çalışma raporu - Sosyal-İş
Transkript
çalışma raporu - Sosyal-İş
DİSK SOSYAL-İŞ SENDİKASI Türkiye Sosyal Sigortalar, Eğitim, Büro, Ticaret, Kooperatif ve Güzel Sanatlar İşçileri Sendikası 8. Olağan Genel Kurulu ÇALIŞMA RAPORU 25-26 Haziran 1994 "Yılmaz Güney Sahnesi" Ankara DİSK SOSYAL-İŞ SENDİKASI 10. OLAĞAN MERKEZ GENEL KURUL GÜNDEMİ 1. Gün : 25 Haziran 1994 Cumartesi Saat 10.00 1) Yoklama ve Açılış 2) Genel Kurul Başkanlık Kurulu (Divan) Seçimi ve Saygı Duruşu 3) Genel Başkanın Açış Konuşması 4) Konukların Genel Kurula Tanıtılması ve Konuşmaları 5) Komisyonların Oluşturulması a) Hesap Tetkik Komisyonu b) Tahmini Bütçe Komisyonu c) Tüzük Değişikliği Komisyonu d) Genel Kurul Kararları Komisyonu 6) Genel Yönetim ve Genel Denetim Kurulları Çalışma Raporlarının Görüşülmesi 7) Hesap Tetkik Komisyonu Raporunun Görüşülmesi 8) Kurulların (Genel Yönetim, Genel Denetim ve Genel Disiplin Kurulu) Aklanması -İbra9) Tüzük Değişikliği Komisyonu Raporunun Görüşülmesi 10) Tahmini Bütçe Komisyonu Raporunun Görüşülmesi 11) Genel Kurul Kararları Komisyonu Raporunun Görüşülmesi 12) Genel Yönetim Kuruluna Verilecek Yetkilerin Karara Bağlanması 13) Sendika Organlarına ve Üst Kurul (DİSK) Delegeliklerine Aday Üyeliklerin Kesinleştirilmesi II. Gün : 26 Haziran 1994 Pazar Saat 10.00 14) SEÇİMLER a) Genel Yönetim Kurulunun 5 Asıl (Genel Başkan, Genel Başkan Yardımcısı ve Genel Sekreter ile 2 üye) ve 5 Yedek Üyesinin Seçimi b) Genel Denetim Kurulunun 3 Asıl ve 3 Yedek Üyesinin Seçimi c) Genel Disiplin Kurulunun 3 Asıl ve 3 Yedek Üyesinin Seçimi d) Üst Kurulun (Konfederasyon DİSK’in) (38) Delegesinin Seçimi 15) KAPANIŞ YER : Ankara Çankaya Belediyesi “YILMAZ GÜNEY SAHNESİ” Maltepe Pazarı Karşısı ANKARA DİSK SOSYAL-İŞ SENDİKASI (TÜRKİYE SOSYAL SİGORTALAR KURUMU, EĞİTİM, TİCARET, BÜRO, KOOPERATİF VE GÜZEL SANATLAR İŞÇİLERİ SENDİKASI) I – Genel Yönetim Kurulu 1 – Genel Başkan 2 – Genel Başkan Yrd. 3 – Genel Sekreter 4 – Üye 5 – Üye 6 – Üye 7 – Üye 8 – Üye 9 – Üye Özcan Kesgeç Akçin Koç H.Bedri Doğanay Süleyman Atasayan Ersait Şen Mehmet Atay Ersin Atlı İ.Şefik Aydın M.Naci Pamuk II – Genel Denetim Kurulu 1 – Başkan 2 – Yazman Üye 3 – Üye Nurhan Kavuzlu Mehmet Gündoğdu Muammer Özkan III – Genel Disiplin Kurulu 1 – Başkan 2 – Üye 3 – Üye 4 – Üye 5 – Üye Saim Yüksel Mücahit İzkut Ekrem Ediş Ünal Tombak Cahit Polat SUNUŞ Sendikamız, 12 Eylül 1980'de durdurulan faaliyetine yaklaşık 13 yıl sonra yeniden başlama olanağını bulmuştu. 7.Genel Kurulumuz, yeniden etkinliklere başlamayı gerçekleştirecek olan yapı olarak, 1980 yılının kadroları ile 1992'de toplanıyordu. 8.Genel Kurulumuz, yeniden oluşan şubelerimizin belirlediği, tamamına yakını işyerlerinde fiilen çalışan delegelerden oluşmaktadır. Doğal delege durumundaki 11 kişinin dışında 189 delege Şube Genel Kurullarınca seçilmiş arkadaşlarımızdır. Bu tablo, 8. Genel Kurulla, sendikal mücadele alanında yeniden varolma ve yapılanma dönemini geride bırakıp, yaygın örgütlenme ve etkin işlevselliğe kavuşma sürecine girdiğimizin ilk fotoğrafı olmaktadır. Bu genel kurul, çok büyük zorlukları içinde taşıyacak olan önümüzdeki süreci örgütleme görevini yerine getirecektir. Tüm bunlara katkı sağlamak için, çalışma raporunun I. bölümünde dünyanın genel durumuna ve ülkemizin temel sorunlarına ilişkin saptamalara yer verilmiş, kalın çizgilerle bir çerçeve çizilmeye çalışılmıştır. Buna, bu fotoğrafın anlaşılmasında kolaylık sağlayacak, çeşitli alan ve konulara ilişkin ekonomik çizelgeler eklenmiştir. Sendikal çalışmalarımızın yer aldığı II:bölümde ise, daha önce sendikamız eğitim yayınlarında yayınlanmış olan kimi konular, tekrar pahasına, rapora da aynen alınmıştır. Böyle yapılmasının nedeni, 12 Eylül sonrası, yeniden faaliyete geçtiğimiz dönemin belgesel nitelik taşıyan kimi yayınlarının derli toplu, bütün olarak, birarada olmasının tarihimiz açışından yararlı olacağı düşüncesidir. Öte yandan bu döneme ilişkin olarak sendikal çalışmalarımızın bütünüyle izlenmesi, bu çalışmaların temelini oluşturan konu ve belgelerin yinelenmesini kaçınılmaz kılmıştır. Mali rapor, çalışma raporumuzun diğer bölümlerini oluşturmakta, Denetleme Kurulu raporu da ayrıca yer almaktadır. Yeniden yapılanma döneminde, bize verilen görevi, kısıtlı olanaklarımızı en rasyonel biçimde kullanmaya çalışarak elimizden geldiğince yapmaya çalıştık. Sosyal-İş'in üyelerine, tüm birimlerindeki yönetici ve görevli arkadaşlarımıza, çalışmalarından dolayı teşekkür ediyoruz. Önümüzdeki zorlukları aşarak, Sosyal-İş'i etkin ve saygın yerine ulaştırmada, bu genel kurula başarılar diliyor, sevgi ve saygılarımızı sunuyoruz. SOSYAL-İŞ SENDİKASI GENEL YÖNETİM KURULU İÇİNDEKİLER 21. YÜZIYILA DOĞRU SORUNLARLA DOLU DÜNYA VE TÜRKİYE 1 – Dünyaya Genel Bir Bakış................................................................................. 7 2 – Türkiye Nereye ? ............................................................................................. 16 3 – Türkiye’nin Güncel Sorunları ......................................................................... 31 EKONOMİYE İLİŞKİN GÖSTERGE TABLOLARI ................................................................................ 43 SENDİKAL ÇALIŞMALARIMIZ ..................................................................... 83 MALİ RAPOR ...................................................................................................... 179 GENEL DENETLEME KURULU RAPORU ................................................... 197 21. YÜZYILA DOĞRU SORUNLARLA DOLU DÜNYA VE TÜRKİYE I - DÜNYAYA GENEL BİR BAKIŞ Yeni Dünya Düzeni: Yirminci yüzyılın son on yılına girerken soğuk savaşın bittiğine ve Sovyet Blokunun çöktüğüne tanık olduk. Bunun çeşitli nedenleri üzerinde durmak istemiyoruz. Fakat ABD ve müttefiklerinin soğuk savaş sırasında, ekonomiden askeri alana kadar tüm alanlarda uyguladıkları baskı SSCB ve sosyalist sistemde yer alan ülkelerin bu çöküşünü hazırlamıştır. Bugün, açıkça görülmektedir ki soğuk savaş, belki bir topyekün savaştan daha etkili olmuştur. Sovyetlerin yenilgisi sade kendi yapılarını yıkmakla kalmamış, dünyadaki dengeleri de altüst etmiştir. İçinde bulunduğumuz on yılın temel özelliği tek odaklı bir dünyanın ortaya çıkışıdır. Bu odak ABD'dir. Uluslararası ilişkileri, büyük bir askeri güce sahip olan ABD belirlemektedir. Son yıllarda Balkanlarda, Somali'de ve benzeri daha birçok yörede tanık olduğumuz olaylar bunun kanıtıdır. ABD'nin ekonomik ve askeri gücünü kullanarak sağladığı bu tek kutupluluk, ekonomik açıdan tam anlamıyla işlememektedir. Bir yandan gittikçe güçlenen AB ve diğer yandan Japonya ile "Pasifik Kaplanları" olarak adlandırılan Güney Kore, Singapur, Hongkong, Taiwan gibi ülkelerin endüstriyel alanda yaptıkları atılımlar ABD ekonomisini tehdit edecek boyutlara ulaşmıştır. Özellikle Japonya ile ABD ticaret dengesinin Japonya lehine büyük açıklar vermesi, aynı eğilimin AB-ABD ticari ilişkilerinde de görülmesi, ABD'nin korumacı bir ekonomi politikası izlemesine neden olmuştur. Bu olumsuz gelişmelere karşın ABD, askeri gücünün desteği ile dünya politikasında tek kutup olma özelliğini korumaktadır. Diğer yandan dünyadaki sermaye içerisinde Amerikan sermayesinin başat rolü oynaması da söz konusu tek kutupluluğa güç katmaktadır. Amerika'nın liderliğindeki koalisyon güçlerinin Irak'a yönelik harekatı sırasında Başkan Bush yaptığı konuşmada dünyaya egemen olacak olan "yeni Dünya Düzeni"nden söz ettiği zaman bunun ne anlama geleceği pek bilinmemekteydi. Fakat bugün "Yeni Dünya Düzeni"nin, tüm uluslararası kuralların , ilişkilerin ABD tarafından belirleneceği anlamına geldiğini biliyoruz. Özellikle Yeltsin'in Rusya Parlamentosunu top ateşine tuttuğunu, tüm demokratik olduğu savındaki gelişmiş kapitalist batı ülkelerinin onu alkışlaması bizlerin gözünü açmıştır. Somali'de, ABD'nin Birleşmiş Milletlerin kumanda sistemini de tanımayarak yürüttüğü harekat bu konudaki bir başka örnektir. Özetlersek, "Yeni Dünya Düzeni" acımasız kapitalizmin uluslararası bir boyut aldığı, başta demokrasi ve insan hakları olmak üzere tüm değerleri sadece kendi amacı için kullanan, ulusların egemenlik hakların kendi çıkarı doğrultusunda, gerektiğinde hiçe sayan bir düzendir. Bu bir anlamda emperyalizmin ve faşizmin yeni görüntüsüdür. Rusya'da Bunalım: Geride bıraktığımız dönemde Rusya'da önceden kestirilmesi olanaksız bir dizi gelişme oldu. Bunları şöyle özetleyebiliriz: 1. Perestroika ve Glasnost hareketiyle başlayan reform çabaları, Sovyetler Birliği'ni beklediği ekonomik ve demokratik aşamaya ulaştıramadı. Merkezi planlamaya dayanan ekonomik yapıyı bir sosyalist modeli, sarstı ve çökertti. Hazırlıksız serbest piyasa düzenine geçiş, kıtlıklar ve enflasyonu peşisıra getirdi. Toplum hızla, o güne kadar tanımadığı bir ekonomik kaosun içine sürüklendi. Hoşnutsuzluklar derece derece arttı. Silah indirimi antlaşmalarının ekonomiye getireceği varsayılan olumlu etkiler görülmedi. Sonuçta "Muhafazakar" diye nitelenen komünistlerin Gorbaçov'a yönelttikleri darbe meydana geldi. Yeltsin'in ve parlamentonun direnişi sonucu darbeciler yenildi. 2. Yeltsin döneminde kapitalist gelişmiş ülkelerin etkisi daha da arttı. Bağımsızlıklarını ilan eden eski cumhuriyetler kendi ekonomilerini ve yapılarını özgürce değiştirme çabası içersine girdiler. Bunlar arasında, ya da özerk cumhuriyetlerin aralarında kanlı iç savaşlar meydana gelmeye başladı. Özellikle Kafkas Cumhuriyetlerinde çarpışmalar tırmandı. Azerbaycan ile Ermenistan, Karabağ sorunu nedeniyle sürekli bir savaşın içersine girdiler. Gürcistan'da Abhaz özerk bölgesinin bağımsızlık isteği bir başka yöresel savaşın çıkması sonucunu verdi. 3. Yeltsin ile parlamentonun görüş ayrılığı kısa sürede ortaya çıktı ve büyüdü. Sonuçta Yeltsin parlamentoyu feshederek gerginliği daha da arttırdı. Hasbulatov ve arkadaşlarının direnmesi üzerine Yeltsin parlamentoya kanlı bir saldırıyı başlattı. Yüze yakın insan öldü. Batılı gelişmiş ülkeler kendi parlamentosunu amansızca topa tutan Yeltsin'i demokrasi (!) adına desteklediler. Böylece Rusya sonu şimdiden kestirilemeyecek yeni bir döneme girdi. Bütün bunlar olurken toplumsal çöküntü inanılamayacak boyutlara ulaşmıştı. Suç oranı hızla arttı, moral çözülme ise ülkemize gelen Rus vatandaşlarının davranışlarıyla bizim bile yakından tanıklık ettiğimiz boyutlara ulaştı. Bosna-Hersek ve Balkanlar: Yugoslavya'nın Tito'nun ölümünden sonra oluşturduğu rotasyonlu başkanlık düzeni Sovyet Blokunun çözülmesi ile birlikte çöktü. Federasyonu oluşturan cumhuriyetler bağımsızlıklarını ilan ettiler. Slovenya, Hırvatistan, Bosna-Hersek, Makendonya bağımsız olurken, Sırbistan ve Karadağ ise Yugoslavya'yı meydana getirdi. Bu gelişme Balkanlardaki dengeleri de altüst etti. Slovenya ve Hırvatistan'ın güçlüğe uğramadan federasyondan ayrılmalarına karşın Bosna-Hersek'in bağımsızlığı Sırp ve Hırvatlar tarafından kabul edilmedi. Özellikle Sırbistan güçleri Bosna-Hersek'teki Müslümanlara karşı acımasız bir etnik arındırma eylemini başlattı. Bosna'daki çarpışmalarda bu güne kadar 150 000'in üzerinde insan öldü. Birleşmiş Milletler gücünün gayretleri savaşı durduramadı. İnsani amaçlı yardım malzemelerinin bile Müslümanlara ulaşması engellendi. ABD buradaki insanlık faciasına uzak kaldı. Silahlı müdahaleye girişmedi. Bunda Balkanlarda eski oyunlarını oynamaya başlayan başta Almanya olmak üzere Avrupalı müttefiklerinin engellemeleri de rol oynadı. 1993'ün ikinci yarısında yeni barış planı gündeme geldi. Bu plana göre Bosna-Hesnek resmen üç parçaya bölünmektedir. Tarafların bu konuda antlaşmaya varmaları belki geçici bir süre için mümkün görünmektedir. Ne yazık ki Balkan yarımadası önümüzdeki günlerde bu nitelikte çeşitli kanlı çatışmalara sahne olacak ve kolaylıkla durulmayacağa benzemektedir. Somali'de Başarısızlık: Geride bıraktığımız beş yıl süresince Somali'de gelişmiş ülkelerin de üstü kapalı bir biçimde destekledikleri kanlı bir iç savaş sürmekteydi. Bu savaşın ve doğal etmenlerin de etkisiyle yaygın bir açlık bu ülke halkını pençesine almıştı. Yıllardan sonra dünyadaki gelişmiş ülkeler, özellikle ABD ve AB üyeleri Somali'deki yaygın ve ölümcül açlığın farkına vardılar. Birleşmiş Milletler'in icra organı Güvenlik konseyi bu ülkeye insani yardımın yerine ulaşmasını ve düzeni sağlamak amacıyla bir uluslararası güç göndermeye karar verdi. Büyük ağırlığını ABD'li askerlerin oluşturduğu bu güç Somali'de göreve başladı. Gücün komutanlığına da bir Türk Generali, Çevik BİR atandı. Birleşmiş Milletler'in insani nedenlerle başlattığı bu girişim kısa bir süre içersinde amacından saptı. ABD'nin Somali ulusal lideri General Aidit'e karşı yürüttüğü bir harekat biçimine dönüştü. ABD askerleri Birleşmiş Milletler'in komutasını da gözardı ederek bu mücadelelerini sürdürdüler. Sonuçta ummadıkları kayıplar verdiler. ABD kamuoyu Somali harekatına kuşkuyla bakmaya başladı. Sonuçta ABD, Türkiye ve diğer ülkeler askerlerini Somali'den çektiler. Somali, Bosna, Haiti vb. olaylar ABD'nin Birleşmiş Milletler görünümüyle dünyaya yeni bir düzen verme çabalarının hiç de sanıldığı kadar kolay olmayacağını ortaya koydu. Almanya ve Diğer Batı Ülkelerinde yükselen Irkçı Eğilimler: Başta Almanya olmak üzere bir çok Batı ülkesinde ırkçı eğilimler hızlı bir biçimde tırmanmaktadır. Bu eğilimlerin kristalleştiği siyasal partiler kurulmuş, bazıları seçimlerde hiç de azımsanmayacak oylar almışlardır. Bu ülkelerden, özellikle Almanya ve Benelüks yöresi işçi yurttaşlarımız açısından önemli olaylara tanık olmuştur. Almanya'da Mölln ve Solingen'de vatandaşlarımıza yönelik kıyım hareketleri doruğa ulaşmıştır. Belçika'da yeni doğan Müslümanların Hıristiyan ön adlar almaya zorlanması bu ırkçı baskıların bir başka yönünü oluşturmaktadır. Gelişmiş kapitalist ülkelerde işsizliğin artması yabancılara yönelik yıldırma ve ülkeden kovmaya yönelik hareketleri de güçlendirmektedir. Almanya'da faşizmin yakın geçmişi henüz unutulmadığı için genç kuşaklar bu tür şiddet eğilimlerine daha da yakındırlar. Nedenleri ne olursa olsun Batı Avrupa'da faşizmin ayak sesleri duyulmuştur ve kara bulutlar hızla yaklaşmaktadır. Son seçimlerde İtalya' da Faşistler iktidara ortak olmuşlardır. Uluslararası Bütünleşme Çabaları: Üretimin uluslararası bir düzeye ulaşması, ekonomik bütünleşme ve küreselleşme ve küçük ulusların emperyalizmin yeni boyutları içersinde daha bağımlı hale gelmeleri, insan hakları, özgürlükler ve demokrasinin pekişmesi doğrultusunda beklendiği gibi yeni iyileşmelere yol açmamıştır. Kapitalizmin eşitsiz gelişme ilkesi zaten bu gibi iyileşmelerin kendiliğinden olmasını engellemektedir. Yukarıda genel anlamda tanımladığımız durum, ulus devletin aşılmasını ve devletsiz hukuku yani devletin de aşılmasını gündeme getirmektedir. Küreselleşmeye yol açan üretim, ticaret ve finans hareketlerinin uluslararası bir yapıya kavuşmasının nedeni çok uluslu şirketlerdir. Ne var ki bu çok uluslu şirketlerin sermayesine baktığımızda %96'sının ulusal karakterli olduğunu görmekteyiz. Demek ki çok ulusluluk sermayenin bileşimine göre ancak % 4 dolayındadır. Günümüzde ulaşılan teknolojik düzeyde ilk yatırım için gerekli sermaye düzeyi çok yüksektir. Sermaye açısından tek uluslu olan bu şirketler, başlangıçta, finans açısından kendi devletlerinin doğrudan ya da dolaylı desteğini almaktadırlar. Bu olgu teknolojik gelişmenin devletin ekonomiye katılımını da zorunlu kıldığını göstermektedir. Bu bakımından, aksi yöndeki tüm söylemlere karşın, devlet kapitalizm açısından vazgeçilmez bir araçtır. Yalnız bu yargı metropollerdeki dev ülkeler için söz konusudur. Çevre ülkeler diye nitelediğimiz ülkeler ise metropole daha da bağımlı hale gelmektedir. Bunun sonucunda çok uluslu şirketlerin egemenliğindeki metropollerin ulus devletleri, başka ülkeler ulus devletleri aşarken, kendi ülkeleri ve hakları yönünde daha çok ulus devlet niteliğine bürünmektedirler. Emperyalist karakterlerini daha da güçlendiren bu ulus devletler, Birleşmiş Milletler ve diğer uluslararası örgütlerde egemenliklerini sürdürerek kendi kurallarını adeta dikte ettirmektedirler. Son yıllarda Irak, Bosna ve benzeri diğer örnekler bu eğilimi açığa çıkarmıştır. Temelde geliştirilmek istenen bir müdahale hukukudur. Daha önce de sözünü ettiğimiz "Devletsiz Hukuk" devletler hukukunun unutulmasıdır. Böylece bütün dünyaya "Pax Emperyallistica" yani emperyalist barış dayatılmaktadır. Emperyalizmin Yeni Boyutları: Son on yılda, emperyalizmin sömürü boyutları, geçmişe kıyasla dev ölçekte artmıştır. 17 000 milyar dolarlık dünya gelirinin 13 000 milyarını dünya nüfusunun %15.4'ü tüketmektedir. Geriye kalan 4 bin milyarını ise dünya nüfusunun %84.6'sı tüketmektedir. Bu eşitsiz dağılımın gelecek yıllarda daha da adaletsiz olacağı beklenmelidir. Emperyalizmin bugün eriştiği boyutları sergilemek açısından aşağıdaki birkaç örneği vermek isteriz: -Dünyadaki borçlu ülkelerin 1980'lerin başında 800 milyar dolar olan borç tutarı 1990'ın başında 1 300 milyarı aşmıştır. Aynı dönem içersinde borçlu ülkelerin reel geliri %60 gerilemiştir. Bugün yoksul ülkelerde yaşayan ve dünya nüfusunun %56'sını oluşturan 3 milyar insan toplam dünya gelirinin %5.4'ünü paylaşabilmektedir. -Gelişmiş kapitalist ülkeler son on yılda üçüncü dünya ülkelerine yatırdıklarının 4 katını kar olarak transfer etmişlerdir. Sadece 1989 yılında verdikleri borçların 1.5 katını faiz olarak geriye almışlardır. -Yalnız Afrika kıtasının, dayatılan düşük ham madde fiyatları nedeniyle 1981-90 yılları arasındaki kaybı 150 milyar dolardır. -Dünyada açlık sınırında yaşayan insanların sayısı 1980'li yılların başlarında 820 milyon kişi iken, 1990'lı yıllarda 1 milyarın üzerine çıkmıştır. -Zengin ülkelerle fakir ülkeler arasındaki uçurum daha da büyümüştür. Bugün bir gelişmiş kapitalist ülke ailesinin geliri ile Güneydoğu Asya ülkelerinde yaşayan bir ailenin geliri arasında 1/100 oranı kadar bir fark vardır. -Dünya nüfusunun %5'ini barındıran ABD dünyada üretilen enerjinin %40'ını tüketmektedir. Bir ABD vatandaşı, bir Etiyopya'lıdan 600 kat fazla enerji tüketmektedir. 1987 yılında OECD ülkelerinde kişi başına enerji tüketimi 6 573 kilo petrole eşittir. Yoksul ülkelerdeki enerji tüketimi ortalaması ise kişi başına ancak 257 kilo petrole eşdeğerdir. Böyle olduğu için de dünyadaki sera etkisinin artışında yoksul ülkelerin payı %9 iken, gelişmiş ülkelerin payı %91'dir. Green Peace grubunun araştırmasına göre 1980'li yılların son bölümünde sadece deniz yoluyla 3 milyon 170 bin ton tehlikeli atık az gelişmiş ülkelere gönderilmiştir. Şurası açıktır ki, kapitalizm kendini büyüterek üretebilmek için öylesine büyük ölçüde kaynak ve olanakları tüketiyor ki bu bir anlamda insanlığın geleceğinin tüketilmesi demek oluyor. Soğuk savaşın bitişi emperyalizmin daha bir acımasızca yükselmesine yol açmıştır. Emperyalizmin yeni boyutlarıyla yükselmesi faşizmi de gündeme getirmiştir. Milliyetçiliğin gelişerek mikro milliyetçilik düzeyinde kendini göstermesi yanısıra ırkçılık da daha bir güçlü olarak sahneye çıkmıştır. Tutucu eğilimlerin ekonomi ve diğer sosyal alanlarda güçlenmesi Asya, Afrika ve benzeri kökenlilere karşı ırkçı saldırıları da arttırmıştır. Açıkça görülüyor ki kapitalizmin büyüyen sorunları karşısında faşist girişimler bir çeşit yedek silah gibi kullanılmaktadır. Bir önceki bölümde örneklerini sergilediğimiz emperyalizm gelecek günlerde faşizme daha da muhtaç hale gelme tehlikesini içinde taşımaktadır. Ortadoğu: Irak'ın Kuveyt'i işgali ile başlayan gerilim, ABD'nin öncülük ettiği koalisyon güçlerinin saldırısı sonucu, Irak'ın bu ülkeden çekilmesi ile son buldu. Fakat, bugün de bu savaşın uzantısı olan yeni sorunları bölge halkı yaşamaktadır. Bu sorunları şöyle sıralamamız mümkündür: -Irak'a yönelik ambargo devam etmektedir. Bu ambargodan en fazla zarar gören ülkelerden biri de Türkiye'dir. Kerkük petrolleri ile Ceyhan'ı bağlayan boru hattının kapalı oluşu yılda 1 milyar dolara yakın bir kayıp demektir. Diğer yandan ticari ve ekonomik ilişkilerin kesilmesi de Türkiye'nin kaybının bir bölümünü oluşturmuştur. -Irak'ın 36 derece enlemin kuzeyinde kalan toprakları ABD'nin hava denetimi altına girmiştir. (Çevik Güç nedeniyle). Kuzey Irak'ta yaşayan Kürtlerin Saddam'ın ordusundan kaçarak Türkiye'ye sığınmaları sonucunda bölgeye yerleştirilen Çekiç Güç, Irak'ın kuzeyinde yarı bağımsız bir Kürt yönetiminin oluşmasını sağlamıştır. -ABD Irak'a yönelik hava harekatlarını sürdürme konusunda kararlı görünmektedir. Bu tip müdahaleleri yapabilmek için bir yıl önce Bush'a yönelik varsayımsal bir suikast girişimi bile neden olarak kullanılabilmektedir. -İsrail ile FKÖ arasında bir yılı aşkın bir süredir süren barış konuşmaları ilk meyvesini vermiş, söz konusu iki hükümet arasında antlaşma imzalanmıştır. -Bölgede bulunan ülkelerden Lübnan uzun yıllardan sonra nisbi bir sükunete kavuşmuş bulunmaktadır. Diğer yandan Suriye'nin de başta ABD ile olmak üzere batılı ülkelerle ilişkileri yumuşamıştır. ABD, Fransa, İspanya ve Yunanistan Seçimleri: 1992 Kasımında yapılan başkanlık seçimini Bush'un önünde, önemli farkla Bill Clinton kazandı. Clinton'un seçim kampanyası süresince sergilediği programı ekonomide devlet müdahalesinin etkinleşeceği anlamına gelmekteydi. Ne var ki geride kalan bir yıl içersinde yeni başkanın beklendiği kadar yeni bir programa sahip olmadığı ortaya çıktı. Özellikle dış politika açısından önemli eleştiriler aldı. Bilhassa Somali ve Bosna'da uyguladığı politika tam bir fiyasko ile sonuçlandı. Fransa'da sosyalistlerin iktidarı son buldu. Özellikle işsizlik oranının artması, yolsuzlukların geniş çaplı bir görünüm kazanması yenilginin önde gelen nedenleri arasında yer alıyordu. Fransa'daki bu yenilgisine karşın İspanya seçimlerinde Gonzales başkanlığındaki sosyalist parti beklenenin üzerinde bir başarı kazanarak iktidarını sürdürdü. Geride bıraktığımız dönemde en ilginç seçim sonucu Yunanistan'da elde edildi. Başta Koskotas skandalı olmak üzere büyük yolsuzluk iddiaları ile bir önceki genel seçimlerde iktidarını yitiren Papandreu büyük bir atakla son genel seçimi kazandı. Böylece komşumuz Yunanistan'da özelleştirme rüzgarlarını arkasına alan Mitçotakis yenildi. Sanırız aynı rüzgara sahip çıkmak isteyen ülkemizdeki sözde liberal partilerin bundan alınması gereken dersler olacaktır. Maastrich Antlaşması: Avrupa Topluluğu siyasal birlik yolunda geride bıraktığımız dönemde önemli bir adımı attı. Maastrich antlaşmasının oylanması sırasında Danimarka'da yapılan referandumun kıl payı olumsuz sonuç vermesine rağmen, Fransa ve İngiltere'nin antlaşmayı kabul etmesi, nihayet Danimarka'da yinelenen referandumun olumlu sonuçlanması büyük bir engelin aşılmasını sağladı. Bütün bu gelişmelere karşın Avrupa'nın tam entegrasyonu açısından zorluklar geride kalmış sayılamaz. Son aylarda topluluğa bağlı ülkelerin para değerleri konusunda çıkan bunalımlar para birliğinin bile kolaylıkla gerçekleşemeyeceğini ortaya koymaktadır. Uluslararası Hukukta Yeni Gelişmeler: Körfez krizi ulusalararası hukuk üzerinde yeni tartışmaları da gündeme getirdi. Uluslararası hukukun temeli, belli sayıdaki çıkarın dünya sahnesindeki oyuncular tarafından tanınmasıdır. Böylece oyunun kurallarının belirlenmesi ve düzenlenmesi olanağını verir. Bir yerde güvensizliği , kargaşayı ve zora başvurmayı sınırlayabildiği ölçüde uluslararası ahlaktan da söz edilebilir. Körfez savaşı Birleşmiş Milletler'in izni alınarak başlatıldı. Fakat Birleşmiş milletler tarafından gerçekleştirilmedi. Çünkü BM kuruluş bildirgesinin güvenlik konseyinin emrine verilen bütün silahlı kuvvetlerin yönetimini konseyin 5 daimi delegesinden oluşan kurmay heyetine veren kararı uygulanmadı. Koalisyon kuvvetleri Birleşmiş Milletler'in değil, ABD kumandası altında toplandılar, yönetildiler. Her şey ABD'nin önerisi üzerine güvenlik konseyinin daimi üyeleri arasında kararlaştırıldı. Sovyet sisteminin çöküşünden sonra rakipsiz kalan ABD kendi kararlarını kabul ettirdi. Ablukadan harekatın başlamasına ve bitirilmesine kadar uzanan bütün aşamalara Washington'un istediği biçimde geçildi. Kabul etmek gerekir ki Birleşmiş Milletler'in aldığı kararların uygulanması, 1945 yılından bu yana hiç bir zaman böylesine etkin olmamıştı. Bütün bu olgular, ulusların iç işlerine karışılmaması ilkesinin çiğnenmesinin işaretidir. Zaten bu ilke IMF ve Dünya Bankası'nın müdahaleleri ile (ekonomi alanında) fiilen kalkmıştı. Her ne kadar bütün müdahaleler insani kaygılarla yapılmakta ise de, Birleşmiş Milletler'in son kararları tek yanlı güç kullanmayı gündeme getirmiş bulunmaktadır. Son yıllarda ulusalararası hukuk açısından tartışılan budur. Diğer yandan Birleşmiş Milletler Örgütünün yeniden gözden geçirilerek düzenlenmesi de gündeme gelmiş bulunmaktadır. Ekonomik Krize Doğru: Sovyet sisteminin çöküşü, Çin'in herşeye rağmen ısrarla serbest pazar ekonomisine geçişi,dünyanın tek bir pazara doğru gidişi açısından büyük umutlar vermişti. Ama gelişmiş kapitalist ülkelerdeki göstergeler böyle bir umudun varlığını onaylamamaktadır. Örneğin 1989'dan bu yana Malezya ekonomisi yılda %6.8, Şili %7 oranında büyürken, Çin'de kişi başına gelir %30 artış gösterirken G7 diye nitelendirdiğimiz ülkelerde durum farklıdır. Kanada, İngiltere ve ABD ekonomisi iyice vites küçültürken Japon ekonomisi son 20 yılın en zayıf noktasındadır. G7'ler diye nitelediğimiz ülkelerdeki işsizlik hızla artmaktadır. Bu ülkelerde yaklaşık 25 milyon işsiz olduğu bilinmektedir. Diğer yandan savunma harcamaları 1986'da ulaştığı 450 milyar dolarlık seviyeden 1993'te 350 milyar dolara inmiştir. Bu harcamalar ABD ve Avrupa Topluluğu'nun yaptığı harcamaları kapsamaktadır. Avrupa ve ABD'de yoksulluk hızla artmaktadır. Bu ülkelerde yaşam seviyesi ortalama olarak düşmektedir. Diğer yandan gelişmekte olan ülkelerin dünya ticareti içersindeki payı %23'e ulaşmıştır. Talebin evrensel düzeyde artmasına karşın dünya ticareti içersinde gelişmiş ülkelerin payı düşmektedir. Sanayi kesiminin büyüme hızı gelişmekte olan ülkelerde %7'lere ulaşmasına karşın, sanayileşmiş ülkelerde sadece %2.5 dolayındadır. Bütün bunlara karşın ücretler hala düşüktür. Sanayide ortalama saat/ücret Almanya'da 25, ABD'de 16 dolarken Tayvan'da 5, Güney Kore'de 4, Brezilya ile Meksika'da 2.3 dolar dolayındadır. Bütün bu göstergeler dünyamızın yeni bir ekonomik yapılanmaya doğru gittiğini gösterdiği gibi, gelişmiş ülkelerin de eski gönençli dönemlerinden (göreli olarak) uzak olduğunu kanıtlamaktadır. II - TÜRKİYE NEREYE? Siyasal Yaşamdaki Gelişmeler Cumhurbaşkanı Turgut Özal 17 Nisan 1993 günü vefat etti. Bu olay ülke siyasal yaşamını çok yakından etkiledi. Boşalan Cumhurbaşkanlığı makamına DYP Genel Başkanı ve Başbakan Süleyman Demirel meclis grubu tarafından aday gösterildi. Bu durum koalisyon ortağı olan SHP'de şaşkınlıkla karşılandı. Uzun tartışmalardan sonra biraz da Erdal İnönü'nün baskısıyla Demirel Cumhurbaşkanı seçildi. Bu durum Başkanlık makamının boşalması demekti. DYP'nin yeni genel başkanı seçmesine kadar Erdal İnönü başbakanlığa vekalet etti. DYP Genel Başkanlığı seçimi ülke politikasına etkin bir medya boyutunu getirdi. Çeşitli televizyon kanalları, yazılı basın ve 900'lü telefon kanalları adayların seçilmesi için çalıştı, tahminler yürüttü. Sonuçta medyanın bir anlamda desteklediği Tansu Çiller Genel Başkan ve Başbakan oldu. Bu yeni durum koalisyon protokolünün yeniden ele alınması sonucunu doğurdu. Yeni protokol, birinci protokolün ilke temelinde aynen korunması nedeniyle kısa bir metin olarak ortaya çıktı. Yeni hükümette SHP'li bakanlar yerlerini korurken, DYP'li bakanların büyük bir bölümü değişti. Türkiye'nin ellinci hükümeti geniş boyutlu ve hızlı bir özelleştirmeyi gündeme getirdi. Ne var ki başta PTT'nin T'si olmak üzere yapmış olduğu girişimler bir yandan dayanılan yetki yasasının ve kanun hükmündeki kararnamelerin, bir yandan da ANAP ve SHP Milletvekili Mümtaz Soysal'ın başlattığı girişimler sonucu iptal edilmesi nedeniyle istenilen neticeye ulaşılamadı. Koalisyon ortağı olan SHP 1993 yılı içersinde önemli kongre geçirdi. İnönü ani bir kararla, 4.Kurultay'da Genel Başkanlığa aday olmayacağını açıkladı. İnönü'nün bu kararı parti içersinde büyük bir heyecan ve şaşkınlıkla karşılandı. Belli bir tereddüt süresinden sonra adaylar ortaya çıkmaya başladı. Önce Ankara Büyükşehir Belediye Başkanı Murat Karayalçın adaylığını açıkladı. Onu İzmir Büyükşehir Belediye Başkanı Yüksel Çakmur, Prof. Tolga Yarman ve SHP Grup Başkan Vekili Prof. Aydın Güven Gürkan izledi. Üç ay süresince ilginç ve demokratik bir yarış sergilendi. Genel Merkez tarafından düzenlenen bölge toplantılarında adaylar delegelere düşüncelerini ve programlarını açıklamak fırsatını buldular. 11 ve 12 Eylül tarihlerinde yapılan Kurultayda Murat Karayalçın 559 oyla Genel Başkan seçildi. Parti Meclisi listesi de onun önerdiği doğrultuda oluştu. Tırmanan Terör Geride bıraktığımız dönemin terör olaylarını dört ana grupta toplamak mümkün: -Ünlü kişilerin öldürülmeleri: 1990 yılının ilk kurbanı Anayasa Profesörü, Atatürkçü Düşünce Derneğinin Genel Başkanı Muammer Aksoy'du. Aksoy 1960 Anayasası'nı hazırlayan kurucu meclisin aktif üyeleri arasında bulunuyordu. O dönemdeki Meclis tartışmalarında Anayasanın değişik maddeleri konusunda ilginç önerileri vardı. Aksoy daha sonraki yıllarda Kemalist ilkeler doğrultusunda etkin bir savaşım vermişti. Özellikle laiklik konusunu ısrarla ve titizlikle gündeme getirmekteydi. Bu yapıda bir bilim adamı olan Aksoy'un öldürülmesi büyük yankılar uyandırdı. İslami tutuculuğa karşı savaşımı nedeniyle, öldürme olayı ile İslamcı örgütler ilgili görüldü. Olaya yönelik yazılarda öncelikle bu nokta üzerinde duruldu. İkinci kurban Hürriyet Gazetesi Genel Yayın Müdürü Çetin Emeç'ti. Emeç'in başarılı bir yayın yönetmeni olmanın ötesinde belirgin bir politik kişiliği yoktu. Ölümünden bir gün önce yazmış olduğu bir yazıda, ülkedeki İslami akımların yarattığı tehlikeden söz ediyordu. Bu yazının yayınlanmasından sonra öldürülmesi dikkatleri gene tutucular üzerine çekti. Bu arada bazı telefon mesajlarının da bu doğrultuda olması kuşkuları daha da arttırdı. SHP Parti Meclisi Üyesi , Ankara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi eski öğretim üyelerinden Bahriye Üçok'un evine gönderilen bir bombalı paketin patlaması sonucunda öldürülmesi, İslami hareketin bazı gurupları üzerinde yoğunlaşan kuşkuları daha da arttırdı. Nihayet 2000 ve Yüzyıl Dergilerinde, İslamiyet konusundaki yazılarıyla dikkatleri üzerine çeken Turan Dursun'un öldürülmesinde ise bağnaz dinci gruplar açıkça suçlandı. Turan Dursun eski bir din adamıydı. Ne ki "Din Budur" adıyla yayınladığı kitaplarında topladığı yazıları ve "Kulleteyn" adlı otobiyografik romanı aşırı dinci gruplar açısından bardağı taşıran son damla olmuştu. Nitekim "İran'ın sesi" radyosunda Dursun'un ölümü, " Türkiye'nin Salman Rüştü'sü öldürüldü" başlığı ile ilk haber olarak verildi. Zaten yazarın birçok tehdit mektubu aldığı da bilinmekteydi. Terörün bu dört kurbanının gerçek suçluları bütün beyanatlara karşın bulunamadı. İslami radikalizme yönelik suçlamalarla olaylar geçiştirildi. Bu cinayetlere son örnek de Uğur Mumcu suikastıdır. 1993 yılında Gazeteci-Yazar Uğur Mumcu, arabasına konan bir bomba ile öldürüldü. 24 Ocak 1993 günü meydana gelen bu olaya tepki çok büyük oldu. 27 Ocak günü yapılan cenaze töreni yakın tarihimizin en büyük kalabalığını toplamıştır. Tüm yurtta ayrıca günlerce süren anma toplantıları düzenlenmiştir. Bu cinayet de bugüne kadar ne yazık ki aydınlatılamamıştır. Araştırmacı gazetecilikte öncülük eden Mumcu, karanlık odakların üstüne korkusuzca giden kişiliği ve kalemi ile, ilerici ve aydın bir yazardı. Emeğin yanındaki savaşımını, işçi ve emekçiler unutmayacaktır. 1975'de S.S.K'daki Sosyal-İş direnişine Cumhuriyet gazetesindeki yazı ve röpörtajları ile verdiği destek dün gibi belleklerimizdedir. Cinayet şebekelerinin ortaya çıkarılması haklı istemimizdir. Bundan sonra MİT'in eski görevlilerinden Hiram Abbas'ın öldürülmesi ise daha karmaşıktı. Kontr-Gerilla gibi ne olduğu bir türlü açıklanmayan kuruluşlardan, beyaz zehir ya da silah kaçakçılığına kadar bir çok çevre işe karışmış olabilirdi. Bu öldürme olaylarının belli bir amaca yönelik kışkırtma ya da MİT'in Özel Harp Dairesinin kendi içersindeki hesaplaşmalardan ileri geldiğini söyleyen yazı ve söyleşilere de rastlandı. Bunlar arasında eski bir MİT mensubu olan Mahir Kaynak'ın yazıp söyledikleri dikkate değerdir. -İkinci tür terör 1971 ve 1980 dönemlerinde polisler, sıkıyönetim yetkilileri vb. kişilerin öldürülmesiyle ortaya çıkmıştır. Bu terörde failler, olayın arkasından yayınladıkları bildirilerde amaçlarını ortaya koymaktadırlar. Genellikle söz konusu dönemde işkence gören, değişik baskılarla karşılaşan gruplar ya da onların günümüzdeki uzantıları büyük çoğunluğu ölümle neticelenen hareketlere girişmektedirler. Emekli polisler, cezaevi sorumluları, hatta bir dönem sıkıyönetim bölgesinde görev yapan üst düzey kumandanlar hedef seçilmektedir. -Banka Soygunları: Geride bıraktığımız birbuçuk yıl içersinde çok sayıda işyeri banka mutemedi ve bu nitelikteki diğer yerler soyulmuştur. Bunların bir bölümünün sorumluluğu bazı siyasal eylem gurupları tarafından kabul edilmiştir. Fakat dikkati çeken bir nokta da ülkemizde ağır ağır yaygınlaşmaya başlayan adli örgütlü suçun da siyasal eylem guruplarına maledilmeye çalışılmasıdır. Özellikle güvenlik güçleri açısından bu yol, olayı kolay açıklama yönünde bir anlamda tercih edilmektedir. Şurası açıktır ki Türkiye'de siyasal eylem guruplarının dışında örgütlü suç eğilimleri ve faaliyetleri yaygınlaşmaktadır. Basın bile bu tip soygunlarda, dikkatsiz bir şekilde kolaya kaçmakta ve yaygınlaşmakta olan örgütlü suç olayını görmezden gelmeyi yeğlemektedir. - Türkiye'de bugün en yaygın terör örneğine Güneydoğu'da rastlanmaktadır. Apocu diye anılan Kürdistan bağımsızlık hareketini temsil ettiğini iddia eden bir gurubun son beş senedir Hakkari, Şırnak, Mardin, Diyarbakır dolaylarında yoğunlaşan silahlı eylemlerine tanık olmaktayız. Olayın geçmişe doğru bir incelemesi yapıldığında değindiğimiz hareketin yaygınlaşmasının temel nedenlerinden birinin 12 Eylül hareketinden sonra Kürt siyasal guruplarına karşı uygulanan yanlış politika olduğunu ileri sürebiliriz. Şöyle ki; 1970'li yıllarda Güneydoğu'da çeşitli Kürt siyasal guruplarına rastlanmaktaydı. Bunların hemen çoğu silahlı bir eylemden yana değildi. Ne var ki 12 Eylül'den sonra bu gurupların hemen hepsi dağıtıldı, liderleri yurt dışına kaçmağı mecbur edildi. Böylece bu bölgede siyasal hareketliliğin başat organı Apocu guruplar oldu. Onların şiddet ve silahlı müdahale yanlısı tavırlarını dengeleyecek diğer gruplar kalmadı. -Güneydoğu'nun toplumsal yapısı silahlı eylemlere uygun bir ortamı yaratmaktadır. Şöyle ki, bölgede aşiretler egemendir. Siyasal partiler ve hükümetler bu aşiretleri arkalayarak yöredeki yönetimlerini sürdürmektedirler. Halk yığınları ezilmektedir. Bunun da ötesinde son on yıldır bölgede uygulanan olağanüstü hal durumu, güvenlik güçlerinin ve silahlı kuvvetlerin yöre halkı üzerindeki amansız baskısı, şiddet hareketinin haklılığına bir tür zemin hazırlamaktadır. Diğer yandan aşiretlerin çıkarlarına uygun olan ve Abdülhamit döneminin Hamidiye alaylarına benzer bir yapıya sahip olan koruculuk kurumu da halk üzerinde yeni bir baskı aracı olarak ortaya çıkmıştır. -Güneydoğu'da 1990 yılında resmi bildirimlere göre 335'i ölü, 93'ü sağ, 83'ü de kendiliğinden olmak üzere toplam 511 kişi ele geçirilmiştir. Bu sayılar sadece resmi bildiriden alınan kayıpları göstermektedir. Oysa güvenlik güçlerinin ve bunun da ötesinde yöre halkının kayıpları vardır. Yukarıda dört grup içerisinde özetlediğimiz terör eylemlerinin nedenleri ise çeşitlidir. Bunları şöyle sıralayabiliriz: Siyasal çatışmalar , sosyal nedenler, ekonomik nedenler ve dini inançlar. Siyasal nedenler açıktır. İktidar kendi istekleri doğrultusunda politikalarını uygulamakta ve bu politikalarının dışındaki düşünce, siyaset ve eylemleri inkar etmektedir. Bunlara karşı yasal tedbirler aldığı gibi şiddet yöntemlerini de kullanmaktadır. Ülkede geleneksel hale gelen deyimiyle demokrasi tüm kurum ve kurallarıyla işletilmediği için değişik siyasal eğilimler özgürce kendi düşünce ve politikalarını kamuoyuna yansıtamamaktadırlar. Bu, o gurupları, seslerini duyurabilmek, varlıklarını kanıtlayabilmek için değişik eylemlere itmektedir. Bu eylemler genellikle de "silahlı propaganda" türünde olmaktadır. İnsanlar, aydınlar, bütün siyaset yapanlar karşılıklı olarak, güven içerisinde meseleleri tartışamadığı için sözünü ettiğimiz siyasi gruplar kendi doğrularını tek ve yanlışsız kabul etmek, bu konuda tutucu davranmak durumundadırlar. Görülüyor ki siyasi anlamdaki terörün sona ermesi, demokrasinin noksansız yaşama geçmesiyle mümkündür. Terörün sosyal nedenlerinin başında sınıfsal ilişkiler gelmektedir. Özellikle Güneydoğu'daki feodal ilişkiler silahlı eylemleri yeşerten ortamı yaratmaktadır. Daha cumhuriyetin ilk yıllarında Ziya Gökalp "Hakimiyet-i Milliye"de yayınlanan bir makalesinde feodal yapının demokratik bir toplumu kurmada en büyük engel olduğunu ortaya koymuştur. Örnekleri de özellikle Güneydoğu'dan seçmiştir. Fürüzan Hüsrev Tökin, Kadro yayınlarından çıkan "Türkiye'de Köy İktisadiyatı" adlı kitabında gene feodal ilişkilerin üzerinde durarak bunların kısa sürede ortadan kaldırılmasını önemli bir çözüm noktası olarak ortaya koymuştur. Ne var ki, Cumhuriyet bugün 80 yaşına yaklaşmasına rağmen feodal ilişkilerin ortadan kalktığını söyleyemeyiz. İşin kötüsü bir önce de belirttiğimiz gibi iktidarlar (siyasi görüşleri ne olursa olsun) feodal yapıyı korumayı kendi çıkarlarının vazgeçilmez koşulu gibi kabul etmektedirler. Bugün TBMM'de grubu olan partilerin hemen hepsi feodal ilişkileri yeğleyen, şeyh ve ağaları parti yönetimlerine getiren bir tutum içindedirler. Bu da yöre halkının bu partilere güvensizliğinin kaynağı olmaktadır. Aşiret reisinin valiyle, bakanla, hatta silahlı kuvvetler kumandanlarıyla yakın ilişkilerinin gören o aşiretin insanları, ağa ile beraber onunla ilişkide olan herkesi karşısına almaktan çekinmemektedir. Genç bir sosyolog olarak yöre halkının bu yapısal sorunlarına değinen İsmail Beşikçi gibi bir aydın cezaevlerine gönderilip, kitapları, çalışmaları yasaklanırken hiçbir araştırma kurumumuz ve üniversitemiz yörenin sosyal yapısı ve sorunları üzerine eğilmemiştir. Böylesine dışlanmış bir yörenin mevcut iktidara ve yönetime bağlılığı gerçekten kuşkuludur. Güneydoğu insanına diliyle, folklorik değerleriyle bir bütün olarak yaklaşılmadığı zaman sorunların arkası gelmez. Nitekim bir yandan 2982 sayılı Türkçe dışındaki dillerin kullanılma yasağını kaldırırken diğer yandan o bölge insanına güvensizliğimizi gösterecek baskı yöntemlerinden vaz geçmiyoruz. Göstermelik bir yasak kaldırma insanları tatmin etmiyor. Unutmayalım ki o yöre insanı tüm yasaklara karşı şarkısını, türküsünü kendi ana dilinden söyleyip çevresiyle aynı dille anlaşıyordu. Silahlı kalkışmanın sosyal nedenlerini bütün boyutlarıyla araştırmadıkça çok kurban verilecektir. Ekonomik nedenlerin başında (Güneydoğu yöresi için)bölgenin geri kalmışlığı gelmektedir. Bölgenin zenginliklerinden yöre halkının yararlandığını söyleyemeyiz. Bu zenginliklerin ağalara, şeyhlere yaradığı kuşkusuzdur. Bunların çocukları-Kamuran İnan örneği- devletin üst makamlarında bulunabilmekte, ekonomik her türlü ayrıcalıktan yararlanabilmektedir. Çok tartışılan GAP'a gelince bu projeden elde edilecek elektriğin hangi bölgelerce kullanılacağı, sulanan alanların kimler tarafından yağmalanacağı daha bugünden bellidir. Bölgenin topraksız köylüsü herhalde bu tarım arazisinden nasibini alamayacaktır. Mardin'de 80'li yılların sonunda Mimarlar Odasının yaptığı bir toplantıda bölge aydınlarının GAP konusundaki kuşkuları iki noktada toplanıyordu. Birincisi projenin tam anlamışla bitmesinin 2020'li yıllara doğru mümkün olabileceği idi. Böylece bugün Mardin'de, Urfa'da, Diyarbakır'da yaşayanların GAP'tan beklentileri ancak çocukları, hatta torunları için mümkün olabilecekti. İkinci kuşku noktası ise sulama ile mümbitleşecek toprakların ellerinde kalamayacağı korkusu idi. Bu kuşkuları anlamamak mümkün değil. 1962'de ilk planın yapılmasından bu yana altı plan boyunca (yani 30 yıl), Güneydoğu'da sanayinin özel olarak teşvik edilmesi gereği üzerinde durulmuştur. Bugün bölge, sanayiden yoksundur. Mevcut birkaç tesis devletindir. Yöredeki en zengin kaynak batı ve doğu Raman'daki petroldür. Bunun da halka net bir yararı yoktur. Batman'dan Hasankeyf'e doğru arabayla seyahat ederseniz petrol pompalayan atbaşlarının hemen yanında deta yere gömülmüş köylerin, o köylerde yaşayan insanların çaresizliğini görürsünüz. Ekonomik kalkınma ve gerçek anlamda büyüme yoksunluğu bu yöre insanlarının isyanını oluşturan nedenlerden biridir. Diğer yandan Türkiye'deki çarpık kentleşme işsizliğin hızla artması, gelir dağılımının hızla bozulması, şiddet eylemlerini adeta özendiren etmenlerdendir. Kentlerde büyüyen mahalleler arası farklılık, bir küçük grubun gazetelere yansıyan masalsı yaşamı yanında onbinlerin, milyonların sefaleti, isyanı beslemektedir. Bu çarpıklıklar giderilmeden, istihdam sorunu çözülmeden, okuyan milyonların yarınlarına güvenle bakması sağlanmadan ve de bütün bunların üzerine gerçek bir adaleti yaşama geçirmeden silahlı ortamı yok etmek biraz güç olacaktır. Şiddet olaylarının bir başka nedeni de, öne çıkmasa bile, dini inançlar ve radikal İslami örgütlerdir. Gerçi daha önce değindiğimiz cinayetlerle ilişkileri ortaya çıkarılmamıştır, ama bildirileri, dergileri İslam radikalizminin Türkiye'de geniş bir örgüt tabanına sahip olduğunu ortaya koymaktadır. Bugün yayınlanmakta olan , İslamcı akımın çeşitli eğilimlerinin, alt guruplarını temsil eden dergilerin önde gelenleri şunlardır: Ak-Doğuş, Albatros, Altınoluk, Ayane, Aylık Dergi, Bizim Aile, Bu Meydan, Çete, Dava, Davet , Diriliş, Dünya ve İslam, Girişim, İcmal, İktibas, İlim ve Sanat, Kararlı Genç Adam, Kelime, Kitap Dergisi, Köprü, Mavera, Mektep, Mektup, Milli Gazete, Objektif, Öfke, Öğüt, Oluş, Ribat, Rönesans, Sızıntı, Son Karar, Sur, Şehadet, Tavır, Tek Yol, Teklif, Tevhid, Vahdet, Yazı, Yeni Asya, Yeni Bizim Aile, Yeni Devir, Yeni Nesil, Zafer, Zaman. Bugün İslami hareketin içinde başat nitelikte olan gruplar, büyük ölçüde tarikat niteliğindedir. Nakşibendi, Nurcu, Süleymancılar başta olmak üzere yurt düzeyinde etkilerini gösterdikleri gibi, kamu kuruluşları içerisinde önemli mevkilere de gelmiş bulunmaktadırlar. İçişleri Bakanlığının önemli yönetim kademelerinde etkileri büyüktür. Valilerden, emniyet müdürlerine kadar tarikatçı bir ağ örülmüştür. Son Sayıştay Başkanlığı seçiminde aynı yönde neler yapılabileceği açık bir biçimde ortaya konmuştur. ANAP içersindeki gruplar ve bunların başını çeken tutucuların kendi politikaları doğrultusundaki başkalıdırılarını son İstanbul İl Başkanlığı seçiminde görmüş bulunuyoruz. Diğer yandan DYP milletvekilerinden bir bölümünün Kur'an Kurslarının ortaöğretim olarak kabulü yönünde verdikleri önerge, Milli Eğitim Bakanı'nın "istifa ederim" tehdidine karşın geri çekilmemiştir. Radikal İslamcı kanadın silahlı eylemlere girmesi 1990 yılına kadar pek olası değildi. Ne ki Aksoy'dan Turan Dursun'a ve Uğur Mumcu'ya kadar uzanan çizgideki öldürmelerin görünümü bu kesimin de silaha sarıldığı kanısını pekiştirmektedir. Gerçi 1970'li yılların sonunda patlak veren Maraş ve Çorum olayları dini kışkırtmaların büyük rol oynadığı olaylardı, fakat bunların kitlesel bir yönü vardı. Kişileri doğrudan hedef alan son cinayetler, bu bakımdan bir faklılığa sahiptir. Silahlı eyleme girişmese bile radikal İslamın, özellikle İran İslam Devriminin de özendirmesiyle ciddi bir yol aldığını söyleyebiliriz. Gene bu bağlamda türban olaylarının yaygınlığı da hareketin yoğunluğu konusunda bir fikir verebilir. Bir başka açıdan, dini baskının da bir çeşit şiddet hareketi olduğu ileri sürülebilir. Ramazanda kişileri oruç tutmağa zorlamak, toplu çalışılan yerlerde namaza gitmeyenler üzerindeki manevi baskı bu tedhişe birer örnek sayılabilir. Kürt Sorunu Bugün ülkemizin yaşamsal sorunlarından birisi de kürt sorunudur. 19.yüzyıldan başlayarak Cumhuriyet dönemi boyunca da varlığını sürdüren bu sorunun, sosyal, ekonomik ve terör boyutlarına bundan önceki bölümde değinmiştik. Burada, özünde, kürt ulusal kimliğinin tanınıp tanınmaması demek olan sorunun, bu yanına ve önerilerimize değineceğiz. Sendikamız ana tüzüğünde yer alan "Nesnel konumları dolayısıyla" emek sermaye çelişkisinde taraf olan ve tüm ücretlilerden oluşan Türkiye işçi sınıfının, hak ve özgürlüklerini kazanma ve geliştirmeye yönelik mücadelesinde birlikteliğini sağlamak için çalışmayı ve bu birlikteliği siyasal görüş, mezhep, etnik köken vb. farklılıklar gözeterek parçalama girişimlerine karşı açıkça tavır almayı........" temel amaç ve ilke sayan anlayışımız, kürt sorununa yaklaşımımızda belirleyicidir. İşçi sınıfımız ve emekçi halkımız için demokrasinin yaşamsal önemini bilen, sendikal örgüt olarak, kendi sınırları içinde, olanaklarıyla savaşım veren sendikamız, sorunun çözümünü, ekmek, özgürlük ve hak mücadelesinin bütünlüğü içinde görmektedir. Kürt sorunu; Ülkemizin bir bölümünde olağanüstü hal ve getirdiği özel uygulamalar yaratıyorsa, Türk ve Kürt yurttaşlarımızın ölümünü getiriyorsa, kan dökülüyorsa, Türk ve Kürtler arasında kin ve düşmanlık tohumları ekiyorsa, tüm bunların olumsuzlukları sendikal hareketimize de yansıyorsa, şoven-milliyetçi duygu ve akımlar körükleniyorsa, sınıf kardeşliği temelinde işçi sınıfının sermaye sınıfına karşı savaşımında zaaf oluşturuyorsa, demokrasinin ve demokratikleşmenin tümüyle yerleşip gelişmesinin önlenmesi için, egemen kimi çevrelerce gerekçe olarak kullanılıyorsa; bizim bu sorunla ilgilenmemiz kaçınılmaz, yaşamsal görevimizdir. "Kürt sorunu, kürt halkının varlığının onlarca yıldır inkarı ve bunun doğal sonucu olan baskı politikalarının bugün ulaştığı durumun adıdır." İnkarın ve baskının, sorunu çözemediği dünya örnekleriyle de ortaya çıkmış bir gerçektir. ULUS-DEVLET olma anlayışında direnme yerine yurttaş devleti olma demokratik anlayışı yerleştirilmelidir. Günümüzün devleti, içe dönük milliyetçilik yapmayan devlettir. Türkiye Cumhuriyeti'ni; etnik kökenleri ne olursa olsun, herkesin kendi ulusal kimlikleri ile özgürce var oldukları, halkların kardeşlik, eşitlik ve gönüllülük temelinde birarada yaşayacakları demokratik bir yapı ve işlerliğe kavuşturmak gerekir. Demokrasinin gerçek boyut, içerik ve kurallarıyla yerleşip kökleşmesinde bu gereğin yerine getirilmesi yine bir zorunluluktur. Yasalara göre tersi savunulamayacak görüş ya da görüşler var olduğu sürece, demokratik çözümler üretme olanağı bulunmaz, bulunamaz. "Kürt realitesi"nin tanındığının devletin en yetkili ağızlarınca ifade edildiği günümüzde, bu durum çözüm için umut verici kapılar aralamaktadır. Bu realiteyi tanımış olmanın gerekleri yerine getirilmeli, somut uygulamalar başlatılmalıdır. Kürtlerin politik, kültürel ve sosyal alanlarda kendi kimlikleriyle özgürce örgütlenebilmeleri ve her türlü düşüncelerini yasaksız olarak ifade edebilmeleri sağlanmalıdır. Bunun Kürt halkının hakkı olduğu zaman yitirilmeden kabullenilmelidir. Böyle bir yapılanma, Türk ve Kürt halklarının en sağlıklı olan çözümü üretebilmelerinin önkoşuludur. Bütün bunlardan sonra terörün ve şiddetin çözüm olamayacağı daha iyi anlaşılacağı gibi, terör ve şiddete karşı en etkili mücadele de sağlanmış olacaktır. Böylesi bir demokratik ortam ve yapılanmada biz; Türk ve Kürt halklarının kardeşlik, eşitlik ve gönüllülük temelinde Türkiye Cumhuriyeti'nin eşit yurttaşları olarak barış içinde aynı ülkenin ve devletin yurttaşları olarak birarada yaşayacaklarına, birlikteliğin daha da pekişerek süreceğine olan kesin inancımızı ve görüşümüzü bir kez daha belirtiyoruz. Kökten Dinciliğin Yükselişi Türkiye siyasal yaşamında dini etkenlerin devreye girmesi 1950 sonrasına rastlar. Daha önce CHP iktidarının din derslerinin okullara girmesini sağlaması bu konuda küçümsenmeyecek bir adımdır. Fakat daha etkin bir adımı Demokrat Parti iktidara gelince Arapça ezana izin vermekle atmıştır. DP'nin halkın dini duygularını sömürerek iktidarını sürdürme çabası, ilk irtica tohumlarının yeşermesine neden olmuştur. 1960 yıllarında kurulan dini temele dayanan Nizam Partisi ve onu izleyen Milli Selamet Partisi İslamcı akımlarının kökleşmesine yardımcı olmuştur. Bütün bunların ötesinde hızla çoğalan İmam-hatip Okulları, Kur'an kursları, çeşitli tarikatlar ve onların yuvalandığı yurtlar, tekke ve benzeri odaklar kökten İslamın güçlendiği, kök saldığı yerler olmuştur. Bugün köktenci İslam, dergileri, gazeteleri, radyoları, televizyonları ve diğer iletişim araçları ile kestirilmesi güç bir boyuta erişmiştir. Bu duruma Türkiye'nin içinde bulunduğu ekonomik ve sosyal durum da yardım etmektedir. Bir türlü önüne geçilemeyen enflasyon, yüksek orandaki işsizlik, gelir dağılımındaki adaletsiz görünüm, üst gelir guruplarının lüks ve kamu ahlakını zedeleyen yaşam biçimleri, toplumda hemen tüm değerlerin metalaşması, medyanın (kabul etmek gerekir ki) olumsuz etkisi kökten dinci akımların mayalanıp gelişmesine neden olmaktadır. Diğer yandan dünyadaki dine yönelişin yaygınlaşıp, güçlenmesi de Türkiye'yi etkilemiştir. Bu açıdan iki olay 1993 Türkiye'sini yakından etkilemiş ve sarsmıştı. Bunlardan birincisi Uğur Mumcu'nun öldürülmesi diğeri de kırkı aşkın aydınımızın yanarak öldüğü Sivas olaylarıdır. Mumcu'nun ölümünden altı ay sonra Temmuz ayı başında Sivas'ta köktenci İslamın büyük bir kalkışmasına tanık olduk. Pir Sultan törenleri için Sivas'a gelen yazar, aydın ve sanatçılar Madımak Oteli'nde gerici gurupların açık bir saldırısına hedef oldular. Aralarından 37 kişi otelle birlikte yakılarak öldürüldüler. Olayın nedeni olarak Aziz Nesin'in bir gece evvel yaptığı, Sivas kültür sarayındaki konuşması gösterildi. Oysa bu konuşmada Nesin o güne kadar bilinen düşüncelerini bile yansıtmamıştı. Ilımlı ve bir anlamda uzlaşmacı bir konuşmaydı. Ne var ki Sivas halkı haftalar öncesinden Aziz Nesin'e yönelik bir kışkırtma propagandasına hedef olmuştu. Diğer taraftan kentin Refah'lı Belediyesinin yapısı içerisinde bulunan kökten dinciler de bu örgütlenmenin içersindeydiler. Çeşitli tarikatlara bağlı yurtlardaki öğrenciler, çevre illerden gelen tarikat mensupları önceden yapılan hazırlıkların bir parçasıydılar. Aziz Nesin kadar, Atatürkçü karakteri bilinen Vali de hedef alınmıştı. Hükümet yetkilileri olaya geç müdahale ettiler. Vali'nin ve otelin içinde bulunanların bütün uyarılarına rağmen Sivas'a yardım gönderilmedi. İçişleri Bakanı pasif kaldı. Güvenlik kuvvetleri halkı dağıtmak için en küçük bir çaba sarfetmedi. Sonraları Başbakan Çiller "Otel saran kalabalıklara hiçbir zarar verilememiştir" diyecek kadar aymazlık gösterdi. Sivas olayı kökten dincilerin aydınlara yönelik tepkisi, güvenlik kuvvetlerinin yetersizliği, dinci çevrelerin hangi mevkilere kadar sızdığını göstermesi bakımından irdelenmesi gereken bir kalkışmadır. Üzerinde uzun yıllar konuşulacaktır. Yalnız burada dikkat edilmesi gereken bir nokta vardır. - Laiklik elden gidiyor, tedbir alalım telaşı içerisinde demokrasiden taviz verilmemeli, ordu gelsin çözsün, tek güvence odur önerilerine şiddetle karşı çıkılmalıdır. Dindar yurttaşlara karşı itici değil, onların sorunlarını kavramaya çalışan bir yöntemle eğilinmelidir. Bu gibi olaylar toplumumuzla yabancılaşmamıza yol açan bir neden olmamalıdır. Demokratikleşme Sarkacı Demokratikleşme 1980 sonrası Türkiye'sinin temel sorunu olmuştur. Nitekim ANAP iktidarının seçimi yitirmesi sonucunda kurulan DYP-SHP koalisyonunun yaptıkları her iki protokolde de demokratikleşme arzusu ve niyeti birinci önceliği almıştır. Ne var ki koalisyonun bu konuda başarılı olduğunu söylememiz mümkün değildir. TBMM'de koalisyona karşın oluşturulan gerici ortaklık bir çok olumlu yasanın çıkmasını ya da noksan oluşmasını sağlamış ve engellemiştir. Bunun en çarpıcı örnekleri Ceza Mahkemeleri Usulü yasasının özürlü çıkması, iş güvencesine yönelik ILO Sözleşmesinin ise reddedilmesidir. Bu örnekleri çoğaltabiliriz. Aynı gerici ortaklık Kürt milletvekillerine yönelik tahrikleri ile de olumsuz ve tahrik edici bir rol oynamıştır. Kısacası hükümet protokol ve programındaki sözlerini pek tutamamıştır. Bu arada demokratikleşme açısından üzerinde durulabilecek örnekler CMUK ve ILO sözleşmesinin kabulüdür. Koalisyon döneminin demokratikleşme açısından bir başka olumlu adımı da kapatılan partilerin açılması doğrultusundaki kararıdır. Bunun sonucunda başta CHP olmak üzere tüm kapatılan partiler açılmıştır. Açılan partilerden CHP, DP, TSİP, SDP'nin dışındakiler kendi doğal uzantıları olan mevcut partilere katılmışlardır. CHP varlığını sürdürmeye karar vererek, Deniz Baykal'ın başkanlığında solda ayrı parti olarak yaşamını devam ettirmiştir. Bu dönem içerisinde demokrasi açısından olumsuz gelişmelere de tanık olunmuştur. Bunların başında gelen basının ve düşüncenin üzerinde demoklesin kılıcı gibi bir tehdit oluşturan "Terörle Mücadele Yasası" dır. Bu bağlamda onlarca gazeteci mahkum olmuş, dergiler ve gazeteler kapatılmış, toplatılmıştır. İsmail Beşikçi, Yalçın Küçük ve daha nice düşünürler çeşitli süredeki hapis cezalarına mahkum olmuşlardır. Yakın günlerde bilim adamları, gazeteciler yazdıkları kitaplar, toplantıya gönderdikleri mesajlar nedeniyle hapis cezasına çarptırılmışlardır. Sendikacılar yine yazıları nedeniyle hapishanelere gönderilmektedir. Öğretim üyesi Doç. Dr. Fikret Başkaya "Paradigmanın İflası" adlı kitabı nedeniyle, yine bilim adamı gazeteci-yazar Doç. Dr. Haluk Gerger bir toplantıya gönderdiği mesaj nedeniyle, Petrol-İş Genel Başkanı Münir Ceylan bir yazısı nedeniyle hapis cezasına çarptırılmışlardır. Bunlar, yani yazılanlar Terörle Mücadele Yasası kapsamında suçlanmışlardır. En az bunlar kadar acı olan bir nokta da ne üniversitelerimizden ne basın ve örgütlerinden ne de sendikalarımızdan çok ciddi karşı koymalar yükseltilememiş olmasıdır. Dernek ve sendikaların üzerindeki baskılar sürmektedir. Gene son iki yıl içerisinde olumsuz olgulardan bir tanesi de Anayasa Mahkemesi tarafından kapatılan siyasi partilerdir. İlginç olan nokta bu partilerin hemen hepsinin kapatılma nedeni Kürt Sorunu'na bakış açılarıdır. Bu 4 parti şunlardır: - Türkiye Birleşik Komünist Partisi - Sosyalist Parti - Halkın Emek Partisi - Sosyalist Türkiye Partisi Halkın Emek Partisi'nin kapatılmasıyla ilgili olarak Fehmi Işıklar'ın milletvekilliğinin düşürülmesi mevcut Anayasa'nın gerici karakterini olanca açıklığı ile ortaya çıkarmıştır. Diğer yandan aynı davada Anayasa'nın 84. maddesi ile ilgili yüksek mahkemenin çağdaş bir yorum yapmaması da dikkati çekmiştir. Bütün bunlar gözönünde tutulduğunda geride bıraktığımız dönemin demokratikleşme yönünden pek de olumlu geçtiği söylenemez. Türk Asıllı Devletlerle Gelişen İlişkiler Sovyetlerin dağılmasından sonra Kafkaslar ve Orta Asya'da bağımsızlıklarına kavuşan Türk asıllı cumhuriyetlerle olan ilişkiler hızlı bir şekilde gelişmiştir. Azerbaycan'la olan ilişkiler Türkiye için çok özel bir anlam taşımaktadır. Geride bıraktığımız dönemde Azerbaycan'ın demokratik bir yaşama geçmesi doğrultusunda Türkiye büyük bir gayret sarfetmiştir. Dağlık Karabağ ihtilafında Türkiye kesin bir biçimde Azerbaycan'ın yanında yer almış, uluslararası platformlarda onun haklarını savunmuştur. Ne yazık ki Ermenistan Birleşmiş Milletler Yasası, Helsinki Nihai Senedi, Paris Şartı ve diğer AGİK belgelerini kabul etmesine karşın Azerbaycan ile savaşa devam etmektedir. Azerbaycan petrolünün, Türkiye üzerinden Dünyaya aktarılmasını sağlayacak boru hattı projesi üzerindeki çalışmalar batılı gelişmiş ülkelerin çeşitli engellemelerine karşın bugün de devam etmektedir. Azerbaycan'da demokrasi açısından kabul edilemeyecek bazı olumsuz gelişmeler olmuştur. Ermenilerle çarpışan bir bölüm Azeri kuvvetinin kumandanı Suret Hüseyinov merkezi hükümete isyan ederek Bakü'de bir darbeyi gerçekleştirmiştir. Cumhurbaşkanı Elçibey Nahcivan'a gitmiş, yerine meclis başkanı Haydar Aliev getirilmiştir. Aliev'le Türkiye'nin ilişkileri kendisinin Nahcivan Başkanlığı görevi sırasında başlamış ve dostane bir biçimde devam etmiştir. Türkiye, bağımsızlıklarına kavuşan Orta Asya Cumhuriyetleri ile ilişkilerini sürekli bir biçimde geliştirme çabasındadır. Ülkemiz ile bu ülkeler arasında tarihten kaynaklanan güçlü akrabalık, ortak dil, din ve kültür bağları mevcuttur. Türkiye bu Cumhuriyetlerle 100'den fazla anlaşma ve protokol imzalamıştır. Bu anlaşma ve protokoller, bu cumhuriyetlerin dış dünyaya açılmalarını ve onlarla alternatif iletişim, ulaşım yolları ve ticari-ekonomik işbirliği araçları sağlamayı amaçlamaktadır. Başbakan Demirel'in bölgeyi ziyaretleri sırasında imzalanan anlaşmalarla; Özbekistan'a 250 milyon, Kazakistan'a 200 milyon, Türkmenistan ve Kızgızistan'a da 75'er milyon olmak üzere toplam 600 milyon dolarlık program ve yatırım kredileri açılmıştır. Azerbaycan'a açılan 250 milyon dolarlık krediyi de hesaba katarsak bölgeye 850 milyon dolar tutarında kredi açılmış bulunulmaktadır. Aynı ziyaret sırasında Özbekistan, Türkmenistan ve Kırgızistan'a kredili buğday ve şeker satışı konusunda ilke mutabakatına varılmıştır. Böylece kendilerine sağlanan kredi miktarı 1.2 milyar dolara ulaşmaktadır. Bu ülkelerle olan ilişkilerimiz 30-31 Ekim 1992 tarihinde yapılan Ankara zirvesiyle doruk noktasına ulaşmıştır. Ekonomik Entegrasyon Çabaları: Karadeniz Ekonomik İşbirliği Son yıllarda yeni boyutlar kazanan Türkiye'nin dış politika gündemine Karadeniz Ekonomik İşbirliği girişimi de eklenmiştir. Türkiye'nin öncülüğünde yürütülen çalışmalar sonucu 25 Haziran 1992 tarihinde İstanbul'da düzenlenen zirvede Arnavutluk, Azerbaycan, Bulgaristan, Ermenistan, Gürcistan, Moldavya, Romanya, Rusya Federasyonu, Türkiye, Ukrayna ve Yunanistan devlet ve hükümet başkanları tarafından imzalanan deklarasyonla KEİ kuruluş aşamasını tamamlayarak resmen işlerlik kazanmıştır. Aradan geçen bir yıl içerisinde Karadeniz Ekonomik İşbirliğinin hayata geçirilmesine yönelik bir dizi olumlu adım atılmıştır. Bunlar arasında İstanbul'da bir sekreteryanın kurulması ile Parlamenterler assamblesinin oluşturulması son derece önemli gelişmelerdir. Türkiye KEİ projesini ortaya atarken iki temel düşünceden hareket etmiştir: i- Karadeniz'in dostluk ve iyi komşuluk esasına dayanan bir barış, istikrar ve refah bölgesine dönüştürülmesi, ii- Bölge ülkeleri arasındaki ekonomik ilişkilerin, coğrafi yakınlık ve tarihi bağlardan kaynaklanan avantajlarının en iyi şekilde değerlendirilmesi suretiyle geliştirilmesi ve çeşitlendirilmesi. Bölgeselleşme hareketinin uluslararası hız kazandığı bir dönemde, KEİ modelini geliştirmek isterken, bunu AB-EFTA ve Balkan İşbirliği gibi oluşumlara bir alternatif olarak öne sürmüyoruz. Türkiye-Ortak Pazar (Avrupa Birliği) İlişkileri Türkiye'nin Ortak Pazara tam üyelik isteği üstü kapalı sözcüklerle ileriye, ama çok ileriye atıldı. Buna "reddedildi" demek de doğru olacaktır. Bilhassa Doğu Avrupa ülkelerindeki demokratikleşme girişimleri Türkiye'yi Ortak Pazarın iyice dışına itmiş görünmektedir. Ortak Pazar konusunda yapılan girişimlerde Avrupa Birliğini 1993'de oluşturmaya kararlı olan ülkeler bütünüyle aramızdaki ilişkiler gerçekçi bir şekilde değerlendirilmemiştir. Bunun için biz buradaki değerlendirmemizde önce yerimizi, yani tek bir devlet olma yolundaki pazar ülkelerine oranla bulunduğumuz yeri tespit etmeye çalışacağız. Bu doğrultuda öncelikle şu saptamaları kolaylıkla yapabiliyoruz. a) Türkiye Avrupa'nın en yoksul ülkesi durumunu korumaktadır. Kişi başına gelir olarak bu böyle olduğu gibi, kişi başına gelirin hesabında satınalma paritesi kullanıldığında Portekiz ve Yunanistan düzeyine ancak ulaşılabilmektedir. Değişik sosyal ve ekonomik parametreler açısından da durum farklı değildir. b) Demokratik yapımız ara rejim sancılarından bir türlü kurtulamamış, evrensel boyutlara ulaşamamıştır. Bu yetersizliği çeşitli noktalardan şöyle ortaya koyabiliriz. - İnsan Haklarının ihlaline ilişkin sorunlar devam etmektedir. Gerek yurt içerisinde İnsan Hakları Derneği gibi kuruluşların çalışmaları, gerekse yurt dışındaki Uluslararası Af Örgütü vb. kuruluşların bulguları bu noktayı somut olarak gözler önüne sermektedir. - Özgürlükçü-Çoğulcu demokrasinin temel kuralları işlememektedir. Özellikle aşağıdaki noktalardaki noksanlıklar ve tıkanıklıklar herkes tarafından bilinmektedir: 1- Partileşmenin önünde yasaklar vardır. Seçim barajları seçme ve seçilme özgürlüklerini doğrudan kısıtlayacak boyutlara ulaştığı gibi oy oranı ile milletvekili sayısı arasında olması gereken doğrusal ilişkiyi de ortadan kaldırmıştır. Her yönüyle parlamenter demokrasiye bir yapaylık getirilmiş ve kurumlaştırılmıştır. 2- Basın özgürlüğünden söz etmek olanaksızdır. Yüzlerce yıla hüküm giymiş gazeteciler sadece Türkiye'de bulunmaktadır. Bir yandan var olan özgürlüğü ortadan kaldırmayı hedefleyen yasalar,diğer yandan tekelleşme, basınımız üzerinde bir karabasan gibidir. Yasal ortam, siyasal ve ekonomik baskılar Türkiye'de iletişimin önüne dikilen anti-demokratik olgulardır. c- Ulusçu eğilimlerin güçlü olması geleceğin Birleşik Avrupası ile Türkiye'nin ilişkilerini temelden sarsmaktadır. AB ülkelerinde son yıllarda artan ırkçı, şöven eğilimler Türk vatandaşlarının ikinci hatta üçüncü sınıf insan muamelesine maruz kalması, sadece Türkiye'ye yönelik vize uygulamaları bir önce sözünü ettiğimiz ulusçu eğilimleri pekiştiren olgular olarak önümüze çıkmaktadır. Türkiye'de ancak Cumhuriyet dönemiyle kimliğine ulaşan ulusçu yapı kuşkusuz ki AB ülkelerindeki bu olumsuz gelişmelerden etkilenmektedir. d) Ortak Pazar (Avrupa Birliği) Ülkeleri ile Türkiye arasında bir bütünleşmenin önündeki engellerin başında gelenlerin belki de en önemli olanı din farklılığıdır. AB ülkeleri haklarının temelde Hıristiyan buna karşılık Türkiye halkının büyük bir çoğunlukla Müslüman oluşu iki halk yığını arasında kapatılması güç farklılıklar doğurmaktadır. Özellikle İslamın bir kamu düzeni, devlet dini olması, birlikteliği belki de olanaksız hale getirebilecek bir temel faktördür. İslam dininin temel kuralı insanların şeriat kurallarının dışına çıkmamasıdır. İslama göre "Özgürlüğümüzün sınırları ilahi kurallardır. Eğer toplumsal ve siyasi düzen bu kurallara uygun işliyorsa biçimin hiç önemi yoktur. En adil ve en ileri düzene ulaşılmış demektir... " Bu olgular AB ve Türkiye bütünleşmesini güçleştiren temel öğelerdir. e- AB ülkeleri ile Türkiye arasında ciddi bir kültür farklılığı vardır. Bu farklılığın bir bölümü dinden kaynaklamaktaysa da önemli bir bölümü de eğitim düzeyinin aynı olmamasından ileri gelmektedir. Bugün, tek devlet haline gelmek üzere hedeflenmiş olan AB ülkeleri hemen hemen aynı kültürel mirasın sahibidirler. Bu durum da birleşmenin önündeki engellerden biridir. f- Ortak Pazar (Avrupa Birliği) temelde uluslararası bir ekonomik işbölümüne dayanmaktadır. Uluslararası işbölümünün başat öğelerini şu üç ürün grubunda toplamamız mümkündür: - Ricardo ürünleri: Doğal kaynaklara dayalı ürünler. - Hecksher-Ohlin ürünleri: Ülke içindeki üretim faktörlerinin yoğunluğuna bağlı olarak üretilen ürünler: Tekstil, metaller, inşaat malzemeleri vb. gibi ürünler. Bunların teknolojisi bir anlamda sabitleşmiş ve bütün ülkelerce bilinmektedir. - Teknolojisi değişken yapıda, üretim tekniği tüm ülkelerce bilinmeyen ürünler. Bunların temel özelliği ürün ya da üretim sürecinin sürekli bir gelişim halinde bulunmasıdır. Türkiye ekonomisi uluslararası iş bölümü açısından ihracatta ikinci grup ve ithalatta da üçüncü grup ürünlere dayanmaktadır. Bu olgu AB ülkeleri açısından iş bölümünün geri bir düzeyinde yer alması sonucunu verecek bir durumdur. Bütün bu olguları gözönünde tuttuğumuzda Ortak Pazar ülkeleri ile ilişkimiz açısından aşağıdaki yargının altını çizmek zorundayız: Bağımsızlık, ulusçuluk ya da mililyetçilik, insanlarımızı korumak için gereklidir. Hepimiz isteriz ki dünya tek bir toplum haline gelsin. Tek bir dünya olsun, orada kardeşçesine yaşayalım. Savaşlar kalksın. Bunlar insanlığın kaç yüzyıldır ideali. Ama bunun koşulu var. Bütün bunlar sadece istemekle gerçekleşmez. Böyle bir birliğin koşulu mutlak eşitlik, uluslararasındaki gelişmişlik farkının kaldırılmasıdır. Bu farkı kaldırmadan tek bir dünyaya erişseniz, bizler o dünyada ikinci sınıf vatandaş oluruz. Eşit muamele görmeyiz, horlanırız. Çünkü eşit muamele görmenin tek yolu gerçekten eşit olmaktır. Eşit olmadan eşit muamele göremezsiniz, eşitmişsiniz gibi muamele görürsünüz. Gide gide öbür ülkelerle bütünleşirsiniz ama bu gelişme anlamında değildir. Örneğin Bilecik gibi gerice yörelerimizi alın. Bunların parası aynıdır, gümrük duvarları yoktur, gidiş-geliş serbesttir. Fakat bu yöreler İstanbul'dan, İzmir'den geridir. Bu bölgeler Marmara, Ege bölgeleri ile ne kadar bütünleşti ise Türkiye de AT ile o kadar bütünleşir. Ama gelişmiş olamaz Gelişerek birleşmeliyiz. Dış Ticaret Politikası Açısından Gümrük Birliği ve Korumacılık Gümrük tarifelerimizin, çok yakın bir gelecekte, AB'nin tarifeleri ile aynı düzeye getirileceği bilinmektedir. Şu günlerde, basınımız ve televizyonlarımız terör sorunu ile meşgul olduğu için bu konu üzerinde durmamaktadırlar. Oysa bu, ülkemizin ekonomisi açısından çok önemli bir karardır ve nasıl bir yansıma yapacağı irdelenmelidir. Bilindiği gibi kısaca Ortak Pazar diye bildiğimiz AB, başlangıçta gümrük birliği biçiminde oluşmuştur. Sonraları gelişerek bugünkü boyutlarına ulaşmıştır. Türkiye de 1960'lı yıllarda (ileride bu birliğe katılma amacıyla) ön anlaşmayı imzalamış, nihayet dört yıl önce de katılma arzusunu birlik merkezine göndermiştir. Böyle bir katılmanın getireceği sonuçlardan ilki gümrük birliği olacaktır. Yani Ortak pazar ülkeleri arasındaki mal ve hizmet dolaşımının serbestçe yapılabilmesi için gümrük duvarlarını kaldırmak ve AB dışındaki ülkelere yönelik ortak bir gümrük resmi politikası izlemek. Şimdi Türkiye AB'ne üye olmadan gümrük birliğini kabul etmiş durumdadır. Bu durumdaki tek ülkedir. 1995 yılı sonu itibari ile AB ülkelerine yönelik gümrük resimlerini sıfırlayacağız. Yani böylece topluluk ülkeleriyle olan mal ve hizmet akışını tamamen serbest bırakacağız. Buna karşın AB dışındaki ülke mallarının gümrük tarifelerini AB ile uyumlandıracağız. Böyle bir karar ekonomimiz açısından tam anlamıyla önemli bir dönüşümü gerçekleştirecektir. Bu kararın sonuçları neler olabilir? Bunları şöyle sıralayabiliriz: - Bu karar ortaklığa tam üyelik müracaatımıza daha sıcak bakılmasına neden olabilir. Fakat bu arada AB istediği gümrük birliğine şimdiden eriştiğine göre, üyelik konusunda bazı yeni çekinceler de ortaya koyabilir. Ne var ki bu yönden birinci olasılık, yani üyeliğin yaşama geçmesi daha bir yakındır: - Yukarıda da belirttiğimiz gibi ülkeler arasındaki mal ve hizmet akışkanlığı daha da artarak, dış ticaret hacmimizin büyümesi sağlanabilir. - AB mallarına yönelik gümrük resimlerinin sıfırlanması ile uğrayacağımız maddi kayıp, diğer ülkelere yönelik, AB'nin yüksek gümrük resimlerini uygulamamızla nisbi olarak ortadan kalkabilir. - İçerde, dış rekabete göre işletmelerini uyumlandıramamış sanayi kuruluşları zor duruma düşebilirler, işsizlik artabilir. - Piyasalarımızın uluslararası rekabete açılması, ürün ve hizmet fiyatlarında düşüşleri sağlayabilir. Bu noktalara başkalarını da ekleyebiliriz. Bilindiği gibi bu konuda sanayici ve iş adamlarımız arasında çeşitli düşünceler ve tartışmalar olmaktadır. Bazıları sanayinin korunması gerektiğine inanmaktadırlar. Ne var ki cumhuriyetin kuruluşundan bu yana sanayii koruma ve özendirme doğrultusunda yapılan uğraşların bugüne kadar bir sonuca ulaşmış olması gerekirdi. Dünya ekonomisinin bugün ulaştığı yapıda tümü ile korumacılığı sürdürmemiz mümkün gözükmemektedir. Gümrük Birliği diye adlandırdığımız AB ülkelerine yönelik gümrük resimlerinin sıfırlanması, işçilerimiz açısından da önemli bir olguyu ortaya çıkaracaktır. Ulusal nitelikteki sanayicilerimizin dış rekabete dayanabilmesi, maliyetleri düşürmeleri ile mümkündür. Bu, işçi ücretlerine olumsuz yansıyacaktır. Diğer yandan aynı nedenle birçok firma da kapanabilecek, işsizlik artabilecektir. Diğer yandan işgücünün serbest dolaşımı konusu çok önem kazanmaktadır. AB bu alanda anlaşma hükümlerine bugüne kadar uymamıştır. Gümrüklerin sıfırlanması, malların serbest dolaşımı konusunda anlaşma hükümlerinin uygulanmasını isteyen birlik, gerçekleşmiş olması gereken işgücünün serbest dolaşımına sıcak bakmamaktadır. Bu alanda Avrupa'da çalışan Türk işçileri ile sınırlı bir serbest dolaşımı bile kabullenme konusunda son derece nazlı davranılmaktadır. Bu konuda başta sendikalar olmak üzere duyarlı davranılması zorunluluğu vardır. Özetle, Türkiye AB'ne üye olma, Avrupa içinde yer alma tercihini Cumhuriyetle birlikte yapmıştır. Sorun, bunu AB'nin eşit ve onurlu bir üyesi olarak başarmaktadır. III - TÜRKİYE'NİN GÜNCEL SORUNLARI Ekonomik Darboğaz Türkiye'de reel ekonominin 1993 yılı sonuna kadar önemli bir darboğazı yaşadığını söylememiz mümkün değildir. Büyüme hızı % 7 dolaylarındadır. Otomobil ve beyaz eşya piyasası çok canlıdır. Kronik enflasyon olmasına karşın geniş halk yığınlarında ciddi rahatsızlık belirtileri yoktur. Ekonominin temel göstergeleri ek.1'deki tablolardan (1993 sonuna kadarki durum) izlenebilir. Türkiye'de Ocak ayının ortasında büyük bir döviz depremi yaşandı. Reel ekonomideki sayısal göstergelerin olumlu görünümüne karşın mali kesimde bir rahatsızlığın varlığının işaretleri yaygınlaşmaktaydı. Ocak 1994'de dünyaca ünlü değerlendirme kuruluşu olan "Standart and Poors"un Türkiye'nin notunu düşürmesi ilk uyarı işareti oldu. Bu değerlendirmenin nedenlerinin başında dış ticaret dengesinin, bir başka deyimle bütçe açığının çok büyümüş olmasıydı. 1994 yılı başında Türkiye'nin bir yıllık ithalatı 30 milyar dolar düzeyine erişmişti. İhracat ise 13.5 milyar dolardı. Dış borçlar 65 milyar doları geçmiş, iç borçlar ise 400 trilyon TL'ye ulaşmıştır. Uluslararası değerlendirme guruplarının Türkiye'nin notunu düşürmesinin ilk etkisi İstanbul Menkul Değerler Borsasında görüldü. Bir ara 30 bin sınırına dayanan borsa bileşik endeksi, 20 binin altına düştü. Borsa, büyük bir sarsıntı geçirdi. Bunun arkasından yatırımcılar dolar ve marka yöneldiler. Bir günde dolar 25 000, mark 12 000 TL düzeyini aştı. Para piyasalarında Türkiye'nin o güne kadar pek tanık olmadığı bir belirsizlik ve onu izleyen panik hali görüldü. Bir gecede alınan kararla TL % 13.6 dolayında devalüe edildi. Bunu Merkez Bankası Başkanının sert bir uyarı ile istifası izledi. Para piyasalarına ve Borsa'ya yansıyan mali krizin üzerine gidilmedi. Merkez Bankası Başkanı değiştirildi. 27 Mart yerel yönetim seçimlerine kadar, zaman zaman İnterbank ve bir gecelik (overnight) faizlerini yükselterek ya da Merkez Bankasının kendi rezervlerini kullanarak piyasaya müdahalesiyle bunalım geçiştirilmek istendi. Bütün bunlar kısa vadeli tedbirlerdi. Sonuçta üç ay içersinde Merkez Bankası rezervleri 7 milyar dolardan 3 milyar dolar düzeyine indi. Bu uygulanacak istikrar programı açısından gerekli olan döviz stoku erimiş bulunuyordu. Seçimlerden sonra, 5 Nisan 1994'de gösterişli bir basın toplantısıyla istikrar programı açıklandı. Programın içeriğinde üç temel öge bulunuyor. - Kit ve hükümetin denetlediği ürün fiyatlarına zam - Yeni vergi paketi - Özelleştirme Yapısı itibarıyla bu paket ne orta vadeli bir programı, ne de mali kesimi düzenleyen ve para programını da kapsayan bir bütünlüğe sahip değildir. Daha da kötüsü paket hazırlanırken krize tam anlamıyla bir teşhis konamamıştır. Neden olarak sadece kamu açıklarının büyüklüğüne değinilmiştir. Bu yetersiz bir saptamadır. Oysa karşılaşılan kriz Türkiye'nin daha önce karşılaşmadığı türden bir bunalımdır. Bunu yakın tarihimizdeki krizlere bir göz atarak göstermeye çalışalım. Cumhuriyet tarihinde geçirdiğimiz bunalımların başlıcalarını şöyle sıralayabiliriz: i- Cumhuriyetin ilanından sonra kısa bir süre içersinde patlak veren 1929 dünya bunalımı Türkiye'de de etkisini gösterdi. 1930'lu yıllarda bir yandan uluslararası ekonomik durgunluktan pay alan Türkiye, diğer yandan hızlı bir sanayileşme çabası içerisine girdi. İlk beş yıllık sanayi programını yaşama geçirdi, ithalatı kısarak ödemeler dengesini sağlama konusunda başarıya ulaştı. Fakat 1939'da başlayan İkinci Dünya Savaşı yeni bir ekonomik daralmayı gündeme getirdi. Fiyatlar yükseldi. Sanayi geniş bir orduyu ayakta tutmak için seferber oldu. Dikkat edilirse bütün bu zorlukların temelinde arztalep dengesinin bozulması gelmektedir. Yani sıkıntı reel ekonominin yetersizliğinden, yapısal sorunlarından kaynaklanmaktadır. İkinci dünya savaşının bitişinden sonra dış ekonomik ilişkileri canlandırmak için TL devalüe edildi, bir dolar 280 kuruş olarak değerlendirildi. ii- Demokrat Parti iktidarının ilk dört yılı tam bir ekonomik genişleme ve refah dönemi olarak anımsanır. Oysa bu ekonomik rahatlığın kökeninde savaş yıllarında oluşan dolar ve altın rezervi ile dış yardımlar yatmaktadır. Ne var ki 1955 den sonra büyük bir dış ödeme zorluğu içersine girilmiştir. En zorunlu mallar bile ithal edilememiştir. Kahve, gazyağı, araba lastiği vb. bir çok mal piyasadan çekilmiştir. ancak 1958 yılında IMF ile varılan antlaşma sonucu katlı kura geçilmiş, bir doların değeri 9.TL olarak saptanmıştır. 1950'li yılların ikinci yarısında karşılaşılan bu ekonomik bunalım temelde dış ödemelerdeki tıkanıklıktan kaynaklanmıştı. Oysa ekonomide hem sanayi, hem de tarım açısından önemli yapısal değişimler olmaktaydı. Karayolları tüm yurdu bir ağ gibi sarıyordu, sorun döviz kıtlığıydı. iii- 1970'li yılların ilk yarısında ortaya çıkan petrol krizi batı ekonomileri kadar Türkiye'yi de yakından etkilemiştir. Bu nedenle bu yıllarda sık devalüasyonlarla TL'nin değeri düşürülmüş, yüksek faizlerle dışardan döviz mevduatı çekilmiştir. O dönemlerde dövize çevrilebilir mevduat olarak (DÇM) adlandırılan bu dövizlerin geriye dönüşü, Türkiye'ye uygulanan ABD ambargosu yeni bir döviz bunalımına girilmesine neden olmuştur. 1978-80 yılları arasındaki Ecevit hükümeti sırasında bir yandan terör, diğer yandan TÜSİAD ve özel kesimin önde gelenleri ürün kıtlıklarını yaratarak iktidarı sarsmak istediler. Diğer taraftan döviz yokluğu ülkeyi sarstı. Bu bunalımdan ünlü 24 Ocak kararlarıyla çıkılmak istendi. IMF bu kararları destekledi. OECD ve diğer uluslararası kaynaklardan 10 milyar doları aşkın dış yardım geldi. 12 Eylül darbesinin getirdiği baskı ortamının da yardımı ile bunalımdan çıkıldı. Dış ekonomik ilişkiler açısından tam bir liberalizasyona gidildi. Dikkat edilirse bütün bu bunalımlar mal ve döviz kıtlığından kaynaklanmaktadır. Oysa bugün karşılaşılan bunalım çok farklıdır. Sözünü ettiğimiz farklılıklar, sorunu teşhis etmemiz açısından da önemlidir. Bu farkları şöyle sıralamamız mümkündür. - Bugüne kadar ki bunalımlar kapalı ekonominin varolduğu bir ortamda meydana gelmiştir. Kontrollü döviz kuru mevcuttur. Oysa son bunalım liberal ekonomide ve dövizin konvertibl olduğu bir zeminde ortaya çıkmıştır. - Eski bunalımlarda reel ekonominin çeşitli kesimlerinin üretim sorunları öne çıkmış, dış ödemelerde tıkanıklıklar etkili olmuştur. Oysa bu kez sorun mali kesimden kaynaklanmıştır. - Bir önce de belirtildiği gibi, önceki bunalımlarda had safhaya erişmiş bir döviz kıtlığından söz edilirken son bunalımda bundan söz etmek mümkün değildir. Kıtlık bir yana, kişilerin ve bankaların elinde hatırı sayılır bir döviz birikimi vardır. Yüksek enflasyon, kamu açıklarının büyüklüğü her bunalımda karşımıza çıkan unsurlardır. Bu yıl Ocak ayının ortasında kendini gösteren ekonomik bunalımda etkin rol oynayan, mali liberalizasyonunun hazmedilememesidir. Özellikle 1989 yılında kabul edilen konvertibilite erken bir karardır. Bu karar kabul edilirken gerekçe olarak Türkiye'ye bu kanalla gelecek sermaye birikimi gösterilmiştir Oysa kararın uygulanmasında bunun tam aksi olmuş, ülkeden dışarıya on milyarlarla ifade edilebilecek bir kaynak aktarımı gerçekleşmiştir. Konvertibilitenin getirdiği kolaylık kara paranın aklanmasını, Türkiye'de çeşitli kanallardan elde edilen kazançların dış bankalara aktarımını sağlamıştır. Bu teşhisi iyi koymak gerekir. Aksi takdirde bunalımdan çıkmamız mümkün olamaz. İstikrar paketi sözünü ettiğimiz bu teşhisi tam olarak koyamamıştır. Bunun için, yapısı itibarıyla eski paketlere benzer bir dizi kararı içermiştir. Bunların başında KİT vb. gibi ürün fiyatlarına yapılan % 100 ve daha fazla oranlardaki zamlar gelmektedir. Nitekim bu zamların etkisi kısa sürede ortaya çıkmış, Nisan ayı enflasyonu % 25 dolayında gerçekleşmiştir. Ne var ki aynı süre içersinde Doların 35 000 TL dolayına sıçraması yeni bir dizi zammı tekrar gündeme getirmiştir. Özellikle akaryakıtta bu durum kendini göstermektedir. Zamlar nedeniyle ortaya çıkan talep kısılması ise bazı mal kalemlerinde hemen etkisini göstermiştir. Bir yandan yüksek dolar fiyatı, diğer yandan yükselen kredi faizleri maliyetleri yükseltmiş, diğer yandan azalan talep piyasayı tam bir durgunluğa sürüklemiştir. Mali kesimin çürümüşlüğü paketin açılmasıyla birlikte kendini göstermiş, ilk anda üç banka batmıştır. Bu bankaların incelenmesi içlerinin tamamen boşaltıldığını ortaya koymuştur. Turgut ÖzalRüştü Saraçoğlu döneminden itibaren var olan düşük dolar kuru-yüksek faiz ikilemi bu bankaların sonunu hazırlamıştır. Bunlara benzer diğer bankaların da (Bunlar bir kaç şubesi olan ve mali liberalizasyondan yararlanarak sadece döviz işlemlerinde yoğunlaşan küçük bankalardır) zor durumda olduğunu farkeden hükümet acele bir kararla Merkez Bankasının zorda kalan bankaları kurtarmak amacıyla bir dizi kararı almak durumunda kalmıştır. Bu kararları iki grupta toplayabiliriz: i- Merkez Bankasının özerkliğine ilişkin yasa çıkartılırken, eklenen bir madde ile isteyen bankalara öz kaynaklarının iki katı kredi açma yetkisi Merkez Bankasına verilmiştir. ii- Hükümet aldığı bir başka kararla bankalar bulunan mevduatı kendi güvencesi altına almıştır. Bu iki karar Bankalara yeni mevduat akımını hızlandırdı. Faiz yarışı başladı. Üç aylık % 160'lık faiz oranları gündeme geldi. Para faize yöneldi. Bu ise yeni sorunları yarattı. Örneğin Türkiye'de mevcut 600 trilyona ulaşan mevduat, faizleri ile birlikte nasıl güvence altına alınabilirdi? Diğer yandan faiz yarışı hangi orana kadar tolere edilebilirdi. Nitekim, hazine, güvence altına alınan mevduatın faizinin büyük on bankanın verdiği faizlerin ortalaması olarak hesaplanacağını ilan etti. Kısacası mali kesimin yapılandırılması bir yana, daha da çürümesine yol açacak bir dizi tedbir alınarak, soygunun sürmesi doğrultusunda bir çeşit güvence verilmiş oldu. Ali Rıza Kardüz (Güngör Uras)'ün bir yazısında net bir biçimde ortaya koyduğu gibi artık hayali mevduattan bile söz edilebilinecek. Banka batışlarını aracı kurumlar izledi. Nasrullah Ayan'ın "Türk İnvest'i başı çekti. Onu diğerleri izledi. Sermaye Piyasası Kurumunun verdiği güvencelerin ya da başka bir deyimle olumlu raporların ne kadar aldatıcı olduğu ortaya çıktı. Böylece Mali Kesimin adeta iskambil kağıtlarından yapılmış şatolara benzediği kanıtlanmış oldu. Ne yazık ki şu ana kadar sistemi düzeltecek hiç bir tedbir alınmadı. Alınan tedbirler ise kaosu daha artıracak ve derinleştirecek niteliktedir. İstikrar paketinin ikinci ayağını oluşturan vergi yasaları ise amacı sağlamaktan uzaktı. Sosyal adaleti sağlamak, istikrar paketinin yükünü yalnız emekçilerin üzerine vermemek için yapıldığı ileri sürülen bu vergi düzenlemeleri bu amaca ulaşamayacaktır. Diğer yandan net aktifler üzerinden alınan vergi ise, bir dönemin varlık vergisini anımsatmaktadır. ayrıca bu vergi taksitle alındığı gibi, sonra da iade edilecektir. Paket oluşturacak yasaların ikinci grubunda ise yüzsüzlerin (yani vergilerini ödemeyenler) kamuoyuna ilanına ilişkin madde de yasadan çıkarılmış bulunmaktadır. Paketin üçüncü ayağını özelleştirme oluşturmaktadır. Bilindiği gibi özelleştirme Türkiye'nin ekonomik gündeminden son on yıldır hiç inmemiştir. Özal'ın Başbakanlığı sırasında kurulan Kamu Ortaklığı Fonu bir çok yatırımı ve projeyi desteklemeyi amaçlamaktaydı. Fondaki özelleştirme ve zorunlu tasarruf birikimleri bir önce sözünü ettiğimiz projelerin finansmanında kullanılmıştır. Fonun mali destek verdiği projelerin (Otoyol, baraj, içme suyu projeleri) tutarı 16.5 milyar Amerikan dolarıdır. Bunun ödenen miktarı 11.2 milyar ABD Dolarıdır. Bu projelerin tamamlanması için daha 5.3. milyar ABD dolarına gereksinim vardır. Kamu ortaklığı fonunun diğer yükümlülükleri ile birlikte toplam borç yükü 1993 sonu itibarıyla 7.8 milyar ABD dolarıdır. KOİ'nin gerçekleştirdiği toplam özelleştirme miktarı 1 milyar 742 milyon dolardır. Bu miktar beklenenin ve de koparılan gürültünün çok altındadır. Meclis'te kabul edilen yetki yasası ile KOİ Özelleştirme müsteşarlığına dönüştürülmektedir. Diğer yandan özelleştirme de öncelik verilecek kurumlar ise şöyle sıralanmaktadır: Türk Telekominikasyon A.Ş. Elektrik şirketleri (Termik Santraller) Devlet Malzeme Ofisi Türk Taşkömürü Kurumu Türkiye Kömür İşletmeleri Çeşitli Maden İşletmeleri Türkiye Zırai Donatım Kurumu Türkiye Gübre Sanayii Tekel'e bağlı, içki (Bira,Şarap), Sigara ve dağıtım kurumları TCDD Limanları Tüm Kamu İştirakleri (Yaklaşık 200 adet) Bilindiği gibi TOFAŞ, Sümerbank, EBK, Yem Sanayii, SEK, Turban, Erdemir, Tüpraş, Petkim, Sümer Holding, Türk Hava Yolları, Havaş, DB Deniz Nakliyat gibi kurumların özelleştirme kararı alınmış, bunlar KOİ'nin bünyesi içersine alınmıştı. Kamu Ortaklığı Başkanı Tezcan Yaramancı'nın hazırladığı programa göre özelleştirmeden beklenen gelir ve gider tasarrufları ile ilgili ön tahminler şöyledir: 1994 yılında 2 milyar 180 milyon ABD doları. 1995 yılında 24 milyar 840 milyon ABD dolarıdır. Bu miktarın 20 milyar 6630 milyon doları satış geliri, geriye kalan bölümü ise işletmelerin satışı ile kamunun sağlayacağı gider tasarrufudur. Görülen odur ki özelleştirme konusu bir süre daha ekonomimizi yakından ilgilendiren bir sorun olarak gündemde kalacaktır. Aslında belirli bir programa bağlanmayan, sadece bir gelir elde etme çabasıyla düzenlenen satış listeleri ülkenin başını çok ağrıtacaktır. Bu konuda SHP Ankara Milletvekili Mümtaz Soysal'ın mücadelesi önemlidir ve ne olursa olsun satalım biçimindeki bir yağmayı engellemede ciddi bir çaba olarak öne çıkmaktadır. Hükümet istikrar paketini açıklarken bazı işletmelerin kapanacağını peşinen ilan etmiştir. Bunlar Karabük Demir-Çelik, Camialtı Tersanesi, Yarımca Petkim, Petlas, Zonguldak Taşkömürü Ocaklarıdır. Bu kararlara bütün Türkiye'de yaygın bir tepki oluşmuştur. Bu tepkinin giderek yaygınlaştığı da görülmektedir. Nitekim Hükümet ortaklarından SHP bu kurumlarla ilgili çeşitli inceleme komisyonları kurmuştur. Bu komisyonlardan ne gibi sonuçlar çıkacaktır. Bilinemez. Ama en azından bir duyarlılık kendini göstermiştir. Paketin yükü ne kadardır ve kesimler arasında nasıl dağılmıştır ? Bu sorunun yanıtı, yetkililerce şöyle verilmektedir: Zamlardan gelen yük 204 Trilyon TL Vergilerin yükü 70 Trilyon TL Diğer yükler 56 Trilyon TL TOPLAM YÜK 330 Trilyon TL Bu bilgiler Devlet Planlama Teşkilatı tarafından paketin ilanı sırasında hazırlanmıştır. Bugün verilen sayıların çok üzerinde bir yükle karşı karşıya kaldığımız açıktır. Yakın gelecekte yeni yüklerin gelmeyeceğine de kimse güvence vermemektedir. Özellikle paketin orta vadeli bir programla desteklenmemesi ekonomik politikaya güvenin yitirilmesine neden olmaktadır. IMF'nin yakında açıklanacak olan reçetesi ise toplumu daha da korkutmaktadır. Bugünkü bunalımdan çıkışın iki temel koşulu bulunmaktadır. Bunlardan birincisi iç borçların orta vadeli konsolidasyonudur. Diğeri ise 1989 yılında kabul edilen konvertibilite kararının yeniden gözden geçirilmesidir. Bu kararın ortadan kaldırılması uluslararası ilişkiler açısından zor görülebilir fakat yurtdışına döviz transferlerinin bazı kurallara bağlanması mümkün olabilir. Diğer yandan, yedinci planın ekonomik bunalımdan çıkışı düzenleyecek biçimde ele alınması gereklidir. Oysa plan konusunda tam anlamıyla bir umursamazlık öne çıkmış vaziyettedir. Bunların da ötesinde son on yıldır halkımıza aşılanan aşırı tüketim, üretmeden sadece mali işlemlerle kazanılan parayı harcama alışkanlıklarının terkedilmesi gerekmektedir. İstikrar paketinin el atamadığı bir başka alanda kayıt dışı ekonominin vergilendirilmesidir. Son günlerde bu konuda bazı tartışmalar başlamış olmasına karşın olaya nasıl yaklaşılması gerektiği konusunda bir belirginlik yoktur. Kayıt dışı ekonominin gayrisafi milli hasılanın % 48'ini oluşturduğu bazı hesaplarla ortaya konmuştur. Gerek DİE, gerekse Prof.Osman Altuğ'un kestirimlerine göre bu ekonominin hacmi 1 Trilyon 200 milyar TL civarındadır. Evde üretilen gıda, giyim vb. gibi ürünlerin yukarıdaki miktarın % 20 sini oluşturduğunu tahmin edebilmekteyiz. Buna göre vergilendirilmesi gereken miktar 800 trilyondur ki, bu da 200 trilyonluk bir vergi kaybı demektir. Önümüzdeki günlerde en çok tartışılan konulardan biride söz konusu vergi kaybı olacaktır. 27 Mart Seçimleri ve Siyasal İslamın Yükselişi Mart ayı sonunda yapılan yerel yönetim seçimleri Türkiye'nin siyasal çehresini değiştirecek boyutta sonuçlanmıştır. Bu sonuçları bazı matematik oyunları ile küçümsemek yanlış olur. Seçim sonuçlarının sayısal analizi bazı noktaları daha bir açığa çıkarabilir. Hatta bazı partiler açısından yenilgiye mazeretler bulma yönünden yararlı olabilir. Fakat sayısal çözümlemelere başvurmadan da bazı noktaları öne çıkarmak, bunlar üzerinde durmak gereklidir. Şöyle ki: a) İki büyük merkez sağ parti yaklaşık olarak birbirine eşit oy almıştır. İl Genel Meclisi sonuçlarına göre DYP 6.037.279 (%21.49) oy alırken, ANAP 5.905.498 (%21.02) oy almıştır. Arada sadece 120.000 dolayında fark vardır. Bu da anlamlı değildir. Merkez sağın eski oy oranlarını düşündüğümüzde oy kaybı çok açık olarak görülmektedir. b) Ortanın solundaki partilerin hepsi oy yitirmiştir. Toplam oyları yedi buçuk milyon dolayında olsa da, seçmen sayısındaki artış bu düzeyin başarı sayılamayacağının işaretidir. Partilerin tek çatı altında birleşmesi bir çözüm yolu olarak düşünülebilirse de, bu yeni parti gerçek anlamda sol bir kimlik kazanamazsa,önümüzdeki seçimde de hüsran kaçınılmaz görülmektedir. c)Bu seçimin galibi radikal sağ ve onun içinde de Refah ve MHP'dir. Radikal sağın toplam oyu 8 milyona ulaşmıştır. Yani orta solun oyundan daha fazladır. Diğer yandan politik islamın partisi olan Refah, başta İstanbul ve Ankara olmak üzere Büyükşehirlerde başarılı olmuştur. Doğu ve Güneydoğu Anadolu'da egemendir, illerin büyük bir bölümünü eline geçirmiştir. Bu sonuçlar önümüzdeki dönemde, özellikle emekçi kesimlerin işinin çok zor olacağını göstermektedir. Demokratikleşmenin önündeki bugünkü engeller daha da artacaktır. Sendikalar için de, bugükünden daha zor bir dönem başlayacaktır. Sosyal Sigortalar Kurumu Üzerine Türkiye işçi sınıfının ve ücretle çalışanların bugünlerinin ve yarınlarının güvencesi olan SSK, tam bir çöküş noktasına gelmiştir. Bunun değişik nedenleri vardır. Fakat bu nedenlerin hepsinin altında işçilerin sağlık, emeklilik, analık, kaza ve benzeri hallerde güvencesini sağlayan SSK fonlarının 1960'dan bu yana yağmalanmasıdır. Bu yağmalama ne yazık ki, planlı dönemde doruğa ulaşmıştır. Şöyle ki, SSK fonlarının kamu tasarrufu adı altında kalkınma planlarının finansman aracı olarak kullanılması 1960 ve 70'li yıllarda adeta alışılagelmiş, kimsenin itiraz etmediği bir stratejik uygulama niteliğine bürünmüştür. Burada yağmalayan devlet olmuştur. Ama özel kesimde devletten aldığı teşvik ve benzeri destekleme formülleri ile bu yağmaya dolaylı bir biçimde ortaktır. Fonlar sanki bitmeyecek gibi yağmalanmıştır. Herkes SSK'nın fonlarına saldırmıştır. 1980'den sonra ise SSK primleri ödenmeyerek ya da gecikmeli ödenerek yağmaya devam edilmiştir. Kamu ve özel kesim bu cinayeti birlikte işlemişlerdir. Bugün belediyelerin, KİT'lerin ve diğer kamu kuruluşlarının SSK'ya olan borçları 8 trilyondur. Özel kesim ise işçilerden kestikleri primleri repolarda kullanarak ya da başka amaçla değerlendirerek ya geciktirerek ödemişler ya da hiç ödememişlerdir. SSK fonlarına yönelik bu yağmanın yanı sıra SSK'nın artık çok gerilerde kalmış olan bir aktuarya sistemi ile yönetilmesidir. 1946 yılında işçi sigortaları kurulurken o dönemin aktuarya kurallarına göre uygun olan model kısa sürede eskimiştir ve yerine yenisi getirilememiştir. Bu nedenle işçi bugün dünyada mevcut olan en yüksek sigorta primini ödemektedir ve sigortadan yararlanması için dünya ölçütlerine göre sınırlıdır. Eksiklikler yanlış yönetim, bilinmesine karşın hiçbir tedbir de alınmamaktadır. Alınan tedbirler prim toplamayı daha etkin hale getirmeye yöneliktir. Oysa toplanan primlerin kullanımı için hiçbir model oluşturulmamıştır. Bu koşullar altında her ay sigorta emeklileri banka kapılarında maaşlarının hangi gün ödeneceğini beklemektedir. Diğer yandan maaşları ödemek için SSK'nın elinde geniş olanaklar yoktur. Aynı şekilde SSK hastaneleri ilaç politikaları ile hastalarına olması gereken bakımı sağlayamamaktadır. Bu çöküntüyü çözüme kavuşturma içinde gayret yoktur. SSK'nın kurtuluşunu, SSK'dan kurtulma yolu ile sağlamayı önerenler bugün kurum yönetimindedir. SSK'nın özelleştirilmesini gündeme getirmektedirler. Sendikalar, vakit geçirmeden SSK'nın sahiplenilmesi için etkin bir program uygulamalıdır. Günümüz Sendikacılığı Üzerine Birkaç Not 12 Eylül'den sonra Türk sendikal sistemi tamiri güç bir deprem geçirmiştir. DİSK'in kapatılması, geride bırakılan 14 yıl içerisinde uygulanan sendikasızlaştırma, işçi taşeronluğu gibi yeni yöntemler sendikal sistemimizi yaralamıştır. Bugün bir yandan kamu kuruluşları, diğer yandan özel sektör sendika ve sendikalı işçiye karşı düşmandır, açık tavır almıştır. Bu işçilerin ücretlerine göz dikilmiştir, örgütlenmelerine göz dikilmiştir ve geleceğe yönelik umutlarına göz dikilmiştir. Bu sadece Türkiye'ye özgü bir hal değildir. ABD'de, İngiltere'de, Fransa'da Almanya'da, diğer batı ülkelerinde aynı sıkıntılar yaşanmaktadır. Bu sıkıntılara baktığımız zaman sendika konusunun ve işçi sınıfının örgütlenme meselesinin yeniden gözden geçirilerek etkin bir modele kavuşturulması zorunluluğu ortaya çıkmaktadır. Türkiye açısından olaya eğildiğimizde şu noktaları ele almamız ve işçi sınıfının sendikal örgütleri olarak tartışmamız ve de değerlendirmemiz gerektiğine inanıyoruz. a) İşçi sınıfının tanımı yeniden yapılmalıdır. Artık işçi ve memur ayrımını bir yerde fiilen gerçekleştiren kamu çalışanları sendikacılığı diye bir kavramın peşinden koşmamamız, buna karşın tüm çalışanları aynı çatı altında toplama hedefine ulaşmamız gerekmektedir. Sağlık bakanlığında çalışan bir memurla, herhangi bir ilaç fabrikasında çalışan işçi arasında fark yoktur. Bilgisayarın önünde günde 8 saat göz nuru döken ama masada oturduğu için memur sayılanla, dokuma tezgahında çalışan insan arasında fark yoktur. Evlerde, küçük üretim yerlerinde çalışanlarla fabrikada çalışanların arasında ayrım yapılamaz. 21.yy'a girerken işçi sınıfı hem kapsam, hem de nitelik yönünden değişmiştir; genişlemiştir, büyümüştür. b) Sendikalar çeşitli iş kollarında alt gruplara ayrılma durumundadır. Örneğin, sağlık konusuna yönelmiş olan bir sendika, hastaneleri, poliklinikleri, ilaç fabrikalarını ve sonuçta Sağlık Bakanlığı gibi kuruluşları, doktorları, hemşireleri bünyesi içine almalıdır ve bunları alt seksiyonlar halinde örgütlemelidir. Ayrıntıda iş bölümünün yaygınlaşması sendikalarında bu iş bölümüne denk düşecek şekilde örgütlenme zorunluluğunu ortaya çıkarmıştır. c) Sendika politikaları artık üst yönetim kurullarında değil, tabandan yukarıya doğru oluşturulmalıdır. Çoğu kere sözde kalan üyenin söz ve karar sahipliği sloganı gerçek anlamında yaşama geçirilmelidir. d) Askeri yönetimlerin ve onlardan ilham alan sivil yönetimlerin pek sevdiği zorunlu tek sendika kavramı yerini, sendikal örgütlenmede çoğulculuğa bırakmalıdır. En küçük işyerinde örgütlenmiş bir sendika bile bütün içerisinde etkin bir biçimde yer almalıdır. e) Sendikaların kurulmasında, sendikaya üye olmada ve toplu sözleşme hakkı kazanmada bugün mevcut olan tüm barajlar kaldırılmalıdır. Bundan sonra Türk sendikacılığının sloganı sendikal örgütlenmede temel politikaların oluşturulmasında katılım ve ülke yönetiminde söz sahibi olma biçiminde özetlenmelidir. 2000'Lİ YILLARA GİDERKEN VARDIĞIMIZ NOKTA A- Dünyada iki kutuplu oluşumun sona erdiği kesin, ama bu oluşum demokrasi ve barış açısından bir umudu içinde taşıdığı halde, dengenin bozulması, bir anlamda Sovyetler Birliği'nin soğuk savaştan yenilgi ile çıkması, dünyada emperyalizm açısından bazı yeni gelişmelerin olacağının işaretlerini vermektedir. Sosyalist güçlerin kendi demokratikleşme ve yeniden yapılanma sorunları ile dolu oldukları bir dönemde, tekelci kapitalizmin dev odakları çıkarlarını en üst düzeye çıkartma konusunda herhalde boş durmayacaklardır. Bir yandan kendi aralarındaki acımasız rekabeti sürdürürken, diğer taraftan da üçüncü dünya ülkelerini kendi yörüngelerine çekmek isteyecekler, bu doğrultuda da yeni bir paylaşımı başlatacaklardır. Ortadoğu, bu paylaşım odaklarından biridir. B- Yıllardır emperyalizmin türlü oyunlarına sahne olan Ortadoğu, istikrarına kavuşamamıştır. İsrail'in bölgeye düzenleyici ve sömürücü bir hançer gibi sokulması da yarar vermemiştir. Bugün İsrail, dünyanın gözünde Filistin halkının tüm haklarını gasbeden bir saldırgan ülkedir. Lübnan'da bir maşa gibi kullanılmak istenen Hıristiyan unsurlar da birbirlerine düşmüştür. Suriye, Lübnan batağında çırpınmaktadır. Irak savaştan sonra iç yapısı itibarıyla daha bir güvensiz konumdadır. Ortadoğu'da yeni düzeni, ama tekelci emperyalistlerin paylaşımında oluşacak yeni düzeni kim koruyacaktır? Akla önce Türkiye gelmektedir ve hatta göreve çağırılmaktadır. İşte bu noktada Türkiye'nin içerisinde bulunduğu durumun bazı önde gelen özelliklerini hatırlamakta yarar vardır. i- Son on yıl içerisinde Türkiye ekonomik bakımdan daha fazla dışa bağımlı hale gelmiştir. Uluslararası barış ve işbirliğinin bugünkü durumunda, Türkiye uluslararası iş bölümünün hangi noktasında yer almaktadır.? Geriye doğru baktığımızda, ülke ihracatındaki göreli artışa karşın ithal ürünlerine daha fazla gereksinim duyan bir ülke haline gelmiştir. Bırakalım sigara gibi nispeten lüks sayılabilecek tüketim mallarını, yaş meyve ve sebzede bile şu ya da bu biçimde dış ürünlere gereksinim duyulmaktadır. Bir zamanlar, gıda açısından dışa bağımlı olmayan ülkeler arasında sayılan ülkemizde, ithal gıdalar giderek aile bütçelerimiz içerisinde büyük paylar almaya başlamıştır. Özelleştirme, ulusal kurumlarımızın yabancılara satılması biçiminde, alabildiğine yaygınlaştırılmaktadır. Denebilir ki, yetmiş yaşını aşmış olan olgun cumhuriyetimizin hiç bir döneminde Türkiye bugünkü kadar dışa bakar ülke haline gelmemişti. ii- Sosyal yaşam her yönüyle yozlaşma, amaçsızlaşma doğrultusunda yol almaktadır. Gelir dağılımının çok bozuk olması, yaygınlaşan toplumsal yoksulluğun yanında, bir avuç insanın sorumsuz bir varlık içersinde yaşaması sonucunu vermiştir. Gelir gurupları arasında her gün açılan bu kutuplaşma toplumsal dengeleri ve huzuru bozmuştur. iii- Kültürel yozlaşma insanları toplumlarına ve kendi sorunlarına daha bir yabancılaştırmaktadır. TV'de yayınlanan yabancı dizilerin kişiyi Amerikan ailesine özendirmekten şiddete yöneltmeye kadar her türlü olumsuz etkisi gözardı edilmektedir. İletişim kanallarının özgürleştirilmesi demokrasimiz açısından olmazsa olmaz bir olgudur, ama bu yeni tekellerin kurulmasıyla değil, tüm tekellerin etkisinin ortadan kaldırılmasıyla mümkün olabilecektir. İletişim alanındaki gidiş hiç de özgürlüğe doğru değildir. Tekeller demokrasiyi tehdit eden, onu öldüren en büyük araçtır. Bugün tekelci yapılarda demokrasiden söz etmek mümkün değildir. Yönetim ne olursa olsun tekellerin elindedir. Sandıktan şu ya da bu parti değil tekeller çıkmaktadır. Tekeller işlerine gelmediği dönemlerde var olan noksan, yapay demokrasiyi de rafa kaldırmaktan çekinmezler. Eğitimden, dış politikaya kadar son söz onların olmaktadır. iv- Demokrasiden umudun kesilmesi. Sanırız yeniden gündeme getirilen oyun bu. 1923'den bu yana ülkemizde sürekli bir demokrasi düşmanlığı işlenmiştir. 1930'lu yılların tek parti iktidarı döneminde bu düşmanlık basının bir çok yazısına yansımıştır. O günlerde sürekli işlenen "Çok partili yaşam ülkelerin ve toplumların yükselmesine engeldir" savıdır. Başta Falih Rıftı olmak üzere nice yazarın bu düşüncenin taşıyıcısı olmuşlardır. Ondan sonra özgür seçimler yapıldığında "Ne olacak halk cahil, seçmesini bilmiyor" yargısı geçerli akçe kılınmıştır. 1970'den bu yana ise demokrasi, özgür düşünce ile terör neredeyse eşdeğer sayılmıştır. Sonuçta umutsuzluğu, inançsızlığı ile faşizme kitle tabanı olabilecek yığınlar yaratılmıştır. C) Genel kanı, Türkiye'nin bir çözümsüzlüğün içersinde olduğudur. Bunu "Siyaset tıkandı" nitelemesiyle de dile getiriyoruz. Öncelikle böyle bir yargının yadsınmasıyla işe başlamamız gerekir. Bir gerçeği görmezden gelemeyiz: evet, mevcut siyasi partiler açısından tam anlamıyla bir tıkanma vardır. Bugünkü iktidarın hiçbir soruna çözüm bulamayacağı açıkça belli olmuştur. Bunun yanısıra diğer partilerden herhangi birinin de Türkiye'yi düze çıkaramayacağı açıktır. İşte insanımızda tıkanıklık duygusunu uyandıran bu gerçeklerdir. Oysa çözüm yolu çok açık bir biçimde önümüzde durmaktadır. Bir kere geniş bir demokrat ve ilericiler platformunu oluşturmak gerekir. Bu bir çeşit forum biçiminde olabilir. Sendika liderlerimiz, aydınlarımız, işçi sınıfının önde gelen gurupları ya da kişileri, ilerici olduğunu iddia eden partilerin yönetimlerindeki kişiler ya da tabanlarındaki gruplar bu işi başlatmalıdır. Bunun halktan kopuk olması düşünülemez. Forumun içersinde şu ya da bu siyasetin egemenliğinden ziyade birlikteliği düşünülmelidir. Hedefler önceden belirlenerek ayrıların bir çatı altında toplanması gerçekleştirilmelidir. Bu forum bünyesi içersinde, ülkenin tüm sorunlarını, birbirlerine ters düşse bile tartışmak ve çözüm üretmek zorundadır. Forum eğer partileşecekse somut hedeflerin çevresinde partileşmelidir. Öncelikli hedef ülkenin bugünkü çözümsüzlüklerinin aşılmasıdır. Şu konularda ivedi, net projeler üretilerek kamu oyuna iletilmelidir: - Anayasanın yeniden oluşturulması için ilkeler, öneriler, - Türkiye'deki hukuk sisteminin çağdaşlaştırılması, - Ekonominin temel sorunlarına yanıt olabilecek seçenekler, modeller halinde sunulmalıdır. İstihdam, çalışma yaşamı, gelir dağılımı, enflasyon, dış borç, sanayileşme akla gelen öncelikli konulardır. - Kürt sorunu üzerinde duyarlı ve geçerli çözümleri üreterek bunları kamuoyuna anlatmak, uygulanması konusunda gerekli tavırları almak, - Çevre sorunlarıyla yakından ilgilenmek, - Çağdaş ve evrensel kültürün yaratıcı koşullarını oluşturmak, - Sosyal yapının dünyadaki gelişmeleri de özümseyen bir biçimde yeniden yapılanmasını sağlayacak modelleri geliştirmek... Bunlara daha nicelerini ekleyebiliriz. Ama Forum bütün bunlar için yeni projeler üretip kamuoyuna sundukça yeni çözümlere ilişkin seçenekler daha iyi ortaya çıkacak ve tartışılacaktır. Böyle bir forumun ısrarla üzerinde durması gereken konu demokrasi ve özgürlüklerdir. Hoşgörü, tam özgürlük ve noksansız demokrasi bugün Türkiye’nin temel gereksinimi haline gelmiştir. Oluşturulacak bu forum solun tüm düşüncelerini içersinde barındıracağı gibi, demokratları, ileri düşünceli aydınları da kapsayacaktır. Türkiye'nin adı bilinen bütün aydınlarına görev düşmektedir. Tabandan gelişen akımlar aydınlarla halkın sağlıklı iletişimini sağlayacaktır. Bir bütünleşmedir bu. Öncede söylediğimiz gibi ayrıların bütünleşmesi. Ayrıların kendilerini farklı kılan noktaları öne çıkartmadan ortak doğrultuda birleşmesi. Belki bu bir özveriyi istemektir. Ama bu özveri göze alınmadıkça geleceğimize umutla bakamayız. Zaman da kısalıyor. 1995 yılı son fırsattır. Yararlanmak gerek. Sol; salt eleştiren, olmazları söyleyen değil, çözüm öneren, olurları gösteren gerçek konumuna kavuşmak zorundadır. EKONOMİYE İLİŞKİN (görüşlere ek) GÖSTERGE TABLOLARI SENDİKAL ÇALIŞMALARIMIZ SENDİKAL ÇALIŞMALARIMIZ Sendikamızın 11-12 Nisan 1992 günlerinde Ankara'da toplanan 7. Olağan Genel Kurulundan bu genel kurula gelinceye değin geçen iki yılı aşkın süre içinde Sendikal etkinlik ve çalışmalarımıza geçmeden önce, 12 Eylül 1980 ve sonrasına çok kısa olarak değinmekte yarar var. Sermaye sınıfının ve uluslararası odaklarının çıkar ve istemleri doğrultusunda alınan 24 Ocak 1980 kararları 12 Eylül askeri darbesiyle bütünüyle uygulamaya konuyor, ülkemizde göreceli de olsa var olan demokrasiye paydos denilerek baskıcı ve militarist kapalı bir rejime geçiliyordu. Bu bir anlamda ekonominin militarizasyonu anlamına da geliyordu. 12 Eylül koşullarında ülke halkına dayatılan ve uygulamaya konulan ekonomik model, Sosyal Devlet harcamalarının ve kamu işyerlerinde istihdamın olabildiğince azaltılmasını, çalışma koşullarının kötüleştirilmesini ve ücretlerin düşürülmesini gerektiriyordu. Böyle bir model, olabiliyorsa Sendikaların yok edilmesi, bu yapılamıyorsa güçlerinin kırılması demekti. Ücretlerin yüksek olduğu ve düşürülmesi gerektiği konusunda Devlet Başkanı sıfatını da taşıyan Darbe liderinin "Ben Genelkurmay Başkanıyım 40 bin lira maaş alıyorum, oysa bir otel işçisinin aylık ücreti benimkinden çok" diyebilmesi ve TV ekranında işçi ücretlerinin yüksekliğinden yakınabiliyor olması düşündürücüdür. Öte yandan 12 Eylül darbesinin niteliğini de çok açık bir biçimde anlatır. DİSK ve üyesi Sendikaların bu arada Sendikamızın da faaliyetinin yasaklanıp kayyım yönetimlerine bırakılmasıyla, bu dönemde tek kalan TÜRK-İŞ, askeri dikta rejiminin kendisinden beklediği "uslu ol, uslu dur!" talimat ve rolünü 12 Eylül hükümetlerine Genel Sekreterini Bakan vererek fazlasıyla yerine getirmiş, 12 Eylülcülerle uzlaşarak Sendikal faaliyetini durdurmuştur. Böylece 12 Eylül, DİSK'i kapatıp, TÜRK-İŞ'e gözdağı vererek, işçi sınıfının ekonomikdemokratik mücadelesini ve bu mücadelenin aracı olan sendikal örgütlülüğü bütünüyle zaptırapt altına almış oluyor, bu anlamda kısıtlayıp, yasaklıyordu. Bu dönemde; Bütün güçlerin toplandığı tek odak durumundaki Milli Güvenlik Konseyi, oluşturduğu ve vesayeti altında tuttuğu Danışma Meclisine başta yeni bir Anayasa olmak üzere rejimin hukuksal kılıfını hazırlama görevi vermiş ve böylece güya demokrasiye geçiş ya da demokrasiye yeniden dönüş sürecini başlatmıştır. Anayasalar herşeyden önce insanın vazgeçilmez, devredilemez temel hak ve özgürlüklerinin güvencesidir. Bu yanıyla yurttaşı güçlü devlete karşı koruyan, onun vatandaşlık hukukunu somutlayan temel belge niteliğindedir. Oysa, tek yanlı yoğun bir propaganda ve baskı sonucu % 92 gibi bir çoğunlukla kabul gören 1982 anayasası bunun tam karşıtı bir içerik taşır,82 Anayasası potansiyel suçlu olarak algıladığı insana, yurttaşa karşı güçlü devleti koruyan kollayan bir anlayışın ürünüdür. Bunun için de, insan hak ve özgürlüklerini güvence altına alan değil, bunları kısıtlayan dahası yer yer ortadan kaldıran bir Anayasadır. Ne var ki, insan hak ve özgürlüklerine bu denli uzak kalan anayasa mimarları, geçici 15. maddeyle ömür boyu kendilerini güvenceye almak ve hatta bu karanlık dönemde fiillerinin sonradan sorgulanmasını önlemek için gereken önlemi almayı ihmal etmemişlerdir. Hak ve özgürlüklerin başta gelenlerinden olan sendikal hak ve özgürlükler alanında ve çalışma yaşamını ilgilendiren konularda, 12 Eylül hukukunun bu temel yaklaşımı daha bir belirgindir. Çalışanların özgürce sendika kurma ve sendikasını seçme hakkından başlayarak toplu sözleşme ve grev yapma hakkının önüne konan bir yığın engel ve kısıtlama, bu temel hak ve özgürlükler nasıl yok edilebilir arayışından başka bir şey değildir. 12 Eylül'ün bu temel özelliği onun, Türkiye işçi sınıfının ekonomik-demokratik mücadelesine ve sınıfın her türlü örgütlenişine karşı oluşundan kaynaklanır. İşçi sınıfına karşı oluş ve duruşu, 12 Eylül'le başlayan ve giderek yoğunlaşan baskıları, işkenceleri yinelemeksizin çok anlamlı ve çarpıcı bir biçimde görmek mümkündür. 1980-1989 yılları esas alınarak yapılan çok basit bir araştırma sonucunda görülecektir ki; toplam ücretlilerin (maaş ve ücret geliri olanlar) 1980 yılında Milli Gelirden aldıkları pay 1989 yılında yarı yarıya gerilemiş buna karşılık rant, faiz ve kardan oluşan sermaye gelirlerinin aynı dönemde milli gelirden aldığı pay ikiye katlanmıştır. İşte bu çarpıcı örnek, kim ne derse desin 12 Eylül askeri darbesinin ardındaki gerçek nedeni çok açık biçimde ortaya koymaktadır. Asıl ve gerçek neden sermaye sınıfına şu ya da bu yolla kaynak yaratma, kaynak aktarmaktır. Kaldı ki, bu yalın gerçeği 1980'li yıllarda TİSK Başkanı "Şimdi gülmek sırası bizde" demek suretiyle açıklamaktan kaçınmamıştır. Çalışma yaşamına ilişkin olarak bu dönemin yasaları 2821 sayılı "Sendikalar Kanunu" ve 2822 sayılı"Toplu İş Sözleşmesi Grev ve Lokavt Kanunu" dur. Her iki yasa da 7.5.1983 günlü resmi gazetede yayınlanarak yürürlüğe girmiştir. DİSK VE ÜYESİ SENDİKALAR YENİDEN MÜCADELE ALANINDA Askeri Yargıtay’ın 17 Temmuz 1991 günlü kararıyla aklanan DİSK ve üyesi sendikaların yöneticileri, bu arada Sendikamız Sosyal-İş'in yöneticileri, hiç zaman yitirmeksizin sendikanın yeniden yapılanması ve mücadele alanındaki etkin ve saygın yerini alabilmesi yönünden her türlü olanaksızlığa karşın yoğun çaba içinde olmuşlardır.21 Aralık 1991 günü toplanan olağanüstü Genel Kurulunda SOSYAL-İŞ SENDİKASI Anatüzüğünü değiştirerek 2821 sayılı yasaya uygun Tüzel kişiliğini yeniden oluşturup yapılandırmış ve 11-12 Nisan 1992 günleri toplanan 7. olağan Genel Kurulunda da bu yeni tüzük ve oluşuma uygun organlarını seçerek Sendikal alandaki yerini almıştır. Böylece 1980 yılında faaliyetleri durdurularak kayyım yönetimine verilen DİSK ve üyesi sendikalar, 12 yıllık aradan sonra 2821 sayılı yasanın ek geçici 1. maddesi uygulanarak yeniden faaliyete başlamış oluyorlardı. İŞKOLU İSTATİSTİKLERİ Sendikal çalışmalarımızın ilk bölümünü araştırma ve örgütlenmeye hazırlık çalışmaları oluşturur. Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı'nın yasa gereği her yıl Ocak ve Temmuz aylarında yayınlamak zorunda olduğu istatistiklerin 17 nolu işkoluyla ilgili dökümanı, bu Bakanlığa yazdığı 27.5.1992 gün ve 10 sayılı yazısıyla isteyen Sendikamıza bu listeler Bakanlığın, 7.7.1992 gün 021841 sayılı yazısıyla gönderilmiştir. Böylece 1992/Ocak istatistiklerinde 17 nolu işkoluna ilişkin olarak yayınlanan Türkiye genelindeki toplam 349.435 işçinin çalıştığı 102 bin işyeri ve bu işyerleriyle ilgili listelerde var olan bilgiler tek tek döküman olarak elde edilmiştir. Bu listelerde yer alan bilgi ve veriler esas alınarak yerinde ve S.S.K.'nun kayıtlarından yararlanılarak yapılan inceleme, araştırma ve tespitler sonunda Bakanlık istatistiklerinin, en azından 17 nolu işkoluyla ilgili olanının kesinlikle gerçek durumu yansıtmadığı, % 10 işkolu barajının ya da daha doğru bir ifadeyle sendikaların asli faaliyetlerinden olan toplu iş sözleşmesi yapabilmeleri için konmuş önkoşulun belirlenmesinde kesinlikle kullanılamayacağı açıkça ortaya çıkmıştır. 17 nolu işkolu istatistiklerinden kalkarak ve bu işkolu kadar olmasa bile bütün işkollarına ait Bakanlıkça yayınlanan istatistiki bilgilerin gerçek dışı olduğunu söylemek mümkündür. O kadar ki; bugün en son yayınlanan 1994/Ocak istatistiklerine bakıldığında, Türkiye'de işçilerin örgütlülük-sendikalaşma oranının %70'lere yükseldiği görülecektir. Bu orana Avrupa Topluluğu ülkelerinde dahi rastlamak mümkün değildir. Ülkemizde kimi işkollarında Sendikalaşma oranı neredeyse %100'e dayanmış, istatistiklere göre bu sektörlerde Sendikasız işçi kalmamıştır. 17 nolu işkolu istatistikleri aşağıda sıralayacağımız yönleriyle gerçek dışıdır, abartılıdır. 1-) Bu istatistiklerde 17 nolu işkoluna girmediği, giremeyeceği açıkça belli olan pek çok işyeri, çalışan işçi sayısıyla birlikte yer almaktadır. Banka, Sigorta işyerleri , MTA Kuruluşları, Orman İşletmeleri v.b. gibi Bakanlık 300-500 işçinin çalıştığı üretim birim ve işletmelerini sadece şirket biçiminde örgütlenmiş olmalarına bakarak ve bu işletmelerde yapılan işin niteliğini gözardı ederek bir çırpıda 17 nolu işkolu listelerine dahil etmiştir. Öte yandan bu işletmeler belki de ait oldukları işkolu istatistiklerinde de ayrıca yer almaktadır. Bu duruma birkaç örnek: İŞYERİ SİCİL NUMARASI ÜNVAN VE ADRESİ - 32 060614 İŞÇİ SAYISI 17 1 0000 30 1-) Etibank Genel Müdürlüğü İSTANBUL - 68 006885 17 2 8530 31 2-)Hotel Yıltok işyeri NEVŞEHİR - 25 017096 17 1 8260 22 3-)Büyükşehir Belediye Bşk. Zabıta Müdürlüğü GAZİANTEP - 35 003533 17 2 8230 86 4-)Orman Fidanlık Müdürlüğü KASTAMONU - 03 000784 17 1 6200 227 5-)Gökhöyük Tarım İşletme Müdürlüğü AMASYA - 33 095842 17 2 6300 36 6-)Ege Baltıca Sigorta A.Ş. Necatibey Bulvarı no:19 İZMİR - 33 076769 17 1 8320 39 7-)İzmir Belediyesi İZSU Genel Müdürlüğü Anbarlar Şube Müdürlüğü Gaziler Cad. no:373 H.Pınar/İZMİR - 33 028422 17 2 8320 120 8-)M.T.A. Ege Bölge Müdürlüğü 61-6 Erzene Mah. PK.1 Bornova/İZMİR - 33 092744 17 2 6300 97 9-)HSS-Hatay Sigorta A.Ş. Dr.Mustafa Bey Cad. No:1/1 Alsancak/İZMİR - 04 090803 17 1 6300 32 10-)Güven Sigorta A.Ş. Atatürk Bulvarı No:97 ANKARA - 33 002665 17 1 8329 98 11-)Denizcilik İşletmesi İzmir Liman İşletme Müdürlüğü Atatürk Cad. No:98 İZMİR - 33 086951 17 2 8320 124 12-)Uzman Sigorta Acen.ve Ort.Ltd.Şti. Alsancak 1379 Sok. 59/601 İZMİR -33 000463 17 1 8320 387 13-)Karayolları 2.Bölge Müdürlüğü Bornova Sanayi Sitesi Cad. No:41 İZMİR -33 003047 17 2 8320 229 14-)DYO Durmuş Yaşar ve Oğulları Boya ve Vernik Fab.A.Ş. Sanayi Cad. no:37 Bornova/İZMİR (403 kişi çalıştırıldıklarına ilişkin tutanak var.) - 06 001176 17 2 2051 118 15-)Söke Değirmencilik Tic.A.Ş. Sazlıköy Söke/AYDIN 2-) Yapılan tespitler sonucu listelerdeki pek çok işyerleri ve bu işyerlerinde çalıştığı belirtilen işçi sayılarıyla ilgili bilgiler gerçeği yansıtmaktan uzaktır. Somut işyeri durumuyla çelişkilidir. Özellikle işyerlerinde çalıştığı kayıtlı işçi sayıları bakımından bu böyledir. Bu listelerde yüzlerce işçinin çalıştığı Bakkallar, kasaplar, eczaneler vardır. Hatta yüzlerce işçinin çalıştığı kimi işyerleri de kapanmış ya da hiç var olmamıştır, hayalidir. Bu durum, 2821 sayılı yasanın yürürlüğe girdiği 1983 yılının ikinci yarısında TÜRK-İŞ Sendikalarının, yasanın geçici 2.maddesi gereğince Bakanlığa verdikleri üye listeleriyle (EK 6 cetvelleri) nasıl %10 barajını geçip yetkili olabildiklerini de açıklıyor. Örnekler: İŞYERİ SİCİL NUMARASI ÜNVAN VE ADRESİ İŞÇİ SAYISI - 33 000280 17 2 6121 107 1-)Anadolu kasabı Latif Öztürk Eşrefpaşa Cad. no:8/A İZMİR - 33 101805 17 2 6119 602 2-)Necip Ersoy Tarım Tic. San.A.Ş. İşçiler Cad. No:126 İZMİR - 33 016108 17 2 8320 251 3-)Göktepe Plastik San. Tic.Ltd.Şti. Cumhuriyet Bulvarı No:77 İZMİR - 33 091831 17 2 6123 154 4-)Tekin Tekstil San. Tic.A.Ş.İZMİR -46 005197 17 2 6122 214 5-)Belde Eczanesi Can Feda Aydanlı Köyceğiz Cad. No:20 Ula/MUĞLA -06 014383 17 2 6129 79 Lapis A.Ş. Hediyelik Eşya Tic. 6-)Atatürk Bulvarı No:10-14 Kuşadası/AYDIN -03 003148 17 2 8100 342 7-)Çaydibi Kasabası Harita Alım işi Mustafa Demirtaş Taşova/AMASYA -01 005017 17 2 6121 8-)Bakkaliye Bekir Turan ve Ort. Keçeciler içi No:17 Sandıklı/AFYON 108 -31 002738 17 2 8260 104 9-)Taşucu Kasabası Silifke/İÇEL -31 004056 17 2 8260 140 10-)Gümüşhaneliler Tanıştırma Derneği Cami Sok. no:16-18 İÇEL -13 056668 17 2 6123 89 11-)Konfeksiyon Ticaret Mehmet Balcı Yavuz Selim Mah. Yener sok. No:14 BURSA - 13 008122 17 2 6123 98 12-)Kavafiye Dük.İsmail Yıldırım Kapalı Çarşı No:334 BURSA (Çok eskiden kapandığı SSK'da Bilgisayarda kapanmıştı kaydının olduğu tesbitli) -04 000035 17 2 8320 76 13-)Z.Özyanar ve Mahdumları Kuyumculuk Koll.Şti. Anafartalar Cad. 24/A ANKARA (Bu işyerine gidildi Zeynel ünvanlı Kuyumcu dükkanında 1 kişinin çalıştığı görüldü.) -13 043 17 2 2319 107 14-)Yıldızışık tekstil San. Tic.A.Ş. Kestel Sanayi Bölgesi BURSA -13 044310 17 2 6123 145 15-)Etay Giyim San.Serpil Özer Kükürtlü Mah. Üstün Sok. İpek-İş Bul.D-15 BURSA - 33 088863 17 2 6121 154 16-)Jozef Kohen Dış.Tic. Gıda San. Ltd.Şti. Kemal Paşa Cad. no:61 Çamdibi/İZMİR -33 089250 17 2 8320 17-)Ege Tem.San. Temizlik Sanayi ve Tic.Ltd.Şti. 220 15/Z-1 Kat Bornova/İZMİR -33 080636 17 2 8320 104 18-)Genel Denizcilik Nakliyat A.Ş. Gaziosmanpaşa Bulvarı 10/1 batı İşhanı K:2 No:205 İZMİR - 33 063040 17 2 6118 265 19-)Nazi Gıda Mar.Tic.İhr.San.A.Ş. 2132 Sok. no:8-10 İZMİR -33 062315 0 17 2 8320 91 20-)Tadpi Gıda San. Tic.A.Ş. 1643-147 Bayraklı K.Yaka /İZMİR - 33 043208 17 2 6112 45 21-)STANDART CİVATA Tic.A.Ş. Hürriyet Bulvarı No:11 Çankaya/İZMİR -33 042847 17 2 6121 134 22-)Mehmet Ali Kardeşler Tarım Ür.San.ve Tic. Sanayi Cad. No:29 Bornova/İZMİR -33 041490 17 2 6123 38 23-)Erdoğan Sezer Gaziosmanpaşa Bulvarı No:56/7 İZMİR -33 039625 17 2 6111 132 24-)BORNOVALI TARIMSAL ve SINAİ İth.İhr.A.Ş. 1600 17/3 Bayraklı K.Yaka/İZMİR -33 037903 17 2 8320 114 25-)SUSİTAŞ A.Ş. 10039 6 Çiğli/İZMİR -33 069393 17 2 6117 126 26-)Yaşar Uluslararası Tekstil San. Tic.A.Ş. 1643/98 Bayraklı/İZMİR -33 032884 17 2 6119 27-)Raks Elektrik San. ve Tic.A.Ş. 159 Cumhuriyet Bulvarı 69/4 İZMİR -33 056729 17 2 6111 521 28-)CANIMEKS Tarım Ürünleri İth.İhr.Tic.A.Ş. Hürriyet Bulvarı No:14 İZMİR (Bu işyerinde 296 işçinin çalıştığına ilişkin belge var) -33 011482 17 2 8240 77 29-)KARATAŞ Musevi İbadethanesi Mithatpaşa Cad. no:265 İZMİR -33 007739 17 2 6123 84 30-)Hacılar Manifatura Tic.A.Ş. Anafartalar Cad. No:134 Günhar Çıkmazı İZMİR -33 005950 17 2 6129 335 31-)Jokey Kulübü Um.Müdürlüğü Bila No F.Paşa Bulvarı İZMİR -52 030657 17 2 6123 240 32-)Kılıç Müş. Taah.Tic.Ltd.Şti. ADANA -43 014035 17 2 8260 83 33-)Manisa Fırıncılar Dernegi 1.Anafartalar Mah. 2.Sok. No:2/B MANİSA -63 015962 17 2 6121 132 34-)Kuku Bakkaliyesi ZONGULDAK -11 006772 17 2 6119 166 35-)Derman Eczanesi Esin Çalış Kültür Mah. Akif Cad. No:4 Düzce-BOLU -11 007310 17 2 6123 134 36-)Manav Ayhan Kilitçi Hal Pazarı No:19 BOLU -04 071367 17 2 6124 248 37-)Muharrem Akbaş Isparta Halı Mağazası Abidinpaşa Ekenler Sok. 2/A ANKARA (Bu işyeri Tıp Fakültesi Cad. No:88/a adresine taşınmış ve bir işçi çalışıyor buna ilişkin tutanak var) -04 053746 17 2 0000 216 38-)Uluslararası Birleşmiş Müşavirler Şti. Çankaya Çevre Sok. 54/12 ANKARA (Bu adreste böyle bir işyeri yok Sigorta kayıtlarında da rastlanmıyor. Böyle bir işyeri hiç olmamış.) - 04 071178 17 2 6126 79 39-)Abdullah Gül Oto Yedek Parça İskitler Cad. No:5/E ANKARA (Böyle bir işyeri yok daha doğrusu adreste N:3 ve N:7 var 5 yok. Sigorta kayıtlarında da bulunmuyor. Adreste oto park var.) 3-) 17 nolu işkoluyla ilgili istatistiksel dökümanın İstanbul iliyle ilgili bölümü daha bir ilginçtir. Yüzbini aşkın işkolumuz işçisinin çalıştığı kayıtlı onbinlerce işyerinin unvan ve adresleri bu listelerde yoktur. Unvan ve adresi belli olmayan, kısaca var olmayan bu işyerlerinde yüzbini aşkın işkolumuz işçisinin çalıştığının nasıl belli olabildiği ise, ilgililerce bugüne değin yanıtlanabilmiş değildir. 4-) İşkolu istatistiklerinde rastlanan bir başka garip durum eğitim kurumları, eğitim işyerleri ile ilgilidir. 2821 sayılı yasanın "Sendika üyesi olamayacaklar" başlığını taşıyan 21.maddesinin 5.fıkrası, 625 sayılı özel öğretim kurumları kanununa tabi okullarda çalışan öğretmenlerin, sendika kuramayacaklarını ve sendikalara üye olamayacaklarını hüküm altına almıştır. Bugün, bütün özel okul ve dershanelerdeki sigortalı işçi statüsünde çalıştırılan tüm öğretmenler bu kapsama girmekte, dolayısıyla bu eğitim emekçilerinin sendikalı olmaları yasaklanmaktadır. Ne var ki Sendikalara üye olmaları yasak öğretmenlerin çalıştığı özel okul ve dershane işyerlerinin tümü Bakanlık listelerinde dolayısıyla istatistiklerinde yer almaktadır. Bugün Türkiye'de kendilerine memur denilen, kamu kesiminde Emekli Sandığına tabi olarak çalışan öğretmenlerin Sendika kurmaları ve kurulmuş Sendikalara üye olmaları artık yasaldır. Buna karşılık özel okul ve dershanelerde çalışan sigortalı işçi öğretmenlerin sendika kurmaları ve sendikalara üye olmaları ise yasaktır. Ne var ki, Sendikalı olmaları yasak olan sayıları 40 bin dolayındaki sigortalı işçi öğretmenler 17 nolu işkolunun işçisi olarak istatistiklerde yer almaktadır. Örnekler: İŞYERİ SİCİL NUMARASI ÜNVAN VE ADRESİ -04 018259 17 2 0000 İŞÇİ SAYISI 145 1-)Arı Dershanesi Arı Özel Eğitim Öğretim Tic. Karanfil sok. No:45 ANKARA -04 085018 17 2 8210 120 2-)Arı Dershanesi Arı Özel Eğitim Öğretim Tic. Karanfil sok. No:45 ANKARA -04 087293 17 2 8210 290 3-)Arı Dershanesi Arı Özel Eğitim Öğretim Tic. Balgat 100.Yıl Sitesi Yanı ANKARA -04 094393 17 2 0000 30 4-)Ankara Koleji Özel Eğitim Hiz.Tic.A.Ş. ANKARA -04 015086 17 2 8210 88 5-)Ankara Özel Yükseliş Koleji Salih Şan-Ali Demirel Maltepe Ali Suavi sok. ANKARA -33 091482 17 2 8210 137 6-)Özel İzmir Eğitim Öğretim Tic.San.A.Ş. Çınarlı Ankara Asfaltı No:28 İZMİR - 33 064068 17 2 8210 115 7-)Özel Çankaya Dershanesi İşletme A.Ş. Gazi Osman Paşa Bulvarı No:49 İZMİR -33 020959 17 2 8210 103 8-)Büyük Dershane M.Şener Özbodur Alsancak 1432 Sok. N:2/3 İZMİR -33 006577 17 2 8210 36 9-)Tatış eğitim Öğretim İşl.Tic.A.Ş. M.paşa Cad. No:680 İZMİR Sonuç olarak, işçilerin özgürce Sendika kurma anayasal hakkının özüne aykırı düşen %10 barajının on yıllık uygulaması ve bu uygulamaya dayanak yapılan Bakanlık istatistiklerinin bu yapısı, antidemokratik oluşu, gerçek dışılığı bir yana Sendika haklarının önüne konan ikinci ve hatta üçüncü bir baraj niteliğindedir. Daha özlü anlatımla Bakanlık istatistiklerinin kendisi, açıklamaya çalışılan yapı ve niteliğiyle %10 barajının dışında ve ondan ayrı olarak ayrıca bir baraj oluşturur. Yukarıda açıkladığımız nedenlerle, 17 nolu işkolu için barajın aynı toplu iş sözleşmesi yapabilmek yönünden önkoşulun, işkolu işçilerinin %20'sini üye yapmaktan geçtiğini söylemek yanlış olmayacaktır. 1992 ÖREN TOPLANTISI DİSK sendikalarının özellikle örgütlenme sorunlarının tartışılıp değerlendirildiği I.Ören toplantısına Sendikamız da katılmıştır. 20-26/Haziran/1992 tarihleri arasında yapılan genişletilmiş I.Ören toplantısında, başta örgütlenme konusu olmak üzere bir dizi kararlar alınmış ve yaşama geçirilmeye çalışılmıştır. Sendikamız Genel Yönetim Kurulunun bu soruna yaklaşımı ve görüşü Ören toplantısından sonra DİSK'e gönderilen aşağıdaki metinde açıklanmaktadır. 29.7.1992 31 DİSK GENEL BAŞKANLIĞINA İSTANBUL İlgi: 24.7.1992 gün 226/ÖD.006 sayılı yazınız. 21.7.1992 günlü DİSK Başkanlar kurulu toplantısına sunulan "Çalışma Planı"na ilişkin rapor konusunda Sendikamız değerlendirilmesi aşağıya çıkarılmıştır. 1-) Sendikamız görüşünün 30.7.1992 gününe kadar Konfederasyonumuza iletilmesi istemini de gözönünde bulunduran Genel Yönetim Kurulumuz, söz konusu rapor ve çalışmaları "örgütlenme" boyutuyla sınırlı tutarak tartışmış ve değerlendirmiştir. 2-) Kaldı ki, anılan bu rapor, girişinde "yapılan tartışma ve alınan kararların hepsinin yöneldiği amaç örgütlenme"dir, tespitine yer verilmiş ve üye Sendikaların neredeyse tamamının bu konudaki öncülüğün DİSK tarafından yapılması gerektiği görüşünde oldukları belirtilmiştir. 3-) Bize göre, hiç kuşku yok ki DİSK, bu alanda verilen mücadeledeki etkin ve saygın yerini kazanmakla, işçi ve sendikal hareketin örgütleyicisi olarak oluşturduğu kamuoyu desteğiyle bu harekete öncülük etmekle de görevlidir. Aynı zamanda bu ,konfederal örgüt olmasının gereğidir. Ancak bu durum, sendikaların her birinin özgün çalışma ve faaliyetini yok saymak, ya da ayrı bir tüzel kişiliği olan "Sendika"nın yapması gereken çalışmayı DİSK'e "yüklemek" anlamında alınmamalıdır. Kaldı ki sendikalar kurulu bulundukları işkolunun ve bu işkolundaki işçilerin özelliklerini dikkate almak, buna en uygun çalışmayı yapmak ve geliştirmek durumundadırlar. Kısaca sendikamızın bu konudaki görüşü odur ki "DİSK eylemi" ile her bir sendikanın etkinliği birlikte, eşzamanlı ve uyumlu olmalıdır. 4-) Üzerinde durmak istediğimiz diğer bir konu sendikalarımız açısından yaşamsal önemi olan %10 baraj meselesidir. Öncelikle belirtmeliyiz ki Sendikamız, örgütlenme meselesinde çok yönlü yoğun bir çalışma yürütmektedir. Sendikal mücadele ve faaliyetini bir takım zorlukların ya da barajların ortadan kalkmasına bağlamış değildir, örgütlenme ve dolayısıyla mücadelenin ertelenmesi anlamına gelebilecek her türlü görüş ve tutuma kesinlikle karşıdır. Bu bağlamda Sendikamız, bir yandan mevcut koşullarda dahi fiilen örgütlenmenin yollarını açıcı çalışmalarını yürütürken öte yandan bütün fırsat ve olanakları değerlendirmekte, etkinlik alanında 12 Eylül artığı antidemokratik düzenleme ve uygulamalara karşı mücadele sürdürmektedir. 5-) Kamuoyunda yaygın olan kanıya göre, çalışma yaşamını ilgilendiren ve sendikal hak ve özgürlüklere aykırı kimi antidemokratik düzenlemelerin kaynağı 1982 anayasasıdır. Dolayısıyla bunların düzeltilmesi, anayasa değişikliğini gerektirir. Diğer bir kısım antidemokratik düzenlemelerin düzeltilmesi ise yasa değişikliğiyle olabilecek niteliktedir. Bilindiği gibi ilgili Bakanlık dahi konuya böyle yaklaşmakta,-yasa değişikliklerinin bir türlü meclisten çıkarılamamış olması bir yana- çalışmalarını bu ikili duruma göre yaptığını açıklamaktadır. Bu tespite katılmakla birlikte, bize göre yasa değişikliği konusunda öncelik sırasını alması gereken kimi düzenlemeler vardır ki bunların düzeltilmesi ve uluslararası asgari normları belirleyen ILO standartlarına uyumlu kılınması için, anayasayı değiştirmek bir yana, deyim yerindeyse, anayasaya uymak gerekmektedir. Örneğin 2822 sayılı yasanın, toplu iş sözleşmesi yapmak yönünden işkolundaki sigortalı işçilerin %10'unun Sendika üyesi olması koşuluna bağlayan 12.maddesi böyledir. Ve bu yasa düzenlemesi, "İşçiler..........önceden izin almaksızın sendikalar ve üst kuruluşlar kurma hakkına sahiptirler", biçimindeki mevcut anayasa hükmüne dahi aykırıdır. Çünkü öncelikle biz DİSK'çilerin geçmişte, 1970'lerde yaşadığımız ve her yıldönümünde coşku ve onurla andığımız 15-16 Haziran direnişinin, işçi sınıfımızın, antidemokratik-faşist nitelikteki düzenlemelere karşı o ünlü başkaldırışının başlıca nedenini, hemen hemen benzer bir yasanın (1317) yasalaştırılan kimi maddeleri oluşturuyordu. Bunun, 2822'nin 12.maddesiyle olan farklılığı özde değil biçimdedir. DİSK'in ve üyesi sendikaların "çanına ot tıkamak" biçiminde ifadesini bulan faşist anlayışın ürünü olan 1970 düzenlemesi "işkolunda faaliyet gösterebilmek yönünden" diyerek "1/3" barajını getiriyordu sadece. Toplu iş sözleşmesi yapabilmek Sendikaların başta gelen belirgin faaliyetidir, bir anlamda var olma ,kurulma nedenidir. Nitekim onca tepkiye karşın yasalaştırılan bu düzenlemeyi Anayasa Mahkemesi iptal etmiş ve iptal gerekçesini, Sendika kurma hakkı yönünden bugünkü anayasayla hemen hemen aynı olan 1961 anayasasının bu yöndeki kuralına aykırılığa dayandırmıştır. Kısaca özetlemek gerekirse, 12 Eylül paşalarının yürürlüğe koyduğu kimi "kanun"ların yanısıra 2822'nin 12.maddesi de iptali yönünden Anayasa Mahkemesine götürülebilseydi çok büyük olasılıkla iptal edilecekti. Konuyu bu denli açmamızın bir nedeni de her kesimi ve kuruluşu olduğu yerde görmek, göstermek bu çifte standart tutumu sergilemek içindir. Bugün ülkemizde iktidarın koalisyon kanatları dahil her örgüt, kesim ve kuruluş, çalışma yaşamının demokratikleştirilmesi ve en azından uluslararası çalışma örgütü (ILO) standartlarına uygun hale getirilmesi görüşünde birleşmekte ve bu yönde istekli bir tutum içinde görünmektedir. İlginçtir, ILO standartlarına aykırılığı bir yana (ki ILO'nun Sendikal hak ve özgürlüklerin özüne aykırı böylesi baraj ya da koşulların kaldırılması yönünde bir çok girişimi olmuştur.) 1982 Anayasasına dahi aykırı olan bu düzenlemenin yürürlükte kalması veya yasama organına sunulan yasa değişiklik tasarılarında yer verilmemesi gibi çelişik görüş ve tutumlara rastlanabilmektedir. Öte yandan böylesi bir yaklaşımın "güçlü işçi sendikası yapılanması" gerekçesi ile de savunulması mümkün değildir. Zira özünde "tek tip sendikacılık" ya da zorunlu Sendikacılık anlayışına varan bu yaklaşım demokrasiyle bağlaşmaz, demokratik olamaz. Elbette ki biz sendikal mücadele boyutunda dahi sendikal hareketin birliğini savunuyoruz. İşyerlerinde, işkollarında ulusal düzeyde birlik ve uluslararası dayanışma DİSK'in ilkeleridir. Ancak bu faşist rejimlere özgü zorunlu birlik-teklik değildir. İşçi sınıfının mücadele içinde gerçekleştireceği gönüllü birliktir. Ve işçi sınıfımız bu birliği gerçekleştirecek bilinç ve deneyim birikimine sahiptir. Bu konuda önerilerimiz; Konfederasyonumuz DİSK; çalışma yaşamına ilişkin olarak "12 Eylül Hukuku"nda yer alan ve Sendikal Hak ve özgürlükleri kısıtlayıcı bütün antidemokratik düzenlemeleri bir bütün içinde ele almalı, asgari ILO standartlarına uygun kendi görüş ve önerilerini kamuoyuna sunmalıdır. Bu konuda mevcut sendikal Merkezlerle işbirliğine gidilmeli, birlikte toplantılar düzenlenmeli, durum basın ve kamuoyu önünde tartışılmalıdır. Varılan ortak sonuçlar ve üzerinde birleşilen öneriler ilgili kuruluşlara , yasama organlarına ve ulusal ve uluslararası platformlara taşınmalıdır. Kaldırılması ya da değiştirilmesi bütün kesimlerce kabul gören, antidemokratik ve ILO standartlarına ve sendikal hak ve özgürlüklere aykırı bütün uygulama ve var olan düzenlemelere karşı bu kesimlerin açık ve net tutum almaları yönünde çaba harcanmalıdır.(Bu arada, şayet DİSK %10 barajı konusunda yukarıda belirttiğimiz düşünce ve görüşlerimize katılıyorsa meseleye sahip çıkmalı konuyu tartışmaya açmalıdır.) Son olarak, sendikamızın yürüttüğü çalışmaları çok kısa olarak konfederasyonumuza iletmek isteriz. 12 Eylül kalıntılarının tasfiyesine yönelik sosyal ve hukuksal çalışmalarımızın yanısıra, fiili örgütlenmeye hazırlık anlamında Türkiye genelindeki 17 nolu işkoluna giren bütün işyerleri ve bu işyerlerinde çalışan sigortalı işçi sayısını belirtir listeler il-il çıkarılmış, bu işyerleri büyüklüklerine göre ayrılıp çalışanların durumları (Sendikalı olup olmadıkları)belirlenmiş, bir program içinde bu işçilerle ilişki kurulabilecek duruma gelinmiştir. Böylece 350 bin dolayındaki sigortalı işçinin 102 bin işyerine dağıldığı ve sendikalılaşma oranı %20 olan işkolumuzun örgütlenme çalışmalarına büyük ölçüde yardımcı olacak veriler elde edilmiştir. Bu arada Sendikamız, Sendikal mücadelenin önüne konan engelleri aşmak ve özellikle yukarıda değinilen %10 barajı-koşulunu-delmek konusunda da bir çalışma içindedir. Bilgilerinize sunulur. I.ÖRGÜTLENME SEMİNERİ Tüzel kişiliğimizin yeniden kazanılmasından bugüne gelinceye değin, Sendikamız çalışmalarında birinci gündem maddesini oluşturan, bugün de başta olan örgütlenme sorununu, SOSYAL-İŞ'e gönül vermiş temsilci ve üyelerimizle tartışmak, değerlendirmek ve yapılabilecekleri belirlemek amacıyla Ankara'da(26-27 Eylül 1992) günü düzenlenen genişletilmiş örgüt toplantısı ya da örgütlenme seminerinin geçtiğimiz dönem çalışmalarında ayrı bir yeri ve önemi vardır. Bu toplantıda konu bütün boyutlarıyla ele alınmış, tartışılmış, temsilcilerimizin bölgeleriyle ilgili raporları değerlendirilerek, örgütlenme konusunda Türkiye genelinde bir senteze ulaşılmaya çalışılmıştır. Toplantının sonunda, var olan örgüt birim ve kadrolarımız, her ne pahasına olursa olsun örgütlemenin gerekliliğine ya da daha yerinde bir ifadeyle %10 barajını aşmak için üye yazılımına başlamak ve bunu mümkün olabilecek en kısa sürede sonuçlandırmak yönünde oluşan sendikamız görüşünü onaylıyordu. Bütüne yakını yenilenmiş seçimli delegelerden oluşan bu Genel Kurul; Genel Yönetim Kurulumuzun aldığı ve sorumluluğunu üstlendiği bu tarihi kararı tartışabilir, eleştirebilir. Bu değerlendirmeyi yapmalıdır. Zira, Genel Yönetim Kurulumuz ve temsilcilerimiz çok güç olanı, inanılmaz olanı başarmak yolundaki bu adımı atarken, bir anlamda sendikal mücadele anlayışını ortaya koymuş oluyordu. Bu anlayış mücadelenin "her hal ve şartta" sürdürülmesi, verilmesi zorunluluğudur. Bu görev ve zorunluluk SOSYAL-İŞ sendikası için daha da yakıcıdır. Zira kurulu bulunduğumuz işkolunda çalışan işçilerin ancak 1/4'ü sendikalıdır,örgütlüdür. Geri kalan 3/4'ü örgütlemek, ekonomikdemokratik mücadeleye katmak gibi onurlu bir görev önümüzde durmaktadır. 1984 yılından bu yana geçen 10 yıllık sürede bu alanda tek olmasına, tek kalmalarına karşın TÜRK-İŞ üyesi iki sendikanın böylesi bir görev ve sorumluluğu olmamıştır. Bugünde yoktur. Tam tersi, bu iki sendika burada açıklamayı yersiz bulduğumuz, herkesin bilebileceği nedenlerle böylesi bir onurlu görev ve uğraşın içinde olamazlar, bu yaklaşımı gösteremezler. Nitekim geçen 10 yıllık dönemde de göstermemişlerdir. Öte yandan Sendikamız SOSYAL-İŞ için %10 barajını aşmak, önüne konan engellere teslimiyetçi bir yaklaşımla boyun eğmemek, bir anlamda bu engelleri yıkmak demekti. Zira bu barajların, engellerin aşılması, onları fiilen ortadan kaldıracak ,işlevsiz kılacaktı. Ancak burada şunu belirtmek gerekir ki, SOSYAL-İŞ başından beri bu konuyla ilgili mücadelesini, sendikal hak ve özgürlüklerin önüne konmuş tüm antidemokratik düzenlemelere karşı verdiği mücadele ekseninde yürüttü. Bu anlayıştan bir an olsun uzaklaşmadı. Kısaca bugün %10 barajı aşılmış olmasına karşın, SOSYAL-İŞ, çalışma yaşamıyla ilgili tüm antidemokratik düzenleme ve uygulamalara bu bağlamda en baştan %10 barajının kaldırılmasına yönelik mücadelesine devam etmektedir. Ayrıca bu örgüt toplantısına Adana, Ankara, Antalya, Bursa, Diyarbakır, Eskişehir, Kocaeli, Kayseri, İstanbul, İzmir, Samsun, Zonguldak illerinden katılan Sosyal-İş üye ve temsilcileri SOSYALİŞ Şubelerinin oluşumuna ilişkin düşüncelerini açıkladılar. Böylece Genel Yönetim Kurulunun, sendikanın yeniden yapılanmasıyla ilgili aldığı önemli kararın oluşumuna katkıları oldu. Bu karar şuydu. İşin daha başında, ilk aşamada, Sendikamız şubeleri kurulmamalı, üye potansiyeli yönünden gerekli görülen illerde Anatüzüğün, "Genel Yönetim Kurulunun görev ve yetkileri" başlığını taşıyan 17. madde (u) fıkrasına uygun il temsilcilikleri açılmalıydı. Örgütlenme sürecinde, bölgelerindeki üye potansiyelini kucaklayan ya da üye yoğunluğu yönünden belli bir düzeye gelen il temsilciliklerinin Şube oluşumları bu aşamada sağlanabilirdi. Kısaca örgüt toplantısına gerçekleştirilmesi görüşünde birleşti. katılan tüm temsilciler, Şube Kuruluşlarının üyelerle Bu görüş ve kararın ne denli isabetli olduğunu yaşayarak gördük. Bunu daha iyi görebilmek için başa dönüp çalışmaları izlememiz gerekiyor. İL TEMSİLCİLİKLERİ 1992 yılı yaz aylarından başlayarak bu yılın sonuna kadar olan sürede dokuz ilde temsilciliklerimiz kurulmuş, il temsilciliklerimizin çalışma ve etkinlik alanları-bölgeleri- belirlenmiş ve bu temsilciliklerimiz, donanımlı bürolarıyla, olanaklar ölçüsünde istihdam edilen kadrolarıyla sendikal çalışmaları bölgelerinde yürütecek konuma getirilmeye çalışılmıştır. DİSK (DEVRİMCİ İŞÇİ SENDİKALARI KONFEDERASYONU) SORUYOR Sendikamızın da çabalarıyla 28 Kasım 1992 günü Ankara'da DİSK'in düzenlediği ve "Türkiye'de Sendika Kurma Özgürlüğü Var Mıdır? " konulu Sempozyumun iş ve sendika çerçevelerinde yankısı oldu. Genel Başkanımızın bu toplantıda sunduğu tebliğ daha sonra sendikamız tarafından eğitim yayınlarımızın ilki olarak yayınlandı ve büyük ilgi gördü. Sendikamız görüş ve tutumunu açıklayıcı bu tebliği çalışma raporumuzun sonunda aynen bir kez daha yayınlıyoruz. SOSYAL-İŞ İLK TOPLU SÖZLEŞMESİNİ İMZALIYOR Sendikamız bu yoğun çalışmasının yanısıra 1992 yılı son aylarında bir inanılmazı daha gerçekleştirdi. Ankara-Çankaya Belediyesine ait BELDE-A.Ş. (Çankaya Belediyesi Gıda Sanayi ve Ticaret A.Ş.) işyerinde Borçlar Yasasının 316-317 maddeleri uyarınca Kollektif İş Sözleşmesi, diğer bir ifadeyle Toplu Sözleşme bağıtladı. Bu sözleşmenin imzalandığı gün Sendikamız Genel Başkan'ının yaptığı konuşma, konuyu açıklayıcı ve açıcı nitelikte olduğundan aynen alıyoruz. BİR İLK SÖZ: "SÖYLEYECEKLERİMİZİN VE YAPACAKLARIMIZIN BAŞLANGICIDIR." 12 Eylül 1980 darbesinin ülkemizin yaşamında yaptığı yıkım, bugün dünden daha net ve açık olarak görülüyor. Bu yıkım alanlarının çok önemli bir kısmı da çalışma hayatımıza ilişkin olarak temel insan haklarından olan sendikal hak ve özgürlükler alanıdır. Yalnızca "insan" olmaktan gelen temel haklara ilişkin her olumsuzluk, aslında "insan"a yapılan bir saldırıdan başka bir anlam taşımıyor. DİSK' e bağlı sendikalara, 12 Eylül'le başlayan tüm saldırı, eziyet, işkence ve yasaklamaların da anlamı buydu. Bugün, bu bağlamda, 12 Eylül sonrası getirilen yasal düzenlemelerle ülkemizde SENDİKA KURMA HAKKI yoktur. Bu sav, ilk bakışta çarpıcı ve "canım nasıl yok, bunca sendika var ya..." karşı çıkışını akla getirebilir. Ancak, sendikaların varlığına ve yeni sendika kurulabileceğine, bunu engelleyen hiçbir yasal düzenleme olmadığına bakarak, ülkemizde işçilerin sendika kurma hakkına sahip olduklarını düşünmek, bir yanılsamadır. Şöyle ki; 12 Eylül Generallerince çıkartılan 2822 sayılı Toplu-İş Sözleşmesi Grev ve Lokavt Yasası'nın 12.madesi ile bir sendikanın toplu-iş sözleşmesi yapabilmesi için "kurulu bulunduğu işkolunda çalışan işçilerin en az yüzde onunun" üye bulunması zorunluluğu getirildi. Ne hikmetse Tarım, Ormancılık, avcılık ve Balıkçılık işkolu hariç tutuldu. 12 Eylül Generalleri ve işverenler, işçileri çok sevdiklerini ve işçi sendikalarının güçlü olmasını istediklerini, bu düzenlemeyi de güçlü işçi sendikaları yaratmak için yaptıklarını ifade ve ilan buyurdular. Gülmeyin, ciddi ciddi böyle söylediler. Bugün de bu gerekçeyi söyleyebilen anlı şanlı bilim adamları, sendikacılar, politikacılar gibi "karga güldürücüler" var. Oysa bu düzenleme, sendika kurma hakkını özünden yok etmek, silah zoruyla faaliyetten alıkonulan DİSK ve bağlı sendikaların üyelerini yine zorla, TÜRK-İŞ sendikalarına üye yaptıktan sonra oluşan yapıyı "ilelebet" korumak niyet ve azmi ile yapıldı. Herkes gibi onlar da biliyorlardı ki; bir sendikanın 10,20,50 hatta onbinlerce üye ile kurulması, şayet kurulan sendikaya temel işlevi, faaliyeti olan toplu-iş sözleşmesi yapma hakkı verilmezse, biçimsel olarak kalır. Örneğin 200.000 işçinin çalıştığı bir işkolunda 19.900 işçi bir spor sahasında toplanıp sendika kursa, bu işçiler kendileri için bile, yüzde on barajını aşmadıklarından toplu-iş sözleşmesi yapamayacakları bir sendika kurmuş olurlar ki, faaliyetlerinin temeli yasaklandığından, sendika kurma hakları gerçek değil, biçimsel olur. Kaldı ki, gerçek yaşamda bu abartılı örnekteki gibi sendika kurulmaz, kurulamaz. Sendikaların kuruluşunda faaliyeti için sınırlama koymak, hakkı baştan yok eder. Sendika faaliyet göstererek toplu-iş sözleşmesi yaparak kendini kabul ettirecek, yüzde onları, yüzde doksanları böyle kazanacaktır. Aksi ,kurumazsın demenin dolambaçlı ifadesidir.; çoğulcu, demokratik yapıya da, işçilerin özgürce sendika seçme hakkına da gem vurmak demektir. Bu ise faşist rejimlere, totaliter rejimlere özgü bir düzenlemedir. Bu düzenlemeyi 12 Eylülcüler keşfetmedi. Ülkemizde 12 Eylül'den önce, 1970'lerde de bu düzenleme getirilmek istendi. 29.7.1970 gün ve 1317 sayılı yasa ile, o gün 274 sayılı Sendikalar Yasası'nda yapılan değişiklikle bugün yürürlükte olan 2822 sayılı yasanın 12.maddesi aynıdır. Türkiye işçi sınıfı 15-16 Haziran 1970 karşı koyuşu ile o gün bunu engelledi. 12 Eylülcüler, karşı hareketi gerçekleştirdi. 274 sayılı yasada 1317 ile yapılan değişiklik şöyleydi: "Bir işçi sendikasının Türkiye çapında faaliyet gösterebilmesi için kurulu bulunduğu işkolunda çalışan sigortalı işçilerin en az 1/3'ünü temsil etmeleri gerekir" Görüldüğü gibi, bu düzenlemede de sendika kurma serbestti. Kurulabilirlerdi ancak 1/3'ü buluncaya kadar faaliyet yapamazlardı, toplu sözleşme yapamazlardı. Şimdiki %10'u bulmayanların kurulabileceği ama toplu sözleşme yapamayacakları gibi... 274 sayılı yasada yapılan bu değişiklik, Türkiye İşçi Partisi'nin başvurusu üzerine Anayasa Mahkemesi'nce 8-9 Şubat 1972 gün, E.1970/48, K.1972/3 sayılı kararla iptal edildi. Anayasa Mahkemesi'nin ayrıntılı iptal gerekçesinin bir bölümünde, sendika kurma hakkı açışından önem taşıyan şu görüşler yer almaktadır: "............9.maddenin 2 sayılı bendinin (a) fıkrası kuralı ilk bakışta sendikanın kurulmasına ilişkin bir kural olmayıp, işçi sendikasının Türkiye çapında görev yapabilmesi için konulmuş bir kuraldır. Bu kurala göre, belli işkolunda çalışan sigortalı işçilerin en az 1/3'ünü üye olarak kendisinde toplamış bulunmayan bir işkolu işçi sendikasının Türkiye çapında çalışmalar yapabilmesi yasaklanmıştır. Demek ki, yazılışı bakımından yorum yapılacak olursa, kuralın sendikaların kuruluşunu değil, yalnızca çalışma alanlarını sınırlandırmakta olduğu görülmektedir. Ancak, her kuruluşun ereği, o kuruluşun gelişmesi ve çalışması olduğundan, işçi sendikasının çalışma alanı için konulan bu sınırlandırma, ister istemez onun kuruluşunu da etkilemektedir; gerçekten çalışma alanı kuruluşundan önce sınırlandırılmış bulunan bir işkolu işçi sendikası, daha kurulurken gelişemez durumda ortaya çıkmış bir sendika niteliğindedir ve çalışması belli alanla sınırlı bulunan işkolu sendikasının genişlemesi olanağı yoktur. Çünkü onun çalışmaları belli alan içinde sıkışıp kalacaktır ve daha başka alanlarda sendika çalışmaları yaparak yeni yeni üyeler kazanması ve......etkili bulunan bir sendika durumuna gelmesi düşünülemez. Demek ki işkolu işçi sendikalarının çalışma alanı için konulan bu sınırlandırma, sonuçta onların kuruluşunu iyice etkilemekte ve onları ölü doğmuş duruma sokmaktadır...." denilmektedir. Gerçekten de sözü edilen "Çalışma alanı" "faaliyet" ibarelerinin yerine "toplu-iş sözleşmesi yapma"ibaresi konularak okunacak olursa, durum daha da açıklık kazanacaktır. "Başka deyişle, bir sendika kurulduğu anda o işkolundaki sigortalı işçilerin 1/3'ünü üye yazamayacağından, ancak kurulduktan sonraki çalışmaları ile kendisini beğendirip üye sayısını artırabileceğinden, Türkiye çapında çalışma olanağı sağlanmayan sendika, yasanın aradığı 1/3 sigortalı işçi sayısı üye yazma koşulunu gerçekleştiremeyecektir ve böylece tartışma konusu koşul yüzünden, Türkiye çapında çalışan sendikalar kurulması önlenmiş olacaktır." diyen iptal gerekçesi, generallerin çıkardığı 2822 sayılı yasanın Anayasa Mahkemesi'ne götürülme olanağı olsaydı, kuşkusuz şöyle çıkacaktı: "........ bir sendika kurulduğu anda o işkolundaki sigortalı işçilerin %10'unu üye yazamayacağından.......toplu-iş sözleşmesi yapma olanağı sağlanmayan sendika, yasanın aradığı %10 sigortalı işçi sayısını üye yazma koşulunu gerçekleştiremeyecektir ve böylece tartışma konusu koşul yüzünden Türkiye çapında çalışan sendikaların kurulması önlenmiş olacaktır." Bu açıdan, 1961 Anayasası ile 1982 Anayasasının işçilerin sendika kurma hakkına ilişkin olarak, düzenlemeleri arasında bir fark yoktur. 2822 sayılı yasanın 12.maddesinin bu düzenlemesi 1982 Anayasasına da aykırıdır ve sendika kurma hakkının özünü zedelemekte, yok etmektedir. Yeniden faaliyete başlayan DİSK ve bağlı sendikalar, bu düzenleme ile karşı karşıyalar. Biz temel insan haklarından olan sendika kurma hakkını yok eden antidemokratik bu düzenlemenin kalkması, işlevsizleşmesi için mücadeleye kararlıyız. Bağıtlanan bu sözleşme; bu alanda Sendikamız tarafından alçakgönüllü, üyemiz işçiler açısından çok büyük, işveren için ise, emeğin hakkına saygılı ve demokratikleşmeye katkı sağlayıcı bir ilk adımın öyküsü ve ürünüdür. Sosyal-İş geçmişte de ülkemizde toplu iş sözleşmesi düzeninde ikili bir yapının varlığını biliyordu. "Diğer hukuk sistemlerinde rastlanmayan bir şekilde bizde, hukuki mahiyeti ve esasları bakımından iki çeşit toplu iş sözleşmesi aynı anda yürürlükte bulunmaktadır." Birincisi, Toplu-İş Sözleşmesi Yasası uyarınca yapılan ve diğeri de Borçlar Kanunu'nun 316. ve 317.maddeleri uyarınca yapılabilecek olan "umumi mukavele"dir, toplu sözleşmedir. Borçlar Yasası uyarınca yapılacak olan toplu sözleşme, Toplu İş Sözleşmesi Grev ve Lokavt Yasası'na tabi olmayan, onun yapılma koşullarını taşımayan, dolayısıyla da ne yüzde on koşulunu gerektiren, ne de yasanın düzenlediği yasal grev hakkını içeren bir oluşum özelliği taşımaktadır. Öyleyse biz, Borçlar Yasası'nın bu maddelerini işletme yolu ile Sosyal-İş'i tercih eden işçiler için toplu sözleşme bağıtlayabilirdik. Bu yol, yasal grev hakkını içermediğinden, işverenin, sözleşmeye gelmemesi veya anlaşma sağlanamaması durumlarında "yasal grev" yaptırımı olmadığından, 2822'ye göre yapılacak toplu-iş sözleşmesi eyleminden daha geride bir yapı idi. Ama biz, Borçlar Kanunu'na göre yapacağımız toplu sözleşmeyi ve düzenini, 2822'nin yerine koymaksızın, işçinin bilincine ve mücadele azmine, sendika seçme özgürlüğü konusundaki kararlılığına güvenerek, sendika kurma hakkını ortadan kaldıran 2822'nin 12.maddesinin %10 koşuluna karşı, onun yanlışlığı ve antidemokratikliğinin daha da açığa çıkartılması ve işlevsiz kılınması için bu alanı da işletmeliydik. Bu yolla çorbaya bir tutam tuz atabilirdik. Kısıtlı da olsa alternatif üretilmesine katkımızı sağlardık diye düşünüp, Sendikamız bu alandaki çalışmalarını geliştirdiği sırada, Ankara'da kurulu Gıda Sanayi ve Ticaret A.Ş. (Belde A.Ş.)'ne ait işyerlerinde çalışan 150 işçi Sendikamıza üye olmak istediklerini ilettiler. İşyeri büyük payı Çankaya Belediyesi'ne ait, Tanzim Satış Mağazaları idi. İşçilerle bir toplantı yaptık. Toplantıda bir konuşma yaparak tüm yukarıdaki konuları en açık biçimiyle anlatmaya çalıştım. Ve dedim ki; "tercihiniz Sosyal-İş olursa, yalnızca toplu sözleşmeyi istediğiniz sendika çatısı altında yapmış olmayacaksınız, sendika kurma hakkına getirilen yasağa karşı mücadele etmiş olacaksınız." İşçi arkadaşlar, bu durumu değerlendirmeye ihtiyaçları olduğunu, kendi aralarında toplanıp kararlarını bildireceklerini söyleyerek ayrıldılar. İşçiler daha sonra kararlarını bildirdiler: "Bu mücadelede varız. Sendikamız Sosyal-İş'tir" dediler. Üyelik işlemleri tamamlandı. İşçilerle birlikte sözleşme taslağı hazırlandı. Taslak işverene verildi. Görüşmeler yapıldı ve bu sözleşme işçilerin kararı ile imzalandı. Burada belirtilmesi gereken bir önemli nokta var: Borçlar Yasası'na göre sözleşme yapma istemimiz ve bunun gerekleri konusunda görüştüğümüz, şirketin büyük payının sahibi Çankaya Belediyesi'nin Başkanı Sayın Doğan Taşdelen, işçinin sendika seçme özgürlüğü ve antidemokratik baraj düzenlemesi konusundaki mücadelede kendisini de görevli gördüğünü söyledi. Demokrat kişiliğini ve emekten yana bilincini yakından tanıdığım Sayın Doğan Taşdelen'e teşekkür etmeyi kendim için bir borç bilirim. Sözleşmenin bağıtlanmasında emeği geçenlerin tümüne, Şirket Yönetim Kurulu'na ve Şirket Yöneticilerine teşekkür ediyorum. Bu sözleşmeyi gerçekleştiren işçi arkadaşlarımı kutluyor ve onların Sendikasının bir yöneticisi olmaktan onur duyuyorum. Bu sözleşmenin önemi, ücretlerin net % 100 artırılışından, işgüvencesinin tam olarak sağlanmış ve yargı denetimine kavuşturulmuş olmasından, yönetime katılım adımlarının atılmasından daha ötededir. Bu başlangıç işçi sınıfının sendika kurma ve sendika seçme özgürlüğü mücadelesinde söylenmiş bir ilk sözdür. Söyleyeceklerimizin ve yapacaklarımızın başlangıcıdır. VE DİĞERLERİ Bugün sendikamızın Borçlar Yasasına göre bağıtladığı sözleşme sayısı onları bulmuş, hatta yukarıda nasıl yapılmış olduğunu açıklamaya çalıştığımız BELDE-A.Ş. işyerinde 2.dönem sözleşme imzalanmıştır. Konuyu geçerken belirtmek isteriz ki; SOSYAL-İŞ başından beri Borçlar Yasasına göre yapılacak toplu sözleşme düzenini savunmadı, bunun peşinde olmadı. Grev silahından yoksun toplu-iş sözleşme sistemini diğerinden öne alması başa koyması düşünülemezdi. Ne var ki, böylesi bir olanağı kullanarak % 10 barajını delmek ve baraj konusunu sürekli gündemde tutmak bu yönde verilen mücadelelerin bir parçası olmalıydı. Öyle de oldu. Sendikamızın bu yolla yaptığı ilk uygulama, DİSK üyesi birçok kardeş sendika için örnek oluşturdu. Böylece pek çok sözleşme bağıtlandı. Bugün %10 barajını aşan Sendikamız, bu yolla gerçekleştirdiği bütün sözleşmelerini 2822 sayılı yasaya göre yeniden gözden geçirmek ve yenilemek yönünde bu yasaya uygun girişimde bulunmuş ve bulunmaktadır. Bu konuda söylenecek bir söz daha var. Sosyal-İş'in bağıtladığı her sözleşme, % 10 barajı aşılmaksızın her hangi bir sözleşmenin bağıtlanamayacağı iddiasıyla yalan söylediğimizi, işçiyi kandırdığımızı ileri süren, bu yöndeki bildirileriyle SOSYAL-İŞ' i karalamaya çalışan bilgisiz kimi sendika "Başkan" ve yöneticilerinin niteliklerini ortaya çıkarmıştır. Sosyal-İş'in bağıtladığı her sözleşme suratlarında patlayan şamar olmuştur. Sendikal özgürlükleri kısıtlayıcı yasa düzenlemelerinin en başında yer alan barajlar konusunu her platform ve ortamda ısrarla gündeme getirmemizin, tartışma konusu yapmamızın diğer bir nedeni de sıkça vurguladığımız üzere böylesi barajların halen yürürlükteki 1982 Anayasasına dahi aykırı oluşundan ileri gelmektedir. Sendikal hak ve özgürlüklerin önündeki antidemokratik düzenleme ve kısıtlamaları kaldırmak için anayasa değişikliği yapmak gerektiğini, zira bu yasakların çoğunun anayasadan kaynaklandığını ileri sürenler samimi ve inandırıcı değillerdir. Daha açık bir söyleyişle barajları özellikle de %10 işkolu barajını kaldırmak için anayasa değişikliğine gitmek şöyle dursun, 1982 anayasasına uygun davranmak yeterlidir ve bu antidemokratik yasa düzenlemesini kaldırmak mevcut anayasa gereğidir. Konunun paşa tasarruflarıyla (1982 anayasasının ünlü geçici 15.maddesi) Anayasa Mahkemesine götürülemiyor olması, düzenlemenin anayasaya uygun olduğu ya da anayasaya aykırı olmadığı sonucu doğurmaz Nitekim sendikamız SOSYAL-İŞ iç hukuk yollarını tüketerek bu konuyu Avrupa İnsan Hakları Komisyonuna dahi götürmüş bulunmaktadır. Sendikamız tüzel kişiliği ve Ankara Şubemiz üyesi Ayfer KODAŞ'ın başvurucu oldukları, bu dava komisyonun gündeminde görüşülmektedir. Bütün bu nedenlerle ve ILO (UÇÖ) nun çalışma yaşamını düzenleyen asgari normaları, sözleşmeleri ortada iken hala daha açık ve net tutum almayan, alamayan hatta temel insan haklarından sayılan sendikal hak ve özgürlükleri birilerinin istemine uygun olarak kapalı kapılar ardında pazarlık konusu yapabilen, daha sonra ILO toplantılarında sorgulandıklarında " Sosyal tarafların bu konuda mutabakatı var" diyebilen çevreler hiç kimseyi kandıramazlar, inandırıcı olamazlar. SENDİKAMIZIN 2821 ve 2822 SAYILI YASALARA YÖNELTTİĞİ ELEŞTİRİLER ve ÖNERİLERİ 1993 yılı ortalarında, Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı'nın "Mevcut Anayasa çerçevesinde 2821 ve 2822 sayılı yasalarda yapılacak değişiklikler" konusundaki Sendikamız görüşünün DİSK kanalıyla bizden istenmesi üzerine yapılan çalışma aşağıya çıkarılmıştır. Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı, "Mevcut Anayasa çerçevesinde 2821 ve 2822 sayılı yasalarda yapılacak değişikliklere" esas olmak üzere görüş sormaktadır. Görüşümüz bu çerçeve ile sınırlı olarak belirtilmektedir. Öncelikle, çalışanların sendikalaşması konusunda şu noktanın altını çizmek gerekmektedir. Bu alanda sendikamızın temel görüşü de budur. 87, 98 ve 151 sayılı UÇÖ (ILO) sözleşmeleri uyarınca, çalışanları, "işçimemur" diye ayırarak, YASA ZORU ile ayrı sendikalarda örgütlenmelerini dayatmak olanağı yoktur. Böyle bir yasal zorlama bu sözleşmelere özellikle de 87 sayılı sözleşmenin 2. ve 11. maddelerine açıkça aykırıdır. Tüm çalışanlar, diledikleri sendikalara, işçilerle birlikte üye olabilmeli veya istiyorlarsa ayrı sendikalarda örgütlenebilmelidir. Kimi çalışanların toplu-iş sözleşmesi yapmada tabi olacakları işleyiş ve kuralların farklı olabileceği düşüncesi bu gerçeği ortadan kaldırmaz. Nitekim bugün işçiler için de bu tür farklılıklar vardır. Bu yapılanmayı engelleyici 1982 Anayasasında bile bir hüküm mevcut değildir. Bu nedenlerle, tüm çalışanlar için tek bir "ÇERÇEVE" sendikalar yasası temel istemimizdir. Bu temel istemimiz esas olmakla birlikte, UÇÖ sözleşmeleri ve Anayasa çerçevesinde mevcut 2821 ve 2822 sayılı yasalara ilişkin olarak görüşlerimiz şöyledir. 2821 Sayılı Yasa ile ilgili olarak; 1- 1 ve 2. maddeler yukarıda belirtilen temel istemimize uygun olarak değiştirilmelidir. 2- Sendikaların kuruluş ve işleyişine ilişkin olarak 87 sayılı sözleşmenin 3. maddesine aykırı olan tüm düzenlemeler kaldırılmalı, kuruluş, üyelik, seçme ve seçilme sendikaların kendi organlarının özgür düzenlemelerine bırakılmalı, bunların "demokratik"liğinin denetiminde yargı yolu açık olmalıdır. Bu nedenle, 2821 sayılı yasanın, örgütlenme özgürlüğünü sınırlayan ve koşullara bağlayan 3. madde ve 20. madde arasındaki tüm düzenlemeler kaldırılmalı ya da özellikle 87 sayılı UÇÖ sözleşmesine uygun olarak yeniden düzenlenmelidir. 3- 21. maddede belirtilen sendika üyesi olamayacaklara ilişkin yasaklar kaldırılmalıdır. 4- Sendikaya üyelik ve ayrılmaların noterden yapılma zorunluluğu kaldırılmalıdır.(2821 madde 22) 5- Üyelik aidatı, sendikaların Genel Kurullarında ve üyenin özgür iradesiyle tüzükte belirlenecek bir husustur. Bu konuda herhangi bir sınırlama getirilemez.(2821 Madde 23) 6- Bağlı bulundukları, kanunla kurulu kurum veya sandıklardan yaşlılık, emeklilik veya malüllük aylığı veya toptan ödeme alarak işten ayrılan işçinin sendikasındaki üyelik ve görevinin sona ermesi kabul edilemez, kaldırılmalıdır.(2821 Madde 25 son fıkra) 7- Sendikaların federasyon ve konfederasyon gibi üst kuruluş kurma ve bunlara serbestçe üye olabilmeleri ile uluslararası kuruluşlara üyeliklerini düzenleyen 2821 sayılı yasanın 26.27.28. maddeleri gözden geçirilmelidir. Öte yandan birden fazla Sendikaya üyeliği yasaklayan Anayasa kuralı, yasada sonraki üyeliğin geçersiz sayılacağı şeklinde düzenlenmiştir. Oysa bunun tam tersi olmak gerekir. 8- Yukarıda belirtilen ve özellikle sendikaların kuruluşu ile sendika üyeliğine ilişkin sınırlamaların kaldırılmasına yönelik düzenlemelerin yanısıra, sendikaların bağımsızlıklarının korunması ve etkinlik alanlarının artırılıp, genişletilmesi yönünden de 2821 sayılı Yasada değişiklik yapılması zorunludur. Her ne kadar bu konularda anayasanın 51.52.53 ve 54.maddeleri önemli ve sendikal hak ve özgürlüklerle bağdaşmayan kısıtlamalar getiriyorsa da, kanun koyucu bununla yetinmemiş, bu sınırlamaları olabildiğince genişletip, detaylandırmıştır. Örneğin 1982 Anayasası sadece sendikal kuruluşlara siyasi faaliyette bulunma yasağı! getirirken bu yasak, 2821 sayılı yasada Sendika veya Konfederasyon yöneticilerinin siyasi parti yönetim organlarında görev alamayacakları ve Milletvekili seçilmeleri halinde sendikadaki görevlerinin sona ereceği biçiminde genişletilmiştir. Ayrıca Sendikaların siyasi amaç güdememesi, siyasi partilerden destek görmemesi ve onlara destek olamaması biçimindeki anayasa kuralının, kapsamı, yasada, "Siyasi partilerle ilişki kuramama ve işbirliği yapamama"nın yanısıra "bunlarla hiçbir konuda hiç bir şekilde müşterek hareket edememe"ye değin vardırılmıştır.(2821 madde 37) 9- Sendikaları bütünüyle "siyasetten" soyutlayıp, öte yandan onları idarenin vesayeti altına sokmak, onlar üzerinde çok geniş idari ve mali denetim mekanizmaları kurmak, sendikaları giderek bir devlet kurumuna dönüştürür. Bunun sakıncaları açıktır. Demokratik-sivil toplumun en önde gelen unsurları olan sendikalar bu baskılardan arındırılmalıdır. Ayrıca her ne şekilde olursa olsun kapanan ya da infisah eden bir sendikanın veya konfederasyonun para ve mal varlığının sendikal bir kuruluş dışında herhangi bir kuruma maledilmesi kesinlikle düşünülemez. 2821 sayılı yasanın 40. ve sonra gelen madde hükümleri bu anlayışla gözden geçirilmeli, sendikaların bağımsızlığına gölge düşürücü düzenlemeler ayıklanmalıdır. 10- Yasanın yaptırımları kapsayan II. bölümü, sendikal kuruluşlara ve onların yöneticilerine çok ağır yaptırım ve cezalar öngörürken, yasada belirtilen edimlerini ve yükümlülüklerini yerine getirmeyen işverenlere karşı son derece hoşgörülü bir yaklaşımla düzenlenmiştir. Örneğin, sendika ve konfederasyon yöneticilerinin görevleri sırasında işledikleri suçlardan dolayı-hatta Türk Ceza Kanununun bugün yürürlükten kalkmış maddelerine uyan suçlardan dolayı- mahkum olmaları halinde, yöneticisi bulundukları sendika dahi kapatılabilmektedir. Bu durum "suçun şahsiliği" ilkesine dahi aykırıdır. Oysa, örneğin, sendikadaki yöneticilik görevinin sona ermesi dolayısıyla yeniden işe alınmasını işverenden talep eden bir işçinin bu isteminin yerine getirilmemesi halinde işverenin çarptırılacağı ceza on bin liradan otuz bin liraya kadar "ağır para cezası" dır. Bu ise bu durumdaki işçilerin yeniden işe alınmaması ile eşanlamlıdır ve bu konudaki işçiler açısından son derece önemli yasa kuralı işlemeyecek demektir.(2821 mad. 29 ve 59) Bu durum tersine bir yaklaşımla düzeltilmelidir. 11- Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı'nın, Çalışma yaşamına ilişkin olarak istatistiki bilgileri derleyip yayınlaması yararlı olmakla birlikte bu verilerin, sendikalar için yaşamsal olan toplu-iş sözleşmesi yapabilmek durumuyla ilgilendirilmesi son derece yanlış ve sakıncalıdır. Nitekim böyle olduğu içindir ki, bugün Bakanlıkça yayınlanan veri ve istatistikler gerçeği yansıtmaktan kesinlikle uzaktır.(2821 mad.60) 12- 2821 sayılı yasayla ilgili ve son olarak geçici maddelere de değinmek gerekir. Yasanın, "üyeliğin yeniden düzenlenmesi" başlığını taşıyan geçici 2. madde hükmü, bilindiği gibi, DİSK üyesi sendikalarımıza, Bakanlıkça uygulanmamaktadır. Oysa yasanın yürürlüğe girdiği tarihte faaliyetleri durdurulmuş -askıda- olan sendikalarımıza geçici 1. madde hükmü uygulanmıştır. Geçici 2. maddenin de uygulanması gerekir. Kaldı ki yasaya 25.5.1988 gün ve 3449 sayılı yasayla eklenen geçici 7. madde karşısında bu yönde bir uygulama bize göre yasal dayanağını da bulmuştur. Yine çok iyi bilineceği üzere, Çalışma Bakanlığı'nın istemi üzerine görüş veren Danıştay bu yönde bir boşluğun bulunduğu görüşündedir. Konunun yargıya götürülmeden yeni düzenlemeyle çözülmesi ve açıklığa kavuşturulması uygun olacaktır. Ancak başta vurguladığımız gibi bu konuda sendikamız görüşü, bütün bu koşul ve sınırlamalara gerek olmaksızın konunun temelden çözümlenmesi yönündedir. 2822 sayılı yasa ile ilgili olarak; Toplu-iş sözleşmesi yapılmasına ilişkin olarak temel yaklaşımımız şöyledir. Toplu sözleşmenin yapılması prosedüründe Devlet ve kurumları tümü ile devre dışı bırakılmalı, sorun sendika ile işverenin doğrudan istencine ve ilişkisine bırakılmalıdır. Sözleşme yapmak isteyen sendika, işvereni görüşmeye çağırmalı, işveren sendikayı ciddiye alıyorsa görüşmelere gelmelidir. Görüşmelere işverenin gelmemesi veya anlaşma sağlanamaması halinde sendika, hiçbir prosedüre bağlı olmaksızın grev uygulamasına geçebilmelidir. Bu sistem, kuşku yok ki bir işyerinde yalnızca tek bir sözleşme yapılması zorunlu kuralının da olmamasını gerektirecektir. İşyerinde, işçilerin etkin olarak örgütlü olduğu her sendika yapabiliyorsa sözleşme yapabilmelidir. Bir çok kıta Avrupası ülkesinde durum budur. Bu aynı zamanda işyerlerinde % 51'i bulan sendikanın % 49'nu tahakküm altına almasına son vereceği gibi, sendikalar arası güçbirliğini ve giderek de birliği sağlayıcı özgür demokratik bir işleyişi getirecektir. Ancak, 1982 Anayasası bir işyerinde tek bir sözleşme yapılabileceği hükmünü taşımaktadır. Bu sistem için, Anayasanın bu yasağının kaldırılması istenmelidir. Yukarıdaki temel görüşümüz saklı kalmak kaydıyla 2822 sayılı yasanın UÇÖ (ILO) sözleşmeleri ve 1982 Anayasası karşısında önemli bazı maddelerini irdelemek isteriz. Hiç kuşkusuz, Bunların en başında bir anlamda sendikaların varlık nedeni olan toplu-iş sözleşmesi yapabilmek yönünden kurulu bulunduğu işkolunda çalışan işçilerin yüzde onunu üye yapma önkoşulu ile yetki konusu gelmektedir. Gerek 2821 ve gerekse 2822 sayılı yasalara ilişkin olarak ve sendikal hak ve özgürlüklerin önüne konan engel ve kısıtlamalarla ilgili görüş, bilgi ve doküman "Türkiye'de Sendika Kurma Özgürlüğü var başlığını taşıyan -Konfederasyonumuzca düzenlenen sempozyum Sendikamız yayını kitapçıkta toplanmıştır. özellikle ayrıntılı mıdır?" konusu- Ancak biz yinelemek pahasına kimi konunun altını çizmek istiyoruz. 1- Öncelikle, 2822 sayılı yasanın 12. madde hükmü yürürlükteki anayasaya dahi aykırıdır. Anayasanın "Sendika kurma hakkı" başlığını taşıyan 51. madde hükmüyle çelişir. Zira 12. maddeyle getirilen yüzde on barajı, toplu sözleşmede çoğunluğu belirleme, yetkili Sendikayı saptama koşulu değil, bu alanda faaliyette bulunabilmenin önkoşuludur. O kadar ki yürürlükteki anayasa ve yasaların bizatihi kendisi dahi Sendikaların faaliyetini sadece ve sadece toplu-iş sözleşmesi yapabilmekle sınırlı tutmuş, buna özel bir özen göstermiştir. Söz konusu baraja ilişkin önkoşulun -sınırlamanın- 2821 sayılı yasada değil de; 2822 sayılı toplu-iş sözleşmesi yasasının "yetki" başlığını taşıyan 12. maddesinde yer alıyor olması bu durumu gözlerden kaçırmak içindir. Çünkü, yasa koyucu "Sendikal faaliyetin" önüne konan bu tür barajların mevcut anayasaya dahi aykırı düşeceğini çok iyi bilmektedir. 1971'de yasalaştırılan 1317 sayılı yasanın konuya ilişkin maddesi, Anayasa Mahkemesince, bugünkünden hiç farkı olmayan ve “Sendika kurma hakkı”nı düzenleyen anayasa hükmüne aykırı bulunarak iptal edilmiştir. Bize göre bu barajın 2822'nin 12. maddesine taşınmış olmasının nedeni budur. Bu nedenledir ki, bu tür barajların özellikle de yüzde on üye yapma önkoşulunun yasadan çıkarılması, bu aykırılığın giderilmesi, diğer bir deyişle "anayasaya uygunluğu"nun sağlanması anlamına gelecektir. Bu konuya UÇÖ ilişkileri ve sözleşmeleri açısından bakıldığında ise durum şudur. Konuyu tarihi gelişimi yönünde izlemekte yarar vardır. Türkiye'nin 8.8.1951 tarihinde onayladığı 1949 kabul tarihli, 98 sayılı UÇÖ sözleşmesinin özellikle 4. maddesi bu konuya ilişkindir. UÇÖ'nün 1981 tarihinde 67. Genel Konferansı için hazırlanan Uzmanlar Komisyonu raporunda; Toplu pazarlığın askıya alınması ve 2364 sayılı yasa ile oluşturulan Yüksek Hakem Kurulu uygulamasının 98 sayılı sözleşmenin 4. maddesine aykırı olduğu saptanmıştır. 24 Eylül- 5 Ekim 1984 tarihinde UÇÖ'nün SÖK (Sendika Özgürlüğü Komitesi) iki konuya ağırlık vermiştir. - Toplu-İş sözleşmesi bağıtlamaya yetkili sendikanın belirlenmesi sistemi ve yarattığı sorunlar, - Çalışma Bakanlığı'nca yayınlanan Çalışma İstatistikleri. Bunun üzerine 1984 yılında mevcut hükümet UÇÖ'ne mektup yazarak 2821 ve 2822 sayılı yasalarda 98 sayılı sözleşmeye "tam uygunluk" sağlama sözü vermiştir. 1985 yılında bu konuyu tartışmaya açtıklarını bildirmiştir. 1986 yılında ise mevcut Hükümetin Çalışma Bakanı Mustafa Kalemli; -Türk-İş'in önerdiği, hükümetin kabul ettiği 2822 sayılı yasadaki değişiklikleri kesin olarak UÇÖ'ne göndereceği, - 2822 sayılı yasanın toplu pazarlığı ilgilendiren kurallarının yeniden incelendiği, - Sendikal ilişkiler konusunda mevzuat yönünden ilişkilerin "üçlülük temelinde" yürütülmekte olduğu, - 2822 ile ilgili inceleme sonuçlarının en kısa zamanda UÇÖ'ne rapor edileceği ve nihayet en önemlisi, - 98 sayılı sözleşmenin onaylanmasından doğan yükümlülükler ve UÇÖ Anayasası'nın içerdiği Sendika özgürlüğü ilkeleri ve UÇÖ normlarına "tam uygunluk" sağlamada uygun bir süre içinde her türlü karar ve önlemin alınacağı, konularında UÇÖ'ne yazı ile bildirimde bulunmuştur. 1987 yılında, Türkiye 98 ve 111 sayılı sözleşme (ayrımcılık, 1402 uygulaması) yönünden yine gündeme gelmiştir. 1988 yılında Türkiye'nin bu tutumu nedeniyle Uzmanlar Komisyonunca Kara listeye (özel paragraf) alınması istenmiştir. 1989 yılında, Türkiye hükümetinden 98 sayılı sözleşmenin 4. maddesinin işletilmesi UÇÖ'nce istenmiştir. 1990 yılında daha çok 111 sayılı sözleşme gündeme gelmiştir. 1991 yılında ise hükümet, UÇÖ konferansında, - Barajın kaldırılması için yasa değişikliği, sözü vermiştir. 1992 yılına gelindiğinde, UÇÖ tarafından Türkiye'de iktidar olan koalisyon hükümetine yeni bir şans tanınmış, ancak, Türkiye'nin Endenozya ile birlikte 98 sayılı sözleşmeye aykırı davranmaktan gündeme alınacağı "Not edilmiş"tir. Sonuç olarak, bu nedenledir ki, 2822 sayılı yasanın özellikle 12. maddesinde sözü edilen yüzde on barajının yasadan çıkarılması herşeyden önce Türkiye Hükümetinin 98 sayılı sözleşmeyi onaylamış olmaktan gelen yükümlülüğün gereğidir. Kaldı ki; UÇÖ tarafından bugünkü koalisyon hükümetine tanınan bir yıllık süre, önceki hükümetlerin on yıla varan bir süre izlediği oyalama ve aldatma politikasına (kimseyi kandıramamış olmaları ve Türkiye'nin itibar yitirmesi bir yana) karşılık yaşamın her alanının demokratikleşmesini programına alan yeni hükümete tanınmış bir şanstır. Bu yönüyle sorun Hükümet Sorunu olmaktadır. Uygulamadan hareketle Bakanlığın konuya yaklaşımının görüş ve tutumunun önceki uygulamalardan farklı olup olmayacağının özenle izlenmesi ve gerekenin yapılması gerekli olan davranış olmalıdır. Öte yandan, şunu eklemek gerekir ki, bu tür barajların getirilmesinin amacı kimi çevrelerin ileri sürdüğü gibi sendikal enflasyonun önünü almak, güçlü Sendikacılığı ve birlikteliği sağlamak da olamaz. Zira yasa zoruyla, işçinin gönüllü rızasına dayanmayan sendikal birlik ve güçlülük sağlanamaz. Bunun böyle olduğu, Sendikal etkinin etkisizleştirildiği, sendikalaşmanın geriletildiği işçi sınıfının çok önemli hak kayıplarına uğratıldığı son oniki yıl içinde yaşanarak doğrulanmıştır. 2- Bir işyerinde toplu-iş sözleşmesi yapmak yönünden yetkili Sendikanın belirlenmesi, kısaca yetki konusu, öteden beri her zaman sorun olagelmiştir. Başta değindiğimiz gibi parlamento ve hükümet edenler toplu-iş sözleşme düzenine ve hatta yetki konusuna olabildiğince karışma ve müdahale etme yaklaşımı içinde olmuşlar adeta bir taraf gibi davranmışlardır. Oysa sözleşmenin tarafları bellidir. Yetki meselesinde ise, Bakanlık, bu yaklaşımın sonucu neredeyse tek belirleyici konumuna gelmiş, Sendikalar ve üyesi işçiler devreden çıkarılmıştır. Oysa sorunun çözümü, Konfederasyonumuz DİSK'in öteden beri ısrarla savunduğu gibi çok basit ve tektir. Referandum. Bu yol bir yığın kırtasiyeciliği, gecikmeyi, sürtüşmeyi önleyeceği gibi "işçinin özgürce yetki vereceği Sendikasını belirleme" hakkına saygının da gereğidir. Ne ki, olması gereken bu yönteme hiç başvurulmak istenmemiş, geçmişte yargı kararlarıyla bu yolun açılması durumunda bile "irade beyanı" adı altına işçinin sendikasını özgürce belirleme hakkı sulandırılmıştır. Bugün, sendikanın iç işleyişine, organlarının seçimine dahi, yargı gözetimi altında gizli oy açık sayım yöntemiyle yaklaşan 2822 sayılı yasa mantığı, her yönüyle temel ve demokratik olan bir konuda bu anlayışından uzak kalmıştır. İşçiye, gizli oy, açık sayım yöntemiyle belirlenecek sendikasını özgürce seçme hakkı tanınmalı, referandum yasallaşmalı, bu konudaki tüm düzenlemeler 2822 sayılı yasadan çıkarılmalıdır. Amaç, gerçekten yetkili sendikayı belirlemek ise bunun dışındaki hiçbir düzenleme geçerli ve uygun olmayacaktır. Nitekim bu amaca uygun düşmeyen 2822 'nin konuyla ilgili düzenlemelerinin uygulamada -bunlar tam olarak uygulanmasa bile- çok önemli sakıncaları vardır. Örneğin 2822'nin 13. madde hükmünde "... işçi sendikasının kendisinde bulunan üyelik fişlerini Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı'na yetki için başvurduğu tarihten itibaren üç işgünü içinde işverene vermek zorunda" olduğu kayıtlıdır. Bu durum iş güvencesinin olmadığı ve olmaması yönünden bilinen çevrelerin yoğun baskı ve direnişiyle karşı durdukları ülkemizde, daha yetki aşamasında, bir çok işçinin işine son verilmesi tehlikesini beraberinde getirir. 3- Önemli ve diğer yasa düzenlemeleriyle yakından ilintili olan yukarıdaki iki konu dışında, 2822 sayılı yasada, ele alınması ve gözden geçirilmesi zorunlu pek çok hüküm bulunmaktadır. Toplu-iş sözleşmesi bağıtlama sürecinden, greve ve hatta arabuluculuk mekanizmasının işletilmesine değin mevcut anayasaya aykırı düşmeyecek yeni düzenlemeler önermek ve bunları kurallaştırmak bizce mümkündür. Yeter ki Sendikal Hak ve Özgürlüklerin çerçevesi, asgari UÇÖ normlarına "Tam uygunluk" anlamında çizilebilsin. Hükümet edenlerde bu anlayış egemen olabilsin. ÖRGÜTLENME VE İŞKOLUMUZDA BİRLİK YOLUNDA ATILMIŞ ADIMLAR Genel Yönetim Kurulumuz, 1992 yılı sonlarında üye yazılım kampanyasını başlatırken bütün olanaksızlığa karşın önüne bir yıllık süre koymuştur. Hedef, 1994/Ocak istatistiklerinde birçok işkolundaki işçi sayısından daha çok sayıdaki işçinin üye yazılımıyla barajı aşmak ve üye çoğunluğuna sahip olduğumuz işyerlerine yönelik toplu-iş sözleşmesi yapabilecek konuma gelmek olmalıydı. Bu çalışmanın ilk aşamasında 1993/Temmuz istatistiklerinde Sendikamız SOSYAL-İŞ'in üye sayısı 13799 ve bunun işkolumuzun toplam 355141olan sigortalı işçi sayısına oranı % 3.88 idi. Hiç kuşkusuz 1993 yılının Haziran ayında gerçekleştirilen Fındık-İş'le birleşme olağanüstü Genel Kurulları örgütlenme çalışmalarımıza hız ve ivme kazandırmış katkı sağlamıştır. SOSYAL-İŞ SENDİKASI FINDIK-İŞ SENDİKASIYLA SOSYAL-İŞ ADI ALTINDA BİRLEŞİYOR 13 Haziran 1993 günü Giresun'da toplanan Fındık-İş olağanüstü Genel Kurulunda oybirliğiyle SOSYAL-İŞ Sendikasına katılma kararı alınıyor,19-20 Haziran 1993 günü Ankara'da toplanan Sosyal-İş'in Olağanüstü Genel Kurulunda da tüzük değişikliği yapılarak bu birleşme ve tekleşme kararı büyük coşku ve oybirliğiyle kabul ediliyordu. Daha sonraları sendikal birleşmeler için de yol açıcı olduğuna inandığımız bu birleşmemizin daha iyi anlaşılması açısından, 19.6.1993 günü yapılan Birleşme Genel Kurulunda, Genel Başkanın yaptığı açış konuşmasını aynen buraya alıyoruz. SOSYAL-İŞ SENDİKASININ FINDIK-İŞ SENDİKASI İLE BİRLEŞME AMACIYLA TOPLANAN OLAĞANÜSTÜ GENEL KURULUNDA; SOSYAL-İŞ GENEL BAŞKANI ÖZCAN KESGEÇ'İN YAPTIĞI AÇIŞ KONUŞMASI 19.6.1993-ANKARA Değerli Konuklar, Değerli Basın Emekçileri Sevgili Delege ve İşçi arkadaşlarım; Genel Kurulumuz çok önemli bir gündemle toplanıyor. İşçi sınıfımızın sendikal birliği yolunda önemli bir oluşumu gerçekleştireceğiz. Diğer yandan içinde bulunduğumuz siyasal gelişmeler de, ülkemiz ve emekçi halkımız açışından önem taşıyor. İktidarın büyük ortağının genel başkanlığına yeni bir kişinin seçilmesi, yeni bir hükümetin kurulmasının gündemde oluşu, koalisyonun devam edip etmeyeceği, edecekse nasıl bir program önerileceği, koalisyonun bugüne değin demokratikleşme, özellikle de çalışma yaşamı ile ilgili ne söz verip, neler yaptığı, emekçi örgütlerinin bu konularda neler düşündüğü, geleceğe ne kadar hazırlıklı olduğu; çok önem taşıyor. Emekçilerin birliğinin tüm bu soru ve sorunlarla yakın bağlantısı da, bu genel kurulumuzun gündeminin önemini ortaya koyuyor. İşte bu konuları birbiri ile bağlantılı olarak; özellikle çalışma yaşamını, sendikal hak ve özgürlüklere ilişkin durumu ana hatlarıyla çözümlemeye çalışacağım. Demokrasi ve demokratikleşme herşeyden önce emekçilerin sorunudur. Bir başka deyişle, çalışanların hak ve özgürlükleri, demokratik bir çerçevede ise; o ülkede demokrasinin varlığından ve demokratikleşmeden söz edilebilir. Bunun temel ölçütü ise sendikal hak ve özgürlüklerin ne durumda olduğu, bu alanın ne denli demokratik olduğudur. Bugün bu alan; başta 1982 Anayasası olmak üzere tüm yasal düzenlemeleri ile 12 Eylül rejiminin getirdiği çerçeve ile sınırlıdır. İşte bu noktada DYP-SHP koalisyon hükümetinin bu alana ilişkin neler vaat etmiş olduğuna ve bugüne kadar ne yaptığına bakmak gerekir. Bu alanda 12 Eylül düzenlemelerinde; Anayasada, 2821 ve 2822 sayılı sendikalar, toplu-iş sözleşmesi, grev ve lokavt yasası,dernekler yasası, toplantı ve gösteri yürüyüşleri yasası, iş yasası gibi temel yasalarda herhangi bir düzeltme yapılmış mıdır? Nesnel olarak bu sorulara yanıt aramak zorundayız. Bu yanıt ise ne yazık ki "Hayır"dır. Koalisyon programında bu yasalarda değişiklik yapılacağı, çalışma hayatının ve sendikal hakların UÇÖ standartlarına uygun kurumsallaşmasının sağlanacağı yer almakta idi. Bu alanda yapılan tek şey 6 UÇÖ sözleşmesinin onaylanmasıdır. Bunu önemsemiyor değiliz. Ancak, onaylanan sözleşmelerin iç hukukta işlerlik kazanamaması durumunda bu işlemin göstermelik yapılması tehlikesine de dikkat çekmek istiyoruz. Aşağıda daha ayrıntılı değineceğim. Ancak belirtmeliyim ki, toplantı halinde olan UÇÖ'daki durumumuz bu gözlemimizi doğruluyor. Anayasadaki sendikal hakları kısıtlayan maddeler aynen duruyor. TBMM Başkanının girişimi ile başlayan Anayasa'nın değiştirilmesi ile ilgili çalışmalara, Mecliste temsilcisi bulunan siyasal partilerin verdikleri Anayasa değişikliği önerileri, 1993 Martında TBMM Başkanlığınca kitap halinde yayınlandı. Burada görüyoruz ki DYP'nin çalışma hayatı ve sendikal haklarla ilgili Anayasa maddelerinde hiçbir değişiklik önerisi yoktur. Bunun altını çiziyoruz. SHP ise memur denilen kamu çalışanlarının yasa ile ayrı sendikalar kurmasının anayasa hükmü haline gelmesini öneriyor. Bu iktidar döneminde onaylanan 87 sayılı sözleşme uyarınca, memurlara YASA ZORU ile, işçilerden ayrı olarak sendika kurmalarını dayatmanın olanağı yoktur. Zira 87 sayılı sözleşme, tüm çalışanların-İŞÇİLERİN DEĞİL- özgürce diledikleri sendikaları kurma ve üye olma hakkını garanti altına almaktadır. Dileyen memurlar işçilerle birlikte, dileyenler ayrı sendikalar kurabilecekler veya üye olabileceklerdir. Buna kendi özgür istençleri ile kendileri karar vereceklerdir. Faşist ve otoriter rejimler dışında bu böyledir. Memurlar için zorunlu ayrı sendika yasasını savunanlar, Avrupa'da da böyle olduğunu söylemektedirler. Almanya (sendika ve grev hakkını düzenleyen özel yasa bile yoktur, Fransa, İngiltere, Belçika, Hollanda, İtalya, İsveç gibi ülkelerde sendika yasalarının çok genel çerçevede düzenlenmiş olduğu gizlenmeye çalışılmaktadır. Kaldı ki, bugün ülkemizde MEMUR'un kim olduğu belli değildir. Daha doğrusu bu konuya ilişkin uygulama perişandır. Aynı kurumda işçi-memur aynı işi yaparak çalışmaktadır. Kamu otoritesini kullanan kişi olan memur, bizde adeta kamuda çalışan olmuştur. Koç'un üniversitesi veya Sabancı'nın lisesinde çalışanın işçi,kamudakinin memur, Akbank'ta çalışanın işçi, Ziraat Bankasında çalışanın memur sayıldığı garabet başka nerede vardır. Bu örnekler daha da çoğaltılabilir. Özelleştirmeyi, yaşamın tartışılamaz ve vazgeçilemez tek reçetesi tek doğrusu sayanlara ve bunu sorgulamasız alkışlayanlara soruyorum. Bugün memur çalıştırdığını söylediğimiz kurumlar özelleşince, PTT,TEK,SSK v.s. gibi kurumlarda çalışanlar bir gecede patronları değiştiği için işçi olmayacaklar mıdır? 30 yıldır işçi olan TÖBANK çalışanları bir gecede memur olmamışlar mıdır? 2821 ve 2822 sayılı yasalardaki kısıtlamalar aynen durmaktadır. Bunların ayrıntısına girmeden, önemli bir yasak üzerinde duracağım. 2822 sayılı yasanın toplu-iş sözleşmesi yapmada ÖNKOŞUL'u düzenleyen 12. maddesini ele alacağım. Bu madde sendika kurma hakkının özünü yok etmektedir. UÇÖ'nün yıllarca önce onayladığımız 98 sayılı sözleşmesine de 87 sayılı sözleşmesine de aykırıdır. Türkiye 1983'den beri UÇÖ'de bu nedenle sorgulanmakta, kınanmaktadır. Türkiye Cumhuriyeti hükümetleri yıllardır UÇÖ'ne bu düzenlemeyi kaldırma sözü vermekte, mektuplar göndermekte, ancak sözlerini tutmamaktadırlar. Bu düzenlemeyle, 2822'nin 12 maddesi ile getirilen, toplu-iş sözleşmesi yapabilmek için işkolunda bulunan işçilerin en az %10'unu üye yapma koşulu; sözleşme yapmaya yetkili sendikayı belirleme değil, bu alanda faaliyette bulunabilmenin ÖNKOŞULU'dur. Bıkmadan yinelediğim bir örnek vereceğim. 200 bin işçinin var olduğu bir işkolunda 19.999 işçi bir araya gelip sendika kursa bu işçiler kurdukları bu sendikaları eliyle kendileri için bile toplu-iş sözleşmesi yapamıyorlarsa, burada kurulan sendika şeklidir. Özde sendika kurma hakkı yok edilmiştir. Kaldı ki, hiçbir yerde ve hiçbir zaman sendikaların binlerle, onbinlerle kurulduğu görülmemiştir. Bunun olanağı yoktur. Yaşama uygun değildir. Şurası kesin, bu sınırlama ve baraj sendikal etkinlikte sendikal faaliyette bulunabilmenin zorunlu ve gerekli önkoşuludur. Zira yasanın bizatihi kendisi sendikaların faaliyetini sadece ve sadece toplu iş sözleşmesi yapabilmekle sınırlı tutmuştur. Kısaca bir sendikanın üyeleri adına toplu iş sözleşmesi yapabilme durumu en başta sendikanın varolma nedenidir. Bu barajın yetki meselesiyle karıştırılması ve 2821 sayılı yasada değil de 2822 sayılı yasaya taşınması bu durumu saklamak gözlerden kaçırmak içindir. Aslında bu düzenleme 1970'lerde de yapılmak istenmişti. %10 yerine sendikal faaliyet için 1/3'ü üye yapma koşulu getirilmişti. İşçilerin 15-16 Haziran karşı koyuşları ile geriye gönderildi. 12 Eylül rejimi 15-16 Haziran'ın yaptırmadığını yaptı. Bu gün de sürüyor. Bugün 15-16 Haziran'ı, işçi sınıfının dar sendikal anlayışı aşarak gerçekleştirdiği bu eyleminin sahipliliğini yapmak görevinde olanların birinci görevi, o kazanımı geri almaktır. Bu sağlanmadıkça yapılan herşey moda deyimle nostaljidir. Bu antidemokratik barajın "güçlü sendika" yarattığı "sarı sendikacılığı" önlediğini savlayanlara da söyleyeceklerimiz olacaktır. Bizim işkolumuzda; büro, ticaret, eğitim, kooperatif ve güzel sanatlar emekçilerinin bulunduğu 17 nolu işkolunda resmi rakamlara göre sendikalaşma oranı %20'dir. Bu oranın sahte olduğunu yetkili ve etkililer dahil herkes bilmektedir. Gerçekte bu rakam %10 civarındadır. Yani işkolumuzun en iyimser rakamla %85'i sendikasızdır, işkolumuzda sendikalaşma oranı 1980'lerde %40'lar civarında idi. Bu durum diğer işkolları için de böyledir. Şimdi %10 barajının yarattığı güçlü sendikacılık bu mudur? HAK-İŞ dergisinin Haziran 1993 sayısında yayınlanan yazısında Türk-İş Genel Başkanı Sayın Bayram Meral; demokratikleşmenin, işçi sınıfının ve çalışanların ortak talebi olduğunu, 1982 anayasasının antidemokratik koşullarda sermaye sınıfının istemleri doğrultusunda hazırlandığını ve değiştirilmesi gerektiğini HERKESE HER YERDE, HEMEN DEMOKRASİ istediklerini yazmaktadır. Türk-İş'in en son genel kurulunda 2822'nin 12.maddesi dahil pek çok antidemokratik hükümlerinin kaldırılması karar altına alınmıştır. Tüm bunları Türkiye'de yazıp söyleyen Türk-İş ve Sayın Genel Başkanı UÇÖ'de %10 barajının kaldırılmasına karşı çıkmakta ve bu barajın "sarı sendikacılığı" önlediğini ileri sürmektedir. Doğrusu sendikaları sarı, kırmızı v.s. gibi renklerle tanımlama yanlısı değilim. Bunu doğru da bulmuyorum. Ancak Sayın Meral'in bu yaklaşımı ile Türk-İş için yıllardır kullanılan "sarı sendika" tanımlamasını kabullendiğini üzülerek görmekteyim. Zira Sendikal hareketi, sendikal alanı, sendikal örgütlenme özgürlüğünü, işçilerin özgür istençlerine değil de; yasa ile getirilen kısıtlamalara, yasa zoru ile örgütlenmelere bağlayan anlayış "sarı sendikacılığın" en temel tanımıdır. İşçiye güvensizliğin, çalışanların özgür seçimine dayalı güçlülüğe inanmayışın, çoğulculuğa hayır deyişin ifadesidir. İş güvencesi sağlanmadan %10 barajının kaldırılmasının, işveren denetiminde sarı sendikacılığı getireceğini, 1980 öncesi 917 sarı sendikanın olduğunu da söylüyor Sayın Meral. Soru bir: Bu 917 sarı sendika denilenin eti budu ne idi? Kaç işçiyi temsil ediyorlardı? Bunlar laf. Bugün de resmi istatistiklere göre 50 civarında bağımsız sendika var. İkisi dışındakilerin adını kim sayabilir? Soru iki: Toplu sözleşmeler sonrası işçilerin topluca çıkarılmalarına önceden izin ve icazet verdiği ismen basında yer alan sendikalar hangileri idi ve renkleri ne idi? Soru üç: İş güvencesini toplu sözleşmeye konacak hükümlerle sağlamak olanağı yok mu? Bizatihi sendikalaşamamayı kaldırma rolü oynamıyor mu? doğuran baraj: işgüvencesini ortadan Soru dört: İşgüvencesi; haklı gerekçe olmaksızın işten çıkartmaya engel olmanın adı olduğuna göre; Türkiye gibi ekonomisi olan bir ülkede HAKLI GEREKÇE bulma sıkıntısı olacağını mı düşünüyorsunuz? Türk-İş'i bunları Türkiye'de kamuoyu önünde tartışmaya çağırıyorum. Konuya ilişkin olarak Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı Sayın Moğultay'ın basında yer alan yaklaşımlarına da değinmek istiyorum. Sayın Moğultay UÇÖ'de yaptığı konuşmada %10 barajını kaldırmaya hazır olduklarını, ancak bu konuda sosyal tarafların uzlaşması gerektiğini zira çalışma yaşamının sosyal tarafların uzlaşmasına dayalı gelişebileceğini belirtmiş, Türk-İş'i de ülkede başka, UÇÖ'de başka konuşmakla suçlamış. Türk-İş'in bu iki yüzlü tavrı bilinmeyen birşey olmasa gerek. Ancak Sayın Moğultay'ın bu tavrı, yaklaşımı yanlıştır. Çalışma yaşamının sosyal tarafların uzlaşmasına dayalı gelişeceği değerlendirmesi bir yaklaşımla doğrudur. Esasen UÇÖ'nün bizzat kendisi bu anlayışın ürünüdür ve çalışmaları buna dayanır. Kararları bu uzlaşıya göre oluşur. UÇÖ sözleşmeleri de bunun ürünüdür. Nitekim, 98 sözleşmeler de böyledir. sayılı 87 sayılı Bu sözleşmeleri onaylayan ülke bunların kurallarına uymak zorundadır. İç hukukunu buna uydurmak görevindedir. Anayasaya göre de bunlar kanun hükmündedir. Hukuksal durum bu iken, onayladığınız bir sözleşmenin gereklerini yerine getirmede yeniden bir başka koşul arayacak olursanız, sözleşmeleri niye onayladığınız ve nasıl uygulayacağınız sorusu havada kalır. Diğer yandan Uluslararası Çalışma Örgütü Aplikasyon Komitesinde hükümet sözcüsü sayın Büyükelçi, Türkiye'de tarafların %10 barajının kaldırılmaması konusunda anlaştıklarını söylemiştir. Taraflar yalnızca Türk-İş ve TİSK'midir? Hükümet Türkiye'de saymamakta mıdır? DİSK-HAK-İŞ ve yüzbinlerce işçiyi taraf Hükümet kendisi de taraflardan birisi olduğuna göre, bu konuda, Büyük Elçinin deyişiyle mutabakatın içinde midir? Bu sorular açık yanıt beklemektedir. Ayrıca diğer önemli bir nokta temel insan hakları konusunun tartışma yapılamayacağıdır. Sendika kurma hakkı da bunlardan birisidir ve pazarlık konusu yapılamaz. Zira %10 barajı bu hakkı yok etmektedir. Sendika üyeliğini ve üyeliklerden ayrılmayı noter koşuluna bağlayan-ki Türkiye'de hiçbir örgüt üyeliği için böyle bir koşul yoktur-bu yolla özgür sendikal örgütlenmeyi çok zorlaştırma bir yana, işçinin milyarlarını kelimenin tam anlamıyla TOPRAĞA gömen zihniyet de, bu anlayışların devamından başka bir şey değildir. Kısaca yeni hükümet oluşumuna ve yeni hükümetin demokratikleşme alanına bakışına tüm bunları ve benzerlerini öne alan bir çözümleme ile bakmak ve yaklaşmak zorunluluğu vardır. Bize göre, emekçileri ve çalışanları bekleyen çok zor bir dönem başlamaktadır. Sendikal alanı, çalışma yaşamını, devletin hak verme alanı olmaktan çıkartan, bu alanı özgürlükler alanı durumuna getiren bir anlayış; öncelikle işçi sınıfında, onun memur denilen kesiminde, sendikalarda, siyasal iktidarlarda ve işverenlerde egemen olmalıdır. Bu anlamda sendikal alanı tümüyle toplu sözleşme düzeniyle özgürleştirip, özerkleştirmeden, demokratikleşme gerçekleştirilemez. İşte bu değerlendirmeler ışığında bugün karara bağlayacağımız Fındık-İş Sendikamızla birleşmemize değinmek istiyorum. Bu birleşmeyi %10 işkolu barajının dayatmasına bağlayanlar inanınız yanılmaktadırlar. Bu birleşme her iki sendikanın da içtenlikle inandığı, işyerinde, işkolunda ulusal ve uluslararası alanda sendikal birlik anlayışının somutlanmasıdır. 12 Eylül faşist rejiminin geciktirdiği; bizleri kapattığı hapishanelerde daha da güçlenerek süren birlik gerekliliğinin ürünüdür. Demokrasi ve demokratikleşme mücadelesine, yıllardır sürdürdüğümüz bu uğurdaki savaşıma daha etkin ve daha katkılı devam edebilmenin adıdır. Zira demokrasinin en önemli ölçütü, örgütlülüktür. Emeğin örgütlenmesinin engellendiği bir ortamda demokrasiden söz edilemez. Demokrasiyi yerleştirip geliştirmenin zahmetli kilometre taşlarını özveriyle örmeye çalışıyoruz. İşte, birleşme bir yönüyle de her iki sendika yönetiminde var olan bu anlayışın sonucudur. Fındık-İş sendikasıyla sendikamız Sosyal-İş'in birlik sürecinde ve bütünleşmesinde, yapılmış bir pazarlık, bir protokol yoktur. Bunun önemli olduğunu sanıyorum. Bunun örnek oluşturmasını diliyorum. İki sendika yönetimi birleşmenin gerekliliklerini yerine getirmişlerdir. 13 Haziran günü toplanan Fındık-İş Genel kurulu oybirliği ile yasanın öngördüğü kararı almıştır. Fındık-İş Genel Başkanı Akçin Koç arkadaşımız başta olmak üzere, Genel Yönetim Kurul üyelerine ve tüm delegelere teşekkürlerimi bir kez daha sunuyorum. Sizleri de şimdiden kutluyorum. İşkolumuzda sendikalaşma oranını %60-70'lere çıkarmaya kararlıyız. Bunun için bir yandan örgütleniyoruz, bir yandan hukuksal savaşımımıza devam ediyoruz. Uzun ve gerekli araştırmaların ardından çok kısa süre önce başladığımız örgütlenme çalışmalarımız bu gün onbinlerle ifade edilen düzeye ulaştı. Diğer yandan 2822 sayılı yasanın 12.maddesini Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi'ne götürmeye hazırlanıyoruz. Çalışmalarımız bitme aşamasında. Hem örgütleneceğiz, hem de hukuk savaşı vereceğiz. Barajı yıkacağız. Özgürlükler önünde baraj bırakmayacağız. Sulara gem vuran barajlardan aydınlıklar doğar. Özgürlüklere gem vuran barajlar ise o aydınlıkları boğar. Ekonomik gelişme,demokrasinin aydınlığında olursa insana mutluluk verir ve insanın insanlaşmasına katkı sağlar. Size güveniyoruz. Kendimize güveniyoruz. Hepinize sevgi ve saygılar sunuyorum. 19.6.1993 GENEL BAŞKAN ÖZCAN KESGEÇ 2. GENİŞLETİLMİŞ ÖRGÜT TOPLANTISI 2 Ekim 1993 günü Ankara'da genişletilmiş örgüt toplantısının ikincisi yapıldı. Çalışmalar değerlendirildi. Yeni çalışma programları çerçevesinde yeni hedefler belirlendi. Bu arada il temsilciliklerimizin, Şube oluşumları sürecinin başlatılması gerektiği üzerinde duruldu. Birleşmenin getirdiği maddi ve moral güçle ve bütün kadrolarımızın özverili çalışmalarıyla yoğun bir tempoda geçirilen 1993 sonbaharı sonunda 1994 yılı Ocak ayı istatistiklerinde SOSYALİŞ'in üye sayısının 38.401 ve örgütlülük oranının % 10.64 olduğu resmi gazete ile ilan ediliyordu. Böylece SOSYAL-İŞ zor olanı bütün güçlüklere rağmen bir kez daha başarmış ve hedefe ulaşmış oluyordu. Bu sonucun alınmasında özverili çalışmalarıyla öne çıkan, katkı veren tüm temsilci üye ve sendika kadrolarımızı yürekten selamlıyor ve kutluyoruz. Ancak sadece bir engeli aşmış olduğumuzun da bilincindeyiz. Bitmeyen kavganın doğası gereği önümüze daha bir yığın engeller güçlükler çıkacak, çıkarılacaktır. Bu engelleri birer birer aşarak yeni mevziler kazanarak mücadeleyi sürdürmek SOSYAL-İŞ'in temel anlayışıdır. Sendikamızın ve 1993 Ocak istatistiklerinden başlayarak en son yayınlanan 1994/Ocak istatistikleriyle baraj engelini aşan 15 dolayındaki DİSK üyesi sendikanın bu durumu sadece işverenlerin değil, barajların arkasına saklanarak uzun yıllar seçeneksiz kaldıkları için rahata alışmış, koltuklarını korumaktan başka bir düşünceleri olmayan kimi TÜRK-İŞ üyesi sendika yöneticilerinin de korkulu rüyası oldu. Eriyip gideceklerini, koltuklarından olacaklarını gören bu yöneticiler elbetteki tepki göstereceklerdi. Nitekim bu korkuları dolayısıyla çalışana karşı, hatta üyesi işçiye karşı ne denli sorumsuz bir tutum içinde olabileceklerini gösterdiler. Bu konuya geçmeden önce satır başlarıyla Sendikamız çalışmalarını izlemeyi sürdürelim. 1993 ÖREN TOPLANTISI KAMU ÇALIŞANLARININ GREVLİ TOPLU SÖZLEŞMELİ ÖRGÜTLENME MÜCADELESİ 23-28 Ağustos 1993 günlerinde DİSK Genel Yönetim Kurulu üyeleriyle birlikte DİSK üyesi Sendikaların Genel Yönetim Kurulu üyelerinin katıldığı Ören Abdullah BAŞTÜRK tesislerindeki toplantıya Sendikamızın Genel Yönetim Kurulu üyeleri katıldı. Gündemin başında yine örgütlenme konusu ve bu yönde yapılan bir yıllık değerlendirilmesi vardı. Sendikamız, kamu çalışanları platformu temsilcilerinin de, bir bölümüne katılıp izlediği bir toplantıda, kamu çalışanlarının (memurların) sendikalaşması sorununa ilişkin görüş ve önerilerimizi içeren bir bildiri sundu. Sendikamız üyelerine ve SOSYAL-İŞ'i yakından tanıyanlara bu konu ve sorunla ilgimizi açıklamaya gerek yok. Ancak kamu oyunun bilmesi açısından çok kısa olarak değinmekte yarar görüyoruz. Bu konu ve ülkemizde İŞÇİ-MEMUR ayırımı olarak bilinen sorun 1966 yılındaki kuruluşundan bugüne değin Sendikamız SOSYAL-İŞ'in çalışma ve mücadele gündeminden hiç düşmemiştir. O kadar ki, SOSYAL-İŞ 1967 yılında ilk kez kendilerine "memur" denilerek işçi olmaktan gelen hakları verilmek istenmeyen Sosyal Sigortalar Kurumunda çalışan binlerce üyesinin "GREV" ini örgütleyip, yürütmüş bir sendikadır. Bir anlamda, ülkemizde, kamu çalışanlarının ilk ve tek yasal grevidir bu. Diğer bir ifadeyle kamu çalışanlarının grevli-toplu sözleşmeli örgütlenme haklarını elde etmek yönünde verdikleri onurlu mücadelenin başlangıcıdır. Bugün dahi, başta öğretmenler olmak üzere kendilerine memur denilen ve sayıları milyonlarla ifade edilen kamu çalışanlarının yaklaşık yüzde doksanı Sendikamızın kurulu bulunduğu 17 nolu işkolunun emekçisidir. O nedenle konu, işkolumuzda sendikal birliğin sağlanması açısından ayrıca önem taşır. Sendikamızın 1993 Ören toplantısında sunduğu bildiriyi aynen yayınlıyoruz. DİSK ÖREN TOPLANTISINDA SENDİKAMIZ SOSYAL-İŞ'İN SUNDUĞU KAMU ÇALIŞANLARININ (MEMURLARIN) SENDİKALAŞMASI ÜZERİNE GÖRÜŞ VE ÖNERİLER Bugün Ülkemizde kamu çalışanlarının-yaygın ve bilinen söyleyişle memurların-sendikalaşması olgusu, yıllardır bilinçli olarak engellenmiş, saptırılmış ve biriktirilmiş bir sorunlar yumağı durumundadır. Saptırılan konunun başında "memur" tanımı yer almaktadır. Yalın ve basit bir anlatımla "memur" kamu gücünü, devlet adına doğrudan kullanan ile bu kullanıma doğrudan yardımcı olanların, diğer bir deyişle onlar olmazsa kamu gücünün kullanımında olanaksızlıklar ortaya çıkacağı yadsınamayacak olan çalışanların adı ve hukuksal statüsüdür. Devlet var olduğu sürece sayısı, Devletin niteliğine göre azalacak veya çoğalacak oranda "memur"da var olacak demektir. Başta Avrupa olmak üzere demokrasi ile yönetilen tüm ülkelerde ve konu ile ilgili uluslararası tüm platformlarda, "memur" denilince anlaşılan tanım ve kapsam böyledir. Ülkemizde ise bugüne kadar "memur" olarak tanımlanıp, bu hukuksal statü içine sokulan kamu çalışanlarının durumu, 1961 Anayasasına ve hatta 1982 Anayasasına bile aykırı olarak bilinen biçimde sürdürülegelmiştir. Bu anlayışın sonucu olarak, Ülkemizde idare hukukunun evrensel ilkelerine ve buna bağlı olarak gelişmiş olan uluslararası normlara da aykırı ve zıt bir "memur" tanımı oluşturulmuştur. Bu nedenle, Türkiye'de bu konuya ilişkin olarak yaşanan kaosa son vermek için öncelikle yapılması gereken iş "memur"u bu tanıma uygun kapsam içine almak olmalıdır. Memuru bu çerçevede tanımlama zorunluluğu vardır. Aksi durumda, aynı işi yapan iki insanın kamu kesiminde işçi ve memur olarak yanyana çalıştığı, aynı görevi gören insanların özel sektörde işçi statüsünde, kamuda ise memur statüsünde kabul edildikleri ve yıllarca işçi statüsünde çalışanların bir gecede memur veya bunun aksinin oluverme garabetlerinin yaşandığı hak, hukuk, adalet ve de mantık kurallarıyla bağdaşmayan bu düzen varlığını sürdürecektir. Bugün Türkiye'de işçi-memur ayırımı olarak bilinen bu sorun, ne fiziki ne de hukuki hiçbir ciddi ölçüte sığmayacak denli yozlaştırılmış durumdadır. Memur tanımı içinde düşünülemeyecek çalışanlara memur denilmek suretiyle , kategorinin kapsamını genişletmeyi amaçlayan uygulamanın, kamu çalışanlarının sendikasızlaştırmanın yöntemi olarak yapıldığını bilmeyen yoktur. Kol ve kafa emeği arasındaki farkın azaldığı ve giderek yok olmaya mahkum olduğu dikkate alınacak olursa, çalışanların örgütlenmesini engellemek ya da sendikal hakları farklı kullandırmak amacı ile başvurulan bu yol ve yöntemin çıkmaz bir yol olduğunu görmemek için kör olmak gerekir. Diğer bir saptırma da, Avrupa ülkelerinde memurların ayrı sendikalaştığı ve ayrı sendika yasaları bulunduğu savıdır. Burada dikkat edilmesi ve önemle altının çizilmesi gereken nokta şudur: Memurların ayrı örgütlenmesi, yani işçilerle birlikte aynı sendikalarda örgütlenmemesi başka bir şeydir; memurların YASA ZORU ile ayrı sendikalaşma zorunda bırakılmaları ayrı bir şeydir. Olmaması gereken, memurların YASA ZORU ile, ayrı sendikalarda örgütlenmeleri zorunda bırakılmalarıdır. Böyle bir zorlama olmaksızın memurlarki memur tanımını yukarıda belirttiğimiz kapsamda anlamak gerekir- kendi özgür istençleri ile ayrı sendikalar oluşturuyorlarsa buna kimsenin diyeceği olamaz. Avrupa'da İspanya dışında-Faşist Franko dönemi yasasıdır-memurların yasa ile ayrı sendikalaşmasını dayatan ülke yoktur. Esasen ülkelerin bir kısmında sendikalar yasası mevcut olmadığı gibi, çoğunda sendikalara ilişkin yasalar genel çerçevededir. Bu gün Almanya'da, Ülkemizde memur denilenlerin yüzde doksanı işçi sendikaları ile aynı örgütlülük içindedir. Türkiye'nin yeni onaylayıp kabul ettiği ve anayasaya göre yasa hükmünde olup, anayasaya aykırılığı dahi ileri sürülemeyecek olan 87 sayılı UÇÖ sözleşmesi ve özellikle de bu sözleşmenin 3.maddesi uyarınca, MEMURLARA YASA ZORU ile ayrı sendikalarda örgütlenmelerinin dayatılması olanağı yoktur. Öte yandan bugün yaşadığımız somut durumda kendilerine memur denilen kamu çalışanlarının sendikal işçi örgütlenmeleriyle bir ve birlikte olmaları, bu alanda verilen mücadelenin mesafe alması, ivme kazanması açısından da son derece önemlidir. Böylece, yıllardır farklı statü biçiminde bilinçli olarak sürdürülegelen yapay bölünme ortadan kalkacak, sınıfın sendikal hareketi ve mücadelesi nitelik ve nicelik yönünden güç kazacaktır. Türkiye işçi sınıfının yarım asra yaklaşan sendikal hareketi; bu mücadele deneyimi ve birikimiyle, örgütlülüğüyle, kadrolarıyla ve maddi olanaklarıyla Türkiye'de kurumsallaşmış önemli bir güçtür. Bu kazanıma sahip çıkıp, katkıda bulunmak yeni ve ayrı oluşumların yapılanmasına gitmekten çok daha doğru bir yol olarak yeğlenmelidir. Bu konuda bir diğer saptırma da, memurların toplu sözleşme ve grev haklarının hiçbir ülkede işçilerle aynı olmadığının savlanmasıdır. Bunu ileri sürenler, tüm dünyada işçilerin toplu sözleşme ve grev yapma haklarını kullanırken sanki aynı yol, usul ve koşullara uydukları izlenimini özellikle yaratmaktadırlar. Türkiye'deki barajlar, grev yasakları, toplu sözleşme prosedürü gereğince uyulması zorunlu kurallar, bir işyerinde yalnızca bir sendikanın toplu sözleşme yapabilmesi, %49'un %51'e boğdurulması v.s. gibi çoğaltılabilecek örnekler acaba hangi ülkelerde vardır veya aynen geçerlidir. Bunları söyleyenler aslında, memurların toplu sözleşme ve grev haklarını tümden yok sayanlar ve buna bağlı imişcesine de memurların ayrı sendikalaşması gerektiğini savunanlardır. Çalışanların toplu sözleşme hakkını yok sayan hiçbir uluslararası metin ve demokratik ülke yoktur. UÇÖ bazı çalışanlar için, özellikle de polis ve ordu mensupları için ülkelerin grev yasağı koyabileceğini kabullenmiştir ki bu çok özel bir istisnadır. Memurların toplu sözleşme yapma biçim ve yöntemlerinin kimi ülkelerde işçilerden farklı biçimde işliyor olması bu hakkı ortadan kaldırmadığı gibi, bu nedenle memurlara yasa zoru ile ayrı sendikalaşmanın dayatılmasını gerekli ve haklı kılmaz. 87 sayılı sözleşmenin 3.maddesi ÇALIŞANLARIN-yalnız işçilerin değilözgürce istedikleri sendikaları kurma ve üye olma haklarını güvence altına almıştır. Bir kez daha yineleyelim ki, demokrasi ile yönetilen ülkelerde memur tanımı ve kapsamı kesinlikle bizdeki tanım ve kapsam değildir. Ayrıca, bugün yürürlükte bulunan 2822 sayılı toplu iş sözleşmesi grev ve lokavt yasası; 29 ve 30.maddeleri ile çok geniş bir işçiler ve çalışanlar grubu için grev yasağı getirmiş bulunmaktadır. Grev yasağı içinde bulunan işçiler ile bulunmayan işçiler aynı sendikada örgütlü durumdadırlar. Ülkemizde kamu çalışanlarının sendikal örgütlenmeleri konusundaki egemen anlayışa uyan bir deyiş geliyor aklımıza: "korkulu rüya görmektense uyanık olmak iyidir" Çalışanlar örgütlenirse, grevli toplu sözleşmeli sendikal haklarını alırlarsa, bunların ardından başka şeyler de gelir... Bugün uygar dünyayı bize güldüren bu çağdışı anlayışla, tüm çalışanların sendikal örgütlenmelerini korkulu bir rüya gibi görerek uyanık durmaya çalışanlar, boşuna uykusuz kalmasınlar; halkımız ve tüm çalışanlarımız yeterli demokratik erginliğe sahiptirler. Korkulacak hiç bir şey yoktur. Örgütlü toplumu, yıllardır nerede ise, ülkemiz için bir potansiyel tehlike olarak gören çağdışı bir anlayışın, devleti yönetenlere hakim olması nedeniyle demokrasimiz bir türlü gelişememektedir. Oysa demokrasinin en önemli ölçütü, örgütlülüktür. örgütlenmesinin engellendiği bir ortamda demokrasiden de söz edilemez. Emeğin Ülkemiz için asıl tehlike, insanların örgütlenmeleri değil, bu örgütlülüğe engel olunması, örgütlenmenin önüne yasaklar ve barajlar konulmasıdır. Sonuç olarak yukarıdan beri açıklanan nedenlerle DİSK; 1- Ülkemizde "memur" tanımının kamu gücünü doğrudan kullanan ve onlara doğrudan yardımcı olanlar biçimine sokulmasını, 2- Tüm çalışanların, ister işçi ister memur olsunlar, kendi özgür istençleri ile aynı sendikalarda örgütlenmelerini, memurlara YASA zoru ile ayrı sendika zorunluluğunun dayatılamayacağını, bunun 87 sayılı UÇÖ sözleşmesine aykırı olduğunu, 3- Öncelikli olarak; 2821 ve 2822 sayılı yasalarda yer alan sendikal hak ve özgürlüklere ve UÇÖ sözleşmelerine aykırı antidemokratik düzenlemelerin derhal kaldırılmasını ve ivedi olarak yine bu yasalarda yer alan "işçi" sözcüklerinin "çalışanlar" olarak değiştirilerek, tüm çalışanların aynı sendikalarda örgütlenebilmelerinin, toplu sözleşme ve grev haklarını kullanabilmelerinin yasal çerçevesine kavuşturulması zorunluluğunu, saptar ve talep eder." ortak kararına varmalıdır. SOSYAL-İŞ GENEL KURULU ŞUBE OLUŞUMLARI VE ŞUBE GENEL KURULLARI 1994 Martına gelindiğinde, Kayseri Temsilciliği dışında bütün il temsilciliklerimizin şube biçiminde örgütlenişi gerçekleştirilmiş bulunuyor.(Adana, Ankara, Eskişehir, Giresun, Kocaeli, İstanbul, İzmir ve Trabzon Şubelerimiz kurulmuştur.) Şubelerimiz oluşumlarından kısa bir süre sonra Genel Kurullarını toplamaya hazırlanıyordu. Bu çalışma raporu Sendikamız Sosyal-İş'in 8. Olağan Genel Kuruluna katılacak delegelere ulaştığında bütün şubelerimizin genel kurulları tamamlanmış olacaktır. Çok kısa başlıklarla uzmanlık daire çalışmalarımıza, daire ayrımı gözetmeksizin değinmek istiyoruz. Zira bu rapordan da anlaşılacağı gibi SOSYAL-İŞ'in bu dönem bütün faaliyeti, sendikal mücadele alanında var olabilmek için örgütlenme çalışmalarında odaklaşmak zorundaydı. Böyle de olmuştur. Ancak yapmakta olduğumuz 8. dönem Genel Kuruldan sonra oluşacak yönetimin, yetki sorumluluk ve etkinlik sınırları belirlenmiş uzmanlık daireleri temelinde çalışmalarını yürütmek şansı olabilecektir. "1 MAYIS" LAR 1 Mayıs 1992 üç konfederasyonun katılımıyla Ankara'da salonda kutlandı. Salonda da olsa sınıfının birlik, dayanışma ve mücadele gününde sendikal örgütlenmelerin birlikteliği önemliydi. Gelecek 1 Mayısların alanlarda hep birlikte kutlanabilmesi açısından bu bir başlangıç olabilirdi. Ne var ki 1993 1 Mayısında bu birliktelik sağlanamıyor, İstanbul'da DİSK ve TÜRK-İŞ ayrı ayrı tören düzenliyordu. DİSK'in öncülüğünde demokratik kitle örgütleri ve diğer örgütlenmelerle birlikte İstanbulPendik'te kutlanan 1 Mayıs 1993, daha görkemli ve coşkulu bir tören oldu. Üç konfederasyon 1 Mayıs 1994'de İstanbul'da yine bir araya geldi. Diğer örgütlenmelerin katılımıyla 1 Mayıs yığınsal olarak kutlandı. Her üç 1 Mayıs'ta da SOSYAL-İŞ vardı. Alanlarda, gelecek güzel günlere, aydınlık günlere olan hasretimizi haykırdı. Ayrıca Adana-Mersin'de ve İzmir'de yapılan 1 Mayıs törenlerine Sosyal-İş üye, temsilci ve Şubeleri etkin biçimde katıldı. SENDİKAMIZ ÇALIŞMALARINA TOPLUCA BAKIŞ Geçtiğimiz dönem yoğun ve uzun süreli örgütlenme çalışmaları sürdürdüğümüz ve bini aşkın işçinin çalıştığı Eskişehir-Anadolu Üniversitesi ve bu üniversite bünyesindeki işyerleri ile Fındık Tarım Satış Kooperatifleri Birliği (Fiskobirlik) ve bağlı kooperatif kuruluşlarının ayrı bir yeri ve önemi vardır. Her iki kuruluşta da 2822 sayılı yasaya göre toplu-iş sözleşmesi yapabilmek yönünden yetki işlemleri (prosedür) başlatılmıştır. Yine ayrıca yetki girişiminde bulunduğumuz Adana-Güney Belediyeleri A.Ş. (Mavi Marketler ve Mavi Radyo) ile İstanbul-Beşiktaş Belediyesinin BELTAŞ (Beşiktaş Belediyeleri Halk Pazarları İşletmesi ve Ticaret A.Ş.), Ankara Çankaya Belediyesinin BELDE A.Ş. (Çankaya Belde Gıda Sanayi ve Ticaret A.Ş.) unvanlı işyerlerinde Borçlar Yasasına göre bağıtlanmış sözleşmelerimiz vardır. İstanbul-BELTAŞ işyeri 1993 yılı ortalarında üyesi oldukları ve bu işyerinde bağıtlanmış toplu-iş sözleşmesi bulunan Tez Koop-İş Sendikasından bütünüyle istifa ederek Sendikamıza üye olmuşlar ve 1 Ocak 1994 tarihinde başlayacak yeni dönem toplu-iş sözleşmesinin yapılması konusunda Sendikamızı yetkili kılmışlardır. İşyerinde bir tek üyesi kalmamış olmasına karşın yetki girişiminde bulunan ve hatta Bakanlıktan yetki alan Tez Koop-İş Sendikasının almış olduğu bu yetki mahkemece iptal edilmiş, Sendikamız Sosyal-İş 1994 Mart sonlarında bu işyerinde sözleşme bağıtlamıştır. İnşaat Mühendisleri Adana Odası ile Sözleşmesi (toplu sözleşme) yapılmıştır. aynı Odanın Kayseri Şubesinde Kollektif İş Yine İzmir Bornova Belediyesine ait BORMAR, (Temel Tüketim Maddeleri Tic.Ltd.Şti.) Denizli BELTAŞ, İstanbul Kartantaş A.Ş.,(DEÇEMKO) Demir Çelik İşletmeleri Mensupları Sosyal Yardım Vakfı ve bağlı işyerleri örgütlenerek yetki girişiminde bulunulan bazı işyerleridir. Önümüzdeki dönem planlı, programlı ve sonuç alıcı örgütlenme çalışmalarımızın yoğunlaştığı bir dönem olmasının yanısıra, karşı sendikanın sorumsuz yaklaşım ve tutumu nedeniyle yetki süreçlerinde itirazların sıkça yaşanacağı bir dönem olarak görülmektedir. Zira SOSYAL-İŞ'in kurulu bulunduğu 17 nolu işkolu işçisi, Sendikal mücadelesini bu işkolunun Sendikasında SOSYAL-İŞ'de bütünleşerek vermek eğilimindedir. Bu durum sarı sendika kıskacındaki işçiler için daha da geçerlidir. Yukarıda açıklanan yoğun çalışma gündeminin arasına SOSYAL-İŞ, sendikal mücadelenin bir bütün olduğu gerçeğinden hareketle, eğitim gibi, araştırma basın yayın ve hukuk çalışmaları v.b. gibi sendikal etkinlikleri mücadele sürecine katmayı bilmiştir. Sendikamızın, örneğin, işçi eğitimine yaklaşımı işçiye bir takım kuru bilgilerin aktarılması demek değildir. İşçinin mücadele içinde yer almasını sağlayan, bunu gözeten her eylem onun eğitimi anlamına gelir. Bu bağlamda örgütlenmeden iş ve işyeri sorunlarının tartışıldığı toplantılara, toplu-iş sözleşme taslağının hazırlanmasına ve sözleşme görüşmelerinin yürütümüne ve grev uygulamasına varan süreçte işçinin katılımının sağlanması büyük önem taşır. Bu eylemde işçi, "Sendika" nın kendi örgütlü gücü olduğunun bilincine varır. Bu örgütlü gücün ya da örgütlenmenin işlevini yerine getirebilmesi açısından yine kendi istem ve katılımıyla tüzüksel bir yapıya, işleyişe kavuşması gerekliliğini görür. Kendine ve örgütüne olan özgüveni gelişir, pekişir. Bu nedenle SOSYAL-İŞ SENDİKASI'nın ana tüzüğü, sık sık başvurulması gereken temel belge niteliğindedir. Geçtiğimiz dönemde Sendikamız bu yaklaşımla bir dizi çalışmalar yaptığı gibi, eğitsel yayınlarla bu çalışmalara destek olmuştur. Özellikle yeniden yapılanma döneminde Sendikal mücadelenin başarılı olabilmesi ve görevlerin yerine getirilmesi bir bakıma bilinçli yönetici kadroların bulunmasını gerektirdiğinden bu kadroların yetişmesine önem verilmiştir. DİSK'in Ankara ve İstanbul'da düzenlediği sendika temsilci ve yöneticilerine yönelik seminerlere, Silivri'de ASK, DİSK ve TÜRK-İŞ'in ortaklaşa katkılarıyla düzenlenen konusunu Avrupa Birliğinin oluşturduğu toplantıya Sendikamız Yönetici ve Temsilcileri katılmıştır. Sendikamızca Eskişehir Anadolu Üniversitesi işyerinde çalışan üyelerimize yönelik bir günlük seminer düzenlenmiştir. Önümüzdeki dönem Temsilci ve yöneticilerimizin yetkinleşmesi ve birikimlerinin zenginleştirilmesiyle teknik bilgi donanımlarının sağlanması amacıyla düzenlenen ve daha çok bilgi aktarımı niteliğinde olan bu seminerler ve diğer eğitsel etkinlikler önümüzdeki dönemde üyelerimizi de kapsayacak biçimde yaygınlaştırılıp, sıklaştırılmalıdır. Bütün bunların yanıtına SOSYAL-İŞ SENDİKASI, sınıf ve kitle sendikacılığını, diğer bir ifadeyle işçilerin sermaye sınıfına karşı çıkarlarının birlikteliğini esas ve temel alan bir sendikal anlayışın sahibi olarak, Sendikanın, sermaye sınıfı, devlet, hükümet ve her türlü siyasal parti örgütlenmeleri karşısında, örgütsel ve ideolojik bağımsızlığını özenle koruyarak, politika ile yakından ilgilenilmesi gerektiğine inanmaktadır. Çünkü politika, toplumla ilgili, bütün kararların alınma sürecidir. Demokrasi ise bir anlamda politikanın toplumsallaşması demektir. İşçinin, emekçinin yaşamını çok yakından ilgilendiren politikaya ve politik oluşumlara yabancı kalması istenemez, beklenemez. Tam tersi, işçilerin bu politikaların belirlenmesine ve politik süreçlere katılımı, katkıda bulunmaları gerekir. Bu da ancak çoğulcu katılımcı demokrasinin uygulandığı ortamda gerçekleşir ve gelişir. Bu bakımdan demokrasi ve demokratikleşme mücadelesinde, demokratik kitle örgütlerinin ve temsilcilerinin böyle bir ortamın oluşup gelişmesine katkıda bulunmaları demokrat olmanın gereği ve görevi olmaktadır. Geçtiğimiz iki yıllık çalışma dönemi içinde Sendikamız, 11 sayı SOSYAL-İŞ GAZETESİ, 4 sayı Haber Bülteni, 3 adet Eğitim Broşürü, 2 adet Sözleşme kitapçığı, 2 adet de Anatüzük kitapçığının basım ve yayınını gerçekleştirmiştir. Ayrıca lokal düzeyde, işyerlerine, ünite ve sektörlere ve bölgelere yönelik yayınlarımız da olmuştur. Lokal ve güncel sorunlar için ivedi olarak çıkarılmasını düşündüğümüz SOSYAL-İŞ Haber Bülteni, önümüzdeki dönemde daha sık ihtiyaç duyulan bir yayın olacaktır. Aylık periyodik olarak üyelerimize ve kamuoyuna dağıtılan sendikamız gazetesinin ise içeriğinin, hacminin ve teknik niteliğinin daha da geliştirilip zengileştirilmesi hedefimizdir. Gazetemize yerel haber ve görüntülerin olabildiğince yansımasının önemi vardır. Türkiye'de Sendika Kurma Özgürlüğü Var mıdır?, ILO, (UÇÖ) Sözleşmeleri ve DYP-SHP Koalisyon Hükümetlerinin Çalışma Yaşamına İlişkin Olarak Verdikleri Sözler, Neler Yaptılar ve Sonuç başlıklı kitapçıklar eğitim dizisi olarak yayınlanıp dağıtılmıştır. Geçen dönem yoğun bir çalışma içinde olduğumuz diğer bir sendikal etkinlik alanını da Hukuksal çalışmalarımız oluşturur. Geçtiğimiz dönemde Sendikamız, salt 12 Eylül'ün çalışma yaşamına getirdiği dar, kısıtlayıcı ve antidemokratik hukuksal yapı ile mücadele etmek zorunluluğuyla yetinmemiş, bunun yanısıra SOSYAL-İŞ'in 12 yıl faaliyetten alıkonulması sonucu ortaya çıkan hukuksal alandaki yeniden yapılanma sorunlarıyla da uğraşmak zorunda kalmıştır. Çalışmalarını Ankara, İstanbul ve Giresun'da deneyimli, geçmiş yıllarda da sendikamıza hizmet ve gönül vermiş dört sözleşmeli avukat arkadaşımızla yürüten Hukuk Dairemizin açtığı ve yürüttüğü davalar arasında özellikle işyeri yetki davaları, işkolu barajına yönelik dava ve ILO sözleşmelerine aykırı olmasının yanısıra, sendika kurma özgürlüğünü sınırlamasıyla mevcut anayasaya dahi aykırı düşen % 10 baraj konusunun Avrupa İnsan Hakları Komisyonuna (mahkemesine) götürülmüş olmasını sayabiliriz. Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı'nın 1993/Ocak ayı istatistiklerine, SOSYAL-İŞ'in ve diğer Sendikaların % 10 işkolu barajını aşıp aşmadıkları yönünden kısaca yetki yönünden değil, bu istatistiksel tespitlere ve bu istatistiklerin "Sendika kurma özgürlüğünü" yok eden uygulama alanına iş mahkemesi nezdinde itiraz edilmiş ve dava izlenerek diğer üst yargı organlarından biran önce çıkması sağlanıp hukuk yolları tüketilerek, dava konusu Avrupa İnsan Hakları Komisyonuna taşınmıştır. Tahmin edileceği gibi çok önemli sonuçlar doğurabilecek bu davanın içeriği konusunda komisyonun işleyiş ve çalışma yöntemi gereği fazla bilgi veremiyoruz. Ancak şunu belirtmeliyiz ki bu dava, yasalarda halen yer alan 12 Eylül kalıntısı antidemokratik düzenlemelerin ve en başında da % 10 işkolu barajının kalkması, kaldırılması yönünde SOSYAL-İŞ'in verdiği mücadelenin bir parçasıdır. Geçtiğimiz çalışma döneminde Genel Yönetim Kurulumuzca oluşturulmasına karar verilen bütün uzmanlık daireleri işleyişi, yetki, sorumluluk ve görev alanları tanımlanıp belirtilmek suretiyle yönetmeliklere bağlanmış ve 1994 yılı başından itibaren bu işleyişe uygun yazışma ve dosyalama planı yeniden düzenlenerek yürürlüğe konmuştur. Bu bölümü bitirirken geçen dönemde, (13 Nisan 1992 - 25 Mayıs 1994 tarihleri arasında) Genel Yönetim Kurulumuzun 88 karar sayılı toplantıyı gerçekleştirmiş bulunduğunu, aynı daire içinde Sendikamıza gelen evrak-yazı-sayısının 1032, Sendikamızdan çıkan evrak -yazı sayısının ise 1752 olduğunu belirtelim. Ayrıca yine, Geçtiğimiz dönemde, Fransa Konfederasyonu (CFTT)'nin çağrılısı olarak 30 Eylül-6 Ekim 1992 tarihleri arasında Fransa'ya giden DİSK heyetinde Sendikamız Genel Yönetim Kurulu üyesi Mehmet Oktay'da yer almış, Genel Sekreterimiz H.Bedri Doğanay ise, DİSK heyeti içinde Bulgaristan Bağımsız İşçi Sendikaları Konfederasyonu (CITUB)'nun 8-10/Ekim/1993 tarihlerinde Sofya'da yapılan Genel Kuruluna katılmıştır. YETKİ İTİRAZLARININ YARATTIĞI KARMAŞA ve SENDİKAMIZ İLE İŞKOLUMUZUN DİĞER SENDİKALARI Önemi dolayısıyla 1994 Ocak istatistiklerindeki tespitlere karşılıklı itirazların yarattığı karmaşayı raporumuzun bu bölümünde bir kez daha açıklamak istiyoruz. Gerçekleri, konuya ilişkin olarak bugünkü somut durumu ve sendikaların tutumunu yakalamak için, kanıt belgeleri aynen almak yeterli olacaktır. Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığının 1994 Ocak istatistiklerinin de 17 Ocak 1994 gün 21821 sayılı resmi gazetede yayınlanarak ilan edilmesi üzerine, Sendikamıza bu istatistiklerde % 10 barajını aşmış olduğu belirtilen işkolumuzdaki TÜRK-İŞ üyesi iki sendikaya hiç zaman yitirmeksizin 17 Ocak 1994 günü aşağıdaki yazıyı göndermiştir. (Yayınlanan bu istatistikte DİSK üyesi SOSYALİŞ'in üye sayısının 38.401, işkolundaki sendikalaşma oranının % 10,64, Türk-İş üyesi TEZ-KOOP-İŞ Sendikasının üye sayısının 44082, oranının % 12.22 ve TÜRK KOOP-İŞ Sendikasının ise üye sayısının 38534, oranının % 10.68 olduğu belirtiliyor. Dolayısıyla bu üç sendikanın, yasanın işyerlerinde ya da işletmelerde toplu iş sözleşmesi yapabilmek yönünden öngördüğü % 10 önkoşulunu -barajı- aşmış bulundukları görülüyordu.) 17 Ocak 1994 günü Sendikamız SOSYAL-İŞ, Türk-İş üyesi iki sendikaya Tez-Koop-İş'e, Türk Koop-İş'e aşağıdaki yazıyı göndermiştir. ÇAĞRI (1) Belge: (1) Tarih:17 Ocak 1994 Sayı : Eş.D./201-1234 TEZ KOOP-İŞ SENDİKASI GENEL BAŞKANLIĞINA ANKARA 1- Tüm demokratik kamuoyunun bildiği, demokratik sendikaların da kabul ettiği gibi, 12 Eylül rejimi, pek çok alanda olduğu gibi özellikle de çalışma yaşamında antidemokratik, çağdışı, uluslararası ölçütlere aykırı sermaye sınıfının çıkarlarına uygun düzenlemeler getirmiştir. Bu düzenlemelere karşı, Konfederasyonumuzun yürüttüğü çok yönlü mücadele ortadadır. ve Sendikamızın Bu alandaki pek çok düzenlemeye üyesi bulunduğunuz TÜRK-İŞ'çe de karşı çıkılmakta olduğu, bunun TÜRK-İŞ Genel Kurul kararları içinde de yer aldığı tarafınızdan da biliniyordur. Bunların önemlilerinden birisi de 2822 sayılı toplu-iş sözleşmesi Grev ve Lokavt Yasasında yer alan, Sendikaların Toplu-İş Sözleşmesi yapabilmesinde, işkolundaki işçilerin en a % 10'unu üye yapma önkoşuludur. Hiçbir demokratik sendikanın, özünde sendika kurma hakkını da yok eden bu önkoşulu benimsemesi, onun arkasına sığınması kuşkusuz düşünülemez. İşçiler; diledikleri sendikayı özgürce seçmeli, işyerinde çoğunluğu üye bulunduran sendika, başkaca ön koşul aranmaksızın özgürce toplu-iş sözleşmesi yapmalıdır. 2- Baraj ön koşulu, bileceğiniz gibi, Yargıtay 9. Hukuk Dairesi'nin son günlerde verdiği bir kararla; yasal bir düzenleme yapılmazsa, ülkemizde 1994 OCAK AYINDAN İTİBAREN 2822 SAYILI YASAYA GÖRE TOPLU-İŞ SÖZLEŞMESİ YAPILMASINI FİİLEN YOK EDECEKTİR. Yargıtay bu kararında, işkolu istatistiklerine itiraz edilmesi halinde, istatistikler kesinleşinceye kadar, sendikaların toplu-iş sözleşmesi yetki alma işlemlerinin yapılamayacağını hükme bağlamaktadır. 1993 yılı Ocak ayı istatistiklerine yapılan itirazların 1994 Ocak ayının şu günlerinde bile hala sonuçlanmamış olduğu kuşkusuz bilgilerinizdedir. 3- 1994 OCAK istatistiklerine, sendikalar olarak karşılıklı itiraz etmemiz halinde, bu itirazlar sonuçlanıncaya kadar, sendikalarımız, üyeleri adına toplu sözleşme yapamayacaklardır. İtirazların sonuçlanmasının uzun süre alması arkasından gelecek Temmuz istatistiklerine aynı itirazların yapılması, zincirleme olarak, toplu sözleşme yapma hakkını fiilen yok edecektir. BUNDAN İSE İŞÇİLERİN ZARAR GÖRECEĞİ KUŞKUSUZDUR. BUNUN SORUMLUSU İSE BU KONUDA GEREĞİNİ YAPMAYAN SENDİKALAR OLACAKTIR. 4- Sendikamız, antidemokratik % 10 barajının kalkmasından yanadır. Bu alanda Avrupa İnsan Hakları Komisyonuna şikayet hakkını kullanma dahil her türlü yasal mücadeleyi sürdürmektedir. Hiçbir demokratik sendikanın; ülkemizde istatistiklerin ifade ettiklerinin ne anlama geldiğini herkesin bildiği -istatistiklere göre barajı geçmiş görünen sendikaların daha da iyi bildiği- bu barajın arkasına sığınmayı kabulleneceğine ihtimal vermek istemiyoruz. TÜM BUNLARIN IŞIĞINDA; BAKANLIĞIN YAYINLADIĞI İSTATİKTİKLERE -KARŞILIKLI OLARAK İTİRAZ ETMEMEYİ- BU YOLLA İŞÇİLERİN SÖZLEŞMESİZ KALMAMASINI SAĞLAMAYI- SENDİKAL REKABETİ BARAJLARA SIĞINMADAN HİZMET YARIŞINA DÖNÜŞTÜRMEYİ- İŞYERLERİNDE İŞÇİLER HANGİ SENDİKAYA ÜYE İSE -SÖZLEŞME HAKLARINI O SENDİKA ELİYLE SAĞLAMAYA KAVUŞMALARINI PEKİŞTİRMEYİ ÖNERİYORUZ. BUNU YAPMAZSAK; BU KONUDA GEREĞİNİ YAPMAYAN SENDİKANIN İŞÇİLERİN GÖZÜNDE DÜŞECEĞİ DURUMA İŞÇİLER KARAR VERECEKTİR. % 10 barajını aşmış bir sendika olarak; istatistiğin yayınladığı 17.1.1994 tarihinden, yasanın itiraz için öngördüğü 15 günlük sürenin bitim tarihi olan, en son gün 31.1.1994 tarihine kadar, yanıtınızı bekleyecek ve itirazda bulunmayacağız. İvedi yanıtınızı bekler, en iyi dileklerimizle başarılar dileriz. GENEL BAŞKAN ÖZCAN KESGEÇ GENEL BAŞKAN YRD. AKÇİN KOÇ NOT: Bu yazımız fax'la gönderilmiş ayrıca da iadeli taahhütlü olarak adresinize postalanmıştır. DAĞITIM: 1- TEZ-KOOP-İŞ Genel Başkanlığı 2- TÜRK KOOP-İŞ Genel Başkanlığı Bu çağrımıza 25 Ocak 1994 gününe kadar yanıt vermeyen TEZ KOOP-İŞ Sendikası bu tarihte Sendikamıza 26 Ocak 1994 günü ulaşan aşağıda aynen aldığımız yazılarını gönderiyordu. Belge: (2) 25.01.1994 SOSYAL-İŞ SENDİKASI GENEL BAŞKANLIĞINA ANKARA İlgi: 17.01.1994 tarih ve Eş.D./201-1234 sayılı dağıtım yazınız. 12 Eylül Rejiminin; pek çok alanda olduğu gibi çalışma yaşamında da Anti-demokratik, çağdışı, uluslararası ölçütlere aykırı, sermaye sınıfının çıkarlarına uygun düzenlemeler ile işçi sınıfını kıskaca aldığı bir gerçektir. Konfederasyonumuz TÜRK-İŞ ve Sendikamız Genel Kurullarında alınan kararlarla bu kıskaçtan kurtulmak ve işçi sınıfı aleyhine düzenlemelerin ortadan kaldırılması konusunda her platformda mücadele etmekte olduğumuz kamu oyunca çok iyi bilinmektedir. Yazınızın ikinci bölümünde sözü edilen, YARGITAY 9.HUKUK DAİRESİ Kararı nedeniyle "işkolu istatistiklerine yapılan itirazlar sonuçlanıncaya kadar toplu iş sözleşmesi akdetme" yetkisi konusunda karşılaşılacak olumsuzlukların yaşanacağını da biliyoruz. İşçi sınıfına karşı tarihi sorumluluk taşıyan sendikalar olarak; karşılaşılacak olumsuzların üstesinden gelebilmenin birinci koşulu, işkolunda örgütlülüğün yapaysallıktan uzak gerçek boyutunun karşılıklı olarak bilinmesi ve bu konuda tartışmasız bir GÜVENİN oluşmasıdır. Bu anlamda; sendikanızın örgütlü bulunduğu ve mağduriyetleri söz konusu olabilecek işçilerin çalıştığı işletme ve işyerlerinin unvan ve adresleri ile bu işletme ve işyerlerinde bulunan sendikanız üye sayılarının sendikamıza bildirilmesi halinde, önerinizin değerlendireceğinin bilinmesini rica ederiz. Saygılarımızla. AHMET TAMER ERTUĞRUL KAKMACI GENEL BAŞKAN GENEL SEKRETER Ne var ki; Tez Koop-İş Sendikası, Sendikamıza gönderdiği, 17 Ocak 1994 günlü çağrımıza verdiği ve yukarıda aynen yayınladığımız 25 Ocak 1994 günlü "yanıtıyla" birlikte 26 Ocak 1994 günü Ankara 7. İş Mahkemesine başvurarak Sosyal-İş'in işkolu barajına itiraz ettiğine dair dilekçesini veriyor, ayrıca bu itiraz dilekçesini de gizlemek ve böylece SOSYAL-İŞ'in 15 günlük itiraz süresini geçirmesini sağlamak amacıyla kimi oyunlara başvuruyordu. Burası önemli değil, Ayak oyunlarını Sendika yöneticiliği sananları, bir şekilde başına çöreklendikleri Sendikayı "dükkan" gibi görüp idare edenleri Sosyal-İş ve işkolumuz işçisi dün de tanıyordu bugün de çok iyi bilmektedir. Bizi asıl üzen, güya sendika yöneticisi olan bu kimselerin bu denli sorumsuz, işçiden kopuk, işçinin yararını hiç mi hiç düşünmeyen, böyle bir dertleri olmayan konumda oluşlarıdır. Bir işçi kuruluşunun yöneticisi olmalarının getirdiği sorumlu ve tutarlı bir tutum almalarının söz konusu olduğu zamanlarda, kendilerince köşeye sıkıştıklarında işçiyi aldatmaktan ve kandırmaktan başka bir düşünce içinde olamayışlarıdır. Bu arada, Türk Koop-İş Sendikası'nın ise çağrımıza yanıt olarak Sendikamızı telefonla aradığını, itiraz etmeyeceklerini bildirip, SOSYAL-İŞ'e başarılar dilediklerini belirtmeliyiz. Tez Koop-İş Sendikası yöneticilerinin işkolu barajları konusunda izledikleri yol ve aldıkları tutum, bu yöneticilerin işçiye dönük durmayan gerçek yüzlerini açığa çıkarması bakımından, ibret vericidir. Nasıl mı? Belgeleri izleyerek görelim. Tez Koop-İş Sendikasının Sendikamız Sosyal-İş'e gönderdiği 25.1.1994 günlü yazının son iki paragrafı aynen şöyledir. "İşçi sınıfına karşı tarihi sorumluluk taşıyan sendikalar olarak; karşılaşılacak olumsuzlukların üstesinden gelebilmenin birinci koşulu, işkolunda örgütlülüğün yapaysallıktan uzak gerçek boyutunun karşılıklı olarak bilinmesi ve bu konuda tartışmasız bir GÜVENİN oluşmasıdır. Bu anlamda; sendikanızın örgütlü bulunduğu ve mağduriyetleri söz konusu olabilecek işçilerin çalıştığı işletme ve işyerlerinin ünvan ve adresleri ile bu işletme ve işyerlerinde bulunan sendikanız üye sayılarının sendikamıza bildirilmesi halinde, önerinizin içtenlikle değerlendirileceğinin bilinmesini rica ederiz." Karşılıklı itiraz etmeyelim çağrımıza yanıt niteliği taşımayan bu yazının yazılmasındaki niyet bu son iki paragrafta sırıtmaktadır. Bir sendikanın örgütlü olduğu işyerlerini , hele işkolu barajını aşmasıyla birlikte yetki işlemlerine başlayacağı işyerlerinin unvanı ve adreslerini, bu işyerlerindeki üye sayılarıyla birlikte, rakip sendikaya bildirebileceği, böylesine açık ve dürüst olunabileceği kaldı ki,"işçi sınıfına karşı tarihi sorumluluk taşıyan sendikalar için bu dürüstlüğün doğal sayılması gerektiğini düşünmek Tez Koop-İş gibi sendika yöneticilerinin akıllarının ucundan dahi geçiremedikleri bir tutum. Böylece SOSYAL-İŞ'in "işkolumuz işçisi! bu belgeyi kesip sakla" başlığıyla kamuoyunda duyurduğu çağrıya karşı güya yanıt vermiş olacaklardı. Dahası, yanıt verileceğini hiç düşünemediklerinden bu yazılarını işkolumuz işçisini aldatmak, kandırmak için kullanabileceklerdi. Kullandılar da. Asıl çağrıyı biz yaptık, biz samimi ve büyüğüz gibi sözcüklerle süslü, kendilerinin dahi inanmadığı bir bildiri yayınladılar. Bu bildirilerinde SOSYAL-İŞ'i karalamaya, gerçeği işçiden gizlemeye ve işçiyi bir kez daha kandırmaya kalkıştılar. Ancak SOSYAL-İŞ'in aşağıda aynen yayınladığımız 27.1.1994 günlü yazısı karşısında suç üstü yakalandıkları bir yana gülünç duruma düştüler. Belge :(3) 27.1.1994 TEZ KOOP-İŞ SENDİKASI GENEL BAŞKANLIĞINA ANKARA İlgi: 25.1.1994 gün ve 19.1/143 sayılı yazınız. 17 1.1994 tarih ve Eş.D.201/1234 sayılı yazımıza yanıt olarak, Sendikamıza gönderilen ilgi yazınız incelenmiştir. Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı'nın Ocak 1994'te yayınlanan istatistiklerinde görülen Sendikanız üyelerinin hangi işletme veya işyerlerinde çalıştığı, toplu-iş sözleşmesinin bulunup bulunmadığı gibi konular, Sendikamızca söz konusu edilmemesine karşın, ilgi yazınızın son paragrafında: "..... Sendikanızın örgütlü bulunduğu ve mağduriyetleri söz konusu olabilecek işçilerin çalıştığı işletme ve işyerlerinin unvan ve adresleri ile bu işletme ve işyerlerinde bulunan sendikanız üye sayılarının sendikamıza bildirilmesi halinde..." önerimizin değerlendirileceği belirtilmektedir. 17.1.1994 gün ve EŞD./201-1234 sayılı yazımızla belirtilen ve ilgi yazınızla da paylaşılan görüşler doğrultusunda, üzerinde önemle durulması gereken konu; öncelikle, karşılıklı yetki itirazında bulunulmayarak, 12 Eylül'ün anti-demokratik uygulamalarına karşı ortak tavır almaktır. Bu da, sizlerin de katılacağı gibi işçi sınıfının yararına olacaktır. Bilindiği gibi Sendikamız Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı'nın yayınlamış olduğu Ocak/1994 istatistiklerinde % 10'luk işkolu barajını aşmış olup, üye çoğunluğunu sağladığımız, Eskişehir Anadolu Üniversitesi Eğitim ve Sağlık Hizmetleri ve Bağlı işyerleri, Etam Eğitim Tanıtım ve Müşavirlik Hizmetleri Tic.A.Ş. ve bağlı işyerleri, Anadolu Üniversitesi Rektörlüğü ve Bağlı işyerleri, Anadolu Üniversitesi Güçlendirme Vakfı ve bağlı işyerleri, Denizli Beltaş Belediyesi İç ve Dış Tic. A.Ş. ve bağlı işyerleri, olmak üzere toplam 3.502 üye adına Bakanlık'tan toplu sözleşme yetki isteminde bulunmuştur. Halen, Fındık Tarım Satış Kooperatifleri Birliği ve bağlı işyerleri başta olmak üzere çok sayıda, başka işletme ve işyerleri için de, yetki isteme çalışmalarımız sürdürülmektedir. Ayrıca bu konuda Sendika olarak, her türlü diyaloğa ve görüşmeye de hazır olduğumuzu bildiririz. Bilgi alınması dileğiyle. Saygılarımızla. GN.YÖN.KUR.ÜYESİ GN.YÖN.KUR.ÜYESİ SÜLEYMAN ATASAYAN ERSAİT ŞEN NOT: Bu yazımız fax'la iletilmiş, ayrıca posta ile gönderilmiştir. Bütün bu gelişmelerin ardından,Sendikamız SOSYAL-İŞ 15 günlük itiraz süresinin son günü olan 1 Şubat 1994 günü Ankara 8. İş Mahkemesine itiraz dilekçesiyle başvurarak Tez-Koop-İş sendikasının ve diğer sendikaların baraj tespitlerine itiraz etmek durumunda kalmıştır. Bunun yanısıra SOSYAL-İŞ 4 Şubat 1994 günlü yazısıyla Tez Koop-İş sendikasına ikinci bir çağrı çıkararak, işkolu barajlarına yönelik itirazların dışında, işyerlerinde toplu-iş sözleşme çağrılarına ya da yetkilerine itirazda bulunmamayı, diğer bir ifadeyle işkolu baraj itirazlarını işyeri yetkilerinde kullanmamayı, işçinin uzun süre toplu sözleşmesiz kalmaması için işyerinde hangi sendika çoğunlukta ise sözleşmenin bu çoğunluk sendikasınca yapılması önerisinde bulunmuştur. Bu çağrımızı da raporumuza aynen alıyoruz. ÇAĞRI (2) Belge: (4) Tarih: 4.2.1994 Sayı : Eş.201/1297 TEZ KOOP-İŞ SENDİKASI GENEL BAŞKANLIĞINA ANKARA 1- 12 Eylül hukukunun ürünü olan ve antidemokratik pek çok hükmü bulunan 2822 sayılı yasanın 12. maddesi ile düzenlenen "işkolu barajına" karşı ortak mücadele önerimizi içeren 17.1.1994/Eş.D./201-1234 ve 27.1.1994/Eş.D.201/1261 sayılı yazılarımıza rağmen, ne yazık ki 26.1.1994 günü Ankara İş Mahkemesine itiraz etmiş bulunuyorsunuz. Bu aşamada; Sendikamızın 17.1.1994 gün Eş.D./201-1234 sayılı yazılı çağrısına (ki bu çağrıda "TÜM BUNLARIN IŞIĞINDA; BAKANLIĞIN YAYINLADIĞI İSTATİSTİKLERE, KARŞILIKLI OLARAK İTİRAZ ETMEMEYİ, BU YOLLA İŞÇİLERİN SÖZLEŞMESİZ KALMAMASINI SAĞLAMAYI, SENDİKAL REKABETİ BARAJLARA SIĞINMADAN HİZMET YARIŞINA DÖNÜŞTÜRMEYİ, İŞYERLERİNDE İŞÇİLER HANGİ SENDİKAYA ÜYE İSE, SÖZLEŞME HAKLARINI O SENDİKA ELİYLE SAĞLAMAYA KAVUŞMALARINI PEKİŞTİRMEYİ" önermekteydik.) 25.1.1994 gün 19.1/143 sayılı Sendikanız yazısını gönderip bu yazınızın yanıtını dahi beklemeksizin ya da 27.1.1994 gün Eş.D./201-1261 sayılı yanıtımızı yok sayarak (herhalde yazınıza yanıt veremeyeceğimizi düşünmüş olacaksınız.) hemen 26.1.1994 günü yetki itirazında bulunmak "samimiyet" ve "büyüklüğünü" ancak Tez Koop-İş gibi sendikalar gösterebilirdi. Şu duruma biz de 1.2.1994 günü itiraz etmek zorunda bırakıldık. Şimdi; 2- Olmaması gereken bu itirazlar yargıda süredursun, Sendikalar olarak BU İTİRAZLARI İŞYERİ YETKİLERİNDE KULLANMAMAYI, İŞÇİLER İŞYERİNDE HANGİ SENDİKAYI SEÇMİŞLERSE TOPLU-İŞ SÖZLEŞMESİNİN O SENDİKA (çoğunluk sendikası) TARAFINDAN YAPILMASINI öneriyoruz. Kısaca barajlara ilişkin itirazlar yargıda devam etsin. Yargı kararını versin. ANCAK İŞÇİLER TOPLU SÖZLEŞMESİZ KALMASIN. Ne dersiniz? Yanıtınızı bekliyoruz. GENEL BAŞKAN YRD. GENEL SEKRETER AKÇİN KOÇ H.BEDRİ DOĞANAY Tez-Koop-İş'i açığa çıkaran ilk çağrımızdaki gülünç duruma belki de ikinci kez düşmemek için olacak bu çağrımıza uzun süre herhangi bir yanıt alamadık. ( 16 Mart 1994 tarihine kadar.) Buna karşın SOSYAL-İŞ, bu tarihe kadar olan süre içinde Tez-Koop-İş Sendikasının üye çoğunluğunda olduğu işyerlerinde toplu-iş sözleşmesi yapma yetki ve girişimlerine herhangi bir itirazda bulunmamış, bu sözleşmeleri engellemeyi düşünmemiştir. Bu durumu belgelemek açısından ilgili sendikanın sadece bir çağrısını ve SOSYAL-İŞ'in zorunlu olmamakla birlikte buna verdiği yanıtı raporumuza aynen alıyoruz. (Belge 5-6) Belge: (5) ÇALIŞMA VE SOSYAL GÜVENLİK BAKANLIĞI ÇALIŞMA GENEL MÜDÜRLÜĞÜ SAYI : D.13.0 çgb.0.13.00.01/2981 16.02.94*05328 KONU: Yetki tespiti SOSYAL-İŞ SENDİKASI BAŞKANLIĞINA Necatibey Cad. Sezenler Sk. Lozan Apt.2/14 Yenişehir-ANKARA Başvuruda Bulunan Sendika : TEZ KOOP-İŞ SENDİKASI İşyerinin a) Unvanı : 1. Yeni Karamürsel Giyim ve İhtiyaç Maddeleri Ticaret Sanayi A.Ş. b)Adresi : 2. Yeni Karamürsel Gıda ve İhtiyaç Maddeleri Tic.San.A.Ş. Sosyal Sigortalar Sitesi Konak-İZMİR Bölge Müdürlüğü Dosya No :34956.35-29890.35 Başvuru Tarihi :4.2.1994 İşçi Sayısı :108(yüzsekiz) Üye Sayısı : 65(Altmışbeş) Yukarıda unvan ve adresi ile çalışan işçi ve üye sayısı belirtilen işletmede toplu-iş sözleşmesi yapmak için TEZ KOOP-İŞ Sendikasının başvuruda bulunması üzerine Bakanlığımızca yapılan incelemede; adı geçen sendikanın Yasa'nın aradığı gerekli çoğunluğu sağladığı tespit edilmiştir. 2822 sayılı Toplu İş Sözleşmesi, Grev ve Lokavt Yasası'nın 13 üncü maddesi gereğince tebliğ olunur. BAKAN ADINA ABDULLAH CÖRÜT Genel Müdür Yardımcısı DAĞITIM: GEREĞİ : TEZ-KOOP İŞ SENDİKASI BİLGİ: Bölge Müdürlüğü/İZMİR Yeni Karamürsel Giyim ve İhtiyaç Maddeleri Tic.San.A.Ş. Koop-İş Sendikası Sosyal-İş Sendikası Belge: (6) Tarih: 18.2.1994 Sayı : Ts.D.-205/1359 TEZ KOOP-İŞ SENDİKASI GENEL BAŞKANLIĞINA ANKARA Yanıtsız bıraktığınız 4.2.1994 günlü Eş.D-201/1297 sayılı yazımızdaki anlayışımız gereği yanıt bekleyerek; Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığının, 16.2.1994 gün ve 5327-5328-5329 sayılı yazıları ile bildirdiği, Ankara Barosu, Ankara Barosu Yardımlaşma Sandığı ve Yeni Karamürsel İzmir Konak Mağazası işyerleri için, Toplu-İş Sözleşmesi yapma başvurunuza verdiği yetki tespit kararlarına itiraz etmiyoruz. Başarı dileklerimizle. GENEL BAŞKAN YRD. TOP.SÖZ.DAİ.BAŞKANI AKÇİN KOÇ ERSAİT ŞEN Açıklamaya çalıştığımız bu gelişmeler karşısında, başta bu genel kurulu oluşturan delege arkadaşlarımız olmak üzere SOSYAL-İŞ üyesi olsun olmasın 17 nolu işkolunun sayıları hiç de az olmayan bilinçli, duyarlı, öncü işçilerine görev ve sorumluluk düşmektedir. İşçi sınıfına karşı tutarsız, sorumsuz ve çıkarcı tutum ve davranışlarıyla, ihanet çizgisine düşmüş olan kişi ve yapıları açığa çıkarmak, mahkum etmek artık kaçınılmaz bir görevdir. 12 Eylül'ün yarattığı boşluktan yararlanarak işçinin sırtına binen ve palazlanan bu unsurların saflarımızdan uzaklaştırılması ekonomik-demokratik mücadelenin gereğidir. TIKANAN TOPLU SÖZLEŞME DÜZENİ Tez Koop-İş Sendikası'nın,"İŞÇİLER MAĞDUR OLMASIN. TOPLU SÖZLEŞMESİZ KALMASIN. Ya da TOPLU SÖZLEŞMELER UZUN SÜRE SÜRÜNCEMEDE KALMASIN" içeriğindeki ikinci çağrımızı, 16 Mart 1994 gününe kadar yanıtsız bıraktığını belirtmiştik. Bu tarihte Ankara 6. İş Mahkemesine verdikleri aşağıda aynen aldığımız itiraz dilekçeleriyle bu ikinci çağrımıza yanıt vermiş oldular. Avukatları aracılığıyla mahkemeye yaptıkları bu itiraz başvurusunda, Tez Koop-İş Sendikası, Sendikamız SOSYAL-İŞ'in örgütlü olduğu ve Toplu-İş sözleşmesi yapmak yönünden girişimde bulunduğumuz Denizli BELTAŞ işyerlerine itiraz ettiğini belirtiyor ve itirazını yalnızca, işkolu barajlarına yapılmış itirazlara dayandırarak, bunun bekletici neden yapılıp Sendikamızın BELTAŞ işyerlerinde üye çoğunluğuna sahip olduğuna ilişkin Bakanlık tespitinin iptalini istiyordu. Kısacası bir tek üyesinin bulunmadığı, adresini dahi bilmediği Denizli BELTAŞ işyerinin yetkisinde % 10 barajına yönelik karşılıklı itirazı tek yanlı olarak "KULLANIYOR" du. Tez-Koop-İş Sendikası'nın çağrılarımıza yanıtını ve sorumsuz tutumunu tescil eden 16.3.1994 günlü söz konusu itiraz davasının Ankara 6. iş mahkemesinin 19.4.1994 gün E.1994/411,K.1994/256 sayılı kararıyla reddedilmiş olduğunu, Sendikamız yetkisinin kesinleşmiş bulunduğunu belirtmeliyiz. Neden mi? Çok basit bir gerekçeyle Tez-Koop-İş Sendikası Denizli Beltaş işyerinin birden fazla mağazası bulunan bir İŞLETME konumunda olduğunu, ve İşletme yetkilerine itirazın, işletme merkezinin bulunduğu ilde, yani Denizli İş Mahkemesine yapılması gerektiği yolundaki yasa kuralını bilmiyordu, ya da unutmuştu. Bu "Sendika" için bunu doğal saymak gerekir. TEZ KOOP-İŞ'İN YANITI! Belge(7) İŞ MAHKEMESİ HAKİMLİĞİNE ANKARA İTİRAZ EDEN (Davacı) :Tez Koop-İş SendikasıANKARA VEKİLİ : Av.M.Ertuğ Sağlam Necatibey Cad.20/20 ANKARA DAVALILAR : 1) Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı ANKARA 2) Sosyal-İş Sendikası Necatibey Caddesi Sezenler Sok. 2/14 Ankara KONU : Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı Çalışma Genel Müdürlüğünün 10.3.1994 tarih 5195/007599 sayılı tespit yazısının kapsamaktadır. iptali istemini OLAYLAR : Davalı Bakanlık, Denizli'de kurulu "Beltaş Denizli Belediyesi İç ve Dış Tic.A.Ş." işyerlerinde çalışan üyeleri adına davalılardan Sosyal -İş Sendikasının 19.1.1994 tarihli başvurusunu değerlendirerek, başvuru tarihi itibari ile, işletmede çalışan 60 işçinin 33'ünün Sosyal-İş Sendikası üyesi olduğunu tespit ederek, söz konusu davalı sendikaya tespit yazısı vermesi 2822 sayılı Yasanın 13. maddesine açıkça aykırıdır. Zira söz konusu madde çok açık bir biçimde: " Bir TİS yapmak isteyen işçi Sendikası Bakanlığa yazı ile başvurarak kurulu bulunduğu işkolunda üye sayısı itibari ile yüzde on oranını sağladığının belirlenmesini ve... üyelerinin sayısının tespitini" isteyeceğini hükme bağlamıştır. Davalı Bakanlıkça 17.1.1994 tarihinde yayınlanan işkolu istatistiğinde % 10 oranını sağladığı şeklinde ilan olunan Sosyal-İş Sendikasının % 10'una müvekkil sendika tarafından Ankara 7. İş Mahkemesi nezdinde yapılan itirazın iptal davası halen derdest olup, 1994/3 D.İş sayılı işbu davanın duruşması 31.3.1994 tarihine muallaktır. Görülüyor ki davalı Sosyal-İş Sendikasının kurulu bulunduğu işkolunda % 10 oranını aştığı hususu henüz kesinleşmemiştir. Hal böyle iken, yani % 10'u kesinleşmediği sabit olan davalı sendikanın başvurusunu dikkate alarak işletmede çoğunluk tespiti yapılması 2822 sayılı yasanın amir hükümlerine açıkça aykırı düşmektedir. Bu nedenle işbu itirazda bulunma zarureti hasıl olmuştur. HUKUKİ SEBEPLER : 2821,2822,1475,506 Sayılı yasalar,HUMK. ve mevzuatın hadisemizle ilgili hükümleri. SUBUT SEBEPLERİ : Ankara 7. İş Mahkemesinin 1994/3 D.İş Sayılı dosyası mündecesaatı prosedür dosyası, bilirkişi incelemesi ve bilcümle kanuni delail. SONUÇ VE İSTEM : Arz olunan nedenlerle davamızın kabulü ile Bakanlık kararının iptaline yargılama giderleri ve vekalet ücretinin davalılara TAHMİLİNE karar verilmesini arz ve talep ederim. 16.3.1994 Avukat M.Ertuğ SAĞLAM Önümüzdeki günlerde önemi daha da yakıcı bir biçimde anlaşılacak ve yaşanacak olan bu konuyu gelişmelerin bugün vardığı aşamada somut durumu özetleyerek noktalayalım. Ocak 1994'ten itibaren 2822 Sayılı Toplu-İş Sözleşmesi, Grev ve Lokavt Yasasının toplu sözleşmesi düzeni fiilen işleyemez duruma geliyor. Yargıtay 9. Hukuk Dairesi istatistiklere yapılan itirazlar KESİNLEŞMEDİKÇE o işkolunda toplu-iş sözleşmesi yapma YETKİ'si verilemeyeceğini, yani 2822'ye göre toplu-iş sözleşmesi yapılamayacağını karara bağladı. Konunun öyküsü şöyle; DİSK'e bağlı Genel-İş Sendikası 1993 Ocak istatistiklerinde % 10 BARAJINI AŞTI. Türkİş'e bağlı BELEDİYE-İŞ Sendikası 17 Ocak 1993 tarihli Resmi Gazete'de yayınlanan bu istatistiklere itiraz etti. Ancak bugüne değin OCAK 1993 yılı istatistiklerine (daha sonra Temmuz 1993 ve Ocak 1994 istatistikleri yayınlandı) Belediye-İş'in Ankara İş Mahkemesinde yaptığı itiraz sonuçlanmış değildir. Mahkeme kararından sonra bir de Yargıtay safhası bulunuyor. Genel-İş Sendikası, barajı aşmış bir sendika olarak Bursa'nın Orhangazi Belediyesi için toplu-iş sözleşmesi yapmak üzere, gerekli prosedürü başlattı. Belediye-İş Sendikası, Genel-İş'in yetkisine itiraz etti. Orhangazi Asliye Hukuk Hakimliği, 13.7.1993 gün 199/260 sayılı hüküm ile Belediye-İş'in itirazını reddederek yetkiyi Genel-İş'e verdi. Belediye İş'in temyizi üzerine YARGITAY NÖBETÇİ HUKUK DAİRESİ 19.8.1993 günü oybirliği ile 1993/11862E, 1993/12220 Karar sayılı ilamı ile "İstatistiğe itirazın bu dava için bekletici sorun yapılarak, o dava sonucunun beklenmesi gerekir" kararını verdi. Aynı şekilde, SAKARYA Belediyesi için Genel-İş'e yetki veren Sakarya İş Mahkemesinin 2.9.1993 gün 316/296 sayılı kararını bu kez temyiz üzerine inceleyen YARGITAY 9. Hukuk Dairesi 11.10.1993 günlü ve 1993/13836 E,1993/14353 karar sayılı ilamı ile bu kez de oybirliği onadı. Öte yandan, Sapanca Belediyesi için, Sapanca Asliye Hukuk İş Mahkemesi 19.7.1993 gün ve 80/104 sayılı kararı ile yetkiyi Genel-İş Sendikasına verdi. Temyiz üzerine Yargıtay 9. Hukuk Dairesi 25.10.1993 günlü 1993/14019 E, 1993/15082 sayılı kararı ile 14 gün önce verdiği karardan vazgeçerek "istatistiğin kesinleşmesi itiraz süresinin geçmesi ya da yargı yolunun sonuçlanmış olmasına bağlıdır" diyerek mahkeme kararını bozdu. Yargıtay'dan bir çelişkili karar daha İstanbul'da DİSK üyesi Gıda-İş Sendikasının örgütlü bulunduğu bir işyerinde, İŞVEREN'in Gıda-İş ile ilgili baraj itirazının soncunun beklenmesini ileri sürerek, 2822 sayılı yasanın 15. maddesine göre yaptığı itiraz İstanbul 7. İş mahkemesinin 30.12.1993 gün E.93/664, K.93/916 sayılı ilamı ile, dikkate alınmayarak reddedilmiş ve bu karar Yargıtay 9. Hukuk Dairesinin 31.1.1994 gün E.1994/1445, K.1994/1198 karar sayılı ilamıyla oybirliğiyle onanmıştır. Bütün bu örnek yargı kararlarından sonra, DİSK-AR'IN 14. sayısında konuyla ilgili hukuksal eleştiriyi kısaltarak raporumuza alıyoruz. YETKİ İTİRAZLARI YARGITAY'IN KARARI KESİN HÜKÜM TEŞKİL ETMEZ ! Ülkemizde Toplu İş Sözleşmesi yetki sürecinin kilitlenmesine ilk önce Yargıtay Nöbetçi Hukuk Dairesi'nin, daha sonra da Yargıtay 9. Hukuk Dairesinin aynı doğrultuda arka arkaya verdikleri kararlar yol açmıştır. Yargıtay 9. Hukuk Dairesi kararını; Ocak ve Temmuz aylarında yayınlanan Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı istatistiklerine itiraz edilmesi durumunda, 2822 sayılı yasanın 15. maddesinin "Mahkemeye itirazın yapılması karar kesinleşinceye kadar yetki işlemlerini durdurur" hükmüne dayanarak vermiştir. Resmi Gazetede yayınlanan işkolları istatistiklerinin ilanından itibaren, Bakanlığın bu idari tasarrufunun hukuksal sonuçlar doğurmaya başlayacağı temel bir idari hukuk prensibidir. Zira idarenin bütün tasarrufları tebliğ ve ilandan itibaren hüküm ifade ederler. 2822 sy'nın 12. maddesinde, yayınlanan istatistiklere 15 gün içinde itiaz edilebileceği belirtilmiştir. Bu itirazın yetki işlemlerini durduracağına ve T.İ.S. ehliyeti için bekletici sorun sayılacağına dair bir hüküm kanunda yer almamaktadır. Tersine, 12. Madde'ye göre istatistikte belirlenen rakamlar ve TİS ehliyeti, yeni istatistik yayınlanıncaya kadar geçerlidir. Buradaki düzenleme, itiraz için 15 günlük sürenin hak düşürücü bir süre olduğunu vurgulama amacına yöneliktir. İtirazların işlemleri durduracağı haller yasada açıkça belirtilmiştir. Çünkü bunlar kuralın istisnalarıdır. İstisnalar teker teker açıkça belirtilmemiştir. Yorum ve kıyas yoluyla, istisnai hükümlerin teşmili hukuka aykırıdır. 2822 sy'da düzenlenen istisnai durumlar dışında bir yürütmenin durdurulması veya tedbir kararı olmadığı sürece, idarenin ve yargının verdiği kararlar yürürlüktedir. Yargıtay'ın bu kararı esasa ilişkin ve nihai olarak verilmiş bir karar olmadığından şekli ve maddi anlamda kesin hüküm teşkil etmez. Bu karar 2822 sy'nın 15. maddesine göre verilmediğinden, Orhangazi Asliye Hukuk Mahkemesi, Yargıtay Nöbetçi Hukuk Dairesinin anılan bozma kararına uymayıp, direnme kararı vermiş ve dava Yargıtay Hukuk Genel Kurulu'na gitmiştir. Kötü niyetli bir işverenin veya sendikanın, gerçek durumu bile bile haklı olmayan ve geçerli sonuç doğurmayacağı önceden belli itirazlarla, işkolunda sözleşme yetkisi tespit olunmuş sendikaların T.İ.S. bağıtlama yetkilerini % 50+1 itirazları dışında bir itiraz ile durdurması kamu düzenine aykırıdır. İdari veya hukuki bir davanın açılması, temyiz yoluna başvurulması, aksi yasada açıkça öngörülmedikçe, dava konusu idari işlem ve kararların veya mahkeme kararlarının yürütmesini durdurmaz. Yargıtay'ın eleştiri konusu kararı TİS düzenini çalışmaz duruma sokmuştur. Yasada yer alan, 15 gün içinde itiraz edilmeyen istatistiğin kesinleşeceği hükmü, 15 günlük itiraz süresinin hak düşürücü süre olduğunu belirtmek amacıyla vazolunmuştur. Bu amaçla yer alan hükmü kanun koyucunun amacından saptıracak şekilde yorumlayarak itiraz edilen istatistiğin, kesin karar bağlanana kadar yetki işlemlerine esas alınamayacağı sonucuna varmak, kanun koyucunun iradesine ve kanunun özüne aykırıdır. Hem istatistiğe itiraz davalarının çok uzun sürmesi, hem de işyeri yetkilerine itiraz davalarında, bu davaların bekletici sorun yapılması, devletin sosyal yönünü düzenleyen Anayasal ilkelere, iş hukukunun işçi yararına yorum ilkesine ve T.İ.S. düzenine aykırıdır. Konuyu noktalarken belirtmeliyiz ki; Belge ve yargı kararlarıyla açıklamaya çalıştığımız bütün bu gelişme ve olumsuzluklara karşın, SOSYAL-İŞ SENDİKASI, bir işçi kuruluşu olarak, en zor koşullar altında bile, otuz yıla yaklaşan süredir onurla taşıdığı mücadele geleneğinden ödün vermeksizin, sorunun aşılması yönünde her türlü çabayı göstermeyi sürdürecek, böyle bir arayışın içinde olacaktır. 5 NİSAN 1994 KARARLARI Çalışma Raporumuzun başında 24 Ocak 1980 kararlarına değinmiş, bu kararların işçi sınıfımız ve emekçi halkımız açısından ne anlama geldiğini açıklamaya çalışmıştık. Bu kararların uygulanışını 12 Eylül sürecinde yaşayarak gördüğümüzü de vurgulamıştık. Raporun, yurt ve dünya sorunlarına ilişkin birinci bölümünde, konuya ağırlıklı olarak yer verildiğinden, burada birkaç cümle ile paketin önemine, işçi sınıfımız ve emekçi halkımıza ne verip, ne götüreceğine değinmekle yetineceğiz. 5 Nisan kararlarının açıklanmasının hemen ardından 9 Nisan 1994 günü, Demokrasi Platformu'nun Zonguldak'ta düzenlediği kitlesel miting, açıklanan ve açılan "istikrar paketi" ni çok çarpıcı biçimde değerlendiriyordu. Bu kararların, "ATMA, SATMA KAPATMA VE ZAM PAKETİ" olduğunu haykıran onbinlerce işçi ve emekçi, bu mitingle, sözde istikrar paketine emekçi halkımızın yanıtını vermiş oluyordu. Sermayenin sözcüleri "medya"yı da arkalarına alarak Ondört yıldan sonra, Türkiye Ekonomisi bir kez daha karaya oturuyor, ülkemiz belki de tarihinin en ağır ekonomik bunalımını yaşıyordu. Yine sahnede olan IMF'nin öngördüğü "Acı Reçete" uygulanmalı, kemerler sıkılmalı, ülke ekonomisini bütünüyle Uluslararası Para Fonu (IMF) nin denetimine sokacak "stand-by" anlaşması yapılmalıydı. KİT'ler derhal özelleştirilmeliydi. Ağız birliği etmişçesine bunları söylüyorlar, yazıp çiziyorlar ve krizin atlatılması için bütün kesimlerin en başta da maaş ve ücretlilerin, kemerleri sıkmasını, halkımızın, acı reçetenin yükünü paylaşmasını istiyorlardı. Artık hiperenflasyon sürecine giren, üçlü rakama ulaşan enflasyon başka türlü önlenemezdi. Tabi, her zamanki gibi toplumun, ulusun çıkarları ve ülke ekonomisinin düze çıkması için bunlar yapılmalıydı. 5 Nisan kararlarının birkaç aylık uygulaması dahi, söylenenlerin gerçek olmadığını, asıl gerçeği, gizlemeye çalıştığını açığa çıkarmaya yetti. İstikrar paketiyle birlikte, memur maaşlarına zam yapılmayacağı açıkça belirtilirken, yüzbinlerce işçiye yürürlükteki toplu-iş sözleşmeleri gereği yapılması zorunlu ücret zamlarının ödenmemesi için (Toplu-İş sözleşmelerinde yer alan 6 aylık ücret artışı diliminde bir önceki dönemin enflasyon artışı artı refah payına göre ücret artışı uygulanacağı hükmü) ortam hazırlanmaya çalışıldı. IMF'na ücretlerin arttırılmayacağı, kısaca dondurulacağı sözü verildi. Oysa, 5 Nisan ile birlikte başta petrol ve KİT ürünleri olmak üzere iğneden-ipliğe herşeye yüzde yüze varan ZAM yapılmış ve uygulanmıştı. Ücret ve maaşlılar diğer dar gelirli gelir gruplarıyla birlikte bir gecede reel gelirlerini, satın alma güçlerini yarı yarıya yitirmişlerdi. Buna karşılık sermaye cephesi hiçbir bedel ödememiş, bu yüksek zamları aynı oranda ürünlerine yansıtarak, stoklar yolu ile bu krizden daha da kazançlı çıkmasını bilmişti. Kısaca ücretler dondurulurken, fiyatlar yükselmiş ve KİT açıklarını kapatmak için açıldığı belirtilen "ZAM" paketinin bütün yükü emekçi halkımızın sırtına bindirilmiştir. Bu durum, ekonomik bunalımdan ya da ülkenin içine düştüğü krizden hiçbir şekilde sorumlu olmayanların faturayı ödeyeceği, asıl sorumluların ise yükü paylaşmak şöyle dursun, ekonomik darboğazdan daha da kazançlı çıkacakları gerçeğini apaçık ortaya koyar. O nedenledir ki; raporumuzun başında belirttiğimiz görüşü yinelersek, sorun, başta özelleştirme olmak üzere "kaynak tahsisi ve gelir bölüşümüne ilişkin" dir. En önde rantiyeler olmak üzere sermaye gruplarına kaynak transferinden başka birşey değildir. Elli yıldır inançla uygulanan ekonomik modelin ya da şimdilerde moda deyişle "Serbest piyasa ekonomisinin" çözümsüzlüğünün ifadesi olduğu kadar, sermaye sınıfının emekçi halkımıza karşı yürüttüğü politikanın ürünüdür. Son bölümde SOSYAL-İŞ SENDİKASI 8. Olağan Genel Kurulunun değerlendirmesine yardımcı olmak amacıyla 7. Olağan Genel Kurulumuzda alınan kararları çalışma raporuna eklemeyi uygun görüyoruz. 11-12 NİSAN/1992 GÜNLERİ ANKARA'DA TOPLANAN SOSYAL-İŞ SENDİKASI 7. OLAĞAN GENEL KURUL KARARLARI 12 Eylül 1980 askeri darbesiyle faaliyetleri durdurulan DİSK ve bağlı sendikaların 1990/Temmuz ayı itibariyle yeniden faaliyete başladıkları bilinmektedir. Sendikamız SOSYAL-İŞ'de 1991/Temmuz tarihinden itibaren hukuken faaliyetine başlamıştır. Genel Kurulumuz; 12 Eylül 1980 askeri darbesinden bu yana Sendikamız bayrağını onurla dik tutan üye, yönetici, uzman ve personeline teşekkür eder. I- SOSYAL-İŞ ile 12 Eylül'ün en karanlık dönemlerinden bugüne değin dayanışma içinde bulunan uluslararası sendikal merkezlere ve kuruluşlara teşekkürü bir görev sayar. II- SOSYAL-İŞ anatüzüğünün "Amaç ve İlkeler" maddesinde belirlenmiş bulunan konulara bir kez daha ve özenle dikkat çeken Genel Kurulumuz, aşağıdaki öncelikli konularda savaşım vermeyi, bununla ilgili olarak tüm Sendika organ ve üyelerini görevli kıldığını karar altına alır. * 12 Eylül rejiminin ve sonuçlarının tümüyle tasfiye edilmesi için gerekli hukuksal düzenlemeler yapılmalıdır. Bu bağlamda; * 1982 Anayasası bütünüyle değiştirilerek, en geniş kesimlerin katılımıyla çağdaş demokratik ve özgürlükçü içerikte yeni bir Anayasa yapılmalıdır. Çalışma yaşamı ile ilgili olarak; * 2821 ve 2822 sayılı Yasalar kaldırılarak sendikaların işleyişine müdahale etmeyen, sendika içi demokrasiyi etkin kılan, çoğulcu anlayışa uygun, toplu-iş sözleşmesi ve grev işleyişini sendikaların ve işverenlerin özgürlüğüne bırakan, bu alanlarda devletin müdahaleci değil, gözetici olduğu bir yasal düzenleme yapılmalıdır. * Buna bağlı olarak, toplu-iş sözleşmesi yapmada, işkolunda % 10 üyeye sahip olmak koşulu kaldırılmalıdır. * Çalışanların hukuksal statülerinin farklılığı, sendikal hak ve özgürlüklerden yararlanamamalarına gerekçe olamaz. İşçi sınıfının memur ve diğer hukuksal statülerde çalışan kesimi de grevli toplu-iş sözleşmeli sendika hakkının yasal güvencesine kavuşturulmalı, bu kesim için ayrı bir yasal düzenleme değil, işçilerle aynı sendikalarda örgütlenebilme yolu benimsenmelidir. İşverenlerin keyfi çıkarmalarına yargı denetimi getirme çalışmalarını olumlu bir adım olarak niteleyen SOSYAL-İŞ SENDİKASI Genel Kurulu, 1475 sayılı iş yasasının antidemokratik hükümlerden arındırılması gereğine dikkat çeker. Özellikle, * İşçilerin kıdem tazminatına tavan getirme çabaları 4 temmuz 1975 gün ve 1927 sayılı yasa ile başlamıştı. Bilindiği gibi Anayasa Mahkemesi 3 Kasım 1980 tarihli Resmi Gazete'de yayınlanan 12 Haziran 1980 tarihli kararı ile bu düzenlemeyi iptal etmiştir. Milli Güvenlik Konseyi 17 Ekim 1980 gün ve 2320 sayılı yasa ile kıdem tazminatı tavanını bugünkü biçimiyle uygulamaya soktu. Mahkemenin iptal gerekçesi incelendiğinde askeri yönetim uygulamasının 1982 Anayasası'na dahi aykırı olduğu görülmektedir. Kıdem tazminatlarını gasbeden yürürlükteki bu 12 Eylül yasası kaldırılmalıdır. * 12 Eylül rejimi 17.4.1991 gün ve 2448 sayılı yasası ile toplu-iş sözleşmelerine kamu kesiminde iki, özel kesimde dört ikramiyeden fazlasına ilişkin düzenleme yasağı getirmiştir. Bu yasanın özgür toplu pazarlık sistemine temelden aykırılığı bir yana, toplu-iş sözleşmesi olmaksızın ödenecek ikramiyelere sınır koymadığı dikkat çekicidir. Bu yasa yürürlükten kaldırılmalıdır. * Asgari ücret vergi dışı bırakılmalıdır. Ayrıca; * Sosyal Sigorta mevzuatında ve SSK yönetiminde 12 Eylül askeri darbesinden sonra getirilen işçi aleyhine, kazanılmış hakları yokedici tüm düzenlemeler kaldırılmalıdır. * Bütün Sosyal Güvenlik Kuruluşları tek bir ulusal Sosyal Güvenlik Kuruluşu altında toplanmalı, norm farklılıkları azaltılmalı, giderek aynılaştırılmalıdır. * SSK Yönetim Kurulunda tüm işçi konfederasyonları üyeleri oranında temsil edilmelidir. Öte yandan; * Ücretlerimizin satınalma gücünü azaltan enflasyon kontrol altına alınmalı, enflasyon rakamının belirlenmesinde sendikalar mutlaka katılımcı olmalıdır. * Ücretlerimiz gelir vergisi dilimlerinde giderek yukarılara doğru tırmanmaktadır. Bugün brüt ücretlerden yapılan kesintiler ortalama % 55 dolayındadır. Gelir ve servet dağılımındaki adaletsizlik büyük boyutlara ulaşmıştır. Bu alanlarda yapılacak köklü değişikliklerle net ücretlerimiz yeni saldırılardan korunmalı, gerçek ücret düzeyimizin ve net ücretin toplam işçilik maliyeti içindeki oranı artırılmalıdır. Sendikal harekette etkin, saygın ve güçlü yerini yeniden kazanma durumunda olan Sendikamız SOSYAL-İŞ'i zor, zor olduğu kadar da onurlu mücadelenin beklediğini saptayan Genel Kurul; * İşkolunda kurulmuş veya kurulacak işçi sınıfının memur statüsündeki kesiminin sendikaları ile yakın ilişki ve dayanışma içinde olarak aynı sendika içinde olmak perspektifinin daima rehber ve öne alınması gereğini karar altına alır. * Bugün işkolumuzdaki sigortalı işçilerin % 79.18'i sendikasız durumdadır. Bir başka deyişle, sigortalı işçilerin % 20.82'si sendikalıdır. Sınıfımızın memur statüsündeki kesimi de dikkate alındığında, sendikalılık oranının % 3-5 olarak ifade edilmesi gerekir. İşkolumuz kapsamına perde ve sahne emekçilerini de kapsayan Güzel Sanatlar işkolu da dahil edilmiştir. Bu nedenle Genel Kurul, İşkolumuzdaki örgütsüzlüğü aşmak, örgütlülüğü nicelik ve nitelik olarak geliştirmek yönünden Genel Yönetim Kurulu'nu işkolumuzla ilgili ayrıntılı bir işyeri araştırması yapmak ve/veya yaptırmakla görevli kılar. * Sendikal birlik sorunu dünyada ve özellikle ülkemizde her zamankinden daha çok önem kazanmış durumdadır. Diğer ülkelerde ve uluslararası sendikal merkezlerde yönelim de bu yöndedir. Genel Kurulumuz "Hedef Sendikal Birlik" şiarı ile sendika yönetimini, işyeri, işkolu, ulusal ve uluslararası sendikal birliğin sağlanması yönünde önemle görevli kılar. Demokrasi ve sendikal hareketin evrensel görevini yerine getirmenin gerekleri dışında; birliği, hiçbir önkoşula bağlamaz. TÜRKİYE'DE SENDİKA KURMA ÖZGÜRLÜĞÜ VAR MIDIR? Bir ülkede sendika kurma hak ve özgürlüğünün varlığından söz edebilmek için, bu hak ve özgürlüğün ne anlama geldiğini belirlemek zorunluluğu vardır. Çalışanların sendika kurma ve sendikal faaliyette bulunma hakları, temel hak ve özgürlükler kapsamı içindedir. Temel insan haklarından olup onun topluca kullanılanlarındandır. Bütün bu nitelikleriyle evrenseldir ve her zaman yazılı hukuku aşan bir anlam ve içerik taşır. Tüm insanlara tanınması, insan olmaktan gelen, başkaca bir olgu aranamayacak olan zorunluluktur. İnsan hakları ile ilgili tüm uluslararası belgelerde yer alır. Sendikal haklar, diğer sosyal haklardan (örneğin çalışma ve sosyal güvenlik haklarından) farklı olarak, kendililiğinden kullanılabilir, doğrudan doğruya uygulanabilir nitelik taşıyan haklardır. Bu niteliği onu özel bir yasal düzenleme olmaksızın kullanılabilir kılar. Batı ülkelerinde önceleri hiç bir hukuksal dayanağı olmadığı halde toplu iş sözleşmelerinin yapıldığı, hükümlerine normatif etki tanınarak, bunlara tarafların uydukları görülmektedir. Sendika, toplu pazarlık ve grev hakları, geleneksel kişi hakları ile kimi öteki sosyal haklar gibi, devletin olumlu bir edimini gerektirmez. Aksine, devletin somut ve olumlu edimini gerektiren öteki sosyal hakları korumanın ve daha ileri düzeyde gerçekleştirmenin toplu araçlarıdır. Bu nedenlerle, devletin bu alanda ilk ve temel ödevi, onların kullanılmasına engel olmamak, onlara zarar vermemek, kısıtlayıcı yönde karışmaktan kaçınmaktır. Sendikal hakları yasa koyucular, yasaklar yaratmamıştır; yasalardan önce ve hatta kimi zaman yasakçı ve baskıcı yasalara karşın işçisiyle, memuruyla özetle çalışanlarca yaratılmıştır. Bu temel olgu salt uluslararası belge ve hukukta değil, ulusal planda, Anayasa Mahkemesi ve Danıştay kararları başta olmak üzere yargısal içtihatlarda da kabullenilmiş durumdadır. Bunların ışığında, ülkemizde sendikal hak ve özgürlüklerin yasalarla belirlenmiş çerçevesine bakarak; sendika kurma hak ve özgürlüğünün var olup olmadığını inceleyebiliriz. Bugün Türkiye'de sendika kurma ve Sendikalara üye olma hakkı, kişi yönünden kapsamı, kuruluş ilkeleri, uluslararası dayanışma ve üyelik, güvenceler, etkinlik ve çalışma alanı, denetim yönlerinden demokratik olmayan ve uluslararası ilke ve ölçülerle bağdaşmayan, Anayasa ve yasalardaki sayısız kısıtlama ve yasaklarla anlamsızlaştırılmış, göstermelik hak konumuna indirgenmiş, etkinlik ve çalışmalarına getirilen kısıtlamalarla, sendika kurma hakkı fiilen yok edilmiştir. Bu alandaki Anayasa, sendikalar, grev ve toplu iş sözleşmesi yasalarındaki, yasaklama ve kısıtlamaları genel olarak şu başlıklarda görmek olanaklıdır: 1.Kişi Yönünden Kapsama İlişkin Yasaklama ve Kısıtlamalar Aşağıda belirtilen alt kümedeki çalışanların sendika kurma, sendikalara üye olma hak ve özgürlükleri yoktur, yasaktır. a) Askeri şahıslar b) 2821 sayılı Yasa'nın 40/2 maddesinde sayılan idare, kuruluş, kurum,banka ve sigorta şirketlerinde çalışan müfettişler, kontrolörler ile müdürler ve buna eşit ve bunların üst kademelerindeki yöneticiler, c) Özel eğitim kurumları yasasına bağlı okullarda öğretmenlik yapanlar, d) Kamu kuruluşları ve KİT'lerde "sözleşmeli personel" statüsünde çalışanlar, e) Silahlı Kuvvetler ve Polis mensupları, f) 2495 Sayılı yasanın öngördüğü özel güvenlik personeli. "Memur" denilen kamu çalışanlarının, -memurun tanımı ve kapsamının hukuk dışılığı bir yana- Anayasa ve yasalarda, sendika kurmalarını yasaklayan hiçbir hüküm olmamasına karşın, karşı karşıya bulundukları kısıtlamaları da burada belirtmek gereklidir. Kaldı ki; toplu-iş sözleşmesi yapma hakkından yoksun ve yasaklı olan bir sendikalaşmanın, ne denli sendika kurma hakkının varlığını göstereceği de temel bir konudur. Bunu ileride daha ayrıntılı olarak incelemeye çalışacağız. 12-16 Kasım 1984 tarihli ILO "Sendikal Özgürlükler Komitesi" raporunda da belirtildiği gibi işyeri sendikalarının yasaklanması da, sendika kurma özgürlüğüne getirilen önemli bir engeli oluşturmaktadır. 2. Sendika Üyeliğine İlişkin Kısıtlamalar ∗ Sendika üyeliğinden çekilmenin, notere başvuru tarihinden itibaren üç ay sonra geçerli olması, bu üç aylık süre içinde gerçekleşen yeni sendika üyeliğinin de bu sürenin bitimi tarihinde kazanılmış sayılması (2821, m.25/2 ve 3449 ile yapılan ekleme); ∗ Bağlı bulundukları yasayla kurulu kurum ya da sandıklardan yaşlılık, emeklilik ya da sakatlık aylığı ya da toptan ödeme alarak işten ayrılan işçilerin sendika üyeliğinin sona ermesi ve bu kuralın yalnızca "çalışmaya devam edenler hakkında" uygulanmaması (2821, M.25/5 ve 3449 ile yapılan ekleme); ∗ Aynı zamanda (ve aynı işkolunda) birden fazla sendikaya üye olamama (AY,m.51/5 ve 2821 m.22). 3. Kuruculuk Koşullarına İlişkin Kısıtlamalar ∗ Türk vatandaşı olma (m.5); (Bir ülkede belli bir süre oturma koşulunu yerine getiren yabancıların da sendika kurucusu olabilmesine ve zorunlu organlara seçilebilmesine olanak verilmesi, ILO'nun istekleri arasında yer almaktadır.) ∗ 2822'nin çeşitli maddelerine (70-77 ve 79) göre toplam altı ay ya da daha fazla yahut 68. maddesine göre hüküm giymemiş olma koşulu (m.5); ∗ Kamu işverin sendikalarının kuruluşunda "işkolu" temeline göre kurulma ilkesinden ayrılarak bunlara özel koruma ve ayrıcalıklı kuruluş olanağı sağlanması (2821, m.3/2); 4. Sendika Yöneticiliğine İlişkin Kısıtlamalar ∗ İşçi sendikası ya da konfederasyonlarının genel kurul dışındaki zorunlu organlarına seçilebilmek için en az on yıl fiilen çalışmış olma koşulu, (AY; 51/7 ve 2821, m.14/14); ∗ Sendikaların, sendika şubelerinin ve konfederasyonların genel kurul dışındaki (zorunlu) organlarına seçilme süresinin kısıtlanması (aynı kişinin üst üstte dört olağan genel kurulca seçilebilmesi ve aradan bir olağan genel kurulun toplanması için gereken süre geçmedikçe yeniden seçilememesi) (m.9/5); ∗ Bağlı bulundukları yasayla kurulu kurum ya da sandıklardan yaşlılık, emeklilik ya da sakatlık aylığı almakta olanlardan sendika, sendika şubesi veya konfederasyonların genel kurulları dışındaki organlarında görevli bulunanlara dört olağan genel kurul dönemini dolduruncaya kadar ve ayrıca dört olağan genel kurul dönemi daha seçilebilme olanağı tanıması (3587 sayılı yasayla 2821'in geçici 4.maddesinde yapılan değişiklik); ∗ Sendika, sendika şubesi ya da konfederasyonların yöneticilerinin, kamu kurum ya da kuruluşları ile bunların katıldıkları teşebbüs veya ortaklıkların yönetim ve denetim kurullarında görev almaları durumunda, sendika ya da konfederasyonlardaki görevlerinin sona ermemesi için "diğer kanunlarda hüküm bulunması" koşulunun öngörülmesi (m.9/6 ve 3449 ile yapılan ekleme); ∗ Bağlı bulundukları yasayla kurulu kurum ya da sandıklardan yaşlılık, emeklilik ya da sakatlık aylığı ya da toptan ödeme alarak işten ayrılan işçilerin, sendika, sendika şubesi ya da konfederasyon organlarındaki görevlerinin sona ermesi ve bu kuralın yalnızca "çalışmaya devam edenler" hakkında uygulanmaması (2821, m 25/5 ve 34449 ile yapılan ekleme); ∗ Genel kurul dışındaki organlara seçilenlerin 5.maddede sayılan suçlardan biri ile, özellikle 2822'in belli maddelerine göre mahkum olmaları durumunda görevlerinin kendiliğinden sona ermesi (2821, m.9/son); ∗ 2821'in 5.maddesinde sayılan suçlardan biriyle (örneğin 2822'nin belli maddelerine göre mahkum olan birine sendika, sendika şubesi yada konfederasyon organlarında görev verildiğinin yönetsel makamlarca saptanması ve ilgili sendika ya da konfederasyonlarca bu kişinin görevine son verilmemesi durumunda, sendika ya da konfederasyonun etkinliğinin durdurulmasını ve yöneticilerin görevlerine son verilmesini öngören kural (2821, m. 56/2). 5.Üyelik ve Sendikal Etkinlik Güvencesine İlişkin Aykırılıklar ∗İşverenin bir sendikaya üye olan işçilerle üye olmayan işçiler arasında çeşitli yönlerden ayrım yapmama ile sendikaya üye olma yada olmama yahut sendikacılık etkinliklerine katılma nedeniyle işten çıkarmama yükümlülüklerine aykırı davranması durumunda, öngörülen güvencenin yetersizliği ve özellikle işe geri dönme olanağının sağlanmamış olması (m.31/3 ve 5); ∗İşçi sendikasının kendisinde bulunan üyelik fişlerini Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığına yetki için başvurduğu tarihten itibaren üç işgünü içinde işverene vermek zorunda olması (3451 ve 2822, m.13/1'e yapılan ekleme). 6. Uluslararası Dayanışma ve Üyelik ∗Sendika ve konfederasyonların uluslararası işçi ve işveren kuruluşlarına üyeliğini siyasal iktidarın "ön denetimine" bağlı tutulması ve bu üyeliğe Bakanlar Kurulu kararıyla son verilebilmesi (2821, m.28). 7. Sendikaların İç Yönetimini Düzenleme Yetkisini Kısıtlayan Kurallar ∗ İşçinin sendikasına ödeyeceği aylık üyelik ödentisi tutarının bir günlük çıplak ücretini geçememesi (2821, m.23/2); ∗ Sendika tüzüklerine üyelik ödentisi dışında, üyelerden başka bir ödönti alınacağına ilişkin hükümler konulamaması (2821, m.23/4); ∗ Mahkeme kararıyla kapatılan sendika ve konfederasyonların tasfiye sonucu kalacak paralarının iş ve işçi bulma kurumunca belirlenecek bir milli bankaya yatırılması ve mallarının da bu kuruma maledilmesi; para ve malların feshedilen,infisah eden ve kapatılan sendika ve konfederasyon üyeleri arasında paylaştırılamaması (2821, m.46); ∗ Sendikaların organlarının oluşumu, görevleri ve seçimlerde uyulacak esaslar konularında çok ayrıntılı düzenlemeler yapılmış olması ( 2821, m.9-19); ∗ Sendikaların gelir ve giderleri konusunda son derece ayrıntılı düzenler yapılmış olması (2821, m.40-46); ∗ Sendikaların gelirlerini sermayesinin yarısından fazlası devlete ait olan bankalara yatırmalarının zorunlu tutulması (2821, m.43). 8.Sendikaların Demokratik Baskı Grubu İşlevini Yerine Getirmesine Engel Olan Kısıtlamalar ∗ Sendikaların üyelerinin "genel kültürlerini genişletecek" kurs ve konferanslar düzenleyememesi (2821, m.33); ∗ Sendikalara genel ve kesin siyasal etkinlik yasağı getirilmiş olması (AY, m.52/1; 2821, m.37/2); ∗ Sendikaların derneklerle, kamu kurumu niteliğindeki meslek kuruluşları ve vakıflarla siyasal amaçla ortak hareket edememesi (2821, m.27/2); ∗ Bir siyasal partinin yönetim organlarından herhangi birinde görev alan Sendika yöneticisinin sendikadaki görevinin kendiliğinden sona ermesi (2821, m.37/3); ∗ Sendikaların kendi konu ve amaçları dışında toplantı yapamaması ve gösteri yürüyüşü düzenleyememesi (2821, m 39/4); ∗ Yasama,yürütme ve yargı organları ile merkezi yada yerel yönetimlerce bir karar alınmasını yada alınmış bir kararın değiştirilmesini ya da kaldırılmasını sağlamak ya da alınmış bir kararı protesto etmek amacıyla yaşadışı grev yapan sendika yada konfederasyonların kapatılması (2822,m.73; 2821, m. 58/3); ∗ Sendika ve konfederasyon yöneticilerinin, "faaliyet ve görevleri sırasında ve bu faaliyet ve görevleri sebebiyle" TCK'nin kimi maddelerine uyan suçlardan dolayı mahkum olmaları durumunda, yöneticisi oldukları sendika ya da konfederasyonun da kapatılması (2821,m.58/2) * Sendikalar üzerinde devletin idari ve mali denetim yetkisinin bulunması (AY.m.52/3;2821,m.473) ∗ Devlet Denetleme Kurulu'nun "her düzeydeki işçi ve işveren meslek kuruluşlarında (....) her türlü inceleme, araştırma ve denetlemeleri yapmaya yetkili kılınması (AY, m.108). 9.Toplu Sözleşme Hakkına Getirilen Kısıtlama ve Yasaklar ∗ Konfederasyonlara toplu iş sözleşmesine taraf olma hakkı tanınmaması (2822, m.2); ∗ Toplu pazarlık düzeyinin sınırlandırılması (2822, m.3); ∗ Toplu iş sözleşmelerine yasa ya da tüzüklerin emredici hükümlerine aykırı olumlu ve geliştirici hükümler konulamaması (2822, m.5); ∗ Toplu iş sözleşmesinin süresinin, sözleşmenin imzalanmasından sonra sözleşme özgürlüğü ilkesi çerçevesinde uzatılmasına, kısaltılmasına ve sözleşmenin süresinden önce sona erdirilmesine olanak verilmemesi (2822, m.7); ∗ Siyasal iktidara toplu iş sözleşmesinin kişi ve yer yönünden uygulama alanını genişletme (teşmil) yetkisi tanınması (2822, m.11); ∗ Toplu sözleşme bağıtlama yetkisinin, işçi sendikasının kurulu bulunduğu işkolunda çalışan işçilerin en az yüzde onunu temsil etme önkoşuluna bağlanması (2822, m.12); -ki bu doğrudan sendika kurma hakkını ortadan kaldırmaktadır.∗ İşçi sendikasının yüzde on oranını sağladığının siyasal ve yönetsel bir organca (Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı'nca) belirlenmesi (28222, m.13-14); 10. Grev Hakkına Getirilen Kısıtlama ve Yasaklar Anayasa ve 2822 sayılı yasa, gönüllü toplu pazarlık ilkesiyle bağdaşmayan ve uluslararası kurallara aykırı düşen aşırı kısıtlama ve yasaklarla grev hakkını "son mücadele aracı" olma anlamında bile işlevsiz bırakmıştır. Grev hakkına amaç, biçim koşulları,alan yani işler ve işyerleri, siyasal iktidarın müdahalesi ve grev çeşitleri yönlerinden konulan sayısız kısıtlama ve yasaklar, çağdaş ve demokratik bir çalışma ilişkileri düzeninin temel ilkesi olan "toplu pazarlık özerkliği"ni zedelemiştir. Bu yasaklardan arındırılmadıkça, ne gönüllü ve özgür toplu pazarlık düzeninden, ne de gerçek bir sosyal devlette geçerli olması gereken güçsüzleri ve bağımlı çalışanları korumayı temel amaç edinen çağdaş ve demokratik bir çalışma ilişkilerinden söz edilebilir. ∗ Yasal grev hakkının salt işçilerin "iktisadi ve sosyal durumlarıyla çalışma şartlarını korumak ve düzeltmek amacıyla" sınırlı tutulması (2822, m. 25/2); ∗ Siyasal amaçlı grevin, genel grevin ve dayanışma grevinin yasadışı sayılması ve işyeri işgali, işi yavaşlatma, verimi düşürme ve diğer direnişler hakkında, barışçı amaçlarla yapılsa bile, yasadışı grev yaptırımlarının uygulanması (2822, m.25/2); ∗ Grev yasağı bulunan işlerin ve yerlerin, uluslararası ilke ve ölçülerin sınırlarını çok dar biçimde çizdiği "temel hizmetler" kavramına aykırı olarak son derece geniş tutulması ve böylece özerk alanın daraltılması (2822, m.29.ve 30.); ∗ Yasal grevin " genel sağlık " ve "milli güvenlik" nedenlerine dayanarak Bakanlar Kurulu'nca ertelenmesi ve özellikle erteleme süresi sonunda uyuşmazlığın Yüksek Hakem Kurulu'nca kesin olarak çözülmesi, böylece ertelemenin yasal grev yasağına eşdeğer olacak biçimde düzenlenmesi (2822, m.33,52,53,); ∗ Olağanüstü Hal Yasası'nın il ya da bölge valiliklerine, Sıkıyönetim Yasası'nın da sıkıyönetim komutanlarına grevleri bir ay süre ile erteleme yetkisi tanıması; ∗ Serbest bölgeler Yasası'nın, serbest bölgenin faaliyete geçmesinden itibaren on yıl gibi "geçici" sayılması olanaksız bir süre için 2822'nin arabuluculuk ve grev konusundaki kurallarının uygulanmamasını ve çıkar uyuşmazlıklarının Yüksek Hakem Kurul'nca karara bağlanmasını öngörmesi (geçici m.1); ∗ Yasal bir grevin işyerinde "uygulanmaması" kararıyla sonuçlanan grev oylamasının grev hakkının düşmesine yol açması ve taraf işçi sendikasını ya grev hakkından yoksun olarak anlaşmaya varma ya da, Yüksek Hakem Kurulun'ca başvurma zorunda bırakması (2822, 25, 36); ∗ Yasal grev kararı alma yetkisinin, salt iş uyuşmazlığının tarafı olan işçi sendikasına tanınması ve taraf olmayan işçi sendikaları ile işçi konfederasyonlarına yasal grev hakkı verilmemesi(2822, m.27/2); ∗ Grev hakkının, sınırları belirsiz kimi kavramlarla kısıtlanarak "iyi niyet kurallarına aykırı tarzda, toplum zararına ve milli serveti tahrip edecek şekilde" kullanılmasının yasaklanması ve mahkeme kararıyla durdurulmasına olanak verilmesi (AY, m. 54/2; 2822, m.47/1); ∗ Grevci işçilerin kasıtlı ve kusurlu eylemleriyle işyerinde neden oldukları maddi zararlardan sendikanın sorumlu tutulması (Ay, m.54/3; 2822, m.47/4); ∗ Anayasal bir kuruma dönüştürülen Yüksek Hakem Kurulu'nun gönüllü ve özgür toplu pazarlık alanını daraltacak biçimde geniş yetkilerle donatılması ve işçi temsilcilerinin katılımını sembolik düzeyde tutan bir yapıyla oluşturulması (Ay, m. 54/5,6; 2822, m.53); ∗ Grev eylemleri nedeniyle onsekiz ay hapis cezasına (yani hürriyet bağlayıcı bir cezaya) varacak denli ağır ve ölçüsüz yaptırımlar öngörülmesi (2822, m. 72 ve 81); ∗ Yasanın grev hakkına koyduğu sayısız kısıtlamalardan başka, grev ve lokavtlarda Mülki İdare Amirlerince Alınacak Önlemlere İlişkin Tüzük'ün grev kavramını da çarpıtarak bir "polis olayı" ve "hukuk dışı" bir araç olarak değerlendirip grevden caydırma sonucu doğurabilecek sayısız güvenlik önlemlerine yer vermesi ve devleti grev kırıcı olarak devreye sokması. Grev uygulamasına, grev kararının işverene tebliğinden itibaren 60 gün içinde başlama zorunluluğu ve bu süre içinde grevin başlama tarihinin 6 işgünü öncesinden işverene bildirme şartı aranması. İki aylık süre içinde ya da bildirilen günde başlamayan grev hakkının düşmesi, toplu-iş sözleşmesi yapma yetki belgesinin hükümsüz sayılması(2822:Madde-37); Bu örnekler ve bunların dayanağı yasal düzenlemeler bile, "Türkiye'de sendika kurma hak ve özgürlüğü var mıdır?" sorusunun yanıtının olumlu olamayacağını, hakkın varlığının biçimsel olduğunu, özgürlüğün ise olmadığını açıkça ortaya koymaya yeterlidir. Buna karşın, sendika kurma, toplu sözleşme yapma ve grev hakkının; Anayasal güvenceye sahip, yasal düzenlemeleri bulunan işçiler açısından, ne durumda olduğunu daha somut olarak inceleyelim. 1982 Anayasasının 51. maddesi işçilerin ve işverenlerin sendika kurma hakkını düzenlemektedir. Ancak amaçlanan "Sendika üyelerinin çalışma ilişkilerinde, ekonomik ve sosyal hak ve menfaatlerini korumak ve geliştirmek" ile sınırlanmış bir "sendika"dır. Sendikanın işlevini tanımlar gibi görünen bu düzenleme, aslında evrensel sendika işlevine daha baştan kısıtlama getirmektedir. Nitekim anayasanın 53.maddesinde düzenlenen toplu sözleşme hakkının sınırları da bu düzenleme ile bütünleşmektedir. Buna göre "işçiler ve işverenler karşılıklı olarak ekonomik ve sosyal durumlarını ve çalışma şartlarını düzenlemek amacıyla toplu-iş sözleşmesi yapma hakkına sahiptirler. "...Yine 54.madde ile bu işlem sırasındaki uyuşmazlıkla sınırlı grev hakkına sahip olunmaktadır. Anayasanın bu düzenlemelerini, yukarıda ana başlıklarıyla özetlediğimiz yasak ve kısıtlamalarla birlikte ele aldığımız zaman; sendikal faaliyetler, toplu iş sözleşmesinin yapılması ve uygulanması esnasında ortaya çıkabilecek sorunlarla sınırlandırılmışlardır. Yani sendikalar, toplu pazarlık esnasında üyeleri adına davranmak,uzlaşmazlık halinde yetkililere başvurmak, iş ilişkisinden doğan sorunlarda üyelerine hukuki yardımda bulunmak, toplu sözleşmeler yapmak gibi sınırlı faaliyetlerde bulunabilmektedirler. Böylece sendikalar, yasal tüm olanakları kullanarak, üyeleri adına ve onların yaşamlarını ilgilendiren her alanda düşünce belirlemek ve davranmak gibi özgürlüklere sahip sosyal ve sosyolojik bir bütünlüğün temsilcileri olmaktan çıkarılmaktadırlar. Sendikalar, tüzel kişilik olarak, sahip olmaları gereken, gerçek kişi haklarından da yoksun duruma getirilmiş durumdadırlar. Ayrıca, toplu sözleşme yapma hakkının "sendikal faaliyetin" çok önemli ve temel alanı olduğunu da vurgulamak gerekmektedir. Bu saptamalardan sonra, 2822 sayılı toplu sözleşme yasasının, toplu sözleşme yapma hakkını kullanmak için getirdiği barajların, özellikle de yasanın 12.maddesinin düzenlediği, işkolundaki sigortalı işçilerin en az yüzde onunu üye yapma önkoşulunun , sendika kurma hak ve özgürlüğünü, nasıl yok ettiğini inceleyebiliriz. Öncelikle belirtilmesi gereken şudur: Bu düzenleme 12 Eylül'ün keşfi değildir. 2822 sayılı "generallerin yasası"ndan önce, 1970'li yıllarda benzer düzenleme yapılmak istenmiş, işçi sınıfının "15-16 Haziran" olayları diye bilinen demokratik direnmesi ile gerçekleştirilememiştir. Bu düzenlemeyi yapmak isteyenler, o zaman açıkça "sendika tekliğini" zorla sağlayacaklarını ifadeden de sakınmamışlardır. 1970'li yıllarda yapılan Türk-İş genel kurulunda, dönemin AP'li Çalışma Bakanı Seyfi Öztürk, "DİSK'in çanına ot tıkayacağız" diyordu. Hemen arkasından Türk-İş'in desteğinde, AP ve CHP'li sendikacı milletvekillerinin imzasıyla TBMM'ne "274 Sayılı Sendikalar Kanunu'nun Bazı Maddelerinin Değiştirilmesi ve 31'inci Maddesine Bir Bent İle Bu Kanun'a 3 Geçici Madde Eklenmesi" hakkındaki yasa önerisi sevk edildi ve bu öneri, 29.7.1970 günü 1317 sayı ile yasalaştı. 1317 sayılı yasanın 1.maddesi ile, 274 sayılı sendikalar yasasının birçok maddesi değiştirildi. Bu değişikliklerle sendikal hak ve özgürlüklerin özü yok edildi. Bu yasa 12 Eylül'ün ürünü olan 2821 ve 2822 sayılı yasaların anasıdır/kaynağıdır. Burada yalnız bir maddesini ele alarak değerlendirdiğimizde, neden sendika kurma özgürlüğünün olmadığı daha açık bir biçimde anlaşılacaktır. 2822 sayılı yasanın 12.maddesinde yer alan, bir işçi sendikasının toplu iş sözleşmesi yapabilmesi için kurulu bulunduğu işkolunda en az % 10 üyeye sahip olma kuralı ile 1317 sayılı yasanın 9.maddesini karşılaştırarak inceleyelim: 274 sayılı yasanın 1317 sayı ile değiştirilen 9.maddesinin 2.bendinin (a) fıkrasında; "Bir işçi sendikasının Türkiye çapında faaliyet gösterebilmesi için kurulu bulunduğu işkolunda çalışan sigortalı işçilerin en az 1/3'ünü....temsil etmeleri gerekir" deniliyor ve aynı koşul konfederasyonlar için de getiriliyordu. Böylece DİSK ve bağlı sendikaların tamamına yakını ile bağımsız sendikaların tümü işlevsizleştiriliyor, biçim olarak kurulu sendikalar durumuna getiriliyordu, Bu yasa ve anlayışa göre 1/3 koşulunu sağlayamayan sendikalar varolabilecekler (!) isteyen işçiler yeni sendikalar kurabileceklerdi (!). Ancak bir gerçek vardı ki, o da şuydu: Mevcut sendikalar ve yeni kurulacak sendikalar 1/3 koşulunu gerçekleştirinceye kadar FAALİYETTE BULUNAMAYACAKLARDI. Bu anlayışın sahipleri şunu da savunuyorlardı: Bu yeni düzenlemede, sendika kurma hakkına aykırı bir yön yoktur ve güçlü sendikacılık dönemi başlayacaktır! Buna karşın, işçiler aydınlar, bilim adamlarının çoğunluğu, kamuoyu ise bu düzenleme ve koşula "HAYIR" diyorlardı. Çünkü gerçekleştirilmek istenenin TEK VE ZORUNLU SENDİKACILIK olduğunu görüyorlardı; her işkolunda tek ve zorunlu bir sendika bulunmasının bir faşizan uygulama olduğunu tarihten de biliyorlardı. İşçi sınıfı, 15-16 Haziran'da hiçbir siyasal düşünce ve sendika, konfederasyon farklılığına bakmaksızın, bu uygulamaya karşı DEMOKRATİK DİRENME HAKKINI kullandı. Buna karşın yasa çıktı. TİP, 1317 sy.nin birçok maddesinin yanı sıra, bu düzenlemenin de İPTALİ için Anayasa Mahkemesi'nde dava açtı. Anayasa Mahkemesi 8-9 Şubat 1972 gün ve E:1970/48, K.1972/3 sayılı kararıyla, 1317 sy.nın bir çok maddesinin yanı sıra, söz konusu düzenlemeyi de iptal etti. Bütün bu açıklamalardan sonra, "Toplu-iş sözleşmesi yapmak için kurulu bulunduğu işkolundaki sigortalı işçilerin en az %10'unu üye bulundurma kuralı/önkoşulu sendikanın kurulmasına ilişkin bir kural olmayıp, işçi sendikasının toplu-iş sözleşmesi yapabilmesine ilişkin konulmuş bir kuraldır" diyenlere/diyeceklere karşı, Anayasa Mahkemesi'nin sözü edilen yasa ve maddeyi iptal gerekçesiyle de ayrıca yanıt vermek olanaklıdır. 1317 sy.nın düzenlenmesi de ilk bakışta yukarıdaki sav gibi gözüküyordu. "Bir sendikanın var olma nedeni değil, çalışmasıyla ilgilidir" deniyordu. Ne var ki durum, hiç de öyle değildir. Anayasa Mahkemesi'nin iptal kararında: ".......9.maddesin 2 sayılı bendinin (a) fıkrası kuralı ilk bakışta sendikanın kurulmasına ilişkin bir kural olmayıp, işçi sendikasının Türkiye çapında görev yapabilmesi için konulmuş bir kuraldır. Bu kurala göre, belli işkolunda çalışan sigortalı işçilerin en az 1/3'ünü üye olarak kendisinde toplamış bulunmayan bir işkolu işçi sendikasının Türkiye çapında çalışmalar yapabilmesi yasaklanmıştır. Demek ki,yazılışı bakımından yorum yapılacak olursa, kuralın sendikaların kuruluşunu değil, yalnızca çalışma alanlarını sınırlandırmakta olduğu görülmektedir. Ancak, her kuruluşun ereği, o kuruluşun gelişmesi ve çalışması olduğundan, işçi sendikasının çalışma alanı için konulan bu sınırlandırma, ister istemez onun kuruluşunu da etkilemektedir; gerçekten çalışma alanı kuruluşundan önce sınırlandırılmış bulunan bir işkolu işçi sendikası, daha kurulurken gelişemez durumda ortaya çıkmış bir sendika niteliğindedir ve çalışması belli alanla sınırlı bulunan bir işkolu sendikasının genişlemesi olanağı yoktur. Çünkü onun çalışmaları belli alan içinde sıkışıp kalacaktır ve daha başka alanlarda sendika çalışmaları yaparak yeni yeni üyeler kazanması ve........etkili bulunan bir sendika durumuna gelmesi düşünülemez. Demek ki işkolu işçi sendikalarının çalışma alanı için konulan bu sınırlandırma, sonuçta onların kuruluşunu iyice etkilemekte ve onları ölü doğmuş duruma sokmaktadır" denilmektedir. Gerçekten de sözü edilen "ÇALIŞMA ALANI", "FAALİYET" ibarelerinin yerine "TOPLU-İŞ SÖZLEŞMESİ YAPMA" ibaresi konularak okunacak olursa durum daha da açıklık kazanacaktır. "Başka deyimle, bir sendika kurulduğu anda o işkolundaki sigortalı işçilerin 1/3'ünü üye yazamayacağından, ancak kurulduktan sonraki çalışmaları ile kendisini beğendirip üye sayısını artırabileceğinden, Türkiye çapında çalışma olanağı sağlanmayan sendika, yasanın 1/3 sigortalı işçi sayısı üye yazma koşulunu gerçekleştiremeyecektir ve böylece tartışma konusu koşul yüzünden, Türkiye çapında çalışan sendikalar kurulması önlenmiş olacaktır" diyen iptal gerekçesi, generallerin çıkardığı 2822 sayılı yasanın Anayasa Mahkemesi'ne götürülme olanağı olsaydı, kuşkusuz şöyle çıkacaktı: "....... bir sendika kurulduğu anda o işkolundaki sigortalı işçilerin %10'unu üye yazamayacağından.....toplu-iş sözleşmesi yapma olanağı sağlanmayan sendika ,yasanın aradığı % 10 sigortalı işçi sayısını üye yapma koşulunu gerçekleştiremeyecektir ve böylece tartışma konusu koşul yüzünden çalışan sendikalar kurulması önlenmiş olacaktır." Bu açıdan, 1961 Anayasası ile 1982 Anayasası'nın işçilerin sendika kurma hakkına ilişkin olarak, düzenlemeleri arasında bir fark yoktur. 2822 sy.nin 12.maddesinin bu düzenlemesi 1982 Anayasası'na da aykırıdır ve sendika kurma hakkının özünü zedelemekte, yok etmektedir. Bugün 200 bin sigortalı işçinin çalıştığını varsayacağımız bir işkolunda 19.900 işçi bir araya gelerek, birlikte bir sendika kursalar; görünürde sendika kurmuş olacaklar, ancak kendileri için bile toplu sözleşme imzalama, temel sendikal işlevde bulunma hakları olmayacaktır. Yaşamda, bu abartılı örnekteki gibi sendika kurulamayacağı da açıktır. İşte sendika kurma hakkı ile faaliyet ve toplu sözleşme yapma arasındaki ilinti bu denli ayrılmazdır. Önemle dikkat edilmesi gereken nokta şudur: %10 barajı , toplu sözleşmede çoğunluğu belirleme, yetkili sendikayı saptama koşulu değil, bu alanda faaliyette bulunabilme ÖNKOŞULUDUR. Prof.Dr.Alpaslan IŞIKLI'nın yerinde benzetmesiyle; doğacak çocuğun doğabilmesini, göz rengi, saç biçimi, ten rengi ve hatta dişlerinin olması gibi kurallara önceden, bağlamaktır. Bu da çocuğa ,doğum izni verdi görünerek, doğamazsın demekle eşanlama gelir. Ülkemizin de taraf olduğu uluslararası anlaşmaların böylesi düzenlemeleri asla kabul etmediğini, ILO'nun bu konuda pek çok kararı ve uyarısı bulunduğu gerçeğini ise tartışmak bile anlamsızdır. Diğer yandan hiçbir görüş ve dayandığı gerekçe, sendikal tekelciliği, işçi ve emekçi sınıflar yararına savunma haklılığı kazanamaz. İşçilerin ve çalışanların, özgür istençleri ile oluşturacakları, tek sendikalar eliyle bu alanı kullanmalarının daha olumlu olacağını savunmak ayrı şeydir. Bu alanda yapılan demagojilere karşı uyanık olmak gereklidir. Faşist ve otoriter rejimlere özgü, yasa zoru ile yaratılmış "tek sendika" güçlü sendikacılığı yaratmaz, yaratamaz. Sendikal birliği sağlamak işçi sınıfının temel görevidir ve ancak işçi sınıfı tarafından yerine getirildiği, sağlandığı ölçüde gerçek anlam ve içeriğine kavuşabilir. Yakın tarihimizde görüldüğü üzere, işçi hareketinin birliğini sağlama demogojisinin ardına sığınarak, sendikacılık hareketine siyasal iktidarın yasal ve yönetsel yollarla müdahalede bulunması, sendikacılığın bölünmüşlüğünü artırmaktan veya sendikacılık hareketini çoğunluğu temsil etmeyen bir kliğin eline teslim etmekten başka bir sonuç vermemektedir. Sendikal birliğin sağlanmasının temel koşulu, sendikal özgürlük ortamının oluşumudur. Ayrıca barajın, güçlü sendika yarattığını savlayanlar,buna kendileri de inanmamaktadırlar. Ülkemizdeki sendikalaşma oranı bunun açık kanıtıdır. Örneğin sendikamızın kurulu bulunduğu 17 nolu işkolunda Bakanlığın doğru olmadığı herkesçe bilinen istatistiklerinde bile, sendikalaşma oranı %22'dir. Gerçekte ise bu rakam %10'dur. İşte yaratılan güçlü sendikacılık, %90'ı sendikasız olan bir işkolu ortaya çıkarmıştır. Bu %90'nın sendikasız olmasında antidemokratik %10 ÖNKOŞULU temel etkenlerden birisidir. Bugün, Çalışma Bakanlığınca yayınlanan istatistiklerde yüzde on barajını aşmış görünen sendikaların pek çoğunun bu durumları gerçek değildir. Tam ve doğru olarak işçi ve sendikalı sayıları ortaya konursa, -ki bugünkü toplu sözleşme yapma düzenini korumaktan yana olanlarla, bu işlemleri yapmakta tek yetkili organ konumundaki Çalışma Bakanlığı bunu gerçekleştirmekle yükümlüdür.- Ülkemizde işkollarının en az yarısında toplu sözleşme yapılamayacaktır. Bu da ülkemizde sendika kurma özgürlüğünün "lafta" kaldığını daha da somutlayacaktır. İstatistiklerin gerçeği yansıtmamasında, bu durumun ortaya çıkmaması isteğinin çok önemli rolü vardır. Siyasal iktidarın geçmişteki yeğlemeleri bir diğer etkendir. Bizzat yasanın kendisi, getirdiği sistemle ülkemiz gerçeklerine aykırı, doğru uygulanabilirliği olanaksız, kırtasiyesi ve bürokratik yapısıyla sahteciliğin kaynağı olmuştur. 2821 sayılı yasanın geçici ikinci maddesi ile düzenlenen Ek-6 uygulaması ile 7.5.1983 tarihinde sendikaların "üyem" diye bildirdiği çok sayıda sahte üyelik, resmi kayıtlara geçmiştir. Daha sonra meydana gelen ayrılma, ölüm ve istifa gibi durumlar dikkate alınmamıştır. İşkolu istatistikleri bu yönüyle bizatihi kendisi yüzde on barajından ayrı olarak, ikinci bir baraj engel oluşturmaktadır. Bu belirttiklerimizi 17 nolu işkolundan örnekleyelim. 1992 Temmuz istatistiklerine göre bu işkolunda 345 bin sigortalı işçinin çalıştığı ve bu işçilerin Türkiye genelinde 102 bin işyerine dağılmış olduğu kayıtlıdır. Bu işçilerin işyerlerine göre dağılımını gösterir Bakanlığın resmi yazısı, istemi üzerine Sosyal-İş Sendikası'na gönderilmiştir. Bu listede, 150 bin işçinin İstanbul'6a çalıştığı belirtilmektedir. Ancak Bakanlık bu işçilerden yalnızca yaklaşık 10 bin işçinin çalıştığı işyerlerinin adresini verebilmektedir. Geri kalan işyerlerinin isim ve adresleri Bakanlıkça bilinmemektedir. Buralarda çalışan 140 bin sigortalı işçinin çalıştığının nasıl belli olduğu ise Bakanlıkça yanıtlanamamaktadır. Banka, sigorta, liman, karayolları, otelcilik gibi işyerleri 17 nolu işkolunda adres olarak yer almaktadır. Devlet İstatistik Enstitüsü'nün 1989 yılı rakamları ile sayıları 30 bini bulan özel öğretim kurumları öğretmenleri istatistiklere dahil edilmişlerdir. Oysa bu çalışanların sendikalara üye olmaları, 2821 sayılı yasa ile yasaklanmış durumdadır. Yine Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı bildiriminde bir kara mizah görülmektedir. Bu bildirimde pek çok örneği görülen ve aşağıda birkaç örneğini verdiğimiz işyerlerinde karşılarında gösterilen işçilerin çalıştığı belirtilmektedir: İLİ-İLÇESİ-BELDESİ İŞYERİ ÜNVANI İŞÇİ SAYISI Silifke-Taşucu Balıkçılık Kooperatifi Mersin Gümüşhaneliler Tanışma Der. 140 İzmir-Eşrefpaşa Anadolu Kasabı 107 Sandıklı Bakkaliye 108 Amasya-Taşova Harita İşleri 342 Ankara-Abidinpaşa Isparta Halı Mağazası 248 Zonguldak Kuku Bakkaliyesi 132 104 -Çaydibi (böyle bir işyeri yok) Muğla-Ula Belde Eczanesi 214 (İlaç Fabrikası değil) Yaptığımız araştırmada, bu işyerlerinin ya olmadığını ya da birer çalışanı olan işyerleri olduğunu saptadık. Bu durum faaliyette bulunmak-toplu iş sözleşmesi yapmak- yönünden sendikaların önüne %10 değil, bu barajın aslında uygulamayla %20'lere kadar çıkarılmış olduğunu açıkça göstermektedir. Böylesi komedilere son vermek zamanı da gelip geçmiştir. Sendikal alanı, tümüyle, toplu sözleşme düzeniyle özerkleştirmek kaçınılamaz ve ertelenemez bir zorunluluktur. özgürleştirip, Bugün Almanya'da grev ve sendika haklarını düzenleyen özel bir yasa yoktur, çıkarılmamıştır. Fransa, İngiltere, Belçika, Hollanda, İtalya gibi ülkelerde, bizde yerleştirilmeye çalışılan anlamda sistematik grev ve sendika yasaları söz konusu değildir. İşçi örgütleri bu hakların özel yasalarla düzenlenmesine karşıdır. Artık, sendikal örgütleri, katlanılması gereken bir kurum olarak görmekten Devlet de işverenler de vazgeçmeli, düzenlemeler, taraf etkinliğinden çok Devlet etkinliğini ve vesayetini öngören anlayıştan kesinlikle çıkarılmalıdır. Toplu sözleşme düzeninin, verimliliği ve yaratıcılığı artırıcı ve geliştirici işlevinin; bu alanın özerk ve özgür olması ile sağlanabileceği, yapay kurulmuş ve tanınmış işçi ve işveren örgütleriyle sağlanamayacağı, daha çok zaman yitirmeden kabul edilmelidir. Bürokratik , dar çerçeve içine sokulmuş, bağımsız ve özgürce kurulmamış, demokratik işleyişe sahip olmayan işçi örgütleriyle olumlu sonuca ulaşmak olanağı yoktur. Unutulmaması ve daima gözönünde bulundurulması gereken nokta şudur: Toplu sözleşmeyi yapmaya yetkili sendikanın belirlenmesi ÖNCELİKLE İŞÇİ'yi ilgilendirmektedir. Çünkü sendika, toplu sözleşme ve grev hakları işçi haklarıdır ve bunların gerçekten işçiler yararına işlemesi, kesinlikle işçi istencine uygun yaşama geçirilmesi ile olanaklıdır. Bu konu basit bir sendikalar arası rekabete indirgenemez. Tartıştığımız kollektif sosyal hakların, hak sahibi işçilerin istemlerine, istençlerine uygun kullanılmalarının çeşitli nedenlerle engellenmesi, kısıtlanması ve yasaklanması, bu hakların varoluş nedenleri ile çelişir. Biz,DİSK olarak; sendika kurma özgürlüğünün tüm boyutlarıyla varolması için yasal ve meşru mücadelede kararlıyız. Barajlara teslim olmayacağız. Belde A.Ş.'nde bağıtladığımız sözleşme gibi , barajları işlevsiz kılacağız. Yasal ve meşru yollardan bunu aşacağız. Ulusal ve uluslararası platformlarda hukuksal ve yargısal mücadelemizi sürdüreceğiz. Sendikal alanı, çalışma yaşamını, devletin hak verme alanı olmaktan çıkartan, bu alanı özgürlükler alanı durumuna getiren bir anlayış, siyasal iktidarda, işverenlerde ve hepsinden önemlisi işçi sınıfında, tüm çalışanlarda egemen olmalıdır. İşçi sınıfını, onun memur denilen kesimini de kapsayan tek bir sendikalar çerçeve yasası bu anlayışla bir an önce düzenlenmelidir. Bugün TBMM'ce onaylanmış bulunan 87 ve 151 sayılı ILO sözleşmeleri uyarınca da "memur" denilen kamu çalışanlarına YASA ZORU İLE AYRI SENDİKALARDA ÖRGÜTLENMELERİNİ DAYATMA olanağı yoktur. Tüm çalışanlar aynı işkolu sendikalarında örgütlenebilmelidir. Memurlar isterlerse ayrı sendikalar kurabilirler. Toplumumuz ve sendikal yaşamımız, yüzde ellibirlerin, yüzde kırkdokuzlara hükmettiği bir zorbalık anlayışından kurtularak, gerçek çoğulcu anlayışın düzenlemelerine kavuşturulmalıdır. İşyeri çalışma barışı da ancak böyle sağlanabilir. Demokratikleşmenin ve demokrasinin yerleşmesinin gereği de budur. Sendikal alanda özgürleşmeden demokratikleşme sağlanamaz. Bu alanda demokratikleşme sağlanmadan da, ülkemizde demokrasi tüm kurum ve kurallarıyla kurulamaz, yerleşemez, işleyemez. MALİ RAPOR (1.4.1992 - 31.5.1994 dönemi) Genel Kurulumuzun değerli delegeleri; Sendikamızın yeniden açılmasından sonra olağan Genel Kurulumuz 11-12/Nisan/1992 tarihlerinde yapılmış ve göreve gelen Yönetim Kurulumuz, Ankara 5. İş Mahkemesinin 21.4.1992 tarih ve 991/443 esas 1992/8 karar sayılı kesinleşmiş ilamı uyarınca, Kayyumluktan 21.4.1992 tarihinde, tutanakla: 11.546.549.-TL 3.572.355.959.-TL 15.000.000.-TL 20.000.000.-TL 19.733.000.-TL : KASA MEVCUDU, : BANKA MEVCUDU, : BEDELLİ ARSA, : BEDELLİ BİNA, : BEDELLİ DEMİRBAŞ DEĞER, Olmak üzere toplam : 3.638.635.508.-TL'lık para ve mal varlığını teslim almıştır. (KAYYUMLUK devir bilançosu ektedir.) Genel Yönetim Kurulumuzun 24.4.1992 tarihli ve 1 sayılı kararı ile, Anatüzüğümüzün 40. maddesi uyarınca Mali İşler Uzmanlık Dairesi oluşturulmuş ve parasal işlemlerimiz; 1.4.1992 tarihi esas alınmak suretiyle, Sendikalar Yasası, aynı yasanın 47. maddesine dayanılarak Bakanlar Kurulunca çıkartılan Tüzük, Ana Tüzüğümüz, bütçe ve Genel Kurul kararları ile muhasebe talimatı ve hesap planımıza uygun olarak yürütülmeye başlanmıştır. 1-Kayyumlukla Sendikamız Yönetim Kurulu arasında düzenlenen devir ve teslim tutanağında; cins, miktar ve halihazır durumları belirtilen demirbaş kıymetlerin çok önemli bir kısmının 10 yılı aşkın bir süre sendika dışında bir depoda bulundurulması sonucu kullanılma niteliklerini yitirmeleri ve bazılarının teknolojik geriliği nedeniyle bu demirbaşlar elden geçirilerek, kullanılabilecekler saptanıp değerlendirilmiş, defter kayıtlarımızda takibe alınmış, kullanım olanağı bulunmayanlar hurdaya ayrılarak terkin edilmiş ve bunların satışından elde edilen 13.340.000.-TL, gelir hesaplarımıza intikal ettirilmiştir. 2-Maliye ve Gümrük Bakanlığınca 12 Eylül sonrası el konulmuş bulunan (06-ST-237) ve (06-ST-238) plaka numaralı Ford marka 2 binek otosunun geri alınması yönünde titiz bir çalışma sürdürülmüş, ilgili Bakanlıkla yapılan sürekli yazışmalar ve uğraşılar sonucunda söz konusu arabalar, Ağustos/1993 ayı içinde teslim alınarak, muhasebe kayıtlarına intikal ettirilmiş ve gerekli onarımları, trafik tescilleri yaptırılarak, hizmete konulmuştur. Bu arabalardan biri halen adana Şubemiz diğeri de İstanbul Şubemiz kullanılmaktadır. hizmetinde 3- Dönem içinde 1 adet Fiat Tempra binek otusu ile 1 adet Fiat Şahin binek otusu, Vakıflar Bankasından sağlanan otomobil kredisiyle peşin olarak satın alınmış, Sendikamıza Haziran/1993 tarihinde katılan Fındık-İş Sendikasından malen intikal eden 1 adet Opel Vectra binek otosu ile birlikte 3 oto, Genel Merkezimiz hizmetine konulmuştur. 4- Sendikamızın 1970'li yıllarda üyesi bulunduğu Sosyal-İş Yapı Kooperatifindeki hissesi ile ilgili araştırma çalışmalarına hemen başlanmış ve bu çalışmalar sonucu, arsamızın, Ankara-Etimesgut Belediye sınırları içinde bulunduğu saptanarak Eylül/1992 tarihinde tapusu alınmıştır. 5- Halen Eskişehir Şubemizin çalışmalarını sürdürdüğü Cumhuriyet mahallesi 627 ada, 17 parselde kayıtlı 24/2664 arsa paylı büro, 75 milyon bedel karşılığında satın alınmış ve mal varlığımıza intikal ettirilmiştir. 6- Dönem içinde Genel Merkezimiz ile Genel Merkezimiz ek hizmet binası ve İstanbul, İzmir, Adana, Antalya, Kocaeli, Eskişehir, Trabzon şubeleri ve Kayseri İl Temsilciliğimizin büro donanımları yapılmış, ayrıca Genel Merkezimiz Bilgisayar, Faks, Video-Teyp gibi teknik araçlarla takviye edilmiştir. Bilgisayar dışında, aynı teknik araçlarla Şubelerimizin de donanımı bir takvime bağlanmış olup, en kısa sürede gerçekleştirilmesi planlanmıştır. 7- Ekli tabloların incelenmesinde de görüleceği gibi, dönem içindeki gelirlerimizin büyük bölümünü, banka faiz gelirleri oluşturmaktadır. 12 Eylül sonrası yapılan düzenlemelerin, sendikaların aidat almasını, toplu sözleşme yapmış olması veya işyerinde yetki almış olması önkoşuluna bağlamış bulunması nedeniyle, üyelerimizden aidat alınması mümkün olamamış, ancak Borçlar Yasası'na göre yaptığımız sözleşmeler sonucunda bu işyerlerinde çalışan üyelerimizden aidat sağlanabilmiştir. Bu durum, aidat gelirlerimizin düşük düzeyde kalması sonucunu doğurmuştur. 8- Genel Merkez, 9 şube ve 2 İl Temsilciliğimizce sürdürülen sendikal çalışmalarımızın gerektirdiği harcamalarda, enflasyon ve sürekli zamlara karşın, yapılabildiği ölçüde tasarrufa özen gösterilmiştir. Bu cümleden olarak, Genel Yönetim Kurulumuzca oybirliği ile alınan karar gereği, Sendika Yönetici ücretlerine, 1.4.1994 tarihinde yapılması bütçe gereği öngörülen % 40 oranındaki ücret zammı uygulanmamış, yılda 4 maaş tutarındaki peşin ikramiye ödemesi durdurulmuş, 3 ay dolduğunda ancak 1 ikramiye verilmesi öngörülmüştür. 9- Parasal işlemlerimiz, Genel Denetim Kurulunca (5) kez denetlenmiş, Aylık mizanlar ile yıllık blanço ve raporlar süresi içinde düzenlenerek Genel Yönetim Kurulumuzun bilgi ve incelemesine sunulmuş, Maliye ve Gümrük Bakanlığı ile Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığına ve Üst kuruluşumuz DİSK Konfederasyonuna gönderilmesi yasa hükmü olan raporlar da, keza süresi içinde iletilmiştir. Değerli delegeler, 1.4.1992-31.5.1994 dönemini kapsayan, Gelir-Gider tabloları ve Bilançoları ayrı ayrı düzenlenerek, raporumuz ekinde verilmiş ve gerekli açıklamalar aşağıda yapılmıştır. 1- GELİRLERİMİZ : Döneme ait gelirlerimiz toplamı : 14.309.206.844.-TL'dir. Bu gelirlerimizin : 7.379.403.873.-TL'si : Ziraat Bankası, Halk Bankası ve Vakıflar Bankasındaki vadeli ve vadesiz hesaplarımızdan sağlanan faiz gelirlerinden, 267.308.688.TL'si : Üye aidatı gelirlerinden,(bu döneme ait olan ancak sendikamıza henüz intikal etmemiş olan aidatlar bu rakama dahil edilmemiştir.) 55.000.000.-TL'si : Gümrüklerden geri alınan (2) binek otusu bedelinin gelir kaydından, (Ford Taunus: 30 milyon, Ford Escord 25 milyon TL) 13.340.000.-TL'si : Hurdaya ayrılan demirbaşların satışından, 6.897.331.-TL'si : Vakıflar Bankası kredisi ile alınan 2 binek otosu için Bankaca yapılan iskontodan, 6.528.588.743.-TL'si : Sendikamıza Haziran-1993 ayında katılan Fındık-İş Sendikasından devralınan para ve mal varlığının gelir kaydından,(5.911.159.225.-TL. nakit, 114.647.976.-TL,'lik demirbaş kıymet, 195.781.542.-TL bedelli 1 adet binek otosu, 307.000.000.-TL hizmet ödeneği, kıdem tazminatı ve iş avansı) 58.668.209.-TL'si : Evvelce, kıdem tazminatı ve hizmet ödeneği alan yöneticilerin iade ettikleri, miktarlardan sağlanmıştır. 2- GİDERLERİMİZ : Döneme ait giderlerimiz toplamı: 12.320.792.083.-TL'dir. Bu giderlerimiz; Yönetici giderleri, personel giderler,idari giderler, üst kuruluş aidat giderleri ve eğitim giderlerinden oluşmaktadır. Gider guruplarına göre dağılımı şöyledir: a) Genel Merkez Yönetici Giderleri: Bu hesaptan yapılan harcamalar tutarı 3.017.479.957.-TL'dir. Bunun: 2.236.633.242.-TL'si ücret, 582.690.685.-TL'si ikramiye, 198.156..030.-TL'si yurt içi ve yurt dışı görev yolluğu, ödemesidir. b) Personel Giderleri: Bu hesaptan yapılan harcamalar tutarı : 3.385.757.484.-TL'dir. Bunun; 2.202.930.126 TL si ücret, 166.980.496.-TL si Söz.Pers.ücreti, 577.552.862.TL si ikramiye, 202.184.000.-TL si yolluk, 236.110.000.-TL'si kıdem tazminatı, ödemesidir. c) İdari Giderler: Bu hesaptan yapılan harcamalar tutarı: 4.832.840.581.-TL'dir. Bu ödemeler, Genel Merkezimiz, Şubeler, Temsilcilik ve irtibat bürolarımızın (Kırtasiye, Haberleşme, Noter, Mahkeme, Genel Kurul, Basın-Yayın, Kira, Isıtma, aydınlatma, su, bina, arazi, oto vergileri, oto işletme bakım tamir, akaryakıt, taşınır-taşınmaz mallar bakım ve tamir, ikram, temsil, ulaşım, gelir vergisi, damga vergisi, S.S.K. primi işveren hissesi, konut edindirme fonu, tasarrufu teşvik fonu, S.S. destekleme fonu ve diğer) harcamalarını içermektedir. d) (Üst Kuruluş) Aidat Giderleri: Bu hesaptan yapılan harcamalar tutarı 642.817.600.-TL'dir. Bunun; 537.217.600.-TL si Aidat, 105.600.000.-TL'si Katılım Payı (DİSK etkinlikleri ve DİSK örgütlenme fonu) giderleridir. e) Eğitim Giderleri: Bu hesaptan yapılan harcamalar tutarı 441.896.461.-TL'dir. Bunun; 204.899.482.-TL'si Aylık yayın organımız Sosyal-İş gazetesi Haber Bülteni ve bildiri basımı, 50.520.000.-TL'si Eğitim amaçlı, kitap, broşür basımı, 186.476.979.-TL'si Genel Merkez, şube ve temsilciliklerimizce düzenlenen eğitim-örgütlenme toplantı ve seminer çalışmaları, giderleridir. BİLANÇO AÇIKLAMASI (31.5. 1994 İtibariyle) KASA : Bilançomuzun kasa hesabında görülen 89.866.557.-TL günlük ihtiyaçları karşılamak üzere kasa'da bulundurulan miktardır. BANKA: Bilançomuzun Bankalar hesabında görülen 3.342.681.106.-TL'nin; 2.000.000.000.-TL'si nolu vadeli hesabımızda, Türkiye Halk Bankası Necatibey Şubesindeki 3120 500.000.000.-TL'si nolu vadeli hesabımızda Türkiye Halk Bankası Necatibey Şubesindeki 0090 755.300.083.-TL'si nolu vadesiz hesabımızda, Türkiye Halk Bankası Necatibey Şubesindeki 66149 85.000.000.-TL'si T.C.Ziraat Bankası Ankara Yenişehir Şubesindeki 692223 nolu vadeli hesabımızda, 1.436.669.-TL'si T.C. Ziraat Bankası Ankara-Yenişehir Şubesindeki 5061 nolu vadesiz hesabımızda, 944.354.TL'si Türkiye Vakıflar Bankası Dikmen Şubesindeki 2016592 nolu vadesiz hesabımızda, bulunan nakit miktarlarımızdır. DEMİRBAŞLAR: Bilançomuzun demirbaşlar hesabında görülen 527.748.837.-TL'; Genel Merkezimiz, şube ve temsilciliklerimiz bürolarında kullanımda bulunan kıymetlerin tutarıdır. Dağılımı şöyledir ; Genel Merkez : 341.060.027.- TL İstanbul Şubesi : 41.611.800.- TL İzmir Şubesi : 16.459.000.-TL Giresun Şubesi : 74.369.646.-TL Trabzon Şubesi : 15.862.000.-TL Antalya Şubesi : 8.812.400.-TL Eskişehir Şubesi : Kocaeli Şubesi : 8.256.750.-TL Adana Şubesi : 11.506.200.-TL Kayseri Temsilciliği : 7.217.014.-TL 2.594.000.-TL SABİT DEĞERLER: Bilançomuzun bu hesabında görülen 789.855.084.- TL, mülkiyeti Sendikamıza ait (2) daire, (1) arsa ve (5) binek otosunun kayden takip bedelidir. Dağılımı şöyledir: (ANKARA-Etimesgut) Arsa :20.000.000.-TL (ANKARA) Kargir daire :15.000.000.-TL (Eskişehir) Kargir büro :81.000.000.-TL Fiat Tempra Binek Otosu :222.534.614.-TL Opel Vectra Binek Otosu :195.781.542.-TL Fiat Şahin Binek Otosu :139.038.928.-TL Ford Taunus Binek Otosu :60.750.000.-TL Ford Escort Binek Otosu :55.750.000.-TL AVANSLAR : Bilançomuzun bu hesabında görülen 965.300.364.-TL, şube ve temsilciliklerimiz üzerinde bulunan avans bakiyeleri, Hizmet ödeneği-kıdem tazminatı avansları ve iş avansı tutarlarıdır. Dağılımı şöyledir: 160.632.155.-TL : avanslar. Şube ve temsilcilikler üzerinde bulunan 802.668.209.-TL : Ücretli yönetici ve personel üzerinde bulunan hizmet ödeneği-kıdem tazminatı avansları, 2.000.000.-TL : Genel Merkez görevlisi üzerinde bulunan P.T.T. (Haberleşme) iş avansı, miktarlarıdır. Ç.ALACAKLAR: Bilançomuzun bu hesabında görülen 5.785.000.- TL Genel Merkez, şube ve daire bürolarının (Kira, elektrik ve su) depozitosu miktarlarıdır. Dağılımı şöyledir: Ankara Elektrik Dağıtım Kurumu : 360.000.-TL (Elk.Dep.) Trabzon Elektrik Dağıtım Kurumu : 150.000.-TL (Elk.Dep.) Eskişehir Elektrik Dağıtım Kurumu : 150.000.-TL (Elk.Dep.) Kocaeli Elektrik Dağıtım Kurumu : 450.000.-TL (Elk.Dep.) İstanbul Şube-Büro Mal sahibi :2.500.000.-TL (Kira Dep.) Mağdeburger Sigorta Şt./Giresun :2.047.000.TL (Hasar Sig.) Eskişehir Belediye Sular İdaresi : 128.000.-TL (Su Dep.) Ç.BORÇLAR : Bilançomuzun bu hesabında görülen 989.000.-TL, Giresun Şubemiz çalışanlarının Nisan/1994 ayı vergi iadesi alacaklarıdır. EMANETLER: Bilançomuzun bu hesabında görülen 93.197.679.-TL, yönetici ve personelin Mayıs-1994 ayı ücret ve ikramiye istihkaklarından yapılan yasal kesintilerdir. (Yasal süresi içinde yatırılmak üzere, bu hesapta bekletilmektedir.) Dağılımı şöyledir: 70.311.670.-TL 1.219.077.-TL 19.420.300.-TL 2.246.632.-TL : Gelir vergisi : Damga vergisi : Sigorta primi (işçi hissesi) : Tasarrufu teşvik fonu, ÖZVARLIK: Bilançomuzun devir hesabında görülen (6.948.248.923.- TL- 1.321.198.654.TL=)5.627.050.269.-TL; 31.5.1994 tarihi itibariyle sahip olduğumuz birikimlerimizin tutarıdır. 1.4.1992 tarihi itibariyle Kayyumluktan devralınan 3.638.635.508.-TL özvarlığımız, dönem içinde 1.988.414.761.TL'lik bir gelir artışı ile bu miktara ulaşmıştır. Genel Kurul delegelerimizin bilgi ve incelemelerine saygı ile sunulur. BİLANÇO 1.4.1992 İTİBARİYLE (KAYYUMLUKTAN DEVRALINAN) AKTİF KASA BANKA PASİF 11.546.549.- 3.572.355.959. DEMİRBAŞ 19.733.000.- SABİT DEĞERLER 35.000.000.- BİLANÇO DEVİR HESABI 3.638.635.508.- tutarındaki 3.638.635.508.- HESAP İSMİ Personel Ücretleri Sözleşmeli Pers.Ücretleri Personel İkramiyesi Personel Yolluğu Yön.Ücret,Huzur Hk. Yönetici İkramiyesi Yönt.Yurtiçi Yolluk Yönt.Yurtdışı Yolluk Kırtasiye Haberleşme Noter-Mahkeme Genel Kurul Basın-Yayın Kiralar Isıtma-Aydın.Su Bina,Arazi,Oto Vergi. Oto İşl.Bakım.Tamir Taş.T.Mallar Bk.Tamir İkram,Temsil Ulaşım Gelir Vergisi Damga Vergisi Sigorta Primi (İşv.H.) Konut Edindirme Fonu Tas.Teşvik Fonu Sav.San.Destek Fonu Diğer Giderler Üst Krl.Aidatı Üst Krl.Katılım Payı (Eğitim)Gazete (Eğitim) Kitap (Eğitim)Seminer-Konf. Aidat Geliri Banka Faizi Diğer Gelirler TOPLAM GELİR FARKI TOPLAM 3.638.635.508.- (31.12.1992 İTİBARİYLE) GELİR-GİDER FARKI TABLOSU GİDERLER TOPLAMI GELİRLER TOPLAMI 138.525.432.23.767.080.18.487.334.6.210.000.265.273.465.105.827.624.31.783.400.13.652.230.24.871.739.12.120.100.1.204.303.17.977.422.20.949.200.76.650.000.13.194.630.12.049.991.45.241.790.26.070.129.4.120.800.15.331.578.498.021.31.912.703.16.799.007.19.824.000.25.000.000.38.606.952.1.933.385.050.72.008.209.1.005.948.930.2.005.393.259.999.444.329.2.005.393.259.2.005.393.259.- BİLANÇO (31.12.1992) AKTİF PASİF KASA BANKA 17.946.047.- 3.822.447.673.- BİLANÇO DEVİR HESABI BİRİKMİŞ GELİRLER 3.638.635.508.999.444.329.- DEMİRBAŞLAR 119.089.578.- EMANETLER 28.647.891.- SABİT DEĞERLER 257.534.614.- Ç.BORÇLAR 171.900.910.- AVANSLAR 621.610.726.- 4.838.628.638.- HESAP İSMİ Personel Ücretleri Sözleşmeli Pers.Ücretleri Personel İkramiyesi Personel Yolluğu Yön.Ücret,Huzur Hk. Yönetici İkramiyesi Yönt.Yurtiçi Yolluk Yönt.Yurtdışı Yolluk Kırtasiye Haberleşme Noter-Mahkeme Genel Kurul Basın-Yayın Kiralar Isıtma-Aydın.Su Bina,Arazi,Oto Vergi Oto İşl.Bakım.Tamir Taş.T.Mallar Bk.Tamir İkram,Temsil Ulaşım Gelir Vergisi Damga Vergisi Sigorta Primi (İşv.H.) Konut Edindirme Fonu Tas.Teşvik Fonu Sav.San.Destek Fonu Diğer Giderler Üst Krl.Aidatı Üst Krl.Katılım Payı (Eğitim)Gazete (Eğitim) Kitap (Eğitim)Seminer-Konf. 4.838.628.638.- (31.12.1993 İTİBARİYLE) GELİR-GİDER FARKI TABLOSU GİDERLER TOPLAMI GELİRLER TOPLAMI 1.306.900.318.91.441.416.479.817.593.152.607.000.1.331.663.453.476.863.061.108.156.803.13.323.542.186.717.741.127.777.030.1.651.372.316.167.122.960.59.607.700.178.424.000.58.481.491.25.420.542.174.408.339.58.346.490.145.516.738.38.006.845.757.238. 39.694.271.751.197.3.075.000.53.383.353.909.313.121.826.184.417.393.600.63.100.000.123.896.100.49.020.000.139.370.027.- Aidat Geliri Banka Faizi Diğer Gelirler TOPLAM GELİR FARKI TOPLAM 8.076.497.084.2.310.169.086.10.386.666.170.- 75.269.377.3.721.538.017.6.589.858.776.10.386.666.170.10.386.666.170.- BİLANÇO (31.12.1993) AKTİF KASA BANKA PASİF 75.319.292.- 4.596.224.396.- BİLANÇO DEVİR HESABI 4.638.079.837.- BİRİKMİŞ GELİRLER 2.310.169.086.- DEMİRBAŞ 501.193.804.- EMANETLER SABİT DEĞERLER AVANSLAR 789.855.084.- Ç.BORÇLAR Ç.ALACAKLAR 23.173.258.- 1.162.856.043.- 6.876.495.- 7.132.325.114.- HESAP İSMİ Personel Ücretleri Sözleşmeli Pers.Ücretleri Personel İkramiyesi Personel Kıdem Tazminatı Personel Yolluğu Yön.Ücret,Huzur Hk. Yönetici İkramiyesi Yönt.Yurtiçi Yolluk Yönt.Yurtdışı Yolluk Kırtasiye Haberleşme Noter-Mahkeme Genel Kurul Basın-Yayın 160.902.933.- 7.132.325.114.- (31.5.1994 İTİBARİYLE) GELİR-GİDER FARKI TABLOSU GİDERLER TOPLAMI GELİRLER TOPLAMI 757.504.376.51.772.000.79.247.935.236.110.000.43.367.000.639.696.324.31.240.055.82.127.605.132.878.655.148.091.871.97.587.037.29.927.000.- Kiralar Isıtma-Aydın.Su Bina,Arazi,Oto Vergi Oto İşl.Bakım.Tamir Taş.T.Mallar Bk.Tamir İkram,Temsil Ulaşım Gelir Vergisi Damga Vergisi Sigorta Primi (İşv.H.) Konut Edindirme Fonu Tas.Teşvik Fonu Sav.San.Destek Fonu Diğer Giderler Üst Krl.Aidatı Üst Krl.Katılım Payı-Fon (Eğitim)Gazete (Eğitim) Kitap (Eğitim)Seminer-Konf. Aidat Geliri Banka Faizi Diğer Gelirler TOPLAM GİDER FARKI TOPLAM 77.319.400.39.653.970.6.839.805.156.980.695.41.516.300.63.861.502.14.910.500.43.159.000.20.549.189.925.106.2.120.000.21.164.940.574.000.42.247.062.100.000.000.17.500.000.81.003.382.1.500.000.8.500.000.3.238.346.069.3.238.346.069.- 192.039.311.1.724.480.806.627.298.1.917.147.415.1.321.198.654.3.238.346.069.- BİLANÇO (31.5.1994) AKTİF KASA PASİF 89.866.557.- BİLANÇO DEVİR HESABI 6.948.248.923.- 3.342.681.106.- GELİR GİDER FARKI -1.321.198.654.- DEMİRBAŞ 527.748.837.- EMANETLER 93.197.679.- SABİT DEĞERLER AVANSLAR 789.855.084.- Ç.BORÇLAR BANKA Ç.ALACAKLAR 989.000.- 965.300.364.- 5.785.000.- 5.721.236.948.- 5.721.236.948.- (1.4.1992 - 31.5.1994) ARASI GİDERLER TABLOSU GİDER HESABININ ADI 1.4.1992 31.12.1992 1.1.1993 31.12.1993 1.1.1994 31.5.1994 TOPLAM Personel Ücretleri Sözleşmeli Pers.Ücretleri Personel İkramiyesi Personel KıdemTazminatı Personel Yolluğu Yön.Ücret,Huzur Hk. Yönetici İkramiyesi Yönt.Yurtiçi Yolluk Yönt.Yurtdışı Yolluk Kırtasiye Haberleşme Noter-Mahkeme Genel Kurul Basın-Yayın Kiralar Isıtma-Aydın.Su Bina,Arazi,Oto Vergi Oto İşl.Bakım.Tamir Taş.T.Mallar Bk.Tamir İkram,Temsil Ulaşım Gelir Vergisi Damga Vergisi Sigorta Primi (İşv.H.) Konut Edindirme Fonu Tas.Teşvik Fonu Sav.San.Destek Fonu Diğer Giderler Üst Krl.Aidatı Üst Krl.Katılım Payı-Fon (Eğitim)Gazete (Eğitim) Kitap (Eğitim)Seminer-Konf. 138.525.432.23.767.080.18.487.334.6.210.000.265.273.465.105.827.624.31.783.400.13.652.230.24.871.739.12.120.100.1.204.303.17.977.422.20.949.200.76.650.000.13.194.630.12.049.991.45.241.790.26.070.129.4.120.800.15.331.578.498.021.31.912.703.16.799.007.19.824.000.25.000.000.38.606.952.- 1.306.900.318.91.441.416.479.817.593.152.607.000.1.331.663.453.476.863.061.108.156.803.13.323.542.186.717.741.127.777.030.1.651.372.316.167.122.960.59.607.700.178.424.000.58.481.491.25.420.542.174.408.339.58.346.490.145.516.738.38.006.845.757.238.39.694.271.751.197.3.075.000.53.383.353.909.313.121.826.184.417.393.600.63.100.000.123.896.100.49.020.000.139.370.027.- 757.504.376.51.772.000.79.247.935.236.110.000.43.367.00.639.696.324.31.240.055.82.127.605.132.878.655.148.091.871.97.587.037.29.927.000.77.319.400.39.653.970.6.839.805.156.980.695.41.516.300.63.861.502.14.910.500.43.159.000.20.549.189.925.106.2.120.000.21.164.940.574.000.42.247.062.100.000.000.17.500.000.81.003.382.1.500.000.8.500.000.- 2.202.930.126.166.980.496.577.552.862.236.110.000.202.184.000.2.236.633.242.582.690.685.171.180.258.26.75.772.293.717.085.272.775.785.1.800.668.490.282.687.419.110.483.900.332.393.400.111.330.091.44.310.338.376.630.824.99.862.790.235.448.369.57.038.145.59.247.816.558.264.493.589.006.5.195.000.74.548.293.1.483.313.180.872.253.537.217.600.105.600.000.204.899.482.50.520.000.186.476.979.- TOPLAM 1.005.948.930.- 8.076.497.084.- 3.238.346.069.- 12.320.792.083.- (1.4.1992 - 31.5.1994) ARASI GELİRLER TABLOSU GELİR HESABININ ADI Aidat Geliri Faiz Gelirleri Diğer Gelirler TOPLAM 1.4.1992 31.12.1992 1.1.1993 31.12.1993 1.1.1994 31.5.1994 1.933.385.050.72.008.209.- 75.269.377.3.721.538.017.6.589.858.776.- 192.039.311.1.724.480.806.627.298.- 267.308.688.7.379.403.873.6.662.494.283.- 2.005.393.259.- 10.386.666.170.- 1.917.147.415.- 14.309.206.844.- (1.4.1992 - 31.5.1994) DÖNEMİ TOPLAM GELİRLER TOPLAMI GİDERLER TOPLAMI GELİR FARKI : 14.309.206.844.: 12.320.792.083.: 1.988.414.761.- GENEL DENETLEME KURULU RAPORU SOSYAL-İŞ SENDİKASI GENEL DENETLEME KURULU RAPORU Sendikamızın 11-12/Nisan/1992 tarihlerinde Ankara'da yapılan 7. Olağan Genel Kurulumuzca göreve getirilen kurulumuz, 12.4.1992 tarihinde toplanıp görev bölümü yapmış ve 1.4.1992 - 31.5.1994 dönemini kapsayan faaliyet süresi içinde, sendikalar yasası, anatüzüğümüzün 23. maddesi, Genel Kurulca kabul edilen bütçe esasları çerçevesinde (5) olağan denetim yaparak düzenlemiş olduğu (27.9.1992/1), (17.3.1993/2), (18.9.1993/3), (19.3.1994/4) ve (5.6.1994/5) tarih sayılı raporlarını Genel Yönetim Kuruluna vermiştir. Söz konusu ettiğimiz raporlar ektedir. Bilgilerinize sunulan bu raporlarımızda, (İDARİ) ve (MALİ) denetim tespitleri ayrıntılı olarak verilmiş olduğundan, burada tekrarına mahal görülmemiştir. Genel yönetim kurulunun dönem içindeki çalışmalarının büyük bir yoğunlukla ve ağırlıklı olarak örgütlenmeye ve yapılanmaya yönelik olduğu bir gerçektir. Faiz gelirlerinden ve çok kısıtlı üye ödentisi gelirlerinden başka bir kaynağı olmayan, var olan parasal kaynaklarını en ekonomik bir biçimde kullanmaya özen gösteren sendikamızın, 9 şube ve 2 temsilcilik dahil, tüm yönetici ve sendika çalışanlarının özverili çalışmaları sonucu % 10 işkolu barajının aşılmasındaki gayretlerini ve barajların yıkılıp, ortadan kaldırılması için verilen savaşımı burada övgü ile belirtmeyi bir görev saymaktayız. Yeni oluşacak yönetimin çalışmalarına ışık tutabilir düşüncesiyle kurulumuzca saptanan bazı önerilerimizi burada belirtmek isteriz: Sendika parasal olanaklarının elverdiği ölçüde; 1Şubelerimizin binek ve eğitim otosu, faks, teyp ve video cihazı gibi araçlarla donanımının sağlanması, 2Sendikamızın Ankara'daki imara müsait tapulu arsasının kullanım veya satışı yoluyla değerlendirilmesi, 3Aidat ödeyen üye sayıları yeterli düzeye gelen şube yöneticilerinin kademeli olarak profesyonelleştirilmesi ve personel ihtiyaçlarının giderilmesi, 4Sendika özkaynaklarının en ekonomik bir biçimde kullanılmasına ilişkin özenin, bu dönemde de gösterilmesi, 5Yönetici, temsilci ve üye düzeyinde; geçmiş dönem bilinen ve anlaşılan nedenlerle (yeniden yapılanmanın ve örgütlenmenin sorunları ile uğraşmaktan dolayı) çok kısıtlı olarak yapılabilen Seminer-Konferans tipi eğitim çalışmalarının öncelikle planlanıp uygulanması, Genel eğitimin yönetici düzeyinden başlayarak üyeye kadar yaygınlaştırılması, Yararlı ve uygun olacaktır. Genel Yönetim Kurulunun ibra edilmesi (aklanması) görüşümüz ile birlikte tüm raporlarımızı genel kurulumuzun değerli delegelerine saygı ile sunarız. 5.6.1994 Nurhan Koyaş (Kavuzlu) (imza) Mehmet Gündoğdu Muammer Özkan (imza) (imza) OLAĞAN DENETİM RAPORU:1 Kurulumuz 25/27 Eylül 1992 tarihinde, Başkan Nurhan Koyaş (Kavuzlu), üyeler Muammer Özkan, Mehmet Gündoğdu'nun hazır bulunması ile toplandı. YÖNETSEL DENETİM: 1-Genel Yönetim Kurulunun Anatüzüğümüzün 16. maddesi gereğince ve süresi içinde toplandığı, denetim tarihine kadar (11) toplantı yaptığı, kararların yazılıp, katılan üyeler tarafından imzalandığı, 2-Yasa ve anatüzüğümüzün öngördüğü dosyaların ve kayıtların düzenlendiği, 3-Genel Yönetim Kurulu çalışmalarının, genel kurul kararlarına ve anatüzüğümüze uygun olarak yapıldığı, 4-2821 Sayılı Sendikalar yasasının 42. maddesi gereğince genel yönetim kurulu üyelerinin mal bildirimlerini süresi içinde tevdi ettikleri, bu bildirimin verildiğini gösteren noterlik belgelerinin kurulumuza tevdi edildiği (karar defterinin bu sayfası tarafımızdan imzalanmıştır.) yönetim kurulu karar defterine yazıldığı, PARASAL DENETİM: 1-Yargı kararına dayanarak Kayyumlukça yönetim kuruluna teslim edilen para ve mal varlığının aynen muhasebe kayıtlarına intikal ettirildiği, 2-Denetim tarihi itibariyle kasa ve banka mevcutlarının kayıtlarına uygun olduğu, 3-Gelir ve giderlerin yönetim kurulu kararlarına uygun olarak yapıldığı, 4-Muhasebe defter ve kayıtlarının düzenlendiği, gelir ve giderlerin süreleri içinde muhasebeleştirilerek hesaplarına intikal ettirildiği, belgelerin dosyalandığı, 5-Aylık geçici mizanların düzenlenerek yönetim kurulunun bilgi ve kararlarına sunulduğu, incelenmiş ve yukarıda belirtildiği şekilde tespit edilmiştir. Yaklaşık 12 yıl aradan sonra yeniden faaliyete geçen sendikamızın örgütlenebilmesi için gayretlerini esirgemeyen yönetim kurulu üyelerine teşekkür eder, çalışmalarının devamını dileriz. 27.9.1992 BAŞKAN Nurhan Koyaş (Kavuzlu) ÜYE ÜYE Mehmet Gündoğdu Muammer Özkan (imza) (imza) (imza) OLAĞAN DENETİM RAPORU : 2 17.3.1993 tarihinde Ankara'da Sendika Genel Merkezinde tam üye sayısı ile toplanarak incelemelerini tamamlayan Genel Denetim Kurulumuzun: 2821 sayılı yasanın 19. maddesi ve Anatüzüğümüzün 22. madde hükmü çerçevesinde yürüttüğü bu çalışmaya (denetim) ilişkin rapordur. YÖNETSEL DENETİM: 1-Genel Yönetim Kurunun karar defterinden, kurulun, 9.10.1992- 5.3.1993 tarihleri arasında tüzüğün 16. maddesine uygun olarak gerçekleştirdiği (13) toplantıda almış olduğu kararların tüzüğe ve genel kurul kararlarına uygunluğu belirlenmiştir. PARASAL DENETİM: Denetimimiz 1.9.1992 - 28.2.1993 tarihleri arasındaki her türlü mali işlemlerle (kasa tahsil, tediye, mahsup fişleri), yasal olarak tutulması öngörülen defterler üzerinde yapılmıştır. 1- Defter tasdikleri : a) Yevmiyeli defteri-kebir: Ankara 25. noterliğinin 27.4.1992 tarih. 25702 sayılı tasdiki, 13.1.1993 tarih 2601 sayılı 1993 yılında kullanılmak üzere ara tasdiki, b) Envanter ve bilanço defteri: Ankara 25. noterliğinin 4.4.1992 tarih 15667 sayılı tasdiki, 13.1.1993 tarih 2600 sayılı 1993 yılında kullanılmak üzere ara tasdiki, c) Demirbaş defteri: Ankara 25. noterliğinin 27.4.1992 tarih 25697 sayılı tasdiki, d) Aidat defteri: Ankara 25. noterliğinin 27.4.1992 tarih 25701 sayılı tastiki'nin yapıldığı görülmüştür. Muhasebe işlemlerinin yürütüldüğü fişler: a) 1.4.1992 - 31.12.1992 devresinde yevmiyeli defteri-kebirin 1-8 sahifeleri kullanılmış ve kayıtlara esas olan kasa tahsil fişi sayısı 58, tediye fişi sayısı 437 ve mahsup fişi sayısı 185'dir. 1.1.1993 - 28.2.1993 tarihleri arasında defteri-kebir 10. sahifeden itibaren işlenmeye başlanmış olup, kasa tahsil fişi sayısı 17, tediye fişi sayısı 128 ve mahsup fişi sayısı 64'tür. b) 1.4.1992 - 31.12.1992 devresinde bilanço ve envanter defterinin 4. sahifesine kadar kullanılmış sahifeden itibaren 1993 yılı kullanımına başlanmıştır. c) 1.4.1992 - 31.12.1992 devresinde demirbaş defterinin 41. sahifesine kadar kullanılmış ve 42. sahifesinden itibaren 1993 yılı kullanımına başlanmıştır. 2- Yapılan hertürlü harcamaların sendikalar yasası, bu yasaya istinaden Bakanlar Kurulunca çıkartılan tüzük, sendika bütçesi, muhasebe talimatı ve genel yönetim kurulu kararlarına uygun yapıldığı ve muhasebe fişlerinin süresi içinde defterlere kaydedildiği saptanmıştır. Ayrıca Konfederasyon üye aidatının da yollanmakta olduğu anlaşılmıştır. 3- 28.2.1993 sonu itibariyle Kasa mevcudunun 13.294.555.-TL, Bankalar mevcudunun da 3.700.000.000.-TL'si vadeli, 245.770.616.TL'si de vadesiz olmak üzere hesaplarda 3.945.770.616.TL'nin mevcut bulunduğu, kasa defteri ve banka ekstrelerinin incelenmesi ile tespit edilmiş, muhasebe kayıtlarına uygun olduğu görülmüştür. Sendikamızın, Borçlar Yasası'na dayanarak bağıtladığı Ankara Çankaya Belde A.Ş. toplu iş sözleşmesindeki başarısının, diğer sendikalara örnek olacağı kanısındayız. Sendikal mücadele yaptığı yol gösterici çalışmalarından dolayı genel yönetim kuruluna, defter ve kayıtların düzenli tutulmasından dolayı Mali Daire ve çalışanlarına teşekkür ederiz.17.3.1993 Nurhan Koyaş (Kavuzlu) Mehmet Gündoğdu Muammer Özkan (imza) (imza) (imza) OLAĞAN DENETİM RAPORU : 3 Kurulumuz 18.9.1993 Cumartesi günü saat 10'da Sendika Genel Merkezinde toplantı. 2. Olağan denetimin yapıldığı 28.2.1993 tarihinden 31.8.1993 tarihine kadar geçen süre içinde sendikanın idari ve mali işlemlerinin incelenmesi ve değerlendirilmesine geçildi. Bu inceleme sonunda, aşağıda madde madde belirtilen saptamalar yapıldı. YÖNETSEL DENETİM: 1- Genel Yönetim kurulunun 17.3.1993 - 31.8.1993 tarihleri arasında, anatüzüğün 16. maddesi gereğince gerçekleştirdiği (18) toplantıda (119) sayıda karar aldığı, alınan bu kararların gereğinin yerine getirildiği, 2- Alınan kararların yasa, anatüzük ve genel kurul kararlarına uygun bulunduğu, 3- Genel Merkez yönetici ve personeli ile il temsilcilikleri bünyesinde üyelerimizden oluşturulan ekiplerin etkin çalışmaları sonucu örgütlenmenin övgüye değer bir düzeye çıkartıldığı, 4- Geniş katılımlı, örgütlenme ve eğitim ağırlıklı çalışmalar yapıldığı, temsilcilik bürolarının yetersizliği nedeniyle kiralanan salonlarda yapılan bu toplantıların, işkolumuza giren işyerlerinde çalışan sendikalı ve sendikasız üyeler bazında olumlu etki ve yararlar sağladığı, bunun doğal sonucu olarak, sendikamıza çok sayıda üye kazanmak suretiyle sonuçlarının alınmakta olduğu, Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı'nın Temmuz/1993 istatistiklerine göre (13799)'a yükselen üye sayımızın denetim tarihinde (18975)'e ulaştığı, aynı çalışmaların genişletilerek ve yaygınlaştırılarak sürdürülmesinin yararlı olacağı, 5- İki denetim süresi içinde aylık (3) gazete yayımlandığı, (ILO) ULUSLARARASI ÇALIŞMA ÖRGÜTÜ sözleşmeleri ile ilgili kitap ve TÜRKİYE'de SENDİKA KURMA ÖZGÜRLÜĞÜ VAR MIDIR? adlı kitabın yayınlandığı, bu yayınların baskılarının yenilendiği, gazete ve kitapların üyelerimize ulaşacak biçimde dağıtımının yapıldığı, PARASAL DENETİM: 1- 1.3.1993 - 31.8.1993 döneminde (655) adet kasa tediye, kasa tahsil ve (265) adet de mahsup fişi ile muhasebe kayıtlarına intikal ettirilen tüm ödemeler ve tahsilatların; sendikalar yasası, bu yasaya istinaden Bakanlar Kurulunca çıkarılan Tüzük, sendika bütçesi, muhasebe talimatı ve genel yönetim kurulu kararlarına uygun olarak yapıldığı ve süresi içinde muhasebe defterlerine intikal ettirildiği, 2- 31.8.1993 tarihi itibariyle KASA mevcudunun 97.634.417.-TL olduğu, bankalarda 416.303.608.-TL'si vadesiz ve 7.000.000.000.-TL'si de vadeli olmak üzere 7.416.303.608.-TL'nin mevcut bulunduğu, kasa defteri ve banka ekstrelerine göre hesapların birbirlerine uygun bulunduğu, 3-Ford Taunus ve Ford Escord markalı 06 ST 238, 06 ST 237 plakalı binek otomobillerimizin gümrükten teslim alındığı, kullanılabilir duruma sokmak için gerekli tamir ve bakımının yaptırıldığı, 4- Eskişehir il temsilciliğinin büro ihtiyacının giderilmesi amacı ile sendikaca 1 büro satın alındığı, 5- Dönem içinde edinilen demirbaş kıymetlerin, Genel Merkez ve deftere işlendiği, temsilcilikler olarak 6- Konfederasyon aidat ve fonlarının gönderilmesine devam olunduğu, 7- 19-20/6/1993 tarihlerinde yapılan Olağanüstü Genel Kurulumuzda sendikamıza katılma kararı onaylanan FINDIK-İŞ sendikasının para ve mal varlığının, sendika kayıtlarına intikal ettirildiği, 8- Bütçenin GİDERLER hesabında yer alan bölümlerden yapılan harcamaların önemli bir kısmının; a) Noter üye giriş masraflarının sendikamızca karşılanmış olmasından, b) Üye kazanımı ile ilgili olarak örgütlenme amaçlı toplantılar için kiralanan salon ve katılımcılara verilen kumanya, meşrubat gibi giderlerden, c) Genel merkezce ve temsilciliklerce oluşturulan örgütlenme ekiplerinin yolluk, konaklama ve vasıta harcamalarının karşılanmasından, oluştuğu saptanmış olup, bunun yukarıda da belirtildiği gibi, örgütlenmede önemli gelişme sağladığı, 9- Olağanüstü Genel Kurulumuzda yeni ihdas edilen genel yönetim kurulu üyeliklerine seçilen Genel Başkan Yardımcısı Akçin Koç, Üye Ersait Şen, Üye İ.Şefik Aydın ve Üye M.Naci Pamuk'u, mal bildirimlerini Noterliğe tevdi ettikleri, (Mal bildirimlerinin verildiğini gösteren noterlik tevdi tutanakları kurulumuzca alınmış ve Genel Yönetim Kurulu karar defterinin (115) sahifesine yazılan metin tarafımızdan imzalanmıştır.) Sonuç: Başarılı çalışmalarından dolayı, il temsilciliklerine, Örgütlenme dairesi çalışanlarına, genel yönetim kuruluna teşekkür ederiz. 18.9.1993 Nurhan Koyaş (Kavuzlu) Mehmet Gündoğdu Muammer Özkan (imza) (imza) (imza) OLAĞAN DENETİM RAPORU : 4 1.9.1993- 28.2.1994 tarihleri arasında genel yönetim kurulunun (31) toplantı yaptığı, toplantıda alınan kararların uygulandığı, 2- 1.9.1993 - 28.2.1994 tarihleri arasında (6) sayı gazete ve (1) bülten yayınlandığı, ayrıca il temsilciliklerince de broşür ve bülten bastırılarak mlahallen örgütlenilen ve örgütlenme çalışmaları sürdürülen işyerlerindeki üyelerimize dağıtıldığı, 3- 11 Kasım 1993 tarihinden başlayarak sırası ile Eskişehir, Trabzon, Kocaeli, Giresun, İstanbul, Adana ve Antalya şube kurucu kurullarının oluşturulduğu, 4- Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı'nın Temmuz 1993 istatistiklerine göre (13799) olan üye sayısının Ocak/1994 istitastiklerinde (38401) üyeye ulaşarak % 10 işkolu barajının aşıldığı, denetim tarihinde bu sayının (46155) olduğu, memnuniyetle müşahade edilmiştir. 5- Sendika Genel Yönetim Kurulunun ve sendika personelinin, sendikamızın 12 Eylül'ün tüm tahribatlarını büyük bir özveri ile çalışarak aşmasındaki paylarını belirtmemek vefasızlık olacaktır. Sendika personel ücretlerinin günün koşullarında benzerleri ile kıyaslandığında çok daha açık görüleceği gibi yetersiz oluşu açıktır. Bu ancak, personelin kendilerini sıradan bir çalışan değil, sendikamızın savaşımının içinde ve ayrılmaz bir bütünü olarak görmeleri ile izah edilebilir. Yine kayda değer bir noktada şudur; Genel Kurulumuzda kabul edilmiş bulunan Bütçe uyarınca, ücretli yöneticilerimizin 1.4.1994 itibariyle ücretlerine net % 40 zam hakları olmasına karşın, Genel Yönetim Kurulu 7.3.1994 tarihli ve 76 sayılı kararı ile ve oybirliği ile bu zamları uygulamama kararı almıştır. Bu övgüye değer bulduğumuz tavırları, bütünü ile Sosyal-İş'i Sosyal-İş yapan bir davranışın ürünü olduğunu belirtmekte yarar görmekteyiz. PARASAL DENETİM: Denetimimiz 1.9.1993 - 28.2.1994 tarihleri arasındaki her türlü mali işlemlerle (kasa tahsil, tediye ve mahsup fişleri), yasal olarak tutulması öngörülen defterler üzerinde yapılmıştır. 1- Defter tasdikleri : a) Yevmiyeli defteri-kebirin, Ankara 25. noterliğinin 11.1.1994 tarih ve 2167 yevmiye numarası ile, b) Envanter ve bilanço defterinin, Ankara 25. noterliğinin 11.1.1994 tarih ve 2166 yevmiye numarası ile, c) Aidat defterinin, Ankara 25. noterliğinin 11.1.1994 tarih 2165 yevmiye numarası ile, ara tasdiklerinin yaptırıldığı ve 1994 yılı için kullanıma devam edildiği, görülmüştür. 2- 1.9.1993 - 28.2.1994 tarihleri arasında (249) mahsup fişi ile muhasebeleştirilerek defter kayıtlarına intikal ettirilen tüm ödemeler ve gelirlerin, sendikalar yasası ve bu yasaya istinaden Bakanlar Kurulunca çıkartılan Tüzük, sendika anatüzüğü, bütçe, muhasebe talimatı ve genel yönetim kurulu kararlarına uygun olarak yapıldığı ve kayıtlara aktarıldığı saptanmıştır. 3- Gümrükten geri alınıp gerekli bakım ve tamiratları yaptırılarak hizmete konulmuş olan Ford marka 2 binek otosundan birinin İstanbul Şubesine, diğerinin de Adana Şubesine (örgütlenme çalışmalarının gerekliliği nedeniyle) tahsis edildiği, 4- Dönem içinde edinilen demirbaş kıymetlerin kullanım mahalline göre genel merkez, şube ve il temsilcilikleri demirbaş kayıtlarına intikal ettirildiği, 5- 1993 yılı mizan, gelir-gider farkı tablosu, bilanço'nun ve Eylül/1993 - Aralık/1993, Ocak/1994-Şubat/1994 ayları geçici mizan ve raporlarının yönetim kuruluna süresinde sunulduğu, 6- 28.2.1994 tarihi itibariyle KASA mevcudunun 44.245.763.-TL olduğu, Bankalarda 404.883.558.-TL'si vadesiz ve 3.250.000.000.-TL'si de vadeli olmak üzere toplam 3.654.883.558.TL'nin mevcut bulunduğu, bu miktarların kasa ve banka ekstre kayıtlarına uygun olduğu, tespit edilmiştir. Tüm Sendikamız yönetici ve çalışanlarına özverili çalışmalarından dolayı teşekkür ederiz. 19.3.1994 Nurhan Koyaş (Kavuzlu) Mehmet Gündoğdu Muammer Özkan (imza) (imza) (imza) OLAĞAN DENETİM RAPORU: 5 Sendikamız 8. olağan genel kurulunun 25-26/Haziran/1994 tarihlerinde yapılmasının kararlaştırılmış bulunması nedeniyle, olağan denetim tarihimiz öne alınmış ve 1.3.1994-31.5.1994 dönemini kapsayan 3 aylık sürenin denetimi yapılmak üzere 4.6.1994 tarihinde, sendika genel merkezinde çalışmalara başlanmıştır. YÖNETSEL DENETİM: 1- 1.3.1994 - 31.5.1994 tarihleri arasında Genel Yönetim kurulunun (14) toplantı yaptığı, toplantıda alınan kararların takip ve uygulandığı, 2- Aynı süre içinde sendikamız yayın organı Sosyal-İş Gazetesi'nin Mart-Nisan/1994 sayılarının yayımlandığı, yayınların örgütlenilen ve örgütlenme çalışmaları içinde bulunulan işyerlerindeki üyelerimize dağıtılmak üzere Şube ve temsilciliklere gönderildiği, 3- Sendikamıza bugüne kadar üye olanların üye giriş fişi bilgileri ile diğer bilgilerin bilgisayara yüklendiği ve üye hareketlerinin sağlıklı bir biçimde buradan takip edildiği, 4- Örgütlenilen çok sayıdaki işyerlerinde çalışan üyelerimiz adına toplu iş sözleşmesi yapmak üzere, Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı'ndan yetki taleplerinde bulunulduğu, Yetki alınan işyerleri için yetki itirazında bulunan Tez Koop-İş Sendikasının bu tutumuna karşı hukuki girişimlerin aksatılmadan sürdürüldüğü, Sendikamızın % 10 barajına ilişkin Avrupa İnsan Hakları Komisyonuna uzanan mücadelesinin ne denli yerinde olduğunun, bugün sadece Sosyal-İş için değil, tüm sendikal hareket içn ortaya çıktığının herkes tarafından görüldüğü, 5- Kocaeli, Trabzon, Giresun, Antalya, İstanbul, Adana, Eskişehir, Ankara ve İzmir Şubelerimiz genel kurullarının yapıldığı, 25-26/Haziran/1994 tarihlerinde Ankara'da yapılacak olan merkez genel kurulu hazırlık çalışmalarının tamamlandığı, görülmüştür. PARASAL DENETİM: Parasal işlemlerdeki incelememiz; kasa tahsil,-tediye, mahsup fişleri, yasal olarak tutulmakta bulunulan defterler ve yardımcı defterler üzerinde yapılmıştır. 1- 1.3.1994 - 31.5.1994 tarihlerini kapsayan 3 aylık sürede (108) adet mahsup fişi ile muhasebeleştirilen tüm ödeme ve gelirlerin usulüne uygun olarak defter ve yardımcı defter kayıtlarına yasal süreleri içinde intikal ettirildiği, 2- Dönem içinde edinilen demirbaş kıymetlerin kullanım mahalline göre demirbaş defterine kayıtlarının yapıldığı, 3- Mart, Nisan ve Mayıs/1994 ayları geçici mizanları ile 31.5.1994 tarihi itibariyle düzenlenen kati mizan, gelir-gider tablosu ve bilançonun ve merkez genel kuruluna sunulacak mali rapor ve ekleri ile tahmini bütçe taslağının hazırlanarak Genel Yönetim Kuruluna sunulduğu, 4- 31.5.1994 tarihi itibariyle; KASA'da; 89.866.557.-TL BANKALAR'DA; 757.681.106.TL'si vadesiz ve 2.585.000.000.-TL'si de vadeli olmak üzere toplam 3.342.681.106 TL'nin mevcut bulunduğu, Bu miktarların kasa defteri bakiyesi ve banka ekstrelerine uygun olduğu, tespit edilmiştir. Denetimimiz sonuçlarını belirleyen bu raporumuz Kurulumuzca düzenlenmiş ve imzalanmıştır. 5.6.1994 Nurhan Koyaş (Kavuzlu) (imza) Mehmet Gündoğdu Muammer Özkan (imza) (imza)