Mersin Kültür Turizm
Transkript
Mersin Kültür Turizm
Mersin Türkiye’nin 81 ilinden 33 kod numarasıyla anılan, yüzölçümü yaklaşık 16.000 km2. ve 2009 yılı nüfus sayımına göre toplam 1.640.888 kişilik nüfusa sahip olan ve eski adı İÇEL olan MERSİN ili doğusunda Adana, batısında Antalya, kuzeyinde Niğde, Konya ve Karaman illeri, güneyinde ise Akdeniz ile çevrili olup, Taşlık Kilikya’nın tümünü ve Ovalık Kilikya’nın Berdan Çayı havzasını kaplar. Kuzeyden Toros dağlarının en yüksek tepelerine kadar uzanan yaylaları içine alıp, doğu Akdeniz boyunca güney batıya doğru uzanır. Dağlık alanlar kratase, eosen, miosen ve pliosen tortularından ibaret kireç taşı tabakalarından, ovalar ise IV.zamanda başlamış olan alüvyon birikmesiyle oluşmuştur. İldeki Toros Dağları genç dağlardır. Toroslar'ın Mersin bölümünde kalan kısmı Bolkar Dağları adını alır. Bolkarların en yüksek yeri 3524 metre ile Medetsiz Tepesi’dir. Orta Toroslar'ın geçit verebilen yeri Gülek Boğazıdır(1050 m.). İkinci önemli geçit ise Mut ilçesi yakınlarındaki Sertavul Geçidi’dir. İl’de birkaç set gölünden başka göl yoktur. Silifke’deki Akgöl, Keklik Gölü ve Paradeniz gölleri deniz bağlantılı olduklarından suları tuzlu olup, bol balık yaşamaktadır. Bitki örtüsü genellikle Akdeniz iklimine uyum sağlayan maki’dir. Defne, Yabani Zeytin, Keçi Boynuzu, Mersin, Zakkum, Böğürtlen ve Kuşburnu’dur. 100-1000 m. arasında Meşe, 100-1200 m. arasında Kızılçam, 1500 m. Karaçam ve 2000 m. yüksekliklerde Sedir ve Ardıç Ağaçları yer alır. Turistik bir il olan MERSİN’E bağlı ilçeler şunlardır: Akdeniz, Anamur, Aydıncık, Bozyazı, Çamlıyayla, Gülnar, Erdemli, Mezitli, Mut, Silifke, Tarsus , Toroslar ve Yenişehir'dir. Mersin’in akarsuları Deliçay, Efrenk Deresi (Müftü), Tece Deresi ile batıda Lamas çayı ile Mezitli çayından ibarettir. Anamur’da Dragon Çayı, Tarsus’ta Berdan Çayı, ve tarihe tanıklık etmiş olan Silifke’de Göksu Nehri ilin önemli akarsularındandır. İl, deniz-kum-güneş üçlemesinin dışına çıkarak, alternatif turizm çeşitlerini sunmaktadır. İnanç , Yayla, Trekking, Rafting, Yamaç paraşütü, Su sporları, Kayak, Dağcılık gibi. Dağlara çıkıldıkça farklı iklimler yaşanmakla beraber, kıyı şeridinde tipik Akdeniz iklimi hüküm sürer; yani yazlar sıcak ve kurak, kışlar ise ılık ve yağışlı geçer. İlin yaklaşık 108 km. uzunluğunda kumsal plajları vardır. Adana’dan 69 km.,Antalya’dan 487 km. ve Konya’dan 348 km. uzaklıkta olan Mersin merkezi yeni ve modern bir liman şehridir.Büyük kentlerle demiryolu ve karayollarıyla ulaşım yapılırken, yabancı limanlarla da gemi seferleriyle bağlantılıdır. Yıl boyunca Mersin ile Gazimagosa arasında düzenli feribot seferleri vardır. Mersin’in modern bir kent olması nedeniyle, turistler burada kalmakta ve Mersin’i Kapadokya, Güney doğu Anadolu Batı Akdeniz ve Kıbrısa, geçiş merkezi olarak seçmektedirler. Mersin, ticaret ve ekonomi alanlarında olduğu kadar turizmde de son yıllarda olumlu atılımlar yapmıştır. Nitekim “Kardeş Kent” sayısının artması Dünya Uluslarının Mersin’e olan yakın ilgilerini göstermektedir. Mersin Belediyesinin bağlı olduğu Dünya Kardeş Kentleri şunlardır: 1-ABD/Californiya-Santa Fee Springs (l965) 2-İTALYA/Rimini (1980) 3-Japonya/Kushimoto (1997) Mersin kentinin merkez sınırlarını, doğuda Tırmıl Tepe, Batıda Yumuktepe Höyükleri oluşturmaktadır. Bu Höyükler , Mersin kurulmadan çok önceleri Neolitik ve Kalkolitik dönemlerde, bu alanda yerleşimlerinin olduğunu kanıtlamaktadır. J.Garstang tarafından Yumuktepe’de yapılan kazılar sonucunda en yoğun yerleşimin Neolitik ve Kalkolitik dönemlerde olduğu ortaya çıksa da 1993 yılında yeniden başlayan kazı çalışmaları , bu yerleşik düzenin Arap istilaları ve Bizans döneminde de devam ettiğini göstermiştir. Antik dönemde ise Mersin’in deniz kıyısında bir yerleşim yeri olduğunu gösteren veriler vardır. C. Texier Mersin’in antik Zephyrium Kenti olduğunu yazmaktadır. Halkevi civarındaki temel kazılarında ve Çavuşlu Mahallesinde ele geçen rastlantısal buluntular kentin tarihini Antik döneme kadar götürmektedir. Antik kente ait harabeler XIX. Yüzyılda Mersin’e gelen seyyahlar tarafından da gözlenmiştir. Ortaçağda Mersin hakkında pek fazla bilgi bulunmamaktadır. Bu dönemde özellikle Tarsus’un önemli bir merkez olduğu bilinmektedir. Hıristiyanlığın hac kentlerinden biri olan bu kent, Müslüman Araplar ile Bizanslar arasında sık sık el değiştirmiştir. Anadolu Selçuklu Döneminde de varlığını sürdüren kentin yakınında “ Mersin “ isminde bir yerleşimden XIX. yüzyıl seyyahlarına gelene kadar bahsedilmemektedir. Mersin Yumuktepe ve Zephyrium yerleşmelerine rağmen, ancak 19. Yüzyıl ortalarında gelişme sürecine girmiş ve İçel İli’nin merkezi olmuştur. Kaynaklarda, Mersin adının Mersin oğulları aşiretinden veya yörede bol miktarda yetişen Mersin ağacından geldiği yazılmaktadır. 150 yıllık geçmişinde buralarda, farklı dinlere, kültürlere ve etnik topluluklara mensup insanların yaşaması, toplumsal kaynaşmanın gerçekleştiğini ve bunun devam ettiğini göstermektedir. 1886’ da Amerika, Almanya, Fransa, İngiltere, Rusya gibi bir çok ülkenin konsolosluklarının bulunduğu önemli bir liman kenti olmuştur. I. Dünya savaşından sonra Mersin’in sosyo-ekonomik yapısında önemli değişiklikler olmuş ve ekonomik dinamizmini kaybetmiştir. Mersin şimdi ikinci hızlı kentleşmesini yaşamaktadır. Modern limanı, Serbest bölgesi, Büyük Sanayi ve Ticari Kuruluşları ile hızla gelişmekte olan bir İl’dir. Çok sayıda Antik örenyerleri, denizi , Narenciye bahçeleri ile çevrili yeşil doğası ve kültürel etkinlikleri ile büyük bir kültür ve turizm potansiyeline sahiptir. MERSİN'İN KRONOLOJİSİ M.Ö. 6000-5500 Neolitik Dönem M.Ö. 5500-3000 Kalkolitik Dönem M.Ö. 3000-2000 İlk Tunç Çağı M.Ö. 2000-1700 Orta Tunç Çağı M.Ö. 1700-1200 Kizuvatna Krallığı M.Ö. 1200-612 Kue Krallığı M.Ö. 546-333 Pers Krallığı M.Ö. 301-101 Selevkoslar Dönemi M.Ö. 101- M.S.-395 Roma Dönemi M.S. 395-661 Bizans Dönemi M.S. 661 Muaviyenin Mersin'in bazı yörelerini ele geçirmesi. M.S. 685-960 Yörenin Bizans ve Araplar tarafından sık sık el değiştirmesi. M.S. 960 Bizanslıların yöreye egemen olması. 1082 Süleyman Şah'ın yöreye egemen olması. 1124 Ermenilerin Tarsus'u ele geçirmesi. 1224 Anadolu Selçukluları Dönemi. 1254 Karamanoğulları Dönemi. 1357 Silifkenin Karamanoğulları Beyliğinin eline geçmesi. 1473 Gedik Ahmet Paşa'nın Silifke'yi Osmanlı topraklarına katması. 1516 Mersin ve Tarsus Yöresinin Osmanlı yönetimine katılması. 1852 Mısırlı İbrahim Paşa'nın Mersin yöresini ele geçirmesi 1859 Mersin yöresinin Osmanlı topraklarına katılması 17 Aralık 1918 Mersin'in, İngilizlerce işgali. 19 Aralık 1918 Tarsus'un, Fransızlarca işgali. 02 Ocak 1919 Mersin'in, Fransızlarca işgali 20 Temmuz 1920 Fransızlarla yapılan Bağlar Savaşı. 05 Ağustos 1920 Pozantı Kongresi. 20 Aralık 1921 Ankara Antlaşması (Çukurova'nın işgalciler tarafından boşaltılması.) 27 Aralık 1921 Tarsus'un düşman işgalinden kurtuluşu. 03 Ocak 1922 Mersin'in düşman işgalinden kurtuluşu. 17 Mart 1923 Atatürk'ün Mersin'i ziyareti 1924 Mersin'in Vilayet oluşu. 1933 Mersin' in ,İçel'in Vilayet Merkezi olan Silifke ile birleştirilmesi ve İl oluşu. 2002 İçel adının Mersin olarak değiştirilmesi. Ankara Kocatepe Camiinden sonra, Cumhuriyet döneminin ikinci büyük cami Muğdat Semtindedir. Cemaat yeri, ana kubbe, son cemaat yeri ve mahfil katından ibaret olan ve klasik Osmanlı mimarisi tarzındaki yapı, toplam 5.500 kişiliktir. Üçer şerefeli, 81 m yüksekliğinde 6 adet minaresi, konferans salonu, kütüphane, aşevi, misafirhane, sağlık ocağı ve diğer birimleriyle külliye özelliği taşır. İsa'nın havarilerinden Tarsus'lu Pavlus (Sen Paul) ve yine Tarsus'ta yaşamış Hıristiyanlığın öncülerinden Barnabes, M.S. 41 yılında Hıritiyanlığı yaymak için Anadolu’da çeşitli yolculuklar yapmışlardır. Bu azizlerin gezileri sırasında konakladıkları hemen her yerde anılarına tapınaklar yapılmıştır. Fakat, o tarihte Hıristiyanlık henüz resmi din olmadığından ve ibadet gizli olduğundan tapınakların da gözden uzak ve ulaşımı güç yerlerde olması tercih edilmiştir. Alahan Manastırının olduğu yerde de böyle bir tapınağın yapıldığı anlaşılmaktadır. Mamure Kalesi Antalya Mersin karayolu üzerinde, Anamur yakınlarında Bozdoğan köyünde deniz kenarındadır. Türkiye'nin en büyük ve en iyi korunmuş kalelerinden biridir. 3. veya 4. yüzyılda Romalılar tarafından yaptırılmış olan kale, sonraları Bizanslılar ve Haçlılar zamanında da genişletilerek kullanılmıştır. Anadolu Selçuklu Sultanı Aleaddin Keykubat tarafından 1221 yılında ele geçirildiği sırada yıkılan kalenin yerine, birçok Anadolu kalesinde olduğu gibi, antik temeller üzerine bugünkü kale yapılmıştır. Astım Mağarası : Yolu Mersin’den geçenler ve burada konaklamayı düşünenler bir günlerini mutlaka Mersin-Antalya yolunun 40. km sindeki “Narlıkuyu” ilçesini ziyaret etmek için ayırmalılar.Zaten bölgede gezilecek 3-5 tane yer var.Bence bunlardan en önemlisi Narlıkuyu. Narlıkuyu’da doğanın şekilllendirmesiyle oluşmuş birçok coğrafi oluşum var. Bunlar Cennet ve Cehennem obrukları (çökeltisi), Astım Mağarası ve tabiki Narlıkuyu Koyu. Bunların yanında Roma dönemine ait birçok yapı da mevcut. Aya Thekla Kilisesi : Silifke ilçesinin Taşucu Beldesi yolu üzerinde 4.km’den sağa dönülen 1 km.lik bir yolla ulaşılan bölge Hıristiyanlığın en eski ve en önemli merkezlerinde olan Meryemlik’e ulaşılır. Meryemlik’in tarihi Azize Thekla’nın buraya gelişi ile başlar.Yaklaşık M.S.50 yılında kurulmuştur. İsa Peygamber’in havarilerinden olan St.Paul’un vaazları dinleyerek etkilenen 17 yaşındaki Thekla kendini Hıristiyanlık dinine adar.St.Paul’ün öğrencisi olan Azize Thekla yörede(Konya, Yalvaç, Kapadokya) Hıristiyanlığı yaymak için çalışma yaparken paganların(Romalılar) baskılarına maruz kalıp öldürüleceğini anlayınca kaçarak Silifke’ye gelir. Babası tarafından ateşe atılarak yakılmak istenen Theckla yağmurun yağması sonucu bu ölümden de kurtulur.Yer altında bulunan bu mağarada saklanır ve dinini yaymaya devam eder. Bunun yanı sıra hastalara da şifa dağıtmaktadır. Yine öldürüleceği bir sırada bu mağarada kaybolduğuna inanılır. Aya Thekla’nın içinde yaşadığı mağara onun kayboluşundan sonra Hıristiyanlarca kutsal yerlerden sayılmış, M.S.312 yılında din serbest bırakılıncaya kadar gizli bir ibadet yeri olarak kullanılmıştır. Bu mağara bölümü daha sonra IV.yy.’da kiliseye (yer altı kilisesi) dönüştürülmüştür.Üzerinde bugün sadece apsisinin bir bulunan Azize Thekla Kilisesi,Üç Nefli Thekla Bazilikası, Büyük Sarnıç, Nekropol Alanı ve Kutsal Yol görülecek yerlerdendir. Bozyazı Plajı : Artık Temmuz ayı ile beraber tatilciler Bozyazı’da iyice kendisini göstermeye başladı. Plajlara akın eden tatilcilerin en rağbet ettiği plaj Adanın sağ ve sol taraflarının olduğu gözlemlenmektedir. Ailecek denize giren tatilciler hem kafa dinlemek, hem de çocukları için dalgasız deniz aramalarından dolayı Karataş bölgesini seçtikleri gözlemlenmektedir. Çocuklarında çok rahat bir şekilde denize girebildikleri Karataş Plajında her gün insan seli oluşmaktadır. En büyük avantajı dalgasız olmasıdır. Tertemiz olan denizin alt kısmı çıplak gözle görülmektedir. Kumsal olması da büyük etkenlerden biridir. Kilise Kalıntısı : Silifke - Mersin karayolunun 15. Kilometresindeki, bugün bir tatil beldesi olan Susanoğlu’nun antik ismi Corasium’dur. Geç Roma dönemine ait kent İsauria valisi Flavius Uranius (367 - 375) tarafından kurulmuştur. Eskiden tamamen surlarla çevrili kentin batıdaki ana giriş kapısı üzerinde bulunmuş olan yazıtta şöyle denilmektedir: “Prenslerimiz Valentinian, Valens ve Gratian’ın idaresi altında yaşarken İsauria eyaletinin ünlü yöneticisi Flavius Uranius bu ıssız yeri kendi zevkine uygun bir şekilde, tüm masraflarını kendisi karşılayarak yaptırdı”. Eski bir koyun etrafında yay şeklindeki antik kentte iki ayrı nekropol, kilise, hamam ve sarnıç kalıntıları vardır. Kanlıdivane örenyeri, doğuda Limonlu Çayı’nın oluşturduğu Limonlu Vadisi ile batıda Göksu Nehri’nin oluşturduğu Göksu Vadisi ile sınırlanmış olan ve sahip olduğu özellikler bakımından önemli doğal alanı olarak tanımlanan Limonlu Havzası içerisinde konumlanmıştır. Bölgenin karakteristik doğal özellikleri kapsamında Akdeniz’e özgü maki toplulukları önemli bir yer tutmaktadır. Alanda baskın olan maki topluluğunu oluşturan türler kermes meşesi, zeytin, keçiboynuzu (harnup), sandal ağacı, defne, keçiboynuzu, sakız ağacı ve mersindir. Aynı zamanda Astım mağarası ve Cennet-Cehennem obrukları ile flora-fauna açısından önemli habitat alanı olan bölge nesli bölgesel ölçekte tehlike altında olan kelebek türleri ile nesli küresel ölçekte tehlike altından bulunan bitki topluluklarını barındırmaktadır. Dörtayak, tarihin derinliklerin güzümüze ulaşan bir yapıt. MS 2. yüzyıl sonlarında yapıldığı sanılan bir anıtmezar. Dört tane fil ayağı olduğu için bu ad verilmiş. Mezar odası açılmadığından, gerçek bir mezar mı ya da ünlü birinin anısına yaptırılan boş mezar mı olduğu henüz bilinmiyor. Bir aşk öyküsü de kurgulanmış bu anıtmezar üstüne. Söylenceye göre, yöre kralının güzelliği dillere destan bir kızı varmış. Aynı anda iki damat adayı çıkmış ortaya. Kızın babası eminmiş her ikisinin de kızını mutlu edeceğinden. Yokmuş birbirlerine de üstünlüğü. İşte bu yüzden seçim yapmakta zorlanmış. Çağırmış iki adayı. Birinden Köşk’ten kanal yaparak su getirmesini, diğerinden de Dörtayak’ı yapmasını istemiş. Kim erken bitirirse işini, o alacakmış güzel kızı. İki namzet başlamış çalışmaya. Günler, aylar, yıllar geçmiş. Su getirmekle görevlendirilen aday, dereleri, tepeleri aşan kanal yapmış, diğeri son sırayı yapacağı zaman suyun şırıltısı duyulmuş Kelenderis’te. Dünya güzelini kaybettiğini anlayan aday, son sıranın ilk taşını koymuş koymasına ama bitirse neye yarayacak, atmış kendini aşağıya. Diğeri de girmiş dünya evine sevdiği kadınla. Böyle anlatıla gelir yıllardandır. Doğru mu yanlış mı orası bilinmez ama anıtın tepesinde tek taş yıllardır duruyor. Yapıtın dibinde de aynı taşlardan hâlâ var. Yerdeki taşlar belki de yukarıdan düşmüştür, kim bilir. Eshab-ı Kehf ( Yedi Uyurlar Mağarası ) Tarsus'un 12 km kuzeyinde bulunan Eshabı Kehf mağarası, Hristiyan ve Müslümanlarca kutsal bir ziyaret yeri olarak kabul edilir. Mağara dört köşe olarak kayadan yulmuştur ve 15-20 basamakla girilir. O Mağaranın üstünde 1873 yılında Sultan Abdülaziz tarafından yaptırılan camiye sonradan üç şerefeli bir de minare eklenmiştir. Eshabı Kehf diye adlandırılan ve kutsal kişiler olarak bilinen, Hristiyanlarca 7, Müslümanlarca 8 evliya olarak kabul edilen Yelmiha, Mekselina, Mislina, Mernuş, Sazenuş, Debernuş ve Kefeştetayuş adındaki yedi genç ve köpekleri Kıtmir'e ait söylencenin çeşitli versiyonları vardır. Kaynakwh webhatti.com: Bazı değişikliklerle birlikte bunların hepsinde anlatılan ortak söylence şöyledir. St. Paulus'un Hristiyanlık kurallarını yaydığı tarihlerden uzun bir süre sonra, Arap kaynaklarında Takyanus olarak geçen (Diocletianus?) Roma imparatoru Tarsus'a gelmiş ve çok tanrılı dönemde tek tanrıya inandıkları için bu gençleri huzuruna çağırarak, onlara Roma dinine bağlı kalmalarını, aksi taktirde kendilerini öldürteceğini söylemiştir. Tek tanrıya inançlarından vazgeçmek istemeyen bu gençler,imparator tarafından verilen bir kaç günlük zamandan yararlanarak Tarsus yakınlarındaki bu mağaraya sığınmışlar ve orada mucizevi bir şekilde 300 yıl süren bir uykuya yatmışlardır, içlerinden ilk uyanan Yemliha, yiyecek almak için kente gittiğinde, elindeki paranın çok eski ve anlattıklarının akla uygun olmadığı anlaşılınca, onunla beraber mağaraya giderler. Kaynakwh webhatti.com: Ancak mağarada yedi yavru kuşun tünediği bir yuvadan başka bir şey göremezler. Bu nedenle bu mağara Yedi Uyurlar Mağarası olarak da anılır. Bu sonuç Islami versiyonda ise şöyledir.Mağaraya gelenler, içerde altı kişinin namaz kıldığını görürler.Yemliha dışardakileri bırakıp mağaraya girer ve ondan sonra yedisi de görünmez olurlar. A.Akagündüz, Y.Baş, R.Tekin, O.Kaşıkçf nın hazırladıkları bir akademik çalışmaya göre; yazarlar, bu söylenceyi Kuran'ın Kehf suresinin 926 ayetlerininaçıklamasıyla ele almışlardır. Ayrıca 34'ü Turkİslam, 2'si batılı olmak üzere 36 kaynağın sonuçlarına göre yayınladıkları kitapta, bu söylencenin yeri, Tarsus'dakiEshabı Kehf olarak gösterilmektedir. T.A.Çağlar, bu konuya farklı bir bakış açısı ile yaklaşarak, olayın geçtiği söylenen yerdeki konik dağ yapısını bir dağ kültü, isimlerin ise "nuş ve yüş" şeklinde ekler almasının, Islami veya antik olmaktan çok Labarnaş veya Hattuşaş gibi Hitit, Luwi veya Que kökenli olabileceğini öne sürmektedir. Bu durumda yeri ve kime ait olduğu tartışmalı olan bu söylenceye dikkat edilmesi gereken farklı bir versiyon daha ortaya çıkmaktadır. Kızkalesi Kızkalesi, Erdemli'ye 23, Mersin'e 60 km mesafededir. Özellikle yaz aylarında büyük bir canlılığın yaşandığı kasabaya, ulaşım minibüslerle sağlanmaktadır. Kasabada taşıma kooperatifi olduğu için ulaşım problemi yoktur. Günün her anında Mersin ve Silifke'ye ulaşmak mümkündür. Buranın tarihi adı Korykos'tur. Kızkalesi, tarih içinde Selevkoslar, Romalılar, Bizanslılar, Selçuklular, Ermeniler, Fransızların (Kıbrıs Krallığı), Karamanlılar ve Osmanlılar'ın hakimiyetinde kalmış önemli bir yerleşim bölgesidir. Yapılan ilk kazılarda buraya ilk yerleşimin MÖ. 4. yüzyıla ait olduğunu gösteriyor. Ünlü tarihçi Herodot, bu şehri Georges adında Kıbrıslı bir prensin kurduğunu yazar. Milattan sonra 72 yılında Roma hakimiyetine giren Kızkalesi, 450 yıl Roma yönetimine bağlı kalmıştır. Bu dönemde zeytincilikte büyük bir gelişme göstermiş ve zeytin yağı ihraç merkezi olmuştur. Bizanslılar döneminde Arap saldırılarına karşı çevresi surlarla çevrilmiştir. Daha sonra burası Selçuklular'ın ve Kilikya Ermeni Krallığı'nın eline geçmiştir. Ermeniler'in 14. yüzyılda artan Karamanoğlu saldırıları nedeniyle Kıbrıs Krallığı'na sattığı ve önemli bir ticaret limanı olan Kızkalesi, 1448 yılında Karamanoğlu İbrahim Bey tarafından ele geçirilmiş ve yeniden imar edilmiştir. 1471'de Osmanlılar'ın eline geçen Kızkalesi bu dönemde önemini kaybetmeye başlamıştır. Cem Sultan, 1482 yılında, Rodos Şövalyeleri'nin yolladığı gemiye binmeden önce bir süre burada kalmıştır. Kızkalesi'nde adım atılan her yer tarihi dokuya sahiptir. Bugün, Kızkalesi'ndeki ören yerlerinde kalelere, kiliselere, sarnıçlara, su kemerlerine, kaya mezarlarına, lahitlere, taş döşemeli yollara rastlanılmaktadır. Kıyıdaki kalenin 500 metre açığındaki küçük bir adacık üzerine kurulu kaleye, Kızkalesi denilmektedir. Son yıllarda restore edilen Kızkalesi, sekiz kuleyle korunmuştur. Kalenin dış çevre uzunluğu 192 metredir. Kızkalesi'nde eski dönemlerden kalma 4-5 tane kilise bulunmaktadır. Su kuyuları ve sarnıçların yanında, Lemas çayından su kemerleri ile getirilen sular, Kızkalesi'nin su ihtiyacını karşılamaktadır. Büyük kiliseye giden taş döşeli Kutsal Yol'da, yol boyunca dizilmiş irili ufaklı lahitler görenleri hayrete düşürmektedir. Kızkalesi'nin 10 km kuzeyinde yer alan vadinin yükselen kayalık yamacına oyulmuş ve Adamkayalar adı verilen insan kabartmaları bulunmaktadır. Dönemin yönetici ve soylularını simgeleyen kabartmalardaki figürlerde, kimi elinde üzüm salkımı, kimi kanepeye uzanmış haldedir. Roma döneminden kalma toplam 13 tablodan oluşan Adamkayalar, Şeytanderesi'ne hakim bir yerdedir. Yaklaşık 1500 haneden oluşan Kızkalesi'nin nüfusu 8139'dur (2000 yılı nüfus sayımına göre). Yaz mevsimi geldiğinde yazlık nüfusu 30000 civarına çıkmaktadır. Kızkalesi bugün Mersin ve Erdemli turizminin sembolü haline gelmiştir. Yerli ve yabancı turistlerin yoğun ilgisini çeken kaleye, kıyıdan balıkçı motorları ile geçilmektedir. Yaz mevsiminde büyük bir turizm yoğunluğu yaşanan Kızkalesi'nde 15000 yatak kapasitesi vardır. Mevcut turizm tesislerinden bütün yıl boyunca faydalanmak mümkündür. Kızkalesi'nde yerli ve yabacı turistlerin güvenle girebileceği biri 300 metre, diğeri de 1200 metre uzunluğunda iki plaj vardır. Kızkalesi, yerli ve yabancı turistlerin güvenle tatil yapabilecekleri bir yer haline gelmiştir. Eğlence ve alışveriş merkezleriyle dikkatleri çekmektedir. Yaz sezonunda kasabada yapılan kültür, turizm ve spor festivalleri kasabaya canlılık getirmektedir. Kırkkaşık Bedesteni: Tarsus İlçesi Merkezinde, Ulu Caminin hemen yanında bulunmakta dır. Bedesten Ramazanoğullarından Piri Paşa'nın oğlu İbrahim Bey tarafından 1579 tarihinde Ulu Cami ile birlikte yaptırılmıştır. Medrese ve imarethane olarak kullanılmış olup tarihi bir değere sahiptir. Dikdörtgen plana sahip yapı, kesme taştan yapılmıştır. Üzeri beş adet kubbe ile örtülüdür. 1960-1961 yıllarında büyük bir onarım görmüş ve kapalı çarşı olarak kullanıma açılmıştır. Şu anda dükkan olarak kullanılan 18 oda mevcuttur. Yapıya doğu, batı ve kuzeybatıda bulunan kapılardan girilmektedir. Giriş kapıları beşik tonozludur. Mersin merkez ilcelerinden Mezitli'de, deniz kenarında bulunan Soli antik kenti, MÖ 7. Yüzyılda Rodoslu koloniciler tarafından kurulmuş, kente Güneş anlamına gelen Soli adı verilmiştir. Darius( MÖ 521485) zamanında, Klikyayı ele geçiren persler için Soloi önemli bir liman kenti olmuş ve adına sikke darbedilmiştir. Pers- Yunan savaşları sırasında , MÖ 449 yılında Kilikyayı bir süre işgal eden Atinalılar, Soloi'yi yönetim merkezi yapmışlarsa da , bir yıl sonra yapılan Kilyos Barışı ile burayı Perslere geri vermişlerdir. MÖ 333 de Asya seferine çıkan Aleksander, Soloi yi Pers işgalinden kurtarmıştır. Filozof Chrysippoz ile takım yıldızları ve Fenomenler hakkında öğretici şiirler yazan matamatikçi ve astronom Aratos,MÖ 3. Yüzyılda Soloi'de yaşamışlardır. Soli antik çağlarda Kıbrıs Adası ve Mısır'a yapılan ticaretle zenginleşti. Kent Seleukos Krallığı'nın son yıllarıda Kilikya korsanlarının denetiminde kaldı. Roma yönetimi Akdenizdeki korsan faaliyetlerine son vermek amacıyla , MÖ 64 yılında Pompeius'u görevlendirdi, İtalya'dan başlayarak Yunanistan ve Kilikya'ya kadar olan bölgelerde korsan faaliyetlerine son vererek Soloi'ye geldi. Burayı da korsanlardan temizledi. Yürüttüğü büyük operasyonun zaferi anısına, kenti yeniden imar ederek, adını Pompeipolis olarak değiştirdi. Bizans döneminde, Hristiyanlığın resmi din olarak kabul edilmesinin ardından, Soli Piskoposluk merkezi yapıldı.Kent 527 yılında meydana gelen büyük yer sarsıntısı ile tamamen harap oldu.Yeniden inşa edilmeye çalışılsada bu yüzyıldan sonra yoğunlaşan Sasani ve Müslümün Arap akınları nedeniyle yeniden eskisi gibi imar edilemedi ve terk edildi.Bu nedenle ören yerine Viranşehir de denilmektedir. Pompeipolis kentinde liman, sütünlu cadde, tiyatro, Roma hamamı, kent duvarları, nekropol su kemeri gibi yapılar bulnmaktaydı.Günümüzde dağ kapısından deniz kapısına kadar uzanan korint başlıklı 200 sütunlu yoldan, 41 adet sütun ayakta kalmıştır. Bunlardan 33 adeti başlıklı olup insan aslan ve kartal kabartmaları ile süslenmiştir. Ayrıca liman , hamam kalıntıları, su kemeri bugüne kadar ulaşabilmiş kalıntılar arasındadır. Mersin Müzesinde kente ait eserler sergilenmektedir. Petersburg Hermitage Müzesinde, Bizans dönemine ait bir kiliseden götürüldüğü anlaşılan altın ve gümüş objeler bulunmaktadır. 2003 yılı kazı sezonunda ortaya çıkarılan mermer Dionyzos,pan(satyr) ve leopar üçlü kompozisyon gurup heykeli ve bir başka ikili heykel gurubu ve bir başı olmayan bayan mermer heykeli bulunarak Mersin Buyuksehir Müzesine nakledilmiştir. Tekir Ambarı : Silifke Kalesi'nin eteğinde, Bizanslılardan kalma bu su deposu; 46 m uzunluğunda, 23 m genişliğinde ve 14 m derinliğindedir. İçine doğu köşesindeki helezonik ayakçakla inilmektedir. |ayrıca bakınız:ayakçak|. Anadolu sarnıç mimarîsinde örneği az görülen Tekir Ambarı, su sarnıcının tüm duvarlarından su sızmasını önlemek ve anıtsal bir özellik vermek için düzgün kesme taşlarla desteklenmiş, uzun kenarında 8; kısa kenarında 5 yuvarlak kemerli niş oluşturulmuştur. Nusrat Mayın Gemisi 18 Mart 1915 deniz zaferi, top ve mayın silahlarının müşterek çalışma mahsulü olup bunda mayın başrolü oynamıştır. Mayınların dahice boğaza yerleştirilmesiyle, o tarihin en kuvvetli donanmasını Türk azmi ve cesareti, hayretlere bırakacak şekilde alt etmiş ve boğazı düşman gemilerine kapamıştı. Dönemin Fransa başbakanı; Çanakkale için "Türkler boğazı kapamakla savaşın iki yıl uzamasına ve müttefiklerin milyonlara varan insan gücü ve yüzlerce milyarlık maddi kayba uğramasına sebep olmuşlardır." demiştir. Peki o gizemli mayınları kim ne zaman oraya dökmüştür? Nusret Mayın Gemisi 3 Eylül 1914'te Çanakkale'ye gelmişti. Almanya'da özel şekilde mayın dökme gemisi olarak inşa edilmiş bu tekne dar alanlarda kolayca manevra yapabiliyor ve az su çektiğinden mayın alanları üzerinde güvenle dolaşabiliyordu. Ancak Osmanlı Devleti'nin mali sorunları ona boğazı mayınlayabilmesi için gerektiği miktarda mayın bulamıyordu. Çanakkale boğazında zaten önceden boğazı kesecek şekilde döşenmiş mayın hatları bulunmaktaydı. Ancak, düşman zırhlılarının devamlı şekilde hareketlerinin incelenmesiyle akıllara hayret verecek bir gerçekle karşılaşılmıştı. 6 Mart gecesi Cevat Bey, mayın grup komutanı Hafız Nazmi Bey'e "Oğlum, diyordu. Sana çok önemli bir görev veriyorum. Vatanın selameti bu görevin başarıyla yerine getirilmesine bağlıdır. Yarın akşam, Nusrat'le son 26 mayınını şu gördüğün karanlık limanda kıyıya paralel olarak dökeceksin. Düşman hareketinizi seçer, size saldırıya kalkışırsa kıyı toplarımız önceden aldıkları talimata uygun olarak hareket edecek ve sizi himaye ateşiyle koruyacaklar. Kendinizi göstermemeye çaba harcayın. Allah yardımcınız olsun." Evet. Bu sefer mayınların boğazı kesecek şekilde değilde kıyıya paralel olarak Karanlık Limanına dökülmesi fikri, mayın uzmanlarının ince bir çalışmayla ortaya çıkardıkları mükemmel bir fikirdi. Çünkü düşman zırhlıları boğaza gurup gurup giriyor ve görevini tamamlayan grup ikmal yapmak için geriye dönerken arkadaki grupların yollarını kesmemek için boğazın en geniş yerlerinden biri olan Karanlık Liman'da manevra yapıyordu. İşte mayınlar da bu manevra sahasına kıyıya paralel ancak manevra hattına dik olarak yerleştirilecekti. Fakat bu işin sonu her ne kadar büyük bir zaferi getirebilecek olsa da bir o kadar zordu. Nazmi Bey, ertesi gün Nusret mayın gemisi komutanlığı yapacak olan Tophaneli Yüzbaşı Hakkı'yı buldu. Her iki subayda çok iyi arkadaştılar. İki gün önce kalp krizi geçiren Nusret'ın genç komutanı Yüzbaşı Hakkı Bey, sağlığı için yerine bir başkasını görevlendirmeyi önceden Çanakkale müstahkem mevki komutanı Cevat Bey'in ısrarlarına rağmen, savaşın ve ülkenin sorumluluğunu omuzlarında duyarak görevi kabul etti. 7 Mart'ı 8'e bağlayan gece yarısı Nusret demir alarak Çanakkale'den uzaklaştı. Bütün ışıklarını söndürüp kıvılcım atmasın diye ocaklarını bastırmış, maskeli ışıklar altında rota izleyerek hedefine doğru ilerliyordu. Gemi daha önce döşenen mayın hatlarından geçiyor ve Karanlık Liman'a giriyordu. Deniz sakin, hava simsiyah, zifiri karanlıktı. Uzaklarda dolaşan düşman devriye gemileri pırıl pırıl yanan projektörleri ile suyun yüzünü aydınlatmaktaydı. Bir an, suyun yüzüne değen ışık silindirler hemen ardından denizi yalayarak, havaya kalkıp yeniden denizin yüzeyinde başka bir noktayı aydınlatıp derinlere inmekte ardından yine uzaklara gitmekteydi. Daha yakınlarda devriyeye çıkmış düşman gemilerinin projektör ve ışıldakları zaman zaman Nusret'in olduğu kıyının karşısını noktalamaktaydı. Son kontroller bittikten sonra ilk mayın platforma alınmış ve atış anı beklenmeye başlamıştı. Heyecan son haddindeydi. Vatanın selameti için gerekli olan zafer kilidi, Nusret'in elindeydi. Onu mutlaka sessizce yerine bırakmalıydı. Sonunda Anadolu yakasındaki Akyarlara, yeni mayın hattını hazırlanacağı noktalara geldiler. Teker teker sessizce elinde kalan son 26 eski tip mayını suya bırakmaya başladı. Suya düşen her mayın belli bir sıra halinde kendisini asılı tutacak ağırlığın gerdiği teller üzerinde yeralmaya başladılar. Birkaç dakika sonra tüm mayınlar belirlenen rota doğrultusunda dökülmüştü. Makinalar tekrar ulaşabilecekleri en yüksek devirde çok hızlı tempoda çalıştırılmıştı. Şimdi en az mayınlar dökülüşü kadar tehlikeli olan geri dönüş yolculuğu başlamıştı. Daha önceki dökülen mayınlar ve düşman devriye gemileri Nusret'in yolu üzerinde kol geziyordu. Bir an için Nusret'in çok yakınında bir karaltı ortaya çıktı. Düşman gemisi olmalıydı bu. Büyük olasılıkla düşman zırhlıları geri dönmüşlerdi ve devriye görevine devam etmekteydiler. Ara verdikleri projektörle taramaya yeniden başladıkları zaman Nusret'i görecekler ve herşey bitecekti. Bütün personelden buz gibi terler boşanıyordu. Nihayet korktukları başlarına geldi ve düşman gemisinin projektörleri yandı. Karalığı yaran projektör ışığı az öteden, hızla, üzerlerine doğru, denizi tarayarak geliyordu. Işık dalgası kıyıları, dalgaları taraya taraya, arada bir durarak, arada bir gerileyerek ağır ağır üzerlerine geliyordu. Bu ışık silindiri ölüm kılıcına dönüşmüş, Nusret'in böğrüne saplanacaktı ki bir mucize gerçekleşti.Ölüm ve ışık dalgasını içine girmelerine saniye kala, Türk kıyılarında yanan projektör bir mucize yarattı. Bizim kıyıda birden bire yana projektörümüz birkaç saniye içinde, düşman projektörünü deniz üstünde yakaladı. İki projektör şimdi gözgözeydiler. Ortalığı sise yakın yoğun bir beyazlık kapladı. Beklenmedik bu ışık kavgası Nusret'e yaşam umudunu geri verdi. Şimdi karşıyaşan iki projektör, iki düşman göz birbirinden kurtulmak için olağanüstü bir savaşa başladılar. Düşman projektör, kurtulmak için yoğun çaba harcıyor, bir türlü başaramıyordu. Nusret, bu bazen üstünde, bazen yanında süren ışık çarpışmasının altından sessizce sıyrıldı. Olanca islim üstünde, Çanakkale yönünde yolalmaya başladı. Tehlike geçmiş verilen görev büyük bir başarıyla yapılmıştı. Nazmi Bey büyük bir sevinçle kader arkadaşını tebrik etmek istedi. Ancak Hakkı Bey cevap veremedi. Nusret mayın gemisinin başkomutanının hasta kalbi bu ışık savaşındaki heyecan dayanamamış, heyecan kasırgası içinde duruvermişti. Bu olaydan on gün sonra müttefik donanması saldırıya geçmişti. Savaş tam istediği şekilde, kontrollü olarak devam etmekteydi ki, birden ikmal için geri dönen gemilerde büyük patlamalar meydana gelmişti. Bunların nedeni, 7-8 mart gecesinde dökülmüş ve bundan sonrada gerek düşman pilotlarının fark edemediği gerekse 17-18 Mart gecesi mayın gemilerinin yaptığı mayın kontrolünde bulunamayan Nusret'in mayınlarıydı. Düşmanın yüzen kaleleri birer birer batmaya başlamıştı. Önce Bouve 639 kişilik mürettebatı ile denizin derinliklerine gömüldü. Bu andan itibaren herşey ters gitmeye başlamıştı. Bouve'in battığı yerin yakınında manevra yapmakta olan Inflexible bir mayına çarpıştığını rapor etti ve çok tehlikeli bir şekilde yan yatmaya başladı ve üç dakika sonrada Irrestible'nda yana yatmakta olduğu ve sancak tarafından mayına çarpıştığını bildiren yeşil flamanın sancak seren cundasında dalgalandığı görüldü. Daha sonra da mürettebatı kurtarılan gemi boğazın sularına gömüldü. Muhteşem armada üç büyük gemisini (Irrestible, Ocean, Bouve) kaybetmiş, üç tanesi de (Inflexible, Golva, Suffen) ağır yaralanmış şekilde eldeki gücün üçte biri yitirilmişti. Nusret'in yapmış olduğu görev tarihi değiştirmişti. Müttefik donanması 18 Mart günündeki başarısızlıklarından çok şey öğrendiler. İngilizler bu yenilginin tüm faturasını son keşfini yapıp mayın yoktur raporunu veren pilota çıkardılar ve onu idam ettiler. Nusret'in 7-8 Mart gecesi bir şehit vermek uğruna yaptığı iş ve Türk topçusunun başarısı, bir vatanın selametini sağlamış ve düşman donanmasının Marmara'ya bayraklarını dalgalandırarak girmesine izin vermemişti. YABANCI GÖZÜYLE 18 MART İngiliz general Oglander'in, "Çanakkale-Gelibolu Askeri Harekatı" adlı eserinin birinci cildinde: "Pek uygun başlamış olan gün bu meçhul mayın hattının o olağanüstü ve ortalığı kırıp geçiren başarısı yüzünden, tam bir başarısızlıkla sona erdi. Bu yirmi mayının seferin talihi üzerindeki etkisi ölçülemez." Sir Ccolyen Corbet'in, "Harekatı Bahriye" adlı eserinin ikinci cildinden: "Felaketlerin hakiki sebebi keşif ve tayin olununcaya kadar çok geçmedi. Hakikat şu idi ki, 8 Mart gecesinde Türkler, haberimiz olmadan Erenköy Koyuna paralel olarak 20 mayın dökmüşler ve balıkçı gemilerimiz, aramaları esnasında bunlara rastlamamışlardı. Türkler bu mayınları özel amaçla manevra sahamıza koymuşlar, gösterdiğimiz bütün ihtiyat ve sağgörüye rağmen baş döndürücü bir zafer kazanmışlardır." Bahriye Nazırı Churchill 1 Ağustos 1930 tarihli "La Revue de Paris" dergisinde şöyle der: "Nusrat Gemisinin gizlice döktüğü 20 demir kap, İngilizler tarafından başarı ile başlanmış olan Çanakkale Harekatını durduran bir takım pisikolojik karışıklıklar doğurdu. Yalnız başına bu engeldir ki, Türkiye'yi bir bozgundan kurtardı ve harbi uzattı. Bu yüzden mağluplar kadar muzaffer Avrupa'da sarsıldı. Kendilerini Fransa, Polonya, Galiçya, Balkanlar, Filistin, Suriye ve Kuzey Italya topraklarının örttüğü 6-7 milyon insan, düşmanlarının kurşun ve gülleleri ile değil, 18 Mart sabahı Çanakkale'nin kuvvetli akıntısı altında, ağırlıklarına bağlı bulundukları tel halatları üzerinde gerili duran 20 demir kap yüzünden yok olup gitti." TARİH: 4.10.2002 Nusrat'ın çileli yolculuğuna Yiğit TARSUS'lular son noktayı koyuyor. Yapılan ihalenin ardından Koca Nusrat 3 Parçaya ayrılıp Tırlarla Tarsus'a yola çıkarılıyor. Mesafe 27 km. Tarsus'a varış süresi 4.5 saat. Koca Nusrat kendisi için yapılan Çanakkale parkına konuyor. 8 kişilik heyet Çanakkaledeki maketini incelemeye gidiyor ve tüm kaynakları araştırıyor. Dönüşte çalışmalara başlanılıyor. Koca Nusrat orjinaline en yakın haline dönüyor. Esaret görmemiş Şanlı Türk Milletinin bir değeri olan Nusrat Mayın gemisini, Tarsuslular uçurumun kenarından alıyor. Böylece büyük bir vefasızlık son buluyor. "Şimdi Ey kahraman Gazi Nusrat, Bundan sonraki ebedi mekanın olan “Tarsus Çanakkale parkı’nda” rahat uyu. Çileli yolculuğun sona erdi. Tarsus ve Tarsus’lu seni sahiplendi. Sana kucak açtı. Seni bağrına bastı. Kim bilir? Belki de seni Tarsus’a çağıran bir sebep vardı." Üç Güzeller Mozaiği: Narlıkuyu koyunda hemen deniz kıyısında bulunan hamam IV. Yüzyıl Roma dönemine aittir. İmparatorluk yönetiminde etkin bir kişi olan Poimenios tarafından yaptırıldığı bilinmektedir. Cennet obruğu içindeki yeraltı deresinin denize ulaştığı yerdeki tatlı su kaynağından yararlanılarak burada yaptırılan hamamın yıkanma bölümünün tabanında yarı tanrıça üç kızkardeş tasvir edilmektedir. Baskın renkleri beyaz, siyah, kahverengi ve sarı olan mozaikte Zeus''n kızları Aglaia, Euphrosyne ve Thalia çıplak olarak kumru ve keklikler arasında dans ederken görülmektedir. Mozaik tablonun üst kenarındaki Grekçe yazının Türkçesi şöyledir. Ey konuk dost! Bu mucizeli suyu kimin bulduğunu, saklı kaynağını kimin gün ışığına çıkardığını merak ediyorsan, bil ki O, imparatorların dostu ve Kutsal Adalar'ın dürüst yöneticisi Poimenios'tur. Yazıttan da anlaşılacağı gibi Poimenios, Roma imparatorları Arcadius ve Honorius'un dostu ve bugünkü Büyükada, Kınalıada ve Heybeliada'nın o dönemlerdeki yöneticisi imiş. Narlıkuyu'dan kuzeye doğru giden asfalt yolun 2. Kilometresinde antik şehir kalıntıları ile mağaraların bulunduğu yere ulaşılır. Roma ve Bizans dönemlerine ait yapı kalıntıları arasında hala ayakta duran üstü hatıllı kapı söğeleri ile taş kemerler, sarnıç ve Cennet Obruğu'nun hemen yanında Zeus Tapınağı bulunmaktadır. ST PAUL KİLİSESİ (saint paul anıt müzesi) İncil’de iki kez Tarsuslu olduğunu yineleyen St. Paul adına mutlaka değişik dönemlerde kiliseler yapılmıştı. Ancak bunlardan herhangi bir iz bulmak mümkün değildir. Tarsus’ta bugün onun adını taşıyan tek kilise ise, kentin güneyinde 20. yüzyılın başlarına değin Hıristiyan cemaatin yaşadığı Cami-i Nur Semti’ndedir. Yapım tarihi kesin olmamakla birlikte 18. yüzyılın son çeyreğinde ve doğu batı yönünde, üç sahınlı olarak inşa edilmiştir. Esas girişi batıdaki revaklı bölümden sağlanmaktadır. Oldukça sade bir mimari tarzı yansıtırken, iç süslemelerinde belki de yerli bir kaç ressamın boyadığı resimler yer almaktadır. Tavanda Hz. İsa, Yohanna, Matta, Luca ve Marcos’un freskleri ve “İlahi Göz” tavanın merkezinde yer almaktadır. Apsisin üzerinde bulunan daire şeklindeki ışıklıkların her iki yanında ise melekler tasvir edilmiştir. Uzun dönem askerlik şubesi olarak kullanılan ve günümüzde restorasyonu tamamlanan yapının üzeri kırma çatı ile kapatılmıştır. Doğu bölümünde oval bir çıkıntı oluşturan apsisin üzerinde ise yarım daire şeklinde üç kubbe yer alır. Yapının kuzeydoğu köşesinde ise çan kulesi bulunmaktadır.