Palamutların peşinde
Transkript
Palamutların peşinde
ÇEVRE Palamutların peşinde YASAL AVLANMA BOYU 25 SANTİMETRE OLAN PALAMUDUN İLK defa 38 SANTİMETREYKEN ürediğini düşününce STOKLARIN AZALMASINA ŞAŞIRMAMAK GEREK. METRO TOPTANCI MARKET VE TÜRK DENİZ ARAŞTIRMALARI VAKFI (TÜDAV) İŞBİRLİĞİ İLE YÜRÜTÜLEN PROJE, GÖÇ YOLLARINI TAKİP EDİYOR VE SORUYOR: PALAMUTLAR NEREDE? yazı: ayşegül bakış Türkiye denizlerinde bilimsel araştırma deyince akla gelen ilk isim Türk Deniz Araştırma Vakfı (TÜDAV) ve daha önce de lüfer boyları konusunda hassasiyetini bir kampanyayla ortaya koyan Metro Toptancı Market, bu kez palamut için el ele verdi. Palamutların iklim değişikliğinden nasıl etkilendiğini ortaya koymak için başlatılan ‘Palamutlar Nerede?’ projesi bir yılı geride bıraktı bile. İstanbul Boğazı, Ege ve Karadeniz’de Bayram Öztürk 036 naviga markalanıp denize bırakılan 1.650 palamuttan 26 tanesi balıkçılar tarafından farklı mevkilerde bulundu. En uzağa göç edeni 208 deniz mili mesafede Samsun açıklarında ortaya çıktı. İkinci yılında Beykoz’da yapılan etkinlikle start alan çalışmalar, havaların soğumasıyla birlikte hızlanacak. TÜDAV Başkanı Prof. Dr. Bayram Öztürk, Karadeniz ve Akdeniz’e kıyısı olan ülkelerden de geri dönüş alabilmek adına farklı dillerde de ilanlar hazırladıklarını söylüyor. Öztürk şimdiye kadar markalanan balıklardan % 10’unun bulunmasını olumlu bir sonuç olarak değerlendiriyor. Palamutlar neden tehdit altında? 2011 itibariyle palamudun avlanma boyu 25 santimetre, oysa bu ürün ilk üreme boyu 38 santimetre. Prof. Dr. Bayram Öztürk avlanan balıkların daha çok 18-20 santimetre olduğunu ve stoğa katılımın git gide azaldığını ifade ediyor. Lüferde yapılan hataların tekrarlanmaması ve her balığın neslini devam ettirebilmesi için en az bir defa yumurtlaması gerektiğinin altını çiziyor: “Geleceğimizi tüketiyoruz. Gırgırlarla, çaparilerle, volilerle herkes palamut peşinde. Sonra da birbirimize ‘balık nerede’ diye soruyoruz.” Palamut diğer türlerde olduğu gibi iklim değişikliği, aşırı avlanma ve kirliliğin tehdidi altında. Uzmanlar Türk kıyılarında ava çıkan tekne sayısının çok fazla olduğu konusunda görüş birliğine varmış durumda. Üstelik fazla tutulanın depolanacağı bir sistem de olmadığı için ne fiyat dengesi kurulabiliyor ne de fazla balığın çöpe gitmesi önlenebiliyor. Öztürk, eskiden Et Balık Kurumu’nun çok balık çıktığı zaman soğuk depolara atarak balığın fiyatındaki dalgalanmadan tüketiciyi koruduğunu hatırlatıyor; depoların özelleştirilerek satılması, kurumunun adının Et ve Süt Kurumu’na dönüştürülmesi yüzünden artık Avrupa’daki balık hallerinden çok daha pahalıya balık yediğimizi ekliyor. Gerek Florya-Zeytinburnu arasında ve Karadeniz girişindeki gemilerin yarattığı kirlilik gerekse balıkçılık politikamızın olmaması bizi bugünlere getiren etkenler olarak sıralanıyor. Öztürk’e göre önlem alabilmek için önce palamudun iklim değişikliğinden ne kadar etkilendiğini ve yumurtlama yerlerinin değişip değişmediğini bilmek gerekiyor. “Deniz sıcaklığının 11°C olduğu mart ayında İstanbul Boğazı’ndan geçişlerine başlayan palamut, tersine göç için 24°C sıcaklık ister. Ege’den Marmara Denizi’ne geçiş 10-11°C deniz sıcaklığında gerçekleşir, haziranda Karadeniz’de kıta yamaçlarında yumurtlar” diyen Prof. Öztürk Karadeniz’de artık Ege balıkları olan sardalye, kupez, sarpa avlanmasının, palamudun genç bireyi vonozun temmuz ÇEVRE Markalanmış bir palamut bulduğunuzda tarih, yer (enlem-boylam), marka numarası, çatal boy ve ağırlık bilgileriyle beraber markayı ve balığın fotoğrafını TÜDAV’a yollayıp projenin bir parçası olup hediye kazanabilirsiniz. www.tudav.org yerine haziran aylarında görülmesinin iklim değişikliğinin sinyallerinden biri olduğunu ekliyor. Denizler baba torik bekliyor Öztürk, eskiden av yasağının bittiği eylül ayında Boğaz’daki palamut akınında balıkçıların bu balığı beğenmeyip lüfer peşine gittiklerini anlatıyor. Eh son yıllarda lüfer stoklarının da iç açıcı olmadığını düşününce kendi kendine sormadan duramıyor insan “Geriye ne kaldı?” Sürdürülebilir bir balıkçılık her tür için çok önemli. Palamut söz konusu olduğunda Akdeniz’den çıkıp Karadeniz’e ve buralardaki ülkelerin sularına giren bu tür için ortak stokların sürdürülebilir kullanımı bütün ülkelerin ortak hedefi olmalı, düşüncesiyle çalışıyor TÜDAV. Prof. Dr. Bayram Öztürk’ün sözleri bizden sonrakilere nasıl bir miras bırakacağımız konusunda bir kez daha düşünmeye itmeli hepimizi: “Torik çıkmazsa artık lakerda yemeyecek miyiz?” diye soranlara verilecek cevap basit. Balığın neslini korumak bizim elimizde. Denizlerimiz kendini kanatları altına alacak bir ‘baba torik’ bekliyor. Umarım çok geçmeden gelir.” Palamut edebiyatı ve İstanbul İstanbul ve palamudun hikayesi çok eskilere dayanıyor ve çağdan yazarın eserlerin de rastlanıyor. Yazar ve filozof Gaius Plinius Secundus Maior (Büyük ya da Yaşlı Plinius) Altın Boynuz adının Haliç’teki palamut bereketinden kaynaklandığını anlatırken “Avrupa ve Asya’yı ayıran Boğaz’ın en dar yerinde, Khalkedon (Kadıköy) yakınında dipten yüzeye doğru, suyun arasından parıldayan şahane beyazlıkta bir kaya vardır. Palamutlar bu kayayı birdenbire karşılarında görünce her zaman ürker, sürü halinde dosdoğru karşı taraftaki Byzantion Burnu’na (Haliç) yönelir” sözlerine yer veriyor. Haliç, Coğrafyacı Strabon’un yazılarında palamutların cirit attığı yer olarak geçiyor. Strabon’a göre akıntı palamutları sürü halinde Haliç’e sokar ve dar yerlerde elle bile yakalanırmış. Bizans’ın bereket boynuzu palamutla dolup taşar, 300 yıl tedavülde kalmış sikkelerde balık bolluğuna işaret eden palamut şekilleri bulunurmuş. Ara Güler “Eskiden palamut o kadar boldu, fiyatları o kadar ucuzdu ki yoksul balığı sayılırdı. O günlerde bu balık bolluğunu gördükçe biz İstanbullular olarak ne kadar şanslı olduğumuzu, bu kentte hiç kimsenin aç kalmayacağını düşünürdüm” diye eski günleri yad ediyor. Karekin Deveciyan palamudun eylül ortasında lezzetine kavuştuğunu anlatıp ekliyor; “Her boydan torikler Hıdrellez günü Karadeniz’e geçer. Palamut ise bir ay önce geçer. Bu balıklar kısmen Marmara Denizi’nde, kısmen de Karadeniz’e geçerlerken Boğaziçi’nde yumurtlar. Temmuzun sonuna doğru, sardalye kadar boyu olan bazı küçük yavrular görülür. 15 Ağustos’a kadar boyları iri bir kolyoz kadar olur, bunlara çingene palamudu denir. 15 Eylül’de bu balıklar normal bir palamudun boyuna erişir ve Boğaziçi’nden düzgün olarak geçmeye başlar.’ Cüneyt Alpay Balık Avı Hikayeleri’nde “Aynı gün içerisinde, aynı kıyıdan zargana, istavrit, çinekop, palamut, lüfer avlanabilecek başka bir şehir var mı acaba dünya üzerinde?” diye sorar Ethem Baran’ın Fukara’nın Kestanesi Palamuttan adında bir öyküsü var. İstanbul Boğazı’nda Balıkçılık isimli kitabında Asaf Ertan, şimdilerde toriğin büyüğü olan zindandelen, sivri ve peçuta’nın tanınmadığından, palamut yavruları olan vonozları tutulduğu için palamut boyuna gelemediğinden yakınıyor. Gazeteci ve Slow Food hareketinin liderlerinden biri olan Nedim Atilla ise bloğunda şu sözlerle anlatıyor sofradaki yerini: “Lezzet meraklıları çingene palamudunu ızgarada, biraz daha yağlanmışını ‘takoz’ kestirip tavada pişirtir. Kaba yani asidi yüksek zeytinyağında kızartılmış palamudun lezzeti hiçbir balığa benzemez. Bir süre sonra Fethiye taraflarında yakalanıp özellikle Ankara’da satılacak olan ve kestiğinizde ciğer rengi eti olan orkinos yavrularını, trolcü ağzıyla ‘tombik’lerle karıştırmayın, aman... Palamudun eti bembeyaz olur, piştikçe beyazlaşır; beyazlaştıkça kırmızı soğana, turp ve rakıya daha çok yakışır.” Balığın baş bölgesinin en ön kısmından kuyruk yüzgeçi çatalının en derin noktasına kadar olan uzaklık. 038 naviga