ISSN: 1304 -1517 - Turuncu Dergisi
Transkript
ISSN: 1304 -1517 - Turuncu Dergisi
ISSN: 1304 -1517 KONUT PROJESİ DEĞİL BİR YASAM HİKAYESİ Bahçeşehir’in en değerli arazisi üzerinde hayata geçirilen Vaditepe Bahçeşehir, özlem duyulan o sımsıcak mahalle kültürünü, modern yaşam çizgileriyle birleştiriyor ve sizlere, alışılagelmiş konut projesi yerine, bir yaşam hikayesi sunuyor. Size de dairenizi seçip hikayede yerinizi almak kalıyor. Bekleriz... 212 428 88 00 Aylık Kadın ve Yaşam Dergisi 2015 Yılı Abonelik Dönemimiz Başladı Her ay güncel konularda en yetkili isimlerle yaptığımız röportajlar, alanında uzman yazarlarımızın ele aldığı dosya konularının yanı sıra kitap, film, mutfak kültürü sayfalarımızla evlerinize konuk oluyoruz. Yıllık Sadece 85¨ Bizi Sosyal Medyada Takip Etmeyi Unutmayın! turuncudergisi.blogspot.com facebook.com/turuncukadindergisi twitter.com/turuncudergisi instagram.com/turuncudergisi www.turuncudergi.com e-mail: info@turuncudergi.com BÜLTEN Modanİsa’dan alışverİşte yenİ konsept: Mağazada beğen İnternetten evİne gelsİn M odanisa’dan alışverişte yeni konsept: Mağazada beğen internetten evine gelsin. Reuters tarafından dünyanın en popüler muhafazakar moda sitesi seçilen Modanisa.com, Türkiye’de bir ilke imza atarak ilk ‘’Deneyim Mağazası’’nı açtı. ‘Mağazadan Beğen, İnternetten Evine Gelsin’ konseptiyle hayata geçen mağazanın açılışına Modanisa Yönetim Kurulu Başkanı Kerim Türe ve Modanisa yatırımcılarından melek yatırımcı Hasan Aslanoba katıldı. Ümraniye’de açılan mağazada, sitede en beğenilen, en çok satan yeni sezon ürünler deneme amaçlı sergileniyor. Mağazada müşterinin beğendiği ürün aynı gün evine kargolanıyor, stoğu olan ürünler direk mağazadan da satın alınabiliyor. Ayrıca 17 binin üzerindeki ürün çeşidinden en çok satılanlar ve sezonun en trend ürünleri de mağazada satışa sunuluyor. Kanz Konforuyla Rahat Adımlar ahar-Yaz Kanz 2015 İlkb iyonu ayakkabı koleks vıl cıvıl rengarenk ve cı miniklerin seçenekleri ile nıyor. beğenisini kaza de Hem sizin hem rahatlığı çocuğunuzun muşak için üretilen, yu giydirilen tabanlı ve kolay modelleri Kanz ayakkabı lu, sağlıklı ile çocuklar mut lar atıyor. ve konforlu adım 8 Turuncu Dergİ / Haziran 2015 C M Y CM MY CY CMY K Lamra kalİtesİ, yenİ renklerİyle sİzlerle in öncüsü Şıklığın ve kaliten dünyasında Lamra, ipek şal e le dikkat çekmey özgün renkleriy ri le nk re moda devam ediyor. En rmanlayan ve ha la kendi yorumuy e ların beğenisin stil sahibi hanım eek şalda kalit sunan Lamra, ip tmayı başardı. siyle de fark yara lerini, Türkiye renk Lamra’nın yeni ın toptan ağı yg ya i ek genelind erinde ve sayesinde bayiil . ‘da görebilirsiniz Lamraipek.com turuncudergi.com BÜLTEN i r e l k n e r z En güzel ya ize geliyor Nuev ile evin L azzoni kalitesi ve güvencesiyle üretilen online mobilya markası Nuev, renk kartelasını genişletiyor. Değişen trendlerle evinizin ruhunu tazelemek, yaşam alanlarınızı yenilemek için kırmızı, ekru, lacivert, mavi, duman ve turuncu renkleri de artık Nuev renk kartelasında bulunuyor. Nuev ürünleri sadece online satıldığı için yüksek giderli mağaza maliyetlerini ürün fiyatlarına yansıtmıyor ve fiyatlar piyasaya göre değil maliyetlere göre belirleniyor. Konfordan ödün vermeyen bu ürünlere www.nuev.com adresinden ulaşabilirsiniz. NOLTE’DEN HAYALiNiZDEKi MUTFAKLAR N olte Küchen; tasarımcıları tarafından geliştirilen ve kullanıcıların beğenisine hazırlanan Nolte NEO serisi ile 2015’te yine 1 numara olmaya devam edecek. Yenilikçi tasarım, daha geniş yer anlayışı ve esnek modüler sistem sayesinde herkese yaşam tarzına uygun konsepte sahip olmasına olanak veriyor. 10 Turuncu Dergİ / Haziran 2015 turuncudergi.com ADVERTORIAL Başkan Çetin, TÜBİTAK Bilim Fuarı’nı ziyaret etti P ursaklar Belediye Başkanı Selçuk Çetin, ilçedeki Ayyıldız Anadolu Lisesinin hazırlamış olduğu TÜBİKAK Flim Fuarını ziyaret edip, genç mucitlerin çalışmalarını inceledi. Pursaklar Ayyıldız Anadolu Lisesi öğrencileri yaptıkları çalışmaları fuarda sergiledi. Görücüye çıkan çalışmalar ilçe protokolünden tam not aldı. Ayyıldız Anadolu Lisesinde düzenlenen TÜBİTAK Bilim Fuarına Pursaklar Kaymakamı İhsan Kara, Belediye Başkanı Selçuk Çetin, İlçe Milli Eğitim Müdürü Adnan Gürbüz, AK Parti Milletvekili Adayları Selim Cerrah, Lütfiye Selva Çam, AK Parti Pursaklar İlçe Başkanı Mehmet Kabasakaloğlu, okul idarecileri, öğretmenler ve çok sayıda öğrenci katıldı. Bilim fuarını gezen ilçe protokolü, gençlerin yapmış olduğu çalışmaları inceleyerek genç mucitleri tebrik etti. Geleceğin mucitleri ise yaptıkları çalışmaların ayrıntılarını ziyaretçilerle paylaştı. Nezaket Okulu’ndan Ankara turu Pursaklar Belediyesi Nezaket Okullu öğrenciler ile veliler, Başkent’in tarihi ve turistik mekânlarını gezdi. Başkent’in eşsiz güzelliklerini yerinde gören minikler, bu gezi ile Ankara’yı tanıma imkânı buldu. Geziye katılan veliler de bu tür gezilerle çocukların yaşadıkları şehri tanıma imkanı bulduğunu belirterek memnuniyetlerini ifade edip, Pursaklar Belediye Başkanı Selçuk Çetin’e teşekkür etti. 12 Turuncu Dergİ / Haziran 2015 turuncudergi.com ADVERTORIAL Çeyİzİn en şık adresİ: LAVANDA YAPIM EKİBİ PRODÜKSİYON ADINA İMTİYAZ SAHİBİ VE GENEL YAYIN YÖNETMENİ Zahide CEYLAN SORUMLU YAZI İŞLERİ MÜDÜRÜ Zahide Ceylan KURUCULAR KURULU Halise ÇİFTÇİ, Zahide CEYLAN, Güzin CANAN, Taciser İÇYER, Nilgün KARABULUT, Ayşenur GÜN, Sema KARABULUT zahideceylan@turuncudergi.com Sevgili Turuncu okurları, YAYIN KURULU BAŞKANI Ayşe KEŞİR REDAKTÖR Rabia Nur DUMAN YAYIN KURULU Ayşe KEŞİR, Ayşe ERTEM, Hatice BİLİCİ, Latife Özbek, Esra Yerebakan, Gaye Ergezen, Ümmügülsüm Tat, Gülfem KELEŞ GÖRSEL YÖNETMEN Şerife AKYOL KURT MARKA İLETİŞİMİ YÖNETİCİSİ Şenay BUYURMAN BASIN DANIŞMANI Mürvet UÇ İSTANBUL KOORDİNATÖRÜ Gülay KURT 0507 485 55 95 ANKARA KOORDİNATÖRÜ Betül TAT 0538 624 54 72 TURUNCU DERGİSİ ADRES 1470 Sk. Gökteşehir Blokları B Blok No: 30 Çukurambar / Ankara TELEFON: 0545 316 21 55 WEB: www.turuncudergi.com e-mail: info@turuncudergi.com editor@turuncudergi.com BASKI TURKUVAZ MATBAACILIK Akpınar Mah. Hasan Basri Cad. No: 4 P.K. 34885 Sancaktepe / Kartal / İstanbul TEL: 0216 585 90 00 FAKS: 0216 585 9130 info@turkuvazmatbaacilik.com.tr ‘TURUNCU’ Dergisi, yerel süreli aylık yayındır. Basın yayın ilkelerine uymayı kabul eder. Basılan ilanların tüm sorumluluğu ilan sahibine, yazılan yazıların sorumluluğu yazarlara aittir. Kurum ve kuruluşlar için kargo dahil fiyatı 20 TL’dir. TURKUVAZ DAĞITIM PAZARLAMA A.Ş. tarafından dağıtılmaktadır. Zahide Ceylan 82 18 KONUK YAZAR HİLAL KAPLAN Aileden sorumlu olan tek fert kadınmış gibi hareket ettiğimiz sürece zararı kendi kendimize veriyoruz 40 BABASIZ KIZLAR KANATSIZ KUŞLAR GİBİDİR Yazarımız Ayşe Keşir: Babamın yokluğunu anlatmaya, tek bildiğim maharetim kalemim bile kifayetsiz kalıyor. RAMAZAN KÜLTÜRÜMÜZ Her müslüman ülkenin kendine ait bir bir ramazan ayı kültürü vardır. Biz Türklerde ise başlı başına bir Ramazan Medeniyeti ortaya çıkmıştır KAPAK KONUSU: PATTANİ Müminin mümine tebessümü. Pattani hakkında tüm bildiklerim bir ezan sesiyle değişiyor. HAFIZLIK TARİHİ Hafız, sözlükte “koruyan, ezberleyen” anlamına gelip Kur’an’ın tamamını ezberleyene hafız denilmiştir. 32 “BİR MEDENİYET IŞIĞI HAFIZLIK EĞİTİMİ” İstanbul Sultanahmet Vakfı Mütevelli Heyeti Başkanı İsmail Hakkı Tavman ile hafızlığın dünü-bugünü-yarınlarını konuştuk. FERACE DOSYASI Ramazan ayında rahatlıkla kulanabileceğimiz feraceler, modaevlerinin vitrinlerinde yerlerini almaya başladı… BAŞARI ÖYKÜSÜ: SEFA MERVE Üç yıl gibi kısa bir sürede büyük bir kitleye hitap eden sefamerve.com’un kurucusu Oya Okur Ecriyeş’in ve markasının hikayesi. SEvMEK ÖLMEKLE BAŞLAR 25 yıl önce ilk kitabıyla aşkı ve ölümü sorgulayan Murat Başaran, şimdi “cehalet”in peşinde iz sürüyor. ACIKMADAN ORUÇ TUTMAK MÜMKÜN Yazarımız Halit Yerebakan, sağlıklıbir şekilde oruç tutmanın püf noktaları yazdı. ÇORUM BELEDİYESİ Sosyal belediyecilik alanındaki projelerin mimarı çorumbelediyesi Başkanı ile merkezine “insan” alan hizmetlerini konuştuk. BİR UZAKDOĞU MASALI: TAYLAND En doğal tatil, en doğal eğlence, en doğal alışveriş. Tayland’da uğradığınız her durak size unutulmayacak deneyimler sunuyor. ORUCUN PSİKO-SOSYAL AÇIDAN ETKİLERİ Ramazan ayı, olgun insan mertebesine ulaştıran temel davranışları insana kazandırdığı için aynı zaman da dini ve ahlaki ba kım dan bir yenilenme zamanıdır. Turuncu Dergİ / Haziran 2015 100 96 92 76 70 64 62 60 58 54 46 40 32 26 20 ICINDEKILER 70 BEDESTEN: KEŞFEDİN Çocuklarınızın odalarının sıradışı, farklı olmasını istiyorsanız duvarlarını kullanabilirsiniz SİNEMA: GANDHİ Siz kıvılcımı çakarsınız ama yanında yakacak olmazsa o ateş yanmaya devam etmez. Liderlik, insanları organize etmeyi gerektiren çok önemli bir olgudur. “MUHAFAZAKAR SANAT DİYE BİRŞEY YOKTUR” Ressam Emine Özdemir Balakoğlu, kültür sanat sayfası editörümüz Emine Yılmaz’a konuştu. HABER TURUNCU DERGİ’DEN BAHAR BULUŞMASI T uruncu Dergisi, daha güzel projelerin temelini görüşmek için, sosyal medya uzmanları, moda-tasarım sektörünün ileri gelenleri, dostları ve okurlarıyla biraraya geldi. Turuncu Ailesi olarak Ramada Plaza Encore oteline bizi ve dostlarımızı hazırladığı kahvaltı masasında ve süslediği güzel bahçesinde ağırladığı için teşekkür ediyoruz. Bizi yanlız bırakmayan, katılarak bize güç veren herkese gönülden şükranlarımızı sunuyoruz. Sipariş Hattı 6 Kıta 45 Ülkede... 444 1902 www.hamidiye.com.tr 20 Turuncu Dergİ / Haziran 2015 turuncudergi.com KONUK YAZAR Aileden sorumlu olan tek fert kadınmış gibi hareket ettiğimiz sürece aile kurumuna en büyük zararı kendi ellerimizle veriyoruz aslında HİLAL KAPLAN 22 Turuncu Dergİ / Haziran 2015 K adın ve Aile” ikilisine alışık gözlerinize yazının başlığı garip gelmiş olsa gerek. “Kadın ve Aile” isimli dergilerimiz ve gazete eklerimiz, “İslâm’’da Kadın ve Aile” başlıklı kitaplarımız, “Kadın ve Aile sağlığı” merkezlerimiz, “Kadın ve Aile”den sorumlu bakanlığımız… Peki, bu ailenin içinde bir de erkek yok mu acaba? Aileyi oluşturan çocukları leyleklerin getirdiği rivayetine itibar etmiyorsak, aileden en az kadın kadar sorumlu olan bir de erkek olmalı değil mi? Ailenin önemini vurgulayan yazarlarımızın çoğunluğu bu gerçeği es geçiyorlar. “Yuvayı yapan dişi kuştur” diye mi acaba? Hani “leylek rivayeti”ne itibar etmiyorduk? Kuşlar âleminden biraz farkımız olmalı sanki, ne dersiniz? Lâtife bir yana, aileyi erkekten bağımsız ele alan bütün analizler, hele ki İslâm’’ın içinden yapılıyorlarsa, muhatabını yanıltmaya mahkûmdur. Ne var ki bugüne kadar aile meselesi -böyle bir meselemiz vardır elbet- genellikle “kadın ve aile” ikilisi eşliğinde sadece kadınları hedefe koyan bir bakış açısıyla ele alındı. “Kadınlarımız müfsid oldu, aileler onlar yüzünden dağılıyor, toplum da onlar yüzünden yozlaşıyor” diye özetleyebileceğimiz bir görüş bir kısım erkeğin nefsini okşuyor olsa da gerçeği bütünüyle yansıtmaktan hayli uzak. Günümüzde özellikle alt ve orta sınıfta yer alan mütedeyyin annelerin, kızlarına verdiği üç nasihatten biri “Oku. Çalış. Ayaklarının üzerinde dur” olsa gerek. Mütedeyyin annelerin kızlarına böyle bir nasihat vermeyi gerekli görmesinin en önemli sebebi sizce ne olabilir? Bana sorarsanız mevzubahis olan yaşanmışlıklardan doğru, erkeğe olan güvensizliği n perçinleştirdiği bir feryattır. Erkeklerin, sıklıkla vurguladıkları noktaysa kadınlar üzerinde onlardan bir derece daha fazla hak sahibi oldukları gerekçesiyle itaat edilmeyi hak ettikleri ancak günümüz kadınlarının bu hakkı teslim etmekten geri durduklarıdır. Açıkçası, iktidar ilişkilerinden hayatımızın hiçbir noktasında münezzeh olmadığımızı düşünüyorum. Yalnız başımızayken bile kendimizle nefsimiz arasında mütemadiyen süren bir iktidar mücadelesi yok mu? Öyleyse kadın ve erkek ilişkisinde de bir iktidar mücadelesi söz konusudur. İslâm’’ın bu noktada, erkeği öncelemesi bence dananın kuyruğunun koptuğu nokta değil. Parmak gökyüzünü gösteriyor, oysa biz sadece parmağın kendisine bakmakta ısrar ediyoruz. turuncudergi.com turuncudergi.com Haziran 2015 / Turuncu Dergİ 23 KONUK YAZAR İslâm, kadın ve erkek birlikteliğine dair ontolojik bir durum betimliyor ancak biz sadece bir noktaya takılıp kalıyoruz. Olması gerekenleri istediğimiz kadar ardı ardına sıralasak da olana dokunan, onu dönüştürmeye niyetlenen iki kelâm etmediğimiz sürece, çok steril ve pek haklı köşelerimizden ses vermiş olmanın ötesine geçemeyeceğiz. Geçtiğimiz hafta yıllarca dövdüğü eski karısını, kendisinden boşanmasına rağmen peşini bırakmayarak sonunda öldüren bir erkeğin davası görüldü. Erkek, klasik “O’’nu çok seviyorum, pişmanım” savunmasına sığındı ve bunca yıldan sonra ilk defa bir hakim bu cümleleri “iyi hal” göstergesi saymayarak onu ağırlaştırılmış müebbet hapse mahkûm etti. O kadının adı Ayşe Paşalı idi ve maktül olana dek “adı yok”tu… Ayşe Paşalı’’nın dramını bu memlekette ne çok kadın paylaşıyor, hiç düşündünüz mü? Fiziksel zorbalık bir yana, yine kaç kadın eşi tarafından horlanıyor; yeterince bilgili, görgülü ve ‘’modern’’ bulunmadığından eziliyor? Sözlü ve fiziksel şiddeti de bir yana koyalım. Kaç erkek aile içerisindeki sorumluluğunu para kazanmaktan öte bir vazife olarak telakki ediyor? Eve girip, televizyonun karşısına kurulmaktan başka bir fonksiyon icra etmeyen kaç erkek vardır sizce? Yine kaç erkek, kendisinin o “evin imamı” olduğundan ve bu minvalde eşi ve çocuklarına karşı bu görevin getirdiği sorumlulukla hareket etmek zorunluluğunu hissediyor dersiniz? Müslümanlar için aile, cemaatin en küçük parçasını oluşturan ve yeri doldurulamaz olan bir toplumsal kurum. Her şeyi yıkıp, baştan yapabilirsiniz ama aile kurumu temelinden zarar görürse eğer, o toplum açısından sonuçları telafi edilemeyecek kadar vahim olan bir yola girilmiş demektir. Aileden sorumlu olan tek fert kadınmış gibi hareket ettiğimiz sürece aile kurumuna en büyük zararı kendi ellerimizle veriyoruz aslında. O yüzden gelin biraz da “erkek ve aile” ikilisi üzerine kafa yoralım derim. 24 Turuncu Dergİ / Haziran 2015 C M Y CM MY CY CMY K turuncudergi.com Deli Kızın Bohçası VERA NUR AYDINBAŞ veranur@turuncudergi.com Biz ne ara bu kadar büyüdük? Ah bebek… Dünyadaki ilk anlarında gözlerindeki o korku dolu ifade, gözünün ucundaki akmaya hazır damla… 26 Turuncu Dergİ / Haziran 2015 B iz ne ara bu kadar büyüdük de, benim abim baba oldu? Çocukken yüzüme basketbol topu atan, bir ranzayı paylaştığım, ben doğunca kekeme olan, ilkokulda el ele okuldan döndüğüm, teneffüste bana simit-gazoz alan, lisede gece vakti kaçamak öğünler yapıp beraber kilo aldığım, üniversite tercih sıralamamı yapan, beni kayıt için Eskişehir’e götürüp yurduma yerleştiren, yaylada taze cevizleri ayıklayıp birbirimize ikram ettiğimiz, annemin klişe laflarını tekrar edip gülüştüğümüz abim artık baba oldu. Ya sen abisin, ne zaman baba oldun? Ben ne zaman hala oldum? Soranlara “Kızım.” diyor, “Gelsin kızım, o güzel yüzünü bir görelim, kızımın yüzüyle gelir ismi inşallah.”. Ben de izlerken ağlıyorum. Ah bebek… Dünyadaki ilk anlarında gözlerindeki o korku dolu ifade, gözünün ucundaki akmaya hazır damla… Ah o pırlanta damlası parlayıp sönüyor arada. Dünyanın tüm safiyane hayal kırıklıklarını insanoğluna hatırlatırcasına annenden ayırmışlar o an seni. İlk büyük travmanı yaşıyorsun; koca dünyada yapayalnızsın ve bir sürü yabancı, türlü coşkularla ve yüksek sesle sitayişte bulunuyor ama sen yalnızsın ve korkuyorsun işte. Baban seni şefkatle selamlasa da dünyan çalınmış gibi mutsuzsun. Ve anne geliyor. Ah o anne… O annenin çaresiz duygusallığı... Her hücresi bebeği arıyor. Bebeği hemen anneye verin, savaşta ayrı düşmüş esirler gibi sarılsınlar birbirlerine. Farklı kutuplu mıknatıslar gibi daha yaklaşırken umulmadık biçimde bitişsinler. Yeter bu kadar travma ikisi için de. HHH Sana methiyeler düzmek istiyorum bebek, dünyanın en beyaz duygularına aşina oluyorum. Zerre ilgilenmediğim hâlde gözüme sokulan yeğen resimleri artık daha bir sempatik, en azından o insanları artık anlıyorum ve üzgünüm ki o güruha ben de dâhil oluyorum. Herkes için herhangi bir bebek olabilirsin ama benim için mucize bebeksin. Göz kırpışı, yan bakışı, mimikleri, kol-bacak atışıyla olağanüstü hayret ettirensin. Bunca yıldır bebeklerinin en olağan gelişimi için bile ortalığı ayağa kaldıran ve bizim de zorla takdirimizi, hayretimizi ve yalandan sevgi dolu bir ifademizi duyana kadarki sevinç dolu ısrarcı tekrarlarıyla her türlü bebek yakınını benimsiyorum ve artık bu tutumdaki herkese aynı masalı ben de yaşıyormuşum gibi mukabele edeceğim. Hoş geldin bebek, teşekkür ederim. turuncudergi.com YAZAR A BABASIZ KIZLAR, KANATSIZ KUŞLAR GiBiDiR BABAMIN yokluğunu anlatmaya, tek bildiğim maharetim kalemim bile kifayetsiz kalıyor. Hangi yaşta olursa olsun, bir kız çocuğu babasız kalınca sadece yetim olmuyormuş, kolu kanadı kırık bir kuş gibi biçare kalıyormuş 28 Turuncu Dergİ / Haziran 2015 turuncudergi.com dam gibi adam, imam gibi imamdı Düzceli Hafız Bilal Gündoğdu. Sığınacak limanım, yıkılmaz kalem, rehberim, pusulam, babamdı. Kuran tek rehberi, yüreği tek kuvveti olan bu adam; ilk Kuran hocam, hayat rehberimdi. Diğer kızlar için babalarının nasıl ulaşılmaz olduğunu ben hiçbir zaman anlayamadım. Benim için baba; elimi uzatınca tutuverdiğim, hep yanı başımda dost, yoldaş olandı. Benden önceki iki çocuğu, ağır sağlık problemleri ile doğup sadece birkaç ay yaşadığı için erken tatmıştı evlat acısını. Sağlıklı bir evladın ne büyük bir nimet olduğunu iyi bildiğinden; bir nimete nasıl muamele edilirse, bana da hep öyle muamele etti. Allah, 50 yaşından sonra, onu evlat acısıyla bir daha sınadı ve 19 yaşındaki kız kardeşimi, 24 yıl evvel karlı bir Ocak ayında birlikte toprağa verdik. Kendini bildiği ilk yaşlarından itibaren ilim aşığı olan babam, hafız hocası olan dedeme yalvara yalvara hafızlık yapmış. Yokluk sadece, babamdan 6 yaş büyük amcamı okutmalarına izin veriyormuş çünkü. Ama babam azmiyle, yokluğu da dedemin çaresizliğini de yenmiş. “İlmi dileyene veririm.” emri, böylece babamda tecelli etmiş. Küçük şehirde yaşamak istediği gibi ilim sahibi olmasına yetmediğinden, ben daha birkaç aylık bir bebek iken, sadece kızını okutabilmek için beş ayrı sınava girerek İstanbul’a tayin olmuş. Bundandır ki ben küçücük bir kızken bile ailemin “göç” sebebi olmuşum. BABA OKULU Kuran’ın sadece mezarlıklarda okunmak için inmediğine, dinin sadece imamların mesleği olmadığına; her ne iş yaparsak yapalım orta yoldan şaşmadan, şehrin tam ortasında da dindar yaşanabileceğine inandı ve öyle yaşadı. turuncudergi.com AYŞE KEŞİR akesir@turuncudergi.com Hafızlığın verdiği kuvvetle; yakın tarihi, Adnan Menderes’i, ihtilali gün ve saatle anlatırdı. Ayhan Işık’lı Yeşilçam’ı, Tercüman Gazetesi’nde Ahmet Kabaklı’yı, sahilde simit-çayı ilk ondan öğrendim. İlk namazı onun arkasında kıldım, ilk mukabeleyi onda dinledim. Ezan ve Kuran onun sesiyle zihnime mıh gibi çakıldı. İlmin zekâtını vermeyi, camideki yaz kurslarında babama kalfalık yaparak öğrendim. Kendimi bildiğim ilk mektep, onun rahle-i tedrisiydi ve ölene kadar da devam etti. İlmin kıymetini, iyiyi, doğruyu, tevazu ile eğilmeyi ama namerde boyun eğmemeyi, yılmamayı, akletmeyi, “er kişi” olmanın sıfatla değil yürekle olduğunu; mazlumun yanında, zalimin karşısında olmayı hep onun şahsından görerek öğrendim. Hiçbir şeyi sadece sözle anlatmadı. Kulaklarımla duyduğum her doğruya, şahsında gözümle şahitlik etmemi de sağladı. Ondandır ki ben ve kardeşlerim hep yaşıtlarımızdan büyük olduk. Kur’an aşığıydı. Küçük bir köyden çıkıp İstanbul’un orta yerinde, yaşadığı ve daha sonra bizim yaşadığımız, tüm nimetlerin Kuran’ı hıfzetmesinin tecellisi olduğuna son nefesine kadar iman etti ve şükretmeyi asla ihmal etmedi. Daha fazlasını istemeden evvel, var olanın hakkını vermeyi öğretti bize. Halka hizmetin Hakk’a hizmet olduğunu, kendin için istemediğini başkası için istememeyi, amme hakkını, göz hakkını, kul hakkını… Daha küçücük bir çocukken ondan öğrendik. Allah’tan başkasından korkmamayı, Allah’tan başkasından istememeyi, vermeyi, verirken çoğaltmayı, sevmeyi, muhabbeti, hoşgörüyü, tevazu ile özgüven arasındaki ince çizgiyi hep o öğretti. KUR’AN AŞKI Çemberlitaş, Çarşıkapı, Mercan… Hep ticaretin tam orta yerindeki camilerde görev yaptı. İstanbul büyük ve zor şehir, bir de üç çocuk… Pek çok meslektaşı camiden kalan vakitlerinde ek iş, ticaret yapıyordu. Haziran 2015 / Turuncu Dergİ 29 YAZAR Hafız Bilal, -üstelik ticarethanesini kapatıp imam olmayı tercih etmişken“Ben peygamber mesleğini icra ediyorum. Olur ya ticaret ve parayı severim de camiye, Kuran’a olan hizmeti aksatırım.” endişesi ile asla ikinci bir işte çalışmadı. Tam 41 yıl çok sevdiği Kuran’a hizmet etti. Peygamber mesleğini, layık olabilme mahcubiyeti ve şerefiyle icra etti. İstanbul’un tam orta yerinde, sınıfın tek imam kızı olarak 6 yaşında ilkokula başladığımda, “farklı olmaktan veya farklı olandan korkmamayı, mutlaka kendin gibi ama hep birlikte var olmayı”, özgüveni babam sayesinde tecrübe ettim. Bugün, yaşam tarzı ve farklılıklar üzerine yapılan tartışmaların çoğunu çiğ, çirkin ve çocukça bulmam herhalde bu yüzden. KÖKÜ MAZİDE OLAN ATİ Aile olmanın ne büyük bir zenginlik olduğunu, kadın ve erkeğin birbirinin hasmı değil “mütemmim cüzü” olduğunu; en az erkek kadar, kadının ve çocuğun da hakkı ve sorumluluğu olduğunu hep birlikte tecrübe ettik. Annem, babamın yükünü hafifletmek için tek mesleği olan terzilikle, evimizin bir odasını atölye gibi kullanarak ev eksenli çalışıyordu. Ütü yapmaktan, toz almaktan hiç gocunmadı babam. Elinde yemek tepsisini taşıyınca erkekliğine de zeval gelmedi. Birbirinin sırtına yük olmadan birbirine sırt vererek nasıl aile olunduğunu hep görerek öğrendim. 30 Turuncu Dergİ / Haziran 2015 Eşyanın tabiatı böyleydi bizim için. Ne gariptir ki yıllar evvel babam ve annemde gördüklerimi, şimdi diğer kadınların da yaşabilmesi için “kadın hakları” mücadelesi veriyorum. Bugünün erkeklerinin babamdan öğreneceği o kadar çok şey var ki… Hiçbir gerekçe ile körü körüne dayatmalar yaşamadık. Birlikte sorduk, sorguladık… Yaşadığımız şehir ve insanlarla “kendimiz” olarak hemhâl olduk. Onun içindir ki “kökü mazi de olan ati” benim için tecrübeyle sabit anlam taşır. Hafız Bilal sadece biz üç çocuğuna değil, pek çok çocuğa babalık yaptı. Camiye cemaat olarak gelen öğrencilerin delik çorabını, yırtık ayakkabısını, kış günü paltosuzluktan üşüyenin sırtını hep gördü; onların derdini dert edindi. Varsa kendi parasıyla aldı; olmadığında, ihtiyaç sahibini mahcup etmemek için, onun yerine çevre esnaftan istemeyi vazife edindi. Hafızlığın kıymetini bildiğinden, hafız yetiştiren Kuran kurslarına emek vermeyi, bilgisinin zekâtı saydı. Yetiştirdiği talebelerin ruhuna daima çok yakın oldu. Hafızlık öğrencileri, onun desteğiyle, top oynamanın yasak olduğu günlerden spor ayakkabısıyla top oynamaya terfi etti. İki mahalleden birden baskı görme pahasına ezberleri, dayatmaları reddedip sorup sorgulayarak yaşamayı ilk babamla birlikte tecrübe ettim. Tek bir kalıpla anlatılmak, sloganlarla yaşamak ona göre değildi. Topyekûn kabullerimiz olmadı bizim. Sorular, en büyük hocamız oldu. Bugün beni ezberlerine aykırı bulanlar, babamı tanımayanlardır. Sadece cami müdavimlerinin değil, tanıdığı herkesin “imamı” olabildi. Sevmeyenlerinin dahi kendinden “emin” olmasının, insan için en büyük sermaye olduğunu babamdan öğrendim. Ona da babasından miras kalmıştı. Masum zaafları, merakları, insanca heyecanları vardı. 14 yaşında başladığı sigarayı 44 yaşında, bir günde bıraktı. Futbolu, Yeşilçam’ı sevmekten vazgeçmedi. Barış Manço’nun ani ölümü herkesi sarstığında, o: “Ne var?” dedi. “Ayhan Işık bile öldü.” BABA GİBİ BİR NİMET… Ne büyük bir nimetle büyümüşüm ben. Bir elimden İstanbul tutmuş, diğerinden Hafız Bilal. Babamdan öğrendiklerim ile okuduğum onca okul ve kitapta öğrendiklerimi teraziye koymaya kalksam, babama haksızlık etmiş olurum. Onun yokluğunu anlatmaya, tek bildiğim maharetim kalemim bile kifayetsiz kalıyor. Hangi yaşta olursa olsun, bir kız çocuğu babasız kalınca sadece yetim olmuyormuş, kolu kanadı kırık bir kuş gibi biçare kalıyormuş. Dileğim; üç güzel kızımın da babalarıyla böyle satırlara sığmayan hatıralara sahip olması… Canım babam, nur içinde yat. turuncudergi.com halkbank.com.tr | 444 0 400 Halkbank Dialog YAZAR Müjdeciler NURAN SÖZEN E vet, müjdecilerimiz… Müjdelerimiz geldi, hayırlara koşturacağız inşallah. Recep, Şaban, Ramazan… Madde âleminde ruhen bunalmış, bitkin insanoğlu! Eğer manen hasta olduğunu hissediyorsan bu da senin için bir müjdedir. Maneviyat hastanesine git. Bu hastanenin başhekimi Resul-ü Ekrem(s.a.v)’dir. Sana sunduğu reçete ise Allah kelamı Kur’an’dır. Asistanları enbiya, hastabakıcıları evliyalardır. O hastane ücretsizdir. Menfaatsiz, iltimassız, vizitesizdir. Hastaneye kapıdan girerken seni kapıcı memur karşılamaz, bizzat başhekim Resul-ü Muhterem karşılar. Oraya girdikten sonra tedavi olmadan çıkamazsın. O elden, Kuran’dan şifayı alan saadeti bulur. Şu güzel günlerde Kur’anî ahlâkı ideal edinip bilgimizi o yönde geliştirirsek hicrete en önemli 32 Turuncu Dergİ / Haziran 2015 adımı atmış oluruz. Varlığın hicreti durursa ona kıyamet, Kanın hicreti durursa ona ölüm denir. Kişinin hicreti durursa o da aldanıştır. Hakkı verilmiş bir hicretin sonu ise cennettir. Receb-i şerif, Şaban-ı şerif ile aşksızlıktan çöle dönmüş yüreklerimize Ramazan-ı şerif ile rahmet bulutları gelecek. Dirilişe geçecek, ihya olacağız inşallah. Bedence küçülüp ruhça büyüyeceğiz. Ruhumuz beslenecek; nefsimiz, içgüdülerimiz, tutkularımız, dünyevileşme hırsımız geri çekilecek. Güzel insan tarafımız, yıllık ruh bakımımızla somutlaşacaktır. Oruç, insanda yüreğe doğru bir yolculuk gerçekleştirmenin aracıdır. Yüreğe, yani insanın kendi özüne… Bu yolculuğu göze alırsa en doğal, en yalın, en maskesiz hâli ile insanımız kendi olacaktır. İnsan, bu teslimiyeti ile -İslam fıtratının gerçek manasını yaşamak- la- hakikatle barışacaktır. Nefretten sevgiye hicretimizle şu bedbaht zaman diliminde sahte ve sentetik, yapay gündemlerin bombardımanı altında erimeyeceğiz. İşte fırsat huzura geldi, onu baş tacı etmek vazifemiz. “İlahî ve sahici gündem Ramazan şahit olsun ki ben onu, o da beni tuttu.” diyelim. Evet, yukarıdaki ifade bir kopyadır. Şöyle bir geniş mana ve tefekkürle düşündüğümüzde, Ramazan dile gelse kimileri için “O beni tuttu ama ben onu tutmadım.” diyecek. Kimileri için “O beni tuttu, ben de onu tuttum ya Rabbi.” diye şahit olacak. Daha başkaları için de “Ne o beni tuttu ne de ben onu tuttum.” diyecek. Biz bunlardan hangisinin beraberindeyiz? Ayrıca hatırlatılmasında hayır var, fayda var; ibadetten beklenen o sükûn ve nezaket, o maneviyat ve ruhaniyet açık büfe iftarlarının ucundan geçiyor mu? Orucu nasıl açtığımız da çok önemlidir. Mütevazı iftarlara talip olalım. Efendimiz Hz. Muhammed (s.a.v)’in yetimlerinden olalım. Asıl açarken tutalım orucu. Hakkın sırlarının kokusunu duyalım teşrif eden mübarek ay ile. Kutlu olsun hepimize. Neneniz Nuran Sözen turuncudergi.com ARAŞTIRMA ARAŞTIRMA Ramazan KÜLTÜRÜMÜZ T Süheyl Ünver’in tespitiyle biz Türklerde başlı başına bir “Ramazan Medeniyeti” ortaya çıkmıştır 34 Turuncu Dergİ / Haziran 2015 üm müslümanların rahmet ve mağfiret ayıdır Ramazan... Bir ay boyunca yoğun bir ibadet hayatına ev sahipliği yapan bu özel zaman dilimi, dinimizdeki anlamıyla, imsak vakti olan tan yeri ağarmasından gün bitimine kadar, bedenî ve nefsî bazı isteklere cevap vermemek anlamını taşır. Ramazan ayında müslümanların oruçla sorumlu tutulmalarının birçok sebebi vardır: Sabırlı olmak, insanı olgunlaştırır ve bu kontrollü tutum, Ramazan’dan sonraki hayatına da yansır. Bütün bunlar insanı hayata hazırlar ve insan olgunlaştırır; sosyal yardımlaşma ve dayanışmayı sağlamlaştırır. Her müslüman ülkenin kendine ait bir bir ramazan ayı kültürü vardır. Biz Türklerde ise başlı başına bir Ramazan Medeniyeti ortaya çıkmıştır. Süheyl Ünver’in tespitiyle “Ramazan ayında mahya, temizlik, ahlâk tasfiyesi, günah ve zararlı şeylerden çekinme, yerinde eğlenebilme, dinlenebilme, cömertlik ve herkesi düşünmek terbiyesini bir araya getirerek bir ‘Ramazan Medeniyeti’ meydana getirmiş ve bunu İstanbul’da yoğun şekilde yaşanmıştır” RAMAZAN NASIL KARŞILANIR Geçmiş asırlarda devlet tarafından ‘tenbihname’ler yayınlanarak halkın rahat bir ramazan yaşaması temin edilmeye çalışılırdı. Bu tenbihnamelerde evlerin, işyerlerinin ve kişisel kıyafetlerin temizliklerine dikkat edilmesi, davranışlarda saygı sınırlarının aşılmaması, rahatsız edici tavırlardan sakınılması, fiyatların arttırılmaması, askerî ve inzibat kuvvetleri dışında silah taşınmaması, vs. istenmiş, aksine hareket edenler hakkında resmî makamlar tarafından cezaî işlem yapılacağı da belirtilmiştir. Günümüzde de ramazandan hemen önce radyo ve TV’ler aracılığıyla gerek Valiliklerden, gerekse Diyanet İşleri Başkanlığı ve bağlı kuruluşlarından yapılan açıklamalarla huzurlu bir ramazan geçirebilmek için her türlü tedbirin alındığı, özellikle gıda denetimlerinin sıklaştırılacağı, fahiş fiyatlarla ürün satılmaması, mantar tabancası, maytap gibi patlayıcı maddelerin patlatılmaması yolunda uyarılar yapılmaktadır. Resmi hazırlıklardan ayrı olarak evlerde Ramazan’ın başlamasından birkaç hafta önce evlerde muazzam bir temizlik faaliyeti görülür. Bu temizlik, insanın ruhunu ve bedenini temizlemesi beklenen ramazanı temiz evlerle karşılayıp adeta günahlarından ve kirlerinden temizlenecek olan bedenler için hazırlık yapmak anlamını taşır. Evlerin her köşesi temizlenir, alış veriş mağazaları temizlenip derlenip toparlanır ki ramazana özgü gıdalar için yer ayrılsın. Buna ramazan temizliği denir. Bu, geçmişte böyle olduğu gibi, günümüzde de devam eden bir gelenektir. Ramazan’ın ilk gecesi yüksek bir tepeden ayın durumu gözlenirdi, bu da bir eğlenceye dönüştürülür ve o gece kadı tarafından heyettekilere ziyafet verilirdi Eskiden Ramazan öncesi hazırlıklardan biri de ramazanın ilan edilmesi çalışmalarıdır. İllerde kadı veya müftülerin başkanlığında birer heyet kurulur ve yevm-i şek (hilalin görülmesiyle şaban ayının bitip Ramazan’ın başlangıcının tespit edildiği ve emin olunamadığı için şüpheli olduğu söylenen gün) gecesi yüksek bir tepeden ayın durumu gözlenirdi. Haziran 2015 / Turuncu Dergİ 35 ARAŞTIRMA Çocukların oruç tutmasının ayrı bir önemi vardır. Ülkemizin her yerinde çocukların orucu adeta bir törene dönüşür. Önce tekne orucu diye başlayan oruç tutmalar, tam gün tutulduğunda bir cümbüş yaratır 36 Turuncu Dergİ / Haziran 2015 ARAŞTIRMA Bu da bir eğlenceye dönüştürülür ve o gece kadı tarafından heyettekilere ziyafet verilirdi. Ay görülür görülmez de ramazanın başladığı halka ilan edilir ve o gece sahura kalkılırdı. Bu ilan da camilerin kandillerinin yakılması, top atılması ve davulcuların davullarını çalmalarıyla olurdu. Şimdi bu ilan, rasathanelerin gözlemleriyle yapılmakta ve hassas aletlerle, Ramazan’ın başlangıç tarihi önceden ve daha sağlıklı olarak tespit edilip takvimlerde gösterilmekte, imsakiyeler hazırlanarak Ramazan’dan önce dağıtılmakta, radyo ve TV’lerden ilan edilmekte ve böylece eski zamanlardaki o Ramazan’ın ilk günü şüphesi ortadan kalkmış bulunmaktadır. RAMAZAN NASIL YAŞANIR? Ramazan’ın başladığı gün, genellikle hemen herkeste ilk orucun getirdiği bir acemilik olur. Kandaki şeker oranının düşmesinden dolayı oruç, kimisinde tedirginlik, kimisinde unutkanlık, kimisinde gerginlik, kimi çay ve sigara tiryakilerinde bir asabilik ortaya çıkarabilir. Ramazan’da çocukların oruç tutmasının ayrı bir önemi vardır. Ülkemizin her yerinde çocukların orucu adeta bir törene dönüşür. Önce tekne orucu diye başlayan oruç tutmalar, tam gün tutulduğunda bir cümbüş yaratır. Çocuğa günü rahat geçirsin ve açlığını hatırlamasın diye çeşitli iftarlıklar alınır, camilere götürülür, caddelerde ve oyun alanlarında gezdirilir, sırtta taşınır, iftar sırasında ilk lokması elinden çalınır. Tüm bunlar, çocuğun zihninden silinmeyen izler yaratır ve çocuk tekrar oruç tutacağı günü iple çeker. Yine çocukların iftar saatini bekleyip top atıldığını veya ezan okunduğunu ailelerine haber vermeleri de adeta bir törendir ve çocuklar için ayrı bir sevinç kaynağıdır. İFTAR SOFRALARI İftar sofraları, Ramazan’ın kültür zenginliğine katkıda bulunan en önemli etkinliklerdendir. En sade yaşayan ailelerden en şatafatlı yaşayan ailelere kadar, herkesin iftar sofraları Ramazan ayında dolup taşar. İftar davetleri de ramazan ayının vazgeçilmezlerindendir. Ekonomik düzeyi ne olursa olsun, ramazan aylarında her aile mutlaka iftar davetinde bulunur. Eski zamanlarda kimi konaklardaki davetlere, davetlilerin yanı sıra davet edilmeyenler de gelirse geri çevrilmez, onların da gönülleri kırılmayarak karınlarını doyurmalarına izin verilir, onlara da ayrı sofralar hazırlanıp bütün yemeklerden ikram edilirdi. Sofralar, en güzel şekilde süslenir, alelade görüntüden kurtarılır, yaz aylarında evlerin bahçelerine kurulan sofralarda iftar yapılır. Bu sofralarda mevsimine göre türlü reçeller, bal, hurma, incir, kuru kayısı, değişik zeytinler, değişik peynir çeşitleri, salatalar, yaz meyveleri veya kış meyveleri, gün gün değişen çorbalar, et yemekleri, sebze yemekleri, birkaç çeşit börek, biri sıcak, turuncudergi.com diğeri soğuk olmak üzere en az iki çeşit tatlı, hoşaflar iftar davetlerinin değişmezlerindendir. Konaklarda verilen davetlerde, gitme vakti geldiğinde de davete katılan her fakire zengin ev sahibi tarafından ‘diş kirası’ adıyla harçlıklar verilip gönülleri hoş tutulurdu. Ramazan’da gerek yardım amaçlı iftarlar olsun, gerekse konuk ağırlama amaçlı olan iftar davetleri olsun, geleneksel Türk misafirperverliğinin ve Türklerdeki şölen âdetinin bir devamı niteliğindedir. Bu yüzden bu iftar davetleri, Ramazan’ı millileştiren adetlerdendir. Bir de habersiz iftara gitmeler vardır ki bunun keyfi daha bir başka olur. HEDİYELEŞME İftar sonrasının ise ayrı bir havası vardır. Önce günün yorgunluğunu atmak için bir kaç bardak çay içilir, sonra teravih namazı kılınır. Bu bir davetse ve ev genişse evde kılınmaya çalışılır. Teravih sonrası asıl dinlenme ve eğlenme faslı başlar ki kış ise ıhlamurdan tutun adaçayından çıkın her türlü çaylar ve kış meyveleri, yaz Ramazan’ı ise şuruplar, meyve suları, çay ve yaz meyveleri mutlaka yenilir. Özellikle yaz ramazanlarında sahur vakti yatsıya daha yakın olduğu için genellikle misafirlerle birlikte oturulur ve çeşitli oyunlar ve eğlencelerle vakit geçirilir, sahurda da yine sahurluk yenilip evlere doğru yola çıkılır. Yaz aylarında çoğunlukla devlet memurları izinlerini Ramazan ayında turuncudergi.com kullandıkları için bu pek de sorun olmaz. Kışları da geceler uzun olduğu için gece yarısına kadar oturulur. Ramazan’ın ekmeği de kendine mahsus olan pidedir. Fırınlar, Ramaza’na göre hazırlıklarını yapar ve pideyi şekillendiren tırnakçı ustaları tutarlar. Normal ekmekle pidenin hazırlanışı ve pişirilme sıcaklıkları farklıdır. Ramazan’da insanlar birbirleriyle iftarlık adı altında hediyeleşirler de. Ramazan ayındaki bu hediyeleşme geleneği de Türk kültürüne özgü bir durumdur. Birine iftarlık alan kişi, gücüne göre bir gıda maddesi, söz gelişi pide veya pastırma vs. veya başka bir iftarlık alabilir. Çocuklara daha ziyade şekerleme türünden bir hediye alınır. Yine Ramazan’da çarşılar da farklı bir havaya bürünürler. Ramazan’a özgü gıdalar satılır ve herkes gücü oranında bu gıdalardan almaya çalışır. Ramazan’da insanlar birbirleriyle iftarlık adı altında hediyeleşirler de. Ramazan ayındaki bu hediyeleşme geleneği de Türk kültürüne özgü bir durumdur. MAHYALAR Ramazan ayına mahsus olmak üzere, çifte minareli camilerde iki minare arasına gerilen ipler, kandiller veya elektrik ampulleri asılması suretiyle yazılan yazı veya çeşitli motiflere mahya denir. Mahya ilk olarak Sultan Birinci Ahmet zamanında (1603-1617) ortaya çıktı. Fatih Camii müezzinlerinden Hattat Hafız Ahmed Kefevi’nin bütün maharetini kullanarak renkli kandillerden işlediği dört köşe bir çerçeveyi, iki minarenin arasına asmasıyla mahyanın ortaya çıktığı rivayet edilmektedir. Haziran 2015 / Turuncu Dergİ 37 ARAŞTIRMA Ramazan ayının bir ibadet ayı olmasının yanında aynı zamanda Türk mizah ve eğlence oyunlarının bu ayda yoğunlukla uygulanması ayrı bir zenginliktir. Bu buluş, Osmanlılarda mahyacılık ismi ile yeni bir sanat dalının meydana gelmesine neden olmuştur. Mahyaları kurmak için evvela iki minare arasında makaradan geçip gelen ip çekilir, iplere atılan düğümlere kandiller yerleştirilir, makaralar hareket ettirilerek öbür minareye doğru gönderilir. Bu suretle önce yazının baş harfleri ve sonra ortadaki ve sondakiler teşekkül ederek, yazı meydana gelir. Mahyalarda gösterilen yazılar genelde şunlardır: ‘Safa geldin ey ramazan’, ‘merhaba ya şehr-i ramazan’, ‘Bismillah’, ‘elveda ya Şehr-i Ramazan’, ‘Allah’, ‘Muhammed’, ‘Lailahe İllallah’, ‘ahlak dinin temelidir’, ‘insaf imanın yarısıdır’. Bazen yazı yerine çeşitli şekiller de mahya olarak kullanılabilir. Sandal resmi, cami resmi gibi. RAMAZAN EĞLENCELERİ Ramazan orucu, esas itibariyle tüm Müslümanlarca aynı tarzda tutulur. Ama oruç dışındaki tüm uygulamalar, bize aittir, yani Türkleştirilmiştir. Hatta ramazanda kılınan teravihte bile Türk’e ait unsurlar vardır. Bunlar, rekâtlar arasında okunan salât ü selamların bestelenmiş şekilde okunması, ilahiler okunması, ilk 38 Turuncu Dergİ / Haziran 2015 on beş gün teravihten hemen sonra hoş geldin ramazan, on beşinden sonra da veda mesajları içeren ilahilerin okunması vs. Yine ramazanın Türk kültürüne özgü bir başka yönü de bir ibadet ayı olmasının yanında aynı zamanda Türk mizah ve eğlence oyunlarının bu ayda yoğunlukla uygulanmasıdır. 19. yüzyıldan itibaren İstanbul’da Vezneciler’den Şehzadebaşı’na kadarki alanda Direklerarası diye isimlendirilen yerde ve kısmen de İstanbul’un diğer semtlerinde iftarla sahur arasında çeşitli ramazan eğlenceleri ve sohbetleri düzenlenirmiş. Buralarda Türk müziğinden, Doğu ve Batı müziğinden örnekler, çayhanelerde içilen kahve, nargile ve çay esnasında yapılan sohbetler, orta oyunu, tiyatro sahnelerinde sergilenen oyunlar, meddahların ince esprileri, kukla gösterileri, hokkabazların ve palyaçoların güldüren oyunlarıyla iftar sonrası ramazan, adeta bir karnaval havasında geçmiştir. Eski ramazan gecelerinin herkes tarafından izlenebilen en kalabalık ve en uygun eğlencesi Karagöz oyunu olmuştur. Karagöz’ün en canlı ve en hararetli oyunları da ramazan gecelerinde oynatılmıştır. İstanbullular ramazan boyunca bu oyunu ve meddahları dinlemek için ‘semaî kahveleri’ ni doldurmuşlardır. Ancak günümüzde bu semtte artık bu tür etkinlikler yapılmamakta, sadece televizyonlarda bir nostalji görünümünde Direklerarası eğlencelerinin sembolik taklitleri yapılmaktadır. MİZAH Ramazan’da nükteler ve mizah, meddahların dilinde ustaca biçimlenirken, halk da kendince gülüp eğleneceği nükteler üretirdi. Mesela oruçtan hiç şikâyet etmeyip keşke bitmese de devam etse diyen yaşlı annesine “Anne müftülükten bir açıklama yapıldı, Ramazan bir ay uzatılmış, bir ay daha oruç tutacağız.” tarzında espri yapan oğluna kızan annenin “Torpah başlarına, ben daha tutmam” demesi gibi. Bektaşi’ye “Baba acaba ramazan bizden memnun gitmiş midir?” diye sorulunca “Memnun gitmese her sene on gün erken gelir mi?” diye cevap vermesi gibi. turuncudergi.com Eski edebiyatımızda Ramazan hatıralarına ilişkin nesirler bulunmasa da ramazanın faziletlerine, güzelliklerine, törenlerine vs. ilişkin nazım türünden pek çok eser bulmak mümkündür. Ramazan’ı anlatan bu eserler; dinî, tasavvufî, hatta nükteler ihtiva eder şekilde ilahi, mâni, gazel, rubaî, koşma vs. tarzında yazılmışlardır. Bu eserler, Ramazan hayatını her yönüyle anlatan eserler olarak karşımıza çıkmaktadır. Türk Edebiyatı’nda Ramazanın dinî ve aynı zamanda kültürel boyutunu konu olarak ele alan manzumelere Ramazaniye adı verilmektedir. Pek çok şairimizin Ramazaniyesi bulunmaktadır. Ramazaniyelerde o dönemin ramazan hayatı, eğlencesinden yemeğine kadar biraz da esprili bir tarzda anlatılmaktadır. Ramazan ayında eskiden teknik gelişmeler yeterli olmadığı için oruç tutacak olanlar sahura davul çalınarak çağrılırdı. Bu vazifeyi de genellikle mahallenin bekçisi veya özel olarak tutulmuş davulcular yapardı ve davulcu, aynı zamanda maniler söylerdi. “Bu manilerin en güzel tarafı, Türk halkının başlıca özelliklerini teşkil eden sevgi, saygı, tatlı şaka ve nükte ile dolu olmalarıdır.” Davul çalan kişi kapıların önünde durur, bir mani söyler, açılan kapıdan kendisine bir miktar harçlık verilir, sonra aldığı paranın sevinciyle bir mani daha söyler ve sonraki eve doğru gider. Bu maniler, daha sonra bazıları tarafından derlenip toparlanıp bir araya getirilerek kitap haline getirilmiştir ki bunlara da “Ramazanname” adı verilmiştir. Bu manilere bir kaç örnek şöyledir: Hakk’tan bize geldi ihsan Müşkil işler oldu âsan Bu gecemiz ibtidâdır Sen bir saâdet kânısın Ey mâh-ı sultan merhaba ARAŞTIRMA Yemekleri, hane sahibini, semtleri öven, dualar içeren ve bazen de bahşiş isteyen maniler vardır. Ramazan bir kutlu aydır Bu ay on bir aydan yeğdir Camilerde mahya yapmak Ramazan’a mahsus şeydir. Ahşam ezanı dinlemek Sahur vakti yemek yemek Ramazan’a mahsus şeydir Gece davulcu söylemek. Şimdilerde de nostalji olsun diye davul çalınıyor ama artık ne davulcuda mani söyleyecek kadar dağarcık var, ne de dinleyenlerde onu dinleyecek sabır. Hakk’ın bize ihsânısın Hem ayların sultânısın Sen bir saâdet kânısın Ey mâh-ı sultan merhaba Ramazan davulcusunun söylediği maniler çok çeşitlilik gösterir. Mahyanın yalnızca Ramazan’a özgü bir uygulama olduğunu davulcu şöyle dile getirir: turuncudergi.com Dr. H. Ömer ÖZDEN, A.Ü. Türkiyat Araştırmaları Enstitüsü Dergisi Sayı 30 Erzurum, 2006 dan özetlenmiştir. Haziran 2015 / Turuncu Dergİ 39 YAZAR YAZAR RAHMET VE MERHAMET AYI Eline, gözüne, sözüne, hareketlerine, iradesine sahip olan oruçlu Müslüman için hayatında Ramazan ile birlikte yeni ve tertemiz bir sayfa açılmaktadır 40 Turuncu Dergİ / Haziran 2015 R amazan ayı, Kuranı Kerim’in indirilmeye başlandığı, insanlığa sunulan son din İslam’ın doğuşunun ilanı olan mübarek bir aydır. Özellikle “bin aydan daha hayırlı” olarak dillendirdiğimiz Kadir Gecesi’nin Ramazan ayı içerisinde yer alması da Müslümanlar için ayrı bir önem arz etmektedir. Yüce Allah, Bakara Suresi’nde şöyle buyurmaktadır: “Ramazan ayı; insanlara yol gösterici, doğrunun ve doğruyu eğriden ayırmanın açık delilleri olarak Kuran’ın indirildiği aydır.” (Bakara:2/185) İşte bu ayet ışığında Müslümanlar, ramazan ayını en verimli şekilde yaşamaya çalışırlar; benliklerinden sıyrılıp nefsi davranışlardan uzak durmaya yönelirler. Rahmetin ve bereketin Yüce Huda tarafından artırıldığı, insanlara bir fırsat olarak gelen rahmet ve bereket ayı Ramazan’ı hakkıyla yaşayanlar için inanılmaz bir manevi doygunluk ve huzur söz konusudur. Müslümanlar, hakkını vererek yaşayacakları bu ay sayesinde bir anda günahlardan arınarak tertemiz bir sayfa açarak yollarına devam etme şansını yakalayabilmekteler. Zira âlemlere rahmet Peygamber Efendimiz (s.a.v) bu aydaki büyük af müjdesini şöyle iletiyor: “Bir kimse, inanarak ve sevabını sadece Allah’tan bekleyerek Ramazan orucunu tutarsa, geçmiş günahları bağışlanır.” (Buhari, Savm,7) turuncudergi.com turuncudergi.com HATİCE BİLİCİ haticebilici@turuncudergi.com Ramazan ayı yoksulların da unutulmaması gereken, onların doyurulup daha çok hatırlanması gereken bir ay. Bu anlamda Ramazan ayının sosyal açıdan birleştirici ve kaynaştırıcı bir vasfı da söz konusudur. Toplumda yoksulun, ihtiyaç sahibi ve aç olanın Ramazan münasebetiyle daha çok hatırlanması, sahiplenilmesi rahmet ve bereket ayı nitelemesinin tam olarak yansımasıdır ayrıca. Müslüman bir kimse için her Ramazan ayı yeni bir başlangıç, hayatında açtığı yeni bir sayfadır. Ancak önemli olan bu ayı hakkıyla yaşayabilmek ve hayatımıza yansımalarını sürdürebilmektir. Şüphesiz, Ramazan ayında oruç ibadetinin önemi ve yeri farklıdır. Oruç tutmak, insanlık var olduğundan beri var olan bir ibadet şeklidir. Şekil olarak farklılıklar göstermesine rağmen tüm dinlerde oruç ibadetini görmek mümkündür. İnsanların oruç ibadetine “açlıkla terbiye” gözüyle yaklaşmaları son derece sakıncalı ve hastalıklı bir düşüncedir. Oruç, insanların en zayıf oldukları konularda -açlık, susuzluk, cinsel arzular, vs.- iradeyi güçlendirir. Oruç tutan kişi kötü sözden, kötü huydan, kötü alışkanlıklardan uzak durmaya gayret eder. Dolayısıyla insanın ruh âlemi ve iç âlemine yaptığı bir yolculuktur oruç. Oruç tutmak sadece midemizi dinlendirmekle kalmamakta, manevi olarak doyuma ulaştığımız Ramazan ayı bize; kimseye zarar vermeyen iyi insan olmayı, öfkemizi kontrol etmeyi, yardımlaşma duygumuzu artırmayı, nefsimizin bitmek tükenmek bilmeyen isteklerine dur diyebilme iradesini ve her anlamda bereketi hediye etmektedir. Eline, gözüne, sözüne, hareketlerine, iradesine sahip olan oruçlu Müslüman için hayatında Ramazan ile birlikte yeni ve tertemiz bir sayfa açılmaktadır. Ancak insanların en çok yaptığı hata; Ramazan’da gösterdikleri hassasiyeti, bu ay bittiğinde hayatlarından çıkarmak oluyor. Hayatımızda rahmet ve bereketin artması için mutlaka Ramazan anlayışını diğer on bir aya taşımamız ve yansıtmamız gerekiyor. Müslümanlar olarak çevremize iyi örnek olmayı ve her ayı Ramazan ayına yakın bir samimiyette yaşamayı, irademize sahip çıkmayı bilmeliyiz. İşte o zaman rahmet ve bereket ayı Ramazan gerçek manada idrak edilmiş ve hakkı verilerek yaşanmış olur. Müslümanlar olarak Ramazana olan samimiyetimizi her dem hayatımıza yansıtabilmek duası ile… Haziran 2015 / Turuncu Dergİ 41 DOSYA MümininMümine Tebessümü Pattani patTanİ hakkında tüm bİldİklerİm duyduğum ezan sesİ İle değİşİyor. kıZ kardeşlerİmİzle MOTOSİKLETLERLE araçların gİremeyeceğİ yerlere ulaşıyoruz ZAHİDE CEYLAN 42 Turuncu Dergİ / Haziran 2015 D ünya globalleşti, globalleşiyor”, insanoğlunun diline pelesenk olmuş durumda. Dünyanın globalleşmesi; dünya milletlerinin, ırkların, azınlıkların, keşmekeş sorunları, bu küçülen dünyada hızlıca çözüme mi yoksa çözümsüzlüğe mi gidiyor bunu kestirmenin hiç de zor olmadığını, Pattani yetim günlerinde daha iyi anlamış bulunmaktayım. turuncudergi.com Pattani; çoğumuzun duymadığı ve bilmediği, Tayland’ın gölgesinde varolma çabası gösteren Müslüman bir topluluk. Tarihçesine bir göz atacak olursak Pattani; Tayland’ın güneyinde, Malakka Yarımadası’nın doğu kısmında, Pattani Nehri’nin ağzında yer alan bir şehir. 16. yüzyıldan bu yana uluslararası bir ticaret limanı. Pattani, malay ırkından olup, 1200’lü yıllarda Yemen’den gelen Müslüman tüccarlar aracılığı ile İslam’la tanıştı. İslam dinine hızlı bir girişin sonunda Pattani Kralı Antira da 1457 yılında Müslüman oldu ve Pattani İslam Krallığını ilan etti. 1700’lü yıllarda Pattani İslam krallığı, Siyam saldırıları nedeniyle zayıflatılarak Budist hâkimiyeti altına girdi. 19. yüzyılda Pattani’yi işgal eden İngilizler 1909 yılında Tayland ile anlaşarak Pattani’yi Tayland’a bıraktı. Bu dönemden sonra başlayan keskin ayrımcılık halkı fakirliğe doğru sürükledi. Ekonomik, dinî, kültürel baskılar artarak çoğaldı. Seçme ve seçilme hakkı bulunmayan Pattani halkını turuncudergi.com Tayland devletinin atadığı Budist idareciler yönetiyor. Bölgede %90’ı Müslüman olan halk üç milyona tekabül ediyor. Geçmişte iki asır hüküm süren Pattani İslam Krallığı’na tarihte yer bile verilmiyor. Bu tarihî bağlamdan sonra bugün Pattani halkı ne durumda gidip gördük ve sizlere de aktaralım istedik. Pattani’ye gitmek hiç de kolay olmuyor. İstanbul’dan kalkan uçağımız on saat sonra Tayland havaalanına iniyor. İşlemlerden sonra başka bir havaalanına yola çıkıyoruz. İkinci havaalanından da iki saat uçuş sonrası başka şehre iniyoruz. Devamında yine iki saate yakın karayolu ile geçen süreçten sonra Müslümanların yaşadığı Pattani’ye varıyoruz. Ne de zormuş Pattani’ye ulaşmak. İstanbul’dan akşam sekizde çıktığımız yola bir gün sonra akşam sekizde otelimize yerleşmiş oluyoruz. Pattani; çoğumuzun duymadığı, bilmediği, Tayland’ın gölgesinde varolma çabası gösteren Müslüman bir topluluk Namaz için abdeste koyulduğumda dışarıdan gelen ezan sesi beni şaşkına çeviriyor. İslam’ın yaygın olmadığı ülkede ezanı duymak beni heyecanlandırıyor, pencereyi açıp huşu içinde, sessiz doğadan yükselen ezan sesini dinlemek tüm yorgunluğumu alıp götürüyor. Pattani’nin tarihçesi, okuduğum ve bildiklerim, hissettiklerim ve gördüklerim çok farklı ve bu fark ezan sesi ile başlıyor. Haziran 2015 / Turuncu Dergİ 43 DOSYA İHH Boğaziçi Okulu ve yetimhanesi Şirin köyün şirin camisinde cemaatle ikindi namazı kılınıyor, çocuklar etrafımızda pervane. Büyükler gönülden gönüle yol kurmuşlar Sabah erken saatte kalkıp yetimhane, okul, cami açılışı için Boğaziçi Okulu ve yetimhanesine yola koyuluyoruz. Neden Boğaziçi diye soracak olursanız; İHH’nın öncülüğünde duyarlı Boğaziçi Üniversitesi öğrencilerinin yaptırdığı bu binalar ve cami Boğaziçi Okulu adını almış. Bu arada yetim çocukları bizleri heyecanla bekliyor buluyoruz, her birinin gözlerinde mutluluk, bizimse onları sarıp sarmalama ve her birini ayrı sahiplenme duygusu, çok farklı atmosferlere sürüklüyor her birimizi. Program açılışı Kuran-ı Kerim ile başlıyor, arkasından o birbirinden güzel yetim çocukların yetenekleri, bizler için özenle hazırlamış oldukları program ve öğle yemeği sonrası sona eriyor. Ertesi gün deniz kenarında programlanmış piknik ile tekrar çocuklarla buluşuyoruz. Yine İHH’ın başarılı ekibi programın içini ne güzel de zenginleştirmiş. Yetim çocuklarımıza kendi oyunlarımızı öğretiyoruz; mendil kapmaca, uzun eşek, körebe gibi oyunları öğretip kültür kaynaşması yaşıyoruz. Günün sonunda, iki günün de verdiği alışkanlıkla buruk bir şekilde ayrılıyoruz. Üçüncü gün ; şirin bir köyde yine İHH öncülüğünde AYDER derneğinin de katkıları ile KONYA AYDER camiinin açılışını yapıyoruz. Şirin köyün şirin camisinde cemaatle ikindi namazı kılınıyor, çocuklar etrafımızda pervane. Büyükler gönülden gönüle yol kurmuşlar, muhabbet bağı desek yeri var ortamın.Yeniden geleceğiz umudu ile vedalaşıyoruz. Dördüncü gün; İHH ve TİKA işbirliği ile yapılmış İstanbul İtfaiyecileri Yetimhanesi açılışını yapıyoruz. Bize yine misafirperverlik gösterip hazırlamış oldukları yemeği hep birlikte önce yetim çocuklarımıza servis ediyoruz. Doyuruyoruz, onlar doyunca, bizler de. 44 Turuncu Dergİ / Haziran 2015 İHH İstanbul İtfaiyecileri Yetimhanesi İHH Yönetim Kurulu Üyesi Yakup Işık, Pattanili çocuklarla birlikte. İHH Konya Ayder Camii turuncudergi.com İHH işbirliği ile yapılacak Furkan Doğan yetimhanesinin yer ve mekan alanını da görmeyi ihmal etmedik. Pattani’de bir kez daha Furkan’la gurur duyuyor ve ruhunu şad ediyoruz. Günlerimiz yoğun hızlı heyecan dolu geçiyor. Bir günümüzü sadece ev ziyaretlerine ayırıyoruz. Motosiklet çok yaygın, kadın-erkek daha çok motosiklet kullanıyor. Biz de Pattanili kız kardeşlerimizin arkasına atlayıp, bu hayır işini eğlenceli hale getiriyouz. Araçların giremeyeceği mekanlara ulaşıp maddi manevi hediyelerimizi dağıtıyoruz. Bir tebessüm gönderiyoruz yüreklerine. Müminin mümine tebessümü sadakadır diyoruz, kucaklıyoruz onları en ücra mekanlara ulaşarak. Onların yaşam ve mekan şartları zaman zaman üzüntüye sürüklüyor bizleri. Kız öğrencilerin barakalarda ne şartlarda yaşadığını görmek, başka bir üzüntü kaynağı oluyor bize. Çatısı alelade örtülmüş, saçakların yanları açık, hem mutfak hem yatakhane hem çalışma odası, biriket duvara iliştirilmiş birkaç çivi üzerine asılmış elbise, iki tahta arasına sıkıştırlmış Kuran-ı Kerim; yüksek bir rafları olmadığı için. Ve bu şartlarda okumaya çalışan yetim öksüz hafız çocuklar. Bizler, dünyadaki Müslüman kardeşlerimizden bihaber kuştüyü yastıklar, yorganlar, izole edilmiş duvarlar, üç dört kez kilitlenen kapılar, gözümüzü kapatıp kulağımızı tıkadığımız, “Banane?” diyerek yaşadığımız dünyamız. Sıcak sularla abdest alıp, ipek halılarda namaz kıldığımız. Kuş sütü eksik sofralarda iftar, sahur yaptığımız. Sonra da ne güzel Müslümanız diye kendimizle övündüğümüz bizler. Pattanili kardeşlerimizin evlerine ulaşıp maddi manevi hediyelerimizi dağıtıyoruz. Bir tebessüm gönderiyoruz yüreklerine İHH gönüllüsü Müzeyyen Taşçı, Pattaniili çocuklarla yakından ilgilendi. Haziran 2015 / Turuncu Dergİ 45 DOSYA İHH’yı bir kez daha takdire şayan gördük. Türkiye adına gururlandık. Bir kez daha tüm samimiyetimizle destek veren, gizli aşikâr kardeşlerimize dualar gönderdik Ahh bizler; Biz gerçekten Pattanili müslüman kardeşlerimizle aynı cennete mi girecegiz .... Sadece şunu diyorum ve şunu anladım ki vayy halimize vayyy halimize … Yüksek sıcak ve nem eşliğinde iyiden iyiye koşturuyor ekibimiz, ekibimizde bulunan İHH kurumsal ilişkiler kordinatörü \ Mavi Marmara gazisi Mukadder Kırbaş ve eşi Mehmet Kırbaş, İHH Yönetim Kurulu Üyesi Yakup Işık, Sibel Demir İHH Kadın Kolları başkanı, Eyüp Ural İHH Asya Sorumlusu ve gazeteci yazar Müzeyyen Taşçı, gönüllüler ; Ümit Gümüş, Selçuk Sümer, Yasin Duysakbey kardeşlerimizle bu ekipte ter döküp zaman zaman da gözyaşı akıtarak İHH’yı bir kez daha takdire şayan gördük . Türkiye adına gururlandık. Bir kez daha tüm samimiyetimizle destek veren, gizli aşikâr kardeşlerimize dualar gönderdik. İyi ki vardılar, iyi ki vardık ve iyi ki vardı Türkiye Devleti. Altı günün sonunda Bangkok’a döndüğümüzde akşam olmuştu. Biz bayanlar bir araya gelip altı günün eleştirisini yaparken bir haber geldi lobiden. Bangkok’da 360 Uygur Türkü Çin’den iki yıl önce kaçak yollarla Bangkok’a sığınmış ama bir türlü selamete çıkamadıkları için çok kötü şartlarda bir alanda tutuluyorlarmış. Bunu bize anlatmak için gelen bir Uygur Türkü ile lobide görüşmeye başladık ve Türk Büyükelçimizden randevu aldık sabahına, büyükelçiliğe vardığımızda gerçekten Türkiye’nin ne kadar da etkin ve yetkin olduğunu gördük, gururlandık. 46 Turuncu Dergİ / Haziran 2015 Mavi Marmara Gazisi Mukadder Kırbaş ve eşi Mehmet Kırbaş müslüman kardeşlerimize yardım eli uzattıı. Pattanili’lerin sahildeki barınakları. Pattani’de günbatımı Yaşadıkları zorlu hayata rağmen yüzleri hep gülüyor. Boğaziçi Okulu Yetimhanesi öğrencileri. Kadın erkek tüm Pattanililer motosiklet kullanıyor Krue Se Cami turuncudergi.com turuncudergi.com Sayın büyükelçi, bize çok güzel izahlarda bulundu. Eğer Türkiye’nin saygınlığı olmasa Tayland hükûmeti bu soydaşlarımızı çoktan Çin’e geri gönderir ve Çin de bir hamlede hepsini ölüme mahkûm ederdi, fakat Türkiye’nin yaptırım gücü ile burada tutuluyorlar, Türkiye’nin eli bu Türklerin üzerinde. Ve yakın zamanda tüm stratejik dengelerde gözönüne alınarak güzel bir sonuca ulaşılacak müjdesini verdi. Bizler de bunu döndüğümüzde üst makamlara tekrar hatırlatacağımızı aracı arkadaşımıza söyledik ve 360 Müslüman kardeşimize selam ve sevgi gönderdik. Akşam olduğunda Bangkok’tan ayrılırken üzerimize düşen ne varsa yaptığımızın huzuru içinde ülkemize doğru havalandık. Tabi ki aklımızın bir yerinde kalan Pattani’li kardeşlerimizin her zaman elimiz üzerinde olacağına dair Allah (c.c) söz verdik. Haziran 2015 / Turuncu Dergİ 47 iYiER DOSYA Atık Pillerin Toplanması H er ne kadar masum ve küçük görünseler de içlerinde bulunan ağır metallerden dolayı (Civa, kadmiyum, mangan, alkali metaller vs.) toprak ve suyu zehirlemektedir. Pilleri evlerde, işyerlerinde, ulaşımda, sanayide, motorlarda, elektronik cihazlarda, saatlerde, kameralarda, hesap makinelerinde, işitme aletlerinde, kablosuz telefonlarda, oyuncaklarda vb. kullanırız. Kullanım sonucu iŞL DE YEŞERİR. LER LP A K İ İY CE N Ö K İL , r le İy İ İş N YAYINLAYALIM. ŞI A AYL P LE İM İZ B İ İZ İN SİZ DE İYİ İŞLER dergi.com info@turuncu 8 33 Tel: 0312 472 9 bir “atık” hâline gelen pillerin, diğer evsel atıklardan ayrı olarak ATIK PİL KUTULARINA atılması gerekmektedir. Biriktirilen bu atık piller geçici depolama alanlarında depolandıktan sonra toplanır. Atık piller evsel atıklardan (çöp) ayrı toplanmalıdır. Atık piller ayrı biriktirilerek okullar, kamu kurumları, muhtarlıklar ve sağlık ocaklarındaki pil toplama kutularına atılması durumunda, belediyenin sistemine dâhil edilmekte ve çevreye zarar vermeden bertaraf edilmektedir. Kâğıt Çöp Değildir! İLAÇ FAZLANIZ ŞİFA OLSUN ATIK YAĞLARI DÖKMEYİN! K ullanılmış kızartma yağları ilçe sınırları içinde Sincan Belediyesi’nce toplanıyor. Lavaboya dökülen 1 litre bitkisel atık yağın 1 milyon litre suyu kirlettiğinin altını çizen Belediye yetkilileri, vatandaşı bilinçlendiriyor. Atık yağların lavabo ya da çöpe değil bir şişe ya da bidonda biriktirilmesi için vatandaşı bilgilendiren 48 Turuncu Dergİ / Haziran 2015 yetkililer, talep gelmesi hâlinde adrese giderek bu yağları teslim alıyor. Denizleri, canlıları, bitkileri korumak ve gelecek nesillere daha güzel bir dünya bırakmak için atık yağların biriktirilmesi gerektiğine vurgu yapan Sincan Belediye Başkanı Doç. Dr. Mustafa Tuna, “Atık yağlar, doğaya en fazla zarar veren atıkların başında geliyor. Gelecek nesillere daha temiz, daha güzel bir dünya bırak- mak için halkımızla el ele vererek çalışıyoruz. Geri dönüşüm projelerimize halkımızın da ilgi göstermesi bizleri memnun ediyor. Daha iyi bir dünyada yaşamak herkesin hakkı.” dedi. Atık yağlarını biriktirenler “Alo Atık Hattı 444 28 45” no’lu telefondan ya da Sincan Belediyesi Temizlik İşleri’nin 277 45 86 no’lu telefonu arayarak atık yağlarını yetkililere ulaştırabilir. turuncudergi.com n Çekmeköy Belediyesi ve Kızılay Çekmeköy Şube Başkanlığı işbirliği ile başlatılan “İlaç Fazlanız Şifa Olsun” kampanyasıyla ilaçlar artık çöpe atılmayacak. Hastalık döneminde reçete ile alınan fazla ilaçlar birçok kişinin evinde yıllarca bekleyerek kullanım süresini dolduruyor. Bu kampanya ile çöpe atılmaktan kurtarılacak ilaçların, diğer tarafta maddi imkânsızlıklar nedeni ile ilaç alamayan vatandaşların derdinde deva olması amaçlanıyor. Yetkililer, kampanyanın bir diğer hedefinin de sosyal sigortalar tarafından karşılanan ilaçların ziyan olmasını engellemek ve sigortaların üzerindeki ilaç masraflarını en aza indirmek olduğunu belirtiyor. Uzman doktorlar tarafından kontrol edilerek yurt içi ve yurt dışındaki ihtiyaç sahiplerine ulaştırılacak ilaçlar Çekmeköy Belediyesi Sağlık Müdürlüğü denetiminde toplanıyor. turuncudergi.com n lkemiz kaynaklarının daha verimli bir şekilde kullanılması, çevre bilinci ve duyarlılığın oluşturulması amacıyla kullanılmış ders kitapları ve diğer kitaplar, defterler, atık kâğıtların toplanması ve ekonomiye kazandırılması amacıyla Fatih İlköğretim Okulu’nda kullanılmış kitap ve atık kâğıtlar toplanmaya başlanmıştır. Evimizde ve çevremizdeki kullanılmış kitap ve atık kâğıtları toplayarak sizler de eğitime katkıda bulunabilirsiniz. Kâğıt toplama konusunda destek olmak isteyen Eğitim Gönüllüleri, 0 (236) 4621370 no’lu telefondan bilgi alabilirler. “KİTABINA HAYAT VER” Gazi Üniversitesi Toplum Gönüllüleri Kulübü, köy okullarına destek için kitap toplama projesi yürütüyor. Gelin siz de kullanmadığınız, bir köşede duran kitaplarınızı bize ulaştırın ve bu güzel projenin bir parçası olun. Unutmayın! Kitaplar yanarak değil okunarak aydınlatır. Haziran 2015 / Turuncu Dergİ 49 DOSYA DOSYA HAFIZLIK TARİHİ Elinde MUSHAF, DİLİNDE AYET... GÖZ VE GÖNÜL HEP BERABER AYET OLMUŞTUR 50 Turuncu Dergİ / Haziran 2015 A rapça’da “korumak, ezberlemek” manasındaki hıfz kökünden türemiş bir sıfat olan hafız, sözlükte “koruyan, ezberleyen” anlamına gelip Kur’an’ın tamamını ezberleyene hafız denilmiştir. Hafız kelimesi, Kur’an-ı Kerim’de sözlük anlamıyla birçok ayette yer almakta, üç ayette Allah’ın (c.c) sıfatı olarak geçmektedir.(Yusuf 12/64; el-Hicr 15/9; el-Enbiya 21/82) Hz. Peygamber (s.a.v), hafızları Abese suresinde sözü edilen (80/15-16) “sefere-i kiram” a benzetmiş ve hafızların cennette onlarla beraber olacağını müjdelemiştir. Hz. Peygamber’den gelen rivayetlerde Kur’an’ın öğrenilmesi ve başkasına öğretilmesi teşvik edilmiştir. Bu rivayetlerin en kapsamlısı, “Sizin en hayırlınız Kur’an’ı öğrenen ve öğreteninizdir.” mealindeki hadistir. Kur’an öğrenimiyle ilgili teşviklerin çoğu; onu sadece ezberlemeyi değil manasını anlamayı, içeriğine vakıf olup gereğince amel etmeyi amaçlamaktadır. “Artık Kur’an’dan kolayınıza geleni okuyun. Allah bilmektedir ki içinizde hastalar bulunacak, bir kısmınız Allah’ın lütfunu (rızık) aramak üzere yeryüzünde turuncudergi.com dolaşacak. Diğer bir kısmınız da Allah yolunda çarpışacaktır. O hâlde Kur’an’dan kolayınıza geleni okuyun.”(elMüzzemmil 73/20) mealindeki ayetten anlaşılacağı üzere Kur’an’ın tamamının ezberlenmesi farz kılınmamıştır. Ancak her Müslümanın yeterli miktarda ayet ezberlemesi namazın farzlarından olan kıraatin bir gereğidir. Resul-i Ekrem bu asgari bilgiden mahrum olanları harabeye benzetir. Resulullah’ın ders halkasında bulunan sahabilerden kaçının Kur’an’ın tamamını ezberlediği hususunda değişik rivayetler vardır. Bir rivayete göre Hz. Peygamber, Kur’an’ın dört kişiden alınmasını tavsiye etmiştir. Bunlar Abdullah b. Mes’ud, Ebu Huzeyfe’nin mevlası Salim, Muaz b.Cebel ve Übey b. Ka’b’dır. Kur’an’ı cem etmenin ne anlama geldiği konusunda değişik görüşler ileri sürülmüştür. Bunlar arasında Kur’an’ın değişik kıraatlerini bilme, onu hıfzetme ve yazılı metnini elinde bulundurma sayılabilir. Hicretin ilk asırlarında Kur’an hıfzı ve talimi çalışmaları daha çok camilerde yapılıyordu. Ayrıca Mahreme b. Nevfel’in evi gibi “darülkurra” denilen yerlerde de Kur’an talimi yapılmış olması muhtemeldir. Hz. Peygamber’in (s.a.v) vefatından sonra Kur’an hıfzına olan ilgi giderek artmıştır. Ebu Musa el-Eş’ari, Basra valisi iken Halife Ömer’e yazdığı bir mektupta Basra’da pek çok kimsenin Kur’an’ı ezberlediğini bildirmiş, Halife de onlara maaş bağlanmasını istemişti. Ebu Musa ertesi yıl hafız sayısında büyük bir artış olduğunu haber verince Hz. Ömer, “Onları kendi hâllerine bırak. İnsanların Kur’an’ı ezberlemekle meşgul olurken onun hükümlerini öğrenmeyi ihmal etmelerinden kaygı duyuyorum.” diyerek hafızlara maaş bağlamanın sakıncalı olacağı kanaatine vardığını belirtmiştir. İlk Mushaflar esas itibariyle Kur’an’ın tahrife uğramasını önleme maksadına yönelik olarak hazırlanmışsa da Ebu Bekir İbnü’I-Arabi, özellikle kıraat vecihlerinin Mushaflarda değil rivayet yoluyla yani ezberden aktarılarak yaşatıldığını, ancak okuyucular arasında turuncudergi.com karışıklık çıkması hâlinde Mushaflara başvurulduğunu kaydeder. Harunürreşid’in hanımı Zübeyde’nin 300 kadar hafız talebesi bulunmakta ve sarayından dışarıya “arı kovanı gibi” Kur’an sesleri yayıldığı bilgisi daha VIII. yüzyılda hafızlığın ne kadar büyük itibar gördüğünü, kadınlar arasında da geniş ölçüde yaygınlaştığını göstermesi bakımından ilgi çekicidir. Bu itibarın giderek arttığında şüphe yoktur. Endülüs’te bazı kurraya kıraat dersi ve hafızlık çalışmaları için belli mescitler ayrılırdı. Endülüs âlimlerinden Ebu Bekir İbnü’I-Arabi ülkesinde çok başarılı bir öğretim metodu takip edildiğini, ilköğretimin yazı-hesap ve dil bilgisiyle başlatıldığını, daha sonra Kur’an hocasının öğrencilerine şifahi olarak Allah’ın kelâmını talim ettiğini, çocuklara kabiliyetlerine göre Kur’an’dan bir kısım ezberlettiğini, hafızlığını tamamlayanlardan isteyenlerin öğrenimlerini fıkıh ve hadis dersleriyle sürdürdüklerini bildirir. Hafız yetiştiren hocalar kendilerine has metotlar geliştirmişlerdi. Ayetler onar onar veya beşer beşer ezberletilir, bunlar iyice öğrenilmeden İslam dünyasının birçok yerinde Kur’an ezberlemeye küçük yaşlarda başlanırdı. Tabakat kitaplarında yer alan belli sayıdaki kurra, dönemlerinin en meşhurlarıdır Haziran 2015 / Turuncu Dergİ 51 DOSYA Hocalar talebenin çokluğu sebebiyle birkaç öğrenciyi aynı anda dinlemek zorunda kalırdı. Yolda yürürken bile öğrencilerini dinleyen hocalar vardı. 52 Turuncu Dergİ / Haziran 2015 yeni ders verilmezdi. Bazı hocalar talebenin çokluğu sebebiyle birkaç öğrenciyi aynı anda dinlemek zorunda kalırdı. Yolda yürürken bile öğrencilerini dinleyen hocalar vardı. İslam dünyasının birçok yerinde Kur’an ezberlemeye küçük yaşlarda başlanırdı. Tabakat kitaplarında yer alan belli sayıdaki kurra, dönemlerinin en meşhurlarıdır. Bunlardan biri olan İbnü’I-Cezer’i’nin Bursa’ya gelmesinden sonra Osmanlılarda kıraat ilminde büyük bir gelişme olmuş ve binlerce hafız yetişmiştir. Evliya Çelebi’nin verdiği bilgiye göre Amasya’da dokuz darü’l-kurra vardı ve bunlardan sadece Sultan Bayezid Darü’l-kurrası’nda 300’den fazla hafız bulunmaktaydı. Hüseyin Hüsameddin’e göre sıbyan mekteplerinde de hafızlık yapılmaktaydı. Yine Evliya Çelebi’nin kaydettiğine göre İstanbul’da hafız sayısı 3000 kadarı kadın olmak üzere 9000’dir. Merasimlerde hafız ve hafizeler, ale’l-umum küheylan atlar üzerinde Fetih Süresi okuyarak Alay Köşkü dibinden geçerlerdi. Türkiye’de Cumhuriyet’in kurulmasından sonra zamanın Diyanet İşleri Reisi Rifat Börekçi’nin gayretleriyle Kur’an Kursları Tevhid-i Tedrisat Kanunu’nun dışında bırakılmışsa da ilk dönemlerde bu kurslara fazla ilgi gösterilmemiş, 1950’Ii yıllara kadar özel çabalarla çok az sayıda hafız yetiştirilebilmiştir. Nitekim Ali Rıza Sağman, bu dönemde hafızlık mesleğinin neredeyse ölmek üzere olduğundan yakınarak bu işin yasalara bağlanmasını istemiştir. 1923-1933 yılları arasında dokuz olan resmi Kur’an Kursları’nın sayısı 1991’de 5000’i aşmıştır. Kur’an kurslarında hafız olanlar için her ders yılı sonunda Diyanet İşleri Başkanlığı’nca tespit edilen bölgelerde imtihan açılmakta, başarılı olanlara hafızlık belgesi verilmektedir. 1970’ten bu yana Türkiye’de Kur’an kurslarında yetişen ve belge alan hafız sayısı 30.000’den fazladır. Malezya, Suudi Arabistan vb. ülkelerde olduğu gibi Türkiye’de de 1983’ten beri hafızlık yarışmaları düzenlenmektedir. Hafızlık belgesi için imtihan yapılan on bölgenin birinci ve ikincileri Mevlit Kandili gecesinde büyük bir camide jüri ve halk önünde yarışmakta, dereceye girenler çeşitli hediyelerle ödüllendirilmektedir. Balkanlar’da Osmanlılar Dönemi’nden itibaren hafızlık müessesesi halk tarafından turuncudergi.com büyük ilgi ve destek görmüş, çoğu caminin yanında hafızlık medreseleri veya darü’l-kurra adı verilen okullar faaliyet göstermiştir. Bu kurumlarda hıfzını tamamlayan on-on beş yaşlarındaki öğrencilerin, hocalar önünde tabi tutuldukları hafızlık imtihanlarının günümüzde, pazartesi başlayıp cuma günü cuma namazından sonra yapılan hatim duasıyla son bulan bir merasime dönüştüğü görülmektedir. Hafızlık imtihanının ardından hıfzını geliştirmek isteyenler üç aylarda ve daha çok Ramazan ayında mukabele okurlar. 1. Dünya Savaşı’ndan sonra ve özellikle Balkanlar’da bilhassa Arnavutluk, Karadağ, Kosova, Sancak ve Bulgaristan’da hafızlık faaliyetlerinde belirgin bir duraklama olmuştur. Buna karşılık Üsküp ve yöresi en güç şartlarda bile Osmanlı Dönemi’ndeki hafız yetiştirme geleneğini korumuş ve diğer Balkan ülkelerinin hafız ihtiyacını karşılamıştır. Son dönemlere kadar en çok hafız yetiştiren bölgeler Makedonya’da Üsküp, Kalkandelen ve Gostivar; Bosna-Hersek’te de Saraybosna, Mostar ve Zenica olarak görülmektedir. Mısır’da 1983 yılında tanınmış hafız Abdülbasıt Muhammed turuncudergi.com Abdüssamed’in başkanlığında kurulan Nikabetü muhaffizl ve kurrai’l-Kur’ani’lKerim’in başlangıçta 300 olan üye sayısı 1996’da 4000’e ulaşmıştır. Dernek hafızlık okullarının yönetimi yanında camilerde, radyo ve televizyonda, yurt içinde ve dışında düzenlenen resmidinî törenlerde görev alacak karileri de tespit etmekte olup yapılan imtihanı kazananlara belge vermektedir. Hint alt kıtasının İslamlaşmasına büyük katkılarda bulunan tasavvuf ehli, Kur’an öğretimine de önem vermişlerdir. Hindistan’da hafızların sayısı başka İslam ülkeleriyle kıyaslanamayacak derecede artmıştır. Kur’an-ı Kerim’i edepli bir şekilde ve huşu ile okumak; tecvit, tertil gibi tilavet kaidelerine riayet etmek, ezberlediğini unutmamak, ayetlerin mana ve hikmetlerini anlamaya çalışmak, Kur’an’ın buyruklarına uyup yasaklarından kaçınmak; kalbini kibir, kıskançlık, kin ve riya gibi Kur’an ahlâkına uymayan kötü duygulardan arındırmak, Kur’an’ı ve hafızlığı dünya malı ve mevkii için bir istismar aracı yapmamak hafızlığın olmazsa olmaz kurallarındandır. NOT: TDV İslam Ansiklopedisi’nden özetlenerek alınmıştır Son dönemlere kadar en çok hafız yetiştiren bölgeler Makedonya’da Üsküp, Kalkandelen ve Gostivar; BosnaHersek’te de Saraybosna, Mostar ve Zenica olarak görülmektedir Haziran 2015 / Turuncu Dergİ 53 Y üzlerce yıllık geçmişi olan hafızlığın günlük hayatımızdaki izlerini sürdük ve etrafımızdaki hafızları araştırdık. Gördük kü hafızlarımız, hem bu özelliği en güzel şekilde yaşıyorlar hem de sosyal hayattan kopmadan herkes gibi hayatlarına değişik meslekleri icra ederek devam ediyorlar. Hafız olmanın kişiye katkısını, kendilerini nasıl ifade ettiklerini, hafız olmanın ayrıcalıklarını onların ağzından dinlemek istedik. konuğumuz hafızlara sorularımızı yönelttik ve aldığımız cevapları sizin için derledik. Ayetler, sayfalar, cüzler, sureler arasında rahatlıkla gezİnebİlmek, müthİş bİr duygu… HÜMEYRA SANCAR KAYA 1984 beykoz doğumlu. İlkokuldan sonra Eyüp Emniyetetpe Kız Kur’an kursunda hafızlık eğitimini tamamladı. İmam hatiplerin orta kısımlarının kapanması sebeiıyle orta ve lise eğitimini açık öğretimden tamamlamak zorunda kaldı. 2005 yılında Uludağ Üniversitesi Edebiyat Fakültesinde iki ay süreyle eğitimine devam edebildi. Dönemin getirdiği şartlar nedeniyle okulunu kendİmİ dİğer İnsanlara karşı değİl rabbİme karşı özel hİssedİyorum Nuran Ulusoy 1983 yılında Bartın doğumlu. 1999 yılında hafız oldu. 1999-2004 yılları arasında Açıköğretim Ortaokulu ve Açıköğretim Lisesini, 2005-2009 yıllarında Kocaeli Üniversitesi Fen Edebiyat Fakültesi Matematik Bölümünü bitirdi. 2009-2010 yılında T.D.-hafızlık deyince ne hissediyorsunuz. Kendinizi özel hissediyor musunuz? Evet kendimi özel hissediyorum. Tabi bu insanlara karşı özel olma hissi değil. Benimle rabbim arasında bi özellik, bi samimiyet, bi yakınlık vesilesi diyebilirim. T.D.-Hafızlık yapmaya nasıl karar verdiniz, süreç nasıl başladı ve ilerledi? İlkokulun sonlarına doğru, özellikle babamın isteğiyle, böyle bir hedefim oluşmuştu. Kur’an kursuna gitmeye başlamıştım. Ama daha hafızlığa başlayamadan babamı kaybettik. Babamın iş arkadaşlarından biri taziye için geldiğinde bana ‘Sen küçük kızı mısın?’ diye sordu. Ben de ‘Evet’ dedim. ‘Sen hafız olacakmışsın, öyle mi?’ dedi. ‘Evet’ dedim. ‘Seninle çok övünürdü baban, kedileri de çok severmişsin, sen okuldan dönerken mahalleye girince bütün kediler önüne koşarmış’ dedi. Tabi şimdi konumuz kediler değil ☺ Ama bu konuşmayı bütün ayrıntılarıyla hatırlıyorum. O konuşmadan sonra babamın o övündüğü kız olmaya karar verdim. Ankara’da Muradiye Kız Kur’an Kursu’nda başladım hafızlığa. Ama hızlı ilerleyemedim, yavaş ilerlemek benim şevkimi kırdı, kurstan ayrıldım. 3 ay ara verip Eyüp’te Emniyettepe Kız Kur’an Kursu’na başladım. Büyük bir şevkle 54 Turuncu Dergİ / Haziran 2015 devam edip babamın vefatının 3. Yıl dönümünde hafızlığımı bitirdim. T.D.-Sizin için hafızlık sürecinin olumlu ve olumsuz yönleri nelerdir? Hafızlık sürecinin olumlu yanları kişiliğinizin tohumlarının atıldığı bir süreci Allah’ın kitabıyla yoğun bir şekilde meşgul olarak geçirmek sanırım. Yaşıtlarımızın gündemi dış görünüşleri, son çıkan şarkı, tv’deki dizinin aktörüyken, bizim gündemimiz yarına yetişecek hamlar, haslar, ertesi gün ezberlenecek sayfanın 33’lenmesiydi. Masivadan uzakta, tümüyle Kelamullah’a adanmış günler, geceler… Sürecin olumsuz yanları ise küçük yaşta bu sürecin uzun gelmesi ve zaman zaman sıkılmak olabilir. T.D.-Gündelik hayatınızda hafızlığın size olan katkılarını görebiliyormusunuz? Örneklendir misiniz? Hafızlık nedeniyle kursta geçirilen sürenin uzun olması ahlakınızı şekillendirmede kursun etkisini artırıyor. Yani kursa gidip Kur’an okumayı öğrenseydim, ama hafız olmasaydım aynı ahlaka sahip olmazdım sanırım. Yani ahlakımı hafızlığın belirlediğini düşünüyorum. Hafız olmak, Kur’an-ı Kerim’le ömür boyu yakın olmayı gerektiriyor. Kur’an’a diğer insanlardan daha çok zaman ayırmalısınız, bu da hesap verilecek saatlerin azalması demek. Bir yerde kulağa çalınan bir ayetin devamını getirebilmek güzel bi duygu, burada ilk Marmara Üniversitesi Eğitim Bilimleri Enstitüsü Ortaöğretim Fen ve Matematik Alan Öğretmenliği bölümünde Tezsiz Yüksek Lisans eğitimi aldı. 2014’den beri Bolu/ Mudurnu/Taşkesti Çok Programlı Anadolu Lisesi’nde matematik öğretmenliği görevine devam etmekte. sorudaki ‘özel’lik devreye giriyor. Ayrıca sadece imamların ya da Kur’an kursundaki hocaların değil, bir matematik öğretmenin de hafız olması daha geniş bir alana hitap edebilmeyi sağlıyor. Camiye ya da kursa gitmeyen gençlerin günlük hayatında, o hayatın telaşına kapılmış bir hafız olarak onların sorularına cevap vermeye, tavsiyelerde bulunmaya çalışıyorum. T.D.-Hafızlığın günümüzdeki yeri açısından ne düşünüyorsunuz. yapmak isteyenlere tavsiyeleriniz neler olur? İçinde olduğumdan mı bilmiyorum ama eskiden daha hayatın merkezindeydi hafızlık. Şimdi yalıtılmış, ayrı bir dünya gibi geliyor. Belki hep böyleydi, ben şimdi dışarıdan baktığım için bunu görebiliyorum, bilemiyorum. Hafız olmak isteyenlere mümkün olduğunca erken başlamalarını, hafızlığın sağlamlığından ödün vermeden süreci fazla uzatmamalarını öneririm. Ezberlediğiniz ayetin anlamını bilmek de çok önemli. Bitirdikten sonra da kendileri için günün uygun bir zamanını, örneğin akşam/sabah namazından sonrasını ya da yatmadan önce gibi, Kur’an okumaya ayırmalarını öneririm. Nasıl ki vakti geldiğinde namazı kılıyorsak günün o saatinde de başka işler o belirlediğimiz hedefteki sayfayı okumaya engel olmamalı. turuncudergi.com T.D.-hafızlık deyince ne hissediyorsunuz. Kendinizi özel hissediyor musunuz? Hafızlık benim için öncelikle kutsiyet ifade ediyor.Hafız olan kişilerin hayatlarının bir dönemini kıtab-ı kerime ayırmaları açısından Allah tarafından kıymetli olduklarını düşünüyorum. İlk hafız olan efendimizin ve sonraki neslin halkalarından birisi olarak önemli bir sorumluluğn emanetçisi olduğunu düşünüyorum. Hafızlık nimetine kavuşmuş biri olarak diyebilirm ki evet kendimi özel hissediyorum ,öyleki hafız pek kimsenin olmadığı ortamlarda çok daha derin hissediyorum. İşimle ilgili olumlu yönde kazanımlar sağladı. İbedetler noktasında hafız olmak farklı bir derinlik sağlıyor. Ayetler, sayfalar, cüzler, sureler arasında rahatlıkla gezinebiliyorsunuz. bu müthiş bir duygu… T.D.-Hafızlık yapmaya nasıl karar verdiniz, süreç nasıl başladı ve ilerledi? Ailemde hafızlık geleneği vardı, ben ilkokulu bitirdiğimde doğal olarak kendiliğinden ortama dahil oldum.Yaşım oldukça küçüktü (11 yaşındaydım). Heyecanlı ve istekli başladım.Kendimi bir maratonda hissediyordum ve bitiş çizgisine odaklanmıştım. Zorlandığım bir süreç olmadı ama henüz çocuk yaşta olmamın getirdiği istekler arasında, zaman zaman sıkıntılar yaşadım. Ailemden inanılmaz destek aldım. Her tökezlediğimdesabırla elimden tuttular. Süreç uzun olduğu için motivasyonu korumak zor olabiliyor. Yaklaşık 13 ayda tamamladım. Sınava hazırlanma ve hafızlık süresi ise toplamda iki eğitim yılını bulmuş oldu. 13 yaşımda elhemdülillah artık bende hafız olmuştum. turuncudergi.com bırakmak zorunda kaldı. Üniversite eğitimini önce açıköğretim ilahiyat önlisans ardından Ankara Üniversitesi İlahiyat Fakultesi lisans tamamlama bölümünü bitirerek tamamladı. 2011 yılından beri Diyanet İşleri Başkanlığı Fatih Müftülüğün’de kur’an kursu öğreticisi olarak görev yapmaktadır. Halen İstanbul Üniversitesi İlahiyat Fakültesi İslam Hukuku bölümünde yüksek lisans eğitimine devam etmektedir. T.D.-Sizin için hafızlık sürecinin olumlu ve olumsuz yönleri nelerdir? Hafızlık sürecinde yaşadığım olumlu şeyler kendimi oldukça mübarek bir meşguliyet içinde hissetmemdi. O zamanlar hayatımın kolaylaştığına inanıyordum.Hafız olursam tüm kapılar açılıcakmış gibi.. Şimdi bu yaşımdan hafızlık sürecime baktığımda; cok değerli zamanlarmış aslında, hayatında iki sene boyunca rahlenin önünde kitabın için diz çöküyorsun. Her yeni ayet, yeni sayfa birbirine eklenirken manevi anlamda da yükselişe geçiyorsun. Seve seve, hissede hissede yolu adımlıyorsun. Bu senin ve rabbin arasında özel bir sorumluluk. Olumsuz yanlarına gelince yatılı bir kurstaydım yeteri kadar enerjimi değerlendireceğim alanlar olmuyordu. Dışarıdaki hayatın albenisi zaman zaman sürece olumsuz olarak yansıyabiliyor Kişinin bu süreci sağlıkla tamamlayabilmesi için, çevresinden alacağı manevi destek zorlukları aşmada etkili oluyor. T.D.-Gündelik hayatınızda hafızlığın size olan katkılarını görebiliyormusunuz? Örneklendir misiniz? Gündelik hayatımı şekillendiren bir kazanım hafızlık benim için. Mesleğim kur’an kursu hocalığı olduğu için kur’an-ı kerim aynı zamanda işimin en önemli bir parçası.Özellikle ibadetlerimde zenginlik katan önemli bir hazine. Ben en çok açtığım bir sayfayı kolaylıkla okuyabilme özelliğine doyamıyorum. Mukaddes yerlerde zorlanmadan kolaylıkla kur’an-ı kerimi okuyabilmek onu dilimde ve zihnimde gözü kapalı okuyabilmek müthiş bir duygu. Dünyanın albenisine karşı zihnimdeki mukaddes emanetle daha dik durabiliyorum. Kendimi ilahi arşivde saklı tutulan mukaddes kitabın dünyadaki taşıyıcılarından birisi olarak görmek beni güçlü kılıyor. Gündelik okumalarımı aksattığım zamanlarda kendimi bunalmış hissediyorum. Düzenli olarak yaptığım tekrarlarda kuranı zihnimde taşıyor olmanın diğer çalışma alanlarıma istek ve azim noktasında tesir ettiğini ve daha kolay çalıştığımı başardığımı düşünüyorum. T.D.-Hafızlığın günümüzdeki yeri açısından ne düşünüyorsunuz. yapmak isteyenlere tavsiyeleriniz neler olur? Gününmüzde hafızlık yapmanın çok daha zor olduğunu düşünüyorum. Özellikle gençlerin ilgi alanları cok çeşitli ve davet edici. Böyle bir ortamda kitap önünde diz çökmenin çok daha anlamlı ve zor olduğunu düşünüyorum .Çeşitli hafızlık programlarının ortaya çıkması açısından kişinin zihinsel yeteğine hitap eden bir sistemle ezber yapabilmesinin önü açılmış oldu.Rehberlik desteğini alanla ilgili donanımlı kişilerden alabiliyorlar.Özellikle 4+4+4 sistemiyle genç yaşta hafızlık eğitiminin hazırlık sürecini tamamlayan kişiler için kolaylaştıcı etkisinin olduğunu düşünüyorum. Hafızlık eğitimi düşünen kişilere acizane tavsiyelerim kur’an gönüllüsü olduklarının akıllarında kalmasını,bu hazzı içlerinde yaşabilmelerini, sadece lafzı olarak hafızlık değilde anlam olarak ta donanımlarını artırmalarını,sürece başlamadan önce ön hazırlıklarını tamamlamalarını,sabır ve fedakarlık konusunda azmetmelerini, ezberledikleri her sureye anlam olarak ta vakıf olabilmelerini,ezber sürecinde ve daha sonrasında kur’anla amel edebilme gayretini,her ayatte kalp zihin dil birlikteliği kurmalarını temennı ediyorum. Haziran 2015 / Turuncu Dergİ 55 RÖPORTAJ Bir medeniyet ısıgı: k ı l z ı f a H Egitimi Bu İşe gönül verenlerin en büyük heyecanı ÖĞRENCİLERİNİN ŞEVKİ VE İNANCIDIR. Peygamberİmİz “Ümmetİmİn en şereflİlerİ Kuran’ı ezberleyenlerdİr” buyurmuşlardır. K endini Kuran-ı Kerim hizmetlerine adamış İstanbul Sultanahmet Vakfı Mütevelli Heyeti Başkanı İsmail Hakkı Tavman ile hafızlığın dünü-bugünü-yarınlarını konuştuk. // Bize İstanbul Sultanahmet Vakfı hakkında kısaca bilgi verebilirmisiniz? İSVA, 1974 yılında “Sokullu Şehit Mehmet Paşa Camii Koruma ve Külliyesini İhya Derneği “ olarak hizmet hayatına başladı. 1998 yılında dernek fesih edilerek İstanbul Sultanahmet Vakfı adı altında günümüze kadar hizmetleri devam etmiş bir vakıf haline dönüştürüldü. Vakfımız bünyesinde yer alan; 1-Sultan Ahmet Medreses İslami İlimler ve Sanatlar Merkezi 2-Şazimet Hatun Yüksek Öğrenim Kız Yurdu 3-İmam-ı Azam Erkek Hafızlık Kuran Kursu adı altındaki Eğitim Kurumlarımız ile bundan sonraki dönemde de vakıf gönüllülerimiz ile bu hizmetlerimizi çoğaltarak sürdürmeyi hedefliyoruz. 56 Turuncu Dergİ / Haziran 2015 İSVA Başkanı İsmail Hakkı Tavman // Kuran-ı Kerim’i ezberlemek derken en önce neyi anlamamız gerekiyor? Kuran-ı Kerim’i ezberlemek hususunda ilk ve ana kaynağımız Hz. Muhammed’tir. İslam tarihinde Kuran-ı Kerim’i ilk ezberleyen Hz. Muhammed’tir. Peygamberimiz, Hira Dağı’nda gelen ilk ayetlerden itibaren, her sene ramazan aylarında, vahiy elçisi ve hocası Cebrail (a.s) ile mukabele yöntemiyle, yani söylenenleri tekrar etmek suretiyle Kuran-ı Kerim’i ezberlemiştir. Ve O, ezberlediği ayetleri hemen etrafındaki sahabeye aktarmıştır. Sahabeden ise, ezber tutma yeteneği oranına göre bir kısmı Kuran’ın tamamını, diğer bir kısmı ise bir bölümünü ezberlemişlerdir. Tüm müslümanların Kuran’ın tamamını ezberlemek gibi bir zorunluluğu olmamakla birlikte; namaz ibadetindeki kıraat gereğini ve diğer ibadetlerini ifa edecek kadar ayeti ezbere bilmeleri gerekmektedir. // Hafızlık hangi nedenlerle ortaya çıkmıştır? Peygamberin vefatında sonraki yıllarda; Kuran-ı Kerim’in korunması meselesi gündeme gelmiştir. Bu amaçla Kuran-ı Kerim’in hem yazılı halde saklanması hem de hafızlık yolu ile zihinlerde tutulması meselesi üzerinde önemli çalışmalar yapılmıştır. Kuran-ı Kerim’in toplanması ve yazılı hale getirilmesinden sonra hafızlık eğitimine ayrı bir önem verilmiştir. Çünkü hafızlık, yazılı hale getirilmesinin yanında Kuran-ı Kerim’in saklanmasının, korunmasının ve turuncudergi.com gelecek nesillere aktarılmasının en sağlıklı yollarından biridir. Süregelen savaşlarda çokca şehit verilmesi ve Kuran’ı ezbere bilenlerin sayısının azalması hafızlık konusunun önemini arttırmış, pek çok müslüman bu konuda olağanüstü gayretli çaba sarfetmiştir.Bu gayretler sonucunda, hafızlık bugünlere kadar sağlıklı bir şekilde devam etmiştir. // Hafızlığın önemi ve özelliği nedir? Peygamberimiz “Ümmetimin en şereflileri Kuran’ı ezberleyenlerdir” buyurmuşlardır. Öncelikle bu nedenle Kuran’ı ezberlemek, bu konuda hassasiyet gösteren her müslümanın en büyük arzusu olmuştur. Bizlerde hafız adayı öğrenclerimizde tarihten gelen bu şevki ve inancı büyük bir memnuniyetle görmekteyiz. Bu işe gönül verenlerin en büyük heyecanı budur zaten. Ayrıca hafız olanlar, tarih boyunca toplumda kıymet gören ve saygı duyulan özel insanlar olmuşlardır. Kuran-ı Kerim’i hafızlık mertebesinde bilenler, günlük hayatlarında da istisnai ve başarılı konumlara yükselmişler, her yerde muazzam bir takdir görmüşlerdir. İslam toplumunda Hafız olanların kıyamet günü yakın çevresine şefaat edeceği inancı da hafızlığı ayrı bir mertebeye koymuş, evlatlarının hafız olmasını isteyen aileler çocuklarını bu yola teşvik etmişlerdir. Etrafında hafızlığa yetenekli öğrenci bulunanlar da, hafızlık eğitiminin gerçekleşmesi için üzerlerine düşen Kuran-ı Kerim’i hafızlık mertebesinde bilenler, günlük hayatlarında da istisnai ve başarılı konumlara yükselmişler, her yerde muazzam bir takdir görmüşlerdir her görevi sevap aşkıyla eksiksiz yerine getirmişlerdir. Bu yüzden hafızlık eğitimine gönül vermiş bir çok kurum oluşmuştur. Ancak tüm bu sebeplerin yanında, Allah’ın vahyini zihnimizde, belleğimizde canlı tutmanın şerefi bambaşkadır. // Kimler hafız olabilir, belli şartlar mevcut mudur? Hafızlıkta heves ve kabiliyet gereklidir, her isteyen, heves eden hafız olamaz. İsteyen her kişi Kuran’ın bir bölümünü, bir süresini veya bir cüzünü ezberleyebilir. Ancak Hafız olmak için özel şartlar gerekir. Öncelikli olarak Kuran’ı yüzünden düzgün olarak, yani tecvid ve mahreciyle yanlışsız olarak okumak, olmazsa olmazlardandır. Okuması yanlış ve eksik olandan hafız olamaz. Yine hafızlık için sağlam bir hafıza, yani ezber tutma yeteneği lazımdır.Çabuk ezberleyip, tez unutan gibi yavaş ezberleyip geç unutan insan beyinleri mevcuttur. Haziran 2015 / Turuncu Dergİ 57 RÖPORTAJ Osmanlı Medeniyeti hafızlık eğitiminde teknik bir metodoloji geliştirmiş ve bize miras bırakmıştır Bunun yanında kelime ve hece ezberleme becerisi yüksek olanlar hafızlığa uygun insanlardır. Ayrıca iyi bir hafız adayının Kuran’ın bir sayfasını yüzünden makul sürede, yani 1,5 dakikada yanlışsız okuması gerekmektedir. Bunun devamında hafız öğrencisinin Kuran’ın 1 sayfasını 1,5 - 2 saatte ezberlemesi beklenmektedir. Güzel bir sesin de hafızlığa katkısı elbette vardır. Azim ve kararlılık da hafızlığın başarıyla bitirilmesinde önemli rol oynar. // Hafızlık eğitimi için en uygun yaş dilimi ne zamandır? Hafızlık eğitimi için en uygun yaşlar 11-14 yaşları arasıdır. Ergenliğe henüz geçildiği bu yaşlar hem zihin olarak hem de ilgi alanı olarak hafızlığa daha yatkındır. Çünkü etrafında kendisini başka yerlere yönlendirebilecek, zihnini meşgul edecek etkileşimler henüz az miktardadır. Bu yaşlar dimağın henüz boş olması nedeniyle hafızlığa yönelik Kuran eğitiminin işlenmesi için en uygun yaşlarıdır. Diğer bir deyişle örgün eğitimdeki 5,6,7 sınıflarda okuyan öğrenciler, hafızlık için en verimli dönemdedirler. Hafızlık için bunun dışında hem yaş hem hafızlık süresi için istisnai yaş ve süreler mutlaka vardır.Ancak biz bir sistem olarak hafızlıkta bu yaşları önemsiyoruz. Yoksa her yaşta ve değişik sürelerde (daha uzun veya kısa) hafızlık yapmanın önünde bir engel bulunmamaktadır. Çünkü hafızlık bir ruh ve gönül işidir... // Örgün eğitimle hafızlık eğitimi nasıl yürütülmektedir? Bu konuda daha önce 28 Şubat döneminde uygulanan kesintisiz 8 yıllık eğitimle hafızlık derin bir yara almıştır. 28 Şubat’tan önce öğrencilerimiz 11 yaşlarında hafızlığa başlayarak ,örgün // Hafızlık Eğitimi hangi süreçleri içerir? Ülkemizdeki hafızlık eğitimi kendine has bir eğitim anlayışına sahiptir. Osmanlı Medeniyeti hafızlık eğitiminde teknik bir metedoloji geliştirmiş ve bize miras bırakmıştır. Takdir edersiniz ki arapçayı bilen ve ona aşina olan müslümanların hafızlığı ile Türkçe konuşan müslümanın hafızlığı aynı yöntemle olamaz. Arap hafızlar, Kuran metnini gözönünde tutarak ayetin devamını hatırlamak suretiyle ezber yaparlar. Ülkemizde uygulanan hafızlık eğitiminde ise; her cüzün son sayfasından başlayarak, her gün, önceki gün ezberlediğini tekrar ederek (ister 1 er sayfa ister daha fazla şeklinde) yeni ezber yapmak suretiyle eğitim yapılmaktadır. Normal olarak 1 sayfa ile hafızlığa başlayan bir öğrenci, 30 cüzün sondan ilk sayfalarını 30 günde ezberler. Böylece 1 sayfa ile devam eden bir öğrenci 20. turda Kuran ezberini başarıyla bitirmiş olur. Bu sistem, eğitimdeki tüme varım sistemidir. Ve bu yolla bir hafız 20 ay, yani 1,5 yılda eğitimini bitirmiş olmaktadır. Türkiye’deki hafızlık eğitimi teknik olarak tabletlere bölünerek ezber yapma pratiği ile; bilgisayar hardiski işlevi gören bir özelliğe sahip olmasıyla da diğer müslüman ülke hafızlığından farklı bir yerdedir. 58 Turuncu Dergİ / Haziran 2015 turuncudergi.com turuncudergi.com eğitimdeki eğitimlerine ara vermeden, hem hafızlık eğitimine devam edip hem de dışarıdan yaz aylarında istedikleri kadar sınavı vererek kısa sürede ortaokul ve liseden mezun olabiliyorlardı. Ve devamında isterlerse üniversite eğitimine geçebiliyorlardı. Bu yolla bir çok başarıya imza etmiş yüzlerce hafızımız bulunmaktadır. 8 yıllık kesintisiz eğitime geçince hem hafızlık öğrencilerimiz azaldı, hem de bir çok Kuran Kursu kapanma noktasına geldi. Okullarını bitirip hafızlığa devam eden öğrencilerin, dışarıdan okul bitirme hakkı, her yıl bir sınıf okuyabilme sınırlamasıyla; yaşıtlarıyla aynı anda okul bitirme imkanları ellerinden alındı. Böylece bir nesil, hafızlık ve örgün eğitim arasında tercihe zorlanarak, bir açmazla karşı karşıya bırakılmıştır. 28 Şubat’ı takip eden 10-15 yılda bir çok hafız, lise eğitimi alamamış ve üniversite hayatına geçiş imkanı bulamamıştır. Bu hafızlarımız maalesef piyasa şartlarında normal işgücü muamelesi görmüşler ve hafızlığın layık olduğu takdirden mahrum kalmışlardır. Geçmişin bu karanlık siyasi ortamında, hafızlarımızın haklarını koruyamamak bizim için yüzleşilmesi gereken bir vicdan borcudur. Hafızlık, yazılı olmasının haricinde Kuran-ı Kerim’in saklanmasının ve korunmasının en sağlıklı yollarından biridir // Şimdiki hafızlık eğitimini nasıl görüyorsunuz? 4+4+4 eğitim sistemi hafızlık eğitimi için değerlendirilmesi gereken bir fırsattır. Ancak bu sistemde de ikinci 4 yıllık dönemde hafızlık eğitimi almak isteyen öğrencilerin sorunları çözümlenmiş değildir. Yani Hafızlık eğitimi alt yapısı henüz tüm şartlarıyla mevcut değildir. Öğrencinin hangi yıllarda ve hangi şartlarda hafızlık eğitimi için ara vereceği, örgün eğitim derslerini nasıl alacağı ve diğer eğitim süreçleri belli değildir. Çocuklarımızın örgün eğitimden kopmadan nasıl hafızlık yapabileceği ve ileriye dönük eğitimi ile yaşıtlarıyla birlikte sosyal hayata nasıl intibak edeceği gibi sorularının cevabını Diyanet İşleri Başkanlığı’nın ve Milli Eğitim Bakanlığı’nın bir an önce bir programla halkımıza sunmasında oldukça fayda görmekteyim. Haziran 2015 / Turuncu Dergİ 59 DOSYA DOSYA erace Düğüne hazırlık, kadınlar için zaman alıcı ve meşakkatli bir süreçtir. Kendimizi ve bedenimizi iyi tanıdığımız takdirde bu süreci kolay ve stressiz bir şekilde atlatmamız mümkün RAHATLIĞI G FİLİZ YETİM elmesiyle birlikte rahmetini ve bereketini de beraberinde getirdi on bir ayın sultanı Ramazan. Başımızın tacı HOŞGELDİN! Yüce Dinimizden ilham alan, geleneksel kültürümüzün on bir ayın sultanı olarak nitelediği Ramazan ayı, gerçekten sultan olan bir aydır. Çünkü o, diğer aylarda bulunmayan pek çok yüceliğe sahip olan bir mâneviyat ayıdır. Ramazan Oruç Ayıdır 60 Turuncu Dergİ / Haziran 2015 Ramazan ayı maneviyatı besleyen bir ay olduğu için maneviyatta biz, olana şükrederiz. Ramazan, bize şükür değerini öğrettiği için öze döndürür... Bu ay içinde nefsimizi oruçla terbiye ederken, orucun kattığı güzellikleri tahrif etmeyecek bir gündelik yaşantı tercih etmeye çabalarız.. Bilindiği gibi giyim tarzımız hal harekat ve tutumlarımız üzerinde dolaylı yoldan da olsa bi tesir gücüne sahiptir. Bu tesir gücünü kullanabiliriz. Yani kelime anlamı ‘’tutmak’’ olan oruç ibadetini yerine getirirken, nefsimizin sadece yeme içme arzusunu değil, süslenerek giyinme ve beğenilme arzusunu da tutmasına yardımcı olabilecek feraceyi tercih edebiliriz. Yaz sıcağında oruç tutarken, ferace bize bedensel rahatlıktan faydasını sunar. Kullanan her kadının tecrübe ettiği bir gerçek şudur ki, ferace kadına kendini daha örtülü güçlü ve huzurlu hissettirir. Ben feraceyi oruç ibadetini nefse kolaylaştıran bir unsur olarak görüyorum. Ramazan ayında iftar ve sahur programlarında rahatlıkla kulanabileceğimiz feraceler, tekstil firmaları ve kişiye özel çalışan modaevlerinin vitrinlerinde yerlerini almaya başladı... Sizlere rahatlık ve sadeliği bir arada sunan ferace modellerinden örnekler sunuyoruz.. RABBİM NEFSİMİZİ TUTMA ÇABASINI BİZLERE SEVİMLİ KILSIN… HAYIRLI RAMAZANLAR…. Ramazan Kur’ân’ın indirilme başlandığı aydır. Ramazan Kur’ân’ın okunması ve yaşanması gereken aydır, Ramazan Kadir Gecesi’ni içine alan aydır, Ramazan fitre ayıdır, Ramazan İ’tikâf/İbadete soyunma ayıdır, Ramazan Ayı sevapların bolca kazanılacağı aydır, Ramazan bağışlanacağımız aydır, Ramazan nefis terbiyesini en çok yaptığımız aydır. turuncudergi.com Haziran 2015 / Turuncu Dergİ 61 BAŞARI ÖYKÜSÜ sefamerve.com UMUDA Dünyaca ünlü başörtülü sporculara desteK YOLCULUĞU TEMSİL EDİYOR 1 SEDA ŞİŞMAN 999’ büyük Marmara depremi Oya Okur Ecriyeş’in tabir-i caizce hayatının dönüm noktası niteliğinde” 1976 yılında Kocaeli’nin Karamürsel ilçesinde doğan Oya Okur Erciyeş ilköğrenim ve lise eğitimini orada tamamladı. Sonrasında moda, trend, kumaş, dikim üzerine eğitimler aldı. Tüm bunların akabinde ise; önemli markaların mağaza ve satış müdürlüğünü yaptı. 1999’yılında Yaşanan bu vahim deprem olayın ardından hava değişikliği sebebiyle eşiyle Türkiye’den Kanada’ya giden Oya Okur Erciyeş, ileriye dönük büyük projelerine de kapı aralamış oldu. 12 yıl Kanada’da yaşayan Oya Okur Erciyeş’in tekstil sektöründe tesettür adına eksikleri tespit etmesi bu ihtiyacı gidermek isteği derken, işe evvela kendi giyimlerini tasarlayarak başladı. Bu alanda profesyonel anlamda yol almak adına Kanada’da bulunan Senaca College- Fashion Art bölümünde moda eğitimi aldı. Kanada’dan Türkiye’ye döndüğünde yine tesettür giyimde kalıplaşmış moda figür ve modellerin yetersizliği ile bir kez daha karşı karşıya geldi. Bunların 62 Oya okur Erciyeş, son dönemde başörtülü sporculara verdiği destekle de dikkat çekiyor. Uluslar arası arenada yarışmış United Arab Emirates ‘den halterci Amna Al Haddad Fıba’ya yaptığı başvurunun ardından başörtülü sporcuların basketbol maçlarına çıkabilmesinin önünü açan Bosna hersekli İndiro Kaljo ve türk boksor İslam Eylem Tezcan, Sefamerve ‘nin sponsor olduğu isimlerden. Amaçlarının, özellikle başörtülü kadınların da sosyal hayata belirli sınırları aşmadan katılımlarını sağlamak olduğunu söyleyen Oya Okur Erciyeş’ verdikleri desteği şu şekilde vurguluyor, “ Başörtülü kadınlar da yaşam tarzlarına uygun kıyafetlerle spor yapabilir. Biz bu yönde elimizden gelen desteği vermeye hazırız. Muhafazakar hayat tarzını seçmiş kadınlar, yapmak istedikleri sporu kendilerine uygun kıyafetleri bulamadıkları için yapamıyor aslında. Biz bu engelleri tasarlamış olduğumuz eşofmanlar ile kaldırarak spor yapmak isteyen muhafazakar kadınların hayatını kolaylaştırıyoruz. Sefa merve olarak inovatif ürünlerle kadınların spor yapmalarını, sağlayacak ve bu konuda desteğimizi sonuna kadar sürdürmeye devam edeceğiz.” İki çocuk annesi olan Oya Okur Erciyeş’ www.sefamerve.com’ un kurucu ortağı ve yönetim kurulu üyesi, olarak çalışmalarına devam etmektedir. Turuncu Dergİ / Haziran 2015 dışına çıkmak, fakat muhafazakar sınırı da aşmadan çeşitliliği, farklılığı ve muhafazakar kadınların da kendilerine ait moda alanında bir çatısı olabileceğini sunabilmek adına kolları sıvayarak, günümüz teknolojisini de kullanarak ağabeyi metin okur ile bir e-ticaret sitesi olan Sefamerve’yi kurmayı hedefledi ve bu projeyi 2012 yılında hayata geçirdi. Sefamerve bir nevi ihtiyaçtan doğdu da diyebiliriz. Sefa Merve ismini seçerken, Müslümanlar için büyük önem taşıyan Sefa ve Merve tepelerinden esinlendiler. Çünkü, Sefa ve Merve tepeleri arasında yapılan ibadetin adı, say. Say ibadetinin Türkçe adı ise; umuda yolculuk. Sefamerve’de Oya Okur Erciyeş ‘in umuda yolculuğunu temsil ediyor. “Kayçad’ın yılın girişimci iş kadını ödülü Oya Okur Erciyeş’in oldu” Üç yıl gibi kısa bir sürede büyük bir kitleye hitap eden sefamerve.com 2013’ mart ayında Red Herring tarafından Avrupa’nın en başarılı ilk 100 girişim şirketi arasında gösterildi. Yine 2013 kasım’ ayında ise Red Herring tarafından Los Angeles’da Dünya’nın en başarılı ilk 100 girişimi arasına girdi. Bu ödülü Türkiye’de alan ilk ve tek e- ticaret sitesi Sefamerve oldu. Bunu takiben Oya Okur Erciyeş, Sefamerve adına Washington’da düzenlenen 3. Uluslar arası dünya kalite zirvesinde kalite ve inovasyon alanındaki başarılı çalışmalarıyla ödüle layık görüldü. Aynı zamanda kadın çalışanlar ve kadın yöneticiler derneği (kayçad) tarafından “ yılın girişimci iş kadını” seçildi. “Sefamerve.com Dünya’da 5 kıta ve 55 ülke’de yer alıyor.” Oya Okur Erciyeş’in önderliğinde kurulan Sefamerve.com Facebook’ta bugun 4 milyonun üzerinde üye sayısına ulaştı. Ayrıca, Socialbakers’in markalar bazında yaptığı sosyal medya değerlendirmesinde de, Türk Hava Yolları’nın ardında Türkiye’nin en hızlı büyüyen 2.markası konumundadır. Türkiye’nin yanı sıra, Fas ve Hollanda ‘da ofisleri olan Sefamerve, Dünyada 5 kıtaya ve 55 ülkeye aktif gönderim yapıyor. Bu yıl içinde Endonezya ve Malezya da da ofislerin açılması planlanıyor. Başarılı tasarımcılarla çalışan Sefamerve ayrıca kullanıcıların ihtiyaçlarına uygun inovatif ürünlere de imza atıyor. Örneğin, tesettür eşofman, eşofman elbiseler, fermuarlı tesettür boneleri Türkiye’de ilk olma özelliğini taşıyor. turuncudergi.com SefaMerve.com’un kurucusu Oya Okur Erciyeş Gazete k üpürleri turuncudergi.com Haziran 2015 / Turuncu Dergİ 63 SÖYLEŞİ SÖYLEŞİ 25 yıl önce ilk kitabıyla aşkı ve ölümü sorgulayan Murat Başaran, şimdi “cehalet”in peşinde iz sürüyor: ” â l â h “ k e m v e S ! r a l ş a b e l k e ölm İ lk kitabı çıkar çıkmaz yirmi beş baskı yapmadı ama, aradan yirmi beş sene geçti ve şimdi yirmi altıncı baskısı yapılıyor. Dokuzuncu ve son kitabı “Ne Güzel Cahildik” baskıda. Onuncu kitabı “Rabbani Aşk Rehberi” ise dokuma tezgâhında. Murat Başaran az yazdığı iddialarına “Kes yapıştır, tüccar terzi modeli bana uymuyor” diye cevap veriyor. // Sevmek Ölmekle Başlar tuhaf bir kitap. Hiçbir zaman ortalığı sarsmadı ama aradan geçen çeyrek asra rağmen de unutulmadı. Nasıl izah edersiniz? Haysiyetsiz taksiciler gibi müşterimi gideceği yere en uzun yoldan götürmedim ben. Yirmili yaşlarımdan bahsediyorum. Bugün teknoloji, benim o gün yaptığımı mecbur hale getirdi. Şimdi herkes 140 karakterle derdini anlatma çabasında. Eğer kendinizden eminseniz ve ne söyleyeceğinizi biliyorsanız, söylersiniz olur biter. Edebiyat yapmaya veya kendimi beğendirmeye çalışmamıştım. Akıllara seza bir teknoloji devrimi yaşandı. Ama artık nostaljik sayılabilecek unsurlar için empati yapabilirseniz, orada söylediklerim genç bir adamın samimi duyguları olarak geçerliliğini koruywor. Ha, ben halâ o adam mıyım? Aslında evet. Değişe gelişe yaşlanıyor insan; bir noktaya geliyor. Fakat dediklerimden vazgeçmiş değilim. Şimdi de o zaman dediklerimle çelişmeyen, yeni şeyler söyleme gayretindeyim. 64 Turuncu Dergİ / Haziran 2015 turuncudergi.com Uzak Geceye Mektuplar, Kalbim Nerde Sanıyorsun, Zamansız, Kış Bebeği derken son kitabınız Ne Güzel Cahildik de, Sevmek Ölmekle Başlar ile aynı anda “Marcel”den yayınlanıyor. Cehalete güzellemede samimi misiniz? Yoksa ironi mi? Aksine şimdi sohbet babında lafı uzatacağım kusura bakmayın. İroni. Ama yerinde bir ironi bu… Gerçeği reddetmiyor. Gerçeğin gösterilmediği yerde, sahte konforu tarif ediyor… Rahmetli babam ve annem ülkemin iki ayrı fikir ikliminden “aşk”ta buluşmuş nadir insanlardı. Annemin babası Sırp zulmünü yaşayıp hicret eden, Osmanlıca kitaplardan dinini öğrenen, birkaç cephede savaşan, esir düşen yani gazi ve imanlı bir Boşnak. Babamın babası ise Cumhuriyeti itirazsız kabul eden, içindeki huzursuzluğu “akşamcılıkta” dindiren fakat gelini olan sevgili annem namaz kılarken hüzün ve hayranlıkla seyredip fısıltıyla “Bana da dua et kızım” diyen halkçı bir esnaf… Bir araya gelmekte zorlanan fakat “aşk”a mağlup olan bu iki aile arasındaki köprünün üzerinde dolaştım hayatı anlamaya çalışırken. Bu köprü “hür düşünce”nin köprüsüydü. Ne hazindir ki, doğrulara iki tarafın kutsadıklarından değil, iki tarafın çelişkilerinden yol buldum. Babamın “devlet” karşısındaki korku tabanlı saygısı, annemin dünyayı kendi inanç algısıyla sınırlandırması çözmem gereken “kalıp”lardı. Okul ve vaaz ettikleri babamın dünyasına, hayatın kendisi ise annemin dünyasına daha yakın gibiydi. Dünya ile ahiret arasında sallanırken, her fikre açık olmayı, o fikri anlamayı öğrendim. Devlet gibi asık suratlı okullarımın gri eğitimini “çapraz okumalar”la renklendirdim. Yakın bulduğum fikirleri kucağımdan indirmeden sürekli sorguladım. Yeni veya benim için yeni olan fikirlere misafir muamelesi yapıp, en iyi şekilde ağırladım. Hür düşüncenin köprüsünden bakarsanız eğer... Görürsünüz... Camiye gidenin de, gitmeyenin de ezana boyun büktüğü bir çoğunluktuk aslında. Radyodan süzülen içli türküye, gözleri turuncudergi.com yaşaran bir çoğunluk… (Şükür ki bu çoğunluk çoğunluk olduğunu yüzde 52 ile anladı. İnatlarına mağlup olanlar da gerçeğe teslim olduklarında bu yüzde 70’lere çıkacak. Başkanlık sistemini istemeyenlerin tek korkusu bu. Azınlık çoğunluğu parçalayarak idare etti Cumhuriyet boyunca. Şimdi çoğunluk içindeki fitnelere rağmen sessiz bir devrimi gerçekleştirdi/ gerçekleştiriyor. Biz yüzde yetmişiz. Oraya gidiyoruz.) Velhasıl… Annemle babamın muhabbetine müteşekkirim; bu sayede deprem kuşağındaki düşünce coğrafyamızın üzerinde, derin bir temel kazmam mümkün olabildi. O temelin üstüne ne inşa ettiğim elbette tartışılabilir. Fakat yıkılmıyorum. Çok kapılı ve geniş pencereleri olan bir hayatı şekillendirmeye devam ediyorum. Bu inşa gayreti bitmeyecek. Kapıları kapanmayacak. Bu bina yalancı mutluluklar vaat etmez fakat üstünüze de yıkılmaz. “Ne güzel cahildik!”, yanlış öğrendikçe doğrudan uzaklaşan, gerçeklerle yüz yüze gelince midesine sancılar giren ve fakat artık cehaletini sorgulamaya başlamış milletime, artık eskisi kadar kolay kandırılamayan milletime ithafımdır. (Eskiden iki anahtara, şu kadar lira asgari ücrete, salak sapan vaatlere oy veren/ vermek zorunda kalan fakat artık bu rezilliği içine sindirmeyen ve karşı duran milletime…) Velhasıl evet ironi. Hem de başarılı olabildiysem eğer, abideleşme cesaretinde olan bir ironi. Yakın bulduğum fikirleri kucağımdan indirmeden sürekli sorguladım. Yeni veya benim için yeni olan fikirlere misafir muamelesi yapıp en iyi şekilde ağırladım Sırada “Rabbani Aşk Rehberi” olduğunu biliyoruz. Birkaç cümle rica etsek? Tasavvuf ticaretine karşı duruş kitabı. “Kul”luk makamından baktığınızda, tasavvuf deryasına ancak seyirci olabilecek bir durumdayım. Fakat bu halim, Mevlana’yı, Muhyiddin-i Arabi’yi, vahdet-i vücudu, İmam-ı Rabbani’yi çirkin ağızlarında ve satırlarında ticarete alet edenleri gör/e/mediğim anlamına gelmiyor. “Doğudan Geldiler” nasıl ki benim için Osmanlıya karşı bir vefa gayreti idiyse, Rabbani Aşk Rehberi de, gerçek tasavvuf ehline himmet ricasıyla boyun büküşümün, onları pazarlayanlara ise başkaldırışımın kitabı olacak inşallah. Haziran 2015 / Turuncu Dergİ 65 SAĞLIK ACIKMADAN ORUÇ TUTMAK MÜMKÜN! R amazan-ı Şerif geldi. Bu mübarek ayı en doğru şekilde geçirmek ve oruç tutma ibadetini yerine getirmek hepimizin tek arzusu. İçinde bulunduğumuz bu uzun yaz günlerinde doğru adımlar atarak oruç tutmayı kolaylaştırmak aslında mümkün! Oruç tutmanın sağlık açısından etkilerini araştıran birçok bilimsel makale incelendiğinde, sağlıklı bireylerde zarar vermek yerine, oruç tutmanın birçok faydası olduğu gösterilmiştir. Bazı yayınlara göz atacak olursak; lupus, artrit, sedef, egzama, ülseratif kolit, Crohn hastalığı ve bağışıklık sistemini ilgilendiren hastalıkların tedavisi için oruç tutmanın faydaları hep olumlu olarak sunulmaktadır. HALİT YEREBAKAN h.yerebakan@turuncudergi.com Oruçluyken sinirli olduğunu belirten bireyler olduğu gibi, aslında Amerika’da bazı merkezlerde stres ve depresyon ile başa çıkma tedavisi olarak orucun kullanıldığını da belirtmek isterim. Birçoğumuzun aklına hep “Ya acıkırsam?” veya “Ya susarsam?” gibi sorular da geliyor. Bu sorulara bilimsel cevap vermek gerekir. Birçoğunuz aslında aç kaldığınızı düşünseniz bile oruç tuttuğunuz dönemlerde senenin geri kalan günlerine göre daha fazla kalori alıyorsunuz. Metabolizmanın yavaşlamasını ekleyerek hesap edersek, aslında oruç tuttuğunuz dönemde daha fazla enerji alıyorsunuz. Örneğin; normalde sakin bir sabah kahvaltısı, geçiştirilmiş bir öğlen yemeği ve normal sınırlarda akşam yemeği yiyen bir kişi yaklaşık 1500-2000 kalori alıyor. Fakat oruçluyken aşırı yağlı, düzenli tatlı ve şekerli, yüksek proteinli ve kısa etkili karbonhidratlı beslenen ve aç kalma korkusuyla bir doz daha aynı şeyleri yiyen kişi 2500 kaloriden aşağı almıyor. Uzun boyluysanız daha çok su tüketin Şeker yani glikoz, bedenimizin temel yakıtıdır. 4-8 saat süreyle bedenimiz için gerekli yakıtı alamadığımız oruç hâllerinde vücudumuz, karaciğerde glikojen olarak depolanmış glikozu tüketmeye başlar. Glikojenin 66 Turuncu Dergİ / Haziran 2015 turuncudergi.com turuncudergi.com kullanılabilir yakıt hâline dönüşmesine glikogenoliz adı verilir. Glikogenoliz sırasında gıdalarla alınan proteinin de bir miktarı kullanılır. Bu şekilde elde edilen yakıt on iki saat boyunca yeterli olur. Dolayısıyla sahur esnasında yediğimiz basit ve kompleks karbonhidratlar, ilk sekiz saat tok kalmanızı sağlayacaktır. Sekizinci saatin ardından sahurda alınan protein, karaciğer depolarıyla beraber uzun etkili yakıta dönüşerek on iki saat süren ilave destek sağlar. Dolayısıyla düzgün bir sahur öğünü ile sağlıklı bireyler on sekiz saat süreyle herhangi bir açlık durumu yaşamadan oruç tutabilirler. Birçoğumuzun aklına hep “Ya acıkırsam?” veya “Ya susarsam?” gibi sorular da geliyor. Bu sorulara bilimsel cevap vermek gerekir Bir insanın tüketmesi gereken sıvı miktarı, beden kitle endeksiyle doğru orantılıdır. Yani ne kadar kilolu ve uzun boyluysanız o kadar fazla su içmelisiniz. Artık yeni bir formül geliştirdik ve 70 kiloya 2,2 litre su diyoruz. Oruç tutarken su alabileceğiniz zaman kısıtlı olsa da tüketilen toplam sıvının zamana yayılması gerekmektedir. Dolayısıyla son anda bir litre su içeyim bana yeter demek sakıncalı olacaktır. Aniden yüksek miktarlarda içilen sıvı hemen idrara dönüştürülür ve gün boyunca ihtiyacınız olacak sıvı rezervini tehlikeye sokar. Vücudumuzun sıvı rezervini etkileyecek bir diğer faktör de farkında olmadan sıvı kaybetmemize sebep olan sıcaklardır. İnsan bedenindeki sıvının en az buharlaştığı, güvenli ve konforlu ısı aralığı 18-22 derece aralığıdır. Su içmede temel kural 2-2,5 litre, 10’ar yudum ve soğuk olmalıdır. Oruçluyken tuz alımı normale oranla daha azdır. Ayrıca buharlaşarak kaybedilen vücut sıvısı elektrolitleri de yanında götürür. Bu sebeple oruç açıldıktan sonra içilecek suyun normale oranla daha fazla alkali olmasını öneriyoruz veya maden suyu da içilebilir. Haziran 2015 / Turuncu Dergİ 67 SNAPS SNAPS SİNAN CANAN sinancanan@turuncudergi.com R amazan ayı geldiği zaman kadın-erkek tüm Müslümanlara farz olduğu üzere tatlı bir oruç telaşıdır başlar. Oruç, tan yeri ağarmasından (imsak) güneşin batışına kadar yeme-içme ve cinsel aktiviteyi durdurma anlamını taşıyan zorlu bir ibadetin adı. Hele ki kuzey enlemlerinde yaz günlerine denk geldiği zaman! Bu kadar zorluğa neden katlanırız? Bu orucun bize bir faydası var mı? Varsa nedir? Dilim döndüğünce aklıma gelenleri (şu Ramazan gününde) sizinle paylaşayım. İbadetleri yerine getirmenin temel nedeni “Allah’ın öyle emretmiş” olmasıdır. Herhangi bir emir öncelikle bu sebeple uygulanmalıdır. Ardından ise o emrin veya ibadetin yahut yasağın “hikmetini” araştırmamız da mümkündür. 68 Turuncu Dergİ / Haziran 2015 Oruç için de yıllardır gazetelerden okuduğumuz bir çok hikmet üzerinde durulur: Midemizi dinlendirir (O öldürücü iftarlara ve sahurlara rağmen!), vücudumuzdan zehirlerin atılmasını sağlar (İftardan sonra içtiğimiz o sigara ve çaylardan, tükettiğimiz tatlılardan vs. sonra!), fakir fukarayı anlamamızı, onlara daha bir sempati ile yaklaşmamızı sağlar (Bütün gün aç durduktan sonra iftarda bir kuzuyu tek başımıza yiyerek mesela.), nefsimize hâkim olmayı bize öğretir (Şu ramazan günü trafiği birbirine katan oruçlu arkadaşlara biri bunu hatırlatsa ya?), yardımlaşma ve paylaşma duygularını artırır (Evet, trafikte kazara şerit ihlali yapınca daha bir belli oluyor bu etki!), bünyeyi daha sağlıklı yapar (İftarda yenen bunca şeye rağmen mi? Hiç sanmıyorum!) vs. vs. Bu hikmetler, evet, orucun içinde olabilir. Fakat biz neden o hikmetlerle pek az karşılaşıyoruz? Neden oruçlu insanları genellikle sinirli, huzursuz, kavgacı vb. bir ruh hâli içinde görüyoruz? Oruçta bir sorun olmadığına göre bu insanların orucunda eksik olan nedir? turuncudergi.com Oruç tutarken hissedebileceğimiz muhtemel huzursuzlukları tevil etmek için genellikle, oruç sırasındaki açlığın, zaruri açlıkla empati yapmak, fakir fukaranın hâlini daha iyi anlamak için güzel bir deneyim olduğu savunulur. Halbuki akşam olunca istediğini yiyebilecek birisi için bu açlık öyle bir empati sağlamaz pek. Aslına bakarsanız, orucun temel hikmeti bana göre ne fukarayı anlamaktır ne de sağlıklı olmak. Oruç, kendimizi anlamamızı sağlar. Şu dünyanın her şeyine ne kadar bağlı olduğumuzu, en basit alışkanlıklarımızdan birazcık uzak kalmanın bile bizi nasıl tarumar edebildiğini bizlere bir aylık süre içinde gayet göze batacak bir şekilde gösterir. Orucu nasıl tuttuğumuzdan bağımsız olarak, oruç ibadeti sırasında gösterdiğimiz tavır ve hislerimiz; bize o ibadetin mihenk taşında kendimizi ve ibadetle olan ilişkimizi gösterir. Yani oruç aslında bizim bir aynamızdır; bakmayı seçtiğimiz takdirde Ramazan ayı içinde kendimizi yılın başka bir zamanında göremeyeceğimiz farklı açılardan görebiliriz. Oruç “tam” oldukça; yani, Ramazan’ı tüm açılardan diğer zamanlardan farklı geçirmeyi kafamıza koydukça, aynadaki görüntü çok daha berrak ve bilgilendirici bir hâl alır. Oruç tutarken bazı insan sinirli olur. Evvelden benim de öyle günlerim oldu, hem de sayıları hiç az değildir! Oruç sırasında gergin olan insan, bu gerginliğini genellikle diğer insanlarla açıklar: Diğerleri oruç kafayla sinir bozucudur, diğerleri oruca saygısızdır, diğerleri özellikle Ramazan’da gelip damarımıza basar, vs. vs. Hâlbuki bunların hiç birisi genellikle gerçek yahut gerçeğin tümü değildir. Oruç tutarken gergin olan insan, aslında yaptığı ibadetin havasına girememekten dolayı sıkıntıdadır. Oruç, bir seçimdir fakat günlük hayatta yapageldiğiniz bazı şeyleri yapmamayı seçmek, bazı dimağlarda bir “kısıtlanmışlık” duygusu oluşturur; hele ki etrafta “özgürce” yiyip-içenler varsa! Hâlbuki oruç ibadetinin turuncudergi.com aslında, iradi olarak yemeyi-içmeyi kesmek; bunu istemli olarak seçmek vardır. Yani oruç, gerçekten de özgür irademizle seçtiğimiz bir davranış biçimidir. Özgür olmayan insan bu ibadeti yapamaz. (Madde bağımlılığında da aynı psikoloji söz konusudur; bağımlı kişi, özgürlüğünü kısıtlayan bu bağımlılıktan kurtulmayı denediğinde beyni ona sanki özgürlüğü kısıtlanıyormuşçasına, rahatsızlık verici sinyaller gönderir.). Bazen alışkanlıkla, bazen çevreye uymak adına tutulan oruçta ise bu kısmın eksikliği, ibadeti yapan kişide kendisini hemen hissettiriverir. (Meşhur Temel fıkrasını bilirsiniz: Sıcak bir yazlık mekânda, bir Ramazan günü oruçtan bunalmış bir hâlde gezinen Temel, gönüllerince yiyip-içen turistlerden birine yanaşarak “dininizin kıymetini bilin, kıymetini! demiş ya… O misal.) Oruçlu insan, çevresiyle münasebetinde orucu bir bahane olarak kullanıyorsa, o ibadetin yerini bulmadığını düşünürüm hep. Oruç, kuramsal olarak insanı hep daha pozitif, daha müspet davranmaya itmeli. Oruçlu insan diğer zamanlara nazaran daha dinamik, daha nazik, daha sakin, daha itidalli ve daha şefkatli olabilmeli. Oruç sadece ağız- dan gireni değil, ağızdan ve zihinden çıkanı da, hâl ve hareketleri de kontrol edebilmeyi gerektirir. Oruçlu bir insan, çevresine gönderdiği her negatif sinyal ile sadece kendisine değil, bizzat oruç ibadetinin kendisine olumsuz duygular oluşturacak bir hata işlediğini fark edebilmelidir. İslam’ın öz kaynaklarından, Kur’an ve hadislerden öğrenebileceğimiz oruç, aslında böyle bir şeydir fakat (Özellikle günümüzde kentlilerde gözlenen.) orucun bazen bu hedeften fersahlarca saptığına şahit olabiliyoruz. Kısacası oruç, yüksek bir bilinç deneyimidir. Ramazan, bu deneyimin bizlere teklif edildiği özel bir zaman dilimidir. Orucu; başkalarını değil kendimizi anlamak, kendimizi dinlemek ve kendimizi özgürleştirmek için tutabilirsek işte o zaman bu ibadet amacına bir adım daha yaklaşabilecektir kanısındayım. Zira “Kendini bilen Rabbini bilir.” sözünde de ifade bulduğu gibi; Allah’ın rızası, muhtemelen, kendimizi bilmekten geçer. Ve bunun için oruçtan daha iyi bir fırsat varsa, ben bilmiyorum. “Allah (c.c) ‘Âdemoğlunun (işlediği) her (iyi) amel, kendisi içindir. Yalnız oruç müstesna! Çünkü oruç, benim için tutulur. Onun mükâfatını (ancak) Ben veririm.’ buyurdu.” (Hadis-i Şerif ) Haziran 2015 / Turuncu Dergİ 69 Herhangİ bİr sözü değİl Allah kelâmını yazıyor(sun) N ağmeleri duyamıyorsan musiki yapamazsın, kalemin sesini duymuyorsan... ‘ Böyle başlamıştı söze Prof. Dr. Muhittin Serin Hoca. Ve şöyle devam etmişti: Bu bir eğitim meselesidir. Münevverlerimiz başta olmak üzere insanımızın İslâmî estetikle, İslâmî sanatlarla göz, kulak, vs. zevkinin eğitilmesi lazım deyip, başı kalbine bağlanmış bir derviş tavrı ve buğulu gözlerle susmuştu bir müddet. Mevzu hat sanatı ve Kur’an kitabeti. Kâh konuştuk, kâh sustuk. Susmaları yazabilseydim keşke. Kalbin diline aşina değilken yazılmıyor ki… Gelelim yazıya… Bu yazı sıradan bir yazı değil. İslâm’la birlikte büyük önem kazandı. Çünkü İslam evrensel bir din. Evrensel bir dinin getirdiği prensipler, hayat görüşü, bütünüyle Kur’an’ın mesajı da evrensel. Bu mesajın tespiti, yayılması, yükselmesi söze olduğu gibi yazıya da bağlı. Ve vahiy, hafızların 70 Turuncu Dergİ / Haziran 2015 Hat: Ahmet Zeki YAVAŞ AYFER BALABAN ayferbalaban@turuncudergi.com hafızasında, kâtiplerin kaleminde adeta vücut buldu. Denilebilir ki mânâ; harflerle, kelimelerle yani yazıyla görünür hale geldi. Yazının tarihi seyrine yolculuk yapmaya kalksak ne satır yeter, ne sayfa. Peygamberimiz Efendimiz (sav), formal olan, kâtibe göre değişmeyen, çok disiplinli olan bir yazıyla yazılmasını istiyor. İlk yazılan Kuran-ı Kerim’ler sonradan kufi dediğimiz; başlangıçta Mekkî, sonra Medenî diye isimlendirilen yazıyla yazılmıştır diyelim ve Kur’an-ı Kerim kitabetinin apayrı bir ilim dalı olduğunu ve hem kendine mahsus adâbı olduğunu işaret ederek, bu yazının tarihi gelişimini ve seyrini yazı üzerindeki münakaşaları alan uzmanlarına bırakalım, gelelim günümüze. Yine Muhittin Hocamızdan destur alalım; ‘ Bütün İslâm dünyası, ümmet-i Muhammed harflerin, yazının güzelleşmesi için büyük bir aşkla, sabırla, bir ibadet neşesi ve coşkusuyla, ibadet şuuruyla çalışmış, gayret etmiştir. Herhangi bir sözü değil Allah kelamını yazıyorsunuz. Onu yazarken de bir müslümanın, hattatın hissettiği dinî duygu en üst seviyeye geliyor. Bu duygu kaleme, kalemden harflere akıyor. Yazı bir ihtiyaç yazısı olsa da, bu estetik duygu ve heyecanla müslümanların güzellik duygularını ifade eden bir sanat hâline geliyor, sanat değeri kazanıyor. Tabi ki büyük bir emekle. Zamanla yazıda öyle bir gelişme kaydediliyor ki harflerin biçimleri, kaideleri, yazı dengesi o kadar güzel ortaya çıkıyor ki, dünya tarihinde hiçbir medeniyette böyle bir gelişme görülmemiştir.’ turuncudergi.com Hoca bunları anlatırken ben; herhangi bir sözü değil Allah kelâmını yazıyorsun’ da takılı kaldım. Kur’an’a duyulan büyük aşk, onun Allah (cc) kelâmı olması ona duyulan büyük hürmet… Derin nüfuzuyla anlamış olmalı ki Hoca; ‘ güzel şeyler güzel muhafazalara konulur, güzel muhafazalarla takdim edilir. Allah sözü de en güzel şekilde yazılmaya lâyıktır ve öyle olmuştur. Ben şunu gördüm; Müslüman sanatkârların Kur’an yazımında gösterdikleri hassasiyet, disiplin, sabır ve estetik hiçbir sanat dalında görülmemiştir. Onun için yazının, hattın sanat seviyesine ulaşması ve estetik değer kazanmasında birinci derecede rol Kur’an’ın Allah kelâmı olmasıdır’ dedi. Yazının âdabından yazanın âdabına yürüdü zihnim ve usulca soruverdim; Ya yazanın âdabı hocam? Yazanın edebi İslâm’ın edebidir. O yoksa, yazı kupkuru olur. Böyle bir kuruluktan muhafaza buyur Rabbim! Deyiverdim. Âmîn, diyerek devam etti. ‘Bu hat sanatını öğrenme safhaları aynı zamanda İslâm terbiyesini meşketmektir. Sanat yolu ile insanları eğitmek… Bu yol, gayet müessir bir yoldur. Meselâ ‘rabbi yessir yazıyorsunuz, hoca size; ‘evlâdım, şu harfleri düzelt getir, güzel olmamış’ diyor, düzeltip bir daha getiriyorsunuz, olmadı bir daha, bir daha. Belki iki sene ‘rabbi yessir’ yazıyorsunuz. Neden sonra harflere geçiyorsunuz. Burada hat talebesi, güzel yapmayı ve sabrı birlikte öğreniyor. İrade terbiyesi, nefis terbiyesi de tâlim ediliyor. Bunun için hep vurgularım; Sanat bizde gaye değildir, vasıtadır, Onun içindir ki ‘Nem var ki lâf idem özümden’ deniyor.’ ‘Nem var ki lâf idem özümden’. Tekkeden çıkmış gibi latif, bir o kadar ağır söz. Söyleyen kendine Fuzûlî demiş… Kendinden bilmeyeceksin diyorsunuz… Tabi ki. Sana yazma gücünü, kuvvetini veren, bu güzel kapıyı açan Allah. Hepsi O’ndan. Böyle bileceksin’ dedi ve taşı gediğine koydu. Mânâ estetiği üzerine söyleye(ne)cek çok söz vardı ama Hocayı yormaktan endişe ettim. Hayata kalbi ile dokunanlar çabuk yorulurlar diye okumuştum Kemal Sayar hocanın bir paylaşımında. Zariflerin kalbi narin olur demişti bilge kadınım. Kalp yükü taşımak sırt turuncudergi.com yükünden daha ağırdır, diye eklemişti. Bu zarif insan belli ki hayatı ve bu sanatı kalbi ile taşıyordu. Yüzünde okuduğum yitik mânânın derin hüznü de cabası. Hemen başka bir soruya geçiverdim: Yazıların levha olarak yazılıp evlere asılması? Dedim. Bunlar böyle levha olarak evlere asılmazdı. Nerede vardı bu celi yazılar? İşte batılılar resim yapıp evlerinin duvarlarına asıyorlar, kendi kültürlerine, kendi medeniyetlerine ait bir sanattan zevk alıyorlar ya, bizim insanımız da bizim medeniyetimizde bilhassa Osmanlı’dan kendi kültürümüze ait şeyleri, bilhassa celî yazıları (Mustafa Rakım’dan sonra celî yazıların gelişmesiyle) levha olarak asar oldu. Ve Müslümanlar bu yazılara bakarak dinî duygularını, dinden kaynaklanan sanat duygularını, kendi sanatlarının zevkini almışlar. Ama burada bilhassa vurgulamak istediğim bir husus var; edep efendim… Efendim daha çok tekkelerde, camilerde, mescitlerde, vakıf müesseselerinde levhalar var. Çünkü cami Allah’ın evidir, orada, kendine çeki düzen veriyorsun, toparlanıyorsun. Evde levhalar asılı, ayet-i kerimeler, hadis-i şerifler, hilye- i Nebiler, bulundukları yerden konuşurlar. Orada vücut bulan Allah ve Rasulü’nün sözü. Hilye, Rasulullah’ın (sav) ahlâkî ve fizikî vasıflarınınyazıda tecelli etmiş hali… Peki, sen ne yapıyorsun? Onun huzurunda olduğunu haşyetle hissedebiliyor musun? Hissedebiliyorsan bu sanat, bu mânâ yerini buldu, gayesine ulaştı. Ama sen, bu levhaların bulunduğu odada gelişigüzel konuşuyorsan, ayağını uzatıyorsan, hiç ağıza alınmayacak sözler sarf ediyorsan, olmaaaz. Bazı evlerde levhaları üzerinin işlemeli örtüyle örtülü olduğunu görmüştüm bir zamanlar da, sebebini anlamamıştım. Bir levha var onun da üzerini örtüyorlar, diye düşünmüştüm. ( Hoca burada 30 kusur yıl öncesine ait bir bir yazı görmek için yaptığı ziyareti anlattı, lakin derginin sınırlı sayfaları bunu yazmama imkân vermedi, nasip bir başka başlık altında, bir başka yazıya inşallah.) Neden sonra Süheyl Ünver hoca âdeta kendinden geçercesine bana bir hilye-i şerif ziyareti anlattı, ben gittiğim evdeki hadiseyi o zaman anlamlandırdım. Hat: Ayten TİRYAKİ - Tezhip: Ayfer Balaban Hat SANAT SOKAĞI Allah sözü de en güzel şekilde yazılmaya lâyıktır ve öyle olmuştur. Müslüman sanatkârların Kur’an yazımında gösterdikleri hassasiyet, disiplin, sabır ve estetik hiçbir sanat dalında görülmemiştir Yani terbiye bu, edep bu. Şimdi evlere çok güzel yazılar, tezhipli levhalar asılıyor, harikulade şeyler ama o levhaların gölgesinde, söze, sohbete, hâle dikkat etmek lazım. Sinemamızda, televizyonda bazen arka fonda bir ayet, bir kelam-ı kibar yazılı, onun gölgesinde sefahat, onun ruhuna taban tabana zıt haller. Buna dikkat etmek lazım. Bu sözün üzerine söz söyleme edepsizliğine düşmekten korkarak, daimi bir edep hâli duasıyla vesselam. (Not: Söyleşilerin de kaderi vardır. Bu uzun söyleşinin kısmen yazıya dökülme zamanı şimdiymiş, Bereketi üzerimize olsun. Prof. Dr. Muhittin Seri Hoca’ya hürmet ve muhabbetle.) Haziran 2015 / Turuncu Dergİ 71 DOSYA RÖPORTAJ SICAK BİR HİZMET ELİ ÇorumBeleriyesi Çorum Belediyesi tarafından topluma ilk kez sunulan yatırımlarla açılan kültür merkezleri, belediye ile halkın irtibat noktası oldu S RÖPORTAJ: HATİCE ÖZDEMİR osyal belediyecilik alanında toplumun her kesimine ulaşan projelerin mimarı çorum belediyesi Başkanı ile merkezine “insan” alan hizmetlerini konuştuk. İNsanı merkeze alan yatırımlar yapıyoruz Çorum Belediyesi, yaptığı çalışmaları insanı merkeze alan anlayışla sürdürüyor. Kimsesizlerin kimsesi, sessizlerin Çorum Belediye Başkanı Muzaffer Külcü ve eşi Hatice Külcü 72 Turuncu Dergİ / Haziran 2015 haticebilici@turuncudergi.com sesi olmayı başarabilmiş bir belediye olan Çorum Belediyesi, verilen hizmetlerin en önemli ayaklarından birisini oluşturan sosyal belediyecilik alanında adından övgüyle bahsettiriyor. Belediye Başkanı Muzaffer Külcü, yapılan her yatırımda merkeze “insan”ı aldıklarını, kimsesizlerin kimsesi ve sessizlerin sesi olduklarını vurguluyor. Özellikle temel ihtiyaçlarını temin edemeyen, ekonomik koşulları buna elvermeyen vatandaşları korumanın ve onlara yardımda bulunmanın sosyal belediyecilik anlayışı gereği kendilerinin olmazsa olmazlarından olduğunun altını çizen Başkan Külcü, “Gıda yardımları, özürlü vatandaşlarımız için akülü araba, tekerlekli sandalye dağıtımı yapıyoruz. Her yıl yüzlerce çocuğumuzu sünnet ettiriyoruz. Dini bayramlarda yetim çocuklarımızı giydiriyoruz, bayram hediyeleri veriyoruz. Gönül köprüleri kuruyoruz. Hoş geldin Bebek projesi kapsamında yeni doğan bebeklerin ailelerini ziyaret ediyoruz. Mahalle Kültür Merkezlerimizde ve Aile Eğitim Merkezlerimizde çocuklarımıza, gençlerimize ve hanım kardeşlerimize yönelik çok sayıda faaliyet düzenliyoruz. Özellikle hanım kardeşlerimiz için düzenlediğimiz el beceri kursları, resim, şiir okuma yarışmaları şehrin tüm kesimi tarafından takdirle karşılanıyor. turuncudergi.com Engelli kardeşlerimizin yaşam sevinçlerini artırmak ve hayat kalitesini artırmak amacıyla Engelli Eğitim Merkezi kurduk.” dedi. Hemşehrilerimizle gönül bağı kuruyoruz Belediye Başkanı Muzaffer Külcü, Çorumlu tüm kadınların rahat vakit geçirmeleri, yeteneklerini geliştirmeleri, daha aktif sosyal rol üstlenmeleri amacıyla kurdukları Kadın Kültür ve Sanat Merkezlerine gösterilen ilgiden çok memnun olduklarını söyledi. Velipaşa Konağı ile birlikte Ulukavak, Mimar Sinan, Akkent ve Bahçelievler Mahallelerinde açılan kültür merkezlerinin Çorum Belediyesi tarafından topluma ilk kez sunulan yatırımlar olduğunu ifade eden Başkan Külcü, gelinen noktada Çorumlu kadınların bu merkezlere gösterdiği ilgiden hayli memnun olduklarını belirtti. Buharaevler Kültür Merkezi’nin ise bölge illere örnek olan prestij yatırım olduğunun altını çizen Belediye Başkanı Muzaffer Külcü “Aramızda gönül turuncudergi.com bağı, karşılıklı sevgi bağı oluşturmak için insanların elini tutmak şarttır. Çorum Belediyesi, 14 mahallenin, 237 bin nüfusun belediyesidir. Hizmetlerimiz tüm insanlar içindir. Belediyenin sosyal hizmetleri, imkânları ile hemşehrilerimizi tanıştırmak için mahallelerde kültür merkezlerinin şubelerini açtık. Bu merkezler hem belediye ile halkın irtibat noktası oldu hem de kadınlarımız, gençlerimiz sosyal ve kültürel faaliyetlerde bulunma imkânına kavuştu” dedi. Özellikle Çorumlu kadınların mahalle kültür merkezlerinde verilen kurslara katılarak meslek edindiklerini, ürettikleriyle ev ekonomilerine katkılar sağladıklarını dile getiren Külcü, “2012 yılından beri yaklaşık 18.000 kadınımız 70 farklı branşta merkezlerimizde kurslara katıldı. Meslek edindi. Ürettikleriyle ekonomiye katkı sağlamaya devam ediyor. Merkezlerimize ilgi her geçen gün daha da artıyor. Bizler de sorumluluğumuzun bilinciyle hareket ediyor, hemşehrilerimize daha güzelini, daha iyisini vermeye gayret ediyoruz” dedi. Haziran 2015 / Turuncu Dergİ 73 DOSYA RÖPORTAJ Aile Eğitim Merkezi Aile Eğitim Merkezi’mizde evlilik, aile içi ilişkiler, çocuk eğitimi, beslenme, hukuk ve psikolojik danışmanlık gibi birçok konuda seminer ve bireysel destek hizmeti veriyoruz. Velipaşa Konağı, Akkent, Mimar Sinan, Ulukavak, Bahçelievler Aile Eğitim Merkezleri ile birlikte Buhara Kültür Merkezi içerisinde yer alan Aile Eğitim Merkezlerimizden binlerce kadın, danışmanlık hizmeti almaktadır. Düzenlediğimiz seminerler de kadınlarımız tarafından büyük ilgiyle takip edilmekkedir. Gençlik Merkezleri Gençlerimizin sosyal, kültürel, sportif ve sosyal etkinliklerini gerçekleştirdikleri, serbest zamanlarını ilgi ve yetenekleri doğrultusunda değerlendirdikleri Gençlik Merkezlerimizde, binlerce öğrencimiz eğitim desteği almaktadır. 5 Mahallemiz ile birlikte Buharaevler Kültür Merkezi’nde eğitim gören öğrencilerin sayısı 30.000’i bulmaktadır. Bu yıl 3.sünü düzenlediğimiz Kadın Emeği Fuarı, her geçen yıl daha geniş katılımla gerçekleştirilmekte, kadınlarımızı bu fuara daha fazla ilgi göstermektedir Belediye Başkanı Muzaffer Külcü “Aramızda gönül bağı, karşılıklı sevgi bağı oluşturmak için insanların elini tutmak şarttır.” Kadın Emeği Fuarı Kadın Kültür ve Sanat Merkezlerimize gelerek buralardaki kurslardan istifade eden kadınlarımız, her yıl açtığımız Kadın Emeği Fuarı’nda ürettiklerini satıp ev ekonomilerine katkı sağlıyor. Bu yıl 3.sünü düzenlediğimiz Kadın Emeği Fuarı, her geçen yıl daha geniş katılımla gerçekleştirilmekte, kadınlarımızı bu fuara daha fazla ilgi göstermektedir. Kadınlar, el emeği göz nuruyla meydana getirdikleri ürünlerini satarak hem kendilerine hem de ailelerine ekonomik katkı sağlamaktadırlar. Türkiye’nin dört bir yanına kültür gezileri Çorum Belediyesi, kadınlara, çocuklara, şehit yakınlarına, gazilere ve öğrencilere yönelik kültür gezileri düzenleniyor. Binlerce Çorumlu, Çanakkale, Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti, Konya, Kastamonu, Amasya, Tokat, Nevşehir, Kars, Erzurum gibi illere düzenlenen gezilerle gidilen yerlerin tarihi ve doğal güzelliklerini tanıma imkanı buluyor. 74 Turuncu Dergİ / Haziran 2015 Gönül KöprüsüEvde bakım hizmetleri Büyüklerimizin yaşlılar değil ulu çınarlar olduğuna inanıyoruz. Onların yaşamlarını kolaylaştırmak da bizim en temel vazifemiz. Şu anda 469 büyüğümüzün evini ekiplerimizle temizliyor, yemek ve turuncudergi.com turuncudergi.com Haziran 2015 / Turuncu Dergİ 75 Hoşgeldin Bebek projesi kapsamında bu zamana kadar 7678 ailemizi ziyaret ederek Düzenlenen seminerlere işletme sahibi girişimci kadınlar, bürokratlar ve alanında uzman, seçkin akademisyenler yoğun ilgi gösteriyor Belediyemiz tarafından hazırlanan hediye paketini bu ailelere ulaştırdık ütülerini yapıyoruz. Ayrıca, onlarla sohbet edecek aileler planlayarak gönül köprüleri kuruyoruz. Ailelerin sevinçlerini paylaşıyoruz Peygamberimizin doğum tarihi olan 571 sayısından esinlenerek 5071 öksüz, yetim ve ihtiyaç sahibi evladımızın bayram sevincine ortak olarak onlara bayramlık elbiseler hediye ettik. 10- Uluslararası Kadın Çalıştayı Çorum Belediyesi olarak 1. Uluslararası Katılımlı Kadın Girişimcilik Çalıştayı’nı gerçekleştirdik. Binlerce yıldır aktif bir şekilde toplumdaki yerini alan kadınların iş hayatında daha fazla yer almaları ve daha aktif olmaları için düzenlediğimiz çalıştaya ulusal ve yerel ölçek düzeyinde işletme sahibi girişimci kadınlar, bürokratlar ve alanında uzman, seçkin akademisyenler yoğun ilgi gösterdi. Hoş Geldin Bebek Projesi ile şehrimizdeki ailelerin doğum sevinçlerini paylaşıyoruz. Doğan her bebeğin sağlıklı büyümesi için aileleri bilinçlendirmek amacıyla hayata geçirdiğimiz proje kapsamında, hemşehrilerimizin gönül kapılarını çalmaya devam ediyoruz. Bu zamana kadar 7678 ailemizi ziyaret ederek Belediyemiz tarafından hazırlanan hediye paketini bu ailelere ulaştırdık. 5071 yetimi sevinirdik Biz Belediyeciliği sadece fiziki yatırımları sahiplenen bir anlayış olarak hiçbir zaman görmedik. Farklı sosyal belediyecilik faaliyetlerini de öne çıkardık. 76 Turuncu Dergİ / Haziran 2015 turuncudergi.com turuncudergi.com Haziran 2015 / Turuncu Dergİ 77 SEYAHAT Bİr uzakdoğu masalı d n a ayl En doğal tatİl, en doğal eğlence, en doğal alışverİş. Tayland’da uğradığınız her durak sİze unutULMAYACAK deneyİmler sunuyor 78 Turuncu Dergİ / Haziran 2015 turuncudergi.com turuncudergi.com Haziran 2015 / Turuncu Dergİ 79 SEYAHAT Kültürel altyapısı, tarihi geçmişi, sosyal yaşamı Türkiye’den tamamen farklı olan Tayland’a varınca masalların hiç de gerçek dışı olmadığını göreceksiniz 80 Turuncu Dergİ / Haziran 2015 T ayland. tropikal iklime sahip güney Asya’nın vazgeçilmez turizm ülkesidir. İstanbulBangkok arası dokuz saate yakın bir havayolu yolculuğundan sonra vardığınız şehirde, havaalanından çıktığınızda ya çok sıcak ya da gökten boşalmışçasına yağan muson yağmuru sizi karşılayabilir ama korkmayın atmosfer o kadar mistik ki bir anda kendinizi bu büyülü zaman tüneline bırakacaksınız. Aradığınız meyve cenneti işte tam da burası. Marketlere girdiğinizde daha önce ne rengine ne kokusuna ne de tadına rastlamadığınız meyveler size gülümsüyor olacaktır. Ülkesine dönen turistlerin mutlaka valizinde ya da ellerinde kilolarca meyveyi sevdiklerine tattırmak için taşıdıklarını göreceksiniz. Tayland denilince akla ilk gelen -gezip görmenin yani sıra- thai masajıdır. Thai masajı, masör eşliğinde spor yapmak olarak da algılanabilir. Dünya genelinde çok yaygın ve trend olan masaj çok büyük talep görmektedir. Thai masajını, Tayland’da turuncudergi.com yaptırmak biraz da şans işidir çünkü o kadar çok ehil olmayan kişiler tarafından ticarete döküldüğü için kişilerin çok kolay kandırıldığı sektör hâline gelmiştir. Para birimi baht olarak ifade ediliyor. 10 baht 1 TL’ye tekabül ediyor. Türkiye ile zaman farkı dört saat. Tayland Türkiye’ ye vize uygulamıyor. 67 milyon nüfusa sahip. Anayasal monarşi ile yönetilse de geçen yıl askerî bir darbe sonucu ele geçen devlet, hâlâ askerî yönetimin elinde. 67 eyaleti olan Tayland, otuza yakın etnik guruba sahip. turuncudergi.com %94’ü Budist olan ülkenin %4,6’sı Müslüman , % 0,7’si Hristiyan dine mensup. TAYLAND’DA GEZİLECEK YERLER Başkent Bangkok, dünyanın en sıcak şehri olarak geçiyor. Şehrin tarihî bölgesi olan Rattanakosin Adası, Bangkok’ta görülecek çok yerlerin bir arada olduğu bölge olarak biliniyor; Granda Place (Tayland Kraliyet Sarayı), Wat Pho (Yatan Buda Tapınağı), Wat Phra Kaew (Zümrüt Buda Tapınağı)… Türkiye’de tanesini 30 kat fazla fiyata satın aldığınız tropikal meyveleri yediğinizde, “gerçek mango” lezzetiyle zaten her şeyi unutuyorsunuz Haziran 2015 / Turuncu Dergİ 81 SEYAHAT Bangkok için “Doğu’nun Venediği” derler. Gerçekten de Chao Phraya Nehri’ne açılan yüzlerce kanal şehrin hayat damarları 82 Turuncu Dergİ / Haziran 2015 Chao Praya Nehri’nde tekne gezisi yaparak nehir üzerindeki barakalarda süren basit yaşamları görebilirsiniz. Tayland’ın en popüler on yerinden biri olan Yüzen Pazar (Floating Market), Bangkok’a 80 km uzaklıkta ve görülmeye değer. Dünya miras listesinde olan UNESCO’ya bağlı Ayutthaya Antik Kenti’ne yapacağınız günübirlik bir gezi, genel kültürünüze çok şey katacaktır. Pattaya şehri, Phuket adası ve sahilleri, dünyaca ünlü Maya Sahilleri, Bambu Adası’nı da keşfetmek ruhunuza iyi gelecektir. Özellikle tekne turları, tüm negatif enerjinizi alıp ruhunuzu sıfırlayacaktır. Hayvanların gösterilerinden hoşlanıyorsanız, Nong Nooch Botanik Bahçesi’nde fil, timsah, yılan gösterileri izleyerek adrenalin yaşayabilirsiniz. turuncudergi.com PSİKOLOJİ RUKİYE KARAKÖSE Marmara Üniv. Öğretim Görevlisi R Ramazan ayında tutulan oruç, fiziksel, psikolojik, sosyal ve inanç ile ilgili, çok yönlü ve bu şekliyle müslümanlara özgü bir ibadet şeklidir. Dolayısı ile olayı sağlık açısından, sadece açlık yönü ile ele almak, çoğu kez yanıltıcı olmaktadır. Ne yazık ki, bu konudaki bilimsel çalışmaların yetersizliği, konunun sadece aç kalmanın sağlıklılık üzerine etkisi boyutu ile ele alınmasına yol açmaktadır. Yemek tarifleri ve orucun kan şekerine etkileriyle ilgili haber bombardımanları, orucun hakiki manasını perdelemektedir. Hayır Terapisi Bu ay, teravih namazları, iftar sofraları, okunan mukabeleler, davetler ve benzeri sosyal davranışlar ile “sosyal barış”ın da sembolüdür. Yardımlaşma ve sosyal dayanışmanın en üst düzeyde yaşandığı Ramazan ayında yapılan bu eylemleri “hayır terapisi” çerçevesinde değerlendirebiliriz. Hayır terapisi, kendinden vererek, feda ederek ve vazgeçerek iyileşmektir denilebilir. Kişi elindekilere şükredebildiği oranda mutludur. Sahip olduklarından vazgeçebilmesi ve paylaşabilmesi ise en başta kendisini iyileştirecektir. İnsanımız Ramazan’a özel önem vermiştir. Bir yıl boyunca istemeyerek de olsa yapılan bir takım kötü davranış ve alışkanlıklar bu ayın girmesiyle terk edilmekte, insanımız manevi zenginliği bol olan bir atmosfere girmektedir. Bu atmosfer insanı kötülüklerden ve günahlardan rahmet, mağfiret ORUCUN PSiKO-SOSYAL AÇIDAN ETKiLERi Ramazan ayı, olgun insan mertebesine ulaştıran temel davranışları insana kazandırdığı için aynı zamanda dini ve ahlaki bakımdan bir yenilenme ve kendini murakabe etme zamanıdır 84 Turuncu Dergİ / Haziran 2015 turuncudergi.com turuncudergi.com Klinik Psikoloji Uzmanı ve bereketin huzur veren gölgesine sığındırmakta ve insan manevi huzur bulmaktadır. Bu ayda yaşanan huzur ve itminan hali hayatın geri kalanına da transfer edilebildiği oranda hayatımızın iklimi değişecektir. Oruç ve Dürtü Kontrolü Oruç, aşırı arzulara, heveslere mani olur. Onları teskin ve en iyi şekilde kanalize eder. Bilindiği üzere çeşitli meyveler ve çeşitli yemekler için belli mevsimler vardır. Böylece müslüman, belli zamanlarda her yiyeceğe karşı kendini tutabilme alışkanlığını kazanır. Eğer oruç sadece belli bir mevsim ve ayda olsaydı sadece bir grup yiyeceklere karşı kendini tutabilme imkanı verirdi. Orucun aylar içinde devr-i daim etmesi her türlü yiyeceğe karşı kendini tutabilme fırsatını getirmekte ve nefsi terbiye etmektedir. Senede bir ay olarak tutulan orucun, inanan insanlar üzerinde büyük etkisi vardır. Bu ayda bedenin ihtiyaçlarını belli zamanlar için terk ederek kendi iç disiplinini sağlayan insan, psikolojik bakımdan da doyuma ermektedir. Onun için oruç, ruh terbiyemizi de sağlar. Orucun sağlık üzerine etkisi bir yana, sadece nefsin arzularını dizginleyebilmeye olan katkısı ele alınsa bu bile ciddi bir literatür oluşturabilir. Zira ruhsağlığı genel manada duygu ve dürtü kontrolünü ne kadar sağlıklı başarabildiğimizle de ilişkilidir. En temel dürtüler olan açlık, susuzluk ve cinselliği denetleyebilmek, bunu da esasen sağlığımıza faydası için değil, bizden daha büyük bir varlığa imanımızdan dolayı yapmak, başlı başına bir oto kontrol eğitimidir. Gönüllerin yumuşaması ve şefkat duygularının da gelişmesi sayesinde insanlar arasında sevgi-saygı, hoşgörüanlayış ve barış vücut bulur. Ramazan bu eksende sosyal dayanışmanın en üst düzeye yükseldiği ve suç oranlarının azaldığı bir aydır. Yetim, yoksul, vatandaşlarımız da bu ayda diğer zaman dilimlerine nazaran daha fazla korunup gözetilmektedir. Ayrıca insan aç kaldığı zaman daha hassas ve duyarlı hale gelmekte ve açlık çekenlerle daha kolay empati kurabilmektedir. Bundan dolayıdır ki, yemek yendikten sonra insanımız şu duayı eder: “Kimseyi açlıkla terbiye etme Allah’ım”. Bu ay, olgun insan mertebesine ulaştıran temel davranışları insana kazandırdığı için aynı zamanda dini ve ahlaki bakımdan bir yenilenme ve kendini murakabe etme zamanıdır. Bireysel seviyede gerçekleşen bu diriliş ve uyanış hali gelişerek inananların diğer duygu ve düşüncelerini de etkileyecek, neticede şahsiyetinin gelişip olgunlaşmasını sağlayacaktır. Yıl boyunca namaz ve ibadetlerden uzak bir kısım insanımız Ramazan ayının gelişi ile kendini disipline ederek, iradesini ortaya koyarak, alışık olduğu bazı alışkanlıkları terk edip oruç ibadetini eda eder. Halis bir mümin olma yoluna girmek, sabır, irade ve nefsi terbiye meselesidir. Oruç, psikolojik açıdan insanı olgunluğa yükselterek olgun bir ruha kavuşturur. Bütün bu meziyetler oruç sayesindedir. Ramazanın hepimiz için bereketli olması dileğiyle… Haziran 2015 / Turuncu Dergİ 85 MUTFAK KÜLTÜRÜ RAMAZAN’IN VAZGEÇiLMEZi GÜLLÜ AŞ CHEF AYŞENUR aysenur@turuncudergi.com G GÜLLAÇ üllaç, ilk olarak “güllü aş” olarak bilinmekteydi. Bunun sebebi ise Osmanlı Dönemi’ndeki halkın, mısır nişastasından yufkalar açarak bu yufkaları açık ortamda bırakmaları ve açıkta kalan yufkaların kuruması sonucunda süt, şeker ve gül suyuyla ıslatarak yemeleriydi. Sonradan, tıpkı sütlü aş yani sütlaç gibi, bu tatlı da güllü aş iken güllaç olarak değişmiştir. Osmanlı mutfağından günümüz mutfağına kadar Klasik Güllaç malzemeler H 3 litre süt H 1 kg şeker H 10 Yaprak güllaç H Badem, fıstık, fındık H Gülsuyu Bademli Güllaç malzemeler H 1 litre süt H 500 gr şeker H 10 yaprak güllaç H 100 gr file badem, H 1,2 adet nar, H 25 gr Antep fıstığı 86 Turuncu Dergİ / Haziran 2015 turuncudergi.com turuncudergi.com taşınmış bu benzersiz lezzet, ilk olarak 1489’da saraya girmiştir. Saray görevlilerinin Kastamonu’da bir gezi sırasında Kastamonulu Ali Usta’nın elinde kalan yufkaları şekerli süt ile ıslatıp bu görevlilere ikramı sonucunda herkes tarafından çok beğenilmiş ve bu tatlı Ali Usta ile birlikte saraya girmeyi başarmıştır. Bu tatlının yaprakları o dönemde kömür ocaklarında sac tavaların üzerinde yapılırmış. Günümüzde ise güllaç yaprakları yufkacılarda satılmaktadır. Güllaç Sarma malzemeler H 1 litre süt H 1.5 su bardağı toz şeker H 6 Yaprak güllaç H 1 çorba kaşığı gülsuyu H 1 su bardağı dövülmüş ceviz l Yüksek kenarlı bir servis tabağını hazır edin. Güllaç yapraklarının kalın kenarlarını kopararak ayırın. l Her yaprağı elinizle kırarak veya makasla keserek dörder parçaya bölün. Sütü bir taşım kaynatın, ateşten alın. İçine şeker koyun. Şeker eriyene kadar karıştırın. (Çok az soğumasını sağlayın çünkü kaynar süte güllaçları koyarsanız eriyip hamurlaşacaktır.) l Geniş bir tepsiye dökün. Güllaç parçalarını teker teker sıcak şekerli süte batırıp hafif yumuşatarak bir tabağa alın. İkiye katlayın. Geniş kısmına ceviz koyup yanlarını kapatın. Sarma biçiminde sarın, servis tabağına yerleştirin. Tüm güllaçları bu şekilde yumuşatıp sardıktan sonra kalan sütü hepsinin üzerine gezdirin. Üzerine gülsuyunu serpiştirin. l Buzdolabında soğuttuktan sonra servis yapın. Mevsime göre; nar tanesi, ceviz veya antep fıstığı ile süsleyebilirsiniz. l Ceviz yerine kabuğu soyulmuş ve dövülmüş badem kullanırsanız güllacın rengi daha beyaz olur. l 3 litre süt, 1 kg şeker ile kaynatılıp ılık vaziyete getirildikten sonra; tepsiye konan her güllaç yaprağının parlak tarafı üzerine kepçe ile ılık süt gezdirilir. l Güllaç yaprakları bittiğinde kalan süt, güllaçların üzerine dökülür. l Buzdolabı veya serin bir yerde yarım saat bekletildikten sonra üzerine dövülmüş ceviz, badem, fıstık, fındık ve arzu üzerine gül suyu ilavesiyle servis yapılır. l Şeker sütte tamamen çözülünceye kadar kaynatılır. l Süt ılıklaşınca yapraklar ortadan kırılarak tek tek servis kabına konulup sütle ıslatılır. l Her katın arasına file badem serpilir. l Kalan şekerli süt güllacın üzerine dökülür. l En az dört saat bekletildikten sonra üzeri nar ve fıstıkla süslenip servis edilir. Haziran 2015 / Turuncu Dergİ 87 Başörtü Tarzı MODA First Lady’mizin başörtü tarzı, başlangıçta bazı takipçilerine alışılmışın dışında bir örtme şekli olarak gelmişti ama kendine yakıştırdığı için kendisiyle bütünleşti. Başörtülü hanımların kullandığı boneyi modifiye edip asilleştirdi ve iki katlı bir örtme tarzıyla yorumladı. Sadece First Lady’mize has bu tarz Hanımefendi’nin yüz hatlarını daha da belirginleştirdi. First Lady’mizin, genelde kıyafetlerine uygun düz renk başörtüsü tercih ettiğini söyleyebiliriz. Bordo başörtüsü, bordo dökümlü ipek bluzu ile renklendirdiği bej renkli pantolon takımı da çok zarif. Başörtüsünün rengindeki aksesuar da iki rengi birbirine ısındıran bir unsur olmuş. Başörtülü hanımların aksesuarlarıyla kıyafetlerini nasıl tamamlayabileceklerini gösteren güzel bir örnek teşkil ediyor. Fark edilen genel prensiplerine gelince; pantolon üzerine giyilen tuniklerin, diz hizasının altında olmasına dikkat ediyor. Oturulduğunda tunik boyu yukarıya çıktığı için, Hanımefendi, tesettür kurallarına olan hassasiyetinden dolayı, bu detaya önem veriyor. Kendine has, zarif stili ile E mİne ErdoğAN Siyasetin içinde bulunan gelmiş geçmiş birçok kadına baktığımızda giyimi, DURUŞU ve zarafetiyle ülkemizin First Lady’si olarak bizi en güzel temsil eden şüphesiz Emine Erdoğan hanımefendidir S ELİF KAVAKÇI iyaset ve moda, birçok insana ne kadar birbirinden uzak iki konseptmiş gibi gelse de gerçek hayatta birbirinden ayrılmaz bir ikili hâline gelmiştir. Siyasetçiler her zaman göz önünde bulunsalar da içinde bulunduğumuz seçim günlerinde basında daha da yoğun bir şekilde yer almaktadırlar. Siyasetçi erkeklerin kıyafetleri çok nadir konuşulmasına rağmen, kadın siyasetçilerin ya da siyasetçi eşlerinin kıyafetleri ise gündemden hiç düşmemektedir. Çoğu zaman çelişkili ikili olarak görülen siyaset ve modaya bir de tesettür eklenince bu yeni üçlünün dinamiği daha da zorlanır. İslami ölçüleri titizlikle dikkate alarak hem şık hem de modern giyinmek çok zor olmasa da siyasetin içinde ve devamlı göz önünde bulunan bir kadın olarak her taraftan eleştiriye maruz kalmamak da bir o 88 Turuncu Dergİ / Haziran 2015 Moda Çalışmaları Uzmanı kadar zor. Zevkler ve renklerin her ortamda tartışıldığı ve modanın, neyi nasıl giydiğinizden çok, ne kadar farklı ürüne sahip olduğunuzu savunduğu bir dünyada herkesi memnun etmek mümkün değildir. Birçoğumuzun tahmin edemeyeceği bir tempoda çalışıp bir toplantıdan başka bir toplantıya koşuşturan ve her gün bir öncekinin tekrarı olan bir koşuşturmada kıyafet seçimine vakit ayırabilmek bile takdire şayan. Göz önünde bulunan kişilerin kıyafet seçimlerini birçoğumuz oturduğumuz yerden eleştirebiliyoruz ama aynı şartlar altında biz aynı tempoda, aynı ortamda nasıl bir kıyafet seçerdik acaba? Siyasetin içinde bulunan gelmiş geçmiş birçok kadına baktığımızda giyimi, duruşu ve zarafetiyle ülkemizin First Lady’si olarak bizi en güzel temsil eden şüphesiz Emine Erdoğan hanımefendidir. First Lady Emine Erdoğan; kendine has, zarif bir giyim tarzı oluşturdu. Bu zarif tarzından birkaç örnekle bahsetmek isterim. Beyaz Saray’da Michelle Obama İle Görüşmesi Sırasında Giydiği Kıyafeti Beyaz Saray ziyaretinde Michelle Obama ile olan görüşmesinde giydiği kıyafetinin renk uyumu çok güzeldi. Kıyafetinden bir ton açık başörtüsü kullanmış olması ve kıyafetin omuzlarındaki taşlı apolet aksesuarlar, stiline modern bir hava katıyordu. Bu kıyafet hem gündüz hem de gece protokolüne uygun, farklı ortamlarda giyilebilecek bir kıyafetti. First Lady’mizin bu zarif tarzı, Amerikan basınında da övgüyle bahsedilmişti. 30 Ağustos Zafer Bayramı dolayısıyla Çankaya Köşkü’nde düzenlenen resepsiyonda Hanımefendi’nin dökümlü şifon elbisesi ile kombin yaptığı boncuk işli pembemsi-bej pelerini de zarafeti ile dikkatleri çekti. turuncudergi.com turuncudergi.com Emine Erdoğan Etek takımlarında ise ceket boyunu daha kısa kullanabiliyor. Ceket ve tuniklerin içine yüksek yakalı, uzun kollu bodyler giymeyi tercih ediyor. Geniş kol kesimli ceketlerini böylece hem tesettüre uygun hem de rahat kullanmış oluyor. Resmi davetlerin vazgeçilmezi siyah-beyaz kombinlere ve smokin ceketlere ise First Lady’miz yine tesettüre uygun modern bir yorum yapıyor. Saten yakalı siyah blazerin içine beyaz ipek dökümlü bluzunu ve altına siyah boncuk işli uzun eteğini giyiyor. Beyaz başörtüsü siyah-beyaz ciddiyetini ve aynı zamanda kıyafetin sadeliğini korumasını sağlıyor. Boncuk işli eteği ise kıyafetine hem abiye havası katıyor hem de resmî maskülen ceketini, feminen bir yorumla yumuşatıyor. Son zamanlarda düz renklerin üstüne, kıyafetinin renginde puanları olan başörtüleri kullanışı, neşeli bir hava verişiyle dikkatimizi çekiyor. Kıyafet ve başörtülerinde kullandığı renkler arasında beyaz, krem, bej, sarı, lame, dora, gri, mavi, yeşil, lacivert, siyah, bordo ve pembe renklerinin çeşitli tonları yer alıyor. Bazı davetlerde ise kıyafetinde baştan aşağıya tek renk kullanmayı tercih ediyor. First Lady’miz kolye, yüzük ve broş gibi aksesuarları kıyafetlerini bütünlemek amacıyla kullanıyor. Özellikle broş ve yüzükleri seviyor. Resmi, protokol davetlerinde kırmızı halı karşılamalarında protokol resmiyetine özen gösterdiği için kesinlikle eline çanta almıyor ve kapalı ayakkabı giymeye dikkat ediyor. Emine Erdoğan Hanımefendi, vücut hatlarına ve bulundu- Michelle Obama Beyaz Saray ziyaretinde Michelle Obama ile olan görüşmesinde giydiği kıyafetinin renk uyumu çok güzeldi. First Lady’mizin bu zarif tarzı, Amerikan basınında da övgüyle bahsedilmişti ğu konuma göre giyinmeyi çok iyi biliyor. Günümüzün modacılarını geride bırakacak derecede kumaş, dikiş ve tasarım bilgisi olduğunu, giydiklerini kendine yakıştırdığını ve güzel taşıdığını eklemek isteriz. Göz önünde bulunan tesettürlü bir hanımefendi olarak, aynı kıyafeti farklı davetlerde çekinmeden birkaç kere giymesi ise takdire şayan. Bu özelliği, ülkemizin tesettürlü First Lady’si olarak kendisini örnek alan birçok genç kıza “Stil; aldığınız değil, nasıl taşıdığınızdır.” cümlesinin de canlı örneğini temsil ediyor. Haziran 2015 / Turuncu Dergİ 89 TERZİDEN İki renkli asalet Monocrom Her sezon tahtını koruyan siyah beyaz kıyafetler bu sezon da gözde konumda. Ayakkabı, çanta, elbise, ceket ve hatta takılar bile siyah-beyaz artık! AİDA ÜSTÜN Gvency aidaustun@turuncudergi.com Michael Kors Mavi Etkisi Dolce&Gabbana Tek bir desenin ya da rengin tonlarının bir arada kullanılmasına monokrom desek de, siyah ve beyazın bir arada kullanılması da bu akımın bir parçası olarak kabul ediliyor, söylemeden geçmeyelim… Özellikle siyah-beyaz çizgili kıyafetler son yıllarda oldukça popüler ve bu trend daha uzun yıllar devam edecek gibi de görünüyor. Topshop Bionda Castana Narciso Rodriguez Tabitha Simmons Mango 90 Turuncu Dergİ / Haziran 2015 turuncudergi.com Haziran 2015 / Turuncu Dergİ 91 Celia TERZİDEN Tibi Balmain Mango İpekyol Mango Jadee Jadee Mango Junior B.P Mavi Etkisi aklar Mavi Etkisi Lüx saç İşte geçiş mevsimlerinin en kurtarıcı parçası. Ne üşütecek ne de fazla gelecek bir hırka kıvamında ama palto kesimindeki bu parçalar sezonda çabasız şık görünmenin anahtarı. Canlı renkli ya da pastel tonlarda olanlardan en sevdiğinizi seçmek size kalmış. Bu sezon baştan aşağıya püskül ve saçaklara bürünüyoruz. Kıyafetlerimizin ve aksesuvarlarımızın her detayında kullanılan püskül ve saçaklar bu sezon ayaklarımızı da süslemeye devam ediyor. Tarzınıza hareket katmak istiyorsanız püsküllü modellere mutlaka göz atın. Zara 92 Turuncu Dergİ / Haziran turuncudergi.com turuncudergi.com Haziran 2015 / Turuncu Dergİ 93 BEDESTEN ÇOCUKLARINIZ İÇİN DUVARLARINIZI KF DİN EŞ EMİNE BÜYÜKKAYMAZ E emine@turuncudergi.com B ÇocukLARINIZIN odalarınIN sıradışı, farklı OLMASINI istiyorsanız DUVARLARI KULLANABİLİRSİNİZ. SEÇTİĞİM TASARIMLAR size eğlenceli çocuk odasLARI İÇİN ilham verebilir 94 Turuncu Dergİ / Haziran 2015 iz mimarların dekorasyonunu yapmaktan en fazla keyif aldığımız mekanların arasında gelir çocuk odaları. Temel prensip ise çocukların kendilerini güvenli hissedebileceği mekanlar oluşturmaktır. Mobilya ve aksesuar seçimlerinde bu prensip üzerinden yola çıkarak kullanılan renkler ve resimlerle, çocukların hayal dünyasına katkıda bulunmaya çalışırız.Tabi mekan fiziki büyüklüğü doğru tasarım için oldukça önemlidir. turuncudergi.com turuncudergi.com Haziran 2015 / Turuncu Dergİ 95 BEDESTEN Ayrıca aynı ünitede farklı renk kullanımları ile eğlenceli ve bir o kadar hayal gücünü harekete geçirebilecek mobilyalarla başarılı bir dekorasyona imza atabilirsiniz. Mekan ölçülerinize özel olarak tasarlanacak duvar mobilyaları için bir mimarla çalışmanız doğru bir sonuç almanızı sağlayacaktır. Dağınıklıktan ve karmaşadan çok sıkılmış anneler için ideal bir seçim olacağını düşünüyoruz. Denemeye değer.. Özellikle dar mekanlarda çocuk odalarınızı fonksiyonel olarak kullanmanızı sağlayacak bazı önerileri paylaşmaya ne dersiniz. Yabancıların ‘wall next furniture’ diye tanımladığı duvar mobilyaları yakın zamanda hayatımıza girmeye başlayacak. Oldukça fazla avantajı bir arada sunan duvar mobilyaları ile temiz , ferah ve güvenli mekanlar oluşturmak mümkün. Çalışma mekanı, yatak kısmı, hatta dolap ve saklama ünitesini tek bir mobilya grubu altında toparlayıp,oda içinde oluşabilecek karmaşıklığa başından son verebilirsiniz. 96 Turuncu Dergİ / Haziran 2015 turuncudergi.com turuncudergi.com Haziran 2015 / Turuncu Dergİ 97 SİNEMA BİR LİDERİN GÖNLÜNE GİDEN YOL: GANDHI GÜLAY KURT gulaykurt@turuncudergi.com B ir insanın hayatındaki her şeyi anlatmak olanaksızdır. Ama gönlüne giden yolu anlatabilirsiniz.” “Gandhı” sinema filmi işte bu yolun hangi taşlarla döşendiğini gösteren muhteşem bir başyapıttır. Film, 20. yüzyılın başlarında İngiliz sömürgesi Hindistan’daki bağımsızlık mücadelesini ve mazlumun zalime karşı olan mücadele biçimlerinden biri olarak tanımlayabileyeceğimiz “Pasif Direniş” tarzının öncüsü ve de sembolü sayılan Mahatma Gandhi’nin sıradan bir avukat iken nasıl bir lidere dönüştüğünü anlatır. İnsanlık tarihi, farklı siyasi mücadelelere tanıklık etmiştir. Siyasi mücadeleler, gerek yönetime karşı gerekse dışarıdan yapılan saldırılara karşı bir çeşitlilik arz eder. Bu konuda tek bir doğru bulunmamakla beraber, izlenen yollar da insanlık tarihi kadar eskidir. Ama değişmeyen bir şey vardır ki o da hiç bir devrimin lidersiz olmayacağıdır. Lider demek tek başına bir olgu değildir tabi. Etrafına toplanan halk, bunu kendisine rol olarak biçer. Yani bir insan kalkıp “Ben liderim, hadi benim peşimden gelin.” demez, diyemez. Derse de o zaten lider değildir, ancak yönlendirici olabilir. 98 Turuncu Dergİ / Haziran 2015 Bir toplumu dönüştürmek, tabuları yıkmak, yapılamayanı yapmak, kararlı olmak, davasının altına sadece elini değil tüm bedenini koymak, yığınları peşinden sürüklemek ve bu uğurda ölümü dahi göze almak liderliğin vazgeçilmezidir. Klişe bir söz olacak ama: “Sonradan lider olunmaz, lider doğulur.” Fakat bir insanın doğuştan getirdiği liderlik özelliklerini kullanacak bir ortamın da bulunması gerekir. Yoksa durduk yerde bir insan lider konumuna yükselmez. Yani ortada büyük bir sorun var ve bu sorunu hâlletmek için kimse kılını kıpırdatmıyor, “Bana dokunmayan yılan bin yaşasın.” deyip hatta o yılan kendisini ısırsa dahi sesini çıkarmayıp hayatına devam ediyorsa; işte bu ortamda bu haksızlıklara karşı durabilecek cesaret, feraset, basiret sahibi liderler toplumda var olacaktır. Bazen haksızlıklara karşı değil, kendi kafasındaki ideolojik toplumu oluşturmak için de liderler çıkabilir. Yani ille de bir haksızlık olması gerekmez bazen. Mesela Hitler; ırka dayalı, kendi kafasındaki Almanya’sını oluşturmak için kitleleri peşinden sürüklemiştir. Bu kadar insanı kendine inandırması onun karizmatik liderlik özelliğinden kaynaklanmaktadır. Sadece hitabet, kararlı olma, muhteşem bir gelecek vaat etme, ikna etme özelliği yüksek vs. gibi özellikleri olan bu tür karizmatik liderler kitleleri kendine inandırabilir ama ardında bir enkaz bırakır ki bırakmıştır da. turuncudergi.com Dönüşümcü lider ise farklıdır. Gerçekten adı gibi, bir toplumu kökünden dönüştürebilme yeteneğine sahip insandır. Öyle çok hitabet gücüne sahip olması da gerekmez. Bazen sessiz duruşları bile yığınlara çok şey anlatabilir. Bazen hiç hareket bile etmeyebilir ama kitleleri harekete geçirebilir. Eline hiç silah almamış, bir kişiye bile tokat atmamış, hiç bir şiddet uygulamamış, komutan olmamış, hatta zengin bile olmamış, çok fakir bir hayat süren sıradan görünümlü biri de olabilir. İşte bu saydıklarımıza uyan dönüşümcü bir lider örneğidir Gandhi. Hayat mücadelesine genç bir avukat olarak atılan Gandhi’nin bir lidere nasıl dönüştüğünü merhale merhale görmekteyiz filmde. Güney Afrika’da, bir davayı savunmak için yola çıkan Gandhi’nin, gün gelecek koca Hindistan’ın bağımsızlık sembolü olacağını o günlerde kendisine söyleseler, belki o bile inanmazdı. Zaten kendisinin böyle bir egosu bile olmamıştır hiçbir zaman. Planlanan bir şey değildi bu bağımsızlık mücadelesi Ganhdi’nin gözünde. Her şey, basit bir davayı savunmak için gittiği Güney Afrika yollarında bindiği trenden Hintli olduğu için atılmasıyla başlar. Kitleleri ayağa kaldırmak için bir kıvılcım gerekir. O kıvılcım Gandhi’nin Hintli olması sebebiyle trenden atılmasıdır. Irk ayrımcılığının soğuk yüzüyle ilk kez bu kadar net bir şekilde karşılaşan Gandhi, Güney Afrika’ya vardığında, savunmasını yapacağı Müslüman ve zengin bir işadamı olan Hintli müturuncudergi.com vekkilinin de aynı muameleye maruz kaldığını hatta bütün Hintlilerin bu şekilde köle gibi çalıştırıldığını, tamamen insanlık dışı kanunlarla yönetilen bir kitleyle karşı karşıya olduğunu görür. Bu duruma ziyadesiyle üzülmekle beraber, üzülmenin yetmeyeceğini ve mevcut durumu değiştiremeyeceğini gören Gandhi, azınlıkların geçiş izinlerini yaktığı bir eylem gerçekleştirir. Kendisine mani olmak isteyen polislere karşı koymaz ama eylemine hastanelik olana kadar devam eder. Üzülmek, yakınmak bir liderin işi değildir. Zaten bu duruma üzülen birçok insan vardır. Önemli olan bu durum karşısında ne yapılması gerektiğidir. Halk bu zulmü kanıksamış olabilir ama kanıksayamayan, bir şeyler yapılması gerektiğini bilen ama nasıl ve ne şekilde yapılmasını gerektiğini bilemeyen insanlara öncü olmak ise Gandhi’ye düşer. Gandhi toplantılar yapar bir yandan. “Adil olmayan insanlar gibi adil olmayan kanunlar da vardır.” der. Halka asla karşısındaki insana saldırmadan, sadece onların öfkesine karşı savaşacaklarını anlatır. Bunu yaparken asla kanuna teslim olmayacaklarını kendilerinin de İmparatorluğun bir vatandaşı olduğunu yürüyüş eylemleriyle gösterir. Burada İmparatorluğa, devlete karşı değil devletin azınlıklar hakkındaki kanunlarına karşı olduğunu ve şiddete asla başvurmayarak İmparatorluğun bir parçası olduklarını deklare etmeleri çok önemli bir ayrıntıdır. Net olmak, neye karşı olduğunu ayrıntılı bir biçimde anlatmak bir liderin kendini ve arkasından sürüklediği topluluğu ifade etmesi açısından çok önemlidir. Eğer toptan devlete karşı bir bağımsızlık hareketi gibi bir eylem yapsaydılar anında eylemleri bastırılır ve kan dökülürdü. Güney Afrika’da azınlık işçi statüsünde bulunan Hintlilerin yaşam standartlarını yükseltmek ve eşit vatandaşlık haklarını talep etmekten öteye gitmeyen bir eylemdir bu sadece. Yani bu eylem meramını anlatmış, mesajını vermiş bir hareket olmuştur. Devamında ise arkadaşları ile birlikte hapse atılır. Bu aynı zamanda bundan sonraki mücadelesinin işaret fişeğidir Gandhi’nin. O kadar ses getirir ki bu eylem için gazeteler “bağımsızlık bildirgesi”nden sonraki en önemli hareket der. Daha sonra, yapılan haksızlıkları görmeye başlayan azınlık halk, etrafında toplanmaya başlar. Halka karşı konuşmasında şunları söyler: “Bir amaç uğruna savaşıyorsanız tıpkı sizin gibi insanlar çıkacaktır. Biz, birlikte yaşama isteklerine karşı çıkan insanlara karşıyız. Azınlıkta olmak gerçekleri değiştirmez. Basın desteği olmadan bir toplum bütünleştirilemez.” Hayat mücadelesine genç bir avukat olarak atılan Gandhi’nin bir lidere nasıl dönüştüğünü merhale merhale görmekteyiz filmde Haziran 2015 / Turuncu Dergİ 99 SİNEMA Siz kıvılcımı çakarsınız ama yanında yakacak olmazsa o ateş yanmaya devam etmez. Liderlik, insanları organize etmeyi gerektiren çok önemli bir olgudur. İlk eyleminde İngiltere’den gazeteci arkadaşlarını çağıran Gandhi, basının da desteğiyle eylemini tüm dünyaya duyurur ki işte bu da çok önemli bir durumdur. Tek başına kimse başarılı olamaz. Siz kıvılcımı çakarsınız ama yanında yakacak olmazsa o ateş yanmaya devam etmez. Liderlik, insanları organize etmeyi gerektiren çok önemli bir olgudur. Bunun yolu da bir anlamda yapılan eylemi iyi duyurmaktan ve pazarlamaktan geçer. Burada pazarlamak deyimi çıkarcılık anlamında değil, katılımcılığı ve görünürlüğü artırmak anlamında kullanılmıştır. Sesini duyurmak için hiç durmadan yazılar yazan Gandhi, bunu tüm dünyayla paylaşır. İngiltere gibi emperyalist bir güce kafa tutmak, hele o günkü şartlarda, bir Hintlinin yapacağı en son şey olsa gerek. İş, bunu üslubunda ve kararlı olarak yapmaktır ve bu inancı insanlara aşılamaktır. Hapiste arkadaşları ve eşi ile birlikte geçirdiği günler sonunda Gandhi’nin kararlılığı sonucu Güney Afrika’da Hintli azınlıklara uygulanan kanun yürürlükten kaldırılır. Hapisten çıktıktan sonra hiçbir ayrımcılığın ve sınıfın olmadığı, tuvaletlerin bile sırayla temizlendiği, her türlü ihtiyaçlarını kendilerinin karşıladığı “Aşram” dediği bir topluluk kurar. Bu konuda eşine bile imtiyaz tanımaz. Kendisi ile tuvalet temizleme konusunda aynı fikirde olmayan eşini bile Aşram’dan kovmaya kalkar. Burada bir yanlış yaptığını, eşinin “Sen bir insansın, sadece bir insan. Senin kadar güçlü 100 Turuncu Dergİ / Haziran 2015 olmayan ve hatta güçlü olmak istemeyen insanlar da var.” sözleriyle herkese istediği şeyi zorla değil ikna ettirerek yapmaya çalıştırmaya hakkı olduğunu, herkesin kendisi gibi olamayacağını, olmak istemeyebileceğini anlar. Bu aslında bir insanın karşısındaki insandan ne bekliyorsa önce kendisinin yapmasını, gerisini ise o insanın kendi tercihlerine bırakması gerektiğini anlamasını sağlar. Yani bilgi; bilgenin davranışıdır, yaptırımı değil. Güney Afrika’da misyonunu tamamlayan Gandhi, Bombay’a gider ve orada bir kahraman gibi karşılanır. Gandhi’nin Güney Afrika’da geçirdiği yıllarda oluşturduğu ideolojisinin temellerini; ne olursa olsun asla şiddet uygulamama, sivil itaatsizlik, pasif direniş, barış karşılığında uzlaşmacılık, bu uğurda çile çekme, inançlara saygı, teknoloji karşıtlığı oluşturur. 21 yıl sonra, 9 Ocak 1915’te, ülkesi Hindistan’a dönen Gandhi’yi karşılamaya gelen on binlerce Hintli, onun artık Hindistan için basit bir avukat değil bir lider hâline geldiğinin de kanıtıdır. Hindistan’a kravatlı bir avukat gibi değil yerel Hintli kıyafetleri giymiş biri olarak gelmesi Gandhi’nin “Ben sizden biriyim.” mesajını vermesidir aslında. Avrupai kıyafetleri reddeden Gandhi ülkesinin fakir, çileli, bezgin tarafına daha fazla dikkat eder. Bu yüzden ilk işi ülkesini keşfetmek için gezmek olur. Halkının o güne kadarki görmediği yüzüyle karşılaşır. Hindistan’da bağımsızlık mücadelesi veren kişilere, “Düzeni değiştirmek için mi, yoksa insanları cezalandırmak için mi savaşıyoruz?” sorusunu sorar. İnsanları katletmek, trenleri raydan çıkarmakla direnişin olamayacağını savunur. Cezalandırma işini Tanrıya bırakmak gerektiğini anlatır. Sivil itaatsizlik, Hint halkının uygulaması gereken en önemli bir güçtür onun gözünde. Bu yüzden öncelikle ülkedeki bütün Hintlileri dua etmeye, oruç tutmaya ve işgücünü durdurmaya çağırır. Bu, İngiltere’yi şaşkına çeviren bu durum olur. Çünkü bugüne kadar böyle pasif bir direnişle hiç karşılaşmamıştır devlet güçleri. Bu pasif direnişi halka anlatan Gandhi, İngiltere’yi silahlı bir eylemle yenmenin zaten mümkün olamayacağını ve bunun inançlarına ters düşen bir durum olduğunu halk toplantılarında sürekli olarak dile getirir. Bu durum, o güne kadar küçük çaplı şiddet eylemleri yapan bazı gruplara ters gelse de bu pasif direniş halkta karşılığını bulur. Buna rağmen silahsız topluluklara karşı toplu katliamlar yapan İngiliz yönetimi hiçbir şiddet eylemiyle karşılaşmaz. “Şiddetle değil azmimizle onları yenebiliriz.” diyen Gandhi, İngiliz malı kullanmama, denizden tuz çıkararak pazarlama, kendi kıyafetlerinin kumaşını kendi dokuma vb. gibi eylemlerle İngilizlere asla teslim olmayacağını ekonomik anlamda da göstermeye çalışır. Belki de o güne kadar yapılan en etkili eylem olur bu. Çünkü ekonomi, bir ülkenin can damarıdır. turuncudergi.com İşçiler olmazsa İngiltere’nin orada yapacağı fazla bir şey kalmayacaktır. Burada Gandhi’nin sürekli olarak insanın bağımsız olması için önce ekonomik bağımsızlığını oluşturması gerektiğini söylemesi; kendi kendine yeten, İngiltere’ye muhtaç olmayan ama aynı zamanda ülkesinin kaynaklarını kullanmalarına da izin vermeyen bir tutum sergilemesi halkın özgüvenini sağlayan bir durum olmuştur. Özgüven, bir toplumun en önemli motivasyonudur. Özgüven olmazsa siz toplumun önüne istediğiniz hedefi koyun, o toplum ilerlemez. Yapılan kararlı eylemler sonucunda Hindistan, bağımsızlığına kavuşur ama bu sefer de ülkede çıkan Müslüman ve Hindu çatışmalarının durması için ölüm orucu eylemi yapar Gandhi. Hem Müslümanlar hem Hindular bu ölüm orucu karşısında daha fazla dayanamayıp çatışmaları durdurur. Burada barış için gerekirse ölümü dahi göze alan ve ÖLÜMSÜZ AŞK VİZYON TARİHİ: 05 Haziran 2015 Yapımı: 2015 - ABD Tür: Dram, Romantik Yönetmen: Lee Toland Krieger Oyuncular: Blake Lively, Harrison Ford, Amanda Crew, Ellen Burstyn, Richard Harmon Senaryo: J. Mills Goodloe , Salvador Paskowitz Yapımcı: Sidney Kimmel, Gary Lucchesi Ayşe, amcası ve yengesiyle yaşamaktadır. Aşık olduğu Ali’nin eğitimine devam etmek amacıyla İstanbul’a gitmesi sonucu, hayatındaki tek mutluluk kaynağını da kaybeder. Amcası ise Ayşe’yi şoför Ahmet ile evlendirmeye kararlıdır. turuncudergi.com bu uğurda bütün ikna yolunu kapatan Gandhi, kararlığı sonucunda barışın topluma yerleşmesini sağlar. Öyle ki hem Müslümanlar hem Hintliler Gandhi’nin ölmesini istemez. Gandhi’nin önderliği sayesinde Hintliler büyük bir emperyalist güç olan İngiltere’yi topraklarından sürerken bütün dünyaya; hiçbir zalim düzenin kararlı bir toplum karşısında tutunamayacağını, bu yolda ölmeye hazır olduklarını göstermişlerdir. Gandhi, haksızlık karşısında insanların asla susmamaları KUZU VİZYON TARİHİ: 19 Haziran 2015 Yapımı : 2014 - Türkiye Tür : Dram Süre: 87 Dak. Yönetmen : Kutluğ Ataman Oyuncular : Güven Kıraç , Şerif Sezer , Taner Birsel , Nesrin Cevadzade , Cahit Gök Senaryo : Kutluğ Ataman Yapımcı : Kutluğ Ataman Köyün en fakir ailesinin hanımı olan Medine, oğlu Mert’in sünneti için köyde ufak da olsa bir şölen yaparak toplum içerisinde varlık gösterebilmeyi çok arzular. Şölen için tandırda pişirmek üzere bir kuzuya ihtiyacı vardır. Kocası İsmail’in tek derdiyse şehre gelen şarkıcıdır. gerektiğini ama bu yolda korkmadan, taviz vermeden, şiddet kullanmadan nasıl organize olunabileceğini tüm insanlığa öğreten üstün bir liderdir. İnandığı yolda kararlılık ve samimiyet ise benim Gandhi’den aldığım en büyük ders olmuştur. Bunu da belirtmek isterim. 30 Ocak 1948’de radikal-milliyetçi bir Hintli tarafından gerçekleştirilen bir suikast ile öldürülmüş ama ardında gelecek nesillerin dünyadan böyle bir adamın geçtiğine inanamayacakları bir hayat bırakmıştır. Şövalye Rusty VİZYON TARİHİ: 12 Haziran 2015 Yapımı : 2014 - Almanya Tür : Animasyon , Macera Süre: 84 Dak. Yönetmen : Thomas Bodenstein, Hubert Weiland Senaryo : Mark Slater , Gabriele M. Walther Yapımcı : Gabriele M. Walther Şövalye Rusty’nin başı büyük derde girmiştir. Beklenmedik bir şekilde, yenilmez favorilere karşı girdiği büyük düelloyu kazanan Rusty, kaybedenler tarafından sahtekarlık ve hırsızlıkla suçlanır. Bunun üzerine kral tarafından ünvanı ve kalesi elinden alınır. Haziran 2015 / Turuncu Dergİ 101 KÜLTÜR SANAT RESSAM EMİNE ÖZDEMİR BALAKOĞLU: Sanat öğretmenlerimizi de nitelikli yetiştiremiyoruz. Bence temel sorun; Resim, müzik, beden derslerinin mihver dersler olmaktan çıkmış olmasıdır. Böylece ezberci bir sistem batağına saplandık MUHAFAZAKAR SANAT DİYE BİR ŞEY YOKTUR EMİNE YILMAZ emineyilmaz@turuncudergi.com 1 1960 doğumlu Mukadder Özdemir Balakoğlu 1984´de Marmara Üniversitesi Eğitim Fakültesi Resim Bölümünden mezun olduktan sonra Boğaziçi İmar Müdürlülüğünde kurum ressamı olarak 7 yıl, Milli Eğitimde 3 yıl çalıştıktan sonra üniversitede çawlışmaya başlar ve emekli olur. Daha sonra Eyüp de Tek Nokta Atölyesini açar, hem üniversite de hem atölye de eğitim vermeye devam eder. Yıldız Teknik Üniversitesinde görev yapan, sanat eğitimi uzmanı ve öğretim görevlisi Mukadder Özdemir Balakoğlu ile Tek Nokta Atölyesinde sanatın önemi ve sanatsal anlayışı ile ilgili konuştuk. // E.Y.-Sanatta özgünlüğün önemiyle konuya giriş yapmak istiyorum. Sanattaki ‘tekrar’ konusuyla başlayalım. Yeni bir teknik denendiğinde, keşfedildiğinde herkes kendi sanat algısı ile bunu farklı yöntemlerle deniyor. Siz özgünlükle tekrarı nasıl ilişkilendiriyorsunuz? M.Ö.-Sorunuzdaki tekrar vurgusunu, sanatçının kendi kendini tekrarı açısından ele almak istemiyorum. Çünkü bu akademik bir tartışmanın konusu olabilir. Bu nedenle ben soruyu taklit, öykünme olarak algılıyorum. 102 Turuncu Dergİ / Haziran 2015 Emine Özdemir // E.Y.-Evet, tabii özgünlükle ilişkili olarak kabul edelim.. Ülkemizde ve dünyadaki çağdaş sanat uygulamalarına ve sanatsal üretimlere baktığımız zaman çok beğenilen tekniğin veya yöntemin farklı denemelerini zaman zaman görmek mümkün. Bunun çeşitli sebepleri olabilir; sanatçının etkilendiğini, ilham aldığını düşünmek en masumu olacaktır ve mümkündür. Sanatsal tüketimin gerçekleşmesi, alıcı bulması kaygısı taklidin gerçekleşmesinde özendirici olabilir. Günümüzde sanatsal simgelerin metaya dönüşmesi ve metanın da kültürü oluşturmasından dolayı, sanat çoğu zaman insanlık için özgürlüğün ve özgünlüğün değil, kapitalizme hizmet etme yolunun aracı olmaktadır. Bu durum küreselleşen dünyada sanat alanında kaçınılamayan bir olgudur. Maddi değerlerin öne çıktığı günümüzün rekabetçi ortamında, insani değerlerin hırpalandığını ve haliyle sanat dediğimiz şeyin amacından sapması için uygun zemin oluştuğunu görüyoruz. Özellikle sermaye sınıfının sponsorluğunu üstlendiği çağdaş sanat fuarlarımızda tekrarlanan yöntemlerle taklitin olumlandığı anlayışlar kendini hissettirmektedir. Taklitin günümüzde dikkat çekiyor olması bu rekabetçi ortamdan kaynaklanıyor olabilir. Bunların üstünde ve dışında tek ve biricik olan, yani özgün olan yönüdür eseri önemli yapan. Günümüzün rekabetçi ortamından sanat da olumsuz etkileniyor. Sanatın Türkiye turuncudergi.com gündeminde yerini bulamasında bu yaklaşımların olumlu etkilerinin olduğunu ve sanatımızın gelişim düzeyini temsil ettiğini söylemek güçtür. Tam da günümüzde bu nedenlerle ticari olmayan sanata çok ihtiyaç vardır. Yani sanatı sanat için samimiyetle yapmaya. // E.Y.-Başka kaygılar taşımadan. M.Ö.-Evet sanatçı tüm çabasını, rekabete ve ticari kaygılara değil, kendini var etmeye, kendini bildiği sanatsal dilde ifade etmeye harcadığı zaman değerlidir. Ancak yaşayan ve var olan, etki gücü olan bir sanata bu yolla ulaşılabiliriz. // E.Y-Burada sanırım sanat eğitimi de önemli oluyor? M.Ö.-Tabii, çok önemli bir noktaya değindiniz. Ülkemizde sanat, ya çok elit bir kesimin ilgi alanı ya da çok lüzumsuz bir alan gibi algılanıyor. Çocuklarımız resim yapmasın da ne yaparsa yapsın. Bu yaklaşımların temelinde sanat eğitiminin amacına ulaşmadığı gerçeği yatar. Bunun sebebi de sanat eğitimindeki sancılardır. Eğitimimizin en sancılı alanlarından biri de sanat eğitimidir. Sanattan anlamak birikim ister ve kolay değildir. Okul bitirmekle sanat öğretmeni olunmuyor. Üniversitelerimizde bile sanat eğitimine hakim ve sanatı da bilen yeterince öğretim elemanımız yoktur. Sanat öğretmenlerimizi de nitelikli yetiştiremiyoruz. Bence temel sorun; Resim, müzik, beden derslerinin turuncudergi.com mihver dersler olmaktan çıkmış olmasıdır. Böylece ezberci bir sistem batağına saplandık. Bugün dünyada bizden ileri olduğunu düşündüğümüz toplumlar, ilerlemeyi sanat, kültür, bilim yoluyla yaptı. Sanat insanın kendini var ettiği insani ve önemli bir varlık alanıdır. // E.Y.-Burada araya girmek istiyorum. Modernizm her şey de popülerlik ve hızlı tüketim oluşturdu. Sanatta da bunun etkileri olabilir. Tekrar dediğimiz şey biraz da sanatçıların hızlıca üretip hızlıca sunma isteğine de dönüşmüş olabilir mi? M.Ö.-Evet bu bir neden olabilir ama sanat bunların ötesinde olmalı. Bir yöntem hoşuna gidiyor, bir de böyle deniyeyim diyorsun ama kirlilik oluşuyor. Tabi ki etkilenme olacak ama kendi izini sürmek başka bir şey. Örneğin, müzeye bile alınmış ilk uygulamasında özgün bir tarzın defalarca uygulandığını görüyoruz. Kimi boyayla, kimi kumaşla, kimi başka malzemeyle aynı tarzı yapmış. Defalarca, defalarca yapılmış. O fikir, yöntem sana ait değil, bunu başkaları yapmış, sen farklı malzemelerle tekrar yapıyorsun. Veya figürlerini ve stiliasyonu çalıyorsun kendi çevrene uyarlıyorsun. Bu sefer sen albenisi olan taklit bir şeyi yapıyorsun. Sanat eseri tek ve biriciktir, yani kendi içinde ve kendi türünde. O sanatçının diğer resimlerini hatırlatacak ama o sanatçı da kimseye öykünmemiş olacak. // E.Y.-Özgün olacak. M.Ö.-Tabi ki özgün olacak. Öncelik asla hoşa giden bir ürün değil, sanat yapmaksa amaç, özgünlük olmadan bu mümkün değildir. Bu da beslenme kaynaklarının nerelere gittiğini, sanatsal kaygılarımızın ne olması gerektiği konusun aslında çok dikkatli olmamız gerektiğini gösterir. Şimdi aklıma gelen bir örnek daha vermek istiyorum. İstanbul’da Van Gogh sergisi olmuştu. Reklamlarından dijital olduğu anlaşılıyordu ama bir tek de olsa orijinal bir eseri vardır diye düşünerek heyecanla gittim. Van Gogh’un 90x100 resimleri duvar boyunca dijital ortama yansıtılmış. Sergi alanı, bir oyun yeri gibi oradan oraya yansıyor. Bu da yetmiyor, resimdeki trenler duvarda yürüyor. Bir sürü projeksiyon. Bir tane bile Van Gogh resmi yok. Hatta isterseniz biraz para verip fotoğrafınızı yatak odası resminin taburesine bile monte ediyorlar. Baktım ki, herkes mutlu görünüyor, eğleniyorlar. Orta yaşlı aklı başında görünen birileri yakınımdaydı. ‘Nasıl buldunuz’ dedim, çok beğenmişler. Konuşmamız biraz devam etti. Ben de hayal kırıklığımı paylaşma fırsatı bulmuştum. ‘Aaa! biz hiç öyle düşünmedik’ dediler. Bizim insanımızın sanatla ilişkisi henüz kurulamadan, sanat eğlenceye dönüşüyor. Hadi hayırlısı. E.Y.-Sanatçının gerçek resmine bakmak ile dijitaline bakmak arasında çok ciddi fark olduğunu düşünüyorum. Dokusunu kavramak, teknikleri incelemek, o duyuşlarını görmek. Haziran 2015 / Turuncu Dergİ 103 KÜLTÜR SANAT Sanatçının gözüyle görmenin çok farklı bir değeri vardır herhalde… M.Ö.-Tabii ki vardır. Sizin de dediğiniz gibi, Sanatçının penceresinden dünyayı görme imkanı buluyorsunuz. Avrupa’daki sanat galerilerinde, müzelerde orijinal eseri görme imkanı bulduğumuz zaman anlıyoruz bunu. Onu bulamayınca çok iyi baskılara bakıyoruz ama gerçeği görmenin yerini tutamaz. Ayrıca Van Gogh, asla sanatı eğlence görmedi. Sanat için en ağır bedelleri ödeyen sanatçı örneğinin prototipini oluşturan yegane kişiydi. Ama ne dersek diyelim para endeksli bir dünyada bunlar da olacak. // E.Y.-Şimdi sizin sanat anlayışınıza bir giriş gibi de değerlendirebilirsiniz. Sanat eseri oluştururken sanatçıyı besleyen duygular ve fikirler nelerdir diye sormak istiyorum. M.Ö.-Önce genel bir giriş yapalım. Kavramsal sanatta fikirden söz edilebilir. Çünkü kavram alımlarken de üretirken de zihin operasyonu gerektirir. Ama estetik anlamda, klasik bir sanattan bahsediyorsak, burada daha çok formel yanı, yani resmin plastiği, pentürü söz konusudur. Yani o plastiğin bizi içine alan yanı. Şimdi bu tabii ki bazı okuyuculara bir şey ifade etmez. Sanatın dilinde anlam bulan Ülkemizdeki dönüşümleri sorgularken, Dünya’ da mimarinin gidişatını ve nasıl’ı düşünürken bir baktım kendimi İstanbul resimleri yapıyor buldum sanatseverlerin anlayacağını umuyorum. Sanat dilinin söz dilinde bir karşılığı yoktur. Söz dilini herkes bildiği için romandan örnek vereyim. Hiçbir roman çok iyi bir konuyu anlattığı için roman olmaz. Hiç bir resimde bir fikir nedeniyle iyi bir resim olmaz. Resimde boyayla ve sanatın elemanlarıyla sanatçının kurduğu dünya dokunuyor duyumuza, görsel algımıza ve içimize... // E.Y.-Hazlar ve duyuşlar besliyor 104 Turuncu Dergİ / Haziran 2015 sanatçıyı diyebilir miyiz? M.Ö.-Sanatçıyı görsel olarak o sanatın elamanlarındaki etkili tatlar besliyor. Onun arkasından kurduğumuz dünya içinde tüm varlığımız, birikimimiz, kişiliğimiz, hissimiz de yansıyor. Hatta tüm birikimimiz, o güne kadar bedelini ödediğimiz her şey. Ama haydi bunu böyle yapayım şeklinde olmuyor. Oluşuyor diyelim. // E.Y.-Kendiliğinden olan… M.Ö.- Kendiliğinden derken şunu belirtmeliyim. Sanatsal üretim çok kaygılı ve stresli bir süreçtir. Adeta bir kavgadır. Bu kavgada kişi kendini kendiliğinden gelişen bir duruma ulaştırınca tamamlanıyor. Burada insan hiçleşiyor… // E .Y.-Ben Atatürk Kitaplığındaki ‘’Ben bir hiçim’’ / Gerçeğin Dayanılmaz Ağırlığı’’ resim serginizden bahsetmek istiyorum. ‘Kentsel Dönüşümden Uzakta’ isimli resminiz vardı çok etkilenmiştim. Bu sergi de kent öğelerini kullandığınızı, kentsel problemlere değinmiş birçok resminizi gördük. Bu süreçteki resim serüveninizi merak ediyorum. M.Ö.- Ben sanat anlayışımı oluştururken aynı türküleri söyleyen aynı kişilerden olmak istemedim. Çeşitli arayışlar içinde olmayı seviyorum. “Ben Bir Hiçim” sergisinde çalışma yöntemim tamamen formeldi. Bunların içinde sizin bahsettiğiniz birkaç resimde kent öğeleri oluştu. Bunlar da beni, bir yıldır üzerinde çalıştığım eski İstanbul görünümlerine götürdü. Düşünsel olarak da eskilere gittim. Bunlar birbirini besliyor. Mesela mahalle kavramının ne kadar önemli olduğunu mahallelerimiz risk altında olunca anladım. Mutenalaş- manın sitelerle sağlanmaya çalışılması özgünlüğümüzü yok ediyor. Bu süreç beni İstanbul’un neler barındırdığına, ‘neleri kaybetmemeliyiz’ e götürdü. Koruyamayacağımız öğeler olduğunu anladım ve ummadığım kadar zevk alarak İstanbul resimlerine başladım. Devam etmek istiyorum bir müddet daha. Çünkü... // E.Y.-Bir özlem var herhalde. M.Ö.-Tabi var. Kaybedilen değerleri kim özlemez ve anlamlı bulmaz ki, Hem özlem var hem de kente başka türlü bakmaya başladım, hatta insana bile. Mesela bir örnek vereyim. Haliç kenarında yürüyüş yaparım. Sabahları insanları arabalarını yıkarken görürdüm ve dağınıklık oluşturdukları için üzülürdüm de. Şimdi başka türlü bakmaya başladım. Bu çeşme bu insanlar için ihtiyaç ise burada durmalı, hatta burası araba yıkamaya uygun hale getirilmeli. Daha sıcak bakmaya başladım kendi sorunlarımıza. O sadece İstanbul resimlerini yansıtan bir şey değil, bütün çevreyle iletişimimi yeniden sorgulayan bir şey. Ben resimlerimi oluştururken onlar da beni oluşturuyor. // E.Y.-Bir farkındalık oluşturdu. İstanbul resimleri de tam da bu süreçte ortaya çıktı sanıyorum. M.Ö.-Farkındalığın artmasına sebep oldu diyebiliriz. Yaptıkça da haz alıyorum. Henüz coşkum sürüyor. Ben aslında aynı konuda resim yapayım diyen biri değilimdir ama kendimi konunun içinde bulunca da keyifli oldu. İstanbul’a ve evrene bakışımı da etkiledi. Ülkemizdeki dönüşümleri sorgularken, Dünya’ da mimarinin gidişatını ve nasıl’ı düşünürken bir baktım kendimi turuncudergi.com İstanbul resimleri yapıyor buldum. // E.Y.-Ne güzel olmuş. Biz de bu güzel resimleri görme fırsatı bulduk. M.Ö.- Emine Hanım bu şöyle bir şey, garip bir şey. Kendi resmini yapana kadar beğeniyor, bitirdikten sonra beğenmiyor insan. Biter bitmez başka bir şeye yelken açıyor. Sanattan anlayan birilerinin olması beni çok çok mutlu eder. Ayrıca kişinin kendinden anlayan insanların olması daha da mutlu eder İltifatlarınız için teşekkür ediyorum. // E.Y.-Ben teşekkür ederim efendim. Peki yeni neslin sanat algısı hakkında ne düşünüyorsunuz? Görsel ve dijital sanatlara özellikle de fotoğrafa çok ilgili bir nesil var. Hatta dijital teknikler kullanılıp, fotoğraflarla oynayarak, resimdeki dokular elde edilmeye çalışılıyor. Dijital sanatlar da hakeza öyle. Üretkenlik var. Arayış içindeler. Gelecek için ümitli misiniz, bunun yeni neslin sanat algısının gelişmesi için fırsat olabileceğini düşünüyor musunuz? M.Ö.-Bu konuda tutucu olmak istemiyorum. Çünkü gençlerin ihtiyaçları çok fazla ve farklı. Bir yerde okudum geçenlerde, kalem ile yazmayı bıraktı herkes, yazılım yazmaya başladı, gibi bir ifade. Nerde olduğunu hatırlamıyorum ama çok uç bir durum. Belki yakın gelecek çok farklı olacak. Ama halihazır durum için şunları söylemeli. Gençler çok zekiler, çok duyarlılar fakat bunda yetmeyen bir şey var. Tabii ki herkes işini gücünü bırakıp resim yapsın demiyorum. Ama hiç olmazsa eğitim sistemimiz onlara bir eser okumayı, resme, sanat eserine nasıl bakılacağını öğretmeli. // E.Y.-Yani resmin ‘abc’sini öğretemiyoruz. M.Ö.-Evet. Çocuklar bunu bilerek dijital sanat etkinliklerini sürdürse belki de çok daha kaliteli ürünler ortaya koyacak. Eksik kalıyor bir şeyler. Sanat eğitimimizde çok eksiğiz, bu çok ciddi düşünülmesi gereken bir konu. // E.Y.-Peki sanat eğitimini geliştirmek için neler yapabiliriz ? M.Ö.-Sanat eğitimini geliştirmek için nitelikli öğretmenler yetiştirmeliyiz.. Askeri okula alır gibi 15 gün sınav yapacaksın. Aday, çocukları seviyor mu, ,sanatı seviyor mu, yeteneği var mı, bu alan için uygun bir aday mı, hazır oluşluk durumu yeterli mi? Bunların hepsine bakmalı ve iyi bir turuncudergi.com eğitim alabilmeli. Bunlar yapılmayacak şeyler değil. Ama istemek lazım. Daha nitelikli öğretmenler yetiştirmeli, sanata değer veren bir toplum olmayı önemsemeliyiz. // E.Y.-İnteraktif bir eğitim yok… M.Ö.-Uygulama gerektiren alanlarda interaktif eğitim her aşamada mümkün olmayabilir. Nasıl ki, diş doktoru olmak için uygulama yapmak zorunluluksa, sanatsal kazanımlarda da uygulama yaşantısı oluşturmamız gerekir. // E.Y.-Sanat eğitiminin çocuğu kişiliği üzerinde olumlu etkileri olacağını anlıyoruz. Akademik başarısına etkileri için neler diyebiliriz? M.Ö.-Çocuk okuma yazma bilmeden önce resim yaparak okula başlar. Çocuk bize bir dünya sunar ve hiç güdülenmeye gerek duymadan malzemeyi bulunca dışa vurumcu bir sanatçı gibi çalışır. Ama biz bu mükemmel durumu sanata küskün bir duruma dönüştürmeyi başarıyoruz. Biz bu çocuklardan nasıl yapıp edip, ezberlenmiş ağaçlar yapan ve çevreye bakmayan çocuklar yetiştiriyoruz. Sorunuzu cevapsız bırakmayayım. Artık öğrenmenin yalnızca sözel ve mantıksal, zihinsel boyutta gerçekleşmediğini biliyoruz. Çok boyutlu zeka kuramına göre görsel zekası da çocuğun öğrenmesinde önemli bir etkiye sahiptir ve zeka türleri arasında korelasyon vardır. // E.Y.- Çok konuşulup tartışılan bir konu var, size bu konuda da soru sormak isterim. Muhafazakar sanat olur mu? Muhafazakar sanatçı olur mu? M.Ö.- Gönlümüzün yettiği kadar, düşünebildiğimiz kadar söyleyelim; insanın kendini ifade ettiği dört alan var. Bilim, sanat, felsefe, din. Din insanın etkinlik alanı değildir, inanç alanıdır. Teslim olursunuz ve orda inanç dışında bir şey geliştirmezsiniz. Siz bilimde geliştirirsiniz, felsefe de düşünürsünüz ve sanat ile eylersiniz. Evreni de bunlar oluşturur. Dolayısıyla nasıl ki muhafazakar bilim diye bir şey yok, zaten o ‘Hak’ı, hak olanı bulur. Hak olan bir şeyi yapar. Sanat da böyledir. Gerçekten samimi olarak yapılan sanat Hak’a ve evrene, topluma hizmet eder. Sanatçı muhafazakar olabilir. Hristiyan dünyasında yapılan resimler din adına yapılmış resimlerdir. Ama bugün onlar din için anılmıyor sanat olarak anılıyor. Hani meşhur bir laf vardır ya sanat sanat içindir. Sanat toplum için Sanat sınırların üzerine sıçrama tahtası koyup, yeni kurallar arayan, bulan ve bunu da kabul ettiren oluşumları içinde barındırır olduğunda kan kaybeder, yükselmez. O resimler ne kadar din için yapılmış görünse de sanat için yapılmıştır ve sanat tarihinde yerlerini koruyor. Sanatçı muhafazakar olabilir. Allah sevgisini de işleyebilir, dünya görüşüne göre her konuyu da işleyebilir. Burada da sanatçıyı sanatçı yapan muhafazakarlığı değil, sanatsal yetkinliğidir. Yetkin bir sanatçının yapacağı sanat da tartışma konusu olmaktan uzaktır. Sanatın gönlü zengindir. İsteyen istediği kadar sanat yapsın. Nasıl bilime muhafazakar bilim diyemiyorsak, sanata da muhafazakar sanat diyemeyiz. Sanat sınırların üzerine sıçrama tahtası koyup, yeni kurallar arayan, bulan ve bunu da kabul ettiren oluşumları içinde barındırır. // E.Y.-Güzel sohbetiniz için ve zaman ayırdığınız için çok teşekkür ediyorum. M.Ö.- Sanata katkılarınız için ben de teşekkür ederim. http://mukadderozdemirbalak.wix. com/teknokta web sitesinden sanatçının resimlerine ulaşabilirsiniz. Haziran 2015 / Turuncu Dergİ 105 KİTAP İbadetlerde Ruh ve Şekİl Kitabın Yazarı: Prof. Dr. Mustafa Karataş Yayınevi: Ensar Neşriyat Kitap Türü: İslam Yayınlandığı Yıl: 2014 Sayfa Sayısı: 224 Üzülerek ifade etmek gerekir ki tahsili veya mevkii ne olursa olsun ibadet konularında hiç umulmadık yanlış inanç ve uygulamaların kurbanları, günümüzde sanıldığından da pek fazladır. Nitekim bizi böyle bir çalışmaya sevk eden en büyük etken, bu tür insanlarla devamlı yüz yüze gelmemiz, onların sorunlarını dinleyerek yardımcı olmaya çalışmamız olmuştur. Kitabın giriş kısmında; ibadetin ayin, âdet ve alışkanlıktan farklı olduğunu ortaya RAMAZAN GÜNLÜĞÜM koymak bakımından ayin örnekleri ve tarihçesi, birinci bölümde; kulluk ve ibadet kavramları ele alınmıştır. İkinci bölümde ibadet, ayin, âdet ve alışkanlık olmak üzere dört terim çerçevesinde; temizlik, namaz, Kur’an, oruç, zekât, hac ve umre, cihat ve nikâh gibi konular, üçüncü bölümde; zikir-dua, tasavvuf ve tarikatlar konusu ele alınmıştır. Kitabın son bölümünde ise, bidat ve hurafelerden örnekler verilerek hayatımıza girmiş pek çok bidat ve hurafe Kur’an ve sünnet ekseni içerisinde değerlendirilmiştir. Kitabın Yazarı: Nurdan Damla Yayınevi: Nesil Yayınları Kitap Türü: Çocuk Yayınlandığı Yıl: 2012 Sayfa Sayısı: 192 Ramazan gelmiş, hoş gelmiş! Evlere şenlik gelmiş. Hem de ne şenlik… 30 gün boyunca her gün bir başka heyecan, bir başka telaş… İftarlar, sahurlar, teravihler, mahyalar, kitap fuarları… Öyle çok şey oluyor ki Ramazan’da, tadı damağımda kalıyor. Ben de iyisi mi günlük tutayım dedim. Ramazan Günlüğü… Günlük dediysem geri durma öyle, rahat rahat okuyabilirsin. Günlüğümün sayfalarında buluşmak dileğiyle… Hayırlı Ramazanlar, hayırlı bayramlar sana… Ramazanda Sağlıklı Ve İnce Kalın Kitabın Yazarı: Ender Saraç Yayınevi: Doğan Kitap Kitap Türü: Sağlık Yayınlandığı Yıl: 2008 Sayfa Sayısı: 172 Dr. Ender Saraç, Ramazan’da da sağlıklı ve ince kalmanın sırlarını bu kitapta okurlarıyla paylaşıyor. Ramazan’da çoğu kişi kilo vereceğini sanır. Aksine bilinçli beslenemezse kilo aldığını ve yağlandığını görür. Asıl amacımız Ramazan’da hücrelerimizi ve bir bütün olarak bedenimizi sağlıklı tutmak olmalıdır. Kilo kontrolünde esas, öz iradenin kuvvetlendirilmesidir. Ramazan çok özel bir arınma dönemidir. Bu dönemde nefsimizi ve irademizi kuvvetlendirmemiz önemlidir. kayra.com.tr Çanta & Aksesuar Koleksiyonu İlkbahar Yaz 2015