceğin devleti, Muasır Müslüman Türklerden oluşacaktır. Gökalp Türkleşme meselesini Türkçülük üzerinden analiz eder ve Türkçülüğü “Türk milletini yükseltmek” olarak tanımlanır. Gökalp burada millet tanımını da ele alır ve milleti “ aynı eğitimi görmüş, ortak bir dili, duyguları, idealleri, dini, ahlakı ve estetik duyarlılığı paylaşan bireylerden oluşan topluluk” olarak betimler. “Millet bir devlete, müstakil bir harsa milli bir iktisada malik olan cemiyettir. Millet ne ırki ne kavmi ne coğrafi ne siyasi, ne de iradi bir zümredir. Millet lisanca, ahlakça, bediyatça, müşterek olan, yani aynı terbiyeyi almış fertlerden mürekkep bir zümredir.” demek suretiyle Türk milliyetçiliği üzerine yaftalanmaya çalışılan “Irkçılık” söylemlerini de Türk milliyetçiliğinin fikir babası olarak bu tanımlamalarla çürütür. Gökalp’in Türkçülük siyaseti tamamıyla Türk ve Müslüman kalmak şartıyla Batı medeniyetine girmektir. Ona göre Batı medeniyetine girmeden önce ise milli kültür meydana çıkarılacaktır. Milli kültür ise köylerdedir. Değiştirilmesi gereken sadece medeniyettir, kültürümüz korunacaktır. Gökalp, bugün yapılan dil tartışmalarına da “Türkçülüğün Esasları” adlı eserinde o günden cevap vermiş, yolumuzu aydınlatıcı tespitler ve öneriler sunmuştur. “Lisan’da Türkçülük yapacağız. Milli lisanımız İstanbul Türkçesidir. Türkçesi bulunan ve hiçbir özel anlamı olmayan kelimeleri artık lisanımız- Gökalp’in bu tespiti bugün yapılan Osmanlıca tartışmalarını aydınlatabilecek bir niteliğe sahiptir. İstanbul Türkçesinin tüm Türk dünyasının Türkçesi haline getirmek hem pratikte hem de tarihsel gerçeklere daha uygundur. Gökalp yalnızca Türkçü değil, Turancı bir aydındır da. Dönemin şartları gereği Mustafa Kemal Atatürk gibi o da Turancı’lığı ön plana çıkarmamış olsa da , dönemin okul kitaplarında Turan ülkeriyle ilgili bilgilere yer verilmesi, eski Türk destan ve masallarının küçük dimağlara yerleştirilmesi suretiyle bu bilincin uyandırılması sağlanmıştır. Gökalp’in “Vatan ne Türkiye’dir Türklere ne de Türkistan; Vatan büyük ve müebbet bir ülkedir; Turan!” sözlerinin arkasında da nihai hedef Turan olarak belirtilmiştir. Gökalp “Dün Türkler için bir milli devlet hayaldi gerçek oldu, Kızıl Elma yani Turan mazide gerçekleşmişti, şimdi neden gerçekleşmesin?” diyerek Turan’a inancını da ortaya koymuştur. Cumhuriyetin İdeoloğu Gökalp’in Türkçülüğün Esasları kitabı 1939’da basılır. Gökalp, bir düşünür ve eylem adamı olmanın yanı sıra, aynı zamanda bir ideologdur. Gökalp, hem yaşadığı dönemdeki siyasi oluşumları etkilemiş, hem de Cumhuriyet rejimine dayalı yeni bir ulus-devlet yaratma ve devletin ideolojisinin oluşturulması sürecinde Mustafa Kemal’e yol gösterici olmuştur. Hatta Gökalp’in 1923 yılında yazdığı “Türkçülüğün Esasları” adlı eserinin Cumhuriyet Türkiye’sinin temel ideolojisini biçimlendirdiğini rahatça söyleyebiliriz. Gökalp’in ortaya koyduğu soyut fikirlerin büyük bir kısmı, Atatürk devrinde pratiğe aktarılarak yaşama geçirilmiştir. Ancak, Gökalp yeni kurulan Cumhuriyetin ideoloğu olmasına rağmen. Türkçülüğün babası, Mustafa Kemal Atatürk’ün “manevi babam, fikirlerimin babası Ziya Gökalp’tir” sözlerine rağmen, hakettiği yeri ve değeri yetirince bulamamıştır. Öyle ki, Ziya Gökalp’ın en çok okunan ve üzerinde en çok fikir yürütülen kitabı ”Türkçülüğün Esasları”dır. Bu eserin yeni alfabeyle basılması bile 1939’dur. Harf inkılabından tam 11 yıl sonra basılmıştır. Diğer kitapları ve makalelerinin derlenmesi ise yukarıda da değinildiği gibi onlarca yıl sonradır. Sonuç; Türkiye’deki her siyasi hareket Ziya Gökalp’in yanında veya karşısında bulunmak gibi bir konumda bulunmuştur. Ziya Gökalp’in düşünce sisteminde ve sosyo-kültürel nazariyesinde Türk Milliyetçiliğinin özel bir yeri vardır. Türk Milliyetçiliği Gökalp’in eserlerinin merkezinde yer alır. Devletin Türk Milliyetçiliğine elverişli olmadığı dönemlerinde bile Yeni Hayat adıyla yazdığı makale ve şiirlerinde milliyetçilik mefkure olarak ele alınmıştır. Devletin yapısında meydana gelen siyasi ve içtimai köklü değişiklikler zorunlu olarak milliyetçiliğe yöneldiğinde en akılcı, sistematik makalelerini de Türk Milliyetçiliği ekseninde kaleme almıştır. Türk Milliyetçileri de Ziya Göaklp’i bu yönüyle Türkçü olduğu için, sürekli bu eksende Onun eserlerini işlemişlerdir. Bu da daha çok kültürel ve sosyal yönü ağır basarak yürümüştür. Mesela, millet, milliyetçilik, milli kültür, medeniyet gibi konular hep ön plana çıkarılmıştır haklı olarak. Gökalp’in düşüncesinde ikinci planda kalsa da siyaset felsefesi, iktisadi ve dini düşüncesi az incelenen sahalardır. Sol cenahta ise Ziya Gökalp hiç de olumlu olarak ele alınmamıştır. (Taha Parla hariç). Hatta CHP’nin sürekli olarak kullandığı, çoğu zamanda istismar ettiği ve ambleminde de bulunan 6 okun Gökalp’in ürünü olduğunu bu parti mensupları bile pek bilmez. Yine İslamcılar için de Gökalp Osmanlı döneminin bir düşünürü olmasına rağmen, Cumhuriyeti kuran iradenin ideoloğu, batıcı inkılapların akıl hocası olarak hep tepkiyle karşılanmıştır. Değer dan atmalıyız. Halkın kullandığı dil, Türkçe’nin temeli olmalıdır. Bir milletin kamusuna girmiş kelimeler, artık milletin milli lisanına malolmuştur. Eski Türkçe kelimeleri diriltmeye gerek yoktur. Ancak, Arapça ve Acemce kaideler kaldırılmalıdır” Doğu ve Batı kültürüne ve dillerine vakıf olan Ziya Gökalp doğuyu batıyı meczetmiş düşünce birikimiyle Türk tarihini de çok iyi öğrenmiş ve tahlil etmiştir. Düşüncelerini Emile Durkheim, Gabriel Tarde gibi sosyologların yöntemleriyle, kadim Türk İslam tarihi kaynaklarını harmanlayarak olgunlaştırmıştır. Ömrünün sonuna doğru “Türk Medeniyeti Tarihi”ni yazmaya başlamış ne yazık ki bitirememiştir. Yarım kalan bu eseri bile Türk tarihinin pek çok meselesini çözüme kavuşturmuştur. O bu sağlam tarihi alt yapısıyla, analizleriyle fikirlerini sağlam materyallere dayandırmıştır. Ayrıca dönemin en güçlü fikir akımlarını birleştirmeyi denemiş ve bunu “Türkleşmek, İslamlaşmak, Muasırlaşmak” olarak ifade etmiştir. Ortaya attığı formüle dayanarak, Türk milletindenim, İslam ümmetindenim, Garp Medeniyetindenim şeklinde kendini ifade eden Ziya Gökalp’in bugünkü sosyal olaylara ışık tutacak bu tanımlamasını yeniden düşünmek gereği vardır. Gökalp’in ortaya attığı bu formül, yüzyıllardır tartışılan kimlik sorunumuza da farklı bir açılım getirmesi bakımından son derece mühim bir iddiadır ve tazeliğini hala korumaktadır. SENCE 2014 Sayı 6 35 SENCE Çalışan, Üreten, Yol Gösteren Sendika Türk Büro-Sen Türk Büro-Sen’in Genç yöneticileriyle 17 - 19 Ekim 2014 tarihleri arasında “Kurumsal Aidiyet Eğitimi” gerçekleştirildi. Bu eğitime Türkiye’nin dört bir yanından gelen 90 yöneticimiz katıldı. Bir İlke Daha İmza Attık “Sivil Memur Çalıştayı” Tüm kamu çalışanlarının olduğu gibi, Askeri işyerlerinde ve Emniyette çalışan sivil devlet memurlarının da hiç şüphesiz ki, ekonomik ve sosyal birçok sorunları vardır. Yıllardan beri her platformda kamu çalışanlarının sorunlarını çözmek için mücadele eden Sendikamız, Askeri işyerlerinde ve Emniyette çalışan sivil devlet memurlarının sorunları ve çözüm önerileri çalıştayını 21-23 Kasım 2014 tarihinde gerçekleştirerek bir ilke imza atmıştır. Bu çalıştay neticesinde ortaya çok güzel görüş ve öneriler çıkmıştır. Sendikamız tarafından, çalıştay sonuçları kitap haline getirilmiş ve bu sonuçlar başta Cumhurbaşkanı, Başbakan, Milli Savunma Bakanı, İçişleri Bakanı olmak üzere, Tüm Kuvvet Komutanlıklarına, Emniyet Genel Müdürlüğüne, Bakanlıklara, Siyasi Parti Lider ve Grup Başkanvekilleri ile İlgili Kurumların yöneticilerine gönderilmektedir. Bu çalıştaya katılarak, görüş ve önerileriyle katkı sağlayan tüm üyelerimize teşekkür ederiz. 36 www.sencedergisi.com Sendika Antalya’da 8 - 9 Kasım 2014 tarihlerinde şube başkanı ve il temsilcilerimizin oluşturduğu 90 kişi ile 8 grup olarak, 2 günde Türk Büro-Sen için SWOT analiz çalışmasını yaptık. İki gün boyunca yoğun bir şekilde çalışarak sendikamızın bu gününe ve geleceğine katkı sunan yöneticilerimize teşekkür ediyoruz. İronik Memleket Manzarası Bir Garip Adam KUŞÇU “Kiminin her şeyi var AÇ, kiminin malı mülkü yok TOK…” Geçmeyen paraların adam yaptığı adamlara yergiler Antalya-Ankara yolculuğunun soluklanma noktasının adı Kuşçu Akseki’den geçerken görülmesi gereken adam… Sorgulatı veriyor bütün kıymetlilerinizi. Mümkün başka dünyalardan haber veriyor size. “Geçmeyen akçeler biriktiriyorsun sen” diyor. Geçen akçenin ne olduğunu söylemiyor. Lafın tamamını söyleyip seni yerle bir etmek istemiyor, muhatabının ferasetine güvenmek istiyor. Bir beyaz güvercin sal göklere Kuşçu; bir kanadı umut, bir kanadı onur göremediğimiz sislerle kaplı gelecekten muştular getirsin gagasında bizlere Kuşçu: “Sen yaparsan bir işi Allah’ta seninle olur.” Memleketin yükünü kaldıran dostlar kuşçu emeğin kutsaliyetini bu sözlerle anlattı. Bunca anlamın yerle yeksan, bunca değerin ayaklar altında olduğu bir döneme inat, dağa, taşa, oduna yüklenmiş ince anlamları işaret etti bize… Kuşçu’nun gözüyle gezdik Akseki’yi, memleketin kara evlatları belki onlar… Adaletine güvendiği Allah’tan başka kimsesi olmayanlardan Kuşçu; İçten içe onu küçücük bırakan korkusunu dillendirirken ses derinden geliyordu. Dilin tohumu olduğunu bilen Kuşçu, taşıdığı yükün ağırlığından kurtulmak istercesine dosta döktü derdini, “Memleket kötüye gidiyor… Bölecekler…” Kıyısında konakladığı otoyolun hikâyesini anlattı; “İşlerini düzgün yapmıyorlar. Kötü malzeme, kötü işçilik altı ayda bir asfalt yeniliyorlar. Bundan önceki müteahit en son ben gariban mısırcıya geldi. Akseki’ye inmek için dolmuş parası istedi, 5 lira verdim. Efendim; “Denizden, kardeşten, devletten çalan iflah olmaz…” bunlarda dolmuş parası isteyecek…” Antalya-Ankara yolu üzerinde Kuşçu, soluklamak istediğiniz vakit karşınıza çıkıyor. Geçerli akçeler biriktiriyor kesesinde sen geçmeyen paraya çalışıyorsun diyor gülümseyerek. İçtiğiniz çayın bir bedeli olduğunu düşünüyorsunuz gönül kırmaktan korkarak bir şeyler yapmak istiyorsunuz. Niyetiniz ayan beyan siz daha söze dökmeden cevap geliyor. “Evinize gelen misafire ikram ettiğiniz çayın parasını alır mısınız? Diyor” Ah! Kadim coğrafya… Ah! Kadim vatan, anlamı derinliklerinde saklı bir garip adam Kuşçu… * Hülya KORKMAZ Antalya Ankara Yol Hikayesi SENCE 2014 Sayı 6 37 SENCE İz Bırakan Kadınlar… Kırmızı Ebe… Banu KIRAN ⎟ Yazar Hayat iz bırakmak için mi yaşanır…? Onların amacı hayat’a iz bırakmak değil, hayatı koşulsuz sevgi ile yaşamaktı, örnek olacaklarını bile düşünmeden koşulsuz sevgi ile yaşayıp hayat’a iz bırakmışlardır… Yaşadıkları yerler farklı da olsa hayat yolculukarı hep aynı idi o bilge kadınların… Hepsinin yaşadıkları zorluklara rağmen kendine göre özellikleri mevcuttur bu bilge kadınların. İşte bunlardan birisi olan yaşadığı çoğrafya ya isim analığı dahi yapmış olan Kırmızı Ebe … A nadolu Selçuklu Devleti hükümdarı olan Alaaddin Keykubat Rum kalesini fethetmek üzere yola çıkar. (Günümüzde Ankara Kızılcahamam sınırları içerisinde bulunan Taşlıca köyüne uğrar). Bu köyde yıllar önce gelip yerleşmiş Kırmızı Ebe ve oğlu Oruç yaşar. Köye gelen askerler Kırmızı ebe tarafından karşılanır. Kırmızı ebe askerlere ayran ikram etmek ister ve yeni hazırlamış olduğu yayık ayranını orada bulunan taş oluğa döker. Askerler ayrandan içmek ve kaplarını doldurmak üzere sıraya girerler.Bütün askerler hem ayranlarını içer hemde kaplarını doldurular. Ama taş olukta ki ayran bitmez. Bu sırada askerler ve kırmızı ebe arasında şu diyalog geçer… - Doldurun Gazilerim, - Doldur Ana, - Doldurun yavrularım, - Ana, dolu 38 www.sencedergisi.com Anadolu isminin bu diyalogdan geldiği konuşulur anlatılır… Kırmızı Ebe, bir yayık ayranla bir orduyu doyurmuştur. Kırmızı Ebe’nin ‘azı çok etme’ kerameti yayılarak sultanın kulağına gider. Olanlara ilgi duyan sultan, kadının manevi yönünün farkına vararak yanına gider ve “Ana, dile benden, ne dilersen dile.” der ve karşılığında, “Sağlığını dilerim sultanım.” cevabını alır. Bu asil cevap karşısında irkilen ve saygısı artan sultan, teklifinde ısrar edince Kırmızı Ebe, sırtına sardığı uyuyan yavrusunu işaret ederek: “Sultanım ! Şu uyuyan yetim yavrum için biraz yiyecek ve büyüdüğünde kâfire karşı gaza yapması için hayır duanızı dilerim.” Bunun üzerine Alaaddin Keykubat: Taşlıca Köyünü ve civarını Kırmızı Ebe’ye ve Oruç Gazi’ye vakfeder, köyden vergi alınmaması için ferman buyurur ve bütün köy arazisini vakfettiğine dair beratı yazdırıp Kırmızı Ebe’ye verir. G ünümüzde ülkelerin en önemli sorunlarından biri de yolsuzluk (çürümüşlük) olarak tanımlanan unsurun temelini oluşturan kayıt dışı ekonomidir. Kayıtdışı ekonomi; kamu idarelerinin denetiminin dışında kalan, üretime konu olan, hiçbir belgeye ve gerçek kayıtlara dayandırılmadan gelir elde edilmesi, elde edilen bu gelirin devlet otoritelerinden saklanarak vergi kaçırılmasıdır. Kayıt dışılık; yer altı ekonomisi, yarı kayıtlı ekonomi ve hiç kayıtlara girmeyen ekonomi şeklinde üç gurupta toplanabilir. Kayıt dışılığın ortaya çıkmasında ve boyutlarının genişlemesinde rol alan faktörler; • Ekonomik ve finansal faktörler, • Hızlı nüfus artışı ve köyden kente göç, • Krizler, • Siyasi istikrarsızlık, • Yasaların açık ve anlaşılır olmaması, sık sık değiştirilmesi, • Vergi oranlarındaki yükseklik, • Kamu kurumları arasındaki iletişim eksikliği, denetimindeki yetersizlik, • Yüksek enflasyon, Yolsuzluk Ercan HAN ⎟ Bir ülkenin sahip olduğu ekonomik yapı ve buna bağlı yapısal özellikleri kayıt dışılığın ortaya çıkmasında önemli rol oynar. Kayıt dışı ekonominin şekillenmesinde ağırlıklı olarak siyasi, hukuki, demokratik ve sosyo-ekonomik yapıların ön plana çıktığı görülmektedir. • Özel finans kuruluşları ile kamu kurumları arasındaki bilgi akışındaki eksiklikler, • Gelişen teknolojinin iyi kullanılamaması, • Firma düzeyinde iç ve dış piyasalarda rekabet gücünün azalması, • Firmalar açısından kayıt dışı kalmanın avantajları, • Küreselleşmeye bağlı esnek üretimin ortaya çıkması, • Ülkedeki gelir dağılımındaki adaletsizlik, • Zayıf kurumsallaşma ve yaptırımların yetersizliği, • Siyasetçi, bürokrat ve özel sektör ilişkilerinin dejenerasyonu şeklinde sıralanabilir. Ülkemizde çürüme ya da diğer adıyla yolsuzluk, her ne kadar son yıllarda sıkça gündeme gelse de aslında oldukça eski bir geçmişe sahiptir. Bakanlara kadar uzanan soruşturmalar, bu illetin ne denli ciddi boyutlara ulaştığını ortaya koymaktadır. Çalışma Hayatı Kayıtdışı Ekonomi ve SENCE Yaşanan gelişmeler çürümenin yalnızca alt yetki gruplarında değil, en üst düzey yönetim kademelerine kadar ilerlediğini göstermektedir. Ülkemizin geleceğini karartan asıl sorun da rüşvet ve yolsuzluğun üst düzey bürokratlar, yargı üyeleri ve siyasilere kadar ulaşan bu akıl almaz boyutudur. Neresinden bakılırsa bakılsın yolsuzluğun içinde ahlaksızlık, kanunsuzluk ve suistimal unsurları bir arada bulunmaktadır. Özellikle son 10 yılda Türkiye’de meydana gelen toplumsal değişim, insan ihtiyaçlarını sonsuza doğru geliştirirken; ahlak, kanunlara uyma ve toplum çıkarlarını kişisel çıkarların üstünde tutma eğilimlerinin aşınmaya uğramasına yol açmıştır. Artan ihtiyaçları karşılamak yolunda, mevki ve servet edinimi için her türlü hilenin, birey nezdinde mübah görüldüğü bir kişilik yapılanması oluşturulmuştur. Kamuda yolsuzluk genellikle iki nedenden ortaya çıkmaktadır. Birincisi, hizmetlerin sunumu sırasında kurallara uyma zorunluluğu nedeniyle yavaşlayan sistemi hızlandırmak isteği; ikincisi, hukukun zorunlu kıldığı halleri aşabilmek için kamu görevlilerinin hizmet sunmak durumunda oldukları kişilerden rüşvet almalarıdır. 40 www.sencedergisi.com Türkiye’de kamusal boyutta en çok yolsuzluk yapılan alanlar kamusal istihkak ve sözleşmeler, ihracat ve ithalat izni veren lisanslar, arazilerin parsellenmesi, devlet gelirlerinin toplanması (gümrük veya vergiler), hükümet atamaları ve belediyeler olarak tespit edilmiştir. gılanmıştır. Söz konusu bakanlardan beşi beraat ederken, bir bakan da yol açtığı zararı ödemeye mahkûm olmuştur. Adları yolsuzluk dosyalarında geçen onlarca eski bakan gizli hesaplaşmalar, anlaşmalar sayesinde Yüce Divan’a çıkmaktan kurtulmuştur. Yolsuzluğun diğer etki alanları arasında ise düzenlemeler ve yetkiler (işyeri ruhsatı almak, vergi vermek, araba alımı, emlak komisyonları), piyasa fiyatlarının altında mal ve hizmet temin etmek ve partilerin finansmanı konuları sayılabilir. Kayıt dışı ekonominin ve buna bağlı olarak ortaya çıkan yolsuzluğun; demokrasi ve hukuk düzeni üzerinde yarattığı etki son derece önemlidir. Bürokrasinin kalitesi, kamu sektöründeki ücret seviyeleri, ceza sistemi, kurumsal kontrollerin etkisizliği ve yöneticilerin kötü örnek teşkil etmeleri de yolsuzluğa etki eden faktörler olarak ortaya çıkmaktadır. Günümüzde medyanın siyaset üzerinde ve siyasilere duyulan sempati ve güven bağlamında ne denli önemli olduğu inkâr edilemez bir gerçek olarak karşımıza çıkmaktadır. Medya patronlarının kamu ile ilişkili başka iş kollarında da faaliyet göstermeleri, medya ve siyaseti karşılıklı çıkarlar konusunda bir araya getirmektedir. 91 yıllık cumhuriyet tarihi boyunca ortaya atılan yüzlerce yolsuzluk iddiasına karşın bugüne kadar Yüce Divan’da sadece 12 eski bakan yar- Kayıt dışı ekonominin büyümesi, ekonomide olumsuz etkiler yaratarak bütçe açıklarına, haksız rekabete yol açarak milli gelirin adaletsiz dağılımına ve kaynakların verimsiz kullanımına yol açmaktadır. Devletin vergi gelirlerinin azalması sonucunda, devletin borçlanma ihtiyacının ortaya çıkması ve faiz oranlarının yükselmesi nedeniyle yatırımların düşerek, işsizliğe ve kayıt dışı istihdama neden olan kayıt dışılık kamu hizmetlerinin etkinliğinin ve kalitesinin düşmesine de kaynak teşkil etmektedir. Kayıt dışı faaliyetlerin artması, toplumun ahlaki değerlerinin bozulmasına ve yasadışı faaliyetlerin yaygınlaşmasına, devlet otoritesine olan güveni azalmasına; bireylerin sorunlarını rüşvet, suiistimal ve mafya gibi yasa dışı yollardan çözme yoluna gitmesine neden olur. Kayıt dışı görülen ekonomilerde en büyük sorunlardan biri de çalışma hayatını olumsuz yönde etkileyen kayıt dışı istihdamdır. Kayıt dışı çalışan birey, sosyal haklardan yararlanamadığı gibi sağlık ve sosyal yardım giderleri nedeniyle kamu harcamalarını artırıcı bir etki yaratır. Bu da sosyal güvenlik sisteminin etkin bir şekilde çalışmasını zorlaştırmaktadır. Kamusal hayatı çepeçevre sarmış olan yolsuzluk illetinin doğurduğu engeller, gerek yerli gerekse yabancı yatırımcıları ülkemizden kaçırmakta ve başka ülkelere yönlendirmektedir. Yolsuzluklar sonucunda yanlış yönlendirilen harcamaların verimli alanlara gitmesi engellenmekte, devletin vergi ve diğer gelirlerinin olabileceğinden daha düşük kalmasına neden olmaktadır. Büyüme tersine bir seyir izlemekte, yoksulluk artmakta, kamu hizmetleri için yapılan harcamalar azalmaktadır. Kamuda yatırımların büyük çoğunluğunun verimsiz alanlara gitmesi so- nucunda, kamu gelirleri azalmakta, gelirleri ve giderleri yolsuzluk kıskacında yok olan devlet de daha fazla vergi artışı ve daha fazla zam yaparak faturayı millete çıkarmaktadır. Kayıt dışının ve yolsuzluğun yok edilmesi bağlamında; ekonomide gereksiz yere bürokrasiyi artıran uygulama ve kontrollerin ortadan kaldırılması yerinde olur. Vergilerin basitleştirilmesi ve vergi idaresinin güçlendirilmesi kamu ihalelerinde saydamlığın sağlanması önemlidir. Kamu kuruluşlarında işe almalar tarafsız ve güvenli bir şekilde gerçekleştirilmeli, yolsuzluğa ve usulsüzlüğe yol açacak hiçbir uygulamaya imkân sağlanmamalı, İşte yükselme ve terfide “liyakat” ilkesinden asla vazgeçilmemelidir. Toplumda yolsuzlukla mücadelede açıklık ancak bilgi ve haberlerin özgür bir ortamda kamuoyuna aktarılması ile mümkün olur. Bunun için de en çok yazılı ve görsel basının tarafsızlığına ihtiyaç duyulmaktadır. Bu bağlamda medyanın olaylar karşısında tarafsız kalabilecek yapıya sahip olması, bir ön şart olarak gözükmektedir. Yolsuzluklarla mücadelenin güçlü ve devamlı olabilmesi için kamuoyunun hükümetler üzerinde baskı mekanizmalarını çalıştırması ve sivil toplum örgütlerinin bu konudaki duyarlılığını artırması bir gerekliliktir. Aynı zamanda yargının, siyaset alanındaki yolsuzlukların üzerine daha sağlıklı gidebilmesi için dokunulmazlık zırhına sığınanların da yargı ve ceza kapsamına alınması zorunluluktur. Çalışma Hayatı Kayıt dışılık, devlete karşı bir başkaldırı (ekonomik anarşi) yaratarak devlet otoritesini sarsar ve moral değerleri bozar. Kayıt dışı ve yolsuzlukla mücadele bir devlet politikası haline getirilmelidir. Etkin bir denetim sistemi getirilmeli, bu bağlamda güçler ayrılığı ilkesini zedeleyecek her türlü müdahaleden kaçınılmalı, siyasetin yasama ve yargı üzerinde kurduğu baskılar yok edilmelidir. Etkin bir vergi sistemi kurulmalı, vergi ceza sistemi hem adil hem de önleyici olmalıdır. Bütün bu düzenlemelerin ötesinde yolsuzlukla mücadele için kesin bir siyasi kararlılık gerekmektedir. Yolsuzluğun önlenmesi çerçevesinde ne denli kanun ve düzenleme bulunursa bulunsun, bu kanunları uygulama yetenek ve azminde bir siyasi güce mutlak ihtiyaç vardır. Gerekli eğitimden yoksun olarak, ahlaki ve milli bütün melekelerini kaybetmiş bir toplum karşısında hiçbir kanuni düzenlemenin etkisi olamaz. Bu, yalnızca yolsuzluk değil, tüm suçlar için aynıdır. SENCE 2014 Sayı 6 41 Kimler Geldi BÜLENT ECEVİT (28 Mayıs 1925-5 Kasım 2006) Değerli basın mensupları, Türk Silahlı Kuvvetlerinin Kıbrıs’a indirme ve çıkarma harekâtı başlamış bulunuyor. Allah milletimize, bütün Kıbrıslılara ve insanlığa hayırlı etsin. Bu şekilde insanlığa ve barışa büyük hizmette bulunmuş olacağımıza inanıyoruz. Öyle umarım ki kuvvetlerimize ateş açılmaz ve kanlı bir çatışma olmaz. Biz aslında savaş için değil, barış için, yalnız Türklere değil, Rumlara da barış getirmek için Adaya gidiyoruz. Bu karara ancak tüm politik ve diplomatik yolları denedikten sonra mecbur kalarak verdik. Bütün dost ülkelere, bu arada son zamanlarda yakın istişarede bulunduğumuz dost ve müttefiklerimiz Birleşik Amerika’ya ve İngiltere’ye, meselelerin müdahalesiz ve diplomatik yollardan halledilebilmesi için gösterdikleri iyi niyetli çabalar için şükranlarımı belirtmeyi borç bilirim. Eğer bu çabalar sonuç vermediyse elbette sorumlusu bu iyi niyetli gayretleri gösteren devletler değildir. Tekrar bu hareketin insanlığa milletimize ve tüm Kıbrıslılara hayrılı olmasını dilerim.” (20 Temmuz 1974 - Kıbrıs Barış Harekatı’nın başladığını bildiren konuşması.) GÖÇMEN ... Yurdum olmadan sıladayım Kimsem ölmeden yasta Yollarda gözlediğim ne Mektuplarda beklediğim ne 42 ... Bir bildiğim olmalı, bilmez olmuşum Bir derdim olmalı, gülmez olmuşum Buralara konmuş göçmen olmuşum Bir derdim olmalı, gülmez olmuşum HÜSEYİN NİHAL ATSIZ (12 Ocak 1905-11 Aralık 1975) Delinse yer, çökse gök, yansa, kül olsa dört yan, Yüce dileğe doğru, yine yürürüz yayan, Yıldırımdan, tipiden, kasırgadan yılmayan, Ölümlerle eğlenen, tunç yürekli Türkleriz! Milleti millet yapan kaidelerin içinde millî semboller de bulunduğu için bir milleti yıkmak isteyenler onun millî sembollerine de hücum ederler. Bir toplumun millî sembolleri olmadı mı artık sürüleşmiş demektir. Bilginlerine, profesörlerine ve her şeyine rağmen onun koyun sürüsünden veya karınca yuvasından farkı yoktur. Millî sembollere saldıranlara dikkat edilmelidir: bunu cehalet veya hamakatlarından mi, yoksa gizli maksatlarından mı yapıyorlar? Millî sembol olan Oğuz Han”a dil uzatıldı mı, biliniz ki, o, bilerek veya bilmeyerek düşman için çalışıyor demektir. Millî sembol olan Bozkurt”a köpek diyenler için de durum aynıdır. Üstelik onlar aynada kendilerini görmektedir. Nihal ATSIZ, Ötüken, 13 Nisan 1974, Sayı: 5 Kimler Geçti... CAHİT SITKI TARANCI (4 Ekim 1910-13 Ekim 1956) Memleket İsterim Memleket isterim Gök mavi, dal yeşil, tarla sarı olsun; Kuşların çiçeklerin diyarı olsun. Memleket isterim Ne başta dert, ne gönülde hasret olsun; Kardeş kavgasına bir nihayet olsun. Memleket isterim Ne zengin fakir, ne sen ben farkı olsun; Kış günü herkesin evi barkı olsun. Memleket isterim Yaşamak, sevmek gibi gönülden olsun; Olursa bir şikayet ölümden olsun. Otuz Beş Yaş Şiiri Yaş otuz beş! Yolun yarısı eder. Dante gibi ortasındayız ömrün. Delikanlı çağımızdaki cevher, Yalvarmak, yakarmak nafile bugün, Gözünün yaşına bakmadan gider. Şakaklarıma kar mı yağdı ne? Benim mi Allahım bu çizgili yüz? Ya gözler altındaki mor halkalar? Neden böyle düşman görünüyorsunuz; Yıllar yılı dost bildiğim aynalar? ADNAN MENDERES (1899- 17 Eylül 1961) “Sizlere dargın değilim. Sizin ve diğer zevatın iplerinin hangi efendiler tarafından idare edildiğini biliyorum. Onlara da dargın değilim. Kellemi onlara götürdüğünüzde deyiniz ki; Adnan Menderes Hürriyet uğruna koyduğu başını 17 sene evvel almadığınız için sizlere müteşekkirdir. İdam edilmek için ortada hiçbir sebep yok. Ölüme kadar metanetle gittiğimi, silahların gölgesinde yaşayan kahraman efendilerinize acaba söyleyebilecek misiniz? Şunu da söyleyeyim ki, milletçe kazanılacak hürriyet mücadelesinde sizi ve efendinizi yine de 1950’de olduğu gibi kurtarabilirdim. Dirimden korkmayacaktınız. Ama şimdi millet el ele vererek Adnan Menderes’in ölüsü ebediyete kadar sizi takip edecek ve bir gün sizi silip süpürecektir. Buna rağmen duam sizlerle beraberdir” MEHMET AKİF ERSOY (20 Aralık 1873-27 Aralık 1936) “Toprakta gezen gölgemi toprak çekilince, Günler şu heulayı da, er geç silecektir. Rahmetle anılmak, ebediyet budur amma, Sessiz yaşadım, kim beni, nereden bilecektir? “Atiyi karanlık görerek azmi bırakmak, alçak bir ölüm varsa, eminim, budur ancak. Bekayı hak tanıyan, sa’yi bir vazife bilir. Çalış, çalış ki beka sa’y olursa hak edilir.” Bir dost meclisinde Mehmed Akif gayet hararetli bir şeyler anlatmaktadır. Sonradan görme zenginin biri bu meclise gelir selam verir ancak herkes Akif’i dinlediğinden kimse duymaz selamı ve almazlar dolayısıyla. adam Akif’e sataşmak için. – Oo Üstad ne sallıyon yine?” der. Akif istifini bozmadan: – Senin ne kadar iyi bir insan olduğunu sallıyorum. “Ne İbrettir Kızarmak Bilmeyen Çehren, Bırak Kardeşim Tahsili ; Git Önce Edep, Haya Öğren.” 43 SENCE Yasal Boyutlarıyla İş Kazası Kavramı Kimya Yük. Müh. Yasin PEKEROĞLU ⎟ A Sınıfı İş Güvenliği Uzmanı Ü lkemizde her yıl meydana gelen yüz binlerce iş kazası, binlerce ölüm, yaralanma ve büyük maddi kayıplara neden olmaktadır. Bu nedenle de “iş sağlığı ve güvenliği” sorunu gündemdeki yerini uzun yıllardır korumaktadır. YILLAR KAZA SONUCU ÖLÜM YILLAR KAZA SONUCU ÖLÜM 2000 1.165 2007 1.044 2001 1.002 2008 866 2002 878 2009 1.171 2003 811 2010 1.454 2004 843 2011 1.710 Öyle ki, Türkiye iş kazalarında Avru2005 1.096 2012 745 pa’da birinci dünyada ise üçüncü sıra2006 1.601 2013 1.235 da yer almaktadır. Oysa gelişmiş ülkeler, iş kazalarına yönelik önlemlerle, Resmi istatistiklere göre (2000-2013) ülkemizde yaşanan iş kazaları sayısı ve iş kazaları sonucunda hayatını kaybeden çalışan sayısı. başta toplumsal eğitim ve bilinçlendirme ile sorunun çözümüne önemli katkıda bulunmuş ve bu yolda önemli yol kat etmişlerdir. 6331 sayılı İş Sağlığı ve Güvenliği Kanununda iş kazası; işyerinde veya işin yürütümü nedeniyle meydana gelen, ölüme sebebiyet veren veya vücut bütünlüğünü ruhen ya da bedenen engelli hale getiren olay olarak tanımlanmıştır. Ancak her yaşanan olay iş kazası olarak değerlendirilemez. Bu hususta belirleyici yasal düzenleme 5510 sayılı Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası Kanununun 13. maddesindeki unsurlardır. İlgili maddeye göre: • Sigortalının işyerinde bulunduğu sırada, • İşveren tarafından yürütülmekte olan iş nedeniyle sigortalı kendi adına ve hesabına bağımsız çalışıyorsa yürütmekte olduğu iş nedeniyle, • Bir işverene bağlı olarak çalışan sigortalının, görevli olarak işyeri dışında başka bir yere gönderilmesi nedeniyle asıl işini yapmaksızın geçen zamanlarda, 44 www.sencedergisi.com • Sigortalıların, işverence sağlanan bir taşıtla işin yapıldığı yere gidiş gelişi sırasında, meydana gelen ve sigortalıyı hemen veya sonradan bedenen ya da ruhen engelli hâle getiren olaylar iş kazası olarak sayılmaktadır. Ülkemizin de taraf olduğu çalışma yaşamına ilişkin esaslar hakkında faaliyet gösteren ILO’nun (International Labour Organization – Uluslararası Çalışma Örgütü), iş sağlığı ve güvenliği alanında kabul etmiş olduğu sözleşme ve tavsiyelerde beş ana ilke bulunmaktadır. Bu ilkeler; Önleme, Koruma, Uyarlama, Geliştirme ve Hafifletmedir. Basit güvenlik tedbirlerinin alınmamasının ise oldukça yüksektir. Yine İLO tarafından yapılan çalışmalara göre iş kazaları ve meslek hastalıklarından kaynaklanan ekonomik kaybın ülkelerin gayri safi hasılalarının %4’ü olarak tahmin edilmektedir. İş kazalarının önlenmesine yönelik önlemlerin tarif edilmesinin temel amacı, çalışanların huzur ve güvenliğidir. Çalışanların çalışma ortamlarındaki tehlikelerden uzak ve güvenli çalışma ortamının yaratılması temel hedeftir. masına yönelik sorumluluğun sadece işveren ve çalışanlara ait olmadığını ve Devlet tarafından da paylaşıldığını göstermektedir. Ancak Devlet’in bu sorumluluğu, çoğunlukla işyeri denetimi, yasalara aykırılıklar halinde ise kapatma ya da idari para cezası gibi yaptırımları uygulamak olduğu bir gerçektir. Çalışma Hayatı • Kanunun sigortalı sayılanlar kapsamındaki emziren kadın sigortalının, iş mevzuatı gereğince çocuğuna süt vermek için ayrılan zamanlarda, Bu bakımdan, işyerlerinde sağlık ve güvenlik uygulamalarının asıl sorumluları işveren, işveren vekili, üçüncü kişilere ve çalışanlara aittir. Yani, meydana gelen iş kazaları sonuçları itibariyle maddi ve manevi yönden, işçi ve işveren tarafından paylaşılmaktadır. Yaşanan her türlü iş kazası sonrasında belli bildirimlerin yapılması yasal olarak bir zorunluluktur. Anılan Kanuna göre kazadan sonra çalıştıran işveren tarafından, o yer yetkili kolluk kuvvetlerine (Polis, Jandarma) derhal ve Sosyal mali boyutu Güvenlik Kurumuna da en geç kazadan sonraki üç işgünü içinde (Sosyal Sigorta İşlemleri Yönetmeliği Ek-7 Formunu tanzim ederek), iş kazasının Türkiye, işverenin kontrolü dışındaki yerlerde meydana gelmesi halinde, iş kazasının öğrenildiiş kazalarında ği tarih itibariyle bildirilir. 6331 sayılı İş SağAvrupa’da birinci lığı ve Güvenliği Kanununun 14. maddesi gereğince sağlık hizmeti sunucuları kendiledünyada ise rine intikal eden iş kazalarını, en geç on gün üçüncü sırada içinde Sosyal Güvenlik Kurumuna bildirmesi gerekmektedir. yer almaktadır. Anayasamızın 49. maddesi’nin ikinci fıkrasında da yer alan; “Devlet çalışanların hayat seviyesini yükseltmek ve çalışma hayatını geliştirmek için; çalışanları korumak, çalışmayı desteklemek ve işsizliği önlemeye elverişli ekonomik bir ortam yaratmak için gerekli tedbirleri alır” hükmüyle de, çalışanların sağlık ve güvenliğini de içerecek biçimde çalışma hayatı tüm yönleriyle teminat altına alınmıştır. Dolayısıyla emredici hukuk kuralı statüsünde olup, ayrıntıları ve yaptırımları özel kanunlarla da düzenlenmiştir. Yürürlükteki 4857 sayılı İş Kanunu, 6331 sayılı İş Sağlığı ve Güvenliği Kanunu ile 5510 sayılı Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası Kanunu yanı sıra ilgili ikincil mevzuat konumuz açısından önem arz etmektedir. Nitekim sosyal hukuk devletimizin temel işlevi açısından Anayasal hükümler, çalışma hayatında iş gücünün korun- Kuruma bildirilen olayın iş kazası sayılıp sayılmayacağı hakkında bir karara varılabilmesi için gerektiğinde, Kurumun denetim ve kontrol ile yetkilendirilen memurları tarafından veya Bakanlık iş müfettişleri vasıtasıyla soruşturma yapılabilir. Bu soruşturma sonunda yazılı olarak bildirilen hususların gerçeğe uymadığı ve olayın iş kazası olmadığı anlaşılırsa, Kurumca bu olay için yersiz olarak yapılmış bulunan ödemeler, ödemenin yapıldığı tarihten itibaren gerçeğe aykırı bildirimde bulunanlardan, yasal olarak tahsil edilir. Özellikle belirtilmelidir ki, bir olayın iş kazası olarak nitelendirilmesi, işverenin her durumda bu kazadan sorumlu tutulmasını gerektirmez. Sosyal Sigortalar Kanunu kapsamında bir iş kazasından işverenin sorumlu olması için, işverenin iş güvenliği önlemlerini alma ve özen gösterme yükümlülüğüne aykırı davranışı veya ihmal göstermesi sonucu kaza meydana gelmiş olmalıdır. SENCE 2014 Sayı 6 45 SENCE İş kazası halinde yaşanan olayın SGK mevzuatı açısından iş kazası olabilmesi ve böylece çalışanların sigorta yardımlarına hak kazanabilmeleri, öncelikle kaza ile meydana gelen zarar arasında, “uygun illiyet bağı (neden – sonuç ilişkisi)” olmasını gerektirmektedir. Ayrıca yapılan adli ve idari incelemeler sonucunda tespit edilen bilgi/belgeler ışığında kazaya neden olanların kusurlarının belirlenmesi gerekmektedir. İşyerinde meydana gelen iş kazaları nedeniyle işverenin hukuki sorumluluğunun niteliği Yargıtay’ın kararlarında da benimsediği görüşe göre, kusura dayanmaktadır. İsviçre ve Türk Hukuk Sistemi’nde özel bir düzenleme söz konusu olmadıkça asıl olan kusur sorumluluğudur. İşverenin kusurlu eylemi ile zarar arasında uygun bir illiyet bağı yoksa işverenin sorumluluğundan söz edilemez. Kusur sorumluluğunda üç halde illiyet bağı kesilebilir. Bunlar, mücbir neden, zarar görenin ve üçüncü kişinin ağır kusurudur. Öğretide illiyet bağını kesen nedenlerin bütün sorumluluk halleri için geçerli olduğu vurgulanmaktadır. Kusurlu olmadığı halde işvereni, meydana gelen zarardan sorumlu tutmak adalet ve hakkaniyet duygularını incitir. Yargıtay Hukuk Genel Kurulu’nun 18.03.1987 tarih ve 1986/9- 722 Esas, 203 Karar sayılı kararı da aynı doğrultudadır. İnsan yaşamının kutsallığı çerçevesinde her işverenin, işyerinde çalışanların sağlığını ve iş güvenliğini sağlamak için gerekli olanı yapması ve bu husustaki şartları sağlaması ve araçları noksansız bulundurmakla yükümlü olduğu yüce Türk Mahkemeleri tarafından birçok davada karara bağlanmıştır. Kaza geçiren çalışan açısından öncelikle geçici işgöremezlik, sürekli işgöremezlik (meslekte kazanma gücü kaybına göre), maluliyet ve nihayetinde vefat etmesi halinde ise mirasçıları bakımından bazı sonuçlar ortaya çıkmaktadır. En önemlisi maddi, manevi, destekten yoksun kalma tazminatları yanı sıra Kurumun rücu davaları gündeme gelecektir. Kusurlu bulunanlar hakkında da Türk Ceza Kanununun 46 www.sencedergisi.com ilgili maddeleri gereğince de ceza davaları açılabilmektedir. Böylece zarar görenin zararlarının giderilmesi için konu ilgili kanunlarla güvence altına alınmıştır. İş kazası sonucu 5510 sayılı Kanununa göre hak sahiplerine sağlık yardımları dışında ana başlıklar halinde özetle aşağıdaki yardımlar yapılır. İş kazası veya meslek hastalığına bağlı nedenlerden dolayı ölen sigortalının hak sahiplerine, tespit edilecek aylık kazancının % 70’i gelir olarak bağlanır. Ölüm aylığı dul eşine, çalışmayan gelir veya aylık bağlanmamış çocuklardan; 18 yaşını, lise ve dengi öğrenim görmesi halinde 20 yaşını, yükseköğrenim yapması halinde 25 yaşını doldurmayanların veya yaşları ne olursa olsun evli olmayan, evli olmakla beraber sonradan boşanan veya dul kalan kızlarının her birine, evlât edinilmiş, tanınmış veya soy bağı düzeltilmiş veya babalığı hükme bağlanmış çocukları ile sigortalının ölümünden sonra doğan çocuklara aylık bağlanır. Cenaze ödeneği, sırasıyla sigortalının eşine, yoksa çocuklarına, o da yoksa ana babasına, o da yoksa kardeşlerine verilir. Son olarak gelir bağlanmış olan kız çocuklarına evlenme ödeneği verilmesi sayılabilir. Hak sahiplerine bağlanacak aylıkların toplamı ise sigortalıya ait aylığın tutarını geçemez. Sonuç olarak, kazalar beklenmeyen, istenmeyen ve kaçınılamayan olaylardır. Ülkemiz açısından değerlendirildiğinde yasal düzenlemelerde iş sağlığı ve güvenliği tedbirleri ve yaptırımları ne kadar iyi tarif edilse de bireylerin bilinçlendirilmesi, işveren nezdinde maliyet unsuru olarak algılanmasının engellenmesi ilgili taraflarca etkin bir denetim mekanizması oluşturulması oldukça önemlidir. İş kazalarının yaşanmaması için alınacak önlemler sadece işverenin ve çalışanların değil, sendikaların, üniversitelerin sivil toplum kuruluşlarının, meslek odalarının, kısacası toplumun görevidir. Unutulmamalıdır ki önlemek, ödemekten daha ucuzdur. İçimizden Biri Aşık Adnan Özcandan ... İnsan ölür eseriyle yaşarda Güneş sabah doğar akşam aşarda Dereler Bahar’da dolup taşarda Sevdalar damarda gözlenir Elif ... Dalgalansın al bayrağım durmasın Gazinin şehidin kanı var onda Rabbim esirgesin zeval vermesin Kefensiz yatanın canı var onda ... ... Tarihi okurum ilham alırım Zerre toprağına kurban olurum Yurdum için göz kırpmadan ölürüm Kara sevdalıyım ben bu vatana ... 1960 yılında Adana’nın Kozan ilçesine bağlı, Acarmantaş Köyünde, Ali’den olan Fatma’dan doğan halk aşığımız Adnan Özcandan, 11 yıl kara sevdalısı olduğu eşi Birgül Hanımla evli olup Alişan ve Ruhtan’ın babasıdır. Kozan Vergi Dairesinde memur olarak çalışan Özcandan sayısız aşıklar festivaline ve şiir etkinliklerine katılmış 1995 yılında Milli Prodüktivite Merkezi’nin açmış olduğu şiir yarışmasında Türkiye genelinde 1.’lik ödülü almıştır. BİZİM KÖYÜN MUSASI, AYBÜKE ve ELİFLERİN GÜZELİ adlı 3 şiir kitabı bulunmakta olan şairimiz aynı zamanda Kozan Otağ TV’de Türkü Pınarı isimli programı yapmaktadır. ... ÖZCANDAN vatanın varlığı için Ebedi huzuru dirliği için Bu asil milletin birliği için Türkçe konuş Türkçe düşün Türkçe sev Erkekçe sev yiğitçe sev mertçe sev SENCE 2014 Sayı 6 47 SENCE Elektronik Atıklar ve Geri Dönüşüm Yunus Şevki KİBAR ⎟ T eknolojinin gelişmesi bir taraftan hayatımızı kolaylaştırırken, diğer taraftan teknolojik kirliliğe sebep olmaktadır. Birçoğumuzun evi, işyeri kullanılmayan elektronik eşyalar ile doludur. Birçok insan da kullanılmayan bu eşyaların nasıl değerlendirebileceği konusunda yeterli bilgiye sahip değildir. Burada muhakkak ki devletin konu ile ilgili farkındalığın oluşması açısından yaptığı çalışmaların yeterli olmayışının etkisi büyüktür. 48 www.sencedergisi.com Çevre Kullandığımız dayanıklı tüketim malzemeleri ortalama 10-15 yılda atık haline gelirken bu süre bilgisayarlar için ortalama 2-5 yıl ,da ve cep telefonları için ise 18 ay gibi kadardır.. Kullandığımız dayanıklı tüketim malzemeleri ortalama 10-15 yılda atık haline gelirken bu süre bilgisayarlar için ortalama 2-5 yıl ,da ve cep telefonları için ise 18 ay gibi kadardır. Bu kapsamda, atık elektrikli ve elektronik eşyaların (AEEE) geri kazanımı, geri dönüşümü ya da bertarafına ilişkin olarak Çevre ve Şehircilik Bakanlığı tarafından hazırlanan “Atık Elektrikli ve Elektronik Eşyaların Kontrolü Yönetmeliği (AEEE Yönetmeliği)” 22 Mayıs 2012 tarihinde Resmi Gazetede yayımlanarak yürürlüğe girmiştir. Anılan Yönetmelikte elektrikli ve elektronik eşyalar; “alternatif akımla 1000 Volt’u, doğru akımla da 1500 Volt’u geçmeyecek şekilde elektrik kullanımı tasarlanmış olan, uygun bir biçimde çalışması için elektrik akımına veya elektromanyetik alana bağımlı olan eşyalar ve bu akım ve alanların üretimi, transferi ve ölçümüne yarayan eşyalar” olarak tanımlanmıştır. Atık elektrikli ve elektronik eşyaların geri kazanımı; atıkların yeniden kullanılmasını, enerji elde etmek veya fiziksel ya da kimyasal olarak işlemlerden geçirilerek yeni bir ürün elde etmek amacıyla toplanmasını ifade ederken, geri dönüşüm ise atıkların fiziksel/kimyasal işlemlerden geçirilerek tekrar hammadde ya da yeni bir ürüne dönüştürülmesi olarak tanımlanmaktadır. Elektrikli ve elektronik atıkların uygun yöntemlerle geri kazanım/geri dönüşüm veya bertaraf edilme işlemlerine tabi tutulması ve doğru geri dönüşüm yönetimi izlenmesi çevrenin koruması için büyük önem taşımaktadır. Zira bu tür atıklardan çeşitli türlerde zehirli maddelerin yayılması ile çevre ve insan sağlığı tehlikeye girebilmektedir. Geri dönüşüm ile birlikte zararlı maddelerin suya ve toprağa karışması önlenmesi amaçlanmaktadır. Diğer taraftan, uygun yöntemlerin kullanılması halinde bir ton cep telefonu atığından, diğer değerli metallerin yanında, 230 gram altın elde edilebilmektedir. Bunun yanında bu atıkların toplaması, ayrıştırılması, bertaraf edilmesi, geri dönüşümü yeni istihdam alanları da sağlamaktadır. AEEE Yönetmeliği; belediyelere, tüketicilere, üreticilere, dağıtıcılara ve işleme tesislerine belirli sorumluluklar yüklemektedir. Söz konusu Yönetmelik uyarınca; belediyelerin nüfuslarına göre getirme merkezi oluşturma ve atık elektrikli ve elektronik eşya toplama başlangıç tarihlerine aşağıdaki tabloda yer verilmektedir. Belediye Nüfusu Getirme Merkezi Oluşturma ve AEEE Toplama Başlangıç Yılları 400.000’den fazla 1/5/2013 200.000-400.000 arası 1/1/2014 100.000-200.000 arası 1/1/2015 50.000-100.000 arası 1/1/2016 10.000-50.000 arası 1/1/2017 10.000’den az 1/1/2018 SENCE 2014 Sayı 6 49 SENCE Toplanan elektrikli ve elektronik atıkların, getirme merkezlerine aşağıda sınıflandırılmış altı eşya grubu için ayrı konteynerlerde biriktirilerek getirilmesi gerekmektedir: EEE Kategorileri 2013 2014 2015 2016 2018 1. Buzdolabı/Soğutucular/İklimlendirme cihazları 0,05 0,09 0,17 0,34 0,68 2. Büyük beyaz eşyalar (Buzdolabı/ soğutucular/ iklimlendirme cihazları hariç) 0,1 0,15 0,32 0,64 1,3 3. Televizyon ve monitörler 0,06 0,10 0,22 0,44 0,86 4. Bilişim ve telekomünikasyon ve tüketiciekipmanları (Televizyon ve monitörler hariç) 0,05 0,08 0,16 0,32 0,64 3. Televizyon ve monitörler, 5. Aydınlatma ekipmanları 0,01 0,02 0,02 0,04 0,08 4. Televizyon ve monitör dışındaki bilişim, telekomünikasyon ve tüketici ekipmanları, 6. Küçük ev aletleri, elektrikli ve elektronik aletler, oyuncaklar, spor ve eğlence ekipmanları, izleme ve kontrol aletleri 0,03 0,06 0,11 0,22 0,44 TOPLAM EVSEL AEEE (kg/kişi-yıl) 0,3 0,5 1 2 4 1. Buzdolabı, soğutucular ve iklimlendirme cihazları, 2. Buzdolabı, soğutucular ve iklimlendirme cihazları dışındaki büyük beyaz eşyalar ve otomatlar, 5. Aydınlatma ekipmanları, 6. Küçük ev aletleri, elektrikli ve elektronik aletler, oyuncaklar, spor ve eğlence ekipmanları, tıbbi cihazlar, izleme ve kontrol aletleri. Belediyeler; atık toplama amacıyla kullanılan araçlar üzerinde “Atık Elektrikli ve Elektronik Eşya Toplama Aracı” ibaresinin bulunmasını sağlamak, toplanan evsel nitelikli elektrikli ve elektronik eşya atıklarını lisanslı işleme tesislerine göndermekle yükümlüdür. Türkiye’de, özellikle ülkenin batısında, birçok belediye ve dağıtıcı elektronik atıkların toplanması konusunda çalışmalara başlamış bulunmaktadır. Sakarya ve Kocaeli Büyükşehir Belediyeleri, toplama sistemleri ile bu çalışmalarda başı çeken belediyelere örnek verilebilir. Kocaeli Büyükşehir Belediyesi atık toplama noktalarını elektronik atığı da kapsayacak şekilde oluşturmuştur. eşya üretilirken, yıllık 539 bin ton e-atık ortaya çıkmaktadır ve atık miktarının 2020 yılında 894 bin tona ulaşacağı tahmin edilmektedir. Dağıtıcılar ise; evsel nitelikli atık elektrikli ve elektronik eşyaların muhafazasının sağlanması amacıyla toplama kutusu veya konteyner bulundurmakla ve ayrıca, yeni bir ürün sattıklarında, tüketici tarafından talep edilmesi halinde eş tipte ve aynı işlevi gören eski eşyayı almakla yükümlüdür. Bu çerçevede; AEEE Yönetmeliğinin uygulanması ile ekonomik kazanımların yanında çok sayıda zehirli maddenin çevreye yayılması da engellenmiş olacaktır. 2010 yılı için yapılan tahminlere göre Türkiye’de üreticiler bir yılda 812 bin ton elektrikli ve elektronik 50 Yıllara Göre Toplama Hedefi (kg/kişi-yıl) www.sencedergisi.com Mevcut durumda atık elektrikli ve elektronik eşyaların toplanması ve geri kazanım oranının %1 bile olmadığı ifade edilmekle birlikte, AEEE Yönetmeliği ile konulan toplama hedefleri yukarıdaki tabloda verilmiştir. Bunun yanında; özellikle tüketicilerin yeni bir elektrikli veya elektronik eşya satın aldıklarında satıcıların aynı mahiyetteki eski eşyalarını almak zorunda oldukları konusunda bilinçlendirilmesinin uygun olacağı, bu konuda kamu spotları dâhil farkındalığın arttırılmasına yönelik çalışmaların yapılmasının gerektiği değerlendirilmektedir. Hamza YERLİKAYA Kalbi, Türk güreşi ile atan herkese başarılar diliyorum… Röportaj: Uğur AKTEMUR SENCE Hamza Yerlikaya Kimdir? 3 Haziran 1976 yılı İstanbul doğumluyum ama aslen Sivaslıyım. Küçük yaşlarda başladığım Ata sporumuz güreşte 2 Olimpiyat, 3 Dünya ve 8 Avrupa Şampiyonluğu kazandım. 17 yaşında büyükler kategorisinde dünya şampiyonu olarak bir ilki başardım ve Dünya Güreş Birliği (UWW) tarafından şahsıma “Asrın Güreşçisi” ünvanı verildi. Sporculuk hayatımın ardından Adalet ve Kalkınma Partisi’nde 23. Dönem Sivas Milletvekilliği yaptım. Meclis hayatımın ardından ekmek yediğim kapıya vefa borcumu ödemek için 22 Ekim 2012 tarihinde Türkiye Güreş Federasyonu’nda başkanlık koltuğuna oturdum. 2 yıldır yürüttüğüm görevimde bütün mesaimi Türk güreşi için harcıyorum. Neden güreş sporu? Aslında küçük yaşlardayken futbola meraklıydım ve iyi de oynuyordum. Ama babam Mustafa Yerlikaya ile ağabeyim Muttalip Yerlikaya, eski güreşçilerdir. Yaşıtlarıma göre daha iyi olan fiziksel kuvvetimi fark etmeleri ile birlikte güreşe başlamam bir oldu. Ben de mindere çıktığım ilk andan itibaren aşık olduğum güreş sporunu aralıksız bir şekilde 20 yıl boyunca icra ettim. Güreş ve çeşitleri hakkında bilgi verir misiniz? Güreş, grekoromen ve serbest stil olmak üzere ikiye ayrılır. Grekoromen stil güreşte mindere çıkan sporcular, bel üstünden yaptıkları hareket ve oyunlarla birbirlerini mağlup etmeye çalışırlar. Yani ayaklara dalmak yasaktır. Belli bir süre puan alınamadığı ve oyun kitlendiği zaman, hakem düdüğünü çalarak pasif tarafa ihtar verir ve diğer sporcu kündeye girerek rakibi karşısında salto ve çırpma yoluyla puan almaya çalışır. 8 sayı fark yakalayan güreşçi, zaman bitmese bile teknik üstünlükle maçı kazanır. Serbest stil güreşte ise belirlenen kurallar çerçevesinde bütün oyunlar uygulanabilir. Tek dalma, çift dalma, kafa-kol ve birçok taktiğin uygulanabildiği serbest güreşte 10 sayılık farkı yakalayan güreşçi, teknik üstünlükle kazanarak minderden galibiyetle ayrılır. Bir de yağlı güreş vardır. Tarihimiz boyunca Koca Yusuf, Kurtdereli Mehmet, Kel Aliço, Adalı Halil ve birçok efsane Başpehlivanımızın gelip geçtiği Er Meydanlarında yapılan yağlı güreşler, soluksuz bir şekilde izleyebileceğimiz heyecan dolu müsabakalara sahne olur. Bunların en ünlüsü de tabii ki 653 yıldır her sene Edirne’de yapılan Kırkpınar Tarihi Yağlı Pehlivan Güreşleridir. Aktif spor hayatında yapmadığım dediğiniz bir şey var mı? Şöyle bir geriye baktığımda “Neden bunu da yapmadım” dediğim bir şey, çok şükür yok. Çünkü dünya güreş tarihinde bir ilki başardım. Avrupa, dünya ve olimpiyat şampiyonluklarını defalarca yaşadım. Ama şampiyon olduktan sonra hepsini unuttum. Bir sonraki şampiyonaya konsantre oldum. Eğer sakatlanmasaydım, 2008 Pekin Olimpiyatları’nda da ülkemi temsil edebilirdim. Maalesef kaderin önüne geçemiyorsunuz. Takdiri İlahi diyelim… Federasyonun çalışmaları hakkında bilgi verir misiniz? 2012 yılında göreve geldiğimizde belki de bir enkaz devralmıştık. Birçok konuda sıkıntılar vardı ve borçlular kapıya dayanmıştı. Devletimizin ve bakanlığımızın destekleri ile borçlarımızı sıfırladık ve bütçemizi doğru bir şekilde sadece Türk güreşi için kullanarak durumumuzu düzelttik. Bunun yanı sıra önem verdiğimiz konulardan birisi de kurumsallık. Şu anda federasyonumuzda herkes ne iş yapacağını biliyor ve bu konuda hareket ediyor. Sporcularımızın ve antrenörlerimizin işlemleri artık kısa sürede yapılıyor. 52 www.sencedergisi.com Spor Sporda şiddet ve doping için neler söylersiniz? Şiddet ile spor kelimelerinin aynı cümle içerisinde telaffuz edilmesi bile üzüntü verici bir durum. Ata sporumuz güreşte şiddet, asla kendine yer bulamaz. Çünkü bizim sporcularımız, “Peygamber Sporu” olarak nitelendirdiğimiz güreşin ahlakı ve terbiyesi ile büyümüşlerdir. Diğer branşlarda gördüğümüz şiddet olayları da umarım en kısa sürede son bulur. Doping konusuna gelirsek, kullanan kadar bunu temin eden de suçludur. Özellikle Hükümetimizin ve Spor Bakanlığımızın “Sıfır Tolerans” politikası ile hareket ederek kimseye göz açtırmıyoruz. Şampiyonalar öncesinde bütün kamplarda gizlice doping numunesi alıyor ve bunları testlere sokuyoruz. Başta Güreş olmak üzere Türk sporu, neredeyse doping belasından kurtulmak üzere. İnşallah bir daha doping kelimesini bu ülkede duymayız. Bu spora ilgi duyan çocuk/gençlerimiz için önerileriniz nelerdir ? Nerelere başvurabilirler? Bu ülkede doğan bütün çocuklar, ilk olarak iyi bir pehlivan olmanın hayaliyle büyürler. Zaten doğal olarak ilk yaptıkları spor güreştir. Küçük yaşlardayken aile içerisinde kardeşleriyle, sokakta arkadaşlarıyla güreş tutarlar. Yani, bizim insanımızın ruhunda güreşçilik vardır. Bu yolda çalışan ve azmeden kişiler, büyüdüklerinde başarılı birer sporcu olurlar. Bu kardeşlerime önerilerim, hiçbir zaman pes etmeden çalışmalarıdır. Bizim dönemimizde malzeme ve minder sıkıntısı vardı ama şu anda biz bu sorunları çözdük. 81 ile tam 200 güreş minderi ve kulüplerimize malzeme göndererek camiamıza tam destek verdik. Bunun yanında Türkiye Şampiyonalarında tartıya giren sporcularımıza malzeme setini (Eşofman, Tişört, Çorap, Mayo ve Şort) bizzat elden teslim ettik. Kısacası şu devirde çok büyük şansa sahipler ve bunu iyi değerlendirmeliler. Gençlerimiz için, Ata sporumuz güreşe başlamalarının birçok yolu var. Türkiye’nin farklı şehirlerinde düzenlediğimiz Türkiye Şampiyonalarına ferdi olarak katılabilirler, yaşadıkları şehirlerdeki kulüplere başvurabilirler veya Gençlik Hizmetleri ve Spor İl Müdürlüklerine giderek ve oradaki güreş antrenörleriyle görüşerek spor hayatlarını başlatabilirler. Kalbi, Türk güreşi ile atan herkese başarılar diliyorum… SENCE 2014 Sayı 6 53 SENCE Sırdaşlarımızın Güvenliği Şifre belirleme sınırlanmadırmalarına Ülkü DAVUTOĞLU ⎟ Bilişim Uzmanı sadık kalın ve yeterince karmaşık şifreler G ünümüzde bir çoğumuzun elinden bırakmadığı, her türlü bilgimizi kendisi ile paylaştığı sırdaşları bilgisayar ya da akıllı telefonlar… Konumuz, bu sırdaşlarımızın ve bunlarla paylaştığımız her türlü verinin ve bilginin güvenliği. Bilgi ve bilgisayar güvenliği, bilgisayar sistemlerinde yer alan bilgilere izinsiz erişimin ve hasar verilmesinin; bu bilgilerin izinsiz kullanımının, değiştirilmesinin, ifşa edilmesinin engellenmesine yönelik uygulamalardır. Bilgisayar güvenliği, sadece bilişim sistem yöneticilerini ya da bu konuda uzman kişileri değil tüm kullanıcıları ilgilendirir. 54 www.sencedergisi.com belirleyin. Şifrelerinizi kimse ile paylaşmayın. Şifreniz mutlaka büyük harf, küçük harf, rakam ve noktalama işaretlerinin kombinasyonundan oluşturun. Teknoloji Bilgisayar ve/veya akıllı telefon kullanan herkesin cihazlarını ve her türlü şahsi verilerini koruyabilmesi için asgari güvenlik kuralarını bilmesi gerekir. Zira, güvenliğin sağlanmasında teknik ayrıntıların ve teknik koruma yöntemlerinin payı %10 iken, basit kullanıcı uygulamalarının payı %90’dır. Bilgisayar güveliği için kullanıcıların takip etmesi gereken altı basit öneri aşağıda sıralanmaktadır: 1. Bilgisayarınızın ekranını kilitleyin. Bilgisayarınızı ve/veya akıllı telefonunuzu kullanmadığınız zamanlarda bu cihazların ekranlarını kilitleyin. Kullanmaya ara verdiğiniz en kısa süreler için bile kilitleme işlemini unutmayın. Verilerimizin en çok fiziksel olarak en yakınlarımızdakiler tarafından ele geçirildiği gerçeğini unutmayın. 2. Şüpheli donanımları kullanmayın. Kardeşinizin, eşinizin, patronunuzun, en yakın arkadaşınızın, çocuğunuzun… Kimin olursa olsun zararlı yazılım(virüs, solucan vb.) içerdiğini düşündüğünüz cd, flash disk, taşınabilir hard disk gibi donanımları bilgisayarınızda kullanmayın. 3. Şifrelerinizin güvenliğine dikkat edin. CERT/CC (Computer Emergency Response Team / Coordination Center)’in verilerine göre, ağ güvenliğinin sorunlarının %80’i yetersiz şifrelerden kaynaklanmakta. Bu nedenle, şifre belirleme sınırlanmadırmalarına sadık kalın ve yeterince karmaşık şifreler belirleyin. Şifrelerinizi kimse ile paylaşmayın. Şifreniz mutlaka büyük harf, küçük harf, rakam ve noktalama işaretlerinin kombinasyonundan oluşturun. Karmaşık Şifre Belirleme Önerileri (1) Sayı da içeren bir cümle kurun, ve noktalama işareti ekleyin. Sonra baş harflerinden şifre oluşturun. Bazılarını büyük harf bazılarını küçük harf alın. • Örnek: Şifrenizi her 6 ayda 1 değiştirmek güvenlik açısından gereklidir! • Şifre: Sh6a1Dga! Karmaşık Şifre Örnekleri (2) • Sevdiğiniz belirli bir kelimeyi alın ve bu kelimeyi noktalama işareti ve sayılarla bölün. • Örnek: Happy = Hap3py1, • Örnek: Motorcycle = M0tor6cyc!e Teşbihte Hata Olmaz…Literatürde şifrelerin öneminin vurgulamak için yapılan benzetme şu şekildedir: Şifreler İç Çamaşırları Gibidir; • Ortalıkta bırakılmaz • Arkadaşlarla paylaşılmaz • Ne kadar uzun, o kadar iyi (soğuk havalar için) • Sık sık değiştirilmelidir • Gizli olmalıdır. 4. Bilgilerinizi yedekleyin. Veri kaybının önüne geçmek için verilerinizi dönemsel olarak yedekleyin. Yedeklemeyi mümkün olduğunca bulut bilişim güvenlik standartları tam olarak yerine oturana kadar, bulut bilişim yerine klasik yöntemlerle (taşınabilir bellekler gibi ) yapın. 5. 6. Güncellemeleri unutmayın. Web tarayıcılarının yazılımlarının ve anti virüs programlarının güncellemelerini ihmal etmeyin. Kural basit: Güncelle, güncelle, güncelle, güncel kal. Biyolojik kişisel verilerinizi, en azından şu an için, kullanmayın. Akıllı telefonlarınızın veya bilgisayarlarınızın sizi parmak izinizden ya da retinanızdan tanıması, işlem yapması çok etkileyici, çok havalı olabilir. Ancak, en yakınınızdakilerle, hatta güvenlik güçleri ile bile paylaşmaya imtina ettiğiniz bu bilgileri cihaz üreticileri ile neden paylaşacaksınız ki!!! Bırakın, en azından şimdilik, cihazlarınız sadece sizin belirlediğiniz şifrelerle işlem yapsın, parmak izi ya da retina gibi çok özel bilgileriniz size kalsın, Güvenle kalın, güvenli kalın. SENCE 2014 Sayı 6 55 SENCE Renklerin Çığlığı Kübra ÖPÖZ ⎟ Korkuyordu yazmaktan. Aklından geçenleri yazmaktan korkuyordun. Aklını yitirdiğini bilmekten… N e diyecekti eline kâğıdı kalemi alıp? Ne yazacaktı? Nasıl geçtiği, nerede yaşandığı belli olmayan dünü mü? Ne zaman geleceği ve neler getireceği belli olmayan yarını mı? Yoksa şu an içinde bulunduğunu söyledikleri; ama onun ne yaparsa yapsın hissedemediği bugünü mü? Kafasındaki sorular cevap istiyordu. Durdurmak istedi beynini tırmalayan o konuşmaları. Hiçbir şey duymak istemiyordu. Büyük bir sinirle kalktı yerinden. Kafasını duvarlara çarptı. Kan akıncaya kadar vurdu, vurdu. Sonra mecali kalmadı ve yere düştü. Bayılmıştı. Sonbaharın yapraklarını döktüğü ağaçlar sarmıştı etrafını. Yerde sarı sarı yapraklar, ahenkli bir renk cümbüşü yaratıyordu. Su sesi duydu birden. Arkasını döndü. Küçük bir göl kenarındaydı. Gökyüzüne baktı, güneş he- 56 www.sencedergisi.com nüz doğmaya başlamıştı. Birden anımsar gibi oldu bu anı. Bir dejavu muydu bu? Önceden yaşanmış mıydı? Sanki hep buraya aitti. Sanki hiç gitmemiş gibiydi. Kafasını sadece bu soru kurcalıyordu. Peki ya diğerleri, diğer sorular nereye kaybolmuştu? Hepsi aynı anda ayrı ayrı konuşurken şimdi işbirliği yapmışçasına susuyorlardı. İçlerinden sözcü olarak onu seçmiş gibiydiler. Daha önce bu anı yaşayıp yaşamadığı sorusuydu, sözcü. Garip bir duygu peyda oldu içinde. Uzun süredir hissetmediği bir duyguydu bu. Nereden aşinaydı bu duyguya? Nereden getirmişti yanında bu duyguyu? Çocukluğu geldi gözlerinin önüne. Hatırladı. İlk uçurtmasını yapma telaşı kaplamıştı ruhunu. Çıtaları ölçüye göre ölçüp kesti, iple birbirine bağladı. Renkli kâğıtlarla gerdi, kapladı ve bir de kuyruk yaptı. Kuyruk şarttı. Uçurtmanın Edebiyat saygınlığını artırıyor, dengesini sağlıyordu. Yarışma günü gelmişti. Her şey hazırdı. Tüm yarışmacılar koştu, koştu ve ipleri gökyüzüne doğru çıkardılar. Rüzgâr yardımcısıydı. Onu sevmişti. Kanatlarında uçmasına izin vermişti mavi uçurtmasının. İşte o, en yükseğe çıkmıştı, diğer uçurtmaları geride bırakıp. Sevinçten deliye dönmüştü. Az daha unutuyordu ipleri. Asıldı yavaşça, süzüldü gökyüzünde mavi uçurtma. Tek başına kalmıştı gökyüzünde. O an içini daha önce hissetmediği bir duygu kaplamıştı. Neydi bunun adı? Ona ‘’huzur’’ dedi. Hatırladı bu duyguyu. Huzurdu içine dolan. Gökyüzüne baktı yine. Nasıl olurdu bu? İmkânsız bir şeydi. Güneş hâlâ aynı yerindeydi. Sanki hiçbir yere kımıldamamış gibiydi. Gözlerine inanamadı. Aklını yitirmeye başladığını düşündü. Çünkü bu imkânsızdı. Çünkü zaman geçmeliydi. Hep öyle olmaz mıydı? Ne zaman güzel bir duygu yaşasa zaman geçmez miydi? Hevesi kursağında kalmaz mıydı? Duyguları zamanın peşine takılıp olabildiğince hızla koşup ondan uzaklaşmazlar mıydı? Pekâla da öyle olurdu. Döner miydi bir daha o duygular? Döndüklerini hiç hatırlamıyordu. İsimlerini bile unutmuştu. Göl aynı durgunluğundaydı. Yapraklar aynı yerinde... Ne bir eksik ne bir fazla… Renkleri hiç değişmemişti. Uzun süredir burada kaldığına adı gibi emindi. Sahi adı neydi? Birden uzun zamandır adını kullanmadığını anımsadı. Kimse tarafından kullanılmadığını… Aniden bir ses duydu. Bu ses… Bu sesi daha önce de duymuştu. Çok önce… Sanki bir isimdi sesin söylediği. Bir isim… İyice dikkat kesildi, sesi duymaya çalıştı. Ömme… Ömmeerr… Ömer… Evet, ses ‘’Ömer’’ diyordu. Bu ismi bir yerden hatırlıyordu; ama nerden? Sesin sahibini bulabilse sesi de anımsayacaktı. Bir kadın geldi gözlerinin önüne. Ceviz kaplama bir yatağa yatmış, pamuklu yorgana iyice bürünmüş; altın saçları dalgalı, mavi gözleri gökyüzünün aynası küçük çocuğa masal anlatıyordu. Kulak kabarttı. Onları duymaya çalıştı. ‘’Küçük çocuk, büyülü karanlık ormanı yüreğindeki tüm cesaretiyle geçmeye başladı. Cesareti ona ışık oluyordu. İlerledikçe daha da parlıyordu. Çocuk, büyülü ormanı geçtiğinde karşısına devasa bir ayna çıktı. Hayret etti. Tüm bu korkuları bir ayna için mi yaşamıştı? İksirler neredeydi? Bilgelik, güçlülük, zenginlik, güzellik iksirleri… Bütün hayallerini yere bıraktı. Tüm umudu kırılmıştı. Birkaç adım attı ve aynaya yaklaştı. Gördüğü aks karşısında hayretler içinde kaldı. Parlıyordu, güzeldi, güçlüydü ve sanki kâinattaki tüm soruların yanıtını biliyordu. O an anladı. Korkularıyla yüz yüze gelmediğinden hiçbir zaman içindeki gerçek cesareti, gerçek güzelliği, gerçek bilgeliği görememişti, çocuk. Tâ kii içindeki büyülü karanlık ormana yolculuk yapana kadar… Evet, Ömer... Adının manasını asla unutma ve kendini bulmanı sağlayacak olan korkularınla yüzleşmekten asla kaçma. Annen hep seninle olacak bi’tanem. Huzurlu geceler…’’ Huzurlu geceler anne, diye kımıldadı dudakları. Hatırlamıştı. O çocuk kendisiydi. Ömer, kendi ismiydi. Annesini hatırladı ve yine içini huzur adını verdiği duygu kapladı. Güneş hâlâ aynı yerindeydi. Ama bu kez o kadar hayret etmedi. Buraya bir şey bulmak için geldiğini düşünmeye başladı. Ne için gelmiş olabilirdi? Ne arıyordu? Bir uçurtma, bir hikaye, bir ses, bir isim, bir kağıt, bir sual, bir yanıt, bir nedensizlik?.. Gözleriyle etrafı süzmeye başladı. Her karesine dikkat kesildi. Durdu. Sanki kanı donmuş, iliklerinden çekilmişti. Nerede olduğunu anladı. Ama bu nasıl olurdu? Büyük salonun karşı duvarında asılı duran, yıllar önce bir müzayede gözünü alamadığı, âdeta kendisiyle konuştuğuna inandığı, renklerin alışılmadık çığlığını duyduğu o tablonun içindeydi. Zamanın durduğuna inanırdı, o tabloda. Hayatın tüm hengâmeleri içinde gözü bir aralık takılırdı, o tabloya. Bir cesaret hissederdi yüreğinde. Ne zaman ruhu daralsa, yaşamının artık bir keşmekeş haline dönüştüğünü düşünse hemen o tablonun karşısına geçer ve içinde yaşamayı hayal ederdi. İşte buradaydı. Güneş henüz doğmaya başlamıştı. Sonbaharın yapraklarını döktüğü ağaçlar sarmıştı etrafını. Birden arkasını döndü. Bir göl kenarındaydı. Yapraklar yerde ahenkli bir renk cümbüşü yaratıyordu. Elini cebine attı. Bir tomar saman kâğıdı ve ucu tükenmekte olan bir kurşun kalem çıkardı. Ne yazacaktı? Zaman yoktu burada; durmuştu. Mekân tekti; değişmiyordu. İçinde bir cesaret ışığı parladı. Bir ses duydu. Bir fısıltı. Gülümsedi. Yanıtını aradığı sual geldi, aklına. Sesi dinledi ve kâğıda büyük harflerle bulduğu cevabı yazdı. Ömer… SENCE 2014 Sayı 6 57 Obezite Obezite günümüzde gelişmiş ve gelişmekte olan ülkelerin en önemli sağlık sorunları arasında yer almaktadır. Obezite genel olarak bedenin yağ kütlesinin yağsız kütleye oranının aşırı artması sonucu boy uzunluğuna göre vücut ağırlığının arzu edilen düzeyin üstüne çıkmasıdır. B ilindiği üzere beslenme; anne karnında başlayarak yaşamın sonlandığı ana kadar devam eden yaşamın vazgeçilmez bir ihtiyacıdır İnsanın büyümesi, gelişmesi, sağlıklı ve üretken olarak uzun süre yaşaması için gerekli olan besin öğelerini yeterli ve dengeli miktarda alıp vücutta kullanabilmesidir. Karın doyurmak, açlığı bastırmak, canının çektiği şeyleri yemek veya içmek değildir. Günlük yaşamda bireylerin (gebe, emzikli, bebek, okul çocuğu, genç, yaşlı, işçi, sporcu, kalp-damar, şeker, yüksek tansiyon hastalığı, solunum yolu bozuklukları vb.) yaşa, cinsiyete, yaptığı işe, genetik ve fizyolojik özelliklerine ve hastalık durumuna göre değişen günlük enerjiye ihtiyacı vardır. 58 www.sencedergisi.com ? Nedir SENCE Kaynak: www.thsk.saglik.gov.tr nemli bir halk sağlığı sorunudur. Hem gelişmiş ülkelerde hem de gelişmekte bezite oluşumuna neden olmaktadır. r geçenteknolojisindeki gün artış göstermektedir. tarafından Asya, Afrikabirlikte, ve Avrupa’nın nümüz gelişmeler,DSÖ yaşamı kolaylaştırmakla günlük Sağlık ve 12 yıl süren MONICA çalışmasında 10 yılda obezite prevalansında %10sınırlamıştır. andığı bildirilmiştir. e; besinlerle alınan enerjinin (kalori) harcanan enerjiden fazla olması ve fazla ak depolanması (%20 veya daha fazla) sonucu ortaya çıkan, yaşam 2015 kalitesini 2008 S. Bahar ALBAN ⎟kabul edilmektedir. e etkileyen bir hastalık olarak zite : 400 Milyon Obezite : 700 Milyon Ö) tarafından da obezite, sağlığı bozacak ölçüde vücutta aşırı birikmesi Kilolu : 1,4 milyar Fazlayağ Kilolu : 2,3 milyar Türkiye’de Obezitenin Görülme SıklığıYetişkinlerde: Sağlıklı bir yaşam sürdürmek için, alınan enerji ile harcanan enerjinin dengede tutulması gerekmektedir. n Görülme Sıklığı nemli bir halk sağlığı ülkelerde hem de gelişmekte Yetişkin sorunudur. erkeklerde Hem vücutgelişmiş ağırlığının %15-18’i, kadınlarda ise %20-25’ini yağ r geçen gün artış göstermektedir. DSÖ tarafından Asya, Afrika ve Avrupa’nın oluşturmaktadır. Bu 10 oranın ve 12 yıl sürendokusu MONICA çalışmasında yıldaer-obezite prevalansında %10keklerde %25, kadınlarda ise %30’un üsandığı bildirilmiştir. tüne çıkması obeziteyi oluşturmaktadır. 2008 2008 2015 Obezite : 400 Milyon Günlük alınan enejjinin harcanan enerüğü Kronik Hastalıkları Önleme ve Kontrol Merkezi (CDC) tarafından zite ABD’de : 400 Milyon Obezite : 700 Milyon jiden fazla olması durumunda, harcanaFazla Kilolu : 1,4 milyar eslenme ve Sağlık yılında obezite Kilolu : 1,4 milyar Araştırması) çalışmasına göre 2003-2004 Fazla Kilolu : 2,3 milyar mayan enerji vucutta yağ olarak depolanmakta ve obezite oluşumuna neden olmaktadır. Buna paralel olarak, günümüz teknolojisindeki gelişmeler, yaşamı kolaylaştırmakla birlikte, günlük hareketleri önemli ölçüde sınırlamıştır. Bakanlığımızca yapılan “Türkiye Beslenme ve Sağlık Araştırması-2010” ön çalışma raporuna göre Türkiye’de obezite sıklığı • Erkeklerde %20,5 • Kadınlarda ise % 41,0 • Toplamda % 30,3 olarak bulunmuştur. Anlaşılacağı üzere obezite; besinlerle alınan enerjinin (kalori) harcanan 2015 üğü ABD’de Kronik Hastalıkları Önleme ve Kontrol tarafından enerjiden fazla olması ve fazla ener- Merkezi (CDC) Obezite : 700 Milyon eslenme ve Sağlık çalışmasına göre 2003-2004Fazla yılında jinin Araştırması) vücutta yağ olarak depolanması Kiloluobezite : 2,3 milyar (%20 veya daha fazla) sonucu ortaya Obezitenin en sık görüldüğü ABD’de çıkan, yaşam kalitesini ve süresini Kronik Hastalıkları Önleme ve Kontolumsuz yönde etkileyen bir hastalık rol Merkezi (CDC) tarafından NHANES olarak kabul edilmektedir. (ABD-Ulusal Beslenme ve Sağlık AraşDünya Sağlık Örgütü (DSÖ) tarafından tırması) çalışmasına göre 2003-2004 da obezite, sağlığı bozacak ölçüde vüyılında obezite (BKI > 30) prevalancutta aşırı yağ birikmesi olarak tanımsının erkeklerde %31.1, kadınlarda lanmıştır. %33.2, 2005-2006 yılında ise erkeklerde %33.3, kadınlarda ise %35.3 olarak Dünyada Obezitenin Görülme tespit edildiği açıklanmıştır. Sıklığı Obezite küresel boyutta önemli bir halk sağlığı sorunudur. Hem gelişmiş ülkelerde hem de gelişmekte olan ülkelerde obezite her geçen gün artış göstermektedir. DSÖ tarafından Asya, Afrika ve Avrupa’nın 6 ayrı yöresinde yapılan ve 12 yıl süren MONICA çalışmasında 10 yılda obezite prevalansında %10-30 arasında bir artış saptandığı bildirilmiştir. Ülkemizde de diğer dünya ülkelerinde olduğu gibi obezite görülme sıklığı gün geçtikçe artmaktadır. Avrupa’da yetişkinlerde fazla kilolu olma prevalansı erkeklerde %32-79, kadınlarda ise %28-78 arasında değişmektedir. Fazla kilolu olma durumunun en yüksek olduğu ülkeler Arnavutluk, Bosna-Hersek ve İngiltere (İskoçya bölgesinde)’dir. Türkmenistan ve Özbekistan ise prevalansın en düşük olduğu ülkelerdir. Bu ülkelerde obezite prevalansı ise erkeklerde %5-23, kadınlarda %7-36 arasında değişmektedir. Toplamda fazla kilolu olanlar %34,6, fazla kilolu ve şişman olanlar %64,9, çok şişman olanların oranı %2,9 olarak bulunmuştur. Çocuklarda ve Adölesanlarda Bakanlığımız, Hacettepe Üniversitesi Sağlık Bilimleri Fakültesi Beslenme ve Diyetetik Bölümü ve Ankara Numune Eğitim ve Araştırma Hastanesince yürütülen “Türkiye Beslenme ve Sağlık Araştırması-2010” ön çalışma raporuna göre Türkiye’de • 0-5 yaşta obezite sıklığı % 8,5 (erkek %10,1, kız %6,8) • 6-18 yaşta obezite sıklığı % 8,2 (erkek %9,1, kız %7,3) olarak bulunmuştur. 0-5 yaşta fazla kilolu olanlar %17,9, fazla kilolu ve şişman olanlar %26,4 olarak bulunmuştur. 6-18 yaşta fazla kilolu olanlar %14,3, fazla kilolu ve şişman olanlar %22,5 olarak bulunmuştur. SENCE 2014 Sayı 6 59 SENCE • Gelir durumu • Hormonal ve metabolik etmenler • Genetik etmenler • Psikolojik problemler • Sık aralıklarla çok düşük enerjili diyetler uygulama • Sigara- alkol kullanma durumu • Kullanılan bazı ilaçlar (antideprasanlar vb.) • Doğum sayısı ve doğumlar arası süre Gülsüm USTA - Eskişehir Obezitenin Nedenleri Obeziteye neden olan etmenler tam olarak açıklanamamakla birlikte aşırı ve yanlış beslenme ve fiziksel aktivite yetersizliği obezitenin en önemli nedenleri olarak kabul edilmektedir. Bu faktörlerin yanısıra genetik, çevresel, nörolojik, fizyolojik, biyokimyasal, sosyo-kültürel ve psikolojik pek çok faktör birbiri ile ilişkili olarak obezite oluşumuna neden olmaktadır. Tüm dünyada özellikle çocukluk çağı obezitesindeki artışın sadece genetik yapıdaki değişikliklerle açıklanamayacak derecede fazla olması nedeniyle, obezitenin oluşumunda çevresel faktörlerin rolünün ön planda olduğu kabul edilmektedir. Obezitenin oluşmasında başlıca risk faktörleri aşağıda sıralanmıştır : • Aşırı ve yanlış beslenme alışkanlıkları • Yetersiz fiziksel aktivite • Yaş • Cinsiyet • Eğitim düzeyi • Sosyo – kültürel etmenler 60 www.sencedergisi.com Obezitenin gelişmesinde dikkat edilmesi gereken faktörlerden biri de yaşamın ilk yıllarındaki beslenme şeklidir. Yapılan çalışmalarda, obezite görülme sıklığının anne sütü ile beslenen çocuklarda, anne sütü ile beslenmeyen çocuklara göre daha düşük oranlarda olduğu, anne sütü verme süresinin, tamamlayıcı besinlerin türü, miktarı ve başlama zamanlarının obezite oluşumunu etkilediği bildirilmektedir . DSÖ ve UNICEF (Birleşmiş Milletler Çocuklara Yardım Fonu) tarafından yayımlanan çeşitli dökümanlarda 6 ay tek başına anne sütü verilmesinin, 6.aydan sonra emzirmenin sürdürülmesi ile birlikte güvenilir ve uygun kalite ve miktarda tamamlayıcı besinlere başlanılmasının ve en az 2 yıl emzirmenin devam ettirilmesinin kısa ve uzun dönemde obezite ve kronik hastalık riskini azaltabileceği belirtilmiştir. Obezite Hakkında 10 Gerçek 1. Fazla kiloluluk ve obezite “sağlığı bozabilecek derecede anormal ya da fazla yağ birikimi” olarak tanımlanmaktadır. Beden kütle indeksi (BKİ) – kilo cinsinden vücut ağırlığının metre cinsinden boya bölünmesi ile elde edilir-(kg/ m2) – yetişkinlerde fazla kiloluluk ya da obeziteyi sınıflandırmak için sıkça kullanılan bir indekstir. DSÖ fazla kiloluğu 25 veya üzeri BKİ, obeziteyi ise 30 veya üzeri BKİ olarak tanımlamaktadır. 2. 2008 yılında fazla kilolu yetişkinlerin sayısı 1.4 milyardan, obez yetişkinlerin sayısı ise yarım milyardan fazla idi. 2008’de, 1.4 milyardan fazla yetişkin fazla kilolu, yarım milyardan fazla yetişkin ise obezdi. Her yıl en az 2.8 milyon kişi fazla kilolu ya da obez olmaktan kaynaklanan sonuçlardan ölüyor. 1980’den 2008’e obezite prevalansı neredeyse ikiye katladı. Obezite bir zamanlar yüksek gelirli ülkelerle ilişkilendirilirken şimdi düşük ve orta gelirli ülkelerde de yaygın durumdadır. 3. 2008 yılında dünya genelinde 40 milyondan fazla okul öncesi çocuk fazla kiloluydu. Çocukluk çağı obezitesi 21. yüzyılın en önemli halk sağlığı sorunlarından biridir. Fazla kilolu çocukların obez yetişkinler olması muhtemeldir. Bu çocuklar erken yaşta diyabet ve kardiyovasküler hastalıklara yakalanmaya fazla kilolu olmayan yaşıtlarına göre daha yatkındırlar ki bu hastalıklar da sonuç olarak hastalık ve erken ölüm riskinin artması anlamına gelmektedir. 4. Dünya genelinde zayıflıktansa, fazla kiloluluk ve obezite ölümle daha fazla ilişkilendirilmektedir. Dünya nüfusunun %65’i fazla kiloluluk ve obeziteden kaynaklı ölümlerin zayıflıktan kaynaklı ölümlerden fazla olduğu ülkelerde yaşamaktadır. Bu bütün orta ve yüksek gelirli ülkeleri içermektedir. Küresel olarak, diyabet vakalarının %44’ü, iskemik kalp hasta- Sağlık lıklarının % 23’ü ve bazı kanser türlerinin %7-41’i fazla kiloluluk ve obeziteye dayandırılmaktadır. 5. Bir birey için obezite, genellikle alınan kalorilerle harcanan kaloriler arasındaki dengesizliğin bir sonucudur. Yüksek kalorili yiyeceklerin, aynı yoğunlukta bir fiziksel aktivite olmadan aşırı tüketilmesi sağlıksız bir kilo artışına neden olur. Fiziksel aktivite düzeyini azaltmak da enerji dengesizliğine ve sonuç olarak kilo artışına neden olacaktır. 6. Bireylerin seçimlerini şekillendirmeleri ve obeziteden korunmalarında destekleyici çevre ve toplumlar esastır. Bireysel sorumluluk ancak insanların sağlıklı bir yaşam tarzına erişimleri olduğunda ve sağlıklı seçimleri yapmaları desteklendiğinde tam etkisine sahip olabilir. Dünya Sağlık Örgütü, paydaşlarını sağlıklı çevreler oluşturmaları ve daha sağlıklı diyet seçeneklerini kolay ulaşılabilir ve düşük maliyetli yapabilmeleri konularında seferber etmiştir. 7. Çocuklar, seçimleri ve beslenme ve fiziksel aktivite alışkanlıklarında çevrelerinden etkilenmektedirler. Sosyal ve ekonomik gelişme ile tarım, ulaşım, şehir planlaması, çevre, eğitim, besinlerin işlenmesi, dağıtımı ve pazarlanması ile ilgili politikalar çocukların hem fizik aktivite hem beslenme örüntülerini hem de beslenme alışkanlıkları ve tercihlerini etkilemektedir. Artan bir şekilde bu etkiler sağlıksız kilo kazanımına neden olmakta ve çocukluk çağı obezitesi prevalansında artışa neden olmaktadır. 8. Sağlıklı bir diyet obeziteden korun- mada yardımcı olabilir. İnsanlar: a- Sağlıklı kilolarını koruyabilir, b- Toplam yağ alımını sınırlandırıp doymuş yağ yerine doymamış yağları tercih edebilir, c - Sebze meyve, baklagiller, tam tahıllar ve kabuklu yemişlerin tüketimini artırabilir ve d- Şeker ve tuz alımını kısıtlayabilirler. 9. Düzenli fiziksel aktivite yapmak beden sağlığını korumanıza yardımcı olur. İnsanlar hayatları boyunca belli düzeyde fiziksel aktivite yapmaya özen göstermelidirler. Haftada 3 gün en az 30 dakikalık düzenli orta düzey fiziksel aktivite yapmak, kardiyovasküler hastalık, diyabet ve kolon ve meme kanseri riskini azaltmaktadır. Kas güçlendirme ve denge idmanları özellikle yaşlı bireyler için mobiliteyi geliştirme ve düşmeleri azaltmada yardımcı olabilir.(bakınız) Kilo kontrolü içinse daha fazla aktivite gerekmektedir. 10. Obezitedeki bu küresel epidemiyi kontrol altına almak toplum bazlı, çok sektörlü, multi-disipliner ve kültürel olarak uygun bir yaklaşım gerektirmektedir. DSÖ’nün Bulaşıcı Olmayan Hastalıkların Korunması ve Kontrolü Küresel Strateji Eylem Planı’nın (orijinal metni için tıklayınız.) obezite dahil bulaşıcı olmayan hastalıkların denetimi, yönetimi ve bu hastalıklardan korunma ve izleme için girişimlerin geliştirilmesi ve güçlendirilmesi için bir yol haritası niteliğindedir. Kaynak: www.thsk.saglik.gov.tr SENCE 2014 Sayı 6 61 SENCE evde MUM yapımı Kalıp olarak fincan,bardak,toprak veya seramik saksı, yumurta kabuğu,ceviz kabuğu ve birçok çukur objeyi kullanabilirsiniz. Hatta portakal veya mandalinayı ucundan biraz kesip içini boşaltarak dahi mum kalıbı elde etmek mümkün. 62 www.sencedergisi.com Hobi Tuğçe DEMİR ⎟ H em dekorasyon olarak hem de ihtiyaçtan evimizde bulundurduğumuz mumları artık sizde yapabilirsiniz. Düşük maliyetlerle kolaylıkla hazırlayacağınız bu mumları ister evinizde kullanır isterseniz de sevdiklerinize hediye verebilirsiniz. Malzemeler • Stearin • Parafin • Renklendirici (pastel boya veya mum boyası) • Saf pamuklu ip ya da mum fitili • Çiçek esansı Yapılışı: Katı halde bulunan parafini bir kabın içinde kısık ateşte eritin. Bu işlemi yaparken kullandığınız kabın eski olmasına dikkat edin. İçine stearini ekleyin. Sıvı hale gelene kadar karıştırın, içine renklendirici olarak mum boyasını ilave edin. Renklendirici ile birlikte çiçek esansını da eklemeyi unutmayın. Çünkü çiçek esansı mumu yaktığınızda harika bir koku yaymasına neden olacaktır. Mum boyası yerine evlerde boyamalarda kullanılan pastel boyalarda kullanılabilir. Kalıp olarak fincan,bardak,toprak veya seramik saksı, yumurta kabuğu,ceviz kabuğu ve birçok çukur objeyi kullanabilirsiniz. Hatta portakal veya mandalinayı ucundan biraz kesip içini boşaltarak dahi mum kalıbı elde etmek mümkün. Bu hazırladığınız mumu cam veya seramik şişeye, hatta farklı bir tarz yaratmak isterseniz ceviz’in, portakal’ın içini boşaltarak kabuklarına da dökebilirsiniz. Ya da değişik kaplarla da farklı mum şekilleri hazırlayabilirsiniz. Mum için hazır olan sıvıyı eklemeden önce saf pamuklu ipi ya da mum fitilini dökeceğiniz kabın içine yerleştirin. Hemen elde ettiğimiz sıvıyı kabın içine dökün. Biraz oda sıcaklığında beklettikten sonra donması için buzdolabına koyun. Donma işlemi tamamlandıktan sonra işte mumunuz hazır. Püf Noktası: Eğer stearin ve parafin zor ve masraflı gelirse gözünüze yada sadece hobi amaçlı farklı şekillerde mum yapmak istiyorsanız eski artık mumlarını kullanabilirsiniz. SENCE 2014 Sayı 6 63 SENCE Karnıyarık Böreği Dilek KAPDAĞ ⎟ YAPILIŞI: Büyük bir kasede yoğurt, yumurta sarısı, yağ ve sütü iyice çırpın. Birinci yufkayı geniş bir zemin üzerine serin ve yukarıda hazırlanan yoğurtlu karışımdan bir fırça yardımı ile güzelce sürün. İkinci yufkayı da bunun üzerine koyun ve tekrar yoğurtlu karışımdan sürün. Üst üste olan bu iki katlı yufkayı dörde kesin. Kestiğiniz parçaların her birini tekrar üçe kesin. Uzun kenarına bir miktar peynir koyarak iki parmak kalınlığında sarın. Sarılan bu börek parçalarının ortasını karnıyarık gibi kesin. Kesilen araya bir dilim domates ve uzun bir parça biber koyun. Hazırlanan karnıyarık böreklerini yağlanmış fırın tepsisine alın ve üzerine yumurta sarısı sürün. 200 derecede ısıtılmış fırında kızarana kadar pişirin. Sıcak sıcak servise sunun. Afiyet olsun… R: MALZEMELE 4 adet yufka yoğurt 1 su bardağı ı sıvı yağ 1 çay bardağ ı kadar süt 1 çay bardağ rta 2 adet yumu eyaz peynir Yarım kalıp b tes 1 adet doma iber 2 adet yeşil b 64 www.sencedergisi.com MUTFAK SIRLARI • Beyaz peynir buzdolabında uzun süre kalırsa sertleşir ve lezzeti bozulur. Bunu için peyniri ince yağlı kağıda sarıp bir kavanoza koyun ve kavanozun ağzını sıkıca kapatın. Artık buzdolabında uzun süre kalabilir. • Domatesleri soyarak kullanmak istiyorsanız uç kısmından başlayarak sap tarafına doğru bıçağın sırtı ile ovun. Kabuğun kolayca soyulduğunu görün. • Kahvenin taze kalması için cam kavanoza birkaç tane kesme şeker koyarak ağzını sıkı kapatıp buzdolabın da saklayın. Şeker kahvenin tazeliğini korur.