Kürd ile istan - Erol Dündar
Transkript
Kürd ile istan - Erol Dündar
www.freekitap.com www.epubkitap.com www.sizolsaydiniz.com Erol Dündar, 1972 yılında Sivas Koçgiri Karaibo (Çaypınar) köyünde doğdu. Siyasi faaliyetlermden dolayı 1991-1996 ve 1998 yıl larında tutsak düştü. Son tutsaklığında müebbet hapis cezasına çarptınldı. Hala Kandıra 1 No'lu F Tipi Ha pishanesi'nde bulunmaktadır. Yazarın ilk kitabı olan Uygarlığın Çöküşü ve Sosya- lizmin Dirilişi, 2000 yılında Bibliotek Yayınları tarafından yayımlandı. Daha sonra, 2008 yılında Bel ge Yayınları'ndan Dört Mevsim Bahar adlı şiir kita bı; 2011 'de Nasıl Bir Sosyalizm İçin ... Marksizm ve Sosyalizm Üzerine Eleştirel Notlar çalışması Erol DündarSuat İncedere imzasıyla yayınlandı. EROLDÜNDAR KÜRD İLE İSTAN Gerçeğin efsaneye Efsanenin gerçeğe dönüştüğü yerde Ütopik bir hayaldi Mutluluktan geriye kalan. İşte bu yüzden Eskidikçe anlamlar çoğaltan Kavuşmasalar da Adları yan yana yazılan Eski masallardaki aşklar gibi Yan yana yazıyoruz adımızı Kürd ile İstan BELGE YAYlNLARI: 748 Poetika Dizisi KÜRD ile iSTAN © Erol Dündar Kapak Tasarım 1 Emel Akgül Sayfa Düzeni 1 Aristan Birinci Baskı ı Şubat 2013 Baskı ve Cilt 1 Ceylan Matbaa (Ahmet Uçar) Davutpaşa Cad. Güven Sanayi Sitesi 83- 317-318-319 Topkapı-Zeytinburnu 1 istanbul O (212) 613 1O 79 Sertifika No: 23352 BELGE ULUSLARARASI YAYINCILIK Cemal Nadir Sokak, Büyük Milas Han No: 121-130 D: 26-28 Cağaloğlu-Fatih 1 istanbul Tel: O (212) 517 44 53 E-mail: belgeyayinlari@gmail.com www.belgeyayinlari.com.tr Sertifika No: 11206 KÜRD ile iSTAN Erol Dündar belge yayınları Kalbimizin kırsalında yurt toplayanlara ... İÇİNDEKİLER KOÇGiRi iSYANI .............................7 ŞEYH SAiD iSYANI....................... 57 ARARAT -AGiRi- iSYANI ............ 103 DERSiM iSYANI .........................153 KOÇGİRİ iSYANI "Koçgiri* başladı harbe Ses gitti şarka garbe Bir ordu asker geldi Dayanamadılar bu harbe" Alişer * Koçgiri -Qoçgiri, Qoçkiri- Goça gır = Büyük Göç demektir. I Maviden başka düş Aşktan başka renk tanımazken gökyüzü Alınteriyle sulanırken toprak Ne sınır ne çit Bir büyük babçeydi dünya Çağ şiir çağıydı Hesaba kitaba vurulmazdı hayat Şiir gibi Durmak bilmez bir coşkuydu yaşamak Metelik yok nitelik çoktu Ekmek, süt ve hürriyet için Tartıya teraziye gerek yoktu Bütün renkler eşit Bütün sesler özgür Gece ile gündüz kardeşti Beyaz düşmanı değildi siyahın Ölüm ile yaşam Birbirine yol verirdi Kafeste kuş Gözde yaş Karanfile ağıt, yas yoktu Pusu kurulmazdı kardelene Güneş doğmanın Çiçek solmanın vaktini bilirdi İlkbahar gecikmez vaktinde gelirdi Azalmazdı kelebeğin ömrü Kimse çıkmazdı karıncanın yoluna Dağlar kin tutmaz Ovalar kan kusmazdı Nehirler süt ve bal akar Vakitsiz ölmezdi insan Mutsuzluk yasaktı Daima sevgi kazanırdı Çizilebilirdi mutluluğun da resmi Kardeşliği ve özgürlüğü Baş göz üzerine kutsal saydılar Kulağına fısıldayıp Adına "cennet" dediler Mezopotamya'nın koynuna ektiler Ekilip başak verdiler Öğütülüp un oldular Alınterinden tuz Gözpınarından ışık Gönül çeşmesinden sevgi katarak FıratDicle ile yoğruldular Ateş olup harlandılar Gökyüzü gibi açılıp tandıra vuruldular Nar gibi kızarmış Bir mutluluk oldular Güller ekmeğin kokusunu kıskanıyordu Ve tufanlardan kurtulan kuşlar Gelip tandırın başına konuyordu Gerçeğin efsaneye Efsanenin gerçeğe dönüştüğü yerde Ütopik bir hayaldi Mutluluktan geriye kalan İşte bu yüzden Eskidikçe anlamlar çoğaltan Kavuşmasalar da Adları yan yana yazılan Eski masallardaki aşklar gibi Yan yana yazıyoruz adımızı Kürd ile İstan Bireysel egemenlik Toplumsal kölelik Ve sömürgecilik çağında Çok parçalı Çok lehçeli Diyalektik bir aşktır Kürd ile İstan Kürd ile İstan Sarı Kırmızı Yeşil dağlar, nehirler arası Bir gönül yarasıdır Ve dağları yurt tutan Bir halkın bağımsız, birleşik, yeminli sevdasıdır Aşk, Yüreksiz çağların En yürekli düşmanı Ve tüm zamanların En tehlikeli isyanıdır Çünkü esaret çağında Özgürlük için Dövüşenlerin anadili Aşkın dilidir Çünkü resmiyet Ve teslimiyet çağlarında Aşk istisnadır Kaideyi bozar Kendi tarihini yazar II En eski zamanlardan beri Hurriler diye bilinsek de Sümerlerden bu yana Kurti * derler bize, adımız dağlı Serhıldanlarımızın başlangıcı Zulmün başlangıcında saklıdır Ve tarihimizde serhıldan Özgürlüğün vazgeçilmez ilk şartıdır İşte bu yüzden O günden beri Bir başımız dağda, bir başımız darağacındadır! Sığmayız esir şehirlere İnatçı sevdalar taşıyoruz içimizde Bir derviş sabrıyla Yeminli sırlar kuşanıyoruz patikalarda Ve serhıldan çiçeklerine abıhayat taşıyoruz çıplak yüreklerle * Kurti, dağ halkı, dağlılar anlamındadır. Kur=dağ, ti eki ise çoğulu ifade eder. Yıldızlar anası demektir. Güneşler bacısı İştar'ın* çocuklan Devrimci, demirci Kawa'nın çıraklarıyız Ateşin ve güneşin soynndan Fırat, Kızılırmak suyundan Elini Yüzünü Yüreğini ışıkla yıkayan Koçgiri'nin kızları oğullarıyız Yalan değil doğuştan eşkıya sayılırız Anamızın sütü insan mayası Ninnimiz isyan türküsü Masalımız kanun kaçağıdır Çeyiz sandığımızda Sarı, kırmızı, yeşil sevdalar sakladık Elimizdeki kınayı isyan işareti saydık Sevinçlerimiz hoyrattı sınırlara sığmadık Renk renk çiçek Toprak toprak insan Diyar diyar isyan sevdik * İştar, Aryen mitolojisinde aşk ve bereket tanrıçasıdır. Istenk, Sterk, Star olarak da söylenir. Bütün ifadeler yıldız anlamına gelir. 20. yüzyılın başında Tepeden tırnağa silahlı uluslar Ve savaşlar çağında Zemini çimen yeşili Ortası güneş motifli bayrağıyla Kürdistan Teali Cemiyeti, İstanbul' da Gurbet elde kuruldu Yankısını ışık yurdu Koçgiri' de buldu Kalbimizin kuzeyinde Kızılırmak boylarında derlendik Ankara' daki Selanikli Sarı Paşa'ya Haber gönderdik Anamızın sütü insan mayası Zulmün olmaz kimseye faydası Gelin hep birlikte İlkesi özgürlük Ülküsü kardeşlik olan Bir ülke kuralım Çiçekler çeşit çeşit açsın Çocuklar özgür ve eşit doğsun! Ankara'nın yüzü maskeli Kardeşliği muskalı Kapamış gözünü Tıkamış kulağını Selanikli Sarı Paşa'nın Aklında Osmanlı-Bizans oyunları Cebinde şark ıslahat fermanı Dili zehirden acı Sözü ölümden ağırdı. "Yıldızeli'nden Çamlıbel'inden Anadilinizden vazgeçin" diyor. "Dağların şafağından Ovaların başağından Gelinlerinizin başına bağladığınız Sarı, kırmızı, yeşil duvağınızdan Bir de Alişer'in başının altından çıkan Adına özgür Kürdistan dediğiniz Bu sevdadan vazgeçin!" 1920'nin hemen başında Mezopotamya'nın dağı, düzü kar altında Ve Koçgiri'nin ilikleri kurutan ayazında Rüzgar bahardan Ve kurtuluştan yana esmektedir Kangal'ın Yellice bucağında Hüseyin Abdal Tekkesi'nde Herkesin eli kalbinin üstünde Aşk ve inanç üzerine Bir yeminle Kürdistan'ı sevmişiz diye İsyanın gönlüne düşmüşüz Işığın ve başağın kardeşleri der ki; -Bugün sözünü kurşun eyleyen zalim Yarın silahını, süngüsünü kuşanacaktır Öyleyse bu mesele Tarihimizde de olduğu gibi Bundan böyle kalbin Ve kavganın kanunlarıyla konuşacaktır -Göğe bakan dağların Denize akan nehirlerin kardeşleri; Mutluluğun ilkesi özgürlüktür Öyleyse Özgürlük özeleştiriyle başlayacak Sevgi, sadakat ile ölçülecek Ve ışık ülkesi Sonuna dek savunulacaktır Kardeşler! Ateş çemberinde Kerbela çöllerinin yalnızlığıyla sınanacak Pazarlıksız sevmenin sadakatiyle tartılacağız Zifiri karanlıklarda inancın ışığıyla ölçüleceğiz Yenilirsek şayet Zulmü yiğit ölümlerle karşılayacağız Haber, kavim kardeşlere ulaştı Koçgiri, Canbegan, Kurmeşan, Şadan, Ginnian, Çarkan, Atma, Dırejan, Parçıkan Ve Dersimli canlar buluşup sözleşti: - Mademki birlikte çıkacağız Sarı, kırmızı, yeşil yolculuklara Elimizi kınalayıp Koyduk kalbimizin üzerine Başımız Gözümüz Gönlümüz üstüne ant olsun ki Zifiri karanlıklar çöktüğünde de Al şafaklar söktüğünde de Birlikte karşılayacağız Sazımız Sözümüz Özümüz üstüne ant olsun ki Kanlı kıyametler koptuğunda da Kızıl güller açtığında da Birlikte karşılayacağız Söz söylendi Sıra yürekte ve bilekte Dağın ardında şafağın eli tetikte Mesele zulme karşı Başı dik durabilmektir İşte tam da bu vakitlerde Mahmut Berzenci, Süleymaniye'den İsmail Simko, Urmiye'den Serhıldan bayrağını açarak Koçgiri'ye selam vermektedir. Zamanı gelince Gözü tok Gönlü tok dervişler Sözün, özünü kuşanıp yola düşerler Cesaret Bilgelik ve inançla Bozmadan karıncanın, kuşun yuvasını Ürkütmeden uykusundaki tavşanı Gül dalını kırmadan Başlatırlar Serhıldan denilen sevdayı Devleti, derebeyi Padişahı, paşası ve maşası Karşımızdadır. Açılsın kardeşlik sancağı Sönsün zulmün ocağı Kapansın yezitlik çağı Diyen nice Pir Sultan yoldaşı Yani kardeş Anadolu'nun Yiğit Türkmen boyları yanımızdadır Koçgiri'de aşık ile ışık buluşur Şiirler dağa çıkar Yürek ile tüfek buluşur Türküler silahlanıp düze iner Kurdun, kuşun hekimi Dersimli Baytar Nuri Alişan ile Haydar Koçgiri'nin liderleri Alişer, halkının beyni, hüneri Zarife, Kürdistan'ın aklı yüreğidir. Koçgiri'den Dersim'e mekik dokur Zalimin zorbanın canına okur Alişer, halkının ozanıdır Dilinde şiiri Döğüşmektir ilkesi Elinde mavzeri Taşır yürek gibi Alişer'in şiiri Çok parçalı, çok lehçeli Üç renkli, üç heceli bir yurttur Ne servet ne şöhret Ne ün ne şan Şiiri insan Şiiri isyan Şiiri Kürdistan Sözü gönüldendir Nabzı eşkıya atar Patikalardan derlenmiştir Yola gelmez Hoyrattır, evcilleşmez Türküsü yürüktendir Newroz ateşiyle ısınmıştır Zulme boyun eğmez Düşlerini dik yokuşlara sürer Resmi törenlerde görülmez. Zarife aşıktır İnsan özünden Ceylan gözünden damıtılmıştır Yüreğinde kandiller yanar Alnında şafaklar söker Zarife'nin adını duyunca İnançsız türkünün yüzü kızarır İsyansız felsefenin maskesi düşer Kapanır nazar ve Pazar çağı Sıcak bir ekmek gibi Hürriyet kokar dağlar Kızarmış taze güller gibi Gürül gürül fışkırır hayat Zarife Kızılırmak kızı Kızıldağ'ın yıldızıdır Onun adını duyunca Yüksek sesle konuşamaz zulüm Karanlık köşe bucak kaçar aydınlıktan Diktatörlük korkar özgürlükten Zarife'nin olduğu yerde Baharda, yazda, hazanda Karda, kışta, kıyamette Döğüşmeye hazırdır Mezopotamya Ortaçağın ortasına Yeniçağın çanağına tüküren Kanından Ve karnından Koçgiri'yi çoğaltan Fırat, Kuruçay, Kızılırmak kadınları Tek kavime peygamber olana güvenmez Irkçı kavimlerin kitabına inanmaz Elini kınalar Şafağı mayalar Güneşi dua ile karşılar Kızıl güle, kızıl güne sevdalanıp Aşkın diline düşen Kesk û sor û zer duvaklar taşıyan Koçgiri, Kürdistan kadınları Zarife'nin çağrısıyla Hayata dağlardan bakarak Mavzerlerini inançla öperek Toprağın, başağın hakkı için Kuşanıyor aşkın ve özgürlüğün adaletini Çekiyor kalbinin pimini Yabanıl bir çığ Kırsal bir tufan gibi Akıyorlar zulmün üstüne Bundan sonra İsyan Direniş Ve destandır Kürdistan III Aynı göğün altında Acı soğan Aşkı Acıyı Ve aydınlığı paylaştık diye İki ırmak arasında secde ederek Sarı, kırmızı, yeşil bir duaya Amin dedik diye Katlimize ferman yazmışlar Havaya, suya, toprağa cemre Koçgiri 'ye isyan düşmüştü Baharda el ense çekilmiş Yaz mevsimine gelinmişti Zara-Panza köyünden Mısto Kardeş Türkmen halkıyla sözleşti Yüreği yandı közleşti Pir Sultan ile özleşti 1920 Temmuz sıcağında Koçgiri yiğitlerinin başında Ferman padişahın, paşanın Kürdistan bizimdir dedi Varılıp Çulfaali karakoluna Altı üstüne getirildi Sömürgecinin konforu bozulmuş Yeniçağın makyajı dökülmüştü Ve Selanikli Sarı Mustafa 'ya haber tez ulaşmıştı "Zo diyenleri imha ettik Lo diyenlerin kökünü de ben kazıyacağım" diyen Tarih denilen mezbahada Soy kesip soy türeten kasaplardan Çıktığı her seferden Padişaha kelle getiren paşalardan Sakallı Nurettin Paşa Ve damadı Abdullah Alpdoğan'ı Bir de Suçları halkların sayısına eşit Günahı boyundan büyük Topal Osman'ı Göreve çağırmışlar İlk hedefiniz Koçgiri diyerek Çakalı çıyanı üstümüze salmışlar Kızılırmak dolana dolana Bafra'dan Karadeniz' e can katar Zalimi, zorbası, faşisti, puştu Çevremizde dolana dolana Koçgiri'ye zehirini kusar Ağustos ateşten sıcak Gölgeler ha yandı ha yanacak Kuruçay'a cephane taşıyan haramiler Daha da taşıyacak iken Poşeye Şadi Hızır gibi yetişir Yiğitliğin kitabını yazar İşgalcinin oyununu bozar Refahiye'de açar Kürd'ün bayrağını Güneşe su içirir Fırat'tan Mutludur kırmızı karamuk, kızıl şilan Yemişler kızarmış sarkıyor dallardan Ekimin başında ve ortasında Alişer ve Ovacıklı Mustafa Kılıçlara keskinlik ve asaleti Silahlara ahlak ve adaleti öğreten Nice yoldaşıyla iner Kemah'a Zalimi yere çalar, başlarlar semaha Mani'nin soylu güneşi şahittir Bundan böyle Herkes kendi safında Kendi bayrağının altında döğüşecektir 20 Ekim' de Topal Osman çeteleri Yani devşirilmiş devlet çocukları Koçgiri'nin kanını içmek Hayata nefret katmak, utanç biçmek için Eğin' e cephane taşıyordu Bunlar ki devşirme kabadayı Zamanın yeniçeri bozuntuları Kuruçay -Kamho civarında kesilince yolları Çetenin benzi beti külrengi Diz çöküp dökerler gazelleri Dönüyor mevsim Dökülüyor kar Bayrağı ve bağımsızlığı savunan Canbegan yiğidi canlar Aralık rüzgarı gibi eserler Sivas-Kangal-Divriği postasını durdurur Posta müdürü Ayhanoğlu Mustafa'nın Hesabını keserler Ve Sivas-Balya Madeni'nde çalışan Bin iki yüz Kürt işçi, kırdı zincirlerini Bileğini vatan için biledi Emeğini alınterini kurşun eyledi Ve özgürlük adını verdikleri Ama uzun zamandır tadını unuttukları Eski bir dosta merhaba dediler Geçmişini yitirenlerin Ve hesabını yarım bırakanların Tarih henüz yazmamıştır zaferini Çünkü kendi tarihini unutmakla başlar her yenilgi 16. yüzyılda Pir Sultan'ı astıran Sivas valisi Hızır Paşa unutulur mu? Ve 20. Yüzyılın hemen başında Koçgiri lideri Mustafa'yı zehirleyen Sivas valisi Deli Reşit'in yaptığı zulüm Yenilir yutulur mu? 1920 yılının sonunda Kelle avcısı Osmanlı paşası Gürcü Deli Raşit bir kez daha Dikilmiştir Koçgiri davasının karşısına Dersimli Nuri 'yi attırmıştır zindana Ama Ankara 'nın üzerinde Yankılanınca Seyid Rıza'nın gür sesi Açılır demir kapıların kilidi Toprak büyük, gökyüzü geniş Kursağında kalıyor valinin sevinci Zaman devriliyor 1921 yılı ocak ayına Karacaviran-Kapıkaya civarında Sivas jandarma taburu belasını arıyor Şadan'lı Hüseyin Çavuş 'u karşısında buluyor Orada bulanık sular durulur Taburlar kalbur olur Komutan derdest, erler serbest Ak kim, kara kim belli olur Kar çiçekleri güneşe gönül düşürmüş Mezopotamya baharını müjdeliyor Miralay Halis altıncı süvari alayıyla Şubat ortasında Ümraniye üzerine yürüyor Üç beş adım attı diye Koçgiri'yi babasının çiftliği sanıyor Yazı -Hacı bölgesinde Gökyüzü uykudayken Yıldızların nöbetini tutan Sabahları umutla karşılayan Şadanlı Hüseyin Kızıltepeli Rıfat ve Karamanlı Nuri 'yi Ve karanlığa secde etmeyen Ateş çiçeklerini karşısında görünce Yaptığı zulüm Yediği haram olan Özgüdüğümüzün karşısında duran miralay Önce korkudan pusuyor Koçgiri'nin iki kurşunuyla Sonsuza dek susuyor İmranlı, üç renkli bayrağını, açmış dalgalandırıyor Bu kavgada Boyuna, posuna, postalına güvenen Nicesinin boyunun ölçüsü alınmıştır Nicesinin diz çöktüğü Nicesinin topuna, tüfeğine rağmen Ardına bakmadan tüydüğü görülmüştür Kar erir, su yürür Fırat, Kuruçay Kızılırmak köpürür Güneş öper toprağın döşünden Koçgiri'ye cemre düşürür Her dağın ardından Her taşın altından isyan çıkar İşte Mezopotamya'mn şimali Medya yakmış mart ateşini Divriği ve Ümraniye' de Alişer, Nuri Munzur ve İbrahim'le birlikte Nice kavga neferi tutmuş geçitleri Kaşlar çatılmış tetiktedir yürekleri Kemah Terkilo dağları, Erkigan geçidinde Yüzlerce Dersimli savaşçı Newroz'un müjdesini veriyor Çatlıyor tohum Çatlıyor tomurcuk Çiçekler renk renk güldükçe Yeşeriyor orman Genişliyor mevsim Sabırsızlanıyor yaz Hagos dağında Seid Abbas İliç ve Şeytan köprüsünde Munzur Koçgiri ordusunun başında Namlular hesap sorma yarışındadır Gün dönüyor kurşun dönüyor Yuvasından bir kuş havalanıyor Kanadında düş gezdiriyor Yağmur neşeli bir şarkıya başlıyor Toprak berekete bağuluyor Bir çocuk doğuyor Işıldıyor annesinin gözleri Ve dilinde özgürlük sözleri Bağlama dağlarında kanat açmış Anadilinde türküler söylüyor Filik Ali Kurmeşanlı Gozel liderleri Beş yüz kişi hep bir ağızdan yeminli Tutmuşlar Koçhisar yollarını Örgütlüyarlar bağımsızlık baharını Kangal-Divriği hattı Çelik gibi sert Toprak kadar mert Beş yüz yiğitle savunulur Burayı geçmeye çalışan boşuna yorulur Çünkü orası toptan Hüseyin Çavuş'tan sorulur Işık yurdu burada Bir adım bile geri atmadan savunulur Azimet, Taki, Haydar İşgal edilmiş toprakta sevda El değmiş dalda yuva kurulamaz Kürt dağlarına zincir vurulamaz Diyen yüzlerce savaşçıyla Boğazviran ve Karataş'taki mevzinin Sahipleri, şehitleri, gazileriydi Alişan, Mahmut, Nuri Ve namluları seher yeliyle yıkanan Eğilmez, bükülmez Koçgiri neferleri Ellerinde mavzerleri Tutmuşlar Tuzlagözü, Çamözü köylerini Kurşunu sürmüşler namluya Göğü yere indirmişler aydınlanmış dünya Yürek sevdasız Zafer kavgasız olmaz Yurdumuz pazarlık konusu yapılamaz diyen Mahmut Kanımızdan kızıl gül yoğurmak Acımızdan tatlı bal doğurmak üzere Yüz elli yoldaşıyla birlikte Kuruyor mevzisini Karaibo Köyü'nde Kangal cephesinde Ginni, Canbeg Ve Şahanlar kurdular savunma hattım Sarı, kırmızı, yeşil Bir türküdür Koçgiri dağları Alişan oğlu İzzet ve devrim hamalları Divriği-Hamo civarında Esir alırken candarmayı Menekşeler kuşatmıştır ovaları "Yemin edenler elmaya Zülfikar u Martaza'ya Geriden teller çektiler Biz uymayız eşkıya ya" Alişer IV Ankara'daki Selanikli Sarı Paşa anladı ki Bilek hakkıyla yenihniyor Koçgiri Osmanlı oyımlannda karar kıldı Nasihat heyetleri imha ve inkar ayetleri Ajaniaştırma faaliyetleriyle Tav ettiler yüreksizleri Dava ortaklığına Söz verip, sözünden dönenler Koçgiri'yi sırtından vuranlar olur Dal gibi yiğitler solarken Dağlar düşerken bir bir Düşmanın koynuna girenler Huyundan alanlar Suyundan içenler de olur Kim kaderde ayn tutarsa kalbini Sevinçte ve kederde Ayrı saflarda bulacaktır kendini Karanlıkta birlikte saf tutmayan Şafağı birlikte karşılayamaz Ve hiçbir omurgasız Güneşi dik karşılayamaz "Dıloyaman yaman Çiya gırtu berfu duman Mera bışin şahı-merdan Ew hem derde hemu dermane" Alişer Ruhlara yerleşen yalan, yılandan beterdi Yürekte başlayan talan akrebi bile zehirlerdi Karda, kışta, kıyamette iliklerine buz basarak Taşa gül ekerken Koçgiri Nasıl da zor gelir Dostun davadan el çekmesi Hozat çekmez gayreti Tuz basar Alişer'in yüreğine Kureşan ve Balahan karşı saflarda Bitlisli Aziz, Kangallı Hacı Ağa Ginnian reisi Murat Paşa Hepsi de işgalcinin elinde birer maşa Kaplumbağa yavaş yürür diye Kalbi de yavaş atar sanma Bir yokla nabzını Göreceksin yürekteki umudun hızını İşte ayaklarında Hedik ve Lakan Yüzü Koçgiri'ye bakan Ovacıklı iki bin beş yüz militan Yüreğini karlı yollara sürüyor Kurumuş çiçek bunu görünce Yeniden açıp umuda duruyor "Ovacığın aşireti Zapt eyledi memleketi Geriden yardım gelmedi Hozat çekmedi gayreti" Alişer İnancın inatçı kardelenleri Pezgavır, Maksudan, Çarpazın Ve Arslanan'lardan oluşan Ovacık birlikleri Kuşanmış kardeşliğin erdemini sallıyor Kemah'ı Ne mevki kalır Ne makam ne kaymakam Ne saray kalır Ne saltanat ne devlet Hızlanır nabız Artar cesaret Zafere türkü yakılır Kuruçay kaymakamı tutsak alınır Ümraniye yollarına çıkılır Ve sürer amansız kavga Varılır 1921 yılının ilkbaharına Mart ayında, gelincik zamanında Mahmut Divriği yöresinde dik durur Azimet ile Aşki kuzeyde vuruşur Arapgiri' den Divriği 'ye gelen jandarmanın Dostan ve Lordan geçidinde Hesabı görülür "Kürdistan orduları Kahrettiler barbarları Vatan için öleceğiz İstemeyiz Moğolları Alişer Koçgiri der ki, Eline Beline Diline sahip bir efsane, Bir inanç, bir felsefeyim Yiğitlerin öldüğü Kardelenlerin güldüğü yerde Gözüme tuz Gönlüme buz basarak Kaç asır Elim ayağım nasır İnancımı bir sır saklayarak Alnımda güneş gibi taşıyarak Zulme diz çökmeden Biat etmeden geldim bu güne Bundan sonra da böyle biline Feodal ve ulusal egemenliğinizi Devşirme çetelerinizi Nasihat heyetlerinizi alın başınıza çalın Kanlı postalınızı üstümüzden çekin Sömürgeciler çoban Koçgiri koyun değil Siz efendi Biz de uşak değiliz Ağası, paşası Devleti, derebeyi Çekilen resti görmüştür Dağa, taşa asker yığmış içerden ihanet ağları örmüştür Koçgiri'nin dili susturulmalı Gözündeki ışık soldurulmalı Ocağındaki ateş söndürülmeli, denmiştir Kangalın köpeği bile Kurda kuşa yem etmezken koyununu Şimdi nasıl anlatmalı Ginni reisi Murat Paşa'nın oyununu? Yılanlı dağlarında Kangallı Hacı Ağa ile verilip baş başa Kanlı tuzaklar kurulmuş kınalı kuzulara Oysa en eski zamanlardan beri Yılandan korkmaz Koçgiri Şahmaran kutsal sayılır Bolluk bereket onunla anılır Ve yılanlı dağları ziyaret yeridir Sultan Melek tepesinde ibadet edilir Tuzaktır Kurulmuş bir kere Onunda işleyecektir saati Yılancıklı Seid Eziz Şadanlı Hasan, Hüseyin kardeşler Derdest edilip düşmana sunulmuştur Hasan Hüseyin'in dedikleridir: -Bu kavganın balı var, tuzu var Kışı var, güzü var Dikenli gülü Ateşi külü var İnsanın özünü hal belledik Zakkumun zehirini bal eyledik Darda kalmasın diye Kürdistan Şafağın huzurunda dar'a geldik Baş eğıneden darağacına d a gideriz Kül gider gül geliriz Halka, hayata, kurtuluşa selam olsun Alınları yıldız geçidi Yürekleri tanyeri Eski bir masalın Sayfasını çevirir gibi Sarı Kırmızı Yeşil bir destanla Ve başı dik bir inançla Şafak sönmeden önce Geçtiler darağacından Bitlisli Aziz, Celallı bölgesinde Davaya fitne fesat taşıyan İhaneti kaşıyan bir hayındır Ayağımızın altına döşenmiş bir mayındır İlk kurşun sesinden korkup kaçan Sahibinin ayağının altında yatandır Bir gedik kapanırken Başka yerden bir yenisi açılır Kıtlık-kırım kapıya dayanır Kadın, çocuk iki bin kişi Başlarında Haydar, hedefi Dersim' dir Gel gör ki kuzu dediğin kurt Kardeş dediğin puşt olmuştur Çayırlı, Tercan yöresinde Karataş, Koşmusat önlerinde Kureşen reisi Kör Paşo Ve Fırat köprülerini tutan Balahan reisleri Ellerinde silahlar Kendi kavimine doğrultmuşlar İki bin yaşlı, hasta, kadın ve çocuk Adım atsalar vurulacaklar Haydar'ın boynu bükülür, yere tükürür Elbet bu düşkünlüğün de hesabı görülür Solan gülün Batan güneşin Sönen ateşin acısıyla Ölümlü pusulardan geçilerek Döndüler Koçgiri dağlarına Yurt sürdüler yaralarına V Mart, nisan, mayıs 'ta Döğüşüldü bahar tadında Kurmeşan lideri Gozel Koçgiri dağlarının yeli Bahar yağmurunun seli İnancın eli, beli, dilidir Daldaki kiraz çiçeklerini gördükten Nisan çiğdemlerini öptükten sonra Yumduysa gözlerini Şimdi ölü mü denir ona? Sağ yanına mavzer Sol yanına düş koyan Kızılırmak'tan öte yana Sarı, kırmızı, yeşil sevdalar koyan Yıldızlardan ışık yontan Koçgiri kadınları Ölümsüz bir destanın Ölümü bölüşmüş nakışlarıydı Sadık anasının ak sütü Azimet çoban ateşinin alevidir Bahri Pir Sultan öğüdü Sabit eline, beline, diline Alevidir Koçgirili Beko zerrede alemi görendir Ve daha nice halk önderi Bağımsızlık neferi Mezopotamya'nın kalbinde almıştır yerini Yüreğindeki sesi dinleyen herkes Tanır nabzındaki isyan, ateşini Bin yılların zulmüne karşı Berfinler açtığında başkaldıran Kızılırmak, Fırat boylarında bayrak açan Nabzının attığı her yerde bağımsızlığı haykıran Başı dik mevsimlerin ve halkların Söylenmiş türküsüdür Koçgiri 1921 yazı, haziranda Kangal, Kuruçay, Hafik ve Zara'da Ekmeğin, toprağın, yüreğin hakkını savunmuş Yeminli bir sevdadır Suşehri, Refahiye, Divriği ve Kemah'ta Ahlaklı acılar çekerek Namuslu sevinçlerin diyetini ödeyerek Güller açtığında yenilmiştir Her şey göze alınarak başlanmış Yenilse de inanarak savaşmıştır imha ve inkarın dayatıldığı Bu eşitsiz, ahlaksız Ve kuralsız savaşta Bireysel ve toplumsal Katliamlardan geçilmiştir Bir halk kurşuna dizilmiş Bir ülke ateşe verilmiştir Kan ve kül altında Karartılmış gündüzlerden Esir gecelerden geçilmiştir Ceylan bakışlı Güvercin gülüşlü Oğulların, kızların kanına girilmiş Eşikte yaşlıların Beşikte bebeklerin canına kıyılmıştır Kuşlar yıldızlar vurulmuş Kelebekten ömür çalınmıştır Ormanlar, harmanlar ateşe verilmiş Evler, türküler, yürekler yakılmıştır Işıksız ve kanatsız kalmış gökyüzü Büyüdükçe büyümüş karanlık Ulusal acılar çoğaltmışız Koçgiri'de düşen can Sel gibi akan kan yanında Okyanusta Bir damla sayılırdı Kerbela! Döğüşene yiğitlik kadar Vakti geldiğinde ölmesini bilmek de yakışır Acısını sabırla yaşamak Bayrağını onurla taşımak da Eğilip öpüyoruz Kalbimizin kırsalında yurt toplayan Ölülerimizin alnından Ve yarasından Biraz kan alıp işaretparmağımıza Sürüyoruz alnımızın ortasına Yasını tutuyoruz Birlikte yola çıkan Ve sırt sırta döğüşen kardeşlerimizin Çoğunun , Belki de hiçbir zaman Bilinmeyecek nerde Ne zaman Nasıl vurulduklan Ve belki de olmayacak bir mezarları Ama isyan Ve destanla anılan Yükü ağır bir tarihtir adları Aranırsa bulunur Anlaşılır anlamları VI Krallar Şahlar Padişahlar Ezel ile ebed arasına Kanlı pusular kurdular Kendilerini kavim-i Necip Bizi de katli vacip saydılar Suyu balıklara Göğü kuşlara dar ettiler Hayata zehir Türkülere kan kattılar Ekmeğimizde, aşımızda haram Huyumuzda, suyumuzda yılan Aklımızda, başımızda şeytan aradılar Saçımızda bit Boynumuzda günah Koynumuzda suç aradılar Gönlümüzdeki karanfili yoldular Neden kırmızı açtığını sordular Rengimizi isyana teşvik İnancımızı ömür boyu isyankar saydılar Göçebe takvimler kuşandık Dağ, taş izimizi sürdüler Uçan kuşa adresimizi sordular Kuş sustu... Göğün kanadını kırdılar Nice ölümler Nice zulümler gördük Kurşundan ağır yaralar Darağacında fidanlar gördük Daha gün doğmadan Yeniden doğacağımızdan korktular Ölü ya da diri Başımıza ödül koydular Nereye göçersek göçelim Tenimiz sürgün Uykularımız göçebe olsa da Rüyalarımız yerleşik kalmış kendi yurduna Ama Eğer uğrunda döğüşenler varsa Rüyalar da gerçeğe dönüşür Masallar da yazılır yeniden ŞEYH SAiD iSYANI I Adem ile Havva Ana Cennet yurdu Mezopotamya'da Van yaylalarında yaşardı Mutluluk yitirildiği günden beri Herkes inanç ve ibadetle Biraz masal içinde Biraz hayal düş peşinde Kendi cennetini arıyor hala Hazreti İbrahim Çadırını Urfa'da kurdu Zulme karşı ateşler içinde Özgürlüğü savundu O günden sonra Tüm cihanda Nemrutlar nefret ve utançla anıldı Zerdüşt düşünceye, söze Eyleme doğruluk verdi Aklını şaşırmış Kalbi yoldan çıkmış halklara Hayatlara Ve aşka ahlak kattı Mardinli Mani Halkların kardeşliğine İnançların birliğini savunmanın Barışı vazetmenin bedelini Derisi yüzülürken ödedi Işık yurdu Ne isyandan vazgeçti Ne yolundan döndü Zerdüşt böyle buyurdu: "Bu yol Bolışıklı olan Bir yoldan geçmektedir Akıllılık ve doğruluk Bu yolun hedefidir Temiz düşünce ve ruh Bu yolun işaretidir... Kurallar sevgi tarafından Kontrol altında tutulmalıdır Gelecek günün şafağı Gecenin gölgesini kovacaktır Şimdi Ve sonra Mutluluk bizim de payımız olacaktır" Koçgiri 'nin kanı soğumadan Sarılmadan ağır yarası Dinmeden derin sancısı Kemalizm'in mihenk taşı Faşizmin köşe taşları Kürdistan' ın kesilen başına Kanlı gözyaşına basarak döşenmeye başlandı Zulüm çok güçlüyken Karanlık en koyusundan yaşanırken Başkaldırmak delilik sayılır kimi yerde Ve macera denilir belki de Ama kalbi Unutulmamış destanların koynunda sabahlayan Nabzı eskitilmemiş isyanlarla atan Hangi halk kendini sakınabilir ki aşktan Evet, bu bir maceradır Yola çıkarken Dönüp ardına bakmadan Kelle koltukta yaşayan Ölümün üzerine yürürken Gözünü kırpmayan Bir halkın macerasıdır II Gün olur devran döner Ateş söner Dağılır sis duman, savrulur kül Ağıtlar diner Hüzünler eskimeye başlar Yaralara düş sürülür Yenilgiler mazide kalır Her şey bitti denilen yerde Yarım kalan macerayı tamamlamak Yeniden başlatmak için hayatı Su nasıl yürürse dallara Kan nasıl yürürse damarda Öylece girilir savaş meydanına Yıl 1923 Temmuz sıcağında Erzurum-Hınıs bucağında Çiçeklerin yüzü renk verdi Yürek yüreğe denk geldi Önderimiz Cibranlı Halit'le Sevinçler tazelendi Umutlar yeşerdi Söz öze erişince kuruldu AZADİ! Cennet vatan Mezopotamya Küllerinden yeniden doğdu İsyanın ve ihtilalin ışığında Özgürlüğü savundu Tefeci bezirgan saltanatı Haberdar olunca Azadi'nin hayalinden Aklı oynar yerinden Gözüne k a n ve kin dolar Zulmü düşürmez dilinden 1924 sonbaharında Henüz düşleri için Döğüşmeye başlamadan daha Cibranlı Halit, Bitlisli Yusuf Ziya Ve nicesi tutsaktır zindanlarda Ama dağlar dik tutar başını Vadiler siper eder göğsünü Nehirler yürek diretir Gözler barikat başında Yıldızlar örgütlenip tutmuşlar nöbeti Aşk geçit vermiyor zalime Bir uzun hava İle yarılıyor gece Öyleyse vakit geliyor Şafak sökmek üzere 1925 yılı zemheri ayında Şeyh Sait altmış yaşında Ak pak sakalına Yurt kokulu, kızıl kınayı yakmıştır Dili Kurdi Dini imanı AZADi* Doğasının rengi Sarı,kırmızı,yeşildir Kişneyen beyaz atın üzerindeki Deringözlü Güleryüzlü Yaşlı Kürt Şeyhinin sözleri Piran' dan dağa düze doğru yankılanmıştır -Ey kader ortakları! Serhıldan ne hesaba sığar ne kalıba Kitap biziz, hitap bizdedir Uzun uzadıya durup düşünmek Cesaretimizi köreltir Zamansız başlangıçlar da Uykumuzu daraltır Ama zamanında başlayanına da Pek rastlanmamıştır * Özgürlük. Mem biziz, yürek bizdedir Zin biziz, gönül bizdedir İntifada başladı mı bir kez Sonuna kadar gidilmelidir Aklı yitik Vicdanı bitik Cumhuriyet'in Gözü perdeli Gönlü mühürlü haramileri Karakışta üstümüze vardılar Yurdumuza kor ateşler saldılar Cibranlı Halit, Yusuf Ziya ve daha Nice dava ortağımız tutsak Her yanımız sisli, puslu Kanlı bir tuzak Zaferimiz uzak Yolumuz uzundur Ama başka çaresi yoksa Döğüşmek de boynumuzun borcudur Berfinler uzatıp başını Bir yaprak kımıldarsa ansızın Bir yıldız, birdenbire yarınca geceyi Yuvarlanınca bir taş yamaçlardan Başlamış sayılır isyan denilen heyecan Artık zamansız Zorunlu Ve karla karışık Bir başlangıçtır serhıldan Hedefimiz bağımsız Kürdistan Zulmün gölgesi mezramızın ışığını kesmeden Üzerimize çökmeden sömürge karanlığı Kara, kışa güneş ekelim Bahar, yaz biçelim Kaderimizin meşalesini yakalım Kaderimizin çaresine bakalım Aylardan şubat Diyarbekir Mezopotamya'nın başkentidir Piran serhıldanların başlangıç yeridir Piran pirlerin yurdu Başlarında Şeyh Sait İsyancılar binleri buldu Avucunun içinde buğday yeşerten Duasını şafağın alnına yerleştiren Kimi yaya kimi atlı Kiminin ayağında çarık Kiminin ayağı çıplak Oraklı, tırpanlı rençberler Ve taşlı sopalı Kamalı, kılıçlı ameleler Eski tüfeklerle donanmış halk ordusu Ateşten sıcak yürekleri Alınları açık, kaşları çatık Gözleri keskin bıçak Önlerinde kesk u sor u zer bayrakları Sökmüştür özgürlük şafağı III Ovuştura ovuştura ellerini Ayaklarını yere vura vura Kar eriten kızgın soluklarıyla Sarı, kırmızı, yeşil bir çığ oldular Kesildi telefon Telgraf telleri Bahar bayramı namluya sürmüş Üç yüz elli Kürdistan mücahidi Dinlemeden kar, fırtına, tipiyi İlerledi Piran'dan Genç' e doğru Diyarbekir cephesinde Şeyh Said Melekanlı Şeyh Abdullah, Muş cephesinde Çabakçur cephesinde Şeyh Şerif... Yani okuduğu duayı hayrayoran Kuran'ı şahit gösterip Kıyam buyuran Kürdistan Şeyhleri Yüzünü güneşle yıkar Orucunu ateşle açar Silahını da tesbihi kadar Huzurla çekmesini bilir Umudu isyanla birleştirir Kurşunu zulmün göğsüne yerleştirirler Erzurum'dan Urfa'ya doğru Her yer savaş meydanı Bingöl dağlarıyla Şerafettin dağlarının ortasında kalan Köy, kasaba, ova yangın alanı Ve Genç, Hani, Palu Göğüs göğse döğüşülen mahşer yeriydi Serhıldana sırtını dönenler Davanın ardında ecnebi İngiliz, Fransız parmağı aradılar Bir de karanlığa teslim olmamış yıldızlar Yaprağını hiç dökmemiş ağaçlar vardır Bir de gözümüzün içine bakan Kalbimizden geçeni okuyan Soframıza bağdaş kurup Düşümüze ortak olanlar vardır İşte onlardan bir yiğit Çerkez Halit der ki -Sütünü içtiğim koyunun kuzusu Gülünü kokladığım bağın goncası için Kapı komşunuz Düş ortağınız olarak yanınızdayım Fırat'tan su içmiş Dicle' den abdest almış Toprağı öperek namaz kılmış Yerden göğe dek Haklıyı, haksızı ayırmış Hamit Ağa Hacı Hüsnü ve Şevket Efendi önderliğinde Yiğit Türk halkı Ergani yöresinde ayağa kalktı Haddini bilmeze karşı İsyanı farz bildi -Çektiğimiz kahır Gösterdiğimiz sabır yeter Komşu biziz, kül bizdedir Kardeş biziz, gül bizdedir Beş vakit namaz gibi Beş vakit savaşmayı helal saydılar Kazılan kardeşlik siperinde Şahadeti kutsal bildiler Kürdistan için sıvadılar kollarını Seçtiler yollarını Namluya kurşun sürdüler Diktatörlüğe karşı döğüştüler Şubat'ın her günü her saati AZADi'nin kalbine sığmayan kalbi İçi ateş dolu Bir dağ gibi Gümbür gümbür yanıyor Çünkü Kawa gibi cesur Selahaddin kadar inançlı Mem u Zin kadar gönülden Bir sevdayla bağlıdır yurduna 1925 Şubat'ı bitmeden Palu, Hani, Genç, Piran Ve Lice' de kurulmuştur halkın iradesi Silvan, Siverek, Maden ve Ergani'de Sağlanmıştır serhıldanın adaleti Genç, halk iktidarının Geçici başkenti Hasan Fehmi halkın Seçilmiş Vali'si Kaldırılır aşar vergisi İşte budur mazlumların beklentisi Budur isyanın ilkesi Ve AZADi devriminin ilk dersi Yiğit dediğin Serhıldanın sesini, soluğunu duyar da Muş zindanında durur mu? Yüreği kafesini yırtarken Başını yastığa koyarak uyur mu? Berazi aşiretinden Alican Hemide Heci, Seyidxane Seydo Zulmün koynundan Özgürlüğün anahtarını çekip aldılar Göğün genişliğini Toprağın kokusunu doya doya yaşamak için Serhıldanın yolunu yol eylediler Seyidxan Muş 'ta gerilla derliyor Zirkanlı Kerem, Göksun'da ihtilal yapıyor Malazgirt ve Bulanık'ta Hesenanlı Halit ile Ferzende varsa Her yer aydınlık Her şey yolundadır orda Bulanık sular durulur Dalgalanır mazlumların sancağı Tek tek düşer zorbalığın kaleleri Kimi ölü, kimi esir Kaçmıştır gerisi Azılı milliyetçi egemenliğin Ve ulusal diktatörlüğün amirleri Aşka amin diyenleri Kurtuluşa yemin içenleri Vurun demişler Toprak buram buram hayat kokusu Gelincikler pırıl pırıl yar gülüşü Ve gökyüzü bir çocuk yüzü kadar güzel iken İlkbaharın ilk günü asılır mı insan Milli aşiretinin dört liderini Darağacına götürmekle biter mi isyan Bu gözdağından korkar mı Her yanı dağ olan Kürdistan Esmekten vazgeçer mi rüzgar Ayçiçeği güneşe uzanmaktan Kuşlar kanat açmaktan cayarmı Kan, kin, kibirdir diktatörlüklerin künyesi Yüzünü maskeler Derisini yeniler Rengini değiştirir Ama değiştiremez huyunu Daima kötülükten beslenir Allaha beddua ile seslenir İşte martın dördü Takrir-i Sükun kanunu ile Bir kez daha göründü Çağdaş ulusların gerçek yüzü Kalbimiz doğduğumuz yerde attığı Mutluluktan payımıza Mezopotamya düştüğü için Toprağa ana dedik Bereketini kutsal saydık İçine gömülüp saygı duyduk Acıyı dert bildik Sevgiyi yurt tuttuk Nerede ne zaman Eli koynunda hüzünler görsek Eski bir dost saydık Yaşlı göze yürek serdik Şirin söze dağlar deldik Firari sevdalarla sırt sırta verip Gönül hakkı için döğüştük Mart ayında Toprağı, suyu, çiçeği mülk İnsanı, sürü mal Kendisini de malik sayandan Esaretin ve hasretin Hesabını sormak için efendilere beddua ettik Bağımsızlığa amenna dedik İsyanı mazlum halkların ibadeti bildik Kuşatıp Diyarbekir kalesini Üç cepheden Dehak ile savaştık IV Ot bitmez yerde çayırlar yeşertmek Yaprak kımıldamaz zamanlarda fırtınalar estirmek Nehirleri denizle buluşturmak Dağı dağa kavuşturmak Kardeşi kardeşle barıştırıp Birleştirmektir her devrimin dini imanı İşte Şeyh Şerif Elaziz'i Azadi'ye katmış Zafer coşkusuyla çıkmış Malatya yoluna Dersim' e sarı, kırmızı, yeşil Kutsal bir selam Yeminli bir umut göndermiştir Önümüzün yaz Yaktimizin az olduğunu bilen Şeyh Sait Yoldaşlarına dönerek giriyor söze; -Diyarbekir kalesi serhıldanımızın şahdamarı Kavgamızın aslı astarı Zafere giden yolun anahtarıdır Diyarbekir alınamazsa Kozadaki kelebeğin hayali Daldaki tomurcuğıın Çöldeki çiçeğin hakkı Mezradaki çocuğun aşkı tehlikededir Bebeğin ninnisi Dengbej 'in dili Gündüzlerin düşü Gecelerin rüyası tehlikededir Hakkari'nin ters halayı Muş ovasının ters lalesi Misk u Amber kokusu Van kedisinin mavi, sarı bakışı Göğün yedi rengi, gülün yaprağı Yarin kaşı, gözü, kirpiği Yani demem o ki, Mezopotamya'nın Güzü, kışı, baharı, yazı Yani güneşin ışığı Yani ışığın yurdu Üzerinde yaşayan her canlı tehlikededir Mardin, Urfa, Botan'ın gözleri üzerimizdedir Diyarbekir'i alırsak serhıldanın kabesidir ! Huri, Guti, Kasit Mittani Sünni, Alevi, Ezidi Kurmanci, Dımıli gücünü birleştirdi Mart boyunca ay ışığında, gün ışığında Amansızca sürdürüldü kavga Medya-Mezopotamya-Kürdistan Uğruna ölümüne çarpışılan sevda pınarıydı Surlarda gedikler açılmış Bayrağın burçlara dikilmesine ramak kalmıştı Diyarbekir mart yağmuru Ve Azadi şehitlerinin kanıyla yıkanmıştı Provakatörler, şal şapık kuşanmış Kişkırtıyor halkı Ajanı, işbirlikçisi karışıp saflara Bulandırıyor serhıldanı Kardeş bildiğimiz girmiş sıraya Teslimiyet telleri yığıyor Ankara'ya Oysa annelerimizin dizinde Duyduğumuz ninniler kardeşti Dengbej dilinden dinlediğimiz Öyküler de gözyaşımız ortaktı Kavgaları Uslanmaz dağlarda isyanla başlayan Sevdaları Başları kesilerek, köy köy dolaştırılan Davaları Darağaçlarında destanla sonuçlanan İsyanları yenilmiş Şafakları çalınmış Şarkıları yarım kalmış Aşiret çocuklarıydı Yaraları ağır Acıları derin Ayrılıkları ve yalnızlıkları uzun Gecesi gündüzü birbirine erişmeyen Öyküsü yaralı sömürge çocuklarıydık Aynı Tanrıya inanırdık El bastığımız kitap Dinlediğimiz hitap Amin dediğimiz dua Ayet aynıydı Aynı yaraları taşımaktan dolayı Tanırdık birbirimizi, aynı acılardan Aynı sevinçlerdi paylaştıklarımız Şimdi kavganın finalinde Bu ayrılık gayrılık niye Bazı Diyarbekir Siverek aşiretleri Biz Azadi'ye uymayız Devlete isyan etmeyiz dediler . Esareti ve ihaneti mübah Serhıldanı günah saydılar Zalime secde ederek Kardeş kanına girmek için Cehalet gömleğini giyerek Silahlanıp dikildiler Azadi'nin karşısına Toprak damlarda yan yana uzanarak Birlikte yıldızları sayarak büyüdüğümüz Sesi aynı pınarların tadı Kahkahası aynı nehirlerde durulanmış Aynı ağacın gölgesinde yürek dinlendirilmiş Mardin-Cizre-Nusaybin aşiretlerinin çoğu Bu zor, bu kor ateş günlerde Yalanı hakikat sayan Talanı nimet Haramı ganimet bilen Kanlı Kemalizm' e bağlılık sundular Yalnızdık Yaralıydık Yalnızca inançlı ve inatçı Halk devrimlerine inandık Top ve mitralyöz ateşi altında Kahramanca savaşıldı Diyarbekir surlarında Şehitlerini yüreğine gömerek Acılarını erteleyerek başka zamanlara Ağıtlarını dişlerinin arasına kilitleyerek Azadi yoldaşları Belki de bir yenilgiye doğru Çekildiler geriye, Genç' e doğru Mart ortası Efil efil esiyor serin bir yel Newroz'lar uç vermiş Ters laleler selamlamış güneşi Bahar bayram kokuyor Muş ovası Alevi-Sünni Kurmanc-Dımıli İnancı ve umuduyla döğüşüyor Medya Varto kurtulmuş kurtların pençesinden Bayrağını göğe asmış Sıradaki hedef Muş Ama kardeş yarası Sevincimize yine kan doğramış Üç renkli umut açılırken Varto'da Yiğitlikte ve yoldaşlıkta Alevi Abdalan'lardan üstünü yoktur Fakat Varto, Kiği, Hınıs üçgeninde Halkının kalbine basarak İnançtan ve isyandan dönenlerde olmuştur Lolan ve Hormek gibi Bayrağımıza kurşun sıkanlar Murat köprüsünde Leylak dağında Elini, belini, dilini Kirletenler de çıkmıştır Koynunda serhıldan emziren Sevdayı ve kavgayı paylaşarak Çocukların gözyaşları için Gökyüzüyle döğüşen Kürt kadınlarından ikisi Ferzende'nin anası, eşi İki can, vatan yoldaşı Biri dövülmüş .demirin közü Biri işlenmiş çeliğin suyu Kürdistan kırlarının ters lalesi Bilirler ki, Murat suyu Fırat'a kavuşmadan ermez muradına Ve duydular ki nisan ayında Haramiler Murat kıyısında Azadi savaşçılarına kurmuş tuzağı Geçit vermez Asiye Ana Gelin Besra Ters yönden gelerek Ordulara ders vererek Girdiler saldırı hattına Azadi, çıkmıştır ablukadan Ermiştir muradına Yer gök selam durmuştur İki yiğit kadına Berfinler, gelinciklere emanet ederken zamanı Göçmen kuşlar baharı Devralıp getirmiştir kanadında Nisan'ı Hani, Genç, Palu ve Çabakçur'da Güneş kovalıyor gölgeyi Gece gündüze çıkmak Bahar yaza erişmek Azadi zafere kavuşmak için yarışırken Serhıldan kuşatılıyor dört bir yandan Kalbini korkuya esir veren Kemiriyor kavgayı Öğütüyor haklı davayı Kalleş savaşların elleri Acıya benzin döküp çakıyor kibriti Yanıyor köy kasaba Toprakta karınca Yuvasında yavru kuş yanıyor Bir ülkenin baharı bayramı kanıyor Utanıyor gökyüzü Hani ve Piran arasında Son bir çabayla Direniyor Şeyh Abdurrahim Şeyh Şemsettin, kuşanmış Zaloğlu kuvvetini Savunuyor Silvan'ı 12 Nisan' da esir düşünce Darahini O vakit bahar yitiriyor bereketini V Doğanın sesi ve yedi rengi Selamlarken başkaldıranların coğrafyasını Sarı, kırmızı, yeşil bir yurt için Düşünenler Düş kuranlar! Yani Azadi'nin akıl gönül kardeşleri Seid Abdülkadir, oğlu ve yoldaşları 12 Nisan 1925 yılında Tutsak edildi İstanbul' da Bu macera Tepeden tırnağa Yiğitlikten örülmüştür Bu macerada nicelerinin Ardına bakmadan tüydüğü görülmüştür Kavganın en çetin en zor Sevdanın en sancılı En kor vaktinde İnanç, yiğitlik sınanır Işığa bakmaktan korkup karanlığa saklanan Bulanık sularda kahramanlık taslayan Kalbini mühürleyip zalime yaslanan Mutkili Hacı Musa Bir hiç uğruna Sattı yoldaşlarını celladına Mazlum halkın ordusunu terk etti Karşımıza geçti Muş-Bulanık yakınlarında Binbaşı Kasım derler adına Fikri de zikri de bulanık Vartolu bir kapıkuludur İçimize sızmış işgalci koludur Hısım iken Hasım olan Şeyh Said'in bacanağı Yılan gibi dolanıp sarıyor isyanın bacağını Söndürüyor Azadi'nin ocağını Mezopotamya'da köpekler bile Zalimi kokusunda tanır, zulme havlardı Emanete ihanet edenden Karıncalar bile utanırdı Bahar utanır Söz utanır Saz utanırdı Murat suyu üzerinde Seyda köprüsünde 1925 yılı Nisan'ın on beşinde Oynadığı oyunun son perdesinde Bir kez bile utanmadı Kasım Şeyh Said ile Azadi direnişçilerini Tuzağa düşürüp Sundu sömürge ordusuna Erdi muradına Koynunda serhıldan besleyen şehirlere Güvenen beş adam Karanlıkta yolunu kaybetmeyen nehirlere İnanan beş adam Yenilse bile umudunu yitirmeyen devrimlere Sevdalı beş adam Beşi de öleceğini bilerek Onurunu ve cesaretini bileyerek Hazırlandılar son kavgaya Gözleri gökyüzünün kardeşi Elleri toprağın dostu beş adam Mele Abdurrahim, Ali Rıza Yusuf Ziya ve Faik Bey' i Art arda dizdiler kurşuna Acısına acı katarak İzlettiler beşinci adama Beşinci adam Cibranlı Halit, Azadi'nın lideri Gözünü kırpmadan, dizleri titremeden Göğsünü gere gere Yoldaşlarının cesaretini gururla izledi Ve kan akarken yarasından Huzurla kapadı gözlerini Tarih 15 Nisan 1915'ti Hayat ağacından koparılan Beş adamın cesedindeki kurşunlar Gökteki yıldızlardan daha çoktu 23 Temmuz 1923 tarihinde İsviçre 'nin Lozan kentinde Kürdistan'ı bölüp parçalayan Sınırlan çizen ellerde Tapusunu imzalayarak İşbirlikçilerine veren parmaklardan biri Fransız Diğeri İngiliz emperyalizmine aittir Azadi Halkın ayrı düşmüş kaderini birleştirmek Buluşturmak için parçalarını Göğe kaldırınca isyan bayrağını Fransızlar tuttular Suriye sınırını Açtılar Bağdat demiryolunu O yoldan üstümüze Yürüttüler otuz beş bin kişilik sömürge ordusunu İngiliz emperyalizmi Barzani 'nin yardıma gelmesini Engellemek için Irak sınırına mevzilendi Ve Alman eğitimli İşbirlikçi Kemalizm' in hava kuvvetleri Alman gaz bombalarıyla Gökten ölüm yağdınp Elbirliğiyle katlettiler bizi Düşman dediğin Daima biliyor duracağı yeri Ama ya dost bildiğin Onlar da her zaman mazlumun yanında alır mı yerini? İşte kanlı emperyalizmin eli Kolu Demiryolu İşte katil ecnebinin parmağı Uçağı Kimyasal gazı İşte tepeden tırnağa Ezilen Kürdistan'ın karşısında Emperyalizmin ana gövdesi dururken Ey ulusların kendi kaderini belirlemesini Ve kardeşliğini savunan dostlar Hala Azadi'nin ardında Ecnebi parmağı aramanın manası nedir? Mazlum halkın yarasını sarmak varken Kanadı kırık kuşları yalnız bırakarak Avcıya yem etmenin faydası kime? Bilcümle ecnebi emperyalizmi İttihat ve Terakki Cumhuriyeti Ajanı, muhbiri, işbirlikçisi Azadi'nin karşısında kol kola girdi Ve 23 Mayıs 1925'te Kürdistan'ı yargılayan Şark İstiklal Mahkemesi Aldığı emri yerine getirdi 27 Mayıs şafak sökmeden Said Abdülkadir ve altı yoldaşı "Kürdistan üzerine düş kurmaktan dolayı" Diyarbekir Ulu Cami önünde Asılacaktı gün yüzü gösterilmeden Sordular esirlere son sözlerini Said "önce beni asın Oğlumu gözümün önünde asmayın" dedi Acıyı tattırmak, zevkle izletmek için Said'in gözleri önünde Önce oğlu Muhammed'i astılar Dost değildik elbette Hazırdık yenilginin diyetini de ödemeye Acı olan ölüm değil Ama bize dert olan Mert bir düşmana Sahip olmamaktı ölürken bile Ağaç biziz, gölge bizdedir Şehirlerimizin ve şehitlerimizin Mezarlarımızın ve mezralarımızın Üzerinde zulmün gölgesine razı olmadık Genç, Hani, Palu'da Fakir fukaranın duasını aldık Azadi ile halkın elini kınalayıp Ülkemizin şafağını mayaladık Sırtımızı dağlara yaslayıp Savaştık, ışık yurdu için Doğunun dört mevsimi Kar çiçekleri, kır çiçekleri Akarsuları, asi rüzgarları Ve mazlum halkları şahidimizdir Kimsenin ekmeğinde, aşında Bir karış toprağında Taşında gözümüz yoktu Kara kışta, sarı sıcağı Kara yaşta baharı, bayramı Kör karanlıkta, al aydınlık zamanları gördük Evet, yenildik belki Ama kim söyleyebilir ki Düşlerimize sırt çevirdiğimizi Gülün dikenini Aşk eylediğimizi Kim inkar edebilir ki? 28 Haziran'da Diyarbekir'de Şark İstiklal Mahkemesi Henüz açıklamamışken kararını Dağkapı ile Mardinkapı arasında Yan yana Aynı boyda Çoktan kurulmuştu kırk yedi sehpa Ve seyirciler için Tribünler inşa edildikten sonra Şark İstiklal Mahkemesinin savcısı Yiğide teslim eder, yiğidin hakkını "Şeyh Said İsyanı Sakin bir kış gününde Dağların tepesinden kopup gelen Çığ yuvarlandıkça Cüssesi büyüyüp, ağırlığı artan Ve kütlesi büyüdükçe hızı çoğalan Korkunç bir çığ Önüne geleni ezip geçen Sosyal, siyasal bir afet olmuştur" Ve kırk yedi idam kararı onaylanmıştır VI Savaşarak yenilenler yeraltında Eski çağların mirasını taşıyan Yosun tutan, küfkokan zindanlarda Hiç kimse ile görüştürülmeden Ölüm vaktini beklediler Bileklerinden zincirlenmişti Ayakları elleri Bu yüzden birbiriyle Kucaklaşamayacaktı hiçbiri KIRK YEDİLER Başından sonuna Dağdan, darağacına kadar yoldaştı Birbirine boynunu dolayarak helalleşti Ve bir el bile sıkışamadan vedalaştılar Vakit gelince KIRK YEDiLER Sıraya dizilip Söylediler son sözlerini: -Şark Islahat Planı Şark İstiklal Mahkemesi Takrir-i Sükun Kanunu Hepsi de emperyalizmle kol kola giren İttihat ve Terakki faşizminin Kürdistan'a kefen biçme oyunuydu Zalim ulusların elinde Yurdumuz esir Halkımız Hazreti Yusuf gibi Atılmışsa derin bir kuyuya Kim inanır Zalim ile mazlumun kardeş olduğuna Barış dedik, savaş açtılar Kanımıza, ayakbastılar Eşitlik dedik, başımızı astılar Acımıza, gülerek baktılar Gayrı bilinsin! Artık kardeş değil dağlarımız Denk değil acılarımızın terazisi Hangi buyruk, dağlardan daha büyük Hangi ferman, vadilerden daha derindir Hangi Fatih, aşktan daha cesur Hangi imparatorluk, denizden daha engindir Mesele Mezopotamya olduğunda Günahsız bir devlet var mıdır Ortadoğu da Eğer sorulursa künyemiz Dağlar ve darağaçları işte aynamız İnat bizde, isyan bizdedir Biz baharı namluya sürdükten sonra Kim durdurabilir çiçeğin açmasını Kim engel olabilir yağmurun yağmasını Toprağın kokmasına kim! Kavganın kanunudur bu Berfinler bahara Baharlar yaza değmeden Zulüm diz çöküp baş eğmeden Hiçbir zafer Zafer sayılmaz henüz Elbette çınarın gölgesinden dal Dalından yapraklar yitirilecektir Çünkü döğüşenlerin tabiatında Yaprak dökmek de bir yaşama biçimidir Yeniden açmak şartıyla Söndürıneyelim kalbirnizin ışıklarını Derleyelim yanılgılarımızı, yenilgilerimizi Ne sahipsiz Ne de hesapsız kalmasın acılarımız İnanç ve düş sürelim yaralarımıza Damla biziz, derya bizdedir Zerre biziz, alem bizde gizlidir "Oğlumun Darağacında çırpınışını görmeyeyim Önce beni asın" dedi Hanili Mustafa İpi en önce Mustafa'nın oğlu Mahmud'un boynuna geçirdiler Babasına izletip keyif çatmayı Büyük bir marifet saydılar Ve 29 Haziran 1925'te Gün ışığa kavuşmadan Dağlar Ve sular uykudayken daha Bir halk Bir mazlum ülke KIRKYEDİ kere çıkarıldı darağacına KIRKYEDİ kez asıldı Mezopotamya Durdu KIRKYEDİ yürek Kurudu KIRKYEDİ ırmak Soldu KIRKYEDİ bahar dalı Sarı, kırmızı, yeşil Bir ülkedir adları Yurdumuz Alnımızdaki ak yazımız Gönlümüzdeki derin sancımız Nabzımızda taşıdığımız sevincimiz En sıcak yazımız En soğuk kışımız Bakışımıza işlenmiş ilkbaharımız Bulutlanan sonbaharımız Kilime dokuduğumuz nakışımızdır Ve yurdumuzda Doğumun bir vakti vardır Ölümün bir vakti Nicedir vakitsizdir ayrılıklar Nehir ile dağ Güneş ile yıldız Hayat ile ölüm Arasında bir yerde Bir karanfil yanığıdır vedalar Ama şu da iyi bilinsin ki Yurdumuzda açılan bayraklar Zalimin bıçağı Boynumuza dayandığı için değil Özgürlüğü boyun borcu bildiğimizden Ve bir yemin gibi gönülden Sevdiğimizdendir o renkleri Sedasına kuşlar konmuş En eski isyanları Karanfil gülüşlü masalları anlattılar Kardelen dirençli destanları hatırlattılar Bahar kokulu türküler söylediler bize Ve uzun ömürlü öyküler Bırakarak gittiler Haziran'ın yirmi dokuzu Artık bundan sonra Güneşin alev alev yanarken İliklerine dek üşüdüğü Bir güz günüdür Işık yurdunda Ve açıyor koynunu Mezopotamya Azadi çınarının döktüğü İsyan tohumlarını Bağrına basıyor Bugünden sonra Devlet törenleri Devlet terörü sayılacaktır Medya' da Ve şafak söker sökmez Güllere su taşımak için Hazırlanılacaktır yeni serhıldanlara ARARAT- AGiRi- iSYANI I Işık yurdu Dörde bölünmüş bir ulu yurt Etrafını sarmış çakal,k u r t İran, Turan, Irak, Suriye Mezopotamya'yı açıp sömürüye Halkı katıp sürüye Diriyi ölüye Bülbülü dilsize çevirdiler Şafağı namluya sürdük Açıldı gözlerimiz Uyandık kör uykulardan Anladık güllerin neden gülmediğini Vazgeçtik sessiz sevmelerden Çözüldü mutluluğun dili Güneşin şarkısını haykıra haykıra Çıktık körkuyulardan aydınlıklara Kırkyediler'in başı toprağa değmeden Binlerce şehidin, kanlı naaşı soğumadan Ölülerimizin son sözleri Uğul uğul dolaşırken güneş yurdunda Ve gözlerindeki fer nehirlerin üzerinde Akşam güneşi gibi ışıldarken hala Bir ülke düşündü Bir halk düş kurdu Günahı mazlumlara Sevabı zalimlere yazılan ilk tufanda Terk edildi şehirler 1926 yılında Ararat'da Bıro, Mardin'de Haco Hakkari' de Beytüşşebab yiğitleri Dersim'de Koçan aşireti isyan eyledi Mazlumlar dağlara Kuşlar masallara Aşk kendi yurduna geri döndü Azadi'nin uzağında Hatta karşısında duran Bıra İbrahim Kürdistan' ı darağacında Faşizmin kapısında, bacasında Kendini avcının tuzağında görünce Uyandı gaflet uykusundan 1926 yılının ilk ayları Kışın sonu, bir şafak vakti Omuzlar tüfeğini Çapraz takar fişekliğini Özeleştiri meşalesini yakar Ararat yoluna çıkar Devralır umudun nöbetini Körükler çoban ateşini Ve Kurmanci türküler eşliğinde Başlatır yarını kalmış bir öyküyü Taşır yere düşen savaşçının bayrağını Sarmaya başlar halkın yarasını 5 Ekim 1927 tarihinde Lübnan'ın Bihamdun kasabasında Kürdistan'ın eli kolu Gözü kulağı Beyni yüreği Yani serhıldanın örgütlenmiş öncü gücü Mirceladet Bedirhan'ı Başkan seçer HOYBUN* kongresi Din, inanç, mezhep ayrımı yapmadan Aşiret farkı gözetmeden Herkesi birleşmeye Ve bağımsızlık için mücadeleye çağırdı (Xoybun), Bağımsızlık, kendi olma -özgürlük, özgür olmaanlamlarını içerir. * -Ey Dicle, Fırat oğulları kızları Tarih biziz, masal bizdedir Gerçek biziz, hayal bizdedir Artık hiç kimse Aldanmasın ilk yağmurda Çiçeklerini döken yalancı baharlara Toprak biziz, kök bizdedir Tohum biziz, çiçek bizdedir Zamanın eskitemediği sözleri taşıyan Karanlığa karşı savaşan Kendi sabahlarını yaratanlar bizdedir Güvenmeyin Yüzünü her yöne dönen Sırtını herkese çeviren rüzgarlara Çünkü ardınızdan itince güçlü Yüzünüze vurunca suçlu gösterirler sizi Unutmayın Uçurtmayı gökte tutan Rüzgar değil elinizdeki iptir Kurtuluşu başka yerlerde aramak Köksüz bir garipliktir Bu yüzden köylerimiz harap, bitap Şehirlerirniz, ağır yaralı ve tutsak Kendi yurdumuzda eşkıya sayılımışız Şehitlerimizi anmak bile suç ve yasaktır Zerdüşt'ün ışığı ve doğruluğu Kawa'nın çekici ve örsü Zaloğlu 'nun kılıcı, kuvveti bizdedir Mutluluğun bir reçetesi varsa eğer Özgür yaşamak için Birleşrnek ve savaşmaktır Dava bizim, devran bizim Serhıldan bizimdir Bitlisli İhsan Nuri 1925 yılında Hakkari cephesinde Azadi serhıldanının kader kardeşiydi Hain pusularda Kanlı tuzaklarda Süngü uçlarında Ve idam sehpalarında Yenilgiyle sonuçlansa da isyan Davasını ve kavgasını terk etmedi İhsan Bunun üzerine Beşikteki bebenin ümidi Ulusal kurtuluşun Kabesi Halkın derlenmiş gücü HOYBUN Kalem, Güneş Hançer Ve buğday başağı bayrağıyla İhsan Nuri'yi Ulusal kurtuluş ordusunun lideri olarak Halkın ve ülkenin Sorumluluğunu omuzlarına yükleyerek Ararat' a gönderdi Ararat ulu Zirvesi daima karlı Başı dört mevsim sisli Bulutlu bir dağdır O dağda nicesinin gözü vardır Ama cesareti az gönlü dardır O dağın yamaçlarında Nicedir serhıldan çadırları kurulur Yiğit kadınlar Çocuklarını oçadırlarda doğurur Omuzlara mavzer Yıldızlara salıncak asılır Güneşten uçurtma yapılır Ararat ya da Agiri derler adına Hamuru yiğitlikle karılmıştır Baş eğmez korur onurunu Kendine sığınana açar koynunu Sürdürür töresini Teslim etmez ruhunu Burada yiğitler Terini kılıçla silerler Tufanlara göğüs gerer Yaralarına ateş sürerler Karanlığın içinde bir ateş Kızıl bir ışık Ararat' a yaklaştık Işığın ve ateşin içinde insanı gördük İnsanın içine baktık İsyanı gördük Topraktaki tohumun Daldaki tomurcuğun Sökecek şafağın nöbetini tutan Yiğitlikte söylenecek sözü Yürekte harlanacak közü Ve özgürlükte gözü olan Hoybun üniforması giyen savaşçılar gördük Bu ne çıkmaz sokaklarda Ağız dalaşıdır Ne kuytu köşelerde Gölge savaşıdır Bu tepeden tırnağa Uluorta özgürlükte karar kılmış Kırlarda umudunu namluya sürmüş Sevdasını kurşun eylemiş Bir halkın zulme meydan okumasıdır II 1926'da başlayan serhıldan Uçaklarla gökten Tank, top, tüfekle yerden saldıran Yine de başarısız olan Romi orduları Sermayenin ve silahların efendileri Kirli oyunlara, kurnaz tezgahlara başvurdular -Hem özgür Hem eşit Hem de kardeşiz Kız alıp kız vermişiz İşte et ile Tırnak gibi birleşmişiz, diyenler Dağların yamaçlarında Yaşayanları batıya sürelim Suyunu keselim, balıkları ezelim Ararat'ı yalnızlaştırıp Derisiniyüzelim Bundan sonra adına "Ağrı" diyelim Kürdün kalbine Derin bir "Ağrı" saplayalım dediler Henüz kavgamn daha başlarında 1926'dan sonra 1928'den önceydi Hey kardeşler! Hey dostlar, komşular hey! Bu kısacık zaman aralığında Nice nice zulümler geldi Kürt İle İstan'ın başına Kış ortası zemheri ayında Dağlar buz tutmuş Sıcaklık sıfırın altında Yollar karla kaplanmış Toprak nefessiz kalmıştı Serhat dolaylarında Ararat diyarında Serhıldana ekmek ve yürek veren Yüz binlerce Kürt köylüsü Kuşundan, kuzusundan Ocağından, bucağından Sevdalandığı yarinden Bağlandığı yurdundan kovulur Zulmün, zorbalığın dipçiği altında Sürgün yollarındadır Nicesi kılıç, kırbaç altında inleyerek Nicesi süngü ucunda kanayarak Kan içinde Kar üstünde, soğuktan titreyerek solmuş Kırmızı beyaz bir ölüm olmuştur Ve faşist namluların gölgesinde Nice canın ırzına el uzatılmıştır Ana göğsündeki sütün donduğu Çocuk ölümlerine kurtların indiği zamandı Birçoğundan Asla haber alınamayacaktı bir daha Ne öldüğü duyulacak Ne yaşadığı anlaşılacaktı Nicesi vardığı sürgün ellerde Gülüşü günah Öksürüğü ayıp Dili yasak sayılacaktı Mırıldandığı şarkı Çaldığı ıslık bastırılacak Çektiği hüzün Döktüğü gözyaşları için suçlanacaktı Esir kamplarında Ve kapatıldığı sürgün gettolarında Yurtsuzlaştınlmış halkların kaderini paylaşarak Doğduğu topraklara dönmenin hayaliyle yaşayarak Özlemlerini kanata kanata solacak Gözleri açık bir veda olacaklardı Geri dönenlerin anlattıkları Ancak Dengbej 'in yüreğine, diline sığardı Yüz binlerden her biri Parçalanmış bir ülkenin Kan ve kar altında kalmış Kayıp öyküsüydü 1927 yılında Lice'de Ve Hani'nin kuzeyinde Murat ırmağının güneyinde Batısında Kulp 'un Doğusunda Palu'nun Azadi serhıldanından beri Dağlara sırtını dayarnış iki bin kişi Söndürmüyor savaş meşalesini Bir serhıldandan bir serhıldana Taşıyıp kavgayı selamlıyorlar Hoybun'u Önderleri Aliye Unis Zerikli Selim ve Şeyh Abdurrahman Garzan'da da yakılmış ateş Başlatılmış serhıldan Ezidi, Sünni cümle alem ayaktadır Kürdistan ve orda Güzelliği dillere destan Kürt kızı Rındexan Eli kirli, emeli kirli düşmana Yaralı ve tutsak düşmüştür Rındexan Malahadi köprüsünden Bırakır kendini hırçın suların koynuna Ölüme varır zalime varmaz Bunu anlatmayana Dengbej denilmez Yazmayan tarih namuslu Dizmeyen şiir soylu sayılmaz Modern zamanların beslemesi Burjuva saltanatının kibirli Kılık kıyafet devrimcileri Kafalarını şalvarımıza Sarığımıza Çarığımıza takımışlar Kadının saçındaki örgüye Başındaki tülbende bakmış "Feodal" diye kestirip atmışlar Günahkar mutluluklarla sevinen Haram ekmekle karnını doyuran Modern zamanın sahipleri Alimleri, aydınları Amirleri, memurları Kravat, papyon, pantolon kuşanan Kılık, kıyafet ihtilaliyle yenilenen Şapka İnkılabı'yla maskelenen faşizmlerin Sömürgeci fetihlerini hak görmüşler Kıtlık, kırımilra göz yummuş Kanlı soygunları mubah saymışlar Serhıldanımızı da yenilgiye yazılı Feodal bir günah Beyhude bir çaba görmüşler Oysa 1926'dan beri Mirceladet Bedirhan, Seyit Resul Mele Berzenci, Şeyh Abdurrahman Ve nicesi sarığı, çarığı, şalvarıyla Nasırlı el Bükülen bel Susturulan anadil Soldurulan güzel gül için Dağ başında, halk savaşındadır Ve kadınları Mezopotamya'nın Başında yazması Saçında kınası Yüzünde yeşil dövmesi Burnunda hızmasıyla Besra, Asiye Yaşar Hatun, Dilber ve Zeyno'lar Yani Serhad'ın kız kardeşleri Ararat-Agiri'nin can yoldaşlan Yüreklerindeki sevdayı mavzer yapmış Dağlarda Kürdistan'ın nöbetini tutmaktadır III Yakılıyor kızıl ateş Sürülüyor ocağa ham demir Veriliyor su, dövülüyor örste Güneşin kızları Ateşin oğulları Bilekleri çelik sertliği Yürekleri kılıç keskinliği Gözleri ışık hızı Ve sevdaların sınandığı Efsanelerin yazıldığı yerde Ararat yamaçlarında Çakılıyor kutsal kurtuluşun kıvılcımı Kuruluyor kavga Su duruluyor Güneş uykusundan uyanıyor Açılıyor halkın bayrağı Dost kim Düşman k i m biliniyor Ürküyor uluyan kurt Kendi gölgesinden çekiniyor çakal Kendi sesinden korkuyor sırtlan Ve 1927 kışında Yaşanan büyük çarpışmada Zafer Ararat'ın defterine yazılıyor Yenilgi zehir gibi Acı bir ders olup İşgalcinin belleğine kazınıyor 1928 Ocağın son günü Bitlis geçidi, delikli taşta Sürüyor kavga üç gün, üç gece Kar altındaki toprak Gurur duyuyor cesur çocuklanyla Ve rüzgar öpüyor Kış gününde terleyen oğullarının Kızlarının alnından Çatlıyor tohum Çatlıyor toprak Berfın'ler sığınıyor kabına Kaldınp başını söylüyor zafer şarkısını Düşler yeşeriyor Ufkumuz genişliyor Çatlıyor düşman Ve başkaldıran Direnen, döğüşen halklardır Hayatı güzelleştiren Dört Şubat geldiğinde Zulmün soy ortağı Emperyalizmin kan kardeşi İşbirlikçi Kemalizm'in ordusu karada mağlup Uçaklanyla bombalar savurup Havadan üstümüze varmakta Ararat semalarında O uçaklardan ikisi İki kurşunla yenik düşüyor yerçekimi kanununa İsyanımız gönüldendir, sevene yakışır Aklını fikrini devrimle bozmuş Gönlünü asi dağlara kaptırmış İsyanımız kırlardan derlenmiştir Berfin, Beybun, Kekik Kan ter, toprak ve yoksulluk kokar Kelebek düşleri kurar Uzun hava çeker Köy düğünlerinde govend'e durur İsyanımız, çocukluğunda dağa Gençliğinde darağacına Yediden yetmişe Faili meçhule gider Her yaşta zindana düşer Ama asla gecikmez Daima vaktinde yakar Newroz ateşini Mart ayının sonu Hızlanmış Fırat'ın nabzı Terlemiş Dicle 'nin yüreği Beyazıd' da apaydınlık iki gün Kapkaranlık iki gece süren Amansız kavganın galibi Yine sarı Yine kırmızı Yine yeşil bayraklı halktı IV Mademki Gizlisi saklısı olmadan Başladık hayatımızın parçalarını toplamaya O zaman neden Pepuk kuşu olduğumuzu Kendimizi neden dağdan dağa Daldan dala vurduğumuzu da anlatalım Yirminci yüzyılın başında Aklımızın şaştığı Dostu düşmanı karıştırdığı 1915 yılı Hamidiye Alayları'na yazılıp Elimizi vicdanımızdan çektiğimiz zamanlardı Kutsal ayetler ardına gizlenip Zalimin yanına adımızı yazdırdığımız günlerdi Bu başıboş Bu nahoş vakitlerde Biri Ermeni Biri Asuri İki kenger için Kanattık iki kavim Komşumuzu İnsan idik Kuşa döndük Turabidin'den Ararat'a dek ölüm Dicle'den Aras'a kadar zulüm olduk Başı göğe değen Dağlar kadar günahkar Ayağı denizlere değen Ovalar kadar suçluyduk Karacayı kan kokusundan usandırmış Karıncayı ölüm korkusundan utandırmıştık İşte on üç yıl sonra Kırdığımız yüreklerden Kanattığımız gönüllerden özür dileyerek Serhat boylarında kardeşlik serhildanındayız İşte ulu Ararat'da başkaldırdık zulme Yinede başımız eğik Diz üstünde Secde ediyoruz acılarımızın karşısında Ama açıktır kalbimiz yeni başlangıçlara İlle de savunulacaksa Kuran Sure Ve ayet Biz çoktan seçtik safımızı "kahrolsun zalim toplum"* "zalimler asla kurtuluşa varamaz"* * diyerek Açtık sancağımızı * Hud suresi 44. Ayet ** Enam suresi 135. Ayet 1928 sonbaharının birinci ayı Serhat'ta kardeş türküleri kurşun eyledik Kırdık hasretin ve esaretin paslı kilidini Kaldırdık göğe barışın kadehini Toprağın, bayrağın kurtuluşunu Güllerin ve gönüllerin eşitliğini şart koştuk İki güneş zamanı İki ay aydınlığında Dikildik diktatörlüğün karşısına Colemerg elimizde özgür Beyazıd valisi elimizde esir Ülke bizim isyan bizim Gün gelir valiler de ölür Bu ülke bizim Ortak vatan Mezopotamya'da Serhat'ın çıkılmaz, inilmez dağlannda Kardeş halkların kurtuluş birliği Hoybun ARARAT CUMHURİYETİ'ni ilan ediyor "Körler görüyor Kötürümler yürüyor Cüzamlılar temizleniyor Sağırlar duyuyor Ölüler diriliyor Ve yoksullar müjdeyi duyuyor"* * Matta-bap ll,4-6 V Mezopotamya'nın Mir, Mele, Şeyh ve Said'ler Din iman, mezhep alimleri Aşiret ve kavim kardeşleri Serhıldan liderlerimizdi Abraham Paşa ile Zilan Bey Ararat serinliğinde, Zilan'ın derinliğinde Karanfil kokulu türkülerle Girdiler kardeşlik siperine Genç ve yaşı gönüllerde Dilden dile dolaşan Yiğit bir efsaneydi, Hesenan'lı Seyithan Mehmet ve Nadir kardeşler Dağlardan da büyük cesaretleriyle İhanet zincirini yere çaldılar Çağ açıp, çağ kapattılar Sipkanlı Halis, Zirkanlı Kerem Tahir'e Asaf ve nice halkkahramanı Medya güneşi altında aldı yerini Sövene karşı dilsiz Dövene karşı elsiz değiliz artık Eşi ve anasıyla Dağdan dağa, isyandan isyana Halk önderi gerilla lideri Sırası geldiğinde Sıra neferidir Hesenanlı Frezende Kuzuları, çocukları gibiseven Çocukları gül diye koklayan Fırat, Dicle, Aras kadınları Ne güze sığarlar ne kışa Güneşi emzirir yaza çıkarlar Tanyerinden güneş içmiş Zulme zorbalığa boyun eğmemiş cennet kızları Sevinince Berfınler kaplar yüreğini Üzülünce, karanfiller dökülür gözlerinden Ve silkelese kelebekler uçuşur gönüllerinden O yüzden Elleri daima bereketli Yüzleri aydınlık Yürekleri de sıcak ve merhametlidir Ak undan ekmek yağuran Gerilla doğuran Elinin hamuruyla bayrak tutan Tetik çeken Çocukların yarasını öperek iyileştiren kadınlar Yeniden hatırlatmak için Ölümün kar etmediği Namuslu, cesur zamanları Akın akın doldurdular Hoybun saflarına Asiye ile gelini, Besra Azadi isyanından Hoybun isyanına, sek sek oynayan İki asi ceylandır Kürdistan dağlarında Zeyno ile Sılo 'nın aşkı Karanlığa yan bakmış Yıldızlara göz kırpmış Türkü yakmıştır mutluluğa Mem u Zin'i Edule u Derweş'i Siyabend u Xece'yi Ararat'ta buluşturmuş Ellerine Kesk u sor u zer tutuştumuştur Yaşar Hatun Serhat Türklerindendi İhsan Nuri 'nin düşlerine eş İsyan yoluna yoldaştı Ezilen vatan, Kürdistan uğruna Girdi Hoybun saflarına Döğüştü Ararat dağında Yüreklerini mavzer gibi taşıyarak Aşkın nöbetini tutan kadınlar İsyanlar ve dağlar Serhat'ta birbirlerine çok yakıştılar Başladığı günden beri Bazen hızlanan bazen durulan İşgalci ile direnişçi arasındaki kavganın Adım adım finaline gelindi Yıl 1929 Eruh'ta Zilan ve Bekiran Tendürek'te Sakan aşireti serhıldanında 1930'da Agir'i Tutak'ta Alican isyanında Ve Oramar Ve Plümür'de silahlar Ararat'ın sevdası için patlar Dağların başı gökte Ovaların çiçeği burnunda Mezopotamya kardelenleri sürüldükçe namluya Çıkıyor bahara Çözülüyor toprağın dili Sona eriyor esaret günleri Zirvesi, ovası, havasıyla Ararat dağı Çimeni, çiğdemi, nergisiyle Zilan vadisi Direnmektedir Kar erimiş, açmış yolları O yollardan burjuva Kemal orduları Kuruyor kapanı örüyor ağlarını Ararat yamaçlarında kadınlar, bebelerini emzirirler Saçları sarı çiğdemli Hoybun'un genç ve asil kızları Doğmamış çocuklarının mutluluğu Ve yarının umudu için kavgaya hazırlanırlar Gökyüzü sırtlanacak Mavi mavi döğüşülecektir inat ve isyan burada sınanacaktır Haziranda kiraz gülüşlü zamanlardayız Yüz binlik ordusu ve uçaklanyla Başlayınca Romi'lerin kanlı saldınları Agiri' de babalar, oğullar, torunlar Analar kızlar Yıldızlar kirazlar Yani toprağın çınarlan, sevdamn filizleri Dolunaylı bir akşamda sarıldılar mavzerlerine Seher vaktinde Uçaklardan bombalar düşüyordu payımıza Yaşar Hatun Hoybun saflarında Kanıyla suluyor isyanını Savunuyor kardeşliğin onurunu Mevsim ateşten sıcak Belli ki kavga daha da kızışacak İnkar edilen Ve ezilen halkların nabzı Ararat Ve Zilan'da atacak Ya ak ellere Kızıl kına yakılacak Kürt ile İstan'ın nikahı kılınacak Ya da lanetli zamanların paslı süngüsü Namert zamanların tüfeğiyle Bir isyan daha Kanla bastınlıp toprağa verilecektir VI Maskeleri eşitlik, kardeşlik, adalet Makyajları uygarlık, demokrasi, hürriyet Cilası, ilericilik, çağdaşlık, Cumhuriyet Gerçeği ise mülkiyet-devlet-milli hakimiyet Dostları sömürgeci Yoldaşlan emperyalist Orduları ve saldırıları faşist Dağlan barut, yamaçları kan Köy kasaba, şehirler duman kokuyor Hoybun liderleri bunu okuyor Bekire Qulikan, Nadir ve Mehmet kardeşler Şebabe Mısto, Reşoye Silo Seyid Resul ve Usıve Mero 19 Haziran'da Çılkani yaylasında karar aşamasındadır -Mademki her dava Kendi ahlakıyla sınanır Mademki her sevda Kendi ateşinde yanar Eğer uğrunda ölen yoksa Sevmek neye yarar İnançla yoğrulan, yiğitçe doğrulan Ateşte kavrulup, kül ile savrulan yoksa Sabaha varmaz hiçbir dava Işığın namluya sürüldüğü yerde Gündüzlerin geceyle Uzlaştığı nerede görülmüştür Kardelenlerin mavzere Mermi yapıldığı yerde Baharın, kışa boyun eğdiği Nerede duyulmuştur Şiirin kurşun olduğu yerde Hangi türkünün başı eğilmiş Hangi şarkının dili tutulmuş ki Yıldızlar namluya sürüldükten sonra Şafağın sökmediği görülmüş müdür Umutsuz bir çiçeğe Gözleri ışıldamayan Bir çocuğa rastlanmış mıdır? Güllerin tetik çektiği yerde Aşksız kalmış bir dağı Sevdasız akmış nehri Yuvasız kalmış bir kuşu Gören, duyan Bilen var mı? Öyleyse kardeşler Anlaşıldı ki bu soylu kavga Mezradan, merkezlere dek yayılmalıdır Vakit azalıyor Çember daralıyor Eller çabuk tutulmalı Adımlar hızlı atılmalı Tefeci bezirganlığın karargahları Tarumar edilerek başlarına yıkılmalıdır Seyid Resul ve Ermeni İbrahim Paşa Söz biter bitmez çıkar yola Varıp Hasan Abdal karakoluna Kattılar tozu dumana Norşad karakolu harabeye çevrildiğinde Bekire Qulikan en öndeydi Subaylar esir, erler evlerine gidebilir dedi Ve Zeylan karakolu teslim olduğunda Dalgalanan bayrağı Reşoye Sılo taşımaktaydı Ve art arda Erciş Patnos Begıri şehir merkezleri Bağımsızlığa ve bayrağa ant içen isyan dervişlerinin Hünerli elleriyle özgürleşti Bu kavga Dağından deresine Nehirlerinden göllerine kadar Tepeden tırnağa Başından sonuna kadar Kadından erkeğine Yedisinden yetmişine dek Yiğitlikten örülmüştür Zulmün yedi ceddine meydan okunup Yüzüne sövülmüştür Sıcak, kanlı temmuz günlerinde Soluk soluğa direnirken Hoybun Zordur serinkanlı düşünmek Silahlar sınırlı Cephane az Erzak tükenmek üzere İhanet cephesi çağalmıştır günden güne Mezopotamya ablukaya alınmış Dostlar azalmış, parmakla sayılacak kadar Böyle zamanlarda Ezen ulusların, beyaz orduları Daima ahlaksız ve kuralsız oyunlarla hatırlanırlar Bunu bilen isyan ve destan kuşakları Gelecek için daima Kullanışlı sözler bırakırlar geriye -Yiğit düşmanlar kavgaya şan katarlar Mertçe bir savaşta kazanırken de Yenilirken de saygı duymaktan Vazgeçmeyiz rakibimizden Bu hünerli Ve ahlaklı kavgaların erdemidir Düşmanın mertliğinden, sertliğinden Kuvvetlerinin çokluğundan Silahlarının üstün oluşundan değil Düşmanımızm korkaklığından korkar Ahlaksızlığından Alçaklığından utanır Çekiniriz namertliğinden Korkar olduk burjuvaziden Çünkü sömürü ve soygun onun özü Hile, entrika, fitne, fesat onun sözü Katliam, kırım onun şan, şöhretidir İşte sonradan görme Kemalist burjuvazi Fevzi Çakmak, Salih Omurtak Ve Abdullah Alpdoğan gibi Ellerini serhıldanlarımızın kanında yıkamış Ölülerimizin üzerine basarak yükselmiş generaller Ararat'ı Ruhumuzda derin bir acı Çekilmez bir "Ağrı" yapmak için Yürürler üstümüze Nereden geçseler, diri diri canımızı yakarlar Köylerin damarındaki kanı Kasabalann memesindeki sütü Şehirlerin gözlerindeki yaşları yakarlar Bebekli kadın Yedisindeki çocuk Yetmişindeki ihtiyar Cerenler kadar güzel Ve günahsız kadınlar Yeri çatlatan Göğü çıldırtan çığlıklarla sığındılar Zilan'a Zilan açmış kucağını Çocuklarını almış koynuna Ama her türlü kıtlık, kırım Sığar sömürgecinin kitabına Yazın en sıcak ayında Ararat ve Zilan' da Titrek bir serçe gibi üşüyor zaman Ne sığınacak bir dulda kaldı Ne tutunacak bir dal Ne yaslanacak bir dost Lakin düşman gırla Saldırgan çok Kürd ile İstan Ne zaman el ele verse Burjuva bir ayin ve tapınma ile Ya "feodal" diyorlar sevdalarımıza Ya ihanetin paslı kılıcı giriyor aramıza Ya da ecbebi parmağı aranıyor Umudumuzun ardından İşte Mem u Zin Işte sevda ziyaretgahlarımız Aşk kıblegahımız Ve işte ortasında ihanetin mezar taşı Işte Adem ile Hava ananın yaşadığı Bu cennet mekanda Yine kovuluyoruz kendi yurdumuzdan Mesele Kürd ile İstan olunca Binlerce yıl İran-Turan diye savaşanların Bir günde dost olduğu da görülmüştür Hoybun' a saldırması için Turan'ın, İran'a Ararat yamaçlanndan "Ana" diye bellenen "vatan"ı sattığı da görülmüştür Ararat'ın sağı solu, önü ardı Zalim sobe, harami sobe Neredesin ey kardeşlik Dostlar çıksanıza ortaya Bugün değilse hangi güne İşçilerin, köylülerin, kadınların Ezilen halkların, mazlum ulusların dostu Sovyetler Serhıldanımızı "emperyalizmin Kafkasları Ele geçirme planı" sayıyor Aras Nehri'ni geçmiş Beyaz Ordu'ların yardımına koşmuş Hoybun'un ardında dış mihrak arıyordu Davamızın karşısında duran Kızıl Ordu Kalbimizde kızıl bir yara oluyordu Oysa en sevdikleri nota sol En sevdikleri renk kırmızı Orak çekiç ve yıldızları sarı Peki, günahkar mıydı yeşil? Hoybun'un ardında Gizli eller dış mihraklar aramak bahane Saklı erneller düşünmek, beyhude bir kurgu İsyanımızın ardında değil Tam karşısında Uçakları, tankları, toplarıyla Emperyalizmin kirli emelleri Azılı faşizirnlerin kanlı elleri vardı Davamızın ardında değil tam ortasında Yoksul ırgatın, nasırlı elleri Körpe sevdaların, kınalı parmakları vardı Hamur yoğuran, çorap ören, çarık diken Orak tutan, tırpan sallayan eller Kalem tutan, tetik çeken parmaklar vardı Bizi kuşlar yoldan çıkardı Yıldızlar isyana teşvik etti Ceylanlar baştan çıkardı Bize dağlar, dereler yardım yataklık etti Nehirler su Ağaçlar yemiş verdi Ateş böcekleri yoldaşımız Kelebekler düş ortağımız Ters laleler suç ortağımızdı Nergisler, Newrozlar işbirlikçimiz · Şiirler, şarkılar, türküler Silah arkadaşlarımızdı VII Bu haklı Ve ahlaklı serhıldanda Hoybun dişe diş, kana kan Sonuna kadar özgür vatan Sonuna dek kavga dedi İhsan Nuri yoldaşlarını derleyip Savaşın son mevzisine çekildi Serhat'a yağan kurşun Yağan yağmurun damlasından daha çoktu Ve akan kan Sonbahar selinden daha fazlaydı Van, Hakkari, Hınıs ve Iğdır'da Yaprak yaprak dökülürken Dal budak kırılıp Kök gövdeden sökülürken Toplu bir kırım Toplumsal bir kanama oldu Mezopotamya Mazlumların yoktu Mazlumlardan başka dostu Onlarda bugünlerde Ne bir el uzatmış Ne bir omuz verebilmişti Yaramız ve acımızla Baş başa kalmıştık çoğunlukla olduğu gibi Ararat yangında, Süphan'ı kan tutar Buz kesilir Cilo Dağları Van gölü ölülerine ağlasa Ağıdını Hazar yakar Yasını Urmiye tutar Aras'ın feryadı ulaşınca Öfkesinden kıyıları dövmez mi Hazar Denizi Fırat, Dicle Kollarını dolayarak birbirine Ağlarsa eğer Basra' da Bir okyanus kucaklamaz mı öksüz çocuklarını Musul'dan Barzani Urmiye'denSimko Rojava'dan Haco Birer Ebabil kuşudur dar günde Nemrut ateşinde kavrulurken medya Gagalarında damla damla Su taşıdılar ışık yurduna Sonbahar sonunda Zilan al al bir kan Ağzına kadar ölü can Geride kalanın acısı yürekte volkandır Vurula vurula, kırıla kırıla Simurglar veda ederken hayata Sağ kalanlar dağları siper ederek Girerler zemheri ayına 1930 kışında Silahlarıyla yaşayan Onuru için savaşanlar çekilir dağlara Tendürek-Devetaş civarında sürer kavga Reşoye Sılo Hesen Evdal Medresesinde Okumuştur bilge Ehmedi Xani'yi Öğrenmiş Mem u Zin'in yüreğini Tükürmüş Beko'nun kalıbına Güneşi karşılamak için yürümüş kırlara Zeyno ateşte eğitmiş yüreğini Bilir Zin gibi sevmesini Sevdası için direnmesini Zeyno masallardan süzülmüş bir kuştur Dağdan dağa güneşi selamlayan Akıldan, yürekten bir düştür Serhad'da sarı, kırmızı, yeşil bir gülüştür Tendürek'te Kurmanci kılamlar söylerken Yıldızlara göz kırparken görülmüştür İki gönül yoldaşı Nice civan parçası Tendürek'te kar kış içinde İnadına savunuyor Hoybun'un davasını Bir aşk kaç kere bölünür Beko kaç kez ölür dirilir Kaç nesil sürer ihanetin soyu Bıra İbrahim'i kurşunlarken Emirhan Usıve Evdal'ı Tebriz zindanında öldürürken İran Kürd ile İstan Daha kaç kez çeker bu acıyı Kaç kez söyler aynı ağıdı Tendürek dağında her yer kar beyazdır Peto ile Mısto'nun ihanetiyle Gönül bayraklarımızın esir düştüğü En karanlık, en kara zamandır Zeyno yakalandığında saçı kınalıydı Başında İran tülbendi Üzerinde kadife fistanı Ayaklarında beyaz çarıkları vardı Zeyno ile Sılo'nun boynunu vurdular Başları ayrıldı gövdelerinden İsyanın kalbine kar yağar Buz tutarken Kürdistan'ın sevinçleri Şimdi aşkın ve savaşın uzağında Bir aynanın karşısında Eşsiz benzersiz bir huri olsa Kimin umurunda Kavgamızın ve sevdalarımızın kesilen başları Köy köy dolaştırılırken kanlı hain ellerde Anfar'ın sırtında kırk bin ışıldayan Yahut bir istiridyenin karnında parlayan Pirüpak bir inci olsan neye yarar Zindanlarda çığlık ve tifüs Öksürük ve inleme sesleri Sabahlara dek titreme nöbetleri Ve süngü uçlarında Bilinmez yerlere atılan cesetlerimiz Meçhul diyarlara, sürülen sürgünlerimiz Şimdi ana nerede yar nerede Baba nerede, bebe nerede Görenkim Feryadımızı, figanımızı duyan kim Ölen nerede, kalan nerede bilen yok Acımız dağlardan büyük Yaramız derelerden derin Ne ağıtlara sığar ne kağıtlara Derdimizi anlayan kim Dağlar, dereler, kuytular cesetlerle doludur Ölülerimiz yerde ot Gökte yıldız kadar çoktur Ay tutuldu Güneş tutuldu Ölülerimizin kaydı tutulamadı Kiminin ardında Ne bir ağlayanı kalmıştı · Ne acısını taşıyanı Geride kalanların gözyaşları Bulutları bile utandırmıştı Bu paslı, puslu namert zamanlarda Ararat, dişe diş savunduğumuz canımızdı Zilan, kanımızla suladığımız sol yanımızdı Bu katliamı yapanların soyu Gençlerimizin beyinlerini yılanlara yediren Dehak'lara kadar uzanırdı Ararat'ın başında kar var İçinde kızıl ateşler yanar Leş kargaları gözünü oyar cesetlerin Köpekler kemiklerini dişler ölülerin Zilan güzel mi güzel Yeşil, derin bir vadiydi Azrail'in bile bakmaktan utandığı Her yanı ölümlü yara bere idi Nicesi ana kucağında bebe idi Zilan vaha iken seraba döndü Yeşil Kunduk vadisi Bembeyaz insan kemikleriyle örtüldü Damla iken sele döndük Bir nefeste yele döndük Gözlerimiz kurudu çöle döndük Gönlümüz yandı köze döndük Döndük durduk Acılarımızla sarmaş dolaş Dağlar, dereler, göller Gözler, gönüller kanamıştır Ama mesele yenilmek değil Davasını nabzında taşıyarak Umudunu terk etmeden yaşamaktır Ararat'ın Zilan'ın başı sağolsun Kürd ile İstan'ın aşkı var olsun Hoybun'a nice selam olsun Gün gelir Küllerinden yeniden doğar Anka Sevda sözleri Yeniden onarır kendini Şafağın işçileri çıkar dağlara Açılır bayrak Kurulur kavga Ellerine yeniden Kına yakar Mezopotamya DERSiM iSYANI I Dost bilir Düşman bilir Dersim ezelden beri soylu bir direniştir Göğe yakındır Zümrüt dağları İnkar etmez aslını, eğmez başını Kendi yalnızlığında tetikdüşürmüş Özgür bir inattır adı Dersim demek Yastığının altında isyanla yaşamaktır Haraç verilmez, sadaka alınmaz Kutsaldır güneş, su, toprak, hava Başından beri ekmek hür Sevmek hürdür Ovalar saz çalar, cem cıvat tutıılur Dağlar Munzur'a gönül düşürür Açılır yürekler, kollar Turnalarla beraber semah dönülür Kaç kez Fatihler gelmiş geçmiş buradan Kaç kez başını vurmuşlar Nice fırtınalar boranlar Kolunu kanadını kırmışlar Nice isyanlara zorlanmış Nice belalar sarmışlar başına Kaç süngü yemiş Kaç ölüm görmüş Nice nice sürgün vermiş Ne kaydına rastlanmış Ne hatırında tutabilene Ne matematiğe vurabilene Dersim onca asrın pususundan geçerek Ermiş gerçeğin manasına Kendi yarasını kendi sarmış Varmış ölümsüzlüğün sırrına Suyundan bir yudum almış Öpmüş taşını toprağını Koklamış çimeni, çiğdemi, yaprağı Düş ve umut beslemiş Halay tutmuş, diz kırmış El açmış güneşe Ateş koymuş yüreğine Kendi hamurunda Harcında yoğrulan Kendi dağında, taşında doğrulan Kızıl bir sevdadır Dersim Serden vazgeçmiş Vazgeçmemiş yeminle taşıdığı sırdan Nice ölmüş, nice dirilmiş Kendini bildi bileli aman dilememiş Minnet etmeyi yazdırmamış kitabına Dersim çiçekteki an Kovandaki baldır Eline, beline, diline Tek bir haldır Gökte yedi açan renk Yerde yediveren bir daldır Sarı, kırmızı, al Eski bir masal Zaman denizinde eskitilmemiş en eski hayaldir Kalubeladan beri Uygar zulümlerle savaşan Uslanmaz bir türküdür Kerbela'dan beri Kanlı bir çöl Mazlum bir ağıt Yaralı bir öyküdür Gündüz avcılar Gece yarasalar Ardımızdan iz sürdüler İsim isim, kısım kısım kaydımızıtuttular Dersim raporunu elden ele dolaştırıp Koçgiri, Piran ve Zilan'dan sonra Dersim tertelesinde karar kıldılar Mustafa Kemal'in karşı gelinmez emirleri Sağır İsmet'in "sel seferleri" General Abdullah Alpdoğan'ın geniş yetkileriyle 1935 yılında plan hazır Saldırgan nazırdır General der ki: -Okumanız için okul Köprü ve yol yürümeniz için Güvenliğiniz için kışla Ve karakol yapıyoruz İşte size uygarlık getiriyoruz Barış elimizi uzatıyoruz Getirin silahları teslim edin Efendinize verginizi ödeyin Direnmekten vazgeçin, secde edin Dağları bırakın Gelin devlete yaslanın Dersim'in adı Tunceli olsun Bu dava son bulsun II 1936 baharının başında Dersim' in çarpan yüreği Başı dik iradesi Toplandı Munzıır'un kıyısında En önde Gökte Turna sırdaşı Yerde derviş haldaşı Dağda mazlum yoldaşı Seyit Rıza Ve Kureşan lideri Ali Demanan önderi Cebrail Bir de Yusufan reisi Kamber Verip baş başa, başladılar kelama: -Ey inancımızı sınayan dağlar Derdimizin dermanı sular Terimizle sulanan toprak Toprakta demlenen tohum Ey meşe gölgesi Halvori gözeleri Ey sarı Çiğdem Kırmızı menekşe, yeşil çayırlar Cümle alem, kar bahar çiçekleri Şahidimiz sizsiniz Duyun sesimizi, saklayın sözümüzü Vakti gelince çözün dilinizi Konuşun gizlediğiniz gerçeği Bizden sonra gelene açıklayın emaneti -Kemalizm Kemalizm dedikleri Biraz feodal toprak beyi Biraz da sonradan görme burjuva beygiridir Aslı astarı ırkçılıkla yoğrulmuş Asker, banker, Junker faşizmidir Biraz eskiden kalma paşalık Dün ki devşirme maşalık Emperyalizme göbekten bağımlı uşaklıktır Kemalizm Cumhuriyetin başına geçen Dünün saray saltanat paşası Hakkımızda vermiş fermanı Tunceli ferman ise Dersim dermandır Dersim halklara açık Devletlere kapalıdır Bir yandan okul, yol Köprü, kışla, karakol yapıyorlar Bir yandan silah Bir yandan hain topluyorlar Bunlar kendilerini ehil Kürdistan' ı cahil sanıyorlar Başımızda kanlı belalı uçakları dönerken Barış elçileri gönderip Dersirn'e oyun oynuyorlar Bunların geviş getire getire Ağızlarına sakız yaptıkları Övüne övüne, uygarlık medeniyet dedikleri Sömürüyü, soygunu geliştirmek Toprağa yerleştirmek Başına bekçi dikerek devletle pekiştirmektir Mazlumun gözüne mil vur Başını yılanlara yedir Altına halkların cesedini göm Üzerine zorbalığın tahtını kur Tekelci siyasal hiddeti Teknolojik şiddeti Bilimin ardına gizlen Özgürlüğü kafese kapat Diktatörlüğe, demokrasi kıyafeti giydir Köleliğe, çağdaşlık etiketi uydur Havayı, suyu, toprağı Ağacın gölgesini, güneşin ışığını sat Süsle, parlat, kitabına uydur... İşte binlerce yıldan beri Kurulmuş bulunan uygarlık tarihi Ve muasır medeniyetin seviyesi budur Barış dedikleri İşgal ve istila edilmiş topraklarda Halkları iğfal etme yarışıdır Dersim'de Yusufanlı Genç bir kıza uzanan Tunç eli Sevda çiçeklerimize uzatılan azı dişleri Bebeğin rızkına dikilen göz Derin uykularımıza kurulan tuzaktır Eşitlik diye belledikleri Göğsümüzde postal izi Etimizde tayyare mermisidir Kardeşlikten anladıkları kalleşliktir Dersim'in ayağında paslı zincir Boynunda yağlı urgandır O yollardan ve köprülerden O kışlalardan, karakollardan Üstümüze gelecek olan Kanlı bir tufandır Okullarda okutulacak kitap Sunulacak hitap Çiçeği kökünden kopartacak talandır Işığımızı karartacak olan Kapkara bir yalandır Dersim'in aklı bunu bilir Dili, dudağı bunu söyler Bereketini ve cesaretini kuşanır Munzur'un yeli, seli Sazın teli, tezenesi Mezopotamya'nın üç kutsal rengi Üzerine ant içer Yetmiş iki milletin eşitliği Yetmiş iki dilin kardeşliği için söz keser -Kemalizm yüzlerce yıllık hükümranlığın devamıdır Onlar ki sermayenin, silahların Ve zindanların sahipleridir Ki onların arabaları, yatları, katları Arsaları, borsaları, banka kasaları Devlet yasaları vardır Onların çelik miğferleri Demir pençeleri, tunç eli vardır Ama yoktur onların bir Dersim' i Hiçbir zaman da olmayacaktır Ve haramiler Bir tek gün bile Korkuyla değil, coşkuyla yaşayarak Elini kolunu sallayarak Ardına bakmadan Dersim'de dolaşamayacaktır İlk yağmurda Çiçeğini döken ağacın heybetine güvenilir mi? İlk rüzgarda savrulan Ağır sözün kıymeti olur mu? Duyuldu k i Alpdoğan'ın sözüne kanan Ferhadan ve Karabalan Silahlarını kendi elleriyle paşaya sunmuşlar Sırtlarını sıvazlatıp aferin almış Tunç askerine yolu açmışlar Dersim adına Düşmanla bir görüşmeden dönen Seyit Rıza'nın oğlu Bıra İbrahim Kırgan aşiretinin Deşt Köyü'nde konuktur Kırgan gül bağındaki ayrık otu Dersim'in bağrına sokulmuş kalleş koludur Elin Belin Dilin töresini bir çorbaya satmış Bıra İbrahim'i uykudayken soldurmuştur Kırgan artık Dersim içinde değil Dışında, dış mihraktır Areyan ve Alan yanımızda değil Karşımızda durmaktadır Seyit Rıza kuşatır Kırgan-sin köyünü Boşaltır yağlı kurşunu Sorar soldurulmuş gülün hesabını Öte yandan Ak ile karayı şaşıran Öz kardeş oğlu Rayber Hakikat ile hıyaneti karıştıran Kardeşten öte Rayber Ruhunu üç kuruşa General postalının altına atarak ihanete çanak tutarak imha ve inkar ordusuna rehberlik etmektedir Gül gibi sevdaları Dağ gibi adamları satarak Dersim'i tuzağa çekmektedir Dersim'in başı darda Bu zor ve çetin sınavda Demanan, Yusufan, Haydaran, Abbasan Bahtiyaran ve Kureşan-Sexan Dımıli'leri Yani dağlardan, derelerden Saçından, sakalından Dişinden, tırnağından direniş derleyen Kavga kadınları Dava adamları Dersim'in genç oğulları, kızları Yalçın dağların koynunda, kovuğunda Halk savaşındadır Soy kırıp, soy kurutan Irkçılıkta nam salan Tunç generalleri 1932 yılında demişler ki: -Kürdistan şark çıbanıdır Dersim o çıbanın Kızılbaşıdır O çıbanın Kızılbaşı Ve o dilin şarkısı Tez elden vakit yitirmeden Kesilip atılmalıdırDersim oynanan oyuna gelmez Söylenen yalana kanmaz Başını kasabın önüne uzatmaz Bunu bilen yılan çıkarır dilini Kusmak için bütün zehrini Yürür halkın üzerine Dersim çıbanbaşı değil Direnen vatan parçası, Kürdistan odağıdır Dağlarda yuva kurmuş inatçı sevdaların ortağıdır Eşit değilse de kavganın terazisi Ateşe ve acıya Direnmenin zamanıdır Bu kavga, devlet çocuklarıyla Dersim halk çocukları arasında Eşitsiz ve kıyasıya yaşanacaktır Bukavgada Kürdistan uğruna Çıplak ellerle döğüşenler de Unutulmayacaktır III 1937 yılı baharının Ve Newroz bayramının sabahı Tujik dağının eteğinde Ağdat Köyü . O köyde ulusal kurtuluş bayrağını Üzerinde efil efil dalgalandıran Seyid Rıza'nın evi Havadan uçaklarla vuruldu O uçağı kullanan O bombanın düğmesine dokunan el 1915 yılında soykırıma uğratılan Tehcir yollarında kanatılan bir halkın Öz ve öksüz kalmış çocuğunun eliydi O kendi geçmişinden habersiz Devşirilmiş devlet kızı Mustafa Kemal'in manevi evladı İlk kadın pilot Sabiha Gökçen di Kendi atalarına analarına Dersim'in nasıl kol kanat gerdiğini Bilmediği gibi Hiçbir zaman kendi gerçeğini de öğrenemeyecekti Koçgiri ve Zilan'ı kana boğan General Abdullah Alpdoğan'ın Ve Sabiha Gökçe'nin demir kuşları havada Erzurum, Erzincan kolorduları karadan Tank, top, zehirli gazlanyla her yandan Dersim' e zehir ediyorlar baharı Artık başlamıştır "Şark Islahat" programı Ve işlemektedir Sağır İsmet'in "sel seferleri" Bu terazinin bir kefesinde Sömürge düzeninin oyunu, hilesi Kanlı tuzağı, hain planı Nice nice silahlı orduları var Terazinin diğer kefesinde Üç beş eski tüfek Az biraz domuz kurşunu Ata yadigarı, eski kama Meşeden çoban sopası Ekmek bıçağı, ırgatın orağı Bilgenin asası Gerisi elde avuçta taş parçası Yoksulun bedduası, mazlumun ahı Bir de Dersim'in yasası Direnme mirası var Güneşi alnından öperek Bir bıçakla rüzgarı ikiye ayıran Yağmurun gözlerinden öperek Bir kurşunla suları ikiye bölen Kadını erkeğiyle Bahtiyaran'lar Başlarında Şahan Ağa der ki: -Zend Avesta benim dilim, benim kitabım Nice zaman Hürmüz'ün ışığını taşıdım Her yerde karanlık zulümlerle savaştım İnanç denizinde yoğruldum, ışıkla doğruldum Sarı, kırmızı, yeşili başımda taşıdım Türküyü türküye uladım Şeleme'mi belime doladım Geceyi geceye Gündüzü gündüze ekledim Halklar deryasında karıldım "Horasan'dan geldim" Munzur'un kıyısında bağdaş kurdum Dostu dosta ekledim Düşmanı düşmana kattım Yaprağı, toprağı kutsal bildim Huyuna, suyuna kardeş oldum Doğduğum,doyduğum Sevdiğim yurdumu çiğnetmedim ... Yiğit Bahtiyaran Tutmuş Munzur dağı geçidini direniyor Can canan saf tutmuş aman vermiyor Ağalar, paşalar, maşalar Dersim'in kolay lokma olmadığını Orada öğreniyor Nice cephane yığdılar Nice kolordular çağırdılar yardıma Seyid Rıza'nın Uzun Meşe yöresinde olduğunu Öğrenince burjuva Kemal ordusu Yöneliyor meşelere doğru Bir yanımız Fırat Bir yanımız Murat Ortasında Munzur, direnen umuttur Seyid Rıza der ki: -Dersim'in her tarafı bizim Bizi koruyacak bir kayanın oyuğu Bir ağacın kovuğu bulunur mutlaka Gidelim bir başka mevziye girelim Kavganın hakkını verelim Döğüşerek ölelim Ovacık-Uzun Meşe yöresinde Yiğit Kürt kızı Bese dedi -Hedi Beso Mademki kavga isteniyor Öyleyse sonuna kadar Ve Seyid Rıza'nın oğlu Hasan ölene Bin Kürdün başı toprağa değene Kan, sel olup akana dek Sürdü kavga Faşizmin kara orduları, karadan Tayyareleri havadan Direnen Dersim' e nefes aldırmadan Geçirmiş dişini, pençesini toprağın sırtına Giriyor sabi, sübyanın kanına Elbette durmuştu nice yürek Solmuştu gözlerimizin rengi Ama Dersim Kürdistan'da umudun adıdır Kimse umuda kefen biçemez Munzur' dan bir tas su içmeyen Bunu bilemez Düşene, döğüşene bin selam olsun Seyid duydu ki İçlerinde eşi Bese, oğlu Hasan Kızları, damatlan, torunları kırk yedi kişi Dersim'in devrilmiş bin uzun meşesi Ocağımızın yitirilmiş bin neşesi Bin şehidi var Seyid saçının telinden Ayağının tırnağına dek titreyerek İçi dolu hüzün Bin yaprağını döken hazandı Gözleri büyüdü, mavi mavi Kalbi yandı yanardağ misali Dudaklarında kirletilmemiş zamanların onuru Yüreklerinde çiğnetilmemiş mevsimlerin direnci Gözlerine gölge düşmeyen İşgalciye secde etmeyen ateş çiçekleri Zarife, Alişer ve Nuri Dersim inancının aşıklan Kürdistan davasının ışıklarıdır Turna dönüşlü semahların ortağı Başından beri Seyid'in yanında duran Lekesiz umutlar Helal mutluluklar taşıyan yoldaşlarıdır Söz onlarındır: -Kürdistan gül bağıysa Dersim o bağın kızıl gülüdür Gül yansa, dumanı tütse Her yanımızda isi kalır Gül sönse, külü savrulsa Her yanımızda izi kalır Yaprak olsak, gül ile dökülür Toprak olsak, gül ile sökülürüz Dal olsak, gül ile kırılır Diken olsak, gülle kanarız Vakit ağıt yakıp ağlama değil Yürekleri Dersim'e Dersim'i Kürdistan'a bağlama vaktidir Bin kez vuruldu Kanadı kolu kırıldı bin kez Bin kez yüreği oyuldu, nabzı durdu Gözleri bin kere sel oldu, kurudu Ama Seyid Rıza Bir kez bile şaşırmadı yolunu Ruhunda bin yara Başında bin bela varken bile Serin düşündü, derin düşündü Dağdaki, mağaradaki Köşedeki, kuytudaki sebi sübyanı düşündü Düşündü Koçgiri'yi, Piran'ı, Zilanı Çağırdı iki can yoldaşını Alişer'i aldı sağına, Nuri'yi verdi soluna Gözleri birbirine dokununca Girdi söze Seyid Rıza: -Gündüzlerimiz barut kokuyor, kan akıyor Gecelerimiz yas tutup yara sarıyar Zalimin, zorbanın ordusu Dünyanın gözü önünde Dersim'i boğazlayarak Cesedimizi ve mezarımızı soyarak Üzerimize saldırıyor Dağda yaşlımız gencimiz Sevdalısını bekleyen gelinimiz Kınalı elimiz zordadır Vakit dar Sözü uzatmak ölüm çoğaltmaktır Kısa keselim Rüzgar gibi eselim... Bıra Nuri, bu kavgada Her şey ana sütü kadar helaldir sana Sengin gibi bir yiğit daha Olsaydı şu Dersim diyarında Çoktan kazanılırdı bu dava Şimdi var git Anlat derdimizi cümle aleme Duyur sesimizi, vicdanı olana Dost olan gelsin beri Solmasın şu Dersim'in gülü, çiçeği Baytar Nuri anladı ki Bu aynlık vakti -Babo Rıza Sen ki, ocağımızın közünde işlenmiş demir lşıldayan, paslanmaz çeliğimizsin Yurdumuzun nabzı, yüreği Çocuklarımızın, gözlerinin ışığısın Seni tanımak şereftir bana Ölsem de gözüm kalmaz ardımda Öyleyse durmak olmaz çıkayım yollara Bu bir dağın, bir dağa sarılması Bir dağın, bir dağdan ayrılması Gece ile gündüzün vedalaşmasıdır Munzur suyu Bu uğurlamanın gözyaşiandır 1937 yazının en sıcak zamanı Çiçekler bürümüş iken her köşeyi, bucağı Seyid Alişer' e çevirdi başını -Alişer, sen bizim gönül gözümüzsün Eğilmez, bükülmez sözümüz Hilesiz hurdasız özümüzsün Çok dönenler oldu bu davadan Daha çok da dönenler olur Ama sen, sazından, sözünden dönmezsin Herkes düşer, ayakta kalırsın Azrailin üzerine yürür başı dik ölürsün İşte hararmiler kuşatıyor dört bir yanımızı İşler sarpa sarıyor, zaman daralıyor Ölüm burnumuzun dibinde kol geziyor Cephanemiz az Azığımız kıt Kuvvetimiz azdır Bize bir dost eli Bir kardeş omuzu lazımdır Şimdi varsan gitsen Serhad'ın ötesine Acep Kafkas diyarından Bir kardeş eli uzanmaz mı Dersim' e Alişer, başladı söze: -Laco Baboyi Sen en karanlık zamanlarda Kör kuytularda Gökyüzünü avucunda taşıyanımızsın Başımız sıkıştığında Çekildiğimiz gölgenin çınarı Sırtrmızı yasladığımız dağın pınarı Gözüne mil çekileceğini Görsen Ağzından dil kesileceğini Duysan Darağacına başın asılacağını Bilsen bile Yine de sarı, kırmızı, yeşil gülenimizsin Sen külden gül, acıdan sevinç yeşerten Dersim'de Kürdistan'ı kuran, koruyanımızsın Nice adam gördüm, nice yiğit Tanımadım kimseyi senin üzerine Sözün, başım gözüm üzerine Uzun uzun kucaklaştılar Koçgiri ile Dersim gibi kaynaştılar Kanın damardan İliğin kemikten boşalmasıdır bu vedalaşma Tuzun ekmekten Gülün kokusundan Ateşin renginden ayrılmasıdır Bir tohumun Bir damla suyun ikiye bölünmesidir bu Dersim yalnızlığın girdabında Konuşur kendi suskunluğuyla ...Ey kardeş halklar Ey bayrağına selam durduğumuz dostlar Dersim yanıp yanıp sönerken Kürdün kanı oluk oluk akarken nerdesiniz İşte ezilen ulus Kürdistan İşte kendi suyunu, toprağını savunan Kendi kaderini tayin hakkı için Dağ dağ direnen, kurşun atan, ölen Kadın erkek, çoluk çocuk savaşanlar İşte yanıyor Dersim Neden çıkmaz sesiniz Köy, kasaba, şehir, meydan sis duman Gelincikler is duman Hani uzağınızda da değiliz Neden uzanmıyor eliniz Güller barut kokuyor Dost omzunuz nerede Mevsim yaz Dersim ayaz Direniyor bir türkü, bir saz Yaramıza bir şiiriniz Acımıza bir şarkınız Bir sıcak selamınız da yok mudur bize Ne Sovyet ülkesi Ne Enternasyonalin kızıl kuvvetleri Anlamaz hiçbiri Dersim'in halini Dersim' e, "medeniyete kafa tutan gericiler" derler Kemalist diktatörlüğü ilerici sayar Egemenlere prim verirler Mezopotamya'nın dağında, taşında İkiyüzlü bir zulüm olurken Cumhuriyetin felsefesi Kendi yüreğinde harlaşan sevdaların Suç mudur kendi diliyle sözleşmesi? Zalim ulusun kibri ilerici de Gerici midir mazlum halkın direnmesi Üniformalı, apoletli, postallı faşizm ilericilik Şal Şapık Şeleme kuşanırsa bir halk Hedik, Laka, eşarp, fistan giyerse bir ülke Gerici mi olur bağımsızlık İlericilik, jöleli, permalı saçın Kınalı saçımıza bomba yağdırmasıysa Ojeli ellerin, nasırlı elimizi sömürmesi Kınalı elimizi hor görmesiyse Rujlu dudaklann Çatlayan dudağımıza dudak bükınesi Hızmalı burnumuza, burun kıvırmasıysa Papyonlu, kravatlı zulmün Mubah sayılınasıysa ilericilik, çağdaşlık O vakit ayıp nedir, günah nedir? Vicdan nedir, suçlu kim? Gericilik kimdedir? İstiklal göklerdedir diyen Dersim'e bomba yağdıran tayyaresi Montajlı, montajsız burjuva sanayisi Bilcümle ezen ulusun teknolojisi, bilimi Ve devletli devletsiz kapitalizmi Dersim komünal Kürdistan aşiretçi, feodal olsa bile Sömürgeciliğin sicilini aklar mı? Alçaklığı düze çıkarır mı? Ay yıldızlı sömürgecilik hakta Nahak mıdır sarı, kırmızı, yeşil özgürlük Ve Allah Allah, Allah Nidalarıyla dökülen kan Haklı kılar mı Tanrı dinini? Köleliğe yapıştınlan çağdaş demokrasi Katliama giydirilen cumhuriyet kılıfı Temize çekmeye yeter mi tarih bilimini Utanmaz mı gerçeğin diyalektiği Tunceli serbest Dersim derdest edilse Tunceli yasal Dersim masal ve hayal olsa bile Tunceli uydurulmuş kılıf olabilir Ama Dersim minare değil IV Özgürlüğümüz onurumuzdur Bunu bilen Daima içimizden vurdu Yalnız kalınca dağlar O dağlarda nakışlanan sevdalar Çok çakal üretirdi böylezamanlar Araya mal-mülk-metelik girince Ham insan da nitelik kalmazdı Üç kuruş etmez adamlar Üç kuruşa nice dağları satar Kandan kına yakardı İşgalcinin kara gölgesi üzerine düşünce Işığını yitiren gözler Hançerini kendi halkına saplardı Sevdamızın odağı Tujık dağı Alişer dürbünüyle tarıyor sağı solu Zarife elini siper etmiş gözüne Endişeyle izliyor üç gölgenin geldiği yolu Karşı dağda Seyit Rıza İzledi üç kara lekeyi İçlerinde görünce Rayber'i, sezdi ihaneti Dedi-eyvah Kardeşlerimin başı belada Derhal koşun Alişer ile Zarife 'nin yardımına Tarih dokuz temmuz 1937 Dersim' e uzak, devlete yakın duran Kendi yurdunda işgalci icazetiyle yürüyen Kirvesinin kellesine avcı olan Rayber Zeynel ve Vanklı Efendi Tujık dağına dost gibi geldiler Selam verip, selam aldılar Zarife ayran getirdi, içtiler Alişer mendil verdi, terlerini sildiler Tütün sardı, sundu, içtiler Güldüler güven verdiler Alişer sırtını dönünce Fırsat bilip sırtından vurdular Zarife dedi-vurmayın vurmayın hevalimi Kıymayın can yoldaşımaKoptu çığlık sarsıldı Tujık dağı Davrandı silahına öldürdü Vanklı Efendi'yi Ve hain kurşunlada dalından kopan Koçgiri'nin kızıl gülü Alişer'in göğsüne düştü Bu kırmızı elmanın ikiye bölünüşü Tuzun ekmekten ayrı düşmesidir Dersim' e ihanet ekenler Kirvelerinin başını biçenler Alişer ile Zarife'nin kanlı başını Alpdoğan' a sunmak için Elaziz yollarına düştüler Onlardan önce yaşanan Onlarla başlayan Ve onların ölümüyle sonuçlanan Üçe bölünmüş bir zaman Bir mekandır Dersim Kırılan dalları, yolunan gülleriyle Dersim temmuzda hazandır Yarım bakışlı, yarım gülüşlü Tek gözlü bir hüzündür Kirvesiz, sevdasız kalmış Tek kol Tek ayakla sürdürülen Kör topal bir direniştir Dersim Seyit çöl kadar yalnız Ölüm kadar sessiz Ve ilk kez bu kadar çaresizdi Ama onurludur çöl Sadıktır güneşin aşkına Kalbinin kapısını kapatmaz ışığa Yanıp yanıp savrulsa Kendi yalnızlığında kavrulsa da Meyletmez Gönül vermez üzerinden geçen her buluta Halkının umudunu yazan Düşmanın oyununu bozan Aşkın ve kurtuluşun ozanıdır Alişer Medya'nın özü Mezopotamya'nm sözü Kürdistan'ın gönül gözü Yürekte harlanmış sevdaközüdür Zarife Şimdi onlara Kanatılmış birer baş Bir mezar, bir taş mı denir Gözümüzde iki damla yaş nn denir Kalbirnizin kırsalında kalnnş bir mezra Kalbirnizin kuzeyinde başsız Taşsız bir mezar değil onlar Koçgiri'den Dersim' e Kelle koltukta kavgaları ve sevdalarıyla Kesk u Sor u Zer destanlarıyla Gelip geçerken tarihin orta yerinden Onlar dağlara Dağlar onlara çok yakıştılar Alişer ile Zarife'nin sevdasına ant olsun Koçgiri ile Dersim'in başı sağ olsun Kürdistan'a aşk olsun V Dağ cesarettir Koynunda kimi beslese kendine benzetir Bahtiyaran önderi Şahan, ekmekteki tuz Dağların başını yasladığı omuzdur Sosın yaylalarında gece gündüz Döğüşmekten yorgun ve uykusuzdur Nöbeti devredip dalıyor uykuya Başlıyor özgürlük rüyasına Üvey kardeşi Pırço'nun oğlu Hıdo yatıyor kanlı pusuya Sırtından vurupŞahan'nımızı Gövdesinden ayırıyor başını Almak için başlık parasını Düşer Hozat yollarına Koşar paşaların kollarına Rüya gören Düş kuran Şahan'ın kızıl başı Başımızdır Geleceği özgür kılan Geçmişe verilen sözdür Ne çark hep zalimden yana döner Ne rüzgar hep karşıdan eser Tutuldu Hozat'ın dönüş yolu Soruldu Şahan'ın hesabı Devrildi Hıdo'nun devrilesi boyu Kemalizm'in milli kııvvetleri Devşirme çetelerin aç gözleri Manevi evlatların elleri Muasır medeniyetin uçakları Kürdün istiklalini ezerken Aynı vakitlerde İkisi de zulmün pençesinde iki şair İkisi de destan yazmaktaydı Sanatçının yüreği, özgürlüğün tanyeri Mazlumlarla saf tutmak onun hüneridir Gönlümüzün coğrafyası ve acısı gibi Devrimi de dörde bölünen bir ülkenin kalbi Koçgiri, Piran Ararat, Zilan Ve Dersim'de Elbette sorgulayacaktır sanatçının şiirini Kürdistan ozanı Alişer Mavzeri ve kalemiyle Kellesi koltukta Dağdan dağa aşkın ve kurtuluşun Sarı, kırmızı, yeşil'in destanını yazmıştır Zincirlere bağlanıp, satır satır doğranmış Dizi dizi kurşuna dizilmiş Katar katar sürgüne yollanmış Dersim'in ne ekmeği kalmış ne mermisi Ne acıdan başka sermayesi Ne dost selamından başka bir beklentisi Hal böyleyken Dersim kardeş arar iken acısına Bursa mahpusunda yatan, kalbi soldan atan Büyük şair Nazım Hikmet Kurulup masasının başına Satır satır, nakış nakış Kuvayi Milliye destanını yazmıştır Söylesene Nazım usta Şimdi nerede şairlerin ve şiirlerin kardeşliği Acıların ve aşkların birliği nerede Kanatılmış nehirler nereye akar Çıplak dağlar hangi yüreğe konar Nerde kalır suların Mahpusların ve mazlum ulusların kardeşliği Alişer ile Zarife'nin aşkına Kesilerek faşizme sunulan başına Bir çift sözün, sıcak bir selamın İki satır şiirin de yoksa Bu ayıbı alıp nereye koymalı Oysa kafesteki kuşun göğe özlemini Kör bir ressam bile çizebilirdi Sağır bir besteci anlayabilir Dilsiz bir şarkıcı bile anlatabilirdi VI Sene 1937 güz mevsimi Aylardan eylülün beşi Kiminle göz göze gelse isyana teşvik Durup kime selam verse İdam gerekçesi sayılan Kıblesi dağ olan Seyid Rıza Yaprakların savrulduğu bu güz gününde Birkaç dostuyla birlikte Düşmüşse "Sıkıyönetim"li yollara Bir sebebi vardır mutlaka Mutlu Köprüsü sisli, puslu Asker kurmuş pusuyu beklemekte Anlaşıldı k i bu yolun sağı solu hinlik Başı sonu hainlik dolu Asker inceliyor gecenin içinden Çıkıp gelen atlı adamları Diyor, bu adamların atları Ne düz yola alışık Ne devlet memurlarıyla barışık Diyor, bu adamların teri dağ Elleri ayakları barut Ağzı soğan,bıyıkları Nardank kokuyor En öndeki adamın yaşı geçmiş yetmişi Saçı kır, sakalı ak Gözleri gök mavisi Böyle gece yarısı Kendi kovanında gezen bal arısı Gibi üzerimize sürüyorsa atını Demek ki Allahtan başka Kimseden yoktur korkusu Öyleyse bu adam Dersim'in başı Kürtlerin Seyid Rıza'sıdır... Mutlu Köprüsü'nde Dersim'in ocağına incir dikmek için Bileğe kelepçe, kola zincir vurularak Seyid yoldaşlarıyla birlikte esir alınarak Önce Erzincan Sonra Elazığ zindanına koyulmuştur Esaret altında gecesi bitmez, gündüzü gülmez Geçmek bilmez iki aydan sonra On kasımda devletin avcısı Elazığ İstiklal Mahkemesi'nin savcısı Mahkemeye sundu Tunceli'nin davasını Dedi, "yüksek mahkemeye sunduğumuz bu dava Tunceli'nin Dersim' e açtığı davadır Vereceğimiz karar Dersim'i tarihe gömerek Onun yerine Tunceli'ye ebediyet yaşatacaktır" Mehkeme başlamadan belli olan kararı Beklemenin kimseye yoktur hiçbir yararı Elazığ-Buğday Meydanı'nda Erkenden hazırlanmıştı darağacı Seyid sıvazlayıp sakalını Dersim Kürdistan' dır, dedi girdi öze Dokundu saza, başladı söze: -Avcınız da savcınız da doğru söyler Bu dava Tunceli ile Dersim'in davası Haklıyla haksızın Mazlum ile zalimin kavgasıdır Bu dava Kürdistan' da taşlara, kayalara Diş ile tırnak ile kazınmıştır Nehir boylarında Kil tabletleri, kan ter ile yazılmıştır En eski kitabelerde Ve bütün isyanlarda adına rastlanmıştır Dersim Ozanın dilden dile aktanldığı Bir efsane, bir masaldır Saz çalınarak söylenen Kurmanci, Dımıli Göçebe... Yerli bir türküdür Cem-Civat tutulup Semah dönülerek anlatılan Kainatın Tabiatın ve hakikatin öyküsüdür Tunceli çağdaş çapulculuk Modern harami, zamane haydutluktur Dersim tohuma, tomurcuğa terini takmış Kırk göze, kırk pınardan akmış Ulu meşe, ulu çınar açmış Kökü derinde bir huduttur Tunceli 'nin oyunu marifet, soygunu ziyafettir Yalan dolan, fitne fesattır Dersim'in toprağı teberik, taşı ziyarettir Dört kapıdan geçilerek varılan hakikattir Tunceli, ordu polis, kışla karakol Dersim el bel dil, edep erkan yoldur Tunceli diktatörlük Dersim özgürlüktür Bugün çığlıklarımız uçurumları yırtan Kanımız okyanusları utandıran bir gerçek Yarın hayal, düş olsa bile Dersim'in bilgesi çok, yiğidi boldur Nereye giderse gitsin döner Bulur dağın, bağın anahtarını Sorar hesabını On kasımda görüldü dava, açıklandı karar Seyid ve yoldaşları çıkarılacak darağacına Seyid Rıza ve oğlu Resık Hüseyin Demananlı Hasan, Yusufhanlı Fındık Kureşanlı Hasan, Hüseyin ve Mirzaoğlu Ali Darağaçlarının önünde Başladılar son sözlerini haykırmaya: -Irmağın akışı Ceylanın bakışı Kilimin nakışı için ölünecek zamandır Doğacak çocuk, açacak çiçek Sökecek şafak için ödenecek bedeldir Darağacında asılır, çeker gideriz Nar ağacında açılır, çiçek geliriz Damla gider, derya döneriz Yaprak gider, orman geliriz Güzde kışta, dar'a geldik Baharda, yazda yine geliriz "Kırılan testi, dökülen sudur" Bu uğurda bizden evvel geçene Bizden sonra gelene selam olsun Seyid Rıza "oğlumu benden önce asmayın Birde onun acısını yaşatmayın" dedi 17 Kasım 1937'de şafak sökmeden önce En önce Seyid'in oğlundan başlayarak Elaziz Buğday Meydanı'nda Art arda astılar buğday başaklarını Dersim başsız kalmış bir yurttur İçi kemiren, dışı uluyan k u r t t u r Yusufan şaşırmış pusulayı Karakışta saldırıyor kavim kardeşine Areyan, Alan, Kırgan girmiş işgalcinin emrine Yine de doğuyor güneş, eriyor kar 38 baharında döğüşmekte ustalaşmıştır Haydaran Lideri Yusuf, kahramanı Kopo Hüseyin varken Yerinde durabilir mi yiğit Koçan Demanan, Kalan ve Ovacıklılar çarpışa çarpışa Son bir çabayla çekildiler Laç Deresi 'ne Gönlünde gül yakan Gözleri ışık saçan Kürt kadınları Esir düşmektense düşman eline Uçurumlardan atladılar cesur ölümlere Dersim kırılmış bir dal gibi Dağlara darılmış gibi Sığınıyor kuytu köşelere Onbaşı, yüzbaşı, binbaşılar toplu kırımlara Onar yüzer, biner biner İmza atmaya başlarlar Tujık dağının eteğinde, İkser vadisi Orada diyor ki düşmanın en adisi: -Bu mağaraya beton dökülsün Ötekinin ağzına ateş yakılsın Diğerinin içine zehirli gaz sıkılsın Çıkan olursa süngüye takılsın Dersim'in kökü kazılsın Sönen ocak, solan ömür Yanmış cesetler, kara kömür Dağlar kaynayan volkan Ovalar kızıl kan Harçik, Laç, Munzur Ve Kutuderesi kanlı birer umman Salkım saçları kökünden kazınan kadınlar Ana karnında kanatılan tomurcuklar Çoğalan kayıp kızlar, öksüz oğullar Ozanın kesilen başı, kırılan sazı Ve komşu halkların kapısını Bacasını döverken Dersim'in çığlıkları Sürgün yollarında Kurmanci, Dımıli Lehçe lehçe kanıyor Kürdistan İşgalciyle birlikte davranınca Kurtulacağını sanan Alan, Areyan Ve Kırgan reisi Şatoğlu Salman Ve eşi Hatice Meydanlarda kurşuna dizildiler neticede Celladına yardım etmenin ödülü Samanlıklara doldurulup Diri diri yakılarak, çığlıklar içinde bir ölümdü Zulümdendir elbette Toprağın kan, rüzgarın ölüm kokması Munzur'un sürgüne akması Ve gurbetler arası yollarda Dersim'in eşkıya sayılması Ve ardından gözyaşı döküyorsa karınca Kır çiçeği ağıt yakıyorsa Yas tutuyorsa kelebek Yaşadığımız zulümdendir elbet Anavatanlardan Anayasalardan Anacaddelerden kovulduk Sürülmediğimiz kent Sövülmediğimiz kent kalmadı Çağdaş uluslardan, modern zulümler gördük Uygar milletlerin gazabına uğradık Uzay çağında Kimyasal deneylere kobay Kitlesel kırımlara kurban edildik Bilim çağında Entelektüel zulümler gördük Acılarımıza edebiyat minareleri diken Yaralarımıza estetik kılıflar uyduran Vicdansız filozofları Edepsiz, edebiyatçıların Yüreksiz şairlerin Meydanlarda tezgahlanan linç kampanyalarını da Unutmadık Dün doğruydu Bugün ve yarında doğrudur direnmek Ama mesele direnmekte değil Artık kazanmak gerek Geleceğini kazanmak isteyen halklar bilirler Zafere giden yol Geçmişini zalimlerin elinden Kurtarmakla başlar ...Yanılgılı, yenilgili isyanlardan Gül kırımı mevsimlerden sonra Resmiyet, teslimiyet ve Tasmalı hürriyetin kol gezdiği zamanlardı Yalana gerçek, talana tarih deniliyor Halkların güneşinin battığı yerde Apoletli alçaklık yükseliyordu Bireysel kurtuluş, toplumsal ihanetle sonuçlanıyordu Şiirimizin ortasından kurşunların geçtiği Kanlı bıçaklı türkülerin Dilimize yuva kurduğu zamanlardan Yüksek avazlı ağıtlardan Derin ve uzun matemlerden geçilerek Varıldı Heval zamanı 'na Tarih: Bağımsız birleşik bir sevdayla sorgulandı Unutulmuş olan yeniden hatırlandı Işık yurdunda isyan Eskitilmemiş en eski yemindir. Kırlara gönül verip uçurumları yar bilen Ölüme erken çıkıp Mutluluğa geç kalan kuşakların emanetidir Zulme baş eğmemiş kardelenlerin geleneği Özgürlüğünden vazgeçmeyen karanfillerin ibadetidir Doğduğunda kulağına özgürlük fısıldanan Dağ kavminin kızları oğulları Işığı gösterip güneşe şirk koştular Kuşlar ve düşler ardına düşüp Başlattılar dağın takvimini Kürd ile İstan patikalarda buluştu Mitoloji ile ideoloji el ele verdi Ezel ile ebed an'da birleşti Örgütlendi umut Savruldu ölü toprak, savruldu kül Diriliş başladı, ayaklandı kırmızı gül Güneş Mezopotamya'nın nabzında bağdaş kurdu Yolunmuş kır çiçeklerinin Kırılmış kır çocuklarının hesabı soruldu. Kalbimizin kırsalında yurt toplayanlar Dağda, darağacında, özgürlük orucunda Dört parçada dört mevsim Işık yurdunu savundu Toprak türkü koktu Çiçekler bal açtı Ağıtlar başı dik marşlara Matemler sarı, kırmızı, yeşil halaylara dönüştü Özgürlük aşkına başlayan bu dava Henüz kazanılmamış olsa da Ters laleler yüzünü güneşe dönene dek Sürecektir bu kavga Dağ gibi sevdaları ve kavgalarıyla Önce şiirlere indiler Ellerinde toprak, tohum ve güneşle Elbet bir gün şehirlere de inerler Şimdi "dağ" denilince Yediden yetmişe bir halk Elini kalbine götürüyor... Canımızla, kanımızla seninleyiz başkan, diyen Çocuklar ve analar Anacaddelerden resmi ideolojiler kovuyorlar ... www.freekitap.com www.epubkitap.com www.sizolsaydiniz.com