görsel yönetmen
Transkript
görsel yönetmen
İÇİNDEKİLER AHŞAP OYMA SANATI EL SANATLARI DERGİSİ 1 TEZHİP SANATI 2 EBRU SANATI 3 ÇÖMLEK SANATI 4 HALICILIK SANATI 5 ÇİNİ SANATI 6 BAKIRCILIK SANATI 7 CAM SANATI 8 KEÇECİLİK SANATI 9 MİNYATÜR SANATI 10 KABARTMA SANATI 11 HÜSN-İ HAT SANATI 12 YAYIN YÖNETMENİ ELİF NUR AŞUT YAYIN KOORDİNATÖRÜ DUYGU İPEK EDİTÖR ELİF NUR AŞUT GÖRSEL YÖNETMEN DUYGU İPEK SARE KÜBRA KARATAŞ YAYIN KURULU ELİF NUR AŞUT DUYGU İPEK SARE KÜBRA KARATAŞ HÜSN-İ HAT Hat sanatı denilince Kur’an harfleri çevresinde oluşmuş güzel yazı sanatı akla gelir.Kuran-ı Kerim’in bir araya toplanmasından sonra, İslam dininin bilime verdiği özel önemin etkisiyle, çok sayıda katip yetişmiş, yazı da doğal olarak büyük aşamalar göstererek önemli sanat kolu olmuştur. Hat sanatı, tarihi seyir içersinde yer yer ve kol kol gelişmiş, mükemmelleşmiş ve güzel sanatlar arasında seçkin yerini fiilen almıştır. Bunun farkına varamayanlar, garp tarihçilerinin adetlerine uyarak hat sanatına “mimari süsleme” deyip geçmişlerdir. Oysa ki mushaflar, cüzler, hilyeler, fermanlar, murakkalar, meşkler, karalamalar gibi değişik konularda verilmiş nice eserler vardır ki mimari süsleme ile hiçbir alakası yoktur. Hat sanatı; “Cismani aletlerle ortaya çıkan ruhani bir hendesedir” şeklinde tarif edilmiştir. Hat sanatıyla uğraşan kişiye “hattat” adı verilir. Hattatlar yüzyıllar boyu usta-çırak ilişkisi içinde yetişmişlerdir.Ortalama üç beş yıl kadar süren bu eğitimin sonunda hattat adayı iki ya da üç hattatın önünde yazı yazarak bir çeşit sınav verir. Hattatlar bu yazıyı beğenirlerse altına imzalarını koyarlar. Buna, “icazetname” adı verilir. İcazetname almamış kişi hattat sayılmaz, dolayısıyla yazdığı bir yazının altına adını koyamaz. Hat sanatı denilince Arap harfleri çevresinde oluşmuş güzel yazı sanatı akla gelir. Bu sanat Arap harflerinin 6.-10. yüzyıllar arasında geçirdiği uzunca bir gelişme dönemin- 12 den sonra ortaya çıkmıştır. Türkler, Müslüman olduktan ve Arap alfabesini benimsedikten sonra uzun bir süre hat sanatına herhangi bir katkıda bulunmamışlardır. Türkler hat sanatıyla Anadolu’ya geldikten sonra ilgilenmeye başladılar ve bu alanda en parlak dönemlerini de Osmanlılar zamanında yaşadılar. Hat sanatı denilince Arap harfleri çevresinde oluşmuş güzel yazı sanatı akla gelir. Bu sanat Arap harflerinin 6.-10. yüzyıllar arasında geçirdiği uzunca bir gelişme döneminden sonra ortaya çıkmıştır. Türkler, Müslüman olduktan ve Arap alfabesini benimsedikten sonra uzun bir süre hat sanatına herhangi bir katkıda bulunmamışlardır. Türkler hat sanatıyla Anadolu’ya geldikten sonra ilgilenmeye başladılar ve bu alanda en parlak dönemlerini de Osmanlılar zamanında yaşadılar. Yakut-ı Mustasımi’nin Anadolu’daki etkisi 13. yüzyıl ortalarından başlayıp 15. yüzyıl ortalarına kadar sürdü. Bu yüzyılda yetişen Şeyh Hamdullah (1429-1520) Yakut-ı Mustasımi’nin koyduğu kurallarda bazı değişiklikler yaparak Arap yazısına daha sıcak, daha yumuşak bir görünüm kazandırdı. Türk hat sanatının kurucusu sayılan Şeyh Hamdullah’ın üslup ve anlayışı 17. yüzyıla kadar sürdü. Hafız Osman (1642-98) Arap yazısına estetik Hafız Osman’ı izlemişlerdir. AHŞAP OYMA SANATI Ahşap oymacılığı, tahta levhaları istenilen şekilde kesip oymak şeklinde tanımlanabilir Oymak tabiri bir yeri oyarak derinleştirmek veya kazımak manasına gelir Öteden beri manası karıştırılarak yüzeyi düz bırakılmak suretiyle kesilen şekillere de oyma denilmesi yanlıştırFransızca bu işe “de’copaqe” yani etrafını keserek boşaltılmak denir Türkçe’de oyma denildiği zaman ağaç üzerine kalemle oyularak yapılan kabartılma ve müşebbek işler anlaşılır Halbuki bir şeyin sathı düz kalmak suretiyle etrafı ve içi kesilerek yapılan şekillere oyma demek manayı karıştırır ve o işin ne tür bir iş olduğunu layıkıyla anlatmaz Oymalı bir masa denildiği zaman kabartma tezyinatlı bir masa anlaşılır Kesmek tabiri ise işi hakkıyla ifade etmez Bir şeyi ortasından biçmek ve parçalara ayırmaya da kesmek denir Bu sebeple etrafı ve yalnız şekli kesmek suretiyle yapılan tezyini işlere kesme tabirinin kullanılması münasip olur İnce tahta işlere sadece kesme oymalı veya mukatta oyma demek lazım gelir Ormanda büyüyen bir ağacın kesildikten sonra bittiği düşünülen hayatı, yeniden başlar ahşap oymacılığı sanatı ileParçalara ayrılır, kesilip, biçilir, yeni hayatında, yeni şeklinde yeni görevler üstlenir İnsanlara beşik olur, kucaklayan koltuk olur, yatak, çerçeve, sandık olur Son yolculuğunda bile eşlik eder insanoğluna… Ahşap süsleme ve oymacılığı işte bu aşamada ortaya çıkar, bazen iç içe desenler bazen çok sade desenler bazen bir tokmak ve oyma kalemi ile bazen de bir çivi üzerinde iz bırakacak her şey ile yapılabilirHayal gücümüzün, fiziki imkan ve kabiliyetlerimizin el verdiği ölçüde kendimizi ifade etmenin, ahşap oymacılığı Şekil verilmesi kolay bir malzeme olduğundan ahşapa şekil verme sanatı çok eski çağlara dayanmaktadır Ahşaptan şekillendirilmiş heykellere Mısır’da piramitlerde de rastlanmıştırTürk tarihinde Türkmenistan’da rastlanan bu sanat, İslami motiflerle birleşerek Endülüs’e, Asya, Avrupa, Afrika kıtalarına yayılmıştır Şu anda Fas, Tunus, Cezayir gibi ülkelerde de ahşap motiflere sıklıkla rastlanılmaktadır Yapılan araştırmalarda İslamiyet’ten önce Orta Asya’da yaşayan Türklerin heykel ve oyma süslemeler eserlerine rastlanmıştır Bu eserlerde Çin ve Hint sanatının izleri görülmektedir Ancak İslam dininin heykeltıraşlık sanatına müsaade etmemesi, Müslümanlar ve Türkler arasında ahşap oymacılığı sanatında ilerlemelerine yol açmıştır Türklerin Müslümanlığı kabul etmelerinden sonra oyma sanatı daha çok Türkistan’da gelişim göstermiştir Sonraları Büyük Selçuklu Devleti’nin hakim olduğu ülkelerde meydana getirdikleri mimari eserlerin tezyinatında da oyma işçiliğine geniş yer verilmiştir Oyma sanatı özellikle Türkmenistan’ da uzun yıllar kalıcı olmuştur Daha sonra Selçuklular saray, cami, mescid ve külliye gibi yapılarda süsleme amaçlı olarak kullanmışlardır Anadolu Selçukluları devrinde çini tezyinatına önem verilmekle beraber, oyma sanatı da ehemmiyetini muhafaza etmiş ve Erzurum, Harput, Beyşehir, Konya gibi büyük merkezlerde bu sanatın en güzel örnekleri meydana getirilmiştir Yalnız bu devirde tezyini motiflerine sas karakterlerini çini süslemelerinde olduğu gibi daha ziyade geometrik şekiller teşkil etmiştir 1 TEZHİP SANATI 2 Tezhipte temel malzeme altın ya da boyadır. Altın, dövülerek ince bir tabaka haline getirilmiş varak olarak kullanılır. Altın varak su içinde ezilip jelatinle karıştırılarak belli bir kıvama getirilir. Boya ise genellikle toprak boyalardan seçilirdi. Sonraları sentetik boyalar da kullanılmıştır.Altının çokça kullanıldığı bu dönemin karakteristik rengi laciverttirTezhip sanatçısı (müzehhip) bir kağıdın üstüne çizdiği motifi önce sert bir şimşir ya da çinko altlığın üstüne koyarak çizgileri noktalar halinde iğneyle deler. Sonra bu delikli kağıdı uygulanacağı zeminin üstüne koyarak delikleri yapışkan bir siyah tozla doldurur. Delikli kağıt kaldırıldığında motifin uygulanacak zemine çıktığı görülür. Geleneksel süsleme sanatlarımızın çok yaygın bir kolu olan tezhip Arapçada altınlama anlamına gelen bir süsleme tekniğidir. En erken örneklerini yazma kitap sanatındaki Kur’ an, dua, bilim ve edebi kitaplarda görmek mümkündür.Türk tezhip sanatçısının yüzyıllar içersinde farklı üsluplarda geliştirdiği en mükemmel tezhipleri dini kitaplar için yaptığı kuskusuz bilinen bir gerçektir. Tezhip Farsça bir kelimedir. Altın ile süsleme anlamına gelen tezhip, Ferman, berat ve Kur’an ayetleri gibi değerli evrak ve levhaların yüksek manevi değerini ifade etmek amacıyla gelişen bir sanat dalıdır. Kanuni Sultan Süleyman Devri (1520-1566) tezhip sanatının en parlak dönemlerindendir. Tezhip çalışmalarında, özellikle zahriye, serlevha, sure başları çıkar. KABARTMA SANATI Demir, bakır ve alüminyum gibi gereçlerin sac malzeme haline getirilip bunların arka yüzlerinin işlenmesiyle ‘kabartma’ sanatı doğmuştur. Kabartma tekniğiyle yapılan sanat eserleri, evlerimizde ve pek çok mekânda estetik görünümüyle göze hitap eder. “Alüminyum kabartma”, alüminyum üzerine, kalem gibi malzemeler yardımı ile arkadan ve önden çizim yapılarak desen oluşturma sanatıdır. Uygulanan bir dizi işlem sonucunda ortaya son derece güzel sanat eserleri çıkmaktadır. Bu teknik, estetik ve tarihi değeri olan mimari yapılar ile değişik objeleri süsleyip dekoratif eşya olarak kullanıma sunma amacıyla, folyo, bakır, pirinç levha üzerinde uygulanmaktadır. Folyo kabartma tekniği, süsleme demirciliğine son yıllarda girmiş bir konudur. Günümüzde folyo kabartma teknikleri sac kabartma tekniklerinin yerini almıştır. Folyo kabartma işlemleri ince bir işçilik ve el becerisinin yanında çok dikkatli çalışma isteyen bir tekniktir. Bu teknikte kendisini geliştiren bir kişi, süsleme demirciliğinde göze hitap eden nadide sanat eserleri ortaya çıkarabilir. Alüminyum Kabartmada Kullanılan Malzemeler Folyo kabartma işlemlerinde, birçok değişik şekilde ve ebatta ahşap, plastik, kemik ve benzeri malzemeden yapılmış kalemler kullanılmaktadır. Bu kalemleri kendiniz ya da herhangi bir marangoz ustasına yaptırabilirsiniz. Bunun dışında selobant, bulaşık teli, kuru sabun, kapatacak maske, lastik eldiven, ağaç talaşı (toz halinde), kolonya, kâğıt mendil ve zırnık kullanılır. Bu malzemeler hırdavatçılardan, bakır malzemesi satan iş yerlerinden temin edilebilir.v Folyo kabartmada, kabartma işlemi bittikten sonra kabartılan kısmın arka tarafına genel olarak alçı ile tutkal bileşiminden oluşan bir karışım hazırlanır. Hazırlanan bu karışım kabartmanızın arkasına sıvanır. Sıvama işlemi genellikle dökülme yöntemi ile yapılır. Folyonun yaklaşık her dört köşesinden 5-10 mm daha kısa uzunlukta duralit kesilir, kabartma resmin arkasına yerleştirilerek folyonun kenar kısımları duralitin üstünden geriye doğru kıvrılır. Alçak ve yüksek rölyef olmak üzere ikiye ayrılır. Mimarlıkta da heykel sanatında da kullanılan bir terimdir. Yüzey üzerine yükseltilerek yapılıyorsa yüksek rölyef, çökertilerek yapılıyorsa alçak rölyef adını alır. Üzeri işlenebilir malzemeleri şekillendirme olarak da tanımlanabilir. Kabartma, sanat kolları dahil endüstri, tarım ve günlük hayatta da kullanılır. Mimarlıkta kil, alçı, taş gibi işlenebilir malzemelerin yüzeyinde, alçaklı, yüksekli şekiller meydana getirmektir. Kabartma, ışık alan ve almayan yönlerin belirme derecesine ve yüzey şekline göre, alçak, orta yüksek olarak çeşitlenir. Alçak kabartma, yüzeyden çok az ayrılan kabartmalardır. Madalyon, para vb. şeylerde görülen kabartmalar bu şekildedir. Yüksek kabartma, yüzeyden oldukça yükselen kabartmalardır. Şeklin hemen hemen yarısı denilebilecek derecede yüksektir. Rond-bos kabartmalar ise heykele yaklaşır şekildedir. Şekiller satıha alçak taraflarından yapıştırılmış gibidirler.Kabartma olarak yapılmış süslemeler, mimari yapılarda taşa, mermere işlendikleri gibi madenden ve ahşaptan yapılmış eşyalar üzerinde de görülürler. Şamdan, kapı tokmağı gibi madeni eşyalarda, kapı, pencere kanadı, rahle, dolap, çekmece gibi ahşap eşyalarda kabartma şeklinde yapılmış süslemelere çok rastlanır. Mimari eserlerin dış veya iç cephelerinde yapının görülecek yerlerinde taş veya mermer üstüne kabartılarak yapılmış süslemeler vardır. 11 MİNYATÜR SANATI Minyatür sanatı, çok ince işlenmiş ve küçük boyutlu resimlere ve bu tür resim sanatına verilen genel addır. Minyatür sözcüğü Ortaçağda Avrupa’da elyazması kitaplarda baş harfler kırmızı bir renkle boyanarak süslenirdi. Bu iş için, çok güzel kırmızı bir renk veren ve Latince adı “mini-um” olan kurşun oksit kullanılırdı işte minyatür sözcüğüde buradan türemiştir. Minyatür resim aynı zamanda “nakş” diye de isimlendirilmiştir. Bunları yapanlara da “nakkaş” denirdi. Geleneksel Türk sanatlarından biri olan “minyatür”, 8. ve 9. yy’a ait olan ve Uygur merkezlerinden günümüze gelmiş olan Türk sanatı örneklerinden biridir. Nakkaşlar tarafından, kağıt, parşömen, fildişi gibi nesnelerin üzerine boya ve yaldızla süsleme şeklinde yapılır. Çok ince işlenerek ve küçük boyutlu olarak çalışılır. Nakkaş denen minyatürcü bir tabaka has kağıt (sırf pamuktan yapılmış kağıt) alır bir mermerin üzerine yayarak parlak bir cisimle (mermer fildişi) sürte sürte düzleyip parlatır. Önce yapacağı şekillerin sınırlarını kağıt üzerinde hafifçe belirterek taslaklarını yapar; bunun için birkaç kedi veya samur kılından yapılmış ve ipek telle kuş tüyüne bağlanmış bir fırça kullanır. Bu şekilde yapılan taslaklar üzerinde kolayca düzeltme yapılabilir. Taslaklar tamamlandıktan sonra çini mürekkebiyle sınır çizgilerine son biçimi verilir. Sonra çizgiler arasında kalan yerler kalınca bir fırçayla uygun renklerle düz boyanır. Daha sonra çini mürekkebiyle kenar çizgileri bir kere daha elden geçirilir.Tıpkı freskler ve halılar gibi minyatürlerde de kökboyalar kullanılırdı. Eski minyatürlerin bugün bile parlaklıklarını korumaları hayranlık vericidir. Minyatür yerini yavaş yavaş bildiğimiz anlamda çağdaş resme bırakmaya başladı. Ama batıda olduğu gibi ülkemizde de geleneksel bir sanat olarak varlığını sürdürmektedir. Birkaç Yüzyıllık kesintiden sonra Prof.Dr. Süheyl Ünver’in çabalarıyla tekrar günyüzüne çıkmıştır. Minyatür resmin çok güzel anlatıldığı bir sanattır. Ve bu sanat tüm dünyada yaygınlaşmıştır. Minyatür, doğu ve batı dünyasında çok eskiden beri bilinen bir resim tarzıdır. Ama minyatürün bir doğu sanatı olduğunu, batıya doğudan geldiğini ileri sürenler vardır. Doğu ve batı minyatürleri resim sanatı yönünden hemen hemen birbirinin aynı olmakla birlikte renk ve biçimlerde, konularda ayrılıklar görülür. Minyatür, kitapları resimlemek amacıyla yapıldığından boyutları küçük tutulmuştur. Bu ortak bir özelliktir. Doğu ve Türk minyatürlerinin bazı başka özellikleri de vardır. Bu minyatürlerin çevresi çoğu kez “tezhip“ denen bezemeyle süslenirdi. Minyatürde sulu boyaya benzer bir boya kullanılırdı. Yalnız bu boyaların karışımında bir tür yapışkan olan arapzamkı biraz daha fazlaydı. Çizgileri çizmek ve ince ayrıntıları işlemek için yavru kedilerin tüylerinden yapılan ve “tüykalem“ denen çok ince fırçalar kullanılırdı. Boyama işi için de çeşitli fırçalar vardı. Resim yapılacak kağıdın üzerine arapzamkı katılmış üstübeç sürülürdü. Renklere saydamlık kazandırmak için de bu yüzeyin üzerine bir kat da altın tozu sürüldüğü olurdu.Bilinen en eski minyatürler Mısır’da rastlanan ve MÖ 2. yüzyılda papirüs üzerine yapılan minyatürlerdir. Daha sonraki dönemlerde Yunan, Roma, Bizans ve Süryani elyazmaları’nın da minyatürlerle süslendiği görülür. Hıristiyanlık yayılınca minyatür özellikle elyazması İncil’leri süslemeye başladı. [Avrupa]’da minyatürün gelişmesi 8. yüzyılın sonlarına rastlar. 12. yüzyılda ise minyatürün, süslenecek metinle doğrudan doğruya ilgili olması gözetilmeye ve yalnızca dinsel konulu minyatürler değil dindışı minyatürler de yapılmaya başlandı. Baskı makinesinin kullanıldı. 10 EBRU SANATI kullanılarak serpilmesi ile elde edilen renkli desenin, kâğıda Ebru sanatında kullanılan suyun ve boyaların ayarının yapılması bu sanatın en zor aşamasıdır. Doğru su yoğunluk ayarını yapmayı öğrenmeden ve boyaların su-öd dengesini hazırlamayı bilmeden ebru yapmak mümkün değildir. Ebru sanatında suyun yoğunluğunu ayarlamak için kitre, u’ya gelen bu sanatın adı ‘Ebru’ olarak dilimize yerleşmiştir. Şu an Avrupa’da ‘Marbling’ diye bilinen Ebru 17. yüzyılda Avrupa’ya ‘Türk kağıdı’ adıyla gitmiştir. Ebru Türkiye’de cilt sanatının yanı sıra, hat sanatında zemin ve pervaz olarak kullanılmıştır. Hat sanatının, sanat atölyelerinde çoğalmasıyla birlikte, fonda kullanılan bu desenli kağıdın da değeri artmış, çerçevelenecek kadar önemsenmiştir. Günümüzde, diğer soyut ve plastik sanatlar gibi değerlendirilmektedir. Ebru, görsel zerafetinin yanı sıra, bizlere mikro ve makro alemlerden, çıplak gözün göremeyeceği ilginç güzellikler sunar. Ayrıca Ebru’nun terapik özelliği olduğu, bu tarihi sanatın meraklıları için tartışılmayan bir gerçektir. Sanat,birçok alana yayılmış ve alt dalları olan bir bütündür. Ebru sanatı ise kağıt sanatlarının sadece biri.Osmanlı dönemine dayanan ve o dönemin kuralı olan usta-çırak ilişkisi mevcuttur ebru sanatında. Sanatçının iradesi dışında birçok olaydan ve durumdan etkilenebilir. Renklerin suyla dansı,renklerin uyumu ya da renklerin ahengi şeklinde adlandırılır çoğu zaman ebru. Farsça’da bulut,bulut gibi anlamına gelen ebri’den almıştır adını bu Ebru sanatı, en eski Türk kağıt süsleme sanatlarındandır. sanat.Tekne kitreli su ile doldurulur ilk olarak,uygun kıvam Orta Asya dillerinden Çağatayca’da “hare gibi, damarlı” yakalanır. Hazırladığımız sıvı ince bir tülbent ile süzülür ve anlamına gelen ‘Ebre’ kelimesi Ebru sanatının bilinen ilk bu şekilde temizlenmesi sağlanır.Görsel olarak harikalar yaratabileceğiniz , her insanda farklı duygular uyandıran ve adıdır. İpek Yolu ile İran’a gelen sanat, burada ‘Abru’ ülkemizde de birçok sanatçı tarafından icra yapılmaktadır Geleneksel Türk sanatlarından biri olan ebru, kabaca; yoğunluğu (akışkanlığı) kitre gibi maddelerle artırılmış su Ebru sanatı. Devrin son sanatçılarından Mustafa yüzeyine, toprak boyaların, at kılından yapılan fırçalar Düzgünman gerek eserleri gerekse ardında istiyorum. 3 KEÇECİLİK SANATI ÇÖMLEK SANATI Çömlekçilik, Anadolu’da çok eskiden beri yapıla gelmiş el sanatlarından biridir. Çamur, kolaylıkla elde edilen hammaddelerin en eski, kullanışlı olanıdır. Yumuşakken kırılmadan biçimlendirilebilir. Çömleklerin elle yapımında uygulanan temel yöntemler çimdik, fitil, levha, modeldir. Özlü çamurdan elle veya çömlekçi çarkından geçirilerek çeşitli ölçülerdeki kalıplara dökülüp form kazandırılmaktadır. Fırınlarda pişirilerek, sırlanan veya sırlanmadan yapılan toprak çanak, çömlek, testi, vazo, küp vb. yapma sanatı olarak tanımlanabilir. Anadolu’da üretilen çömlekler genellikle sulandırılmış çamurla sırlanmakta, çömlekler açık ateşte pişirilmektedir. 4 Günümüzde fonksiyonel olarak yapısı kaybolmaya başlayan, ancak kullanım alanlarında değerlendirilen çömlekçilik sanatı birkaç yörede az sayıda ustasıyla devam etmektedir. Özlü çamurdan elle veya çömlekçi çarkından geçirilerek çeşitli ölçülerdeki kalıplara dökülerek biçimlendirilen ve fırında pişirilerek sırlanan veya sırlanmadan yapılan toprak çanak. Çömlek, Eski tekniğe göre çömlekçi çamurunun hazırlanışı ve şekil verilmesi, akarsu yataklarından veya kil toprağının üstündeki özlü çamur süzülerek, içindeki çakıl taş parçaları alındıktan sonra taşla veya tahta tokmakla dövülerek yapılırdı. Kil toprağına sadece biraz su katılır, süzülmüş balçıklı toprak kalıplara dökülerek sıkıştırılır veya ortası oyularak çeşitli biçimlere sokulu Keçe, yün, kil ya da pamuğun islak ortamda çiğnenip dövülerek liflerinin birbirine kaynasmasıyla elde edilen ve örtü, yaygı, çadır, giysi yapımında kullanılan kaba kumastır. Keçe Orta Asya’dan beri Türkler tarafindan bilinmektedir. Osmanlılarda Konya, Diyarbakır, Afyon, Isparta, Usak, Urfa, Bursa keçe üretim merkezleri olarak tanındı. Ahilik örgütleri içinde yer alan esnaf loncalarında keçecilik, önemli bir yer tutuyordu. Kalfa ve ustalar 6-7 yil süren hairlik dönemlerinde yün ditme, yün atma, ayakla yün tepme, kalıba yün hazirla ma, hamamda keçe pişirme gibi yöntemleri ö ğ re n iy o r l a rd i . Keçe, yeryüzünde bilinen en eski tekstil yüzeyidir. İlk defa nasıl yapıldığı ve kullanıldığı hakkında kesin veriler olmamasına rağmen; kullanımına ait en eski yazılı belge Homeros’un İlyada adlı eserindedir. 1071 Malazgirt Zaferi’nin ardından Orta Asya’dan Anadolu’ya göç eden konar-göçer Türk boyları, gelirken kültürlerini de getirmişlerdir. Getirdikleri el sanatının arasında keçecilik sanatı da bulunmaktadır. Geçmişten günümüze kullanım alanının genişliği nedeniyle de keçe, her zaman günlük yaşamın bir parçası olarak varlığını sürdürmüştür. Bir dönem için kullanım alanları azalan keçenin; birçok çeşidi günümüzde turistik ve hediyelik eşya üretiminde başrolü oynamaktadır. Birçok Türk, Avrupalı ve Amerikalı sanatçı keçe malzeme kullanmakta; tasarımın sınırları zorlanmakta, ressamlar ve heykeltıraşlar keçeyle inanılmaz sanat eserleri yapmaktadırlar. Keçe sözlük anlamı olarak: “Yapağı veya keçi kılının dokunmadan yalnızca dövülmesiyle elde edilen kaba kumaş”, “yapağı veya keçi kılının dürülüp, kuvvetlice bastırılması veya dövülmesiyle elde edilen; kepenek, çadır, çarık, külah ve döşeme örgüsü yapımında kullanılan dokunmamış kaba kumaş” tanımlanmaktadır. Konya, Akhisar, Kars, Erzurum, Urfa gibi merkezlerde yaygın olarak üretilmiştir. Bunda askeri kıyafetlerde kullanılması, halk arasında başlık olarak tercih edilmesi ve din görevlilerinin de keçeden giysiler giymesinin büyük payı vardır Keçe tüm el sanatlarında olduğu gibi üretimi uzun süren ve çok emek isteyen bir üründür. Yapımı için; yay, tokmak, kalıp, kalıpleş, makas, sepki (çubuk), hasır sırığı, halat, süpürge, makas, su kabı, terazi, boya kazanı ve ocağa ihtiyaç vardır. Keçede kullanılacak yün koyunun Mayıs ayı kırkımından (ilk kırkım) elde edilir. Yün kırkımdan sonra pıtrak ve pisliklerden temizlenmesi için iyice didiklenir ve ardından yay ve tokmakla lifler birbirinden tamamen ayrılana kadar atılır. Yere serilen bir hasır zemin üzerine, elyaf homojen bir şekilde serpilir, desen oluşturmak için motifler yerleştirilir ve hafif ılık su ile ıslatılır. Elyaf hasırla birlikte sarılarak rulo yapılır ve elyaf hasır kalıp ile birlikte rulo yapılır ve “tepme” aşamasına geçilir. 3040 dakika ayakla yapılan bu işlem sırasında uygulanan basınçla, lifler birbirine tutundurulmuş olur. Ardından hasır kalıp açılır ve ham keçenin “pişirme” aşamasına geçilir. İşlem; sıcak ve nemli bir ortamda, birbirine tutunmuş elyafların sıcak su ve el veya dirsek basıncı yardımıyla iyice kenetlenmesinin sağlanmasıdır. En son aşamada ise, keçe yıkanır ve tekrar sıkı bir rulo yapılır. Rulo yere dik bir konumda bekletilip, içinde kalan suyun iyice süzülmesi sağlanır ve asılarak kurutulur. Keçe geçmişten beri kullanım alanlarının genişliği nedeniyle, yaşamın içinde olan bir malzemedir: kullanılmıştır. keçeler de vardır: ayi alanında da kullanılmaktadır. 9 CAM SANATI Cam üfleme sanatı geleneksel yöntemlerle yapılmaktadır. Cama farklı şekil ve desenler verilerek eşsiz güzelikte sanat eserleri ortaya çıkarılmaktadır. Cam üfleme sanatı ile son zamanlarda hediyelik eşyalar, orjinal vazolar ve bibloların üretimi artmıştır. Cam, orijinali sıvı olan, saydam ya da yarı saydam bir maddedir. Sert ve kırılgan şekli ile antik çağlardan beri birçok eşyanın yapımında k u l l a n ı l m a kta d ı r . Camın ana maddesi en çok kumda bulunan silisyumdur. Bu nedenle camın ana maddesi kum olarak bilinir. Diğer maddeler ise soda ve kireçtir. İnsan yapımı ve doğal olmak üzere iki ayrı cam çeşidi vardır. İnsan yapımı olan cam hepimizin bildiği cam olmakla beraber, doğal cam yanardağlardan püskürtme yolu ile doğa üstüne gelen, yarı değerli taş olarak kabul edilen cam türüdür. Cam işleme sanatı iki şekilde ele alınmaktadır; camın şeklen işlenmesi, cam eşyanın üzerine boya ve desen işlenmesi. Camın şeklen işlenmesi, sıradışı ve adeta sihirli bir sanat dalıdır. Eriyik haldeki camın özel araçlar yardımı ile şekillendirilmesine dayalı bu sanat dalı ile gerek kullanım amaçlı, gerekse süs ve dekorasyon amaçlı birçok çeşitte ürünün imalatı yapılabilmektedir. Kalıplama tekniği bu alanda kullanılan en eski tekniktir. Önceden hazırlanmış kalıba dökülen cam, donduktan sonra kalıptan ayırılır. Diğer teknik ise “üfleme tekniği”dir. Eriyik ve sıvı halde bulunan 8 cam; “pipo” adı verilen içi boş boru ile üflenerek istenilen şekle büründürülür. Bu şekilde birçok dekoratif ürünün yanısıra, bardak, vazo, sürahi gibi kullanım amaçlı ürün de üretilebilmektedir. Cam eşyanın üzerine boya ve desen işlenmesi şeklindeki cam işleme sanatına “vitray” adı verilir. Vitrayın orijinali aslında kırık camların birleştirilmesi ile desenin oluşturulmasıdır. Ancak, oldukça zor olan bu yöntemin ya n ı s ı ra , hazır camın üstünde özel cam boyaları ile boyama ve konturlama yapılarak desen yapılması daha sıklıkla kullanılan bir yöntemdir. Kalıp içi cam şekillendirme tekniği diğer adıyla fırında şekillendirme tekniği heykel ve seramikle önemli benzerlikleri olan bir tekniktir ve elde şekillendirme yöntemiyle yapılır. Cam Tekniği, çeşitli renklerden katmanlar halinde camın üst üste yerleştirilip, eritilmesi sonucunda, üst katmandaki camın oyulması ve aşındırılması ile yapılan desenlerin gün yüzüne çıkarıldığı bir lüks cam sanatı tekniğidir. Teknik ilk olarak Antik Roma’da görülmüştür ve günümüzde tekrar gündeme gelmesini 19. Yüzyılda ünlü Fransız cam üstadı Emile Gale sağlamıştır. Uygulamada cam heykelin kilden modeli hazırlanır, modelin alçı kalıbı alınır, daha sonra cam parçaları kalıba yerleştirilir ve yüksek ısıda içerisine eriyerek modelin şeklini alması sağlanır HALICILIK SANATI Halının Türk el sanatları içinde eski bir geçmişi vardır. Halı dokumacılığının en önemli öğesi olan düğümleme tekniğiyle yapılmış ilk halı örneklerine Hunlarda rastlanmaktadır. Altay dağlarının eteklerindeki Pazırık kurganlarında bulunan ve 3-4. yüzyıllara tarihlenen halı parçaları bilinen ilk düğümlü halı örnekleridir.Orta Asya’da yaşayan göçebe toplulukları arasında yaygınlaşan düğümlü halı dokumacılığı 11. yüzyıldan itibaren Selçuklularla birlikte Anadolu’ya girmiştir.Büyük Selçuklular dönemine ait Konya Alaattin Camii’nde bulunan halı Türk ve İslam Eserleri Müzesi’nde, Beyşehir Eşrefoğlu Camii’nde bulunan üç örnekten ikisi Konya Mevlânâ Müzesi’nde, diğeri ise Londra’da özel bir koleksiyonda bulunmaktadır. Fustat (eski Kahire) kentinde bulunan yedi örnek, İsveç’te Stockholm National Museet ve Göteborg Röhss Museet’te sergilenmektedir.Anadolu’nun hemen her yöresinde halı dokumacılığı yapılmakla birlikte, 16. yüzyıldan başlayarak Gördes, Kula, Milas, Uşak, Ladik, Kırşehir, Sivas, Osmanlı Döneminin nitelikli halı üretim merkezleri olarak ün kazanmışlardır. Bu merkezlerde dokunan halıların renk, motif, kompozisyon gibi farklılıkları olmakla birlikte, Türk düğümüyle ve yün ipliğinden dokunmaları ortak özelliklerini oluşturmaktadır. Gördes halılarında kimi zaman ipek atkı ipliği de kullanılmıştır. Bu halılar genellikle mihraplıdır. Mihrabın iki yanında birer sütun bulunur, bunlara Marpuçlu Gördes denir. Mihrabın üzerinde ibrik ya da kandil motifi asılıdır. Fildişi zemin üzerine çift mihraplı olanlara Kız Gördes denir ve genellikle çeyiz olarak dokunur. Kula halıları çoğunlukla seccade tipindedir. Külmüncü (Kömürcü) Kula, Gemili Kula ve Dua Kulası gibi çeşitleri vardır. Altay’lar da veya Altay dağı eteklerindeki Asya Hunları’nın bölgesinde, Türk kurgan mezarlarından beşinci Pazırık kurganındaki kazılarda bulunmuş olan halı, “Pazırık Halısı” olarak adlandırılmıştır. Bu halı beraberinde aynı kurganda mumyalanmış at, eğer takımı, at arabası ve keçelerle birlikte bulunmuştur. Pazırık halısı Düğümlü dokuma örneği olarak şimdiye dek bulunabilmiş ilk ve en erken örnek olma özelliğini halen korumaktadır. 1949 yılı yazında Sergei Ivanovich Rudenko’nun başını çektiği bir grup Rus arkeolog ile Siberya’nın Altay dağları tepelerinde bir buz mezar açarlar. Bu mezarda daha sonra dünyanın en ünlü dokuma halısı unvanını alacak olan Pazırık halısı olarak anılan halıyı bulurlar. 5 ÇİNİ SANATI 6 Çini sanatı; Osmanlılardan günümüze kadar gelmiş geleneksel Türk sanatlarından biri olan iç ve dış mimari süslemelerin yanısıra toprağın pişirildikten sonra şekil verilip kap-kacak, tabak, vazo, sürahi vb gibi eşyalar üretilmesine olanak sağlayan bir el sanatıdır. Çini sanatı bin yılı aşkın bir geçmişe sahiptir. Çini sanatı ilk Müslüman Türk devletlerinden Karahanlılara kadar dayanan bir tarihe sahiptir. Büyük Selçuklular ve Anadolu Selçukluları çiniyi mimari süslemelerde sıkça kullanmış. Anadolu Selçuklu Devleti’nin dağılmasından sonra, çini sanatında Osmanlı Devleti’nin kuruluşuyla yenibirdönem başlamıştır. Çini Tekniği, Çiniciliğin ilk gelişmeye başladığı yıllarda kullanılmıştır. Vazo, tabak, sürahi ve çeşitli kap kaçaklara işlenen motifler ve renklendirmeler ile oluşan eserler, şimdilerde ev ve çeşitli mekanların dekorasyonu olarak kullanılmaktadır. Karahanlılar tarafından geliştirilen çini sanatı, daha sonraları diğer Türk devletleri tarafından da geliştirilmeye başlanmıştır. En parlak dönemini Osmanlı Devletinin kuruluşunda yaşamıştır. Anadolu Selçuklu Devleti ve Büyük Selçuklu Devleti, hakimiyet altına aldığı yerlere cami, medrese, saray inşa etmişler ve bu sanatı, mekanların çeşitli bölgelerine yansıtmışlardır. Tuğla süslemesi olarak da adlandırılmaktadır. Türk çini Sanatında yaygın olarak kullanılan en eski teknik olan bu tekniğin kaynağını sırlı tuğla süslemenin aldığı söylenebilir. Mozaik çini tekniği 13.yy da Anadolu Selçuklu çini sanatına kişiliğini kazandıran ve Osmanlı döneminin varlığını 15.yy’ın sonuna kadar sürdüren bir çini tekniği olmuştur. Osmanlı tarihinden günümüze kalan en özel ve nadide miraslardan biri olan çini sanatı, hala gündemini korumaktadır. Cami ve türbelerin duvarlarında karşılaştığımız bu sanat dalı, köşk ve sarayların dış ve iç cephelerini de süslemektedir. Seramik sanatı olarak da adlandırılmaktadır. İnce detaylar ile işlenen ve işlenen objelere hayat veren Osmanlı tarihinin en gözde sanat dalı, günümüze k a d a r değerinden bir şey kabetmeden devam etmektedir. İznik Yeşil Cami, Bursa Yeşil Cami, Bursa Muradiye Camisi, Edirne Muradiye Camisi, Edirne Şah Melek Paşa Camisi, Çinili Köşk, İstanbulda Yavuz Sultan Selim Camii ve Türbesi, Haseki Medresesi, İstanbul Mahmut Paşa Türbesi, Osmanlı Devletinin İlk örneklerini taşımaktadırlar. Daha çok geometrik desenleri yansıtan eserler, zamanla daha farklı bir boyut kazanmıştır. Bitkisel kökenli desenler, yazılar, lacivert, sarı, türkuaz, siyah gibi renkler, bu sanat dalında daha çok kullanılmıştır. Çini Sanatının meşhur olan ustası Baba Nakkas, bu sanat dalına çok özel örnekler sunmuştur. Ve daha farklı boyut kazanmasına, gelişmesine ve yayılmasına ön ayak olmuştur. Yavuz Sultan Selim döneminde ise birçok sanatçı yetiştirilmiş ve renk, desen çeşitliliği artırılmıştır. BAKIRCILIK SANATI Bakırcılık, bakırdan çeşitli alet, avadanhk, silah ve sanat ürünleri yapılması. Bulunması tarih öncesine uzanan bakırın, alet ve silah yapımındakullanılan ilk maden olduğu bilinmektedir. Alet ve silah yapımındaönce tunç, daha sonra demiryeğlenmiştir; fakat yemek kabı, hane aletleri, ayna ve süs eşyasında bakır daha yaygın biçimde kullanılmıştır. Döküm için elverişli olmamasına rağmen, kolay işlenir bir madendir. Dövme, kabartma, reyme ve soğuk çekme yollariyle biçim verilebilir. Bakır eşya ekseriyetle yaldızlanarak, mine kaplanarak veyahut üstüne değerli taşlar kakılarak bezenirdi. Yaldızlama, 8. asırdan sonra ayinlerde kullanılan bakır taslarda uygulanmaya başladı. Bakırın kendine has kızılımsı rengi kaplamada kullanılan yaldıza daha koyu bir Bakırcılık; bakır ve bakırla çinkonun karışımından elde edilen pirinç tabakalarının işlenip günlük hayatın her alanında kullanılan eşyaların üretilmesi mesleğidir. Bakırcılık sanatı sırasıyla Bizans, Selçuklu ve Osmanlı Devletleri dönemlerinde giderek ivme kazanmış, yapım teknikleri ve süslemeler konusunda önemli Geçmişte bakırı her şehrin ustası ayrı formatta işlemiş, ayrı bir değer katmıştır. Özellikle 19. yüzyılın ikinci yarısından itibaren Gaziantep bakırcılığı açısından önemli değişiklikler yaşanmıştır. Asırlardır atölyelerde imal edilen geleneksel bakır eşya formları ve süslemelerinde değişiklikler yapılmış, yeni bakır eşya formları ortaya çıkmıştır. Kazıma tekniğinin yanı sıra zımba tekniği ile de süslemeler yapılmaya başlanmıştır. 1950 yıllardan itibaren çelik keski ile bakırın üzerine desen işlemeye başlayan ustalar bu sayede bakır eşyalara estetik katmayı da başarmışlardır. Bakırın üzerine tamamen el işçiliği ile desen işlenerek imal edilen bakır ürünler günümüzde tüm dünyanın hayranlığını kazanan sanat eserleri konumuna ulaşmıştır. 7