Fotograf Dergisi
Transkript
Fotograf Dergisi
Kontrast 33 Ocak - Subat . Fotog raf Dergisi ana sponsorluğunda yayımlanmaktadır. 1 Bizden Biri Berrin Cerrahoğlu 2 İMece Türkiye’de Fotograf Yayıncılığı İlker Maga İçindekiler 4 Usta İşi Fotoğrafçı Bir Aile, Göksaylar Aysel Altun Konuk Yazar Yayıncılığımızın Temel Sorunları Ahmet Say 8 6 Söyleşi İlyas Göçmen Kontrast f/64 Sanat ile Esas Özcan Yurdalan 14 13 Dosya Konusu Fotoğraf Yayıncılığı Osman Ürper, Ömer Serkan Bakır, Hüseyin Yılmaz, Uğur Kavas, Gültekin Çizgen, Kazım Şahbudak Fotoğraf Üzerine Hatırla! En Son Hangi Fotoğrafa 5 Dakikadan Fazla Baktın? Gülser Günaydın 33 Kısa Metraj RAF (Alman Kızılordu Fraksiyonu) ve “Kurşun Yıllar” Nagihan Konukcu Tarihçe Türkiye’nin Fotoğraf Dergilerinden bir Portre: AFSAD Fotograf Dergisi Osman Ürper 41 30 36 Kitaplık Fotoğrafçının Zihni (Daha Başarılı Dijital Fotoğraflar İçin Yaratıcı Düşünme) Michael Freeman K.O.ntrast Kapak Fotoğrafı: Ayşe SARAY AFSAD Ankara Fotoğraf Sanatçıları Derneği Adına Sahibi Mustafa ERTEKİN Yayın Yönetmeni (Sorumlu Müdür) Koray OLŞEN Yayın Ekibi Aysel Altun Dora GÜNEL Nejla Can Güler Ayşe Saray Redaksiyon Ayşe Saray Grafik Düzenleme Ayşe Saray Yönetim Yeri (Dergi İletişim) AFSAD – Bestekar Sok. No: 28/21 Kavaklıdere – Ankara Tel: 0312 4172115 Faks: 0312 4172116 GSM: 0533 7388208 www.kontrastdergi.com www.afsad.org.tr kontrast@afsad.org.tr İki ayda bir yayımlanır. AFSAD’ın ücretsiz yayınıdır. Baskı Mattek Matbaacılık Basım Yayın Tanıtım Tic. San. Ltd. Şti. Adres: Ağaç İşleri San. Sit. 1354 Cad. (21. Cad.) 1362 Sok. (601 Sok). No:35 İvedik / ANKARA Tel: (0312) 433 23 10 Basım Tarihi: Ocak 2013 Yayın Türü: Bölgesel Süreli ISSN: 1304-1134 Her hakkı saklıdır. Bu dergide yer alan; yazı, makale, fotoğraf, karikatür, illüstrasyon, vb.’nin, elektronik ortamlar da dahil olmak üzere, kullanım hakları AFSAD (Ankara Fotoğraf Sanatçıları Derneği)’a ve/veya eser sahiplerine aittir. İzin almaksızın, hangi dilde ve hangi ortamda olursa olsun, materyalin tamamının ya da bir bölümünün kullanılması yasaktır. Dergide yer alan yazıların sorumluluğu yazarlarına aittir. Berrin Cerrahoğlu Bizden Biri Hayalhane* - Niçin kaybolmuş fotoğrafları arıyorsun? Elinde bir makinen var. Görüyorum. Yeni fotoğraflar çeksene. Hatta o kaybolan fotoğrafları. - Ama onlar hayallerimdi. İskenderun’da doğdu. Ankara Üniversitesi Fizik bölümünden ön lisans derecesi ile 1984’de mezun oldu. Bilgisayar programcılığına yöneldi. 1986 yılında girdiği Halkbank Bilgi İşlem bölümünde, banka yeniden yapılanana kadar çalıştı. 2004 yılından beri de bir kamu kuruluşunda çalışmaktadır. Fotoğrafa 1990 yılında AFSAD eğitimleri ile başladı. 1993-1996 yılları arasında AFSAD Yönetim Kurulu üyeliğinde bulundu. AFSAD’da olduğu yıllarda Sanat’a Evet, GAP Belgeseli, Ankara Belgeseli gibi kimi uzun, kimi kısa birçok projede çalıştı. Çeşitli karma sergi ve gösterilere katıldı. Daha sonra fotoğraf çalışmalarını bireysel olarak sürdürdü. Birçok sunum yaptı, fotoğraf sergisi açtı. En önemli çalışması ‘Cumartesi Portreleri Sergisi’ hem Ankara hem de İstanbul’da sergilendi ve kitap haline getirildi. Çalışmalarını www.berrincerrahoglu.com isimli web sayfasında topladı. *Ferit Edgü’nün minimal öykülerinden 1 Türkiye’de Fotograf Yayıncılığı İMeceİşi İ l k Sibel e r M aAcar ga Usta I. 2 Konusu ne olursa olsun, fikrin vücut bulabildiği zorunlu bir durak var: Yazı. Hiç ilgisi yokmuş gibi görünen matematik ve spor gibi alanlarda bile durum değişmeyecek, burada da fikir ancak yazıyla hayat bulabilecektir. Herhangi bir alanda, yeteri kadar yazılı bir üretim yoksa, o alanın o ülkede gerçek varlığı konusunda şüpheye düşmek pek de yanlış olmayacaktır. Tekrar olacak: En pratik görünen alanların bile arkasında saklı olan şey; “fikir”den başkası değildir. Bunun da adı; “yazı” ve “yayıncılık”tır. Bir alanda üretilen yazı oranı ve yayın çıkarma arayışı o alanın o ülkede canlı bir yaşam sürdüğüne işarettir. Bu çerçeveden bakıldığında, Türkiye’de fotograf yayıncılığına şüpheyle yaklaşmak gerekmektedir: Fotografın en temel eserleri sayılacak metin ve bilgiler, Türkçe kültür dünyasına henüz gerektiği kadar kazandırılamamıştır. Bu konuda yapılan yayıncılık denemelerinin birkaç yıl önceye dayandığını unutmamak gerekir. Son yıllarda fotograf yayınlarındaki nicel artışın arkasında ise “ülkeye temel bir fotograf kitaplığı kazandırmak” hedefi değil, daha çok ticarî kaygılar ve ağırlıklı olarak kişisel kariyer arayışları bulunmaktadır. II. Tarihte imparatorlukların kurulup yıkıldığını, çeşitli medeniyet ve yönetim biçimlerinin denendiğini, bunların tümü olup biterken, geriye sadece kültürün kaldığını biliyoruz. Sadece yüksek kültür üreten medeniyet arayışları tarihe kalıyor. Kültürün vücut bulduğu yer ise, şehir. Bu açıdan Doğu ve Batı dillerinde şehir ile medeniyetin aynı anlamda kullanılmış olmasını tesadüf saymak yerine, “aklın yolu birdir”e çarpıcı bir örnek olarak göstermek gerekir. Ancak kültür üreten bir şehir, şehir vasfını hak eder. Bir şehri şehir yapan, o şehirdeki nüfusun fazlalığı, caddelerinin genişliği, yüksek binalarının sayısı ve caddelerinden geçen lüks otomobil markaları değil, kültürdür. Şehirleri ve genel olarak ülkeyi yönetenlerin en büyük görevlerinden biri de şehrin, kültür üreten bir yerleşim merkezi olduğunun bilinciyle hareket etmeleridir. Vergiyi gerektiğinde en ağır yöntemlerle toplayan devletin unutmaması gereken şey, topladığı vergilerin halka kültür olarak geri dönmesinin doğal görevi olduğudur. Devlet, her alandan kuşkusuz ki sorumlu değildir, ama kendi insanlarının kültürel hayata aktif katılımı için gerekli alt yapıyı (kültür merkezleri ve bunun içinde atölyeler) ve bunun için gerekli pedagojik temel eserleri (o alanın genel anlamda temel ürünleri) insanına sunmakla yükümlüdür. Günümüz ortamında, devlet bu sıraladığımız temel sorumluluk alanlarından neredeyse tamamen çekilmiştir. İstisnasız herkesin kültürel hayata aktif katılabilmesi, güzel sanatlardan ve bilimin ilerleyişinden hakkıyla yararlanması, insan hakkıdır. Burada geçenler İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi’nin içinde özel bir madde olarak belirlenmiştir ve Türkiye Cumhuriyeti bu bildirgeyi imzalamıştır. Ancak burada sorun olarak gösterilmeye çalışılan bu konular uzun zamandır devletin sorumluluk sahasından çıkmış; daha kötüsü ülkenin ilerici insanlarının bu tür temel hak ve sorumlulukları, ilgililerine gerektiği gibi hatırlatmayı unutmuş olmalarıdır. Eğer kültürel gelişim açısından bakılırsa, dönemi, zamansız bir ortaçağ olarak yorumlamak yanlış olmayacaktır. Böyle bir durumda, ülkenin kültür ortamına, burada konumuz olan Türkiye’de fotograf yayıncılığına katkıda bulunmaya çalışan hümanist yayıncılık denemelerini sevinçle karşılamak gerekmektir. Burada “hümanist” kelimesinin altı kalın kalın çizilmektedir. Çünkü Türkiye’de uzun zamandır yayıncılık, genel olarak kültür dünyası hümanist amaçlardan uzaklaşarak, sadece ticarî çıkarları hedeflemektedir. Kültür ise; pazar ekonomisinin vicdanına terk edilemeyecek tüm insanlığın en önemli değeridir. Engin-Gültekin Çizgen’in çıkardığı “Yeni Fotograf”, AFSAD’ın 70 sonlarında çıkardığı, ancak ödünç alarak okuma fırsatı bulabildiğim, kâğıt katlamaya çarpıcı bir örnek sayılacak Fotograf Dergisi, İFSAK bültenleri, buna ek birkaç kitap denemesi… Bu yayınların hepsi fotografa 80’li yıllarda başlayan insanlar için zorunlu başvuru kaynaklarıydı. 90’larda çıkan başka dergiler ve yayınlar… Bunların tümü kurumlaşmanın olmadığı ülkede o sırada yetişmekte olan kuşaklar için gizli birer okul özelliğinde oldular. Fakat birbirinden çok farklı ve bağımsız bu parçalar bir bütün oluşturarak ihtiyaç duyulan yayın eksikliğini yerine getiremediler. III. Türkiye’de yayıncılık, fotograf yayıncılığı dendiğinde gözlerimin önüne bir de kendi tecrübem gelir: Kültür ve yayıncılık ortamı giderek ticarîleşiyor ve tekelleşiyordu. Kültür, tekellerin ve pazar ekonomisinin vicdanına teslim edilemeyecek önemli bir insanlık değeri olduğunu düşünerek, iki arkadaşımla, Türkiye’de doğruda durmasını beceren, temiz ve yaratıcı insanlarının ortak bir havuzu olabilecek, bağımsız ve çok uzun süreli bir yayınevi tasarlamıştık. Bu yayıncılık denemesinin ağırlık konularından biri de fotograf yayıncılığıydı. Türkiye’ye temel bir fotograf kitaplığı kazandırmayı, kalite çıtasını yükseklere taşımayı ve Türkiye’de üretilen bu kitapların bazılarını büyük kültür metropollerine ulaştırmayı, böylelikle kültürlerarası diyalogu güçlendirmeyi hedefliyorduk. IV. Her şey, ama her şey bir programla mümkün. Ancak programı olan bir ülke ve sistem kendine has insan yetiştirebiliyor ve hedefine ulaşabiliyor. Türkiye ise; birinci sınıf kapitalist ülkelerin peşinde koştuğu ve bu nedenle rotasını onlara göre belirlediği için kendine has bir programı ve hedefi olmayan ikinci sınıf bir kapitalist ülke. Bu programsızlığın bedelini eğitim, kültür ve sosyal hayatta, başta günlük yaşamın her yerinde hissetmek mümkün. Fotograf yayıncılığı ise bunların altında sadece küçük bir parça. Son yıllarda artan fotograf yayınları yanıltıcı olmamalı; tersine, nitel bir gelişme yerine girememeden söz ediliyorsa, bu yayın artışına şüpheyle yaklaşmalı. Önceki yıllarda kısa bir süre fotografla ilgilenen kimse, en yakın zamanda bir sergi açmanın yollarını ararken, bu dönemde kitap yayınlatmanın yollarını arıyor. Her şey sağlam bir temelle mümkün; en ağır dönemleri en az zararla atlatmak için de sağlam bir temel gerekiyor; her şeyin temeli bir fikirdir ve fikrin vücut bulabileceği tek alan, yazıdır. Bu anlamda insanlığın en temel mücadele aracı yazıdır. Ben yayıncılık denince önce yazılı üretimi anlıyorum. “Bir resim bin kelimeye bedel” değildir. Fikir üretebildikçe edebiyat, bilim ve felsefeye paralel kamu dilimiz de gelişecek ve birbirimizi daha iyi anlayacağız. Bu nedenle, fotograf yayıncılığı denince önce fotografın temel metinlerini; bunun yanında fotografın temel görsel eserlerini düşünüyorum. Bunlar üzerinde üreteceğimiz yeni ürünler kesinlikle daha anlamlı olacaktır. Çünkü her entelektüel müdahalenin başı ile sonu birbirinden nitel olarak farklıdır. Fotografın entelektüel müdahaleye ihtiyacı var. Yayıncılık, o ülkenin kültür ortamını gösteren önemli bir veridir. Yayıncılığı aktif olarak yapmak ise o ülkenin sahip olduğu mevcut kültürel birikimine daha yakından bakabilme şansı tanır. Kendi yayıncılık tecrübemde bu birikime doğrudan bakabilme ve yaşama şansına sahip oldum. Vardığım sonuçlardan birkaçını burada kısaca özetleyebilirim: Türkiye’nin AFSAD Ocak - Şubat 2013 İlker Maga aydınlanma sürecinden geçtiği ya da bu süreci tamamladığı çok kuşkuludur. Türkiye’de bir başkası tarafından yönlendirilmeden, yani beğenileri bir başkası tarafından belirlenmeyen, sadece kendi iradesiyle yayın dünyasını takip eden okur sayısı insanı dehşete düşürecek kadar azdır (Ortalama sayıyı moral bozabileceğini düşündüğüm için sorumluluk gereği burada vermiyorum). Türkiye’de iyi eserleri anlayıp değerlendirebilecek okur sayısı, hümanist, ama kendi yağıyla kavrularak bağımsızlığını koruyabilecek bir yayınevinin hayatta kalmasını sağlayacak kadar değildir. İMece Birikimimiz, doğru bir şey yaptığımıza olan sarsılmaz inancımız, kendi zaman ve enerjimiz tek sermayemizdi. Sağlam bir yayıncılık yapabilmek için imkân buldukça kendimi eğitmeye çalıştım. Kitap üretiminin her aşamasını öğrenebilmek amacıyla, kitap baskı sanatının önemli bir merkezi olan Leipzig’de Güzel Sanatlar Akademisi’nde misafir öğrencilik yaptım; burada mücellithane dâhil pek çok atölyeye katıldım. Kendime has bir baskı tekniği geliştirebilmek için, yine kitap baskısı sanatında en az bir yüz yıllık geçmişi olan Leipzig’deki bir matbaada staj yaptım; baskı sanatının aralıksız en az beş yüz yıllık tecrübesine sahip bu şehrin birikiminden olabildiğince yararlanmaya çalıştım. Örnek kitaplar topladım, son günlerini yaşayan efsanevi yayınevlerinde zaman geçirdim, ilişkiler kurdum. Hedefime ulaştım, gerçekten de siyah-beyaz baskısında kendime has bir baskı tekniği geliştirdim. Hedeflediğim siyah ve gri tonlara ulaşabilmek için kendime has boya üretmeyi bile becermiştim. Türkiye’nin kelimenin doğru anlamında duoton baskı tekniğiyle basılan ilk kitabı bu denemenin ilk ürünüdür. Ardından benzer kalitede yedi kitap daha yayınlandı. Bu arada litografilerin yüklü olduğu CD’ler bu baskı tekniğinin sırlarını merak edenlerce “kaybedildi” . Bu kitaplardan bazıları kopya edildi. Bu kitaplardan bazıları ödüller aldı, bir kitap matbaacılığın iki anavatanından biri olan Almanya’da en iyi yirmi kitaptan biri seçildi. Kitaplar New York, Berlin, Londra ve Paris’e ulaşabilmişti. Fotografın temel metinlerini yayınlamaya ise henüz başlamıştık, yayınlamak istediğimiz kitapların listesi hayli uzundu. Ticarî kaygılarla değil, hümanizmden yola koyulmuştuk. Yaptığımız her fotograf kitabı ilgiyle karşılandı. Bazı kitaplar yardımcı ders kitabı olarak hâlâ okutuluyor. Kimi yayınlarımızın ilgili fakültelerde hâlâ incelendiğini duyuyoruz. Ama sadece fotograf yayınları değil, spor, felsefe ve çocuk edebiyatı gibi pek çok alanda ilk olan kitaplar üretildi. Türkçe düşünmek, Türkçe üretmek olmazsa olmaz kuralların başında yer alıyordu. 2008’de Türkiye’nin Frankfurt Kitap Fuarı’nın konuk ülkesi olması vesilesiyle yapılan bir ana konuşmada, “YGS Yayınları’nın yayınladığı kitaplar sayesinde Türkiye’de fotografın olduğunu öğrendik” ya da aynı fuarın bir yayınında, çocuk kitapları yayınlayan alternatif küçük bir yayınevinin “YGS Yayınları’nın çocuk kitaplarını örnek aldık” demeleri gibi daha pek çok güzel sürprizle karşılaştık. Ama yalnızdık. Ne kadar birikimli ve yaptığımızdan emin de olsak, yalnızdık. Karşımızda sırtlarını büyük bankalara dayamış yayınevleri vardı. Ama en kötüsü ise, kendi insanımızdan başkası değildi. En ağır darbeleri, sırtımızı dayadığımız bu yerlerden aldık. Tüm bunları yaparken çok defa ticarî ahlâksızlıklarla karşılaştığımızı söylemek sanırım yeni bir durum olmaz. 3 Ays e l Al tu n Fotoğrafçı bir aile, Göksaylar... Usta İşi Tophane parkı, 1931, Antalya, F: Ahmet Şevki 4 Antalya’daki Foto Türk Stüdyosunda düğün fotoğrafı, 1927, F: Ahmet Şevki Ahmet Şevki’nin fotoğrafla tanışma hikâyesi; 1887 yılında gözlükçü olarak çalışırken İngiliz subayının elinde o güne dek kendisinin hiç görmediği bir şey görmesiyle başlar. Gördüğü, fotoğraf makinesidir. Merakla inceleyip eve dönünce gözlük merceklerini kullanarak gövdesi ahşap bir kutu yapar. Bu, kendisinin uzun süre kullanacağı fotoğraf makinesidir. Profesyonel fotoğrafçılığa ne zaman başladığı bilinmemekle beraber 1900 yılında Lefkoşa’da Foto Türk adlı stüdyosunu açıncaya kadar akraba, eş-dost fotoğrafları çeker, bunlar üzerinde montaj yapar ve zamanla bu teknikte ustalaşır. Ahmet Şevki; Kıbrıs’ın ikinci, ama ilk Kıbrıslı Türk fotoğrafçısıdır. 1910 yılına kadar asıl mesleği olan saatçilik ve gözlükçülük ile birlikte sürdürür fotoğrafçılığı, bu tarihten sonra onları bırakarak fotoğrafçı olarak devam eder. 1900’de açtığı stüdyoya 1899 yılında evlenmiş olduğu İsmet Hanım da girer, eşiyle birlikte çalışır. Kısa bir sürede fotoğraf stüdyosunu çalıştıracak kadar bilgi ve deneyim kazanır. Aydın kişiliği ve sosyokültürel nedenler İsmet Hanım’ı başarılı bir stüdyo fotoğrafçısı yapar. “…Ahmet Şevki Bey eşinin istediği gibi duvarlara çizdiği ve boyadığı resimlerle estetik bir boyut kazandırır stüdyoya. Artık fotoğraflar deniz manzaralı, çiçekli bahçe resimlerinin önünde çekilmektedir… Binsekizyüzlü yılların sonu. Osmanlı dönemi. Kadınlar çarşaflı ve peçeli olarak geliyorlar. Stüdyoda bunları çıkarıp anneanneme fotoğraflarını çektiriyorlarmış. İşte böyle bir devirde İsmet Hanım, tesettürsüz fotoğraflar çekmişti…” diye anlatıyor torunları Tülay Arıcı. Kıbrıs usulü gelin tahtı önünde düğün fotoğrafı, 1894, Lefkoşe, F: İsmet ve Ahmet Şevki Diploma fotoğrafı, 1921, F: İsmet Şevki Ays el Al tu n Fikri Göksay’ın İzmir’deki fotoğrafhanesinin antetli zarfı Usta İşi Ahmet Şevki ve İsmet Hanım 1923 yılında Türklere yapılan baskıya dayanamayarak Lefkoşa’daki stüdyosunun kapısını açık bırakıp, yanına aldığı fotoğraf makinesi ve çocukları ile gizlice Antalya’ya göç ederler. Kısa bir süre sonra yine Foto Türk adını verdikleri stüdyoyu Antalya’da da kurarlar. 1930’da Atatürk’ün Antalya’ya gelişinde portresini Ahmet Şevki çeker. Fotoğrafçılığa daha sonra İzmir’de devam edecek olan oğulları Fikri Göksay ise, Atatürk’ün Antalya’da gezdiği yerlerde fotoğrafını çeker. “…ertesi yıl Amerika’da açılan bir yarışmada ‘Mehmetçiğin Gözbebeği Atatürk’ isimli portremle birincilik ödülü kazanacağımı ve Ata’nın bu genci 5 İsmet ve Ahmet Şevki’nin anısına Kıbrıs Posta İdaresinin çıkardığı pulların prospektüsü ve damgalı pulu Ankara’ya çağırın diyeceğini…sonra benim on gün köşkte kalıp sabahtan akşama kadar gittiği gezdiği yerlerde O’nun fotoğraflarını çekebilmek şerefine nail olacağımı rüyamda görsem inanmazdım…” Kaynakça: “Ben Bir Çiviyim” Tülay Arıcı, Saküder Kültür Yayınları, Ankara 2006 Fikri Göksay büyük boy Atatürk agrandizmanlarından birini hazırlarken, 1955 AFSAD Aspendos, 1930 F: Fikri Göksay Ocak - Şubat 2013 Konuk Yazar Ah m et Say Yayıncılığımızın Temel Sorunları 6 Yayıncılığın her türünde çalıştığımı söyleyebilirim. İlkin, 1953’te İstanbul Erkek Lisesi’nin “Bizim Petek” adlı dergisini yayınlamış, 1958’de ise Almanya’da Türk Öğrenci Derneği’nin “Birlik” adlı organını çıkarmıştım. Profesyonel yayıncılığa 1967 yılında haftalık “Türk Solu” dergisinin yazı işleri müdürlüğünü üstlenerek başladım. Ve kısa süre içinde, hepsi de ağır ceza mahkemelerinde görülen 14 dava açılmıştı hakkımda. Bu davaların bir kısmı, “Devletin emniyet ve muhafaza kuvvetlerini neşren tahkir” iddiasını taşıyordu. Biz ona kısaca, “yazıyla polise hakaret” derdik. Dava konusu yazımın başlığı, “Bu Polis Kimin Polisi”ydi. Olayı özetleyeyim: ABD’nin 6. Filo’sunun İstanbul’a gelip askerlerinin karaya çıkmak istemesi üzerine, 40-50 kişilik bir grupla Deniz Gezmiş ve arkadaşları, Dolmabahçe rıhtımına gelen Amerikalı denizcileri karga tulumba denize atıyordu. Bu sırada, 100-150 kişilik bir polis kuvvetimiz olay yerine gelerek Denizleri engellemek istedi. Bunun üzerine müthiş bir meydan kavgası çıktı. Ben de orada bulunan bir gazeteci olarak gözlemlerimi yazmış, Amerikan bahriyelilerini koruyan polisler için yazımın başlığını, “Bu Polis Kimin Polisi?” olarak koymuştum. Sonuç? Avukatım Demir Özlü ve ben, gerçeği yansıtmakla yetinen bu yazıyı savunduk ve tabii ki aklandım. 1970’te “Türkiye Solu” dergisinin sahibiydim. 12 Mart 1971 darbesi döneminde ise askerî ve sivil cezaevlerinde 17 ay kadar hapis yatarak yayıncılıkta biraz bedel ödedim. Doğrusunu isterseniz hapislik işe yaramış, edebiyata yönelmemi sağlamıştı: Ankara’daki Merkez Cezaevi’nde tanıdığım mahkûmlardan Kocakurt’un anlattığı ilginç ve renkli dolandırıcılık serüvenlerinden yararlanarak bir roman çıkardım. “Kocakurt” adını taşıyan bu roman, Milliyet Gazetesi’nin yarışmasında ödül aldı ve Milliyet Yayınları tarafından yayımlandı. İzleyen yıllarda yazdığım hikâyeler için birkaç ödül daha verdiler bana. Bu hikâyeleri, Milliyet Yayınları’ndan çıkan “Bingöl Hikâyeleri” adlı kitapta toplamıştım. 1974-77 yılları arası, yazarlık tutkusunu sürdürdüğüm bir dönemdi. Dostum Cemal Süreya, çok beğendiği öykülerim üzerine yazdığı yazılarda beni göklere çıkarıyordu. Bu yıllarda, başta Cemal olmak üzere, edebiyatçı arkadaşlarla her pazar günü, Ankara’daki Mülkiyeliler Birliği’nde uzun süren öğle yemeği yiyorduk. Söz konusu yemekli toplantılar, bir edebiyat dergisinin kaynağını oluşturmuştur diyebilirim. 1977 yılına geldiğimizde, Cemal Süreya’nın öncülüğünde, Ankara’da aylık bir kültür-edebiyat dergisi yayınlamaya karar verdik. “Türkiye Yazıları” adlı bu derginin yayın yönetmenliğini doğal olarak Cemal Süreya üstlenmişti. Ben derginin hem sahibi hem yazı işleri müdürüydüm. Vecihi Timuroğlu, Öner Ünalan, Ali Püsküllüoğlu ve ben, yazı kurulundaydık. Ayrıca, Demir Özlü, derginin İstanbul temsilcisiydi. Türkiye Yazıları, 74 sayı yayınlandıktan sonra, 12 Eylül 1980 Darbesi’nin ağır sansür ortamında yeni bir söz getiremediği için, 1983 Nisan ayında yayınını durdurdu. Çok geçmeden, Ankara’daki yazar arkadaşlarla “Dayanışma” adlı bir yayın kooperatifi kurduk. Bu yayın ortaklığına, Aziz Nesin, İlhan Selçuk ve Fikret Otyam gibi ünlü yazarlarımız destek oldular. Onların çok satan kitaplarıyla yayın kooperatifimiz geniş bir soluk aldı. Öte yandan, ben kooperatifte yalnızca kuruculuk görevi yaptım. Kooperatifin başkanı Nusret Kemal Otyam, yayın müdürü ise hapisten yeni çıkmış olan Ahmet Telli’ydi. 1984’te “Müzik Ansiklopedisi Yayınları”nı kurdum ve adı üstünde olan bu işi yaklaşık 30 yıldan beri sürdürüyorum. Her işini yüklendiğim bu yayın çabasına girişirken para kazanmak bir yana, çabucak batmamayı düşünüyordum. Türkiye gibi bir ülkede, müzik kitapları yazıp yayımlarken “Çark dönsün, bu bana yeter” niyetinin ötesinde bir beklentim yoktu. Neyse ki 30 yıldır çark dönüyor ve ben de inandığım, dolayısıyla sevdiğim bir işi yerine getirirken, yayıncılığın tatlı ve ekşi taraflarını tatmış bulunuyorum. Oğlumun Ankara Devlet Konservatuvarı’nda piyano ve kompozisyon öğrenimi gördüğü 1980’li yıllarda, Fransız teorisyen Lavignac’ın solfej kitapları dizisinden başka hiçbir ders kitabı bulunmadığını görünce çok şaşırmıştım. İnanması zor: Atatürk’ün kurulmasına yol açtığı koskoca Ankara Devlet Konservatuvarı, ders kitapları yönünden sıfırdaydı! Bu yürekler acısı durum karşısında, İstanbul Belediye Konservatuvarı’nın eski bir öğrencisi olarak kendimce hazırladığım bir yayın programına göre, dört ciltlik bir “Müzik Ansiklopedisi”nden sonra, her biri doyurucu nitelikte olmasını öngördüğüm bir “Müzik Tarihi”, “Müzik Öğretimi”, “Müzik Teorisi” ve 600 sayfalık bir “Müzik Sözlüğü”nün yayımlanması, yaklaşık 25 yılımı aldı. 2005 yılında, sil baştan yeniden hazırlayarak altı yıl emek verdiğim “Müzik Ansiklopedisi” ise her biri yaklaşık 700 sayfa olan üç cilt halinde basıldı. Konservatuvar öğrencileri ve üniversitelerimizin “Müzik Eğitimi Anabilim Dalı” olarak adlandırılan müzik öğretmenliği lisans ve lisansüstü dönemleri için yayımladığım bu kitapların yanı sıra, Prof. Muammer Sun, Murat Katoğlu, Prof. Koral Çalgan, Prof. Dr. Ali Uçan, Prof. Dr. Uğur Alpagut, Doç. Dr. Yılmaz Aydın, Leyla Pamir ve Fazıl Say gibi müzikçilerimizin de kitaplarını yayımladım. Böylece, müzik sanatı alanında kullanılmak üzere ülkemiz, temel müzik kitaplarından oluşan bir kitap dizisine sahip oldu. Düşünce ve ifade özgürlüğünün bulunmadığı yerde, ne felsefe, ne bilim, ne de sanat gelişir. Cumhuriyet aydını bunu çok iyi bilir. Özgürlüğe aykırı düşecek her çeşit uygulama, aslında düşünce, bilim ve sanat düşmanlığı yapmak demektir. Çok tehlikeli, çok zararlı bir tutumdur bu. Olumsuz tarafları belirginleştikçe toplumda derin rahatsızlıklar uyandıracak bir tutumdur. İnsanlığa ve insanlarımıza yazık etmektir. Bu yazıyı yazdığım 18 Kasım 2012 günü gazetelerde, TÜYAP ile Türkiye Yayıncılar Birliği’nin düzenlediği Uluslararası İstanbul Kitap Fuarı’nın açılış konuşmalarına cezaevindeki yazarlar ve gazeteciler konusunun damga vurduğu belirtiliyordu. Ayrıca, Uluslararası Yazarlar Birliği (PEN) Başkanı John Ralston Saul, düşünce ve ifade özgürlüğü alanında AFSAD “PEN olarak dünyanın her yerinde edebiyat ile düşünce ve ifade özgürlüğü için çalışıyoruz. Kitap fuarları da aynı amacı taşıyor olmalı. Türkiye’de son yıllarda gazeteci ve yazarlara yönelik artan tutuklamalar bize kaygı veriyor. Burada belirsizlik atmosferi ve korku var. Bu nedenle acilen harekete geçilmesini, terör yasalarının tekrar ele alınmasını, uzun tutuklulukların önüne geçilmesini talep ediyoruz.” Yine aynı gün gazeteler, 12 Eylül 2012’den bu yana süren açlık grevlerine dikkat çekmek için, tanınmış köşe yazarlarının İstiklâl Caddesi’nde bildiri dağıtacağını yazıyordu. “Hükümeti vicdan siyasetine davet ediyoruz” başlıklı bildirinin, şu köşe yazarları tarafından dağıtılması öngörülmüştü: Cumhuriyet’ten Hikmet Çetinkaya, Vatan’dan Zülfü Livaneli, Milliyet’ten Can Dündar, Hürriyet’ten Ahmet Hakan, Habertürk’ten Balçiçek İlter, Birgün’den Doğan Tılıç, Radikal’den Koray Çalışkan, Posta’dan Nedim Şener. Okurlarım aradaki farkı hemen görebilecektir sanırım: Bu yazıya sığdırdığım 1960’lı, 1970’li ve 1980’li yılların düşünce ve ifade özgürlüğü konusunda iktidarların yaklaşımı, hatta darbecilerin yaklaşımı, 2012’nin şu günlerinden daha ılımlıydı. Günümüzde ise PEN Uluslararası Başkanı Saul’un sezinlediği gibi “Burada belirsizlik atmosferi ve korku var!” Ocak - Şubat 2013 Ahmet Demirer Ah mGökhan et Say yaşanan sorunlara dikkat çekmek için Türkiye’ye geldiğini söylüyor ve şu açıklamada bulunuyordu: Konuk KonukYazar Yazar Bu yaşanmış örneklerle Türkiye’de yayıncılığın ne menem bir iş olduğunu az çok öğrendiğimi anlatmak istiyorum. Bence yayıncılık, üretilen kitaplar ve dergilerin okura ulaştırılmasıyla sınırlı değildir. Yayıncılık, düşüncede ve yaratıda ifade özgürlüğünü sonuna kadar kullanabilmek demektir. Yayıncılığımızın bir numaralı sorunu işte budur. Açık konuşalım: Yurdumuzda demokratik kavrayışın gereği olan ifade özgürlüğü bu denli sınırlanmasaydı, çok sayıda yazarımız, gazetecimiz, çevirmenimiz ve yayıncımız hapishanelerde yılları sayar mıydı? Bu gerçek, Türkiye’de yazarlığın, gazeteciliğin, çevirmenliğin ve yayıncılığın iktidarlar tarafından engellenerek, kültür üreten insanlarımızın toplumu aydınlatma yolundan alıkonduğunu gösterir. 7 Söyleşi Ko ntra st İlyas Göçmen 8 1944, Edirne doğumlu olan İlyas Göçmen`in fotoğrafla olan ilişkisi uzun yıllara dayanır. Fotoğrafa gerçek anlamda 1980 senesinde İFSAK’a üye olarak başladı. Bu tarihten sonra fotoğrafın sanat yönü ile ilgilenen Göçmen’in yapıtları yurtiçi ve yurtdışında çeşitli albüm ve kitaplarda gerek tek gerekse portfolyo olarak yayınlandı. 1984 senesinde Uluslararası Fotoğraf Federasyonu (FIAP) tarafından “AFIAP” unvanı ile onurlandırıldı. Ulusal ve uluslararası yarışmalarda 49 ödül aldı. 1983 ve 1985 senesinde kişisel sergilerini açan İlyas Göçmen, yurtiçi ve yurtdışında 150`den fazla toplu gösterime ve sergiye katıldı. 1985`te kurulan FOG fotoğraf grubunun kurucu üyeleri arasında bulunan Göçmen’in ödüllü fotoğrafları, bu grupla birlikte 1989 yılında yayınlanmış olan “Birikimler” adlı albümde de yer aldı. Birçok dergide fotoğraf ve turizmle ilgili yazı ve fotoğrafları yayımlandı. Fotojurnalist ve yaratıcı fotoğraf tarzında çalışan İlyas Göçmen yurtiçi ve yurtdışı yarışmalarda jüri üyelikleri de yapmaktadır. Birçok konuda uzun soluklu çalışmalarına devam etmektedir. İlyas Göçmen nerede doğdu, büyüdü? Edrine’de dünyaya geldim fakat aslen İstanbul’luyum. Babam Atatürk’ün ilk polislerinden birisi. Polis okulunu bitirdikten sonra, ilk tayini Edirne’ye çıkıyor. Bu sırada ben dünyaya geliyorum. Bir yaşındayken Edirne’den tekrar İstanbul’a döndük. Çocukluğum İstanbul-Avcılar’da geçti, daha çok tatillerimizi bura- da geçirirdik, Avcılar’daki evimiz çok güzeldi. Buradaki yerimiz üç dönüm arazi içinde büyükçe bir evdi. Bahçemizde her türlü sebze, meyve yetişirdi. Arılarımız vardı, atlar, inekler, tavuklar küçük bir çiftlik gibiydi. Çocukluğum bu güzellikler içinde geçti. Genç lik yıllarım ise Samatya’da... O dönemler Samatya, İstanbul’un en nezih semtlerinden biriydi.. Hafta sonları ‘çay partileri’ yaptığımız, İstanbul’un o mozaiğini hep birlikte yaşadığımız birçok Ermeni arkadaşım vardı. REFİ Spor kulübünde arkadaşlarımızla sahilde yüzerdik o zamanlar, hatta bir süre bu kulüpte yüzme ve kürek sporuyla da ilgilenme fırsatı buldum. Fotoğraf serüveniniz nasıl başladı? Henüz ilkokula gidiyordum, 4.sınıf öğrencisiydim fotoğraf makinesiyle tanıştığımda… Arkadaşımın babasına ait körüklü fotoğraf makinesi ile çekimler yapıyorduk. Bazen makineyi ödünç alıp evde ailemin ve kız kardeşimin portrelerini çekiyordum. Sonraları fotoğraf hakkında daha fazla şey öğrenebilmek, fotoğrafların baskısının nasıl yapıldığını araştırmak için; karanlık odayla ilgili kitaplar elde edip incelemeye başladım. Fotoğraflarımın baskısını ve banyoyu kendim yapmak istiyordum. Bir de TAB sandığı yapmıştım kendi kendime. Haftalığımı aldığımda hemen bir portakal kasası satın alıp, kasanın her tarafını siyah bantla kapladım, üstüne buzlu cam koyup sandığın içersinde elektrik aksamını yerleştirdim. Filmi buzlu camın üzerine , onun üzerine de kâğıdı koyup elimle bastırarak sayıyordum, deneme yanılma yöntemiyle kendimce ilk denemelerimi yaptım. O sarı Ko ntra st Söyleşi 9 AFSAD Ocak - Şubat 2013 yayının ikinci kitabı ‘100 fotoğrafçı’yı konu alıyordu. Burada yer almak gerçekten onur veriyor. Layık görenlere teşekkür ederim. Söyleşi Ko ntra st Ne anlatmak istediğini ilk bakışta anladığımız ve akılda kalan fotoğraflar vardır. Aklınızda böyle fotoğraflar var mı? 10 fotoğrafları hâlâ saklarım…Şimdi TAB sandığı nedir diye sorsalar kimse bilmez. Takip ettiğiniz dernek ve fotoğraf grupları veya yayınları var mı? Fotoğraf derneklerini mümkün olduğunca takip ediyorum. Başta İFSAK-AFAD-BUFOD-EFOD-KASK olmak üzere. Şu sıralar Bursa Fotoğraf Derneği büyük bir atak yaptı, çok başarılı durumda. Bazı dernekler kapatılmasına rağmen, BUFOD çok güzel çalışmalara imza attı, onları alkışlamamak elde değil, bravo çalışanlara. Ara Güler’in yayın yönetmenliği yaptığı İZ dergisini takip ediyorum. Fotoğrafçılığınızı ve fotoğrafçılıkta kendinizi tanımlayan bir ifade var mı? Bu konuda uzun uzadıya bir şey söylemek gereksiz olur. Beni en iyi ifade eden kelimenin An durduran! olduğunu düşünüyorum. Birlikte söylendiğinde kulağa Fransızca gibi geliyor ama kelime öz Türkçe... Türkiye’de veya dünyada tarzını, çalışmalarını ve fotoğraftaki duruşunu örnek aldığınız isimler var mıdır? Ben yurdumun fotoğraflarını çeken biriyim. Yabancı ülke fotoğrafçı ve fotoğraflarını da izlerim, severim, fakat kültürümüzün ürünü fotoğrafları her zaman tercih etmişimdir. Atatürk’ün fotoğraflarını çeken Ahmet Işıksel hayli gıpta ettiğim fotoğrafçıdır. Yabancı sanatçılardan; Brezilyalı Sebastiao Salgado, Fransız fotoğrafçı Henri Cartier’i de takip ederim ve elbette Ara Güler! Benim hocam diye hitap ettiğim, duruşunu, fotoğrafçılığını beğendiğim sanatçı. Kendi deyimiyle foto muhabiri. İstanbul Kültür A.Ş.nin yayınladığı “İstanbul’un 100 Fotoğrafçısı” adlı kitapta yer almış nadir fotoğrafçılardan biri olarak tanınan biri misiniz? Fotoğraf camiasında tanınan biriyim. Fotoğrafla ilgili olanlar beni tanırlar, tanımayanlar da var tabii… Ben bu dünyanın içinde sabit duruyorum. Aramızda en tanınmış fotoğrafçı Ara Güler’i bile tanımayanlar vardır. İstanbul Büyükşehir’in seri haline getirdiği bir Fotoğraf gruplarımızda zaman zaman konuştuğumuz bir konudur bu. Kompozisyon ve teknik açıdan değerlendirdiğimiz fotoğrafların yanısıra; konularına, taşıdığı anlamlara ve çekildiği an’a kadar birçok kriterde fotoğrafları değerlendiririz. Fakat bir sanatçı yaptığı birçok eserle değil, halkın hafızasına sadece bir tanesi ile kazınıyor. Bu örneği değerli dostum Ara (Ara Güler) vermişti. Dedi ki, sen Leonardo da Vinci’nin hangi eserini biliyorsun? Aklıma hemen Mona Lisa geldi. Hâlbuki adamın mimarlık alanında resim, tıp alanında daha birçok dalda eserleri var. Hepsi de gün ışığında ortada... Biz hemen aklımıza Mona Lisa’yı getiriyoruz. Sadece bir fotoğraf ile bile hafızalarda yer edebilmek mümkün ve tabii kolay değil. Günümüz makineleri ile sizin o zamanki şartlarda kullandığınız makineler arasında ne gibi farklar var? İlk zamanlar fotoğraflar siyah-beyaz iken, ardından renkliye geçiş ve analog makinelerden, sayısala geçiş inanılmaz bir aşama…Bir saniyede bir trilyon kareye çıkan, ışığı yakalayan çekimler var, bir za- Müdahalesiz bir çekim bizim fotoğraf alışkanlığımızdan geliyor. Photoshop ile bir düzenleme bence pek makbul değil. Ufak tefek tonlamalar bir dereceye kadar kabul edilebilir. Ancak ben kendi şahsım adına photoshop vb. programları kullanmıyorum. Çekerken her şeyi bitmiş fotoğraflar çekiyorum. Benim çalışma tarzım bu! Tabii ki bu bir reklam veya moda fotoğrafçısı için geçerli değil, muhakkak müdahale gereken durumlar olabiliyor, modelin cildinde lekeler vb. varsa, temiz düzgün bir kare için hem makine, ekipman hem de photoshop gerekebiliyor. O da dozunda olmalı, fazlası fotoğrafın değerini yok ediyor. Fotoğraflarınıza şiir kitabı yazılan, birçok dile çevrilerek piyasaya sunulan bir fotoğrafçısınız. Bu nasıl oldu? Azerbaycanlı Şair Selim Babulluoğlu ile İstanbulBahçeşehir’de tanıştım. Selim Babulluoğlu bana şiir kitabını imzalayıp verince, ben de jest olsun diye kendi fotoğraf kitabımı imzalayıp verdim. Fotoğraflarımdan etkilendiğini ve benim fotoğraflarıma şiir yazacağını söyledi. Ben de ‘Nasıl yani, benim fotoğraf kitabıma mı?’ diye sordum. Kitaptaki her fotoğrafa ayrı ayrı şiir yazacağını söyledi. Açıkçası onur duyarım dedim ve serüven böyle başladı. Kırkpınar yağlı güreşlerini 40 yıldır takip ederek muazzam geniş bir doküman elde ettiniz. Deyim yerindeyse rekor sizde. Bu çalışma nereye kadar gidecek? 40 yılı aşkın süredir yağlı güreşleri çekiyorum. Kayınpederim sayesinde yağlı güreşleri takip etmeye başladım. Eşimin babası eski yağlı güreşçi Servet Meriç. Büyük hoca olarak tanınır. Birlikte Edirne’de birkaç kez yağlı güreşlere gittim, zamanla ilgimi çekmeye başladı. O zamandan beri her yıl giderim. Yağlı güreşlerin içine girince çok farklı bir ortamla karşılaşıyorsunuz, Pehlivanları çekmek tamamen farklı bir alan. İşin heyecanını anlatan fotoğraflar çekmek önemli. Farklı pozisyonları, güreşçilerin terini akıttığı anları, detay görüntüleri çekmek emek istiyor. Alanda kimi zaman 60 kişi oluyor. Hangisini çekeceğinizi şaşırabilirsiniz. Dolayısıyla güreşçileri önceden tanımaya çalışıyorum. Hangisi daha güzel güreşir, kimin vücudu daha iyi fotoğraf verir, bunları düşünerek çekiyorum. Bazen güreşenleri bazen de dinlenenleri çekiyorum. Artık nereye kadar gider bu çalışma bilemiyorum, fakat finali 40 sene olarak planlamıştım, 40 sene Kırkpınar diye. Sonra fotoğrafçı dostum Yaşar Atankazanır, O projenin ismi öyle olmaz dedi ve “41 sene Kırkpınar” olsun dedi. Ben de Yaşar’a (Atankazanır) seni mi kıracağım, bir sene de senin için giderim dedim, isim böylece ortaya çıktı. 40 şiire 40 fotoğraf, 41 sene Kırkpınar. 40 sayısı hayatınızda çok önemli olmuş sanırım. Bizim kültürümüzde 40 sayısı son derece önemli. Kırk gün kırk gece düğün, bebeğin kırkının çıkması, 40 gün sonra mevlit okunması, kırk yıllık dost gibi... Yazılarını çok beğendiğim rahmetli arkadaşım Bektaş Erdoğan’ın da 40 sayısının bereketi hakkında bir yazısı vardı onu da çok beğenirim. Hayatımda da 40 sayısının olması özel ve bir o kadar da anlamlı benim için. Gösterimi ile büyük ilgi uyandıran “CANLI” isimli serginizden bize bahsedebilir misiniz? Çalıştığım birçok konu içinde, birdenbire karşıma çıkan konulardan biri de; vitrinlerde, dışarıda duran mankenlerin hayatımızda sessiz sakin fakat alışkanlık yaratan dünyaları idi. Onların gözünden “dünya AFSAD Ocak - Şubat 2013 Ko ntra st Peki, eski makinelerin yarattığı alışkanlıklar var mı? 40 fotoğrafa 40 şiir yazdı. Azerbaycan’da çok ses getirdi bu çalışma. Yazılı ve görsel basında, TV programlarında, Azerbaycan Kültür Bakanlığı tarafından da ödüllendirildi. Azerbaycan’da ‘Kızıl Kalem’ ödülü aldı Selim Babulluoğlu. Dünyada fotoğraf kitabına özel şiir yazılan ilk ve tek kişi oldum, tabii ki gururlandım. Şiirler, 5-6 ülkenin diline çevrilerek basıldı, şimdilerde şiirleri dilimize çeviriyoruz, ülkemizde de basılmak üzere hazırlanıyor. Azerbaycan’dan pek çok sanatçıdan, yazardan övgüler geldi, bilhassa Azerbaycan Başbakan Yardımcısı Elçin Efendiyev’in tebrik ve teşekkür yazısını aldım… Azarbaycan Kültür ve Turizm Bakanı Abdulfes Karayev’in yazısı beni çok onurlandırdı. ‘Bir millet, iki devlet arasında dostluk köprüsü kurdunuz, tarihe geçtiniz’ diye… Onur duymamak elde değil… Söyleşi manlar hayal bile edilemezken, şimdi gerçek oldu. 20 km’den, göz bebeğini çekebilen makineler var, teknolojiyi yakalamak çok zor… 11 Ko ntra st Söyleşi 12 nasıl, nelere şahit oluyorlar, insanlar onların gözünde neler yapıyor?” diye sordum kendi kendime. Lüks semtlerden, varoşların içine kadar birçok yerde karşılaştığım; atılmış, ezilmiş, horlanmış, darbeler almış mankenlerin arasında buldum kendimi... Türkiye’nin dört bir tarafında Edirne’den, Mardin’e kadar karşılaştığım: Bildik tanıdık vitrin mankenlerinden, her cins yaş ve ırka ait mankenlerin yaşantılarına, müzelerde, üniversitelerde kullanılan mankenlere kadar, bambaşka bir dünyaya ait uzaylı mankenlerin yaşantılarına benim kadar hayretle bakmanızı istedim. Bu çalışma 8 senelik bir çalışmanın birikimini oluştursa da bütün dünyayı gizlice sarmış “CANLI” mankenlerin dünyası, çalışmamı bir o kadar daha işlesem bitiremem. Fotoğrafçılık hayatınızda sizi şaşırtan ilginç bir olayı bizimle paylaşabilir misiniz? Yaşarken, Meydan Larousse gibi önemli bir ansiklopediye girebilmişim. Girebilmişim diyorum çünkü ansiklopedide yer aldığımdan haberim yoktu. Bu çok onur verici. Bir gün kitaplığımda duran Meydan Larousse Ansiklopedisini Ara Güler hakkında ne yazmış diye açtım. Orada kendi portremi görünce çığlık atmışım, ev halkı kalp krizi geçirdim sanmış. Öleceğim aklıma gelirdi de, yıllardır kitaplığımda duran ansiklopedide yer alacağım aklıma gelmezdi. Çok şaşırdım ve gururlandım tabii ki. Beni bilenler bilir, bugüne kadar çok başarılı çalışmalarım oldu. Sayısını tam olarak bilmiyorum ama 130’un üzerinde ödül almışımdır. Teşekkür ve Onur Belgeleri aldım. Tabii ki başarının sınırı yok, bu yüzden eskiden 5 çalışıyorsam bugün 55 çalışıyorum. Fotoğrafların içinde bir yaşam sürüyorsunuz. Tabir yerindeyse, her ustanın bambaşka çalışma stili var. İlyas Göçmen ise fotoğrafın içine giriyor. Bu fotoğrafa nasıl yansıyor? Bu, yılların verdiği bir tecrübe idi tabii. Tecrübeyi yetenek haline dönüştürmek gerek. Ben o tecrübe ve yeteneği, bilgi ve kültürü fotoğraflarımda hayli kullanıyorum. Anında dostluklar kurabiliyor, insanların mekânla ilişkilerini daha rahat oluşturabiliyorum. Eğer oradaki kareyi kaçıracağımı düşünüyorsam fotoğrafımı çekip oradan ayrılıyorum. Fotoğraf çekmeye gidip çekemediğiniz zamanlar oldu mu? Elbette, bu sene Kırkpınar’da oldu, adamlar toplanmış içiyorlar bir tanesi yatmış sızmış. Onu çekerken yanıma geldiler. “Onu mu çekiyorsun” diye sordular. Sonra oturduk 15-20 dakika, büyük ağacın altında. Ben de fotoğrafçı arkadaşlarımı aradım. Tabii biz fotoğraf çekmeyi bıraktık. O kadar çok eğlendik ki o gün anlatamam... Fotoğraf çıkmasa da o yaşadığın ortamlar unutulmaz olabiliyor. Fotoğraf çekmek için o kadar zorlamamak gerekiyor bazen. Zaten fotoğraf her yerde var. Yeter ki sen onu görebilmeyi, dünyaya bakmayı başarabilesin. Bizim gibi eğitilmiş orta sınıfların tahayyülünde “sanat” özel bir yer tutuyor. Hele yaradılış itibariyle inceliklere biraz meraklı, biraz yaratıcı dürtü sahibi, biraz yeniliklere açık kişiliğimiz varsa, biraz da bu işlerle uğraşacak zaman ve ekonomi sahibiysek, hayli ayrıcalıklı bir sanat statüsü kurguluyoruz zihnimizde. İrademizden bağımsız bir alan olarak tanımlanan “sanat” ile bizim merkezinde olduğumuz hayat gailesi denilen “esas” arasında ciddi bir mesafe bulunuyor. Tahayyülde olduğu gibi fiiliyatta da böyle... Endüstri öncesi toplumdaki sanat ile bugün tanımladığımız sanat arasında ciddi farklar vardı. Sanatın “yapıcısı” ile “muhatabı” arasındaki ilişki, hayatın olağan akışı içinde kendiliğinden kurulurdu. “Sanat” ile “esas” arasındaki çizgi silikti. Kullanılan sanat araçları, bu geçirgen ilişkiye imkân veriyordu. Sanat üretmek için alet edevat elbet gerekiyordu ama sanat vasıtası olarak makineler henüz icat edilmişti. “Eser”, özel olarak kendisi için düzenlenmiş mecralara fazlaca gerek olmadan, hatta çoğu zaman kendiliğinden günlük hayata karışabiliyordu. Endüstri toplumuna geçerken durum değişmeye başladı. Modernizm, sanatı yeniden tanımladı. Sanat yapıcısı ile muhatabı arasında hiyerarşik ilişki kurmaya yarayan mekanizmalar ortaya çıktı. “Eser” çoğaltılarak, dağıtılarak ve tanıtılarak ulaşılır hale geldi. tanımlamak” önemli bir yer tutuyor. Bu tanım birkaç fasılda işe yarıyor. En başta, “sanat” ile “esas” arasındaki ilişkiyi belirlerken “ücret karşılığı mesaili çalışma”yı “esas” kabul ediyor; haliyle sanatı endüstriyel bir alan olarak tanıyor; ayrıca sanatçılık bir mertebe olarak idealize ediliyor. Öte yandan sanatı bu tanımıyla tahayyül dünyasında var edenler için de bir alan açıyor, bir imkân yaratıyor. İdeal ile yakınlık tesis etme imkânı. Bu ideal forma, yakınlık derecesine göre hayatta kendi konumunu belirleme fırsatı. Her şeyi hızla tüketip giderken bir şeylere tutunma umudu... Bu sayede hobi sanatları toplumsal alanda önemli bir işlev görüyor. (Günümüzde belki de sanat bu.) Endüstriyi merkeze koyarak, yukarıda yaptığım toplumsal şablon gerçek değil biliyorsunuz. Toplumlar, ne böyle endüstri öncesi, endüstri sonrası diye keskin ayrımlarla belirlenmiş dönemler yaşıyor ne de süreçlerin biri bittikten sonra diğeri başlıyor. Sanat ise çoktan beri, sadece toplumsallık üstünden okunabilecek bir alan olmaktan çıktı. Kaldı ki pek çok toplumda olduğu gibi, bizim memlekette de bu toplumsal dönemlerin hepsi bir arada, iç içe, hep birlikte yaşanabiliyor. Lakin muradımızı karşılıklı anlatabilmek için, ama daha önemlisi anlayabilmek için, ettiğimiz lafı oturtacağımız bir bağlam gerekli, ben de dönemlerden söz ederek bu bağlama işaret ediyorum. Bu sayede “biz neyiz, ne yapıyoruz?” sorusu her zaman gündemde kalabiliyor. “Tahayyüllerimizin hayattaki karşılığı nedir?” diye merak etmekten vazgeçmiyoruz. “Sanata ve fotoğrafa ilişkin tanımlarımız ve tasavvurlarımız neye tekabül ediyor?” diye didikleyip duruyoruz. Üretim biçimleriyle birlikte ilişkilerimiz ve hayat algımız da değişiyor elbette ama, bu değişim sürecine bizim katkımız azımsanmayacak önemde. O nedenle, zaten itirazımızla buluşan değiştirme enerjimizle birlikte hayata müdahil olmaya çalışıyoruz. “Sanat” ile “esas” arasındaki mesafe açıldıkça, sanatçı “ayrı/calıklı” bir statü ediniyordu. Sanata ulaşmak, fiziki olarak kolaylaşmış ama sanata ulaşması beklenen öznenin morali ve motivasyonu bakımından durum zorlaşmıştı. Bu motivasyon eksikliğini giderecek, alana moral destek verecek yeni mekanizmalar gerekliydi. Bu arayışa paralel olarak sanat, hızla endüstri haline geliyordu. “Esas” ve “sanat” arasına aşılmaz bir duvar inşa edilmiş, birbirine temas edebilmeleri için özel zaman, daha yaygın deyişle “boş zaman” gerekmeye başlamıştı. “Boş zaman” kavramı ile birlikte “boş zamanı değerlendirme” ihtiyacı ortaya çıktı. Endüstri sonrası toplum, sanatın, boş zaman meşgalesi olarak örgütlenmesine özel önem verdi. Bu sayede giderek sektör haline gelen yeni bir iş alanı doğdu. (Gelecekte bir vakit, bizim bugünkü hayatımıza bakanlar belki de “sanat” başlığı altında bir kategori olarak örgütlenmiş “hobi olarak sanat” alanını kayda değer bularak değerlendireceklerdir, kimbilir.) Hobi sanatları kaleminden fotoğraf, memleket içinde nasıl önemli bir yer tutuyorsa dünyada da benzer bir yeri var. Lakin bu yer pek bizdeki gibi görünmüyor. İnsan, hayatında makbul sayılacak bir iş yapmış olmak için nasıl sadece sanatla uğraşmak zorunda değilse, fotoğraf da bir işlev gerçekleştirebilmek için sanat olmak zorunda değil elbet. Eğer öyleyse “Sanat ne? Fotoğraf bugün nerede ve hangi imkânlara sahip?” diye sormaktan vazgeçmemek gerekiyor. Galiba kendi sınırlarımızın ötesindeki fotoğraf dünyasıyla ayrıldığımız kavşak tam da bu dönemecin arkasında duruyor. Bu alanın merkezinde “bağımsız bir statü olarak sanat ve sanatçılığı hayatın ‘ideal formları’ olarak AFSAD Ocak - Şubat 2013 Kısa Çekiç f/64Metraj Özcan Bora Yurdalan Sanat ile Esas 13 Söyleşi Aysel Altun - T. Deniz Çakır Dosya Konusu Fotoğraf Yayıncılığı Bozkırda Açan Kaktüsler: Türkiye’de Fotoğraf Yayınları ve Yayıncılığı Osman Ürper Okumakta olduğunuz yazıda; daha çok Türkiye’nin fotoğraf yayınlarının tarihsel süreciyle ilgili olarak, bu araştırmada elde edilen saptamalar ve bunlara ilişkin geliştirilen öneriler bulunmaktadır. Her ne kadar bu araştırma sonrasında Türkiye’de fotoğraf yayınları konusunda cılız bir kıpırdanma olsa da değişen çok da fazla bir şeyin olmadığı gözlenmeye devam etmektedir. Yazılı kültür ürünleri, bir ülkenin gelişmişlik göstergelerinin içerisinde önemli bir yere sahiptir. Bir ülkede yayımlanmış eserlerin sayısı ve niteliği o ülkenin sosyokültürel yapısı hakkında bilgiler verir. Türkiye, farklı sosyolojik verilere göre “gelişmekte olan ülke” olarak kabul edilmektedir. Cumhuriyetin ilanından günümüze değin yayımlanmış eser sayısına bakıldığı takdirde “gelişmekte olan ülke” konumundan pek de ileri gidilemediği görülecektir. Türkiye’nin nüfus ve eğitim düzeyinde ciddi bir artış olmasına karşın, yayımlanan kitap sayılarında ve tirajlarında aynı oranda önemli bir artış gözlenememektedir. Türkiye’nin, kitap okuma oranı, gelişmiş ülkelerle karşılaştırıldığında arada büyük bir fark olduğu görülmektedir. Eğitim düzeyinin yükselmesine karşın, Türkiye genel olarak yazılı kültür ürünleri yerine, sözlü kültür ürünlerinin daha fazla tüketildiği bir toplum görüntüsündedir. Bu konuda yapılan araştırmalar da durumu gözler önüne sermektedir. 1 14 Fotoğrafa yeni başladığım 1990’lı yılların başlarında AFSAD’ın Fotograf dergisine bir yıllık abone olmama rağmen, derginin bir daha yayımlanamaması üzerine, maalesef bir sayısı bile elime geçmemişti. Sonraki dönemde FSK’nın talihsizce ancak bir sayı yayımlanabilen Fotoğraf Dünyası dergisinde ve internette yayımlanan ilk fotoğraf dergisi olan Fotografya’nın yayımlanma sürecinde yaşadıklarım Yüksek Lisans eğitimim sonrasında hazırlayacağım tez konusunu belirlememde çok önemli bir etken oldu. “1960-2000 Yılları Arası Türkiye’de Fotoğraf Yayınları ve Yayıncılığı” başlıklı tez çalışması ile Türkiye Fotoğrafının önemli bir problemi olan fotoğraf yayınları ve yayıncılığının tarihsel süreç içerisindeki gelişimini araştırarak, bu alanda yaşanan sorunların tespit edilmesini ve çözüm önerileri geliştirmeyi hedeflemiştim. Bu konuda ilgi çekici bir çok bilgiye ulaştım. İkinci bir hedefim de bu çalışmanın bir yayın olarak basılarak fotoğraf literatürüne katkı sağlamaktı. Ancak aradan geçen on küsur yıla rağmen satış kaygıları nedeniyle yayınevlerinin böyle bir kitabı basmaya yanaşmamaları da ülkemizde fotoğraf yayınlarına verilen önemin bir göstergesi olarak ortada durmaktadır. Bir ülkenin kültür yaşamını doğrudan etkileyen bir unsur olarak yayınların ve yayıncılık kuruluşlarının da güçlü bir temele oturması gerekmektedir. Böyle bir ortamın gerekliliklerini Alpay Kabacalı şöyle açıklamaktadır: “Yayıncılık, hedefine dağıtımcı, ilan-reklam, tanıtma-eleştiri, kitapçı halkalarıyla eklemlenerek ulaşır. Bu halkalar güçlendirilmediği sürece, yayıncılık güçlü bir kuruluş olamayacaktır.” 2 Yazılı kültürün özel bir alanı olarak kabul edebileceğimiz fotoğraf yayınlarının da bu tablodan oldukça etkilendiği görülmektedir. Türkiye’nin sosyoekonomik ve kültürel yapısı, yayıncılık ve matbaacılık alanındaki teknik gelişmeler ve fotoğraf alanındaki gelişmeler, fotoğraf yayınlarının gelişimini önemli ölçüde etkilemiştir. Doğal olarak fotoğraf yayınları nicelik ve nitelik açısından incelendiğinde, Türkiye’nin sosyolojik gerçekleriyle paralel olarak “az gelişmişlik” düzeyindedir. Osmanlı döneminden 2000’li yıllara Türkiye’de yayımlanan fotoğraf yayınlarında tür ve nitelik bakımından bir gelişme gözlenmektedir. Ancak bu gelişimin ideal bir gelişmişlik düzeyinde olduğundan söz edilemez. Söz konusu dönemdeki önemli gelişmeleri özetlemekte fayda bulunmaktadır. Sol: Ameli Fotografya, A.Nezihi, Mesai Matbaası. 1331, İstanbul, 52 Sayfa. Sağ: Fotoğrafçılık Rehberi, Selanik Bon Marşesi. 1333 (1917) 126 Sayfa Osmanlı Döneminden 1960’lı Yıllara Fotoğraf Yayınları: Dünya basım tarihinde ilk eğitici fotoğraf yayını, 1839 yılında Daguerre’nin otuz baskı yapan bütün Avrupa dillerine de çevrilen cep kitabıdır. Ceride-i Havadis’in 15 Ağustos 1841 tarihli sayısındaki haberde Daguerre’nin bu kitabının İstanbul’a getirildiği ve tercüme edildiği yazmaktadır. 3 Ne yazık ki bu kitaptan herhangi bir ize rastlanamamaktadır. O dönemdeki iletişim araçlarının yetersizliği ve sonraki dönemlerde fotoğrafın Osmanlı’da kabulü uzun sürse de, dönemin koşulları altında bu kitabın Türkçe’ye çevrilmiş olması da ilginçtir. S. Ali Ak ve Alberto Modiano’nun hazırlamış oldukları Türkçe Fotoğraf Yayınları Kataloğu’nda Osmanlı Döneminde eski harflerle yayımlanmış 50 adet eser bulunmaktadır. Bu kitapların büyük bir çoğunluğunu fotoğrafın kimyasal, teorik ve pratik yönüne ilişkin eserler oluşturmaktadır. Eski harflerle yazılmış kitapların önemli bir bölümü ressam subaylarca yazılmıştır. 1871’de Yüzbaşı Hüsnü yurt dışında edindiği deneyimlerini bir araya getirerek ilk Türkçe telif fotoğraf kitabı olan Risale-i Fotoğrafya’yı hazırlamıştır. Subay yazarlarımızdan fotoğrafla ilgili en çok yayını olan Sadullah İzzet’tir. Askeri matbaada çalışmış olan Sadullah İzzet fotoğrafın kimyası, renklendirilmesi ve pratiğiyle ilgili beş eserin yazarıdır. Cumhuriyetin kuruluşu ve sonrasında Latin alfabeye geçilmesinin yanısıra matbaa ve yayıncılık alanında da önemli gelişmeler yaşanırken, fotoğraf yayınlarında çok fazla artış sağlanamamıştır. Türkçe Fotoğraf Yayınları Kataloğu’nda 1928-1960 yıllarında fotoğraf üzerine toplam yirmi beş adet kitap bulunmaktadır. Yayınların önemli bir bölümü resmi kurumların havacılık, polislik, tarım, orman gibi mesleki alanlarda fotoğrafın kullanımına yönelik teknik kitaplardan oluşmaktadır. Cumhuriyet sonrası ilk dönemde fotoğraf yayınları açısından dikkat çeken isim Şinasi Barutçu’dur. Barutçu Türkiye’de fotoğrafın yaygınlaşması için örgütleşme ve eğitim gibi alanlardaki çabalarının yanısıra AFSAD 1960-2000 Dönemi: 1960-1970 Döneminde Türkiye’de fotoğraf üretenlerin ve sanatsal söylemleri benimseyenlerin sayısında belirli bir artış gözlenmektedir. Hatta bu dönemdeki çalışmalarıyla öne çıkan isimler, fotoğrafımızda 1960 kuşağının temsilcileri olarak görülürken, aynı hareketlilik fotoğraf yayınlarında görülmemektedir. Türkçe Fotoğraf Yayınları Kataloğu’nda 1960-1970 yılları arasında oniki adet yayın görülmektedir. Bu yayınların genel özelliği fotoğrafın tekniğini öğretmeyi amaçlayan yayınlar olmalarıdır. Bu kitapların bir bölümü yabancı kaynaklardan çeviri yapılarak dilimize kazandırılmış, bir kısmı da telif olarak yazılmış eserlerdir. Bu yıllarda yayımlanan eserlerin çoğunlukla dış yayınlardan çeviri yapılarak dilimize kazandırılması, fotoğraf tekniğinde bilgi birikimine sahip, yetkin bir kadronun henüz tam olarak oluşmamasından kaynaklanmaktadır. Bu birikime sahip kişiler varsa bile bunun yayınlara yansıması az olmuştur. Türkiye içinde yaşanan siyasi ve ekonomik sorunlar, 1970’li yıllarda ülkede fotoğrafın gelişmesini önemli ölçüde olumsuz olarak etkilemişse de fotoğraf adına birçok önemli gelişme de olmuştur. Sami Güner’in benzetmesiyle “Bebek doğmuş ve gelişmeye başlamıştır.” 1970’li yıllar fotoğraf üzerine olumlu ya da olumsuz birçok sorgulama yapılmış ve yapılmaktadır. Bununla birlikte kurumsal örgütlenmenin artması, Fotoğraf Enstitüsü’nün açılması, çok sayıda fotoğraf etkinliğinin yapılması ve fotoğrafın daha geniş kitlelere benimsetilmesi yönünde önemli çabalar gösterilmiştir. 60’lı yıllardan gelen kuşağa bu dönemde de nitelikli çalışmalarıyla birçok yeni isim katılmıştır. 1971-1980 Döneminde, Türkiye’nin her alanında görülen hareketlilik gibi, fotoğraf yayınlarında da geçmiş yıllara nazaran gelişmeler olmuştur. Türkçe Fotoğraf Yayınları Kataloğu’nda bu dönemde yayımlanan 19’u teknik yayın, 13’ü albüm olmak üzere toplam 32 eser bulunmaktadır. Yine bu dönemde üç fotoğraf dergisi de yayımlanmıştır. Bu yayınların çoğunluğunun ortak özelliği yine fotoğraf tekniği üzerine olmalarıdır. Temel olarak fotoğrafçılığı öğretme düşüncesine dayanan bu yayınların önemli bir kısmını yabancı kaynaklardan yapılan çeviriler oluştururken, telif eserlerde geçmiş döneme nazaran bir artış olmuştur. Bu Ocak - Şubat 2013 Fotoğraf Yayıncılığı Dosya Konusu fotoğraf yayınlarına da büyük önem vermiştir. İlk Öğretim Gazetesi’nde çıkan yazıları daha sonra Foto Konuşmaları adı altında toplanıp kitap haline getirilmiştir. Barutçu’nun eğitici kimliğiyle bütünleşmiş yazılarından oluşan başka kitapları da bu dönem içerisinde yayımlanmıştır. Öğretici Filmler Merkezi, Kılavuz Kitaplar serisinde, 1954 yılında Şinasi Barutçu’nun hazırladığı Diya, Film, Kısa Notlar’ı üç ayrı kitap olarak yayımlamıştır. Şinasi Barutçu, Safder Sürel’le birlikte 1945 yılında Türkiye’nin ilk fotoğraf dergisi olan, “Profesyonel ve Amatörün Dergisi” Foto’yu yayımlamıştır. Suat Fenik’in hazırladığı İstanbul (1940) isimli albüm de bu dönem içinde yayımlanan ilk ve tek fotoğraf albümü olarak önem taşımaktadır. 15 Fotoğraf Yayıncılığı yayımlanan Türk Fotoğrafı Yıllıkları’dır. 1978 yıllığı dört dilde, 1980 yıllığı ise iki dilde yayımlanmıştır. Bu iki çalışma “yıllık” anlayışı içerisinde yayımlanmış ilk çalışmalar olması nedeniyle Türkiye fotoğraf sanatı ve fotoğrafçıları için önem taşımaktadır. Ayrıca yıllıklar yabancı dillerde de yayımlanması nedeniyle Türk fotoğrafının dışa açılan penceresi olmuştur. Dosya Konusu 1970’li yılların sonlarına doğru teknik kitap ve dergilerin dışında Albüm ve katalogların da yayımlanmaya başladığı görülmektedir. Türkçe Fotoğraf Yayınları Kataloğu’nda bu dönemde yayımlanmış 11 adet albüm bulunmaktadır. Bu yayınların fotoğraf yayınlarımızda belirgin bir artış ve canlılık getirdiği söylenebilir. Yine bu dönemde faaliyet gösteren Umut Poster Yayıncılık ve Milliyet Yayınları ikişer albüm çalışmaları ile bu alana kurumsal olarak destekte bulunmuşlardır. 16 dönemde yayımlanan bazı yayınların baskıları daha sonraki yıllarda tekrarlanmıştır. Aydemir Gökgöz’ün Bütün Yönleriyle Fotoğrafçılık Siyah-Beyaz, Renkli kitabı 1977 ve 1980’de 5000’er adet basılmış, 1985 yılında ise basımı 3. kez tekrarlanmıştır. Aydemir Gökgöz’ün bu kitabına bu kadar ilgi duyulmasının nedeni, kitapta fotoğrafın tüm teknik süreçlerinin ayrıntılı olarak işlenmesi ve fotoğrafın her düzeyindeki bilgi gereksiniminin karşılanabilmesidir. Gültekin Çizgen ve Engin (Çizgen) Özendes tarafından 1976’da ilk sayısı yayınlanan Yeni Fotoğraf dergisi Türkiye’de fotoğrafın gelişmesi ve genişlemesi adına önemli bir adım olmuştur. Yeni Fotoğraf, bir süreli yayın olma özelliğinin dışında, pek çok başarılı projelere imza atmıştır. Yeni Fotoğraf dergisinin başarılı çizgisi yeni fotoğraf yayınlarını da beraberinde getirmiştir. Yayıncılık alanında dergi ve Fotoğraf Yıllıkları ile elde edilen başarı sonucunda, farklı konu ve düzeyde yeni fotoğraf yayınlarının yayımlanması yönündeki düşüncelerle kurulan Fotoğraf Yayınları, Türkiye’de sadece fotoğraf yayınları yayımlayan ilk profesyonel yayınevi olmuştur. Fotoğraf Yayınları Teknik ve Teorik Dizisi içinde, Gültekin Çizgen’in hazırladığı Fotoğrafçılık ve Karanlık Oda Bilgisi, Rauf Miski’nin hazırladığı Fotoğraf Okulu, Sabit Kalfagil’in hazırladığı Fotoğraf Sanatında Kompozisyon kitapları yayımlanmıştır. Bu kitapların dışında Red-House Yayınevi adına Çocuklarımız albümü de Yeni Fotoğraf organizasyonu ile hazırlanmıştır. Yeni Fotoğraf’ı Türk fotoğrafı ile bütünleştiren iki çalışma 1978 ve 1980’de 1970’li yıllarda fotoğraf yayınlarında sayıca çok olmasa da geçmişe göre belli bir artış olmasının nedeni, bu dönemde çeşitli şehirlerde açılmaya başlayan fotoğraf dernekleriyle birlikte, bu derneklerin fotoğrafa olan ilginin artmasına katkı sağlamış olmasıdır. Bu dönemde yayımlanan kitapların bir kısmı siyah beyaz fotoğraf tekniğinin yanında, artık daha fazla kullanılmaya başlanan renkli fotoğraf tekniğini de kapsamaktadır. Bazı kitapların tüketilmesiyle birlikte tekrar baskıya girmeleri de fotoğraf yayınlarına ihtiyacın giderek arttığını göstermektedir. Bu dönemde fotoğrafı bir fikir ürünü olarak savunanların sayısı belirgin bir biçimde artarken, bunun yayınlara yansıması pek gözlenmemektedir. Fotoğraf kavramını sorgulayan düşünsel yayınlar ortaya çıkarılamamıştır. Bu konuda üretilen bazı yazılar ancak kültür sanat dergilerinin sayfalarıyla sınırlı kalmıştır. Daha önceki dönemlere göre, 1980’lerde daha hızlı bir gelişim gösteren Türkiye’nin, kültürel alanında yaşanan değişim dikkat çekicidir. İletişim teknolojilerine yönelik yapılan yatırımların bu değişimin dinamiğine önemli katkıları olmuştur. 1970’li yıllarda başlayan televizyon yayınları, önce siyah-beyaz ve ardından renkli yayına geçilmesi, 1980’li yıllarda tek kanaldan iki kanala geçilmesi ile görsel yayıncılık Türkiye’de sosyal yaşamı en çok etkileyen etkenlerden biri olmuştur. Bu dönemin hemen başında yaşanan 12 Eylül 1980 darbesinden en çok etkilenen alanların başında basım ve yayım sektörü gelmektedir. Darbe sonrasında kapatılan basın ve yayın kuruluşları, tutuklanan yazar ve yayıncılar, toplatılan, yasaklanan ve imha edilen kitaplar darbenin bu alanda ne derece etki ettiğinin bir göstergesidir. Fotoğraf Yayınları Kataloğun’da bu dönemde 7 teknik kitap, 16 derleme yayın, 3 dergi ve 27 adet albüm kaydı bulunmaktadır. 1981-1990 yılları arasında yayımlanan fotoğraf yayınlarında içerik olarak yeni türlerin ve fotoğraf tarihimize ilişkin incelemelerin yayımlanmaya başladığı görülmektedir. Geçmiş dönemlerde olduğu gibi teknik ağırlıklı kitapların dışında, bu süreçte yeni tür yayınlar yer almaya başlamıştır. Bu yayınlar arasında; Seyit Ali Ak’ın araştırmacı kimliği ile bütünleşmiş eserleri, fotoğraf tarihimizi aydınlatan önemli çalışmalardır. Bu Türkiye’de fotoğraf yayınlarının en üretken kişilerinden biri olan Engin Özendes ise önemli araştırmalarıyla bu dönemde, fotoğrafta Osmanlı dönemini aydınlatan iki albüme imza atmıştır. Haşet Kitabevi tarafından yayımlanan albümlerin ilki 1987’de yayımlanan Osmanlı İmparatorluğunda Fotoğraf 1839-1919 olmuştur. 1989’da yayımlanan Fotoğrafçı Ali Sami isimli albümde, yine Osmanlı döneminin subay fotoğrafçılarından Ali Sami’nin yaşam öyküsü ve fotoğrafları, fotoğraf tarihimizin ilk döneminin önemli belgeleri olarak gün ışığına çıkarılmıştır. Engin Özendes, Seyit Ali Ak, Alberto Modiano gibi araştırmacıların Türkiye’nin fotoğraf tarihi ile ilgili incelemelerinin bu dönemde yayımlanması, fotoğraf tarihimizin aydınlatılması, bu yayınlarla kayıtlara geçirilmesi ve araştırmacılara kaynaklık edecek önemli eserlerin kazandırılması fotoğraf yayınları için de önemli gelişmelerdir. Bu dönemde yayımlanan teknik kitaplar, renkli baskı tekniklerinin yaygınlaşmasına karşın, maddi koşullar nedeniyle siyah beyaz olarak yayımlanabilmiştir. Yayınevlerinin fotoğraf yayınlarına pek fazla rağbet etmemeleri nedeniyle bu dönemde Türkiye fotoğrafının kurumsallaşma çabalarına önemli hizmetlerde bulunan İFSAK ve AFSAD gibi iki fotoğraf derneği yayımladıkları dergi ve kitaplarla bu açığı kapatma çabasına girmişlerdir. 1980-1990 yıllarında yayımlanan derleme yayınlarının hemen hepsinin altında İFSAK imzası bulunmaktadır. Türkiye’nin en eski fotoğraf derneği olmasının yanısıra İFSAK, yayımladığı eserlerle de bu konuda öncülük etmiş bir kuruluştur. İFSAK’ın bu tavrı fotoğraf yayıncılığının Türkiye’de gelişmemiş olması ve bu alanda oluşan boşluğu giderme çabasıdır. 1980 sonrasında Türkiye’de yayımlanan fotoğraf albümlerinin sayısının giderek arttığı, sayının yanında farklı anlayışlarla yayımlanan birçok albümün, baskı kaliteleriyle de olumlu yönde gelişmelerin olduğu dikkat çekmektedir. Türkçe Fotoğraf Yayınları Kataloğu’nda bu dönemde yayımlanmış 27 albüm bulunmaktadır. Bu albümlerin bir kıs-mı yayınevlerince yayımlanırken, önemli bir çoğunluğu da fotoğrafçıların kendi olanaklarıyla yayımladığı albümler olarak dikkat çekmektedir. Fotoğrafçıların albümlerini kendi olanaklarıyla yayımlamasının nedeni yayınevlerinin bu konuya, maliyetlerin yüksek, satışın ise az olması nedeniyle kaçınmaları ve genellikle isim yapmış fotoğrafçıların çalışmalarını yayımlama eğilimleridir. Buna karşılık fotoğrafçıların kendi kısıtlı olanaklarıyla yayımladıkları albümler birer özveri ürünü olarak kabul edilebilir. Bu dönemde yayımlanan 27 albümden 11 tanesi fotoğrafçıların kendilerinin yayımladıkları albümlerdir. Bunların bir kısmı sergi albümü niteliğinde, bir kısmı da farkı dönemlerde yapılmış çalışmaların bir araya getirildiği albümler olarak dikkat çekmektedir. Bu dönemde yayımlanan Tahir Ün’ün Düşlenmiş Manzaralar/Değişiklik Anları, Orhan Alptürk’ün 40 Öykü albümleri bu anlayışın tipik örneklerindendir. AFSAD 1991-2000 yılları arasında yayımlanan fotoğraf yayınlarının bir önceki döneme göre sayıca artmış ve farklı çizgide yeni yayınların olduğu gözlenmektedir. Bu dönem içerisinde fotoğraf tekniği ile ilgili temel ve üst düzeylere yönelik olarak yayımlanan 29 yayın bulunmaktadır. Bu dönemde fotoğraf üzerine derleme ve kuramsal kitapların sayısında da büyük bir artış olmuş, toplam 9 derleme, 29 adet de fotoğrafın yapısı ve felsefesi üzerine kuramsal kitap yayımlanmıştır. Albüm sayısında da büyük bir artış olmuş, 100 civarında albüm yayımlanmıştır.5 Teknolojinin gelişimi ile birlikte CD -ROM ve İnternet dergileri gibi yeni yayınlar Türkiye’de de yayınlanır olmuştur. Bu dönem içerisinde yayımlanan fotoğraf yayınları içerisinde 25 teknik kitabın 16 tanesini temel düzeydeki kitaplar, 6 tanesini ileri düzeye yönelik teknik kitaplar, 3 tanesini fotoğrafın farklı meslek dallarında kullanımına yönelik kitaplar oluşturmaktadır. Temel düzeye yönelik kitapların 10 tanesini telif eserler oluştururken, 6 tanesi de yabancı kaynaklardan yapılan çevirilerle dilimize kazandırılmıştır. Üniversitelerde fotoğraf programlarının konulmaya ve sayılarının giderek artmaya başlamasıyla birlikte, bu kurumların ve öğretim üyelerinin hazırlamış olduğu yayınlar, fotoğraf yayınlarının sayısının artmasına katkıda bulunmuştur. 1991 yılından itibaren derleme ve kuramsal yayınların hızla artmakta oldukları görülmektedir. Geçmiş dönemlerde yalnızca fotoğraf tekniğini öğreten yayınlar yayımlanırken, 1990’lı yıllarda yayımlanan kuramsal kitaplar, derleme ve kılavuzlar, fotoğraf yayınlarına büyük bir canlılık getirmiştir. Bu dönem içerisinde, İhsan Derman’ın hazırlamış olduğu Fotoğraf ve Gerçeklik adlı eserle başlayan ve fotoğraf kavramını sorgulayan, açıklayan birçok eser yayımlanmıştır. Fotoğraf ve Gerçeklik farklı yayınevleri tarafından üç kez yayımlanmıştır. İhsan Derman, Villem Flusser’in fotoğrafı sorgulayan kuramsal bir çalışma olan Bir Fotoğraf Felsefesine Doğru eserini de dilimize çevirmiştir. Benzer biçimde fotoğraf kuramı üzerine iki yayın Reha Akçakaya’nın çevirileriyle dilimize kazandırılmıştır. Bu eserler, çağımızın önemli yazarlarından biri olan Roland Barthes’in Camera Lucida ve Susan Sontag’ın Fotoğraf Üzerine adlı çalışmalarıdır. Türkiye’de fotoğraf üzerine en çok yazı yazan ve düşünce Ocak - Şubat 2013 Fotoğraf Yayıncılığı Bu albümlerin yayınlanış öykülerini Tahir Ün “Herkesin araba ve ev almak için tüketici kredisi aldığı dönemde biz albüm çıkarabilmek için tüketici kredisi kullandık. Baskı ve renk ayrımı maliyetlerini düşürmek ve pazarlık olanağı bulabilmek için birleşerek, iki ayrı albümü ortak yayımladık. 1000’er adet basılan albümler, basında, sanat dergileri ve kitap eklerinde tanıtılmasına karşın 2-3 yılda ancak tüketilebildi” şeklinde ifade etmektedir.4 Dosya Konusu yayınlar içerisindeki ilk eser; 1982 yılında yayımlanan Türkçe Fotoğraf Yayınları Kataloğu’dur. Bu eserle Osmanlı döneminden 1982 yılına değin yayımlanan fotoğraf yayınları ciddi bir araştırma ile ortaya çıkarılmış, yayınlar türlere ayrılarak künyeleri ile birlikte fotoğraf araştırmacılarına kaynaklık edecek bir yayın olarak ortaya çıkarılmıştır. Bu yayının geliştirilmiş baskısı, güncellenerek Seyit Ali Ak-Alberto Modiano imzasıyla 1993 yılında tekrar yayımlanmıştır. 17 Fotoğraf Estetik Fotoğrafve Yayıncılığı Dosya Konusu 18 üretenlerin başında gelen Gültekin Çizgen’in, bu dönemde farklı yayınevi ve dernekler tarafından birçok kitabı yayımlanmıştır. Çizgen’in bu dönemde İFSAK yayınlarından çıkan Fotoğrafın Yapısı ve Kimliği Üzerine Denemeler, 1993 yılında Varlık Yayınlarından çıkan Ve Fotoğraf, 1994 yılında Fotoğraf ve Yaşam Yokuşunda İlk 50, 1998 yılında Arkeoloji ve Sanat Yayınlarından çıkan Fotoğrafın Görsel Dili, Kelaynak Fotoğraf kuramsal dizisinden çıkan Işık Çağı-Fotoğraf Çağı ve 2000 yılında Om Yayınlarından çıkan Fotoğraf 2000 isimli kitapları yayımlanmıştır. 19912000 yılları arasında Türkiye’de fotoğraf albümlerinin sayısında büyük bir artış olmuştur. Farklı boyut, biçim ve içeriklerle 100 civarında albüm yayımlanmıştır.6 Engin Özendes bu dönemde, 1998 yılında Yapı Kredi Yayınları tarafından yayımlanan Abdullah Freres, Osmanlı Sarayının Fotoğrafçıları ve 1999 yılında Sebah&Joaillier’den Foto Sabah’a Fotoğrafta Oryantalizm, Yapı Endüstri Yayınları tarafından yayımlanan Osmanlı’nın İlk Başkenti Bursa, Osmanlı’nın İkinci Başkenti Edirne, Osmanlı’nın Son Başkenti İstanbul, Tarih Vakfı ve Pamukbank tarafından yayımlanan Türkiye’de Fotoğraf, 2000 yılında Tarih Vakfı ve Pamukbank tarafından yayımlanan Merhaba Atina-Here İstanbul gibi pek çok başarılı yayın çalışmasına imza atmıştır. Engin Özendes’in albümlerinin önemli bir özelliği de, hazırladığı her albümün metinlerinin İngilizce çevirilerinin bulunmasıdır. İngilizce metinlerle albümlerin dışarıya yönelik satışlarının kolaylaştırılması düşüncesinin yanında, Türkiye fotoğrafının dışa yönelik tanıtımı da amaçlanmaktadır. Ara Güler’in, geçmiş dönemler içerisinde Türkiye’de Fotoğraflar ve Ara Güler’in Sinemacıları adlı albümleri yayımlanmıştı. Küçük boyutlardaki bu iki albümün ardından, bu dönem içerisinde iki yayın şirketi tarafından Ara Güler’in dört büyük fotoğraf albümü yayımlanmıştır. Ana Yayıncılık tarafından 1994’te Bir Ömür Böyle Geçti Kalanlara Selam Olsun, 1995’de Yüzlerinde Yeryüzü; Dünya Yayınları tarafından 1994’te Eski İstanbul Anıları, 1995’de Yitirilmiş Renkler albümleri yayımlanmıştır. Dünya Yayınları tarafından yayımlanan albümler Türkçe ve İngilizce olarak ayrı ayrı yayımlanmıştır. Ara Güler’in Yitirilmiş Renkler ve Yüzlerinde Yeryüzü albümlerinde renkli, diğer iki albümde ise siyah beyaz çalışmaları yayımlanmıştır. Ara Güler’e Saygı ise 1998 yılında Probil tarafından doğumunun 70. yılına armağan olarak hazırlanmıştır. 1990’lı yıllarda bir devrim niteliğindeki bilgisayar alanındaki gelişmelerden hiç kuşkusuz yayıncılık alanı da etkilenmiştir. 1980’lerin ikinci yarısından itibaren özellikle büyük basım ve yayın kuruluşlarında, yayınların hazırlık aşamasında kullanılmaya başlanan bilgisayarlar daha sonraki yıllarda, özellikle 1990’lı yılların ikinci yarısında, yeni bir yayıncılık türü olarak elektronik yayınları ortaya çıkarmıştır. Elektronik yayınlar iki ayrı tür olarak gelişim göstermiştir. Birincisi internet yayınları, ikincisi CD-ROM’lardır. Türkiye’nin teknolojiyi yakından izlemesi nedeniyle, bu yeni yayın türlerinde yayınlar, Türkiye’de de yayımlanır olmuştur. Bu yayın türünün sağlamış olduğu büyük olanaklar elektronik fotoğraf yayınlarını da gündeme getirmiş- tir. Gelişen multimedya programlarının CD-ROM’lar üzerine video görüntüsü ses, yazı ve animasyon kaydı gibi değişik olanaklar tanımaya başlamasıyla, CD-ROM’lar aynı zamanda sunum aşamasında da kullanılmaya başladılar. Türkiye’de Arif Aşçı’nın İpek Yolunda Son Kervan, Coşkun Aral’ın Sözün Bittiği Yer albümlerine ek olarak verilen CD-ROM’larla ve İFSAK tarafından hazırlanan CD-ROM bu yeni yayın türünün öncü çalışmalarından olmuştur. Yine bilgisayar teknolojisinin gelişiminin etkisiyle yeni bir yayıncılık türü olarak İnternet yayıncılığı gündeme gelmiş, Fotografya dergisi de bu yeni türün Türkiye’deki öncüsü olmuştur. Bu dönemde yayımlanan bütün fotoğraf yayınlarına bakıldığında yayınevlerinin yine fotoğraf yayınlarına mesafeli yaklaştıkları görülmektedir. Yayınevleri daha çok teknik ve teorik kitaplara yönelirken, genelde tanınmış fotoğrafçıların çalışmalarına yer veren az sayıda albümü de yayımlamışlardır. Sonuç Yerine: Fotoğraf yayınlarında ve yayıncılığında bazı temel sorunların henüz tam olarak çözülemediği açıktır. Türkiye’de fotoğraf yayınları, çoğunlukla kişisel özverilerle yayımlanmaya çalışılmaktadır. Türkiye’de profesyonel anlayışla fotoğraf yayıncılığı birkaç örnek dışında yapıl(a)mamıştır. Yayınevleri, fotoğraf yayınlarının maliyetlerinin yüksek, bunun yanında satışların da genel olarak düşük olması nedeniyle bu alana pek ilgi göstermemektedirler. Yayınevlerinin fotoğraf yayınlarına ilgisizliğinden doğan bu boşluk, konuya önem veren kişi ya da kuruluşların, kişisel çaba ve özverileriyle kapatılmaya çalışılmaktadır. Türkiye’de yayımlanmış birçok fotoğraf yayını bu koşullar altında iyi niyetlerle yayımlanmaya çalışılmıştır. Yayıncılık konusunda bilinç ve deneyim eksiklikleri, fotoğraf yayını konusunda çaba ve emek harcayan kişileri de zaman zaman maddi ve manevi olarak zor durumda bıraktıkları gibi bu yayınlar, yeterli tanıtımı yapılamadığı için de hedef kitleye kolay ulaşamamaktadır. Yayınevleri dışında Türkiye’de “Fotoğraf Müzesi”, “Fotoğraf Federasyonu” gibi örgütlenmelerin yayınlar konusunda henüz beklenen katkıyı sağlayamamış olmaları, Kültür Bakanlığı ve üniversiteler gibi var olan kurumların da “ödenek yetersizliği” nedeniyle gereken ilgiyi göstermemeleri nedeniyle, fotoğraf yayınlarını yeterli düzeyde destekleyecek kurumlar yoktur. Fotoğraf dernekleri de maddi zorluklar nedeniyle bu konuya yeterince ilgi gösterememektedir. Türkiye’deki fotoğraf sektörü de son dönemlerde artış gösteren sponsorluk anlayışına karşın fotoğraf yayınlarına ilgisiz kalmaktadır. Türkiye’de fotoğrafla ilgilenenlerin sayıları, geçen zaman içerisinde artış gösterse de, fotoğraf yayınlarına aynı oranda ilgi gösterilmemektedir. Fotoğraf yayınlarında arz-talep ilişkisi tam olarak gelişmemektedir. Yazar, yayıncı ve okuyucu üçgeninde tam bir ilişki bulunmamaktadır. Fotoğrafla ilgilenenlerin yayınlara ilgi göstermemeleri genel olarak iki nedene dayanmaktadır. Birincisi; genel okuma alışkanlığının olmaması, fotoğrafa ilgi duyan kişilerde, yayınla- Fotoğraf Yayıncılığı rın kendilerini geliştirebileceği bilincinin tam olarak oluşmamış olması gibi nedenlerdir. İkinci olarak; ekonomik etkenler de okuyucu ilgisini azaltmaktadır. Fotoğraf malzemelerinin ithal mallar olması nedeniyle sürekli döviz ve fiyat artışlarının olması ve fotoğrafın Türkiye’de giderek pahalı bir uğraş haline gelmesiyle yaşanan maddi sorunlar fotoğrafla uğraşanları olumsuz olarak etkilemektedir. Bunun yanında bazı yayınların fiyatlarının yüksekliği, ekonomik olarak zorlanan fotoğrafçıları etkileyebilmektedir. Fotoğraf yayınlarında karşılaşılan bir başka sorun da baskı kalitesinde yaşanmaktadır. Fotoğraf yayınları belli bir baskı kalitesinin üzerinde olmalıdır. Son dönemlerde yayımlanan fotoğraf yayınlarında belli bir kaliteye ulaşılsa da, yayımlanan eserlerin baskılarında sorunlar yaşanmaktadır. Baskı tekniklerinin ve teknolojisinin gelişmiş olmasına karşın, özellikle matbaalar bu konuda yeterli titizliği göstermemektedirler. Fotoğraf yayınlarının okuyuculara daha kolay ulaşmasını sağlayacak yeterli düzeyde tanıtımları yapılamamaktadır. Tanıtımların yeterli düzeyde yapılması halinde, yayınların daha fazla sayıda kişiye ulaşabilmesi sağlanacaktır. Fotoğraf yayınları, fotoğraf tekniğinin ve sanatının öğrenilmesinde ve ülke fotoğrafının kurumsal bir yapı içerisinde gelişimini sürdürebilmesinde, önemli bir işleve sahiptir. Fotoğraf yayınlarının gelişmesi ancak bu konuda yeterli bir bilinçlenme sağlandığında mümkün olacaktır. Bu bilinçlenmenin sağlanabilmesi için fotoğraf kuruluşlarına, yöneticilerine ve konuya duyarlı bireylere, yönlendiriciler olarak büyük iş düşmektedir. Yayınevlerinin, fotoğraf yayınlarına daha fazla ilgi gösterebilmeleri için öncelikle bu konuda arz-talep dengesinin yaratılması gerekmektedir. Fotoğrafa ilgi duyanların bu yönde talepleri artırılmalıdır. Yayınevleri, fotoğraf yayınlarına talebin yüksek olması durumunda konuya ilgi göstereceklerdir. Daha iyi fotoğraf yayınlarının yayımlanabilmesi için profesyonel ve deneyimli bir kadro oluşturulmalıdır. Yayınevleri, kendi bünyelerinde fotoğraf konusunda uzmanlaşmış kişi ya da kişilerin danışmanlığında fotoğraf konusunda ilgi uyandırabilecek konuları belirleyecek “Fotoğraf Dizisi” biçiminde birden fazla yayın hazırlayarak daha çok ilgi çekebilir. Fotoğraf konusunda yapılmış bilimsel çalışmalar ya da deneyimler böyle bir dizi içerisinde değerlendirilebilir. Fotoğraf sanatı ya da tekniği üzerine yapılan çalışmalar ve edinilen deneyimler, ileride yayımlanacak yayın projeleri olarak hazır hale getirilmelidir. Çalışmaları AFSAD Dosya Konusu Tez araştırması sırasında, fotoğraf dernekleri ve üniversitelerin fotoğraf bölümlerinde, yayımlanan fotoğraf yayınlarının topluca bulunabileceği gelişmiş bir alan kütüphanesinin bulunmadığı gözlenmiştir. Bu kuruluşlarda bulunan kütüphaneler de, ekonomik nedenler ya da bu konuya kayıtsız kalınmasıyla tam olarak geliştirilememektedir. Türkiye’de yayımlanan bütün kitaplardan en az iki tane gönderilme zorunluluğunun olduğu Milli Kütüphane’de bile, yayımlanan fotoğraf yayınlarının birçoğu bulunmamaktadır.7 Ayrıca kütüphaneleri etkin bir şekilde kullanma alışkanlığının gelişmemiş olduğu da bir gerçektir. kitap ya da albüm haline getirme düşüncesi yaygınlaştırılmalıdır. Fotoğraf yayınları, kişisel özveri yerine, kurumsal desteklerle yayımlanmalıdır. (Günümüzde Say Yayınlarının fotoğraf dizisi, sadece fotoğraf yayınları basımı yapan Espas Yayınevinin çalışmaları ve Açıköğretim Fakültesi bünyesinde hazrılanan ders kitapları bu konuda olumlu örneklerdir.) Fotoğraf etkinlikleri düzenlenen ortamlarda, yeni çıkan ya da daha önce yayımlanan kitapların sahipleri ile imza günü, söyleşi gibi etkinlikler daha düzenli biçimde gerçekleştirebilir. Küçük okuma grupları oluşturularak yayınlar üzerinde düşünsel tartışmalar yapılmasıyla yayınlara daha fazla ilgi duyulması sağlanabilir. Bu tür etkinlikler yayınlara olan duyarlılığı artıracaktır. Yayınevleri ya da yayıncı kuruluşların, derneklere, fotoğraf eğitimi verilen okullara yayınlarından armağan etmeleri halinde, bu kuruluşların kütüphanelerini daha kolay geliştirebilmeleri sağlanacaktır. Ayrıca, fotoğraf kuruluşları sınırlı da olsa, bütçelerinden, yayınlara belirli bir pay ayırmalıdır. Fotoğraf yayınlarının baskı kalitelerinin artırılması için, konuya duyarlı, sanat yayını basımı yaptığının bilincinde matbaalarla çalışılmalı ya da çalışılan matbaalarla daha etkili bir diyalog kurularak gerekli hassasiyetin gösterilmesi sağlanmalıdır. Yayınların tanıtımına önem verilmeli, bu konuda daha etkin çalışmalar yapılmalıdır. Fotoğraf dergileri içeriklerinde yayın tanıtımlarına daha fazla yer ayırmalıdır. Yayınlar, daha fazla tanıtımının yapılabilmesi için yayımlanan eserlerden kütüphane- Ocak - Şubat 2013 19 Fotoğraf Estetik Fotoğrafve Yayıncılığı Dosya Konusu 20 lere olduğu gibi dergilere ya da tanıtıcı yazı yazan kişilere de gönderilmelidir. Satış fiyatları çok yüksek olan büyük boyutlu, ciltli albümlerin yanı sıra, Türkiye dışında olduğu gibi, daha küçük boyutlarda ve karton kapaklı tıpkıbasımlarının yapılması ve daha ucuz fiyatlarla satışa sunulmasıyla, fotoğraf sanatı örneklerinin daha geniş kitlelere ulaşması sağlanabilecektir. Fotoğraf yayınlarının gerek nicelik gerekse nitelik açısından çağdaş ölçülerde yayımlanıyor olması, Türkiye’de fotoğraf sanatını daha iyi düzeye getireceği gibi, Türkiye’nin çağdaş kültürel gelişim düzeyini yakaladığının da bir göstergesi olacaktır. Gül SILACI ve Reyhan TUTUMLU; “Türkiye’de Kitap Okunuyor Mu?”, E Aylık Kültür ve Edebiyat Dergisi, Ocak 2001, Sayı 22 2 Alpay KABACALI; “1980 Sonrası Yayıncılık”, Cumhuriyet Dönemi Türkiye Ansiklopedisi, İletişim Yayınları, İstanbul 1995, Cilt 15, Sayfa 1470 3 Şinasi BARUTÇU; “Foto Konuşmaları”, Milli Eğitim Bakanlığı İlköğretim Gazetesi Yayınları, Ankara 1947, Sayfa 14 4 Tahir ÜN ile yapılan 30 Ağustos 2000 tarihli görüşme 5 1993 yılında yayımlanan “Türkçe Fotoğraf Yayınları Kataloğu 1871’den 1993’e” kitabını hazırlayan Alberto Modiano’nun yayınlanmamış notları 1 “Türkçe Fotoğraf Yayınları Kataloğu”nu hazırlayan Alberto Modiano’nun yayınlanmamış notları 7 2527 Sayılı “Basma Yazı ve Resimleri Derleme Kanunu”na göre yayımlanan bütün eserler başta Milli Kütüphane olmak üzere Ankara, İstanbul, İzmir İl Kütüphanelerine gönderilmesi gerekir. 6 Kaynakça: AK Seyit Ali, MODİANO Alberto.. “Türkçe Fotoğraf Yayınları Katoloğu 1871’den 1993’e”, Ataol Yayıncılık, İstanbul 1993 BARUTÇU Şinasi. “Foto Konuşmaları”, Milli Eğitim Bakanlığı İlköğretim Gazetesi Yayınları, Ankara 1947, Sayfa 14 GÜNER Sami. “Bebek Ayağa Kalkıyor”, Hürriyet Gösteri Dergisi, Mayıs 1982 KABACALI Alpay. “1980 Sonrası Yayıncılık”, Cumhuriyet Dönemi Türkiye Ansiklopedisi, İletişim Yayınları, İstanbul 1995, Cilt 15 Sayfa 1470 MODİANO Alberto. Yayımlanmamış notları SILACI Gül, TUTUMLU Reyhan. “Türkiye’de Kitap Okunuyor Mu ?”, E Aylık Kültür ve Edebiyat Dergisi, Ocak 2001, Sayı 22 ÜN Tahir. 30 Ağustos 2000 tarihli görüşme ÜRPER Osman. “1960-2000 Yılları Arasında Türkiye’de Fotoğraf Yayınları ve Yayıncılığı” Marmara Üniversitesi Güzel Sanatlar Enstitüsü Fotoğraf Ana Sanat Dalı Yayımlanmamış Yüksek Lisans Tezi. TCK 2527 Sayılı Çoğaltılmış Fikir ve Sanat Eserlerini Derleme Kanunu Bu zorlukların aşılması konusunda önerileriniz? Fotoğraf Dergisi, ülkemizde şimdiye kadar yayınlanmış en uzun süreli fotoğraf dergisi oldu. İlk çıkış tarihi 1995 ve 2013 yılına girdiğimizde 18 yılı geride bırakmış olacağız. Özellikle 2000’li yılların başında insanlar bazı bilgileri internette bulabilmeye başladılar. İlk zamanlarda herkesin hoşuna giden bu özellik, günümüzde bazı sorunları da beraberinde getiriyor. İnternette bulduğunuz bilgi ne kadar doğru ve ne kadar güvenilir? Hepimizin başına gelmiştir, internette bir konu hakkında arama yaptığınızda karşınıza alakası olmayan binlerce içerik de çıkabilir. Tabii bu söylediklerim internet ortamının sağladığı avantajları ortadan kaldırmıyor. Fotoğraf Dergisi’nde her sayı, en az 14 yazarımızın o sayı için özel olarak hazırladığı içerikleri sunuyoruz. Yani dergiyi insanların her yerde bulabileceği ürün haberleri ile doldurmuyoruz. Böylece dergiyi para verip satın alan okuyucularımıza özel bir içerik sunmuş oluyoruz. Fotoğraf Dergisi’nde bize uzun yıllardır destek veren çok değerli hocalarımız da var. Bu yazar kadrosu daha önce hiçbir dergide bir arada olmadı, bu çok önemli. Fotoğraf Dergisi’nin sadece son yıllarda değil, ilk çıktığı yıllardan beri yapmaya çalıştığı bir diğer şey ise eğitim konularına ağırlık vermek. Bir fotoğraf kitap veya dergisinin içeriği sizce nasıl olmalı? Fotoğraf kitabı ayrı bir konu. Ancak bir fotoğraf dergisi nasıl olmalı derseniz, bu tek bir derginin içeriğinde çok zor. Ülkemizde fotoğraf sektörü ve yayınları destekleyenler çok az. O yüzden başka ülkelerdeki gibi, onlarca yayın maalesef çıkamıyor. Türkiye’de bizden sonra çıkan her yayın Fotoğraf Dergisi’nin takipçisi oldu. Bizde yayınlanan konular, içerikler, dosyalar, portfolyolar tekrar tekrar yayınlandı. Kısaca yeni bir üslup ya da içerik geliştiremediler. Sadece İz Dergisi’ ni bunun dışında tutabilirim. Bir portfolyo fotoğraf dergisi olarak başarılı buluyorum. Esasında ben de kişisel olarak idealimdeki dergiyi yapabildiğimi tam anlamıyla söyleyemem. En basitinden bazı konularda ve sürekli olarak yazı yazabilecek uzman kişiler çok az. Basılı yayın çıkartmanın zorlukları (maddi, konulan emek) konusunda neler söylemek istersiniz? Bunun aşılması için insanlarımızın okuma alışkanlığı kazanması ve daha çok dergi, kitap takip etmesi gerekiyor. İkinci olarak da, fotoğraf ve sanatı destekleyen kurumların biraz daha ilgi göstermesi… Ülkemizdeki ve dünyadaki fotoğraf yayıncılığı konusunda ne söylemek istersiniz? Ülkemizde uzun yıllar sadece bir adet fotoğraf dergisi çıkmış. Biri kapanmış, sonra diğeri çıkmış. Fotoğraf Dergisi çıkmadan bir süre önce de yine bir yayın kapanmış ve dergi o zaman çıkmış. Yurt dışına baktığımızda ise o yıllarda bile onlarca dergi çıkıyordu. Bir derginin yaşaması için onun okunması ve satın alınması gerekiyor. Yoksa kimsenin okumayacağı ya da sadece yüz kişiyi ilgilendiren bir dergi yapmak pek mantıklı değil. Eskiden yapılan hatalardan biri bu olmuş. Dergiler içerisinde kimsenin ilgilenmediği ya da gereksiz içerikler sunulmuş. Bugün de bazı yayınlarda aynı hataları görüyorum. Ancak, dergilerin dışında artık Türkçe pek çok fotoğraf kitabı ve fotoğraf albümü yayınlanıyor. Hatta sadece fotoğraf kitapları yayınlayan kitabevleri bile var. Dosya Konusu Sanal ortamda da yayınlanan çokça bilgi olmasına rağmen neden basılı yayın? Çıkardığınız derginin yeterince fotoğrafsevere ulaştığını düşünüyor musunuz? Ya da ulaşması konusundaki önerileriniz neler? 21 Ülkemizde satılan fotoğraf makinesi sayısı her yıl daha da artıyor. Bu rakam neredeyse bir milyona ulaşmış durumda. Ancak iş makine satın almakla bitmiyor tabii ki. Fotoğrafçılığı geliştirmek için bilgi, tecrübe ve sabır gerekiyor. Bir derginin yedi-sekiz bin kişiye ulaşması elbette yeterli değil. Biraz önce bahsettiğim okuma alışkanlığının da artması lazım. Ancak böyle olursa dergiler ve yayınlar daha fazla takip edilebilir. Son olarak şunu söylemek gerekir ki, tüm fotoğraf yayınları içerisinde hâlâ en çok satan dergi Fotoğraf Dergisi’dir. Bir yılı aşkın zamandır bir de yeni bir web sitesi hazırlıyoruz: www.fotografbilgimerkezi.com. Burada fotoğraf severlere sıkça güncellenen ve dergide veremediğimiz içerikleri, videoları, incelemeleri sunuyoruz. Bu web platformunda da yine bir boşluğu doldurduğumuzu düşünüyorum. Fotoğrafseverlere güncel, hızlı, doğru ve güvenilir bir içerik sunuyoruz. Basılı yayınların çoğunun iki gelir kaynağı vardır. Biri reklamlar, diğeri de satışlar. Fotoğraf Dergisi’nin satışları eskiye nazaran artsa da fotoğraf sektörü küçüldüğü için reklam sayısında bir azalma oldu. Bu da bazı sıkıntıları beraberinde getiriyor. İstediğiniz kalitede kâğıt kullanamıyorsunuz mesela. Basılı dergi için kâğıt, baskı, dağıtım ve diğer tüm masraflar ciddi bir yük. Ancak tüm bunlara rağmen, Fotoğraf Dergisi’ni Türkiye genelinde bulabiliyorsunuz. AFSAD Fotoğraf Yayıncılığı Ömer Serkan Bakır Ocak - Şubat 2013 Fotoğraf Estetik Fotoğrafve Yayıncılığı Dosya Konusu 22 Fotoğraf Yayıncılığı Üzerine Birkaç Söz Hüseyin Yılmaz Sanal ortamda fotoğrafla ilgili bolca bilgi bulmak mümkün ancak, bu bilgilerin ne kadarının doğru ya da yanlış bilgiler içerdiğini söylemek mümkün değil. Bir yandan sanal ortam bilgiyi kolaylıkla paylaşma imkânı sunarken diğer yandan yanlış filtrelenen bilgileri yayma olanağı yaratıyor. Basılı yayın bu anlamda sanal ortamdan daha sorumlu davranmayı gerekli kılan bir ortam. Sanal ortamdaki bir sürü gereksiz bilgiyi dışarıda tutma ve arşivlenme imkânı da sunuyor. Dijital arşivleme sistemlerinin güvenirliği henüz kanıtlanmış değil. Yarın güneşteki bir patlama insanlığın elindeki bütün dijital veriyi silebilir. Bunu derken sanal ortamda yeni gelişen e-kitabı reddetmemek gerektiğini düşünüyorum. Basılı yayın çıkarmanın en temel zorluğu, maddi konulardaki sorunlar olduğu görülse de aslında öyle değil. Doğru, basılı bir yayını meydana getirmek için her aşamada para ödemek gerekli, yoksa yayın çıkmıyor meydana. Ancak esas sorun; ülkemizdeki okuma kültürünün zayıf olması, kurumsal desteğin hiç olmaması ve okuyucu kitlesinin geliştirilmesi sorunudur. Örneğin çoğu fotoğrafsever hatta profesyonel fotoğrafçı onbinlerce liralık makineler alırken fotoğraf kitabı almıyor ya da almak istemiyor. Çözüm; her fotoğrafçının kitap alması. Fotoğraf kitapları arasında en az satılanı fotoğraf albümleri. Çoğu zaman satılmıyor bile. Peki o zaman fotoğrafçı arkadaşlara soruyorum sizin albümünüz basıldığında kim alacak? Bir fotoğraf kitabının ve dergisinin içeriği nasıl olmalı? Ülkemizde fotoğraf dergiciliğinin geçmişi, fotoğraf kitabı yayıncılığına göre eski, ancak dergilerimizde ciddi bir içerik zenginliği sorunu halen mevcut. Çoğu dergi teknik sorunlara gömülmüş durumda. Fotoğrafa dair (tarihi, felsefesi, etik ve estetik sorunlar, dünyadaki gelişmeler vb.) tartışmalar maalesef çok az. Fotoğraf kuramına dair kitaplar son yıllara kadar çok azdı, fakat son dönemde bir kıpırdanma var. Fotoğrafla ilgili kitaplar, yaşadığımız dünyanın ve ülkemizin sorunlarıyla, tarihiyle ilgili olmalı. Fotoğrafı sosyal ve kültürel tarihten ayrı ele alan kitapların, fotoğrafa ve ülkemizin sorunlarını çözmede anlamlı bir katkı sunacağına inanmak zor. Fotoğraf kitapları; bir ifade dili olan fotoğrafın ülkemiz fotoğrafçılarının bu dili doğru ve etkili kullanmaları için katkı sunacak özellikte olmalı. Dünyada bugüne kadar yaklaşık yüzellibin civarında fotoğrafla ilgili kitap basılmış. Ülkemizde bunun binde biri bile basılmış değil. Ancak, bugün dünyada ve ülkemizde fotoğraf albümleri basmak hem zor, hem de sorunlu. Çünkü albümler satılmadığı için yayıncılar için büyük külfet olarak görünmeye başlamış durumda. Bu konuda daha çok kamusal ve özel desteklerin devreye girmesi şart. Devlet ve üniversite kütüphaneleri kitap alım bütçelerini artırmalı. Kontrast Dergisi, içindeki yazıların niteliğiyle öne çıkıyor, bu anlamda daha etkin bir dağıtımla faydalanacak kesimlere ulaşmalı. Özellikle fotoğraf eğitimi veren okullara, derneklere ve fotoğrafçıların bir araya geldiği fotoğraf günleriyle festivallerde etkin dağıtımı yapılabilir diye düşünüyorum. Uğur Kavas Öncelikle, iki küçük fotoğraf albümü (Çizgiler-1994), (Bir Başka Ankara-2005) ile iki ciltlik Türkiye’de Basın Fotoğrafçılığının Görsel Tarihi Osmanlı’dan-1960’a ve Türkiye’de Basın Fotoğrafçılığının Görsel Tarihi 1960’dan Günümüze adlı yayınları olan bana, düşüncelerimi aktarma fırsatı verdiğiniz için teşekkür ederim. 1977 yılında fotoğrafa başladım. Bir dönem AFSAD’da bulundum. Belediye ve Başbakanlık muhabirliği yaptım. BYEGM’den 2007’de emekli oldum. 2000 yılından beri, özellikle Ankara üzerine araştırmalar yapıp bunları yayına dönüştürmekle uğraşıyorum. Şu an yayına hazır bir çalışmam var. 2013 sonunda yayınlamayı düşündüğüm bir başka kitap üzerinde çalışmalarım devam etmekte. Sanal ortamda da yayınlanan çokça bilgi olmasına rağmen neden basılı yayın? Doğrudur. Sanal ortamda yayınlanan çokça bilgi (!) var. Ancak, bunun üzerinde biraz düşünmek gerek. Bu bilgilerin ne kadarı doğru, kaynakları nedir? Kopyala yapıştır sistemi ne kadar işlemekte? Bilgi kirliliği hangi safhada? Google amca’nın her dediği doğru mu? Kendi adıma söylemem gerekirse, sanal ortamdan hiçbir keyif almıyorum. Benim gibi 60’ına merdiven dayamış gelenekçiler için kitap vazgeçilmez. Tanrıya şükür ailemiz de bizi kitap sevgisiyle büyüttü. Sayfaya dokunmalı, kitabın kokusunu içimde hissetmeliyim. Tıpkı bir müzeyi gezerken aldığım haz gibi. Düşünün, şimdi dünyada her şey teknoloji sayesinde birkaç saniyede size ulaşıyor. Güzel de bir şey, karşı olmam mümkün değil zaten. Ama yine müzeden örnekleyecek olursak, müzeyi sanal ortamda görmek mi iyi, yoksa o ortamı yaşamak, binlerce yılın medeniyetine, sütunlara dokunabilmek mi? E-kitapların indirildiği şu ortamda basılı yayınların hâlâ devam etmesi, yukarıda belirttiğim hazzı alanların şükürler olsun çokluğundan olsa gerek. Basılı yayın kavramı öyle kolay kolay yok olmayacak. Bir fotoğraf kitap veya dergisinin içeriği sizce nasıl olmalı? Fotoğrafa başladığımda, fotoğraf dergi ve kitaplarına ulaşmak o kadar kolay değildi. Zaten ortada çok fazla da kayda değer şey yoktu. Baskı kaliteleri berbattı. Fotoğraf Yayıncılığı Dosya Konusu Bulabildiğimiz yabancı kaynaklara hayranlıkla bakardık. Fotoğrafa ilgi duyanların sayısı, şimdiki gibi değildi. İlgi arttıkça, baskı teknolojileri ilerledikçe, ürünler çeşitlendi. Fotoğraf sektörüne hitap eden, fotoğrafın tüm yönlerinin incelendiği eserler ve dergiler rafları birbiri ardına süsledi. Dergilerin bir kısmının yayın hayatı kısa sürdü. Bir kısmı ara verdi, sonra tekrar başladı. Bir kısmı ise, zararına da olsa bu serüveni sürdürüyor. Bir fotoğraf kitabı ya da dergisinin içeriği nasıl olmalı sorusuna gelirsek, her şeyden önce, baskı kalitesi çok iyi olmalı, kullanılan kağıttan, mürekkebine kadar özen gösterilmeli. Fotoğrafın dilinin anlaşılması iyi baskılarla mümkündür. Pek işlenmeyen konular üzerinde araştırmalar yapılarak bunlar irdelenmeli, uzun soluklu, üzerinde emek olan işler gösterilmeli. Piyasada onlarca kitap, birbirine çok benzemekte ama, farklı olana bakış bir başka oluyor. Basılı yayın çıkartmanın zorlukları (maddi-emek) konusunda neler söylemek istersiniz? Bu soru beni can evimden vuran bir soru. Yaşadıklarımı anlatmak, belki biraz da sorunun cevabı olacak. 1994’de dört arkadaş “Çizgiler” albümünü çıkartırken neler yaşadık? Önce, elimizdeki diaların iyilerini Turizm Bakanlığı’na sattık, ikili ilişkilerle kataloğun arkasına ilgisiz bir reklâm aldık ve şansımız yaver gitti, bir ajans için reklâm fotoğrafları çektik. Hepsinden gelen para ile bu albüm çıktı. Satışı sıfır oldu. Çünkü albümler dörde bölündü, herkes eşine dostuna dağıttı. “Bir Başka Ankara” albümümde ise, bir reklâm aldım. Gerisini kendim karşıladım. Ancak, Ankara’nın iyi bir matbaası çok kötü bir iş çıkarttı, berbat bir baskı yaptı. Katil olmaktansa, lanet olsun dedim.Kitaplarda nispeten şanslı idim. İlk kitabıma sponsor buldum. Kitap,1000 adet basıldı, toplu alımlar oldu. Şu an mevcudu 90 adet. İkinci kitapta bana söz veren firma, son dakikada adeta kaçarcasına sponsorluktan vazgeçti. İmdadıma derneğim TFMD yetişti. 1000 adet basılan kitabın 500’ünün baskısını üstlendi. Dernek üyelerine dağıtıldı. O kitaptan zarar ettim. Son anda olan bir toplu satış beni biraz kurtardı. Kitaplarımla kendi konusunda bir ilk gerçekleştirildi. Türkiye’de basın fotoğrafçılığı üzerine pek yazılı kaynak yoktu. Bu açıklık dikkatimi çekti. İlk kitap, 5 yılımı, ikincisi 3 yılımı aldı. Verilen bu kadar emeğin karşılığı alındı mı? Maddi açıdan; Hayır. Manevi açıdan; Evet. Literatüre girmek, çok önem verdiğiniz hocaların övgüsünü almak hepsine değdi doğrusu. Zaten bu işlerden para kazandım diyen yalan söyler. Kitabınızı bir yayınevi bassa, durum nedir? Yayınevi size %7-8 verir. 20 liraya satılan bir kitabın % 8’i, 1.6 liradır. 1000 tane kitabınız satılsa alacağınız 1,600 liradır. Onu da, kitap satıldıkça alırsınız. Emeğinizin karşılığı mıdır? Hayır. Kitabınızı yayınevi değil de kendiniz bassanız durum nedir? Bu sefer, dağıtımla uğraşırsınız. Bu da % 45 demektir. Dağıtımcı sizden bu oranı talep eder. Parayı almak için de peşinde koşarsınız. Yayınevleri, ancak ünlü yazarlara %20-25 pay verirler. Durum böyle olunca, bu işlerle uğraşmak AFSAD 23 pek akıl kârı değildir. Ama manevi yönü ağır bastığından eser vermeye devam edilir. Türkiye’de ne yazık ki, sponsorluk da daha iyi anlaşılmamıştır. 18.11.2012 tarihinde Prof. Şükrü Kızılot, Hürriyet Gazetesi’ndeki yazısında şöyle diyor: “Spor olayının “sponsorluk” yönüyle, ayrıcalığı var. Amatör spor dalları ile ilgili sponsorluk harcamalarının tamamı, profesyonel spor dalları için de yarısı, sponsor şahıs veya şirket tarafından elde edilen kazançtan indirilebiliyor. Ülkemizi tanıtacak, adını duyuracak bir filmin yapımına sponsor olan firma, bununla ilgili ödemelerini, şirket kazancından indiremiyor. Benzer durum konser, beste, müzikal, tiyatro, resim, kitap, heykel, el sanatları ile ilgili sponsorlukta da söz konusu. Yani bunlarla ilgili ödemeler de indirilemiyor. Özellikle futbolda, büyük kulüplerin, transferde paraları adeta sokağa attığını görünce, spordışı sponsorlukların niye teşvik edilmediğini anlamak daha da zorlaşıyor...” Durum böyle olunca, sponsor bulmak da oldukça zor. Bu zorlukların aşılması konusunda önerileriniz nelerdir? Bu zorluklarla boğuşan biri olarak ne yazık ki öneri getiremiyorum. Ancak, iyi işler zor da olsa, destekçisini buluyor. Özellikle holdingler iyi ve farklı şeylere destek vermekte. Birçok örneği var. Ama yapılan işin Ocak - Şubat 2013 Fotoğraf Estetik Fotoğraf ve Yayıncılığı Dosya Konusu 24 farklı olması, görsel zenginlik taşıması lazım. Ayrıca, doğru zamanda, doğru yerde olmak ve şans faktörü önemli. Bazen çok iyi işler, destekçi bulamazken, bazen çok kötü işler inanılmaz destek alıyor. Şu an böyle bir durumla karşı karşıyayım. On yıldır malzeme topladığım, hiç işlenmemiş bir konu üzerinde yaptığım çalışmam, baskıya hazır durumda bekliyor. Çalmadığım kapı kalmadı. Herhalde iş başa düşecek ve yine zararla bir kitap daha çıkacak. Ülkemizdeki ve dünyadaki fotoğraf yayıncılığı konusunda ne söylemek istersiniz? Ülkemizde bazı yürekli yayınevleri, Say yayınları gibi, bıkmadan fotoğraf yayıncılığına devam ediyor. İz dergisi olumsuz ekonomik koşullara rağmen yayınını sürdürüyor. Diğer ülkelerde fotoğraf yayıncılığı daha iyi durumda. En azından çıkan albümler, yapılan işler sponsor buluyor. Sanata bakışla da ilgili. “Böyle sanatın içine tükürürüm” diyen, Kars’taki heykeli “ucube” diye nitelendiren zihniyetin olduğu bir ülkede, daha fazla ne denebilir ki. Ülkemiz açısından geçmişi düşündüğümüzde yine de ümitsiz olmamak gerek... Ülkemizdeki Fotoğraf Yayıncılığı Gültekin Çizgen Sanal ortamda da yayınlanan çokça bilgi olmasına rağmen neden basılı yayın? Sanal ortam ismi üstünde sanaldır. Çağdaş bir teknoloji yapısıdır. Ancak ak kâğıt üzerine basılı yapı, uygarlığımızın temel yapısıdır ve kalıcıdır. Kitaplıklar, kütüphaneler uygarlığın bilinç mabetleridir. Nitekim sanal ortamda da birçok belge sonradan basılı hale getirilip, yaşama geçer. Bir fotoğraf kitap veya dergisinin içeriği sizce nasıl olmalı? Bu sorunun çok değişik cevapları olabilir. Stratejik soru, “nasıl bir fotoğraf dergisi ve kitabı?” olmalıdır. Gereksinim nedir? Bu da fotoğraf kültürünün entelektüel içeriğiyle bağlantılıdır. Yayıncılığın bir tarihi var. Bir dünü var ve bugünü var. 50 yılı aşan kariyerimin içinde, fotoğraf alanında neredeyse hiçbir albüm ve kuramsal kitap yokken ben sanat yazarlığına işbaşı yapmıştım. Sanırım ilk çağdaş sanat fotoğrafı albümü ile deneme kitabı benim emeklerimle yayınlandı. Artık ülkemizde fotoğraf külliyatı olarak pek çok sanatçının yayınlanmış albümü var. Bu alanla ciddi olarak uğraşanların temel hedefi portfolyolarını albümleştirmektir. Herkes bu alanda haklı olarak ciddi gayret gösteriyor. Bir de fotoğraf dergileri var. Şimdiye kadar yayınlanmış 10 ayrı ismin yanında halen yayınlanmakta olan dergilerin sayısı 7’dir. İsimlerini sıralayalım. Photo World, Fotoğraf, İz, Atlas Fotoğraf Dergisi, İFSAK Dergisi, Foto Line ve AFSAD’ın Kontrast Dergisi. Bunun, fotoğraf yayıncılığında hiç de küçümsenmeyecek önemli bir gayret olduğunu söylemeliyiz. Tüm bunların hepsine fotoğraf yazıları yazmaktayım. Oradan detaylı olarak yapıyı tanıyorum. Elbette yapılmış, yapılmıştır. Konu, yeni ufuklar için neyin daha farklı ve iyi olabileceğini düşünmektir. Artık fotoğrafın pek çok alanı üzerine yayın yapılmıştır. Yapılması gereken varolan durumu değerlendirmek ve yarına ufuk açmaktır. Bu bağlamda bazı dosya başlıklarını teklif edebilirim. Fotoğraf Eğitimi, Fotoğraf Sanatçısının Yapısı, Müze ve Koleksiyonlar gibi fotoğraf kültürüne, birikimine katkıları olacak konular ele alınmalıdır. Yayınların, ülkemizdeki fotoğraf üretiminin gelişmesine daha güçlü katkıları olması gerek. Unutmayalım ki fotoğraf, görsel sanatlar içinde ülkemizdeki en yaygın alandır. Bu çaba güçlenerek sürmelidir. Fotoğraf rüzgarı herkesi sarıp, sarmalamalıdır. Kongre Kitaplığı standartlarına göre sınıflanmış, çoğunluğu sanat kitabı olan, 7.000’i aşkın kitabı kapsayan kütüphanemde bugün yerli pek çok fotoğraf albümü ve kitabı var. Hedef, fotoğraf sanatını topluma Fotoğraf Yayıncılığı Basılı yayın çıkartmanın zorlukları (maddi-emek) konusunda neler söylemek istersiniz. Her yayının içeriği ve biçim yapısı vardır. Teknik de ayrı bir sorun. Her şey birikime ve maddi güce de bağlıdır. Fotoğraf yayını zor bir yapıdır. Yeni Fotoğraf Dergisi’ni çıkardığımız yıllarda, yayıncılıkta kâğıttan mürekkebe kadar büyük yokluklar yaşanırdı. Gayretimiz neredeyse pirinçsiz pilav yapmak gibi bir şeydi. Ancak söyleyecek sözümüz ve enerjimiz vardı. Bundan dolayı yayın alanında özel bir duruşu ve etkisi olan dergiyi yıllarca çıkarabildik. Bugünkü ortam neredeyse bir cennet. Fotoğraf, özel matbaa yapısı ve bilgisi gerektiren bir altyapı ister. Yıllar önce İsviçre’de Picasso’nun albümlerini basan çok önemli bir matbaayı ziyaret etmiştim. Bizim övünç duyduğumuz Yeni Fotoğraf Dergisi’ni önlerine koyduğumuz zaman bizimle ilgilenen teknik müdür dergiyi karıştırmadan önce lup’u çıkarıp tramlara bakmıştı. Matbaacılık teknik bir yapıdır. Uzmanlık işidir. Bugün ülkemizde fotoğraf albümleri konusunda uzmanlaşmış başta Mas Matbaa, Bilnet, Still gibi birikimli, güçlü kuruluşlar var. Dijital devrimden ve dört renk ünitesi olan baskı makinelerinin yaygınlaşmasından sonra fotoğrafta baskı kalitesi çok arttı. Bu, fotoğraf yayıncılığımızın bir kazanımıdır. Bu zorlukların aşılması konusunda önerileriniz. Bu bir yayıncılık sorunudur. Bağlı olarak arz ve talep sorunudur. Ülkemizde talep yapısı gelişmedikçe yayın da arzu edilen noktalara kolayca gelemeyecektir. Her yıl milyon adetten fazla kitap yayınlayan çok büyük bir yayın kuruluşunun yönetim kurulu başkanının fotoğraf yayınları konusunda geçen yıl söylediği bir cümle bizi aydınlatabilir. “Bizim iki tür kitap basmamız çok zor, hatta yasak. Çünkü satılmıyor. Biri fotoğraf diğeri karikatür” demişti. 2012 rakamlarına göre, bu yıl 100 bin ayrı konuda kitap yayınlanmış. Aman ne kadar güzel diyorsunuz. Ancak yine aynı büyük yayınevinin genel müdürü daha geçenlerde bana “ülkemizde şiir yazanların sayısı galiba şiir okuyanlardan daha fazla” dedi. Böylece o da esprili bir dille, şiir kitaplarının ne kadar az sattığına değindi. Maalesef talep bu. Bunu aşmak için artık sayıları yüze yaklaşan ülkeAFSAD mizdeki fotoğraf derneklerinin kampanyalarla, yalnız kendi merkezlerinde değil, üyelerine de özel fotoğraf kitaplıkları kurdurması lazım. Çünkü bilgi kuvvettir. Bunu doğru tanımlayıp, anlamayanlar fotoğrafı başaramazlar. Bu da ancak yayın üzerinden gelişir. Ülkemizdeki ve dünyadaki fotoğraf yayıncılığı konusunda ne söylemek istersiniz? Dünyada fotoğraf yayıncılığı genel anlamda gelişmiş, çeşitlenmiş, kurumlaşmış bir yapıdır. İyi fotoğrafın yaygın zemini basılı fotoğraftır, yayındır. Fotoğraf yayıncılığı dolaylı olarak görsel kültürümüzün gelişmesinin temelidir. Eğer gelişmiş uygarlığın yaygın kanıtı olarak insan varlığına saygı, fiziksel çevrede estetik duyarlılık ve fotoğraf sanat yapıtlarının üretilmesiyse eğer, bu insan malzememizin gelişmesiyle doğru orantılıdır. Buna fotoğrafın çok güçlü katkısı olduğunu düşünüyorum. Çıkardığınız derginin yeterince fotoğraf severe ulaştığını düşünüyor musunuz ya da ulaşması konusundaki önerileriniz. Dergiyi yöneten ben olmadığım için bu alandaki sayısal bilgilerin uzağındayım. Ancak her dergi elbette daha çok yere, çok noktaya ulaşmalı. Buna Kültür Bakanlığı’nın katkısı elbette olmalı. Ülkemizde çok sayıda, hatırladığım kadar 800 civarında kütüphane var. Bunlara abonelik pek çok yayın yapısını güçlendirebilir. Yeni Fotoğraf Dergisi’ni yayınladığım yıllarda iyi sayılan bu ilişkilerin bugün nasıl olduğu hakkında bir bilgim yok. Kültür Bakanlığı kapıları zorlanmalı. Ocak - Şubat 2013 Dosya Konusu mal etmek olmalıdır. Kendi payıma bu alanda bir hayli çalışkan davrandım. 2012 itibariyle, yayın alanında yapıp etmelerimin muhasebesi şöyle, 22 adet fotoğraf albümü, 12 adet fotoğraf ve sanat üzerine deneme kitapları, 8 adet fotoğrafın tekniği ve estetiği, 3 adet anı, 2 adet gezi, 16 adet “Fotoğraf Geçidi 2010” küratörlüğü, albüm ve fotoğraf okumaları, 10 cilt Yeni Fotoğraf Dergisi, 21 adet resim tekniği ve sanatsal cam üzerine katalog olmak üzere, yalnız fotoğraf alanında 94 adet telif yayını. Bir de fotoğraf sanatına katkılar var. İçeride ve dışarıda yayınlanan pek çok yazı ve fotoğraf. 50. sanat yılımdaki bilanço kabaca bu. İşte bu bilançoya yaslanarak yayın alanında bazı düşüncelerimin olduğunu rahatlıkla söyleyebilirim. 25 Fotoğraf Estetik Fotoğraf ve Yayıncılığı Dosya Konusu 26 Türkiye’de Fotoğraf Dergisi Yayıncılığı ve Yayınlanan Fotoğraf Dergileri Kazım Şahbudak Ülkemiz fotoğraf dergisi yayıncılığı incelendiğinde üç ana dönemden bahsedilebilir. İlk dönem yayıncılığını 1932 ile 1976 yıllarını kapsayan “Denemeler Dönemi” olarak adlandırabiliriz. Bu dönemde; ülkemizin ekonomik koşulları ve fotoğrafın yaygın olmamasına paralel olarak özverili çabalarla ve sınırlı teknik olanaklarla baskıları yapılan fakat yayın hayatları çok kısa süren dergilerin yayını söz konusudur. Cılız Sesler İlk Denemeler: Şinasi Barutçu’nun Safder Sürel ile birlikte yayınladıkları “Profesyonel ve Amatörün Foto Dergisi” Cumhuriyet döneminin ilk fotoğraf dergisi olarak adlandırılabilir. Yayın merkezi Ankara olan derginin yayın tarihi 1945’dir ve iki sayı yayınlanabilmiştir. Bunu 1948 yılında, İzmir’de Fikri Göksay’ın yayınladığı “Fotoğraf” dergisi izler. Yayın hayatı kısa olan ve iki sayı yayımlanabilen dergi 32 sayfadır. 1958-1959 yıllarında Sungar Taylaner’in çıkarttığı ve toplam 14 sayı yayımlanabilen “Foto ve Fotoğrafçılık Mecmuası” ise üçüncü dergi olarak değerlendirilebilir. Dergi, aynı zamanda teknik içerikli ekler hazırlayarak okuyucularına sunmuştur. 1962 yılında Suzan ve Ayhan Babacan’ın yayınladığı “Fotoğraf Dergisi” de altı sayı yayınlanabilmiştir. 01.08.1962 tarihli ilk sayısında Ara Güler’in kapı tokmağını konu alan S/B bir fotoğrafını kapakta kullanan dergi, siyah beyaz baskılı ve 33 sayfa olarak çıkmıştır. “Başlarken” adlı sunu yazısında, iki tür fotoğraf dergisi yayınlanabileceği dile getirilmektedir. Bunlardan ilkinin; tamamen öğretici içerikte, ikincisinin ise, modern fotoğrafı izleyen ve sanat değeri olan çalışmalara yer veren bir dergi içeriğinde çıkması gerektiği vurgulanmaktadır. Fotoğraf dergisi yayın kurulu bu iki anlayışı birleştirip, eğitici yanı ağır basan bir dergi içeriğinin o günün Türk fotoğrafı gerçeğine daha uygun olacağını düşünerek ilk sayıdan itibaren bu anlayışa uygun bir içerikte dergiyi yayınlar. Dergi, kitabevleri ve bayiler aracılığı ile dolaşıma sokulmadan abonelik sistemi ile yayın hayatını sürdürmüştür. Şubat 1977’de yayın hayatına başlayan ve Moral Tanıtım ve Tic. Kol. Şirketi tarafından yayımlanan “Fotoğraf Sanatı” dergisi de beş sayılık bir yayın hayatı sürdürebilmiştir. Yazı işleri müdürlüğünü Ö. Engin ERAĞAN’ın, yayın yönetmenliğini ise Güler Ertan’ın yürüttüğü derginin birinci sayısında kaleme alınan sunu yazısında; Fotoğrafın Türkiye’de layık olduğu yere kavuşamadığı, azınlık bir grubun elinde olduğu ve henüz eğitim kurumlarında dahi fotoğraf eğitimi verilmediği gibi sorunlar dile getirilmekte ve derginin tüm amatör ve profesyonel fotoğrafçılara hitap edeceği ifade edilmektedir. Fotoğraf dergileri içinde ilk renkli fotoğraf, derginin ilk sayısı ile birlikte yayınlanmaya başlanır. 20- 28,5 cm ebatlarında ve renkli yayınlanan derginin 4. sayısında Ernst Haas’a ait renkli bir fotoğraf poster boyutunda basılarak dergi içinde ek olarak verilmiştir. Derginin yayın merkezi İstanbul’dur. Uzun Soluklu Yayınlar Başlıyor Ayağa kalkma ya da uzun soluklu yayınların başlangıcı olarak da adlandırabileceğimiz ikinci dönemi, 1977-1993 yılları arasına oturtabiliriz. Bu dönem için daha uzun soluklu ve kurumsal destek ile dergilerin yayınlanmaya başlamış olduğu söylenebilir. Bu dönem aynı zamanda, ülkemizde fotoğrafın yaygınlık kazandığı yıllardır. İkisi Ankara, biri İstanbul merkezli olan üç önemli dergiden bahsedilebilir. Daha profesyonel bir yaklaşım, reklâm gelirleri ve önemli bir okuyucu kitlesinin oluşmaya başladığı yıllar olarak da değerlendirilebilir. Bu dönem dergi yayıncılığının ana karakteri için belki de; fotoğraf dünyasına karşılıksız sahip çıkma, idealizim ve bir çeşit gönüllükten bahsedilebilir. Bu dönemin önemli dergilerinden ilki olan “Yeni Fotoğraf Dergisi”, Ekim 1976’da yayın hayatına başlar. Mayıs 1981’e kadar yayın hayatını sürdürerek ilk uzun süreli yayın yapan dergi olur. Sahibi ve Yazı İşleri Sorumluluğunu Engin (Çizgen) Özendes’in yaptığı dergiyi, Gültekin Çizgen ile birlikte çıkartırlar. İlk sayı renkli kapaklı, iç sayfalar ise siyah beyaz olarak yayınlanır. Nisan 1977’de yayınlanan 7. sayı ile iç sayfalarda da renkli fotoğraf kullanılmaya başlanır. 23.5x22 cm, kare formatta yayınlanan derginin ilk sayı sunu yazısında derginin amatör ve profesyonel tüm alanlara hitap edecek bir içerikte yayınlanacağı vurgusu yapılır. Dergi, fotoğrafa yeni başlayanlar için öğretici, profesyoneller için ise sorunlarının tartışılacağı bir platform olacaktır. Yeni Fotoğraf Dergisi, aynı zamanda, yayınladığı yıllıklar ile de önemli bir işlevi yerine getirir. Dergi zor koşullarda özverili çalışmaların bir sonucu olarak yaşam bulur. Şimdiye kadar yayınlanan dergilerin ötesinde sayfalarına reklam da alan dergi 53-64 sayfa aralığında 45 sayı olarak yayınlanır. İkinci önemli dergi ise, Ankara Fotoğraf Sanatçıları Derneği’nin yayınladığı “Fotograf Dergisi”dir. Kasım 1978’de ilk sayısı yayınlanan dergi, ülkemizde şimdiye kadar yayınlanan fotoğraf dergileri içinde müstesna bir yere sahiptir. Döneminin sosyoekonomik ve teknolojik koşulları göz önüne alındığında, ayrı ve önemli bir yere sahip olduğu söylenebilir. Profesyonel bir ekip yerine, amatör bir fotoğraf derneği kadrolarının “O dönemde sponsorluk denen bir anlayış yoktu. Kaldı ki olsa bile nasıl yaklaşırdık tartışmalı bir konu bu. Fotograf dergisi küçük küçük ilanlar da alıyordu ve bu ilan paraları küçük rakamlar da olsa katkı sağlıyordu. Yazı Kurulu dergiye girecek yazı ve fotoğraflara karar verirdi. O dönemdeki imzasız yazıların (sunum yazıları vs) birçoğu bana aittir. Derginin farklı bir formatı vardı. Önce ikiye katlanır, sonra dörde katlanır ve küçülür, açılınca büyürdü. Camera Work dergisinden esinlenmiştik bu tasarımı. Bu başlık altında yapılan sektörel yayın tanımı, yayıncı kuruluşlar tarafından yayınlanan ve fotoğraf sektörü içindeki kuruluşların reklam destekleri ve dergi satışlarından elde edilen gelir ile yayın hayatını sürdüren dergileri kapsamaktadır. Burada tamamen bir profesyonellik ve sermayenin varlığı sözkonusudur. Bu dönemi başka adlarla tanımlamak da mümkündür. Bu tanımın ilk örneği, daha önce kurucuları arasında yer aldığı Rönesans şirketler grubu içerisinde yayın alanında hizmet veren Şerif Antepli’nin, edindiği tecrübelerle 1995’de Ant Yayınlarını kurarak “Fotoğraf” dergisini yayınlamaya başlamasıdır. Ş.Antepli’nin imtiyaz sahipliğinde ve Ö. Serkan Bakar’ın yayın yönetmenliğinde (1995-2008 arası Nadir Ede) çıkan Fotoğraf Dergisi’ne sektör dergilerinin bu dönemdeki ilk örneği denebilir. İlk sayısı Haziran 1995’de yayınlanan dergi 82 sayfa renkli kuşe kağıda baskılı olarak yayınlanır. Dergi sektöre ait ürün tanıtımı ve reklam sayfalarının yanında röportajlar, makaleler ve portfolyo yayını ile fotoğraf dünyasından haberlere yer veren bir içeriği barındırır. İki ayda bir yayınlanan ve 105. sayı ile yayınına devam eden dergi ülkemizin bu alandaki en uzun soluklu dergisidir. Ant Yayıncılık Ocak 1999’da Photo Digital dergisini yayınlamaya başlar. 2000 yılında Collection ve Bilgisayar Gazetesi de yayıncı kuruluşun çıkarttığı dergilere eklenir. Tanıdık matbaalarda mümkün olduğunca ucuza basılır ve dağıtımı biz yapardık. Yeni Fotoğraf Dergisi’nden sonra ikinci fotoğraf dergisi bizim dergiydi. İki derginin hacimleri karşılaştırılamazdı. Bizimki biraz daha dergi-bülten havasındaydı ve o zaman en uzun süre yayınlanan fotoğraf dergisiydi. Kontrollü ve toplumsal içeriği olan bir dergiydi.” (Özcan Yurdalan söyleşisi) İFSAK’ın fotoğraf ve sinema dergisi ilk olarak “Aylık Haber Bülteni” ismi ile Eylül 1978’de yayınlanır. Mart 1985’de yayınlanan 51 ve 52. sayı ile birlikte “Fotoğraf-Sinema” ismi ile çıkmaya başlar. 16 Mayıs 1985’de bugünkü ismi olan “İFSAK Fotoğraf ve Sinema Dergisi” adı ile yayınlanmaya başlar. Yılda 10 sayı olarak aylık yayınlanır. Satışı yapılmayan dergi daha çok dernekiçi haberleşme ve bilgilenme için kullanılır. 129. sayı ile Temmuz 1999’a kadar yayınlanır. Bu tarihten sonra dergi yeni içerik ve tasarımla yayınlanır. Yeni dergi haber ve röportaj ağırlıklıdır. Sinema yazılarının da yer aldığı dergi 2012’de yeni baştan ele alınarak büyük boy formatta ve zengin bir içerikle 120-140 sayfa aralığında yayınlanmaya başlanır. Yılda dört sayı çıkması düşünülen derginin, her sayıda belirli bir tema üzerine kuramsal ve araştırma yazılarının yer alacağı bir içeriği barındırması hedeflenmiştir. Dönemin üçüncü önemli dergisi ise; ilk sayısı Şubat 1988’de yayınlanan “Refo Fotoğraf Sanatı Dergisi” dir. İki ayda bir yayınlanan derginin İmtiyaz Sahibi Halim Kulaksızdır. Yazı İşleri Müdürlüğünü ise Servet AFSAD Bu dönem için bahsedebileceğimiz bir diğer yayın da, “Yeni Objektif” dergisidir. Ağustos 1990’da çıkan 4. sayı ile Eylül-Ekim 1990’daki 5 ve 6. sayısına ulaşabildiğim derginin basım ve yayın merkezi İstanbul’dur. İmtiyaz sahipliği ve genel yayın yönetmenliğini Çetin Demirtaş’ın yaptığı dergi, siyah beyaz baskılı 32 sayfadan oluşmaktadır. Baskı kalitesi düşük olan dergi altı sayı yayınlanmıştır. Sektörel ve Profesyonel Yayınlar Dönemi Şerif Antepli’nin Fotoğraf dergisi ile başlatabileceğimiz bu süreç, grafik uygulamalar ve digital teknolojinin sunduğu geniş olanaklarla biçim olarak iyi tasarlanmış ve kaliteli baskıların yapıldığı ve çağdaş dergicilik anlayışının fotoğraf dergilerine de yansıdığı dönemin başlangıcı olabilir. Finansal destek ağırlıkta sektöre ait şirketlerden alınan reklamlarla sağlanmaktadır. Bu dönem aynı zamanda dergi yayıncılığının İstanbul merkezli yayınlarla devam ettiği bir süreçtir. Ankara merkezli iki yayın olan Refo Fotoğraf Sanatı dergisi ve AFSAD’ın Fotograf Dergisi’nin yayınlarının son bulması sonucu bu alandaki tek yayıncı il İstanbul Ocak - Şubat 2013 Fotoğraf Yayıncılığı Kulaksız yürütür. Renkli kuşe kağıda baskılı ve 50 sayfa çıkan dergi, fotoğraf dergisi yayıncılığında yeni bir sayfa açar. İçeriğinde; portfolyo yayınlarının, makalelerin ve teknik içerikli bilgilerin yer aldığı dergi, aynı zamanda fotoğraf dünyasından haberlere de sayfalarında genişçe yer verir. Derginin yayınlanmasında Halim Kulaksız’ın özverili çalışmaları önemli olmuş ve yayınlandığı dönemde Türk fotoğrafında önemli işlevler yerine getirmiştir. Dört yıl yayın hayıtını sürdüren dergi Ekim 1991’de yayınlanan 23. sayı ile birlikte yayın hayatını bitirir. Dosya Konusu çıkarttığı ve 14. sayıdan sonra yayınevi ve kitapçılarda satışı yapılan derginin gösterdiği başarı, amatör fotoğraf derneklerinin Türk fotoğrafı içindeki başarısı için de önemli bir örnektir. Başlangıçta siyah beyaz olarak yayınlanan dergi, Aralık 1984’de yayınlanan 23. sayıdan itibaren yeni bir boyut ve içerikle, renkli olarak yayınlanır. 49. sayıya kadar düzenli bir şekilde çıkar. Aralık 1986’da yayınlanan 46. sayıda FIAP onayı alır. Ekonomik zorluklar amatör bir derneğin sınırlarını aşınca, Haziran 1987 yayınlanan 49. sayıdan itibaren yayına ara verilir. Dört yıllık bir aranın ardından, 50. sayı ile 1991’de yeni bir anlayışla derginin yayınına başlanır. İki ayda bir yayınlanan derginin ayakta kalması her dönem için ciddi sıkıntılar yaratsa da, dernek yöneticileri ve yayın kurulları bu zorlukların üstesinden gelmiştir. AFSAD’ın Fotograf Dergisi yayıncılığı macerası 1993’de yayınlanan 57. sayı ile son bulsa da derneğin kuruluşundan günümüze kadar ulaşan bir yayıncı anlayış damarı bulunmaktadır. Şu an elimizde bulunan Kontrast fotoğraf dergisi de, bu yayıncı anlayışın, dernek olanakları ölçüsünde başarılı devamı niteliğindedir. 27 Fotoğraf Yayıncılığı Dosya Konusu 28 olur. Şu anda ülkemizde yayınlanan tüm süreli fotoğraf dergisi yayınların merkezi İstanbul’dur. Diğer illerimizde bu konuda herhangi bir çalışma yoktur ve uzun vadede de olmayacağı görülmektedir. Dijital fotoğrafın yaygınlık kazanması ile birlikte bu alanda yeni dergiler de yayınlanmaya başlanır. 2005’de Grafik market yayınları tarafından yayınlanmaya başlayan ve yayın yönetmenliğini Özlem Paker’in yaptığı Magazin Photoshop dergisi, yine aynı yıl Etna yayıncılık tarafından yayınlanmaya başlayan ve yazı işleri müdürlüğünü Seçil Bayraktar’ın yayın danışmanlığın ise Emre İkizler’in yaptığı Photoline dergisi bu dergilere örnektir. Bu dergilere son örnek ise 1 Nisan 2012’de yayınlanmaya başlayan ve 4.sayısı yayınlanan Digital SLR dergisidir. Derpa dergi yayınları tarafından yayınlanan derginin editörlüğünü Onur Korkmaz yürütmektedir. Bu dergileri yayınlayan yayıncı kuruluşlar aynı zamanda farklı konularda da dergi yayıncılığı yapmaktadırlar. Dönemin sektör dergileri dışında yayınlanan iki önemli dergisi ise; “Geniş Açı” ve “İz” dergisidir. Boğaziçi Üniversitesi Fotoğrafçılık Kulübü üyesi bir grubun yayınladığı ve genel yayın yönetmenliğini Refik Akyüz’ün yaptığı “Geniş Açı” dergisi, 1997’de yayın hayatına başlar. Üç ayda bir yayınlanan dergi daha sonra iki ayda bir yayınlanmaya başlar. Her sayısında farklı dosya konularını ele alarak, fotoğraf yanında metin ve röportaj ağırlıklı bir yayın politikası izler. Ağırlıklı olarak yurt dışından fotoğrafçıların çalışmalarına ve röportajlarına yer veren dergi, önemli fotoğrafçıların çalışmalarına yer verir. Sınırlı sayıda reklam alan dergi, 10 yıllık bir yayın hayatı sürdürür ve Kasım 2006’da 50. sayı ile yayın hayatına son verir. Yayın merkezi İstanbul’dur. Bu dönemle birlikte, günümüzün de önemli dergilerinden olan İz dergisi, Ara Güler yönetiminde ve Hasan Şenyüksel’in yazı işleri sorumluluğunda 2006’da yayınlanmaya başlar. Fotoğrafevi yayınlarından çıkan derginin ilk sayısı Ocak 2006 yayınlanır. İki ayda bir yayınlanan dergi daha ilk sayısından itibaren göz dolduran tasarımı ve baskı kalitesi ile kamuoyunun beğenisini kazanır. Yazıdan çok fotoğrafa ve onun anlatım diline ağırlık veren dergi, tasarım ve baskı kalitesi olarak da yurt dışında yayınlanan fotoğraf dergilerinin kalitesini aratmayacak başarılı bir yayın anlayışı izler. Dergi ağırlıklı olarak Magnum fotoğrafçılarına ve bu anlayışa uygun çalışmalara yer verir. Bunun yanında yurtiçi ve dışından kurgusal çalışmalar yapan fotoğrafçılar da kendilerine yer bulur. Sponsor desteği de bulan dergi 7. yılında ve 42. sayı ile yayın hayatına devam etmektedir. Mart 2010’da yayına giren ve imtiyaz sahipliğini Ahmet Turgut’un, yayın yönetmenliğini ise Eren Erdem’in yaptığı “46” dergisi, dergi yayıncılığına yeni bir soluk ve anlayış getirmiştir. Profesyonel bir yaklaşımla hazırlanan ve ağırlıklı olarak Mehmet Turgut’un fotoğraf çalışmalarının yer aldığı dergi, çeşitli kavramlar etrafında ülkemizin ünlü sanatçıları ile yapılan söyleşileri de içeriğinde barındırmaktadır. Ürün tanıtımı ve reklâm sayfalarının da içerikte yer aldığı dergi, iki ayda bir yayınlanmakta ve 17. sayısı ile yayın hayatına devam etmektedir. Yayıncı şirket merkezi Ankara olan derginin yayın merkezi İstanbul’dur. Yüksek gramajlı kâğıda baskılı dergi 120 sayfalık bir içerikle yayınlanmaktadır. Türkiye’de yayınlanan fotoğraf dergileri içinde, gerek yayın ve gerekse içerikte yer alan çalışmalar bakımından, ismi bir fotoğrafçı ile anılan ilk dergi denebilir. Bu isim günümüzün önemli fotoğrafçıları arasında yer alan Mehmet Turgut’tur. Fotoğrafçı dergiye hayat veren isimdir aynı zamanda. Bu dönemde yayınlanan bir diğer dergi ise “Photoworld” dergisidir. Genel yayın yönetmenliğini Murat Gür’ün yaptığı dergi, aynı ismi taşıyan fotoğraf merkezi tarafından yayınlanmaktadır. Eylül 2007 tarihinde yayın hayatına başlayan dergi, 32. sayı ile yayınını sürdürmektedir. İki ayda bir yayınlanan ve 72 sayfalık bir içeriğe sahip olan dergi, aynı zamanda, fotoğraf makine ve malzemeleri için çeşitli testler yapmakta ve bu testler sektör tarafından referans olarak kullanılmaktadır. Amatör ve ileri amatörlere dönük ve sayfalarında profesyonel çalışmalara yer veren derginin yayın merkezi İstanbul’dur. Finansı, alınan reklâmlar ve satışlarla sağlanmaktadır. Bu dönemin en kısa süreli yayını ise, Temmuz 2007’de ilk sayısı yayınlanan ve yayın hayatı üç sayı süren “f: Fotoğraf Dergisi” dir. Mehmet Oflazoğlu yönetimindeki Fotofilm Sanat Merkezi tarafından 2012’de yayınlanmaya başlayan ve 2. sayısı raflarda olan Fotofilm Fotoğraf Dergisi ise en genç yayındır. 1995-2012 yılları arası sektörel ve profesyonel dergi yayıncılığı olarak adlandırdığım dönem öncesi yayınlanan dergilerin, bu dönem dergilerinden ayrıldığı en temel nokta kanımca, karşılıksız bir gönüllük -bekli de bir idealizm- içinde çalışılmasıdır. AFSAD Fotograf dergisinde, Refo Fotoğraf Sanatı dergisinde, Yeni Fotoğraf dergisinde ve önceki dergilerde de bu gönüllülüğü ve Türk fotoğrafına karşılıksız bir sahip çıkma isteğini görmek mümkündür. Dönemin ekonomik ve teknolojik koşullarını da göz önüne aldığımızda bu çabalar anlam kazanmaktadır. Sektörel ve profesyonel dönem olarak adlandırdığım ve günümüzü de içine alan süreç ise profesyonel bir tavrı içinde barındırmaktadır. Amatör ya da yarı profesyonel bir tavrın ötesinde ardında belirli bir sermaye gücü olan kurum ve yayıncı kuruluşlar fotoğraf dergisi yayınında rol almaya başlarlarlar. Bu durum olması gereken ve geç kalınmış bir süreçtir. Fotoğrafın ve sektörün ülkemizde yaygınlık kazanması ile paralel olarak gelişen bir yayıncılık sürecidir bu aynı zamanda. Basılı dergi yayıncılığı yanında sanal dergi yayıncılığında da son yıllarda hızlı bir artış yaşanmaktadır. Başarılı yayınların yapıldığı bu alan, ayrı bir makalenin konusu olabilecek ölçektedir. AFSAD Ocak - Şubat 2013 Söyleşi Nejla Can Gülser Güler Günaydın Fotoğraf Üzerine Hatırla! En Son Hangi Fotoğrafa 5 Dakikadan Fazla Baktın? 30 Fotoğrafçılar sık sık kendi bildiklerinden daha iyi fotoğraf çekerler. Bu tespit kulağa hoş geliyor. Öyle ya, tam da bilmeden, üzerine düşündüğümüzden daha iyi fotoğraflar üretebiliyoruz. İtiraf edeyim; benim başıma da geldiği oldu. Evet, oldukça hoş! Ne zararı var ki böyle olmasının? Biraz düşünelim. Bu faydalı sezgisel yetenek, iyi fotoğraflar üretmemize neden olurken, maalesef, fotoğrafları değerlendirebilme, deşifre etme (anlamlandırma, okuma) konusundaki eksik bilgilerimizi gidermeye ve bu konuda bizi heveslendirmeye yaramıyor, bu işe ayrı bir çaba ve merak gerekiyor. Hadi biraz daha ileri gidelim ve sorumluluk gerektiriyor diyelim. Ne de olsa fotoğrafçıyız!!!! Hem kendi fotoğraflarımızın başkaları tarafından bizim istediğimiz şekilde anlaşılmasını kolaylaştırmak, hem de bir başkasının fotoğraflarını daha doğruya yakın yorumlayabilmek amacında isek eğer; fotoğraf tarzları, teknikleri, kuramları, yani külliyatı hakkında birikime sahip olmalıyız. Maalesef doğal yeteneklerimiz burada yardıma yetişemiyor. Eğer bir görüntü bizde bir takım duygular uyandırdıysa onu deşifre etmeli, kendi kendimize sormalıyız. Bu hissettiğim ne, neden var, tepki verdiğim şey konu mu, biçimler mi yoksa benim ile ilgili daha kişisel bir şey mi? Bir fotoğrafın ne için çekildiği ve amacı, onun en önemli varlık sebebi yani gerekçesi olmalıdır. Bu gerekçe, genel bir tespitten çok kişisel bir dışavuruma kadar uzanan farklı ifadeler olabilir. Fotoğrafların varlık sebeplerini anlama ise fotoğraf okuma ve anlamlandırma yöntemlerinde karşılık bulur. Fotoğraf okuma bir yerde eleştiridir ve iyi bir eleştiri bakış açımızı zenginleştirir. Aynı fikirde değilsek bile, en azından, o fikre karşı oluşturduğumuz karşı savlarımızı geliştirebilir. Son olarak; eleştiriler birbirinden farklı olsa da fotoğraf okumada tutarlılık önemlidir diyerek kendi fotoğraflarımı okumaya başlayayım. İşte benim denemelerim: BENİ NASIL BİLİRDİNİZ? Görünenin altında (düz anlam, konu) hep yan anlamlar (tema) aradığım için fotoğraf üretirken ve izlerken hep beni etkileyen o çok belli ya da belli belirsiz hissin peşinden gitmeye çalışırım. Fotoğrafın klasik dilini bilmeye önem versem de temel kompozisyon kuralları ve teknik bana sadece hizmet eden yardımcılar, yol gösterici rehberler olmuştur. Bu yüzden, ileri teknik demeleri bir amaca hizmet etmiyorsa dikkatimi fazlaca çekmez. Teknik dil ya da hatalar anlamı Söz konusu olan kendi fotoğrafım olsa bile, önce görüntüde olanları okumalı sonra da yorumlamaya çalışmalı diye düşünürüm. Bazen apaçık olsa dahi görünene işaret etmek gerekir. Çünkü bir izleyici için apaçık olan şey bir başkası için görünmez olabilir. Bir sürü ‘ben’ var ve sizin hangi ‘ben’i göreceğiniz hem bana, hem size, hem de kestiremeyeceğimiz bir sürü şeye bağlı. Acaba siz hangi ‘ben’i gördünüz? İlk fotoğrafta siyah bir zemin üzerinde aynı kişinin dört ayrı fotoğrafını üst üste görüyoruz. Fotoğraflar birbiri üzerine atılmış, kısmen şeffaf, uzaysal boşlukta birbirinin üstüne düşüyor gibi. Tek tek bakıldığında aynı kişinin aynı mekânda çekilmiş değişik ifadelerini de fark ediyoruz. Bu fotoğraflardan oluşan son fotoğrafta ise hepsinin birleşmesinden oluşan yeni bir yüz var. Şeffaf diğer fotoğrafların arasından buluştuğumuz bu deforme yüz, hepsinden izler taşımasına rağmen, onlardan farklı ve sanki asıl randevumuz da bu kişi ile. Arkada hissedilen yastık bir ev ortamı ya da kapalı alan hissi veriyor. Fotoğrafta görünenler kısaca bunlar… İnsanın kendi fotoğrafını okumada tarafsız olması mümkün değil. Çünkü fotoğrafı oluşturma niyetini bilmek avantajı ile oluşan fotoğrafın bunları yansıtıp yansıtmadığı konusunda objektif olamama tehlikesini barındırabilir. Bu yüzden öncelikle fotoğraf üretirken ve fotoğraf okurken kendi bakış açımı anlatmak faydalı olabilir. Fotoğrafımı yorumlamaya çalışırsam; oldum olası fotoğrafın sahip olduğu o tek kare ile anı yakalama ve yarattığı gerçeklik duygusunu büyülü bulurum (bu duyguyla oynanıp büyük yalanlar söylenebileceğini de bilmeme rağmen). O anın kıymetini bilmeme rağmen, bu aralar beni ilgilendiren bu anların etrafındaki boyutlar ve katmanlar. Sanki bir şeylerin olma hissi ve kavrama duygusu. Yaşarken etrafımızda olanların bizde yarattığı etkiler çoğunlukla tek bir duygu ile anlatılamaz. Aynı şekilde bizim diğerleri üzerinde oluşturduğumuz etkiler ve imajlar birçok an ve kesitlerden oluşan karma, kompozit bir algı. Bizimle ilgili birçok küçük bilgi, duygu, anı toplamından oluşan fikirler ile yeni, her kişide ayrı bir imaj oluştururuz. Hepimizde olan zayıf, güçlü, hastalıklı, korkak vb. yanlarımızdan oluşan yüzlerimizi anlayabilmek, görebilmek hem bize hem de bize bakanlara bağlı. Böyle bir fotoğraf da en güzel kompozit bir teknikle anlatılabilir diye düşündüm. AFSAD COSMOBERGER Öncelikle gördüğüm fotoğrafı kategorize etmek isterim. Bu fotoğraf niçin çekilmiş olabilir? Belge mi, an fotoğrafı mı, kavramsal bir fotoğraf mı, amacı ne? Fotoğrafçı hangi yaklaşımla (realistik, empresyonist, modernist ya da postmodernist...) fotoğraf üretmiş. Fotoğrafın içindekilerle kurduğum bağlam doğru mu? Fotoğrafının amacı dışında görüntüde başka şeyler görmek ve söylemekle onu başka bir şeye dönüştürürüz, kendi fotoğrafımızı yaratırız ve daha çok kendimizden bahsederiz. Bu yanılsamadan uzaklaşmak isterim. Fotoğrafın içinde neler var ve bu görüntüler ne anlatmaya çalışıyor? Teknik olarak önemli kusur ya da inceliği var mı ve bu fotoğrafa değer ya da kusur katıyor mu? Düz anlamın altında fotoğrafçının anlatmak istediği yan anlamlar var mı? Ve son tahlilde bana göre amacına ulaşıyor mu yani başarılı olmuş mu? Cosmoberger’e gelince: Fotoğraf pek çok fotoğraftan oluşan bir kompozit fotoğraf. Belli başlı iki parçaya ayrılan fotoğrafta kapalı bir mekânda aynı koltuğun o koltukta oturan model ile iki farklı şekilde yorumlanışını görüyoruz. Her iki yorumda da bir uçta pencere, diğer uçta mekâniçi aydınlatma sistemini görüyoruz. Gece-gündüz devamlılığı ve bir ev ortamında geçen Ocak - Şubat 2013 Gülser Günaydın Tüm yüzlerin ağızda ve dudaklarda birleşmesiyle ise, aynı sözcüklerle birçok farklı algı yaratabiliriz demek istedim. Fotoğraf Üzerine gölgeliyorsa eğer, kusur kabul ederim. Yani kısaca kendime sorarım; burada ne var, ne hakkında, bu iyi mi ve bazen de daha ileri giderim; bu sanat mı? 31 Gülser Günaydın İbrahim Göğer Fotoğraf Üzerine Üzerine Fotoğraf 32 zamanın sürekliliğini hissettiriyor. Sol taraftaki yorumda berjer adeta kübist bir yaklaşımla, birçok ünitenin birçok bakış açısı ile tekrarlandığını görüyoruz. Diğer berjer görüntüsünde ise tekrarlanan üniteler daha yumuşak ama modelin yüzü aynen Picasso’nun yüzleri gibi birçok kesiti barındırıyor ve başın ortasında kulak ve birçok gözden oluşuyor. Bu fotoğraf bize ne demek istiyor? Hayat değişiyor, dünya değişiyor, biz değişiyoruz. Bazen de pek değişmeyen şeylere karşı bizim algımız, tavrımız, tutumumuz, bakış açımız değişiyor. Bizi korkutan şeylere daha cesaretli ya da kabullenici yaklaşabiliyoruz ya da bazen tam tersi. Bazen, şeyler ulaşamayacağımız kadar uzak ve büyük, bazen de aynı şeyler elimizin hemen altında ulaşılabilecek kadar yakın. Burada Cosmoberger demekle kastettiğim; kozmik dünyayı berjer temsil ediyor. Dünyamızı hayatımız olarak düşünelim. Üstünde de biz varız. Bizimle birlikte her şey değişim ve devinim halinde. Yaşadığımız küçük ve güvenli kendi hayat alanımız bile bu değişimden her an nasibini alıyor. Bir sürü seçeneğe sahibiz ama her zaman fark edemiyoruz. Duygularımız, modumuz, aklımız bize dünyayı, yani yaşamımızı farklı algılatabiliyor. Sonsuz seçenekler var. Sanat, zaten en çok farklı seçenekleri göstermeye yarar diye düşünüyorum. PENCERE Fotoğraf üretirken ya başta bir fikrimiz vardır ve onun peşinden gideriz ya da çekim anında oluşan aura ve içgüdülerimiz bize bir şeyler yaptırır. Bazen de bu yaratım süreçleri birbirlerine karışır. Bu biraz makinenin arkasındaki kişi ile ilgilidir. Görüntüde her nesne, bir sözcükle ifade edilemeyecek kadar bilgi içerir ve gören ve tarafsız olduğuna inandığımız gözümüz aslında hiç de objektif değildir yani sadece o anı algılamaz. En az o an ve o an gördüğünden daha eskidir. Eskiye ve diğer duyu organlarına takıntılıdır ve önyargılı çalışır. Seçer, ayrımcılık yapar, birleştirir, çözümler, anlamlar yükler, inşa eder. Bu yüzden en düz fotoğraflar bile yoruma ihtiyaç duyar. Gördüğümüz bir görüntü ile ilgili fazla bir şey söylemesek de bizde oluşan izlenim tek sözcükle anlatılamayacak kadar çoktur. Fotoğrafın sihri gerçeklik duygusu olmasına rağmen, fotoğraflar ne doğaldır ne de doğadır. İnançlara ve kanaatlere sahip bireylerin ürünüdür ve böyle de olmalıdır. Mana (‘meaning’) daha kişiseldir ve bir fotoğrafın bizi nasıl etkilediğidir. Anlam ise (önem, ‘significance’) daha nesneldir, fotoğrafın içinde ne olduğu ile ilgilidir ve birçok insan aynı şeyi söyleyebilir. Camera Lucida’da Barthes’in tanımlaması bir çok fotoğrafta bizi etkileyen şeylerin ayrımını yapmada kolaylık sağlar. Barthes kitabında fotoğraflardaki studium ve punctumlardan bahseder. Studium bir fotoğrafa baktığımızda, özel bir keskinliği olmadan, hemen herkesin benzer duygular hissedeceği, hoşlanacağı, etkileneceği kısımlar iken, punctum izleyiciden gelen ve ona ait olan duygularla ilgilidir ve studiumu kırar, delip geçer. Studium genelde kodlanmış bilgilerden ve duygulardan oluşturulurken, punctum kodlanmamıştır. Punctum o fotoğrafta biz ve bizim geçmişimizle ilgili olan, bize ait duyguları uyandıran, başka kimsede aynı etkiyi yapmasını beklemeyeceğimiz göstergelerdir (kalabalık bir fotoğrafta bizi bir bakışın yakalaması ve o bakışın annemizi hatırlatması gibi). Bu fotoğrafta gördüklerim; siyah beyaz fotoğraf, eski olduğu anlaşılan bir ev duvarı ve duvarda güneşli bir günün yansıması. Duvarın karşısında bir pencerede güneşli bir gün ve pencereden günü selamlayan bir kadın. Siyah beyaz fotoğrafın estetik anlatımı ve grafik düzenlemenin zevki ile fotoğraf olabildiğince sadeleştirilmiş. Gölge oyunu ile uzamış el ve parmaklarla yeni güne merhaba demenin en güzel hali. Bu haliyle bu fotoğraf kimilerine güzel, kimilerine sıradan gelebilir, ama beni etkileyen punctumu ise; resmin alt köşesinde eski Karadeniz evlerinde tipik olan duvardaki ahşap süsleme olmalı. Üstüne, fotoğraftaki kişinin ben olmam, büyüdükten sonra çocukluğumda yaz tatillerine gittiğim babaannem ve dedemin evine yaptığım ziyaret ve pencereden baktığımda hatırladığım tüm anılar… “Eğer biri bir araba yakarsa bu suçtur; Eğer biri yüzlerce araba yakarsa, bu politik bir eylemdir.” Ulrike Meinhof Bu açıdan dünyaya baktığımızda, 1960’ların sonlarından itibaren ABD, İtalya, Fransa, Japonya ve Almanya gibi kapitalist ülkelerde, toplumsal ve siyasal dönüşüme karşı tepkiselleşen aşırı sol unsurlar, özellikle öğrenci ve işçi hareketleriyle giderek genişlemeye başlamıştır. Proleter bir sınıfsal nitelik taşımayan, ortak dayanak noktaları ABD’nin Vietnam’da yürüttüğü savaşa muhalefet etmek olan bu hareketler, başlarda birbirlerinden bağımsız ve plansız biçimde gelişirken; zaman içinde radikalleşen bazı gruplar yeraltına inerek silahlı mücadeleyle birlikte, insanlığı savaşa sürüklemekle suçladıkları bir uygarlığa karşı ciddi eylemlere girişmişlerdir. Artık radikalleşme süreçleri ve bu sürecin aktörleri politik bir söylem ve onun savunucuları olarak değil, devleti hedef alan projeler ve bunların uygulayıcıları olarak nitelenirler. Sommier’e göre bu dönemin söz dağarcığındaki hemen her şey savaş terminolojisine referans verir ve kolektif eylem ile şiddet birbirine eşlik eder (2012: 15). 1970’lerde Almanya’da devlet ile karşı karşıya geldiği çatışma alanında hem kendi özgürleşmesini sağlamaya hem de devleti bir darbe pratiğine sürüklemeye çalışan Alman Kızıl Ordu Fraksiyonu (RAF), şüphesiz ayrıcalıklı bir konuma sahiptir. 60’ların sonundaki Alman öğrenci hareketinden yükselen, radikal ve uzlaşmaz bir politikayla devletin araçları ve koşulları tarafından belirlenmeyi reddeden RAF, bireyin özgürleşmesi için silahlı mücadeleye yönelen bir grup olarak ortaya çıkmıştır. 70’li yıllarda Almanya’da radikalleşen eylemleriyle gündelik yaşam pratiğini, silahlı mücadeleyle birlikte yürütebilmenin olanaklı olduğuna inanır ve bu yolda ilerlerken, devlet bu entelektüel deneyimin karşısına toplumsal ve fiziksel tecriti çıkarmıştır. Önce sokakları, sonra da yeraltını terk etmeye zorlansalar bile, AFSAD Kısa Metraj Moden dünya karşıtlıklar üzerine kuruludur, sürekliliğini de aynı şekilde buna borçludur ve modernizmin kendi bağlamı içinde yarattığı karmaşa, beraberinde farklı bir dünya arayışını yaratır. Bu arayışın peşinde kendi kimliklerinin de izini sürenler, geçmişin ve bugünün sayfalarını karıştırdıkça, devletin ve toplumun rollerini sorgulama refleksine kapılırlar. Nagihan Konukcu RAF (Alman Kızılordu Fraksiyonu) ve “Kurşun Yıllar” 33 RAF üyeleri direnişlerini cezaevlerinde sürdürmüşler, Almanya’nın kendilerine yönelttiği baskı politikaları ve işkence faaliyetleri karşısında geri adım atmamışlardır. Diğer yandan Steiner ve Debray’ın deyişiyle, kendini sosyal demokrasi misyonu ardına gizleyen Almanya, baskı yasalarıyla direnmenin yasaklandığı, savunma hakkının kısıtlandığı toplumsal yaşamın her alanında, ciddi polisiye önlemler alarak, anayasal hukuk devletinden olağanüstü hal devletine dönüşmüştür (2009: 136-137). Devlet karşısında her türlü uzlaşıyı ve pazarlığı reddeden RAF’a göre, sistemi düzeltmek olanaksızdır. Tarihi misyona sahip bir sınıfı değil, sistemi reddedip ona karşı mücadele veren bireyi kucaklayan devrimci özne anlayışını merkezine alan RAF, eylemleriyle bir yandan Nazi Almanya’sının belleklerde bıraktığı kötü anılara karşı tarihsel bir refleks olarak varlık gösterirken; diğer yandan da ulusal çerçevede kalmakla yetinmemiş, tüm Üçüncü Dünya ülke halklarının özgürlüğü için mücadele vermiştir. Gerek yeraltında gerekse cezaevinde yürüttükleri mücadele, sisteme karşı hareketlerin faaliyete geçmelerinde cesaret verici bir referans noktası olmuştur. Bu mücadelenin referans noktası olduğu alanlardan birisi de sinemadır. RAF’ın politik sinemada temsili ilk olarak Yeni Alman Sineması içinden doğmuş, o dönemi tüm sertliğiyle yaşayan yönetmenler için tarihsel bir sorgulama alanı yaratmış; bu yönetmenlerin verdikleri ürünler, üzerine Ocak - Şubat 2013 Fotoğraf Üzerine İbrahim Göğer Kısa Metraj Nagihan Konukcu 34 ilişkisini de yeraltından kurmuştur. çok konuşmadıkları geçmişe dair birbirine benzer deneyimlerini açığa çıkaran karbon kâğıdı görevi görmüştür. Büyük Savaş sonrası, özelde RAF’ın, genelde ise radikalleşen bütün grupların eylemleriyle birlikte, 70’ler Almanya’sında ideolojik dönüşümün dışavurumu konusunda cesaret kazanan sinema da, bir grup yönetmen sayesinde “Yeni Alman Sineması” adı altında yeni kimliğine kavuşur. Almanya’nın, 1961 yılında Berlin Duvarı’nın inşa edilmesiyle, hem coğrafi hem de ideolojik olarak bölünmesi, 1960’ların “Genç Alman Sineması”nın karşısına 1970’lerde “Yeni Alman Sineması”nı çıkarır. Rainer Werner Fassbinder, Volker Schlöndorff, Werner Herzog, Hans Jürgen Syberberg, Alexander Kluge, Jean-Marie Straub, Margarettevon Trotta ve Wim Wenders gibi yönetmenler Yeni Alman Sineması’nın kurucu isimleri olmuşlar, temsil ettikleri ülkenin lekeli kimliğiyle başa çıkmaya çalışan ulusal bir sinema anlayışı geliştirmişlerdir. Tül Akbal Süalp’e göre savaşın içine ve sonlarına doğmuş bu kuşak, geçmişin konu-şulmamaya çalışıldığı, mırıltılarla ve sızlanmalarla geçiştirildiği bir ortamda büyüyerek yoksun bırakılanların dilini yakalamaya çalışmışlardır (2004: 206). Batı Almanya’nın bastırılan geçmişiyle ilgili daha derin bir tarihsel anlayış arzusuyla (Kaes, 2003: 695) yola çıkıp, sinemanın politik işlevine duydukları inançla Nazi döneminin izlerini silmeye çalışmışlardır. Hatta politik sinema pahasına kişisel yaratıma vurgu yapan “auteurist” yaklaşımlarından uzağa düşmüşlerdir. Sinemasal kaygıları açısından farklılıklar taşımakla birlikte, buluştukları ortak payda, kapitalizm ve sistemle özdeşleşmenin reddidir. Bu çerçevede ortaya koydukları yapıtlar, 60’ların politik ortamının ruhunu taşımakta; özgürlük, toplumsal eleştiri, yeni bir yaşam biçimi arama ideallerini paylaşmaktaydı. Devrimci söylemlerin ön plana çıktığı Yeni Alman Sineması, Almanya’ daki sinema ortamının bir anlamda endüstriyel açıdan faşizm dönemine denk düşmesi nedeniyle, İtalyan Yeni Gerçekçiliği ve Fransız Şiirsel Gerçekçiliği ile 1977 sonbaharında, Alman bir sanayici ile eski Nazi Partisi görevlisinin kaçırılıp öldürülüşü, RAF üyesi üç tutuklunun cezaevinde esrarengiz biçimde ölümü ve hükümetin aldığı sert önlemler, Federal Almanya’da ciddi bir krize yol açmıştır. Batı Almanya’dan bazı sinemacılar da bu krizin Almanya’nın geçmişindeki köklerine inmeyi kendilerine görev saymışlar ve tarihe “Alman Sonbaharı” olarak geçen bu dönemi, belgesel niteliğinde ve yorumsamacı bir anlayışla ele alacakları bir film üretmek üzere bir araya gelmişlerdir (Kaes, 2003: 699). Onbir yönetmenin imzasını taşıyan “Sonbaharda Almanya” (Deutschland Im Herbst, 1978), dönemin politik ortamını ve Alman devletinin herkese potansiyel terörist gibi yaklaşımını eleştirmektedir. 1981 yapımı “Kurşun Yıllar” (Die Bleierne Zeit), Yeni Akım yönetmenlerinden olan Margarethe von Trotta’ dan gelir. Film, RAF’ın kilit üyesi Gudrun Ensslin’in ablası ile ilişkisi üzerinden, Alman siyasal tarihine genel bir bakışı imlerken, aynı zamanda toplumsal bilincin dışında biçimlenen politik ortamın, iki kız kardeşin yaşama ve sisteme bakış açılarını nasıl değiştirdiğini ve dönüştürdüğünü gözler önüne serer. Yani filmin amacı; terörizmi tartışmak değil, dünyanın ve Almanya’nın tanıklık ettiği savaş sonrası bir kuşağın neler hissettiğini, geçmişini nasıl sorguladığını anlatmaktır. Bu bağlamda, RAF’ın filmdeki varlığı, yozlaşmış burjuva değerlerinin eleştirisini açığa çıkarır. Yönetmenin, Ensslin’in ablası Christiane’e (Juliane) adadığı film, onun bakış açısıyla anlatılır. Kızkardeşi Marianne başlarda dingin, itaatkâr, ailesine bağlı bir karakterken, Julianne asi ve uyumsuz bir kişilik ortaya koyar. Marianne’i bir burjuva simgesi olarak çello çalarken, Julianne’yi ise varoluşçu ve sorgulayıcı bir eğilimin yansıması olarak Sartre okurken görürüz. Oysa ilerleyen süreçte birbirleriyle yer değiştirerek, Sonbaharda Almanya filmine benzer şekilde Kurşun Yıllar’da da yine bir tarihle hesaplaşma ve geçmişin biriktirdiği hayaller, öfkeler ve deneyimlere dair yanılsamaların sorgulanması söz konusudur. Toplumsal ve kültüre içkin olanın resmini geçmişte aramak ve bulmak, üzerine konuşulmamış şeyleri konuşmak, bugüne ve geleceğe katılmak için neredeyse zorunluluk halini almıştır. Çocukken Nazi kamplarındaki vahşete, yıllar sonra ise Vietnam’daki vahşete tanık oldukları filmler, iki kızkardeşi yıllar içinde değişen hiçbir şeyin olmadığı, savaşın ve şiddetin her dönemde varlık gösterdiği gerçeğiyle yüzleştirir. Değişen tarih değil, kendileridir; ancak onları değiştiren de tarihin kendisidir. Eskiden kendisinin de savunduğu bir dava için eşini, çocuğunu, tüm yaşamını geride bırakarak RAF’a katılan kız kardeşini eleştiren Julianne’in bu eleştirisi, politik değil kişisel bir tavır olarak görülebilir. Özellikle Marianne’in yakalanışının ardından cezaevi sürecindeki ziyaretlerinde geri dönüşlerle anımsadıkları ortak geçmiş, o zamanlar farklı bir yöne bakıyor olsalar bile bugün aslında aynı dünya görüşünü paylaştıklarının, ancak pratikte Julianne’in eyleme geçecek cesareti gösteremediğinin kanıtı olur. Barton Byg’e göre, film Alman ulusal kimliğinin eğretilemeli bir araştırmasıdır; iki kızkardeşin bölünmüşlüğü ise, Almanya’nın bölünmüşlüğünü simgeler (akt. Öztürk, 1999: 75). Kardeşler ancak, Julianne’nin Marianne’i anlaması ve onun ölümüyle ilgili gerçeği bulmayı kendisine takıntı haline getirmesinin ardından özdeşleşerek bir olurlar. Julianne AFSAD kadın hareketi içindeki aktif rolü ile Kürtaj Karşıtı Yasa’ya karşı protestolar içerisinde ön saflarda yer alır. Kendi geleceğine karar verme anlayışını simgeleyen bu yönelimi, Marianne’in seçtiği yaşama karşı gösterdiği direncin ironisidir. Bir annenin kucağındaki çocuğuyla Hitler’in yanında boy gösterdiği resimler, doğurgan annelere verilen onur madalyaları, çocuğun anneyi yücelttiği ve annelerin faşizmin oluşumuna en fazla katkıyı sağlayıp sonra da en çok acıyı yine onların çektiği söylemi, Nazi döneminin eril yapısını ve faşizmde özel alanın olamayacağı gerçeğini ortaya koyar. Erkek ülkeyi, kadın da ülkenin neslini korurken, artık annelik de özel hayata içkin bir durum olmaktan çıkarılmış, politik söylemlerin yerini aile değerleri almıştır. Marianne cezaevinde resmî tarihe göre intihar ederek, rasyonel vicdana göre infaz edilerek devlet terörünün kurbanı olurken, Marianne’in oğlu Jan ise terörist olarak anılan bir kadının oğlu olduğu için saldırıya uğrayarak toplumsal terörün kurbanı olmaktan kıl payı kurtulur. Şiddetin salt devlet nezdinde değil, toplumu oluşturan bireyler arasında da kabul gördüğünü açığa vuran bu izlek, dönemin toplumsal yapısında etiği ve vicdanı tartışmaya açarken, adaletsizliğin daha çocukken yaşamlarımıza girdiği gerçeğini sunar. Film bu anlamda RAF’ın ideolojik varlığını, artık sistemin de kendi kurbanlarını verme sırasının geldiğinden duyduğu endişeyi açık eden bir tehdit olarak yapılandırır. Kaynakça Kaes, Anton (2003). “Yeni Alman Sineması”, Dünya Sinema Tarihi (Editör: Geoffrey Nowell-Smith) içinde. Çev. Ahmet Fethi. İstanbul: Kabalcı. 692-706. Öztürk, S. Ruken (1999). “Kurşun Yıllar mı? Marianne ve Juliane mi?”, 25. Kare, 29: 73-75. Steiner, Anne ve Debray, Loic (2009). Kızıl Ordu Fraksiyonu, Batı Avrupa’da Şehir Gerillası, Çev. Ruşen Çakır. İstanbul: Metis. Sommier, Isabelle (2012). Devrimci Şiddet. İstanbul: İletişim. Süalp, Z. Tül Akbal (2004). “İklimler ve Rüzgarlar ve Rüzgargülleri.” Zaman Mekan içinde. İstanbul: Bağlam. Ocak - Şubat 2013 Kısa Metraj Ensslin ile aynı kuşaktan gelen yönetmen, 50’li yıllardaki büyüme sürecine ilişkin şunları söyler: “Ulus olarak suçlu bir geçmişimiz olduğunu hisseder, ama bunu okulda konuşamazdık. Soru sorsanız yanıt alamazdınız. Bu ağır yükle büyüdük. Sonra 60’larda toplum biraz daha açık görüşlü olduğunda, geçmişimizin ve yapmış olduğumuz şeylerin ayırdına vardık.” (akt. Öztürk, 1999: 74). Filmde, dışarıdaki dünyada toplumun içinden geçtiği yıkım ve yabancılaşma sürecini Julianne duygusal bir itirazla karşılarken, içerde Marianne bir “terörist”e devlet eliyle dayatılan apolitikleştirilme ve yoksunluk baskısına karşı hâlâ ideolojik ve fizyolojik düzlemde savaş vermektedir. Özgürlüğü mümkün kılacak olanın kaybedilmiş kimliği yeniden kazanmak olduğuna inanan Marianne, diğer RAF üyeleriyle birlikte tecrite karşın kavgasını bilinç düzeyinde yürütmektedir. Nagihan Konukcu karşıt yaşam pratikleri içinde yer alırlar. Yıllar sonra sistemi yok etmek için silahlı mücadele yürüten bir militana dönüşen Marianne’in aksine Julianne, burjuva düzeni ile uyumlaşır ve kızkardeşinin, bir zamanlar kendisinin de savunduğu ama şimdi uzağına düştüğü siyasal görüşlerine karşı çıkan birine dönüşür. 35 Türkiye’nin Fotoğraf Dergilerinden Bir Portre: Os m a n Ü r p e r AFSAD “FOTOGRAF” Dergisi sanatı açısından büyük bir önem taşımaktadır. Bu dergiler arasında ilk defa ticari kaygı gütmeksizin, bir fotoğraf derneği olarak AFSAD’ın yayımlamış olduğu “Fotograf” dergisinin ayrı bir yeri bulunmaktadır. 3 farklı yayın döneminde 57 sayı yayımlanan “Fotograf”, ülkemiz fotoğraf dergiciliğinin yanı sıra, fotoğraf tarihimizden kesitler yansıtması açısından da önem taşımaktadır. Tarihçe Kasım 1978 yılında ilk sayısı yayımlanan “Fotograf”, AFSAD’ın aylık yayın organı olarak yayımlanmaya başlanmıştır. Biçim olarak bir dergi gibi değil, daha çok geliştirilmiş bir bülten görünümündedir. 19.5x28 cm boyutunda 8 sayfa olarak yayımlanan “Fotograf”, AFSAD’ın bilinçli bir örgütlenme çabasının ürünüdür. Dernek faaliyetlerinin duyurulduğu teksir metinler ve duvar gazetesi sonrasında, İFSAK’la birlikte ortak olarak yayımlanması planlanan “Gerçekçi Fotoğraf” isimli bir fotoğraf dergisine de hazırlık amacı taşımaktadır. Bu proje zaman içerisinde gerçekleşememiş, AFSAD dergi olarak “Fotograf”ı yayımlamaya devam etmiştir. 36 Bir sanat dalının edebiyatı, yazınsal eserleri ne kadar zenginse o sanat dalı da o kadar zengindir. Dergiler ise bu zenginliğin en önemli göstergelerinden biridir. Ülkemizde fotoğraf sanatının ve kültürünün gelişiminin izlerini arayanlara fotoğraf dergileri önemli ipuçları vermektedir. Şinasi Barutçu, Safder Sürel’le birlikte 1945 yılında Türkiye’nin ilk fotoğraf dergisi olan, “Profesyonel ve Amatörün Dergisi” “Foto”yu yayımlamıştır. Ancak iki sayı yayımlanan bu derginin ardından, aralıklı dönemlerde yayımlanan diğer fotoğraf dergilerinin de kaderleri “Foto” dergisi gibi birkaç sayıyı pek geçmemiş ve 1970’li yılların sonlarına değin uzunca bir dönem Türkiye’de fotoğraf üretenlerin bir dergisi olamamıştır. 1962’de Ayhan Babacan tarafından ancak altı sayı yayımlanan “Fotoğraf” dergisinden, 1977’de yayımlanmaya başlanan “Yeni Fotoğraf” dergisine değin uzunca bir boşluk bulunmaktadır. Bu tablo ülkemizde genelde fotoğraf yayıncılığı, özelde de, fotoğraf dergileri hakkında çarpıcı bir tablo sunmaktadır. Kuşkusuz her bir yayının ardında, yayımlanma fikrinden son sayısına kadar değişik süreçlerde yaşanan pek çok çarpıcı hikâye bulunmaktadır. Bu hikâyelerin her biri, aslında ülkemizin fotoğraf tarihi, kültürü ve AFSAD’ın böyle bir çalışma içinde olması, içinde bulunulan dönemin siyasal hareketliliğinin etkisiyle, toplumsal sorunlara duyarlılık gösterilmesi ve fotoğrafı kitlelere ulaştırmada yayınların öneminin kavranmasından kaynaklanmaktadır. “Fotograf” dergisinin ilk sayısında yayımlanan bir yazıda “Tutarlı yayıncılığın gerçekleşmesi için, tutarlı bir örgütlenmenin kaçınılmazlığı bilincindeyiz. Bu nedenle fotoğrafın işlevini yaşama geçirebilmesi, fotoğrafın yaşamın gerçeğini algılama olarak yaygınlaşması açısından, tabanın yayınlar karşısında edilgenlikten kurtulup, etkin duruma geçmesi gereklidir. Taban yayının oluşumuna, gidişine doğrudan yön verebileceği gibi, yayın da tabanın yönelimlerinde belirleyici olur.”1 şeklindeki ifade ile yayın konusuna verilen önemin altı çizilmektedir. Yeni kurulan bir dernek olmasına karşın AFSAD’ın belirli bir potansiyeli kazanması sonucunda “Fotograf”ın yayımlanmaya başlanmasını, sonraki yıllarda yaptığı bir değerlendirmede dönemin AFSAD başkanı Kemal Cengizkan “1978 sonbaharında dernek olarak kendimizi bir dergi çıkarabilecek durumda görerek kolları sıvadık.”2 şeklinde anlatmaktadır. Dergi, içeriğinin hazırlanmasından, basımına kadar tüm aşamaları dernek üye ve yöneticilerinin çaba ve emekleriyle hazırlanmıştır. Derginin hazırlık aşamalarında pikaj ve montaj işlerini yapan Çerkes Karadağ, “Fotograf” dergisinin, özellikle AFSAD’ın başkanı Kemal Cengizkan’ın, Özcan Yurdalan ve Merter Oral’ın büyük çabalarıyla yayımlandığını ifade etmiştir.3 Dernekiçi yardımlaşma ile hazırlanan dergi okuyucu ve üyelerine yaptığı 4. sayısından itibaren dergide, ekonomik konularda bir hareketlilik göze çarpmaktadır. Derginin 4. sayısında fiyatı; 5 TL’den 10 TL’ye artmış, bunun yanında derginin, fotoğraf çevresinde gördüğü ilgi nedeniyle baskı adedi de iki katına çıkarılmıştır. Bu artışların nedeni; yayına ilk başlandığında AFSAD’ın olanaklarıyla yayımlanan derginin bağımsız olarak kendi olanaklarıyla yayımlanabilmesini sağlamasıdır. Bir diğer önemli neden olarak; o dönemde yaşanan yüksek enflasyon, sürekli fiyat artışları ve kağıt karaborsasının, derginin maliyetlerinin artmasına neden olduğu, derginin dördüncü sayısında okurlara açıklanmıştır. Okurlardan gelen sayfa sayısının artırılması talebi ise derginin beşinci sayısında “Şu andaki 8 sayfalık dergimizi, bu doğrultuda gelişecek, daha dolgun ve yetkin bir dergi için başlangıç aşaması olarak görüyoruz. Fakat “fotoğraf sanatının toplumsal işlevini” yaşama geçirebileceğimiz ölçüde bu nicel değişim gerçekleşebilecektir.” şeklinde yanıt bulmuştur. Derginin 10. sayısı, Türkiye içinde yaşanan siyasi ve ekonomik karışıklıklar nedeniyle, gecikmeli olarak 11. sayı ile birleşik sayı yayımlanmıştır. Bu sayıdan itibaren dergi fiyatı yine % 100’lük bir artışla, 10 TL’den, 20 TL’ye çıkarılır. Bu durum dergide okurlara şöyle açıklanır: “Hür ekonomik düzenimizin bir cilvesi olan kâğıt karaborsasının yanı sıra, tüm giderlerde görülen % 100’e varan artışlar nedeniyle içine düştüğümüz darboğaz, dergiyi sizlerden böyle uzun bir süre ayırabildi. Artan maliyetleri karşılamak amacı ile fiyatımız da bundan böyle 20 TL olacak.” Bu sayıda yapılan uzun bir açıklamada, Türkiye’de dergi yayıncılığının o dönemde yaşananlara ilişkin tespit ve eleştiriler içermektedir. “Günümüzde yayın dünyasındaki bunalımın sadece ekonomik bunaAFSAD İlk 13 sayısı 1978-1979 yıllarında yayımlanan “Fotograf” dergisi, yayınına ara verdikten sonra, Ocak 1984’te yayımlanan 14. sayısı ile yayım yaşamında ikinci dönemine girmiştir. “Fotograf” dergisinin okuyucularından aldığı yeniden yayımlanma istekleri ve AFSAD’ın bu yöndeki çabaları derginin bu dönemdeki ilk sayısında, “Fotograf dergisi olarak sorumluluğumuzun salt fotoğraf yayıncılığı, teknik bilgi ve haber aktarımıyla sınırlı kalmaması gerektiğinin bilincinde olarak, ülkemiz fotoğraf sanatının bu önemli boşluğunun doldurulmasına katkıda bulunmaya çalışacağız.” denilerek ikinci yayın dönemine girmiştir. O dönemde AFSAD başkanı olan Kemal Cengizkan, “Fotograf” dergisinin çıkarılış öyküsünü 34. sayıda şöyle anlatıyor. “1983 sonbaharında dergi hazırlıkları başladığında 3. hamur kâğıda bile olsa bir dergi çıkarma zorunluluğunu hissetmekteydik. Ülkemizde gelişen fotoğraf potansiyeli bunu gerektirmekteydi. Bizler de AFSAD olarak böyle bir dergiyi gerçekleştirebilecek bir örgütlülükte olduğumuzu düşünmekteydik. Dergilerin maliyetlerinin milyonlarla anlatıldığı günümüzde böylesine bir işe nasıl başlanacaktı. AFSAD çevresinde bir abone kampanyası ile derginin ilk sayısının maliyeti karşılandı. Satılan dergilerle ikinci sayı çıkarılacak ve böylece rayına oturabilecekti. Ne yazık ki ilk iki sayıyı dağıtan şirket iflas edip ortadan kaybolunca satış gelirleri de suya düştü ve dergi yükü yine fotoğrafseverlerin omuzuna yıkıldı.” Dergi, yaşanan bu olaya karşın özveriye dayalı bir çabayla yaşamına devam etmeyi başarabilmiştir. Ön ve arka kapakların kullanımıyla birlikte toplam 16 sayfa olarak yayımlanmaya başlayan derginin bu yeni yayın döneminde 23. sayısına kadar sadece siyah beyaz fotoğraf yayımlanmıştır. Aralık 1984’te yayımlanan 23. sayı ile birlikte derginin kapağında Ocak - Şubat 2013 Os m a n Ü r p e r lımlara dayandığını söylemek istemiyoruz tabii. Her şeyin birbirine bağlı olduğunu gözardı etmeden şu söylenebilir: ekonomik ve politik baskılar bir bütün oluşturur, paranın iki yüzü gibi. Dolaylı ya da açıkça bu ilişki böylece sürer. Kültür sanat alanındaki yayınların, dergilerin giderek darboğazlara girmelerinin yanı sıra, cicili-bicili, renkli-boyalı, dedikodulu, baldır-bacaklı yayınların alabildiğine yaygınlaşması başka nasıl açıklanabilir? Ülkemizdeki çarpık kapitalist düzen, yayın alanında şunu dayatıyor: yayın işi büyük sermayeye dayanmalı. Öyle her önüne gelenin dergi, kitap v.b. yayınlayıp huzur bozmasına olanak verilmemeli. Bu bir ölçüde sermayenin insiyatifi dışında, kapitalizmin ekonomik-politik yasalarına uygun olarak oluşan bir olaydır. Ama sermaye bu olgunun bilincinde olarak hızlandırabilir bu gidişi; kâğıt tahsisleri kısılır, dağıtım engellenir, toplatılır, kapatılır yayınlar bu uğurda.” Derginin bir sonraki sayısında da aynı durum yaşanmaya devam eder. 12. ve 13. sayılar birleşik sayı olarak yayımlanır. İçinde bulunulan güç ekonomik koşullar, okur katkılarıyla ve amatör çabalarla yayımlanan bu derginin daha fazla yayımlanabilmesine olanak tanımaz. Ekim-Kasım 1979 sayıları olan 12-13, derginin bu dönem içerisinde yayımlanan son sayıları olur. Tarihçe çağrılarla onların da aktif olarak bu çabaya katılmalarını istemektedir. Derginin ikinci sayısında yapılan duyuruda “Sadece abone olmak ya da dergiyi almak, bu bağı kurmak için yeterli değildir. Edilgen ve tüketici okurlar değil, etken ve üretici okur ve üyelere gereksinme duymaktayız. Ölgün ve yabancı bir dergi değil, okuru ile bir bağ kuran, canlı, hareketli bir yayın organı amaçlıyoruz.” sözleriyle okuyucularıyla yakın bir ilişki içerisinde olmayı hedefleyen “Fotograf” dergisinde, yayın çizgisi olarak da dönemin en yaygın fotoğraf görüşü “Sosyal Gerçekçi” anlayışın oldukça hâkim olduğu gözlenmektedir. Bunun yanında, içerikte yer alan haber, fotoğraf ve yazılarda, dönemin hareketli siyasal yaşamının da izleri görülmektedir. Dergide, bu konuda okurlara sık sık çağrı yapılarak, Türkiye sorunlarını belgeleyen fotoğraf ve yazıların yayınlanmak istendiği belirtilmektedir. “Fotograf” ayrıca bir fotoğraf derneği tarafından yayımlanan ilk dergi olma özelliğini de taşımaktadır. Dergi içeriğinde yer alan fotoğraflar o dönemdeki koşullar nedeniyle sadece siyah beyaz olarak basılabilmiştir. Derginin her sayısında siyah beyaz fotoğraf tekniği üzerine yazıların yanı sıra, yabancı kaynaklardan yapılan fotoğraf estetiği üzerine çeviriler ve Kemal Cengizkan’ın hazırlamış olduğu “Fotoğraflara Bakarken” adlı sayfa ile yabancı fotoğrafçıların çalışmaları okurlara tanıtılmıştır. 37 Tarihçe Os m a n Ü r p e r den oluşan bu kitapla ilgili olarak şöyle yazmaktadır: “Kimi arkadaşlarımızın büyük bir emek ve özveri ile hazırladıklarına inandığımız kaynakların tükenmiş olmaları nedeniyle piyasada bulmak olanaksız. Bunlar ve benzeri nedenlerin zorlamasıyla AFSAD olarak bir ‘Fotograf’ dergisi yayımlamaya ve bunun eklerinde çeşitli teknik ve kuramsal yazılara yer verme kararı aldık. Bir yıllık yayın yaşamını tamamladığımız şu günlerde, bunda başarılı olduğumuzu da sanıyoruz. Fakat okuyucularımızdan aldığımız yoğun istek mektuplarında fotoğraf alanında karşılaştıkları sorunların çözümüne katkıda bulunacak kaynakları önermemizi istiyorlardı. Kimi zaman bunu yapabildik. Fakat nitelikli Türkçe yayınların tükenmesi ve Türkiye’nin her yöresine dağıtılamaması, böyle bir hizmeti okuyucularımız için doğrudan doğruya bizim yapmamız noktasına getirdi bizleri”. 38 ve içeriğinde ilk kez renkli fotoğraf kullanılmıştır. Bu sayıda Türkiye’de gerçekleştirilen FIAP Renkli Fotoğraf Bienali’nden, sekiz fotoğraf renkli olarak basılmıştır. Renkli fotoğrafın maliyetinin daha yüksek olması kısıtlı bütçe ile çıkarılan dergiyi zorlamaktadır. Bu durumda bulunan farklı bir formülü derginin 37. sayısında, Yazı İşleri Müdürü Abdullah Ersoy şöyle açıklıyor: “Elimizdeki kısıtlı olanaklar içerisinde sayfa sayısını artırmaya çalışacağız. Renkli sayfa sayısının artırılması ancak, renkli baskının doğurduğu ek maliyetlerin bir bölümüne, fotoğrafları yayımlanan arkadaşların katkıda bulunması ile mümkün olabiliyor.” Aylık olarak yayımlanan dergi, dernek yayını olması ve derneğin yaz aylarında çalışmaması nedeniyle yaz aylarında tatil uygulayarak yılda 10 sayı yayımlanmıştır. Derginin bu döneminde, boyutunda ve sayfa sayılarında bir değişim gözlenmektedir. 14-43. sayıları 17.5x24.5 cm, 44-49. sayılar ise 19x27 cm boyutunda yayımlanan derginin sayfa sayılarında da sürekli bir değişim olmuştur. 14 ve 15. sayıları reklamsız 16 sayfa iken, 16. sayıdan itibaren ön kapak içi ve arka kapağına reklam alarak 24 sayfaya, 33. sayıda 32 sayfaya, 37. sayıdan 43’e kadar 40 sayfaya çıkmıştır. 44. sayı ile birlikte derginin boyutu büyüyerek 36 sayfa olarak yayımlanmıştır. Derginin sayfa sayılarındaki bu değişimin; derginin giderek güven kazanmasıyla ve alınan reklamlardaki artışla birlikte, 14. sayıda AFSAD’ın bir sergisinin broşürünün verilmesiyle başlayan ve ardından bir dönem teknik çeviri ve yazıların dergi ile birlikte fasikül olarak verilmesinin de etkisi vardır. 14-23 sayı arasında; 8-12-16 sayfa arasında değişen ve her biri farklı konulardan oluşan bu fasiküllerin ardından, 24-32. sayılar arasında Ahmet Tolungüç’ün hazırladığı notlardan oluşan fasiküllerle “Amatör Fotoğrafçının El Kitabı” isimli temel fotoğraf bilgilerini veren bir kitap ek bir yayın olarak doğmuş, daha sonraki sayılarda bu kitabın cildi okurlara dağıtılmıştır. 24. sayıda verilen ilk fasikülde, Ahmet Tolungüç, dergi ile birlikte verilen fasiküller- Derginin içeriğinde; bir yerli bir de yabancı fotoğrafçının çalışmalarının tanıtılması, yarışma, sergi, gösteri vb. fotoğraf ortamıyla ilgili etkinlik haberleri yer almakta, özellikle ilk sayılarda teknik ve kuramsal yazılara pek fazla yer verilmemektedir. Fasikül uygulamasının sona ermesinden sonra, sayfa sayısının artmasıyla birlikte, dergide daha fazla yazıya yer verilmeye başlanmıştır. Aralık 1986’da yayımlanan 43. sayı ile birlikte dergi, “FIAP Onaylı Dergi” unvanı almış ve sonraki sayılarında FIAP logosu dergi sicilinde kullanılmıştır. Bununla birlikte dergi içeriğinde FIAP’la ilgili bilgiler ve yarışma duyuruları düzenli olarak yer almaya başlamıştır. 14. sayıdan itibaren Kemal Cengizkan sahipliğinde yayımlanan “Fotograf” dergisinde, 33. sayıya kadar yazı işleri müdürlüğünü Merter Oral yapmış, A. Rıza Akalın, Halide Akcengiz, Tuğrul Çakar, Abdullah Ersoy, Nilgün Günden, İbrahim Göğer, Dora Günel, Tayfun Özel ve Ahmet Tolungüç yayın kurulunda görev almışlardır. 34. sayıda ise dergideki görev paylaşımında değişikliğe gidilerek, Abdullah Ersoy yazı işleri müdürlüğü görevine getirilmiş ve 49. sayıya kadar dergi yayın kurulsuz olarak yayın yapmıştır. “Fotograf” Mart 1987’de yayımlanan 46. sayısı ile birlikte Türkiye’de en fazla sayı çıkaran fotoğraf dergisi olmuş ve bu sayıda, özelliğin coşkusu yaşanmıştır. Fakat ne yazık ki dergi bu özelliğini dört sayı ileri götürebilmiştir. Dergi sürekli olarak maddi güçlükler içinde yayımlanabilmiş, 1500’leri bulan tirajı ve sürekli olmayan reklamlarla ayakta durmaya çalışmıştır. Dergide yayımlanan sunu yazılarında sürekli olarak okurlardan dergiye destek olmaları ve abone bulmaları konusunda yardım istenmiştir. Fakat 49. sayı ile birlikte karşılaşılan başka bir problem, derginin yayın yaşamının tekrar durmasına neden olmuştur. Basında yaşanan acımasız rekabet koşulları kendileri dışındakileri yok edecek yeni kurallara yol açmıştır. Dağıtım tekelini elinde bulunduran iki büyük şirketin, gazete bayilerine kendi dağıttıkları dergiler dışındaki yayınlara satış yasağı getirmeleri “Fotograf” dergisinin de devamını Böyle bir engelle derginin ikinci yayın dönemi, Ocak 1984-Haziran 1987 arasında toplam 36 sayı yayımlanarak, sona ermiştir. AFSAD “Fotograf” dergisi, bu yayın döneminde de farklı bir ekip tarafından çıkarılmıştır. Tanju Akdeniz’ in genel yayın yönetmenliğinde yayımlanan derginin yayın künyesindeki isimlerde sürekli bir değişim gözlenmektedir. Dergi yayımlandıkça, yayın kurulundaki isimler de değişmiştir. Aynı hareketlilik sonradan oluşturulan danışma kurulunda da olmuş ve hatta bu kurul daha sonra kaldırılmıştır. Dergi kadrosunda yaşanan bu değişimin, dernek yönetiminin değişmesi gibi etkenlerin olmasıyla birlikte, devamlılığı olmayan bir ekip tarafından çıkarılmasının da derginin bu dönemdeki yayın yaşamının uzun olmamasına etkisi büyüktür. Bu dönemde derginin tasarımında da değişiklikler olmuş, kapağında daha kalın ve lak kaplamalı bir kuşe kâğıdı kullanılmıştır. Eski sayılarda siyah zemin Eylül 1991’de 50. sayısı ile birlikte AFSAD “Fotograf” dergisi yeniden yayınlanmaya başladı. AFSAD’ın bu yayını sürdürmedeki ısrarında, fotoğraf çevresinden gelen isteklerle birlikte, iletişim alanında yaşanan hareketli bir dönemin de etkisi olmuştur. Os m a n Ü r p e r göre değişerek iki ayda bir yayımlanması düşünülmüş, ancak bu iki aylık periyodu 54. sayıya kadar düzenli olarak devam etmiştir. Bu sayıdan, derginin bu döneminin son sayısı olan 57. sayıya kadar, üç sayıda dergi ancak altı ayda bir yayımlanabilmiştir. Tarihçe engellemiştir. Derginin 49. sayısı, bu durum nedeniyle gecikerek ve sayfa sayısı yarıya düşerek yayımlanmıştır. Derginin son sayısında Abdullah Ersoy okuyucularına bu olayı şöyle duyurmaktadır. “Bu sayı ile birlikte karşımıza çıkan dağıtım sorunundan herhalde haberdarsınızdır. Türkiye’de yazılı basının dağıtım tekelini elinde bulunduran Gameda ve Hür Dağıtım Haziran ayında bayilere gönderdikleri bir duyuru ile kendilerinin dağıtımını yaptıkları dergilerin dışındaki yayınların bayilerde satılmalarını yasakladılar. Basın yayın alanın-da Türkiye’de son yıllarda yaşanmakta olan tekelleşmeyi hızlandırmaya yönelik bu girişim aynı zamanda basın özgürlüğüne indirilmiş büyük bir darbe olarak görünüyor. Aslında bu dağıtım şirketleri bazı yayınların dağıtımını önlerken, bu yayınları kendileri de dağıtmaya yanaşmıyorlar. Çünkü her iki dağıtım şirketi de aylık asgari 10.000’lik bir dağıtım sınırı belirlemiş durumda. Bu sayıda basılmayan ya da bu sayı üzerinden dağıtım komisyonu ödemeyen yayınların okuyucuya ulaşması bu yolla engellemiş oluyor.” 39 Dört yıl ara verilen “Fotograf” dergisinin, fotoğraf çevresinin, yayına yeniden başlaması yönündeki talepleri, dergiyi derneğin gündeminden düşürmemiştir. Derginin bu döneminde genel yayın yönetmeni olan Tanju Akdeniz 50. sayıdaki sunu yazısında okurlarına çağrıda bulunarak “Fotograf’ın makyajını biz yapıyoruz, içeriğini de sizler belirleyeceksiniz. Sizlerden gelen görüş ve önerilerin ışığında Fotograf’a hep birlikte yön vereceğiz. Arada makinenizi bir kenara bırakıp kaleme sarılın. Fotoğraf üretenler olduğu kadar felsefesini yapanlara da gereksinimimiz var” demektedir. Bu çağrıda okurlarıyla bütünleşen bir dergi olabilme çabasının yanında, fotoğrafımızı daha düşünsel bir zemine oturtma çabası da yer almaktadır. “Fotograf” dergisinin üçüncü dönemi olarak adlandırabileceğimiz bu dönemde, derginin yayın süresi daha önceki dönemlere AFSAD Ocak - Şubat 2013 Os m a n Ü r p e r Tarihçe A 40 üzerine yerleştirilen kapak fotoğrafı bu dönemin son iki sayısında renkli bir zemin üzerine oturtulmuştur. Dergi boyutunda da küçük bir değişiklik yapılarak 20x27 cm ve ortalama 40 sayfa olarak yayımlanmıştır. Derginin içeriğinde yer alan reklamlarda bu dönemde artış olmuştur. Daha önceki dönemlerde ön kapak içi ve arka kapakta yer alan reklamlara, bu dönemde dergi sayfalarında da yer verilmiştir. Derginin devam edebilmesi için bir gereklilik olan reklamların sayısındaki bu artış, bazı okurları tarafından eleştirilmekle birlikte, reklamların dergi sayfaları arasında, uygun bir tasarımla, yazıları bölmeden, yazı ve bölüm sonlarına yerleştirilerek, dikkati dağıtmadan kullanılmasıyla, bu eleştirilerin önüne geçilmeye çalışılmıştır. “Fotograf” dergisi bu dönemde, özenli grafik tasarımı, kaliteli kuşe kâğıt kullanımı ve titiz baskısıyla daha kaliteli bir dergi kimliğine bürünmüştür. Derginin kaliteden ödün vermeyeceği, bu dönemin ilk sayısı olan 50. sayıda okurlarına duyurulmuştur. Derginin genel yayın yönetmeni Tanju Akdeniz bu sayıdaki sunuş yazısında “Siyah beyaz fotoğrafları ton zenginliğinden ödün vermeksizin basmanın zorlukları bilindiğinden siyah beyaz fotoğraf sayfaları “double tone” renk ayrımı yapılarak basıldı. Bir fotoğraf dergisinde fotoğraf kalitesinden ödün vermeyi hiçbir zaman kabullenemeyeceğimizden maliyeti üç-dört katına çıkarmasına karşın bu yöntemi uygulamaya gelecek sayılarda da sürdüreceğiz” demektedir. Bu kalite anlayışı sonucunda dergide yayımlanan fotoğrafların baskılarında kayıplar en aza indirgenmeye çalışılmıştır. Dergide bu anlayışın yanında, yine bu dönemde, matbaa ve baskı teknolojilerindeki gelişmelerin etkisiyle önceki dönemlere göre daha fazla renkli fotoğraf kullanılmıştır. “Fotograf” dergisinin içeriği, bu dönemde daha kapsamlı hale getirilmiştir. Daha önceki dönemlerde sürdürülen, bir yerli, bir de yabancı fotoğrafçı tanıtımı bu dönemde de aynı çizgide devam ettirilmiştir. Bunlara ek olarak, bu dönemde daha fazla teknik ve düşünsel yazılara yer verilmiştir. Dergide Türkiye’deki fotoğraf etkinliklerine ve fotoğraf alanındaki gelişmelere yer verilmiştir. Daha önceleri “Milliyet Sanat”, “Hürriyet Gösteri” gibi dergilerde yer alan fotoğraf tartışmaları, karşılıklı yanıtlar biçiminde “Fotograf” dergisinde de yer almaya başlamıştır. Bu tartışmalar, fotoğrafımıza belli bir dinamik katmakla birlikte, karşılıklı yanıtların kişisel tartışmalara dönüşmesi, okurlar arasında rahatsızlık duyulmasına yol açmıştır. Fotoğraf yayınlarının bu dönemde belirli bir artış göstermesi, bu yayınlara olan talebi ve ilgiyi daha da artırma düşüncesi, fotoğraf yayınlarının tanıtımında ve okuyucuya ulaşmasındaki güçlükler nedeniyle, dergi içeriğinde fotoğraf yayınlarını tanıtan yazılar da düzenli olarak yer almaya başlamıştır. Derginin böyle başarılı bir yayın çizgisine ve yayımlandığı dönemde Türkiye’nin tek fotoğraf dergisi olmasına karşın, yaşanan ekonomik güçlükler, derginin düzenli olarak çıkmasını engellemiştir. Dergiyi ekonomik olarak besleyecek olan reklamların, dergi sınırlı bir okuyucu kitlesine ulaştığı için, reklam verecek kuruluşlarca cazip olmadığı düşüncesiyle belirli bir düzene oturtulamaması ve Türkiye’de yeni yeni gelişen sponsorluk kavramının fotoğraf alanında tam olarak işlememesi, derginin yayın yaşamına düzenli olarak devam edebilmesini engellemiştir. Bunun yanında, derginin kaliteden ödün vermeyişi ve maliyetinin zaten yüksek olmasıyla birlikte, Türkiye’de sürekli yükselen enflasyonla, maliyetlerin her geçen gün daha da artması ve dergi satışlarının dağıtım şirketlerince belirlenmiş rakamların altında kalması nedeniyle, bu şirketlerce dağıtımının yapılmaması ve satışın sadece abonelik sistemine dayanması gibi ekonomik sorunlar, derginin yaşamını devam ettirmesini engellemiştir. 57. son sayısında okurlara duyurulan Kütüphaneler Genel Müdürlüğü’nün 300 dergilik aboneliği de derginin yaşamasına yetmemiş ve dergi bu sayıdan sonra yayın yaşamını üçüncü kez durdurmuştur. Bir dernek yayını olan ve kesintilere uğrayarak üç ayrı dönemde toplam 57 sayı olarak yayımlanan “Fotograf”, Türkiye’de en fazla sayıya ulaşan fotoğraf dergisi olarak, Türkiye fotoğrafına önemli bir katkıda bulunmuştur.4 Okurlarının desteği ve Türkiye’nin en köklü fotoğraf kuruluşlarından biri olan AFSAD’ın birikimiyle yayımlanan dergi, her döneminde ekonomik güçlükler nedeniyle zorlanmıştır. AFSAD üyelerinden oluşan gönüllü ve özverili bir kadro ile maddi bir beklenti olmadan, derneğin kendi sınırlı olanaklarıyla yayımlanan dergi, Türkiye fotoğrafçılarının birbiriyle iletişim kurmalarını sağlamıştır. Fotoğraf yayınlarında görülen boşluğu kapatma düşüncesiyle yayımlanan dergi, AFSAD’ın geleneksel sloganı “Fotoğrafta Ortaklaşa Çaba”nın ürünü olarak Türk fotoğrafına 57 sayı armağan etmiştir. Kaynakça: Fotoğraf Dergisi 1-57. Sayılar “Fotoğraf Sanatının Kitlelere Ulaşma Sorunu ve Yeni Adımlar” Fotoğraf dergisi, Kasım 1978, Sayı:1 2 Kemal Cengizkan, “Dünden Bugüne Afsad” Fotograf Dergisi, Mayıs 1987, Sayı 48, Sayfa: 31 3 Çerkes Karadağ ile yapılan 12 Şubat 2001 tarihli görüşme 4 Bu sayı Ant yayıncılık tarafından da halen yayımlanmakta olan Fotoğraf dergisi tarafından Ocak 2005’de yayımlanan 58. Sayısı ile egale edilmiştir. 1 Fotoğrafçının Zihni: Daha Başarılı Dijital Fotoğraflar İçin Yaratıcı Düşünme 1. Genel olarak tatmin edici bir görüntü oluşturmak. Bir görüntü temel teknik ve estetik kurallarına başkaldırsa bile, bunu bu kuralların bilincinde olarak yapmalıdır. 2. Uyarıcı ve kışkırtıcı olmak. Bir fotoğraf heyecan uyandırmıyor ya da dikkat çekmiyorsa, olsa olsa yeterli olabilir, daha fazlası değil. 3. Çok katmanlı olmak. Yüzeydeki grafik düzenin altında daha derin bir anlam da taşıyarak birden fazla katmanda işlev gören bir görüntü daha iyidir. İzleyiciler olarak keşfetmek hoşumuza gider. 4. Kültürel ortamla uyum içinde olmak. Fotoğrafçılık görsel açıdan günlük hayatımızın öyle büyük bir parçasıdır ki, doğası gereği günceldir. Çoğu kişi de bunun böyle olmasından ve fotoğrafçılığın, içinde bulunulan mekân ve zamanla ilgilenmesinden hoşlanır. 5. Bir fikir içermek. Her sanat eseri onu yaratırken AFSAD kullanılan fikirlerin derinliğini taşır. Bu görüntü sadece dikkat çekmekle kalmamalı, aynı zamanda ona bakanın hayalgücünü de çalıştırmalıdır. Kendi sanatsal ortamına sadık olmak. Sanat eleştirmenliğinde uzun süredir hâkim olan bu görüş, her sanat formunun kendi ortamının iyi olduğu yönleri keşfedip kullanmasını, diğer sanat formlarının taklidine başvurmamasını, başvuracaksa da bunu alaycı bir tutumda yapmamasını söyler.” (Giriş bölümünden) Michael Freeman’ın Fotoğrafçının Zihni (Daha Başarılı Dijital Fotoğraflar İçin Yaratıcı Düşünme) adlı kitabı Remzi Kitabevi tarafından yayınlanmış. Üç bölümden oluşuyor; Birinci bölümün başlığı Niyet. Bu bölümde “İnsanların çekmiş olduğunuz bir fotoğrafa dikkatini vermesini ve ondan keyif almasını istiyorsanız, o fotoğrafa bir göz atmaktan ötesini yapmaları için bir sebep sunmanız gerekir.” düşüncesinden hareketle bunun ayrıntıları veriliyor. İkinci bölümün başlığı Tarz. Bu başlık altında, insanların fotoğrafın sizin olduğununun ayırdına varabilmesi için yapmanız gerekenler anlatılırken çağdaş fotoğrafçılıktaki ana tarz şekilleri sıralanıyor. Üçüncü bölüm İşlem Süreci’nde ise bir fotoğrafın ortaya çıkarılması sırasında hem makinenin neler yapabileceği hem de makineyi kullanma şeklinizin bu süreci nasıl etkilediği örneklerle anlatılıyor. Ocak - Şubat 2013 Kitaplık “İyi bir fotoğraf nelere sahiptir? … Konuya geniş bir açıdan bakabilmek için bir adım geriye çekilirsek, iyi görüntülerin niteliklerini sıralamak o kadar da zor olmayacaktır. Ben altı maddelik bir liste oluşturdum. Buna sizin de ekleyecekleriniz olabilir ama bence eklenecek diğer maddeler, burada sıraladıklarımın altkümeleri olarak işlev göreceklerdir. Bütün iyi fotoğraflar, aşağıdaki özelliklerin hepsini olmasa da, çoğunu taşır: K.O.ntrast Michael Freeman 41