Ekonomik, Toplumsal ve Siyasal Analiz Dergisi 2015/I. Sayısı
Transkript
Ekonomik, Toplumsal ve Siyasal Analiz Dergisi 2015/I. Sayısı
T.C. MALTEPE ÜNİVERSİTESİ İKTİSADİ VE İDARİ BİLİMLER FAKÜLTESİ EKONOMİK, TOPLUMSAL VE SİYASAL ANALİZ DERGİSİ İMTİYAZ SAHİBİ GENEL YAYIN YÖNETMENİ EDİTÖR YAYIN KURULU : Prof. Dr. Şahin KARASAR : Prof. Dr. Nazif GÜRDOĞAN : Yrd. Doç. Dr. Burak KÜÇÜK : Prof. Dr. Nazif GÜRDOĞAN : Prof. Dr. Mehmet TANYAŞ : Prof. Dr. Dinç ALADA : Prof. Dr. Süleyman Seyfi ÖĞÜN : Prof. Dr. Sadettin ÖZEN : Prof. Dr. Ergül HAN YAYIN KURULU SEKRETERİ : Canan AYAR DANIŞMA VE HAKEM KURULU: Prof. Dr. Ali Rıza ABAY Prof. Dr. Mustafa ACAR Prof. Dr. Melek AKGÜN Prof. Dr. Betül ÇOTUKSÖKEN Prof. Dr. Mustafa DİLBER Prof. Dr. Bülent DURMUŞOĞLU Prof. Dr. Ercan EREN Prof. Dr. Yavuz GÜNALAY Prof. Dr. Emine KILAVUZ Prof. Dr. Hüseyin İNCE Prof. Dr. Niyazi KARASAR Prof. Dr. Halit KESKİN Prof. Dr. Mehmet MARANGOZ Prof. Dr. Sedat MURAT Prof. Dr. Cemil OKTAY Prof. Dr. Ali Yaşar SARIBAY Prof. Dr. Mehmet TÜRKAY Prof. Dr. Cavide UYARGİL Prof. Dr. Özalp VAYVAY Doç. Dr. Sinan ALÇIN Doç. Dr. Çiğdem BOZ Doç. Dr. Nihat KAYA Yalova Üniversitesi Aksaray Üniversitesi Sakarya Üniversitesi Maltepe Üniversitesi Fatih Üniversitesi İstanbul Teknik Üniversitesi Yıldız Teknik Üniversitesi Bahçeşehir Üniversitesi Nuh Naci Yazgan Üniversitesi Gebze Yüksek Teknoloji Enstitüsü Maltepe Üniversitesi Gebze Yüksek Teknoloji Enstitüsü Muğla Üniversitesi İstanbul Üniversitesi Yeditepe Üniversitesi Uludağ Üniversitesi Marmara Üniversitesi İstanbul Üniversitesi Marmara Üniversitesi İstanbul Kültür Üniversitesi Gaziantep Üniversitesi Gebze Yüksek Teknoloji Enstitüsü 1 Doç. Dr. Ramazan KAYNAK Enstitüsü Doç. Dr. Gonca ATICI Yrd. Doç. Dr. Zeynep AKIN Yrd. Doç. Dr. İdris AKKUZU Yrd. Doç. Dr. Levent AKSOY Yrd. Doç. Dr. Ebru Beyza BAYARÇELİK Yrd. Doç. Dr. Funda H. DEMİRBİLEK Yrd. Doç. Dr. Tolga DURSUN Yrd. Doç. Dr. Fulya EREKER Yrd. Doç. Dr. Funda KARADENİZ Yrd. Doç. Dr. Kader OSKAYBAŞ Yrd. Doç. Dr. Cangül ÖRNEK Yrd. Doç. Dr. Deniz ÖZBAY Yrd. Doç. Dr. Utku ÖZER Yrd. Doç. Dr. Mürşide ÖZGELDİ Yrd. Doç. Dr. Fulya TAŞEL Yrd. Doç. Dr. Hamit VANLI YAZIŞMA ADRESİ Gebze Yüksek Teknoloji Maltepe Üniversitesi Maltepe Üniversitesi Maltepe Üniversitesi Maltepe Üniversitesi Gelişim Üniversitesi Maltepe Üniversitesi Maltepe Üniversitesi Gaziantep Üniversitesi Gaziantep Üniversitesi Maltepe Üniversitesi Gaziantep Üniversitesi Maltepe Üniversitesi Gaziantep Üniversitesi Maltepe Üniversitesi Maltepe Üniversitesi Maltepe Üniversitesi : Maltepe Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Marmara Eğitim Köyü 34857 Maltepe / İSTANBUL WEB : analiz.maltepe.edu.tr e-MAİL : analiz@maltepe.edu.tr ISSN : 1303 - 0496 2 T.C. MALTEPE ÜNİVERSİTESİ İKTİSADİ VE İDARİ BİLİMLER FAKÜLTESİ EKONOMİK, TOPLUMSAL VE SİYASAL ANALİZ DERGİSİ Maltepe Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi, Ekonomik, Toplumsal ve Siyasal Analiz Dergisi, Maltepe Üniversitesi’nce yılda iki kez yayımlanan hakemli bir dergidir. Dergimizde tüm sosyal bilimler alanlarında Türkçe ve İngilizce dillerinde yazılmış makaleler yayımlanmaktadır. Dergide yayımlanmak üzere gönderilen yazılar, belirtilen kurallara uygun olarak hazırlanmalıdır. Dergide yayımlanan makalelerde görüşler yazarlara ait olup, dergimizi bağlamaz. Dergimizde yer alan makalelerden kaynak gösterilerek aktarma ve alıntı yapılabilir. Editör Yrd. Doç. Dr. Burak KÜÇÜK 3 İÇİNDEKİLER Türkiye ve İstanbul'da Kentleşme-İşgücü İlişkisine Bir Bakış………05 Ahmet Mithat KİZİROĞLU Dünya’da ve Türkiye’de Kadın İstihdamının Sektörlere ve İş Statüsüne Göre Dağılımı……………………………………………………………..52 Sevtap KESKİN The Environmental Policy Decision Making Process In The EU…..…71 Neriman HOCAOĞLU BAHADIR Sinema’da Sanatın İflası: Propaganda Sineması……………………..87 Mehmet Utku ŞENTÜRK OSCE Achievements In Central Asia: The Case Of The Kyrgyz Republic In The Past Decade………………………………………...….96 Aydın İDİL 4 TÜRKİYE VE İSTANBUL'DA KENTLEŞME-İŞGÜCÜ İLİŞKİSİNE BİR BAKIŞ Ahmet Mithat KİZİROĞLU 1 1 Yrd. Doç. Dr. Maltepe Üniversitesi, MYO Finans, Bankacılık ve Sigortacılık Bölümü, ahmetkiziroglu@maltepe.edu.tr ÖZET Türkiye’de yaşanan kentleşme süreci, belirli bazı kentlerin hızlı bir şekilde büyümesi şeklinde gerçekleşmekte olup, bu kentlerden biri de İstanbul’dur. Türkiye’nin kentleşme süreci ve işgücünün içinde İstanbul’un çok önemli ve özel bir yeri bulunmaktadır. Konunun sosyal ve ekonomik olmak üzere iki ayrı yönünün ve kentleşme ile işgücü arasında da neden sonuç ilişkisinin bulunması nedeniyle, bu çalışmada fonksiyonel analiz yöntemi kullanılmış, konunun kentleşme kısmı bağımsız değişken, işgücü kısmı ise bu değişkene bağlı tabi değişken olarak kabul edilmiştir. Çalışmanın amacı; belirli bir kentleşme tanımına göre, Türkiye geneli ve İstanbul’da yaşanan kentleşme süreci ile işgücü arasındaki ilişkinin araştırılması ve ulaşılan sonuçlarının ortaya konularak bir durum tespiti yapılmasıdır. Kentleşme süreci ile işgücü arasındaki ilişki incelenirken; Türkiye geneli ile İstanbul arasında karşılaştırmalar yapılmış, Türkiye geneli ile İstanbul arasında bazı yönlerden benzerlikler bazı yönlerden ise farklılıklar olduğu görülmüştür. Yapılan çalışmada kentleşme-işgücü ilişkisinin kısmen gelişmiş, kısmen de gelişmekte olan ülkelerdekine benzemekle beraber Türkiye ve İstanbul'a özgü özelliklere sahip olduğu sonucuna ulaşılmıştır. Anahtar Kelimeler: Kent, Kentleşme, Türkiye, İstanbul, İşgücü. ABSTRACT AN OUTLOOK ON THE RELATIONSHIP BETWEEN URBANIZATION AND LABOR FORCE IN ISTANBUL AND TURKEY Urbanization in Turkey occurs as the rapid growth of some cities. One of these cities is Istanbul and it has an important and a special place in the process of urbanization of Turkey. 5 The subject has two different aspects; social and economic, and a cause and effect relationship exists between urbanization and labor force, therefore functional analysis method has been used in the study. Urbanization section of the subject has been accepted as an independent variable, and labor force section of the subject has been accepted as a dependent variable. The aim of the study, according to a specific definition of urbanization, is to examine the relationship between the urbanization process and the labor force in İstanbul and also in Turkey in general, and to determine the state of the current situation by presenting the results obtained. While the relationship between the urbanization process and the labor force has been examining, the results of İstanbul have been compared to the ones of Turkey in general; it has been observed that in some respects there are some differences as well as some similarities. It has been concluded that the relationship between the urbanization process and the labor force in İstanbul and in Turkey have the characteristics of both developed and developing countries as well as they have distinctive features. Key Words: City, Urbanization, Turkey, Istanbul, Labor Force. 1. GİRİŞ Ekonomik, sosyal ve siyasi hızlı bir değişimin yaşandığı dünyada, insanların yaşadıkları mekânlar ve yaptıkları işler ile birlikte işgücünün nitelikleri de hızla değişmektedir. Ekonomik ve teknolojik gelişmeler paralelinde kentler büyür ve değişirken, çalışma yaşamında koşullar değişmekte, insanların yaptıkları bazı meslekler yok olmakta, bazı meslekler şekil değiştirmekte ve yeni meslekler ortaya çıkmaktadır. İnsana ve insanca yaşamaya verilen değer hızla artarken, kentleri geliştirme, işgücünü etkin olarak kullanma ve çalışma yaşamının koşullarını iyileştirme yolunda önemli adımlar atılmaktadır. Kentleşme süreci kentlerin sayısı artması ve büyümesine neden olurken, gerek dünyanın gerekse Türkiye'nin geleceği sürekli gelişen ve büyüyen kentlerde şekillenmektedir. Toplumsal yaşamda örgütlenme, işbölümü ve uzmanlaşmayı artıran, insan davranış ve ilişkilerinde değişikliklere yol açan kentleşme sürecinin hızlı bir şekilde yaşanması, toplumların ekonomik, siyasi, sosyal ve kültürel yapılarını derinden etkilemektedir. Kentleşme süreci Türkiye'de de hızlı ve sorunlu bir biçimde yaşanmakta olup, hem Türkiye hem de İstanbul'un sahip bulunduğu işgücünü önemli ölçüde etkilemektedir. Kentleşme süreci; genel olarak sanayileşmeyle birlikte ortaya çıkan ilave işgücü talebi nedeniyle yaşanmaktadır. İlave işgücü talebi (ihtiyacı) kırsal alanlardan kentlere doğru göç hareketlerini başlatmakta, göçler 6 sonucunda yaşanan kentleşme sürecinde ise kırsal alanların itici özellikleri ile kentlerin çekici özellikleri belirleyici olmaktadır. Özellikle gelişen ve gelişmekte olduğu için de olması gerekenden çok daha hızlı bir biçimde kentleşen ülkelerde, kırsal alanlardan kentlere doğru hızlı ve büyük miktarda nüfus akışı yaşanırken, kentlere akan bu büyük nüfusa yetecek kadar iş ve barınma imkânı sağlanamadığı için birçok sorun yaşanmaktadır. İşgücüne katılım nüfusun (özellikle de çalışma çağındaki nüfusun) miktarına, yaşına, cinsiyetine, medeni durumuna, niteliklerine, göç ve kentleşme oranlarına bağlı olarak değişmektedir. İşgücüne katılımda toplumların ekonomik, siyasi ve sosyal yapıları ile örf, adet, anane, gelenek ve görenekleri de belirleyici olmaktadır. Bu çalışmada; günümüzde süregelen ve toplumsal yaşamımızı derinden etkileyen kentleşme süreci ile Türkiye ve barınma, yaşama, çalışma yaşamında büyük sorunlar yaşanan İstanbul’da kentleşme-işgücü ilişkisi incelenmekte ve bir durum tespiti yapılmaktadır. 2. KENT VE KENTLEŞME OLGUSU İnsanların tarımsal faaliyete başlamaları yerleşik hayata geçişin, yerleşik hayata geçiş ise uygarlığın başlangıcı olmuştur. Başlangıçta küçük birimler halinde yaşayan insanlar, zaman geçtikçe daha büyük topluluklar halinde yaşamaya başlayarak kentleri oluşturmuş, tarihi süreç içinde gelişen kentler site, polis, komün ve kent devletleri gibi değişik adlar almışlardır. Günümüzde dünya nüfusunun çoğunluğu yaşamını kentlerde sürdürmekte olup, kentleşme trendi son 20-30 yılda en yüksek değerine ulaşmış bulunmaktadır (OECD, w. date: p.8). Kentlerin tarihin her dönemindeki ortak özelliği nüfusun belirli bir alanda (mekanda) birikmesi ve yoğunlaşması olmuştur (Hatt ve Reiss, 2002: 28, Richardson, 1978: 5-8). Kentlerin ortaya çıkmasındaki ana neden ekonomik olup, birlikte yaşamak, uzmanlaşmak, işbölümü ve işbirliği yapmak zorunluluğudur. Bu ihtiyaçlar sonucunda ortaya çıkan kentlerde, insanların yaşam biçimleri de değişmiş, eski adetlerin yerini kentlere özgü farklı ve daha katı kurallar alırken, çalışma yaşamı da yeniden şekillenerek diğer faaliyetlerden ayrılmıştır (Ertürk ve Sam, 2009: 38-39, Mumford, 2007: 41-47). Kent kavramı farklı bilim dalları tarafından değişik ölçütler esas alınarak tanımlanmaktadır. Farklı bilim dalları tarafından esas alınan 7 ölçütlerden hareketle kent; sürekli gelişen, toplumun barınma, çalışma, dinlenme, eğlenme gibi ihtiyaçlarının karşılandığı, çok az kimsenin tarımla uğraştığı, köylere göre nüfus açısından daha yoğun ve mekan olarak da daha büyük olan yerleşim birimi olarak tanımlanmaktadır (Keleş, 1998: 55). Çevrelerindeki diğer yerleşim birimleri ile sürekli etkileşimde bulunan, köylere göre çok daha karmaşık, farklılaşmış, örgütlenmiş, konularında uzmanlaşmış büyük nüfus kitlelerinin içinde yaşadığı yerleşim birimleri olan kentlerde, her türlü ekonomik, sosyal, kültürel ve siyasi değişimler gerçekleşmekte, ülkelerin ve bir yerde dünyanın geleceği de şekillenmektedir (Kıray, 2007: 28). Geçmişi insanlığın avcılık ve çobanlık döneminden yerleşik hayata geçişin başlangıcına dayanan kentleşme sürecini sanayi devrimi hızlandırmıştır. Sanayi devrimi ile birlikte başlayan ve yaklaşık 200 yıl süren toplumsal değişim/dönüşüm sürecinin sonucunda, günümüzde genellikle batı ülkelerinde yaşayan gelişmiş toplumlar kent toplumlarına dönüşmüşlerdir. Günümüz toplumlarının önemli özelliklerinden biri haline gelen kentleşme oranlarından toplumların gelişmişlik düzeylerinin göstergesi olarak da yararlanılmaktadır (Ertürk ve Sam, 2009: 10-11). Ana özelliği nüfusun belirli bir alanda (mekanda) birikmesi ve yoğunlaşması olan kentleşme dar açıdan bakıldığında; demografik nitelikli bir olay olarak, kent sayısının ve kentlerde yaşayan nüfusun giderek artması, geniş açıdan bakıldığında ise; mevcut kentleri büyüten, toplumsal yaşamda örgütlenme, işbölümü ve uzmanlaşmayı arttıran, insan davranış ve ilişkilerinde değişiklikler (dönüşüm) yaratan bir nüfus birikim süreci olarak tanımlanmaktadır (Ertürk ve Sam, 2009: 11-13; Keleş, 2008: 25-26). Kentleşme bir ülke veya bölgenin belirli bir zaman diliminde, kentleşme oranında meydana gelen değişiklik olarak da tanımlanmakta, kentleşme oranı ise; bir ülke veya bölgede belirli bir anda kent olarak kabul edilen yerleşim birimlerinde yaşamakta olan nüfusun, toplam nüfusa oranı olarak ifade edilmektedir (Keleş, 2008: 26). Sosyal ve kültürel değişimi, insanların birbirine uyumunu ve fiziki bir yerleşim sürecini ifade eden ve kaynağını kırsal kesimden kentlere doğru göçlerden alan kentleşme süreci, insanların yaşam ve düşünme şeklini de değiştirdiği için sosyal açıdan da önemli olmaktadır (Tüfekçi, 2002: 19-20, Kartal, 1978: 4). İnsanların kentleri şekillendirmede kullandıkları sosyal değişim süreçlerinin günümüzde çok hızlı bir şekilde yaşandığı ve gerçekleştiği görülmektedir (Toffler, 2006: 37-38). Hem neden hem de sonuç olma özelliğini bünyesinde barındıran kentleşme süreci; toplumsal 8 yaşamda farklılaşma, çeşitlenme, karmaşıklaşma, yoğunlaşma, diğerine yabancılaşma, birbirine benzeşme, bireyselleşme, ticarileşme ve toplumsallaşma kavramlarıyla da ifade edilmektedir (Sarı, 2004: 14-15). Kentleşme konusunda yapılan çalışmalarda yakın gelecekte dünya nüfusun yarısından fazlasının kentlerde yaşamaya başlayacağı öngörülmektedir. Bu nedenle içinde bulunduğumuz binyıl Birleşmiş Milletler tarafından “Kentsel Binyıl (Urban Millenium)” olarak adlandırılmıştır. Birleşmiş Milletlere göre, dünya üzerinde 2020 yılından itibaren kırsal alanların nüfusu azalacak, 2050 yılından itibaren dünya nüfusunun % 70’i, OECD ülkelerinin nüfusunun ise % 85’inden fazlası kentlerde yaşamaya başlayacaktır ( OECD, w.date: p. 17). Günümüzde ekonomik yönden gelişmiş olan ülkelerin nüfuslarının neredeyse tamamına yakını kent ve kentsel mekan olarak kabul edilen kasabalarda yaşamakta olup kentler giderek büyümekte, dünyanın her yerinde çok büyük (mega) kentler ortaya çıkmaktadır. Ancak yaşanan bu hızlı kentleşme sürecinin düzenli bir şekilde gerçekleştiğini söylemek ise mümkün olamamaktadır. Özellikle ekonomik yönden az gelişmiş ülkelerde sayısı hızla artan ve büyüyen kentlerin en dikkat çeken özelliği çok yüksek katlı apartmanlar ile gecekondular gibi birbiri ile çelişen zıt görüntüler olmaktadır (Tümertekin, 2007: 10-13). Hızlı ve özellikle de belirli bir plana dayanmadan düzensiz bir şekilde yaşandığı zaman toplumların ekonomik, sosyal, siyasi ve kültürel yapılarını önemli ölçüde etkileyen kentleşme süreci; birçok yeni sorunun ortaya çıkmasına da neden olmakta, yaşamanın insani özelliğinin kaybedilmesi, toplumsal yaşamın yok olması ve insanlığın tarımsal yaşamın doğallığından giderek uzaklaştırılması anlamına da gelmektedir (Ersoy, 1996: 247-256; Tatlıdil, 1989: 4; Türkdoğan, 2006: 210). Kent ve kentleşme olguları 21. Yüzyıl’ın ayırt edici en önemli özelliklerinden biri durumuna gelmiş bulunmaktadır. Dünya genelinde yaşanan bu süreç, ülkelerin özelliklerine bağlı olarak olumlu ya da olumsuz bir biçimde gerçekleşmektedir. Kentleşme sürecinde; kırsal alanların itici, kentlerin ise insanları kendine doğru çeken özellikleri etkili olmaktadır. Kent sayısının artması, kentlerin büyümesi ve kentlerde yaşayan (kentli) nüfusun giderek artması ise bir ülkenin giderek kentleştiği anlamına gelmektedir. Kentleşme sürecinin altında yatan en önemli neden, insanların daha iyi ve mutlu yaşamaya duydukları ihtiyaç ve umut olmaktadır. Kentlerde elde edebilecekleri gelirin, kırsal alanlarda elde 9 edebileceklerinden daha yüksek olma düşüncesi ve umudu, insanların kırsal alanlardan kentlere yönelik olan göç akımına kapılmalarına, hızlı göç ise kentleşme sürecinin plansız, düzensiz ve sorunlu bir şekilde yaşanmasına neden olmaktadır. Kentleşme süreci genel olarak itici, çekici ve bu nedenlerin etkilerini arttıran ya da azaltan iletici nedenlere bağlı olarak da gerçekleşmektedir. (Ertürk ve Sam, 2009: 19; Keleş, 2008: 33-37). Kentleşme olgusuna daha geniş bir açıdan bakıldığında sürecin birbirini tetikleyen ekonomik, teknolojik, siyasi, sosyal ve psikolojik nedenlere bağlı olarak gerçekleştiği, bu süreçte göçün de belirleyici olduğu görülmektedir. Kentleri insanlar için ekonomik açıdan çekici duruma getiren özellikler; işbölümü ve uzmanlaşma, kentlerin kişilere sunduğu imkanlar, üretim faktörlerinin kentlerde daha ucuz ve daha kolay bulunabilme olasılığı ile kentlerin sosyal imkânların kırsal alanlara göre çok daha fazla olmasıdır. Göreceli olan bu ekonomik üstünlükler kentlerin büyümeleri ile birlikte daha da artmakta ve çok daha fazla kişiyi kentlere doğru çekmektedir (Goodall, 1972: 29-40; Keleş: 2008: 31-33). Kişilerin gelecekteki yaşamlarının tamamını ya da bir kısmını geçirmek üzere; tamamen veya geçici bir süre için bir yerleşim yerinden başka bir yerleşim yerine yerleşmek suretiyle yaptıkları coğrafi yer değiştirme hareketi, gönüllü veya zorunlu nedenlere bağlı olarak coğrafi alanlar üzerinde yer değiştirmeleri olarak tanımlanan göç olgusu ile kentleşme arasında da yakın ilişki bulunmaktadır (Akkayan, 1979: 20, İşçi, 2000: 71). Kentleşme genel olarak iticilik ve çekicilik ilişkilerine bağlı olarak gerçekleşen göç hareketlerinin doğal bir sonucu olmaktadır (Yıldırım, 2004: 31). Toplumların yapılarını, toplumsal kurumları, kültürel değerlerini ve kimlik yapılarını değiştiren göç, toplumsal gerilimleri azaltmasının yanı sıra toplumsal değişime uyum sağlamayı da kolaylaştırmaktadır (Akşit, 1998: 31). Göçün beraberinde getirdiği en önemli sorunlardan birisi aktif olan nüfusun azalması ve göç veren yerlerin gelişme hızının düşmesi, bir diğeri ise göç eden nüfusun yeni yaşam yerlerine uyum sağlamakta zorlanması ve sorunlar yaşamasıdır (Tekeli, 1998: 16-17). Göçün, göç alan yerler bakımından en önemli etkisi; yerleşim yerlerinin coğrafi alanlarının ve nüfusunun büyümesi, nüfusun niteliklerinin değişmesi, göç veren yerler açısından en önemli etkisi ise; bu yerleşim yerlerindeki işgücü potansiyelinin azalması, ekonomik gelişme hızının düşmesi ve nüfusun bağımlılık oranlarının artmasıdır (Serter, 1994: 53). Göç; göç veren yerlerde 10 pazarı daraltmakta, yatırımları azaltmakta, çalışabilecek nitelikli işgücünün ve girişimcilerin kaybedilmesine de neden olmaktadır (Başel, 2007: 316). Göçler çoğunlukla az gelişmiş ve gelişmekte olan ve bu duruma bağlı olarak da hızlı, plansız ve düzensiz bir şekilde kentleşen ülkelerde görülmektedir. Bu ülkelerde imkânları daha fazla olduğu düşünülen kentlere doğru hızlı bir nüfus akışı gerçekleşmekte, hızlı kentleşme süreci ise birçok sorunu da beraberinde getirmektedir. 3. KENTLEŞME-İŞGÜCÜ İLİŞKİSİ 20. yüzyılın en önemli özelliklerinden birisi kentlerde yaşayan nüfusun giderek artmasıdır. Yapılan çalışmalar 2008 yılından itibaren dünya nüfusunun yaklaşık olarak yarısının kentlerde yaşadığını ortaya koymaktadır (Hoşgör ve Tansel, 2010: 40-43). Dünyada yaşanan demografik değişim ve dönüşüm sürecinin dinamikleri; doğum oranlarının düşmesi, yaşam sürelerinin uzaması ve yaşlı nüfusun artmasıdır. Yaşanan bu süreçte kentleşmenin rolünün de önemli olduğu görülmektedir (DPT, 2007: 22-23). Dünya üzerinde kentlerde yaşayanların ve işgücüne katılanların sayıları sürekli artmakta olup, dünya işgücü 3,2 milyar kişiyi geçmiş bulunmaktadır. İşgücünün ortalama büyüme oranları giderek düşmekle beraber, küresel işgücüne her yıl yaklaşık 46 milyon yeni çalışan katılmaktadır. Dünya işgücünün %75’ine yakını gelişmekte olan ülkelerde, %15’i ise gelişmiş ülkelerde bulunmakta olup, Çin ve Hindistan dünya çalışanlarının yaklaşık %40’ını bünyelerinde barındırmaktadır. İşgücünü oluşturan çalışanların büyük çoğunluğu ise yaşamlarını kentsel alanlarda sürdürmektedir (Ghose, Majid ve Ernst, 2010: 9-11). İşgücünü belirleyen faktörler; nüfusun miktarı ve artış hızı ile doğum, ölüm ve göç olayları olup, nüfus çalışma yaşamı bakımından çalışma çağında olan ve olmayan nüfus olarak iki kısma ayrılmaktadır (Lordoğlu, 2006: 15-16, Murat, 2010: 17). Çalışma çağındaki nüfus ise Uluslararası Çalışma Örgütü (ILO) tarafından 15-64 yaş arası olarak kabul edilmektedir (Murat, 2012: 17). Çalışma çağında olan, çalışma arzusunda bulunan ve çalışacak güce sahip olan, cari ve geçerli ücret düzeyinde emeğini arz etmeye hazır durumdaki fertlerin meydana getirdiği topluluğa işgücü adı verilmektedir (Yalçıntaş ve Tuna, 1999: 67). İşgücü, bir ülkedeki nüfusun üretici durumunda bulunan, ekonomik faaliyetlere katılan kısmını da ifade etmektedir (Zaim, 1997: 124). 11 Ekonomik gelişme ve sanayileşme ile yakından ilgili olan kentleşme süreci işgücünü çalışanlar ve işsizler açısından farklı şekilde etkilemektedir. Bir ülkede kentli nüfusun miktarının artması o ülkenin kentleştiği anlamına gelirken, kentlerde biriken işgücü için yeterli iş imkanı yaratılamadığında açık/gizli işsizlik giderek artmakta ve aşırı kentleşme olgusu ile karşılaşılmaktadır (Yazgan, 1968: 86-88). Çalışanlar ile işsizlerin toplamından oluşan işgücünün miktarı; nüfusa, nüfusun artış hızına, çalışma çağında bulunan nüfusun miktarı ve oranı ile kentleşme ve okullaşma oranlarına bağlı olarak da değişmektedir (Murat, 2007: 168). Piyasaya arz edilen emeğin ana kaynağını oluşturan işgücü, büyük ölçüde nüfusun miktarı ve artış hızına bağlı olduğu için (Ekin, 1971: 45-50) nüfusu fazla olan bir ülkenin emek arzı, üretim kapasitesi, geliri ve ekonomik gücü de daha fazla olmaktadır (Zaim, 1997: 108). Fiili çalışma çağı; çalışma mevzuatlarına bağlı olarak ülkeler arasında farklılıklar göstermekle birlikte Uluslararası Çalışma Örgütü (ILO) tarafından 15-64 yaş arası olarak kabul edilmektedir. Çalışma çağında bulunan nüfusun miktarı ise, emek arzı üzerinde genel nüfusun miktarından daha etkili olabilmektedir (Zaim, 1997: 119-122). Çalışma çağındaki nüfus ise, istihdam edilenler ve işsizlerin toplamından meydana gelen işgücü ile işgücüne dâhil olmayanlardan oluşmaktadır (Murat, 2010: 17). İşgücüne dâhil olanlar; işverenler, ücretliler, kendi hesabına çalışanlar, ücretsiz çalışan aile işçileri, kayıt dışı ekonomide çalışanlar, işsizler ve sayım anında gelir karşılığında fiilen çalışan kişilerden oluşurken, işgücüne dahil olmayanlar ; ev kadınları, öğrenciler, emekliler, gelir sahipleri, sakatlar, çalışamaz durumda olanlar, iş aramayıp iş başı yapmaya hazır olan kişiler, ailevi veya kişisel nedenlerle iş aramayanlardan meydana gelmektedir (Murat, 2007: 132). Ev kadınları; ev işleriyle meşgul oldukları, öğrenciler; öğrenim hayatlarına devam ettikleri, emekliler; uzun yıllar çalışmalarının karşılığında bir sosyal güvenlik kuruluşundan emekli oldukları, irad sahipleri; bir menkul kıymet veya gayrimenkul gelirine sahip oldukları, sakatlar; bedensel özürleri, hastalık veya yaşlılık nedeniyle, iş aramayıp iş başı yapmaya hazır olmayan kişiler oldukları için işgücüne dâhil olmayan nüfus içinde değerlendirilmektedirler. İşgücüne dâhil olmayanların oranları genel olarak sosyo-ekonomik ve kültürel faktörler tarafından belirlenirken, kentleşme sürecinin de bu oranları önemli ölçüde etkilediği görülmektedir. 12 Kentleşme süreci ülkelerin ekonomik ve toplumsal yapılarında önemli değişikliklere de neden olmaktadır. Ekonomik yapıda yaşanan değişimler; göçler sonucunda tarım sektörünün küçülmesi, kentsel nüfusun artmasına bağlı olarak kentlerde alt yapı, eğitim, sağlık, barınma ve ulaşım sorunlarının ortaya çıkmasıdır. Toplumsal yapıda yaşanan değişimler ise; ailelerin küçülmesi, toplumsal destek ve yardım sistemlerinin zayıflaması, çekirdek ailelerin yaygınlaşması, çocuk ve yaşlıların bakımları için aile dışından alınan yardımların artması, toplumsal dışlanma, kentle bütünleşememe, enformel dayanışma gruplarının ortaya çıkması ile toplumsal ve siyasi gerginliklerin artmasıdır (Hoşgör ve Tansel, 2010: 40-43). Kentleşme süreci kentsel mekanlarda daha fazla kişinin işgücüne katılmasını sağlarken, işgücü piyasasında artan bu nüfus için yetecek kadar iş imkânı yaratılamaması durumunda ise işsizlik olgusu ile karşılaşılmaktadır. Gelişmiş ülkelerde, doğum ve ölüm oranları göreceli olarak düşük olduğu için, nüfus artış hızı yavaş olmakta, az gelişmiş ve gelişmekte olan ülkelerde ise tam tersi bir durum yaşanmaktadır. Nüfus artış hızının yavaşlaması çalışma çağındaki nüfusun ve işgücünün artmasına neden olmaktadır (Lordoğlu, 2006: 16). İşgücünü etkileyen faktörler; genel olarak çalışma çağındaki nüfus (işgücüne dahil olan ve olmayan), nüfusun yaş ve cinsiyet bakımından bileşimi, nüfusun eğitim durumu ile medeni durumudur. Bu çalışmada Türkiye ve İstanbul'da kentleşme süreci ile işgücü arasındaki ilişki bu faktörler bakımından ele alınmaktadır. 3.1. Kentleşme ile İşgücünün Cinsiyet Durumu Arasındaki İlişki Demografik, sosyal ve ekonomik araştırmalarda nüfusun cinsiyete göre dağılımının büyük önemi bulunmaktadır. Hem ulusal hem de uluslararası karşılaştırmalarda sıkça kullanılan, ekonomik ve sosyal gelişmişliğin de göstergesi olan cinsiyet oranları genel olarak gelişmiş ülkelerde kadınların, gelişmekte olan ülkelerde ise erkeklerin lehine olmaktadır. Nüfusun cinsiyet yapısı ekonomik bakımdan da önemli olup, erkeklerin çoğunlukta olduğu bir ülkedeki emek arzı, kadınların çoğunlukta olduğu bir ülkeye göre daha fazla olabilmektedir (Murat, 2007: 62-63, Murat, 2006: :120). Erkek ve kadınların toplam nüfus içindeki paylarını veya 100/1000 kadına düşen erkek sayısını ifade eden cinsiyet oranı, işgücünü etkileyen önemli bir veri olarak kabul edilmektedir (Murat, 2006: 121). Cinsiyet 13 oranlarını; cinsler arasındaki ölümlülük farkları, nüfusun yaş gruplarına göre dağılımı, göç hareketleri ve savaşlar gibi faktörler belirlemektedir (Gürtan, 1966: 111-115). Ekonomik açıdan işgücünün büyüklüğü ve bileşimini belirleyen (Lordoğlu, 2006: 17) nüfusun cinsiyete göre dağılımı incelendiğinde, gelişmekte olan ülkelerin daha genç bir işgücüne sahip oldukları görülmektedir (Ghose, Majid ve Ernst, 2010: 18). Genel olarak, doğumlarda kızlara göre erkeklerin sayısının daha fazla olmasına karşın, erkeklerin ölüm oranları kadınlarınkinden daha yüksek olduğu için, doğumlarda erkekler lehine görülen bu fazlalık, giderek azalarak 20-30'lu yaşlarda dengelenmektedir (Murat, 2006: 121). Erkek ve kadın sayısının dengeye geldiği ve cinsiyet oranının yaklaşık olarak 100’e eşit olduğu bu yaşa “denge yaşı” adı verilmektedir. Denge yaşından sonra, kadın nüfusu giderek artmakta ve cinsiyet oranı kadınların lehine değişmektedir. Genel cinsiyet oranı genç nüfusun miktarı arttıkça erkekler, yaşlı nüfusun miktarı arttıkça kadınlar lehine değiştiği için işgücünü de önemli ölçüde etkilemektedir. Ekonomik amaçlı göçlerde; göç edenler çoğunlukla erkekler olduğu için, göç veren yerlerde erkeklerin oranı azalıp kadınlarınki artarken, göç alan yerlerde ise erkeklerin oranı artıp kadınlarınki azalmakta ve bu duruma bağlı olarak cinsiyet oranları da değişmektedir (Murat, 2006: 121). Kadınların işgücüne dâhil olmalarını etkileyen faktörler çoğunlukla kültürel, sosyal, ekonomik ve etnik bir karakter göstermektedir. Özellikle sosyal ve kültürel faktörler az gelişmiş ülkelerde kadınların çalışma hayatına katılmaları konusunda çok daha etkili olmaktadır. Tarımın ağırlıklı olduğu az gelişmiş ülkelerde kadınların işgücü içindeki payı daha yüksek olmaktadır (Ekin, 1971: 93-107). Genel olarak kırsal kesimde yardımcı aile bireyi olarak yoğun bir şekilde işgücüne dâhil olan kadınlar, kentleşmenin ilk aşamalarında işgücünden çekilirken, eğitim ve modernleşme düzeyinin yükselmesiyle birlikte işgücüne daha fazla katılmaya başlamaktadırlar (Murat, 2007: 168-169). Dünya genelinde çalışanların %40’a yakını kadınlardan oluştururken, kadın işgücünün %71’i gelişmekte olan ülkelerde, %16’sı ise gelişmiş ülkelerde bulunmaktadır. Ekonomik olarak gelişmişlik düzeyi arttıkça kadınların işgücüne katılma oranının önce düştüğü, daha sonra yükseldiği görülmektedir. Az gelişmiş ülkelerde ise kadınların işgücüne katılımının genellikle yoksulluğun zorlamasıyla olduğu görülmektedir (Ghose, Majid ve Ernst, 2010: 11-16). 14 3.2. Kentleşme ile İşgücünün Yaş Durumu Arasındaki İlişki Genel olarak yaşlı nüfus yapısı ekonomik bakımdan gelişmiş ülkelerin, genç nüfus yapısı ise az gelişmiş ülkelerin ana özelliği olarak ortaya çıkmakta ve gelişmiş ülkeler ile az gelişmiş ülkelerdeki işgücü farklı yaş yapısına sahip bulunmaktadır. Az gelişmiş ve gelişmekte olan ülkelerin işgücünün, gelişmiş ülkelerinkinden daha genç olmasının nedeni, az gelişmiş ülkelerde gençlerin çoğunun eğitime devam edememeleri ve yaşayabilmek için çalışmak zorunda kalmalarıdır. İşgücünün yaşlanması konusu ise genellikle yüksek gelirli gelişmiş ülkelerin sorunu olmaktadır (Ghose, Majid ve Ernst, 2010: 17-19). Nüfusun yaş yapısının değişmesi üretim ve tüketim açısından bireylerin kişisel davranışlarını etkilediği için, işgücü incelenirken nüfusun yaş gruplarına göre dağılımının analizi de önemli olmaktadır (Ekin, 1971: 111). İşgücünün yaş gruplarına göre dağılımı her ülkenin ekonomik, sosyal, kültürel, demografik özelliklerine göre farklılık göstermektedir. Nüfusun yaş gruplarına göre dağılımı, öncelikle ekonomik faaliyet açısından önem arz etmektedir. Nüfusun genç ya da yaşlı olması; talep yönünden ihtiyaçları ve tüketim miktarını, arz yönünden ise işgücünün niteliğini, niceliğini, tasarrufları, yatırım kapasitesini ve üretim miktarını etkilemektedir (Murat, 2006: 110). Nüfusun yaş yapısı ölçülürken nüfus piramitleri, nüfusun ekonomik açıdan üç yaş grubuna ayrılması ve medyan yaş hesaplamaları kullanılmakta olup (Murat, 2006: 110), bu çalışmada nüfusun üç yaş grubuna ayrılarak incelenmesi yöntemi kullanılmıştır. İşgücünün yaş gruplarına göre dağılımının bilinmesi, çalışabilecek durumda olan nüfusun potansiyelinin belirlenmesi ve insan gücü planlamalarının daha sağlıklı yapılabilmesi için gerekli olmaktadır. Medyan yaşın küçük olması, nüfusun ve dolayısıyla işgücünün genç olduğu anlamına gelirken (Murat, 2006: 113-117), nüfus bilimi literatüründe; 0-14 yaş arasındaki grup çocuk, 15-64 yaş arasındaki grup üretken nüfus ve 65 yaş üstündeki grup ise yaşlı nüfus, çocuk ve yaşlı nüfusun toplamı ise ekonomik anlamda bağımlı nüfus olarak tanımlanmaktadır (Hoşgör ve Tansel, 2010: 33). Nüfusun yaş gruplarına göre dağılımımı etkileyen faktörler; doğum, ölüm ve göç hareketlerdir. Nüfusun yaş gruplarına göre dağılımı işgünün miktarı ve oranının yanı sıra niteliğini de etkilemektedir. İşgücünün yaşlanması, uyum yeteneği, çalışma hızı, coğrafi ve mesleki hareketliliği 15 azaltırken, tecrübeyi, iş bilgisini (becerisini) ve ustalığı ise arttırmaktadır (Murat, 2006: 111-115). Doğum oranları yüksek olan az gelişmiş ve gelişmekte olan ülkelerde çocuk yaş grubundaki nüfus daha fazla olurken, ölüm ve doğum oranlarının düşük olduğu gelişmiş ülkelerde yaşlı nüfus fazla olmakta işgücünün yaş yapısı da duruma bağlı olarak değişmektedir (Koç ve diğ. 2009: 7). Nüfusun 15 yaş altı ve 64 yaş üstü dağılımı, çalışabilecek durumda olan (aktif) nüfusun büyüklüğünü belirlerken, bireylerin işgücü piyasasına girme yaşı üzerinde de etkili olmaktadır. İşgücü piyasalarındaki talebin uygun olmaması durumunda, genç bir nüfus yapısı işgücü arzı açısından kentlerdeki işsizliği arttırmaktadır (Lordoğlu, 2006: 16-19). Çalışma hayatı bakımından işgücü içinde gençlerin payının fazla olması olumlu olmakla birlikte, çalıştıkları için eğitimden mahrum kalan gençler ise ilerde işsiz kalabilmektedir. Ekonomik büyümedeki artış istihdama aktarılamadığında işgücü piyasasına giren gençler arasında yoğun rekabet yaşanması, iş bulamayan gençlerin düşük ücretle çalışmaya razı olması veya enformel sektöre yönelmesi ekonomiyi tehdit edebilmektedir (Murat, 2007: 171-172). Çocukların (15 yaş altı) ve yaşlıların (65 yaş üstü) ise gelişmiş ülkelere göre az gelişmiş ve gelişmekte olan ülkelerde yaygın olarak çalıştırıldıkları görülmektedir (Ekin, 1971: 111-122). İstatistikî araştırmalarda işgücünün yaş gruplarına göre dağılımı genellikle; 15-19, 20-24, 25-34, 35-54 ve 55 yaş üstü olmak üzere beş ayrı grupta ele alınmakta, işgücünün en önemli kısmını 25-54 yaş grubunda bulunanların oluşturduğu ve işgücüne en sıkı şekilde bağlı ve istikrarlı olan grup olduğu görülmektedir (Murat, 2007: 171-172). Kentleşme süreci içinde işgücünün yaş gruplarına göre dağılımını belirleyen faktörler ise doğum, ölüm ve göç olayları olmaktadır. Kentlerde yaşayan nüfus ve işgücünü arttıran kentleşme süreci her ülkenin işgücünü farklı şekilde etkilemektedir. Kentleşme süreci gelişmiş ülkelerde doğum ve ölüm oranlarını düşürmekte, çocuk sayısını azaltmakta, yaşlı nüfus ile çalışma çağındaki (15-64 yaş) nüfusu arttırmaktadır. Kentleşme süreci ile göç olgusu arasındaki fonksiyonel ilişki, nüfusun ve işgücünün, yaş gruplarına göre dağılımı üzerinde etkili olmakta, bir yerden göç edenler ile bir yere yerleşenler aynı yaş gruplarında bulunmadığı için, göç işgücünün yaş gruplarına göre dağılımını da değiştirmektedir. 16 3.3. Kentleşme ile İşgücünün Eğitim Durumu Arasındaki İlişki İçinde bulunduğumuz bilgi çağında eğitimin önemi daha da artmış bulunmakta olup, ekonomik kalkınmanın ölçülebilmesi için işgücünün eğitim durumuna göre dağılımının incelenmesi gerekmektedir. Ekonomik kalkınmada en önemli rolü yetişmiş insan gücü oynamaktadır. İnsan gücünün çağın gerektirdiği niteliklere uygun olarak yetiştirilmesi çok önemli olmaktadır. Çağın gereklerine uygun nitelikte insan yetiştirilmesi ise kaliteli bir eğitim sisteminin kurularak, mevcut insan gücünün bu sistemle eğitilmesine bağlı bulunmaktadır (Murat, 2006: 177). Eğitim hem günümüz hem de gelecek için önemli olup, eğitimine devam eden nüfusa ilişkin bilgiler, toplumların beşeri sermaye (insan sermayesi ve işgücü) birikimini ifade ettiği için uluslar arasındaki karşılaştırmalarda da çok önemli olmaktadır (Hoşgör ve Tansel, 2010: 104105). Mevcut olan insan gücü potansiyeli, ücretler, verimlilik ve işgücüne olan talep ile de yakından ilgili bulunmaktadır (Lordoğlu, 2006: 20). Eğitim görenlerin fazla olması işgücünü, bazen olumlu bazen de olumsuz yönde etkilemektedir. Eğitimin emek piyasaları üzerindeki işlevleri; işgücünü toplumun ihtiyacı olan işlerin gereklerine göre yetiştirmek, ekonomideki yapısal değişime adaptasyonu sağlamak, ekonomik performansı geliştirmek, kişilerin kendilerini geliştirmelerine imkân sağlamak ve istihdam konusunda fırsat eşitliği sağlamaktır (Biçerli, 2007: 274-275). Kentleşme süreci nedeniyle büyük kentlerde yaşayanların sayısının artması, eğitim yapan ve eğitim yaptığı için de işgücüne dâhil olamayanların (öğrencilerin) sayısını arttırmaktadır (Murat, 2007: 143-146). Kentleşme süreci genel olarak işgücünün eğitim düzeyini arttırmakla beraber, kentlere gelenlerin cinsiyet ve niteliklerine bağlı olarak işgücünün yapısını değiştirmektedir. Eğitim düzeyi incelenirken formel (biçimsel) eğitimin göz önünde bulundurulması daha yararlı olduğundan (Biçerli, 2007: 177), işgücünün eğitim durumuna göre dağılımı bu çalışmada formel eğitim durumu göz önüne alınarak, “Okuma Yazma Bilmeyen, Lise Altı, Lise ve Dengi Meslek Okulu ve Yükseköğretim” ana başlıkları altında incelenmiştir. 17 3.4. Kentleşme ile İşgücünün Medeni Durumu Arasındaki İlişki İşgücünün medeni durumuna göre dağılımı ekonomik gelişmişlik derecesinin ölçülmesi ve insan gücü planlanması yönünden önemli bir faktördür. Medeni durum nüfusun yasalara göre bekâr, evli, dul veya boşanmış olup olmadığının ortaya konulması olarak ifade edilmektedir. Hiç evlenmemiş olan kişiler “bekâr”, yasal olarak evli bulunan kişiler “evli”, eşlerden birisinin ölümü sonucunda yalnız kalan ve evlenmemiş olan eşler “dul”, evlilikleri mahkeme kararıyla sona erdirilmiş olan eşler ise “boşanmış” olarak tanımlanmaktadır. Evlenmeler genel olarak gelişmiş ülkelerde düşer, az gelişmiş ve gelişmekte olan ülkelerde sosyo-ekonomik şartlara bağlı olarak değişirken, ölüm oranları gelişmiş ülkelerde düşmekte, az gelişmiş ve gelişmekte olan ülkelerde de gelişme düzeylerine bağlı olarak düşme eğilimi göstermektedir. Boşanma oranları ise gelişmiş ülkelerde daha yüksek olmaktadır (Murat, 2006: 170-175). Kentleşme süreci; özellikle az gelişmiş ve gelişmekte olan ülkelerde, çalışmak amacıyla genellikle bekâr olan gençlerin kentlere göç etmesi nedeniyle işgücü içinde bekârların sayısını arttırmaktadır. Kentleşme süreci gelişmiş ülkelerde ölüm oranlarının düşmesine bağlı olarak eşi ölenlerin sayısını azaltırken, kadınlara göre erkeklerin ölüm oranları daha yüksek olduğu için eşi ölmüş kadınların sayısını arttırmaktadır. Eşi ölmüş bulunan kadınların sayısının artması ise kadınların işgücü içindeki miktarlarını arttırmaktadır. Kentleşme süreci hem gelişmiş hem de az gelişmiş ve gelişmekte olan ülkelerde boşananların sayısını arttırmakta, boşananlar içinde erkeklere göre kadınların daha fazla olması ise işgücü içinde boşanan kadınların sayısının artmasına neden olmaktadır. 4. TÜRKİYE VE İSTANBUL’UN KENTLEŞME SÜRECİ Kentlerin ilk olarak M.Ö. 7000–6000 yılları arasında görüldüğü Anadolu tarih boyunca insanların toplu olarak yaşadıkları ve uygarlığın beşiği bir yerleşim yeri olmuştur. M.Ö. 19. ve 18. yüzyılda Asurlar devrinde Anadolu’da ticaretin giderek artması kentlerin gelişmesini sağlamıştır (Tunçdilek, 1986: 15-20). Toprak mülkiyeti kavramının Hitit’ler (Eti’ler) döneminde ortaya çıktığı Anadolu'daki kentler Urartular döneminde ise kale kentlere dönüşmüştür. Lidyalılar ve Bizans İmparatorluğu döneminde ticaretin gelişmesi ile birlikte Asya ve Avrupa'yı birbirine bağlayan ticaret yollarının Anadolu’dan geçmesi nedeniyle özellikle İstanbul gibi ticaret kentleri giderek büyümüştür. 18 Türk boylarının Anadolu’ya gelmeleri ile birlikte ortaya çıkan köyler ise Selçuklu döneminde değişerek yerlerini daha büyük kasaba ve kentlere bırakmıştır. Osmanlı İmparatorluğu döneminde Bizans’tan ele geçirilen kentlerin nüfusları arttırılarak Anadolu'daki kentleşme süreci daha da hızlandırılmıştır (Tunçdilek, 1986: 50-59). Osmanlı İmparatorluğu’nun çöküş döneminde ise yaşanan ekonomik sorunlar nedeniyle kırsal alanlardan kentlere doğru göç yaşanmaya başlamıştır (Tüfekçi, 2002: 33-37). 4.1. Türkiye’nin Kentleşmesi Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin ekonomik sisteminin belirlendiği İzmir İktisat Kongresinde (1923) kabul edilen bayındırlık yatırımlarının yapılması ile ulaşım imkânlarının arttırılması ilkeleri, Türkiye’de kentleşmeyi hızlandıran ilk faktörler olarak kabul edilebilir (Kepenek ve Yentürk, 2000: 34). Türkiye’nin kentleşme ile tanışması ise esas olarak 1950 yılından sonra kırsal alanlardan kentlere yönelik göçlerin başlaması ile olmuştur. Bu yıllarda yaşanan tarımda makineleşme ve artan nüfus ile birlikte, kırsal alanlarda atıl kalan işgücü kentlere yönelmiştir. Cumhuriyet döneminde, kentlerin düzenli gelişimine önem verilmesine ve birçok plan yapılmasına rağmen bu planlar uygulanamadığı için kentlere yönelik göç konusunda gerekli önlemler alınamamıştır (Yeter, 2008: 245). 1950 yılından itibaren kırsal alanlara yönelik bayındırlık amaçlı yatırımlar da kentleşmeyi tetiklemiş (Tüfekçi, 2002: 35-37) ve Türkiye'de 1950 yılından sonra hızlı bir kentleşme süreci yaşanmaya başlamıştır (Ekin, 1986: 75-79). Tüm dünyayı 19. yüzyıldan itibaren, Türkiye’yi ise II. Dünya Savaşı’nın ardından etkisi altına alan kentleşme süreci, gelişmiş ülkelerdekinden farklı olarak içinde birçok sorunu barındıran bir biçimde gerçekleşmiştir. Türkiye'de yaşanan hızlı göç düzensiz kentleşmeyle birlikte konut sorununa neden olarak kentsel yenilemenin de temelini oluşturmuş, kentlere gelenler için doğru ve uygun yerleşim politikalıların uygulanamaması ise sorunları içinden çıkılamaz duruma getirmiştir (Yeter, 2008: 245-246). Türkiye’de kentleşmeyi etkileyen iç faktörler; demografik nedenler, tarımsal yapıdaki değişim, itici, çekici, siyasi ve sosyo-psikolojik nedenler, dış faktörler ise, uluslararası, ekonomik, toplumsal ve siyasi nedenlerdir (Özer, 2004: 2-4). Türkiye'de kentleşme itici, çekici ve iletici güçlerin etkisi altında oluşan, gelişen ve değişen bir nüfus hareketi şeklinde 19 olup, nüfusun kentlere akmasının ana nedeni kentlerin çekiciliğinden çok kırsal alanlardaki olumsuz yaşam koşullarıdır (Bal, 1992: 52). Türkiye’de kentleşme, genel olarak iç göçlerden kaynaklanmakta ve belirli büyük kentlere doğru gerçekleşmektedir. Nüfusun belirli büyük kentlerde birikmesi ise aşırı ve dengesiz bir kentleşmeye neden olmaktadır (Vergin, 1986: 28-30). Türkiye'deki kentleşme, bireyselliğe dayanan batılı anlayıştan daha farklı bir durumu ifade etmekte olup, kentleşme sorunlarının çözümü için ayrılan kaynaklar sınırlı kaldığı için kentleşme politikaları ve planları da uygulanamamaktadır. Türkiye’de kentleşme, şehirlerin sanayileşme hızının, tarımdaki modernleşme hızından çok daha düşük kalması nedeniyle “sahte kentleşme” olarak nitelendirilmektedir. Türkiye’de sanayi ve tarımda tam bir gelişme sağlanamadığı için kentleşme süreci de sorunlu bir biçimde yaşanmaktadır. Konu ile ilgili olarak yapılan araştırmalarda; nüfusun büyük kentlerde toplandığı Türkiye’de sağlıksız bir kentleşme yaşandığını, büyük kentlerde özellikle hizmet sektöründe marjinal işler ile kayıt dışı ekonominin yaygın olduğu görülmektedir (Kıray, 1999: 74-78, 131-134). Kentleşmenin özellikleri tespit edilirken genel olarak kentleşme düzeyi, nitelikleri ve hızı gibi bazı kriterler kullanılmaktadır (Özer, 2004: 61-67). Kentleşme sürecinin Türkiye genelinde oldukça hızlı biçimde yaşandığı görülmektedir. Nüfusu kentleşmeye iten ana neden ise, tarımsal yapıdaki değişiklikler olup, bu durum birçok sorunu da beraberinde getirmektedir. Türkiye'de en önemli sorunlardan biri kırsal alanlar ile kentler arasında nüfus ve gelir açısından eşitsizlik olup, nüfusun kentlerde toplanması özellikle büyük kentlerde yoksulluğun giderek artmasına neden olmaktadır (Doğan ve Aslan, 2004: 234-236). Türkiye’de yaşanan kentleşme süreci genel olarak düzensiz, dengesiz, sağlıksız, ekonomik kalkınma ürünü olmayan, sorun yaratan bir biçimde gerçekleşmektedir. Kentleşme, işlevsel değişim yaratmayan, çevreyi kalkındırmayan, toplumsal ve kültürel değişim yaratmayan bir süreç olarak karşımıza çıkmaktadır (Keleş, 1974: 53). Türkiye'de kentleşme, daha iyi yaşam koşullarına ulaşabilmek için duyulan kaygıların sonucunda ortaya çıkmaktadır. Kırsal yaşamın iticiliğinden kaynaklanan kentleşme süreci nüfusun belirli bazı yerlerde yoğunlaşması (birikmesi) şeklinde gerçekleşmektedir. Türkiye'deki kentleşme mesleki dağılım, kent tipi örgütlenme, uzmanlaşma ve ileri düzeyde iş bölümü gibi değişim süreçleri içeren normal bir kentleşme sürecinin aksine sadece nüfus artışı şeklinde gerçekleşmektedir. 20 Kentleşme sürecinin demografik yönünün ağır bastığı Türkiye’de, köydeki gizli işsizlik kentlere taşınarak açık işsizliğe dönüşmekte, kırsal alanlar ile kentler ekonomik olarak da bütünleşmemektedir. Türkiye’deki kentleşme süreci bu görünümü ile genel olarak sanayileşmemiş ülkelerin özelliklerini göstermektedir. Düzensiz demografik gelişme ve kalkınmaya paralel olmayan kentleşme; kamu hizmetlerinde aksaklık, kentsel örgütlenme eksikliği, yatırımlarda yetersizlik ve yerleşim sorunlarını da beraberinde getirmektedir (Özek, 1974: 53-57). Türkiye’nin büyük kentleri, sağlıksız yapılaşma, konut, ulaşım, içme suyu, kanalizasyon, trafik, sanayi, hava ve gürültü kirliliği, yeşil alanların azlığı, eğitim, sağlık ve kültürel imkânların yetersizliği gibi birçok sorun ile karşı karşıya kalmaktadır (Özer, 2004: 67-77). Türkiye’de ile gelişmiş ülkelerde yaşanan kentleşme süreci arasındaki en önemli fark, kentleşmenin gelişmiş ülkelerde ekonomik kalkınma ile beraber yürümesi, Türkiye’de ise kentleşme hızının ekonomik gelişme (kalkınma) hızından daha yüksek olmasıdır. Gelişmiş ülkelerde kentlere göç edenlerin iş bulabilmelerine karşın, Türkiye’de kentlere gelenlerin iş bulamaması, açık ve gizli işsizler ile kayıt dışı sektörlerde çalışanların sayısının giderek artmasıdır (Sezal, 1992: 78). Kentleşme sürecini gelişmiş ülkelere göre çok daha hızlı bir biçimde ve kısa sürede yaşamaya çalışan Türkiye'de, sanayi sektörü ve kentsel alt yapı yatırımlarını yapmak için gereken sermaye birikimi yetersiz olduğu için kentleşme süreci de sorunlu bir biçimde gerçekleşmektedir (Tekeli, 2008: 49). Türkiye'de hâlihazırda da hızla devam etmekte olan kentleşme süreci, özellikle sanayi veya hizmet sektörünün geliştiği kentlerin daha hızlı büyümesi şeklinde gerçekleşmektedir. Türkiye’de yaşanan hızlı kentleşme süreciyle birlikte, kentleşmenin getirdiği sorunlar da büyük önem kazanmış olup, bu sorunlara politika dokümanları ile yatırım planlarında yer verilmesi ve uygulamaların da bu politika ve planlar çerçevesinde gerçekleştirilmesine ihtiyaç bulunmaktadır (Keleş, 2008: 61-67). 4.2. İstanbul'un Kentleşmesi Asya ile Avrupa kıtaları ve Akdeniz ile Karadeniz’in buluştuğu noktada kurulmuş bulunan İstanbul’un var olma nedeninin coğrafya olduğu kabul edilmektedir (Bozlağan, 2012: 21). Yunan, Roma, Hıristiyan Bizans, Latin, Osmanlı ve Cumhuriyet Türkiye’si uygarlıklarının iç içe geçerek kaynaştığı bir dünya kenti olan İstanbul tarih boyunca, zenginliğin, ticaretin 21 ve siyasi gücün merkezi olmuş, doğu ile batı medeniyetlerini birbirine bağlayan bir köprü görevi yapmıştır. Cumhuriyetin ilan edildiği 1923 yılında 1950'li yıllara kadar çok büyük bir değişim göstermeyen İstanbul, 1950’li yıllardan itibaren önce yavaş, 1970’li yıllardan sonra ise hızlanan bir biçimde değişmiş, 2000’li yılların başından itibaren de plansız ve düzensiz çok büyük bir kente dönüşmüştür (İTO, 2008: 230-238). 1950-2014 yılları arasında 1,2 milyondan, 14,4 milyona çıkan nüfusu ile İstanbul, 1980-2004 yılları arasında gösterdiği % 3,2’lik büyümesi ile de kentleşme sıralamasında OECD ülkeleri içinde ilk sırayı almıştır (OECD, 2008: 35). İstanbul'da 1950 yılından itibaren sanayi ve hizmet sektörünün hızlı bir şekilde büyümesi, nüfusun ve işgücüne olan talebin artması planlanmış, ancak kentte hızla artan nüfusa yetecek kadar yeni iş sahası yaratılamamıştır. İstanbul'a gelen nüfusun barınabilmesine imkan sağlayabilecek miktarda konut yapılamadığı için gecekondular, yeterli iş imkanı yaratılamadığı için de marjinal işler ile kayıt dışı işyerleri artmaya başlamıştır (Bozlağan, 2012: 159, Sönmez, 1996: 58). Bu dönemde, kentselkırsallaşma ya da kırsal-kentleşme karışımı olarak adlandırılabilecek bir durum ortaya çıkmaya başlamış, kentte biriken işgücü fazlası işverenler tarafından ucuz emek olarak görülmeye ve kullanılmaya başlanmıştır (Kuban, 1996: 388-399, Sönmez, 1996: 23-24). 1970’lerde metropol olarak tanımlanabilecek bir ölçeğe ulaşan İstanbul, 1990'lı yılların başında Sovyetler Birliği’nin dağılmasının ardından Orta Asya Cumhuriyetlerine en yakın olan ve büyük bir dünya kenti durumuna gelmiştir (Yücel, 1996: 203, İTO, 2008: 258). 1990’lı yıllarda İstanbul’un yeni simgeleri gökdelenler, süpermarketler ve büyük alışveriş merkezleri olmuş, kentte finans sektörünün önemi giderek artmaya başlamış, sanayi ise kent dışına taşınmaya başlamıştır. İstanbul'da tüketim, iletişim ve küreselleşme kavramları ile hızlı kentleşme sürecinin beraberinde getirdiği büyük ve karmaşık sorunlar birlikte yaşanmaya başlanmıştır (Yücel, 1996; 205-206). Bu yıllarda gelişmiş ülkelerde 100-150 yıllık bir zaman dilimine yayılarak planlı ve düzenli bir şekilde gerçekleşen kentleşme süreci, İstanbul’da birkaç on yıl gibi çok kısa bir zaman diliminde ve mevcut olan her türlü yapıyı değiştiren dev bir göç dalgasının sonucunda yaşanan karmaşık bir süreç olarak ortaya çıkmıştır. Akdeniz, Karadeniz, Balkanlar ve Ortadoğu arasında önemli bir merkez konumuna gelebilmek için çok büyük potansiyele sahip bulunan 22 İstanbul, farklı geçmiş, kültür ve inançlardan insanları bir arada tutan bir kent olduğu için 2010 yılında Avrupa Kültür Başkenti olarak seçilmiştir (Belge, 2007: 10-12, Bağış, 2007: 53-54). 4.3. Türkiye ve İstanbul’da Nüfus ile Kentleşme Oranları 2014 yılı Adrese Dayalı Nüfus Kayıt Sistemi (ADNKS) nüfus sayımı sonuçlarına göre Türkiye’nin nüfusu 31 Aralık 2014 tarihi itibariyle 77 milyon 695 bin 904 kişi olup, dünya nüfusunun % 1,1’ini oluşturmakta ve 187 ülke arasında 18. sırada yer almaktadır. TÜİK’nun tahminlerine göre Türkiye’nin nüfusu 2025 yılında 88 milyona, 2050 yılında 94 milyona ulaşarak dünya sıralamasında 19. sırayı alacaktır (TUİK, 2015: 1, TUİK, 2012: 1). İstanbul'un nüfusu ise 31 Aralık 2014 tarihi itibariyle 14 milyon 377 bin 018 kişiye ulaşmış olup, Türkiye'nin en fazla nüfusa sahip olan ili durumundadır. 2014 yılı itibariyle Türkiye nüfusunun % 18,5'i İstanbul'da yaşamaktadır (TUİK, 2015: 1). Türkiye'de ilk nüfus sayımının yapıldığı 1927 yılında 3,3 milyon civarında olan kentli nüfus 2014 yılında 71,3 milyona yaklaşmıştır. 19272014 yılları arasında Türkiye'nin kentli nüfusu (il ve ilçe merkezlerinde yaşayan nüfusu) yaklaşık 68 milyon (21 kat) artarken, %24,22 olan kentleşme oranı da %91,75'e ulaşmıştır (Tablo 1). İstanbul’un; 1927 yılında 704 bin olan kentli nüfusu ise 2014 yılında 14,3 milyonu geçmiş bulunmaktadır. 1927-2014 yılları arasında İstanbul’un kentli nüfusu yaklaşık 13,7 milyon (20 kat) artmış, %87,4 olan kentleşme oranı da %100'e ulaşmıştır. 2014 yılı itibariyle İstanbul'da yaşayan nüfusun tamamı il ve ilçe merkezlerinde yaşayan kentli nüfustur (Tablo 1). Günümüzde Türkiye nüfusunun %91,75'i (71.286.182 kişi) kentlerde (il ve ilçe merkezlerinde) ikamet ederken, kentlerde yaşayan nüfus oranının en yüksek olduğu kent %100 ile İstanbul'dur.Türkiye nüfusunun %18,5’i İstanbul’da ikamet etmektedir (TUİK, 2015:1). Bu durumun nedeni genel olarak kırsal alanlardan özellikle İstanbul'a yönelik göç ile Türkiye genelinde 1980 yılından sonra bazı bucak ve köylerin ilçe (kent) olarak kabul edilmesidir (DİE, 2003: 28). İstanbul’un nüfusunun tamamının kentsel mekanlarda yaşamasının nedeni ise; sanayi ve özellikle de hizmet sektöründe diğer kentlere göre çok daha fazla iş imkânlarına sahip olduğu düşünülen İstanbul'un, çok yüksek 23 düzeyde ekonomik amaçlı göç alması ve İstanbul'da köy olarak kabul edilecek yerleşim yerlerinin bulunmamasıdır. Tablo 1: Kent/Köylerde Yaşayan Nüfus ve Kentleşme Oranları (1927-2014), (%) Toplam Kent Kentleşme Köy Nüfusu Nüfus Nüfusu Oranı (%) Türkiye 13 648 270 3 305 879 10 342 391 24,22 1927 806 863 704 825 102 038 87,35 İstanbul Türkiye 16 158 018 3 802 642 12 355 376 23,53 1935 883 599 758 488 125 111 85,84 İstanbul Türkiye 17 820 950 4 346 249 13 474 701 24,39 1940 991 237 815 638 175 599 82,28 İstanbul Türkiye 20 947 188 5 244 337 15 702 851 25,04 1950 1 166 477 1 002 085 164 392 85,91 İstanbul Türkiye 27 754 820 8 859 731 18 895 089 31,92 1960 1 882 092 1 506 040 376 052 80,02 İstanbul Türkiye 35 605 176 13 691 101 21 914 075 38,45 1970 3 019 032 2 203 337 815 695 72,98 İstanbul Türkiye 44 736 957 19 645 007 25 091 950 43,91 1980 4 741 890 2 909 455 1 832 435 61,36 İstanbul Türkiye 56 473 035 33 326 351 23 146 684 59,01 1990 7 309 190 6 753 929 555 261 92,40 İstanbul Türkiye 67 803 927 44 006 274 23 797 653 64,90 2000 10 018 735 9 085 599 933 136 90,69 İstanbul Türkiye 73 722 988 56 222 356 17 500 632 76,26 2010 13 255 685 13 120 596 135 089 98,98 İstanbul Türkiye 76 667 864 70 034 413 6 633 451 91,34 2013 14 160 467 14 160 467 0.00 100.00 İstanbul 77.695.904 71.286.182 6.409.722 91,75 Türkiye 2014 14.377.018 14.377.018 0.00 100.00 İstanbul Kaynak: DİE; 2000 Genel Nüfus Sayımı, Nüfusun Sosyal ve Ekonomik Nitelikleri, Türkiye, DİE Yayın Numarası: 2759, Ankara: DİE Matbaası, Mart 2003, s. 46., DİE; 2000 Genel Nüfus Sayımı, Nüfusun Sosyal ve Ekonomik Nitelikleri, İl 34- İstanbul, DİE Yayın Numarası: 2732, Ankara: DİE Matbaası, Kasım 2002, s. 42., TUİK; İstatistikler, Nüfus, Demografi, Konut, Toplumsal Yapı, Nüfus İstatistikleri ve Projeksiyonlar, ADKNS Sonuçları,http://rapor.tuik.gov.tr/reports/rwservlet?adnksdb2&ENVID=adnksdb2Env&report= wa_turkiye_duzey1_koy_sehir.RDF&p_duzey1=TR1&p_kod=2&p_yil=2012&p_dil=1&desfo rmat=html, http://tuikapp.tuik.gov.tr/adnksdagitapp/adnks.zul, 28.Ocak.2015. Not: Nüfusu 20 000’den fazla olan yerleşim yerleri kent olarak kabul edilmiş, İl/İlçe merkezleri kent, belde ve köyler ise köy nüfusuna dâhil edilmiştir. YIL 24 5. TÜRKİYE VE İSTANBUL'DA KENTLEŞME-İŞGÜCÜ İLİŞKİSİ İnsan sayısı açısından piyasaya arz edilen emeği, nüfusun üretici olan kısmı ile ekonomik faaliyetlere katılan aktif kısmını ifade eden işgücü, çalışma çağında olan ve çalışmak isteyenlerden oluşmaktadır. Günümüzde, çalışma çağında olmasına karşın işgücüne dâhil olmayan kişiler de bulunmakta olup, bu kişilerin işsiz olarak kabul edilmek yerine işgücüne dâhil olmayanlar grubuna dahil edilmesi ise, hem Türkiye genelinde hem de İstanbul’da işgücü piyasasındaki sorunlarının olduğundan daha hafif görülmesine neden olmaktadır (Murat, 2007: 117). Çalışma çağı içinde bulunan, çalışma istek ve gücünde olan, geçerli ücret düzeyinde emeğini arz etmeye hazır olan topluluğa işgücü adı verilmekte, işgücü çalışanlar ile işsizlerin toplamından oluşmaktadır. Bu kısımda Türkiye ve İstanbul’da yaşanan kentleşme süreci ile işgücü arasındaki ilişki nüfus, cinsiyet, yaş, eğitim ve medeni durum itibariyle incelenmiştir. Kentleşme süreci ile işgücü arasındaki ilişkiler incelenirken TUİK'in mevcut verilerinden yararlanılmış, daha sağlıklı ve anlamlı sonuçlara ulaşabilmek için de verilerin karşılaştırılabilir olduğu yıllar esas alınmıştır. 5.1. Türkiye ve İstanbul'da Kentleşme ile Nüfus Arasındaki İlişki İşgücü çalışma yaşamı bakımından işgücüne dahil olan ve olmayan nüfustan oluşmaktadır. İşgücüne dâhil olanlar; işverenler, ücretliler, kendi hesabına çalışanlar, ücretsiz çalışan aile işçileri, kayıt dışı ekonomide çalışanlar, işsizler ve sayım anında gelir karşılığında fiilen çalışan kişilerden oluşurken, işgücüne dâhil olmayan nüfus grupları ise; ev kadınları, öğrenciler, emekliler, gelir sahipleri, sakatlar, çalışamaz durumda olanlar, iş aramayıp iş başı yapmaya hazır olan kişiler, ailevi veya kişisel nedenlerle iş aramayanlardan meydana gelmektedir. Türkiye'de 1955 yılında 14 milyon 590 bin kişi olan çalışma çağındaki nüfusun miktarı; yılda ortalama 707 bin olmak üzere toplam 41 milyon 18 bin kişi (%381-3,8 kat) artarak 2013 yılında 41 milyon 18 bin kişiye, işgücüne dahil olan nüfusun miktarı yılda ortalama 277 bin olmak üzere toplam 16 milyon 066 kişi (%231-2,3 kat) artarak 28 milyon 271 kişiye, işgücüne dahil olmayan nüfusun miktarı ise; yılda ortalama 430 bin olmak üzere toplam 24 milyon 953 bin kişi (%1146-11,5 kat) artarak 27 milyon 337 bin kişiye ulaşmıştır (Tablo 2). 25 İstanbul’da 1955 yılında 1 milyon 145 bin kişi olan çalışma çağındaki nüfusun miktarı; yılda ortalama 153 bin olmak üzere toplam 8 milyon 901 bin (%877-8,8 kat) artarak 2013 yılında 10 milyon 46 bin kişiye, işgücüne dahil olan nüfusun miktarı yılda ortalama 79 bin olmak üzere toplam 4 milyon 577 bin (%782-7,8 kat) artarak 5 milyon 248 bin kişiye, işgücüne dahil olmayan nüfusun miktarı ise; yılda ortalama 75 bin kişi olmak üzere toplam 4 milyon 325 bin kişi (%1010-10,1 kat) artarak 4 milyon 799 bin kişiye ulaşmıştır (Tablo 2). 1955 ile 2013 yılları arasında geçen 58 yılda genel nüfusun artmasına bağlı olarak hem Türkiye genelinde hem de İstanbul'da çalışma çağında olan, işgücüne dahil olan ve olmayan nüfus artmıştır. Türkiye'de çalışma çağında olan nüfusun %18,1'i, işgücüne dahil olan nüfusun %18,5'i ve işgücüne dahil olmayan nüfusun ise %17,6'sı İstanbul'da toplanmış bulunmaktadır. Bu değerlere bakıldığında Türkiye genelinde çalışma çağında olan, işgücüne dahil olan veya olmayan yaklaşık her beş kişiden birinin İstanbul'da yaşadığı, diğer kentlere göre İstanbul'un işgücünün çok daha fazla olduğu ve hızlı bir şekilde arttığı görülmektedir. Çalışma çağı ile işgücüne dahil olan nüfusun miktarları Türkiye geneline göre İstanbul'da daha fazla artarken, işgücüne dahil olmayan nüfusun miktarı ise İstanbul'a göre Türkiye genelinde daha fazla artmış bulunmaktadır. Çalışma çağında olan nüfus içinde erkek ve kadınların sayısı hem Türkiye genelinde hem de İstanbul'da birbirine yakın (kadınlar az miktarda fazla) olurken, işgücüne dahil olan nüfus içinde erkeklerin, işgücüne dahil olmayan nüfus içinde ise kadınlar daha fazladır. Bahse konu yıllar arasında gerek çalışma çağında olan gerekse işgücüne dahil olan ve olmayan nüfusun miktarının Türkiye geneline göre İstanbul'da daha fazla olması ve toplanmasının nedeni İstanbul'un diğer kentlere göre çok fazla miktarda ve hızlı bir şekilde göç almasıdır. Kentin aşırı göç alarak hızlı bir biçimde kentleşmesi, kente gelenlerin çoğunlukla iş bulmak amacıyla göç edenler olması, İstanbul'da işgücünü ve işgücüne dahil olmayanları arttırmıştır. İşgücüne dâhil olmayan nüfus; iş bulamayanların ümitlerini kaybederek iş aramaktan vazgeçmeleri, ev işleri ve çocuk bakımının aile bütçesine daha yararlı olacağına inanılması, sosyal güvenlikten yoksun kalmanın yarattığı isteksizlik, kente göç eden kadınların ev hanımı konumuna geçmeleri, erken yaşta emekliliğin tercih edilmesi, ortalama eğitim sürelerinin uzaması ve işgücünün eğitim düzeyinin genel olarak düşük olması nedeniyle artmıştır. 26 Tablo 2: Çalışma Çağında Olan, İşgücüne Dâhil Olan ve Olmayan Nüfus (1955-2013), (Bin Kişi) TÜRKİYE İşgücüne Dâhil Olan İşgücüne Dâhil Olmayan Topla Nüfus Erke Kadı Topla Nüfus Erke Kadı k 195 12m205 6k 944 5n 262 2m384 339 2n 045 5 196 12 993 7 697 5 269 3 335 526 2 809 0 197 15 119 9 306 5 813 8 161 2 406 5 755 0 12 198 19 212 6 928 11 194 3 025 8 169 284 0 13 11 199 20 150 6 160 15 451 3 566 990 885 0 16 17 200 23 078 6 188 23 133 6 025 890 108 0 18 19 201 25 641 7 383 26 901 7 544 257 357 0 19 19 201 28 271 8 674 27 337 7 814 597 523 3 İSTANBUL Çalışma Çağında Olan İşgücüne Dâhil Olan İşgücüne Dâhil Olmayan YIL Topla Nüfus Erke Kadı Topla Nüfus Erke Kadı Topla Nüfus Erke Kadı m k n m k n m475 k73 n 195 1 145 653 492 671 580 90 402 5 196 1 357 756 602 749 653 95 609 102 506 0 197 2 279 1 243 1 036 1 086 915 171 1 194 328 865 0 198 3 494 1 841 1 653 1 654 1 408 246 1 840 433 1 407 0 199 5 601 2 921 2 680 2 707 2 214 493 2 894 707 2 186 0 200 7 919 4 007 3 912 3 977 2 909 1 068 3 942 1097 2 844 0 201 9 633 4 787 4 846 4 604 3 443 1 161 5 029 1 344 3 685 0 201 10 046 5 013 5 033 5 248 3 712 1 536 4 799 1 301 3 497 3 Kaynak: Sedat Murat; Dünden Bugüne İstanbul’un İşgücü ve İstihdam Yapısı, İstanbul: İTO Yayın No: 2007-73, 2007, s.118., DİE; 2000 Genel Nüfus Sayımı, Nüfusun Sosyal ve Ekonomik Nitelikleri, Türkiye, T.C. Başbakanlık Devlet İstatistik Enstitüsü Yayın No: 2759, Ankara: Devlet İstatistik Enstitüsü Matbaası, Mart 2003, s. 174,176., DİE; 2000 Genel Nüfus Sayımı, Nüfusun Sosyal ve Ekonomik Nitelikleri, İl/34-İstanbul, T.C. Başbakanlık Devlet İstatistik Enstitüsü Yayın No: 2732, Ankara: Devlet İstatistik Enstitüsü Matbaası, Kasım 2002, s. 154,166., TUİK; Hanehalkı İşgücü İstatistikleri 2001, T.C. Başbakanlık Türkiye İstatistik Kurumu Yayın No: 2713, Ankara: Türkiye İstatistik Kurumu Matbaası, 2001, s. 47., TUİK; Hanehalkı İşgücü İstatistikleri İl Merkezleri 2001, T.C. Başbakanlık Türkiye İstatistik Kurumu Yayın No: 2739, Ankara: Türkiye İstatistik Kurumu Matbaası, 2001, s. 173., TUİK; Nüfus, Demografi, Konut, Toplumsal Yapı, Nüfus İstatistikleri ve Projeksiyonlar, Genel Nüfus Sayımları, 1965-2000 Genel Nüfus Sayımları, Ekonomik Nitelikler, http://tuikapp.tuik.gov.tr/nufusapp/idari.zul, 20.Ocak.2015., TUİK; İstatistikler, Nüfus, Demografi, Konut, Toplumsal Yapı, Nüfus İstatistikleri ve Projeksiyonlar, ADNKS, Nüfus İstatistikleri, Ekonomik Nitelikler, Cinsiyete Göre İşgücü, http://www.tuik.gov.tr/VeriBilgi.do?tb_id=39&ust_id=11, 20.Ocak.2015, TUİK; İstatistikler, İstihdam, İşsizlik ve Ücret, İşgücü İstatistikleri, Hanehalkı İşgücü Anketi Bölgesel Sonuçları, Düzey 1, http://www.tuik.gov.tr/VeriBilgi.do?tb_id=25&ust_id=8, 20.Ocak.2015., TUİK; İstatistikler, İstihdam, İşsizlik ve Ücret, İşgücü İstatistikleri, http:/ http://tuikapp.tuik.gov.tr/isgucuapp/isgucu.zul/, 21.Ocak.2015. Not: YIL Çalışma Çağında Olan Topla Nüfus Erke Kadı 14m590 7k 283 7n 307 16 328 8 224 8 104 11 11 23 280 712 568 15 15 30 406 309 097 17 18 35 601 556 045 22 23 46 211 916 295 25 26 52 541 801 740 27 28 55 608 411 197 27 (1) 1955, 1960, 2000 yılı 12 yaş ve üstünü, diğer yıllar 15 yaş ve üstünü, 1955-2000 yılları arasındaki veriler Genel Nüfus Sayımları, diğer yıllar ise TUİK Hanehalkı İşgücü Anket Sonuçları, Adrese Dayalı Nüfus Kayıt Sistemi Sonuçları ve İşgücü İstatistiklerinden derlenmiştir. (2) Rakamlar yuvarlamadan dolayı toplamı vermeyebilir. (3) 2004 Yılından sonraki değerler yeni nüfus projeksiyonlarına göre revize edilmiştir. (4) 2000 kişiden az değerlerde örnek büyüklüğü güvenilir tahminler için yeterli değildir. Türkiye'de işgücüne dahil olanların çalışma çağında (12/15 yaş üzerindeki nüfus) olan nüfus içindeki payı; 1955-2000 yılları arasında genel olarak düşmüş, 2000-2010 yılları arasında fazla değişim göstermeden %4849 civarında olmuş, 2010-2013 yılları arasında ise yükselmiş, ancak genel olarak düşüş göstermiştir. İşgücüne dahil olanların çalışma çağı içinde 1955 yılında %83,7 olan payı azalarak %50,8'e düşerken, en büyük düşüşler 1960-1970 ve 1980-2000 yılları arasında yaşanmıştır. İşgücüne dahil olan nüfusun çalışma çağındaki nüfusa oranı Türkiye genelinde yılda yaklaşık %0,6 olmak üzere toplam %33 düşmüştür. Türkiye’de işgücüne dâhil olmayanların çalışma çağında olan nüfus içindeki payı; 1955-2000 yılları arasında genel olarak artmış, 20002010 yılları arasında fazla değişim göstermeden %50-51 civarında olmuş, 2010-2013 yılları arasında ise düşmüş, ancak genel olarak yükselmiştir. İşgücüne dâhil olmayanların oranı Türkiye genelinde yılda yaklaşık %0,6 olmak üzere toplam %33 yükselmiştir (Tablo 3). İstanbul'da işgücüne dahil olanların çalışma çağında (12/15 yaş üzerindeki nüfus) olan nüfus içindeki payı; 1955-1980 yılları arasında düşmüş, 1980-2000 yılları arasında yükselmiş, 2000-2010 yılları arasında tekrar düşmüş, 2010-2013 yılları arasında ise tekrar yükselmesine karşın genel olarak düşüş göstermiştir. İşgücüne dahil olanların çalışma çağı içinde 1955 yılında %58,6 olan payı azalarak %52,2'ye düşmüştür. İşgücüne dahil olan nüfusun çalışma çağındaki nüfusa oranı İstanbul'da yılda yaklaşık %0,1 olmak üzere toplam %6,4 düşmüştür. İstanbul’da işgücüne dâhil olmayanların çalışma çağında olan nüfus içindeki payı; 1955-1980 yılları arasında artmış, 1980-2000 yılları arasında düşmüş, 2000-2010 yılları arasında yükselmiş, 2010-2013 yılları arasında ise düşmesine karşın genel olarak yükselmiştir. İşgücüne dâhil olmayanların oranı İstanbul’da yılda yaklaşık %0,1 olmak üzere toplam %6.4 artmıştır (Tablo 3). İşgücüne dahil olanların çalışma çağında olan nüfus içindeki payı; Türkiye genelinde 1955-2010 yılları arasında artar 2010-2013 yılları 28 arasında düşerken, İstanbul’da 1955-1980 yılları arasında düşmüş, 19802000 yılları arasında yükselmiş, 2000-2010 yılları arasında düşmüş, 20102013 yılları arasında ise yükselmiştir. İşgücüne dahil olanların oranı Türkiye genelinde ve İstanbul'da genel olarak düşüş göstermekle birlikte, İstanbul'a (%6.4) göre Türkiye genelinde (%33) çok daha fazla düşmüştür. İşgücüne dâhil olmayanların çalışma çağında olan nüfus içindeki payı ise; Türkiye genelinde 1955-2010 yılları arasında artıp 2010-2013 yılları arasında düşerken, İstanbul’da 1955-1980 yılları arasında artmış, 1980-2000 yılları arasında düşmüş, 2000-2010 yılları arasında tekrar artmış, 2010-2013 yılları arasında ise düşüş göstermiştir. İşgücüne dahil olmayanların oranları Türkiye genelinde ve İstanbul'da genel olarak artarken, İstanbul'a (%6,4) göre Türkiye genelinde (%33) çok daha fazla yükselmiştir. Bu durumun en önemli nedeni; 1955-2013 yılları arasında Türkiye genelinde kırsal alanlardan kentlere doğru oldukça hızlı iç göçlerin yaşanması, tarım sektöründe çalıştığı için Türkiye genelinde işgücüne dahil olanların İstanbul'a geldiklerinde işgücünün dışında kalmalarıdır. İşgücüne dahil olan ve olmayanlarını oranlarının zaman içinde birbirine yaklaşarak hem Türkiye genelinde hem de İstanbul'da %48-52 civarında yoğunlaşmaktadır. Bu açıdan bakıldığında, kentleşme düzeyi yükseldikçe işgücüne katılanların oranlarının Türkiye genelinde ve İstanbul’da genel olarak düştüğü, işgücüne katılmayanların oranının ise yükseldiği, ancak aradaki farkın zamanla kapandığı ve her geçen gün daha fazla kişin işgücü dışında kaldığı görülmektedir. Çalışma çağında olan nüfusun içinde işgücüne dâhil olanların oranlarının düşmesi, işgücüne dahil olmayanların oranlarının artmasında ise ekonomik, sosyal ve kültürel faktörlerin yanı sıra göçe bağlı olarak yaşanan kentleşme sürecinin de önemli derecede etkisi bulunmaktadır. Kentleşme süreci; hem Türkiye genelinde hem de İstanbul’da çalışma çağındaki nüfus içinde işgücüne dahil olanların oranlarının düşmesine neden olurken, işgücüne dâhil olamayanların sayı ve oranlarının yükselmesine neden olmuştur. 29 Tablo 3: İşgücü ne Dâhil Olan ve Olmayanların, Çalışma Çağında Olan Nüfusa Oranı (%), (1955-2013) TÜRKİYE İSTANBUL İşgücüne Dâhil İşgücüne Dâhil İşgücüne Dâhil İşgücüne Dâhil Olmayan Olmayan Olan Nüfusun Olan Nüfusun Nüfusun Nüfusun YIL Çalışma Çalışma Çalışma Çalışma Çağında Olan Çağında Olan Çağında Olan Çağında Olan Nüfusa Oranı Nüfusa Oranı Nüfusa Oranı Nüfusa Oranı (%) (%) (%) (%) 83,7 16,4 58,6 41,4 1955 79,5 20,5 55,2 44,8 1960 64,9 35,1 47,6 52,4 1970 63,2 36,8 47,2 52,8 1980 56,6 43,4 48,3 51,7 1990 49,9 50,1 50,2 49,8 2000 48,8 51,2 47,8 52,2 2010 50,8 49,2 52,2 47,8 2013 Kaynak: Tablo 2’deki verilerden yararlanılarak hazırlanmıştır. 5.2. Türkiye ve İstanbul'da Kentleşme ile İşgücünün Cinsiyet Durumu Arasındaki İlişki Kentleşme süreci ülkelerin sosyo-ekonomik yapısını ortaya koyması bakımından önemli bir faktör olan işgücünün cinsiyete göre dağılımını da etkileyerek kırsal kesim ile kentler arasında farklılık yaratmaktadır. Kırsal nüfusu fazla olan ve kentlere doğru göç yaşanan ülkelerde, kırsal alanlarda yardımcı aile bireyi olarak işgücüne dâhil olan kadınların, kentleşme sürecinin başlangıcında geldikleri kentlerde genel olarak işgücünden çekildikleri, eğitim ve modernleşme düzeylerinin artmasına bağlı olarak daha sonra işgücüne katılmaya başladıkları görülmektedir. Az gelişmiş ve gelişmekte olan ülkelerde, göçle birlikte kırsal kesimde erkek nüfusu azalır kadın nüfusu artarken, kentlerde ise erkek nüfus artmakta, kadınların büyük çoğunluğu ücretsiz çalışan yardımcı aile bireyi veya ev hanımı oldukları için istihdamın genellikle kısmi süreli olduğu, gelişmiş ülkelerde ise kadınların çalışması konusunda engellemeler olmadığı için özellikle kentlerde işgücüne katılan kadın sayısının hızla arttığı görülmektedir. Türkiye’nin 1955 yılında 6 milyon 944 bin olan erkek işgücü 12 milyon 653 bin (%282-2,8 kat) artarak 2013 yılında 19 milyon 876 bine, 1955 yılında 5 milyon 262 bin olan kadın işgücü (1980-1990 yılları hariç) 3 milyon 412 bin (%164-1,6 kat) artarak 2013 yılında 8 milyon 674 bine ulaşmıştır (Tablo 4). 30 İstanbul’un 1955 yılında 580 bin olan erkek işgücü 3 milyon 132 bin (%640-6.4 kat) artarak 3 milyon 712 bine, 1955 yılında 90 bin olan kadın işgücü 1 milyon 446 bin (%1706-17,6 kat) artarak 1 milyon 536 bine ulaşmıştır (Tablo 4). Türkiye’de işgücüne dâhil olan her beş erkeğin ve her altı kadının biri İstanbul’da bulunmaktadır. Türkiye ve İstanbul’da çalışma çağında olan nüfusun artmasına paralel olarak işgücü ile işgücüne dâhil olan erkek ve kadınların sayısı genel olarak artmış olup, işgücünün çoğunluğu erkeklerden oluşmaktadır. Erkek işgücü; Türkiye genelinde yaklaşık olarak %282 (2,8 kat) artarken, İstanbul’da %640 (6,4 kat), kadın işgücü Türkiye genelinde yaklaşık %164 (1,6 kat) artarken, İstanbul’da %1706 (17,6 kat) artmıştır. Bu duruma göre, hem erkek hem de kadın işgücü Türkiye geneline göre İstanbul’da daha fazla artmış, ancak erkek işgücü Türkiye genelinde daha fazla artarken, kadın işgücü ise İstanbul’da daha fazla artmıştır. Türkiye’nin işgücü içinde 1955 yılında %56,9 olan erkeklerin oranı; 1955-2000 yılları arasında artmış, 2000-2013 yılları arasında azalmıştır. Türkiye’nin erkek işgücünün toplam işgücü içindeki payı (oranı) 1955-2013 yılları arasında genel olarak %12,4 artarak % 69,3’e yükselmiş olup, işgücünün 2/3’ünden fazlası erkektir (Tablo 4). Türkiye’nin işgücü içinde 1955 yılında %43,1 olan kadınların oranı ise; 1955-2000 yılları arasında azalmış, 2000-2013 yılları arasında artmıştır. Türkiye’nin kadın işgücünün toplam işgücü içindeki payı (oranı) 1955-2013 yılları arasında genel olarak %12,4 azalarak %30,7'ye düşmüş olup, işgücünün yaklaşık 1/3’ü kadındır. İstanbul’un işgücü içinde 1955 yılında %86,4 olan erkeklerin oranı; 1955-1960 ve 1970-1980 yılları arasında artmış, 1960-1970, 19802000, 2010-2013 yılları arasında azalmıştır. İstanbul’un erkek işgücünün toplam işgücü içindeki payı (oranı), 1955-2013 yılları arasında genel olarak %15,7 azalarak %70,7’ye düşmüş olup işgücünün ¾’üne yakını erkektir (Tablo 4). İstanbul’un işgücü içinde 1955 yılında % 13,6 olan kadınların oranı; 1955-1960, 1970-1980, 2000-2010 yılları arasında azalmış, 19601970, 1980-2000 ve 2010-2013 yılları arasında ise artmıştır. İstanbul’un kadın işgücünün toplam işgücü içindeki payı (oranı), 1955-2013 yılları arasında genel olarak %15,7 artarak %29,3’e yükselmiş olup, işgücünün yaklaşık ¼’ü kadındır. 31 İşgücü içindeki erkeklerin oranı, hem Türkiye genelinde hem de İstanbul’da kadınlara göre daha yüksektir. İşgücü içindeki erkeklerin oranı İstanbul’da, kadınların oranı ise Türkiye genelinde daha yüksek olmakla birlikte, aradaki fark zaman geçtikçe kapanmakta ve oranlar birbirine yaklaşmaktadır. İşgücü içindeki erkeklerin oranı Türkiye genelinde yükselirken İstanbul’da düşmekte, kadınların oranı ise Türkiye genelinde düşerken, İstanbul’da yükselmektedir. Hem erkek hem de kadın işgücü miktarının, Türkiye geneline göre İstanbul’da daha fazla olmasının nedeni, kentin çok fazla göç alması ve İstanbul’un Türkiye’nin geneline göre çok daha hızlı kentleşmesidir. İşgücü içindeki erkeklerin oranının kadınlara göre Türkiye geneli ve İstanbul’da, erkeklerin oranının İstanbul’da, kadınların oranının ise Türkiye’de daha yüksek olması ve aradaki farkın zamanla kapanmasının nedeni ise, Türkiye’nin gelişmekte olan bir ülke olmasıdır. İşgücü içinde erkeklerin oranının Türkiye genelinde yükselirken İstanbul’da düşmesi, kadınlarının oranının Türkiye genelinde düşerken, İstanbul’da yükselmesi ise Türkiye'de daha fazla insanın kentlerde yaşamaya başlamasından, özellikle kentlerde yaşamaya başlayan kadınların hızlı bir biçimde işgücüne katılmalarından kaynaklanmaktadır. Kentleşme süreci; Türkiye ve İstanbul’da erkek ve kadın işgücü miktarının artmasına, işgücü içinde erkeklerin miktarının kadınlarınkinden fazla olmasına, işgücü içinde erkeklerin oranının düşmesine, kadınların oranının ise yükselmesine neden olmaktadır. Tablo 4: İşgücünün Cinsiyete Göre Dağılımı (%), (1955-2013) TÜRKİYE İSTANBUL Erkek İşgücü Kadın İşgücü Erkek İşgücü Kadın İşgücü YIL Oranı Oranı Oranı Oranı 56,9(%) 43,1(%) 86,4(%) 13,6(%) 1955 59,2 40,8 87,2 12,8 1960 61,6 38,4 84,3 15,7 1970 63,9 36,1 85,1 14,9 1980 69,4 30,6 81,8 18,2 1990 73,2 26,8 73,1 26,9 2000 71,2 28,8 74,8 25,2 2010 69,3 30,7 70,7 29,3 2013 Kaynak: Tablo 2’deki verilerden yararlanılarak hazırlanmıştır. 32 5.3. Türkiye ve İstanbul'da Kentleşme ile İşgücünün Yaş Durumu Arasındaki İlişki Nüfusun yaş gruplarına göre dağılımı ekonomik, sosyal, kültürel, demografik faktörlere bağlı olarak farklılıklar göstermekte, yaş sınırları ekonomik faaliyetlere katılım bakımından ırk, iklim, örf, adetlerin etkisi ile de değişebilmektedir. Nüfusun genç ya da yaşlı olması ise işgücünün miktarını ve niteliğini etkilemektedir. Türkiye günümüzde demografik bir dönüşüm süreci yaşamaktadır. Bu süreç paralelinde 1990-2025 yılları arasında nüfus artış hızı düşerken, işgücü arzı (çalışabilir yaştaki, yetişkin nüfus, aktif nüfus) ise artmaktadır. Bu duruma bağlı olarak çocukların (0-14 yaş) toplam nüfus içindeki payı azalırken, işgücünün (ekonomik olarak aktif olan nüfusun) toplam nüfus içindeki payı ise artmaktadır. Giderek artan işgücü için yeteri kadar iş imkânı sağlandığı ve işgücünün niteliği arttırıldığında, Türkiye ekonomisinin gelişme performansı da artabilecektir (Behar ve diğ. 1999: 58-63). Türkiye’nin tüm yaş gruplarındaki işgücünün miktarı 2004-2013 yılları arasında genel olarak artmıştır. İşgücünün büyük kısmını gerek toplamda gerekse erkek ve kadınlar arasında 35-54 yaş grubu oluşturmakta olup, bu grubu 25-34 yaş grubu izlemektedir (Tablo 5). Türkiye'nin toplam işgücünün yaklaşık %16,2'si gençlerden (15-19 ve 20-24 yaş), %74,1'i yetişkinlerden (25-34 ve 35-54 yaş), %9,6'sı ise 55 yaşın üzerinde bulunanlardan oluşmaktadır. 55 yaşın üzerinde bulunanların miktarı genel olarak düşük düzeyde olup, tüm yaş gruplarında erkeklerin miktarı kadınlarınkinden daha fazladır. İstanbul’un işgücünün miktarı; 15-19 yaş grubu dışındaki tüm yaş gruplarındaki 2004-2013 yılları arasında genel olarak artmıştır. İstanbul'un işgücünün en büyük kısmını hem toplamda hem de erkekler ve kadınlar arasında 35-54 yaş grubu oluşturmakta olup, bu grubu 25-34 yaş grubunda bulunanlar izlemektedir (Tablo 5). İstanbul’un toplam işgücünün %16,4'ü gençlerden (15-19 ve 20-24 yaş), %79,2'si yetişkinlerden (25-34 ve 35-54 yaş), %4,3'ü ise 55 yaşın üzerindekilerden oluşmaktadır. 55 yaşın üzerinde bulunanların sayısı ise genel olarak düşük düzeyde olup, tüm yaş gruplarında erkeklerin sayısı kadınlarınkinden daha fazladır. 33 İşgücü içindeki tüm yaş gruplarında, hem Türkiye genelinde hem de İstanbul’da kadınlara göre erkeklerin miktarının daha yüksek olmasının nedeni, gelişmekte olan bir ülke olan Türkiye'de kentleşme sürecini diğer kentlerine göre çok daha hızlı bir şekilde yaşayan İstanbul’un işgücünün genel olarak erkek ağırlıklı olmasıdır. Tablo 5: İşgücünün Yaş Gruplarına Göre Dağılımı (2004-2013), (Bin Kişi, 15+ Yaş) TÜRKİYE İSTANBUL YAŞ GRUBU Toplam Erkek Kadın Toplam Erkek Kadın Toplam 22 016 16 348 5 669 4 017 3 151 867 1 622 1 094 528 270 179 91 15-19 2 852 1 860 992 570 362 208 20-24 2004 6 848 5 216 1 632 1 505 1 185 321 25-34 8 764 6 801 1 964 1 534 1 299 235 35-54 1 929 1 376 553 138 126 12 55+ Toplam 28 271 19 597 8 674 5 248 3 712 1 536 15-19 1 632 1 127 505 251 164 87 2 952 1 854 1 098 612 355 257 20-24 2013 8 593 5 973 2 620 1 920 1 347 573 25-34 12 381 8 707 3 676 2 237 1 656 581 35-54 2 711 1 936 775 227 190 37 55+ Kaynak: TUİK; İstatistikler, İstihdam, İşsizlik ve Ücret, İşgücü İstatistikleri, http://tuikapp.tuik.gov.tr/isgucuapp/isgucu.zul, 05. Şubat.2015. Not: Rakamlar yuvarlamadan dolayı toplamı vermeyebilir. İki bin kişiden az gözlem değerlerinde örnek büyüklüğü güvenilir tahminler için yeterli değildir. YIL Türkiye’nin işgücü içinde, 2004-2013 yılları arasında toplamda ve erkeklerde 15-19, 20-24 yaş ve 25-34 yaş gruplarının payı azalırken, 35-54 ile 55+ yaş gruplarının payı artmış, kadınlarda ise 15-19, 20-24 ve 55+ yaş gruplarının payı azalırken, 25-34 ve 35-54 yaş grubunda bulunan yetişkinlerin payı artmıştır. Türkiye’de yaş gruplarına göre işgücü içinde payı en az olan grup 15-19 yaş grubu, en fazla olan grup ise 34-55 yaş grubudur (Tablo 6). İstanbul’un işgücü içinde, 2004-2013 yılları arasında toplamda ve erkeklerde 15-19, 20-24 ve 25-34 yaş gruplarının payı azalırken, 35-54 ve 55 yaş üstündekilerin payı artmış, kadınlarda ise 15-19 ile 20-24 yaş gruplarının payı azalırken, 25-34, 35-54 ve 55 yaşın üzerindekilerin payı artmıştır. İstanbul’da yaş gruplarına göre işgücü içinde payı en az olan grup toplamda ve kadınlarda 55+ yaş grubu iken erkeklerde 15-19 yaş grubu, payı en fazla olan grup ise hem toplamda hem de erkeklerde ve kadınlarda 35-54 yaş grubudur. 34 İşgücü içinde 15-19, 35-54 ile 55+ yaş grubundakilerin payı İstanbul’a göre Türkiye genelinde, 20-24 ve 25-34 yaş gruplarının payı ise Türkiye geneline göre İstanbul’da daha yüksektir. Tüm yaş gruplarındaki işgücünün büyük çoğunluğu erkeklerden oluşmaktadır. Türkiye’nin işgücü içinde, genel olarak erkeklerin payı %5 (% 74,3'den % 69,3'e) düşerken, kadınların payı %5 (%25,7'den %30,7'ye) artmıştır. Erkeklerin oranı 20-24, 25-34 ve 35-54 yaş gruplarında düşerken 15-19 ve 55 yaş üstündekilerde artmış, kadınların oranı ise 15-19 yaş grubunda düşerken diğer yaş gruplarında yükselmiştir. İstanbul’un işgücü içinde, genel olarak erkeklerin payı % 7,7 (% 78,4'den % 70,7'ye) düşerken, kadınların payı %7,7 (%26,1'den %29,3'e) artmıştır. Erkeklerin oranı tüm yaş gruplarında düşerken, kadınların oranı ise tüm ya gruplarında yükselmiştir. İşgücü içindeki erkeklerin oranları; gençler arasında (15-19 ve 2024 yaş gruplarında) Türkiye genelinde, yetişkinler arasında (25-34, 35-54 ve 55 yaşın üzerindekilerde) ise İstanbul'da daha yüksektir. Kadınların oranları ise tam tersi bir durum göstermekte olup, gençler arasında (15-19 ve 20-24 yaş gruplarında) İstanbul'da, yetişkinler arasında (25-34, 35-54 ve 55 yaşın üzerindekilerde) ise Türkiye genelinde daha yüksektir. Türkiye genelinde ve İstanbul’da işgücü içindeki erkeklerin oranının en yüksek olduğu yaş grubu 35-54, en düşük olduğu yaş grubu ise 20-24 üst gençlik yaş grubudur. Kadınların oranının en yüksek olduğu yaş grubu 20-24 üst gençlik yaş grubu, en düşük yaş grubu ise 55+ yaş grubudur. Türkiye genelinde ve İstanbul’da işgücünün çoğunluğu yetişkinlerden (25-34 ile 35-54 yaş) oluşmaktadır. Türkiye genelinde ve İstanbul’da işgücü içindeki en büyük grup 35-54 yaş grubu olup, bu durumun nedeni, yaşlıların giderek işgücünden ayrılmaları, gençlerin ise eğitim yapmayı daha fazla tercih etmeleridir. İşgücü içinde 15-19 yaş grubu ile 55 yaşın üzerinde bulunanların Türkiye genelinde daha fazla olmasının nedeni ise, Türkiye’de yaşanmakta olan demografik dönüşüm sürecidir. Çalışma hayatı açısından, genç, dinamik ve daha enerjik olan gençlerin işgücü içindeki payının yüksek olması olumlu bir durum olmakla birlikte, işgücü içinde yer aldıkları için eğitimden yoksun kalmaları ise, gelecekte işsizlik sorunu ile karşılaşmaları bakımından olumsuz bir durumdur. Artan genç işgücü Türkiye için önemli bir sermaye olmakla birlikte, bu sermayenin değerlendirilebilmesi uygun ve yeterli istihdam imkânlarının yaratılmasına bağlı bulunmaktadır. Ekonomik 35 büyümenin istihdama yansımaması ya da işgücü artış hızına ayak uyduramaması durumunda, diğerleriyle rekabete girecek olan genç işgücü daha düşük ücretlerle çalışmayı kabul edebilecek veya enformel sektöre yönelebilecektir. İstanbul’un işgücünün Türkiye geneline göre genel olarak daha genç bir yapı sergilemesinin nedeni ise İstanbul’un yaşamakta olduğu hızlı kentleşme sürecidir. İstanbul’un gelişmesi, sanayileşmesi ve giderek kentleşmesine bağlı olarak kentte doğurganlığın düşmesi ve kentin ekonomik amaçlı göç alması nedeniyle işgücü içinde gençlerin oranları düşmektedir. İşgücü içinde, genç (15-24 yaş grubunda bulunan) erkek ve kadınların oranının Türkiye genelinde, yetişkin (25-54 ve 55+ yaş grubu) erkek ve kadınların oranın İstanbul’da daha yüksek olmasının nedeni ise, gençlerin eğitime yönelmelerinin yanı sıra, İstanbul’daki çalışma imkânlarının daha fazla olmasıdır. Türkiye geneli ve İstanbul’un işgücü içindeki erkeklerin oranının 35-54 yaş grubunda en yüksek, 20-24 yaş grubunda en düşük, kadınların oranının ise 20-24 yaş grubunda en yüksek, 35-54 ile 55 yaş üzerindekilerde en düşük olmasının nedeni, genç erkeklerin eğitime daha çok yönelmeleri ve işverenlerin genellikle daha tecrübeli olan erkekler ile daha genç yaşta bulunan kadınları tercih etmeleridir. Kentleşme süreci gerek Türkiye genelinde gerekse İstanbul’un işgücü içinde gençlerin miktarını azaltmakta, yetişkinlerin miktarını arttırmakta, doğurganlık ve bağımlılık oranlarını düşürmekte, tüm yaş gruplarında erkeklerin sayısını kadınlarınkinden fazlalaştırmakta, yetişkin yaş grubundaki erkeklerin oranını yükseltmekte, kadınların oranını ise düşürmektedir. 36 Tablo 6: Yaş Gruplarının İşgücü İçindeki Payı (%), (2004-2013), (15+Yaş) TÜRKİYE İSTANBUL Erkek Kadın Toplam Erkek Toplam 100 100 100 100 15-19 6,7 9,3 6,7 5,7 20-24 11,4 17,5 14,2 11,5 2004 25-34 31,9 28,8 37,5 37,6 35-54 41,6 34,6 38,2 41,2 55+ 8,4 9,8 3,4 4,0 Toplam 100 100 100 100 15-19 5,8 6,1 4,8 4,4 20-24 9,5 12,7 11,7 9,6 2013 25-34 30,5 30,2 36,6 36,3 35-54 44,4 42,4 42,6 44,6 55+ 9,9 8,9 4,3 5,1 TÜRKİYE İSTANBUL YAŞ YIL GRUBU Toplam Erkek Kadın Toplam Erkek Toplam 100 74,3 25,7 100 78,4 15-19 67,4 32,6 66,3 100 100 20-24 65,2 34,8 63,5 100 100 2004 25-34 76,2 23,8 78,7 100 100 35-54 77,6 22,4 84,4 100 100 55+ 71,3 28,7 91,3 100 100 Toplam 100 69,3 30,7 100 70,7 15-19 69,1 30,9 65,3 100 100 20-24 62,8 37,2 58,0 100 100 2013 25-34 69,5 30,5 70,2 100 100 35-54 70,3 29,7 74,0 100 100 55+ 71,4 28,6 83,7 100 100 Kaynak: Çizelge 5’deki verilerden yararlanılarak hazırlanmıştır. YIL YAŞ GRUBU Toplam 100 7,4 13,0 31,1 39,8 8,8 100 5,8 10,4 30,4 43,8 9,6 Kadın 100 10,5 24,0 37,0 27,1 1,4 100 5,7 16,7 37,3 37,8 2,4 Kadın 21,6 33,7 36,5 21,3 15,6 8,7 29,3 34,7 42,0 29,8 26,0 16,3 5.4. Türkiye ve İstanbul'da Kentleşme ile İşgücünün Eğitim Durumu Arasındaki İlişki Ekonomik gelişmede en önemli rolü oynayan işgücünün eğitim durumuna göre dağılımı çalışma hayatını işgücünün potansiyeli, işgücüne olan talep, ücretler ve verimlilik bakımından ilgilendirmekte, toplumların beşeri sermaye birikimini ifade eden eğitim, uluslararası karşılaştırmalarda da önemli rol oynamaktadır (Lordoğlu, 2006: 20, Hoşgör ve Tansel, 2010: 104-105). İşgücünü toplumun ihtiyacı olan işlerin gereklerine göre yetiştirmeye, bireysel gelişime imkân tanıyarak istihdamda fırsat eşitliği sağlamaya yarayan eğitim, işgücünü bazen olumlu, bazen de olumsuz yönde 37 etkilemektedir (Biçerli, 2007: 274-275, Murat, 2007: 143-146). Türkiye’nin işgücünün eğitim durumuna göre dağılımı incelendiğinde, Türkiye nüfusunun eğitim bakımından yapısının, genel olarak işgücüne de yansıdığı görülmektedir. Türkiye genelinde eğitim durumuna göre işgücü içindeki en büyük grup lise altı eğitimliler grubu, en küçük grup ise okuma yazma bilmeyenler grubudur. Türkiye’nin genelinde eğitim durumuna göre işgücünün miktarı 2004-2013 yılları arasında, toplamda, erkeklerde ve kadınlarda okuma yazma bilmeyenlerde azalırken, diğer eğitim gruplarında ise genel olarak artmıştır (Tablo 7). İstanbul’da eğitim durumuna göre işgücü içindeki en büyük grup lise altı eğitimliler grubu, en küçük grup ise okuma yazma bilmeyenler grubudur. İstanbul’da eğitim durumuna göre işgücünün miktarı 2004-2013 yılları arasında toplamda, erkeklerde ve kadınlarda tüm eğitim gruplarında genel olarak artmıştır (Tablo 7). Türkiye ve İstanbul’da hem toplamda hem de cinsiyete göre işgücü içinde en büyük grup lise altı eğitimliler olup, bu grubu lise ve dengi meslek okullular, yükseköğretimliler ve okuma yazma bilmeyenler grupları izlemektedir. Türkiye genelinde okuma yazma bilmeyenlerin miktarı azalır, diğer eğitim gruplarının miktarı artarken, İstanbul'da tüm eğitim gruplarının miktarı artmıştır. Türkiye’nin işgücü içinde okuma yazma bilmeyenler arasında kadınların, diğer gruplarda ise erkeklerin miktarı daha yüksek iken, İstanbul’da ise genel olarak tüm eğitim gruplarında erkeklerin miktarı daha yüksektir. Türkiye genelinde ve İstanbul'da işgücü içinde miktarı en fazla artan grup hem toplamda hem de erkek ve kadınlarda yüksek öğretimliler grubudur. Türkiye genelinde ve İstanbul’da işgücünün yaklaşık ¾’ü lise altı eğitimlilerden oluşmaktadır. İşgücü içindeki ikinci büyük grup ise lise ve dengi meslek okullulardır. Okuma yazma bilmeyenlerin işgücü içindeki miktarı düşük düzeyde olup giderek azalırken, yükseköğretimlilerin miktarı ise artmaktadır. Türkiye genelinde okuma yazma bilmeyen kadınların miktarı daha fazlayken, İstanbul’da tüm eğitim gruplarında erkeklerin miktarı daha fazladır. Türkiye geneline göre İstanbul daha eğitimli (nitelikli) bir işgücüne sahip bulunmaktadır. 38 Çizelge 7: İşgücünün Eğitim Durumuna Göre Dağılımı (2004-2013), (Bin Kişi, 15+ Yaş) TÜRKİYE İSTANBUL Toplam Erkek Kadın Toplam Erkek Kadın 16 22 016 5 670 4 017 3 151 867 348 1.306 482 825 43 24 19 10 13 590 2 971 2 337 1 991 346 2004 620 4 596 3 578 1 018 1 008 742 266 2 524 1 668 856 630 394 236 19 28 271 8 674 5 248 3 712 1 536 597 1 167 332 836 52 25 27 11 15 931 4 304 2 597 2 038 558 2013 628 5 783 4 326 1 457 1 245 875 369 5 388 3 311 2 076 1 355 774 581 Kaynak: TUİK; İstatistikler, İstihdam, İşsizlik ve Ücret, İşgücü İstatistikleri, http://www.tuik.gov.tr/isgucuapp/isgucu.zul, 12.Şubat.2015. Not: (1) 15 ve daha yukarı yaştaki nüfus alınmıştır. (2) Rakamlar yuvarlamadan dolayı toplamı vermeyebilir. (3) 2000 kişiden az gözlem değerlerinde örnek büyüklüğü güvenilir tahminler için yeterli değildir. (4) 2004 yılından sonraki değerler yeni nüfus projeksiyonlarına göre revize edilmiştir. YIL EĞİTİM DURUMU Toplam Ok.-Yaz. Bilmeyen Lise Altı Eğitimliler Lise ve Dengi Mes. Ok. Yükseköğretim Toplam Ok.-Yaz. Bilmeyen Lise Altı Eğitimliler Lise ve Dengi Mes. Ok. Yükseköğretim Türkiye genelinde işgücü içinde hem erkeklerde hem de kadınlarda oranı (payı) en fazla olan grup lise altı eğitimliler, en az olan grup ise okuma yazma bilmeyenler grubudur. Türkiye genelinde okuma yazma bilmeyenler ile lise altı eğitimlilerin işgücü içindeki oranı düşerken, lise ve dengi meslek okullular ile yükseköğretimlilerin oranı yükselmektedir. İşgücü içinde gerek erkek gerekse kadınlar arasında payı en fazla artan grup, erkeklerde %6,7, kadınlarda ise %8,8 ile yükseköğretimliler olup, lise altı eğitimliler ile lise ve dengi meslek okullularda erkeklerin, okuma yazma bilmeyenler ile yükseköğretimlilerde ise kadınların oranları daha yüksektir (Tablo 8). İstanbul’da işgücü içinde hem erkeklerde hem de kadınlarda payı en fazla olan grup lise altı eğitimliler, en az olan grup ise okuma yazma bilmeyenlerdir. Okuma yazma bilmeyenler, lise altı eğitimliler ve lise ve dengi meslek okulluların (erkekler hariç) işgücü içindeki oranları (payları) düşerken, yükseköğretimlilerin oranı ise yükselmektedir. İşgücü içinde payı en fazla artan grup erkeklerde %8,4, kadınlarda %10,6 ile yükseköğretimlilerdir. İşgücü içindeki erkeklerin oranı okuma yazma bilmeyenler ile lise altı eğitimliler grubunda düşer, lise ve dengi meslek okullular ile yükseköğretimlilerde yükselirken, kadınların oranı okuma 39 yazma bilmeyen, lise altı eğitimli ve lise ve dengi meslek okullular arasında düşmekte, yükseköğretimlilerde ise artmaktadır. Lise altı eğitimlilerde kadınlara göre erkeklerin, diğer gruplarda ise erkeklere göre kadınların oranları daha yüksektir (Çizelge 8). İşgücü içindeki payı oldukça düşük olan okuma yazma bilmeyenler ile lise altı eğitimlilerin oranı Türkiye genelinde, lise ve dengi meslek okullular ile yükseköğretimlilerin oranı ise İstanbul’da daha yüksektir. Okuma yazma bilmeyenler, lise altı eğitimliler ile lise ve dengi meslek okulluların oranları hem Türkiye genelinde hem de İstanbul’da düşmekte, yükseköğretimlilerin oranları ise hem Türkiye genelinde hem de İstanbul’da yükselmektedir. Yükseköğretimli erkek ve kadınların oranları Türkiye geneline göre İstanbul'da daha hızlı artmaktadır. Türkiye genelinde ve İstanbul'da tüm eğitim gruplarında erkeklerin oranı azalırken kadınların oranı artmaktadır. Toplamda erkeklerin oranları İstanbul'da, kadınların oranları ise Türkiye genelinde daha yüksektir. Erkek işgücü içinde okuma yazma bilmeyenler ile lise altı eğitimlilerin oranları İstanbul'da, lise ve dengi meslek okulları ile yükseköğretimlilerde Türkiye genelinin oranları daha yüksek iken, kadınlarda tam tersi bir durum yaşanmaktadır. Kadın işgücü içinde okuma yazma bilmeyenler ile lise altı eğitimlilerin oranları Türkiye genelinde, lise ve dengi meslek okullular ile yükseköğretimlilerde ise İstanbul'un oranları daha yüksektir. Erkek işgücü bakımından Türkiye geneli daha eğitimliyken (nitelikli) kadın işgücü bakımından ise İstanbul daha eğitimli (nitelikli) işgücüne sahiptir. Okuma yazma bilmeyenlerde hem Türkiye genelinde hem de İstanbul'da erkeklerin oranları daha yüksek iken, diğer eğitim gruplarında ise kadınların oranları daha yüksektir. Kadınların oranı lise altı eğitimliler ile lise ve dengi meslek okullular arasında düşük, yükseköğretimlilerde ise nispeten daha yüksektir. Türkiye genelinde ve İstanbul’da işgücünün çoğunluğunu lise altı eğitimliler ile lise ve dengi meslek okulluların oluşturmasının, okuma yazma bilmeyenler azalırken diğer eğitim gruplarının (özellikle yükseköğretimlilerin) artmasının, okuma yazma bilmeyenler arasında kadınların, diğer eğitim gruplarında erkeklerin fazla olmasının nedeni; ekonomik, sosyal ve kültürel gelişmesine devam eden Türkiye’de eğitim düzeyinin giderek yükselmesidir. İstanbul’un işgücünün daha eğitimli (nitelikli) olmasının nedeni ise hızlı bir şekilde göç alarak kentleşen İstanbul'da daha nitelikli işgücüne ihtiyaç duyulmasıdır. 40 Kentleşme süreci Türkiye geneli ve İstanbul’da işgücü içinde hem erkek hem de kadınlar arasında okuma yazma bilmeyenleri azaltırken daha eğitimlileri (yükseköğretimlileri ve özellikle de yükseköğretimli kadınları) arttırarak işgücünün niteliğini yükseltmektedir. Tablo 8: Eğitim Gruplarının İşgücü İçindeki Payı (%), (2000-2013), (15+Yaş) TÜRKİYE Erkek Kadın 100 100 2,9 14,6 65,0 52,4 2004 21,9 14,7 10,2 15,1 100 100 1,7 9,6 59,3 49,6 2013 22,1 16,8 16,9 23,9 TÜRKİYE EĞİTİM YIL DURUMU Toplam Erkek Kadın Toplam 100 74,2 25,8 Ok.-Yaz. Bilmeyen 36,9 63,1 100 78,1 21,9 2004 Lise Altı Eğitimliler 100 Lise ve Dengi Mes. 77,9 22,1 100 Ok. Yükseköğretim 66,0 34,0 100 Toplam 100 69,3 30,7 Ok.-Yaz. Bilmeyen 28,4 71,6 100 73,0 27,0 2013 Lise Altı Eğitimliler 100 Lise ve Dengi Mes. 74,8 25,2 100 Ok. Yükseköğretim 61,5 38,5 100 Kaynak: Tablo 7’deki verilerden yararlanılarak hazırlanmıştır. YIL EĞİTİM DURUMU Toplam Ok.-Yaz. Bilmeyen Lise Altı Eğitimliler Lise ve Dengi Mes. Ok. Yükseköğretim Toplam Ok.-Yaz. Bilmeyen Lise Altı Eğitimliler Lise ve Dengi Mes. Ok. Yükseköğretim Toplam 100 5,9 61,7 20,9 11,5 100 4,1 56,4 20,5 19,1 İSTANBUL Toplam Erkek Kadın 100 100 100 1,1 0,8 2,2 58,2 63,2 39,9 25,1 23,5 30,7 15,7 12,5 27,2 100 100 100 0,1 0,7 1,8 49,5 54,9 36,3 23,7 23,6 24,0 25,8 20,9 37,8 İSTANBUL Toplam Erkek Kadın 100 78,4 21,6 55,8 44,2 100 85,2 14,8 100 73,6 26,4 100 62,5 37,5 100 100 70,7 29,3 48,1 51,9 100 78,5 21,5 100 70,3 29,6 100 57,1 42,9 100 5.5. Türkiye ve İstanbul'da Kentleşme ile İşgücünün Medeni Durumu Arasındaki İlişki İşgücünü etkileyen önemli bir faktör olan nüfusun medeni durumu, işgücüne dâhil olmak ya da olmamak konusunda farklı şekillerde ortaya çıkabilmekte, medeni durumlarındaki değişiklikler özellikle kadınların işgücüne katılmalarını daha fazla etkilemektedir. İşgücünün medeni durumuna göre dağılımına bakıldığında genelde evlilerin, kentsel alanlarda ise bekârların, erkeklerin ve boşanan kadınların işgücüne daha fazla katıldığı görülmektedir. İşgücünün medeni durumuna göre dağılımı Türkiye 41 geneli ve İstanbul arasında bazı yönlerden benzerlikler, bazı yönlerden ise farklılıklar göstermektedir. Türkiye genelinde 2004-2013 yılları arasında toplamda ve erkekler ile kadınlarda tüm medeni gruplardaki işgücü artmıştır. Türkiye genelinde, medeni durumuna göre işgücü içinde en büyük grup toplamda, erkeklerde ve kadınlarda evliler olmuştur. Türkiye genelinde medeni durumuna göre işgücü içinde miktarı en fazla artan grup toplamda (3 milyon 941 bin), erkeklerde (1 milyon 851 bin) ve kadınlarda (2 milyon 90 bin) evli olanlar, miktarı en az artan grup ise eşi ölmüş bulunanlardır. Bekârlar ve evliler arasında erkekler, boşananlar ve eşi ölmüş bulunanlar arasında ise kadınlar daha fazla olmuştur (Tablo 9). İstanbul’da 2004-2013 yılları arasında toplamda, erkeklerde ve kadınlarda tüm medeni gruplardaki işgücü artmıştır. İstanbul’da medeni durumuna göre işgücü içinde en büyük grup toplamda ve erkeklerde evliler, kadınlarda ise bekârlar olmuştur. İstanbul’da medeni duruma göre işgücü içinde miktarı en fazla artan grup, toplamda (811 bin) ve erkeklerde (507 bin) evli olanlar, kadınlarda ise (345 bin) bekarlardır. Miktarı en az artan grup ise eşi ölmüş bulunanlardır. Bekârlar ile evli olanlar içinde erkekler, boşananlar ile eşi ölmüş olanlar içinde ise kadınlar daha fazla olmuştur (Tablo 9). Türkiye’nin işgücü genel olarak artarken işgücü içinde evliler ile bekârların miktarının diğer gruplara göre daha fazla artmasının nedeni; artan nüfusla birlikte işgücünün de artması, Türkiye'de geleneksel aile yapısının halen devam etmesi nedeniyle evlilik kurumunun önemini koruması ve evli olanların sayıca fazla olmasıdır. İşgücü içinde boşananların miktarının giderek artmasının nedeni ise kentleşmedir. Kentleşme süreci Türkiye genelinde boşananların sayısının artmasına neden olmaktadır. İstanbul’un işgücü artarken, işgücü içinde toplamda ve erkeklerde diğer gruplara göre evlilerin, kadınlarda ise bekarların miktarının daha fazla artmasının nedeni; hızlı ve fazla göç alan İstanbul’da erkek işgücünün artması, İstanbul’daki zor yaşam koşulları nedeniyle daha fazla sayıda bekar kadının çalışmak zorunda kalmasıdır. Boşananların miktarının giderek artması ve özellikle de boşanan kadınların erkeklerden daha fazla olmasının nedeni ise kentleşmedir. Kentleşme süreci İstanbul’da eşinden boşananların miktarını arttırmaktadır. 42 Tablo 9: İşgücünün Medeni Durumuna Göre Dağılımı (2004-2013), (Bin işi,15+Yaş) TÜRKİYE İSTANBUL MEDENİ DURUM Toplam Erkek Kadın Toplam Erkek Kadın Toplam 22 016 16 348 5 669 4017 3 151 867 Hiç Evlenmedi 5 743 3 906 1 837 1 282 824 458 15 739 12 256 3 483 2 649 2 292 357 2004 Evli Boşandı 238 98 140 59 26 33 Eşi Öldü 297 88 209 28 9 19 Toplam 28 271 19 597 8 674 5 248 3 712 1 536 Hiç Evlenmedi 7 522 5 096 2 426 1 660 871 789 19 680 14 107 5 573 3 450 2 799 651 2013 Evli Boşandı 741 305 436 93 31 62 Eşi Öldü 327 89 238 45 11 34 Kaynak: TUİK; İstatistikler, İstihdam, İşsizlik ve Ücret, İşgücü İstatistikleri, http://tuikapp.tuik.gov.tr/isgucuapp/isgucu.zul, 12.Şubat.2015, TUİK; Yayınlanmamış Veriler, 20.Şubat 2015. YIL Türkiye genelinde işgücünün medeni durumuna göre dağılımı incelendiğinde; evlilerin toplam ve erkek işgücünün yaklaşık olarak ¾’ünü, kadın işgücünün 1/3’ünü, bekârların ise toplam ve erkek işgücünün ¼’ünü, kadın işgücünün 1/3’ünü oluşturduğu görülmektedir. 2013 yılı itibariyle evlilerin işgücü içindeki toplam payı %69,6, bekârların işgücü içindeki toplam payı ise %26,6’dır. Türkiye genelinde evli ve bekâr olanların işgücü içindeki toplam payı %96,2 olup, kadınlara (%92,2) göre erkeklerde (%98) daha yüksektir. İşgücü içinde evlilerin payı kadınlara (%64,2) göre erkeklerde (%72), bekârların payı erkeklere (%26) göre kadınlarda (%28) daha yüksektir (Tablo 10). Türkiye genelinde işgücünün medeni durumuna göre dağılımı cinsiyet bakımından incelendiğinde; işgücünün yaklaşık olarak 2/3’ünü erkeklerin, 1/3’ünü ise kadınların oluşturduğu görülmektedir. İşgücü içinde bekârlar ile evli olanlarda erkeklerin payı, boşananlar ile eşi ölmüş bulunanlarda ise kadınların payı daha fazladır (Tablo 10). İstanbul’da işgücünün medeni durumuna göre dağılımı incelendiğinde; evlilerin toplam ve erkek işgücünün 3/4’üne yakınını, kadın işgücünün 1/3’ünündan fazlasını, bekârların ise toplam ve erkek işgücünün 1/3’üne yakınını, kadın işgücünün 2/3’üne yakınını oluşturduğu görülmektedir. 2013 yılı itibariyle evli olanların işgücü içindeki toplam payı %65,7, bekârların işgücü içindeki toplam payı ise %31,6’dır. İstanbul'da evli ve bekâr olanların işgücü içindeki toplam payı %97,3 olup, kadınlara 43 (%93,8) göre erkeklerde (%98,9) daha yüksektir. İşgücü içinde evlilerin payı kadınlara (%42,4) göre erkeklerde (%75,4), bekârların payı erkeklere (%23,5) göre kadınlarda (%51,4) daha yüksektir. İstanbul’un işgücünün medeni durumuna göre dağılımı cinsiyet bakımından incelendiğinde; işgücünün yaklaşık olarak ¾’ünü erkeklerin, ¼’ünü ise kadınların oluşturduğu görülmektedir. İşgücü içinde, bekârlarda ve evli olanlarda erkeklerin payı, boşananlar ile eşi ölmüş bulunanlarda ise kadınların payı daha fazladır (Tablo 10). Genel olarak bekârların oranı İstanbul’da, evlilerin oranı ise Türkiye genelinde daha yüksektir. 2013 yılı itibariyle toplam işgücünün; Türkiye genelinde %26,6’sı, İstanbul’da ise %31,6'sı bekâr olup bekârların oranı İstanbul’da daha yüksek iken, evlilerin oranı ise İstanbul’a (%65,7) göre Türkiye genelinde (%69,6) daha yüksektir. Bu durumun nedeni evlenme yaşının Türkiye geneline göre İstanbul'da daha yüksek olması ve çalışmak için İstanbul'a gelenlerin daha genç olmasıdır. Türkiye genelinde ve İstanbul’da bekârların oranı kadınlarda daha yüksek iken, evlilerin oranı ise erkeklerde daha yüksektir. Bu durum geleneksel aile yapısının Türkiye açısından önemli olduğunu ve yerini koruduğunu göstermektedir. İşgücünün medeni durumuna göre dağılımında, bekârlarda İstanbul’un payı, diğer medeni gruplarda ise Türkiye’nin payı daha yüksektir. İşgücünün medeni durumuna göre dağılımı cinsiyet bakımından incelendiğinde, Türkiye geneli ile İstanbul'un işgücünün medeni durumuna göre dağılımı arasında benzerlik bulunduğu ve bekârlar ile evliler arasında erkeklerin oranlarının, boşananlar ile eşi ölmüş bulunanlar arasında ise kadınların oranlarının daha yüksek olduğu görülmektedir. Kentleşme süreci hem Türkiye genelinde hem de İstanbul’da genel olarak erkeklerin, bekârların, evli olan erkeklerin ve boşanan kadınların işgücü içindeki miktar ve oranlarını artırmıştır. Bu durumun nedeni Türkiye genelinde nüfusa paralel olarak işgücünün artması, çalışmak için İstanbul’a gelen bekâr erkeklerin sayıca fazla olması, İstanbul’daki zor yaşam koşulları nedeniyle daha fazla sayıda evli kadının çalışmak zorunda kalması, kent yaşamında karşılaşılan zorluklar yüzünden boşananların sayısının giderek artmasıdır. 44 Tablo 10: Medeni Grupların İşgücü İçindeki Payı (Oranı) (%), (2004-2013), (15+Yaş) YIL MEDENİ DURUM TÜRKİYE İSTANBUL Erkek Kadın Toplam Erkek Kadın Toplam 100,0 100,0 100,0 100,0 100,0 Hiç Evlenmedi 23,9 32,4 31,9 26,2 52,8 75,0 61,4 65,9 72,7 41,2 2004 Evli Boşandı 0,6 2,5 1,5 0,8 3,8 Eşi Öldü 0,5 3,7 0,7 0,3 2,2 Toplam 100,0 100,0 100,0 100,0 100,0 Hiç Evlenmedi 26,0 28,0 31,6 23,5 51,4 72,0 64,2 65,7 75,4 42,4 2013 Evli Boşandı 1,6 5,0 1,7 0,8 4,0 Eşi Öldü 0,5 2,7 0,9 0,3 2,2 TÜRKİYE İSTANBUL MEDENİ YIL DURUM Toplam Erkek Kadın Toplam Erkek Kadın Toplam 100,0 74,3 25,7 100,0 78,4 21,6 Hiç Evlenmedi 68,0 32,0 64,3 35,7 100,0 100,0 77,9 22,1 86,5 13,5 2004 Evli 100,0 100,0 Boşandı 41,2 58,8 44,1 55,9 100,0 100,0 Eşi Öldü 29,6 70,4 32,1 67,9 100,0 100,0 Toplam 100,0 69,3 30,7 100,0 70,7 29,3 Hiç Evlenmedi 67,7 32,3 52,5 47,5 100,0 100,0 71,7 28,3 81,1 18,9 2013 Evli 100,0 100,0 Boşandı 41,2 58,8 33,3 66,7 100,0 100,0 Eşi Öldü 27,2 72,8 24,4 75,6 100,0 100,0 Kaynak: Tablo 9’daki verilerden yararlanılarak hazırlanmıştır. Toplam 100,0 26,1 71,5 1,1 1,3 100,0 26,6 69,6 2,6 1,2 6. SONUÇ Dünyada yaşanan ekonomik, sosyal, kültürel ve siyasi değişimle beraber insanların yaşadıkları mekânlar, yaptıkları işler (meslekler) ve bu işlere bağlı olarak işgücünün nitelikleri de değişmektedir. Dünyanın her yerinde kentlerin sayısını arttıran ve kentleri büyüten kentleşme süreci Türkiye'de de hızlı ve sorunlu bir biçimde yaşanmakta olup, hem Türkiye hem de İstanbul'un işgücünü derinden etkilemektedir. Türkiye ve İstanbul'da yaşanan kentleşme süreci ile işgücü arasındaki ilişki incelendiğinde ise aşağıdaki sonuçlara ulaşılmaktadır. Günümüzde çalışma çağında olmasına rağmen işgücüne dâhil olmayanlar bulunmakta olup, bu kişilerin işsiz olarak kabul edilmemeleri 45 Türkiye genelinde ve İstanbul’da işgücü piyasasının sorunlarını olduğundan daha düşük göstermektedir. Türkiye genelinde ve İstanbul'da çalışma çağında olan, işgücüne dahil olan ve olmayan nüfus artmış ve genel olarak da İstanbul'da toplanmış bulunmaktadır. Çalışma çağında olan, işgücüne dahil olan ve olmayan her beş kişiden biri İstanbul'da yaşamakta olup, Türkiye'nin diğer kentlerine göre İstanbul'un nüfusu ve işgücü çok daha hızlı bir şekilde artmaktadır. Türkiye genelinde ve İstanbul'da işgücüne dahil olanların çalışma çağında olan nüfus içindeki oranları (payı) genel olarak düşerken, işgücüne dâhil olmayanların oranları ise yükselmektedir. İşgücü içindeki erkeklerin oranı hem Türkiye genelinde hem de İstanbul’da kadınlara göre daha yüksek olup, erkeklerin oranı Türkiye genelinde yükselirken İstanbul’da düşmekte, kadınların oranı ise Türkiye genelinde düşerken İstanbul’da yükselmekte, ancak aradaki fark zamanla kapanmaktadır. İşgücü içinde tüm yaş gruplarında hem Türkiye geneli hem de İstanbul’da kadınlara göre erkeklerin miktarı daha fazladır. İşgücü içinde 15-19, 35-54 ile 55+ yaş grubundakilerin oranı Türkiye genelinde, 20-24 ve 25-34 yaş gruplarının oranı ise İstanbul’da daha yüksektir. Türkiye ve İstanbul'da işgücü içinde erkeklerin oranı düşerken, kadınların oranı yükselmektedir. İşgücü içindeki erkeklerin oranları gençler arasında (15-24) Türkiye genelinde, yetişkinler arasında (25-54 ve 55+) İstanbul'da daha yüksek iken, kadınların oranları gençler arasında (15-24) İstanbul'da, yetişkinler arasında (25-54 ve 55+) Türkiye genelinde daha yüksektir. Türkiye genelinde ve İstanbul’da işgücünün çoğunluğunu yetişkinler (25-54 yaş) oluşturmaktadır. İşgücü içinde genç (15-24 yaş) erkek ve kadınların oranı Türkiye genelinde, yetişkinlerin (25-54 ve 55+ yaş) oranı ise İstanbul’da daha yüksektir. Türkiye geneli ve İstanbul’da işgücünün 3/4'üne yakını lise altı eğitimlilerden oluşmaktadır. Okuma yazma bilmeyenlerin miktarı azalırken diğer eğitim gruplarının miktarı ise artmaktadır. Okuma yazma bilmeyenler arasında kadınlar çoğunluktadır. Yükseköğretimliler ise (özellikle kadınlar) hızlı bir biçimde artmaktadır. Türkiye geneline göre İstanbul daha eğitimli (nitelikli) işgücüne sahiptir. Okuma yazma bilmeyenler, lise altı eğitimliler ile lise ve dengi meslek okulluların işgücü içindeki oranları düşerken, yükseköğretimlilerin oranları ise giderek yükselmektedir. Tüm eğitim gruplarında erkeklerin 46 oranı azalırken kadınların oranı artmaktadır. Türkiye genelinde erkek işgücü daha eğitimliyken (nitelikli), İstanbul'da ise kadın işgücü daha eğitimlidir. Türkiye geneli ve İstanbul'da tüm medeni gruplardaki erkek ve kadın işgücü artmaktadır. Türkiye genelinde evli olanların sayısı daha hızlı artarken, İstanbul'da evli erkekler ile bekar kadınların sayısı daha hızlı artmaktadır. Türkiye genelinde ve İstanbul'da bekârlar ile evliler arasında erkekler, boşananlar ile eşi ölmüş bulunanlar arasında ise kadınlar çoğunluktadır. İşgücünde yaşanan bu gelişmelerin nedenleri; Türkiye'nin ekonomik yönden gelişmekte olması, kırsal alanlardan kentlere doğru hızlı göç yaşanması, çalışma çağındaki nüfusunun ve işgücünün artması, tarım sektöründe çalışırken işgücüne dahil olanların kentlerde işgücünün dışında kalması, işverenlerin genellikle daha tecrübeli olan erkekler ile daha genç yaşta bulunan kadınları tercih etmesi, yaşlıların işgücünden ayrılması, gençlerin eğitime daha fazla yönelmesi, eğitim düzeyinin giderek yükselmesi, evlilik kurumunun önemini koruması, İstanbul'un diğer kentlere göre daha fazla göç alması, İstanbul'daki iş imkanlarının daha fazla olması ve daha eğitimli (nitelikli) işgücüne ihtiyaç duyulmasıdır. Türkiye geneli ve İstanbul'da hızlı bir biçimde yaşanan kentleşme süreci genel olarak çalışma çağında olan nüfusu ve işgücünü arttırmakta, işgücü içinde erkeklerin oranını düşürürken kadınlarınkini yükseltmekte, gençleri azaltırken yetişkinleri arttırmakta, doğurganlık ve bağımlılık oranları düşürmekte, okuma yazma bilmeyenleri azaltırken eğitimlileri arttırmakta, bekarları ve boşananları arttırmaktadır. Türkiye genelinde ve İstanbul’da bazı yönlerden gelişmiş bazı yönlerden ise gelişmekte olan ülkelerdekine benzeyen ancak Türkiye'ye özgü bir kentleşme süreci yaşanmaktadır. Yaşanan bu süreç işgücünü bazı yönlerden gelişmiş, bazı yönlerden ise gelişmekte olan ülkelerdekine benzer biçimde etkilemektedir. Türkiye ve İstanbul'da işgücü konusunda yapılacak politika belirleme ve planlama çalışmalarda yukarıda belirlenen hususların dikkate alınmasının faydalı olacağı değerlendirilmektedir. 47 KAYNAKÇA Akkayan, T. (1979), Göç ve Değişme, İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Yayını, İstanbul: İstanbul Üniversitesi. Akşit, B. (1998), “İçgöçlerin Nesnel ve Öznel Toplumsal Tarihi Üzerine Gözlemler: Köy Tarafından Bakış”, Türkiye’de İç Göç, Konferans, Bolu-Gerede, 6-8 Haziran 1997, İstanbul: Türkiye Ekonomik ve Toplumsal Tarih Vakfı. Bağış, E. (2007), “İstanbul 2010 Avrupa Kültür Başkenti Olmanın Öyküsü”, İstanbul; Kültür Turizm 2006 Değerlendirmesi, T.C. Kültür ve Turizm Bakanlığı, İstanbul Kültür ve Turizm Müdürlüğü, İstanbul. Bal, H. (1999), Kent Sosyolojisi, Ankara: Turhan Kitabevi. Başel, H. (2007), “İç Göçün Sonuçları ve İşgücüne Etkileri”, İktisat Fakültesi: Sosyal Siyaset Konferansları, 51. Kitap, İstanbul Üniversitesi Yayın No: 4637, İktisat Fakültesi Yayın No: 590, İstanbul: İstanbul Üniversitesi Basım ve Yayınevi Müdürlüğü. Behar, C., Işık, O., Güvenç, M., Erder, S., Ercan, H. (1999), Türkiye’nin Fırsat Penceresi Demografik Dönüşüm ve İzdüşümleri, TÜSİAD Yayın No: T/ 99-1251, İstanbul: Lebib Yalkın Yayımları ve Basım İşleri A.Ş. Belge, M. (2007), İstanbul Gezi Rehberi, 12. Baskı, İstanbul: Tarih Vakfı Yurt Yayınları. Biçerli, M. K. (2007), Çalışma Ekonomisi, Gözden Geçirilmiş 4. Baskı, İstanbul: Beta Basım Yayım Dağıtım A.Ş. Bozlağan, R.(2012), İstanbul; Derinlik, Değişim ve Güç, İstanbul: Hayat Yayınları. DİE (2003), 2000 Genel Nüfus Sayımı, Nüfusun Sosyal ve Ekonomik Nitelikleri, Türkiye, DİE Yayın Numarası: 2759, Ankara: DİE Matbaası. DİE (2002), 2000 Genel Nüfus Sayımı, Nüfusun Sosyal ve Ekonomik Nitelikleri, İl 34- İstanbul, DİE Yayın Numarası: 2732, Ankara: DİE Matbaası. Doğan, C., Arslan, Ü. (2004), “Kentleşmemiş Kent Ekonomileri: Türkiye Örneği”, Küreselleşme Kıskacında Kent ve Politika, Editör: Muharrem Güneş, Ankara: Detay Yayıncılık. DPT (2007), Dokuzuncu Kalkınma Planı (2007-2013) İşgücü Piyasası Özel İhtisas Komisyon Raporu, DPT Yayın No: DPT: 2709-ÖİK: 662, Ankara: T.C. Başbakanlık Devlet Planlama Teşkilatı. Ekin, N. (1971), Gelişen Ülkelerde ve Türkiye’de İşsizlik, İstanbul: Sermet Matbaası. Ekin, N. (1986), “Hızlı Şehirleşmenin Sosyo-Ekonomik Etkileri”, Hızlı Şehirleşmenin Yarattığı Ekonomik ve Sosyal Sorunlar, 10-11 Ocak 1986, İstanbul: Siyasi ve Sosyal Araştırmalar Vakfı (SİSAV) Yayını, 1986. Ersoy, A. (1996), “Habitat II ve Şehirleşmenin Fiziki-Beşeri Boyutları Arasındaki Denge: İmar ve İrfan”, Habitat II Kent Zirvesi İstanbul’96, Uluslararası Bilimsel Toplantılar, 3-12 Haziran 1996, İstanbul: İstanbul Büyükşehir Belediyesi Kültür İşleri Dairesi Başkanlığı Yayınları, Cilt 1. Ertürk, H., Sam, N. (2009), Kent Ekonomisi, Güncellenmiş 3. Baskı, Bursa: Ekin Basım Yayın Dağıtım. 48 Goodall, B. (1972), The Economics of Urban Areas, Oxford: Pengamon Press. Ghose, A.K., Majid, N., Ernst, C. (2010), The Global Enployment Challenge, (Küresel İstihdam Sorunu), Genava, Switzerland: International Labor Office, Çeviri Editörü: Ömer Faruk Çolak, Ankara: Efil Yayınevi. Gürtan, K. (1966), Türkiye’de Nüfus Problemi ve İktisadi Kalkınma ile İlgisi, İstanbul Üniversitesi İktisat Fakültesi, İstanbul Üniversitesi Yayınları No: 1166, İktisat Fakültesi No: 177, İstanbul: Sermet Matbaası. Hatt, P. K., Reiss, A. J.,Jr. (2002), “Kentsel Yerleşimlerin Tarihi”, 20. Yüzyıl Kenti, Çeviren: Bülent Duru ve Ayten Alkan, Ankara: İmge Kitabevi. Höşgör, Ş., Tansel, A. (2010), 2050’ye Doğru Nüfusbilim ve Yönetim: Eğitim, İşgücü, Sağlık ve Sosyal Güvenlik Sistemlerine Yansımalar, TÜSİAD, Yayın No: TÜSİAD-T/2010/11/505, İstanbul: TÜSİAD. İşçi, M. (2000), Sosyal Yapı ve Sosyal Değişme, İstanbul: Der Yayınları. İTO (2008), Kıtaların, Denizlerin, Yolların, Tacirlerin Buluştuğu Kent İstanbul, 3. Basım, İstanbul Ticaret Odası, İstanbul: Euromat Entegre Matbaacılık A.Ş. Kartal, K. (1978), Kentleşme ve İnsan, Ankara: TODAİE Yayını. Keleş, R. (1974), “Şehirleşmede Denge Sorunu”, Mimarlık Dergisi, Yıl: 4, Sayı:37, 1974. Keleş, R., Ünsal, A. (1982), Kent ve Sosyal Şiddet, Ankara: A.Ü.S.B.F Yayınları. Keleş, R. (1998), Kent Bilim Terimleri Sözlüğü, Ankara: İmge Kitabevi. Keleş, R. (2008), Kentleşme Politikası, Genişletilmiş, Güncelleştirilmiş 10. Baskı, Ankara: İmge Kitabevi. Kepenek, Y., Yentürk, N. (2000), Türkiye Ekonomisi, 10.Baskı, İstanbul: Remzi Kitabevi. Kıray, M. B. (1999), Toplumsal Yapı, Toplumsal Değişme, İstanbul: Bağlam Yayınları. Kıray, M. B. (2007), “Az Gelişmiş Memleketlerde Şehirleşme Eğilimleri: Tarihsel Perspektif İçinde İzmir”, Kentleşme Yazıları, Üçüncü Basım, İstanbul: Bağlam Yayınları. Koç, İ., Eryurt, M. A., Adalı, T., ve Seçkiner, P. (2009), Türkiye’nin Demografik Dönüşümü, Doğurganlık, Aile Planlaması, Anne-Çocuk Sağlığı ve Beş Yaş Altı Ölümlerdeki Değişimler: 1968-2008, Hacettepe Üniversitesi Nüfus Etütleri Enstitüsü, Ankara: HÜNEE. Kuban, D. (1996), İstanbul Bir Kent Tarihi: Bizantion, Konstantinapolis, İstanbul, İstanbul: Türkiye Ekonomik ve Tarihsel Toplum Vakfı. Lordoğlu, K. (2006), Türkiye İşgücü Piyasaları (Durum Raporu), İstanbul Serbest Muhasebeci Mali Müşavirler Odası, Yayın No: 56, İstanbul: İSMMMO. Mumford, L. (2007), Tarih Boyunca Kent: Kökenleri, Geçirdiği Dönüşümler ve Geleceği, Çeviren: Gürol Koca ve Tamer Tosun, İstanbul: Ayrıntı Yayınları. Murat, S. (2006), Dünden Bugüne İstanbul’un Nüfus ve Demografik Yapısı, İTO Yayın No: 2006-49, İstanbul: ITO. Murat, S. (2007), Dünden Bugüne İstanbul’un İşgücü ve İstihdam Yapısı, İTO Yayın No. 2007-73, İstanbul: ITO. Murat, S. (2010), “İşgücümüzün Yapısal Özellikleri ve Kavramsal Yaklaşım”, İş’te Çalışanlar Dergisi, Marmara Çalışanlar Federasyonu Yayını, Nisan/Mayıs/Haziran 2010, Sayı: 2. 49 Murat, S. (2012), “Nüfus ve İşgücümüzün Eğitim Yapısı”, Eğitim ve İstihdam, İş’te Çalışanlar Dergisi, Ocak/ Şubat/ Mart 2012, Sayı 6. OECD, Trends in Urbanisation and Urban Policies in OECD Countries: What Lessons for China?, Paris-France: OECD, w. date. OECD (2008), Territorial Reviews: ISTANBUL, TURKEY, ISBN-978-92-6404371-8, Paris-France: OECD. Özek, Ç. (1974), “Türkiye’de Şehirleşmenin Ana Nitelikleri ve Ceza Adaleti Yönünden Yol Açabileceği Sorunlar”, Şehirleşmenin Doğurduğu Ceza Adaleti Sorunları Sempozyumu (17-19 Aralık 1973), İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi Ceza Hukuku ve Kriminoloji Enstitüsü Yayını, İstanbul: Fakülteler Matbaası. Özer, İ. (2004), Kentleşme Kentlileşme ve Kentsel Değişme, Bursa: Ekin Kitabevi. Richardson, H. W. (1978), Urban Economics, Illionis: The Dryden Press. Sarı, M. (2004), “Mersin’de Kentleşme, Göç, Bütünleşme ve Kent Yoksulluğu, (Demirtaş Mahallesi Örneği)”, T.C. Süleyman Demirel Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Isparta. Serter, N. (1993), Genel Olarak ve Türkiye Açısından İstihdam ve Gelişme, İstanbul: İstanbul Üniversitesi Yayın No: 3697. Serter, N. (1994), Türkiye’nin Sosyal Yapısı, İstanbul: Filiz Kitabevi. Sezal, İ. (1992), Şehirleşme, İstanbul: Ağaç Yayınları. Sönmez, M. (1996), İstanbul’un İki Yüzü: 1980’den 2000’e Değişim, Ankara: Arkadaş Yayınları. Tatlıdil, E. (1989), Kentleşme ve Gecekondu, İzmir: Ege Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Yayını. Tekeli, İ. (1998), “Türkiye’de İçgöç Sorunsalı Yeniden Tanımlanma Aşamasına Geldi”, Türkiye’de İç Göç, Konferans, Bolu-Gerede, 6-8 Haziran 1997, İstanbul: Türkiye Ekonomik ve Toplumsal Tarih Vakfı. Tekeli, İ. (2008), Göç ve Ötesi, İlhan Tekeli Toplu Eserler-3, İstanbul: Tarih Vakfı Yurt Yayınları. Toffler, A. (2006), Gelecek Korkusu, Şok, Yenilenmiş Baskı, Çeviren: Selami Turgut, İstanbul: Koridor Yayıcılık. TUİK (2001), Hanehalkı İşgücü İstatistikleri 2001, T.C. Başbakanlık Türkiye İstatistik Kurumu Yayın No: 2713, Ankara: Türkiye İstatistik Kurumu Matbaası. TUİK (2001), Hanehalkı İşgücü İstatistikleri İl Merkezleri 2001, T.C. Başbakanlık Türkiye İstatistik Kurumu Yayın No: 2739, Ankara: Türkiye İstatistik Kurumu Matbaası. TUİK (2012), “Türkiye’nin Demografik Yapısı ve Geleceği, 2010-2050”, T.C. Türkiye İstatistik Kurumu Başkanlığı, Haber Bülteni, Sayı: 13140. TUİK (2012), “Adrese Dayalı Nüfus Kayıt Sistemi Sonuçları, 2012”, T.C. Türkiye İstatistik Kurumu Başkanlığı, Haber Bülteni, Sayı: 13425. TUİK (2015), “Adrese Dayalı Nüfus Kayıt Sistemi Sonuçları, 2014”, T.C. Türkiye İstatistik Kurumu Başkanlığı, Haber Bülteni, Sayı: 18616. TUİK (2015), Yayınlanmamış Veriler. Tunçdilek, N. (1986), Türkiye’de Yerleşmenin Evrimi, İstanbul: İstanbul Üniversitesi Deniz Bilimleri Enstitüsü Yayını. 50 Tüfekçi, S. (2002), “Kırsal Kesimlerden Büyükşehirlere Göç ve Göçün Aile Yapısında Meydana Getirdiği Değişiklikler (İstanbul Örneği)”, T.C. Süleyman Demirel Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, Isparta. Tümertekin, E. (2007), İstanbul İnsan ve Mekân, 2. Baskı, İstanbul: Tarih Vakfı Yurt Yayınları. Türkdoğan, O. (2006), İstanbul Gecekondu Kimliği, İstanbul: IQ Kültür Sanat Yayıncılık. Vergin, N. (1986), “Hızlı Şehirleşmenin Sosyolojik ve Siyasal Sonuçları”, Hızlı Şehirleşmenin Yarattığı Ekonomik ve Sosyal Sorunlar, 10-11 Ocak 1986, İstanbul: Siyasi ve Sosyal Araştırmalar Vakfı (SİSAV) Yayını. Yalçıntaş, N., Tuna, O. (1999), Sosyal Siyaset, İstanbul: Filiz Kitabevi. Yazgan, T. (1968), Şehirleşme Açısından Türkiye’de İşgücünün Demografik ve Sosyo-Ekonomik Bünyesi, İstanbul Üniversitesi İktisat Fakültesi, İstanbul Üniversitesi Yayınlarından No: 1310, İstanbul: Fakülteler Matbaası. Yeter, E. (2008). Kentsel Gelişme ve Kültür Değerleri, İstanbul: Tarihi Kentler Birliği Yayını. Yıldırım, A. (2004), “Kentleşme ve Kentleşme Sürecinde Göçün Suç Olgusu Üzerindeki Etkileri”, T.C. Ankara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Ankara. Yücel, A. (1996), “Cumhuriyet Dönemi İstanbul’u”, Dünya Kenti İstanbul, İstanbul-World City, İstanbul Habitat II, İstanbul: Türkiye Ekonomik ve Toplumsal Tarih Vakfı Yayınları. Zaim, S. (1997), Çalışma Ekonomisi, Yenilenmiş ve Güncellenmiş, 10. Baskı, İstanbul: Filiz Kitabevi. 51 DÜNYA’DA VE TÜRKİYE’DE KADIN İSTİHDAMININ SEKTÖRLERE VE İŞ STATÜSÜNE GÖRE DAĞILIMI Sevtap KESKİN1 1 Dr., keskinsevtap@yahoo.com ÖZET Kadınların işgücü piyasasına katılımı ve istihdamı önemlidir. Bunun yanında istihdamın sektörel ve işteki statüsüne göre dağılımı da önemlidir ve ülkelerin gelişmişlik düzeyini gösteren unsurlardan biridir. Bu çalışmada küresel ve ülke düzeyinde kadın istihdamının sektörel ve işteki statüsü üzerinde durulmuştur. Anahtar Kelimeler: Kadın, Kadın İstihdamı, Sektör, İş Statüsü ABSTRACT DISTRIBUTION OF WOMEN EMPLOYMENT ACCORDING TO THE SECTORS AND STATUS OF WORK IN THE WORLD AND IN TURKEY Women’s participation and employment in the labor market is important. In addition, distribution of employment according to the sectoral and status of work is also important and is one of the factors indicating the level of development of the countries. In this study sectoral and status of work of employment is emphasised globally and country base. Keywords: Women, Women Employment, Sector, Status of Work 1. GİRİŞ Kadınların işgücü piyasasına ve istihdama katılımı ekonomik gelişme ve ülkelerin gelişimine katkı sağladıkları gibi insan kaynağının gelişimine de katkı sağlar. İstihdam aynı zamanda bireysel ve kolektif etkinlikler için gerekli unsurlardan biridir. Dünya nüfusunun yaklaşık yarısını oluşturan 52 kadınların dünya genelinde yaşam kalitesinin yükseltilmesi, işgücü piyasasına katılımında ve istihdamında ekonomik faktörlerin yanında sosyodemografik ve sosyo-kültürel faktörler de belirleyici olmaktadır. Aynı zamanda bu faktörler kadın istihdamının sektör ve işteki statüsüne göre dağılımını da etkilemektedir. 2. DÜNYADA KADIN İSTİHDAMINA BAKIŞ 2.1. Dünyada Kadınların İşgücüne Katılım, İstihdam ve İşsizlik Oranı Kadınların işgücüne katılımı ve istihdamı temel sorunlardan biridir. Dünya’da 1990 yılında toplam kadın işgücü 918.7 milyon, 2013 yılında toplam kadın işgücü 1314.2 milyondur (, http://www.data.worldbank.org, Erişim Tarihi: 24.05.2015). 1980’lerde ve 1990’larda kadınların emek piyasasına katılımı dünya çapında önemli ölçüde büyümüştür (ILO, 2007:1). Son yirmi yılda ise, işgücüne katılma oranındaki büyüme durmuş ve hatta bazı bölgelerde gerileme olmuştur. (ILO, 2007:1, UN-Women, 2015:68). 2013 yılı itibariyle dünya ölçeğinde çalışma yaşındaki kadınların yüzde 50,2’si işgücüne katılırken, çalışma yaşındaki kadınların yüzde 47'si istihdam edilmektedir. 1999 yılı ile karşılaştırıldığında kadınların işgücüne katılımı ve istihdamında düşüş görülmektedir ve bu düşüşte küresel düzeyde yaşanan ekonomik krizin etkisi vardır. Küresel kriz kadın işsizlik oranını da etkilemiştir. Kadın işsizlik oranı düşüş eğilimine girmişken tekrar yükselmeye başlamış (ILO, 2014:7) ve son üç yıldır küresel düzeyde kadın işsizlik oranı yüzde 6,4 olarak gerçekleşmiştir. Dünyada tüm istihdamın yüzde 40’ı kadındır. Bu oran son on yıldır değişmemiştir (ILO, 2010:3). Tablo 1: Dünyada Kadın İşgücüne Katılım, İstihdam ve İşsizlik Oranı 1999 2007 2008 2009 2010 2011 2012 2013 İş Gücüne Katılım Oranı(%) İstihdam Oranı(%) İşsizlik Oranı(%) 50,2 51,8 51,3 51,0 50,7 50,4 50,3 50,3 48,3 48,4 48,0 47,4 47,1 47,1 47,0 6,8 5,8 5,9 6,5 6,5 6,4 6,4 Kaynak: ILO, Global Employment Trends, Geneva, 2014, s.90, 92, 94, ILO, Women in Labour Markets: Measuring Progress and Identifying Challenges, 53 47,0 6,4 Geneva, March 2010, s. 89, http://www.data.worldbank.org, Erişim Tarihi: 24.05.2015. Dünyada farklı bölgeler itibariyle kadınların işgücüne katılım, istihdam ve işsizlik oranı tablo-2’ de görüldüğü gibi dengesizdir. Kadınların işgücüne katılım oranının ve çalışma yaşındaki kadınların istihdamının özellikle, Ortadoğu, Kuzey Afrika ve Güney Asya bölgelerinde düşük olduğu gözlenmektedir. 2012 Uluslararası Çalışma Örgütü (ILO) verilerine göre, Orta Doğuda ve Kuzey Afrika ülkelerinde kadınların işgücüne katılma oranları yüzde 25’in, istihdam oranı yüzde 20’in altında iken, gelişmiş ülkelerde işgücüne katılma oranı yüzde 52’in, istihdam oranı da yüzde 48, üzerinde gerçekleşmiştir. Kadınların işgücüne katılımında ve istihdamında ekonomik gelişme, iyi eğitim, düşük doğurganlık oranı, işgücü tasarrufu sağlayan ev aletleri teknolojisindeki gelişmeler vb. faktörlerin yanında çeşitli bölgesel spesifik faktörlerde etkili olmaktadır. Örneğin, Orta ve Güneydoğu Avrupa’da kadınların işgücüne katılımındaki artışta piyasa ekonomisine geçişte kurumsal değişikler etkili olmuştur. Ortadoğu ve Kuzey Afrika ülkelerinde kadınların işgücüne katılımını geleneksel sosyal normlar negatif etkilemektedir. Latin Amerika ve Karayip’lerde kadınların işgücüne katılım oranı beşeri sermaye birikiminin artması ile açıklanabilir. Sahra Altı Afrika bölgesinde işgücüne katılım oranının yüksek olmasında sürekli ve yaygın yoksulluk gibi negatif faktörlerin etkisi vardır ve ekonomik faaliyet bir seçenek olmaktan çok zorunluluktur (ILO, 2012: 21). 54 Tablo 2: Dünyada Farklı Coğrafi Bölgeler İtibariyle Kadınların İşgücüne Katılım, İstihdam ve İşsizlik Oranı İşgücüne Katılım Oranı % 1999 2011 2012 İstihdam Oranı % 1999 2011 2012 51,8 52,8 52,9 47,8 48,4 48,4 7,6 8,3 8,5 49,8 50,1 50,2 43,4 46,0 46,4 12,8 8,2 7,7 Doğu Asya 69,9 63,0 63,2 67,2 60,8 60,9 3,9 3,6 3,6 Güneydoğu Asya ve Pasifik 58,0 59,1 59,2 55,0 56,4 56,6 5,1 4,6 4,3 Güney Asya 34,3 31,0 30,4 32,7 29,5 29,0 4,6 4,8 4,7 Latin Amerika ve Karayipler 46,6 53,1 53,5 41,6 48,6 49,1 10,8 8,4 8,2 Ortadoğu 22,6 18,5 18,7 19,3 14,6 14,7 14,4 21,3 21,4 26,6 23,7 23,8 21,8 18,8 18,8 18,2 20,6 21,2 60,4 64,8 64,9 55,1 59,4 59,5 8,9 8,4 8,3 Bölgeler Gelişmiş Ekonomiler ve AB Orta ve Güneydoğu Avrupa (AB Dışı) ve Bağımsız Dev. Top. Kuzey Afrika Sahra Altı Afrika İşsizlik Oranı % 1999 2011 201 2 Kaynak: ILO, Global Employment Trends, Geneva, 2014, s.90, 92, 94, ILO, Women in Labour Markets: Measuring Progress and Identifying Challenges, Geneva, 2010, s. 89-90. AB-28’de kadınların işgücüne katılım, istihdam ve işsizlik oranı ise tablo 3’de yer almaktadır. 2014 yılı verilerine göre kadınların işgücüne katılım oranı yüzde 66,5, istihdam oranı yüzde 59,6 ve işsizlik oranı yüzde 10,4, olarak gerçekleşmiştir. 55 Tablo 3: AB-28 Kadın İşgücüne Katılım, İstihdam ve İşsizlik Oranı 2003 2008 2009 2010 2011 2012 2013 2014 İş Gücüne 66,5 Katılım 61,0 63,6 64,1 64,4 64,8 65,5 66,0 Oranı(%) İstihdam 59,6 54,9 58,8 58,3 58,2 58,4 58,6 58,8 Oranı(%) İşsizlik 9,9 7,6 9,0 9,7 9,8 10,6 11,0 10,4 Oranı(%) Kaynak: The EU in the world 2014 — a statistical portrait, eurostat, Statistical books, s 66, 70, http://www.database.eruostat, Erişim Tarihi: 25.05.2015. 2013 yılı verilerine göre tablo 4’de görüldüğü gibi, OECD ülkelerinde kadınların işgücüne katılım oranı yüzde 62,6, istihdam oranı yüzde 57,5 ve işsizlik oranı yüzde 8,1, olarak gerçekleşmiştir. Tablo 4: OECD Kadın İşgücüne Katılım, İstihdam ve İşsizlik Oranı İşgücüne Katılım İstihdam Oranı İşsizlik Oranı Oranı % % % 2003 2012 2013 2003 2012 2013 2003 2012 2013 59,5 62,3 62,6 55,1 57,2 57,5 7,3 8,2 8,1 OECD Kaynak: OECD Employment Outlook 2014, OECD Publishing, s.267, 270, 272, http://www. data.oecd.org, Erişim Tarihi:25.05.2015. Kadınların işgücüne katılım ve İstihdam oranında AB-28 ve OECD ortalaması, dünya ortalamasına göre yüksektir. Ancak kadın işsizlik oranına bakıldığında, dünya ortalaması AB-28 ve OECD ortalamasına göre düşüktür. 2.2. Dünyada Kadın İstihdamının Sektörlere ve İşteki Statüsüne Göre Dağılımı Sektörlere göre istihdamın sınıflandırılmasında temel ekonomik faaliyetin yürütüldüğü yer önemlidir ve tarım, sanayi ve hizmetler üç ana ekonomik sektördür. Dünya genelinde kadın istihdamının sektör bazında dağılımına baktığımızda tablo 5’de görüldüğü gibi karşımıza iki önemli sektör olarak 56 tarım ve hizmetler sektörü çıkmaktadır. Dünyada, 1999 yılında tarım sektöründe diğer sektörlere göre daha fazla kadın istihdam edilmekteyken, 2012 yılında hizmetler sektöründe daha fazla kadın istihdam edilmektedir. 2005 yılından bu yana küresel düzeyde tarım, kadın istihdamında ana sektör olmaktan çıkmıştır (ILO, 2007:7). 2005 yılından önce kadınlara istihdam yaratan tarım sektörü iken günümüzde hizmetler sektörüdür. Hizmetler sektörünün gelişimi, kadınların istihdam olanaklarını yükseltmektedir. Her ne kadar farklı bölgelerde farklı hızda olsa da istihdam düzeyi kadınlar için hizmet sektöründe büyümeye devam etmektedir. 2012 yılında, toplam kadın istihdamının yüzde 33,7’si tarım sektöründe, yüzde 17,2,’si sanayi sektöründe ve yüzde 49,2’si hizmetler sektöründe yer almaktadır. Sosyo– ekonomik yönden gelişmiş bölgelerde kadınlar daha çok hizmetler sektöründe yoğunlaşırken gelişmekte olan bölgelerde ise kadınlar ağırlıklı olarak tarım sektöründe yoğunlaşmaktadır. Tarım sektöründe yoğunlaşan kadınlar çoğunlukla aile işlerinde ücretsiz ya da çok düşük ücretlerle çalışmak zorunda kalmaktadır. Tablo 5: Dünyada Kadın İstihdamının Sektörlere Göre Dağılımı Yıllar Tarım % Sanayi % Hizmetler % 43,2 15,1 41,7 1999 38,2 15,9 46,0 2007 37,7 15,7 46,6 2008 37,6 15,6 46,8 2009 36,4 16,0 47,5 2010 35,4 16,9 47,7 2011 33,7 17,2 49,2 2012 Kaynak: ILO, Global Employment Trends, Geneva, 2011, s.67, 2012, s.98, 2013, s.140, 2014, s.96. Ekonomik gelişmişlik seviyesi yükseldikçe kadınların tarım sektöründeki istihdam payı azalıp, tarım dışı sektörlere kaymakta ve özellikle hizmetler sektöründeki istihdam payı artmaktadır. Bu aşağıda tablo 6 ve 7’de AB ve OECD ülkelerinde net bir şekilde görülmektedir. Hizmet sektörüne yönelim tümüyle düzgün iş ve üretken istihdam anlamına gelmese de ve sanayi sektörüne göre daha düşük verimliliğe sahip olma eğiliminde olsa bile kadınlara tarım sektörüne göre daha iyi çalışma koşulları ve işsel düzeyde gelişimleri için daha fazla fırsatlar sağlayabilir (IFC,www.ifc.org/wps/wcm/ connect/…/chapter9.pdf Erişim Tarihi: 20.05.2015). 57 Yıl 1999 Tablo 6: AB Kadın İstihdamının Sektörlere Göre Dağılımı Tarım % Sanayi % Hizmetler % 7,4 17,0 75,2 2010 4,3 12,5 82,7 2011 4,1 12,5 82,8 4,2 12,7 83,0 2012 Kaynak: eurostat, Labour market statistics, Pocketbooks, 2011 edition, s.32. http://www.data.worldbank.org, Erişim Tarihi: 24.05.2015. Tablo 7: OECD Kadın İstihdamının Sektörlere Göre Dağılımı Yıl Tarım % Sanayi % Hizmetler % 7,0 16,0 76,6 2000 2010 4,7 12,2 82,8 2011 4,5 12,3 83,2 2012 4,4 12,0 83,3 4,3 11,9 83,6 2013 Kaynak: OECD Week, Gender Equality in Education, Employment and Entrepreneurship: Final Report to the MCM 2012, s.218, http://www. data.oecd.org, Erişim Tarihi:25.05.2015. Öğrenim, mesleki eğitim, nitelikli istihdam gibi olanaklara daha az sahip olmaları nedeniyle enformel sektörler kadınlar için az gelişmiş bölgelerde önemli bir istihdam kaynağıdır ve düşük statü ve kötü çalışma koşulları altında çalışmaktadırlar. Küresel düzeyde, kriz dönemlerinde kadınların enformel sektörlere yönelmesinde artış olmaktadır. Bu kadınların aile gelirine katkı amacıyla çalışma zorunluluğu duymalarıyla açıklanabilir. Bu dönemlerde ülkeler düşük büyüme ve yüksek işsizlik oranları ile karşı karşıya kalmaktadır. Yarı zamanlı çalışma ise daha çok gelişmiş ülkelerde kadınlar için yaygın olarak kullanılan istihdam şeklidir (ITUC Report, 2011:9). İşgücü piyasasında kadınların durumunu ve konumunu anlamada istihdamdaki statülerine bakmak gerekir (The World’s Women, 2010: 84). Kadın çalışanların istihdamdaki statüleri; ücretli ve maaşlı, işveren, kendi hesabına çalışan, ücretsiz aile işçisine göre dağılımları incelendiğinde aşağıda tablo 8’de görüldüğü gibi, küresel düzeyde kadın çalışanların 58 önemli bir bölümünün, yüzde 49,6’sının ücretli ve maaşlı statüsünde çalıştığı görülmektedir. Ücretli iş maddi eşitliği sağlamada kadınlar açısından önemli bir kaynak olabilir (UN-Women, 2015:68). Dünya genelinde 1999’da ücretsiz aile işçisi olarak çalışan kadınların oranı, kendi hesabına çalışan kadınların oranından fazla iken, 2012 yılında kendi hesabına çalışan kadınların oranı (yüzde 28,2), ücretsiz aile işçisi olarak çalışan kadınların oranından (yüzde 21,0) fazladır. Kendi hesabına çalışan kadın oranının artmasında, yaşanan ekonomik krizlerin etkisinin yanında kadınların kendi işini kurma konusunda cesaretlerinin artmasının da payı vardır. Çoğunluğu resmi iş düzenlemelerinden ve dolayısıyla sosyal güvenlik ve etkin sosyal diyalog mekanizmalarından yoksun biçimde çalışmaktadır. Dünya genelinde işveren olarak çalışan kadınların oranı ise yüzde 1,2’dir. Görüldüğü gibi kadınlar çeşitli nedenlerden dolayı işveren konumunda yeterince yer alamamaktadır. Tablo 8: Dünyada Kadın İstihdamının İş Statüsüne Göre Dağılımı Yıllar Ücretli ve İşverenler % Kendi Ücretsiz Aile Maaşlı Hesabına İşçisi Olarak Çalışanlar % Çalışanlar % Çalışanlar % 42,9 1,1 25,2 30,8 1999 46,3 1,2 27,3 25,2 2007 47,7 1,2 27,5 23,6 2008 48,2 1,2 27,6 23,0 2009 48,2 1,2 28,0 22,6 2010 48,9 1,2 28,2 21,7 2011 49,6 1,2 28,2 21,0 2012 Kaynak: http://www.unescap.org/stat/data, Erişim Tarihi:24.05.2015. Kadın istihdamının sektörel dağılımı kadın çalışanların statülerini belirlemede önemli bir unsurdur. Çoğunlukla tarım sektörünün önemli yer tuttuğu ülkelerde ücretsiz aile işçiliği kadın çalışanların yoğun olduğu statü olmaktadır. Örneğin AB genelinde tarımın ekonomideki yeri az olduğundan bu ülkelerde ücretsiz aile işçisi olarak çalışan kadınların oranı oldukça düşüktür. Gelişmiş bölgelerde, gelişme ve sermaye birikimi kadınları büyük ölçüde ücretli işgücüne çekerken, gelişmekte olan bölgelerde hem kentsel hem de kırsal alanlarda kadınların çoğunluğu güvensiz, korumasız ve düşük ücretli istihdamda yoğunlaşmaktadır(UN-Women, 2015:68). Az gelişmiş bölgelerde özellikle kırsal kesimde kadın nüfusunun büyük çoğunluğu tarımsal üretim ve küçük ev sanatları üretiminde ücretsiz aile işçisi olarak çalışmaktadırlar. Tarım sektöründe ücretsiz aile işçisi olarak çalışan bu 59 kesim çoğu zaman işgücü istatistiklerine yansımamaktadır. Gelişmiş, gelişmekte ve az gelişmiş ülkelerde uygulanan ekonomik ve sosyal politikalarda kadınlar daha fazla dikkate alındığında daha güçlü ve daha sürdürülebilir ve daha cinsiyet eşitliğinin olduğu ekonomilerin oluşturulmasına katkıda bulunabilir (UN-Women, 2015:11). 3. TÜRKİYE’DE KADIN İSTİHDAMINA BAKIŞ 3.1. Türkiye’de Kadınların İşgücüne Katılım, İstihdam ve İşsizlik Oranı İşgücü piyasasında işgücü arzını ve buna bağlı olarak uzun dönemli ekonomi politikalarını oluşturmada nüfus eğilimleri birincil değişkendir (Sapancalı, 2000:16) . TÜİK verilerine göre 1927’de yüzde 51,9 (7milyon 84bin) olan kadın nüfusu, 2014’de yüzde 49,8’dir (38milyon 711bin) (TÜİK Nüfus İstatistikleri, http://www.tuik.gov.tr, Erişim Tarihi:18.05.2015). Bu oran ülke nüfusunun yarısını kapsamaktadır. 2013 yılında 15+yaş üstü kurumsal olmayan çalışma çağındaki kadın nüfusu 28milyon 197bin, toplam kadın işgücü 8milyon 674bin, istihdam edilen toplam kadın sayısı 7milyon 641 bin ve işgücüne dahil olmayan kadın nüfusu ise 19milyon 523bindir (TÜİK İşgücü İstatistikleri Veri Tabanı, http://www.tuik.gov.tr, Erişim Tarihi:18.05.2015). İşgücüne katılmayan kadın nüfusu oldukça yüksektir. Tablo 9: Türkiye’de Kadın İşgücüne Katılım, İstihdam ve İşsizlik Oranı 1999 2007 2008 2009 2010 2011 2012 2013 İş Gücüne Katılım 30,0 23,6 24,5 26,0 27,6 28,8 29,5 30,8 Oranı(%) İstihdam 27,7 21,0 21,6 22,3 24,0 25,6 26,3 27,1 Oranı(%) İşsizlik 7,6 11,0 11,6 14,3 13,0 11,3 10,8 11,9 Oranı(%) Kaynak: TÜİK İşgücü İstatistikleri Veri Tabanı, http://www.tuik.gov.tr, Erişim Tarihi: 18.05.2015. İşgücüne katılma oranı, bir ülkede çalışanlar ile işsizlerin oluşturduğu işgücünün çalışma çağındaki nüfusa oranıdır. Türkiye’de 2013 yılında kadınların işgücüne katılma oranı yüzde 30,8’dir. Türkiye’de kadınların işgücüne katılım oranı son yıllarda artış eğilimine girmekle beraber 1999 60 yılı seviyesini ancak yakalamıştır. 2013 yılında işgücüne dahil olmayan kadınların yüzde 58,7’si ev kadını, yüzde 11,4’ü öğrenci, yüzde 4,3’ü emeklilerden oluşmaktadır (TÜİK-Toplumsal Cinsiyet İstatistikleri 2013, 2014: 74). Türkiye’deki kadın işgücü potansiyelinin büyük bölümü kullanılmamaktadır. Kadınların işgücüne katılmaları büyük oranda Cumhuriyet’ten sonra başlamış ve 1955’lere kadar sürekli artmıştır. Kadınların işgücüne katılımı ve istihdamı 1955’lerden sonra düşüş göstermiştir. Bu düşüş ekonomide devam eden yapısal değişikliklerle yani tarımdan, tarım dışı faaliyetlere dönüşümle açıklanabilir. Tarımda azalan istihdamla yakından bağlantılıdır. Çünkü esas olarak tarımda yoğunlaşan kadın emeği, tarımdaki istihdam daralmasına bağlı olarak işgücü dışına çıkmaktadır (Toksöz, 2007:19). Ayrıca kentleşmeyle birlikte, kadınların ücretsiz aile işçisi olarak yüksek katılımının olduğu kırsaldan göç etmesi ve kente geldiğinde eğitim düzeyi düşük kadınların çoğunun karmaşık kültürel ve ekonomik engellerle karşı karşıya kalmalarıdır. Ekonomik engeller temel olarak mevcut belirsiz çalışma koşulları ile ilgili iken (kayıt dışı sektörde çalışma olasılığının yüksekliği, düşük maaşlar, uzun çalışma saatleri, parasal açıdan karşılanabilir çocuk bakım olanaklarının bulunmayışı) kültürel engeller temel olarak kadınların çocuk bakımına ilişkin rolleri ve kadınların evde oturmasına yönelik ailevi ve toplumsal taleplerle ilgilidir (World Bank, 2009:18). Ekonomik belirsizliklerin olduğu sık sık krizlerin yaşandığı durumlarda kadınların işgücü piyasasının dışında kalışlarını açıklamada salt kültürel engellerin öne sürülmesi yetersiz kalabilmektedir, kentsel ekonomik yaşamın kendisi ve bu yaşamın yapısal özellikleri ve ülkenin genel ekonomik yapısı gibi ekonomik faktörlerde belirleyicidir (Aksoy, 2006:54-55). Özetle, kadınların işgücüne katılımının önünde sosyal, kültürel ve ekonomik olmak üzere birden fazla engel bulunmaktadır. İşgücüne katılım oranının düşüş sebebi ne olursa olsun, bu oranın düşmesi üretken toplumsal kesimin daralması anlamına gelmektedir (Akgeyik, 2004: 12) . Ücretli–maaşlı, kendi hesabına, işveren ve ücretsiz aile işçisi olarak bir ekonomik faaliyette bulunan 15 ve daha yukarı yaştaki kurumsal olmayan tüm nüfusa istihdam edilen nüfus olarak baktığımızda, istihdam oranı kadınlarda 2013’de yüzde 27,1’dir. Bu oran gelişmiş ülke oranlarının oldukça gerisinde kalmaktadır. İşsizlik oranına baktığımızda ise, Türkiye genelinde 2013 yılında kadın işsizlik oranı yüzde 11,9 olmuştur. Kadınların işgücüne katılım, istihdam ve işsizlik oranları açısından Türkiye, dünya ortalaması, çeşitli bölgeler ve AB-28 ülkeleri ile kıyaslandığında, Türkiye’nin kadın işgücüne katılımı, istihdamı ve işsizliği 61 açısından kötü bir noktada olduğu görülmektedir. 2013 yılı itibariyle Türkiye’de kadınların işgücüne katılım oranı yüzde 30,8 iken dünya ortalaması yüzde 50,2, AB ortalaması yüzde 66’dır. Türkiye’de kadınların istihdam oranı yüzde 27,1 iken dünya ortalaması yüzde 47, AB ortalaması yüzde 58,8’dir. Türkiye’de kadınların işsizlik oranı yüzde 11,9 iken dünya ortalaması yüzde 6,4, AB ortalaması yüzde 11’dir. Türkiye, OECD ülkeleri arasında da en düşük kadın işgücü katılım oranına sahip ülkedir. Ayrıca kadınların işgücüne katılımı açısından Türkiye sadece gelişmiş Batı ülkelerinin gerisinde değil, aynı zamanda hızla sanayileşen Asya ülkeleri ile Latin Amerika ülkelerinin de gerisindedir. Kadın katılımı açısından Türkiye daha çok Kuzey Afrika ve Ortadoğu ülkelerine yakın durmaktadır (ÇSGB, Ulusal İstihdam Stratejisi Eylem Planı, 2010:1). Bu oranlar ülkemizde insan kaynaklarından, kadın potansiyelinden yeterince yararlanılmadığını göstermektedir. 3.2. Türkiye’de Kadın İstihdamının Sektörlere ve İşteki Statüsüne Göre Dağılımı İstihdamın sektörlere göre dağılımı bir ülkenin ekonomik gelişmişlik derecesini gösteren önemli göstergelerden biridir. Gelişmiş ülkelerde, ekonomik kalkınmaya bağlı olarak istihdamın sektörel dağılımında değişmeler olduğu gözlenmektedir. Kalkınma ile birlikte sanayi ve hizmetler sektöründe istihdam artarken, tarım sektöründe istihdam azalmaktadır (Pınarcıoğlu, 2006:49). Sektörlere göre kadın istihdamına baktığımızda, tarım sektöründe istihdam edilenlerin 1995’de yüzde 71,2 olan payı azalarak 2013’de yüzde 37’ye gerilemiştir. Hizmet sektörünün payı artış göstererek 1995’de yüzde 19,2’den, 2013’de yüzde 47,7’ye çıkmıştır. Bu durum, hem kentleşme eğilimleri, hem de istihdamda hizmetler sektörünün büyüyen payının varlığı ile uyumlu bir değişim eğilimi olarak yorumlanmalıdır. Kentlerde kadınların istihdamları açısından en çok iş yaratan sektörün hizmet sektörü olmakta olduğu rahatlıkla söylenebilir (TÜSİAD-KAGİDER, 2008: 134135). Hizmetler sektörü ilk defa 2009 yılında tarım sektöründen daha fazla kadını istihdam etmiştir. Tarımsal nüfustaki düşüşe rağmen 2013’lerde tarım sektörü hala toplam kadın istihdamının yüzde 37’sini içermeye devam etmektedir. Tarımsal nüfus reel olarak azalırken kadınların halen öncelikle tarım kesiminde çalışmaya devam ettikleri görülmektedir (ILO, 2002:12). Bu bize tarım içi istihdamın önemini koruduğunu gösterir. Türkiye’de tarım ve hizmetler sektöründe istihdam edilen kadın oranı dünya ortalamasına nispeten yakın, gelişmiş ülkelere kıyasla tarım sektöründe istihdam edilen 62 kadın oranı hala çok yüksek, hizmetler sektöründe istihdam edilen kadın oranı ise düşüktür. Toplam kadın istihdamının sanayi sektöründeki payı da düşüktür. 2013 yılında yüzde 15,3’dür. Sanayi sektöründe anlamlı bir artış yaşanmamıştır. Sanayi ve hizmet alanında kadının üretim faaliyetine katılımı genel olarak ücretli işçilik şeklinde olmaktadır. Sanayi sektöründe çalışan kadınlar arasında yoğunluğun imalat sektöründe, hizmetler sektöründe çalışan kadınlar arasında yoğunluğun toplum hizmetleri ile sosyal ve kişisel hizmetler alanında olduğu görülmektedir (Pınarcıoğlu, 2006:50-51). Yıl Tablo 10: Sektörlere Göre Kadın İstihdamı Topla Tarım Tarım Sanayi Sanayi Hizmetl m (Bin) % (Bin) % er (Bin) (Bin) 5.976 4.255 71,2 572 9,6 1.148 Hizmetl er % 19,2 1995 * 2.288 42,7 863 16,1 2.205 41,2 2007 5.356 2.354 42,1 879 15,7 2.362 42,2 2008 5.595 2.445 41,6 897 15,3 2.529 43,1 2009 5.871 2.724 42,4 1.022 15,9 2.679 41,7 2010 6.425 2.944 42,2 1.057 15,2 2.972 42,6 2011 6.973 2.872 39,3 1.088 14,9 3.349 45,8 2012 7.309 2.826 37,0 1.170 15,3 3.645 47,7 2013 7.641 Kaynak: TÜİK, Türkiye İstatistik Yıllığı, 2009, s.181, 2010, s.184, 2011, s.171, 2013, s.185,*Gülay Toksöz, Türkiye’de Kadın İstihdamının Durumu, Ankara, Uluslararası Çalışma Örgütü, 2007, s. 27. İşgücünün statü itibariyle dağılımında o ülke veya bölgenin içinde bulunduğu sosyal ve ekonomik gelişme düzeyinin belirgin özelliklerini görebilmek mümkündür. Bir ülke veya bölgedeki işgücünün statüsü itibariyle dağılımına bakılarak o ülke veya bölgenin gelişmiş veya gelişmemiş olduğuna karar verebilmek mümkündür (Murat, 2007:270). Kadınların istihdamdaki statülerine; ücretli ve maaşlı, işveren, kendi hesabına çalışan, ücretsiz aile işçisi olma durumuna göre dağılımları incelendiğinde önemli bir bölümünün ücretli ve maaşlı statüsünde çalıştığı görülmektedir. Kadınların ücretsiz aile işçiliği konumları hala yüksek bir oranda sürmektedir. Bununla birlikte bu kadınların ezici bir çoğunluğunun çalıştığı tarım sektörünün istihdamdaki azalan payı, ücretsiz aile işçiliğinde de önemli düşüş meydana getirmiştir. Ücretli istihdam, düzenli bir gelir ve 63 öngörülebilir bir çalışma takvimi sunmaktadır. Buna karşın kendi hesabına çalışma veya işveren olma, bazı esneklikler taşımasına rağmen, ciddi boyutlarda zaman, enerji ve finansal kaynak yatırımını gerektirir (KSGM, 1999:12). Ücretsiz aile işçiliği kırsal yerleşim alanlarında oldukça yaygın iken, kentsel emek piyasalarında düşük oranlarda görülmektedir. Tablo 11’de görüldüğü gibi, 1995 yılında kadınların yüzde 26’sı ücretli ve maaşlı çalışmakta iken bu oran 2013 yılında yüzde 56,6’ya yükselmiştir. 2013 yılında ülkemizde kadın çalışanların yarısından fazlasının ücretli ve maaşlı çalıştığı görülmektedir. İkinci sırada yer alan grup ücretsiz aile işçisi olarak çalışanlar olmaktadır.1995 yılında yüzde 65 ile birinci sırada yer almaktayken zaman içinde azalarak 2013’de yüzde 31,4 olmuştur. Kadınların ücretsiz aile işçisi statüsü altında en yoğun olarak çalıştıkları yerleşim yeri kırsal alanlardır. 2013 yılında kendi hesabına çalışan kadınların oranı yüzde 10,8, işveren olarak çalışan kadınların oranı yüzde 1,2’dir. İşveren+kendi hesabına çalışanların oranı yüzde 12’dir. Bu oranlar ülkemizde istihdamdaki kadınlar içinde kadın girişimcilerin payının çok fazla olmadığını göstermektedir. Tablo 11: İş Statüsüne Göre Kadın İstihdamı 200 200 200 201 201 201 1995 7 8 9 0 1 2 Ücretli ve 1.55 2.80 2.97 2.99 3.26 3.59 3.96 Maaşlı(Bin) 1 9 5 9 0 9 7 % 26,0 52,5 53,2 51,1 50,7 51,6 54,3 Yıllar 201 3 4.32 2 56,6 İşverenler(Bin) 40 75 77 78 83 87 94 94 % 0,7 1,4 1,4 1,3 1,3 1,2 1,3 1,2 Kendi Hesabına Çalışan(Bin) 494 617 616 749 822 816 788 822 % Ücretsiz Aile İşçisi(Bin) % Toplam 8,3 11,5 11,0 3.87 1.85 1.92 5 5 7 65,0 34,6 34,4 5.95 5.35 5.59 8 6 5 Kaynak: TÜİK, 1923-2009 İstatistik İstatistik Yıllığı 2011, s.171, 2013, s.185. 64 12,8 12,8 11,7 10,8 10,8 2.04 2.26 2.47 2.46 2.40 5 0 2 0 3 34,8 35,2 35,5 33,6 31,4 5.87 6.42 6.97 7.30 7.64 1 5 3 9 1 Göstergeler, s.142, TÜİK, Türkiye Kadınların işteki statüsüne göre dağılımı dünya ortalaması ile kıyaslandığında, 2012 yılı itibariyle ücretli ve maaşlı çalışan kadın oranı Türkiye’de yüzde 54,3, dünya ortalaması yüzde 49,6, işveren kadın oranı Türkiye’de yüzde 1,3, dünya ortalaması yüzde 1,2, kendi hesabına çalışan kadın oranı Türkiye’de yüzde 10,8, dünya ortalaması yüzde 28,2, ücretsiz aile işçisi olarak çalışan kadın oranı Türkiye’de yüzde 33,6, dünya ortalaması yüzde 21’dir. Görüldüğü üzere Türkiye’de ücretli ve maaşlı ve ücretsiz aile işçisi olarak çalışan kadın oranı dünya ortalamasından yüksek, kendi hesabına çalışan kadın oranı dünya ortalamasından düşük, işveren kadın oranı dünya ortalaması ile aynı seviyededir. 65 Tablo 12: İşteki Statüsüne Göre Tarım ve Tarım Dışında Yıllar Tarım 2006 2007 2008 2009 2010 2011 2012 2013 Ücretli ve Maaşlı (Bin) 156 147 170 173 219 238 213 218 % 6,8 10 0,4 434 6,4 9 0,4 435 7,2 14 0,6 400 7,1 7 0,3 408 8,0 10 0,4 426 8,1 8 0,3 434 7,4 8 0,3 413 7,7 5 0,2 406 18,9 1.695 19,0 1.697 17,0 1.770 16,7 1.857 15,6 2.070 14,7 2.26 5 14,4 2.238 14,4 2.197 73,9 2.295 74,2 2.288 75,2 2.354 75,9 2.445 76,0 2.724 76,9 2.94 5 77,9 2.872 77,7 2.826 Ücretli ve Maaşlı(Bin) 2.515 2.663 2.805 2.826 3.041 3.753 4.104 % 84,9 59 2,0 225 86,8 66 2,2 182 86,5 64 2,0 216 82,5 70 2,0 342 82,2 73 2,0 397 3.36 1 83,4 79 2,0 381 84,6 86 1,9 376 85,2 89 1,9 416 7,6 164 5,9 157 6,7 157 10,0 188 10,7 190 9,5 207 8,5 222 8,6 206 5,5 2.964 5,1 3.068 4,8 3.242 5,5 3.426 5,1 3.701 5,1 4.02 8 5,0 4.437 4,3 4.815 İşveren(Bin) % Kendi Hes. Çalışan(Bin) % Ücretsiz Aile İşçisi(Bin) % Toplam Tarım Dışı İşveren(Bin) % Kendi Hes. Çalışan(Bin) % Ücretsiz Aile İşçisi(Bin) % Toplam İstihdam Edilen Kadın Kaynak: TÜİK, İstatistiklerle Kadın, 2011, s.96, TÜİK, Toplumsal Cinsiyet İstatistikleri 2013, s.87. 2013 yılında kadınların iş statüsüne tarım ve tarım dışı şeklinde baktığımızda, tarımda, kadınların yüzde 77,7’si, dörtte üçünden fazlası ücretsiz aile işçisi olarak çalışmaktadır. Tarımda çalışan kadınların ancak 66 yüzde 7,7’si ücretli çalışmaktadır. Tarım dışında ise kadınların yüzde 85,2’sinin ücretli ve yüzde 4,3’ünün ücretsiz aile işçisi olarak çalıştıkları görülmektedir. Tarımda, kadınların ezici çoğunluğu ücretsiz aile işçisi olarak çalışırken, tarım dışı alanda kadınların ezici çoğunluğu ücretli çalışmaktadır. Tarım dışı alanda çalışan kadınların yüzde 1,9’u işveren olarak, yüzde 8,6’sı kendi hesabına çalışmaktadır. Tarımda çalışan kadınların yüzde 0,2’si işveren ve yüzde 14,4’ü kendi hesabına çalışmaktadır. Kadın istihdamını artırmada önemli bir uygulama olan kadın girişimcilerin sayısı ve istihdama katkısı ülkemizde hem tarımda hem de tarım dışında pek de önemli boyutlarda görünmemektedir. Girişimcilik, yeni iş imkanlarının yaratılması açısından büyük önem taşımaktadır. Bu nedenle yeni iş yaratma girişiminde olan kadınlar teşvik edilmelidir. 4. SONUÇ Dünya genelinde kadın istihdamının sektör bazında dağılımına baktığımızda karşımıza iki önemli sektör olarak tarım ve hizmetler sektörü çıkmaktadır. 2005 yılından bu yana küresel düzeyde tarım, kadın istihdamında ana sektör olmaktan çıkmıştır. Günümüzde hizmetler sektöründe daha fazla kadın istihdam edilmektedir. Gelişmiş ülkeler nitelikli kadın iş gücünün halen en yoğun olduğu ülkelerdir ve bu ülkelerde kadın iş gücünün önemli bir bölümü hizmet ve sanayi sektöründe yer almaktadır. Gelişmekte olan ülkelerde ise kadınların büyük çoğunluğu tarım sektöründe yoğunlaşmaktadır. Çalışan kadınların işteki durumuna bakıldığında ise önemli bir bölümünün ücretli ve maaşlı statüsünde çalıştığı görülmektedir. Küresel düzeyde kendi hesabına çalışan kadınların oranı, ücretsiz aile işçisi olarak çalışan kadınların oranından fazladır. İşveren olarak çalışan kadınların oranı ise küresel düzeyde çok düşüktür. Kadın işgücünün ve istihdamının artması ve bunun yanında özellikle üretici, işveren, kendi işinin sahibi kadın sayısının artmasında ülkelerin uygulayacağı pozitif politikaların etkisi olacaktır. Kadınlara finansal, eğitimsel, sosyal ve kültürel alanda yapılacak yatırımın her yerde tam ve üretken ekonomik potansiyellerine ulaşmaya yardımı olacaktır ve ulusal, bölgesel, küresel düzeyde ekonomik gelişmeye katkı sağlayacaktır. Üretken ve huzurlu bir toplum yaratılmasında kadın istihdamının önemi küçümsenemez. Ülkemizde kadınların işgücüne katılmalarının ve kadın istihdamının ulusal ekonomi için önemi kabul görmeye başlamasına rağmen halen istenilen düzeye ulaşılamamıştır. Gelişmiş ülkelere kıyasla tarım sektöründe istihdam edilen kadın oranı hala çok yüksek, hizmetler sektöründe istihdam edilen kadın oranı ise düşüktür. Kadınların 67 istihdamdaki statülerine göre dağılımı incelendiğinde önemli bir bölümünün ücretli ve maaşlı statüsünde çalıştığı görülmektedir ama kadınların ücretsiz aile işçiliği konumları hala yüksek bir oranda sürmektedir. Türkiye’de ücretli ve maaşlı ve ücretsiz aile işçisi olarak çalışan kadın oranı dünya ortalamasından yüksek, kendi hesabına çalışan kadın oranı dünya ortalamasından düşük, işveren kadın oranı dünya ortalaması ile aynı seviyededir. Kadının işgücüne ve üretime katılımı, ülkenin kalkınması açısından olmazsa olmaz gereklerden biridir. Türkiye’de kadının işgücü piyasasına girişini sağlayacak koşullar oluşturulamadığından, çalışma yaşamında kadınlar yeterli oranda yer alamamaktadır. Daha fazla kadını işgücü piyasasına çekmek ve rekabet edebilmelerini sağlamanın ilk adımı ülkenin her yerinde kadınlara, erkeklerle eşit eğitim erişimi ve fırsat eşitliği sağlanmasıdır. Özetle, Türkiye’de ekonomik ve sosyal politikaların merkezinde kadınların işgücüne katılımının ve istihdamının arttırılması yer almalıdır. KAYNAKÇA Akgeyik, T. (2004). Türkiye’de İşsizlik ve İstihdam Politikaları, İktisat Fakültesi Mecmuası, Cilt 54, Sayı 2, İstanbul. Aksoy, C. (2006). İstanbul Teşvikiye Mahallesindeki Çalışan Kadınların ve Ev Kadınlarının Aile Yaşantılarının Karşılaştırmalı Olarak Sosyal Antropolojik Açıdan İncelenmesi,’’ Ankara Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, Antropoloji (Sosyal Antropoloji) Anabilim Dalı, Yüksek Lisans Tezi, Ankara. Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı. (2010). Ulusal İstihdam Stratejisi Eylem Planı: İstihdamda Dezavantajlı Grupların İşgücüne Katılımını Artırmak. Eurostat. (2014). The EU in the world 2014 — a statistical portrait, eurostat, Statistical books, Belgium. Eurostat. (2011). Labour market statistics, Pocketbooks, Belgium. IFC. www.ifc.org/wps/wcm/connect/.../chapter9.pdf, Erişim Tarihi:10.02.2015. ILO. (2002). Türkiye’de Gezici ve Geçici Kadın Tarım İşçilerinin Çalışma ve Yaşam Koşulları ve Sorunları, Ankara. ILO. (2007). Global Employment Trends for Women Brief, Ref: 978-92-2120136-6[ISBN]. ILO. (2010). Women in Labour Markets: Measuring Progress and Identifiying Challenges, Geneva. ILO. (2011). Global Employment Trends, Geneva. 68 ILO. (2012). Global Employment Trends, Geneva. ILO. (2013). Global Employment Trends, Geneva. ILO. (2014). Global Employment Trends, Geneva. ITUC. (2011). Living with Economic Insecurity: Women in Precarious Work, ITUC Report. KSGM. (1999). İşgücü Yetiştirme Kurslarının Kadın istihdamına Katkısı: İş ve İşçi Bulma Kurumu İşgücü Yetiştirme ve Mesleki Rehabilitasyon Hizmetlerinin Kadın İstihdamına Katkısı Açısından Değerlendirilmesi, Ankara. Murat, S. (2007). Dünden Bugüne İstanbul’un İşgücü ve İstihdam Yapısı, İTO Yayını, Yayın No: 2007-73, İstanbul. OECD. (2012). OECD Week, Gender Equality in Education, Employment and Entrepreneurship: Final Report to the MCM 2012. OECD. (2014). Employment Outlook 2014, OECD Publishing. Pınarcıoğlu, Ş. N. (2006). Kentlerde Kadınların İşgücü ve İstihdama Katılım Sorunları: İzmit Örneği, Kocaeli Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Yüksek Lisans Tezi, Kocaeli. Sapancalı, F. (2000). Yeni Binyıla Girerken Türkiye’de İşgücü Piyasası, Kamu-İş Dergisi, Cilt:6, Sayı:1. Toksöz, G. (2007). Türkiye’de Kadın İstihdamının Durumu, Uluslararası Çalışma Örgütü, Ankara. TÜİK. (2010). İstatistik Göstergeler, 1923-2009, Yayın No: 3493, Ankara. TÜİK. (2010). Türkiye İstatistik Yıllığı 2009, Yayın No:3436, Ankara. TÜİK. (2011). Türkiye İstatistik Yıllığı 2010, Yayın No:3522, Ankara. TÜİK. (2012). Türkiye İstatistik Yıllığı 2011, Yayın No:3665, Ankara. TÜİK. (2012). İstatistiklerle Kadın 2011, Yayın No: 3660, Ankara. TÜİK. (2014). Türkiye İstatistik Yıllığı 2013, Yayın No:4175, Ankara. TÜİK (2014).Toplumsal Cinsiyet İstatistikleri 2013,Yayın No:4153, Ankara. TÜİK. Nüfus İstatistikleri, http://www.tuik.gov.tr, Erişim Tarihi:11.02.2015. TÜİK. İşgücü İstatistikleri Veri Tabanı, http://www.tuik.gov.tr, Erişim Tarihi:11.02.2015. TÜSİAD-KAGİDER. (2008). Türkiye’de Toplumsal Cinsiyet Eşitsizliği: Sorunlar, Öncelikler ve Çözüm Önerileri, Yayın No. Tüsiad-T/2008-07/468, İstanbul. United Nations. (2010). The World’s Women 2010, Trends and Statistics, New York. UN Women, (2015). Progress of the World’s Women 2015-2016, Transforming Economies, Realizing Rights. 69 Word Bank. (2009). Türkiye’de Kadınların İşgücüne Katılımı: Eğilimler, Belirleyici Faktörler ve Politika Çerçevesi. http://www.database.eruostat, Erişim Tarihi: 25.05.2015. http://www.data.oecd.org/, Erişim Tarihi:25.05.2015. http://www.unescap.org/stat/data, Erişim Tarihi:07.02.2015. http://www.data.worldbank.org, Erişim Tarihi: 24.05.2015. 70 THE ENVIRONMENTAL POLICY DECISION MAKING PROCESS IN THE EU Neriman HOCAOĞLU BAHADIR1 1 Öğr.Gör., Kırklareli Üniversitesi - Fen Edebiyat Fakültesi, nerimanhocaogl@gmail.com ÖZET Avrupa Birliği'nin (AB) tarımdan ulaşıma pekçok farklı politika alanı bulunmaktadır. Çevre AB'nin politika alanlarında biridir. Çevre politikası 1970li yıllardan beri gelişmektedir. Bu politika lanı Avrupa Tek Senedi ile antlaşmalara girmiştir. Daha sonraki antlaşmalarla yasal düzenlemeler yapılmıştır. Bu çalışmada, sürecin zaman içerisinde nasıl ve ne yönde değiştiğini görmek için çevre politikasına ilişkin karar alma ile ilgili düzenlemeler incelenmiştir. Bu değişikikleri görmek için önce çevre politikası açıklanmış, daha sonra karar alma süreci değerlendirilmiş ve son olarak kısa bir bir teorik bir değerlendirme yapılmıştır. Anahta sözcükler: karar alma, çevre politikası, Avrupa Komisyon, Avrupa Devlet ve Hükümet Başkanları Konseyi, Avrupa Parlamentosu ABSTRACT European Union (EU) has many different policy areas which differ from agriculture to transport. Environment is one of the policy areas of the EU. The environmental policy has developed since the 1970s. This policy area got treaty base with the Single European Act. There were amendments with the treaties. The decision making process was also amended with the treaties. In this paper amendments related to environmental policy decision making has been analysed in order to see how the process changed in time and in what way. To see this changes firstly the environment policy is explained and then the decision making process is evaluated and lastly a brief theoretical evaluation was given. Key words: decision-making, environmental policy, the European Commission, the European Council, the European Parliament INTRODUCTION European integration is a process which started with the European Coal and Steel Community and evolved. At its beginning there were some policy areas related to coal and steel community but in time, in line with the 71 requirements the policies got varied. The environmental policy is one of the policy areas which came to the fore in the 1970s and it got treaty base with the Single European Act (SEA). The SEA included the first environmental decision making issues. The other treaties signed after this treaty amended some of the provisions and the environmental policy evolved. The Lisbon Treaty is the last treaty which includes amendments related to the decision making in the environmental policy. In this paper, decision-making changes related to environmental policy are analysed. The argumentation of this paper is that the decision making in the environmental policy area has changed and become more supranational. To confirm this claim, the paper is composed of three titles and the changes related to environmental decision making are given in time sequence. In the first part, environmental policy is explained to form an introduction and basis for the article. Then changes related to the decision making in the environmental policy area in the European Union (EU) are analysed. In the third part a brief theoretical evaluation of the decision making process is given. And the last part is conclusion. 1. THE ENVIRONMENTAL POLICY Since its foundation, the EU has changed and developed a lot. New policy areas emerged with the needs of the developing union and the environmental policy is one of these new emerging areas. It was not mentioned in the Treaty of Rome. It was first mentioned in the Single European Act (SEA) in 1987. But before the SEA, the 1 st Environmental Action Programme (EAP) was drafted by the European Commission in 1973. After the 1st EAP six more EAPs have been adopted. The 1st EAP lasted for three years from 1973 to 1976. The 1 st EAP included actions related to prevention and reducing the noise and pollution, enhancing life quality and environment and cooperation with international organisations in dealing with environmental problems (Budak, 2000: 223). These were the first goals of the environmental policy. After the 1 st EAP, two more EAPs were adopted till 1987. The environmental policy became one of the most growing policy areas between 1973 and 1985 as 120 directives, 27 decisions and 14 regulations were issued (Burchell and Lightfoot, 2001:36). Surface Water Directive, Drinking Water Directive and directive about the assessment of the effects of certain public and private projects on the environment are some of the directives of that period. In 72 1987 European environmental policy gained legal treaty basis with the SEA (europa.eu/legislation_summaries). Till gaining treaty basis, the EAPs played important role in the development of the European environmental policy. After the SEA, three more EAPs were adopted. The EAPs were not legally binding programmes (Bahr, 2010:75) at first but the 6th EAP arranged to be legally binding and the European institutions are bound to it (Klane and Albrecht, 2005:21). The 7th EAP entered into force in 2014 and the priority areas are issues related with natural capitals, resource-efficient economies and protecting the citizens from environment related pressures as well as making cities sustainable and dealing with environment and climate more efficiently (http://ec.europa.eu/environment/newprg/). The priority areas in the 7th EAP may be a sign of development in the environmental policy as the goals of the 1st EAP were just related with general problems such as noise, pollution, life quality but the 7th EAP is more specific. Environmental policy has many goals related to the environment which has been set in different texts. The environmental goals which were set in the Treaty of Lisbon (Article 191 TFEU) were; "-preserving, protecting and improving the quality of the environment - protecting human health; - prudent and rational utilisation of natural resources -promoting measures at international level to deal with regional or worldwide environmental problems and in particular combating climate change” (http://eur-lex.europa.eu) These goals emerged in time in accordance with the new developments and the needs of the EU. Like in the last EAP, combating with climate change was also included in the Lisbon Treaty as a policy objective. During the development process of the environmental policy some principles were also set. Some of these principles were set in the EAPs and some of them were set with the treaties. The key principles of the environmental policy are the polluter pays principle, subsidiarity principle, integration principle, the precautionary principle, correction (rectification) at source, the sustainable development principle and relevant principles (Seht and Ott, 2000). The principle of high level of environmental protection can also be added to this list. The polluter pays principle refers that the person or the company, which caused the pollution, rather than the whole society, and the polluter should pay to address the problems (Benson and Jordan, 2010a: 361). As Seht and 73 Ott states this principle “provides a direct incentive for potential polluters not to pollute” (Seht and Ott, 2000: 12). So the principle aims to prevent pollution by causing the polluter to pay. The subsidiarity principle was first introduced in the environmental policy area in the SEA in 1987 and then it was extended to other fields. This principle aims to regulate the use of powers in the EU (Sadeleer, 2012: 2). As it is stated in the European Parliament Fact Sheets the subsidiarity principle has two aims. One of them is to allow the Community to act if a problem cannot be adequately settled by the Member States and to protect the Member States decision making capacity (www.europarl.europa.eu). This principle gives Member States a right to decide in local level, more close to citizens. The environmental policy integration principle is also one of the principles of the European environmental policy. Environmental policy integration aims to provide environmental dimensions in other policy areas so in this way environmental policy will be more integrated with other policy areas and it will also serve to the sustainable development aims (www.eea.europa.eu). Another principle is the precautionary principle which “enables rapid response in the face of a possible danger to human, animal or plant health, or to protect the environment”(europa.eu/legislation_summaries). Here it is important to be able to act rapidly without waiting to see the hazardous results of any kind of disaster or damage. Preventive action was first mentioned in the SEA and it refers to the prevention of the harm. According to this principle it is stated that “prevention is better than cure” (Home, 2007: 8). This includes early action before the harm occurs so undesired results can be prevented. The rectification at source principle’s early regulation can be seen in the Council’s resolution on the 3rd EAP. There it was stated that the actions should be taken in the area of pollution especially at the source (Kramer, 2003: 12). Here the aim can be both early action and preventing spread of the pollution or the risk. Another principle is sustainable development principle. This principle is seen nearly in all policy areas and the aim of this principle is to “meet the needs of the present without compromising the ability of future generations 74 to meet their own needs” (www.un-documents.net). So here the aim is to meet the needs without putting the needs of the future in danger. The last principle which is listed above is the high level of environmental protection. With this principle it was aimed to provide high level of protection. It was first mentioned in the SEA and it was included in Article 2 as an introductory principle (Mahmoudi, 4). It is clear that all the principles of environmental policy of the EU aim to protect the environment and prevent the possible environmental risks and they also aim to progress the quality of the environment for better future. 2. DECISION MAKING IN ENVIRONMENTAL POLICY In this part decision making in environmental policy is analysed. Firstly the evolution of the environmental policy and the decision making is given and then the institutions which take part in environmental decision making process are stated and lastly decision making in environmental policy is briefly explained. 2.1. THE EVOLUTION OF THE ENVIRONMENT POLICY WITH THE TREATIES As stated above, the SEA was the first treaty that had articles related to the environment and it also included articles related to environmental decision making and it gave a legal basis to the EU environmental policy. These articles were 100a, 130r, 130s, 130t. Article 100a was related with establishing the internal market. In establishing the internal market the Council shall act by a qualified majority (Benson and Jordan, 2010a: 363). Article 130r was related with the environmental goals of the EU. The preventive action principle, rectification at source principle and polluters pay principle were also stated in this article. There was also a reference to the economic and social development of the Community which evokes sustainable development. In the fourth paragraph of the same article referred to at what level the actions related to the environment should be taken. Here it was stated that the Community should take action when the goals could be attained better. And lastly it was emphasized that there should be a cooperation with the third states. (ec.europa.eu/economy_finance) This Article was stated under the Environment Title so all paragraphs were related to environment. 75 Article 130s and 130t were shorter than the 130r. Both of them consist of one paragraph. Article 130s was related with the decision-making of the EU. Here the institutions which take part in decision making process were listed. Article 130t gave permission to the Member States to take more stringent protective measures (ec.europa.eu/economy_finance). So the Member States, which want to set more stringent measures, were not precluded. The Maastricht Treaty provided further clarification in the environmental policy of the EU (McCORMICK, 2004: 308). In Article 2 the task of the EU was stated as; "The Community shall have as its task, by establishing a common market and an economic and monetary union and by implementing the common policies or activities referred to in Articles 3 and 3a, to promote throughout the Community a harmonious and balanced development of economic activities, sustainable and noninflationary growth respecting the environment, a high degree of convergence of economic performance, a high level of employment and of social protection, the raising of the standard of living and quality of life, and economic and social cohesion and solidarity among Member States." (www.eurotreaties.com) In this Article “sustainable and non-inflationary growth respecting the environment” was given as a task. There were not many changes in Articles 130r, 130s and 130t in the Treaty but the Treaty extended the qualified majority voting (QMV) to almost all areas (Benson and Jordan, 2010a: 363). This is one of the most important development in the context of environmental policy in the Treaty as it shows that any Member State in the Council would not have right to block a decision related to environment. Another development that took place in the Treaty was the co-decision procedure. With this new decision making procedure, the European Parliament (EP) got power to veto draft legislation (Davies, 2013: 31). Sustainable Development became one of the most important principles in the Amsterdam Treaty and there were amendments related to it. There was an amendment in the Maastricht Treaty’s preamble where sustainable development was added as a principle which should be considered and there were also amendments in the new articles 2 and 6 in the Amsterdam Treaty (Mahmoudi, 2). Another principle which was stated in the Amsterdam Treaty was environmental policy integration principle which aimed integrating environmental decisions with other EU policies. This principle was also stated in the previous treaties but with a different wording, it became clearer 76 in the Amsterdam Treaty (Mahmoudi, 4). Here it is crucial to state that this principle may lead the EU policies to be more environmental. The Amsterdam Treaty also extended the QMV to almost all areas and increased the power of the EP (Benson and Jordan, 2010a: 363). Each treaty contributed the environmental decision making process of the EU. Deciding by QMV in the Council is an important step which weakens the intergovernmental structure of the Council. There were also amendments in the Lisbon Treaty. Some of them were the amendments related to the sustainable development in Article 3. According to David Benson and Andrew Jordan these changes made the sustainable development a specific policy goal in the EU’s external relations. They also referred to changes related to environmental policy integration. The changes which they stated about the environmental policy integration took place in Article 11. They also stated that the Treaty would re-allocate some powers such as civil protection, climate change, energy production and consumption from Member States to the EU (Benson and Jordan, 2010b: 469). This can be evaluated as environmental policy is becoming more supranational as the level of competence of the Member States will diminish. Article 192 gave the details for the decision making procedures. According to Article 192(1); “The European Parliament and the Council, acting in accordance with the ordinary legislative procedure and after consulting the Economic and Social Committee and the Committee of the Regions, shall decide what action is to be taken by the Union in order to achieve the objectives referred to in Article 191.”(eur-lex.europa.eu) Here the institutions which take part in the decision making process of the EU were given. Article 192(2) gave details of using unanimity in the Council. According to this paragraph; “ the Council acting unanimously in accordance with a special legislative procedure and after consulting the European Parliament, the Economic and Social Committee and the Committee of the Regions, shall adopt: (a) provisions primarily of a fiscal nature; (b) measures affecting: — town and country planning, — quantitative management of water resources or affecting, directly or indirectly, the availability of those resources, — land use, with the exception of waste management; (c) measures significantly affecting a Member State’s choice between different energy sources and the general structure of its energy supply.” (eur-lex.europa.eu) 77 Here it should be stated that there are still some issues that require unanimous voting and these are the issues which Member States do not want to leave the control. These issues can be seen as the symbols of sovereign Member States. They still insist on acting on their own, deciding on their own about these issues. Article 193 allowed Member States to have stringent measures (eurlex.europa.eu). As stated in the SEA Article 130t this article gave permission to the Member States to set more stringent environmental measures. But this Article shows that the EU gets lightest measures which will be appropriate for all the Member States. Deciding on common measures is difficult for a union with 28 members which have different environmental problems, interests and priorities. So not preventing stringent environmental measures may be a sign of inefficient common environmental policy. These all developments and amendments related to the environmental policy and environmental decision making have formed more powerful, more direct, more democratic more supranational environmental policy within the Europe. The decision making procedure which is ordinary legislative procedure (ex co-decision) provides both the Council and the EP to take part in decision making process and this make this process more democratic as the EP is included in the process. The principles define the movement area of the environmental policy which becomes wider and more powerful day by day. The extension of the QMV to many environmental issues makes the environmental policy more supranational. But the weaknesses such as meeting at the lowest level, till deciding on some environmental issues by unanimous vote and giving the Member States more power on environmental issues should also be remembered. 2.2 THE INSTITUTIONS OF THE ENVIRONMENT POLICY In this part the EU institutions which take part in environmental decision making process and some of the institutions which provides information and source for decision making process are evaluated to see their contribution to the process. As stated before the main decision making procedure for the environmental issues is ordinary legislative procedure in which the decisions are made with both the EP and the Council. Neither of the institutions can make a decision without the other's assent. Co-decision procedure was established with the Maastricht Treaty and has had some changes with the treaties 78 (ec.europa.eu/codecision). The involvement of the EP in environmental decision making is an important reform. Because the EP is the only European institution elected democratically. Decision-making bodies in the EU are; European Commission and the Environment Directorate-General, the EP, the Council, Advisory Committees such as the European Economic and Social Committee and the Committee of the Regions, the European Court of Justice. There are also some other institutions, which provide information and source, such as European Environment Agency (EEA), European Investment Bank (EIB). Each of these institutions are explained briefly under separate titles but the Economic and Social Committee and the Committee of the Regions which are the advisory committees are not explained as they do not take place directly in the process. 2.2.1. The European Commission and the Directorate General for the Environment The Commission as an EU institution has the ‘right of initiative’. In other words, it has right to draw up proposals for new EU legislation and after drawing up a proposal it presents the proposal to the EP and the Council but proposing new legislation is not the only responsibility of the Commission; managing and implementing EU policies and the budget, representing the EU and enforcing EU law are the other responsibilities of the Commission (ec.europa.eu/archives). The Commission has 40 directorate generals (DGs) and each of them is responsible for a different policy area (ec.europa.eu/dgs). The DG Environment is one of them. Karmenu Vella, who is a Maltese, became the The European Commissioner for the Environment, Maritime Affairs and Fisheries in 2014 for 5 years (ec.europa.eu). As it is stated on its website the objective of the DG is “to protect, preserve and improve the environment for present and future generations” (ec.europa.eu/dgs). The DG has some responsibilities such as proposing policies related to the environment, making sure that the Member States apply EU environmental law, representing the EU at international meetings such as the United Nations Convention on Biodiversity and financing projects about environmental protection in the EU(ec.europa.eu/dgs). 79 So it can be stated that decision making process starts with the Commission. The Commission is the institution which has right to initiate the process. 2.2.2. THE EUROPEAN PARLIAMENT One of the institutions in ordinary legislative procedure is the EP. After the adoption of the proposal, the proposal is forwarded to the Council and the EP as the EP has equal right with the Council in ordinary legislative procedure. After the EP gets the proposal the process starts within the EP. Here the EP delivers a position at first reading. It is discussed and amended within the relevant parliamentary committee. It is debated in plenary session and adopted by a simple majority. There is no time limit for the EP’s decision.( ec.europa.eu/codecision/). The EP is a supranational body and it has 751 Members now (www.europarl.europa.eu). The EP has 24 committees. Environment, Public Health and Food Safety is one of its committees. It has 69 members. Its chairman is Giovanni La Via (www.europarl.europa.eu). It should be restated that the environmental decision making process got more democratic status with the involvement of the EP in the process. As the EP is the only elected institution of the EU and it represents the citizens of the Union. 2.2.3. THE COUNCIL Another institution of the environmental decision making process is the Council. As stated above the adopted proposal is also sent to the Council which shares legislative power in ordinary legislative procedure. It gives its position on the basis of the Commission’s proposal, in the light of the EP’s first reading and resultant amendments. ( ec.europa.eu/codecision/). The Council is an intergovernmental institution. It is the legislative body of the EU which shares this authority with the EP. The Council adopts legislative acts, helps coordinate Member States' policies, develops the common foreign and security policy, concludes international agreements on behalf of the EU and adopts the EU's budget, together with the EP (www.consilium.europa.eu). The Council meetings of the different sectorial Councils take place only a few times a year. There are both A- and B-items on the agenda of which only the latter are under discussion becauseA-items are negotiated at the 80 level of Coreper and they need only the formal approval of ministers (Andersen and Rasmussen, 1998: 586) so all the issues are not discussed in the meetings. Coreper prepares some of the decisions and the Council approve them. The Council decides on most of the environmental issues by QMV. But fiscal affairs, land-use planning, certain aspects of water resource management and the selection of energy sources are not decided by QMV as stated in the Lisbon Treaty (Benson and Jordan, 2010b: 472). It is a widely held view that decision-making by QMV will allow the Council to speed up the pace of decision-making, as no individual Member State will be able to hold up decisions (Andersen and Rasmussen, 1998: 586). 2.2.4. THE EUROPEAN COURT OF JUSTICE The European Court of Justice (ECJ) gives rulings on cases brought before it. It had an important role in early environmental decision making process. It adjudicated some Treaty games and often resolved them in favour of the Commission. It had a crucial role “in establishing the legal importance of EU environmental policy via rulings on the direct effect of ruling.” (Benson and Jordan, 2010a: 363). As there was not any treaty provisions related to the environment, the ECJ got an important duty. But in time the environmental issues got into the treaties and it may be stated that the ECJ lost its previous importance. 2.2.5. EUROPEAN ENVIRONMENT AGENCY In environmental decision making process the EEA is one of the institutions that provides information. It is an agency of the EU and as it is stated on the webpage it is “a major information source for those involved in developing, adopting, implementing and evaluating environmental policy, and also the general public” (www.eea.europa.eu). The EEA started to work in 1994 with a regulation and the same regulation also established the European Environment Information and Observation Network (EIONET) (www.eea.europa.eu). It serves the EU as an information source. 81 2.2.6. EUROPEAN INVESTMENT BANK The EIB is another institution which can be referred in the environmental policy area. It is not directly involved in the environmental decision making but it provides source for this policy area. It is the EU Bank which represents the interests of the Member States. The EIB's role is to provide finance and expertise for the investment projects. It also supports the EU's policy objectives in some areas.The EIB works with the EP and the other EU institutions. (www.eib.org) The EIB had an initiative which was called the European Principles for the Environment (EPE). A declaration on EPE was signed in 2006 and it was stated that the signatories of the Declaration have responsibilities to protect and improve the environment in the interest of sustainable development and it was added that they aim to promote the best practices in the fields of environment management, transparency, public consultation and reporting (www.eib.org). As it can be seen this initiative also aims to provide environmental protection and sustainable development. 3. THEORETICAL EVALUATION OF THE DECISIONMAKING IN THE ENVIRONMENTAL POLICY In this part, it is evaluated whether the decision-making in the environmental policy has intergovernmental or supranational features and the theoretical evolution was also analysed. When the environmental decision making process is analysed it cannot be stated that the process is completely intergovernmental or completely supranational. But there have been changes in time and it can be stated that these changes, developments show that there has been a tendency towards supranational approach. Adriaan Schout and Sarah Wolff associated supranationalism with the elements of the previous Community method such as hierarchical political control by the EP and Council, depoliticised policy input from the Commission and politicised negotiations between the co-legislators (Schout and Wolff, 2010: 8). They stated that intergovernmentalism is “based on unanimity voting and hierarchical control by national governments.” (Schout and Wolff, 2010: 8). This shows that environmental decisionmaking both has intergovernmental and supranational features because there 82 are still some environmental issues which are decided by unanimity in the Council but it is also should not be forgotten that the unanimity voting is limited to some specific issues such as fiscal issues and the usage of QMV in the Council for environmental issues have been expanded. This can be a sign of shift from intergovernmentalism to supranationalism. According to Weale, DG Environment learnt to exploit opportunities and colonize institutional niches and when they appeared and he gave this as an example of the Monnet’s neo-functionalist method of integrating by stealth (Benson and Jordan, 2010a: 365). The environmental decision-making process in the EU has had more supranational features in time. As environmental issues are decided by ordinary legislative procedure and both the Council (intergovernmental institution) and the EP (supranational institution) take part in this process. Deciding on environmental issues by QMV rather than unanimous voting in the Council indicates that the process is getting more flexible. And this is also an indicator of leaving intergovernmental roots. As stated in “Cases and Materials in EU Law” the decision-making in the EU has supranational elements such as the role of the Commission, ordinary legislative procedure rights of the EP and QMV in the Council, but important issues such as fiscal issues are decided by unanimity and this is the point which makes difficult to decide if the EU decision making is supranational or intergovernmental (Weatherill, 2007: 676). It is same for the environmental decision making. Here it cannot be stated that the decision making is completely supranational or intergovernmental. But it is important to be aware of the shift from intergovernmentalism to supranationalism in the environmental decision making. CONCLUSION In this paper, the environmental policy and the decision making process in the environmental policy is evaluated. In the first part of the paper, the environmental policy which is a recent policy area in the EU is explained briefly to form the basis of the paper. In the second part, the evolution of the environmental policy and the environmental decision making process are evaluated to see how and in what way the policy itself and the decision making process changed. Here also most of the institutions which take part in the decision making process are given separately. And the last part is the theoretical evaluation of the environmental decision making process. 83 As a recent policy, the environmental policy has evolved since its first appearance in the EAPs. It had treaty base with the SEA and each new treaty added something to its development. The Lisbon Treaty followed the Maastricht, Amsterdam and Nice treaties in making successively small changes to the environmental acquis communautaire. After all, environmental policy has established itself as an area of EU competence. In the decision making of environmental policy there has been a shift away from voting by unanimity to majority voting. It should be also stated that making-decisions by ordinary legislative procedure is an important point as both the Council and the EP take part in this process. This makes the process more democratic. In time the process has become more democratic, more powerful, and more supranational. The ordinary legislative procedure which is the decision making procedure, the principles and the extension of the QMV to many environmental issues contributed to the process but there are still issues to be changed to contribute more to the process. REFERENCES Andersen, M. S. and L. N. Rasmussen. "The Making of Environmental Policy in the European Council", JCMS, Vol:36, No:4, 1998. Bahr, H., (2010). "The Politics of Means and Ends: Policy Instruments in the European Union", Ashgate Publishing Limited, England. Benson, D. and A. Jordan, (2010a). “Environmental Policy”, Michelle Cini and Perez Nieves - Borraggan Solorzano (ed.), European Union Politics ,Oxford University Press, New York. Benson, D. and A. Jordan. "European Union Environmental Policy after the Lisbon Treaty: plus ça change, plus c’est la meme chose?", Environmental Politics, Vol:19, No:3, (2010b). Budak, S., (2000). "Avrupa Birliği ve Türk Çevre Politikası", Büke Yayınları, Istanbul. Burchell, J. and S. Lightfoot, (2001). "The Greening of the European Union?", Sheffield Academic Press, London. Davies, K., (2013). "Understanding European Union Law", Routledge, p.31, Oxon. Home, R., (2007) "A Short Guide to European Environmental Law, Papers in Land Management", No: 4, http://www.anglia.ac.uk/ruskin/en/home/faculties/alss/deps/law/staff0/home.Mainco ntent.0010.file.tmp/No4-IntroEurEnvLaw.pdf, 28.05.2012. Klane, C. and E. Albrecht., (2005) “Purpose and Background of the European SEA Directive”, Michael Schmidt, Eike Albrecht (eds)., Implementing Strategic Environmental Assessment, Springer, Germany. 84 Kramer, L., (2003). "The Genesis of EC Environmental Principles, Research Papers in Law", www.coleurope.eu/.../ResearchPaper_7_2003_Kramer.pdf, 28.05.2012. Mahmoudi, S. "Protection of European Environment After the Amsterdam", http://www.scandinavianlaw.se/pdf/39-8.pdf (28.05.2012). McCORMICK, J., (2004). éThe European Union Politics and Policies: Agricultural and Environmental Policy", Fourth Edition, Westview Press, United States of America. Sadeleer, N. de., (2012). "Principle of Subsidiarity and the EU Environmental Policy", JEEPL, No: 9.1, http://www.desadeleer.eu/uploads/papers/JEEP_009_01_DeSadeleer-1.pdf (27.05.2012). Seht, H. von and H. E. Ott, (2000). "EU Environmental Principles:Implementation in Germany", Wuppertal Papers, No:105, http://epub.wupperinst.org/files/1077/WP105.pdf, 27.05.2012. Weatherill, S., (2007). "Cases and Materials on EU Law", Oxford University Press, United States. Internet: CONSILIUM, The Council of the European Union, http://www.consilium.europa.eu/council?lang=en, 14.04.2015. Europa, Codecision, http://ec.europa.eu/codecision/stepbystep/text/index_en.htm, 29.04.2012. Europa, Environment, http://europa.eu/legislation_summaries/institutional_affairs/treaties/amsterdam_treat y/a15000_en.htm, 21.05.2015. Europa, Environment Directorate-General, http://ec.europa.eu/dgs/environment/index_en.htm 01.05.2015. Europa, How the European Union Works: Your Guide to the EU Institutions, http://ec.europa.eu/archives/publications/booklets/eu_glance/68/en.pdf, 19.05.2015. Europa, The Precautionary Principle, http://europa.eu/legislation_summaries/consumers/consumer_safety/l32042_en.htm, 18.05.2015. European Commission, Roadmap, http://ec.europa.eu/governance/impact/planned_ia/docs/2012_env_013_7th_environ mental_action_programme_en.pdf, 27.05.2012. European Commission, The Co-Decision or Ordinary Legislative Procedure, http://ec.europa.eu/codecision/procedure/index_en.htm, 28.05.2012. European Environment Agency, Environmental policy integration in Europe - the role of administrations, http://www.eea.europa.eu/highlights/Ann1120649962, 28.04.2015. European Environment Agency, Who we are, http://www.eea.europa.eu/about-us, 29.04.2015. European Investment Bank, EIB at a Glance, http://www.eib.org/about/index.htm, 29.05.2015. 85 European Investment Bank, Declaration on the European Principles for the Environment (EPE), http://www.eib.org/infocentre/publications/all/europeanprinciples-for-the-environment.htm, 29.05.2015. European Parliament, Environment, Public Health and Food Safety, http://www.europarl.europa.eu/committees/en/envi/home.html, 29.05.2015. European Parliament, MEPs, http://www.europarl.europa.eu/meps/en/map.html, 29.05.2015. European Parliament, European Parliament Fact Sheets: The Principle of Subsidiarity, http://www.europarl.europa.eu/aboutparliament/en/displayFtu.html?ftuId=FTU_1.2. 2.html, 27.05.2015. EUROTREATIES, The Maastricht Treaty,http://www.eurotreaties.com/maastrichtec.pdf, 28.05.2015. Official Journal of the European Union, Consolidated Versions of the Treaty on European Union and The Treaty on the Functioning of the European Union, (2010/C 83/01), http://eurlex.europa.eu/LexUriServ/LexUriServ.do?uri=OJ:C:2010:083:FULL:EN:PDF, 27.05.2015. UN, Our Common Future, Chapter 2: Towards Sustainable Development, http://www.un-documents.net/ocf-02.htm#I, 28.05.2015. 86 SİNEMA’DA SANATIN İFLASI: PROPAGANDA SİNEMASI 1 Mehmet Utku ŞENTÜRK Maltepe Üniversitesi İletişim Bilimleri Doktora Öğrencisi, utkusenturk@maltepe.edu.tr 1 PROPAGANDA NEDİR? Propaganda özünde bir iletişim ve halkla ilişkiler sürecidir. Bu süreçlerin de özünde bir ikna çabası olmasını, amaçlarını ve metotlarını göz önünde bulundurduğumuzda, bizi propagandanın bir gizli ikna süreci olması sonucuna çıkarabilir. Propagandanın pek çok tanımı olabilir. Ancak hepsinin birleştiği ortak nokta, propagandanın bir grubun çıkarlarını destekleyen, bilerek çarpıtılmış ya da saptırılmış bilgi anlamına gelmesidir. Propaganda; bir topluluğun düşüncelerini, duygularını davranışlarını, tavır ve hareketlerini etki altında tutmak ve onları değiştirmek amacıyla yayınlanan bilgi, belge, doktrin ve görüşlerdir. Halkın bir konu veya olayla ilgili görüşlerini değiştirmeyi amaçlarlar. Zaten inanan insanlara onlara inançlarını destekleyecek yanlış bilgi vermeyi de içerir. (Asıl hedef zaten inanmaya meyilli olanlardır. Çünkü tutum değiştirmek, tutumu güçlendirmekten çok daha zordur.) Propagandayı diğer iletişim ve ikna çabalarından ayıran en temel özellikleri ise tek yönlü bir iletişim süreci olması ve kandırma ve kafa karıştırmanın araç olarak kullanılmasıdır. PROPAGANDA SİNEMASINA KISA BİR BAKIŞ Sinemanın varoluşundan beri beyaz perde politik, ideolojik veya kültürel bir propaganda aracı olmaktan kendini kurtaramadı. Sinemanın bir sanat dalı olduğunu düşünecek olursak, propagandanın bir sanat dalına sirayet etmesi etik açıdan uygun değildir. Sanatın ruhuna ve biçimselliğine ters bir olgudur. Günümüzde ve geçmişte de, bu konu birçok defa güncel hale gelmiş ve çoğu kesim tarafından eleştirilmiştir. Özellikle 2. Dünya Savaşı yıllarında Nazi Almanyası‘nın sinemanın gücünü keşfederek beyaz perdeyi bir propaganda aracı haline getirmesi ve Amerika’nın 87 Hollywood yoluyla sinema üzerinde yaptığı kültürel propaganda; sinema ve propaganda olgularının en somut olarak iç içe geçtiği örneklerdir. Sonuç olarak bu iç içeliğin tanımlanması da kaçınılmaz oldu; ve buna ”propaganda sineması” denildi. Atilla Dorsay, Sinema ve Çağımız isimli kitabında bu konuyu şöyle yorumlamıştır: ‘’ Propaganda sineması, bir tek kez, bir tek olayda işe yarayacak olan bir sinemadır. Onu en az ilgilendiren şey sinemadır. Yaratıcının kimliği önem taşımaz. Filmi yapanlar, asıl savaşı yapanlarla karışmayı denemelidirler ve filmin teknik öğeleri, örneğin Franco Solanas’ın filmleri gibi, ayrıca şiirsel bir boyut da kazanıyorsa, bu neredeyse bir kazadır ve böyle bir kaza, sinemada çok az gerçekleşir. Son gördüğümüz propaganda filmleri, sendikacılığın zaferini göstermekle yetinen, belli bir popülizm içinde teselli arayan filmlerdi. ‘’1 Dorsay’ın da belirttiği gibi, propaganda sineması sanatı durağanlaştıran, hatta geri götüren bir yapıdadır. Sinemaya teknik ya da biçimsel açıdan bir şeyler katmışsa eğer, bu tamamen tesadüfîdir, bilinçli oluşmamıştır. Bu yönüyle propaganda sineması, etik olmaması dışında sanat düşmanlığı sıfatıyla da anılabilmektedir. Nazi Sineması İşte bu noktada rahatça söyleyebiliriz ki Nazi Almanyası ciddi anlamda propagandanın yapılış şekliyle dünya tarihindeki yerini aldı. Bunda, beyaz perdenin etkin bir şekilde propaganda aracına dönüşmüş olmasının rolü büyüktü. Hatta dönemin Almanya’sında sinemadaki propaganda o kadar yaygın ve profesyoneldi ki, o dönemin bir propaganda bakanı bile vardı. Sinemanın görselliğinin avantajını kullanmanın öneminin farkında olan Nazi hükümeti, o dönem hemen hemen bütün sinema filmlerine el atmıştı. 1945’e kadar süren bu dönem, faşist totaliter yönetimin propagandayı en iyi yorumladığı dönem olarak da tarihe geçti. Bu dönemdeki filmlerde Alman hükümeti Almanlar’ın üstün ırk olduğunu, otoriteye uyulması gerektiğini ve tek millet tek devlet anlayışını empoze etmeye çalışmıştır. Bunun en bilinen ve en somut örneği olarak İradenin Zaferi filmini gösterebiliriz. İradenin Zaferi, 1934 yılında Nazi parti kongresinde ele almıştır. Filmde insanların geometrik şekiller oluşturularak dizilmesi, dağınık toplulukların birleşik milli güce dönüşmesini sembolize etmektir. Hitler’in bu insan 1 DORSAY Atilla, Sinema ve Çağımız İstanbul: Hil Yayınları, (1984), s.49. 88 grupları arasından geçerek yüksek seviyede kürsüsüne ulaşması onun büyük ve kutsal olduğu düşüncesini oluşturur. Kürsüye giderken yapılan tezahüratlar Hitler’in halkın gözünde tanrısal bir imajı olduğunu gösterir. Hitler kürsüden herkesi görmekte ve herkes tarafından görülmektedir. Halk liderini görmek üzere çağrılmıştır ve gösterinin anahtar sloganı ise; “tek ulus, tek lider, tek devlet”tir. Sovyet Sineması Aynı şekilde Sovyet Komünist rejimi de beyaz perdeyi propagandaya profesyonel ve planlı bir şekilde alet eden diğer bir rejimdir. Kendi ideolojilerini o dönemki filmlerin içine yerleştirmişlerdir. Buna en iyi örnek,tüm zamanların en iyi propaganda filmlerinden birisi olarak sayılan Sergey Ayzenştayn’ın Potemkin Zırhlısı (1925) adlı filmidir. Kurgunun ilk kez uygulandığı bu film bir sinema tarihindeki yerini almıştır. Çar’a karşı Karadeniz’deki Filo’da yer alan gemideki denizcilerin 1905 ayaklanmasından bir kesit sunan film, döneminde büyük yankılar uyandırdı. Dünya eleştirmenleri bu filmi tüm zamanların en iyi on filminden biri olarak görürler. Tüm zamanların en iyi propaganda filmlerinden birisi de Sovyet sinemacı Sergey Ayzenştayn'ın Potemkin Zırhlısı (1925) adlı filmidir. Film, Ekim devrimiyle birlikte devrimi yerleştirmek için yapılmış gösterişli bir filmdir. Kurgunun ilk kez uygulandığı film bir başyapıttır. Çar'a karşı Karadeniz'deki Filo'da yer alan gemideki denizcilerin 1905 ayaklanmasından bir kesit sunan film, döneminde büyük yankılar uyandırdı. Dünya eleştirmenleri bu filmi tüm zamanların en iyi on filmi olarak görürler. Sergey Mihayloviç Ayzenştayn, 1917 Ekim Devrimi'nden sonra çizgi yeteneği nedeniyle Kızıl Ordu Propaganda bölümünde görevlendirildi. Afişçilik, tiyatro dekoratörlüğü, makyajcılık ve oyunculuk yaptı. Devlet Yüksek Film Enstitüsü Film Yönetmenliği Bölümü'nü bitiren Ayzenştayn 1924'te de Grev adlı filmini yaptı. Bunların hepsi aslında birer propaganda filmidir. Nazi propaganda filmleri gibi bunlar da 1917 Ekim Devrimi'ni savunan filmlerdir. Potemkin Zırhlısı bir sipariş filmi. 1925 yılında Çarlık rejimine karşı patlak veren ilk isyanların yıldönümünü kutlamak için, Rus yönetmenlerine ısmarlanan filmlerden biridir. O zaman yirmi beş yaşında olan Ayzenştayn tarafından gerçekleştirilmiştir. 89 Atilla Dorsay Potemkin Zırhlısı'nı beş bölümde toplamaıştır: "1- Yemek olarak verilen kurtlu eti yemek istemeyen denizcilerin hoşnutsuzluğu, isyanın ilk belirtileri; "2- İsyanın başlangıcı, isyancıların üzerine ağ atılarak yakalanmaları, askerlerin isyancılara ateş açmak istememesi sonucu subayların yakalanarak denize atılması; "3- Şafakta ıssız Odesa şehri, halkın rıhtıma toplanması, bir kadının heyecanlı konuşması... "4- Odesa'nın büyük merdivenleri... Halkın, kendisine ateş açan askerlerle karşılaşması: Ölüm ve kan... Cesetleri çiğneyip geçen askerler, ölü çocuğunu taşıyan ana, bir çocuk arabasının gittikçe hızlanarak aşağı inmesi, Potemkin'in kükreyen topları, dikilen taştan bir aslan... "5- Gemicilerin korkusuna karşılık, isyancı Potemkin'in, ateş açmayan Çar'ın filosunun arasından, gemi güvertelerini dolduran binlerce denizcinin `Kardeşler... Kardeşler...' sesleri arasında kayıp geçmesi..." 2 Potemkin Zırhlısı'nda başrol oyuncusu yoktur. Olsa olsa bu Zırhlı'nın kendisidir. Stüdyo, dekor, makyaj yoktur. Film bir kurgu harikasıdır. Kurguyla çarpıcı sahneler yaratılmış. Dorsay, Ayzenştayn'ın bir sözünü alıntılıyor: "Bir ayrıntı bazen ait olduğu bütünü tümüyle aksettirebilir. Böylece kurtlu etler, bütün bir emekçi kitlesinin içinde bulunduğu kötü koşulların bir simgesi olmakta, güvertede olanlar, bütün bir çarlık rejiminin zalimliğini çağrıştırmaktadır".3 Buraya kadar propaganda sinemasının ne olduğundan ve bu sinemanın yapı taşı iki filmden sözettik. Bu sinemanın toplu bir değerlendirmesini yaparsak Nazi propaganda filmlerinde şunu görürüz: 1. Almanya her şeyin üzerindedir: "Deutschland, Deutschland über Alles!". Alman milliyetçiliğini öne çıkaran filmler vardır ve bunlar aşırı milliyetçi, ırkçı ve faşist görüşler sergilerler. 2. Alman ırkçılığını işleyen filmler: Üstün bir Alman ırkı olduğunu savunurlar ve diğer ulusların onların hizmetinde olduğunu vurgularlar. 3. Otoriteye bağlılık: "Ein Reich, Ein Volk, Ein Führer". Tek devlet, tek halk, tek başbuğ. Bu filmlerin sloganı budur. Führer'e itirazsız itaat vardır. Otorite olmazsa hiç bir şeyin yürümeyeceğini savunurlar. 2 3 DORSAY Atilla, a.g.e DORSAY Atilla, a.g.e 90 Bu filmlerin karşı cephesinde ise Devrim sineması vardır. İşçi sınıfının iktidarını savunan ve proleter diktatörlüğü yaymaya çalışan filmler vardır. Bu filmlere göre tek kurtuluş yolu Devrim'dir. 4 Bu bölümü bitirmeden önce, İtalya'da da, özellikle Mussolini İtalya'sında da sinemaya önem verilmiş olduğunu belirtelim. Cinecitta film stüdyoları bu dönemde kurulmuş ve propaganda filmleri yapılmıştır. Zaten kurulma amacı da Faşizmin propagandasını yapmaktır. CIA’nin Propaganda Aygıtı: Hollywood ABD ile Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği (SSCB)arasındaki soğuk savaşın etkisi ile Amerika'da bir “iç tehdit” paranoyasının başlaması SSCB’nin kuruluşuna kadar gider. Bu paranoyaya göre komünistler ABD’nin bütün damarlarına sızmaya, rejimi yok etmeye çalışmaktaydılar. Bu paranoya, rejim destekli medyasının ve “rejim bekçiliğine soyunan” bazı zevatın da gayreti ile ABD’de epey yaygınlaştırılır. Cumhuriyetçi Parti’ye mensup Wisconsin Eyaleti senatörü Joseph McCarthy toplumda gördüğü sıra dışı herkesi "komünist" ilan eder, sıra dışı herşeyi de “komünizm”e bağlar. McCarthy, elinde hükümet için çalıştıklarını ve Komünist Parti’ye üye olduklarını iddia ettiği 205 kişinin listesi olduğunu söyleyerek kamuoyunun karşısına çıkar. Medyanın desteğini almasıyla McCarthy başta Senato’yu ve kamuoyunu bu konuda oldukça etkiler. 20 Şubat 1950 tarihinde Senato’da yaptığı 6 saatlik konuşmasında devletin çok önemli birimlerinde 80 kadar etkili kişinin komünist olduğunu ve Harry Truman yönetiminin buna karşı bir tedbiri olmadığını ileri sürer. Listeyi önce 80 kişiye, daha sonra da 50 kişiye düşürmesine rağmen tek bir sanığın dahi komünist olduğunu ispatlayamaz Her ne kadar yaptığı bazı işlere burun kıvrılsa da Hollywood, sinemayı propaganda aracı olarak kullanmakta zaman içerisinde mahir hale gelmiştir. İnsanlar üzerindeki etkisinin fark edilmesi ile başta 3.dünya ülkelerini hedef alan yapımlarda patlama yaşanmıştır.Yaklaşık 250 yıllık bir geçmişi olmasına rağmen Amerika’nın tarihteki kahramanlıklarını anlatan sayısız film çekilmiştir. Dünyayı daha yaşanılır bir yer haline getirmek için kendilerini, ailelerini, sevdiklerini gözlerini kırpmadan feda ederler. Hatta gezegenimizi istila eden uzaylılara, tuhaf yaratıklara ve böceklere bile ancak Amerika’nın gücü ve mücadele taktiği yeter. Sinemayı çıkarları 4 DORSAY Atilla a.g.e 91 doğrultusunda kullanmadaki ustalıkları sayesinde dünyanın tüm yükünün kendi omuzlarında olduğu fikrini rahatça vurgulamaktadırlar. Gırtlağımıza kadar Holokost(Soykırım) temalı filme maruz kalmamıza rağmen her yeni çekilen filmi merak edişimiz de yine filmlerin sinematografik olarak oldukça sağlam oluşundan kaynaklanmaktadır. Tabi bunda Hollywood topraklarının büyük kısmını ve her yıl iştahları kabartan bir törenle verilen Akademi(Oscar) ödülleri imkânını ellerinde bulundurmalarının da etkisi yadsınamaz. Soykırımın yaşandığı gerçektir fakat yapılan (ve yapılmayan) filmler sayesinde dünyada en çok zarar görenlerin Yahudi milleti olduğu algısı yerleşmiştir ve neredeyse diğer milletlerin kayıpları gölgelenmiştir. En çok kaybı verenler Ruslar ve Almanlar olduğu halde Yahudiler hep mağdur Amerikalılar ise kahraman ve kurtarıcı olarak akıllarda yer etmiştir. Neyse ki ikinci dünya savaşını Almanya cephesinden anlatan filmler yapılarak savaşın diğer mağdurları da bir şekilde hatırlanmıştır. DasBoot(Denizaltı) ve 1993 yapımı Stalingrad örnekleri bile tek başlarına soykırım propagandası filmlerine alternatif arayanları teselli edecek özelliktedir. Ayrıca Hitler’i etten kemikten ibaret sıradan bir insan evladı olarak gösteren(bu yönüyle de oldukça tepki gören) Çöküş(Der Untergang) filmi de yine aynı duygulara tercüman olabilmeyi başarmıştır. Türk Sineması’nda Propagandanın İzleri Türkiye’de ise sinemanın önemi biraz daha geç anlaşılmıştır. Her ne kadar Osmanlı Devleti döneminde de filmler çekilmeye çalışıldıysa da sipariş üzerine çekilen propaganda sinemasına dair ilk ve tek örnek cumhuriyetin 10. Yılına özel sipariş edilmiş olan “Ankara, Türkiye’nin Kalbi” filmidir. Film, Cumhuriyet öncesine ait görüntülerle başlar ve Cumhuriyetin gelişiyle ülkede yaşanan (özellikle teknik) gelişmeleri anlatır. O dönemde var olan Sovyetler-Türkiye yakınlaşmasının etkilerini de gördüğümüz (filmi çeken ekip Sovyetler’den getirtilmiştir) film 2. Dünya Savaşı sonrasındaki antikomünist dönemde yasaklı filmler listesine girmiş ve devlet arşivlerinde muhafaza edilmiştir. Son olarak, sinemanın yönetici sınıfın görüşlerine göre nasıl değiştiğini belirtmesi bakımından bir filmi örnek olarak göstermek yerinde olacaktır. Türkiye’de Ömer Lütfi Akad, Orhan Aksoy ve Halit Refiğ tarafından sırasıyla 1949, 1964 ve 1973 yıllarında 3 kez çekilmiş olan Vurun Kahpeye filminin her versiyonunda aynı hikaye bambaşka şekillerde ele alınır. Bu 3 92 filmi izlemek aralarındaki dağlar kadar farkları ve siyasetin sinemayı (daha da ileri gidersek sanatı) nasıl şekillendirebileceğini görmek açısından büyük önem taşır. Günümüzde ise dizilerin yoğunluğu eksenin de bu yöne kaymasına sebep olmuş ve yapımcılar dizilere daha büyük önem verir hale gelmiştir. Bu konuda da Rıfat N. Bali’yi referans göstereceğimiz tabirle “Tarz-ı Hayattan Life Style’a” doğru geçiş Türk dizilerinde karşımıza sıkça çıkmakta, mahalle kültürünü, delikanlılığı içinde barındırmakla birlikte modern dış görünüşe sahip neo Türk-İslam sentezi diyebileceğimiz karakterler rol model olarak sıkça önümüze sunulmaktadır. Türkiye’de sinema sektörünün olgunlaşmadığı veya henüz gelişmeye başladığı dönemlerde, ülkemiz yabancı sinema sektörünce üretilen bazı filmlerle negatif propagandaya maruz kalmıştır. 1978 yılında Alan Parker tarafından çevrilen “Midnight Express” ve 2002’de Atom Egoyan tarafından çekilen “Ararat” filmleri bunlara örnek olarak verilebilir. Buna karşılık Türk sinema sektörü bu anlamda bir karşı propaganda filmi üretememiştir. Elbette bu durum Türk sinemasında ülke propagandası ya da tanıtımı konusunda ciddi atılımlara ihtiyaç duyulduğunu göstermektedir. Bunun yanında ülke imajının daha sağlam temellere oturtulabilmesi için sinema gibi zengin imkânlara sahip bir sanat dalından da faydalanılması günümüzde kaçınılmaz görünmektedir. Sanata Sırt Çeviren Bir Sinema: Propaganda Sineması Sinemayı hem sol ideolojiler hem de sağ ideolojiler kullanmışlardır. Her ikisi de propaganda amacıyla kullanmıştır, ama kullanım amaçları farklıdır. Atilla DorsayIn Guido Aristarco'dan yaptığı alıntı ile açıklarsak: "Sağ ideolojinin amacı, vatandaşı siyaset dışı tutmaktır, bu onun hem amacı, hem de kaçınılmaz davranışıdır. Oysa sol ideoloji, tek parti diktatoryası biçimini alsa bile ve içerdiği siyasal eğilimin tekdüzeleşmesi derecesi ne olursa olsun, şu kaçınılmaz sonuca ulaşır: Bir siyasal düşüncenin varoluşu. Siyasal düşüncenin varolduğu yerde ise, tartışma vardır, fikir alış-verişi vardır. Oysa sağ ideoloji, birey düzeyinde siyasal düşünce olabileceğini düşünmek bile istemez. Ona göre, bireyin zihinsel çabası, soyut, çerçeveye ilgisiz ve geleceğe dönük olmalıdır. Siyasetin bu çaba içerisinde yeri yoktur." 5 5 DORSAY Atilla a.g.e 93 Propaganda sinemasını, İtalyan Komünist Partisi üyesi iki sinemacı Paolo ve Vittorio Taviani kardeşlerin bakış açısıyla vermek gerekirse: "Propaganda sineması, bir tek kez, bir tek olayda işe yarayacak olan bir sinemadır. Onu en az ilgilendiren şey sinemadır. Yaratıcının kimliği önem taşımaz. Filmi yapanlar, asıl savaşı yapanlarla karışmayı denemelidirler ve filmin teknik öğeleri, örneğin Franco Solanas'ın filmleri gibi, ayrıca şiirsel bir boyut da kazanıyorsa, bu neredeyse bir kazadır ve böyle bir kaza, sinemada çok az gerçekleşir. Son gördüğümüz propaganda filmleri, sendikacılığın zaferini göstermekle yetinen, belli bir popülizm içinde teselli arayan filmlerdi." 6 Ali Gevgilili'ye göre "Gerçek sinemayı, yaratıcı sanatçının içinde yeraldığı toplumun maddesi üretir. XX. yy boyunca çeşitli dönemler ve rejimlerde, sinemayı bir propaganda aracı biçiminde kullanmak isteyen iktidarlar ve partiler her zaman varolmuştur. Siyasal sinemanın keskin yol ayrımı propaganda yapıp yapmamaktadır. Sanatın doruklarına uzanmış siyasal yapıtlar, bir yerde insan tarihinin en büyük bildirilerini verseler de, propaganda ile sanat arasındaki kesin ayrımı gözönünde tutmuş ve sanat ile 7 bütünleşmiş bulunan filmlerdir". Sinema, özellik olarak görselliğe dayanması itibari ile oldukça etkili bir iletişim alanı olarak karşımıza çıkmakta. 20. Yüzyılın başlarında ortaya çıkan Sinema, kendisine ilgi gösteren halkın beğenisi ile birlikte, siyaset dünyasının da bu gücü kullanmak istemeleri etkili oldu. Bu açıdan bakıldığında sinema hemen her zaman siyaset ile ilişki içerisine girmiş ve siyasetçilerin elini güçlendirmiştir. Sinema ve Siyaset-Propaganda arasında var olan ilişkiyi incelerken bu ilişkinin ortaya çıkardığı farklı durumları da ele almak gerekir. Bu durumlardan birisi, hâkim ideolojinin sinemayı bir araç olarak kullanması gelmektedir. Propaganda sineması, görüldüğü üzere, sanatın asıl ve öz işlevine ters düşen bir sinemadır, çünkü insana sırt çevirmiştir. Bu sinema türü, insanın, kitlelerin tutsaklığını, kör bağlılığını, gerçeklerden uzaklığını sağlamaktadır. Her türlü ideoloji sinemayı bir propaganda aracı olarak kullanmayı 6 MARTIN Marcel / SCHNITZER Luda-Jean, Devrim Sineması, Agora Yayınevi, İstanbul, (2013), s 81 7 GEVGİLİLİ Ali, Çağını Sorgulayan Sinema, Bağlam Yayınları, İstanbul, (1989), s.123. 94 düşünmüş ve denemiştir. Birkaç istisnanın dışında sanat eseri olmamıştır ve kalıcılıktan uzak hamasi bir sinemadır. KAYNAKÇA CLARK Toby, Sanat ve Propaganda, Ayrıntı Yayınları, İstanbul, (2004) DORSAY Atilla, Sinema ve Çağımız, Hil Yayınları, İstanbul, (1984) GEVGİLİLİ Ali, Çağını Sorgulayan Sinema, Bağlam Yayınları, İstanbul, (1989) MARTIN Marcel / SCHNITZER Luda-Jean, Devrim Sineması, Agora Yayınevi, İstanbul, (2013) ÖZUYAR Ali, Faşizm’in Etkisinde Türkiye’de Sinema, Doruk Yayınevi, İstanbul, (2011) PLAKHOV Andrei, Sovyet Sineması, Arena Yayıncılık, İstanbul, (1991) 95 OSCE ACHIEVEMENTS IN CENTRAL ASIA: THE CASE OF THE KYRGYZ REPUBLIC IN THE PAST DECADE 1 Aydın İDİL1 Dr. Emekli Büyükelçi, aydin.idil@manas.edu.kg The Organization for Security and Cooperation in Europe (OSCE) operates in the five Central Asian states that emerged from the collapse of the Soviet Union. The central Asian states must be understood as independent countries on the way towards democracy, having inherited non-democratic systems. These states were weak and vulnerable as far as the civil society structures were concerned and exposed to terroristic threats stemming from either the regional developments or domestic problems namely poverty and corruption. BACKGROUND Discussions over the role of the OSCE in Central Asia kept concentrating on insecurity and stability issues while the democratization process was the main guide which proved to be the long-term goal of OSCE activities. The OSCE missions in Central Asia became operational within the paradigm created by the civil war in Tajikistan and the negative impact of the internal situation in Afghanistan. The OSCE began to focus on this region from 1995 onwards. In the same year the first central Asian liaison office was established in Tashkent, Uzbekistan, which later in 2000 was transformed into a mission. In 1998, OSCE centres were established in Kyrgyzstan, Kazakhstan and Turkmenistan. As is evident, the practice of the OSCE missions must be considered under three main chapters: political-security, economic and environmental and human dimensions. REGION It will be wise to take a look at the OSCE achievements in the region without attributing priority to any of the aforementioned dimensions, but to take the work of the OSCE as a whole. 96 Prior to that it will be useful to recall the conditions of the Central Asian region at the time when the OSCE mission s was established. The political environment in central Asian was characterized by the structuring efforts of the newly independent states with regard to the economy, thus experiencing a difficult and dramatic transition period which necessitated – still with us today – democratic and economic reforms. It is worth mention that politically all states formed within this region were used to one man power systems (authoritarian) which results in pressures over opponents and the recently born free press. Another element is the multinational ethnic composition of the societies of the region. Frontiers do not correspond to natural boundaries as they are the result of arbitrary Soviet practices. Despite the atheistic practices of the Soviet Union in the past, the influence of Islamic religion persisted in all central Asian societies. Pressurizing administrations, economic problems, poverty and corruption, were counterproductive elements with regard to the influence of various underground organizations exploiting religious faiths. These radical extremist religious organizations and smugglers, both narcotics and arms, proved to be the main threatening factors. Within this paradigm the rise of the Taliban regime in Afghanistan and the terrorist attacks on the USA on 11 September 2001, prompted the OSCE to pay more attention to the central Asian region. This culminated in the military presence of the USA in the region to the discontent of Russia and China. Uzbekistan appears in search of regional leadership consisting of around 25 million inhabitants ¾ ethnically Uzbek, the rest from other ethnicities. The economy seems to be under strict state control resembling the Soviet past with the main income coming from cotton production. Uzbekistan does possess sizeable natural gas deposits. Compared to its neighbours Uzbekistan is more industrialized, though it still contains much poverty. This country presents currently a high risk of serious instability as witnessed by the events of Andijon in May 2005. Since that time, calm in appearance has prevailed, but in the middle term future there are prospects for potentially violent succession struggles after the President in office. Turkmenistan, having almost 5.6 million populations reflects the most homogenous society in Central Asia with 83% being ethnically Turkmen, composed of 5 tribes (Teke, Yomut, Sarik, Ersari and Salir). Under the leadership of its president-for-life, Turkmenistan presents a picture of 97 stability, lacking active civil societal activity whilst its economy is under strict state control it is the main producer and exporter of natural gas estimated reserves are 21 trillion cubic meters and 45 billion cubic meters of oil reserves. Turkmenistan is comparatively rich. Kazakhstan, the largest and wealthiest country in the region is Kazakhstan. More than half of the 15 million inhabitants are ethnic Kazakhs, with almost a third being of Russian origin. There are many other ethnic groups within the country primarily Germans, Uyghur, Tatar, Korean, Uzbek, Turkish. Kazakhstan is rich in hydro carbon resources which promise a wealthy future for the country. Indeed oil production is approximately 40 million tons a year with natural gas being approximately 10 billion cubic meters per annum. Kazakhstan is successful in realizing its passage to the free market economy; we can qualify it as the fastest developing country which attracts the largest amount of foreign direct investment in the region. With president Nazarbayev having entered his last term in office there seems to be no troubling political developments. Tajikistan consists of 6.2 million inhabitants of which 70% are Tajik, 25% Uzbek. Tajikistan is the poorest country in the Central Asian region affected by the civil war and the negative impact of being a neighbour to Afghanistan throughout the whole period of tension and hostilities. Tajikistan possesses water resources with its main exports being cotton and aluminium products. Purchasing power depends much on the remittances from abroad from Tajik labourers mainly from Russia. At present, it is a country suffering from authoritarianism and poverty. Kyrgyzstan, It consists of more than 5 million inhabitants of which 2/3 are ethnic Kyrgyz (and 13% Uzbek). Kyrgyzstan possesses tremendous potential with regard to water resources and hydro-electricity production due to its mountainous geography and rivers. The country’s economy is under the heavy burden of foreign debt and persisting strains on its foreign trade. There were discussions on the possibility of its entry in the list of the Highly Indebted Poor Country. Kyrgyzstan is known to be the country having the most democratic system in the region. For the management of the economy including the banking system, foreign technical assistance and grants remaining a hope for wealth. Poverty and corruption remain the main obstacles to achieve a genuine free market economy. Despite all these setbacks, the Kyrgyz people enjoy freedom of expression, media and active political opposition . 98 OSCE Activity In 1992 all five States wanted from the OSCE support for their nation building, reform and transformation processes including mobilization of funds for assistance and guarantees for their independence, sovereignty, territorial integrity, security and stability. All five States expressed their political will to fulfill their obligations related to their joining the then CSCE. Even back then 1n 1993 the leaders of the Central Asian States were stressing the need for stability and the danger of external and internal threats to security with reference to Islamic fundamentalism as a real threat to their countries. This is the period during which Tajikistan regrettably plunged into civil war. Several years after joining the OSCE the Central Asian Countries established their permanent representations in Vienna. Although they did not engage in discussions at the Ministerial Council meetings and they hardly contributed to drafting or negotiating documents, they saw the OSCE in positive light and they made clear that they were equal and real partners and requested more attention to their concerns. In 1998 under the Polish Chairmanship the ground for opening OSCE Center Central Asia was prepared and in 1999, under the Norwegian Chairmanship the Centers were opened in the region. During the Summit meeting in Istanbul in 1999, the Central Asian States urgently demanded that attention should focus on developments in Afghanistan and expressed their concerns about terrorism. Regionally, the OSCE put emphasis on cooperation on border issues, uncontrolled proliferation of small arms and light weapons, and the code of conduct of on democratic control of armed forces, and in confidence and security building measures regime. In the Economic and Environmental dimension, the OSCE launched together with UNEP and UNDP a joint initiative on Environment and Security with initial focus on Central Asia. Terrorism, financing and money laundering issues are important areas in which the OSCE was engaged. While the fight against terrorism was a top priority upgrading the armed forces police structures and combating arms and drug trafficking and the trafficking of the human being , upgrading the level of freedom of expression and publishing and promoting democracy and human rights remained high in the OSCE Centers’ agenda. If one takes an overview of the OSCE activity in the Central Asian region we may speak about various initiatives and proposals of the centres on the 99 OSCE in each of the central Asian states, it is possible to collect information on these activities from the international secretariat of the OSCE. Without entering into a list of activities we can say that untill now those Missions of the OSCE in Central Asia deployed tremendous efforts with the aim of helping their Host Governments in their state system structuring efforts by proposing various projects in political, economic, environmental and human dimensions. The centres of the OSCE in Central Asia in implementing their tasks determined by their mandates all based upon the OSCE permanent council decisions of which the host countries are members, the OSCE centres acted within the instructions of the chairmanship of the OSCE and in practice through projects approved by the OSCE member states and implemented by local partners, government offices or local civil societal institutions. Without enumerating a long list of actions taken by the OSCE centres in the Central Asian region, we can say that all of them cannot be compared to each other due to the differences of attitudes of the host governments and the contents of their different mandates. In this respect let us mention that the OSCE centre in one country may appear in a concentrated work with the aim of realizing assistance to the efforts of the government related to constitutional reform whereas another mission cannot produce any project in the political dimension. Within this systemic framework it is true that the OSCE centres in Turkmenistan and Uzbekistan may prove to be at present less active than those others in the region. The OSCE Achievements in Kyrgyzstan The OSCE Center in Bishkek was instructed for performing the following tasks: - Implement the OSCE principals and commitments, given the OSCE role as primary instrument for early warning, conflict prevention, crisis management and post conflict rehabilitation. Promote the implementation of OSCE principles as well as the cooperation of the Kyrgyz Republic within the OSCE framework with special emphasis on the regional context in all dimensions, including economic ,environmental and human and political aspects of security and stability ; 100 - - Facilitate contacts and promote information exchange with the Chairman in Office, other OSCE Institutions and cooperation with other International Organizations and Institutions. Establish and maintain contacts with local authorities, universities, research institutions and NGOs. Assist in arranging OSCE regional events, seminars, and visits by OSCE Delegations as well as other events with OSCE participation. In the year 2000 the OSCE field Office in Osh was opened and became operational in the three southern provinces: Batken, Osh and Jalalabad. The Osh field Office focused on a number of human rights issues related to conditions in detention, trafficking in human beings, gender equality; promoting human rights trough education and building the capacity of local activists and NGOs. The Center’s rule of law activities include capacity building for defense lawyers and judges, provision of free legal aid and trial monitoring. In the political dimension the Osh field Office dealt with border related issues in south. It promotes cross-border dialogue between communities. It implements good governance and conflict prevention initiatives. In the economic dimension the Osh field Office develops initiatives aimed at promoting business-friendly environment, attracting potential investors building the capacity of local economic actors and combating corruption. The program priorities of the Center in Bishkek are: 1. Democratization 2. Border issues 3. Early warning as a conflict prevention mechanism The OSCE Center in Bishkek is continuing to work on measures for early warning as a conflict prevention mechanism, monitoring of progress in inter-ethnic relations, regional cooperation, freedom of belief and religion. Establishing a stable and multi-party political system is an important long term goal. Democratization, further steps in improvement of the constitutional and legislative reforms, establishing of a genuine political dialogue between various political forces, regional groups and civil society are also high in the agenda of the OSCE Center. 101 The OSCE Center in Bishkek is engaged in various activity and projects aimed at capacity building of state- structures such as series of trainings on anti corruption issues at local and national levels, capacity building of Kyrgyz Parliamentarians on fight against corruption and money laundering, as well as in many economic and environmental projects. Projects Police Assistance Program The OSCE implemented in Kyrgyzstan many projects in cooperation with state structures, international organizations, local academic institutions and civil society organizations on its three dimensions. One of the most important achievements of the OSCE centre in Bishkek is the police assistance program for Kyrgyzstan (PAP). The PAP is aimed at providing assistance to modernize and strengthening law enforcement capacity and democratic institution building in Kyrgyzstan. This project was launched in August 2003, with a memorandum of understanding signed between the OSCE and the Kyrgyz government. This is the first police assistance program in central Asia developed at the request of the Kyrgyz government. The mission of the programme is to assist the Kyrgyz counterparts’ in preparing the ground for a comprehensive transformation of the Kyrgyz police force into a modern organisation serving the needs and protecting the rights of the Kyrgyz people. The ongoing programme activities comprise the implementation f the police assistance programme (PAP) and the interim police assistance programme (IPAP) constitute a strong foundation for implementation of a comprehensive police reform by the Kyrgyz authorities through the provision of technical assistance and support from the OSCE countries. The OSCE Academy The OSCE Academy in Kyrgyzstan is designed with the aim of disseminating and promoting the principles of the OSCE in the whole of the central Asian region. It is based on an initiative of the Kyrgyz government of early 2002. The Academy is at present established as an educational institution according to Kyrgyz legislation. It is supported by the OSCE Centre in Bishkek and the OSCE chairmanship. 102 Activities of the academy are envisaged in the fields of post graduate and vocational education, training, research related to curricula and regional issues, information dissemination, networking and coordination covering all fields of activity and all dimensions of the OSCE. Special emphasis is given to regional security and cooperation, with a focus on conflict prevention, conflict management, democratization and the rule of law. The Academy of the OSCE has been the unique initiative in the central Asian region which proved to be a genuine academic and training centre which has become in a very short period of time a magnet for future cadres of the region. Projects in differing fields such as legislative reform assistance project which is aimed at disseminating information on the existing legislation and the planned new version of the constitution of the country, civic education textbook projects planned to be implemented in partnership with International Foundation for Election Systems (IFES) can all be listed as success stories for the OSCE. Let us conclude by underlying that not in political, economic or human dimension but in the environmental dimension the OSCE had succeeded in implementing a project which brought about long awaited solutions to an important problem of radioactive waste disposal in Maili-suu region. The stored radioactive waste jeopardized the area with the danger the ecological disaster that bears a regional character for central Asian states. The city of Maili-suu is located in the western mouth of the Ferghana valley. The river Maili-suu which joins the Narin River may contaminate the Syr Darya basin and thus affect not only Kyrgyzstan but a vast region until the Aral Sea with devastating results. The OSCE Centre in Bishkek launched a project for assessing and elaborating the means of rehabilitation scheme for the Maili-suu radioactive waste dumps. In 2003, following international workshops with the participation of American and Russian experts of the time for the creation of a scientific and technical data base for the rehabilitation of uranium waste dumps in Mailisuu area, a final document was adopted in October of that year which served the basis for the World Bank-led project to remedy the problem. 103 This project is interesting and a regionally significant achievement for the OSCE for highlighting awareness on risky uranium issues in Central Asia. At present, the World Bank continued to implement its work related to this issue on the basis of the achievements of the aforementioned project by the OSCE Centre in Bishkek. As can be seen from the activities mentioned above, the OSCE is not solely concentrated on military political security affairs but by all means the organization is willing to secure stability, democracy and prosperity with its contributions to all activities in all of its dimensions. In this regard we can speak of a success of the OSCE in Kyrgyzstan. This success in question is shared with the host country, though does not apply to the whole region. OSCE and Terrorism It must not be forgotten that the OSCE is first and foremost a security organization, its basic source stems from the Helsinki Final act with all its dimensions being inseparable from each other. The security is to be ensured by all means through cooperation, among the states as well as other internal actors of the member states. In this regard, if we try to analyze the possible actions against a background of armed conflict and internal tension and hostilities within a given period, a region threatened by instability, we can say that the OSCE fulfilled its responsibilities through its Centres in central Asia. With regard to the rise of terror, one should refer to the international paradigm created by the attacks of 11 September 2001 on the USA, as these attacks were influential on the decision making of the participating states in combating terror. As a regional arrangement under Chapter VII of the UN Charter, the OSCE recognizing that the UN Security Council Resolutions constitute the legal framework for the fight against terrorism has contributed fully to the implementation of the UNSC Resolution 1373. As an Organization covering a vast geography the OSCE appeared to have a global responsibility as a security and cooperation organization. As the most efficient defensive organization NATO should be quoted as an organization which proved to be able to deter any aggression towards its 104 members regions. It is historically true that no attacks occurred on NATO territory since its inception. NATO responded to the 11 September 2001 terrorist attacks within less than 24 hours by implementing the Article V of the North Atlantic Treaty for the first time in its history. Since then the fight against terrorism remains a top priority in the NATO agenda. What did the OSCE do in this respect? OSCE in combating Terrorism After the September 11 attacks on the USA several high-level OSCE meetings took place and produced key documents that shaped how the OSCE prevents and combats terrorism. The political obligations arising from these documents constitute the point of departure for activities by the OSCE. In early December 2001, the OSCE States adopted in Bucharest the Bucharest Plan of Action8 for Combating Terrorism, which recognizes that the respective UN conventions and protocols, as well as UNSCRs constitute the basis for the global legal framework for the fight against terrorism. The Bucharest Plan establishes a framework for comprehensive OSCE action by participating States and the Organization as a way to combat terrorism, fully respecting international law, including the international law of human rights, and other relevant norms of international law. The OSCE States as a follow up action decided also to convene in Bishkek “The International Bishkek Conference on Enhancing Security and Stability in Central Asia”. This was the first opportunity to discuss on the basis of an existing plan of action concrete experiences and practices combating terrorism among a broad range of participants. Bishkek Program of Action The Bishkek International Conference on Enhancing Security and Stability in Central Asia, organized jointly with UN ODDCP was convened in Bishkek 0n 13-14 December 2001. The Bishkek International Conference was convened in a considerably short delay and with a self- explaining title: 8 See Annex 1 105 “Strengthening Comprehensive Efforts to Counter Terrorism” .The Bishkek Conference was also the first of this kind of International Gathering in Central Asia which, due to specific security challenges to which this region was exposed, highlighted the importance attached to the Central Asian region by the OSCE. This historic Conference focused on new security threats in Central Asia. The conference endorsed a Programme of Action9 that outlines a comprehensive framework, comprising a broad number of areas for concrete action to prevent and combat terrorism. 2002 Porto Ministerial Council At the Ministerial Council held in Porto in 2002, the OSCE strengthened its anti-terrorism regime by adopting two documents. These were the OSCE Charter on Preventing and Combating Terrorism, 10 as well as the decision on Implementing the OSCE Commitments and Activities on Combating Terrorism. Porto Decision No. 1 calls on all OSCE participating States, bodies and Institutions to continue, on an urgent basis, the implementation of the Bucharest commitments and recognized the danger posed by weapons of mass destruction in the hands of terrorists. Additionally, the decision named four strategic areas for preventing and combating terrorism, i.e. policing, border security, anti-trafficking, and suppressing terrorist financing. 2003 Maastricht OSCE Ministerial Council The 2003 Maastricht Ministerial Council continued the Organization’s effort to combat and prevent terrorism and took several concrete measures to this end. The Ministerial Council included decisions on Travel Document Security, the establishment of the Counter-Terrorism Network as well as an endorsement of a Decision on Man-Portable Air Defense Systems (MANPADS). 2004 Sofia OSCE Ministerial Council At the Ministerial Council in Sofia 2004, participating States adopted the Sofia Ministerial Statement on Preventing and Combating Terrorism reaffirming previous 9 See Annex 2 See Annex 3 10 106 commitments and expressing the intension to step up OSCE activities and measures to prevent and combat terrorism and to address all the factors which engender conditions in which terrorist organizations are able to recruit and win support. In addition, participating States adopted seven decisions that will further strengthen the Organizations anti-terrorism efforts. These were the decision on Combating the Use of the Internet for Terrorist Purposes; the decision on Enhancing Container Security; as well as the decision on Reporting lost/stolen Passports to Interpol’s automated search facility/stolen travel document database. 2005 Ljubljana OSCE Ministerial Council The 2005 Ministerial Council held in Ljubljana adopted a decision on Enhancing Legal Cooperation in Criminal Matters Related to Counter Terrorism, as well as the decision on Further Measures to Enhance Container Security. Several decisions and documents were taken closely related to the fight against terrorism , among them the decision on Combating Transnational Organized Crime ; Combating the Threat of Illicit Drugs, Tolerance and Non-Discrimination: Promoting Mutual Respect and Understanding , as well as the Border Security and Management Concept, Framework for Co-operation by the OSCE Participating States .. SALW document The Bucharest Plan of Action and the Bishkek Program of Action both identified the Small Arms and Light Weapons (SALW) Document as central to the Osco’s efforts to prevent and combat terrorism. The OSCE participating States consider it a priority area. The SALW Document itself is a very broad agreement that commits all participating States to a range of norms, principles and measures which, if properly implemented, could help prevent the diversion of arms into the illegal market, which is a source of supply for terrorist groups. Contained within the document are sections dealing with the following aspects: Controls over production, marking and tracing of small arms; Procedures and documentation for export, import and transit controls; Co-operation in law enforcement, including training programs for law enforcement and customs officials; Standards for the security and management of weapons storage and stockpiles. 107 Concluding Points If we remember that the OSCE emerged after the dismantling the Soviet Bloc, we must consider also that the OSCE based its activity on the achievements of the process of the Conference on Security and Cooperation in Europe (CSCE). The process of negotiation and reconciliation inherited from the CSCE system has played an important role in eastern and central Europe as far as the transformation and the democratisation processes of these regions. When we speak about the Central Asian region we must consider the reality that this region is not comparable to the central or eastern European regions. We must also recall that although the central Asian states were original members of the CSCE through the USSR and later members of the OSCE as independent States, their moves towards democracy and free market economy were slower than Members in Europe. It is evident that the collapse of the USSR was not an event per se which could create all of a sudden solutions for democracy in the central Asian states which were emerging form the ashes of the Soviet system. On should consider the CSCE which highlighted successfully throughout the cold war period the negotiation process ended up with not a simple final act but a continuing process of peacemaking and securing conflict prevention. After the cold war a new Europe was hailed by the Paris Charter of 1990. Therefore, the creation of a new structure was deemed necessary to deal with a new situation. The end of the bipolar system necessitated new forms of co-operation to deal with, this time new challenges and threats to peace, this turned to be a reality even before the creating of the OSCE. Asymmetric threats and terror dominated the political agenda of the participating states. Various OSCE follow-up meetings, while focusing on mostly democratization and human rights issues in the former Soviet sphere, new threats dominated the scene elsewhere. Events in Afghanistan began long before the establishment of the OSCE. Still, the OSCE apparently became a late comer to the Central Asian region. As it is evident the 11 September 2001 attacks on the USA enforced the OSCE to prompt and accelerate relevant action with special emphasis on 108 central Asia. In this respect, it should be mentioned that the Kyrgyz Republic rapidly hosted an international conference on enhancing security and stability in Central Asia: Strengthening Comprehensive Efforts to Counter Terrorism. At present, we can conclude that aforementioned work and actions undertaken by the OSCE to combat terrorism stem from the 2001 conference in Bishkek. Bibliography UN, NATO and the OSCE Documents and Publications 109 Annex – 1 THE BUCHAREST PLAN OF COMBATING TERRORISM 4 December 2001 ACTION FOR I. Goal of the Action Plan 1. Terrorism is a threat to international peace and security, in the OSCE area as elsewhere. The OSCE stands ready to make its contribution to the fight against terrorism in close co-operation with other organizations and fora. This contribution will be consistent with the Platform for Co-operative Security and will benefit from interaction between global and regional antiterrorism efforts under the aegis of the United Nations. The OSCE participating States commit their political will, resources and practical means to the implementation of their obligations under existing international terrorism conventions and pledge themselves to intensify national, bilateral and multilateral efforts to combat terrorism. 2. In contribution to the world-wide efforts to combat terrorism, the OSCE will seek to add value on the basis of the specifics of the Organization, its strengths and comparative advantages: its comprehensive security concept linking the politico-military, human and economic dimensions; its broad membership; its experience in the field; and its expertise in early warning, conflict prevention, crisis management, post-conflict rehabilitation and building democratic institutions. In addition, many effective counterterrorism measures fall into areas in which the OSCE is already active and proficient, such as police training and monitoring, legislative and judicial reform, and border monitoring. 3. The aim of the Action Plan is to establish a framework for comprehensive OSCE action to be taken by participating States and the Organization as a whole to combat terrorism, fully respecting international law, including the international law of human rights and other relevant norms of international law. The Action Plan seeks to expand existing activities that contribute to combating terrorism, facilitate interaction between States and, where appropriate, identify new instruments for action. The Action Plan, which recognizes that the fight against terrorism requires sustained efforts, will 110 identify activities to be implemented immediately as well as over the medium and long term. II. International legal obligations and political commitments 4. United Nations conventions and United Nations Security Council resolutions (UNSCR) constitute the global legal framework for the fight against terrorism. UNSCR 1269 (1999), 1368, 1373 and 1377 (2001), along with the 12 relevant United Nations conventions and protocols on antiterrorism issues, provide the basis for this framework and include a number of specific elements of combating terrorism. In addition, a range of OSCE documents, including Summit declarations from Helsinki to Istanbul, spell out the OSCE’s commitment to fight terrorism, in accordance with the Charter of the United Nations. The widest and most comprehensive participation in and implementation of existing instruments and commitments to combat terrorism by the participating States must be pursued and ensured. 5. Participating States: Pledge themselves to apply efforts to become parties to all 12 United Nations conventions and protocols relating to terrorism, by 31 December, 2002, if possible, recognizing the important role that parliamentarians may play in ratification and other anti-terrorism legislative processes. States are encouraged to inform the Permanent Council of steps taken in this regard. Will participate constructively in the ongoing negotiations at the United Nations on a Comprehensive Convention against International Terrorism and an International Convention for the Suppression of Acts of Nuclear Terrorism, with a view to their early and successful conclusion. 6. Office for Democratic Institutions and Human Rights (ODIHR): Will, on formal request by interested participating States and where appropriate, offer technical assistance/advice on legislative drafting necessary for the ratification of international instruments, in close co-operation with other organizations, including the United Nations Office for Drug Control and Crime Prevention (UNODCCP). 7. Participating States: Will consider how the OSCE may draw upon best practices and lessons learned from other relevant groups, organizations, institutions and fora in areas such as police and judicial co-operation; prevention and suppression of the financing of terrorism; denial of other 111 means of support; border controls including visa and document security; and access by law enforcement authorities to information. 8. The participating States will also use the Forum for Security Cooperation (FSC) to strengthen their efforts in combating terrorism through full and timely implementation of all relevant measures agreed by the OSCE. To this end they will enhance implementation of existing politicomilitary commitments and agreements, in particular the Code of Conduct on Politico-Military Aspects of Security and the Document on Small Arms and Light Weapons (SALW). The FSC will examine the relevance of its other documents to the fight against terrorism, and will assess whether there is a need to develop additional norms and measures. The Security Dialogue may serve as a suitable basis for regular consultations on these issues within the FSC. The participating States will submit responses to the Code of Conduct Questionnaire that provide further transparency on international, regional and national commitments in combating terrorism, especially relevant United Nation conventions and resolutions. The FSC will consider ways to fully implement the Document on SALW, inter alia Section V on early warning, conflict prevention, crisis management, and post-conflict rehabilitation. The FSC will examine the possibility of enhancing transparency on national marking systems, exports and imports, and national stockpile management and security procedures, primarily by reviewing the information thus exchanged and developing best practice guides. The follow up conference on the Code of Conduct and the SALW workshop, both of which will take place in 2002, could further enhance the application of these documents in combating terrorism. III. Preventive action against terrorism in the OSCE area 9. No circumstance or cause can justify acts of terrorism. At the same time, there are various social, economic, political and other factors, including violent separatism and extremism, which engender conditions in which terrorist organizations are able to recruit and win support. The OSCE's comprehensive approach to security provides comparative advantages in combating terrorism by identifying and addressing these factors through all relevant OSCE instruments and structures. 112 10. Institution building, strengthening the rule of law and state authorities: ODIHR: Will continue and increase efforts to promote and assist in building democratic institutions at the request of States, inter alia by helping to strengthen administrative capacity, local and central government and parliamentary structures, the judiciary, ombudsman institutions and civil society. Will facilitate exchanges of best practices and experience between participating States in this regard. Will continue to develop projects to solidify democratic institutions, civil society and good governance. 11. Promoting human rights, tolerance and multi-culturalism: Participating States/Permanent Council/ODIHR/High Commisioner on National Minorities (HCNM)/Representative on Freedom of the Media: Will promote and enhance tolerance, coexistence and harmonious relations between ethnic, religious, linguistic and other groups as well as constructive co-operation among participating States in this regard. Will provide early warning of and appropriate responses to violence, intolerance, extremism and discrimination against these groups and, at the same time, promote their respect for the rule of law, democratic values and individual freedoms. Will work to ensure that persons belonging to national minorities have the right freely to express, preserve and develop their ethnic, cultural, linguistic or religious identity. 12. Representative on Freedom of the Media: Will consider developing projects aimed at supporting tolerance towards people of other convictions and beliefs through the use of the media. Will promote measures aimed at preventing and figthing aggressive nationalism, racism, chauvinism, xenophobia and anti-Semitism in the media. Will continue to encourage pluralistic debate and increased media attention to promoting tolerance of ethnic, religious, linguistic and cultural diversity and will, in this context, promote broad public access to media as well as monitor hate speech. 13. Addressing negative socio-economic factors: Participating States/Secretariat: Will aim to identify economic and environmental issues that undermine security, such as poor governance; corruption; illegal economic activity; high unemployment; widespread poverty and large disparities; demographic factors; and unsustainable use of natural resources; and will seek to counter such factors with the assistance, on their request, of the Office of the Coordinator of OSCE Economic and Environmental Activities (OCEEA), acting, among other things, as a catalyst for action and co-operation. 113 14. Preventing violent conflict and promoting peaceful settlement of disputes: Drawing on all its capacities, the OSCE will continue and intensify work aimed at early warning and appropriate response, conflict prevention, crisis management and post-conflict rehabilitation; will strengthen its ability to settle conflicts; will increase efforts to find lasting solutions to unresolved conflicts, including through promotion of the rule of law and crime prevention in such conflict zones through increased co-operation with the United Nations, the European Union and other international organizations; and will further develop its rapid deployment capability (REACT) in crisis situations. 15. Addressing the issue of protracted displacement: Participating States/ODIHR/HCNM/ Representative on Freedom of the Media: Will explore strengthened OSCE potential for contributing to durable solutions, supporting and closely co-operating with other relevant organizations, primarily the Office of the United Nations High Commissioner for Refugees. Will closely monitor situations of protracted displacement. 16. Strengthening national anti-terrorism legislation: Participating States: Will commit themselves to implementing all the obligations they have assumed under relevant conventions and protocols relating to terrorism as well as the United Nations Convention against Transnational Organized Crime and its additional protocols, sharing information and methods in this regard and considering ways and means of co-operation in implementation at bilateral, OSCE-wide and sub-regional meetings. 17. OSCE Parliamentary Assembly: Will continue its efforts to promote dialogue among OSCE parliamentarians with a view to strengthening legislation essential in combating terrorism. 18. ODIHR: Will, on request by interested participating States and where appropriate, offer technical assistance/advice on the implementation of international anti-terrorism conventions and protocols as well as on the compliance of this legislation with international standards, in accordance with Permanent Council decisions, and will seek co-operation with other organizations, especially the UNODCCP, to this end. Will consider facilitating contacts between national experts to promote exchange of information and best practices on counterterrorism legislation. 114 19. Supporting law enforcement and fighting organized crime: Participating States: Noting the close connection between terrorism and transnational organized crime, illicit trafficking in drugs, money laundering and illicit arms trafficking, will take the necessary steps to prevent in their territory illegal activities of persons, groups or organizations that instigate, finance, organize, facilitate or engage in perpetration of acts of terrorism or other illegal activities directed at the violent overthrow of the political regime of another participating State. Will afford one another the greatest measure of assistance in providing information in connection with criminal investigations or criminal extradition proceedings relating to terrorist acts, in accordance with their domestic law and international obligations. 20. Permanent Council: Will consider arranging regular meetings of law enforcement officials of participating States and, where applicable, of OSCE experts with relevant experience in the field to exchange best practices and ways of improving co-operation. 21. Secretariat: Will assist participating States, on their request, through measures to combat trafficking in human beings, drugs and small arms and light weapons, in accordance with relevant Permanent Council decisions, and will undertake efforts to assist in facilitating increased border monitoring, where appropriate. Will further assist participating States, on the request and with their agreement, through provision of advice and assistance on restructuring and/or reconstruction of police services; monitoring and training of existing police services, including human rights training; and capacity building, including support for integrated or multiethnic police services. Will, to this end, reinforce its existing policerelated activities in conflict prevention, crisis management and post-conflict rehabilitation. 22. ODIHR: Will provide continued advice to participating States, at their request, on strengthening domestic legal frameworks and institutions that uphold the rule of law, such as law enforcement agencies, the judiciary and the prosecuting authorities, bar associations and defence attorneys. Will expand its efforts to combat trafficking in human beings and to support victims of trafficking. Will, where appropriate, support prison reform and improvements in criminal procedure. 23. Representative on Freedom of the Media: Will co-operate in supporting, on request, the drafting of legislation on the prevention of the abuse of information technology for terrorist purposes, ensuring that such laws are 115 consistent with commitments regarding freedom of expression and the free flow of information. 24. Suppressing the financing of terrorism. Participating States: Will, within the framework of the United Nations Convention on the Suppression of Financing of Terrorism and UNSCR 1373 (2001), take action to prevent and suppress the financing of terrorism, criminalize the wilful provision or collection of funds for terrorist purposes, and freeze terrorist assets also bearing in mind UNSCR 1267 (1999). Will, in accordance with their domestic legislation and obligations under international law, provide early response to requests for information by another participating State and relevant international organizations. 25. Participating States/Secretariat: Will, in the realm of the Economic and Environmental activities for 2002, also consider ways of combating economic factors which may facilitate the emergence of terrorism, economic consequences of terrorism as well as financial support for terrorists. Will consider how the OSCE may contribute, within the framework of its work on transparency and the fight against corruption, to the wider international effort to combat terrorism. Will consider taking on a catalytic role in providing targeted projects for the training of the personnel of domestic financial institutions in counterterrorism areas, inter alia on monitoring of financial flows and on prevention of money laundering. Participating States will participate constructively in the forthcoming negotiations at the United Nations on a global instrument against corruption, with a view to their early and successful conclusion. 26. Preventing movement of terrorists: Participating States: Will prevent the movement of terrorist individuals or groups through effective border controls and controls on issuance of identity papers and travel documents, as well as through measures for ensuring the security of identity papers and travel documents and preventing their counterfeiting, forgery and fraudulent use. Will apply such control measures fully respecting their obligations under international refugee and human rights law. Will, through the proper application of the exclusion clauses contained in the 1951 Convention Relating to the Status of Refugees and its 1967 Protocol, ensure that asylum is not granted to persons who have participated in terrorist acts. Will provide for the timely detention and prosecution or extradition of persons charged with terrorist acts, in accordance with their obligations under international and national law. 116 IV. Action under the Platform for Co-operative Security - Cooperation with other organizations 27. The United Nations is the framework for the global fight against terrorism. Close co-operation and co-ordination between all relevant actors must be secured. The OSCE can take on a co-ordinating role for inter- and intra-regional initiatives. The OSCE reaches out through close contacts to non-governmental organizations (NGOs), civil society and parliamentarians, creating an ever-closer network for the international coalition against terrorism. 28. Participating States/Secretariat: Will strengthen co-operation and information exchanges, both formally and informally, with other relevant groups, organizations, and institutions involved in combating terrorism. Will strengthen co-operation with the European Union on analysis and early warning and reinforce synergy with the Stability Pact for South Eastern Europe and the Central European Initiative in areas relevant to combating terrorism. Will promote dialogue within the OSCE area on issues relating to new threats and challenges. Will broaden dialogue with partners outside the OSCE area, such as the Mediterranean Partners for Co-operation and Partners for Co-operation in Asia, the Shanghai Co-operation Organization, the Conference on Interaction and Confidence- Building Measures in Asia, the Organization of the Islamic Conference, the Arab League, the African Union, and those States bordering on the OSCE area to exchange best practices and lessons learned in counter-terrorism efforts for application within the OSCE area. V. Follow-up 29. The “Bishkek International Conference on Enhancing Security and Stability in Central Asia: Strengthening Comprehensive Efforts to Counter Terrorism”, held on 13 and 14 December 2001 in Bishkek, will be a first opportunity to: - discuss among a broad range of participants, on the basis of the present Action Plan, concrete experiences and best practices in combating international terrorism and - due to the specific security challenges to which this region is exposed, apply relevant provisions of this Action Plan for practical support to participating States in Central Asia, including financial and technical assistance in concrete areas of their interest. 117 30. The Secretary General will, by 27 December 2001, report to the United Nations Counter Terrorism Committee on action on combating terrorism taken by the OSCE, and will thereafter inform the United Nations as appropriate. In addition, he will regularly inform the Permanent Council about OSCE activities under this Plan of Action. He will prepare a report for submission to the next OSCE Ministerial Council/Summit on activities of OSCE bodies in the anti-terrorism field, and thereafter as requested by the Permanent Council. 31. Each OSCE body called upon to take action under this Plan will prepare, for submission to the Permanent Council, a “road map” for implementation of these tasks, including a timetable, resource implications, and indication of activities requiring further Permanent Council decisions. On the basis of information provided by other OSCE bodies, the Secretariat will prepare an indicative assessment of the administrative and financial implications of this Plan of Action, including the possible need for establishing an anti-terrorism unit or focal point within the Secretariat, and make recommendations for the approval by the Permanent Council of necessary resources within the 2002 budget. The Permanent Council, acting, inter alia, through the Chairman-in-Office and assisted by the Secretariat, will monitor the implementation of this Action Plan. It will further identify sources for assistance in implementing counter-terrorism measures, including expert teams, and possible additional tasking by the Permanent Council of OSCE field presences in close co-operation andagreement with host governments. 118 Annex-2 Bishkek International Conference on Enhancing Security and Stability in Central Asia: Strengthening Comprehensive Efforts to Counter Terrorism 13 – 14 December 2001 “Program of Action” I: Framework for Co-operation 1. The “Bishkek International Conference on Enhancing Security and Stability in Central Asia: Strengthening Comprehensive Efforts to Counter Terrorism” (Bishkek Conference), which was co-organized by UN ODCCP and OSCE, brought together, in the spirit of the UN Charter and the OSCE Platform for Co-operative Security, representatives of OSCE participating States and a broad range of officials from international organisations, observers and experts. 2. Discussions were based on United Nations resolutions, in particular, Security Council Resolutions 1373 and 1377, the UN Plan of Action for the implementation of the UN Vienna Declaration on Crime and Justice: Meeting the Challenges of the Twenty-first Century (April 2000), and on the OSCE Bucharest Plan of Action for Combating Terrorism (4 December 2001). Considering the fact that the “Bishkek Conference” is also a followup to the International Conference on Enhancing Security and Stability in Central Asia (Tashkent, October 2000), the outcome of the “Tashkent Conference” was duly taken into account. 3. The “Bishkek Conference” strengthened the resolve of the participants to unite in the fight against terrorism and to support the key role of the United Nations. 4. The participants invited international and regional organisations to strengthen cooperation and co-ordination by undertaking the following steps: • To make full use of platforms, like the “Bishkek Conference”, to develop synergies between their activities in order to maximise the effectiveness of 119 their assistance. In this regard, participants welcomed the intention of ODCCP and OSCE to further develop working contacts in order to strengthen their complementary capacities; and • To build upon positive experiences gained in the development of the ODCCP Programme for Central Asia, with the assistance of the donor community. II: Measures to Combat and Prevent Terrorism Taking into account the commitments of the OSCE participating States, as reflected in the Bucharest Plan of Action and in line with Section VII of the Plan of Action for the implementation of the Vienna Declaration, the following measures were identified: 1. To request OSCE and ODCCP to enhance synergy and coordination in providing necessary assistance. In this regard, initiatives of UN/ODCCP and OSCE/ODIHR, such as organizing regional and sub-regional workshops for the promotion of the ratification and implementation of international conventions are strongly encouraged. The crucial role of parliaments, in particular, in the ratification process, is also to be taken into account as is the role of the OSCE Parliamentary Assembly in encouraging dialogue among parliamentarians; 2. To enhance national interagency co-operation between anti-terrorist agencies and agencies fighting crime, including drug trafficking, by an exchange of operational information between such agencies and law enforcement authorities charged with combating terrorism; 3. To foster regional and international co-operation between anti-terrorist agencies and agencies fighting crime, including the trafficking of arms and illicit drugs, e.g. in the form of the establishment of channels of communication between relevant agencies; to suggest to the OSCE Permanent Council to consider convening in Vienna a special expert meeting, with the participation of representatives of law enforcement bodies, arranged by the OSCE while inviting the UN as a co-organiser; 4. To adopt national anti-money laundering legislation and create corresponding structures, e.g. Financial Intelligence Units, which can be employed to prevent and suppress the financing of terrorism, as well as other relevant crimes. In this connection, the participants drew the attention of the international community to the importance of providing assistance, 120 upon request, to States in developing relevant national legislative and administrative tools; 5. To work toward rapid ratification and implementation of relevant international instruments, including the 1999 UN International Convention for the Suppression of the Financing of Terrorism, and consider implementing the standards of financial accountability and transparency embodied in the Financial Action Task Force (FATF) 40 Recommendations on Money Laundering and eight Special Recommendations on Terrorist Financing; to take immediate steps in accordance with UN Security Council Resolution 1373 (2001), to block the assets of individuals and entities linked to terrorist financing; 6. To have countries gather information on, and engage in the analysis of, criminal activities carried out for the purposes of furthering terrorism, as well as collect and update relevant information on terrorism and related activities. Subject to bilateral or multilateral agreements, such information could also be shared with appropriate international bodies and other countries; 7. To increase funding for relevant research conducted by appropriate institutions, including universities and non-governmental and governmental agencies; 8. To prevent the destabilising accumulation and uncontrolled spread and illicit trafficking of small arms and light weapons (SALW). In this context, the experiences from the implementation of the OSCE Document on Small Arms and Light Weapons, as well as from a series of national training workshops in all five OSCE participating States of Central Asia on combating trafficking and the stockpile management of SALW, should be taken into account. In addition, states are encouraged to actively participate in the regional seminar to be held in the spring of 2002 in Almaty. Moreover, the OSCE Conflict Prevention Centre is encouraged to develop further activities in the implementation of the aforementioned OSCE document; 9. To prevent and to combat terrorism by increasing co-operation in the fields of human rights and fundamental freedoms and by strengthening the rule of law and the building of democratic institutions, based in part, on the funding of relevant programmes of the UN as well as the OSCE; 121 10. To enhance the capacity of the judiciary to deal with all aspects of terrorism and related crime, including by the provision of relevant expertise and training so as further strengthen the independence and impartiality of the judiciary; 11. To address inter ethnic frictions at the earliest possible stage, thus contributing to a comprehensive policy for the prevention of terrorism; to support, in particular, the efforts of the OSCE HCNM in addressing issues pertaining to his mandate; and to foster dialogue and tolerance between majorities and minorities; 12. To promote active civil society engagement in the fight against terrorism; and to offer young people opportunities to learn and practice tolerance, to enable them to actively participate in civil society and to familiarize them with peaceful conflict resolution methods; 13. To emphasize the importance of tolerance in all aspects of social relations and the significant role of dialogue among civilizations as a means of reaching understanding and removing threats to peace in the spirit of UN General Assembly Resolution 53/22; and to foster continuous dialogue among all segments of society (including political and religious leaders, parliamentarians and NGOs) in order to prevent the marginalization of any segment of society; to recommend to the OSCE Permanent Council to consider in 2002 the commencing of a dialogue between the OSCE and the Organisation of the Islamic Conference. 14. To assist in strengthening free media, including serving the legitimate information needs of society without providing a platform for terrorists; to support the ongoing ODCCP project, “Mass Media Training on Drug and Crime Related Issues” which is being implemented in co-operation with the OSCE, as well as to follow-up on the result of the conference on media freedom in times of terrorist conflict, organized in Almaty by the OSCE Representative on Freedom of the Media; and to develop further programmes in this area, to promote freedom of expression and to monitor hate speech. 15. To provide psychological and social services to the victims of terrorism and to their families; and 16. To address economic and social problems that are exploited by terrorists, by encouraging the countries concerned to focus on sustainable 122 development policies, taking into account existing priorities within the donor community. III. Additional Needs Considering that the Central Asian region is a neighbour to Afghanistan and that it requires support, also in connection with threats originating from Afghanistan, participants from both inside and outside Central Asia, pleaded that special efforts should be made by the international community to provide technical and financial assistance on the basis of comprehensive national and regional programmes of action, in the following areas: 1. To strengthen the capacities of Central Asian states to control their borders and to prevent border crossing by terrorist and organised crime groups, by taking into account the situation in Afghanistan with specific regard to illicit drugs, without impeding the normal flow of trade and free movement of people; 2. To encourage sustainable economic development by, inter alia, fostering cooperation between national banks in the region as well as within international banking structures, in order to support on the one hand, economic processes, including the attraction of foreign investment, and, on the other hand, to enhance their capacity to control money laundering and to suppress the financing of terrorism; 3. To undertake joint training and operational activities in various areas, including training of specialists and considering the provision of appropriate equipment and technologies; and 4. To strengthen the capacity of governmental institutions to combat terrorism, organized crime and illicit drugs. 5. To consider providing such financial and other assistance also with a view to facilitate the ratification and implementation of the relevant international conventions. Measures in these areas should be addressed in comprehensive frameworks. In order to contribute to and ensure such frameworks, as well as to provide support for such measures, consideration should be given – not least with an eye for due follow-up and effective implementation – to continuing the dialogue among concerned countries, with the assistance of ODCCP and OSCE. 123 Annex – 3 Organization for Security and Co-operation in Europe of 7 December 2002 Ministerial Council of 7 December 2002, Porto OSCE CHARTER ON PREVENTING AND COMBATING TERRORISM The OSCE participating States, firmly committed to the joint fight against terrorism, 1. Condemn in the strongest terms terrorism in all its forms and manifestations, committed no matter when, where or by whom and reiterate that no circumstance or motive can justify acts of or support for terrorism; 2. Firmly reject identification of terrorism with any nationality or religion and reaffirm that action against terrorism is not aimed against any religion, nation or people; 3. Recognize that terrorism requires a co-ordinated and comprehensive response and that acts of international terrorism, as stated in the United Nations Security Council resolution 1373 (2001), constitute a threat to international and regional peace and security; 4. Declare that acts, methods and practices of terrorism, as well as knowingly providing assistance to, acquiescing in, financing, planning and inciting such acts, are contrary to the purposes and principles of the United Nations and the OSCE; 5. Consider of utmost importance to complement the ongoing implementation of OSCE commitments on terrorism with a reaffirmation of the fundamental and timeless principles on which OSCE action has been undertaken and will continue to be based in the future, and to which participating States fully subscribe; 124 6. Reaffirm their commitment to take the measures needed to protect human rights and fundamental freedoms, especially the right to life, of everyone within their jurisdiction against terrorist acts; 7. Undertake to implement effective and resolute measures against terrorism and to conduct all counter-terrorism measures and co-operation in accordance with the rule of law, the United Nations Charter and the relevant provisions of international law, international standards of human rights and, where applicable, international humanitarian law; 8. Reaffirm that every State is obliged to refrain from harbouring terrorists, organizing, instigating, providing active or passive support or assistance to, or otherwise sponsoring Tterrorist acts in another State, or acquiescing in organized activities within its territory directed towards the commission of such acts; 9. Will co-operate to ensure that any person who wilfully participates in financing, planning, preparing or perpetrating terrorist acts, or in supporting such acts, is brought to justice and, to that end, will afford one another the greatest measure of assistance in providing information in connection with criminal investigations or criminal extradition proceedings relating to terrorist acts, in accordance with their domestic law and international obligations; 10. Will take appropriate steps to ensure that asylum is not granted to any person who has planned, facilitated or participated in terrorist acts, in conformity with relevant provisions of national and international law, and through the proper application of the exclusion clauses contained in the 1951 Convention Relating to the Status of Refugees and its 1967 Protocol; 11. Recognize that the relevant United Nations conventions and protocols, and United Nations Security Council resolutions, in particular United Nations Security Council resolution 1373 (2001), constitute the primary international legal framework for the fight against terrorism; 12. Recognize the importance of the work developed by the United Nations Security Council Counter-Terrorism Committee and reaffirm the obligation and willingness of participating States and the OSCE to co-operate with this Committee; 125 13. Recall the OSCE’s role as a regional arrangement under Chapter VIII of the United Nations Charter, and its obligations in this context to contribute to the global fight against terrorism; 14. Recall their Decision on Combating Terrorism and its Plan of Action for Combating Terrorism, adopted at the Ninth Meeting of the OSCE Ministerial Council in Bucharest and reaffirm the commitments contained therein; 15. Take note with satisfaction of the Declaration and the Programme of Action adopted at the Bishkek International Conference on Enhancing Security and Stability in Central Asia: Strengthening Comprehensive Efforts to Counter Terrorism, held on 13 and14 December 2001; 16. Reiterate the commitment undertaken in the framework of the Charter for European Security, including the Platform for Co-operative Security, adopted at the Istanbul Summit, to co-operate more actively and closely with each other and with other international organizations to meet threats and challenges to security; 17. Underscore that the prevention of and fight against terrorism must be built upon a concept of common and comprehensive security and enduring approach, and commit to using the three dimensions and all the bodies and institutions of the OSCE to assist participating States, at their request, in preventing and combating terrorism in all its forms; 18. Undertake to fulfil their obligation, in accordance with the United Nations conventions, protocols and Security Council resolutions, as well as other international commitments, to ensure that terrorist acts and activities that support such acts, including the financing of terrorism, are established as serious criminal offences in domestic laws; 19. Will work together to prevent, suppress, investigate and prosecute terrorist acts, including through increased co-operation and full implementation of the relevant international conventions and protocols relating to terrorism; 20. Are convinced of the need to address conditions that may foster and sustain terrorism,in particular by fully respecting democracy and the rule of law, by allowing all citizens to participate fully in political life, by preventing discrimination and encouraging intercultural and inter-religious 126 dialogue in their societies, by engaging civil society in finding common political settlement for conflicts, by promoting human rights and tolerance and by combating poverty; 21. Acknowledge the positive role the media can play in promoting tolerance and understanding among religions, beliefs, cultures and peoples, as well as for raising awareness of the threat of terrorism; 22. Commit themselves to combat hate speech and to take the necessary measures to prevent the abuse of the media and information technology for terrorist purposes, ensuring that such measures are consistent with domestic and international law and OSCE commitments; 23. Will prevent the movement of terrorist individuals or groups through effective border controls and controls relating to the issuance of identity papers and travel documents; 24. Recognize the need to complement international co-operation by taking all necessary measures to prevent and suppress, in their territories through all lawful means, assistance to, and the financing and preparation of, any acts of terrorism, and to criminalize the willful provision or collection of funds for terrorist purposes, in the framework of their obligations under the International Convention for the Suppression of the Financing of Terrorism and relevant Security Council resolutions; 25. Reaffirm their commitment to fulfil their international obligations, as set out in United Nations Security Council resolutions 1373 (2001) and 1390 (2002), and in particular to freeze the assets of those designated by the Committee established pursuant to United Nations Security Council resolution 1267 (1999); 26. Note with concern the links between terrorism and transnational organized crime, money laundering, trafficking in human beings, drugs and arms, and in this regard emphasize the need to enhance co-ordination and to develop co-operative approaches at all levels in order to strengthen their response to these serious threats and challenges to security and stability; 27. Declare their determination to use in good faith all relevant instruments available within the politico-military dimension of the OSCE, as represented by the Forum for Security Co-operation, and emphasize the importance of fully implementing these instruments in particular, the Code 127 of Conduct on Politico-Military Aspects of Security and the OSCE Document on Small Arms and Light Weapons; 28. Reaffirm that arms control, disarmament and non-proliferation remain indispensable elements of co-operative security between States; that they can also make an essential contribution by reducing the risk of terrorists gaining access to weapons and materials of mass destruction and their means of delivery; Express determination to combat the risk posed by the illicit spread of and access to conventional weapons, including small arms and light weapons; Will make every effort to minimize those dangers through national efforts and through strengthening and enhancing the existing multilateral instruments in the fields of arms control, disarmament and non-proliferation including the OSCE Principles Governing NonProliferation and to support their effective implementation and, where applicable, universalization. 128