İndir - Theofilos Din Eğitim Merkezi
Transkript
İndir - Theofilos Din Eğitim Merkezi
ÇAĞRI “Kendisi ile birlikte kalsınlar diye istediği kişileri yanına çağırdı” (Markos 3,13) -------------------------------------------------------------------------------------------------Aziz Corç Rum Katolik Cemaatın Dergisi Sayı 1 – Şubat 2012 Sevgili Kilisemizin Cemaati, Rabbin esenliği sizinle olsun! Bildiğiniz gibi yaklaşık bir seneden beri kilisemiz faaliyettedir. Vakıflar Genel Müdürlüğü, kiliseyi bize verdikten sonra Episkoposumuz Mons. Franceschini, Antakya Rum Katolik Vakfı, sizin yardım ve bağışlarınızla kilisemizi hazır hale getirmeye ve düzeltmeye çalıştık. Kilisemizin canlandırılması için, sadece açık tutmak istemedik, Rabbe şükürler olsun zaman içinde çeşitli faaliyetler de yaptık: bildiğiniz gibi her sabah “sabah övgüsü”, her çarşamba akşam Kutsal Efkaristiya Ayini, her cumartesi küçük yavrularımız için din dersi ve her ayın son Pazarı ailelerimiz için “dua toplantısı” organize ettik. Bu arada, internet sayfamız da faaliyete geçti. Hepinizi onu ziyaret etmeye davet ediyorum: www.theofilosdinegitim.com. Umarım iman yolunda büyümemizi sağlar. En son olarak sizin için her iki ayda bir “Çağrı” dergisini de hazırlamaya düşündük. Hoşunuza gitmesini arzu ediyoruz ve bu dergi aracılığıyla Rabbin sevgisini ve isteğini sizlere hissettirsin. Paskalya’ya hazırlık döneminde kilise bize “Oruç, dua ve hayır işleri” aracılığıyla Paskalya bayramına hazırlanmamızı ister, öyle ki biz de Kurtarıcımız Mesih İsa’yla birlikte Göksel Babamızın huzuruna çıkalım. Kilisemiz her zaman açıktır ve Rab sizi bekliyor. Onu ziyaret etmeği unutmayın. Saygı ve sevgi ile, john **************** Aziz Corç Corç dördüncü yüzyıl başlarında yaşamını Mesih için veren bir asker idi. Aziz Corç‟un babasının ölümünden kısa bir süre sonra, Justus adında Tanrı‟yı çok seven birisi Filistin valisi olarak onun yerine geçer. Lydda‟ya geldiğinde genç Aziz Corç ile birlikte babansın ölümü üzerine kederlenir. Justus daha sonra Aziz Corç‟un annesinden onu kendisine evlat olarak emanet etmesini ister. Genç adama askeri eğitim vermek ve onu ordularına general yapmak istediğini söyler. Annesi bu isteği kabul eder. Böylece Corç yeteri kadar büyüdüğünde, Justus onu yüz asker ile birlikte imparator Diocletian‟a gönderir. İmparator Corç‟dan çok memnun kalır ve kısa sürede onu beş bin kişiye general yapar. Sonra imparator onu daha büyük bir kraliyet şatafatı ile tekrar valiye gönderir. Nicomedia‟daki kiliselere karşı resmi emirin yayınlanmasından hemen sonra ünlü ve çok onurlandırılan bir kişi fermana el koydu ve onu kutsal olmayan değersiz ve kafir bir şeymiş gibi parçalara ayırdı. Bu eylemde Tanrı‟ya duyduğu şevkle harekete geçti ve imanın verdiği ateşle bunu yaptı. Ve bunu Diocletian ve Galerius henüz Nicomedia iken yaptı. Kendisini bu şekilde gösterdikten sonra, bunun gibi her yiğitliğin sonrasında gelebilecek olan acıları göğüslendi. Ve ölene kadar ruhunu neşeli ve huzurlu tuttu. Suçu yüzünden Corç‟a çok şiddetle eziyet edildi ve muhtemelen 303 yılında kafası kesilerek idam edildi. Hıristiyanların Aziz Corç‟u efsanevi ejderhayı öldüren kişi olarak kutlamalarının nedeni belki de içimizde rastladığımız daha gerçek ejderhalara karşı zafer elde etmemize aracılığıyla yardım etmesini umduğumuz içindir. Ejderha Avcısı Aziz Corç, bizim için dua et. Paskalya’ya Hazırlık Dönemi Kilise litürji yılında oruç dönemi olarak da anılan paskalya öncesi arınma dönemi kırk gün sürer. Bu dönem Paskalya Bayramına bir hazırlık olmalıdır. Bu kırk gün Eski Ahit‟in halkı olan İsrail halkının vaat edilmiş topraklara girmeden önce kırk yıl boyunca çölde denenip arındığını hatırlatır. Aynı şekilde İncillerinde tanıklık ettiği gibi İsa‟nın açıkça vazetmeye başlamadan önce kırk gün çölde yaşadığını da hatırlatır. Paskalya öncesi hazırlık dönemine adını veren orucun değişik şekilleri olabilir. Ancak Hristiyan orucu olarak en başta, yaşamında başkalarına ve Tanrı‟ya daha fazla yer verebilmek için insanın kendisini geriye çekmesidir. Paskalya öncesi tövbe ve arınma dönemi yaşamın bütün yönleriyle bir tövbeye çağrıdır. Bununla, yapabileceğimiz iyi şeyleri korumak ve sürdürmekte kastedilmektedir. Örneğin çocukların, hastaların, ruhen “Ya Rab, aç dudaklarımı, Ağzım yorgun ve bitkin durumdaki insanların korunması gibi. senin övgülerini duyursun.” Oruç dönemi, bize bütün kabiliyetleri ve yürek gücünü vermiş olan Tanrı‟ya, İsa Mesih‟e yönelimdir. Böylesi bir tövbe veya yönelim, özellikle af ve yeni bir başlangıç söz konusu ise bazen zor ve sıkıntılı olabilir. İster yiyecek, ister para, isterse zaman veya ortam açısından olsun oruç Tanrı‟ya ve insanlara sevginin bir yansımasıdır. İsa İncil‟de, “Beni seven sözüme uyar, Baba‟mda onu sever. Biz de ona gelir, onunla birlikte yaşarız” (Yuhanna 14,23) diyor. Böylesi bir oruca alışmak gerekir. Paskalya öncesi kırk gün bunun için iyi ve uzun bir süredir: çıkmaz sokaklardan geri dönebilmek, insanı düşüren alışkanlıklardan kurtulmak. Bu dönem paskalya bayramını büyük bir sevinçle yürekten kutlamaya yardım eden bir süreçtir. Kilisenin ilk dönemlerinden beri paskalya‟dan önceki kırk gün, paskalya gecesi vaftiz olacak yetişkinlerin vaftize hazırlanmalarına da yöneliktir. Vaftiz İsa Mesih‟in ölümüne ve dirilişine paydaş olmaktır. Vaftiz tövbe ve değişimin belirgin sembolü aynı zamanda Rabbe güvenle yönelimin bir işaretidir. Günahların affıyla iç içe olan şey ise Kutsal Ruh‟ta yeniden doğum armağanıdır. Yeni vaftizliler vaftizden sonra İsa‟nın dirilişine ve Paskalya‟da ki mevcudiyetine katılımlarının sembolü olarak beyaz giysiler giyinirler. Daha o zamandan Havari Pavlus Galatyalılara şöyle seslenmişti: “Vaftizde Mesih‟le birleşenlerinizin hepsi Mesih‟i giyindi” (Galatyalılara mektup 3,2). Paskalya Bayramından önceki kırk günlük bu süreç bütün imanlılara Hristiyan varoluşunun bu gizemini şahsen takip edebilmek için yeterli zamanı sağlar. Vaftizde giyindiğimiz bu yeni elbise bizi ne hale getirdi? Aziz Altın ağızlı Yuhanna‟nın uyarısına göre özellikle dua ve merhamet işleriyle yeniden kazanılabilecek olan başlangıçtaki ışığı ne durumda? **************** KÖTÜ SÖZLER Metroda normal bir iş günündeydi. Kolunun altında bir deste gazete olan bir adam vagonda ilerliyorlardı. Büyük bir ihtimalle “sokakta yaşayan” evsizlerden biri olduğu belliydi. Birisi: “sizden bir şeyler alan oluyor mu?” diye sordu. Adam elindeki gazete destesini kaldırıp gösterdi: “Görüyorsunuz işte. Biliyor musunuz biraz önce arkadaki bir kadın bana „Geçen kış senin gibilerden maalesef çok azı donarak ölmüş‟ dedi!” Keskin sözlerle yaralamak, keskin bir bıçakla yaralamaktan çok daha kötü olabilir. Söz yaraları bıçak yaralarından çok daha zor iyileşirler. Zamanımızda iyi ve sağlıklı bir konuşma kültürü maalesef yoktur. Bu, oruç için bir düşünce olabilir mi? İnsanın oruç döneminde iyi işler yapmak için kendisine büyük programlar yapmasına gerek yoktur, belli bir düşünce için cesarete gereksinimi vardır. Bu da örneğin şöyle olabilir: özellikle ağzımdan çıkanlara dikkat edeceğim. ORUÇ DÖNEMİ Oruç dönemi, dua, oruç ve sıkıntıdakilere hizmetle “şekillenmiş” bir dönemdir ve bütün Hristiyanlara kendi yaşamlarını ciddi bir eleştirel gözden geçirme yolu ile Paskalya bayramına hazırlanma olanağı sunar. Bu açıdan Hristiyan, imanlının günlük yaşamdaki yolunu da aydınlatan Tanrı sözü ile daha özel ve yoğun bir biçimde meşgul olur. Kim ciddi bir şekilde düşünme ve tövbe için, yaşamını gözden geçirip değiştirmek için zamana ihtiyacı olmadığını söyleyebilir? Oruç dönemi işte böyle bir dönemdir. Kül Çarşambası ile Paskalya bayramı arasındaki Oruç Dönemi, belki de hâlihazırda bağımlı olduğumuz veya olabileceğimiz şeylerden yedi hafta boyunca feragat etmeye yönelik bir davettir. Beden ve ruh için binlerce yıllık oruç geleneğinden daha iyi bir şifa yoktur. Ancak insanın öncelikle bunu deneme gücü ve isteğine sahip olması gerekir. Yüzme de yalnızca suyun içinde öğrenilir. İnsan orucu da ancak buna başlarsa öğrenebilir. Yedi hafta boyunca vazgeçebileceğim, feragat edebileceğim bir şey var mı? İşte oruç tam bu şekilde başlayabilir. Gerçek Hristiyan yaşamının bu yenilenme, şükranla hatırlama ve yeniden canlanma dönemlerine ihtiyacı vardır. Hristiyan orucu, Tanrı‟nın ve diğer insanların, oruç tutanın yaşamında daha fazla yere sahip olmaları için kendini geri plana çekmektir. Böylece oruç ister yiyecek, isterse para, zaman veya mekândan feragat olarak Tanrı‟ya ve diğer insanlara sevginin bir ifadesi haline gelir. Yüreğin güçleri böylece yeniden serbest kalırlar. İnsan kendini sevgi içinde yeniden Tanrı‟ya yöneltir. Bu ise her feragatin sonuçta olmak istediği küçük sevgi işaretlerinde yüreğin tövbesi ve dönüşümüdür: Tanrı‟nın bizim için her şeye değer olduğunun işaretidir. Böylesi bir tövbe ve arınma emirle olmaz. Bu yüreğin, özgürlüğün ve sevinç dolu sevginin konusudur. Hristiyan orucu insanı bir bütün olarak görür ve bu nedenle orucun hedefi arınma, yenilenme, tövbe, yüreğin temizliği için daha etkin bir çaba ve derin bir Tanrı bağlılığıdır. Yalnız temiz bir yürek sevgiye yetkindir ve onsuz kimse cennete erişemez. Kim oruç döneminde bedeni ve ruhuyla Tanrı‟ya yönelirse, kendisini büyük Diriliş Bayramı‟na hazırlar. Rab, Tanrımız, kutsal kırk günün başlangıcında senden diliyoruz: Tövbe etmemize ve pişmanlığım, sevginin işlerini yerine getirmemize yardım etki, kötü eğitimlere düşmeyelim. Günahlarımızdan bizi kurtar ve bizleri Rabbimiz Mesih İsa'nın çektiği acıları layıkıyla anlayabilmeye yetkin kıl Seninle birlikte yaşayan ve ebediyen hükmeden Rabbimiz İsa Mesih‟in adıyla. Amin. HAVARİ PAVLUS Aziz Havari Pavlus Türkiye‟de bugün Tarsus adı ile bilinen yerde Roma vatandaşı bir Ferisinin oğlu olarak İ.S. 10 yılında doğdu ve kendisine Saulus adı verildi. Sık sık Roma vatandaşlık haklarından bahsetmiştir. Bu sayede kendisine karşı olan davanın Filistin‟den Roma‟ya, Sezar‟ın mahkemesine aktarılmasını sağlayabilmiştir.(Havarilerin İşleri 25,11-12; 28,17). Saulus babasının da mesleği olan halı dokumacılığını öğrenmiştir. Saulus teolojik eğitimini aralarında Gamaliel de olmak üzere Kudüs‟te ki en iyi öğretmenlerden almıştır(Havarilerin İşleri 22,3). Saulus çok iyi eğitimliydi ve kullandığı sözcükler, özellikle benzetme ve ifadeleri onun büyükşehirli birisi olduğunu gösteriyordu. Daha sonraki misyon gezilerinde de devamlı büyük şehirlere de gitti. Efes, Atina; Korint; Kudüs ve Roma. Diakon İstefanos‟un taşlanarak öldürülmesi sırasında adı ilk kez ortaya çıkar: “İstefanos‟a karşı tanıklık etmiş olanlar, kaftanlarını Saul adlı bir gencin ayaklarının dibine bıraktılar”(Havarilerin İşleri 7,58). Yahudi imanının korunması için gösterdiği gayret nedeniyle Saulus Hristiyanlara fanatik bir şekilde zulmedenlerden biri oldu, hatta Şam‟da bile “ Yeni yolun” taraftarlarını tutuklamak için kendisine tam yetki çıkarttırdı. Ancak Saulus Şam yolunda -kelimenin tam anlamıyla- “yere yıkılır” . Şam önlerindeki bu deneyim ve “bir sesin kendisine: Saul, Saul, neden bana zulmediyorsun? “ demesi yaşamını tamamen değiştirir. Dirilmiş olan Rab‟le bu karşılaşma Hristiyanlara zulmeden Tarsuslu Saulus‟u o anda şu anlayışa kavuşan Pavlus‟a dönüştürür: Golgota tepesinde haçlanan İsa yaşıyor, O dirilmiş Mesih, Rab, Tanrı Oğlu‟dur. O günün lütfu Pavlus‟u ebediyen Mesih‟in tanığı ve havarisi kılacaktır. Havari Pavlus için şu kesindir: Hristiyanlara zulmeden, İsa Mesih‟le karşı karşıyadır. Pavlus‟a göre ne Kilise Mesih‟ten ayrı tutulabilir, ne Mesih Kilise‟den. Kim Mesih için çalışmak isterse bunu yalnızca O‟nun Kilisesi‟nde yapabilir, asla Kilisesi‟ne karşı değil. Pavlus‟un bir yahudi olarak hizmet etmek istediği Tanrı onu Mesih İsa‟nın müjdesinin vaizi kılmıştır (Galatyalılara Mektup 1,11-16). „Bir zamanlar bize zulmeden adam, önceleri yıkmaya çalıştığı imanı şimdi yayıyor“ (Galatyalılara Mektup 1,23). Havari Pavlus‟un misyon gezilerine bakıldığında bu yaklaşık 16.800 kilometreye denk gelir. Pavlus katı, gayretli bir vaizdi ve Rab‟bin ona verdiği görevden emindi: “İster biz, ister gökten bir melek size bildirdiğimize ters düşen bir müjde bildirirse, lanet olsun ona” (Galatyalılara Mektup 1,8). Pavlus yüreğinde Mesih‟e yönelik bir mistikti ve sözleri, inandırıcılığı, canı çıkarcasına gösterdiği gayreti ile insanları sürüklüyordu. Bu sırada, hastalıklarının tariflerine bakılırsa (Korintlilere 1. Mektup 2,3; Korintlilere 2. Mektup 1,8; 12,2) sağlığı hiç de yerinde değildi. Pavlus 67 yılında Roma‟da kılıçla şehit edildi. Mezarının üzerinde görkemli Pavlus Bazilikası (Roma kapılarının önünde Ostiense yolunda) inşa edildi. PAPA II. JEAN PAUL 1 mayıs 2011’de Mübarek ilanı Papa II. Jean Paul kendisinin uzun ve renkli papalık dönemini tamamen Tanrı ve insan hakkındaki bu gerçeğe hizmete adamıştır. 2002 yılında Krakau‟daki Tanrısal Merhamet tapınağının kutsanması sırasında söylediği sözler şunlardır: „İnsanlar için Tanrı‟nın merhametinden başka hiç bir umut kaynağı olamaz“. Rahibe Faustyna‟nın mesajı gibi O‟nun mesajı da Tanrı‟nın merhametinin en büyük açınlanışı olan Mesih‟in yüzüne yönlendirmektedir. Papa II. Jean Paul dünya çapında yeni çağın en büyük şahsiyetlerinden biri olarak kabul edilmektedir. Olağanüstü bir dayanıklılık ve güç sahibi, sözleri, jestleri ve gezileriyle dünyanın coğrafyasını, kilisenin görünüşünü ve uluslar, dinler arasındaki ilişkileri tam anlamıyla değiştirmiş olan kilisenin karizmatik bir hizmetkârıydı. Kirche in Not kurumunun başkanı Orazio Petrosillo şöyle yazıyor: “Papa II. Jean Paul kiliseyi modern çağın dinamiğine uydurdu ve çoğu zaman insanlığın ve gerçek, derin değerlerinin savunmasında tek cesur ses olarak kendini gösterdi.” Karol Jozef Wojtyla 18 Mayıs 1920‟de Krakau yakınlarında küçük bir şehir olan Wadowice‟de doğdu. Karol Wojtyla ve eşi Emilia Kaczorowska‟nın küçük oğullarıydı. Annesi 1929, doktor olan abisi Edmund 1932, emekli subay olan babası da 1941 yılında vefat etti. (Ben de sana şunu söyleyeyim, sen Petrus‟sun ve ben kilisemi bu kayanın üzerine kuracağım. Ölüler diyarının kapıları ona karşı direnemeyecek.. Göllerin Egemenliğinin anahtarlarını sana vereceğim. Yeryüzünde bağlayacağım her şey göklerde de bağlanmış olacak yeryüzünde çözeceğin her şey göklerde de çözülmüş olacak. (Matta 16,18vd) Karol Wojtyla, Wadowice lisesini bitirdi ve 1938 yılında Krakau üniversitesinde okumaya bir yandan da oyunculuk okuluna gitmeye başladı. Almanların işgalinden sonra üniversite 1939 yılında kapatıldı, Karol fabrika işçisi olarak geçimini sağlamak durumunda kaldı. Aynı zamanda bir tiyatro topluluğunun üyesiydi. 1942 yılında rahipliğe olan çağrısını tanıdı ve Kardinal Sapieha‟nm kurmuş olduğu Krakau‟daki gizli rahiplik okuluna girdi. 1 Kasım 1946‟da rahipliğe kutsandı ve ardından Roma‟da Angelicum‟da eğitimine devam etti. “Aziz Johannes von Kreuz‟un eserlerinde iman sorunları“ konulu çalışmasıyla 1948 yılında doktor unvanını kazandı ve Polonya ya döndü. Doktora çalışmasının yeni bir düzenlemesi ile Krakau üniversitesinden de doktor unvanını aldı. Yeniden üniversite çalışmalarına başlamadan önce kiliselerde ve üniversite öğrencilerinin rahibi olarak hizmet etti. 1953 yılında “Max Scheler üzerine bir Hristiyan ahlakı temellendirmek olasılığı hakkında” adlı çalışması ile bir kez daha doktor unvanını aldı. Krakauer rahiplik okulunda ve Lublin üniversitesinde moral teoloji ve sosyal ahlak konularındaki öğretmenliği yanında edebi bir etkinlik geliştirdi. Papa XII. Pius 4 Temmuz 1958‟de Wojtyla‟yı Krakau yardımcı episkoposluğuna atadı, bu makama kutsanması ise 28 Eylül 1958 tarihinde g çekleştirildi. Wojtyla‟nm büyük bir gayretle katıldığı 2. Vatikan Konsili sırasında Papa VI. Paul tarafından 13 Ocak 1964‟de Krakau Başepiskoposu olarak atandı. 28 Haziran 1967‟de ise kardinalliğe kutsandı. 16 Ekim 1978 tarihinde kardinaller onu 455 yıldan beri İtalyan olmayan ilk papa olarak seçtiler. Papalık adı olarak selef adına uygun olarak II. Jean Paul adını seçti. Papalık dönemini medya araçlarıyla ilişkisindeki karizması ile yoğun seyahatleri ve diğer dinlerle barış ve diyalog çabaları biçimlendirdi. Mart 2002 tarihine kadar 95 yurtdışı ve 141 İtalya içi seyahat yapmıştı ve Roma episkoposu olarak Roma‟nın 334 kilise bölgesinden 301 tanesini ziyaret etmişti. Papa II. Jean Paul Viyana Donau parkındaki vaazında insanın, aile ve toplumun durumunu incil‟den kaybolan oğul benzetmesiyle kıyasladı. İsa‟nın bu benzetmesi insanın şimdiki durumunu, “kötü kullanılan özgürlüğün dramını” yansıtmaktadır. Haziran 2002 yılına kadar II. Jean Paul‟ün 14 Papalık öğreti bildirgesi, dokuz havarisel yasası ve çok sayıda havarisel öğreti yazıları ve mektupları yayınlanmıştı. Papa II. Jean Paul‟ün 26 yılı aşkın bir süre devam eden papalık dönemi bütün kilise tarihindeki en uzun papalık sürelerinden biridir ve daha önceki papalardan hiç biri hem medya araçları, hem de aynı zamanda şahsi kabulleri ve Roma ile diğer seyahat ettiği yerlerde düzenlenmiş olan büyük toplantılarda olduğu gibi bu kadar çok insanla temas kurmamıştır. Yalnızca Kutsal Jübile Yılı olan 2000 yılında Roma‟ya sekiz milyon hacı gelmiştir. Papa II. Jean Paul iki suikasttan sağ olarak kurtulmayı başardı. Türk terörist Ali Ağca‟nın 13 Mayıs 1981‟de Petrus meydanındaki suikastından sağ olarak kurtulması, yine bir 13 Mayıs günü Fatima‟da (Portekiz) çoban çocuklara görünmüş olan Meryem Ana‟ya yönelik saygı ve sevgisini daha da güçlendirdi. Tam bir yıl sonra Fatima‟ya bir şükran ziyareti sırasında bu defa da Roma ile çekişme içinde bulunan eski başepiskopos Marcel Lefebvre‟nin taraftarlarından birinin saldırısından kurtuldu. Papa II. Jean Paul‟un imanlılara 1. Nisan 2005‟teki son mesajı: “Ben sevinçliyim, siz de öyle olun" AZİZ CHARBEL YUSSEF MAKHLOUF 5 Aralık 1965‟te, II. Vatikan Konsili‟nin törensel kapanış gününde, tüm dünyanın kardinal ve episkoposlarının huzurunda Roma‟da Lübnanlı keşiş ve münzevi Charbel Yussef Makhlouf mutlu ilan edildi. Yussef Makhlouf yoksul bir köylü ailesinin beş çocuğunun en küçüğü olarak 8 Mayıs 1828‟de Lübnan‟da, Beka Kafra‟da doğdu. Babası Yussef üç yaşındayken öldü. Babası Osmanlı ordusunca bir taşıma için zorla görevlendirilmişti ve dönüş yolunda yorgunluktan öldü. Her iki dayısı, Augustin ve Daniel keşiş olmuşlardı. Quzhaya manastırının inziva bölümünde onları ziyaret ettiğinde o zamanlar 16 yaşında olan Yussef buna çağrılı olduğunu hissetmişti. Bir yalnızlık ve dua yaşamıyla kendini tamamen Tanrıya adamak istedi. Ancak vasisi olan amcası, kendisi de iyi bir Hristiyan olmasına rağmen buna anlayış göstermedi, üstelik çobanını da yitirmek istemiyordu. Annesi de en genç oğluna güveniyordu, yaşlılığında onun destek olmasını istiyordu. Bir gün Yussef, çok yoksul görünmesine karşın yüzü pırıldayan bir keşişin kendisine doğru geldiğini gördü. 1600 metre rakımlı, herkesin birbiriyle akraba olduğu küçük Beka Kafra köyünde böyle bir rastlantı elbet şaşırtıcıydı. Yaşlı keşiş genç çobana sevincini, Tanrıyı bulmak için nasıl her şeyi terk ettiğini anlattı. Yussef, „Böyle bir yaşam sürmek için gücü nereden bulacağım?“ sorusuna, tüm yaşamı boyunca kullanacağı öğüdü yanıt olarak aldı: “Hiç bir şeyi hedeflememelisin, herkesin sonuncusu olmayı dilemelisin.” Sonuçta 25 yaşında Yussef keşiş olmak için evinden ayrıldı. Keşiş olarak 107 yılında Mesih için canını vermiş Antakya kilisesi şehitlerinden Charbel‟in adını aldı. İki yıllık hazırlığın zorlukları onu yıldırmadı, ağır iş ve tavırları doğal karşıladı, çünkü tüm gücüyle kutsallığa yönelmişti. Yeni vatanı, eğitim yıllarında yalnız bir defa ayrılacağı Annaya manastırı oldu. Başrahibinin başvurusu üzerine Kfifane‟de çok başarılı olduğu eğitim için özel hak sağlandı. Charbel Makhlouf 1859‟da Annaya‟da rahipliğe kutsandı. Yeniden Annaya‟da yine tüm kardeşlerin en alçakgönüllüsüydü. Ne angarya görev, ne de iş onu hedefinden ayıramadı. Elleri kanarken bile gülebiliyordu. Yaz-kış aynı eski ama tertemiz giydiği elbiseyi taşıyordu. Tarlada ağır iş ve dualar dışında, kutsal yazıları çalışıyordu. Çok az olan uykusundan da çalıp, hastaları ziyaret ediyor, yataklarını düzeltiyor, teselli edip başlarında bekliyordu. Charbel çok sıkı bir tövbe yaşamı sürüyordu. Her gece, gece yarısından sabaha kadar çok soğuk havalarda bile ince keşiş kıyafetiyle tabernakel önünde dua ediyordu. 1875'te kendi isteği üzerine manastırın biraz üst tarafındaki inziva hücrelerine taşındığında aynı ruhsal yaşamı sürdürdü. Charbel Makhlouf un mükemmel keşiş örneği olduğu söylenir. Daha yaşarken aziz gibi saygı görüyordu, çünkü onun Tanrıya yakınlığını gösteren işaretler vardı. Birçok hastayı ona getiriyorlar, o da bakıp tedavi ediyordu. Yanılmaz belleği ile sıkı bir tövbe rahibiydi, onun yanında tövbe edenler mutlu ayrılıyorlardı. Charbel insanların ona duyduğu hayranlığı fark etmiyordu, çünkü ilk çağrısını unutmamıştı: Tanrı‟yla birlikte bir yalnızlık yaşamı. Aralık 1898‟de Charbel Makhlouf bir ayin sırasında felç geçirdi ve sekiz gün hücresinde bilinci açık ama felçli olarak kaldı. Gülümseyerek ve dudaklarında bir duayla 24 Aralık‟ta öldü. Ölümü duyulunca büyük bir kalabalık kiliseye doldu. Keşişin mezarında daha sonra öyle çok mucizeler oldu ki, mezarı kısa zamanda çok ziyaret edilen bir hac yerine dönüştü. Keşişin en güçlü işareti ölümünden üç ay sonraydı. Marunî kilisesi patriği 1899'da aziz keşişin mezarını açtırmaya karar verdi. Charbel de kardeşleri gibi tabutsuz iki tahta arasında, basit keşiş kıyafetiyle yağmur ve kar suyu nedeniyle daha sonra bataklığa dönüşen toprağa gömülmüştü. Büyük bir taşla kapatılıp, toprakla örtülen mezar defalarca sular altında kalmıştı. Mezar açıldığında Charbel‟in cesedi hiç çürümemişti, ölü bedeni düzgün, derisi taze, saç ve sakalı yerinde, sanki yeni uyumuş gibiydi. Cesedi cam kapaklı bir tabuta konulup manastırın küçük bir şapeline getirildi. Sonradan orada da çok mucizeler görüldü. &&&&&&&&&&&&&&&&&&&&&&&&&&&&&&&&&&&&&&&&& Bir tanıklık Aslında daha kendi vatanımdayken İsa‟ya yakınlaşmak isteğini duymuştum. Ancak orası bunun yasak olduğu bir ülkedir. İsa‟ya inanırız, evet, ancak yalnızca Muhammed'in en büyük peygamber olarak sonuncusu olduğu bir dizi peygamberden biri olarak. Orada da farklı mezheplerden Hristiyanlar ve kiliseler vardır, ancak onlarla temas kurmak pratikte olanaksızdır. İsa ve imanları üzerine konuşmak Hristiyanlara yasaklanmıştır. Bu nedenle İsa Mesih ve Hristiyanlık hakkında bir şeyler öğrenmek Müslümanlar için olanaksızdır. Bu isteğimi yerine getirmek için önce Avrupa‟ya gelmem gerekiyordu. Burada bambaşka bir toplumsal hava hakimdir. İnsan özgürdür, özgürce davranmaya ve özgürce düşünmeye hakkı vardır. Elbette özgürlük göreceli bir kavramdır, özellikle insanların yaşamlarının her alanını zorla belirlemek ve hükmetmek isteyen İslam rejiminin yorumunun tam karşısında bir anlama sahip olarak. Özgürlük bundan çok daha fazlasıdır. Özgürlük sevgidir, yani kendini geliştirebilmek ve kendi yeteneklerini keşfedebilmek açısından. Bu bana, bizlere bu özgürlüğü bağışlayacak kadar bizleri seven bir Tanrı‟ya inanmanın, sevginin anlamını gösterdi. Tanrı O‟na yönelik olacağımız, yüreğimizde iyilikle davranacağımız ve O‟nun sevgi emirlerine göre yaşayacağımız konusunda bizlere güveniyor. Benim ilgim İsa Mesih‟in şahsına yönelikti. O‟nu, bazılarında da yaptığı işler tasvir edilen kiliselerdeki resimlerde görmüştüm ve O‟nun kendisi ve yaşamı hakkında daha fazla bilgi edinmek istiyordum. O‟ndan çok etkilenmiştim. Tesadüfen elime bir kitapçık geçti. Bir çırpıda baştan sona okudum. Bu kitap bende kiliseye ait olma isteği uyandırdı. Vaftiz olmak istiyordum. Bulunduğum yerin kilisesinde bu isteğime kulak veren insanlar buldum ve beni, İsa Mesih‟e ait olmak isteğindeki birçok insana yardım etmiş olan bir kuruluşa yönlendirdiler. Törenle katekümenliğe kabul edildim. Bu benim için büyük bir deneyimdi ve kendimi bir topluluğa kabul edilmiş olarak gördüm, çünkü birçok insan, hatta tanımadıklarım bile benimle gerçekten sevinmişlerdi. Yakında kutsal vaftize erişeceğim. Dualarım İsa‟yı daha bulamamış insanlar içindir. Kendi ailem, karım ve çocuğum da buna dahildir. Karım aşırı dindar Müslüman bir ailedendir. Benim dualarım özellikle onun içindir, öyle ki hem o hem de çocuğumuz gerçek imanı bulsunlar ve İsa Mesih‟e ait olsunlar. RABBİN DUASI İsa bir yerde dua ediyordu. Duasını bitirince öğrencilerinden biri, „Ya Rab‟ dedi, „Yahya‟nın kendi öğrencilerine öğrettiği gibi sen de bize dua etmesini öğret‟ dedi. (Luka 11,1) Günümüzde Hristiyanlık için “Rab bize dua etmeyi öğret” ifadesinden daha güncel bir dilek olabilir mi? Hiç dua ediyor muyuz? Dua etmenin hala bir anlamı var mı? Dualarımızla Tanrı‟ya erişebilir miyiz? İşte bu sorular üzerinde düşünmemiz gerekir. Mesih İsa‟nın bu soruya verdiği yanıt açıktır: “Dua ederken şöyle söyleyin: „Baba, adın kutsal kılınsın. Egemenliğin gelsin.” İsa Mesih‟in istediği gibi dua etmenin bazı önkoşulları vardır: Tanrı‟ya canlı bir bağlılığa kaynaklı şekilde dua etmeli yani tüm varlığımızı Tanrı üzerine kurmalıyız. Yaşamımızı temelden Tanrı‟ya yönelik açmalı ve yanıtı beklediğimizden farklı olsa da O‟nun sevgisini anlamaya hazır olmalıyız. Bu bizden yaşamımız ve dünyamız için de sorumluluk almaya hazır olmamızı ve her şeyi Tanrı‟nın üzerine atmamamızı talep eder. Dünya bir miskinler tekkesi değildir ve dua edenin yeryüzünde kurtuluş ve mahvolmanın söz konusu olduğunu ve kutsal yazıların da belirttiği gibi Tanrı‟nın Egemenliğinin başlamasının söz konusu olduğunu bilmesi gerekir. Dua, Tanrı‟nın kudreti ve lütfuna en canlı tanıklıktır. Ancak Tanrı‟nın yanımda olduğuna inanıyorsam doğru bir şekilde dua edebilirim. Beni önemsediğine, bana yöneldiğine, bana yardım etmeye kudreti olduğuna inanıyorsam doğru ve anlamlı şekilde dua edebilirim. Dua, Tanrı‟nın beni, sıkıntılarımı ve sevinçlerimi önemsediğine olan güvenimin ifadesidir. Tanrı‟ya, avukatımıza gittiğimiz amaçla gitmeyiz. Avukatın görevi bizi temsil etmek ve haklarımızı savunmaktır. Bunun için karşılığını öderiz. Bu nedenle hizmetimizdedir. Ancak Tanrı bizim hizmetimizde değildir, biz daima O‟nun hizmetindeyiz. Biz dileklerimizle Tanrı‟nın isteğini değiştirmeye çalışmayız, aksine Tanrı‟nın bizim isteklerimizi dönüştürmesini, yaşamımızı tamamen O‟nun isteğine adayabilmemiz için bize güç vermesini dileriz. Bu nedenle her dua Göklerdeki Babamız duasının temel dileğine açılmalıdır: “Senin isteğin olsun!” İsa gibi insani yüreğimizin korkularından kaynaklı olarak dileyebiliriz: “Bu kadeh benden uzaklaşsın!” Ancak bunu O‟nun gibi hazır olarak yapabiliriz: “Ancak benim değil, senin isteğin olsun!” Adımızla çağırmış, sevgiyle seslenmiş olan, sözlerine dualarımızla bir güven ve şükran yanıtı isteyen gerçek Tanrı‟yı kaybetmemek için duaya ihtiyacımız vardır. “Tanrım, yüreğimin Tanrısı”! Selam Sana Selam Sana, en tanınmış Meryem Ana duasıdır. Bu duanın ilk bölümü olan Melek Gabriel‟in Nasıra‟daki Bakire‟ye getirdiği selam Kitabı Mukaddes‟e dayalıdır. Meryem‟e, Kurtarıcının annesi olacağı gizemi acılanmıştır: “Selam, ey Tanrı ‟nın lütfuna erişen kız! Rab seninledir.” (Luka 1,28) “Lütufla dolu olan” Meryem Ana‟nın en güzel adıdır, bu adı O‟na, daima sevilen ve en değerli armağanı almak üzere seçilmiş olan olduğunu göstermek için Tanrı bağışlamıştır: “Beden alan Tanrı sevgisi” İsa “ [Tanrı sevgidir] başlıklı (Papalık öğreti bildirgesinden). Meleğin bu selamı, Meryem Ana‟nın ileri yaşta çocuk beklediği için yardımcı olmak üzere yanına geldiği akrabası Elizabet‟in övgüsü ile devam eder. “Kadınlar arasında kutsanmış bulunuyorsun, rahminin ürünü de kutsanmıştır”(Luka 1,42) Meryem ile Elizabet‟in buluşmasında özellikle görünmez şekilde etkin olan İsa‟dır. Meryem Ana O‟nu bir tabernakel gibi bedeninde taşımakta ve Zekeriya‟ya, eşi Elizabet‟e ve rahmindeki çocuğa en değerli armağan olarak sunmaktadır. Vaftizci Yahya‟nın annesi O‟na şöyle diyor: “Selamın kulaklarıma eriştiği an, çocuk rahmimde sevinçle hopladı.” Kitabı Mukaddes‟ten bu iki ifadenin birleşimi 7. yüzyıldan kalma bir çömlek parçasında ve daha sonra da başlık şeklinde Roma‟daki Santa Maria Antiqua bazilikasında yer almaktadır. İlk dönem Hristiyanlık meleğin ve Elizabet‟in sözlerini dua şeklinde kullanmaya başlamış ve bu şekilde Tanrıoğlu‟nun beden alışının büyük gizemini derinden düşünüp şunu ifade etmiştir: “Kutsal Ruh ‟un kudretiyle beden aldı ve Bakire Meryem ‟den doğdu”. Büyük olasılıkla 13. yüzyılda Papa IV. Urban döneminde “İsa” sözcüğü, başlangıçta “İsa Mesih, Amin” sözcükleri - eklendi. İsa adı aynı zamanda bu duanın merkezidir, çünkü Meryem Ana bu duanın merkezi değil, şefaati için seslenenleri yönelteceği Oğlu bedeninin meyvesi olan İsa - bu duanın merkezidir. Meryem Ana neredeyse İsa da oradadır. Kim yüreğini Meryem Ana‟ya açarsa, Oğul‟la bir araya gelir ve O‟nu kabullenip sevinciyle dolar. Aziz Pavlus Galatyalılara Mektup‟ta şöyle diyor: “Tanrı, kadından doğan öz Oğlu’nu gönderdi”(Galatyalılara Mektup 4,4). Origenes de bunu yorumunda şöyle yazıyor: “Şuna dikkat et: Pavlus, bir kadın “aracılığıyla” doğdu demiyor, bir kadından doğdu, diyor”. Büyük yorumcu ve dinsel yazarın bu açık gözlemi önemlidir, gerçekten de Tanrıoğlu eğer bir kadın “aracılığıyla” doğmuş olsaydı, o zaman insanlığımızı gerçekten üstlenmiş olmazdı, ancak o bir kadından, Bakire Meryem ‟den doğarak insanlığımızı gerçekten üstlenmiştir. Meryem Ana’nın analığı bu nedenle gerçek ve tamdır. “Tanrı, kadından doğan öz Oğlu‟nu gönderdi” ifadesi İsa‟nın insani doğamızı tamamen üstlenmiş olan Tanrısal şahıs olduğu gerçeğini vurgular. O Tanrıoğlu‟dur, ancak aynı zamanda bir kadının Oğlu‟dur. Meryem Ana‟dan bizlere gelmiştir. O hem Tanrı‟dan hem de Meryem Ana‟dandır. Bu nedenle İsa‟nın annesi “Theotokos”, Allah’ın Annesi olarak adlandırılabilir. Meryem Ana annedir, ancak Bakire annedir. Meryem Ana bakiredir, ama anne olan bir bakiredir. Bu noktalardan biri göz ardı edilirse İncillerin bize sunduğu bu gizem tam olarak anlaşılamaz. Mesih‟in annesi olarak Meryem Ana, aynı zamanda Kilise‟nin de annesidir. İsa haçta bütün insanlık için kanını akıttığı ve bütün insanlığı O‟nun annelik özenine emanet ettiği için Meryem Ana sonuçta bütün insanlığın ruhani annesidir. “Selam sana” duasını ettiğimiz her defasında “Allah‟ın Annesi” unvanıyla O‟na yönelir ve “biz günahkârlar için” dua etmesini dileriz. Özellikle yalnızca Tanrı‟nın lütfunun barış, teselli ve adalet sağlayabileceği durumları, beden almış Tanrı‟nın annesi olan Meryem Ana‟nın şefaatine emanet ederiz. Kastabala – Hierapolis Sütunlu caddeleri, Anfitiyatrosu, bazilikaları, Kilise, Hamam kalıntıları ve Kalesi ile 1500 dönümlük alan üzerinde bulunan Kastabala Çukurova‟nın en önemli antik kentidir. Seleukos Krallarından IV. Antiochas Epiphanes‟in hakimiyeti döneminde ( M.Ö. 175 - 164 ) basılan sikkelerde Hierapolis adıyla alınmaktadır. Antiochas kentte uzun zamandan beri tapınım “Perasia” ismindeki tanrıçanın tapınağından dolayı kente “Kutsal Şehir” adını vermişti. Roma ve Bizans döneminde bölgenin önemli kent merkezlerinden birisidir. Kastabala döneminin bir din merkeziydi. Kentin Episkoposları 431 yılında Efes‟te yapılan Konsili katılmışlardı. 524-561 yıllarında meydana gelen depremlerde kent büyük zarar görmüştür. Ortaçağda Haçlılar tarafından yapılan ve halk arasında Bodrum Kale olarak bilinen Kalesi hala ayaktadır. 14 yy.‟da Ramazanoğulları‟nın eline geçen Kastabala şehri eski önemini yitirmiştir. Hieropolis “Tapınak Kenti” ve Kastabala “Tapınak düzlüğü” anlamındadır. Artemis Tapınağı ile ünlü bir kent idi. Antik devirde her yıl yapılan dini törenlerde Ceyhan (Pyramos) nehri kıyısındaki kentliler ve doğu Kilikya burada toplanırdı. Ünlü rahibeler kor halini almış ateşler üzerinde çıplak ayaklarıyla dans ederek gösteri yaparlardı. Akrobatların gösterileri de pek meşhurdu.Selefkos korsanları döneminde halk kenti terketti. Kilikya valiliğine atanan Romalı ünlü hatip Çiçero‟nun başarılı iskan çalışmalarının ardından M.Ö. 39‟da yerel kral Tarkondimotos zamanında kent yeniden kuruldu. Sütunlu caddeler açıldı, tiyatro ve stadyum yapıldı. Bizans İmparatorluğu devrinde Bazilikaları, kiliseye dönüştürüldü. Son olarak ortaçağda Haçlı Baronları tarafından yaptırılan kalesi bu gizemli kenti taçlandırdı. Nasıl ulaşabiliriz? Osmaniye Kadirli yolunda Karatepe‟ye giderken yolun da yolun sağ tarafında kalır.