konut politikaları ve yoksulluk
Transkript
konut politikaları ve yoksulluk
KONUT POLİTİKALARI VE YOKSULLUK M. Ruhat YAŞAR Özet / Abstract Bu çalışmanın amacı, yoksullar için geliştirilen konut politikalarının daha faydalı olmasına katkıda bulunmaktır. Bilindiği üzere konut sorunu yoksulluk sorunuyla yakından alakalıdır. Ülkemizde yoksullar ve dar gelirliler için bütüncül bir konut ve kira politikası geliştirilememiştir. Bu yazıda geçmişten bugüne ülkemizde uygulanan konut politikaları ile diğer gelişmekte olan bazı ülkelerde dar gelirli ve yoksullar için yapılan konut uygularlarında yaşanan sorunlara değinilmiştir. Yoksulluğun yerel göstergelerini bilmemiz hem bu sorunların azaltılmasına hem de konut uygulamalarında daha verimli ve etkin çözümler üretmemize yardımcı olabilir. Bu amaçla Elâzığ’daki yoksulların barınma sorunları ele alınarak ilimizde ve diğer yerlerde yapılabilecek konut uygulamalarının olası sorunları öngörülmeye çalışılmaktadır. Ayrıca bu yazının, yoksullar için yapılan toplu konut uygulamalarının dışında alternatif konut politikalarının üretilmesine de katkı sağlayacağına inanıyoruz. Anahtar Kavramlar: Konut, Konut Politikaları ve Yoksulluk HOUSING POLICIES AND POVERTY The aim of this study is to provide some contribution so as for housing policies developed for the poor to be more profitable. As is known, housing problem is related to poverty problem. In Turkey, no comprehensive housing and renting policy has been developed for the poor and the families with low income. This study analyzes the problems concerning the housing policies in Turkey and housing applications in other developing countries. Defining the local indications of poverty may be beneficial in both reducing such problems and producing more effective solutions to housing applications. With this aim in mind, we emphasize housing problems of the poor and try to predict probable problems in housing applications that are due to be undertaken in Elazığ and other cities. We also believe that this study will contribute in introducing alternative housing policies besides public housing applications that are underway for the poor. Key Words: Housing, Housing Policies and Poverty Giriş Bugün hangi gazeteyi veya dergiyi açarsanız açın mutlaka eşya ve giysilerle süslenmiş moda haberlerini ve sporla ilgili detayları görürsünüz ama reklâmlar dışında konutlara ayrılan özel bir sayfa ya da köşe göremezsiniz. Sorun, birilerinin sandığı gibi sadece toplumun, “dünyanın geçici” bir yer olduğuna ilişkin toplumsal hafızasından1 1 Bu çalışma Elazığ’da yoksullar yararına çalışan Mamuret’ül Aziz Yardımlaşma ve Dayanışma Vakfı’nca yapılan ve AB tarafından desteklenen “Yoksulluk Haritası Projesi” veri tabanından faydalanılarak hazırlanmıştır. Kilis 7 Aralık Üniversitesi Öğretim Üyesi. E-mail: ruhat@hotmail.com Genellikle bir veya iki katlı olan Türk evlerinin en önemli özelliği gösterişten şaşaadan uzak, sade, insani boyutlarda ve işlevsel olmasıdır. Bazı düşünürler dayanıklı ve güzel yapılan hayır kurumlarının aksine konutla ilgili düzensiz inşaların sebebi olarak kültür dünyamızda yer alan “dünyanın geçici bir yer” olduğuna ilişkin değerin önemli olduğunu vurgularlar. Bilindiği üzere, Türk mimarisinde en önemli etkenler Türk töreleri, İslam dininin esasları ve coğrafi şartlardır. Bu açıdan evler hem fizyolojik hem de sosyal ve pedagojik fonksiyonları gereği mahremiyeti esas alan içe dönük bir planlama özelliği gösterirler. Bu açıdan mekân ve konut düzenlemelerini sadece maddi şartlardan SBArD Mart 2010, Sayı 15, sh. 57 – 93 kaynaklanmıyor. Aslında bu, gereksiz konuları ciddiye almaktan ve asıl ciddiye alınması gerekenlerin farkında olmamaktan kaynaklanmaktadır. Bozuk eşya satan üreticiler, miadı dolmuş gıda satıcıları, defolu mal veren perakendeciler cezalandırılabilir olduğu halde neden kullanım değeri olmayan konutların varlığı hala devam etmektedir? Kaza riski nedeniyle her yıl arabaların muayenesi yapılırken sağlıksız konutların neden herhangi bir kontrolü yok? Çünkü maalesef toplumumuzda insanın ve yaşamının değeri yeterince önemsenmemektedir. Özellikle de yoksulların bir değeri yok. Çünkü bazı insanlar daha eşit. Oysa bir toplumda herkesin normal standartlarda bir konutta oturabilmesi ya da o konuta sahip olabilme şansı sosyal eşitliğin önemli bir boyutudur. Konut, temelde bir yaşam tarzı ve ahlak sorunudur, dolayısıyla ciddiye alınmalıdır. Fiziksel ve toplumsal çevre algısında önemli kavramlardan birisi de yaşam kalitesidir. Bazı düşünürlere göre yaşam kalitesi, sermaye ve emek arasındaki karşıtlıkların yerine geçmektedir (Castells, 1997:55). Yaşam kalitesi, gelir düzeyleri, kültürleri, ahlakları veya iradeleri göz önünde bulundurulmaksızın insanların fiziksel ve sosyal çevrelerinde sağlık ve refah içinde öncelikle yaşamaları için gerekli olan temel gereksinimlerinin karşılanması ve daha sonra da ruhsal ve sosyal gelişimlerinin sağlanmasını içerir (Avcıoğlu, 2002:30-36). Bu açıdan yaşam kalitesinin önemli bir parçasını konut ve çevresi oluşturur. Sağlıklı bir fiziksel çevre ve konut yapısı sosyal çevrenin oluşumuna ve sosyalleşmeye önemli katkılarda bulunur. Dolayısıyla konut, ekonomik bir sorun olmanın ötesinde anlamlar taşımaktadır. Çünkü yetersiz barınma koşulları toplumsal barışı bozabilecek öğeler taşımaktadır. Konutun sayısal yeterliliği kadar onun niteliği ve toplumsal dağılımı da önemlidir. Bu açıdan konut meselesi yoksulluk sorununun anlaşılmasında ve çözümünde hayati bir öneme sahip olduğundan konutu fiziksel sağlık üzerindeki etkilerinin ötesinde ruhsal ve sosyal denge açısından da yeniden düşünmenin zamanıdır. Konut Hakkı ve Barınma Yoksulluğu Konut; teoride etrafı kapalı, tavanı örtülmüş bir veya bir grup insanın diğer fertlerden ayrı olarak yaşamasına imkân sağlayan, doğrudan doğruya sokağa, koridora veya genel bir yere açılan, müstakil kapısı olan bina veya binanın bir bölümüdür. Ancak çoğu kimse için konut çoğunlukla duvarları çatlamış ve tavanı delik deşik, bir grup insanın ne diğerlerinden bağımsız yaşamasına ne de onları balık istifi olmaktan kurtaran bir bina, belki bir bina bile değildir. Micheal Stone, barınma yoksulluğunu, insanların diğer temel ihtiyaçları için gerekli kaynağı tüketen yüksek kira bedelinin sonucu olarak değerlendirir (Stone, 1993:12-15). Konut sorunu aslında 19.yy başlarında sanayileşme sonrasında ortaya çıkmış ve bu tarihten itibaren konutlar hızlı “makineleşme”, yoğun “kentleşme” ve devasa sosyal değişmeler karşısında kişiliğini korumak isteyen insanın sığınmak istediği son nokta olarak görülmüştür. Ancak bugün dünyada 100 milyon insanın hiçbir barınağı bulunmamaktadır. Sağlıksız konut rakamlarıyla birlikte bu rakamın 1 milyarın üzerinde olduğu ifade edilmektedir. Hâlbuki 1948 tarihinde, İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi “konutun bir insan hakkı” olduğunu bütün Dünyaya açıkça deklare etmiştir. 1987 yılını “Evsizler İçin Konut Yılı” olarak ilan eden okumamak gerekir. Örneğin, sadece yer sorunu nedeniyle değil dünyevileşmenin yan ısıra mahremiyet duygusu değiştiği için apartman tipi evler yaygınlaşmıştır. 58 M. Ruhat YAŞAR Birleşmiş Milletler bugün Habitat Gündemi ile “herkese yeterli konut” ilkelerini ana hedefleri içerisinde göstermiş ve bu doğrultuda 189 ulusun hükümet başkanları, 2000 yılında Milenyum Deklarasyonu’nu imzalayarak 2015 yılına kadar Milenyum Kalkınma Hedefleri’nin gerçekleştirilmesini taahhüt altına almışlardır (Keleş, 2006:428-430). Bu taahhüdün 11. hedefi 2020 yılına kadar en az 100 milyon gecekondu sakininin hayatında iyileştirme sağlanması olarak açıklanmıştır. Bu iyileştirmenin odağında bulunan konutlar ise yine Habitat İstanbul Deklarasyonu’nda belirtilen özellikler çerçevesinde ele alınmaktadır. Bu anlamda bir konutun sahip olması gereken özellikler, “yeterli mahremiyet, yeterli mekân, fiziksel erişebilirlilik, yeterli güvenlik, yeterli yararlanma güvencesi, yapısal sağlamlık ve dayanıklılık, yeterli aydınlatma, ısıtma ve havalandırma, su, atık su ve katı atık yönetimi gibi yeterli ve erişilebilir konut ve bütün bunların uygun fiyatla edinilmesi” faktörlerini kapsamaktadır (www.canaktan.org). Konutla ilgili olarak birçok özelliğin ve işlevin gerekliliğinden bahsedilir. Konutla ilgili olarak verilen bu fiziki tarifler bile birçok yoksulun bir konutta oturmadığına delil olabilir. Türkiye’de konut hakkı ile ilgili olarak 1961 Anayasasında 49. maddede; “Devlet, yoksul veya dar gelirli ailelerin sağlık şartlarına uygun konut ihtiyaçlarını karşılayıcı tedbirleri alır.” denilmektedir. 1982 Anayasasında 57. maddenin konu başlığı ‘konut hakkı’ olup içeriğinde “devlet, şehirlerin özelliklerini ve çevre şartlarını gözeten bir planlama çerçevesinde, konut ihtiyacını karşılayacak tedbirleri alır” ifadesi bulunmaktadır. Ancak, Anayasalarda temel hakların belirtilmiş olması, bu haklardan herkesin yararlandığı anlamına gelmemektedir. Çünkü, sağlık hakkından yaşama hakkına, eğitim-öğretim hakkından sosyal güvenlik hakkına, çevre hakkından mülkiyet hakkına kadar uzanan birçok hak, ancak belirli bir yaşam standardına ulaşılarak elde edilebilir. Bu yaşam standardının her bir parçası aslında diğer öğeler ve haklar üzerinde etki yapar. Örneğin, devletin herkesin ruhsal ve bedensel sağlığını korumasına ilişkin anayasal ödevi konut sorununu temelde sağlık sorununun bir parçası kılmaktadır. Bu anlamda insan hakları da birbiriyle çok yakından alakalı olduğundan insan haklarının asgari düzeyde sağlanmasında sağlıklı bir konutta oturmanın önemli bir yeri vardır. Öyleyse sağlık, özel hayat, güvenlik, iletişim, korunma gibi ihtiyaçların karşılanmasında konutun gerçekten belirleyici bir yeri olduğu unutulmamalıdır. En azından yaşam hakkının bir depremle daha doğrusu sağlıksız konutlar nedeniyle insanlarının elinden nasıl alındığını çok yaralayıcı bir şekilde öğrendik. Konut ihlali geniş bir hak zeminiyle ilgilidir. Genel olarak kişilerin evlerinden çıkarılmaları veya evlerine dönmelerinin engellenmesi şeklindeki davranışlar konut dokunulmazlığı ihlali içerisinde değerlendirilmektedir (Erdoğan, 2007:157). Halbuki, ödeyemedikleri faturalarla geciktirdikleri kiralar nedeniyle sürekli ev sahibiyle bu tür sorunlar yaşayan yoksulların konut dokunulmazlığı lükstür. Bu haktan mahrumiyeti yaşayan yoksullar her zil çaldığında kapılarını gönül rahatlığıyla açamazlar. Yoksulların önemli bir kısmı önce pusuda yatar gibi dışarıyı gören bir yerden kapı önünü gözlerler ve gelenin kim olduğuna baktıktan sonra kapıyı açmaya karar verirler. Çalışmamızda dikkatimizi çektiği üzere, bazı yoksulların elektrik, su faturaları veya kirâ borçları nedeniyle kapıyı açarken, tedirgin bir sincap edasıyla, yarım açtıkları kapıda kaygıyla tetikte bekledikleri görülmüştür. Bu açıdan sözkonusu şartlar içinde yoksullar için konut hakkına sahip olmak ve onu kullanmak gerçekten zordur. 59 SBArD Mart 2010, Sayı 15, sh. 57 – 93 Konuta Kimler Nasıl Konar? Sadece mimarların değil aynı zamanda çeşitli düşünür ve aktivistlerin de istenen tipte insanlar inşa etmek, eşit ve adil bir toplum oluşturmada işlevsel bölgeler ve mimari tasarımlar inşa etme merakları öteden beri bilinmektedir. Bu yüzden arsa, mülkiyet ve konut politikası neredeyse bir ideoloji sorunudur. Nitekim “olmayan yer” anlamına gelen ütopyalarda, mekânın sosyal politika aracı olarak ilk kez düşünüldüğünü görmekteyiz. Sosyalizmin etkisiyle ortak mülkiyet ve kullanımı öneren bu projelerin belirgin özelliği işlevsel ve tek biçimli birimler olarak göze çarpmalarıdır2. Ütopyalarda düşünülen şehir, sokak ve konutlar istenen tipte toplumu inşa etmenin yanı sıra o dönemde yaşanan sorunları aşmanın bir yolu olarak hayal edilmiştir (More, 1999:60). Toplu konutların revaçta olduğu bu günlerde toplumu inşa etmenin bir tarzı olarak toplu konut inşaatlarını düşünmek, kapitalizme yeni yeni ayak uydurmaya çalışan siyaset tarzımızın iktidar olma ve kontrol pratiğindeki değişmeleri anlamak açısından anlamlıdır. Bu anlamda merkezi otoritenin kamusal kira politikalarından ziyade konut sahibi olmaya verdiği önemin toplumu muhafazakârlaştıran yanı bir yana konutla ilgili bu son uygulamaların ne ölçüde alt sınıflara yarayacağı temel tartışma sorunudur. Bilindiği üzere, sosyal devlet kentin metalaşmış alanlarını, karşı müdahaleleriyle dengelemeye çalışır. Kamu konut poltikaları, kira-yatırım denetimleri ve genel olarak kentsel planlama bunlardan bazılarıdır. Ülkemizdeki konut piyasası canlı olmasına rağmen sermaye azlığı nedeniyle yeterli derinlikte olmamıştır. Batı'da arazi ve konut sunumuyla ilgili olarak ücretlerin ve ödeme gücünün yönlendirdiği kararlar, bizde merkezi hükümetin, kent yönetiminin ve gayri meşru arazi mücadelesinin (gecekondu) denetimindedir. Özellikle, kentsel arazilerin çoğunlukla devlet tarafından kontrol edilmesinin önemli sosyal ve politik etkileri olduğu bilinmektedir. Gelişmiş kapitalist toplumlarda yerleşim bölgeleri, temelde konut borsası ve arazilerin piyasa değeriyle belirlenirken bizde kentlerin bölgelere ayrılması bile idarî kararlarla olmuştur. Dolayısıyla kent alanlarının ve gecekondular da dâhil konut alanlarının gelişmesi temelde doğal bir süreç değil, toplumsal ve siyasi örgütlenmenin bir uzantısı olarak görülebilir. Bu anlamda, Osmanlı’daki vakıf sisteminin de etkisiyle geniş bir arazi stoğunu elinde bulunduran devlet erki aslında konut açısından sosyal dengeyi gözetici politikalar geliştirmede önemli bir manevra imkânına sahiptir. Devletin kentsel araziler üzerindeki bu geniş tasarruf imkânı, uygulayacağı arsa ve konut politikalarıyla toplumsal sınıflar ve tabakaşma sistemi üzerinde de oldukça olumlu etkiler yapabilir. Bugün tüketim kalıplarının tabakalaşma desenindeki belirleyici etkisi güncel bir tartışma konusudur. Baudrillard, kitlesel hale gelen dayanıksız tüketim nesnelerinin sınıfsal belirleyiciliğinin azaldığını ileri sürer. Bu nedenle düşünür, gündelik tüketim nesnelerini elde etmeye yarayan belirli marjlar arasındaki gelirin sınıfsal ayrımlardaki öneminin mekân ve konut üzerinden arttığına dikkat çeker (Baudrillard, 1997:61). Bilindiği üzere marxsizm konut sorununun kapitalizmin çöküşüyle ortadan kalkacağını 2 60 Sosyalizmin öncülerinden Engels, kentlerde, herhangi bir gerçek "konut darlığını" anında giderecek mesken için yeterli bina olduğunu ve fazla konut sahiplerinin evlerine el koyarak evsiz işçileri bu evlere yerleştirmeyi önerir. M. Ruhat YAŞAR savunduğundan bu konuya ilgisiz durmuştur. Hâlbuki Max Weber, Marx’ın sınıfsal yaklaşımına alternatif olarak sosyal tabaklaşmada farklı toplumsal grupların statü, tüketim potansiyellerine vurgu yaparak konut sorunu açısından farklı bir tez ileri sürer. Bu anlamda yaşam şansları mekânla şekillenir ve yoksulluk marksizmin ileri sürdüğü gibi sadece üretim ilişkilerindeki konumla değil aynı zamanda eşitsiz konut dağılımıyla da belirlenir. Bu izden giden Pahl, konut sorununun kent yöneticilerinin, çeşitli sosyal hareketlerin, dernek ve vakıfların, bankaların, poltika geliştiricilerin kararlarıyla alakalı olduğunu söyleyerek analizini Weberian bir temel üzerinde sürdürür (İngram, 2008:13). Pahl, kaynaklara ulaşmanın sistematik olarak mekân bağlamında yapılaştığını ileri sürer. Ona göre kent konut sistemini belirleyen asıl aktörler üzerinde durulmalıdır. Bu anlamda dağılımda belirleyici olan değerler, düşünceler, ideolojiler ve etkileşim kalıpları oldukça önem taşır. Bilindiği üzere Weber, sosyal grupların tüketim ve statülerine göre farklılaştıklarını ve bu unsurların onların yaşam şanslarına olan etkisine değinmiştir. Bir tüketim nesnesi olarak muhitin ve konutun yaşam şanslarını belirlemedeki etkisi fiziksel donanımının ötesinde sosyal sermaye içeren yapısında aranmalıdır. Neyi bildiğimizden çok kimleri tanıdığımıza vurgu yapan İngiliz atasözü (bütün kitle iletişim olanaklarına rağmen) aslında üstü kapalı olarak zaman geçirilen muhitin önemini ima eder. Çünkü, elde edilen imkânlara bağlı olarak farklı mahalle örgütlenmeleri ve yaşam biçimleri sınıf bölünmelerini derinleştirmektedir. Bunun yanı sıra konut kredilerinin kullandırılmasında sınıflara göre oluşan farklı sunumlar, görece üst sınıfta bulunanların, konut kredisi finansmanında avantajlı imkânlara sahip olduğu ölçüde, diğerleri karşısındaki üstün konumunu pekiştirebilir. A.B.D. ve Britanya’da zengin alanlarda çok daha düşük konut yoğunluğu yoluyla mekânsal eşitsizliğin yaratıldığı ve bununla da sınıfsal eşitsizliğin pekiştirildiği bilinmektedir (Urry, 1999:25-28). Jhon Rex ile R. Moore Birmingham’da yaptıkları bir araştırma sonucunda toplumsal grupların arzu edilen şehir alanlarında konut sahibi olma mücadelelerini sınıfsal kavramlaştırmada temel bir belirleyici olarak yorumlamışlardır. Onlara göre kentlerdeki toplumsal etkileşimin temelinde yatan temel süreç az bulunan ve istenilen konut tipleri için yürütülen rekabettir (Marshall, 1999:428). Her ne kadar bazı eleştirmenler Rex'in "konut sınıfları"nı sınıfsal çatışmaların bir parçası olduğunu söyleyerek konut imkânlarını bir toplumun sınıf yapısının genel karakterine katkıda bulunan ikincil bir olgu olarak değerlendirseler de Rex ve Moore kentsel çatışmaların, sanayi alanındaki çatışmalar kadar kronik ve yoğun olduğunu ve konut piyasasının sanayi piyasasına doğrudan indirgenemeyen kendine has özellikleri olduğunu vurgularlar. Kamu konutlarının ve ev kredileri için istenen vasıflar konut üzerindeki sınıf mücadelesinin iki ana öğesidir. Çünkü kamu konutları gerekli talebi karşılayamayamadığından kredi başvuru şartları elenecek gruplar için belirlenir. Ev sahibi olmak isteyen ve bu amaçla konut kredisi almaya çalışan insanlar eşit imkânlara sahip olmadıklarından farklı sınıflar konut niteliği ve kredi kullanımı konusunda kendilerine uygun bir tahsis sistemini savunacaklardır. Rex'e göre konut sınıfları, en değerli yerlerde kendi mülküyetinde yaşayan insanları; bu evlere konut kredisi yoluyla "sahip olanları"; daha az talep gören yerlerde, konut kredisiyle aldıkları konutlarda yaşayanları; şahsa ait evlerde kirada oturanları ve devlete ait konutlarda kirada oturanları kapsar. Ülkemiz bazında düşünülecek olunursa 61 SBArD Mart 2010, Sayı 15, sh. 57 – 93 yukarıdaki konut sınıflarının kısmen bizde de benzer şekilde farklılaştığını kabul etmekle birlikte kiralık devlet konutları ve lojman konusunda aynı şeyi söyleyemeyiz. Genelde üst düzey bürokratlar başta olmak üzere devlet çalışanlarına lojman tahsisinin sınıfsal pozisyonu tahkimi üzerinde durulması gereken bir konudur. Devletin masraflarını karşıladığı bu lojmanlarda halen bazı devlet memurlarının piyasaya göre daha az para ödeyerek oturdukları bilinmektedir. Hem statü hem de ekonomik anlamda katma değer yaratan lojman imkânları ülkemizde epeydir, etrafı telli duvarlı ortamlarda sırtını devlete dayamanın, farklı sınıf algısının ve ötekileştirmenin önemi bir aracı olmuştur.3 Görselliğin giderek daha fazla önem kazandığını ve aynı nedenle farklılığa yapılan vurgunun mekânın değişim değerini arttırdığını biliyoruz. Görselliğin bu artan önemi konutların benliğin sunumundaki önemini de arttırmaktadır. Bu anlamda üst gelir grupları değişim değerini alt gelir grupları ise kullanım değerini baz alarak konut arayışında bulunurlar ve topluluklar da aynı kaygılarla mekânsal izdüşümlerde oluşur ve bu yüzden üst gelirliler geniş bir hareket alanına sahipken yoksullar kıstırılmışlıkla zorunlu hareket arasında sıkışırlar. Hâlbuki mekânını ve konutunu seçme eğilimi bugün statü arayışının gittikça artan bir eğilimi olarak göze çarpmaktadır. Pek çok kentte en varlıklı konut sınıflarında yaşayanlar, kent merkezinden iç kentin kırsal alanlarına veya bazen tamamen kent dışına taşınmaktadırlar. Konut kredisiyle alınmış evlerin daha az ayrıcalıklı sahipleri de, dış kırsal alanların sürekli yayılmasına yönelik bir eğilim yaratmaya yardımcı olarak, iç kentten uzaklara taşınmaya çalışmaktadırlar (Harvey, 1993). Devletin hem konut kredisi, hem de kamu konutu vermediği, bu nedenle çoğu kez ev kiralamaya zorlanan gruplar genellikle, kamu konutlarındakilerin sahip oldukları kira denetimi ve korumasından yoksun oldukları için vicdansız ev sahipleri tarafından kullanılmaya karşı savunmasız durumlarda yaşarlar. Bu gruplar genellikle kent içindeki en kötü evlerde veya kentin çeperinde yer alan bakımsız ve eski evlerin bulunduğu mahallelerde yaşarlar (Rex ve Moore, 1967). Konut piyasasındaki konumun emek piyasasının ötesinde etnisite, yerlilik ve veraset gibi birçok avantajla alakalı olduğunu ifade eden Rex merkezi otoritenin kamusal konut sektöründeki bürokratik düzenlemeleri ve yerel otoritenin de öncelikli iskân düzenlemeleri aracılığıyla düzensiz geliri olan birçok aileyi aşağı konuma mahkûm ettiklerini belirtirler. Aslında bütün bu planlamaların olduğu gibi, ideoloji ve ütopyaların da gelip durduğu nokta mülkiyet paylaşımının sınırlarıdır. Nasıl ki mülkiyet hakkı uygun ve yeterli toprağın herkes için kalmaması sonucunda doğmuşsa konut hakkı da herkes için yeterli miktarda konut ve arsa olmadığı fikriyle ortaya çıkmıştır. Bizce sorun yeterli miktarda konut ve arazinin olmaması değil, bu mevcuttaki dağılımın düzensizliği ve adaletsizliğidir. Mülk ve arsa sahipliği sosyal tabakalaşmada bireylerin bulunduğu yeri anlamamız açısından önemli bir veri sunar. Bugün, zenginler kent arazisinin %90’nına 3 62 Ülkemizde kiralık devlet konutlarının olmamasını ideolojik nedenlere yani kapitalizmin etkisine bağlayanlar olduğu kadar bunu sermaye ve örgütlenme sorununa bağlayanlar da olmuştur. Ancak şimdiye kadar gecekondularla geçiştirilen konut sorununun azalan kent arazileri nedeniyle kronik hale geldiği düşünülürse kiralık belediye ve devlet konutlarının olması kaçınılmaz gibi görülmektedir. M. Ruhat YAŞAR sahipken ve dünya kadar açık alan varken yoksullar arazinin %15’lik kısmında balık istifi yaşamaktadırlar. Çalışan kesimlerinin sahip oldukları konumu sahip oldukları mülkle ilişkilendiren bir çalışmada işsizlerin (%7.4) hiçbir mülk gelirine sahip olmadıkları tespit edilmiştir (Köse ve Karahanoğulları, 2002:32). Birçok gelişmekte olan ülkelerde özellikle de Asya ve Afrika şehirlerinde arsaların büyük bir kısmının azınlık sayılabilecek bir nüfusun elinde bulunduğu tespit edilmiştir. Keyder ve Dündar, ayrı ayrı yaptıkları çalışmalarında Ankara ve İstanbul’daki spekülatörlerin paralarını gecekondu bölgelerinin lüks semtlere dönüştürüldüğü arazilere yatırarak siyasi nüfuzla elde ettikleri inanılmaz kârlara değinirler. Daha korkunç bir örneği Mısır ve Suudi konut sektörü üzerine veren Jeffery Nedoroscik ise bir milyondan fazla apartmanın boş olduğu Kahire’nin yarısının boş binalarla dolu olduğunu ve şehir beş yıl içinde ikiye katlanmasına rağmen konut krizinin hala devam ettiğini belirtir. Aslında konut sahipliği dağılımında Türkiye ‘de de benzeri bir durum söz konusudur. Hali vakti yerinde olanlar gerek kültürel bilinçaltı gerekse kâr amaçlı olarak fazla sayıda konut alımına yönelmekte, bu ise mevcut piyasada hem konut hem de arsa fiyatlarını yukarı çekerek asıl konut ihtiyacı olanların mağdur olmalarına yol açmaktadır. Sorunu mevcut sistemlerin kötü vergilendirmeye ve vergi toplamadaki yetersizliğe bağlayan Nick Devas üçüncü dünyadaki on kent arasında yaptığı karşılaştırmalı analizinde durumu iyi olanların vergilendirilmesi yönünde ciddi bir çaba olmamasına vurgu yapar (Devas, 2003:6-7). Nijerya, Jamaika, Kano ve Meksika’da da genelde durum bundan farklı değildir. Meksika’da hali vakti yerinde olanlara ayrılan devlet fonları konut fonlarının %50’sini kullanırken en yoksul kesime hizmet eden fonların toplam fonlara oranı %4 civarında kalmaktadır. Bu anlamda bir yanda, az vergi verip devlet hizmetinden daha fazla yararlanan zenginler diğer yanda ise kendilerine verilen konut sözlerinin tutulmadığı yoksullar bulunmaktadır. Yine Castells Fransa’daki yoksullarla ilgili düzenlemeleri kastederek, sağlıksız bölgelerde daha dar uygulamaların yapıldığını belirtir. Sermayenin bu alanlara kayda değer katkı yapmadığını iddia eden yazar buralardaki konut alanlarına açık alanların ve okulların yapılmadığından şikâyet etmektedir (Devas, 2003:6-7). Sonuçta bu program aracılığıyla kent merkezinin yüksek tabakadakilere banliyölerin ise aşağı tabakadakilere hasredildiği ifade edilmektedir. Böylece bu program aracılığıyla devletin üretim ve idari açıdan merkezileşmesine müdahil olarak sınıfsal konumları sağlamlaştıracak kent sistemini yeniden ürettiği ifade edilmektedir. Geçmişten Günümüze Konut Politikaları Konut politikaları konusundaki aktörler konut alanlarının planlanması, yaşama geçirilmesi ve kamusal hizmetlerin sunulmasında belirleyici olduklarından bu aktörleri ve onların geçmişten günümüze kadar gerçekleştirdikleri rolleri irdelemek önem taşımaktadır. Türkiye’de uygulanan konut politikaları genel olarak 1923-1950 dönemi, 1950-1980 dönemi ve 1980 sonrası olmak üzere üç ayrı dönemde incelenmektedir. Bu dönemlerin hemen hepsinin ortak yanı yoksulları hesaba katmayan bir uygulama mantığına sahip olmalarıdır. Bu politikalarda gerek finansman, gerek planlama gerekse uygulama noktasında ciddi eksiklikler göze çarpmaktadır. Neredeyse önce şehirler ve konutlar mantar gibi çıkmış sonra da, artık nasıl bir planlama anlayışıysa, bu sonuçlara göre planlama arayışı ortaya çıkmıştır. “Kervan yolda düzelir mantığıyla” yapılan bu 63 SBArD Mart 2010, Sayı 15, sh. 57 – 93 uygulamalar konut sorununun ve beraberinde de sosyal sorunların artmasına neden olmuştur. Halbuki, planlamanın mantığı olası sorunları da göz önünde tutarak süreci başından itibaren kontrol etmeye dayanır. Bizde maalesef yönetim erki hayatın gerisinde kalarak cari olana, yani sonuca göre plan yapmaya kalkmıştır. Ülkemizde genel anlamda konut politikalarında yaşanan bu plansızlıklar ve konut üretmedeki yetersizlikler yoksulluğun derinleşmesinde önemli bir etkiye sahiptir. Konutla ilgili birinci dönemde (1923-1950), savaşla tahrip edilen kentlerin imarı, göçle gelen soydaşların yerleştirilmesi ve memurların konut sorunlarının giderilmesi ve konut kiralarının sınırlandırılması gibi dolaylı çareler üzerinde yoğunlaşılmıştır (Keleş, 2006:523). Daha öncelikli sorunların ele alındığı bu süreçte kıt kaynaklar nedeniyle imar problemlerinin çözümü özel teşebbüslere bırakılmış, bu nedenle konut yapımında emlak vergisi ve ithal yapı malzemeleri için gümrük muafiyeti uygulaması yapılmıştır. Bu dönemde konut sorunlarını çözebilmek amacıyla 1926 yılında Emlak Kredi Bankası kurulmuşsa da bu kurumun 1946 yılına kadar etkisiz kaldığı bilinmektedir (Tosun, 2005:7). Sonuç olarak bütün halkın yoksul olduğu, ekonominin olduğu kadar sosyal yaşamın da sorunlarla dolu olduğu bu ilk yıllar konut açısından da durgun geçmiştir. Oysa aynı yıllarda birçok Avrupa ülkesinde kamu kuruluşlarının konut edindirmede başat rol oynadıkları bilinmektedir. Örneğin İngiltere’de devlet kuruluşları iki dünya savaşı arasındaki yıllarda konut üretiminin dörtte üçünü karşılamışlardır (Keleş, 2006:428). 1950-1980 döneminde, konut politikası gecekonduların önlenmesine yönelmiş4, ancak büyük sorunlar yaratan gecekonduları engellemek amacıyla 1948 yılında kurulan İmar ve İskân Bakanlığı da bu ciddi soruna çare olamamıştır. 1948-1953 yıllarında çıkarılan yasalara rağmen ne konut sorunu çözülmüş ne de gecekondular engellenebilmiştir (Sey, 1998:285). İsmi “gecekondu” olarak ilk kez 1966’da kayıtlara düşen bu yeni yerleşim tarzını engellemek için bina teşvik yasaları birbiri ardına çıkarılmış olsa da istenen sonuçlar alınamamıştır (Keleş, 2006:524). 1950 sonrasında dar gelirlileri konut edindirmek için Emlak ve Kredi Bankası kurulmuş ve bu kurum 1946 ile 1980 yılları arasında 400.000 konut üretmiştir. Ancak, bu süreçte devletin yaptığı konut projelerinin daha çok üst gelir gruplarına yöneldiği ifade edilmektedir (Görgülü, 2003:51). Yine bu dönemde (1951) Belediye yasasında konut yetkisinin Belediyelere verilmesi (Keleş, 2006:524) ve dar gelirli gruplara konut kredileri sağlamak için Sosyal Sigortalar Kurumu oluşturulması gibi gelişmeler yaşanmışsa da bu dönemde desteklenen konut kooperatifleri konut piyasasının sadece % 10’unu oluşturmuştur (Balamir, 1996:335-336) Konut yapımında 1950’li yılların başlarında başlayan apartmanlaşma 1965’te kabul edilen Kat Mülkiyeti Kanunu’yla hız kazanmış (Balamir, 1996:335-336), ancak bu gelişmeler çarpık kentleşmenin ve gecekonduların artmasına paralel bir seyir izlemiştir. Cumhuriyetin ilk yıllarından itibaren toplu konut yapmayan ama devlet arazisini de kullandırmayan politik anlayış sonraki dönemlerde popülizmi ve himayeciliği benimsemiştir. 1966’da 775 sayılı yasa ile gecekondunun varlığı resmen 4 64 1948 yılında 25-30 bin olarak tahmin edilen gecekondu sayısı, yoğun kentleşme nedeniyle 1953’te 80 bin, 1960’ta ise 240 bin olmuştur. Yine, 1940-1950 yılları arasında %20.1 olan kentsel nüfus artışının 1950-1960 arasında %80.2 olduğu görülmektedir. (Keleş, 1978: 26). M. Ruhat YAŞAR kabul edilmiş ve kentte yerleşebilmeye yönelik resmi olanaklar ve kurallar getirilmiştir. Nihayetinde gecekondu, kente ‘eklenen’ bir öğe olmaktan çıkıp, kentin temel rantlarını paylaşma hakkı isteyen bir güce erişmiştir (Şenyapılı, 1998:311). Ancak gecekondularla ilgili bu gelişmeleri sadece göçenlerin sorunu olarak kabul edip tek taraflı bir yanlış olarak değerlendirmemek gerekir. Çünkü 1950’li yıllardan itibaren başlayan sanayideki gelişmelerle kentlerde ortaya çıkan ucuz işgücü açığının, bir nevi sosyal uzlaşma sonucunda gecekonduları kente monte ettiğini söyleyebiliriz. Bu süreçte gecekondu çalışanları kendi barınma sorunlarını kendileri çözdüklerinden hem emek maliyeti hem de göçün devlete yükleyeceği sosyal harcama maliyeti azalmıştır. Ancak, 1980’den sonra, gecekonduların da kâr döngüsüne dâhil edilmeleri özellikle içinde siyasilerin de olduğu yeni bir arsa-konut sorununu tetiklemiştir. Bir taraftan ticari rantı bir taraftan da siyasi rantı arttırmak için devlet arazilerini yağmalatan himayeci anlayış gecekondu nüfusuyla birlikte büyüyen genel bir konut sorununa yol açmıştır. Öyle ki, DPT’nin verilerine dayanılarak hazırlanan bir raporda evlerini kendi elleriyle yapanların oranının ticari amaçlı gecekondu yapanların yanında çok önemsiz kaldığı belirtilmiştir. Bu ayrıntı ise gecekonduyu kendi elleriyle yapan yoksullarla ticari gecekonducular arasındaki turnusol olarak yorumlanmaktadır (Ocak, 2002:101). 1960’tan başlayan planlı dönemde, konut sorunu ve kent planlaması her zaman üzerinde önemle durulmuş konular olmasına karşın uygulamada fazla bir mesafe alınamamıştır. Bu dönemde 1961 Anayasasıyla birlikte, dar gelirli ve yoksul ailelerin barınma gereksinmelerinin giderilmesi görevinin devlete verilmesi önemli bir gelişme olmakla birlikte uygulamada istenen gelişmeler sağlanamamıştır Konut sorunlarının ilk kez kalkınmayla ilişkilendirildiği ve bir bütün olarak ele alındığı bu dönemde halk konutu adı verilen ucuz, küçük konutlar için teşvikler yapılmış ancak bu konut yatırımları gereksinimleri karşılamamıştır (Keleş, 2006:525-526). Bu süreçte gecekondu alanlarına alt yapı götürülmesi, gecekonduların iyileştirilmesi, iyelik durumunun normalleştirilmesi gibi politikaların yanı sıra kent imarı ve konut yapımı için Toplu Konut Fonu oluşturulması ve konut kesiminde özelleştirme politikaları da güdülmüştür. Ne var ki, düşük düzeylerdeki sermaye birikimi, özel ve kamu kaynaklarının yetersizliği nedeniyle nüfusa oranla gerekli yapı üretimi olmadığından yeterli gelişme yine sağlanamamıştır5. Nitekim, 1975-80 yılları arasında kooperatif oranının % 10’un altında kaldığı görülmektedir (Keleş, 2006:439). Konut piyasasında etkili olan bir diğer gelişme ise kooperatifçiliğin sunduğu devasa konut imkânları olmuştur. 1980 sonrasında, ülkedeki sosyal konut gereksinimini karşılamak üzere 1981 tarihli 2487 sayılı ‘Toplu Konut Kanunu’ çıkarılmış (Tapan, 1998:376) ve kaynak kullanımında önceliğin kooperatiflere verilmesiyle birlikte kısa sürede çok sayıda kooperatif birlikleri kurulmuştur. Türkiye’de konut alanındaki en 5 Emre Kongar gibi bazı sosyologlara göre konut sorunundaki temel neden devlet yetkililerinin planlama olgusuna sıcak bakmamalarından kaynaklanmaktaydı. Bu açıdan konut sektörüyle ilgili merkezi yönetimin yeterli desteğinin olmayışı ve liberal politakalar kayıt dışı konut sektörünün ve gecekondu yapılaşmasının temel nedeni olarak görülmektedir. Halbuki, konut sorunu sadece kapitalist ülkelerde değil az gelişmiş bütün toplumlarda örneğin, sosyalist ülkelerde de çok kötü örneklerle görülmüştür. Özellikle sanayileşme döneminde SCBB’deki işçilerin dağın eteklerine kazılmış mağaralarda kaldıkları bilinmektedir (Karpat, 2003:34). 65 SBArD Mart 2010, Sayı 15, sh. 57 – 93 büyük kamu atılımı 1981 yılında çıkarılan bu toplu konut yasası ile gerçekleştirmiştir. Bu süreçte, Toplu konut İdaresi, 1984-1994 arasında 949.696 konuta kredi sağlamış ve desteklenen konutların % 85,7’sini kooperatif konutları oluşturmuştur (Özüerken, 1996:363). Böylece, konut kooperatiflerinin konut üretimindeki payı 1980’de % 9 düzeyinde iken, 1990’da % 25’e yükselmiştir. Toplu Konut İdaresinin kurulmasıyla, 1984’ten itibaren 5 yıllık süre içinde yapılan kooperatifler, geçmiş 50 yılda yapılan konut sayısının dört katına çıkmıştır. Günümüzde bu oranın % 30’un üzerine çıkmış olduğu söylenebilir. (Keleş, 2002:451). Ancak bütün süreç içerisinde Berkman ve Osmay’ın haklı olarak belirttikleri üzere bu yapılar, orta sınıfların arkasına devlet desteğini de alarak rant paylaşımında kaybettiklerini geri alma amacına hizmet ettiğinden alt sınıflara herhangi bir fayda sağlamamıştır. Bu süreçte üyelerini ağırlıklı olarak aynı sosyal ve ekonomik kesimden toplayan kooperatif oluşumları yerlerini, üyelerinin gerek ekonomik gerekse sosyal açıdan farklılaştığı rant amaçlı kooperatif sistemine bıraktıkça dar gelirlilerin kooperatif aracılığıyla konut sahibi olmaları zorlaşmıştır. 1970-80 yılları bir yandan ülkeyi kasıp kavuran terörün, siyasi istikrarsızlıkların olduğu diğer yandan dünyaya entegre olma çabaları ile küresel aktörlerin ekonomide söz sahibi olmaya başladıkları yeni bir dönemi başlatmıştır. Bu süreçte hükümetlerin konut edindirmeden çekilmesi gerektiği, IMF ve Dünya Bankası destekli liberal ekonomi tarafından sürekli dile getirilmiştir. Bu konuda devletin konut gibi ortak tüketim alanlarına müdahalesinin kentle ilgili her tür girişimi siyasileştirdiği ve bunun kentsel krizin derinleşmesine yol açtığı ileri sürülmüştür. Bu anlamda devletin konuta yönelik çıkartması, ister kiraların sabitlenmesi ister kendi eliyle konut yapılması şeklinde olsun bu sektörde özel girişimin yeni konut yapımlarını olumsuz etkileyerek uzun vadede konut açığını arttıracağı ifade edilmektedir. 1970’lerin sonu ve 80’lerden itibaren Yapısal Uyum Programlarında, devletin konut edindirme politikalarından vazgeçmesi gerektiği önerilmiş ve bunun gelişmekte olan ülkelerin konut sorunlar üzerinde önemli etkileri olmuştur (Davis, 2007:85). Öyle ki üçüncü dünya ülkelerinde var olan konut ihtiyacına karşın konut arzının yeterli olmadığını özellikle de bu arzın yoksulların ilgisi dışında kaldığını ifade eden Berner’e göre devlet, toplu konuttan ziyade toplu konut yıkımından sorumludur. Nitekim Uluslarası Çalışma Örgütü (ILO) de, üçüncü dünyada resmi konut arzının yeni konut stokunun ancak % 20’sini karşıladığını belirtmektedir (BM-HABİTAT, 1996:239). Ülkemizde de kalkınma planlarında konut yatırımlarına ayrılan paya bakıldığında bunun % 17’yi geçmeyeceği öngörülse de piyasadaki talebin fazlalığı bu oranı sürekli % 20’lere kadar taşımıştır. 1979 yılından itibaren de politikacılarca desteklenen bireysel kredi yolu 1981 yılından itibaren toplu kredilerin yerine geçmeye başlamış (Keleş, 2006:526). Yine bu bu dönemde (1979-81) yüksek faiz nedeniyle insanların konut yapmaktan, evini kiraya vermekten vazgeçip paralarını, mülklerini bankerlere kaptırdığı ve konut piyasasının da buna paralel olarak sıkıntıya girdiği görülmüştür (Keleş, 2006:531). 1990’ların sonuna doğru hız kesen kooperatif sevdası devletin de piyasadan çekilmesi üzerine arsa rantlarıyla gelişen yapsatçılığı doğurmuştur. Yapsatçılık olarak bilinen Türkiye örneğinde konutlar üretilirken (Pınarcıoğlu ve Işık, 2006:105-107) sadece arsa sahibi ve müteahhit değil aynı zamanda emeğinin karşılığında ücret alan 66 M. Ruhat YAŞAR veya ev sahibi olan işçi aileler de bu ittifaktan payını almışlardır. Türkiyeye özgü apartmanlaşma ve gecekondu yapılaşması başlangıçta emek yoğun işlerde çalışan yoksullar için de önemli bir gelir kaynağı olmuştur. Ancak daha sonraları durum değişmiştir. Nakit sıkıntısının yaşanmadığı bu ittifaktan elbette en önemli kârı arsa sahipleri almış ve süreç içerisinde arsa bedellerindeki yükselme nedeniyle çalışanlar aleyhine bir mekanizma gelişmiştir. Durum böyle olunca hem kat fiyatları hem de arsa fiyatları el yakmaya başlamış ve böylece dar gelirlilerin konut sahibi olmaları tamamen hayal olmaya başlamıştır. Kat mülkiyeti kanunuyla desteklenen yapsatçılık uzunca bir dönem orta sınıfların konut edinmelerini sağladıysa da arsa sahibiyle yapsatçı ve emekçi arasındaki gerilimin yanısıra yaşanan ekonomik sorunlar ruhsatlı konut yapımında önemli bir düşmeye yol açmış, bu ise başta dar gelirliler olmak üzere bütün çalışanlar ve yoksullar üzerinde ciddi bir konut baskısına yol açmıştır. Nitekim 70’li yıllarda % 30 bedel karşılığında verilen arsaların 80 sonrasında % 50-60 bedelini aştığı bir gerçektir. Yapsatçıların yaşadıkları kâr marjı darlığı onları yeni arsa sahipliği yoluyla konutlar yapmaya yöneltmiş ama onların bu girişimleri devletin konut kooperatiflerine verdiği destekle gittikçe azalmıştır. Ancak bu süreç de fazla sürmemiştir. Emlak ve Kredi Bankası’nın 2000’li yılların başında kapatılması konut sektöründe bir dönemin sonu olarak değerlendirilebilir. IMF ve Dünya Bankasının batık kredileri gerekçe göstererek bankayı kapattırması ülkenin yerel kaynaklara dayalı konut finansmanı konusundaki tüm deneyimini ve bu konudaki toplumsal güveni olumsuz etkilemiştir. Son yıllarda arsa rantçılığıyla yapsatçılığı birleştiren sermaye artık yeni zenginler için olmadık lüks siteler yapmaya başlamıştır. Bireyselleşmenin arttırdığı müstakil ev arayışları yerini, bir yandan “mahalle özlemi” bir taraftan da statü tahrikiyle gelişen güvenlikli sitelere devretmektedir (Perouse ve Danış, 2005:93-113). 2004 yılından itibaren lüks konut ve villalarda yüksek satış oranları dikkat çekmektedir. İnşaatların büyük bir kısmının daha başlamadan satıldığı söylenen bu projelerde birim fiyatların 200 bin ABD doları ile 2 milyon ABD doları arasında değiştiği ifade edilmektedir (TOKİ, 2006a:72). Sadece deprem, trafik, gürültü ve güvenlik sorununu değil yoksullara etiketlenmiş her tür riski arkasına bırakarak gelişen bu yeni konut alanlarının gelişmiş alt yapı, konfor ve estetiği birleştiren bir kurguya sahip oldukları gözlenmektedir. Son yıllarda gelişen bu güvenlikli site ve rezidanslar, dışa açılımcı ekonomik politikalarla zenginleşenlerin vazgeçilmez mekânları haline gelmektedir. Aylığı 3-4 milyara varan bu saraycıklar bir yandan üst sınıfların tüketim kültürünü yansıtırken bir yandan da, şehir merkezinden, “içerdekilerden” kaçmayı ifade etmektedir. Kamu hizmetleri yerine kameralı, özel güvenlik şirketlerinin tercih edildiği bu yeni konutlar elbette steril ve yeni bir yaşam tarzını simgelemektedir. Seçkinliğin, yeni kimlik arayışlarının ve ayrıcalığın adresi bir anlamda konut ve yerleşim alanlarında simgeleşmektedir. Mekândaki bu yarılma bir yandan sosyal yarılmayı bir yandan da merkezdeki bazı mahallelerin çöküntü mahalleleri haline gelmesine yol açmaktadır. Sosyal yaşamı daraltan bu süreç zenginlerin steril mekânlarda yoksulların ise daha fazla oranda çöküntü mahallelerde, kötü ve eski konutlarda yaşamaları anlamına gelmektedir. Konutta Mevcut Durum Konut sorunu nüfus artışı, göç ve şehirleşme hızına bağlı olarak ortaya çıkan çarpık şehirleşmenin en büyük göstergelerinden biridir. Ekonomik ve sosyal politikalar açısından bakılacak olunursa bu sorun temelde yoksullukla alakalıdır. Çünkü aşırı 67 SBArD Mart 2010, Sayı 15, sh. 57 – 93 kentleşmeyi iş arzı değil yoksulluk üretmektedir. Bunun en önemli sebeplerinden birisi ise kırsal alandaki ve taşradaki yoksulluk ve altüst oluştur. Kent hayatındaki yetersizlik kırsal alandaki yetersizliğe tercih edilmekte ve bu akış kötü yönetimlerle birleşince gecekondulaşma ve yetersiz konut problemini doğurmaktadır. İster sosyalist ister kapitalist olsun çoğu ülkede ama özellikle de az gelişmiş ülkelerde gecekondu sorunu konut sorunuyla birlikte gittikçe büyümektedir. Konut sorununa ciddi ve kalıcı çözümlerin olmaması durumunda gecekonduların geleceğimize ipotek koyması kaçınılmaz gibi gözükmektedir. Davis Dünya’nın büyük kentleri başta olmak üzere çeşitli ülkelerdeki gecekondu olgusunun devasa hacmi karşısında şunları söyler: “Velhasıl geleceğin kentleri ilk dönem şehir planlamacılarının tasavvur ettiği gibi cam ve çelikten değil büyük oranda kaba tuğla, saman, geri dönüştürülmüş plastik, briket ve hurda tahtalardan inşa edilecektir. 21. yüzyılın kent dünyası gökyüzüne yükselen ışıklı kentler yerine büyük oranda çerçöp, dışkı ve pislik içine gömülmüş kentlerden oluşmaktadır.” Davis’e göre çağımız kent sakini kent hayatının ilk dönemlerinde 9 bin yıl önce Anadolu’nun Çatalhöyük’ yerleşim birimindeki dayanıklı kerpiç evlerine imrenmesi işten bile değildir. Planlama uzmanı Guatam Chatterjee, “bu eğilim devam ederse gecekondu mahalleleri dışında hiçbir kentimizin olmayacağını” vurgular (Davis, 2997:34). Çoğu gelişmekte olan bu kentlerin %29’una polislerin giremediği ve tehlikeli bölgeler olarak adlandırılan bu tip yerlerin Latin Amerika’daki oranının % 48’e vardığı bilinmektedir (TOKİ, 2006a:9). Ülkemizde, başlangıçta, Marshall yardımları, tarımda modernleşme ve ithal ikameci sanayi, daha sonra da tarımdaki sübvansiyonun geri çekilmesi, ürün fiyatlarının çöküşü, kuraklık, toprağın parçalanması kırsal alanlardan kentlere yönelik göçü hızlandırmıştır. Bunun yanı sıra yerel güvenlik ağlarının çöküşü, sağlık, eğitim ve diğer kamu hizmetlerinden uzaklık ve uzakları yakın kılan ulaşım, köyden kente ve kentten de büyük kentlere olan göçü hızlandırmıştır. Ancak, bütün bu faktörler içerisinde sayılmayan bir etken daha var, o da evsizlik ve mülksüzlük. Özellikle de evsizlik, göç ve hareketlilikte çok önemsenmelidir. Çünkü evi olanların ve özellikle de vadeyle ev sahibi olanların yer değiştirme olasılıkları düşer, olmayanların artar. Bu durumun her ne kadar iş amaçlı ve olumlu sayılabilecek hareketlilikleri engelleyeceği söz konusu olsa da bunu yoksullar için söylemek pek doğru değildir. Göç günümüzdeki yoksulluk probleminin temel özelliklerinden biridir. Özellikle son zamanlarda göçün niteliğindeki önemli değişmeler yoksulluk üzerinde belirleyici bir etkiye sahiptir. Bugün terör nedeniyle yaşananan zorunlu göç olgusu, bu sele hazırlıksız yakalanan kentlerde taşları yerinden oynatmıştır6. Yaklaşık 15 yıldır devam eden Doğu-Batı, Kuzey-Güney eksenli bu göç sürei ciddi alt yapı sorunlarına neden 6 68 1983 yılında terör nedeniyle yaşanan göç, toplam göç nedenleri içinde % 7 iken 1983-1990 arasında bu oran % 64.5’e 1993 yılında ise % 83.4’e yükselmiştir (Türkdoğan, 2006:84). 1987-1995 yılları arasında sadece Diyarbakır yöresinde 311.000 kişinin göç ettiği ve bugün bu oranın 431200 civarında olduğu ifade edilmektedir. Sekiz yıl içinde bölgemizde köy ve köy altı yerleşimlerden göç eden hane sayısı 49068’dir. Her ailenin yaklaışık 5 kişiden oluştuğu düşünülürse yaklaşık 250 bin kişinin kırsal alandan göç ettiğni söyleyebiliriz. Artık sülale ve köy göçlerinin belirleyici olduğu bu sürecin 1997 yılından itibaren yavaşladığı (% 28) ve az da olsa geri dönüşlerden bahsedilmektedir (Türkdoğan, 2006:43-84). M. Ruhat YAŞAR olmuş, insanların barınma ihtimallerini çok olumsuz etkilemiştir. Doğu’dan yapılan göçün yönü konusunda net bilgiler olmamakla birlikte, söz konusu göçlerde yakınlığına göre bazı illerin ve kırsal nüfusun yine bu bölgedeki şehir merkezlerine gittiğini tahmin edebiliriz. Çünkü, 1960 ile 70’li yıllar arasındaki göçte mesafe ne olursa olsun göçen insanların çoğu büyük şehirlere doğru ve tek hamleli bir hareketlilik gösteriyorlardı.. Ancak şimdi, göçlerin genelde yakındaki şehirlere ve aşamalı tarzda yapıldığı görülmektedir (Karpat, 2003:141). Bu durum D. Anadolu ve Güney Doğu bölgesindeki illerde konut sunumu açısından ciddi önlemler alınmasını gerektirmektedir. Konut seçimi üçüncü dünyadaki yoksullar için ince bir denklemin üstesinden gelmek anlamına gelir. Turner’e göre “konut bir fiildir”. Ona göre kente yeni gelenler önce iş bulabilmek için kent merkezine yakın ya da güzergâhtaki bir yere yerleşirler ve iş bulduktan sonra da mal mülk edinecekleri dış mahallelere taşınırlar. Yoksul kentliler konut maliyeti, zilyetlik güvencesi, barınma kalitesi, iş güzergâhı ve kişisel güvenlik arasında bir denge kurmaya çalışırlar. Bazıları konut güvenliğini, bazıları işe yakınlığı, bazıları da bedava arsayı yerleşim önceliği olarak düşünürler (Davis, 2007:45). Yoksul kentlilerin beşte biri ya da üçte biri kent çekirdeğinde veya merkeze yakın eski kiralık evlerde yaşamaktadır. Bazı ülkelerde yoksullar eski burjuva evlerinde, bazıları yoksullar için yapılmış ucuz ve bakımsız konutlarda bazıları ise köhne yapılarda kalmaktadırlar. Bazı ülkelerde yoksul evleri tek odalı kafesler, kaldırımlar üzerine tenekelerden yapılmış derme çatma barınaklar ve çok kötü gecekondular şeklinde bir görünüm sunarken ülkemizdeki yoksul mekânları görece daha iyidir. Bununla birlikte genelde kayıt dışı anlaşmalarla kirada oturan ve oldukça dağınık, süreksiz yerleşimleri bulunan yoksul kiracıların durumu her zaman kötü ve belirsizdir. Kentlerdeki ve özellikle büyük kentlerdeki konut mülkiyeti oranları, göçlerle kıyaslandığında Türkiye ortalamasına göre oldukça düşük kalmaktadır. Nitekim, Türkiye’de ortalama % 70 dolayında olan konut mülkiyeti kentlerde % 50’ye, büyük kentlerde ise % 40’a düşmüştür. Bu süreçte, sağlıksız ve izinsiz konut yapımı ülkenin temel sorunlarından biri haline gelmiştir (TOKİ, 2006a:65). Kentleşme hızına bağlı olarak konut talebi arttıkça devletin geri çekildiği bu alan, enformel sektörün belirleyici olduğu çarpık yapılaşmaya sahne olmaktadır. Üstelik bu nüfus baskısı sadece gecekondular şeklinde kendini göstermemektedir. Özellikle taşradaki Belediyelerin imar izni verdiği yapılaşmalar bile oldukça plansız ve sorunlu doğmaktadır. Yani yapılan planlar bile bırakın uzun vadeyi kısa vadede bile başta trafik olmak üzere birçok konuda yetersiz kalmaktadır. Elbette kentleşme sorunlarında en ciddi sıkıntı kentin fiziki görünümü değil, onunla birlikte gelişen yoksulluk ve buna bağlı sorunlar oluşturmaktadır. Konut yetersizliği bir yandan toprak rantını büyütürken, öte yandan da kira miktarını arttırarak alt gelirlilerin ciddi sorunlarla karşılaşmalarına yol açmıştır. Sayılarla Konut İhtiyacı Ülkemizde, konut meselesine makro açıdan bakan inceleme sonuçlarına göre, konut ihtiyacı, nüfus artışından kaynaklanan “demografik” faktörlerle elverişsiz meskenlerin yaşanabilir hale getirilmesinden kaynaklanan “yenileme” faktörlerinin toplamından oluşmaktadır. Ancak ülkemizde konut talebinden çok konut ihtiyacı 69 SBArD Mart 2010, Sayı 15, sh. 57 – 93 bulunmaktadır7. 1995-2000 yılları arasında, 2.540.000 olarak belirlenen konut ihtiyacı, yapılan inşaat sayısı (1,3 milyon) ile kıyaslandığında aradaki farkın büyük olduğu ve bunun kaçak yapılaşma ve gecekondu ile kapandığı tahmin edilmektedir (Keleş, 2006:450-458). Yapılan hesaplamalara göre Türkiye’de büyük çoğunluğu kayıtsız olan 12 milyona yakın düşük kaliteli konut olduğu ortaya çıkıyor. Konutların ancak 1 milyona yakını orta üstü ve lüks konutlardan oluşuyor. Konut stokunun % 55’i iskânsız olup kentsel yerleşimlerde ruhsatlı konut oranı % 62 olarak tahmin edilmektedir. Yine bu konutların yüzde 40’ının tadilata ihtiyacı olduğu ve sadece % 10’unun zorunlu deprem sigortası bulunmaktadır. Dolayısıyla büyük bölümü kayıtsız ve düşük kaliteli yapılardan oluşan bu konutlar sel, deprem, yangın gibi felaketler karşısında tamamen savunmasızdır. DİE tarafından 2000 yılı içerisinde gerçekleştirilen nüfus ve bina sayımı verilerine göre 2000 yılı itibariyle Türkiye genelinde kentsel kesimde 2 milyon 691 bin 309 adet konut fazlası görünmektedir. Ancak inşaat ruhsatları ve yapı kullanım izinleri dikkate alındığında bu rakam 6 milyon 382 bin 197 adetlik açığa dönüşüyor (www.ntvmsnbc.com/news). Yani anayasal anlamda, devletin, barınma ihtiyacını gidermeye yönelik yapması gereken herhangi bir çalışmaya gerek yok gibi düşünülebilir. Fakat söz konusu veriler daha ayrıntılı analiz edildiğinde; Türkiye’de niteliksiz olarak tarif edilebilen yani yasal kuralların ihlal edilmesiyle inşa edilmiş konutlar inceleme dışında bırakıldığı zaman 6 milyon 382 bin 197 adet konut açığı olduğu ortaya çıkmaktadır. Türkiye Konut Müsteşarlığının ‘2000-2010 Yılı Konut Araştırması’na göre ülkemizde (ruhsatsız-ruhsatlı ayrımı yapılmadan) önümüzdeki 5 yılda 1.5 milyon konut ihtiyacı bulunmaktadır. Bu durum yılda 400 bine yakın konut yapılması anlamına gelmektedir. Söz konusu ihtiyacın tamamının devlet eliyle yapılması mümkün değildir. Bu nedenle özellikle alt ve orta gelir gruplarının konut sorunun çözülebilmesi için; belediye, kooperatif ve özel sektör aracılığıyla altyapısı hazır arsalarda konut üretilmesi gerekmektedir. Konut sorununda asıl yaşanan sorun, yoksulların sayısı ile bunlara hitap edebilecek konut sayısı arasındaki çelişkidir. Hatta ülkemizde orta gelirlilerin yaklaşık % 40’ının gelirlerinin yetersizliği nedeniyle konut pazarının dışında kaldıkları tahmin edilmektedir (Keleş, 2006:533). Türkiye’de çoğu ilde konut fazlası görülürken sayıların söylemediği gerçek, konut sahipliğinin gelir dilimlerindeki adaletsiz dağılımıdır. Örneğin Doğu Anadolu Bölgesindeki konut ihtiyacı, konut stoku ve oluşan konut fazlası oranlarına bakılırsa konut yapmaya bile gerek olmadığı kanaati oluşabilir. Bu yanlış kanaatin altında yatan sebep yukarıda söylediğimiz gibi soruna sayıların diliyle soruna bakmaktır. Hâlbuki mesele hangi kesimlerin kaç konut sahibi olduğu ve 7 70 Bilindiği üzere konut ihtiyacı “konut açığı” ve “konut sorunu”’nundan oluşmaktadır. “Konut sorunu; nitelikli konut sayısındaki yetersizlikler nedeniyle, bazı ailelerin çağdaş yaşam düzeyine uygun olmayan ve sağlık koşullarından uzak, niteliksiz konutlarda yaşamaları ve nitelikli konutlarda yaşamak isteyenlerin de yüksek bedel ödemeleri anlamına gelmektedir. Konut sorununun ortaya çıkardığı bir diğer problem de “konut açığı”dır. Konut açığı, bir ülkedeki konut stokunun gerekli olan miktardan az olması anlamına gelmektedir ve kavramsal olarak niceliksel bir içerikten daha çok niteliksel bir içerik taşımaktadır. Bu bağlamda da konut açığı, bazı ailelerin niteliksiz konutlarda barınmaları gibi arzulanmayan bir olguyu tanımlamaktadır.” (Ertürk, 1996:191-192). M. Ruhat YAŞAR hangi kesimlerin gerçekten konuttan yoksun olduklarını tespit edebilmek ve buna göre çözüm üretebilmektir. Buradaki sorun konut sayılarına, toplumsal sınıfları dikkate almaksızın bakılmasından kaynaklanmaktadır. Örneğin, Elâzığ genelinde ev sahipliği oranı % 70 civarındadır (ETSO, 2007:9). Yine, Elazığ’da 2010’da hiç konut yapılmasa bile 30 bin civarında konut fazlası olacağı tahmin edilmektedir (Bkz. Ek Tablo 1). Elazığ örneğinde, kent ortalamasında %70 olan konut sahipliği oranı yoksullar söz konusu olduğunda sadece % 29’dur. Bu durum yüksek gelirliler için konut arzının bol ama düşük gelirliler için çok yetersiz olduğu, dolayısıyla da yoksulların yükselen kiraların altında ezilmeleri anlamına gelmektedir. Sonuç olarak, konut sahipliği oranı hesaplanırken ortalama yüzdeye bakarak genelleme yapmak doğru değildir. Bu anlamda bırakın dar gelirlilerle yoksulları, kent içi yoksullarla gecekondu sakinleri ve yoksullarla da dip yoksullar bir tutulmamalıdır. Yine konut açığı sadece hane halkı sayısıyla mevcut konut sayısı arasındaki dengesizlikle de ölçülmemelidir. Bu anlamda kötü barınma koşulları ve birden fazla ailenin birlikte yaşadığı hanelerle kalabalık haneler hesaba katılarak gizli konut açığı dikkate alınmalıdır. Elâzığ’da yapılan çalışmada, yoksul hanelerin % 15’inin çok kötü, % 20’sinin ise kötü evlerde kaldığı ve 1071 ailenin iki 121 ailenin de tek odalı evlerde yaşadığı gözlenmiştir. Bunun dışında yoksul ailelerin demografik özellikleri dikkate alındığında devingen konut ihtiyacı konusunda tahmini bir fikir edinebiliriz. Ailelerin üye sayısına bakıldığında yoksulların % 14 (1159 aile)’ünün 7 ve üzeri sayıda üyeden oluştuğu ve 625 hanede (% 6,8) ise iki ailenin birlikte oturduğu gözlenmiştir. Bunun da ötesinde yoksul ailelerin 17 yaş ve üzeri yaştaki evlenmemiş kız sayısı 2927 ve erkek sayısı ise 3718 olduğuna göre 10 yıl içinde yoksul kesimdeki bu genç grupların gelecekteki konut ihtiyaçları tahmin edilebilir. Gelişmiş ve Gelişmekte Olan Ülkelerde Konut Finansmanı Konut yapımının faydası konusunda ekonomi planlamacıları ile sosyal planlamacılar arasında görüş ayrılığı bulunmaktadır. Bu durum, konutun üretim malı ya da tüketim malı olarak değerlendirilmesine göre değişmektedir. Ekonomi planlamacıları konut yatırımlarını enflasyonu yükselten, kalkınmayı azaltan bir tüketim faktörü olarak görürlerken sosyal planlama açısından bakan bir dizi düşünür ise konut yatırımlarının sadece bir yatırım aracı olmadığını sosyal açıdan da faydalı bir politika aracı olduğunu düşünürler (Keleş, 2006:436). Gerçekten de konut yatırımı toplumsal açıdan huzur ve barışa katkısı olan, insanların ekonomik verimliliğine ve kültürel gelişimlerine katkısı olan önemli bir unsurdur (Toprak, 1988:58). Bugün dengeli bir gelişme için bölgesel kalkınma ve kentleşme programlarında rasyonel konut sunumunun önemli bir yer tuttuğu bilinmektedir.8 Konut harcamalarının 8 Ekonomimizin lokomotif sektörleri arasında olan konut sektörünün alt sektörlerle beraber Türkiye ekonomisine katkısı %30 oranındadır. Konut sektöründeki bu yeni düzenlemeler kayıt dışılığı ve niteliksiz konut inşasını engelleyebilir. İnşaat sektöründeki hareketlilik ekonomik büyümeye önemli ölçüde katkıda bulunduğundan konut edindirme programları bir kenti yenileyip mahrumiyet halinden kurtarabilir. Ayrıca, inşaat sektörü çimento, kum, tuğla, cam sanayi ve hazır beton gibi yaklaşık 254 alt sektörü bünyesinde barındırdığından sektörün büyümesi, özellikle dar gelirli insanların istihdamını arttıracaktır. Konut finansmanı sorununun çağdaş finansal yöntemlerle çözümü, konut sahipliğinin arttırılmasının getirdiği olumlu sosyal etkilerin yanı sıra, ekonomik kalkınma ve planlı kentleşmeye de 71 SBArD Mart 2010, Sayı 15, sh. 57 – 93 bütçedeki payı en düşük ülkelerde % 5-10, orta gelirli ülkelerde % 10-20 ve yüksek gelire yaklaşanlarda % 20-25 aralığında olduğu ve gelir açısından daha yukarılara çıkıldığında, bütçenin sağlık, eğitim, taşıt gibi diğer kalemlere harcanması nedeniyle konuta ayrılan payın azalma eğilimi gösterdiği ifade edilmektedir (TOKİ, 2006a:12). Bireysel tasarruflardaki yetersizlik nedeniyle çoğu gelişmekte olan ülkelerde merkezi yönetim, hem doğrudan konut üretimine girişmiş, hem de dar gelirli ailelere sübvansiyon sağlamaya çalışmıştır. Ancak, genel olarak ülkemizdeki kamu konut projeleri, dar gelirli kesimlere konut sağlanmasında başarılı olamamışlardır. Bu süreçte enflasyon başta olmak üzere dar gelirliyi vuran ekonomik sorunların ve özellikle krizlerin payını unutmamak gerekir. Ancak sadece gelişmekte olan ülkelerde değil bugün Batıda da yoksul insanların konut sahibi olmalarını etkileyen en ciddi engel kredi olanaklarının darlığı ve geri ödemelerin yüksekliğidir (İngram, 2008:15-16). Bugün 2008 TUİK verilerine göre artan konut maliyetleri ve kiraların artması nedeniyle ailelerin konut ihtiyaçlarını giderme şansları daha önceki dönemlere göre % 8 ile % 11 civarında azalmıştır. Gelişmekte olan ülkelerde konut projeleri dar gelirli kesimlerin konut tercihlerini karşılamaktan uzak olduğundan üretilen bu konutlar genellikle sübvansiyonlardan yararlanan orta ve üst gelir gruplarınca satın alınmaktadır (Tosun, 2005:10). Gelişmekte olan ülkelerde konut talebinin şu ya bu biçimde örgütlenememesinde ekonomik koşullar kadar eğitim düzeyinin, değer yargılarının ve kurumsal yetersizliğin payı büyüktür. Bu ülkelerde özellikle dar gelirli gruplar için konut finansmanı, örgütlenme modelleri ve konut sunma planları çok yetersizdir (Tosun, 2005:7-12). 1988 yılındaki bir araştırmaya göre aile başına verilen kredi miktarı 80 metrekarelik bir sosyal konutun piyasa fiyatının dörtte birini bile karşılamıyordu (Keleş, 2006:558). Bu yüzden Türkiye’de insanlar satın alacakları konutları kendi kaynaklarıyla veya kişisel ilişkilerini kullanarak finanse etmektedir. Halen kişilerin kendi kaynakları ile veya yakınlarından ödünç almak suretiyle ev sahibi olma oranı % 89’dur. Türkiye’de kredi kullanmayanların % 61,9’u birikimle, % 7,2’si önceki evini satarak, % 5,7’si sattığı diğer taşınmazlarla, % 1,2’si ise yurt dışında yaptığı birikimlerle konut sahibi olmuştur (TOKİ, 2006a:62). TOKİ’den konut alanların finansman temin şekillerine bakıldığında ise, onların sadece % 64,8’inin bu alım sürecinde TOKİ dışında bir yere borçlu olmadıkları ancak % 19,3’ünün akrabalarından %10,3’ünün bankalardan geriye kalanların ise başka yerlerden borç aldıkları görülmüştür (TOKİ, 2006:34). Borca ve veresiyeye dayalı ihtiyaç giderme stratejisi güvene dayalı ilişkilerin sarsılması ve sosyal yardımlaşma ağlarının çözülmesiyle birlikte bu yollarla ev sahibi olabilme imkânı gittikçe çıkmaza girmektedir. Bugün, hane halkının konut edinebilmek için kurumsal bir şekilde finansman sağladığı tek alan, banka konut kredileridir. Konut kredilerinin konut alımında kullanılma oranı ise yalnızca % 3’tür (www.spk.gov.tr)9. Verilere göre 2004 yılında 45 bin kişi konut kredisi 9 72 olumlu etkilerde bulunur. Bunun yanı sıra, konut ve çevre politikalarının ciddiye alınmaması, ileride yeniden imar, temizleme ve yenileme gibi ciddi harcamaların göze alınması sonucunu doğurabilir. Sadece TOKİ doğrudan ve dolaylı projelerle 600 bin kişiye istihdam sağlamış ve bu sayı toplam istihdamın 2,7’sine karşılık gelmektedir (TOKİ, 2006a:110). 1980 yılında konut yatırımlarının GSMH içindeki payı % 7.5, 1990’da 5.4, 2000 yılında ise 2.8’dir (Keleş, 2006:492). Hâlbuki Avrupa'da konut kredilerinin GSMH’ye oranı ortalama % 39, Amerika'da % 53’tür. Avrupa’da kredilerin 2005 yılı dağılımında konut kredilerinin payı % 68’dir. 2005 yılında M. Ruhat YAŞAR kullanmış ve bu miktar GSMH’nın binde 5’ine denk gelmektedir. Ülkemizde uygulanan sistemin işlemesi halinde başvuru sayısına paralel olarak(1-1,5 milyon başvuru) uzun vadede bu kredi oranının, GSMH’nın % 10’nuna ulaşması beklenmektedir. Bu oran Latin Amerika ülkelerinde % 4-12, Ortadoğu ülkelerinde % 1-22, Doğu ve G. Doğu Asya ülkelerinde %%2-59, ABD’de % 53, AB ülkelerinde ortalama % 39 civarındadır (TOKİ, 2006a:63). Ülkemizde bankalara olan bu güvensizlik ve zorunlu mesafe önümüzde dururken yoksul insanların banka kredisi kullanarak konut almalarını beklemek pek anlamlı değildir. Gelişmiş ülkelerde merkezi yönetim konut sorununa müdahil olmakla birlikte asıl belirleyici olan kâr güdüsü ve pazar mekanizmalarıdır10. Dolayısıyla konut sunumundan finansmanına ve bankayla olan ilişkilerine kadar halkımızın değer ve tutumlarını gelişmiş ülkelerinkiyle karıştırmamak önem taşımaktadır. Ülkemizde Toplu Konut Uygulamaları Ülkemizde birçok sebepten dolayı büyük bir konut ihtiyacı bulunmaktadır. Bunları nüfus artışı, kırsal alandan kente göç, gelir seviyesine paralel olarak konut niteliklerindeki beklentilerin artması olarak sayabiliriz. Ayrıca, çekirdek aileye verilen değer, bireysel ideolojinin artan önemi, farklılaşan çıkarlar ve kitle iletişimin ve ulaşımın artması bireysel konutların yayılmasını ve önemini arttırmaktadır. Bunun yanı sıra sahip olmanın artan önemi de ev sahibi olma arayışını arttırmıştır. Amerika’da yapılan bir çalışmada insanların güzel bir evde oturmaktansa iyi komşularla birlikte olmayı istedikleri ve bu nedenle komşuluk ilişkilerindeki azalmanın insanların ev sahibi olma arayışlarını arttırdığı ifade edilmktedir (İngram, 2008:14). 2000 yılı TÜİK verilerine göre yıllık nüfus artış oranı % 1,8 olan ülkemizde nüfus artış hızında (200-2004 Kentsel nüfus artış oranı: % 11,3) son yıllarda azalma olsa da artan şehirleşme (2007’de % 2,7) ve mevcut genç nüfus nedeniyle nitelikli konut 10 ülkemizin konut için ayırdığı kredinin diğer kredileri içindeki payının % 20 olduğu ifade edilmektedir. Ülkemizde konut sorununu sadece kaynak sıkıntısı bağlamında değerlendirmek de yanlıştır. Nitekim konut yatırımlarının toplam yatırımlar içindeki payının % 25-35 oranında olduğu dönemlerde de barınma sorunu giderilememiştir. Bu sorunun sürekli büyümesinde arsa payının çok yüksek olması, enflasyon, gösterişçi tüketim alışkanlığı, yapı malzemelerinin sürekli pahalı oluşunun belirleyici bir etkisi vardır (Keleş, 2006:492-494). Örneğin, 2005 yılında konut inşaat maliyeti TL bazında % 12,5, ABD doları bazında ise % 18 oranında artmıştır (TOKİ, 2006a:61). Örneğin Kuzey Avrupa’nın ve İskandinavya’da merkezi yönetim dar gelirlilere yönelik özel konut edindirme politikaları uygularken ABD, Kanada, Avustralya, Japonya gibi ülkelerde merkezi yönetimin rolü daha sınırlı olup piyasa mekanizmasına öncelik tanınmıştır. Örneğin, Hollanda’da merkezi yönetim, 1988’e kadar konut yapımının yaklaşık üçte birine kredi sağlamış ve konut politikalarında dar gelirli ailelerle yaşlı, özürlü ve etnik azınlıklar gibi özel gereksinimleri olan kesimlere ağırlık vermektedir. Bu örnekte merkezi yönetim kira sübvansiyonu verirken, konut yapım sübvansiyonlarını ise yerel yönetimler yapmaktadır. 1985’te GSMH’nin yüzde %3,9’unu bulan sübvasyonlar 1990’larda %2,6 olarak açıklanmıştır. Bugün halen Hollanda’da kamu fonlarının önemli bir bölümü konut sübvansiyonlarına ayrılmaktadır. Bir diğer örnek A.B.D.’de ise İkinci Dünya Savaşı’nı izleyen yirmi yılda, konut sektörü banliyö alanlarına yönelmiş, banliyölerde konut yapımı federal olanaklardan önemli ölçüde yararlanmıştır. Bunlar ev sahipliğini kolaylaştırıcı ipotek programları ve ev sahiplerinin ipoteğe ödediği faizi vergiden düşme gibi uygulamalardır (Tosun, 2005:9). 73 SBArD Mart 2010, Sayı 15, sh. 57 – 93 talebinin artması bekleniyor11. Yine ülkemizdeki mevcut konutların ortalama yaşı 20-30 arasında olup konutların % 60'ının nitelik açısından günün şartlarına uygun olmadığı ve % 40’nın onarıma ihtiyacı olduğu ifade edilmektedir. Kabul edilebilir konutlarda oturan kentlilerin oranının % 42 olduğu ve bunun çoğunluğunun da (% 70) ev sahibi oldukları ifade edilmektedir (TOKİ, 2006a:64-66). Bunun yanı sıra şehirlerimizin etrafını tıkayan ve ekonomik, sosyal, psikolojik, fiziksel pek çok sorunu beraberinde getiren gecekondulaşma ve kaçak yapılaşmanın dönüşümü ihtiyacı nedeniyle de ciddi bir konut üretimine gerek vardır. En acil konut gereksinimlerinden birini de gecekondu sorunun gölgesinde kaybolan dar gelirli ve taşradaki yoksul vatandaşların konut ihtiyacı oluşturmaktadır. Yukarıda sayılan ihtiyaçlar çerçevesinde TOKİ (Toplu Konut İdaresi), 19951999 döneminde kredilendirilen konutlardan 185.379'unu tamamlamıştır. Bu, inşa edilen konut sayısının % 14'üne karşılık gelmektedir. 1993-1999 yılında konut üretimindeki payı % 8 düzeyinde olan TOKİ 2004 yılında yasal konut üretiminin % 25’ini (krediler hariç) karşılamıştır (TOKİ, 2006a:104-105). 58. Hükümetin faizleri düşürmek suretiyle gerek TOKİ gerekse özel sektör aracılığıyla tetiklediği konut yapımı bütün ülkeyi adeta inşaat alanına çevirdiği herkesin malumudur. Özellikle 2004 yılındaki kanuni değişikliklerle Arsa Ofisi’nin yetkilerini bünyesine katarak manevra alanını genişleten TOKİ’nin, düşük maliyetlerle arsa üretimi ve konut üretmesi mümkün hale gelmiştir12. Özellikle arsa maliyetinin toplam konut maliyeti içindeki payının % 40-60’nı oluşturduğu düşünülecek olursa bunun önemi daha da anlaşılır sanırım. TOKİ’nin “planlı kentleşme ve konut üretimi” programı kapsamında başlatılan konut seferberliği çerçevesinde, DPT ve TÜİK tarafından 2,5 milyon olduğu tahmin edilen konut ihtiyacının % 5-10 kadarını karşılayacağı ifade edilmektedir (Bayraktar, 2007:2325) Ancak TOKİ’nin 2003 yılında uyguladığı ilk konut politikasında alt sınıflar ya da dar gelirliler yerine orta sınıflar faydalanmıştır. Toplu konut Yönetiminin bugüne değin yapmış olduğu uygulamalarda konut edinenlerin toplumsal profiline bakıldığında % 31’inin işçi, % 30’unun devlet memuru, %13’ünün orta büyüklükteki esnaf, % 7’sinin emekliler ve % 19’unun da değişik uğraş kesimlerinden geldikleri tespit edilmiştir (Keleş, 2006:463). Zaten ayda en iyi ihtimalle 600-700 YTL civarında geliri olan üst yoksulların belirli bir peşinat vererek bu evlere girmeleri mümkün değildi. Hatta bu ilk konutlara başvuranların asgari gelir düzeyi 1.350 YTL’den aşağı olamazdı. Gerçekten de ilk konut dizisindeki bu tür evlere yazılanların daha çok hali vakti yerinde, çoğu çift maaşlı veya orta düzeyde ama düzenli geliri olan insanlar olduğunu görmek gerekir. Bu konuyla ilgili olarak TOKİ konutlarını alan kişilerin profilleri hakkındaki çalışmalar gözlemlerimizi doğrular niteliktedir. Tesadüfî örnekleme ile yapılan (örneklemin % 34’nü Diyarbakır örneği oluşturmaktadır) ve altı ilden 1029 konut sahibinin sosyoekonomik durumlarını gösteren verilerde, görüşülen kişilerin eğitim düzeyleri 11 12 74 DİE tarafından yapılan bir araştırmada 2000-2010 yılları arasında kentsel nüfus artışının 11 milyon olması beklenmektedir. 2004 yılında çıkarılan 25671 sayılı yasa ile TOKİ, Hazineye ait atıl halde bulunan arazileri bedelsiz olarak alıp kullanma hakkına kavuşmuştur. Böylece TOKİ, arsa üretimi ile planlı konut üretimini tek elde toplama yetkisine kavuştuğundan toplu konut uygulamalarında maliyetin ciddi ölçüde düşeceğini söyleyebiliriz. M. Ruhat YAŞAR (Üniversite mezunu: % 34) Türkiye ortalamasının üzerinde olup hane gelirlerinin aylık ortalaması 1210 YTL’dir. Bununla ilgili olarak hanelerin % 46’sının geliri 1250-1750 YTL (% 29) ve % 25,9’unun ise 1750 YTL ve üzerinde bir gelire sahiplerdir. Bu değer 3,8 olan hane büyüklüğüne bölündüğünde ailedeki fert başına düşen gelir seviyesinin 320 YTL ve üzerinde bir miktara karşılık olduğu görülür (TOKİ, 2006:9-13). Yine bu çalışmada hanelerin % 90,9’unun düzenli geliri olan en az bir fert olduğu tespit edilmiştir. TOKİ’nin konut sahibi yaptığı kişilerin mesleklerine bakıldığında çoğunluğunu memur (% 31,6), işçi (% 14.3), serbest çalışan (% 12,6) ve emeklilerin (% 9,5) oluşturduğu gözlenmektedir. Hatta, bu ilk uygulamalarda bazı kişilerin, şartları uygun yakınlarının ismine başvurarak ikinci hatta üçüncü evlerine yazıldığı bilinmektedir. Örneğin aynı araştırmada bu konut sahiplerinin % 23,2’sinin mesleğinin ev hanımı olması düşündürücüdür (TOKİ, 2006:13-22). Hali vakti yerinde olanların TOKİ’den ev almasının önemli bir sebebi elbette ikamet yerine yatırımdır. Nitekim yukarıda bahsi geçen aynı araştırmada TOKİ’den konut edinen ailelerin % 6,5’inin en az bir tane daha konutu olduğu tespit edilmiştir. Üstelik fazla konutu olan bu ailelerin diğer konutlarının % 20,9’unun boş olduğunu söylemeleri dikkate değerdir (TOKİ, 2006:30-32). Bu açıdan aslında daha çok dar gelirli ve yoksullar için konut üretmesi gereken TOKİ’nin şimdiye kadar genelde “orta düzey” gelirlilerin yanında zengin gruplara da hitap ettiği söylenebilir. Gerek konutların metrekaresi gerekse ödeme şartları da aslında bunun göstergesi olarak değerlendirilebilir. Kentsel Dönüşüm ve Konut Sorunu İlk “Kentsel Yenileme” hareketleri 2. Dünya Savaş sonrası yıllarda Avrupa’da ihtiyaç duyulan konut ihtiyacını çözmek amacıyla ortaya atılmış ve 60’lı yıllarda çok nüfusu barındırmayı hedefleyen düşük nitelikli ve çok katlı sosyal konutlar yapılmıştır. Avrupa’da 70’li yılllarda bizde ise 80’li yıllardan itibaren tedrici olarak refah devleti anlayışından vazgeçilmesine karşın konut sektörünün bugün ülkemizde devlet tarafından ele alınması ilginçtir. Nitelikli konut ihtiyacını dar gelirlileri de hesaba katarak çözmeye çalışan siyasi irade bu şekilde ekonomik canlılığı ve kentsel dönüşümü sağlamaya çalışmaktadır. Bilindiği üzere 58. ve 59. Hükümetler dar gelirli vatandaşlarımızın konut sorununu çözmek ve gecekondulaşma eğilimini azaltmak için “Acil Eylem Planı” çerçevesinde konut ve kentleşme meselesini birlikte ele alarak ulusal düzeyde “planlı kentleşme ve konut üretimi” programı hazırlamıştır. Kentsel Dönüşüm Programı uyarınca, 66 Belediyeyle Gecekondu Dönüşüm protokolü, 36 Belediyeyle 35 bin konut anlaşmasını imzaladığı bilinmektedir13. Yine benzer bir amaçla dar gelirli aileler için çok önemli bir başlangıç sayılabilecek Tarımköy projesini uygulamaya koyduğu bilinmekte ve bu kapsamda 6 bin 500 konut yapım projesinin yapılması beklenmektedir. Cumhuriyet tarihinde ilk kez bu kadar kapsamlı olarak 13 TOKİ ile Belediye arasında bir protokol imzalanacak, arsayı belediye bulacak, inşaatı TOKİ yapacak, belediyeye arsa karşılığı kat verilecek, katlar peşin paraya satılacak, belediye kasasına girecek bu gelir yeni konut ya da kentsel dönüşüm projelerine ayrılabilecekti. Yıldırım Belediye Başkanı Özgen Keskin, toplu konut projelerini anlatırken, “A, B ve V tipi konutlar yapacağız” diyordu. “V tipi ile yani villa tipi”ni kasteden Keskin: “Yapacağımız villa tipi lüks konutları satarak dar gelirliler için toplu konutlar yapacağız. Zenginden alıp fakire vereceğiz. Yani modern Robin Hood’luk yapacağız” ifadeleri basında yer almıştır. 75 SBArD Mart 2010, Sayı 15, sh. 57 – 93 yapılan toplu konut ve gecekondu dönüşüm çalışmaları hem dar gelirli kişilerin istihdamını hem de genel yaşam kalitesini arttırmayı hedeflemektedir. Bu öngörüler ve hedefler güzel olmakla birlikte toplu konut uygulamalarıyla ilgili olarak diğer ülkelerde yaşanan benzeri eleştiriler TOKİ için de geçerlidir14. TOKİ’den yapılan açıklamalar, gecekondu dönüşüm projesi ile üretilen konutların alt sınıflara yarayacağı fikrini oluşturabilir. Bu uygulamalarda Belediye ve TOKİ, oluşturulan komisyonlar aracılığıyla dönüşümü planlanan mahallede evin durumuna göre konutlara belirli bir bedel biçmekte daha sonra da bunu kendi yaptıkları dairelere peşinata sayıp uzun vadeli kredilerle (10-15 yıl) bankalara ipotekleyip gecekondu sakinini konut sahibi yapmaya çalıştığı ifade edilmektedir. Hâlbuki “Kentsel Dönüşüm” projelerini suçlayan bazı eleştiriler, bu uygulamalarda orada yaşayanlara söz hakkı verilmemesini ve onların sosyal ekonomik koşulları göz önünde tutulmadan yerlerinden edilmelerini gerekçe göstererek bu çalışmaları sosyal ve fiziki yıkım projeleri olarak tanımlamaktadır. Kişilerin eski yerlerinden uzak yerlerde iskân edilmeleri, kiracıların barınma haklarının güvence altında olmaması gibi sorunlardan bahseden bu eleştirilerde ipotekle uzun dönemli borçlandırmanın dar gelirlilerin geleceğini ipotek altına alan kötü bir macera olacağı ifade edilmektedir. Gecekonduları bir yaşam alanı olarak yeterli bulmayan ancak bugün gecekondu alanlarına yapılan kentsel dönüşüm müdahalelerini de yetersiz bulan bu eleştirilere göre mevcut uygulamalar yaşam sorunlarını çözmeyi değil, gayrimenkul sektörünün kârını arttırmayı amaçlamaktadır. Türkiye’nin farklı illerinde yapılan “Kentsel Dönüşüm” çalışmalarının tümü hakkında bilgi sahibi olmamakla birlikte Gaziantep’te yapılan konutların alt sınıflara gitmediğini rahatlıkla söyleyebiliriz. Gaziantep Şahinbey Belediyesiyle yaptığımız görüşmeler sonucunda yapılan bu konutlara başvuru yapanların çoğunluğunu (% 75) yoksul olmayan sınıfların oluşturduğunu öğrendik. Daha çok kent girişinin güzelleşmesi ve kent imajının düzeltilmesi fikriyle yapılan bu projede Belediyenin kendine düşen konutları açık arttırmayla satacağı gerçeği de aslında yapılan bu uygulamanın temel amacının da alt sınıflara hitap etmek yerine orta sınıfları gözeten bir anlayışa dayandığını ve daha çok kenti yenilemek amacını taşıdığını söyleyebiliriz. Bu konutların bazılarında spekülatif kâr peşinde koşan emlakçıların ve zenginlerin girişimlerinin de amaçlanan hedefleri sulandıracağı unutulmamalıdır. Bu durumda kentsel dönüşüm adına gecekondudan çıkarılan insanlar muhtemelen ellerindeki paralarla ya başka yerlerde gecekondu yapmanın hesabını yapacaklar ya da bir süreliğine başka yerlerde kirada oturarak mevcut kira ve konut fiyatlarının hareketlenmesine yol açacaklardır. Gerçi ilk bakışta, alt yapılı arsa arzının artması konut fiyatlarını ve kiralarını düşürür gibi görünse de bunun sınıfsal konuma göre farklı yansımaları olduğunu anlamamız gerekir. Toplu konut uygulamalarında hedef kitleye ulaşmak sorun oldukça bu durum özellikle yoksul grupların zararına işleyen bir mekanizmaya dönmektedir. 14 76 İstanbul’dan Ankara’ya, Malatya’dan Samsun’a birçok ilde oluşturulan çeşitli platformlarda insanların barınma hakkı ihlal edildiği gerekçesiyle TOKİ uygulamalarına karşı protesto ve eylemler yapılmaktadır. Diğer liberal politikaların aksine konut yapımında devletçi bir uygulama sergileyen TOKİ, ilginçtir ki genelde sol kanat tarafından eleştiri yağmuruna tutulmaktadır. Bu bakış açısına göre “Kentsel Dönüşüm ve Yenileme” faaliyetleri tıkanan kentsel arsa ve konut üretimini sermayenin ve üst sınıfların çıkarını dönüştürme biçiminden başka bir şey değil. M. Ruhat YAŞAR Aslında daha önce başka ülkelerde de benzeri sorunlar yaşanmış ve maalesef başlangıçtaki hedeflere ulaşılamadığı gibi beklenmeyen kötü sonuçlar da ortaya çıkmıştır. Gooptu, idealist projeler olarak ortaya atılan kent planlamalarının mal-mülk sahibi kişilerin çıkarlarına göre yontulduğundan bahseder (Gooptu, 2001:84). Birçok ülkede devlet yardımlarıyla yapılan konut alanlarının genelde bir şekilde devlet memurlarının sahip çıktıkları müstakil evlerle apartmanlar haline geldiği ve yoksulların da eski yerlerinde kalmaya devam ettikleri gözlenmiştir (Risbud, 2002:61). Filipinlerde Dünya Bankasının yerel yetkililerle işbirliği yaparak gerçekleştirdiği bir çalışmada gecekonduların da içinde bulunduğu Tondo sahil boyunca uzanan 253 harap alanın düzenlenmesi için proje geliştirilmiş ancak yapılan yatırımlar inşaat şanayii ile emlakçılara sızdırılarak istenmeyen sonuçlar ortaya çıkmıştır. E. Berner’in dediğine göre burada oturanların hepsi 5 yıl içinde evlerini terk ettiler, çünkü arsaları zenginlere satılmıştı (Erhard, 2000:558-9). Çoğu gecekondu kurtarma operasyonunun kâğıt üzerinde kaldığını belirten Verma ise İstanbul Habitat II konferansı ödülü ile 1998 Ağa Han ödülünü alan Indore projesinin söylendiği gibi başarı hikâyesi olmadığını tersine alt yapıdan yoksun bir felaket olduğunu vurgular (Verma, 2002:150-2). Yine, Tunus’ta devlet destekli konutların sadece % 25’inden yoksulların faydalandığı tespit edilmiştir. Delhi’de 450.000 gecekondu sakininin tahliye edildiği bir kentte yoksullar için sadece 110.000 bin evin inşa edildiği tespit edilmiştir. Hatta Hindistan Komünist Partisinin gecekondu sakinlerinin kurtuluşu adına yürüttüğü başka bir konut projesinin ve Vietnem’da aynı amaçlı bir konut planlamasının yine seçkinlerin av partisine dönüştüğü ifade edilmektedir. Hindistan’da planlanan bu konutların da önemli birkısmı da sonuçta orta ve üst sınıfların hanesine yazılmış ve üstelik bu nedenle yerlerinden edilen yoksullar daha da zor durumlara düşmüşlerdir (Risbud:61). Bu açıdan ülkemizde yapılan kentsel dönüşüm ve toplu konut uygulamalarında çok dikkatli olunarak başarılı örnekler örnek alınmalıdır. Bu konuda Brezilya’nın Toplu Konut Kurumunun yaptığı uygulama dünyadaki en iyi uygulamalardan biri olarak değerlendirilmektedir (Karpat, 2003:33). Yine Hong Kong yönetiminin, milyonlarca gecekonducuyu ve köhne evlerde yaşayan yoksulları yeni apartmanlara yerleştirmede üstün bir başarı gösterdiği ifade edilmektedir. Sürekli ucuz işgücüyle artan arazi değerlerini dengeleyen Japon yönetimi, yerleşimi kent etrafına yayarak yoksulları merkezdeki kira denetimli evlerden buralara yerleştirmeyi başarmıştır. 1960’larda kişi başına düşen oda sayısının 2.17 metrekare olduğu Hong Kong’ta formel konutlar açısından bugün hala dünyanın en yoğun nüfuslu yerleşimi bulunmaktadır (Davis, 2007:85). Ancak bu iyi örneklerin de olumsuz eleştirilere maruz kalmadığını söyleyemeyiz. Alt Gelirliler ve Yoksullar İçin Toplu Konut Uygulamaları Sembolik sermayenin bu “yaratıcı yıkım” özelliği parasal değerlerle alakalı olduğu ölçüde geçicidir. Bu anlamda D. Harvey, mekânsal süreçlerin sermaye birikimi ve sınıf ilişkilerinin niteliği ile ilgili olduğunu belirterek toplumsal dönüşümle mekânsal dönüşüm arasında bir ilişki olduğunu vurgular. Ona göre, mekân ve mekânsal değişmeler mevcut düzeni yansıtır ve bu ölçüde toplumsal sınıfların alışkanlıklarını yansıtır (Harvey, D. (1990). “Flexible Accumalation Through Urbanization, Reflections on Post-Modernism in the American City”, Spectra: The Yale Architectural Journal, No: 26). 77 SBArD Mart 2010, Sayı 15, sh. 57 – 93 Öncelikle “Kentsel Dönüşüm Programı” uyarınca alt sınıflar için yapıldığı ifade edilen konutların sadece gecekonduları kapsadığını ve bu yenileme programının konuta ciddi anlamda ihtiyacı olan kent içi yoksulları kapsamadığını ifade etmeliyiz. Bununla birlikte alt gelir grubu ve yoksul gruplar olmak üzere TOKİ’nin iki farklı grup için planladığı iki ayrı toplu konut uygulamasının, bazı eksiklikler giderildiği takdirde, yoksulluğun önlenmesinde ve yaşam kalitesinin arttırılmasında önemli bir politika aracı olabileceğini düşünüyoruz. Bununla birlikte VII. Beş Yıllık Kalkınma Planında yer alan “konut sayımının periyodik olarak yapılması ve mevcut verilerin güncelliğinin sağlanmasında kullanılabilecek “Konut Bilgi Bankası” kurulamadığından15 bu konudaki sıkıntıların ciddi sorunlar yaşatacağını düşünüyoruz. Söz konusu sıkıntıların aşılması ve yoksullara yönelik toplu konut yapımlarında aşağıdaki soruları dikkate almak zorundayız; 1-Konutlar kim/kimler için yapılacak ve bu toplum kesiminin özellikleri nedir? 2-Yapılan konutlar hangi bölge-memleket-mevsim ve hangi kültür için yapılacak? 3-Yapılacak konutun asgari fiyatı neye göre belirlenmektedir? 4-Ödemelerini zaman zaman aksatan yoksullar için ne tür esneklikler yapılabilir?16 5-Yapılacak konutları hiçbir şekilde alamayacak yoksulların oranı bu grup içindeki oranı nedir ve onlar için neler yapılabilir? 6-Ev sahibi olamayacak yoksullar için kira amaçlı evler nasıl organize edilebilir? 7-Yoksullar için yapılan konutların başkalarınca satın alınmaması için sadece kâğıt üzerinde odaklanmak ne derece doğrudur ve bu konuda neler yapılabilir? 8- Yoksulların konutları yapılırken yoksullarla ilgilenen STK’larla işbirliği ne tür faydalar yaratabilir ve bu konuda kurumsal işbirliği nasıl geliştirilebilir? Bugün konut üretiminde devletin ana kurumuı olan TOKİ, serbest piyasa koşullarında konut sahibi olamayanların desteklenmesi amacıyla planlar yapmaktadır. TOKİ tarafından üretilmekte olan 281.084 konutun 237.791’inin yani % 83’ünün sosyal konut niteliğinde olması ve bunların yaklaşık % 60’nın (139.123) dar gelirli ve orta sınıflara, % 20’inin (59.934) yoksullara ve alt gelir grubuna, % 11’nin de (28.704) gecekondu dönüşüm uygulamasına göre planlandığı ifade edilmektedir (Bayraktar, 2007:33-35). Öncelikle, yoksullar için düşünülen konutların % 20 ile sınırlı tutulması oldukça yetersizdir. Çünkü zaten orta sınıfa hitap eden evler bulunmaktadır. Burada belki yapılması gereken orta sınıflar için yapılan evlerden elde edilen kaynakla yoksul evlerinin finanse edilmesi ve yoksul evlerinin nitelik ve oranlarının yükseltilmesi olmalıdır. Bunun yanı sıra, yoksullar için düşünülen konut yapımında hedef kitlenin tespiti ve dahası onun özelliklerinin açığa çıkarılması bakımında ciddi sorunlar bulunmaktadır. 15 16 78 VIII. Beş Yıllık Kalkınma Planı Konut Özel İhtisas Komisyonu Raporu, Ankara 2002, s. 153 Borcun bir ay ödenememesi, senelerce taksitleri ödenen evin elden gitmesi anlamına gelebilir. ABD‘de yapılan araştırmalar, çalışan aile reislerinin en büyük kaygısının işini ve buna bağlı olarak evini-ailesini kaybetmek olduğunu göstermektedir. Herhangi bir kriz döneminde konut fiyatlarının düşmesi ve ipotek edilen konutun o anki satış değerinin borcun tamamını karşılamaması durumunda, evini kaybeden kişi aynı zamanda tüm varlıklarını da hacizle birlikte kaybedebilir. M. Ruhat YAŞAR Bu nedenle ülkemizde kurulacak konut finansmanında öne sürülen, sistemin halkın asgari % 60’nı kapsaması ve aylık ödemelerde gelirin % 25-30’unu geçmemesi, kredi tutarının evin değerine göre % 70’e kadar ulaşması şeklindeki planı kulağa hoş gelmekle birlikte yine de sorunludur (TOKİ, 2006a:63). Burada öncelikle hangi gelir düzeyindeki hangi kesimin baz alındığı ve başvuranların da kimler olduğu net olarak bilinmesi lazım. Mesela toplumun % 60’ı demek yerine toplumun % 15’ini oluşturan, geliri 300 YTL ve altı düzeyde olan nüfus grubu, yine toplumun % 20’sini oluşturan ve geliri 500-700 YTL civarında olan gruplar gibi daha spesifik nüfus kesimleri hedef olarak belirlenmeli ve bunların sosyo-demografik özelliklerine, eğilim ve beklenti düzeylerine göre yerelliği baz alan konut türleri üretilmelidir. Ama bu gruplara ulaşmak için de ilgili gruplarla (özellikle yoksullar için) temas halinde olan kurumlar, STK’lar bir komisyon oluşturarak yoksulları bilgilendirmede, isim belirlemede ve var olan başvuruları teyit etmede yardımcı olabilirler. Yoksa, konut sorunu olmayanların ticari amaçlı olarak ikinci üçüncü konutlarını almaları gibi sonuçlar ortaya çıkabilir ve yoksullar için üretilen konutlar birileri tarafından, üstelik yoksullar adına alınarak fahiş fiyatlarla yoksullara kiraya verilebilir ve böylece sorunun çözümsüz kalmasına yol açabilirler. Nitekim benzer sorunlar birçok gelişmiş ülkede benzer şekilde görülmüştür. Öyle ki, en büyük ve risksiz kârları yoksullara verilen köhne evlerden elde edildiğini belirten Lagos, özellikle, Latin Amerika, Afrika, üst ve orta sınıf üyesi kişilerin bu kiralarla büyük gelirler elde ettiğini örneklerle belirtir (Dündar, 2001:393). Nitekim Suzana Taschner, gecekonduların başarıyla iyileştirildiği bir çalışmada arazi ve evlerin tüketim malı haline gelerek değerlenmesi neticesinde gecekondu yerine tek odalı “cortiço” denilen “gecekondu içinde gecekondu evleri”nin ortaya çıkışından bahseder (Taschner:216-219). Kısaca, kent çevresindeki arazilerin ticarileşmesi sonucunda buralara bedelsiz biçimde sahip olma imkânı kalmadığından ve bu arsalar üzerinden rant sağlayan devlet memurları, parti teşkilatlarıyla emlakçı ve müteahhitlerin en fazla kâr elde ettiklerinden bahsedilmektedir. Elazığ’da, iyi niyetlerle düşünülmüş olsa da, TOKİ’nin Abdullahpaşa semtinde dar gelirli gruplar için düşündüğü ve birkaç yıl içinde konut yapılması koşuluyla satışa çıkardığı alt yapılı arsalardan en fazla zengin grupların yararlandığı ve bu kesimin başvuru için genelde cüz’i para karşılığında akrabalarının evrakını kullanarak bu ucuz arsaların sahibi oldukları ifade edilmektedir. Şu anda 140 milyardan alıcı bulan bu konutların üzerinde yükseldiği arsaların hangi dar gelirliler için üretildiği merak konusudur. Benzeri bir sürecin yine Elazığ’da Çatalçeşme mahallesinde yaşandığı ve muhtarın topladığı dilekçelere rağmen buraya TOKİ konutlarının yapılmadığı daha sonra da aynı imarlı ucuz arazilerin arsa kurtlarının sofrasına kaldığı söylenmektedir. Belki de bir gün aynı yerde yoksullara yapılacak konutlar için ihtiyaç duyulacak bu arsaların spekülatif maliyeti yine yoksulların sırtına vurulacaktır. Bu konuda yaşanabilecek diğer önemli bir sorun da yoksulların gelir durumlarının söz konusu konut uygulamasına ne ölçüde yeteceğidir. Nitekim uygulamaya bakıldığında TOKİ’nin istenen satış performansını gösteremediği illerde bu sorunda belirleyici olan faktör ekonomik yetersizlik olarak görülmektedir. Beraberinde ulaşım ihtiyacını da getiren bu konutlar aslında belirli bir gelir seviyesini gerektiren bir hayat tarzına dayanmaktadır. TOKİ konutlarına olan talebin yeterli olmadığı illerde yapılan çalışmada soru sorulan insanların çoğunun (% 82) konut edinebilmek için 79 SBArD Mart 2010, Sayı 15, sh. 57 – 93 yeterli tasarruflarının olmadığı görülmektedir. Ayrıca onlara göre (% 42,2) evlerin fiyat ve ödemeleri çok yüksektir (TOKİ, 2006:102-116). Bilindiği üzere, TOKİ’nin alt gelir grubuna yönelik olarak yapacağı evleri 4000 YTL peşinatla aylık 250 YTL ve üzeri taksitlerle satmayı planladığı ifade edilmektedir17. Bu planlamada, peşinat bir yan alt gelir grubu için düşünülen konutlara başvuru şartları içerisindeki, başvuru sahibinin en fazla 1600 YTL gelire sahip olabileceği ifadesi kullanılmaktadır (TOKİ, 2007:12-18). Bize göre bu rakam çok yüksek bir gelir düzeyini ifade etmektedir. Büyük şehirler için bu rakam doğru bir tespit olabilir ama taşrada bu rakam orta sınıfların gelir düzeyine çok yakın bir rakamdır. Çünkü, bu durum aynı konutlara geliri 1600 YTL olan ya da geliri böyle olmasa da bu şekilde belgeleyen birinin yapacağı başvuruyla, aylık geliri 750 YTL civarında olan birinin yapacağı başvuruyu aynı kefede değerlendirmek anlamına gelmektedir. Yani bu uygulama bir öğretmen ya da memurla asgari ücret alan birisinin aynı kuraya tabi tutulması anlamına gelmektedir. Kuranın belirleyici olacağı bu sistemde, orta sınıfın alt gruplarını da içeren bu rakam (1600 YTL) nedeniyle bizim 3. derece yoksul dediğimiz en iyi durumdaki yoksul grupların bile, zaten çok düşük olan ev sahibi olabilme şansları daha da sınırlanmış olacaktır. Üstelik 4000 YTL peşinatın ve aylık 250 YTL ve üzeri taksitin olması da sorunu tamamen yoksullar aleyhine çevirmektedir. Burada taşra bağlamında söylemek gerekirse alt gelirli gruplarla alt-orta sınıflar birbirine karıştırılmaktadır. Bunun yanı sıra, alt gelirlilerle yoksul insanların da birbirlerine karıştırılmaması çok önem taşımaktadır. Dar gelirli insan az da olsa düzenli bir gelirin sahibi olan insandır. Ama yoksul, bu durumda olamadığı için yoksuldur zaten. Dolayısıyla zaten kıt olan konut sunumunun adı alt gelirliler de olsa bu kadar geniş bir kesime sunulması yoksullar aleyhine sonuçlar yaratacaktır. TOKİ’nin diğer bir uygulaması ise yoksul grupların peşinat ödemeksizin aylık 100-150 YTL taksitlerle başlayan ve 20 yıl vadeli 55-65 metrekare büyüklüğündeki evlere sahip olmalarıyla ilgili projesidir (TOKİ, 2007:9-13); (Bayraktar, 2007:34). Türkiye’de ailelerin ortalama tasarruf oranı % 16 olduğu ve düşük gelir gruplarında konut harcamaları dışında tasarruf olanaklarının bulunmadığı bilinmektedir. Bu nedenle düşük gelirlilerin bütçelerinin %25’ini geçmeyecek bir ödeme ile kira öder gibi taksit vererek konut sahibi olması önemlidir (TOKİ, 2006a:68). 1996 BM Habitat II göstergelerinde konut fiyatının hanehalkının yıllık gelirinin 5 katını aşmaması gerektiği 17 80 TOKİ, alt gelir grubu için konut ödemelerini, verilen peşinata göre ödeme miktarı ve vadeleri değişen sabit taksit şeklinde yapacağını duyurmuştur. TOKİ alt gelir grubu için yapmayı düşündüğü konutlara başvurularda; başvuru sahibinin, eşinin ve velayeti altındaki çocuklarının gıda, yol, vs. her türlü aldıkları yardımlar dahil olmak üzere toplam hane halkı aylık net gelirinin en fazla 1.600 YTL. olması istenmektedir. Hâlbuki daha önce TOKİ’nin 2007 yılına ait Konut Edindirme rehberinde aynı gruplar için bu miktar 840 YTL olarak ifade edilmiştir. İstenen azami gelir miktarı 1600 YTL’ye yükseltildiğine göre geliri az olanların başvuruları konusunda tereddüt ya da sıkıntılar yaşanmış olabilir. Başvuru sahibi evli ise kendisi, eşi, velayeti altındaki çocuklarından çalışan varsa kendisinin eşinin ve velayeti altındaki çocuklarının ayrı ayrı gelirini kanıtlayan belgelerin (tabi olarak çalıştıkları sosyal güvenlik kurumlarından çalıştığına dair alınan belgeler ile maaş bordroları, maaş belgeleri, vb.). ibraz edilmesi ve başvuru sahibi, eşi veya velayeti altındaki çocuklardan herhangi biri çalışmıyorsa Emekli Sandığı, SSK ve Bağkur’dan çalışmadığına dair belgelerin tescil edilmesi gerekmektedir (www.toki.gov.tr), (18.11.2008). M. Ruhat YAŞAR belirtilmektedir. Millenial Housing Komisyonuna (2002) göre Amerika’da yapılan çalışmalardan hareketle bu Komisyon bireylerin gelirlerinin % 30’undan fazlasını kiraya harcayan ailelerin orta düzeyde konut sorunu olduğunu ve % 50’den fazlasını harcayanların ise ciddi konut sorunu yaşadıklarını ve bunların diğer ihtiyaçları için gerekli olan parayı gittikçe kısmak zorunda kalarak evsizliğe gidebileceğini ifade etmektedir (Stone, 1993:8-14). Yoksullar için düşünülen TOKİ konut satış bedelinin yoksulların ortalama yıllık hane gelirinin kaç katı olduğu hususuna dikkat edildiğinde, araştırma verilerimize göre, aradaki farkın yoksulların kendi içindeki farklılıklarına paralel olarak yaklaşık 10 ile 20 kat arasında değiştiği saptanmıştır. Bu değerler olması gereken yıllık gelirin 5 kat değerine kıyasla oldukça yüksek bir miktardır. Çünkü yoksulların yaklaşık yarısının aylık geliri 300 YTL ve altında olmasına karşın yoksul konutlarının bedeli 45.000 YTL civarındadır. Yoksulların kendi evinde oturarak ev sahibi olmalarını içeren bu stratejinin konutlara başvuru safhasından ödemelerin devamına kadar ciddi sıkıntılar doğuracağı söylenebilir. Öncelikle, yoksullar için düşünülen ve 100-150 YTL ve üzeri taksiti olan konutlar bile çoğu aile için hayaldir. Üstelik burada 15-20 yıl gibi ödeme süresinin uzunluğunun kendisi bile caydırıcı bir faktör olarak düşünülebilir. Çünkü yılda iki kez TÜFE ve ÜFE oranlarındaki (en düşük olsa bile) artış oranında taksite zam yapılması ve ödemelerin gecikmesi halinde faiz uygulaması sorun yaratabilir. Bunun yanı sıra, yüklenici firmanın teslim süresi içinde konut piyasa koşulları ve konut faizi durumuna göre (TOKİ’den onay alarak olsa bile) fiyat ayarlamasını elinde bulundurması sıkıntı yaratabilir. Ayrıca, yoksullar düzenli bir işleri olmadığı için iş olanağının bulunduğu yere doğru hareketlilik yaşadıklarından başvuru yaptıkları konutlarda bulunma zorunlulukları onlar için zamanla sorun haline gelebilir. Bu nedenle yoksulların sosyal ve yerel mobilitelerini aksatmayacak ve belediyenin, yerel STK’ların destekleyeceği bir kiralık konut politikası onlar için daha makul olabilir. Her ne kadar TOKİ’nin yoksullar için planladığı konutlarda başvuru sahiplerinin düzenli geliri olmayan, asgari ücret ya da onun altında kalan ve kayıt dışı gruplar olacağı ifade edilse de söz konusu başvurularda ayrıştırıcı unsurların yetersiz kalacağını şimdiden söyleyebiliriz18. Burada yoksullarla diğer grupları ayrıştırıcı unsurlar olarak, ikametgah süresi, sosyal güvence durumu, nüfusa kayıt yeri ve gelir miktarının baz alınması gayet doğal ama yetersizdir. Hatta alınan bu ölçütler bazı durumlarda ciddi sıkıntılar da yaratabilir. Örneğin, ikamet şartı (tam olarak belirtilmemiş olmakla birlikte) eğer 5 yıl gibi bir süre olursa ilimizde 4 yıldan daha az bir zamandır ikamet eden yaklaşık 400 aile doğrudan kapsam dışında kalmış olacaktır. Çoğu göçle gelen bu 18 TOKİ’nin yoksul grubu için düşündüğü konut başvuruları için Yeşil Kart sahibi olmak veya 2022 Sayılı Kanun kapsamında maaş almak veya 3294 Sayılı Kanun kapsamında Sosyal Yardımlaşma ve Dayanışma ve Teşvik Fonu'ndan yararlanıyor olmak ya da sosyal güvenlik kurumlarına tabi olmamak. Bu nedenle Yeşil Kartı olmayan, Sosyal Yardımlaşma Fonu’ndan Yararlanmayan ve 2022 sayılı Kanun kapsamında maaş almayanlarla; Emekli Sandığı, Bağ-kur ve SSK’da kayıtları olmayanlar da bu uygulama için uygun gruplar olarak tanımlanmaktadır. Yine, bu program gereğince, sözleşme imzalayanlar konutlarını borçları bitene kadar devredemeyeceklerdir. Ayrıca, sözleşme imzalanan konut için borç bitene kadar, alıcının veya ailesi için ikamet koşulu aranacak olup, alıcının, kendisinin, eşinin veya çocuklarının söz konusu konutta ikamet etmediklerinin tespit edilmesi halinde sözleşmeleri fesih edileceği ifade edilmektedir (www.toki.gov.tr) 18.11.2008. 81 Mart 2010, Sayı 15, sh. 57 – 93 SBArD insanların ayrıca nüfus kayıtları da konutların yapıldığı yerde olmadığı için yine proje şartları gereğince başvurudan dışlanmış olacaklardır. Örneğin Elâzığ’da elde ettiğimiz verilerden hareketle 3830 yoksul ailenin göçle geldiğini ve bunların yaklaşık 2000’nin kirada oturduğunu biliyoruz. Bu durumda ikamet şartının ve yerel nüfus kayıt şartının katı uygulanması halinde birçok yoksulun başvuruyu yapamayacaklarını ifade edebiliriz. Ayrıca, konut uygulamasında 30 yaş sınırlaması da düşünülecek olursa (dul ve yetimler için 25 yaş) nüfus kayıt açısından sayısını bilemediğimiz bir grup yoksulun ve 30 yaşın altında olması itibariyle de yaklaşık 500 yoksul ailenin bu uygulamaya başvuramayacaklarını verilerimize dayanarak söyleyebiliriz. Eğer bu uygulamadan maksat başvuramayacak yoksulların sayısını arttırmak ise doğrusu ciddi bir eleme yapıldığı söylenebilir. Çünkü sadece başvuru noktasında bile yoksulların çoğu hayal kırıklığı yaşayacaklardır. Bunun yanı sıra çalışmayla ilgili olarak kayıt dışılık oldukça fazla ve olanlar da kısmen doğrudur. Bu açıdan dar gelirlilerle yoksul insanlara uygulanacak konut politikası özellikle bölgesel koşullar dikkate alınarak daha kesin çizgilerle birbirlerinden ayrılmalıdır19. Üstelik konutla ilgili politikalar sadece dar gelirli yoksul ayrımını değil aynı zamanda yoksulların kendi içindeki çeşitliliği de dikkate almalıdır. Örneğin bu gruplar içinde sadece dullukyetimlik ve özürlülük değil aile büyüklüğü, ailenin demografik dağılımı (kız/erkek sayısı) da dikkate alınmalıdır. Bu anlamda, kalabalık ailelerin konut ihtiyaçları, kişi başına ödeyebilecekleri para miktarı daha az olduğundan ve kullandıkları konut kaliteleri daha kötü olduğundan, aynı gelir dilimindeki küçük ailelerin konut isteklerinden daha fazladır. Bunun yanı sıra, özellikle de kayıt dışı çalışanlar, bayan hane reisleri ve hasta aile reisleri dikkate alınmalı ve özellikle bu son gruplara konut tahsisinde öncelik tanınmalıdır20. Tablo 1: Elâzığ’daki Yoksulların Gelir Durumu21 701 YTL ve üzeri 0,87% 601 - 700 mi l yon 5,39% 501 - 600 mi l yon 8,82% 401 - 500 mi l yon 9,29% 301 - 400 mi l yon 30,43% 201 - 300 mi l yon 27,62% 200 YTL ve a şa ğıs ı 12,60% Hi çbi r gel i ri yok 4,97% 0 19 20 21 82 61 376 615 648 2123 1927 879 347 500 1000 1500 2000 2500 Başvuru sahiplerinin yoksullukla ilgili değerlendirme ve ayrımı yapılırken yoksullarla ilgilenen STK’ların fikirlerinin alınması doğru olacaktır. TOKİ’nin uygulamasında şehit, gazi ailelerinin yanı sıra ve özürlü üyeleri bulunan başvuru sahipleri için ayrı değerlendirme kategorileri oluşturulması önemli olmakla birlikte hane reisi bayan olan veya hasta olan yoksul ve dar gelirliler için herhangi bir kayda rastlamadığımızı belirtmeliyiz. Halbuki bu grupların ihtiyaçları daha önceliklidir. Üstelik dul ve yetimleri olan bayan hane reisleri için de 5 yıllık bir ikamet zorunluluğu da, eleme mantığı olsa bile, doğrusu pek anlaşılır değildir. Bunun yanı sıra şehit, gazi, dul ve yetimler hariç diğer gruplar için 30 yaş ve üzeri bir sınırlamanın getirilmesi de şartları uygun daha genç yoksullar için gereksiz bir engel olarak yorumlanabilir. Kayıt dışı olduklarından ve çalışma koşulları belirsiz olduğundan yoksulların gelir durumunu belirlemek her zaman sıkıntılı olmuştur. Çalışmamızda yoksulların kendi ifadeleri ile mahalle sorumlularının, anketörlerin gözlemi onların gelir durumlarının tahmininde belirleyici olmuştur. M. Ruhat YAŞAR Elazığ’da 2007 yılında yaklaşık 7000 aile üzerinde yaptığımız “Elazığ Yoksulluk Haritası” adlı çalışmada yoksulların sahip oldukları gelirlere bakılacak olursa yoksullar içinde en iyi durumdaki yoksulların, ancak alt gelir dilimi ve yoksullar için planlanan konutlara başvurabileceklerini söyleyebiliriz (Bkz. www.maziz.net). Tabloya dikkat edilirse 500 YTL ve üzerinde geliri olan yoksulların oranı % 15 civarında olup bunların toplamı yaklaşık 1000 ailedir. Hâlbuki düzensiz gelirleriyle bu düzeyin altında olan ve kirada oturan çoğu yoksul ailenin önemli bir kısmı yoksul gruplar için düşünülen evlere başvuruda zorlanacaklardır22. Bu olasılık, yaklaşık 15 bin kişinin hayatını ve geleceğini doğrudan ilgilendirmektedir. Kurumsal maaş açısından baktığımızda ise hangi ailelerin bu tür konutlara talip olabilecekleri konusunda şunları söyleyebiliriz; dul-yetim aylığı alan 450 ailenin 180’i, gazi-malûl aylığı alan 45 ailenin 23’ü, sakat-özürlülük yardımı alan 363 ailenin 215’i, sosyal hizmetler aylığı alan 63 ailenin 35’i ve emekli maaşı alan 588 ailenin 215’i ve yaşlılık-hastalık aylığı alan 890 ailenin 291’i kirada oturmaktadır. Üstelik konut pazarına ulaşabilme, krediye ulaşabilme kapasitesiyle alakalıdır. Bu sadece bir gelirin olmasını değil aynı zamanda neredeyse bir kariyeri ve düzenli, bir geliri gerektirir. Bunun yanı sıra finansman sisteminin işleyişinde leasing şirketleri, bankalar ve finans kurumları köprü olarak düşünülmektedir. Ama bu ülkede, resmi kayıtlarda olmayan, bankanın yolunu tanımayan, bankadan korkan, bankayla hayatı boyunca işi olmamış ve olmayacak kayıt dışı yoksullar var. Dolayısıyla bir yoksulun tek başına bütün bu bürokratik ve formalite dolu işlemleri yapması ve takip etmesi beklenemez. Bu anlamda konutla ilgili olarak yoksullara kimlerin, nasıl rehberlik edeceği konusunda giderilmesi gereken birçok sorun ve eksiklik bulunmaktadır. Burada, yukarıda istatistik verileri belirtilen gruplara ulaşarak yapılması düşünülen yoksul konutları hakkında bilgilendirici çalışmaların faydalı olacağını söyleyebiliriz. Aksi takdirde masa başı üretilen projelerin gerçek yaşamda karşılığı olmayacaktır. Nitekim TOKİ’nin yaptırdığı konutları satın alanlar üzerinde yapılan bir çalışmada başvuru yapanların eğitim seviyesi Türkiye ortalamasının üzerinde olmasına rağmen konutlarla ilgili olarak deneklerin sadece % 67,2’si başvuru öncesi bilgilendirmenin yeterli olduğunu söylemişlerdir. Aynı araştırmada TOKİ konutlarından haberdar olmada ulusal gazete (% 12,4), yerel gazete (% 14,3) başta olmak üzere Belediye ilanları, yerel tv ve ulusal tv kanallarının etkili olduğu ifade edilmiştir (TOKİ, 2006:69-74). Bu araştırmada komşu, akraba v.s haber alma kaynaklarının toplamının bu satış koşullarından haberdar etme rolü %20 ile sınırlı kalmıştır. TOKİ’nin satış performansının düşük olduğu illerde eğitim seviyesinin düşüklüğüne paralel olarak insanların kitle iletişim araçlarından yeterince faydalanamadıkları görülmektedir. Örneğin TOKİ’nin konut satış performansının az olduğu illerde müşteri danışma sürecini analiz etmek için uyguladığı bir anket çalışmasında ulusal tv (% 6,6) ve yerel tv 22 TOKİ, pörtföyünde bulunan özellikle büyük şehirlerdeki değerli arsalar üzerinde prestij projeleri ile kaynak yaratıp bunu dar gelirli kesimlere ve yoksullara konut üretmede kullanmayı hedeflediğini ifade etmektedir. Özel şirketlerle birlikte gerçekleştirilecek bu projelerden yüksek hasıla elde etmeyi düşünen TOKİ özellikle Doğu ve Güneydoğu Bölgesinde yaşayan alt gelirliler için konut projeleri yaparak sosyal fayda oluşturmayı amaçladığını ileri sürmektedir (TOKİ, 2006a:96). 83 SBArD Mart 2010, Sayı 15, sh. 57 – 93 (% 4,9) ve tüm gazetelerin (% 7,3) TOKİ konut şartları konusunda yeterince kullanılamadığını göstermektedir. Bu illerde insanların % 52,7’si TOKİ’nin konutlarından haberdar olmadıklarını ifade etmişlerdir (TOKİ, 2006:114-115). Dolayısıyla eğitim seviyesi daha düşük olan yoksullar, kitle iletişim kanallarından habersiz oldukları için onlara konut edindirmede ciddi bir iletişim, etkileşim ve haberleşme ağının oluşturulması gerekmektedir. Ayrıca, bu konuda diğer bir sorun da bu sistemin uygulandığı gelişmiş ülkelerle ülkemizin ekonomik yapısı arasındaki derin farklılıklardır. Bugün bu sistemin uygulandığı Almanya ve A.B.D.’de konut sahibi olmanın yegâne yolu ömür boyu borçlanmadır (Castells, 1997:36). Hâlbuki bu ülkelerde işsizlik oranı % 3-5 arasında değişirken ülkemizde işsizlik oranı % 10 ve üzerinde seyretmektedir. Bölgesel ve yerel farklılıklar dikkate alındığında sorun daha da önemli hale gelmektedir. Örneğin, çalışma alanımızdaki çoğu yoksulun yaşamını bile doğru dürüst sürdüremediği bir gelirle konut ödemesini sürekli devam ettirmesi mümkün değildir. Çünkü bazı grupların yılın önemli bir dönemi boyunca sürekli bir işleri ve gelirleri yoktur. Nitekim, görüştüğümüz hane reislerinin % 28’inin anket uygulanan ay içinde çalışmadıkları görülmüştür. Yine son altı ay içerisinde toplam 1-2 ay çalışanların oranı % 14, 3-4 ay çalışanların % 37, altı ay içinde sürekli çalışanların oranının ise sadece % 16 olduğu tespit edilmiştir23. Tablo 2: Elazığ’da Yoksulların Çalışma Durumları Çalışma Durumu Çalışmıyor Kendi Hesabına Çalışan (Seyyar satıcı v.s.) Yevmiyeli/Düzensiz Çalışan(İnş. işçisi, hamal) Mevsimlik Kadrolu Çalışan Mevsimlik/ Yevmiyeli Çalışan (Tarım işçisi v.s.) Sayı 2103 533 2994 34 462 % 30,15% 7,64% 42,92% 0,49% 6,62% Düzenli/Sürekli Çalışan 850 12,18% Örneğin, Elazığ’daki yoksulluk çalışmamamızda, çalışmayanların oranı (% 30,15) bir yana çalışanların bile önemli bir kısmı (% 42,92) düzensiz ve geliri çok düşük işlerde çalışmaktadırlar. Son 6 aydaki çalışma verileri (% 16) ile çalışma sürelerine ait tablodaki verilere dikkat edilirse sürekli çalışan yaklaşık 850 ailenin (% 12,18) TOKİ’nin alt gelir grubu ve yoksullar için vermeyi düşündüğü konutlar için hedef kitle olacağı tahmin edilebilir. Ama, elbette diğer şartların da uygun olması durumunda (örneğin bazılarının evi vardır) bu tahmin gerçeklik kazanabilir24. Yapılacak konutun merkeze uzaklığı, ailenin taşınma rızası, ev alabilir düzeydeki grubun ev sahibi olup olmadığı, hedef kitlenin ortalama aile büyüklüğü ve gıda dışı gelir miktarı dikkate alındığında yapılacak konutların, ilimizdeki yoksul kesimlerin çok azına hitap edebileceğini tahmin edebiliriz. Bu anlamda ev sahibi olmak için TOKİ’nin planladığı yoksul evlerine başvurabilecek potansiyeldekilerin bile ancak yarısı bu tür evleri 23 24 84 Elâzığ’da sürekli çalışanların % 62’sinin (685 aile) kirada oturdukları diğerlerinin ise ücretsiz veya kendi evlerinde kaldıkları tespit edilmiştir. TOKİ’nin alt gelir uygulamasında başvuru sahibinin Projenin bulunduğu il /ilçe sınırları içerisinde en az.....yıldır ikamet ediyor olması, veya projenin bulunduğu il veya ilçe nüfusuna kayıtlı olması şartı, göç faktörü nedeniyle ilimizdeki birçok yoksul için sınırlayıcı olabilir. M. Ruhat YAŞAR düşünebilir. Bundan dolayı özellikle yoksulların çoğunun sıkı takvime dayalı ödemelerle birtakım bağlayıcı girişimlerde bulunmaları çeşitli zorlukları içermektedir. Bu nedenle söz konusu evlere girenlerden alınan paranın bir kısmı sigortalandırılarak ödemelerini zaman zaman aksatan bazı yoksulların belirli bir takvim içinde geri ödemek koşuluyla iki ya da üç aya kadar olan taksit gecikmeleri esnetilebilir. Aslında burada belirleyici olan salt gelir düzeyi de olmamalıdır. Gelir durumu eşit olan ama iki çocuğu olan bir aileyle sözgelimi 6 çocuğu olan ve bir öğrencisi dışarıda okuyan ailenin konut sahibi olabilme şansı da aynı değildir. Dolayısıyla yoksullar için geliştirilecek bir konut uygulaması onları kendi içerisinde sınıflandırırken, hedef kitleyi tahmini olarak hesaplamak yerine çeşitli faktörleri de içeren daha geniş bir perspektifle yoksulluk çerçevesinin net olarak belirlenmesi ve önceliklerin de kuraya göre değil buna göre yapılması gerekmektedir. Bu amaçla konutların hitap edeceği hedef kitlenin tespitinde önce yoksulluk haritasının çıkarılması gerekmektedir. Bu harita elde edildikten sonra ise bu konuda potansiyel olabilecek ailelerin bilgilendirilmesi gerekmektedir. Örneğin, Elazığ’daki bir çalışmada, yukarıdaki tabloda görüldüğü gibi yoksulluk sıralaması iyiden kötüye doğru % 33 (3.derece yoksul 2334 aile), % 42 (2. derece yoksul 2913 aile) ve % 25 (1. derece yoksul 1728 aile) olarak bulgulanmıştır25. Eğer aynı yoksulluk sıralaması geliri baz alarak oluşturulsaydı tablo çok farklı olurdu. Dolayısıyla birçok değişkeni içeren ve bizim “yaşam kalitesi” dediğimiz durum dikkate alınmadan sadece kâğıt üzerindeki eksik verilere dayalı salt gelir durumuna göre hesaplama yapılması konut çalışmalarında ciddi yanılmalara yol açabilir. Örneğin, bu durumda kayıt dışında olan ama fazla geliri olanlar yoksul konutlarına başvurabilirler. O halde gelir durumları tescillenen ve ilgili belgeleri tamamlanan ailelerin aynı zamanda yoksulluk düzeyleri dikkate alınarak başvurularının değerlendirilmesi faydalı olacaktır. Nitekim TOKİ’nin ilk etapta yaptığı konutları satın alan ama şu anda orada oturmayanlar üzerinde yapılan bir çalışmada, söz konusu konut sahiplerinin TOKİ evlerini yatırım amaçlı aldıkları, başka konutlara sahip oldukları ve TOKİ evlerini de kiraya verdikleri tespit edilmiştir. Sadece borç için kiraya verdiklerini söyleyen oranı % 14, yatırım amacıyla bu konutları aldıklarını söyleyenlerin oranı ise % 19,3’tür. Toki konutlarını kiraya verenler içinde 151-250 YTL arasında kira geliri elde edenlerin oranı % 30.7’dir. TOKİ konutlarına sahip olan ama içinde ikamet etmeyen bu gruplarda 2050 YTL ve üzerinde geliri olanların oranındaki yükseklik (% 26,4) ve konut sahibi olanların % 31,6’sının bekâr olması, yapılan bu konutların ne ölçüde hedef kitleye gittiğinin anlaşılması açısından yoruma açıktır. Öyle ki aylık geliri 750 YTL civarında olduğunu söyleyenlerin oranı sadece % 10,5’tir. Nitekim bu gruptaki deneklerin % 43’ünün genelde aynı şehirde veya semtte başka bir konutu bulunduğu tespit edilmiştir (TOKİ, 2006:150-168). Dolayısıyla düşük gelir gruplarını hedef alan konutların üst gelir gruplarınca alınması riski sorun yaratmaya devam edecektir. 25 Örneğin, Elazığ’da Mamurat’ül Aziz Vakfı’nın gerçekleştirdiği “Yoksulluk Haritası” adlı çalışmada belirlenmiş olan 1.,2. ve 3. derece yoksul ayrım ve oranlarının Elazığ yoksulları için yapılacak olası konutlarda dikkatle göz önünde tutulması gerekmektedir. 85 SBArD Mart 2010, Sayı 15, sh. 57 – 93 Kiralık Hayatlar Eğer insanlar kendi konumlarına görece yüksek miktarda kira ödemelerine karşın o ölçüde iyi bir yaşam şansına sahip değillerse o kent organizasyonu genel anlamda başarısızdır. Bu anlamda kiraların görece yüksekliği o kentin ülkenin başarısız yönetiminin bir şekli olarak düşünülebilir. Kentlerde kiralık konutlarda oturanların oranı sürekli yükselmektedir. Büyük kentlerde bu oranın taşra kentlerine göre daha yüksek olduğu tahmin edilmekle birlikte ülke genelinde bir artışın olduğu da bir gerçektir. Millenial Housing Komisyonuna (2002) göre kiralık ev sorunu konut sorununun en önemli parçasını oluşturmaktadır. Komisyonun raporuna göre Batı’daki düşük gelirli hanelerde aile reislerinin genç olmalarına paralel olarak düşük kiralı evlere olan ihtiyaç artacaktır (İngram, 2008:14-15). Ülkemizde, 1955’de büyük kentlerde, kirada oturanların oranı % 36,6 iken 1990’da bu oranın % 60’ı geçtiği söylenmektedir. Türkiye ortalaması ise % 29,7 olarak ifade edilmektedir (Keleş, 2006:457). Kentleşme artıp kirada oturanların sayısı arttıkça, fiyatların yükselmesine bağlı olarak, bundan en fazla zarar görenler yoksullar olacaktır. 1996 Yoksulların ödedikleri kira miktarından onların ekonomik durumunu ve buradan da onların TOKİ aracılığıyla ev sahibi olabilme ihtimallerinin ne kadar düşük olduğunu yorumlayabiliriz. Ancak bundan önce, TOKİ’den ev sahibi olanların kiraya ayırdıkları masraflara bakarak orta gelir dilimindeki insanlarla yoksulların kira giderlerini kıyaslamamız daha anlamlı olabilir. TOKİ konutları içerisinde evi olan ama başka yerde kirada oturanların (% 13,2) kira masrafları gelirlerinin % 31’ini oluşturmaktadır. Aynı grupta beslenme masraflarının payı toplam giderlerinin % 40’ını geçmektedir (TOKİ, 2006:160-162). Normal durumdaki insanların aksine yoksulların bütçelerindeki konut harcamaları payı çok yüksektir. Onların konut harcamaları, neredeyse besin harcamaları kadar önemli bir yekûn tutmaktadır. Bizim araştırmamızda, kirâ miktarı ile gelir arasındaki oranlara dikkat edilirse hemen her gelir grubundaki yoksullar, gelirlerinin 2/3’den daha fazlasına kadar olan miktarı kira olarak ödemektedirler. Oysa, BM Habitat II göstergelerinde kira değerlerinin hanehalkının aylık gelirinin % 25’ini aşmaması gerektiği düşünüldüğünde bu kira oranın yüksekliği dikkat çekicidir. Çeşitli araştırmalar, hane harcamaları bakımından ülkeler arasında benzer davranışlar olduğunu ve ailelerin ekonomik durumu geliştikçe konut harcamalarının bütçenin % 5’inden % 30’una yükseldiğini ve sonra tekrar azalma eğilimi gösterdiğini ifade etmektedir. Buradan hareketle geliri artan insanın konuta daha fazla para ayırdığı ifade edilmektedir (TOKİ, 2006a:10). Bu yaklaşım ülkenin genel ortalaması baz alındığında doğru olabilir, ancak sınıfsal konuma göre yapılacak bir analiz konut açısından insanların farklı harcama davranışlarının olduğunu gösterecektir. Nitekim, Diyarbakır’da yoksullar üzerinde yapılan bir çalışmada, kira tüm gelirin % 26’sını oluştururken, aynı örneklem grubunda kira oranı, alt gelir dilimindekilerin gelirlerinin çok büyük bir bölümünü (% 75), üst gelir gruplarındakilerin gelirlerinin ise % 10’luk bir payını oluşturduğu ifade edilmektedir (Ersoy ve ark., 2002:187). Araştırmamızda kirada oturduklarını belirten yoksulların oranı % 52’dir. Yine, bulgularımızda yoksulların % 19 gibi yüksek bir oranının başka birinin evinde ücretsiz 86 M. Ruhat YAŞAR oturdukları tespit edilmiştir26. Bu kesimin de ev sahibi olmadığını ve günün birinde bulundukları yerden çıkabileceklerini düşünürsek konut riski altında yaşayanların oranının % 70 civarında olduğunu söyleyebiliriz. Araştırmamızda, yoksullar arasındaki bu ev sahipliği oranı diğer benzer araştırma oranlarının çok altında çıkmıştır. Örneğin, Bayav ve Akacan’ın 2000 yıllında İstanbul gecekondularında benzer bir grup üzerinde yaptığı çalışmada, deneklerin % 70’inin ev sahibi oldukları tespit edilmiştir (Türkdoğan, 2006:144). Yine yapılan bir incelemede üç gecekondu bölgesinde erkeklerin % 84’ünün kendi evi varken sadece % 9’unun kiralık evde, % 7’sinin ise akrabalarının yanında ücretsiz kaldıkları gözlenmiştir (Karpat, 2003:150). Ailelerin yoksulluk düzeyleri kiraya ödedikleri miktarla yakından alakalıdır. Onların en yoksul olanları genelde kullandıkları eve daha az kira ödeyenleridir. Araştırmamızda ailelerin en az % 35’i çok kötü evlerde kaldığına göre bu grubun çoğunluğunun taksitle ev sahibi olamayacağı söylenebilir. Aşağıdaki tabloda da görüleceği üzere yaklaşık 1250 ailenin 100 YTL ve daha aşağısı bir miktarda kira ödedikleri görülmektedir. Bu anlamda söz konusu 1250 ailenin hemen hemen hepsi TOKİ’nin yoksullar için planladığı evleri düşünemezler. Örneğin, Elazığ’daki yoksullukla ilgili çalışmada yapılan puanlamaya gören 1. derece yoksul denilen bir aile bir ömür çalışsa bile bu tür bir konuta sahip olamaz. Çünkü bu ailelerin öncelikle düzenli bir gelirleri yoktur ve ailelerin kötü evleri tercih etmelerinin nedeni de budur zaten. Tablo 3: Verilen Kira Miktarlarına Göre Yoksul Oranları KİRA 75 YTL ve aşağısı 76 - 100 YTL arası 101 - 150 YTL arası 151 - 175 YTL arası 176 - 200 YTL arası 201 YTL ve üzeri TOPLAM AİLE SAYISI 406 860 1270 447 522 181 3686 % 11,01% 23,33% 34,45% 12,13% 14,16% 4,91% 100% TOKİ’nin alt gelir grubu ve yoksullar için düşündüğü evleri göz önüne alarak düşündüğümüzde çalışma alanımızdaki yoksulların yaklaşık % 30’unun bu tür evlere talip olabileceği düşünülebilir. Ancak bunların yüzde kaçının ev sahibi olduğunu ya da kirada olduğunu bilmeden bunu söylemek de zordur. Elazığ’da yaptığımız çalışma sonucunda yoksulların ödedikleri kira miktarıyla sahip oldukları geliri çapraz tabloda değerlendirerek kendi evlerinde oturarak konut sahibi olabilecek grupların durumu hakkında fikir edinebiliriz. Yoksullar içinde 200 YTL ve aşağısı gelire sahip olanların % 34,47’si 75 YTL ve aşağısı miktarda, % 31,55’i de 76-100 YTL arasında kira ödemektedir. Yine, 201-300 YTL arası geliri olan yoksulların % 32,80’i 76-100 YTL, benzer şekilde % 32,80’i 101-150 YTL kira verirken, 301-400 YTL geliri olan 26 Araştırmamızda ev kirası ödemeyen yoksulların genelde ya akrabalarının evinde oturdukları ya oturdukları evde hisseleri olduğu için için ya da ev sahibinin bir işini yaptıklarından dolayı kira vermedikleri tespit edilmiştir. 87 SBArD Mart 2010, Sayı 15, sh. 57 – 93 yoksulların % 31,06’sı 76-100 YTL ve % 35,49’u da 101-150 YTL arası kira vermektedir. Diğerlerine göre daha iyi geliri olan yoksullara bakıldığında ise aylık geliri 401-500 YTL olanların yarısından daha azı (% 38,63) 101-150 YTL, % 14,07’si ise 151-200 YTL arası kira vermektedirler (Yaşar, 2009:16). Genel olarak güncellenmiş verilerden hareketle bakıldığında Elâzığ’da yoksullar içinde 1720 ailenin 150-200 YTL kira ücreti ödedikleri tespit edilmiştir. Yoksulların gelirleri değişken ve düzensiz olduğundan onların başka özellikleri de dikkate alınarak konut sahibi olma ihtimalleri değerlendirilebilir. Örneğin, sosyal güvence sahipliğine göre yoksulların ikamet şekillerine baktığımızda ise sağlık sorunlarını yeşil kartla sağlayan 6219 ailenin 3298’i, SSK ile karşılayan 1780 ailenin 878’i ve Bağ-kur’la karşılayan 241 ailenin 93’ü kirada oturmaktadır. Yine hiçbir sosyal güvencesi olmayan 438 ailenin 225’inin kirada oturduklarını ifade etmeliyiz. Türkiye’de sermaye piyasasının darlığı ve ekonomik davranışlarda geleneksel alışkanlıkların belirleyici olması nedeniyle insanlar ellerindeki tasarrufları genellikle eve yatırmaktadırlar. Ancak, insanların konut alma davranışları bulundukları sosyoekonomik seviyeye göre farklılaşmaktadır. Gelir ve sürekliliği düştükçe insanların konut sahibi olmaya verdikleri önem artmaktadır. Yapılan bir çalışmada alt gelir dilimindeki insanların % 60’dan fazlası konut sahibi olmayı uzun dönemde en önemli hedefleri olarak görmüşlerken üst sınıftaki insanların % 30’u bu fikre katılmışlardır (İngram, 2008:15). TOKİ’nin yaptığı çalışma bazında düşünürsek hali vakti yerinde olanlar için konut, yatırım ve gelir aracı iken orta halli aileler için ev almak, kiradan kurtulmak (% 34,1) ve çocuklarına asgari bir güvence sağlamak (% 21,1) anlamına gelmektedir (2006:111). TOKİ’nin dar gelirliler üzerinde yaptığı bir çalışmada deneklerin önemli bir kısmının çocuklarına bırakabilmek amacıyla ev sahibi olmayı istedikleri ve bu insanların kendileri için hayallerini gerçekleştiremeyecek kadar yorgun oldukları ifade edilmektedir (TOKİ, 2006:88). Halbuki yoksullar üzerindeki çalışmamızdan hareketle konutun onlar için ne bir yatırım ya da çocukları için bir miras ne de gelir aracı ya da prestij sembolü olduğunu bunların ötesinde evin onlar için yaşamak ve hayatta kalmak anlamına geldiğini rahatlıkla ifade edebiliriz. Eve yapılan bu yatırımlar işsizlik sigortası gibi sosyal güvenlik sistemlerinin gelişmediği, ekonomik sarsıntıların bol olduğu, bankaların içlerinin boşlatıldığı ülkemizde yaşayanlar için son liman olarak düşünülmektedir. Bu liman, yeri geldiğinde sığınılan yeri geldiğinde satılarak çocuğunun eğitimine, düğününe yeri geldiğinde ise ekmek teknesine dönüştürülen ve kişinin aslan olup olmadığının kriteri yani yattığı yerdir. Yatırım amaçlı alınan evler, ona yatırılan para miktarı ile orantılı olmasa da belirli bir kazanç getirmektedir. Üstelik ev alım-satımı yapmayı bırakın sadece aracılığını yapan emlakçılar bile bundan iyi kazanmaktadırlar. Arsa arzının yetersizliği arsa değerlerini, bu ise konut fiyatlarını yükseltmektedir. Yükselen konut fiyatları eve para yatıranların daha fazla gelir beklentisine girmelerini, bu durum kira miktarını, kiranın artması ise ev sahibi olma tutkusundan başlayan bu kısır döngünün yeniden işlemesini getirmektedir. Sonuçta, gerek gösterişçi tüketim gerek planlamanın olmayışı gerekse yapılan evlerin hitap ettiği kitle nedeniyle dar gelirli ve yoksullar ev sahibi olamamakta ve yüksek kiralar onların bütçelerini emerek ev tasarruflarını imkânsız hale getirmektedir. Bu durumda kentsel arsa planlaması toplumun alt sınıfları da gözetecek şekilde yeniden ele alınabilirse konut sorunu azalacaktır. 88 M. Ruhat YAŞAR Sonuç ve Değerlendirme Dünyada en bol bulunan şey yani toprak, meta fetişizmi nedeniyle bugün en spekülatif ve en pahalı nesnelerden biri haline gelmiştir. Bir dostumla uçakta seyehat ederken, onun aşağıdaki devasa arazileri gösterip, bu uçsuz bucaksız arazilerle bunların içine nokta gibi serpilmiş yerleşim alanlarını kıyaslayarak “şimdi birkaç metrekarelik alan için yaşamı birbirlerine zehir eden insanları düşün” ifadesi bu durumu ne kadar da güzel izah ediyor. Kapitalizmin bir sonucu olarak toprağın bu tarzda metalaştırılması konut sorununu ciddi bir sıkıntı haline getirmiştir. Konut meselesi uluslar arası düzeyde de birçok güç tarafından çözülmesi gereken bir sorun olarak algılanmaktadır. Son dönemlerde bütünlükçü konut inşaatı adıyla tedrici ve etkileşime dayalı inşaat projelerine kaynak ayıran Dünya Bankası alt düzey gelir grubundaki insanlara yönelik konut ihtiyacına gittikçe daha fazla önem vermektedir (Oberoi, 1993:122). Ev, en küçük toplum ve ailenin zeminidir. Bugün ülkemizde, dar gelirli aileler ve yoksullar için kiracı olmak gün be gün kronik bir hal almaktadır. Özellikle yoksul kesimin konut edinme ihtiyacı artık acil bir gereksinim haline gelmiştir. 30 yıla yakın bir süredir aralıksız ve yüksek oranlarda seyreden enflasyon, ekonomik, sosyal ve psikolojik olarak en çok bu kesimi tahrip etmektedir. Neredeyse hayat meselesi haline gelen ve kutsal bir değer kazanmış olan konut sorunu, yoksulların geleceği kadar toplumun genel huzuru açısından da çok önemlidir. Çünkü evsiz ailelerin sürekli hareketlilikleri sosya aidiyeti ve kontrolü güçleştirerek çeşitli suçlara yol açabilmektedir. Ayrıca, alt yapıdan yoksun alanlarda ve kötü konutlarda sürekli yaşamak zorunda kalan yoksul aileler hayatla ilgili beklentilerini, ruhsal ve fiziksel sağlıklarını kaybettiklerinden zamanla hayata tutunma ümitlerinden ve toplumun bir parçası olmaktan da uzaklaşmaktadırlar. Konut sorununun çözümünde TOKİ’nin çabaları önemli olmakla birlikte uyguladığı politikalar yeterli değildir. Öncelikle konut meselesinde, finansal destek ve teşvik sağlamak tek başına yeterli değildir. Konutların yapıldığı yerdeki yoksul oranı, gelir seviyeleri ve yoksul kategorilerinin özellikleri, yerel farklılıkları hesaba katılmadan istenen sonuçların alınması mümkün olamaz. Dolayısıyla yoksullar için yapılacak evlerin nitelik, hedef kitle çeşitliliği ve sayısal yeterliliği konusunda ön çalışmaların yapılması çok önemlidir. Öncelikle konuta uygulanan teşvikler, ister kredi desteği, ister vergi istisnası şeklinde olsun, genel olmaktan çıkarılıp, gerçek ihtiyaçları karşılamaya yönelik olmalı ve hedef kitlesi tam olarak belirlenmelidir. Bu süreçte, konut yapımı işinin her safhasında söz konusu olan, anlamsız formalite ve engellerin temizlenmeli, ayrıca yoksullara rehberlik eden STK’larla birlikte konut sorununa eğilmek gerekmektedir. Nitekim, yoksullar ve gecekondular üzerinde planlar hazırlayan Dünya Bankası da son zamanlarda merkezi bürokrasinin olumsuz etkilerini kırmak ve yardımların, projelerin hedef kitleye ulaştığından emin olabilmek için yerel STK’larla daha fazla işbirliğine girmektedir. Çünkü, yoksulun belirlenmesinde devletin sadece kağıt üzerinde hesaplar yapması ve bu alanda yoksullarla ilgilene STK’larla işbirliği yapmaması sorunlara neden olmaktadır. Ancak, “Yoksulluğu Azaltma Stratejisi Belgelerinin” (PRSP) hazırlanmasında daha fazla STK katılımının öngörülmesine rağmen Panos Institute’i gibi raporları inceleyen bazı eleştirmenler PRSP sürecinin STK’ları 89 SBArD Mart 2010, Sayı 15, sh. 57 – 93 güçlendireceği yerde merkezi bürokrasiyi ve profesyonel grupları güçlendirdiğini belirtirler (Abrahamsen, 2004:185). Ancak yoksul grupları toplulukları yakından tanıyan bu sivil örgütlenmelerin konutla ilgili yapılacak çalışmalarda ağırlıklarının, katılımlarının arttırılması suretiyle bu sorunlar aşılabilir. Bununla birlikte Dünya Bankası’nın bu uygulamasını eleştirenler de bulunmaktadır. Dünya Bankasının bu tavrını kötüye yorumlayan bazıları uluslar arası bağışçıların STK’lar aracılığıyla yoksullar üzerinde kontrol gücü bulduğunu ve bu uygulamaların yumuşak emperyalizmin bir tarzı olduğunu ifade etmektedirler (Davis, 2007:99). Bu görüşü savunanlar ayrıca, STK’ların sosyal hareketleri bürokratikleştirdiğini ve radikalleşmeden uzaklaştırarak sistem içinde süpab işlevi gördüğünü ifade etmektedirler. Bunun yanı sıra Dünyanın farklı bölgelerinde yer, hizmet ve konut kredileri veren Dünya Bankası’nın, gecekonduları iyileştirme projeleri genelde yoksul kesimi dışlayacak şartlar taşıdığı, inşa sürecinde yoksullara istihdam yaratma sürecini dikkate almadığı ve istenen konut ihtiyacını karşılamaktan uzak olduğu gerekçesiyle eleştirilmiştir. Kira denetiminin tam yapılamadığı ülkemizde ve taşra kesimlerde yoksulların kiradan fazlasıyla olumsuz etkilenmesi söz konusudur. Özellikle kentin büyümesine paralel olarak yoksulların oturdukları eski evlerin yıkılarak yerlerine apartmanların yapıldığı ve gecekondu alanlarının da kentsel arazi stoğunun azalmasıyla birlikte eskisi gibi kolay olmadığı bilinmektedir. Bu gelişmelere bağlı olarak yoksullara uygun fiyattaki konut sunumunun azalması nedeniyle onların daha fazla kira ödemek durumunda kaldıkları ve bunun her geçen gün daha da kronik bir sorun haline geldiği görülmektedir. Alan çalışmamızdaki istatistikî verilere ve gözlemlerimize göre yoksulların önemli bir kısmı, TOKİ’nin yoksullar için sunduğu konutları satın alamayacaklardır. Bu durumda ucuz kiralı konutlar özellikle nüfus hareketliliğinin yükseldiği kentsel arsa ve konut bunalımının arttığı günümüzde ciddi bir ihtiyaç olarak ele alınmalı ve merkezi hükümetle belediyelerin işbirliği sağlanarak bir an önce yoksullar için kira konutları yapılmalıdır. Antik çağdan günümüze uzanan “insanın her şeyin ölçüsü” olduğu fikri temelde yaşam kalitesine vurgu yapar. İnsan yaşamının kalitesi sağlık ve barınma koşullarıyla yakından alakalı olduğundan konut politikaları yaşam kalitesini doğrudan etkilemektedir. Dolayısıyla yaşanabilir bir çevre ve konut politikası insanımıza ve geleceğimize sahip çıkmanın bir göstergesi olarak ciddiye alınmalıdır. Ancak bu noktada sadece bir grubun değil herkesin özellikle de yoksulların yaşam şartlarını iyileştirmenin kaderimize sahip çıkmak anlamına geldiğini unutmamalıyız. Bu açıdan, konut sorununu ele alırken alt sınıflar lehine daha kolay şartlar ve geniş imkânlar oluşturmanın yoksullukla mücadelede ve sosyal dengeyi sağlamada çok önemli bir fırsat olduğunu ifade etmeliyiz. Kaynakça Abrahamsen, Rita (2004). “Review Essay: Poverty Reduction or Adjustment by Another Name?, Review of African Political Economy 99. Avcıoğlu B. (2002). Türkiye’de Yaşam Kalitesi, Planlama Dergisi, Sayı: 2002/1, ss. 30-36. 90 M. Ruhat YAŞAR Balamir M. (1996). “Türkiye’de ‘ApartKent’lerin Oluşumu”, Tarihten Günümüze Anadolu’da Konut Ve Yerleşme, Tarih Vakfı Yayını, İstanbul, ss:335-343. Bayraktar, Erdoğan (2007). Bir İnsanlık Hakkı Konut, İstanbul: Boyut Yayınları. Baudrillard, Jean. (1997). Tüketim Toplumu, Çev.: Hazal Deliçaylı- Ferda Keskin, İstanbul: Ayrıntı Yayınları. BM-HABİTAT (1996). An Urbanising World: Global Report on Human Settlements, Oxford. Castells, Manuel (1997). Kent, Sınıf, İktidar, Ankara: Bilim ve Sanat Yay. Davis, Mike (2007). Gecekondu Gezegeni, Metis Yay: İstanbul. Devas, Nick (2003). “Can city Goverments in the South Deliver for the Poor?”, International Development and Planning Reiwev, 25: 1. Engels, F. (1977). “Konut Sorunu”, Marks-Engels: Seçme Yapıtlar, Cilt: II, s: 364447, Birinci Baskı, Ankara: Sol Yayınları. Erdoğan, Mustafa (2007). İnsan Hakları Teorisi ve Hukuku, Ankara: Orion Kitabevi. Erhard, Berner (2002). “Povety Alleviation and the Eviction of the Poorest”, International Journal of Urban and Regional Research 24: 3, P. 536-553. Ertürk H. (1996). Kent Ekonomisi, 2. Baskı, Ekin Kitabevi, Bursa. Elâzığ Ticaret ve Sanayi Odası (2007). 2007 Yılı Raporu. Gita, Verma (2002). Slumming İndia: A Chronicle of Slums and Their Saviours, New Delhi. Gooptu, Nandini (2001). The Politics of the Urban Poor in Early Twentieth-Century İndia. Cambridge Üniversity Pres. Harvey, D. (1993). “Form Space to Place and Back Again: Reflections on the Condition of Postmodernity”, Mapping the Futures, J. Bird (Ed.), Routledge, London, 1993. İngram, John Gılderbloom (2008). with Richard P. Appelbaum and Michael Anthony Campbell, Invisible City: Poverty, Housing and new Urbanism, University of Texas Press. Karpat, Kemal H. (2003). Türkiye’de Toplumsal Dönüşüm, Çev.: Abdulkerim Sönmez, Ankara: İmge Yayınları. Keleş, R. (1978). Konut Sorunları ve Politikası, Şehircilik, Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi Yayınları, Ankara. Keleş, Ruşen. “Dar Gelirli Kentliler İçin Bir Konut Edindirme Yöntemi: Evini Yapana Yardım”, SBF Dergisi, c:43, No: 1-2, Ocak-Haziran 1998, ss. 81-82. Keleş, R. (2002). Kentleşme Politikası,7.Baskı, İmge Kitabevi, Ankara. Keleş, Ruşen (2006). Kentleşme Politikası, Güncelleştirilmiş 10.Baskı, Ankara. Konut Politikaları ve Finansmanı (1993). T.C. Başbakanlık Toplu Konut İdaresi Başkanlığı- IULA EMME Uluslararası Yerel Yönetimler Birliği, İstanbul. Köse, A..Haşim; Y. Karahanoğulları (2002). Türkiye’de Faktör ve Varlık Gelirlerinin Sınıfsal Temellerine İlişkin Gölemler, Toplum ve Bilim Dergisi, Sayı: 104. Marshall, Gordon (1999). Sosyoloji Sözlüğü (Çev.: Osman Akınhay, Derya Kömürcü), Ankara: Bilim ve Sanat Yayınları. More, Thomas (1999). Ütopya, Çev.: T.Gökçen Sağnak, İstanbul: Gün Yayınları. Oberoi, As. (1993). Population Growth, Employment and Poverty in Third-World Mega-Cities. New York: St. Martin's Press,. xv, 224 p. 91 SBArD Mart 2010, Sayı 15, sh. 57 – 93 Ocak, Ersan (2002). Yoksulun Evi, Yoksulluk Halleri içinde (Der: Necmi Erdoğan), İstanbul: De:ki Yayınları. Özlem Dündar (2001). “Informal Housing in Ankara”, Cities, 18: 6. Özüerken, Ş. (1996). “Kooperatifler ve Konut Üretimi”, Tarihten Günümüze Anadolu’da Konut Ve Yerleşme, Tarih Vakfı Yayını, İstanbul, ss:355-365. Pasternak Taschner, Suzana (1995). “Squatter Settlements and Slums in Brazil: twenty years of Research and Policy”. En Brian C. Aldrich and Ranvinders Sandhu. Housing the Urban Poor. Policy and Practice in Developing Countries. London and New Jersey: Zed Boks. Pınarcıoğlu, Melih ve Oğuz Işık (2006). Nöbetleşe Yoksulluk: Sultanbeyli Örneği, İstanbul: İletişim Yayınları. Rex, John and Robert Moore (1967). Race, Com-munity and Conflict, Oxford: Oxford University Press. Risbud, Neelima (2002). “Poicies for Tenure Security in Delhi”, Durand-Lasserve Alaine, and Royston Lauren, In Houlding Their Ground, Stylus Publishing Sey, Y. (1998). “Cumhuriyet Döneminde Kent”, 75 Yılda Değişen Kent ve Mimarlık, Y.SEY (ed.), Türkiye İş Bankası-Tarih Vakfı Yayını, İstanbul, ss:273-299. Stone, Michael E. (1993), Shelter Poverty, Philadelphia: Temple Univ. Press. Şenyapılı, T., (1998). “Cumhuriyet’in 75. Yılı, Gecekondunun 50. Yılı”, 75 Yılda Değişen Kent ve Mimarlık, Y.SEY (ed.), Türkiye İş Bankası-Tarih Vakfı Yayını, İstanbul, ss:301- 315. Tapan, M. (1996). “Toplu Konut ve Türkiye’deki Gelişimi”, Tarihten Günümüze Anadolu’da Konut Ve Yerleşme, Tarih Vakfı Yayını, İstanbul, ss: 366-378. TOKİ (2006). Müşteriye Danışma Süreci Araştırma Çalışması, TOKİ Araştırma Dizisi 3, Ankara. TOKİ (2006a). Türkiye’de Konut Sektörü ve T.C. Başbakanlık Toplu Konut İdaresinin Konut Üretimindeki Yeri, TOKİ Araştırma Dizisi 2, Ankara. TOKİ (2007). Konut Edindirme Rehberi, Ankara. Toprak, Z. (1988). Kent Yönetimi ve Politikası, Yönetim ve Ekonomi. S: 11/2, ss. 165185. Tosun, K. Elif (2005). “Türkiye’de Konut İhtiyacı ve Konut Finansmanı”, PARADOKS Ekonomi, Sosyoloji ve Politika Dergisi (e-dergi), http://www.paradoks.org Yıl:2 Sayı:2, ISSN 1305-7979. Türkdoğan, Orhan (2006). İstanbul Gecekondu Kimliği, İstanbul: IQ Bilim Sanat Yayınları. Urry, Jhon (1999). Mekânları Tüketmek, Çev.: Rahmi G. Öğdül, İstanbul: Ayrıntı Yayınları. T.C. Bayındırlık ve İskan Bakanlığı Konut Müsteşarlığı www.konut.gov.tr./html/a_evsahipliği.html (21.12.2004) T.C. Bayındırlık ve İskan Bakanlığı Konut Müsteşarlığı www.konut.gov.tr./html/a_ödenebilirlilik.html (21.12.2004) www.ntvmsnbc.com/news/192039.asp?0m=H13L&cp1=1 www.spk.gov.tr/HaberDuyuru/konferans/konusmametni_ 08112004.html www.konut.gov.tr/html/raporveekleri/Tablolar11-24.doc. www.canaktan.org/ekonomi/yoksulluk/besinci-bol/m-insan-yerlesimleri. html. 92 M. Ruhat YAŞAR Tablo: Bölgemizde İllere Göre Konut İhtiyacı, Konut Stoku ve Tahmini Konut Fazlası İLLER 2000 2000 YILI YILI KONUT KONUT STOKU İHTİYACI RUHSATLI/ RUHSATSIZ GAZİANTEP 204.922 110.382 K.MARAŞ ŞANLIURFA 134.682 DİYARBAKIR 133.406 63.281 MARDİN 40.471 BATMAN* 21.470 SİİRT 14.618 KİLİS* 106.258 ERZURUM 101.902 MALATYA 65.892 ELAZIĞ 31.095 ERZİNCAN 85.125 SİVAS 68.161 VAN 38.363 AĞRI 20.408 BİNGÖL 22.944 MUŞ 27.768 ŞIRNAK* 15.741 IĞDIR* 12.350 TUNCELİ 269.188 127.264 147.142 184.856 70.011 52.583 26.433 19.997 106.794 120.069 98.067 37.460 100.975 73.687 39.833 25.529 23.665 30.506 17.871 12.519 2000 YILI FAZLA KONUT SAYISI 64.266 16.882 12.460 51.450 6.730 12.112 4.963 5.379 536 18.167 32.175 6.365 15.850 5.526 1.470 5.121 721 2.738 2.130 169 İLLER 2010 2010 YILI 2010 YILI KONUT YILI KONUT STOKU FAZLA İHTİYACI RUHSATLI/ KONUT RUHSATSIZ SAYISI GAZİANTEP 270.203 ŞANLIURFA 189.016 DİYARBAKIR 174.517 142.384 K.MARAŞ 90.705 MARDİN 57.660 BATMAN* 28.384 SİİRT 9.954 KİLİS* 132.531 MALATYA 102.912 VAN 89.015 SİVAS 83.689 ELAZIĞ 55.359 AĞRI 34.752 KARS 32.426 MUŞ 27.642 BİNGÖL 25.759 ARTVİN 21.898 IĞDIR* ARDAHAN* 9.465 11.893 TUNCELİ 375.683 208.948 264.091 191.644 99.142 104.253 34.510 59.034 158.462 114.063 133.007 141.280 57.636 36.472 38.201 36.326 39.673 43.031 16.098 16.471 105.480 19.932 89.575 49.260 8.437 46.594 6.126 49.080 25.931 11.151 43.992 57.590 2.277 1.720 5.775 8.684 13.915 21.133 6.633 4.578 Varsayım: 2000 Yılı Konut Stokunun 2000-2010 döneminde ruhsat artış oranında artması (www.konut.gov.tr.). 93