A. Alper AKÇAM Yeni Hayat`ta Yeni Bir Hayat!...* Orhan Pamuk
Transkript
A. Alper AKÇAM Yeni Hayat`ta Yeni Bir Hayat!...* Orhan Pamuk
A. Alper AKÇAM Yeni Hayat’ta Yeni Bir Hayat!...* Orhan Pamuk romanlarının yazılış süreci içinde Kara Kitap’tan sonra gelen Yeni Hayat da, Kara Kitap’a benzer bir çoğul biçemle kurulmuştur. Metinler parodisi, metinlere ve roman kahramanlarına taşıttırılan “söylemler arası diyalog”, romanın ana yörüngesini oluşturur. Yeni Hayat’ta da Kara Kitap’ta olduğu gibi otuzun üstünde ayrı kaynağın sözü edilmektedir. Kara Kitap epigraf bölümünde beşi yinelemeler şeklinde otuz altı kitap adı sayılmıştı, Yeni Hayat kahramanı Osman’ın Yeni Hayat yazarı Rıfkı Amca’nın evinde bulduğu, Yeni Hayat’ın yazılışında esin kaynağı olmuş kitap sayısı da otuz üçtür (Yeni Hayat, s. 239). “Sonra, gel çağrışım gel, dedi aşk ve kitap kurbanı kırık kalpli adam ve gümüş şekerliği elime aldım. Hareketimde iddialı bir Belediye Tiyatrosu sanatçısının, Yorick’in kafatasını taklit eden zavallı bir yörük kafatasını gösterişle tutuşunu hatırlatan bir yan vardı, ama yapmacıklı harekete değil, sonucuna bakın siz” (Yeni Hayat, s. 248-249). Yazar sesine bürünmüş anlatıcı, kahramanı Osman’a seslenmektedir; Osman da bir yandan aynı tümcenin içinde, yazar sesinin biçimlendirdiği özne olarak yer almayı sürdürmektedir; romanın diyalojik, çoksesli biçimi için örnek gösterilebilecek bu tümce kuruluşu, bağlamıyla da, aynı zamanda yazar poetikasının ipuçlarını verir... Roman kahramanı, Hamlet’in soytarısının kafatasını elinde tutan iddialı bir yerli oyuncudur artık; yazarını çok fazla işe katmadan hayat üzerine felsefe yapma yetisiyle donatılmıştır. Shakespeare, Dante, Rilke; Batı kültüründe kendi ülkeleri için birer çığır açacak güçteki sanatçılar, özellikle de yeraltına ya da öte dünyaya gelip giden, ölümle oluşmuş, oluşacak yeni durumlar üzerine ölümsüz metinler kurmuş sanatçılar, yazarın özgün bakış açısı içinde Anadolu toprağına inmişlerdir. Kara Kitap’ta Mevlâna, Şeyh Galip ve Attar metinleri, Doğu tasavvufuyla ilgili yapıt ve epizodlar önde tutulmuşken Yeni Hayat’ta Dante’nin Yeni Hayat’ı ve Rilke’nin Duino Ağıtları ön plandadır. Yine yitirilmiş aşka doğrudur yolculuk, adalet arayışının arınması (19. Yüzyıl bildungsroman’ının klâsik izleği) duyulacaktır bir yandan... Ancak, tüm olay örgüsünün önünde güçlü bir diyaloji, söylemler çatışması, söylemler sergilenmesi vardır. Dedesi Anadolu demiryolları yapımında oldukça önemli işler üstlenmiş Orhan Pamuk, kahramanını babası demiryolları müfettişliğinden emekli bir subay olan Rilke’yle buluşturmuş, Dante’nin Yeni Hayat’ında ölüler diyarına göçmüş Beatrice’nin yanına gidiş 1 geliş yolculuklarına katılmışlardır. Ortaçağ Avrupası’nın en önemli yazın ustası olarak anılan Dante, binlerce yıllık karnaval kültürünü grotesk imgeler ve hayatla ölüm arasındaki gidiş gelişlerle yaşatmayı başarmış, Rönesans romanında bu öğelerin yeniden doğuşunun en büyük kaynaklarından birisi olmuştur. “Dante’nin tasavvur ettiği dünya kendine has özellikler taşır. Onun dünyasında, zamana önemli bir rol atfedilir, ama uzamsal değer taşıyan bütün Dante metaforları çıkış ve düşüş şeklinde salt dikel bir eğilim gösterir (...). Zamanda ve uzamda yakında veya uzakta duran nesnelere ait akılda kalıcı bir imgeye nadiren rastlarız. Hem Divinia Commedia’da (İlahi Komedya) hem Vita Nuova’da (Yeni Hayat) Beatrice imgesi, hiyerarşinin ışığında görülür. Düşüş, bu imgeyi uzaklaştırır; yükselen ruhsa yaklaştırır. Şairi âşığından ayıran sonsuz mesafe, bir anda aşılabilir veya sonsuza kadar aşılmamak üzere baki kılınabilir. (...) Buna karşın, aşkın nesnesinden uzaklık, kişiyi âşığa götüren yolların uzunluğu ve güçlüğü ve bekleyişin somut zamanı, popüler halk şarkı sözlerinde çok belirleyici bir rol oynar. Dante’nin eserinde de zaman değersizleştirilmiştir” (M. Bahtin, Rabelais ve Dünyası, s. 434-435). Dante’nin Beatrice’si, Rilke’nin meleği ve Osman’ın Canan’ı, uzun yolculukların sonunda varılabilinecek yerlerdedir artık; değişimin, dönüşümün, yenileşmenin olduğu yerdedirler; eşik uzamların, kriz ânlarının ötesinde bir gün karşılaşılacaklardır.,. Zaman ve uzam içinde hareketli imgeler, Dante’de olduğu gibi yalnızca dikey boyutta, aşağı yukarı doğru değildir; Rabelais romanıyla başlayan Rönesans yatay hareketliliğini de kazanmışlardır; yatay düzlemdeki imgesel hareket, karayolları boyunca, geçiş, kaza anlarına doğrudur… Demiryolu politikasının karşısına konulmuş karayollarının durmaksızın çarpışan, ölümlere ve ülke ekonomisinde kayıplara yol açan otobüsleri, paradoksal bir anlatımla, roman için bir yozlaşmanın ve çıkar örgütlenmesinin açığa çıkarıldığı gönderge nesnesi, tematik bir değini olarak değil de, hayatla ölüm arasındaki geçişlerin gerçekleştiği, meleklerin kahramanlarla buluştuğu kriz ve eşik ânlarının yaratıcıları olarak seçilmiş gibidirler. Dante ölmüş sevgilisi Beatrice’nin yanına gidip gelirken ölümle yaşam arasındaki sınırı olmamışa döndürür; Rilke’ye göre, ölüm, her şeyin çevresinde olgunlaştığı bir meyvedir. Orhan Pamuk’un Kara Kitap’ta başlayan aşk yolculuğu bitmemiştir. “Senin bakışlarını melek, çünkü kitabın vaat ettiği eşsiz an, şimdi görüyorum ki, buymuş. İki diyar arasında bir geçiş zamanı. Ne oradayken, ne de buradayken, ben şimdi, hem oradayken hem de buradayken anlıyorum çıkış denen şeyin ne olduğunu; huzurun ölümün ve zamanın ne olduğunu, ne mutlu anlıyorum.” (O. Pamuk, Yeni Hayat, s. 82) 2 Roman boyunca, imgeler uzamsal bir sınır, engel tanımazlar. Zamansa değişkendir, değersizleştirilmiştir. Aşk yolculuğu, ölümle hayatın iç içe geçtiği kaza, değişim, yenilenme, yeni bir hayata geçme ânlarına doğru sürerken, bir yandan kahramanlara taşıttırılmış zamandaş düşüncelerin “hakikat sınamacılığı” yapılacaktır. Kendisi olarak kalmak isteyen (ancak geleneksel!) yerel düşünce ile Batı kaynaklı yayılmacı ekonominin ideolojik göstergeleri çarpışmaktadır. Ekonomik ve politik karmaşada taraflar arasındaki hatlar silinmiş gibidir. Edward Said’in bilgiyle söylem arasındaki ilişkiyi Batı’yla Doğu arasındaki ilişkiye uygulamasını andırır bir metin- gerçeklik karmaşası kurulmuştur. Gösterme, temsil, taşıma işlevselliğinden çok, söylemin ipliğini pazara çıkarma, alaysama kaygısı ağırlıklıdır. 12 Eylül öncesi koşullarda olduğu gibi, siyasi ve ekonomik nedenlerle işlenen cinayetlerde hedefler karışmış, amacını aşmış bir öldürme çılgınlığı bulaşmıştır topluma... Bir gün okuduğu bir kitapla birlikte bütün hayatı değişmiş olan kahraman Osman, kelimelerle onların kendisine anlattığı şeylerin birbirinden apayrı olması gerektiğini de böylece duyumsamıştır. Kitaptaki dünya ile dünyadaki kitap birbirine karışmıştır. Yazı ve anlatıyla hayatın gerçekliği arasındaki sınırı soyutlayan ontolojik tartışmalara açılmış bir kapıdır aynı zamanda Yeni Hayat... Anlatı, diyalojik, değişken bir biçemle kaleme alınmıştır. Anlatıcı yazar sesi kılığına bürünerek sıkça müdahale eder metne, okurlara ya da meleğine doğrudan seslenir. Roman boyunca yoğun bir karnavalcı yapı egemendir. Çokdilli, çoksesli bir yapıttır Yeni Hayat. “Annem karşıya yeni taşınan komşulardan söz etti, benim bütün öğleden sonra, aferin, oturup çalıştığımdan, çarşı pazardan, yağmurdan, televizyondaki haberden , haberi anlatan adamdan” (Yeni Hayat, s. 12). Metne giren anne sesi tırnak içine alınmamıştır. “’Beni kimsenin öldüreceğini sanmıyorum ya’, dedim kim olduğunu çıkaramadığım birini taklit ederek” (s. 25). “İçimden bir ses benim bu güzel resmin hiçbir zaman parçası olamayacağımı söyledi, içimden ona hak verdim” (s.40 İçindeki ses de, ona hak veren ses de, kahraman Osman’a aittir. “Bu tür sözleri işittikten sonra, terkettiğim annemi, odamı, eşyalarımı, yatağımı, evimi düşlerken yakalardım kendimi ve bu düşlediğim şeylerle yanımda yeni hayatı düşleyen Canan’ı yan yana getirebilmenin hayalini kurardım” (s. 76). Birinci tekil anlatıcı, kahraman Osman (romanın oldukça ilerleyen bir yerinde öğreniriz adını) ağzından sürdürülen anlatıda anlatıcının sözü sık sık kesilir; aynı söz birden çok özneye ait kılınır; sözdeki ses sayısı çoğalır. “En dayanılmaz olanı, ben Canan’a hayran hayran bakarken, baktığımı bile farketmeden onu seyrederken, kitap sihirli ve ürkek bir kuş misali 3 masamın üzerine bir konup bir havalanırken, yani ben hayatımın büyülenmesini yaşarken, Mehmet’in ikimizi, Seiko’nun da üçümüzü uzaktan izlemesiydi. ‘Benim hayatın kendisi sanarak mutlulukla karşıladığım, aşkla sevdiğim rastlantı bir başkasının kurgusuymuş yalnızca’ dedi aldatılmış kahraman ve Dr. Narin’in silahlarını görmek için odadan çıkmaya karar verdi” (s. 156). İkinci paragrafta, birinci paragraftaki anlatıcı da görüş alanında tutan ikinci bir anlatıcı girmiştir söze. “Bıraktım gitsin bu kendini beğenmiş adam. Onu sevebildiği için Canan’a öfke duyuyordum. Ama Canan’ın haklı olduğunu anlamam için kırılgan ve hüzünlü gölgesine uzaktan bir bakış atmam yetti: Ne de kararsızdı bu okuduğunuz kitabın kahramanı Osman... Ne de zavallı... Nefret etmeye çalıştığı adamın ‘haklı’ olduğunu derinden derine biliyordu. Onu hemen öldüremeyeceğini de. Kahvenin kırık dökük sandalyesinde iki saate yakın bacaklarını sallayıp kös kös oturarak Rıfkı Amca’nın yeni hayatımda bana ne tuzaklar hazırlamış olabileceğini düşündüm” (s. 205). “Sahte” Osman’la “gerçek” Osman bir meyhanede karşılıklı rakı içmektedirler. Anlatım birinci tekille sürerken birden değişir: “Katil adayı maktul adayına, birisinin ölümüne yol açmanın kendisine bir ömür boyu taşınmayacak kadar ağır bir yük olup olmadığını sordu. Maktul adayı sustu, ama katil adayı onun gözlerindeki kederi görüp kendi geleceğinden korktu” (s. 211) Üçüncü tekil ağzından aktarılan bu diyalog, karşısındaki adamı öldürmek niyetindeki kahramanın iç seslerine de ait olabilir, karşılıklı oturan iki kişinin dış seslerini ve durumlarını yansıtan bir epizod da... Çünkü, “sahte” Osman bir önceki bölümde Rıfkı Amca’nın kendisini izleten (babası Dr Narin) bir zırdeli tarafından öldürülmüş olabileceğini anlatmaktadır. Az sonra sahte Osman nasıl kimlik değiştirdiğini, otobüste yanında yanan adamın kimliğini kullandığını anlatınca yeniden değişir romanın anlatıcısı: “Bir sessizlik, bir sessizlik, bir sessizlik; garson bize patlıcan dolması ver” (s. 212). Bir başkasına ya da bir araya toplanmış bir kalabalığa seslenir gibi konuşur sık sık anlatıcı. “Bendim, ey melek, gece yarısından çok sonra, kendi evinden bir başkasının evinden kaçan ürkek bir yabancı gibi süzülüp karanlık sokaklara karışan” (s. 45). “Onu seviyordum, çok seviyordum, biliyorsun melek” (s. 88). Dostoyevski romanlarında kahramanların konuşmadığını “hitap ettiğini” söyleyen Bahtin’in saptaması sıkça anımsanır Yeni Hayat boyunca... Yalnız kahramanlar değil, levhalar da konuşur: “Gözlerim yeni hayatımın izlerini ararken, ‘Lambayla oynamayın’ dedi bir duvar levhası. ‘Tuvalet ücretlidir’dedi bir başkası ve ‘Dışarıdan Alkollü İçki Getirilemez’ dedi üçüncüsü daha sert ve kararlı harflerle” (Yeni 4 Hayat, s. 47). Kışla duvarı da “Ne Mutlu Türküm Diyene” diyerek katılır konuşmalara (s. 66). “Hitap öğesi, Dostoyevski’de her söylemin vazgeçilmez öğesidir; anlatının söylemi kadar kahramanın söylemi için de vazgeçilmezdir. Dostoyevski’nin dünyasında genelde salt şeysel hiçbir şey yoktur, salt madde, salt nesne yoktur – yalnızca özneler vardır. Bu nedenle, her dünya yargısı, nesne hakkında bir söz, gıyabi bir gönderge yoktur- yalnızca hitap olarak söz vardır; bir başka sözle diyalojik temas kuran söz vardır; bir söze hitap eden söz hakkında söz vardır” (M. Bahtin, Dostoyevski Poetikasının Sorunları, s. 319). Demiryolcu Rıfkı Amca’nın “son” yazısıyla biten çocuk kitaplarındaki “son” sözcüğü, kitabın anlattığı dünyaya girmenin olanaksızlığının işaretidir. Rıfkı Hat’ın Tommiks, Teksas, Teks gibi resimli romanlardaki yabancı kahramanlar yerine Türk çocuk kahramanları kullandığı, “ahlâki ve milli değerleri” yaşatmaya çalıştığı çocuk kitapları arasında Mari ile Ali, Peter ile Pertev, Nebi Nebraska’da gibi kitaplar vardır. Bu kitaplarda, Amerika’ya kadar giden Türk çocuk kahramanlar, orada, Amerikalı arkadaşlarıyla birlikte kızılderililere yardımcı olmakta, demiryolları yapımı için uğraşmakta, petrol milyarderleriyle din sömürücülerinin elinden halkı kurtarırken Batılılaşmacı, Aydınlanmacı, Atatürkçü nutuklarla yol gösterici, yatıştırıcı olmaktadırlar. (“Son” sözcüğü nedeniyle içine girilemez olmuş (!) bu metinlerdeki söylem, Kar romanında paradoksal bir tutumla parodisinden soyundurulup tekil bir söylemin nesnesi durumuna gelecektir!)... Rıfkı Amca’nın büyükler için yazdığı, okuyan herkesi bir çeşit büyülenmeye uğratan son kitabı Yeni Hayat’sa, hayatla yaşamı birbirine katarak, okurunu yeni bir dünyaya götürecek yapıdadır. Böylece, yazıyla, metinlerle ilgili ontolojik bir tartışma açılmış olmaktadır. Yeni Hayat aynı zamanda bir karamela markasıdır. Kahramanımız Osman, karamela kâğıdındaki meleklerin anlamının izine düşecektir romanın sonlarına doğru. Yeni Hayat’ta sık sık Kara Kitap kahramanları anılır, onlara göndermeler yapılır. “(...), Celal Salik’in yazısına bir göz atmayı başardım” (s. 20). “OPA traş sabununun uçucu ve sarmalayıcı kokusuna buram buram gömülmüş bir adam, ölmüş gazeteci Celal Salik’in yeni ele geçirilmiş köşe yazılarını hecelerken gördüm” (s. 256). Osman’la Canan otobüste yan yana otururken melekten ve onun bir çeşit oturaklı ve ağır üvey ağbisi gibi görünen ölümden söz ederler; kara Kitap’ta ölen Celal Salik Galip’in karısı Rüya’nın üvey ağbisidir. Bu kez de melek, Rüya kimliğine büründürülmüştür. Canan da kitapta geçen bir melekten söz etmektedir; meleğe inancı konusunda kararsızdır; her zaman inandığı da olur, bazan inandığı da! (69). “Artık kendimiz olmamıza imkân yok. Bunu ünlü köşe yazarı Celal Salik bile anlamış ve intihar etmiştir” (s. 92) Kara Kitap’ta öldürüldüğünü bildiğimiz Celal Salik’in 5 intihar etmiş gibi gösterilmesi, bu bölümün hemen arkasından gelecek anti-emperyalist bir söylemin paradoksal bir parodisini de sağlamaktadır: “Her taşın altından onlar çıkıyor, Amerikalılar” (s. 93). Kara Kitap kahramanlarından, Celal Salikle pek geçinemeyen ihtiyar köşe yazarı Neşati de anılmaktadır romanda. Anlatıcı özne, kararsızdır, hedefsiz, dengesiz, sendeleyerek yürür metin boyunca. Anlatıcının kişiliğinden, kahraman ve karakterlerin nesnel yapılarından çok, taşıdıkları söylemdir önde olan. Kimlikler ve sesler birbirine karışır zaman zaman. Güdül’deki terzi dükkânında televizyon ekranından çıkan ışık meleğe dönüşür, “’Ne kadar uzaktayım ben’ dedi bir ses. ‘O kadar uzakta ki her an aranızdayım. Dinleyin şimdi beni kendi iç sesinizle, dudaklarınızı benim dudaklarım sanarak mırıldanın’”. (s. 102) Orada bulunan Osman da “başkasının sözlerini kendisinin kılmaya çalışan bahtsız bir seslendirme sanatçısı gibi” mırıldanmaya başlar. Kahramanlar nesnelleşmiş, somutlaşmış kişiler değildir, çoksesli romanların söylem taşıyıcısıdırlar. Zaman zaman aralarındaki sınırlar silinir. Canan’la melek arasındaki sınır kırılmalara uğrar. “Bir ilhamla, ‘kitabı senin okumuş olman’ demek isterdim, melek. Bu melek de nereden çıktı, aklım karmakarışıktı;” (s. 23). Meleğini bulduktan sonra Almanya’da çalışmak isteyen Samsunlu doktor roman sonunda Canan’la evlenmiş, Almanya’ya yerleşmiştir (s. 188). Kahramanın Canan’ın evinde gördüğü bir çocukluk fotoğrafında Canan sevimli melek kıyafeti içindedir (s. 39). Osman meleğe seslendiği bir bölümde, uzakta bir yerde Canan’ın kendisini çağırdığını işitmektedir (s. 47). Osman’la Canan’ın yolculuklarının üçüncü ayında geçirdikleri kaza sırasında karşılaştıkları bir kız Canan’a “Melek” diye seslenmiştir; “Sonunda buldum seni, sonunda, yağmur içinde onca yolculuktan sonra” (s. 81). Kahramanın Canan’la birlikte olduğu bir yerde geçen bazı konuşmalar Canan- melek ilişkisini, kahramanlarla taşıdıkları gösterge özellikleri arasındaki bağı aydınlatır. “’Melek kim’ dile sordu bana (Canan), ‘öyle anlaşılıyor ki,’ dedim ‘kitapla ilgilidir. Bunu da bilen yalnızca biz değiliz.(...) Sonra kitabı okuya okuya sen o oluyorsun. Bir sabah kalkıp kitabı okurken seni görenler, efendim diyorlar, efendim, kitaptan çıkan ışıkta bu kız melek olmuş!’” (s. 162). Kimi kez Canan’la melek örtüşür, kimi zaman ayrışırlar. Tanrısal, kutsal olanla sıradan insan imgesi birbirine geçmiştir. Yanında Canan varken nerede olduğu belli olmayan bir meleğe seslenmektedir kahraman: “Canan bana sokuldu. Üzerinde, Kastamonu’dan aldığımız, 6 Sümerbank basmasından fıstıki bir eteklik vardı. Onu seviyordum, çok seviyordum, biliyorsun melek.” (Yeni Hayat, s. 88) Herkesin meleği kendisine otobüslerin çarpışma ânında, o eşik uzam ve kriz zamanında görünecektir. Melek, hiç de öyle doğaüstü, mistik bir varlık değildir. Viranbağ kasabasındaki ucuz tuluat ekibinin yarı çıplak artisti bile melek oluvermiştir kahramanımız için (s. 195)… Sonradan bu meleğin parayı bastıran herkesle yatıp kalktığını öğrenecektir (s. 199). Kahramanın kendisi de bir yere somutlaşmış, tek bir bedende nesnelleşmiş değildir. Tuz Gölü civarındaki bir kaza yerine vardığında kendisini otobüsün içinden dışarı çıkmakta iken görür; başka bir dünyaya geçmiş başka bir benlikte. Canan’ı da orada bulacaktır. “Kapı kulpu iyice yükselmiş otobüsün içinden çıktım, amuda kalkmış koltuklar arasından, yerçekimine karşı koyamayıp tavana dökülen gözlüklere, camlara, zincirlere, meyvalara basa basa zevkle yürürken başka bir şey hatırladım sanki: Ben bir zamanlar başka birisiydim, o başka biri de ben olmak isterdi” (s. 62). Romanın birbirine dönüşen üç kahramanından Mehmet, Dr. Narin’in oğlu Nahit olarak yaşadığı ilk hayatını bir otobüs kazasında başka bir hayata geçerek zaferle sonuçlandırmıştır (s. 144). Mehmet’e dönüşmüştür. Yeni Hayat kitabını Canan aracılığıyla sonradan Mehmet olacak Osman’a ulaştıran da Mehmet’tir. Kimlikler arasındaki sınırlar silinmiştir. Osman’la Cananla birlikte gittikleri Dr. Nadir’in evinde, Mehmet’in duvarda asılı resmiyle karşılaşmışlardır. Aileye göre, Nahit, bir otobüs kazasında yanarak ölmüştür. Aynı yerde, yemek masasında bir araya geldikleri yaşlı bir aile dostu Osman’ın Dr. Nadir’in oğluna ne kadar da çok benzediğinden söz etmiştir. Osman’a göreyse, Nahit ölmemiş, ölü numarası yaparak Mehmet’e dönüşmüştür. Canan’ın sevdiği ve arkasından gözyaşı döktüğü bu rakibin yerine geçmek ya da oralardan uzaklaşmak niyetindedir. Sonuçta kendi adını kullanırken bulduğu Nahit’i öldürecektir kahramanımız. Bu arada, önce Nahit, sonra Mehmet olan diğer kahraman teknik üniversitede karşılaştığı Osman’ın kimliğine sahiplenmiş durumda, Viranbağ kasabasında, kitap el yazmaları üreterek yaşamını sürdürmekte, huzur içinde yaşamaktadır. Bitmez tükenmez otobüs yolculukları boyunca dışarıda akıp giden hayatla otobüs televizyon ekranlarındaki video filmlerinin hayatı, yan yana durmaktadır. İki ayrı dünya arasındaki sınırlar zaman zaman belirsizleşir. Hem diyalojiyi güçlendiren hem yaşamdaki yenileşmeyi, değişimi vurgulayan karnavalcı bir atmosfer sağlar otobüslerdeki video filmleri... 7 Otobüs kazaları, birer eşik uzam, kriz ânı olarak kurar karnaval sahnesini. Ölüm, korkutucu, ürkütücü bir şey değil, yaşamın sürekliliğine bir vurgudur. Değişim, dönüşüm, yenileşme için bir olanaktır. Çimento yüklü kamyona bindiren otobüsün çevresinde bir çimento bulutu asılı kalmıştır. O çimento bulutunun içinden, otobüsün arka kapısından, ölüler ve ölmekte olanlar yeni bir gezegenin yüzeyine ayak basanların dikkatiyle çıkmaktadırlar (s. 52). “Ben görüyordum kendi hayatımı karanlıkta. Bir kitap okudum, seni buldum. Ölmek buysa, ben yeniden doğdum. Çünkü şimdi burada, bu dünyanın içinde anısız ve geçmişsiz yepyeni biriyim ben: Televizyondaki yeni dizilerin yeni ve güzel yıldızları gibi, yıllar sonra yıldızları ilk gören zindan kaçkınının çocuksu şaşkınlığı gibi” (s. 51). “Birbirlerine pervasız âşıklar gibi bütün güçleriyle sarılıp hayatlarında ilk defa özgürce ağlayan siz ana-oğul, kanın rujdan daha kırmızı, ölümün hayattan daha şefkatli olduğunu keşfeden şeker kadın, babasının ölüsü başında dikilip elinde bebeği yıldızları seyreden talihli çocuk, bu doluluk, bu tamlık ve kusursuzluğu bize bağışlayan kim?” (s. 53). Otobüste izlenen filmde bir türlü birbirine sarılmayan, öpüşmeyen âşıklar, kazadan sonra şoför yerindeki sapasağlam kalmış televizyonda birbirine sarılmaktadırlar. Kaza yeri ölülerle sarmaş dolaş bir mutluluk cümbüşüdür (s. 54). Kahramanın şakacı ve neşeli olduğunu tahmin ettiği meleği de kaza yerini şenlendirecektir. Yolculuklarının üçüncü ayında geçirdikleri kaza sırasında karşılaştıkları genç kız yeni hayatın mutluluğuyla doludur; “Senin bakışların melek, çünkü kitabın vaad ettiği eşsiz an, şimdi görüyorum ki, buymuş. İki diyar arasında bir geçiş zamanı. Ne oradayken, ne de buradayken; ben şimdi, hem oradayken anlıyorum çıkış denen şeyin ne olduğunu, ne mutlu anlıyorum. Daha da gül bana melek” (s. 82). “Orada, kazanın canhıraş patlamasından sonra ölenler ve ölüler arasında, ruhun gövdeden ayrılmakla ayrılmamak arasında kararsız kaldığı mutlu hafiflik anında... Yedi kat göğe çıkıp gezintiye hazırlanmadan önce, kan gölleri ve cam kırıklarıyla başlayan ve dönüşü olmayan ülkenin eşiğinden karanlık manzaraya gözlerimi alıştırmaya çalışırken zevkle düşüneceğim: Acaba içeri girsem mi, girmesem mi?(....). “Ey gece otobüslerine binenler, mutsuz kardeşler, biliyorum sizlerin de aynı yerçekimsizlik zamanını aradığınızı. Ne orada ne burada, ama iki dünyanın arasındaki huzurlu bahçede başkası olup gezinmek” (s. 57). Rabelais romanın grotesk imgeleri, beden parçalarıyla dolup taşmaktadır kaza yeri (M. Bahtin, Rabelais ve Dünyası, s. 378-390):“Paramparça olmuş kafalar gördüm, yırtılmış gövdeler, kopuk eller, direksiyonunu iç organlarının arasına şefkatle almış şoförler, dağılmış lahana gibi beyin parçaları, kanlı ve küpeli kulaklar, kırık ve sağlam gözlükler, aynalar, gazete üzerine özenle 8 yayılmış renkli bağırsaklar, taraklar, ezilmiş meyvalar, bozuk paralar, dökülmüş dişler, biberonlar, ayakkabılar, hepsi o ana istekle adanmış canlar ve nesneler” (s. 59) “Polis ve jandarma araçları arasından, ters dönmüş otobüslerden birinin kara tekerleklerine bakarken yeni hayatın ve ölümün hoş kokusunu aldım” (s. 59-60). Kaza yapmış otobüsteki kahraman otobüsün içinde kendisi gibi ölü ya da diri bir iki can daha olduğunu duyumsamıştır. “Kâbuslarındaki güzellerle ve cennet düşlerindeki ölümle hırıltıyla tartışıyor olmalıydılar, bilinmeyen bir ruhla konuşur gibi seslendiklerini işittim” (zıtların bir araya getirilmesi –karnaval imgesi- bizim notumuz) (s. 61). Haykırışlar, hırıltılar, dışarıdaki ağlayışlar, iç çekmeler arasında tatlı ve nefis rüzgâr içinde bir müzik çalmaktadır. Bu sahne, Dostoyevski’nin kahramanına mezarlıkta ölüler arasındaki konuşmaları dinlettiği ve yakındaki bir lokantada güzel yemekler yedirdiği, M. Bahtin’in “tam bir menippea” dediği Bobok adlı öyküsünü anımsatmaktadır. ___________________________________________________________________________ • Dip not: Orhan Pamuk’un edebiyat birikimiyle, Dostoyevski romanına yakınlıkla kurduğu bu olağanüstü güçlü grotesk imgelerle donatılmış kaza ânlarının, bir değişim, dönüşüm, yenileşme, yeni bir hayata geçme olarak tasarımlanmasını, Tanrıya varışın, teolojik bir inancın parçası olarak gören Yıldız Ecevit’in Orhan Pamuk üzerine kitaplar yazıyor olması, Orhan Pamuk övgüsünü Tanrısal tekil bildirimlerle taçlandırmaya çalışması ironik bir tablo doğurmaktadır. • ___________________________________________________________________ Karnaval atmosferinin bir parçası olan kehanet parodileri ve rakamlarla oynamalar sık sık kullanılır. “Üst kata çıkan basamakların sayısı tek ise Canan üst kattadır... Kapıdan ilk bir kadın çıkarsa bugün Canan’ı göreceğim... Yediye sayıncaya kadar tren hareket ederse beni bulup konuşacak... Vapurdan ilk atlayan ben olursam bugün gelecek...” (s. 43). “Gençerler Kıraathanesi: Ellerinde kâğıt hamurundan maça ve kupa papazları dalgın ihtiyarlar meydandaki Atatürk heykeline, traktörlere, hafifçe topallayan bana ve sürekli açık televizyondaki kadınlara, futbolculara, cinayetlere, sabunlara ve öpüşenlere bakarlar” (s. 55). Tuhaflıklar, uygunsuz birleştirmelerle imgeler harmanı kurulmuştur. “Marlboro. Yazan dükkanda sigaradan başka, eski karate ve yarı porno filmlerin kasetleri, Milli Piyanfo ve Spor toto, kiralık aşk ve cinayet romanları, fare zehiri ve duvarda Canan’ımı hatırlatan bir güzelin gülümsediği bir takvim var” (s. 55). 9 Kutsal metinler, semboller ve kişilerle ilgili parodiler birbirini izler. “Mustafa Paşa Camii’nin kenefinde otuzbir çeken postacı” betimlemesi bir karnaval doruğu oluşturur! (s. 176). Cami, Mustafa Paşa ve otuzbir yan yana getirilmiştir! “Adının hem sevgili hem Allah anlamına geldiğini bilmeyenlerle dostluğu kestim” (s. 43). Kahraman sabah ezanı okunurken otele gidip gece bekçisinden en iyi odayı ister, odanın tozlu dolabında bulduğu bir Hürriyet gazetesine bakıp otuzbir çeker (s. 55). Otobüs NE MUTLU TÜRKÜM DİYENE diye bağıran bir kışlanın yanından geçmiştir (s. 66). “Atatürk’ün leblebi zevkinin ülkemiz için ne büyük bir felaket olduğunu o mu anlattı, ben mi o sırada hayalimde kuruyordum?” (s. 262). “Yerli filmlerde aynı yüzleri ve gövdeleri hep birörnek sabırlı postacı, acımasız tecavüzcü, iyi yürekli çirkin kızkardeş, gür sesli hakim, anlayışlı anaç teyze ve salak rollerinde görmeye o kadar alışmıştık ki, bir gün bir mola yerinde, duvarlarına cami, Atatürk, artist ve güreşçi resimleri asılmış SUBAŞI HATIRALAR RESTORAN’da, iyi yürekli kızkardeşle tecavüzcüyü uykulu gece yolcularıyla birlikte uslu uslu ezogelin çorbası içerken görünce aldatıldığımızı düşündük” (s. 78). Güdül ilçesi Kenan Evren Lisesi’nde yapılan bayiler toplantısı tam bir karnaval yeridir: Zamanı saklayan makine, siyah beyaz televizyonu renkliye çeviren sihirli cam, ilk Türk otomatik domuz eti dedektörü, kokusuz tıraş sabunu, gazeteden şıpın işi kupon kesen makas, ev sahibi eve girer girmez kendiliğinden yanan soba, namaz saatlerinde şerefe biçimindeki ilk katta belirip üç kez “Allah Uludur” diye bağıran, saat başlarında üst kattaki şerefede “Ne Mutlu Türküm Türküm Türküm” diyen kravatlı ve bıyıksız bir minik oyuncak beyefendinin olduğu iki katlı guguklu saat, içine giren ışığı ve görüntüyü saklayan, yüzlerce aynayla iç içe geçmiş otomobil jantıyla lastik arasında Evren Paşa’nın portresi, sergiyi gezen cadaloz öğretmen, bir bardak limonata içen tapu memurunun göründüğü bir gereç... Yemekhane masalarının üstünde sergilenen buluşların arasında ayran ve limonata içilirken bir kız çocuğu şiir okumakta, yerli filmlerde şarkıcı olabilecek yakışıklı bir delikanlı bölgedeki Selçuklu minarelerinden, leyleklerden, yapılmakta olan elektrik santralından ve yörenin verimli ineklerinden söz etmektedir. Toplantı çıkışı, yakışıklı delikanlının sözünü ettiği leyleklerden birisi, meydandaki kuleden toplantıya katılanları ya merakla, ya düşmanca dikizlemektedir (s. 87-89). Daha sonra gittikleri kalabalık lokantada sürer şölen... Kahramanımız herkesle birlikte, herkesten çok rakı içmiştir. Lokantada papaz yerine “şeyh”, vale yerine “kul” resimlenmiş oyun kâğıtları gösterilmektedir. Bundan böyle, her an, ülkedeki yüz yetmiş bin kahvehanede oyun oynanmakta olan iki buçuk milyon masada bu kâğıtlar dağıtılmalıdır! (İskambil oyunlarının grotesk halk kültüründe önemli bir yeri vardır – Rabelais ve Dünyası, s. 10 258-) Yaşlı bir adam mutluluk ânlarında duran bir saat geliştirmiştir. Böylece mutluluklar sonsuza kadar uzayabilecektir! Tasavvuf kültüründe de yer alan, başkası olma, başkasının kimliğine bürünme, ya da bütünün içinde yok olurken kendisini bulma karnavalcı imgelem kurulumu Kara Kitap gibi Yeni Hayat’ın da önemli biçemsel bir öğesi, tematik malzemesidir. “Orada, aydınlık penceresini gördüğüm odamda, masamın başında kendimin oturmakta olduğunu hayal ettim. Bunu öyle bir istek ve güçle hayal ettim ki, perdelerin arasından belli belirsiz gözüken kirli beyaz duvar parçacığının önünde, portakal rengini hafifçe seçebildiğim lambanın hemen yanında kendi başımı bir an görebildiğimi sandım. Aynı anda, içimde bir elektriklenmeyle beliriveren özgürlük duygusu beni öylesine sarstı ki şaşırdım” (s. 44). “Bir yerde değil, sanki her yerde olmalıydım” (s. 45). Olay örgüsünün gerekli kıldığı imgeler arasına yerleştirilmiş kokular, renkler, romanın ilerleyen bölümlerinde, geride kalan bölüm için retorik anlamlar ifade eden, değişime uğratan bir yeniden kuruluş, biçemsel atak gibi işlevsellik kazanır. Kara Kitap’taki leylak kokusunun yerini Yeni Hayat’ta lavanta kokusu almıştır. OPA traş sabunu kokusu kahramanın sıkça karşısına çıkan ortam ve karakter kokusudur; romanın sonuna yakın Yeni Hayat karamelaları sahibi Süreyya Bey’in açıklamalarıyla nesnelleşmeye gider, retorik bir anlamlandırmayla metni yeniden üretir: 8. Haçlı seferi sırasında sıkıştırılmış bazı şövalyelerin Kapadokya’daki mağaralara girip dehlizler kazarak orada yaşamış, çoğalmışlardır. Yüzyıllar boyunca soyları ve yeraltındaki dehlizleri, tünelleri çoğalmıştır. Şehirler kurmuşlardır yeraltında (yer altı dünyasına gidip gelişler = menippea anlatısı- bizim notumuz-)... Bu casuslardan biri zaman zaman yeryüzüne çıkıp Batı medeniyetinin yüceliğiyle ilgili vaazlar vermekte, altımızı oyup yerleşenlerin kafamızın da oyulduğunu görüp yeryüzüne çıkmalarını kolaylaştırmaya çalışmaktadırlar. Bu casuslara OPA denmektedir ve aynı ad bir tıraş kremine aittir (s. 262). Canan birlikte yaptıkları otobüs yolculuklarında “Mehmet’in öteki hayatına gidiyorum” demiştir; “Ama o öteki hayatında Mehmet değil bir başka biriydi o” (s. 75). Mehmet, öldürüleceği Viranbağ kasabasında Osman’ın kimliğiyle yaşamaktadır! Varılmak istenilen öte dünyanın kutsal kitapların cennetiyle bir ilgisi yoktur (Yıldız Ecevit’e özellikle duyurulmalı!); hayatın sürekliliğini, değişimi, dönüşümü sağlayan bir yerdir orası ve hayatın içindedir. Canan, Mehmet’i Mehmet yapan eşyaları, bu arada Çocuk Haftası dergilerini toplamaktadır. Bu izleme, Oğuz Atay’ın Tutunamayanlar’ında Selim Işık’ın intiharı için sürdürdüğü arayışı anımsatmaktadır; bu arayış aynı zamanda kitabın yazılış 11 öyküsüdür. Yeni Hayat’ta yazılmış bir kitap vardır ama onu okuyanın yaşamı değişmektedir ve kitap okuyan tarafından yeniden yazılmaktadır. Güdül’de Mehmet’in (önce Nahit) babası Dr. Narin’in düzenlediği toplantı karışıklık yaratmıştır. Kaymakamlık karşıt bir bildiri hazırlamış, toplantıyı dağıtmaya hazırlanmaktadır. Kaymakamlık bildirisinde şaraba, “Coca Kola”ya, Amerika’ya karşı, Yahudi ajanı “Marks Rulo”yu suçlayan ifadeler yer almaktadır. Yirmi yıldır şehri koruyan Leylek Dede’ye ve gayretkeş itfaiyecilere yapılan küstahlıklara yanıt vermek üzere halk İtfaiye Meydanı’nda toplantıya çağrılmaktadır. Kaymakam Osman’ı alnından öperek ona güvendiklerini bildirmiştir. Taraflar, düşünceler karmakarışıktır. Karnaval geçişi için eksik olan erotizmi, cinselliği de kahramanımız ekleyecektir. Osman, otel odasında birlikte olduğu, daha önce hiçbir erkekle yatmadığını bildirerek kendisiyle sevişmekten kaçınmış Canan’ı düşünmektedir. “Yanına uzan sarıl ona, bu kadar beraberlikten sonra gövdeler birbirini ister! Dr. Narin de kim oluyor? Dayanamayıp, dönüp güzelim bacaklarına bakarken hatırlıyorum ki, kardeşler, kardeşler, kardeşler (kalabalığa nutuk atıyor!- bizim notumuz-) dışarıda, gecenin sessizliğinde dolaplar çeviriyorlar ve beni bekliyorlar” (Yeni Hayat, s. 97). Kaymakamlığın, Amerika ve koka kola karşıtı, Atatürk heykeline bağlı olduğunu duyuran bildirisi, iki sivil polisin Kuran kursu bez pankartını iki hırsız gibi söküyor olmaları (s 101), bir sonraki roman KAR ile ilgili bazı düşünce filizlerinin de işareti olmakla birlikte, Yeni Hayat, yoğun parodik tutum ve gülmecenin tüm metne sinmiş olması nedeniyle, yazarın kafasındaki bir düşünceyi geçerli son kılmaya çalışmış tekil bildirimli bir yapıt olmanın çok uzağındadır. Dr. Nadir, hukuk okumuş olduğu halde onarım işlerindeki becerisi nedeniyle askerlik sırasında arkadaşları tarafından doktor olarak çağrılmış ve böylece kalmıştır ünü… Oğlu Nahit’i (sonradan Mehmet olacak!) yoldan çıkaran kitabı ve matbaadan çıkmış tüm kitapları düşman olarak görmektedir. Aslında Mehmet’in okuduğu, Osman’a da Cananla birlikte kurdukları bir oyunla okuttukları Yeni Hayat adlı kitabın yazarı demiryolcu Rıfkı Amca’dır ve Rıfkı Hat yerel değerlerden yana, inançlı bir demiryolcudur! Dr. Narin’in ülkenin dört bir yanına dağılmış, birer saat markasını kod adı olarak kullanan ajanları, kitabın yoldan çıkardığı insanları izlemekte, öfkeli ve paranoik raporlar yazmaktadırlar. Dr. Narin’in evinde ajanların gönderdikleri raporları okuyan kahramanımız Osman, bir zamanlar Nahit’in okuduğu kitabın üzerinde adı yazılı olmasa da, kitabın yazarı olan Rıfkı Hat’ın izini sürdüğünü ve onun da evinin olduğu mahallelerine gelip Rıfkı Amca’yla görüştüğünü öğrenmiştir. Nahit, kitabı okuduktan sonra, sürekli olarak, huzurdan, eşsiz andan, eşikten, kazadan söz etmeye 12 başlamıştır. Arkasından da otobüslere binip yollarda izleyenlerinin de pek bilemediği bir şeyler aramaya çıkmıştır. Bu yolculuklardan birisinde de arkadan kamyona çarpan bir otobüsün içinde yanıp gitmiştir. Yanında oturan ve adının Mehmet olduğu öğrenilen bir yolcu da kayıplara karışmıştır. Ajan Seiko’nun raporunda, kitabın Canan aracılığıyla Osman’a nasıl ulaştırıldığı da kayıt altına alınmıştır. Kahramanımız, en başta tanığı olduğu Mehmet’in vurulma eyleminin sorumlusunun da Seiko olduğunu bu rapordan anlayacaktır. Ajan raporlarından kuşkulu kitap okurlarının ve Mehmet’lerin adreslerini alır kahramanımız… Okurlardan birisi de sonradan Canan’la evlenip meleğine kavuşacak olan Samsunlu bir doktordur. O da ölümü bir arkadaş, bahçedeki bir ölüm gibi kabul etmiştir. Kahramanımız sorar: “Melekle karşılaştığı gibi, doktor, ölümle de aşkla mı karşılaşmalı insan?” (s. 189) Dr. Narin’i bayilikten vazgeçiren büyük kumpasın ülkeye dağılan malları arasında halkı COCA- COLA’ya alıştırmak için dükkânlara dağıtılmış MR TÜRKCOLA’da vardır! (s. 122)* Dr. Nadir, içinde yüzlerce yıldır atalarının bildiği eşyaların satıldığı bir dükkân işletmektedir; dükkâna yalnızca sinekler ve ihtiyarlar uğramaktadırlar. Bütün ülkeyi baştan aşağı birbirine benzeyen eşya ve görüntülerle dolduran Büyük Kumpas’ın bayilerine karşı bir muhalif bayiler örgütlenmesi çalışması yapmaktadır… Tam da bu çalışmalar sırasında, oğlu, okuduğu bir kitapla anlaşılmaz davranışlar içine girmiş, babasına kendisini aramasını söylemiştir. Bu kitap işinin ve oğlunun yoldan çıkışının arkasında da Büyük Kumpas vardır! Yalnız o kitabı değil, matbaalarda basılıp basılıp dağıtılan bütün kitapları düşman olarak görmektedir. Oğlunu adamlarına izlettirmiş, onun yoldan çıkmasına neden olmuş kitabın yazarını da öldürtmüştür. Ayrıca, Dr. Nadir’in saat adı takılmış adamları tarafından beş ayrı cinayet daha işlenmiştir. Öldürülenler arasında siyasal ya da örgütsel anlamda bir birlik yoktur. Öldürülenlerden birisine İslamcı Genç Akıncılar sahip çıkmış ve cinayeti CİA ve COCA-COLA maşalarının işlediği açıklanmıştır. . Güdül Kaymakamlığı da ülkede karışıklık yaratmak isteyen dış güçlere karşıdır ve kaymakamlığın da alevlendirmesiyle kasabada bombalar, silahlar patlamış, bir kişi ölmüş, kırık kalpli bayiler toplantısı yasaklanmıştır. Söylemlerde taşınan ideolojik ipuçları karmakarışık edilmiştir. Dr. Narin’e göre Batı’dan alıp ruhumuza kabul ettirebildiğimiz tek şey saatlerdir; Allah’a yaklaşmanın yollarından biri silahla yapılan Cihad, diğeri saatle kılınan namazdır; trenlerse, ezan saatlerinin düşmanıdırlar. Dr. Nadir’in Batı yayılmacılığına ve marka egemenliğine karşı kurduğu örgüt, demiryolu politikasına ömür vermiş, kahramanlarını Amerika’ya kadar taşıyarak kavgasını uluslararası boyuta ulaştırmış Rıfkı Amca’yı ve onun 13 kitabını okuyanları öldürtmektedir. Öldü sandığı oğlu Nahit, Mehmet kimliğiyle teknik üniversitede ajanı Seiko tarafından kitabın yoldan çıkardıkları arasında bir ad olarak bildirilmiş, Mehmet’e âşık olan Canan’ın ardından yollara düşmüş Yeni Hayat kahramanı Osman tarafından Dr. Narin’in verdiği silahla öldürülmüştür! Büyük Kumpas, emperyalizmin parodik bir simgesi olarak düşünülebilir. Aslında Dr. Nadir de, Yeni Hayat’ın yazarı Rıfkı Hat da kumpas karşıtıdırlar ama öylesine karmaşık bir ortam vardır ki, sonuçta biri diğerini öldürtmüştür. Siyasiymiş gibi görünen cinayetler de ahlâki ölçütlerinden, amaçlarından sapmış birer öldürme eylemi olup kalmışlardır. ________________________________________________________________________ *Dip not: Aralık 1994 tarihinde yazılmış bir kitapta KOLA- TURKA habercisi bir marka adı bulunuyor olması (MR TÜRKCOLA), metinle hayat arasındaki ilişkiyi, Edward Said’in Doğu’nun Batı’dan yazılmış metinlere dönüştüğü tezinin gerçeklikle bağlantısını gösteren ilginç bir örnek olabilir. __________________________________________________________________________ Güdül’de televizyon ekranındaki görüntüleri seslendirmeye çalışan roman kahramanı Osman, söylediklerinin bir başkasının söyleyip kendisinin tekrarladığı şeyler mi olduğu, iki ruhun bir “öte ülke” buluşmasıyla birleşmesinden doğan bir benliğin sesi mi olduğunu bilemektedir. Tanrı’nın ruhuyla donanmış Adem’in gözüyle görünen dünyayı kirleten Büyük Kumpas’ın piyonları arasında matbaacı Gütenberg’in de bulunduğundan söz etmektedir... İpini koparan kelimelerin dört bir yana dağılmasıyla söz ve eşya birbirlerine sırt dönmüşlerdir. Hayat sorularla dolmuştur. Doğru yanıt için melek beklenmektedir (s. 104). Bu arada Allah’a inanıp inanmadığını soran bir adama, Osman bir süre düşündükten sonra “Canan’ım benim bekliyor” demiştir, “beni otel odasında”. Büyük Kumpas’a karşı Güdül Toplantısı’nı düzenleyen Dr. Narin’in evinde Yeni Hayat yazarı demiryolcu Rıfkı Amca’nın evindekinin aynısı olan bir gümüş şekerlik vardır. Mehmet’i bulmak için Dr. Narin’in evinde ajanların verdiği raporları inceleyen kahramanımız Osman, tüm Anadolu’yu dolaşarak şüpheli Mehmet’leri izlemektedir. Bu arada bir un fabrikasında undan hayaletlerle karşılaşmış, başka bir kasabada tümü de kitabı okumuş olan itfaiyecilerin kasabanın Yunan işgalinden kurtuluş törenlerinde demirden başlıkları üzerine mıhlanmış gazocaklarıyla başlarından alevler fışkırırken “Ateşler, ateşler, ateşler içinde vatan” şarkısını söylemelerini çocuklar ve uysal bir çomarla birlikte izledikten sonra hep 14 birlikte sofraya oturup keçi eti kavurması yemiştir. Bu arada, kasabanın meydanındaki Atatürk heykeline sıçan güvercinleri de ayıplamıştır. Nahit Mehmet Osman (kaza ve ölüm anlarından başka kimliklere geçmiş tek kişi) katilinin beceriksiz çıktığını, yalnızca omzundan yaralandığını söylemektedir; bu olay kitabın içinde anlatılmaktadır ve Kitap olaydan çok öncesinden beri piyasada dolaşmaktadır! “Yeni hayatı ve ülkeyi yazının ötesinde aramak boşunaydı” (s. 208). Hayatın (hele de Doğu toplumlarının hayatının –bizim notumuz) yazılı metinlerden başka bir şey olamayacağı yeniden yeniden vurgulanır roman boyunca. Konuşmalardan birinde “Hepimizin taklidi olduğu bir asıl, bir anahtar, bir söz, bir köken aramak boşuna” denerek Jean Baudrillard’ın SİMULACR (aslı olmayan kopya) kavramına gönderme yapılmaktadır. Kahramanının imgelem gücünün devreye girmesiyle, istasyondaki ayrılış sahnesinde Pertev ile Peter adlı resimli romanın kahramanlarına dönüşürler. Sahte Osman’ı öldürmüş olan gerçek Osman, aynadaki görüntüsünü katilden çok maktule benzetmektedir. Romanın ilerleyen bölümünde evlenmiş, doğan kızı üç yaşına gelmiş kahramanımız hayatın üç yaşındaki kızının bir kâğıda çiziktirdiği gelişigüzel bir karalama olamayacağı, bir zırdelinin anlattığı saçma sapan bir hikâye olmayabileceği, Rıfkı Amca’nın Yeni Hayat’ı yazarken rastlantısal görünümlü bütün o şakaların arkasına bir mantık yerleştirmiş olabileceği düşüncesiyle yeniden yollara düşer. Yıllardır orada burada karşısına çıkaran büyük tasarımcının niyetini anlayabilmek için çocukluğunun çok sevdiği karamelalarına melek resmi koydurmuş adamla konuşabilmenin anlamlı olacağı inancındadır. Geçen on dört yılda ülke çok değişmiştir (bu on dört yıl, 12 Eylül 1980 ile romanın yazıldığı 1994 yılları arasındaki “sembolik zaman”a denk düşmektedir)... Kitabın ve yazının sorumlu kılındığı ilk bölümden sonra yanıtı belli sorularla otobüsten görünenler yeniden sorgulanmaktadır: “Kim, şehir meydanlarındaki ağaçları kestirmiş, Atatürk heykellerini hapishane duvarı gibi saran beton apartmanların balkonlarındaki demir korkulukların hep aynı biçimde olmasını emretmiş. Çocuklara gelip geçen otobüsleri taş yağmuruna tutmalarını söylemişti? Otel odalarını antiseptik bir zehir kokusuyla kokutmayı akıl eden, Anglosakson mankenlerin uzun bacaklarının arasına kamyon lastiği aldıkları takvimleri bütün ülkeye dağıtan, asansör, döviz büfesi, bekleme odası gibi yeni mekânlarda kendilerini güvende hissedebilmek için vatandaşların birbirlerine düşmanca bakmalarına karar veren kimdi?” (s. 255). 15 Yeni Hayat karamelaları birkaç kez üretim yeri değiştirdikten sonra büyük markaların Pazar saldırısından kendisini koruyamamış, yok olup gitmiştir. Sahibi Süreyya Bey, PKK’nin pek etkili olmadığı bir Güneydoğu kasabasında yaşamaktadır. Satranç oyununun, bir zamanlar içimizdeki iyi ile kötünün savaşının sembolü olarak bizim tarafımızdan bulunmuş olduğunu, Farsça “şah” ile Arapça “mat” (öldü) sözcüklerinin birleştirilerek Almanca “Schachmatt” haline getirildiğini, vezirin kraliçe, filin piskopos yapıldığını ve Avrupa’nın satrancı kendi akıllarının ve dünyadaki akılcılığın zaferi olarak bize geri verdiklerini, bugün onların aklıyla kendi hassasiyetimizi anlamaya çalıştığımızı, bunun uygar olmanın gereği olduğunu sandığımızı söyler Süreyya Bey… Ona göre bu toprakların kendi özerk tarihlerinin sonuna gelinmiştir. Romanın ilk bölümlerine göre daha tematik ağırlıklı, ağır bir anlatıyla geçen son bölümde birden silkinir anlatıcı... Altı saatlik bir söyleşiden sonra Süreyya Bey’in aslında kör olduğunu ayrımsayan kahramanımıza öfkelenip elindeki kitabı saldırganca tutmaya başlayan okura pek de gerekli olmayan, metni yarı ciddi yarı gülmeceli bir atmosfere götürmeye çalışan sorular sorar. Metin bir çeşit oyuna dönüşmüştür artık ve baştan bu yana uzaktan yakından görünen, üzerine dokunulan tüm değinmeler, inandırıcı olma çabaları kumdan bir kale gibi yıkılır gider. Eşinin ve çocuğunun yanına geri dönmek için yola çıkan kahramanımız meleği göreceği ve artık istemese de başka bir hayata geçeceği kaza yerine doğru gitmektedir. Kendisi gibi hayatı kaymışlarda hüznün zeki olmaya çalışan bir öfke olarak ortaya çıkacağını ve her şeyi berbat edeceğini düşünmektedir yeni hayatına geçmeden önce (s. 265). Orhan Pamuk, Yeni Hayat, İletişim Yayınları, 63-64. Baskı, İstanbul 1999 Mihail Bahtin, Karnavaldan Romana, Ayrıntı Yayınları 2001, Mihail Bahtin, Rabelais ve Dünyası, Ayrıntı Yayınları 2005, Mihail Bahtin, Dostoyevski Poetikasının Sorunları, Metis Eleştiri, Eylül 2004, 1. Basım 16