“Sağlam kafa, sağlam vücutta bulunur.“ Eflatun - Sesleniş
Transkript
“Sağlam kafa, sağlam vücutta bulunur.“ Eflatun - Sesleniş
Nisan 2016 Sayı: 28 ÜCRETSİZDİR DEĞER Aylık Kültür ve Yaşam Dergisi Ceza ve Tevkifevleri Genel Müdürlüğü Yayınıdır “Sağlam kafa, sağlam vücutta bulunur.“ Eflatun “Olmaya Devlet Cihanda Bir Nefes Sıhhat Gibi.” Kanunî Sultan Süleyman NİSAN/2016 Enis Yavuz YILDIRIM Ceza ve Tevkifevleri Genel Müdürü Ceza infaz kurumları kültürel ve etnik açıdan farklı, cinsiyete göre kapsamı değişen, sağlıkla ilgili tutum ve davranışları açısından değişken bireylerden oluşan kurumlardır. Kurumlarda bu farklılıkları ön plana alarak sağlık hizmetleri sunulmaktadır. Ceza infaz kurumlarında bulunan hükümlü ve tutukluların beden ruh sağlığının korunması ile muayene ve tedavi başta olmak üzere sağlık hizmetlerinden yararlandırılması devletin ve dolayısıyla ceza infaz kurumu idaresinin sorumluluğu altındadır. Bu bağlamda 5275 sayılı Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı Kanunun 6. maddesi ‘’Ceza infaz kurumlarında hükümlülerin yaşam hakları ile beden ve ruh bütünlüklerini korumak üzere her türlü koruyucu tedbirin alınması zorunludur’’ der. Bu madde de birey sağlığının korunması, geliştirilmesi ve sağlık düzeyinin yükseltilmesi hedeflenmiştir. 1986’da sağlığın teşviki ve geliştirilmesine yönelik dönüm noktalarından biri olan Ottawa sözleşmesinde, sağlığı geliştirmede hedef kurumlardan biri olan ceza infaz kurumlarına yer verilerek, ceza infaz kurumlarında bireyselliğin korunması, hastalık odalı risklerin azaltılması, sağlık eğitimi ve danışmanlık sağlanması, bulaşıcı hastalıkların azaltılması ve yasa dışı ilaç alımının önlenmesi amaçlanmıştır. Gerek kendi mevzuatımız gerekse uluslar arası sözleşmelerde bu durum detaylı olarak düzenlenmiştir. Bu bakımdan ülkemizde bu mevzuatlar çerçevesinde hükümlü - tutuklu vatandaşlarımız ve yabancılar için sağlık konusunda tüm çalışmalar titizlikle yürütülmektedir. Bu çalışmalar neticesinde ceza infaz kurumlarımız çağdaş ve değişen dünyaya örnek teşkil edecek duruma gelmiştir. Ceza infaz kurumları toplu olarak yaşanılan kurumlardır. Ceza infaz kurumlarında bireylerin bilincini artırmak amacıyla Sağlık Bakanlığı ve sivil toplum örgütleri ortaklığıyla sağlığın geliştirilmesi, bilgi sağlanması konusunda uzman hekimler ve akademisyenler tarafından sağlığa yönelik konferanslar düzenlenmesi gibi çalışmalar da yürütülmektedir. Ceza infaz kurumlarımızda sağlık konusuna çok önem verilmekte ve salgın hastalıklarla ilgili önlemler alınmakta ve planlı olarak sportif faaliyetler düzenlenerek hükümlü tutukluların katılımları sağlanmaktadır. Bilginin değerine her zaman önem verilirken, kurum kütüphanelerinde sağlıkla ilgili yayınlara yer verilmesi ve diğer imkanların bulunmasının yanında salgın hastalıklar ile ilgili konularda verilere rahatlıkla ulaşılarak, hükümlü tutukluların bu konularda bilgilendirilmesi sağlanmaktadır. Kişinin ruhsal, fiziksel ve sosyal anlamda tam bir iyilik hali olarak tanımlanan sağlık kavramı içerisinde kişilerin ruhsal sağlıklarının korunması ile ilgili olarak çalışmalar da yürütülmektedir. Hükümlü ve tutukluların beden ve ruh sağlığının korunması hastalıklarının tanısı için gereken ilk muayene ve tedavi hizmetleri öncelikli olarak bulunduğu ceza infaz kurumunda verilmektedir. İleri tetkik tedavi ve rehabilitasyon gereken hallerde hükümlü ve tutuklular devlet hastanelerine daha ileri sağlık hizmetleri gerekmesi halinde ise üniversite hastanelerine sevk edilmektedirler. Kurumlarda bu konuyla ilgili yürütülen çalışmalardan biri olan “Ceza İnfaz Kurumlarında Ruh Sağlığı ve Bağımlılık Tedavi Hizmetlerinin İyileştirilmesi Projesi” geliştirilerek Yapılandırılmış Ruhsal Değerlendirme ve Müdahale Programı (YARDM) oluşturulmuştur. YARDM ile ceza infaz kurumlarındaki ruh sağlığı problemleri olan hükümlü tutukluların personel tarafından erken dönemde tanınması ve psiko sosyal yardım ve sağlık servisi personelinin eğitimi amacıyla bir erken tanı ve değerlendirme sistemi oluşturulmuştur. Madde bağımlılığı ve ruh sağlığı problemleri olan hükümlü/ tutukluların tedavileri ve bu hükümlü/tutuklulara doğrudan iletişimi bulunan personelin eğitimi için yeni yaklaşım modelleri geliştirilmiştir. Personelin ruh sağlığı bozulmuş olan hükümlü - tutuklulara yönelik tutumlarını değiştirmek ve kendi ruh sağlıklarını desteklemek için ruh sağlığı problemleri hakkında farkındalıklarını arttırmak amacıyla geliştirilen programlar kurumlarda uygulanmaktadır. Her ne kadar bu çalışmalar yapılıyor olsa da önemli olan hükümlü ve tutukluların ceza infaz kurumlarında geçirdikleri süre boyunca sağlıklarının ‘’değer’’ini bilmesi ve ona göre davranmasıdır. Her işin başı sağlıktır. Sağlık olmadan diğer konular önemsiz veya ikinci planda kalmaktadır. İnsanlar en çok sağlığını kaybettiği zaman hayatın değerini anlar. Sağlığına kavuştuğunda da yine kıymetini bilmeden yaşamaya devam eder. Unutmayalım ki tüm bu çalışmaların gerçek hedefine ulaşabilmesi için kurumlarımızda sağlığının ‘’değer’’ini bilen ve kendilerine verilen ‘’değer’’in bilincinde olan bireylerin varlığı şarttır. Sadece maddi anlamda değil, manevi anlamda da sağlıklı olmak gerektiği gerçekliğiyle yola çıkarak her ay dergimizde işlediğimiz ‘’değer’’ler sizlerin manevi sağlığına da katkıda bulunmayı amaçlamaktadır. Hepinizin sağlıklı bir ömür geçirmesi ve yaşantınıza sağlıklı bireyler olarak devam etmeniz dileğiyle... BAŞYAZI 3 İçindekiler 36 Aylık Kültür ve Yaşam Dergisi Yıl: 3 Sayı: 28 Nisan 2016 Ceza ve Tevkifevleri Genel Müdürlüğü Yayınıdır Değer 16 YAYIN KURULU Ali YILDIZ Ceza ve Tevkifevleri Genel Müdür Yardımcısı Çelebi YILMAZ Faruk KARCI Ramazan GÜNŞAN Elçin Çakar TERZİOĞLU Emrullah ÖZGER Irmak ŞENEL Zümrüt ÖZKAN Beynun GÜNEY İslam AZAKLI Hakan ERDEM (Yayın Kurulu Başkanı) (Eğitim Daire Başkanı) (Tetkik Hâkimi) (Şube Müdürü) (Şube Müdürü) (Şube Müdürü) (Sosyal Çalışmacı) (Psikolog) (Psikolog) (Sosyal Çalışmacı) (Memur) 2 18 10 Editör Faruk KARCI Sahibi Ankara Açık Ceza İnfaz Kurumu Adına Necmi ACUN Katkı Sağlayanlar (Tetkik Hakimi) (Kurum Müdürü) Abdullah Tutgun - Ali Oktay Aydın Keçeci - Cevdet Tekin - Ejder Topal Ferhat Çeliker - İsa Tiyek - Ahmet Eser - Murat Namdar Hakan Yıldız - Mehmet Gökçe - Ramazan Sağır - Recep Güngör - Mustafa M. Ünlü - Özcan Gültekin Mehmet Varnalı - Ersin Kaya - Meltem Yamakoğlu Ülker Hatice Keleş - Nesil Sağın Küçük Nisan 2016 22 24 44 46 0 Matbaa-Baskı Şefi Salim KILIÇ Grafik Tasarım Yayın Türü Yerel Süreli Yayın Basım Tarihi: 06/06/2016 İletişim Baskı Ankara Açık Ceza İnfaz Kurumu Matbaası İstanbul Yolu 15.Km Hava Müzesi Karşısı Şaşmaz / Ankara Tel: (0312) 278 7610 Faks: 278 25 68 Abidin Daver Sk. 7/10 Çankaya -Ankara 0312 441 00 40 - 0533 616 23 18 Ceza ve Tevkifevleri Genel Müdürlüğü Konya Yolu No:70 06330 Beşevler/ANKARA Tel: 0312 204 1661 Faks: 223 43 91 e-posta: yetiskin.egitim@adalet.gov.tr Web: www.cte.adalet.gov.tr Sesleniş Gazetesinin ekidir EDİTÖRDEN Faruk KARCI - Tetkik Hakimi Adalet Bakanlığı Ceza ve Tevkifevleri Genel Müdürlüğü Sevgili Okurlar, bu ay sayımızda yaşamımızın olmazsa olmazı ‘’sağlık’’ konusunu ele alıyoruz. Öncelikle insanların sağlıklı bir yaşam sürebilmeleri için akıl ve ruh sağlıklarının yerinde olması gerekmektedir. Her insan hayatının bir döneminde yaralayıcı tecrübelerle, kayıplarla zorluklarla karşılaşıp, umutsuzluklar içinde çaresiz bir dönem yaşayabilir. İşte o gün düştüğü olumsuzluklardan en az yara alarak kurtulabilmek için sağlıklı düşünme yetisine sahip olabilmesi gerekir. Ceza infaz kurumlarında yaşamak en az hükümlü - tutuklular kadar, cezaevi personeli içinde görev alanı olarak zor bir yerdir. Yıllarca bu kurumlarda görev yaptığımızı düşünürsek, bu sürenin beden ve ruh sağlığımız açısından bize nasıl döneceğini belirlemek aslında elimizde olan bir durum. Kurumlarda sıklıkla yaşadığımız olumsuz durumları ya da karşılaştığımız olayları sürekli düşünüp olumsuz düşünce yapısını beynimize yerleştirmek, zamanla bedensel ve ruhsal sağlık problemleri olarak bize geri dönecektir. Bu yüzden olaylara pozitif yaklaşabilme yeteneğimizi geliştirmeliyiz. Bir insan nasıl düşünürse öyle yaşar hayatı. Bunun için önce kafamızda yer eden, takıntı haline getirdiğimiz, aslında önemsiz olan kişileri ve küçük şeylere üzülmeyi bırakmalıyız. Yaşantımızda sağlıklı düşünce yapısını beynimize yerleştirebilmemiz açısından sizlerle küçük bir hikayeyi paylaşmak istiyorum: Ahmet, çevresindekilerin çok sevdiği insanlardan biriydi. Keyfi her zaman yerindeydi. Her zaman söyleyecek olumlu bir şey bulurdu. Hatta bazen etrafındakileri çıldırtırdı bile, ‘Bu adam bu halde bile nasıl iyimser olabiliyor?’ diye. Birisi nasıl olduğunu sorsa ‘Bomba gibiyim.’ diye yanıt verirdi hep. ‘Bomba gibiyim’ Ahmet doğal bir motivasyoncuydu. Yanındaki insanlardan biri o gün, kötü bir gündeyse, Ahmet yanına koşar, duruma nasıl olumlu bakılacağını anlatırdı. Bu tarzı fena halde düşündürüyordu beni. Bir gün Ahmet’e gittim ‘Anlayamıyorum’ dedim. ‘Nasıl oluyor da her zaman, her koşulda bu kadar olumlu bir insan olabiliyorsun? Nasıl başarıyorsun bunu? ‘Her sabah kalktığımda kendi kendime Ahmet bugün iki seçimin var. Havan ya iyi olacak, ya da kötü derim. Her zaman havamın iyi olmasını seçerim. Kötü bir şey olduğunda yine iki seçimim var. Kabullenmek ya da ders almak. Ben başıma gelen kötü şeylerden ders almayı seçerim. Birisi bana bir şeyden şikayete geldiğinde, yine iki seçimim var. Şikayetini kabul etmek ya da ona hayatın olumlu yanlarını göstermek. Ben olumlu yanlarını göstermeyi seçerim. ‘Yok yahu’ diye dalga geçtim. ‘Bu kadar kolay yani’.. ‘Evet Kolay’ dedi Ah- met. ‘Hayat seçimlerden ibarettir. Her durumda bir seçim vardır. Sen her durumda nasıl davranacağını seçersin. Sen insanların senin tavrından nasıl etkileneceklerini seçersin. Sen havanın, tavrının iyi ya da kötü olmasını seçersin. Yani sen hayatını nasıl yaşayacağını seçersin.’ Ahmet’in sözleri beni oldukça etkilemişti. Onu uzun yıllar görmedim. Ama hayatımdaki talihsiz olaylara dövünmek yerine olumlu seçimler yaptığımda hep onu hatırladım. Yıllar sonra Ahmet’in başına çok talihsiz bir olay geldi. Ahmet ağır bir trafik kazası geçirmiş ve kaza esnasında, çarptığı araca ait metal bir parça vücuduna isabet etmişti. Ameliyatı 18 saat sürmüş, haftalarca yoğun bakımda kalmış, hatta yoğun bakımdan çıkması mucize eseriymiş. Ben onu olaydan altı ay sonra gördüm. ‘Nasılsın?’ diye sorduğumda ‘Bomba gibi sağlıklıyım’ dedi. ‘Bomba gibi’ ‘Olay sırasında neler hissettin Ahmet?’ dedim. ‘Yerde yatarken iki seçimim var diye düşündüm. Ya yaşamayı seçecektim ya da ölümü. Allah’a dua ederek yaşamayı seçtim.’ ‘Korkmadın mı? Şuurunu kaybetmedin mi?’ ‘Ambulansla gelen sağlık görevlileri harika insanlardı. Bana hep iyileşeceksin merak etme’ dediler. Ama acil servisin koridorlarında sedyemi hızla sürerken doktorların ve hemşirelerin yüzündeki ifadeyi görünce ilk defa korktum. Bu gözler bana ‘Bu adam ölmüş’ diyordu. ‘Bir şeyler yapmazsam, biraz sonra ölü bir adam olacaktım.’ ‘Ne yaptın?’ diye merakla sordum.’Bir hemşire yanıma yaklaştı ve bağırarak her hangi bir şeye ihtiyacım olup olmadığını sordu. ‘Evet’ diye yanıt verdim.’ ‘Var’ doktorlar ve hemşireler merakla sustular. Derin bir nefes alarak kendimi topladım ve bağırdım.’Şu lanet olası demir parçasını çıkarın bedenimden, metale alerjim varda!..’ Doktor ve hemşireler gülmeye başladılar. Tekrar bağırdım. Dua ettim. ‘Ben yaşamayı seçtim. Beni bir canlı gibi ameliyat edin. Otopsi yapar gibi değil.’ Ahmet, sadece doktorların büyük ustalıkları sayesinde değil, kendi olumlu tavrının da büyük katkısı ile yaşadı. Allah’a dua ederek yaşadı. Yaşaması bana yeni bir ders oldu. Her nerede yaşantımıza devam edersek edelim bu olaydaki karakter gibi her gün hayatımızı dolu dolu ve sağlıklı yaşamayı seçme şansımız olduğunu, her şeyin kendi seçimlerimize bağlı olduğunu ve Yaradanın her zaman yanımızda olduğunu asla unutmamalıyız. Bu yazıyı okudunuz. Şimdi iki seçiminiz var: 1. Unutup gitmek, 2. Yazıyı dikkate almak ve her zaman ‘BOMBA GİBİ SAĞLIKLIYIM’ demek! Allah’a emanet olun... NİSAN/2016 Okuyucularımızdan Teşekkür Mektupları e Değer dürüm v nları, ü M l e n e Çalışa Sayın G Kıymetli in in le hais g Der ir emek olu b in b için inesi d le bizler bilgi haz den büu b Öncelik n a ıl sarf e ulaştır , bizlere zenleyen, emek uz saygılarızırlanıp ü d sons üreten, şanlara r şeyiyle adeta lı a ç e dergiyi v e ylesi he i biz üklerim tün büy ekten bö dolu bu dergiy uç r e G . d gi rım mı suna l güzellikte, bil dığınız için tüm ue ır o t m ş i m la u giy k müke mlarına i bu der a başr u k le h e a c n m ö kader Daha okumay rüp sizinle. dergiyi e gö alarımız . Daha sonra ömrümd isinin k lı m ıl u y d muyor ten 50 r’’ derg a gerçek çok şeyi ‘’Değe k eksiklikd ım ığ d la bir irço ediğim ayede b s m e u n kanlıkla B e . r ğ ö l ve alış r derendim r a ğ h ö k e o d ç . Değe sayesin zleşmek ve bir duydum ımda, aile i yü in le ğ e r im e r g le ant azgeçme ra gelecek yaş v n ntımda a d rım eki yaşa şarır n son d a e d in ğ n is u r e e b rli D lum iç ızda ba gisinin Değe e ve top . Yayın hayatın lmasını ve d m im ü n e k z ır o t dü ey . i olacak , berrak ün Al orum ı bir yer eğinizin parlak r y . ı y l a im Selam r m e z ed la lec i, le se şmaya yü diler, ge mesini temenni i r la ı Ailes g la en say lü r sür kurak ibi yenid Hüküm nizi nice yılla uş g Hepi ışığında u ğ u h Durm urumu benim can buld niz in yatulla İnfaz K z A i a n z n ı e i C n r i e alı ini, diğ insa ipi Kap Fikirl nice r yeşerdiğ imize işle bizleri o’lu L T ş N 1 u i r ç a m İ iv Sil tut lik tekr yorum. imsel ıyor. i krar ve te irtmek ist şgörü, Bil yaklaştır Ala l . o nu be Saygı, H n biraz dah ediyorum k. r , ü i d e g l g a l r v n r ı ü Se r geçe uz teşekk lah’a ısma e h a ğ ışı ons . Al olsun nize s Hepi dımcınız r lah ya ümlü Hük Koca ı az apal Yılm E Tipi K ne mu üşha Kuru Güm za İnfaz Ce 7 YENİ SAYFA - OKUR MEKTUPLARI Anneler Günü K n i r e l utlu e n n A Ols n ü un t ü B 8 ÇOCUK NİSAN/2016 Öğretmen Zekeriya Gücer İlkokulunun katıldığı Bakırköy Kadın Kapalı Ceza İnfaz Kurumunda gerçekleşen annelerinin yanında kalan çocuklar için ‘’Anneler Günü’’ programında Deniz Seki sözü ve müziği kendisine ait olan, ‘’Çocuk Marşı’’ şarkısını bütün çocuklar için seslendirdi. “BÜTÜN ÇOCUKLAR ÇİÇEK’’ Bugün günlerden güneş Aylardan yıldız bugün Yıllardan en sevdiğim Her mevsim çiçek bugün Çünkü bütün çocuklar çiçek Çocuklar çiçek çiçek Bildiğim tek doğru şey Güzel günler gelecek Hükümlü Deniz SEKİ Bakırköy Kadın Kapalı Ceza İnfaz Kurumu 9 ÇOCUK ÖZ GÜVENLİ ÇOCUK YETİŞTİRMEK Eğer bir gün yolunuzu kaybederseniz bir çocuğun gözlerinin içine bakın çünkü bir çocuğun bir yetişkine öğretebileceği her zaman üç şey vardır: Nedensiz yere mutlu olmak, her zaman meşgul olabilecek bir şey bulmak ve elde etmek istediği şey için var gücüyle dayatmaktır. Diğer insanlara konuşurken rahat konuşamıyor musunuz? Söylemek istediğinizi rahatlıkla söyleyemiyor musunuz? Hayır diyemiyor musunuz? Sürekli kararsızlık yaşar mısınız? siniz? Kendinize yönelik olumsuz düşüncelere mi sahip- gösterirse bebekte güven duygusu gelişir. Bebek acıktığında, altını ıslattığında, ağladığında , ihtiyaçları hemen giderilirse sakinleşir, rahatlar ve etrafına güveneceğini anlar. Kendinizi Beceriksiz değersiz mi hissediyorsu- Bebekte bu durumlar karşılanmazsa güvensizlik duygusu nuz? gelişir. Bebek ihtiyaç duyduğunda birileri onun yanında olduğunu ve yardımcı olduğunu hissettiğinde güven duy Öz güveni düşük kişiler genellikle yukarıdaki so- gusu gelişir. Bu dönemde olumlu yaşantılar umut duyguruların çoğunluğuna evet deme eğilimindedirler. Çocuk sunu güçlendirirken, aksi durumda öz güvenden yoksun ailede yetişir ve ailenin desteğiyle çevrede şekillenir. Öz kişilik yapısı, kararsız, gergin, kaygılı karamsar ve kendine güven 0-2 yaş döneminde kazanılan bir kişiliğe yerleşen güveni olmayan kişilik özellikleri ortaya çıkar. bir duygudur. Öz güven özellikle 0-2 yaş aralığındaki çocuklarda kazanmasını beklenen bir duygudur . Çocuğun Örneğin; kalabalığın içinde rahat konuşmak, kenbakımını sağlayan kişi (anne ya da bakıcı) düzenli ve tutar- dini çekinmeden rahat ifade edebilmek, istemediği bir lı bir şekilde çocuğa davranırsa çocuğun öz güveni gelişir. söz ya da davranışa hayır diyebilmek öz güvenle ilgilidir. Bebek temel ihtiyaçları olan acıkma, ağlama, altını ıslatma Bebeklik döneminde öz güven duygusu kazanmış bir çogibi ihtiyaçları karşılanma düzeyine göre güven - güven- cuk, yetişkinlikte ayakları yere basan, kendine güvenen sizlik duygusunu kazanır. toplumda bir yer edinen herkes tarafından sevilen sayılan ve varlığıyla kendini kabul ettiren bir birey olur. Kendine Çocuk yaşamının ilk yıllarında annesine bağımlı- güvenen anneler babalar da öz güvenli nesiller yetiştiredır. Anne bebeğini yeterince besler, onu korur, ilgi, sevgi cektir. 10 ÇOCUK NİSAN/2016 Toplum olarak öğrendiğimiz bir takım olgular vardır ve bu düşünceler yanlış bile olsa anne ve babadan öğrenilerek nesilden nesile aktarılır. Bu yanlış düşünceler, çocuk her ağladığında kucağa alınmamalı, şımartmamalı, disiplin sağlamak için tutarsız ve katı cezalar verilmemeli. Örneğin; annenin hayır dediği bir olaya, babanın evet demesi çocukta karmaşaya ve kararsızlığa neden oluşturur. Çocuğun ruhsal ve fiziksel gelişimi için her bebeğin özellikle 0-2 yaş aralığındaki bebek ağladığında ihmal edilmemeli kucağa alınıp, sevgi ve ilgi gösterilmeli. Anne sıcaklığını alan bebek kendini güvende hissettiği için sakinleşir. Öncelikle çocuğun güvende olduğunu hissettirmeli, Cezaevinde annesinin yanında kalan çocuklarda ya da dışarıda kalan bu yaş grubundaki çocuklarınızın öz güvenini kazanması için neler yapmalıyız? Çocuk kendini güvende hissettiği ortamda güven duygusu gelişir. Çocuğa karşı her zaman düzenli tutarlı anne baba tutumu sergilemek. Çocuk çok yalnız bırakılmamalı, Temel ihtiyaçları yemek yedirme gibi ihtiyaçlarının yanında sevgi ve ilgi göstermeli , Çok sık kucağa alınıp, göz teması kurularak konuşulmalı, Çocuğun kendini değerli hissetmesi sağlanmalı, Cezalandırılmaktan kaçınılmalı. Sürekli cezalandırılan çocuk içselleştirerek güvensizlik korkulu şüphe duygusu gelişir. Nesil SAĞIN KÜÇÜK Sincan Kadın Kapalı Ceza İnfaz Kurumu 11 Psikolog ÇOCUK Anne-Babaların Unutmaması Gereken 8 Altın Kural Çocuğunuzu en doğru şekilde yetiştirmek için uğraşırken, çelişkide kaldığınız durumlar oluyor mu? Modern çağın çocuklarını en iyi şekilde yetiştirmek isteyen anne babaları basın, kitaplar, internet ve diğer kaynaklarda yüzlerce öneri ve teori ile karşı karşıya kalıyorlar. Bunlardan bir kısmını yaşamlarını kolaylaştıran ve ebeveynlik becerilerini destekleyen olumlu, kullanışlı bilgilere dönüştürürken, bir kısmı da kafalarının karışmasına neden oluyor. Aşağıda, zaman zaman bir ebeveyn olarak kendinize güveninizin zayıfladığını ya da kafanızın karıştığını hissettiğiniz dönemlerde başvurabileceğiniz ve çocukların en temel ihtiyaçlarını karşılamanızda size yardımcı olacak altın kurallar yer alıyor. 1- Çocuğunuzun en önemli istek ve ihtiyaçlarından biri ona zaman ayırmanızdır. Kısa, yoğun etkileşimler günlük rutinleri paylaşmanın yerini tutmaz. Bu nedenle, her gün kısa da olsa, sadece çocuğunuza ayıracağınız belirli sürelere ilave olarak, aile yaşamınızın günlük rutinlerini de çocuğunuzla paylaşmalısınız. Örneğin; çamaşırları makineye atmak, yıkanmış çamaşırları asmak, bulaşıkları yerleştirmek, yemek pişirirken, arabayı yıkarken, temizlik yaparken size yardımcı olması; birlikte alışverişe çıkmak, akraba, komşu ziyaretlerinde veya banka ya da postaneye giderken size eşlik etmesi, ailece yenen akşam yemekleri gibi. Ayrıca kaybedilen zamanı maddi şeylerle telafi edemeyeceğinizi unutmamalısınız. Para yerine koyulabilir, ancak zaman asla geri getirilemez. 2- Mükemmel olmaya çalışmayın. Anne-baba olarak elinizden gelenin en iyisini yapmaya gayret edin. Ancak kusurlarınız olabileceğini, zaman zaman hatalar yapabileceğinizi de kabul edin. 12 4- Konuşmaya başlamadan önce çocuğunuzu dinleyin. Konuştuğunuz konu ne olursa olsun, siz ne kadar çok dinlerseniz, çocuğunuz da size o kadar çok şey anlatır. Elbette bu da karşılıklı konuşmanızın çok daha etkili ve anlamlı olmasını sağlar. 5- Öz güven ruh sağlığının temel taşıdır. Çocuğunuz, yaşına uygun olmak kaydı ile kendi seçimlerini yapabilme ve kararlarını verebilme olanağını bulabilirse net ve sağlam bir öz güven duygusuna sahip olabilir. Örneğin, çocuğunuzun hatalı davranışlarını düzeltmeye çalışırken, ona iki doğru seçenek sunabilir ve bunlardan birini kendisinin tercih etmesine izin verebilirsiniz. 6- En etkin ceza, zamanında verilen, geçici olarak uygulanan ve çocuğun neyi, neden onaylamadığınızı anladığı cezalardır. Çocuğunuza doğru davranışları, sınırları ve kuralları öğrenmesi için ceza vermeyi gerekli gördüğünüz durumlarda, bu cezanın hatalı davranışla ilişkili ve orantılı bir ceza olması gerektiğini, cezanın amacının intikam almak ya da çocuğu üzmek değil, doğruyu anlamasına yardımcı olmak olduğunu, cezanın geçici bir süreyi kapsaması gerektiğini, çocuğunuzun hangi davranışını onaylamadığınızı ve beklentinizin ne olduğunu açık bir şekilde anlamasını sağlamayı kesinlikle ihmal etmemelisiniz. 7- Çocuğunuz size bir soru sorduğunda, konu ne olursa olsun basit ve güvenilir bir cevap verin. Çocuğunuzun mükemmel bir anne-babaya değil onu seven, koruyan ve kabul eden bir anne ile babaya ihtiyacı vardır. Ayrıca herkesin hata yapabileceğini ve hataları hoş görebilmeyi bilmek ve bu hataları birer öğrenme fırsatı olarak değerlendirebileceğini anlamak, çocuğunuza verebileceğiniz paha biçilmez bir yaşam dersi olacaktır. Ölüm, doğum ve benzeri zor konulardaki soruların uzun uzun açıklamalar gerektirdiğini düşünebilirsiniz. Ancak aslında çok fazla ayrıntı ve bilgi vermek bir varil suyu bir bardağa doldurmaya çalışmaya benzer. Açıktır ki bu tür bir yaklaşım da kaynakların israf olmasına ve alıcının yorulmasına neden olur. Çocuğunuzun yaşına ve gelişim düzeyine uygun kısa, net ve doğru bilgileri vermeniz her zaman için yeterli olacaktır. 3- Çocuğunuz için söylediklerinizden çok yaptıklarınız anlam taşır. 8- Yaşadığınız çevreye saygı göstermeyi günlük yaşamınızın önemli bir parçası haline getirin. Uzun konuşmalar ve nasihatler nadiren akılda yer eder, oysa davranışlarınız etkili, net mesajlar verir. Örneğin çocuğunuzun dürüst ve şefkatli bir insan olmasını istiyorsanız, öncelikle siz dürüst ve şefkatli davranan biri olmalısınız. AİLE Siz kısıtlı kaynaklarımızı özenli ve doğru kullanırsanız, çocuğunuz da bunu öğrenecektir. Elbette ki bu da onun sağlıklı, mutlu ve uzun bir yaşam sürmesine katkıda bulunacaktır. www.aile.org NİSAN/2016 İnternetten Alışveriş Güvenliği İnternet hayatımızın artık vazgeçilmez ögelerinden biri olmakla beraber, alışverişin de sıkça yapıldığı bir yer olarak dikkat çekmektedir. Ceza İnfaz Kurumu personeli arkadaşlarımızın da internet aracılığıyla çeşitli dolandırıcılıklara maruz kaldığını görmekteyiz. Bu yazımızda interneti güvenli olarak nasıl kullanırız sorusunun cevaplarına ulaşabilir ve güvenli alışverişle mağdur olmadan interneti kullanabilirsiniz. İnternetten Alışveriş Güvenliği Her yeni güne yeni bir e-ticaret sitesiyle uyandığımız ülkemizde ilk e-ticaret sitesi örneklerine 1991 yılı itibari ile tanışmaya başladık. Aradan geçen yıllara rağmen internet kullanıcılarının aklında hala belli başlı sorular tekrarlanmaktadır. İnternet kullanıcıları e-ticaretin, diğer bir söyleyişle çevrim içi alışverişin ne kadar güvenli olduğu hakkında gerekli bilgiye sahip değil. Ticaret kanununda kullanıcıları koruyan maddelerin olmasına rağmen, çevrim içi alışverişte dolandırılır mıyım? Kişisel bilgilerim ya da kredi kartı bilgilerim çalınır mı? gibi sorular kullanıcıların internetten alışveriş yapmaktan kaçınmasına sebep olmaktadır. Öncelikle söylemeliyiz ki çevrim içi alışverişte her zaman için bir risk vardır. Bu risklerin ne olduğu ve korunma yollarını açıklamaya çalışacağız. Kredi Kartınız Sanal Alışverişe Açık mı? Her bankanın farklı özelliklere ve avantajlara sahip birçok kredi kartı bulunmaktadır. Kredi kartları çeşitlilik gösterse de her kartın sanal alışveriş limitini (Mail Order) belirleme ve tamamen kapatma imkânınız vardır. Online alışveriş yapmadığınız zamanlarda sanal alışveriş özelliğini tamamen kapatmakta fayda var. Çünkü sanal alışverişe açık olan bir kartınızdan kötü niyetli kişilerin para çekmesi için illa internetten işlem yapmanıza gerek yok. Kartı kaybetmeniz ya da üstündeki bilgilerin bir şekilde elde edilmesi durumunda karttan para çekmek çok kolay olacaktır. Alışveriş yapacağınızda harcayacağınız miktar kadar limit açarak işlemlerinizi yaparsanız riski en aza indirmiş oluruz. Tarayıcınız Son Sürüm Olsun Tarayıcı yazılımlarının üretici firmaları yeni çıkan kötücül tehditlere karşı ürünlerini kısa aralıklarla güncelleyip güvenlik açıklarını kapatmaktadır. Tarayıcımızı güncel tutmamız çevrim içi güvenliğimizi artıracaktır. Alışveriş Yaptığınız Sitenin SSL Kullandığından Emin Olun SSL, internet üzerinden veri iletiminin güvenliğini sağlamak amacıyla geliştirilmiş bir teknolojidir. SSL kullanan sitelerde kullanıcı ile site arasından gidip gelen veriler şifrelenerek, başkalarının eline geçmesi engellenmiş olur. Alışveriş yaptığınız sitelerde SSL özelliği olup olmadığını kontrol etmeniz yararınıza olacaktır. Teslimatta Ödeme Yöntemini Kullanın Kredi kartınız yoksa ya da kullanmak istemiyorsanız çoğu e-ticaret sitesi ödeme seçeneği olarak ‘kapıda ödeme’ yöntemini kullanmaktadır. Kapıda ödemede ürünü kontrol ettikten sonra kargo görevlisine ödeme yapabilir veya iade edebilirsiniz. Bilindik Sitelerden Alışveriş Yapın Çevrim içi alışverişte kullandığımız siteler önem teşkil etmekte. Tanınan ün yapmış siteler hem sipariş esnasında hem de sipariş sonrası size gerekli desteği kanunlara göre sağlayıp sizi mağdur etmeyecektir. Ersin Kaya Konya E Tipi Ceza İnfaz Kurumu İnfaz ve Koruma Memuru BİLİM 13 ELLERİNİZİN HASTALIK KORUMA KALKANI MI O Mehmet GÖKCE Geleneksel kültürümüzde temizlik iç ve dış olmak üzere iki yönüyle ele alınır. Dış temizlikle; bedenimizin, giysilerimizin, çevremizin kirden, iç temizlik ile de kalbimizi kötü duygu ve düşüncelerden arındırırız. Ruh ve beden temizliği, kendi sağlımızın yanında aynı zamanda toplum ve çevre sağlığı açısından da çok önemlidir. Uzuvlarımız arasında en çok ellerimiz kullanıldığından dolayı cisimlerle en çok temas eden de ellerimiz olmaktadır. Bunun neticesinde bakteriler en çok el teması yoluyla bulaşıyor. Yapılan bir araştırma sonucunda, ellerin her santimetre karesinde 4-6 bin zararlı mikroorganizmanın bulunduğu tespit edilmiştir. Bu mikroorganizmalar; ellerimiz vasıtasıyla solunum ve/veya yiyecek içeceklerle birlikte bize bulaşmaktadır. Uzmanlar önleyici tedbirleri sayarken bunların içinden kolay ve en etkili olanının bilinçli bir şekilde elleri düzenli olarak sabunla yıkamak olduğunu belirtmektedirler. Özellikle kış aylarında toplu taşım araçlarında, hasta kişilerin dokunduğu yerlere temas sonucu geçebilecek hastalıklardan, düzenli el yıkama alışkanlığı sayesinde korunmak mümkün. El hijyeninde amaç zararlı mikropları uzaklaştırmaktır. Sadece su ile yapılan temizlik göz ile görünür, kir uzaklaştırılmakta fakat etkili bir hijyen sağlanamamaktadır. Tam bir temizlik için su ile birlikte sabun kullanılması gerekmektedir. Özellikle toplu bulunulan yerlerde sıvı sabun tercih edilmelidir. 14 KAPAK KONUSU Eller Nasıl Yıkanmalı? • Eller ılık su ile ıslatılır, sabun ellerin tüm yüze- yine dağıtılır ve iyice köpürtülür. • Bilekler, avuç içleri, parmaklar, parmak araları, el sırtı ve tırnak içleri en az 30 saniye kuvvetlice ovulur. • Eller iyice durulanır. • Özellikle halka açık ve toplu yerlerde tek kullanımlık havlu kağıt ile eller kurulanır. • Kurulamada kullanılan kağıt havlu ile musluk kapatılır ve çöp kutusuna atılır. Türkiye’de El Yıkama Alışkanlığı Yüksek Dünya Sağlık Örgütünün (WHO) bir araştırmasına göre dünyada su, temizlik ve hijyen kaynaklı hastalıklara önlem olarak sadece sabunla ellerin yıkanması sonucunda hastalıkların önlenebileceği, her yıl 650 bin hayatın kurtarılabileceği tahmin ediliyor. Bu sebeple, Birleşmiş Milletler Çocuklara Yardım Fonu (UNICEF) el yıkamanın önemini vurgulamak için 2008 yılında 15 Ekim’i “Dünya El Yıkama Günü” olarak kabul etti. Araştırma şirketi BAREM, global ortağı WIN/ Gallup International ile birlikte UNICEF tarafından ilan edilen 15 Ekim Dünya El Yıkama günü için tüm dünyada el yıkama alışkanlıklarını araştırdı. Araştırma kapsamında katılımcılara “Tuvalete gittikten sonra ellerimi sabunla yıkamak NİSAN/2016 K VİZESİ Mİ YOKSA BİR OLMASINI İSTERSİNİZ? otomatik olarak yaptığım bir şey” ifadesine ne kadar katıldıkları soruldu, yanıt verenlerin yüzde 94’ü katılıyorum, %4’ü kısmen katılıyorum cevabı verdi. Bu alışkanlığa erkekler ve kadınlar benzer oranlarda sahip iken, tuvalet sonrası el yıkama konusunda bilinçlenmeye en çok ihtiyacı olan grubun öğrenciler olduğu görünüyor. Dünyada Tuvalet Sonrası Temizlik Kültürü El Yıkama Oranlarını Etkiliyor Belirtilen araştırmada; dünya nüfusunun 3’te 2’si tuvalete gittikten sonra sabun ve suyla el yıkama alışkanlığına sahip olduğu tespit edilmiştir. Dünya genelinde görüşülen kişilerin %65’i ellerini su ve sabunla yıkamanın alışkanlık olarak yaptıkları bir şey olduğuna katılırken, %26’sı bir dereceye kadar katıldığını, %8’i ise katılmadığını söyledi. Dünyada tuvalet sonrası su ve sabun ile el yıkama alışkanlığı en yüksek ülke Suudi Arabistan (%97) iken Çin (%23) ve Japonya (%30) bu alışkanlığın en düşük olduğu ülkeler. Avrupa’da bu anlamda en yüksek oran Türkiye’den (%94) sonra Yunanlılar (%85) en düşük oran ise Hollandalılar (%50) arasında görünüyor. Yapılan araştırma Müslüman ülkelerin dünya geneline göre bu alışkanlığa daha yüksek oranlarda sahip olduğunu gösteriyor. İslam dini mutlu, huzurlu ve sağlıklı yaşamın devamı için, bireylerin daima iç ve dış temizliğinin olmasını ister. Temizlik, Allah’ın bize Hz. Muhammed aracılığıyla verdiği öğütlerin başında gelmektedir. İlk vahiy:”Yaratan Rabbinin adıyla oku!”dan sonra ikinci vahiy: -“Ey Peygamber! Kalk, insanları uyar, Rabbini yücelt, kendini arındır, elbiseni tertemiz tut, kötü şeyleri terk et.” anlamındadır. Yine Kur’an-ı Kerim’in Tevbe Suresi 108. ayetinde Allah şöyle buyurmuştur:- ‘’Allah temizliğe dikkat edenleri sever.’’ Birçok önemli şahsiyet bu tür temizliğin önemini vurgulamıştır. Peygamber Efendimiz, “Temizlik imandandır.” diyerek mutlaka yapılması gereken farz ibadetler ölçüsünde ele almış ve öyle tavsiye etmiştir. Yine, “Allah temizdir temizliği sever”,” Temizlik imanın yarısıdır” sözleriyle de temizliğin önemini vurgulamıştır. Sonuç olarak her birey; bulunduğu, çalıştığı yeri, bedenini, elbisesini, evini, çevresini temiz tutmakla sorumludur. Sorumluluğumuzun bilincinde sağlıklı bir yaşam için temiz olmaya gayret etmemiz dileğiyle, sağlıcakla kalın... Kocaeli 2 No’lu F Tipi Ceza İnfaz Kurumu Öğretmeni KAPAK KONUSU 15 UYKU BOZUKLUKLARI VE UYKU HİJYENİ Cem TIĞRAK Yaşamımızın vazgeçilmez periyodik döngülerinden biri olan uykuyu, organizmanın çevreyle ilişkisinin çeşitli uyaranlarla geri döndürülebilir şekilde geçici olarak kaybolması şeklinde tanımlayabiliriz. Geri döndürülebilir bir bilinçsizlik hali olan uyku, sadece vücudun dinlendirildiği pasif bir süreç değil, vücudu yeniden yaşama hazırlayan aktif bir süreçtir. Uykuya neden ihtiyacımız olduğu ve uyku süreciyle ilgili iki temel varsayım bulunmaktadır. Bunlardan ilki ‘restoratif (yineleyici) teori’, bedenimizin ve zihnimizin ihtiyacı olan enerjiyi uyku sırasında depoladığı üzerine temellendirilmiştir. Diğer yandan ‘evrimsel teori’ ise uykuyu çevreye uyum sürecinin sonucu olarak edinilmiş bir özellik olarak açıklayarak, avlanmanın zor ve tehlikeli olduğu gece boyunca organizmaya gelecek zararların önlediğini savunmaktadır. Her iki teorinin de güçlü ve noksan yanları olmakla birlikte birbirini destekleyen ve tamamlayan yanlarının da olduğu görülmektedir. Bebekler günün yarısını uykuda geçirirken, yetişkinlikte bu süre 7-9 saate, yaşlılıkla birlikte ise 5-6 saate kadar indiği görülmektedir. Uykuya geçişle birlikte iki evreden söz edilebilir: Uyku sürecinin 1/4’ünü kapsayan, hızlı göz hareketlerinin bulunduğu REM evresi ve 3/4’ünü kapsayan NREM evresi. NREM-REM döngüsünün ortalama süresi 90-100 dakika olmakla birlikte yetişkin bir insanın uykusunda bu döngü 5-6 defa tekrarlanmaktadır. 16 Uyku ile ilgili sorunlar psikiyatrik hastalıklarda en yaygın olan yakınmalardan birisi olarak karşımıza çıkmakta ve bazen başka bir fiziksel ya da ruhsal bozukluğun belirtisi olarak bazen de tek başına ayrı bir hastalık olarak görülebilmektedir. Genellikle orta yaşlar ve yaşlılıkla birlikte ortaya çıkan uyku bozuklukları kadınlarda erkeklere oranla daha fazladır. Yapılan araştırmalarda uykusuzluk durumuyla birlikte psikomotor işlevlerde (dikkat, bellek, SAĞLIK konsantrasyon) bozulma, aile ve sosyal ilişkilerde olumsuzluk, akademik başarıda, yaşam kalitesinde ve üretkenlikte düşüş, kaza yapma riskinde artış olduğu bulunmuştur. Uyku bozukluklarının tespitinde polisomragrafi yöntemi kullanılarak uyku sürecinde vücudumuzda olan fizyolojik değişiklikler değerlendirilir ve kayıt altına alınır. Günümüzde uyku bozukluklarının tedavisinde genel olarak farmakoterapi (ilaç tedavisi), davranışsal teknikler (uyku günlüğü tutma, uyku hijyeni eğitimi vb.) ve ışık tedavisinin sıklıkla kullanıldığı görülmektedir. Uyku Hijyeni • Kendinize bir kalkış saati belirleyin ve hep bu saatte kalkmaya özen gösterin. • Sabah kalkınca yatakta geçirdiğiniz süreyi en aza indirin. • Gündüz saatlerinde kesinlikle uyumayın. • Tercihen gündüz ya da akşamüstü saatlerinde düzenli olarak spor ve egzersiz yapın. • Akşam saatlerinden itibaren alkol, nikotin (sigara, puro, pipo, nargile) kafein (kahve, enerji içecekleri) tein (çay) gibi uyarıcı içeren maddelerin alımını azaltın. • Akşam yemeğini hafif yemeye çalışın. • Çok aç ya da çok tok şekilde yatmayın. • Yatmadan önce aşırı sıvı alımından kaçının. • Uykunuz gelmeden yatağa girmeyin. NİSAN/2016 • Yatağı sadece uyumak için kullanın. duş alma, solunum ve gevşeme egzersizleri vb.) bulunun. • Uyku dışındaki aktivitelerinizi (kitap okuma, müzik dinleme, ders çalışma, televizyon izleme vb.) yatakta gerçekleştirmeyin. • Doktor tarafından önerilen uyku ilacınız varsa, ilacınızı yatmadan bir saat önce alın. • Yatacağınız ortam ses, ışık ve ısı bakımından uygun fiziksel koşullarda olmalı. • Alkol tüketimiyle birlikte uyku ilacını kullanmayın. • Aşırı sert ya da yumuşak yataklar tercih etmeyin. • Yatağa yattıktan sonra 20-25 dakika içerisinde uyuyamazsanız kendinizi uyumaya zorlamayın. Yataktan kalkın ve rahatlatıcı faaliyetlerde (ılık Uzm. Aile Danışmanı & Psikolog “Uyku, biyolojik ritmimizin bir parçası olarak günlük yaşamımızın üçte birini kapsar. Günlük uyku süresi alışkanlıklar ve genetik faktörlerin etkisiyle kişiden kişiye göre değişebilmektedir. ” 17 SAĞLIK BİR ASLAN ‘’MİYAV’’ DEDİ Kedi, şiirlere, şarkılara, edebiyata hatta farkında olmadan bilime ilham kaynağı olan canlılardandır. “Kediler doğanın başyapıtıdır” diyerek önemine vurgu yapmıştır Leonardo da Vinci. Antik kökenleri tam olarak bilinmese de evcil kedinin kökenleri en az 9.500 yıl öncesine, Orta doğu’da ziraatin başladığı dönemlere kadar gider. Güney Kıbrıs’ta bir insan iskeletinin yanında bulunan bir kedi iskeleti aynı döneme denk gelir. Çin’de bulunan yaklaşık 5.300 yıllık fosil kayıtlarına göre de günümüzün evcil kedisi cüssesinde kediler ziraatle uğraşılan bölgelerde tahılla beslenen kemirgenleri avlıyorlardı. Bu bulgulara dayanılarak kedilerin, zararlıları avlamaları için, çiftçiler tarafından beslendikleri veya varlıklarına müsaade edildiği düşünülür. 18 Tarihte kedileri en çok yüceltenler Mısırlılar olmuştur. Nil vadisinin eski insanları kediyi neşe ve müziğin, güzel şarkıların, kıvrak dansların temsilcisi kedi kafalı tanrıça Bastet’le özdeşleştirmişler. Eski Mısır’daki hemen her evde kedi beslenmiş. İnanışa göre bu güzel yaratık miyavladıkça evlerin içi tanrıçanın insanlara hediyesi sayılan neşeyle dolarmış. Eski Mısır’da kediye vuran, tekmeleyen, kötü davrananlar en ağır şekilde cezalandırılmışlar. Hele hele kedi öldürenler! Onların cezası da idammış. Tarihi kaynaklarda çok ilginç anlatılar var. İsa’dan sonraki devirlerde Romalılar’ın Mısır’a egemen oldukları sıralarda, İskenderiye sokaklarında dolaşan iki Romalı askerin önCANLILAR ALEMİ lerine çıkan, uğursuz saydıkları kara bir kediyi öldürmeleri üzerine, bütün bir mahalle halkı, Romalı askerleri linç edip, cesetlerini paramparça etmişler. Firavunlar döneminde kediye tekme vuranlar ağır cezalara çarptırılmışlar. Kedi öldürenler ise idam edilmişler. Tanrıça katına yükselen kediler bile var eski Mısır’da. Şaka bir yana, eski Mısır dilinde kedinin adı “Myeou” imiş. Herhalde, miyavlama kelimesi de oradan geliyor. Hz. Muhammed (s.a.v) hırkasının üzerinde kendinden geçmiş mışıl mışıl uyuyan kediyi rahatsız etmemek için hırkasının bir ucunu kesmeyi yeğlemiş. Kedilerin tarihine baktığımızda her zaman değerli bir konuma yerleştirilmese de olumlu ya da olumsuz, tüm zamanlarda dikkatleri üzerlerinde toplayan canlılardır. Zamanla Suriye, Arabistan ve Avrupa’ya yayılan kediler, her gittikleri yerde Mısır’daki kadar hoş karşılanmamışlardır. Özellikle Avrupa’da en fazla zulüm gören hayvanlar kediler olmuştur. Geçmişten günümüze dikkatleri toplayan bu canlılar bugün evlerimizde, mahallemizde, şehirlerde, köylerde, hemen her yerde hayatımızın içinde yer bulmaya devam etmektedir. Kedileri sevmeyen birçok kişiye rağmen büyük bir çoğunluğun yoğun bir ilgi ve sevgisini çekmeye devam etmektedir. Biliyorum hiçbir kedici, kedisi sağlığına iyi geldiğini düşünerek kedici olmamıştır. Ancak son yıllarda (ki her gün bir yenisi ekleniyor) yapılan bilimsel NİSAN/2016 Doç. Dr. İsmail Koçak (Kulak- Burun-Boğaz Uzmanı) insanların kedilerden benzer uyaranları aldıklarında bir rahatlama ve bir sevgi duygusu geliştirdiğini, kedilerin vücut ısılarının insanlarınkinden daha yüksek olduğunu, kedilerde ek olarak mırıldama hareketinin vücutta benzer duyguları uyandırdığı için insanlarda bir sevgi bağı hissettirdiğini, bunun da güven, bağlılık, sevgi, şefkat ve vicdan duygusunu arttırdığını ifade etmektedir. Bu açıdan bakıldığında kedi mırıltısının aynı zamanda stresi aldığını söylemek yanlış olmayacaktır. çalışmalar kedilerin tahmin edemeyeceğimiz düzeyde sağlığımızı olumlu etkilediğini gösteriyor. Bunlardan en ilgi çekici olanı mırlamanın etkisi. Birçoğumuzun anlam vermediği mırlama öyle faydalı bir şeymiş ki okudukça bana hak vereceksiniz. Vahşi, evcil tüm kedigiller familyası mırlama yeteneğine sahip. Bildiğiniz gibi mırlama ile beraber bir titreşimde meydana geliyor. Mırlama kedilerin gırtlaklarındaki kasların titreşimleri ile başlıyor. Buna tüm nefes yolundaki kaslar ve diyaframda eşlik ederek dakikalar süren senfoni başlıyor. Mırlama sonucu saniyede 20-50 arası titreşim (20-50 hertz) oluşuyor. Bu süreçte kediler normal nefes alıp vermeye devam edebiliyorlar. Bu ses frekansının olumlu etkileri olabileceği ile ilgili ilk araştırmaların başlangıcı 1950’li yıllara kadar uzanıyor. O yıllarda çok ciddiye alınmayan çalışmaların sonuçları günümüzde artık bilim insanlarınca tartışılmıyor. O günden bugüne kadar yapılan birçok araştırma, kedilerle bir arada yaşamının zihin ve beden sağlığı üzerinde birçok olumlu etki yaptığı şeklinde sonuçlanmıştır. Gelelim Mırlamanın Büyüleyici Etkisine… Kedi mırıldaması ile ilgili olarak Uzman Psikolog Saba Başoğlu da: “Kediler iletişim kurduğu varlıklara mırıldayarak, ‘Ben buradayım, iyiyim ve mutluyum’ mesajı verir. Genelde yalnız kaldığımızda ben buradayım, mutluyum diyen bir kişi olursa bu kendimizi iyi hissettirir. Dolayısıyla kişi güçsüz ve yalnız hissettiğinde kediyle ilişkisi varsa bu mırıltı kişiye iyi gelecektir” diyerek, biyolojik etkisine ek olarak psikolojik anlamda da önemli bir etki yarattığına vurgu yapmaktadır. Psikiyatrist Dr. Sabri Yurdakul da kedi mırlamasının rahatlatıcı etkisinin düşük frekansta devamlı bir uğultu olmasından kaynaklandığını, insanın yapı olarak süreğen ve düşük dozda uğultularla sakinleştiğini, bunun nedeninin de anne karnındaki ortamın sakinleştirici etkisini hatırlatmasından kaynaklandığını belirtmektedir. Sakin ve düşük ses tonuyla konuşan insanların hipnotize edici düzeyde bizi sakinleştirmesinin nedeni de budur. Aynı durum kedilerle de yaşanmaktadır. Binlerce yıl önce insan yaşamına girmiş olan bu estetik ve gizemli hayvanlar bugün ise sevgi alışverişi yaptığımız ve yalnızlığımızı paylaşan arkadaş olarak insan yaşamında yerini almıştır. Meltem YAMAKOĞLU ÜLKER Eskişehir H Tipi Ceza İnfaz Kurumu Psikolog İngilizce “purr therapy” diye tanımlanan bu tedavi üzerine ilk önemli çalışma Amerika’dan. Uluslararası İletişim Araştırma Enstitüsünde yapılan çalışmalar sonucu kedilerin mırlayarak doğal bir iyileştirme yeteneğine sahip oldukları kanıtlanmıştır. Çeşitli nedenlerle yaralanmış sokak ve ev kedilerinde yapılan çalışmalarda, mırlamanın kedilerin kemik ve organları üzerinde iyileştirici özelliğe sahip olduğu anlaşılmıştır. Dr. Elizabeth Muggenthaler başkanlığında yürütülen çalışma sonucu kedilerin kendilerini mırlayarak tedavi ederken çıkardıkları seslere benzer frekansta (20-50 hertz) sese tabi tutulan insan kemiğinin de güçlendiğini saptanmıştır. Aynı çalışmada bu etkinin sadece kemiklerde değil kas, eklem, tendon ve bağ doku yaralanmalarında da başarılı olduğu görülmüştür. Bir diğer çalışma Fransa’dan. Çalışma sonucu kedi mırıltısının, kendimizi iyi hissetmemizi sağlayan serotonin, prolaktin ve oksitosin hormon düzeylerimizi artırdığı, stresle baş etmekte, hatta depresyona karşı savaşmakta bu hormonal değişikliklerin son derece yararlı olduğu bilimsel olarak ortaya konulmuştur. Veteriner Jean Yves Gauchet, “purr terapi”nin etkisinin kedinin göğüs kafesinin boyutuna bağlı olduğu ve genişledikçe stres giderici etkinin çoğaldığını saptamıştır. 19 CANLILAR ALEMİ BUNLARI BİLİYOR MUSUNUZ Haydan gelen huya gider atasözünün içinde Angut kuşu, eşi öldüğü zaman onun yanına gidip, kendisi de ölene kadar ondan gözlerini geçen ‘’Hay’’ ve ‘’Hu’’ Allah demektir. ayırmadan bakar. Sol kulağımız konuşulanları ve çözümlenecek Köpekler, kanser hastalarını koku yoluyla alproblemleri daha iyi duyarken, sağ kulağımız gılayabilirler. müzik ve ritimleri daha iyi duyar. Kollarınızı sağa ve sola açtığınızda iki uç nokYılan balığı ve vatoz 500-600 volta kadar çı- ta arasındaki mesafe boyunuzun uzunluğuna kan elektrik akımı taşırlar ve bunu düşman- eşittir. larına karşı kullanabilirler. Rusya’nın dörtte biri ormanlarla kaplıdır, bu Bebekler günde ortalama 200 defa gülümser. alan Türkiye’nin yüz ölçümüne eşittir. Kadınlar ortalama 62 defa, erkekler ise ortaYapılan bir deney sonucunda sigara içindeki lama 8 defa gülümsüyor. katran maddesinin bir farenin sırtına sürüldükten sonra, farenin sırtındaki o bölgede Kartalların gözlerinde iki retina vardır. İki kanser oluştuğu gözlemlendi. retinaya sahip olmak mükemmel derecede keskin bir görüş kabiliyeti sağlar. 1500 met- Sihirli sözcük olan ‘‘Abrakadabra’’ ilk olarak re yüksekten, otların arasında kamufle olmuş yüksek ateşli hastaların ateşlerini düşürmek fareyi çok rahat ayırt edebilir. için söylenmiştir. 20 BUNLARI BİLİYOR MUSUNUZ? NİSAN/2016 ERZİNCAN’A GİRDİM TÜRKÜSÜNÜN HİKAYESİ “Erzincan’a girdim ne güzel bağlar.” Erzincan Halk Türküleri içinde en çok sevilen uzun havadır. Güzel olduğu kadar da acı bir gerçeği dile getirir. Erzincan, yemyeşil beldelerimizden biridir. I. Dünya Savaşı yıllarında bu “güzel bağlar” da tıpkı o günkü Erzincanlılar gibi hüzünlüydü . Çünkü bu bağlar terk ediliyordu. Halen yaşlı Erzincanlıların hatıraları arasında kalan genç nesillerin 1916 yılında Ruslar Erzurum’u almış, Erzincan’a doğru ilerliyorlardı masal havası içinde dinledikleri “Muhacirlik”, binlerce Erzincanlının Anadolu içlerine göç etmesini ve aylar sonra Erzincan’a geri dönmesini hikaye eder. Bu türkü o acı hatıraların yaşandığı hüzünlü Erzincan’ı dile getirir. ERZİNCAN’A GİRDİM Erzincan’a girdim ne güzel bağlar Erzurum’a vardım dumanlı dağlar Elleri koynunda bir güzel ağlar Oy anam anam hallarım yaman Yüce dağ başında çadır açarım Nazlım seni buradan alıp kaçarım Kahve bulamazsam kenger içerim Oy anam anam hallarım ağlar Anama söyleyin lamba yakmasın Çuha şalvarıma uçkur takmasın Oğlum gelir diye yola bakmasın Oy anam anam hallarım yaman 21 BİR TÜRKÜ BİR HİKAYE FELSEFE BİR KAVRAM Hümanizm (İnsancılık) Nedir, Ne Demektir? ‘İnsancılık’ (hümanizm) terimi en genel anlamıyla insan aklını, etik ve adalet kavramlarını temele alan, batıl inanışları reddeden bir dünya görüşüdür. Bu seküler biçimiyle “hümanizm, çalışmalarda, felsefede ve pratikte insansal değerlere ve ilgilere odaklanan bir yaklaşımdır.” Bu yaklaşım anti-hümanist (insancı olmayan) her türlü kavram, düşünce ve uygulamayı dışlama yoluna gider. Yukarıdaki iki tanımı bütünleyen bir tanım da şudur: Hümanizm, tüm insanların değerli ve onurlu olduğunu öngören ahlak felsefelerinin genel bir kategorisini anlatan bir terimdir. Hümanizm, insan aklını, etik ve adalet kavramlarını temel alan, teorik ve pratik alanda insansal değer ve ilgilere odaklanan, tüm insanların değerli ve onurlu olduklarını öngören ahlak felsefelerinin genel bir kategorisini anlatan bir terimdir. Rönesans döneminde “hümanizm genelde kültür ve eğitim alanında akademisyenler, yazarlar ve kamusal liderler tarafından gerçekleştirilen her türlü yenileştirme reform etkinliklerini anlatan bir terimdir.” Özel anlamıyla hümanizm, Grek ve Latin dillerinin, kültürlerinin ve sanatlarının araştırılması esasına dayanan ve sonraları insan araştırmalarına odaklanan devrimsel Rönesans devinimi ya da yönelimidir. Yaratıcılıkta en üst sınırlara ulaşmış bu zengin kaynağı özümseyip, ardından yeni ufuklara yelken açmak amacı güdülmüştür. Araştırma ve keşif özellikle yazın ve felsefe örnekleri üzerinde yoğunlaşmıştır. Grekçeyi iyi bilmek gerektiği için Grek dili üzerindeki çalışmalara öncelik verilmiştir. Bu coşkulu ve dinamik arayışlar dönemi günümüze dek süregelen modern çağın şafağını oluşturmuştur. BİR AKIM Kuşkuculuk (Şüphecilik, Septisizm) Nedir? 22 Şüpheci filozoflar felsefe tarihinde, bilginin imkanından şüphe ederek önemli bir yer almışlardır. Bu şüphe, farklı sebeplerden kaynaklanmıştır. Mesela gündelik deneylerimiz, duyularımızın sık sık yanılgıya düştüğünü göstermiştir. Yine geçmişte kabul edilen bazı bilgilerin, bugün apaçık bir biçimde reddedildiği ve çürütüldüğü de bilinmektedir. Yine bilim tarihi, insanların geçmişte doğru FELSEFE olarak kabul ettikleri birçok bilimsel görüşün, bugün artık doğru kabul edilmediğini göstermektedir. Pascal, “Pirenelerin öte yanında (İspanya’da) doğru olan, bu yanında (Fransa’da) yanlıştır” derken bir başka şüphecilik kaynağına, farklı topluluk veya kültürlerin farklı “doğru” görüşlerine sahip olduğuna işaret etmiştir. İşte bütün bunlar, insanın bilgiye sahip olduğu iddiasının karşısına çıkan ve felsefe dilinde şüphecilik veya septiklik diye adlandırılan bir akımın doğmasına sebep olmuştur. Felsefenin kendisinde her zaman bizzat yapısından kaynaklanan ve “bir tavır olarak şüphecilik” diye adlandırabileceğimiz şüpheciliğin yanında, “yöntem olarak şüphecilik”, “deney dışı bilgiye ilişkin şüphecilik” ve “aşırı şüphecilik” diye ayırt edebileceğimiz şüphecilik türleri de vardır. NİSAN/2016 BİR NASİHAT Eflatun’a iki soru sormuşlar: Birincisi: İnsanoğlunun sizi en çok şaşırtan davranışları nelerdir? Eflatun tek tek sıralamış: “Çocukluktan sıkılırlar ve büyümek için acele ederler. Ne var ki çocukluklarını özlerler. Para kazanmak için sağlıklarını yitirirler. Ama sağlıklarını geri almak için para öderler. Yarından endişe ederken bu günü unuturlar. Dolayısıyla ne bu günü ne de yarını yaşarlar. Hiç ölmeyecekmiş gibi yaşarlar. Ancak hiç yaşamamış gibi ölürler.” Sıra gelmiş ikinci soruya: “Peki sen ne öneriyorsun?” Bilge yine sıralamış: “Kimseye kendinizi sevdirmeye kalkmayın. Yapılması gereken tek şey sadece kendinizi sevilmeye bırakmaktır. Önemli olan hayatta en çok şeye sahip olmak değil, en az şeye ihtiyaç duymaktır. Derleyen: Abdullah TUTGUN Maltepe 1 No’lu L Tipi Ceza İnfaz Kurumu Öğretmeni 23 FELSEFE FELSEFE ERZİNCAN Etrafı dağlık, ortası bağlık; havası sert, insanı mert, 24 ayar insanların yaşadığı canlar diyarı Erzincan... TARİHÇESİ Erzincan’ın İlk çağ tarihi hakkında bir bilgi bulunmamakla birlikte ikinci bin yıl da, bu yörede, Hurrilerin yaşadığını, ikinci bin yılın ilk yarısı başlarında da Hayaslılarla Azzilerin hüküm sürdüğünü kaydetmektedir. Doğu Anadolu’da kurulan ilk çağ devletlerinden biri de Urartulardır. M.Ö. 900 yıllarında kurulan Urartular’ın bıraktığı eserlere yapılan kazı çalışmalarında ulaşılmış ve bu bölgenin Urartular egemenliğinde olduğu kanıtlanmıştır. Erzincan ve yöresi, M.Ö. 612 yılında Urartular’ı yenerek Anadolu’yu istilaya başlayan Medlerin eline geçmiştir. Ayrıca, M.Ö 70 ‘de Romalılar ve Halife Hz. Osman (644-656) zamanında tarafından da ele geçirilmiştir. Fakat, Türklerin Anadolu’yu vatan edinmeleri genel kanaate göre Malazgirt (1071) zaferinden sonradır. Malazgirt zaferi kazanılınca Alparslan, Karasu ve Çatlı nehirleri vadilerinin fethine Mengücek Ahmet Gazi’yi görevlendirmiştir. Sultan Alparslan’ın komutanlarından olan Mengücek Ahmet Gazi, Erzincan, Kemah, Divriği ve Şebinkarahisar yörelerini hakimiyeti altına aldı.1228 tarihinde Selçuklu sultanı Alaaddin Keykubat Erzincan ve Kemah’ı işgal ederek Mengücek Beyliğine son verdi. Alaattin Keykubat’ın ölümü (1237) üzerine, yerine oğlu II. Gıyasettin Keyhüsrev geçti. Onun zamanında devlet Moğolların istilasına uğradı. 1240 tarihinde Erzurum’u işgal eden Moğollar Erzincan’ı geçerek 1243 tarihinde Kösedağ savaşında Anadolu Selçuklu Devletini hezimete uğrattı. Böylece Erzincan ve yöresi İlhanlıların eline geçti. 24 1455’de de, Akkoyunlu hükümdarı Uzun Hasan Erzincan’ı aldı. Kaleyi yeniden onardı. Yöre Fatih ile Uzun Hasan arasında çıkan Otlukbeli savaşına kadar (11 Ağustos 1473) Akkoyunların elinden kaldı. Bu savaştan sonra Osmanlıların denetimine geçti. 1502 tarihinde Safevi tahtına gecen Şah İsmail Erzincan’ı karargah yapmıştı. Anadolu’yu eline geçirmek isteyen Safeviler’e Yavuz Sultan Selim 23 Ağustos 1514’te Çaldıran Savaşıyla dur deyince, Erzincan tekrar Osmanlılar’ın yönetimine geçti. Birinci dünya savaşından 11 Temmuz 1916 tarihinde Ruslar tarafından şehir işgal edilmiş, bunu fırsat bilen ayrılıkçı Ermeniler’de silahlı birlikler oluşturarak faaliyete geçmişlerdir. 18 AraGEZİ lık 1917 de Sovyet hükümeti ile yapılan Erzincan Mütarekesi ile 11 Ocak 1918 de Rus askerleri bölgeden çekilmiş ancak, ermeni çeteleri bir çok kanlı olaya neden olmuştur. Kazım Kara Bekir komutasındaki askeri birlikler 13 Şubat 1918 de Erzincan’ı 22 Şubat 1918 de Tercan’ı ermeni silahlı güçlerinden kurtarmışlardır. Kurtuluş savaşında ve hareketli geçen Cumhuriyetin ilk yıllarında Erzincan halkı Büyük Atatürk’ün yanında olmuştur. Kentin adının Eriza veya Aziriz kelimelerinden geldiği, ilk önce Erziricin daha sonrada bugün ifade edildiği şekilde Erzincan’a dönüştüğü rivayet edilmektedir.1923 yılında kurulan Türkiye Cumhuriyeti’nin bir ili olan Erzincan, 1939’da şiddetli depreme maruz kalmış, şehir harabeye dönmüştür. Şehirde taş taş üstünde kalmamış, on binlerce insan hayatını kaybetmiştir. Depremden sonra demir yolundan yukarı yeni bir şehir inşaatına başlanarak bugünkü Erzincan şehri meydana getirilmiştir. COĞRAFİ YAPISI VE İKLİMİ Doğuda Erzurum, Batıda Sivas, Güneyde Tunceli, Güneydoğuda Bingöl, Güneybatıda Elazığ, Malatya, Kuzeyde Gümüşhane, Bayburt ve Kuzeybatıda Giresun illeri ile çevrilidir. Yüz ölçümü 11.903 km2 olup il merkezinin denizden yüksekliği 1.185 metredir. Erzincan’ın ilçeleri; Çayırlı, İliç, Kemah, Kemaliye, Otlukbeli, Refahiye, Tercan ve Üzümlü`dür. Erzincan birinci derecede deprem kuşağı üzerindedir. 1939 depreminden sonra şehir merkezi şimdiki yerinde yeniden kurulmuştur. En son önemli deprem 13 Mart 1992 tarihinde rihter ölçeğine göre 6,8 şiddetinde meydana gelmiş ve 657 kişi hayatını yitirmiştir. Erzincan, karasal iklim özelliğine sahiptir. Ancak, yüzey şekilleri, ovaları ve dağlarla çevrili olması yer yer değişik karakterli iklimlerin ortaya çıkmasına neden olmaktadır. Doğu Anadolu bölgesinde yer alan Elazığ ve Malatya dışındaki diğer tüm illerden daha ılıman bir iklimi vardır. NÜFUSU Erzincan nüfusu 2015 yılına göre 222.918’dir. Bu nüfus, 113.158 erkek ve 109.760 kadından oluşmaktadır. Yüzde olarak ise: %50,76 erkek, %49,24 kadındır. NİSAN/2016 EL SANATLARI BAKIR İŞLEMECİLİĞİ Erzincan’da bakır el sanatlarının başlangıcı çok eskiye dayanmaktadır. Dövme bakırcılık çok eski bir meslek olmasına rağmen, bakır işlemeciliğinin başlangıcı 1955-1960 yılları arasıdır. Bu yıllarda Erzincan’da çeyiz eşyaları satan birkaç esnafın dükkan vitrinlerinde bakır hamam tası, sabunluk bulunmakta iken hamam taslarının iyi satıldığı görülünce bunların seri imalatına başlanmıştır. Daha sonraki yıllarda bakırcılığın cazip hale gelmesiyle turistik bakır süs eşyalarının üretimine başlanmıştır. Çaydanlık, semaver, sürahi, vazo, tepsi, çay, kahve, zemzem takımları vs. süs kulanım eşyaları yapılmakta olup, bakırın boyanması ve işlenmesi ile yurt içi ve yurt dışına pazarlanması sağlanmıştır. 1955-1960 yılları arasında küçük atölyelerde işleme bakırcılığın başlaması ile Erzincan el sanatlarında cazibe merkezi olmuş ve 1970’li yıllarda bakırcılık altın çağını yaşamıştır. Yüzlerce ailenin geçim kaynağı olan bakırcılık sanatının parlak çağı fazla uzun sürmemiş yok olma durumuna gelmiştir. Ticari yönden parlak dönemi ise 19801985 yılları arasındadır. Ancak bu dönemdeki fazla sürüm ve fazla kazanma hırsı bakır işlemeciliğinin sanat değerini en alt seviyeye indirmiştir. Önceleri “Tekli” kalemle işlenen bakır, daha sonra makinelerle işlenmeye başlanmıştır. Bilgisiz kişilerin sektöre girmesiyle bilinçsizce ve sanat değeri olmayan bakır işleri üretilmeye başlanmış ve bundan da bakırcılık sanatı büyük ölçüde talep yetersizliği ile karşılaşmıştır. Üretimin yüzde 10’u yurt içinde, özellikle Ege ve Akdeniz Bölgeleri’ne, yüzde 90’ı ise yurt dışında A.B.D., İtalya, Finlandiya, Japonya, Almanya, Fransa gibi ülkelere pazarlanıyordu. Sanat değeri azaldığından önce yurt dışı, daha sonra da yurt içi pazarlar gün geçtikçe zayıfladı. Bu işten gelir sağlayanlar kendi sanatlarına kendileri değer vermeyerek başkalarının değer vermesini beklediler. Bugün bu bilince varan birkaç bakır işletmecisinin sabır ve üstün gayretleriyle Erzincan’ da bakır işlemeciliği azda olsa yapılmaktadır. GEZİLECEK YERLER Kemah Kalesi: Anadolu’nun en eski ve tabii kalelerinden biri olan Kemah Kalesinin kuruluşu, Hitit-Urar- tu dönemine kadar uzanmaktadır. Sarp kayalar üzerinde kurulu olan Kalenin, iç içe iki yapısı olup, çevresi surlarla çevrilidir. CAMİ TÜRBE VE KÜLLİYELER İlde yer alan Terzibaba Türbesi, Hıdır Abdal Sultan Türbesi ve Melik Gazi Türbesi görülmeye değer turistik çekim merkezleridir. Kemah ilçesindeki Gülabibey Cami günümüzde halen kullanılmaktadır. Mama Hatun Külliyesi: Tercan ilçesindedir. Saltukoğulları Hükümdarı II. İzzettin’in kızı olan Mama Hatun, Tercan’da Orta Çağ Türk mimarisinin en ilginç ve önemli eseri kervansaray, hamam, mescit ve kendi türbesinden oluşan büyük bir külliye inşa etmiştir. Otlukbeli Gölü: Otlukbeli Gölü’nün en önemli özelliği çanağının ve oluşumunun göl türleri içerisinde günümüze kadar bilinenlerin içerisinde dünyada tek tip oluşudur. Göl, bu özelliğinden dolayı doğal anıt olarak nitelendirilmektedir. Otlukbeli Gölü Erzurum Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kurulu kararı ile doğal sit alanı ilan edilerek, koruma altına alınmıştır. Girlevik Çağlayanı: Erzincan’ın 29 km güneydoğusunda Çağlayan Beldesi’nde bulunan şelale, doğal serinliği ve güzelliği ile ünlü bîr mesire yendir. Suyun kışın donmasıyla oluşan sarkıtlarda tırmanıcılık, yazın soğuk sularında serinleme imkanı sunan Girlevik Çağlayanı, birçok yerli ve yabancı turisti bölgeye çekmektedir. Ekşisu Mesire Alanı: Şehir Merkezine 11 km uzaklıkta eski Erzincan-Erzurum kara yolu üzerinde bulunmaktadır. Ekşisu, doğal maden suyunun çıktığı, geniş park alanlarının bulunduğu, yerli ve yabancı turistlerin en çok tercih ettiği Erzincan’ın en gözde mesire alanlarından biridir. TURİZM AKTİVİTELERİ RAFTİNG Rafting, Erzincan’da 1994 yılından itibaren Karasu (Fırat) Nehrinde yapılmaktadır. 1997’de Munzur Fırat Doğa Sporları Derneği’nin kurulması ile aktif olarak zen- 25 GEZİ gin malzeme ve rehber kadrosu ile hizmet vermektedir. 15 Mayıs 1999 yılında yaklaşık 100 kişilik bir sporcu grubunun katıldığı Erzincan 2000 Rafting Festivali yapılmıştır. Özellikle Mayıs ayında 6’lık ve 5’lik rapitler oldukça fazladır. Yollar üstü Mutu arasındaki parkurun uzunluğu 40 km. yi bulur. Mayıs ayından sonra suların azalmasıyla Sansa - Bağlar mevkinden (Erzincan - Erzurum Kara- yolu 55 km) Mutu’ya kadar 26 km’lik bir parkur vardır. Bir tane 5’lik, 3 tane 4’lük, 5 tane 3’lük, 1 tane 2’lik rapit oluşur. Parkurun diğer bir özelliği Erzincan-Erzurum kara ve demir yolunu takip etmesidir. Bu özellik dünyanın hiçbir yerinde yoktur. YAMAÇ PARAŞÜTÜ Termiklerin oldukça fazla olması coğrafi şartların mükemmelliği bu spor için Erzincan’ı birinci sıraya oturtmuştur. 1997 yılında başlayan bu spor 1998 de kurulan derneklerle daha hızlı bir gelişme kaydetmiştir. Yaylabaşı Munzur-Ata Doğa ve Hava Sporları Derneği yamaç paraşütü eğitim kursları açmış gayet başarılı olmuştur, halen Yaylabaşı beldesinde yurt içi ve yurt dışından gelen sporcular hem eğitimini almakta hem de bu sporu yapmaktadırlar. Keşiş ve Munzur Dağları 3200-3500 m bu sporun yapılmasına avantaj sağlar. Doğa Sporları için Erzincan eşsiz alternatifler sunar. TREAKİNG-DAĞCILIK VE KAMPÇILIK Erzincan coğrafyasının ve ikliminin ‘mükemmelliği bu sporları yapmaya çok müsaittir. “Erzincan Munzur Fırat Doğa Sporları Derneği”, “Erzincan Dağcılık Kayakçılık ve ihtisas Kulübü” (EDKİK) tecrübeli, eğitimli dağcıları rehberleri ve kayakçıları ile bu sporları aktif olarak yapmaktadır. Yaylabaşı Ardıçlı Gölü, Bayırbağdan başlayarak Yedigöller ve Aygır Gölü güzergahında treaking ve kaya tırmanışı, Esence, Yedigöller, Refahiye Dumanlı ormanlarında ve Bayırbağ Değirmen önü mevkinde kampçılık yapılmaktadır. CİRİT 26 Atlı Cirit Sporu günümüzde, Orta Asya ve Anadolu’da oynanmaktadır. Erzincan’da bilinen tarihi 19.yy. ortalarına dayanmaktadır. Erzincan’da faaliyet gösteren 2 adet Atlı İhtisas Spor Kulübü bulunmaktadır. Cirit Sporu; bir takım (alay) 7 kişi ve 7 at ile oynanır. 9 hakem yönetir, GEZİ iki devreli ve 70 dakikadır. Yapılan her hamle ve hareketin (+) veya (-) değeri vardır. Bu sporu yapabilmek için kulüp üyesi, 16 yaşından büyük lisanslı sporcu olmak gerekir. Cirit Sporunun özünde mertlik, çeviklik, uyanıklık ve diğer spor dallarında olmayan bağışlama vardır. ERZİNCAN ERGAN DAĞI KIŞ SPORLARI VE DOĞA TURİZMİ MERKEZİ Munzur Sıra Dağlarının eteklerinde bulunan, 3 bin 256 metre yüksekliğindeki Ergan Dağı, yaklaşık 12 km dikey uzunluğundaki kayak pisti ile kış turizminde önemli bir merkez haline gelmiştir. Ayrıca Erzincan eşsiz doğasıyla; Kayak, Dağ Kayağı, Snowboard, Snowkite, Snowpark, Kar Motosikleti, Kızak, Buz pateni, Buzul Tırmanışı gibi bir çok faaliyete ev sahipliği yapmaktadır. Ergan Dağının bir diğer önemli avantajı ise; Havaalanına olan yakınlığıdır. Havaalanına olan mesafesi on- on iki dakikadır. Kayak Merkezine çift şeritli, refüj aydınlatmalı ve bitümlü sıcak kaplama yol ile ulaşım sağlanmaktadır. Ergan Dağı Kış Sporları ve Doğa Turizmi alanında 2 etaptan oluşan telesiyej sistemi kuruludur. Ergan Dağı Kış Sporları ve Doğa Turizmi merkezinde 1 adet günübirlik konaklama tesisleri mevcuttur. Kayak alanına gelecek konuklar için Erzincan’ daki konaklama merkezleri hizmet vermektedir. Erzincan karayolu, havayolu ve demiryolu ulaşım imkanlarının tamamına sahiptir. SAĞLIK (KAPLICA) TURİZMİ Ekşisu (Böğert Maden Suyu): İl merkezine 11 km uzaklıktaki bölgede bulunan ve Ekşisu adı verilen Böğert maden suyu, sağlık yönünden oldukça önem taşımaktadır. Maden suyu; anemi, kara ciğer, mide, bağırsak ve safra yolları hastalıklarına iyi gelmektedir. Horhor Şifalı Havuz: Ekşisu kaynağının yakınında bulunan su, büyük bir oluktan kaynamaktadır. Miktarı dakikada 1 ton hesap edilmiştir. Özelliği, sodyum, magnezyum ve, kalsiyum hidrokarbonatı iyonları ile bu su, ekşisudan daha mües- NİSAN/2016 sir olup, mide bozukluktan, diyabet, çocukların yeme isteksizlikleri, karaciğer ve safra yolları hastalıktan tedavisi ve cilt hastalıklarına iyi gelmektedir. Bol miktarda kükürt içermektedir. Erzincan Ilıcası: Ekşisu yakınındaki kaplıca, 33 derecelik ısıya sahiptir. Su banyosu şeklinde kullanılan kaplıca suyu, cilt, romatizma, damar sertliği ve kalp hastalıklarına iyi gelmektedir. Ilıca 12 adet kapalı havuzu ile hizmet vermektedir. Daha sıcak bir kaplıca suyuna sahip olmak için sondaj çalışmaları devam etmektedir. YÖRESEL LEZZETLER VE ERZİNCAN MUTFAĞI Fırat nehrinin yukarısında yer alan ve bir çok medeniyete ev sahipliği yapmasının yanı sıra, tarihi ipek yolu güzergâhında yer alıyor olması, Erzincan’ın Anadolu’nun en eski kültür merkezlerinden biri olmasına katkı sağlamıştır. Soğuk iklimin hüküm sürdüğü Erzincan’da geçmişten günümüze mutfak kültürü de tarım ve hayvansal ürünlerle bezenmiştir. Bu nedenden dolayı şeker hastalarının da sıhhi olarak tüketebildiği, sağlık açısından birçok yararı bulunan bir meyvedir. 2001 yılında Erzincan’ın Üzümlü Belediyesinin Türk Patent Enstitüsüne müracaatı ile bu eşsiz üzüm “Cimin Üzümü” ismi ile tescillenerek belgesini almıştır. ERZİNCAN ÇORBASI (UN,KESME ÇORBASI) Malzemeler: 150 gr. erişte , 500 gr. Yoğurt, 1 yumurta, 6 bardak et suyu, 1 büyük kuru soğan, 1 büyük domates, 2 sivri biber, 4 diş sarımsak, 150 gr. Kıyma, 200 gr. Tereyağ, 1 yemek kaşığı salça, 1 tatlı kaşığı kırmızı biber, 1 tatlı kaşığı nane2 yemek kaşığı ince kıyılmış maydanoz, 2 yemek kaşığı ince kıyılmış dereotu, arzu edilirse 1 yemek kaşığı ince kıyılmış taze soğan Yapılışı: Kuru soğan, domates, sivri biber ince kıyılır. Bir tencerede tereyağın yarısı eritilir. Önce soğan biraz pembeleştirilir. Sonra domates, biber, salça ilave edilir. Biraz kavrulur. Et suyu ilave edilir. Kaynatılır. Yo- Kışa hazırlıkta hayvanların sütünün bol olduğu dönemlerde yapılan peynirler, küplere ve tulumlara, süzme yoğurtlar küplere basılarak, ağızlarına tereyağı dökülerek kapatılır. Çeşitli kavurmalar samanlara gömülür. Kavun, karpuz, tavanlara asılan hevenklerde saklanır. Yaz sonu meyveleri, kesmece, pestil, kavut unu, bastık, elma, armut, gahı, tamas yarması, dut yoğurtlaması, incir, tarhana, çiğit, kuru fasulye, nohut, barbunya, çeşitli turşular, pekmez, reçeller ve tahıllar özenle kilerlerini süsler. Erzincan tava leblebisi ve ülkemizin her yöresinde bilinen meşhur tulum peyniri Erzincan ekonomisinde önemli bir yere sahiptir. Erzincan tulumu ve cimin üzümü Türk Patent Enstitüsü’nden tescillenmiş tatlardır. Yolunuz düştüğünde lavaş ekmeği tulum peyniri ve cimin üzümünü mutlaka tatmanızı tavsiye ediyorum. Kendine has eşsiz tadıyla sofralık olarak talep görmekte olan Cimin Üzümü’nün mayhoş bir tadı bulunmakta ve içerisindeki şeker oranı sıfıra yakın olmaktadır. 27 GEZİ ğurt, yumurtayla çırpılır ilave edilir. Karıştırarak kaynatılır. Erişteler ilave edilir. Kıyma karabiber, tuz ve kırmızı biberle yoğrulur. Küçük yuvarlak köfteler yapılır. Kaynamakta olan çorbaya ilave edilir. Küçük bir tavada kalan tereyağ eritilir. Kıyılmış nane, dereotu, maydanoz, kırmızı biber ve taze soğan ilave edilip karıştırılır. Servisten önce çorbanın üzerine gezdirilir. SIRIN Malzemeler : 2 bardak un, 3 kaşık tereyağı , 1 bardak pekmez , tuz Yapılışı: Un ve tuz suyla hamur haline getirilir. Hamur yumurta büyüklüğünde bezelere ayrılır, bezeler kalın yuf- larını yuvarlayıp, oklava ile açın. Hamurun iki ucunu ortaya katlayın. 1 paket margarinde 6 su bardağı unu kavurun. 2 çorba kaşığı toz şekeri katıp, karıştırın. Hazırladığınız harcı katladığınız hamurların ortasına yayıp, katlayın. Elle bastırıp, hamuru açın. Rulo yapıp, kendi etrafında dolayın. Üzerine çırpılmış yumurta sarısı sürün ve 200 dereceli fırında üzeri kızarana dek pişirin. EKŞİLİ Malzemeler: 2 soğan, 2 çorba kaşığı margarin, 8 su bardağı su, 2 çorba kaşığı salça, 1 kase iri bulgur, Yarım su bardağı kurutulmuş erik ,5 taze soğan, Yarım demet dereotu ,2 yumurta, 250 gr. kavurma veya pişirilmiş kuşbaşı et, tuz ka halinde açılır. Yufkalar kızgın saç üzerinde pişirilir. Soğumasını önlemek için kalın bir bez içinde saklanır daha sonra , tereyağının eritilerek içine pekmez karıştırılmasıyla elde edilen karışım ile her iki tarafı yağlanır. Yağlanan yufka iki parmak genişliğinde katlanarak rulo haline getirilip, 2-3 cm kalınlığında kesilip tepsiye dizilir. Üzerine tekrar pekmezli tereyağı dökülür. ERZİNCAN KETESİ Malzemeler: 1 komposto kasesi margarin yada tereyağı , 2 su bardağı süt , 1 çorba kaşığı tepeleme kuru maya , 4 su bardağı un , Yarım çay bardağı ılık su , 1 tatlı kaşığı toz şeker , 1 tatlı kaşığı tuz , 1 adet yumurtanın sarısı İçi için: 250 gr. margarin (1 paket) ,6 su bardağı un 2 çorba kaşığı toz şeker 28 Yapılışı: Öncelikle yarım çay bardağı ılık suda kuru mayayı ve 1 tatlı kaşığı toz şekeri eritin. Margarin, süt, un, tuz ve eritilmiş kuru mayayla çok sert olmayan bir hamur hazırlayın. Hazırladığınız hamurun üzerini örtüp, 1 saat dinlendirin. Hamuru 12 parçaya bölün. Hamur parça GEZİ Yapılışı: Soğanı yağda pembeleşinceye kadar kavurup pişirilmiş kuşbaşı eti ya da kavurmayı ekleyin. Sekiz su bardağı su, tuz ve salça ilave edip kaynatın. Kaynayan karışıma bulgur ile kurutulmuş ekşi erikleri ilave edin ve pişirin. Ateşten indirmeye yakın ince kıyılmış taze soğan ve dereotunu ekleyin. Ocağı kapatın ve çorbanın içine iki yumurta kırarak karıştırın. GASEFE Malzemeler: 1/2 kg. kayısı kurusu (yarma), 2-3 çorba kaşığı tereyağı, 1 su bardağı iri çekilmiş ceviz içi Yapılışı: Kayısı kurusu bol su ile yıkanıp temizlenir. Bir tencerede üzerini örtecek kadar su konur, kayısı kuruları yumuşayıncaya kadar pişirilir. Ateşten alınarak dinlen- NİSAN/2016 meye bırakılır. Dinlenen kaysı süzgeçten süzülür, servis tabağına alınır. Üzerine tavada kızdırılmış tereyağı gezdirilir, iri kıyılmış cevizler üzerine serpildikten sonra servis yapılır. ERZİNCAN TULUM PEYNİRİ Ülkemizde geleneksel olarak farklı yörelerde değişik şekillerde tulum peyniri yapılmaktadır. En meşhur olan tulum peyniri Erzincan yöresine ait olandır. Tulum peyniri, yağsız koyun sütünden yapılmaktadır. Kullanılan süt çiğ olarak kullanılmaktadır. Tulum peynirinin konulduğu torba keçi derisinden yapılır ki, bunun peynire ayrı bir lezzet ve koku verdiği bilinmelidir. Said ŞENER Erzincan T Tipi Kapalı Ceza İnfaz Kurumu Öğretmeni 29 GEZİ 1 Washington’da ABD, Kanada, Norveç, Danimarka, Hollanda, Belçika, Lüksemburg, İngiltere, Fransa, Portekiz, İzlanda ve İtalya arasında imzalanan bir anlaşmayla, Kuzey Atlantik Paktı (NATO)’ nun 4 Nisan 1949 yılında kurulmasının üzerinden 67 sene geçti. Anadolu Ajansının Türk Kurtuluş Savaşı hakkındaki haberleri duyurmak amacıyla Mustafa Kemal Atatürk, Halide Edip Adıvar ve Yunus Nadi tarafından 6 Nisan 1920’de kurulmasının üzerinden 96 yıl geçti. 3 Cumhuriyet öncesinde yargı işleri din adamları tarafından görülürdü. Kadı adı verilen yargıçlar din kurallarına göre karar verirdi. Hukuk alanında yapılan değişiklikle eski mahkemeler kapatıldı. Şeriyye Mahkemelerinin 8 Nisan 1924 yılında kapatılmasının üzerinden 92 sene geçti. Rütbeleri polis memurluğundan başlayıp emniyet genel müdürlüğüne kadar uzanan, tüm il ve ilçelerde örgütlenmiş, sahil ve denizlerde görevi askeri polis olan Sahil Güvenlik, kırsalda ise görevini askeri polis olan jandarmaya bırakmış, kentte ise görevi kendisi yöneten iç güvenlikten sorumlu devlet teşkilatıdır. 10 Nisan 1845 tarihinde kurulmasının üzerinden 171 yıl geçti. 5 2 4 2003 yılında geçirdiği kaza ile tahrip olmasına kadar 120’den fazla uçuş yapan İlk Uzay Mekiği Colombia’nın 12 Nisan 1981 yılında fırlatılışının üzerinden 35 sene geçti Albert Einstein, İzafiyet Teorisini 11 Nisan 1905’de açıkladı. İzafiyet Teorisinin açıklanmasının üzerinden 111 yıl geçti. 30 KAÇ SENE GEÇTİ ? 6 NİSAN/2016 7 Çanakkale anıtı, 1915 yılında I. Dünya Savaşı sırasında Çanakkale Savaşları’nda hayatını kaybeden askerlerin anısına yaptırıldı. Temeli 19 Nisan 1954 tarihinde atılmış ve 21 Ağustos 1960 tarihinde ziyarete açılmıştır. Anıtın yapılmasının üzerinden 101 yıl geçti. 20 Nisan 1924’te yürürlüğe giren 1924 Anayasası, Teşkilât-ı Esasîye Kanunu’nu yürürlükten kaldırmıştır. Birkaç önemli değişiklikle (Altı ilkenin eklenmesi, devletin dininin İslam olduğuna dair ibarenin kaldırılması ve kadınlara milletvekili seçme ve seçilme hakkının verilmesi gibi) 1961’e dek yürürlükte kalmıştır. Kabul edilişinin üzerinden 92 sene geçti. 9 8 23 Nisan 1920’de Osmanlı Devleti’nin İtilaf Devletleri’nce işgali sırasında direniş gösteren Türk Milletinin oluşturduğu irade ile kurulan, (asli kurucu iktidar) ve yine bu iradenin sahibi olan Türk Milletinin anayasa ile verdiği yetki ile yasama görevi yapan Türkiye Cumhuriyeti anayasal devlet organıdır. TBMM’nin açılışının üzerinden 96 sene geçti. Anayasa Mahkemesinin kuruluşunda, kanunların ve Türkiye Büyük Millet Meclisi İç tüzükleri’nin Anayasa’ya şekil bakımından uygunluğunu denetleme görevi verilmiştir. Anayasa Mahkemesinin 22.04.1962 tarihinde kurulmasının üzerinden 54 sene geçti. 11 10 II. Dünya Savaşı sonucunda Almanya’nın yenilgisinin kesinleşmesi ve ümitsizliğin iyice artması üzerine 30 Nisan 1945’te Adolf Hitler Berlin’de eşi Eva Braun’la birlikte intihar ederler. Hitler’in intihar etmesinin üzerinden 71 yıl geçti. Adı daha sonra “Ho Chih Minh olarak değiştirilen Saygon kenti, Vietnamlı farklı görüşlülerin, Amerika tarafından desteklenen Güney Vietnamlılara karşı 30 Nisan 1975 yılında kazanılması ve sonucunda 3 Milyon Vietnamlı ve 58000 Amerikan askerinin ölümüne sebebiyet veren savaşın üzerinden 41 yıl geçti. 12 31 KAÇ SENE GEÇTİ ? BAĞIMLILIĞIN GİRDABI Hatice KELEŞ Bağımlılık genel olarak bireylerin ruhsal ve bedensel sağlığına ya da sosyal yaşamına zarar vermesine rağmen belirli bir eylemi tekrarlayıcı bir şekilde yapmaya yönelik önüne geçilemeyen bir istek duymalarıdır. Bağımlılıkta bir eksikliğin giderilmesi ve bu eksikliğin bireyde yarattığı gerginliğe bir son verme çabası vardır. Bireylerin yoksunluğunu hissettikleri bağımlılık nesneleri birbirinden farklı olsa da geliştirilen bağımlılık örüntüsü benzerlik göstermektedir. Kişiye bağlanma, paraya bağlanma, ya da maddeye bağlanma gibi durumlar aşırıya kaçtığında kişi bağımlılığa sürüklenebilmektedir. Çünkü bağımlılığın kendisi bir bağlanma sorunudur. Örneğin otoriter ebeveynlik stili ile çocuk yetiştiren anne ve babaların katı kurallar koyması ve koyulan kuralların sebeplerinin çocuğa aktarılmaması doğru bir yaklaşım değildir. Çocuğun bu kurallara uymadığında ya da bu kuralları eksiksiz yerine getiremediğinde sert bir şekilde cezalandırılması çocuğun öz güveninin düşmesine ve bağımlı kişilik gelişimi için riskli hale gelmesine neden olmaktadır. Böylece bu çocuklar ergenlikte akranlarına yetişkinlikte ise eşlerine bağımlı olan bireylere dönüşmektedir. Bu bireyler sevgi, ait olma ve takdir görme gibi ihtiyaçlarını gidermek için de genellikle kendisi için bilindik davranış örüntüsüne sahip olan ebeveyn gibi eş ve arkadaşlar bularak kendilerini bu insanlara hoşnut etmeye adarlar. Bağımlı oldukları kişiler kendilerini ne kadar üzerse üzsün yine de onlardan vazgeçmeyi göze alamazlar. 32 Bağımlılığın biyolojik yanına bakıldığında ise karşımıza birbiriyle ilişkili olan birçok beyin yapısı ve nörobiyolojik süreç çıkar. Bağımlılığın oluşumunda ele alınması gereken ve önemli bir süreç olan güdülenme kişinin duygu, düşünce ve davranışlarının önceliğini belirleyen şeydir. Güdülenmede önemli olan sinir hücreleri ve uzantıları vardır. Bu uzantılarda da önemli bir kimyasal taşıyıcı olan dopamin her ne kadar keyif ile ilişkili olduğu bilinse de asıl görevi duruma veya nesneye değerlilik atfetmek ve motiYENİ SAYFA - PSİKOLOJİ vasyon sağlamaktır. İnsanın kendisi için değerli ve önemli bulduğu davranışı yapma eğilimin fazla olduğu bilinmektedir. Yeme, içme, cinsellik gibi temel güdülerimizi deneyimlerken dopamin salgılarız. Ancak bağımlılıkta bu işleyiş bozulmaktadır. Örneğin madde ve alkol bağımlılığında yemek yediğimizde salgılanan dopaminden kat kat daha fazla dopamin salgılanmaktadır. Bu sebeple de alkol ya da madde bağımlılığı olan kişi için alkol veya madde yemekten bile daha önemli hale gelmektedir. Bağımlı olan kişinin davranış repertuvarı artık yoksunluğu hissedilen alkol ya da maddeyi bulma ve kullanmadan ibaret hale gelmeye başlar. Kişi ailesinden, arkadaşlarından ve sevdiklerinden uzaklaşmaya, izole yaşamaya başlar. Bir süre sonra da kişi artık alkol ve maddeyi kullansa da ilk kullandığındaki etkiyi elde edemez ve tolerans gerçekleşir. Yani artık aynı etki için daha fazla alkole ya da maddeye ihtiyaç vardır. Böylece işleyişi bozulan sistem her ne kadar tedavi NİSAN/2016 edilse de bağımlı olduğundan bir beyin hastalığına dönüşür. Kişi kontrolünü kaybederek, tedavi olmasını gerektirecek bir girdaba girer. Bağımlılık geliştiren kişilerin yalnızca kendi yaşamı değil ailesinin yaşamı da etkilenmektedir. Sosyal etkilerine bakıldığında bağımlı olan kişiler bağımlı oldukları nesne arayışına girdiklerinden ya da bağımlı olduğu davranışı tekrarlama döngüsüne girdiklerinden ailesini maddi ve manevi olarak ihmal etmektedirler. Genetik etkilerine bakıldığında ise alkolizm ve madde bağımlılığı olan kişilerin çocuklarının da bağımlı olma oranının, bağımlı olmayan kişilerin çocuklarına göre daha fazla olduğu bilgisi birçok araştırmayla desteklenmiştir. Örneğin; alkoliklerin yakın akrabalarına bakıldığında bu kişilerin alkolizm geliştirme oranının toplumun diğer kesimine göre 5 kat daha fazla olduğu gözlemlenmektedir. Hem genetik faktörler hem de sosyal öğrenme faktörleri düşünüldüğünde bağımlılığın sonraki kuşaklara aktarılma riski bulunmaktadır. Fiziksel ve psikolojik bağımlılığın yanında sosyal ve toplumsal değerler de kaybedilme ya da bozulma ile karşı karşıya kalmaktadır. Alkoliklerin ailelerine bakıldığında; dinsel, toplumsal, geleneksel bağlar, birlik ve beraberlik, sevgi ve saygı duygularının zayıfladığı görülür. Aile içindeki rol dağılımı ise çarpıktır. Eğer bağımlı olan kişi baba ise bu ailede baba yetersiz, edilgen; anne ise daha baskın ve egemendir. Baba ile ilişkiler kopukken anneye bağımlılık çok fazladır. Sağlıklı bir aile iletişimi olmadığından bu ailelerin aile içi eğitimi dayak, kırıcı sözler ve saldırganlığa dayalıdır. Bu sebeple de bu ailelerde aile içi çatışma, kavga, ayrı yaşama ve boşanma yaygındır. Böyle bir aile ortamında büyüyen gençlerde ise yıkıcı eğilimler, narsisizm, engellenme eşiğinde düşüklük, öz saygıda ve benlik değerindedüşüklük gözlemlenmektedir. Bağımlılıkta daima aşağıya doğru giden bir hayat kalitesi vardır. Bağımlı kişi kısa mutluluklarına ailesini, arkadaşlarını, yaşam enerjisini ve yaşama sevincini sığdıramaz. Kontrol elinden çıkmış ve beyin bağımlılık nesnesine ulaşmaktan başka bir şey düşünemez hale gelmiştir. Bu noktada artık kişinin iştahını, hevesini, umudunu, sosyal hayatını yeniden yapı landırması; kısacası yaşamına geri dönmesi için güçlü bir kararlılığa ve desteğe ihtiyacı vardır. Bağımlı kişi yaşadığı olumsuzluklar nedeniyle kendine ve bağlantı içinde olduğu kişilere karşı kırgınlık içindedir. Öfkesi, üzüntüsü, utancı ve kayıplarla dolu bir anı belleği vardır. Bu acı verici belleği düzenlemek ve temizlemenin bir yolu var: Anlatmak. Kişi anlatırken geçmişini bugünün beklenti ve düşünceleriyle anlatır. Geçmişteki kayıplarının hepsi telafi edilemese de yeni yaşantı ve deneyimlerle acı veren, kısıtlayan anılar yeniden işlenip umut aşılar. Yeni bir hayat için düzenlenmiş ve geride bırakılabilmiş bir geçmişe ihtiyaç vardır. Bağımlı olan kişilerin kayıplarının olduğu farkındalık kazanma ihtiyacı içinde oldukları ve kesin sonuç alınamayan bırakma girişimleri olduğu göz ardı edilmemeli. Bırakma girişimlerinin desteklenmesi ve takdir edilmesi iyi bir motivasyondur. Özellikle de ergenlik dönemindeki gençlerde akran ilişkileri önem kazandığından aile bağlarının korunması için ailenin ergenlik döneminin özelliklerini bilmesi ve gençlere gerekli desteğin verilmesi önemlidir. Bağımlılığı tedavi etmenin ilk koşulu bağımlı olduğunun kabul edilmesidir. Bunun için de bağımlı kişilerde olan direncin kırılması ve farkındalıklarının kazanılması için onları duygu ve düşüncelerin anlatmaya teşvik etmek, onları etkin olarak dinlemek, tedavi planı oluşturmada yardım etmek gereklidir. Bunların yanında kişinin bağımlı olduğu nesne ya da davranıştan vazgeçmesi zaman alabilir. Çünkü bağımlılık birçok davranış örüntüsünü içerdiğinden bu davranış zincirini kırmak için sabırlı olmak gerekmektedir. Bağımlılıkta genellikle bağımlı olduğu ortamını ve arkadaşlarını değiştirmesi gereklidir. Kişinin bu değişikliğe hazır olması, değişim motivasyonunun yüksek olması bu süreci kolaylaştıracaktır. Bu değişim sürecinde bağımlı olan kişilerin ve onlara yardım eden insanların sabırlı ve destekleyici bir yaklaşımı benimsemiş olmaları önemlidir. Zonguldak M Tipi Kapalı Ceza ve İnfaz Kurumu Psikolog YENİ SAYFA - PSİKOLOJİ 33 SÜPÜRGECİLİK El sanatları, toplumsal ve kültürel yaşam biçimlerinin, inanç sistemlerinin ve gereksinimlerin somut bir ifade biçimidir. Zaman içinde gelişerek çevre şartlarına uyum gösteren el sanatları, ortaya çıktığı toplumun duygularını, sanatsal beğenilerini ve kültürel özelliklerini yansıtır hale gelerek “geleneksel” olma niteliğini kazanmış, el sanatı üreticileri ustadan çırağa, babadan oğula bu geleneği aktarmıştır. Teknolojik gelişmeler, yabancılara ve yabancı mallara tanınan ayrıcalıklar, göçler, ihtiyaçların çeşitlenmesi, alışkanlıkların değişmesi, moda ve kullanılan ham maddelerin azalması ya da ortadan kalkması nedenleriyle bu el sanatlarının bir kısmı yok olmuş, bir kısmının da üretim biçimi ve işlevi değişmiştir. “Silip süpürmek, saçını süpürge etmek” gibi günlük yaşantımızda da kullandığımız birçok anlamlı benzetmeye örnek teşkil eden süpürge ve süpürgecilik gelişen teknoloji karşısında temizlik aracı olarak önemini yitirirken geleneksel bir sanat ürünü olarak değerini korumaya çalışan geleneksel el sanatlarımızdan birisidir. Kullanım eşyası olarak yapımı halen devam eden süpürgelerin yanı sıra nişan ve düğün geleneklerinde bir süs eşyası folklorik bir malzeme hatta batıl itikatlar sebebiyle olması gereken süpürgelerin aynalı veya süslü süpürge diye de anılan çeşitleri farklı ebatlarda ve aksesuarlarla, Türkiye’nin dört bir yanında hala rağbet görmektedir. Süpürge İle İlgili Adet ve Geleneklerimiz 34 Süpürge bir obje olarak evlenme geleneklerinde önemli yer tutar. Süpürgenin sapına kabara denilen iri başlı özel bir çivi çakıldığında süpürgeyi kullanan kişinin evlenmemiş bir kız olduğu ifade edilmiş olur. Bu tip bir süpürge evin kapısı dışına asıldığında evlenecek çağda kız bulunduğu belirtilmiş olur. Bunun diğer manası bu kız, evine dünürcü beklemektedir. Çeyiz eşyasını arasına konulan aynalı süpürgeler; uğuru, bereketi, huzur ve dirlik düzeni sağlayacağına inanılan bir obje olarak konur. Bu bakımdan aynalı süpürgeler, evlenen kızın çeyiz eşyaları arasındaki vazgeçilmez eşyalardan birisidir. KÜLTÜR SANAT Folklorik olarak kazandığı önemler sebebiyle de bu tip süpürgelerin üretimi devam ettiği gibi, süpürgeler minyatür şekillere de girmiş, turistik türündeki üretimi de yapılabilmektedir. Turistlere de hitap edebilecek şekillerde ve görsellikte süpürgeler üretmek çabasına girildiği de gözlemlenebilmektedir. Minyatür, süslü, bol renkli ve aksesuarlı süpürge şekilleri bu amaçlar ve arayışlar için yapılmaktadır. NİSAN/2016 Süpürgenin Sırası İle Yapılma İşlemleri Geleneksel süpürge üretiminde; tarladan toplanan süpürge telleri süpürge yapımına uygun uzunlukta kesilir. Tohumları ve yaprakları ayıklanıp demetler haline getirilerek üretici tarafından Borsada satışa çıkarılır. Üreticinin belirlediği fiyatlar üzerinden açık arttırma ile süpürge yapımcıları tarafından satın alınan süpürge telleri, yumuşak olması ve kükürdün kolay ıslanması için su ile ıslatılır. Islatılan teller küçük kapalı ve bir ocağı bulunan penceresiz bir odaya konarak kükürtle ağartılır. Ağartılan bu süpürge telleri “ayıklayıcı” diye anılan kişi tarafından bıçakla ayıklanır. Kalın, dolgun ve etli olanlar tepelik, ince ve cılız tellerde işlik olarak ayrılır. Kısa, kırık, koyu renkte düzgün olmayan teller ayıklanarak küçük el süpürgeleri ve top süpürge yapımında kullanılır. Teller “sarıcı”larca (taslakçı) temizlenir. 4-9 ya da daha çoğu bir araya getirilip yavru demetler yapılır. Bunların ikisi birleştirilir, pamuk ipliğiyle bağlanarak, süpürge taslağı oluşturulur. “Bağlayıcı”larca (tepeci) bu taslağın sapına 4-5 tel yerleştirilerek, tepelik yapılır. “Ayakcak” denilen ayak mengenesinden yararlanılarak sap, üç ya da daha çok yerinden galvanize telle bağlanır. Süpürge taslağına “el mengenesi” (falaka) yardımıyla süpürge biçimi verilir. Tokmakla vurularak bu biçim pekiştirilir. Üç ya da daha çok yerinden çuvaldızla dikilir ve böylece satışa sunulur. Adapazarı, Edirne, Eskişehir, Kayseri, Kırıkkale, Kırklareli ve Trabzon’da geleneksel süpürge üretimi halen devam etmektedir. Günümüzde geleneksel boyutlarından daha küçük yapılan süpürgelerle Edirne’de üretilen aynalı süpürgeler turistik eşya olarak pazarda yerini bulmaktadır. Derleyen: Mehmet GÖKCE Kocaeli 2 No’lu F Tipi Ceza İnfaz Kurumu Öğretmeni 35 KÜLTÜR SANAT Ceza ve Tevkifevleri Genel Müdürlüğünün yayınladığı Değer Dergisinin ‘’Sağlıklı Yaşam’’ değerinde bu ay ki konuğu Ahmet Maranki oldu. Marankiyle sağlık sektöründen şifali bitkilere, doğru ilaç kullanımından projelerine kadar birçok konuyu konuştuk. 1956 yılında İnebolu’da doğdu. Liseyi İstanbul’da bitiren Ahmet Maranki, ilk önce Tütün Eksperleri Yüksek Okulu’nu bitirip, 1976 yılında stajını tamamlayarak devlet görevine başladı. Sırasıyla 1981 yılında İstanbul Üniversitesi Orman Endüstri Mühendisliği’ni, 1986 yılında İstanbul Üniversitesi İktisat Fakültesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Sosyal Siyaset Bölümünde masterını, 1990 yılında aynı bölümün Sosyal Siyaset Çalışma Ekonomisi Endüstri İlişkileri alanında doktorasını tamamladı. 1991 yılında ABD’de mesleki alanda mahalli idareler, sosyal güvenlik sistemleri ve tarım alanında doktora üstü bilimsel çalışma ve araştırmalarda bulundu. Rusya’da 1998 yılında yaptığı çalışmalarda en başarılı yabancı bilim adamı seçildi. Halen İstanbul’da bitkisel besin destek ürünü faaliyetlerini yürüttüğü kozmik yaşam merkezi ve kozmik stratejik araştırmalar vakfında çalışmalarına devam etmektedir. Hocam bitkiler ile ilgili araştırma yapma düşüncesi sizde ilk olarak ne zaman oluşmaya başladı? Bitkiler ile ilk tanışmam Kastamonu İnebolu ilçesi Çamlıca köyünde köylü çocuğu olduğumdan ve bitkiler ile haşır neşir büyüdüğümden dolayı oldu. İlk bitki tecrübem küçükken bize yedirilen içirilen keten tohumu yağı oldu. Bugün sağlığımızı buna borçluyuz diyebilirim. Bitkiler ile araştırma yapma düşüncesi de tütün eksperi yüksek okuluna başladığım zaman oluşmaya başladı. Bitkiler ile ilgili araştırmalarımda “hayatımın dönüm noktası oldu” diyebileceğiniz bir an oldu mu? 90’lı yılların başında tarım çiftliklerinde doktora 36 üstü araştırmalar yapmak için resmi görevli olarak AmeriRÖPORTAJ ka’ya gittiğimde orada gördüm ki 5 kiloluk domates ve patatesler üretiliyor. Tabi bunlar GDO’lu çalışmalar ve ürünler. Gördüğüm bu dehşetten sonra Türkiye’ye döndüm ve kısa bir süre sonra araştırma yapmak ve bu kez resmi görevli olarak bitki genleri üzerine incelemede bulunmak için Rusya’ya görevlendirildim. Aynı dehşeti orada da gördüm. Bundan sonra bu işe ilgim daha da arttı gemileri yaktım ve 15 yıl boyunca çok büyük araştırmalar yaptım. Peki hocam, şu anda ülkemizde ya da yurt dışında devam eden bir çalışmanız var mı? Çalışmalarınız hakkında ne gibi geri dönüşler alıyorsunuz? Şu anda ben Türkiye Hollanda Sağlık Vakfı başkanıyım. Dünya bilim ve buluş adamları derneğimiz var. 11 ülkenin katılımı ile bu işi yapıyoruz ve genel sekreterliğini yürütüyorum. Ayrıca pek çok gönüllü kuruluşlar ile bu işleri yürütüyoruz. Yapmış olduğumuz çalışmalar yurt içi ve yurt dışında yoğun ilgi görüyor. Özellikle Amsterdam, Strasbourg ve Lyon’da çok daha fazla ilgi görüyoruz bu da bizi mutlu ediyor. Son 5 yıl içerisinde 1700’den fazla konferans verdik. Bu konferansların yaklaşık 1000 tanesi yurt dışında oldu. Günümüzde birçok insan çağımızın hastalığı olarak bilinen ‘’Obezite ve Kalp Damar hastalığı’’ ile mücadele etmektedir. Sizin bu hastalıklar için önerdiğiniz özel kürler var mı? Türkiye İstatistik kurumunun verilerine bakıldığında, ölüm oranı en yüksek olan hastalıklar kalp damar hastalıklarıdır. Bunun da en temel sebebi tüketilen rafine edilmiş gıdalardır. Yani ebter gıdalardır. Kalp damar ve kanser hastalıklarının bu kadar artmasının sebebi budur. Bu hastalıklardan korunmak için öncelikle ve acil olarak rafine edilmiş ebter gıdalardan uzak durmak gerek. Obe- zite için de kalp damar hastalıkları için de en önemli şey rafine edilmiş ebter gıdalardan uzak durmaktır. Bunları yapınca sizde büyük farkı göreceksiniz. NİSAN/2016 Yapmış olduğunuz iş toplum için şüphesiz büyük önem arz etmekte ve biraz önce dediğimiz gibi yakından takip edilmekte, bütün bunlar göz önüne alındığında mesleğiniz için “olmazsa olmaz” dediğiniz bir konu var mı? Evet çok güzel bir soru. Kesinlikle bu ülkenin kurtuluşu bugün Amerika, Avrupa, Rusya ve gelişmiş bütün dünya ülkelerinde uygulandığı gibi tamamlayıcı tıp yasasının altı doldurularak insanlarımızın hizmetine sunulmasıyla olur. Tamamlayıcı tıp yasası ile ‘’taşlarla terapi, bitkiler ile terapi, aromalar ile terapi ve tuzla terapi’’ gibi alternatif olan bütün bu metotların bilimsel alt yapısı oluşturularak, üniversitelerimizde de en kısa zamanda ders programları düzenlenip, bu işin uzmanları yetiştirilerek, işin ehli olmayan kişilerin elinden alınması gerekir. Bunun alt yapısı oluşturulurken de başta doktorlarımız olmak üzere bu işin duayenleri eğitici ve öğretici olarak görevlendirilmelidir. Hocam yapmış olduğunuz çalışmalar ve araştırmalar ülkemizde kamuoyu tarafından yakinen takip ediliyor. Biz de takipçilerimiz adına size sormak istiyoruz sağlıklı yaşamın altın kuralları nedir? Bunu kısa ve öz olarak şu şekilde sıralayabiliriz: “Sağlıklı düşün, sağlıklı beslen ve sağlıklı yaşa ömür uzamasa da kaliteli yaşamanın mümkün olduğunu göreceksiniz. Bunun yanında saymış olduğum beyazlardan uzak durun diyoruz. Bunlar; Kabuğu kepeği alınmış, dna’sı değiştirilmiş beyaz undan, beyaz pirinçten, beyaz şekerden, 83 minerali alınmış rafine edilmiş tuzdan, 40 günlük beyaz tavuktan ve kaynatılmamış sütten birde son yılların en büyük tehlikesi radyasyondan korunmakla olur.’’ Hocam sizler fırsat buldukça kurumlarımız da konferanslar veriyorsunuz. Türkiye geneli kurumlarımızda da sosyal faaliyet çerçevesinde farkındalık oluşturmak için konferanslarınızı yaygınlaştırmayı düşünüyor musunuz? Bu konuda Ceza ve Tevkifevleri Genel Müdürlüğü son yıllarda hükümlü ve tutukluların eğitimi, rehabilitasyonu ve yeniden topluma kazandırılması konusunda büyük hamleler yaptı. Hem ceza infaz kurumları hem de denetimli serbestlik müdürlüklerinde konferanslar verilmesi için illerimizdeki başsavcılarımızdan büyük bir talep var. Hali hazırda bazı ceza infaz kurumlarında ben bu tür konferansları veriyorum. Bunların teşvik edilmesi elbette önemli ancak ben tek başıma her kuruma yetişemem. Bu konuda benim Ceza ve Tevkifevleri Genel Müdürlüğü’ne önerim Ceza İnfaz Kurumları ve Denetimli Serbestlik Şube Müdürlüklerindeki eğitimcilerin toplandığı uygun bir yerde gönüllü olarak her zaman konferans verebilirim. Bunun yanında davet edildiğimiz takdirde 37 RÖPORTAJ fırsat buldukça hem ceza infaz kurumlarımızda hem de denetimli serbestlik müdürlüklerinde gönüllü olarak konferanslar veriyoruz. Her hastalıkta sık sık ilaç kullanmak doğru mudur? İlaç kullanımı dışında neler yapılabilir? Günümüzde yapılan bilimsel çalışmalarda artan hastalıkların sebebinde yani hastalıklarda fazla ilaç kullanma olarak gösterilmiştir. İlaçların ancak doktor kontrolünde ve kronik hastalıklar da kullanılması önerilmiştir. Bunun dışında her hastalığa ilaç kullanmak tavsiye edilmemektedir. Ayrıca vücut ilaçlara karşı bağışıklık kazanmakta mikroplarda bağışıklık kazanmaktadır. 38 Bunun yerine koruyucu hekimlik, önleyici sağlık tedbirleri alınabilir. Gribal rahatsızlıklarda veya böbrek rahatsızlıklarında zencefil, yeşil çay, ısırgan çayı, altın otu, ekinezya, kırk kilit otu gibi ısıtıcı gıdalar ve antioksidan gıdalar kullanılarak bağışıklık sistemi güçlendirebilir. RÖPORTAJ İşin bir yönü de ülkemizde maalesef bugüne kadar hiçbir ilaç patenti bulunmadığından milyarlarca dolar döviz yurt dışına gönderilmektedir. Bu büyük bir israftır, hem insanlarımızın parası gitmekte hem sağlıkları risk altına girmektedir. Önce hiçbir toksite değeri olmayan yollar denenmelidir. Bitkilerle tedavi dışında kısıtlı olanakları olan değer dergisi hükümlü/tutuklu okuyucuları için sağlıklı yaşamak adına neler önerirsiniz? Değer dergisini okuyan ‘’değerli’’ okuyuculara ve tutuklu kardeşlerimize sağlıklı yaşamanın daha doğrusu yaş almanın mümkün olduğunu söylemek isterim. Allah’ın verdiği ömrü uzatamayız ömrümüz bellidir inanç yapımıza göre ancak bu verilen ömrü kaliteli sağlıklı, dik yaşamak mümkündür. Kainat şifahanesi ile bağışıklık sistemini güçlendirerek bunu başarabiliriz. Bağışıklık güçlendirmenin en kısa yolu bedeni toksinlerden arındırarak mikroplardan da arındırmış olmakla başlar. NİSAN/2016 mizde, bu dünyadan sıkıldıklarını sanki dünyanın içinde tutuklu olduklarını söyleyenlerin sayısı içerideki tutukluların sayısından sanıyorum kat kat fazladır. Onun için tutukluluk beyindedir. Tabi ki özgürlükler var ama günümüz dünyasında artık ceza infaz kurumlarında olanların daha emniyetli olduklarını düşünenlerdenim. Sizlerin yediğiniz gıda belli, kontrollü, yattığınız yerler emin, işte yine sular sağlıklı soluduğumuz havalar ki hapishanelerin bulunduğu yerler genelde şehir dışlarına da olduğundan çok daha temiz ve sağlıklı. Şehir içinde yaşayan beyni tutuklu şehrin içine tutuklanıp kalmış insanlardan çok daha iyi olduklarını düşünüyorum. Şunu asla unutmayın belki de bu günleriniz yaratıcıyla irtibat kurmaya, bir kitap okumaya, ailenizi düşünmeye ya da bir kitap yazmaya, yeni bir şey üretmeye, yeni bir sanat kazanmaya müsaittir. Bugün ceza infaz kurumlarında bunlar fazlasıyla yapılmaktadır. Buralarda defalarca konferans vermiş biri olarak bunları çok iyi bilen biriyim. Böyle bir empati yaparsanız aslında tutuk evlerinin netice itibariyle dünyanın pek çok yerinden daha emniyetli yerler olduğunu burada söylemek isterim. Allah yar ve yardımcınız olsun ve Allah kurtarsın diyorum unutmayın kaynak şifa hanesinde Allah’ın 124.000 çeşit nebatatından insanlık için şifasız dert verilmedi? Sağlık ve esenlikle kalmanızı diliyorum. Hocam bize zaman ayırdığınız için çok teşekkür ederiz, çalışmalarınızın vatanımıza ve milletimize uluslararası alanda da her zaman başarılar getirmesini dileriz. Röportaj: İsa TİYEK Kastamonu İnebolu M Tipi Ceza İnfaz Kurumu İnfaz ve Koruma Memuru Bugün havanın, suyun, toprağın ve kullandığımız gıdaların temiz olmadığını düşünürüz bunun için birinci olarak temiz havada yaşamak oksijeni bol, eksi iyon havalar, alkali değeri 7.3 üstünde ph’lı sular içmek ve Nuh’un gemisinden inen tohumlardan elde edilmiş rafine olmayan tabi gıdalar yemek, güzel görmek güzel düşünmekle kalan ömrümüzü nerede olursak olalım kaliteli yaşayabiliriz. Hocam bize zaman ayırdığınız için çok teşekkür ederiz. Son olarak Değer Dergisi aracılığıyla buradan hükümlü ve tutuklulara neler söylemek istersiniz? Evet aslında hükümlü ve tutuklu kim onu irdelemek lazım. Bugün ceza infaz kurumlarında olanlar mı tutuklu hüküm giymiş yoksa dünyada dışarıda yaşayanlar mı? İman penceresinden, inanç penceresinden bakarsak aslında tutukluluk kafanın içindedir. Büyük dünyamızda bir tutukluluk alanı mesela bulunduğunuz yerde beyninizin içinde hükümlü/tutuklu olmamak, kendini kapatmamak bu mümkündür. Hükümlü ve tutuklu kardeşlerimize bir ‘’empati’’ yaparak böyle düşünmelerini öneririm. Çoğu zaman bizde danışanlarımıza neden hastalandın dediği- 39 RÖPORTAJ PLEVNE KAHRAMANI GAZİ OSMAN PAŞA 40 Tokat’ta doğdu. Asıl adı Osman Nuri’dir. Babası, İstanbul kereste gümrüğünde kâtip olan Mehmed Efendi, annesi Şâkire Hatun’dur. Ailenin tek erkek çocuğu olan Osman Nuri, henüz yedi sekiz yaşlarında iken ailesiyle birlikte İstanbul’a babasının yanına gitti. Önce Beşiktaş Askeri Rüşdiyesi’ne, daha sonra 1844’te dayısının ders nâzırı bulunduğu askeri idâdiye yazıldı. Buradaki beş yıllık tahsisini tamamlayarak Mekteb-i Harbiye’ye girdi ve 1853 yılında mülâzım-ı sâni (üsteğmen) rütbesiyle okuldan mezun oldu. Erkânıharp sınıfına kaydolduysa da Kırım harbinin çıkması üzerine Rumeli’deki orduya sevkedildi. Savaşta gösterdiği yararlılık ve kahramanlık dolayısıyla rütbesi 21 Mart 1855’te yüzbaşılığa yükseltildi. Kırım Harbi sona erince İstanbul’a dönerek erkânıharp sınıfına devam etti. Bu tahsilin ardından bir süre Erkânıharp Dairesi’nde çalıştı ve bir yıl sonra kolağası (Kıdemli Yüzbaşı) oldu. danlığına getirildi ve kendisine feriklik (Orgeneral) rütbesi verildi. Ardından İstanbul Merkez Kumandanlığı’na tayin edilen Osman Paşa, görevde kısa bir müddet kaldıktan sonra önce Arnavutluk’ta bulunan İşkodra kumandanlığına ve oradan da Bosna kumandanlığına gönderildi. Bosna Valisi Derviş Paşa ile aralarının açılması üzerine 1875’te merkezi Erzurum olan dördüncü Ordu Erkânıharp Başkanlığı’na tayin edildiyse de Balkanlar’ın tam bir kargaşa içinde bulunması dolayısıyla aynı yıl Niş’e gönderildi. Ardından da boşalan Vidin kumandanlığına getirildi. Sırp Prensi Milan’ın 2 Temmuz 1876 da Osmanlı Devleti’ne savaş ilan etmesi esnasında Rus generallerinin kumanda ettiği Sırp ordusunu bozguna uğrattı. Asıl şöhretini burada elde ettiği zaferlerle kazandı. Kendisine ikinci rütbeden Mecidiye nişanı ile 1876’da müşirlik (Mareşal) rütbesi verildi. 1861’de Rumeli Ordusu’nda görev yaptıktan sonra Suriye’de başlayan Yusuf Kerem ayaklanması sebebiyle Cebel-i Lübnan’a gönderildi ve burada önemli hizmetlerde bulundu. 1866’da Girit’te baş gösteren Rum isyanı dolayısıyla buraya yollandı. Adı geniş ölçüde ilk defa bu hareket sırasında gösterdiği gayret ve fedâkarlık sayesinde duyuldu. Bilhassa Serdâr-ı Ekrem Ömer Paşa’nın takdirini kazandı, rütbesi miralaylığa (Albay) yükseltildi, 1868’de gönderildiği Yemen’deki başarıları ile de mirlivâ (Tuğgeneral) oldu. Daha sonra Üçüncü Ordu’nun redif livalığına (Tugay) tayin edildi, bir süre ordu merkezi olan Manastır’da kaldı. 1873 yılında Yenipazar Tümeni kuman- PLEVNE MÜDÂFAASI TARİH Osmanlı’nın ezelî düşmanı olan Rusya, Balkan cephesindeki ilk hücûmunda Osmanlı ordusunu mağlûp edip İstanbul önlerine varmayı planlamıştı. Çarın kardeşi Grandük Nikola Nikolayeviç’in başkumandanlık ettiği Rus ordusu, Berkofça Dağları’nı aşarak Bulgaristan topraklarına girdi. Vidin’de bulunan Osman Paşa’ya, Ruslara karşı durmak üzere hareket emri verildi. 13 Temmuz’da yola çıkan Osman Paşa, on iki bin asker ve 54 topla hareket ederek beş günlük yürüyüşle Plevne’ye geldi ve derhal tahkimâta başladı. NİSAN/2016 deviren bir kurşun sebebiyle dizinden yaralandı. Asker ve halkın daha fazla kırılmaması için teslim olunması emrini verdi. Yaralı olarak teslim alınan Osman Paşa, Rus Çarından saygı gördü. Müdâfaadaki başarısını tebrik eden Çar, kılıcını kendisine iâde ederek, çifte kartal nişânı verdi. Abdülhamid Han, Serasker Müşir Rauf Paşa’yı, Gâzi Osman Paşa’yı İstanbul’a getirmesi için Petersburg’a gönderdi. Heyetin İstanbul’a gelişi (12-13 Mart 1878) muhteşem bir törenle kutlandı. Osman Paşa 14 Mart 1878’de Hassa Ordusu müşavirliğine getirildi. 5 Kasım 1878’de de Hassa müşirliği uhdesinde kalmak üzere Mâbeyn müşiri oldu ve ölünceye kadar bu görevde kaldı: hatta ölümünden sonra dahi yerine başka bir tayin yapılmadı. Bunun yanı sıra seraskerliğe getirildiyse de Doğu Rumeli’nin istilası üzerine savaş taraftarı olmakla itham edilerek bu vazifesinden azledildi. Yaverlik unvanı, mefharet, birinci rütbeden Mecidiye ve imtiyaz nişanlarına ilave olarak papa da dahil kendisini takdir eden yabancı devlet başkanları ve hükümdarlar tarafından birinci rütbeden nişanlarla mükafatlandırılan Osman Paşa, 1897 Osmanlı-Yunan Savaşı’nda Edhem Paşa’dan harbe dair kesin bir cevap gelmemesi ve basında Yunanlılar’ın galibiyetinden bahsedilmesi üzerine 23 Nisan 1897’de başmüfettiş sıfatıyla hareketi yürütmek üzere savaş yerine gönderildi. Ruslar, 20 Temmuz’da yaptıkları birinci saldırıda üç bin kayıp vererek geri çekildi. 30 Temmuz’da, 184 top ve 50 bin askerle birlikte yeniden saldırdı. Osman Paşa’nın elinde 58 top ve 23 bin asker vardı. Bu ikinci saldırıda da yenilen Ruslar, yirmi binden fazla kayıp verdi. Osman paşa ve askerleri düşmanın bir adım ilerlemesine izin vermiyordu. Bütün dünyânın gözü kulağı Plevne’deydi. Bir avuç Osmanlı ordusu, Rus ordusunu perişan ediyor; halk türküler yakıyordu. Karadeniz akmam dedi, Ben Tuna’ya bakmam dedi, Yüz bin Moskof gelmiş olsa, Osman Paşa korkmam dedi. Bundan sonra Ruslar bütün kuvvetlerini Plevne önlerine yığmaya başladı. Çar 2. Aleksandr da bizzat cepheye geldi. Durumun vehâmetini görünce, Romanya Prensi Birinci Karol’a, “Yetiş! Hristiyanlık, dâvâsını kaybetmek üzeredir.” diyen bir telgraf çekerek yardım istedi. Telgrafı alan Karol, ciddi bir kuvvetle yardıma yetişti. Günlerce Plevne’yi topla döven Ruslar ve Romenler, 11 Eylül’deki üçüncü saldırıda kendilerinin dörtte biri kadar olan Osman Paşa kuvvetleri karşısında, içlerinde general ve subayların da olduğu on beş binden fazla kayıp verdiler. Üçüncü yenilgiden sonra Ruslar o zamana kadar iki yönden kuşattıkları Plevne’yi her taraftan kuşattılar. Böylelikle, erzâk ve mühimmât yardımı alamayacak olan Osman Paşa’yı teslime zorlamak niyetindeydiler. Osman Paşa ve askerleri ise son kurşunları kalana kadar vuruşmaya devâm etme karârındaydılar. Plevne’yi 145 gün savunan Osman Paşa, düşman hattını yarıp geçmekten başka çâre kalmayınca, 10 Aralık gecesi kaleden çıkıp vuruşmaya başladı. Ancak, atını da Askeri şahsiyeti yanında Gazi Osman Paşa saraydaki görevleri sırasında siyasi faaliyetlerde de bulundu. Sarayda bulunduğu süre içinde dış politika konularında Abülhamid’i etkilemeye çalıştı. 4-5 Nisan 1900 Cuma gecesi vefat etti ve Fatih Sultan Mehmed Türbesi yanına gömüldü. Osman Paşa iyi derecede Arapça, biraz da Farsça ve Fransızca biliyordu. Ferik Neşet Paşa’nın kız kardeşi Zâtıgül Hanım’la yaptığı evlilikten Nureddin, Kamâleddin, Cemâleddin ve Hüseyin Abdulkadir adlı dört çocuğu olmuştur. Torunları halen İstanbul, Kahire ve Paris’te yaşamaktadır. II. Abdulhamid kendisini çok takdir ettiği için iki kızını Osman Paşa’nın iki oğluyla evlendirmiştir. Bugün hâlâ Bulgaristan Türkleri arasında hâtırası canlı olarak yaşayan Gâzi Osman Paşa, adına marş yazılan birkaç kumandandan birisidir. Plevne Marşı’nın sözleri şöyledir: Tuna nehri akmam diyor Etrafımı yıkmam diyor Şanı büyük Osman Paşa Plevne’den çıkmam diyor Düşman Tuna’yı atladı Karakolları yokladı Osman Paşa’nın kolunda Beş bin top birden patladı Kılıcımı vurdum taşa Taş yarıldı baştan başa Şanı büyük Osman Paşa Askerinle binler yaşa Derleyen: Ali OKTAY Bursa E Tipi Kapalı Ceza İnfaz Kurumu Öğretmeni TARİH 41 HER ZAMAN HER YERDE SPOR Öncellikle fit bir vücuda sahip olmak için spor salonuna gitmenin bir zorunluluk olmadığını belirtmekte fayda var. Ancak sağlıklı bir vücut için düzenli egzersiz bir zorunluluktur. Aletsiz vücut geliştirme egzersizleri ile kişi beslenmesine ve uyku düzenine dikkat ettiği takdirde, ev ortamında yapacağı egzersizler ve farklı kaslar üzerinde etkili kombinasyonlarla istediği neticeye ulaşabilir. Bu yazıda, evde kas yapma hareketlerinden sağlayabileceğiniz en yüksek fayda ve bu süreçte yapılması ve yapılmaması gerekenler üzerinde duracağız. Kas geliştirmek, birçok insanın kendilerini iyi hissetmek için tercih ettiği spor dallarından biri. “Evde yaptığımız spor hiçbir işe yaramıyor!”,“Boşuna ter döküyoruz!” gibi sitemler, evde kas geliştirmeyi deneyenlerden çokça duyulabilir. Bunun nedeni belki de bir takım şeyleri yanlış yapıyor olmalarıdır. Vücudunuzu nasıl şekillendirmek isterseniz isteyin, beklediğiniz sonuçlara ulaşmak için yardım almak yararınıza olacaktır. Vücut geliştirme hareketleri, aletsiz veya minimum hareketle, evde rahat bir şekilde uygulanabilir. Evde yapılabilen aletsiz vücut geliştirme hareketlerini şu şekilde sıralamak mümkündür: • • • • • • • • • • 42 Yürüyüş Mekik Barfiks Şınav Yüzme hareketi Kalf Squat Sandalye kullanarak dips ve rowing Sopa ile twist Sırtüstü yatarak silecek hareketi Bu hareketleri, evde minimum aletle yapmak hiç de zor değildir. Yapabileceğiniz bu vücut geliştirme hareketleri, herkes tarafından kolayca uygulanabilir. Birkaç tanesini detaylı olarak anlatalım. SPOR Evde Uygulayabileceğiniz Temel Vücut Geliştirme Hareketleri 1-) Şınav çekmek: Şınav çekerken dikkat edilmesi gereken en önemli nokta, vücudun doğru pozisyonda olması olacaktır. Kollar omuz hizasında açık, yüzünüz yere bakacak şekilde, göğsünüzü yere değme noktasına gelene kadar eğip tekrar kaldırıyorsunuz. 3 set 8 tekrar ile kol, göğüs, omuz ve sırt kaslarınızı çalıştırabilirsiniz. 2- Dips&Rowing: Karşılıklı duran iki sandalyeden birinde ayaklarınız diğerinde ise elleriniz bulunmalı. Arada kalan boşlukta, sırt üstü kalacak şekilde aşağı doğru inip kalkmanız bu hareketi oluşturacaktır. 3-Mekik çekmek: Karın kaslarınız için oldukça etkili olan bu hareket, aletsiz vücut geliştirme hareketleri içerisinde en popüler olanlarından biridir. Sırt üstü yatar pozisyonda, ayaklar birleşik, eller ensede veya göğüste duracak şekilde doğrulup tekrar yatmanız şeklinde bir hareket olan mekik, karın kaslarının gelişimini sağlar. 4-Sopa ile twist: Evde bulabileceğiniz bir sopa yardımıyla, vücudunuzun sadece üst kısmını burgu hareketiyle döndürmek suretiyle gerçekleşir. Ayakta veya oturarak yapabileceğiniz bu hareket, vücudunuzun yan bölgesinde bulunan kaslara etki etmektedir. 5-Squat: Squat, halter olarak bilinen harekete benzer. Halterden farkı ise aletsiz olarak yapılmasıdır. Sırt bölgesi dik duracak şekilde, sandalyeye oturur pozisyonda, kolların öne uzatılmasıyla uygulanan hareket olarak bilinmektedir. Vücudun üst ve alt bölgesindeki birçok kasın çalışmasına olanak sağlayan bu hareket, doğru uygulandığında çok etkili olacaktır. Beslenme düzeni ve uyku düzenine dikkat edip, disiplinli bir çalışma programı çıkardığınızda elde edeceğiniz sonuç, beklediğinizin çok çok üstünde olacaktır. Aletsiz vücut geliştirme hareketleri, herkes tarafından kolayca NİSAN/2016 uygulanabilir. Yukarıda belirtilen noktalara dikkat ederek, sabırlı ve disiplinli bir çalışma sağladığınızda, vücudunuzu şekle sokabilir, hatta istediğiniz kas yoğunluğuna ulaşabilmek için gerekli olan ilk adımları basit ve pratik bir şekilde atabilirsiniz. EN TEMEL HAREKETLER Göğüs kası hareketi Göğüs kasını evde geliştirmek için yapabileceğiniz en temel hareket şınav egzersizidir. Göğüs yere bakacak şekilde eller omuz genişliğinde açık vücudu düz bir şekilde yere uzatarak kollar yardımıyla iniş ve kalkış hareketidir. Kol kası hareketi Kol geliştirme, elinizde ağırlık bulunmadığı zamanlarda pek alternatifi olmayan kas gruplarındandır. Vücut ağırlığıyla yapılabilecek temel egzersiz ellerin içe dönük olduğu barfiks hareketidir. Bu hareket biceps adı verilen kolun iç kısmındaki kası çalıştıracaktır. Kolun dış kısmındaki triceps kaslarını çalıştırmak için de dips adı verilen hareket uygulanabilir. Eller bir sandalyeye koyularak kollar yardımıyla iniş ve kalkış yapılabilir. Omuz kası hareketi Omuz kası, evde en zor geliştirilebilecek kaslardan biridir. Omuz kasları itiş gücü ile çalışan kaslar olduğu için bir ağırlık kaldırılması gerekmektedir. Ayakların yukarıda tutulduğu şınav hareketi ile omuz kası geliştirilebilir. Sırt kası hareketi Barfiks hareketi sırt ve kanat kası geliştirmek için evde uygulanabilecek en temel harekettir. Yatay sabit bir bar tutularak vücut yukarı çekilir. Karın kası hareketi Evde karın kası geliştirmek için yapılabilecek temel egzersiz mekik hareketidir. Mekik, hali hazırda spor salonlarında bile uygulanan en temel karın geliştirme egzersizidir. Bacak kası hareketi Squat adı verilen dik eğilme hareketi tüm bacak kaslarını etkileyen en bilinen harekettir. Ayaklar karşıya dik bakacak şekilde yine bacaklar omuz genişliğinde açılmış vaziyette eğilip kalkma hareketidir. Burada dikkat edilmesi gereken husus iniş sırasında vücudun ileri değil geriye doğru yönelmesi, dizlerin ayak uçlarından daha ileriye gitmemesidir. Beslenme düzeni ve uyku düzenine dikkat edip, disiplinli bir çalışma programı çıkardığınızda elde edeceğiniz sonuç, beklediğinizin çok çok üstünde olacaktır. Aletsiz vücut geliştirme hareketleri, herkes tarafından kolayca uygulanabilir. Yukarıda belirtilen noktalara dikkat ederek, sabırlı ve disiplinli bir çalışma sağladığınızda, vücudunuzu şekle sokabilir, hatta istediğiniz kas yoğunluğuna ulaşabilmek için gerekli olan ilk adımları basit ve pratik bir şekilde atabilirsiniz. Hazırlayan: Mustafa Murat ÜNLÜ İnebolu M Tipi Ceza İnfaz Kurumu Öğretmeni 43 SPOR Saç Boyatmanın Zararları Saç boyamak özellikle bayanların en çok uyguladığı yöntemlerin başında gelmektedir. Bir tür güzellik işlemi olarak adlandırılabilir. Saç boyama beyazları kapama ya da saç rengini değiştirme işlemi olarak ifade edilir. Tüm güzellik salonlarında ve kuaförlerde saç boyama işlemi yapılmaktadır. Bunun için öncelikli olarak kendimize en uygun saç rengini uzman bir kuaför yardımı ile belirlemek gerekmektedir. Saç mecbur kalınmadıkça boyanmamalıdır. Çünkü boyaların içerisinde bulunan kimyasal maddeler insan vücudu üzerinde olumlu sonuçlar vermemektedir. Çeşitli zararlı kimyasallara maruz kalmamak için saç boyalarından uzak durmak gerekmektedir. Saç Boyamanın Nedenleri Günümüzde kadın erkek demeden saç boyatmak oldukça sık kullanılan bir güzellik yöntemi olarak ifade edilmektedir. Özellikle bayanların çok genç yaşlardan itibaren saç boyamaları estetik açıdan güzel dursa dahi uzmanlar tarafından pek tercih edilmemektedir. Saç boyamanın bir diğer nedeni ise yaşın ilerlemesi ile birlikte ortaya çıkan yaşlılık belirtileridir. Saçlarda meydana gelen 44 YENİ SAYFA - KADIN beyazları kapamak için saç boyama işlemi kullanılmaktadır. Bazen genetik beyazlık erken yaşlarda bayanların ve erkeklerin saçlarında meydana gelmektedir. Bu durumda göze güzel görünmek için saç boyama işlemi tercih edilmektedir. Saç Boyamanın Zararları Saç boyama işlemi estetik açıdan güzel görünmesine rağmen içerisinde bulunan kimyasal maddeler uzmanlar tarafından önerilmemektedir. Özellikle sık uygulanan saç boyaları cilde temas ettiği için bazı durumlarda kişide cilt kanserine yakalanma oranı artırmaktadır. Ayrıca saç derisinde kepeklenme sorununa yol açmaktadır. Saç boyalarının sık kullanılması saç dökülmesinde saç renginin daha çabuk beyazlamasına ayrıca egzama ve kaşıntıya neden olarak kişinin hayatını olumsuz bir şekilde etkilemektedir. Ayrıca günümüzde doğallık daha fazla ilgi gördüğü için saç boyatma eski gözdeliğini kaybetmeye başlamıştır. www.medikaltedavi.com NİSAN/2016 Ceza İnfaz Kurumunda Kadın Olmak Zordur Neden kadın ceza infaz kurumuna girer? Neden kadın suç işler ? Kadın ve çocuk sosyal dezavantajlı ve hassas gruplardır. Kadın ve çocuğa suç olgusunu yakıştıramayız. Çünkü kadın her şeyden önce bir anne yada anne adayıdır. Çocuk ise tüm bu yaşananları masumiyetiyle izlemektedir. Kadın ailenin temel taşıdır. Çocuğu yetiştiren anadır, babayla çocuk arasında güçlü bir köprüdür. Peki neden kadın ve çocuklar ceza infaz kurumundadır? Ceza infaz kurumunda kadın olmak nedir? Suçlu kadın olmak, ceza infaz kurumunda olmak birazda toplumsal bir sorundur. Kadın ceza infaz kurumuna girdikten sonra aileler parçalanmakta, çocuklarda çeşitli suçlara yönelmekte ya da davranış sorunları oluşmaktadır. Kadınlar ceza infaz kurumuna girdikten sonra dışarıdaki ailesi çocuklarını düşünmekte ve çaresizlik duygusu zamanla kadını gerginleşmekte umutsuzluk, ümitsizlik duygusuna yöneltmektedir. Ceza infaz kurumundaki kadınlarda görülen en güçlü duygu tükenmişlik, tükenmişliğin temel özellikleri, enerji kaybı, motivasyon eksikliği, diğerlerine karşı negatif tutum ve aktif olarak geri çekilmeyi içerir. Bunun yanı sıra fiziksel tükenme, kronik yorgunluk, çaresizlik, ümitsizlik, negatif bir kendilik algısı, duygusal ve zihinsel tükenme de tükenmişliğin göstergelerindendir.. Tüm bu duygularla baş edebilmek için ceza infaz kurumundaki kadınların diğer hükümlü-tutuklulardan daha güçlü olmaları gerekmektedir. Geride bıraktığı ailesi, onu üzmemeli aksine güçlendirmelidir. Neden buradayım, keşkelerini pişmanlıklarını düşünmektense, kendim için çocuklarım ve ailem için ne yapabilirim? bunu düşünmesi gerekir. Kadın ceza infaz kurumunda da olsa kadın annedir. Annelik duygusu cezalandırılamaz, engellenemez. Kadınlık, annelik duygusuna eşlik eden tükenmişlik duygusuna kapılması mücadelesini bırakması aile bağlarını koparıyor, çocuklarda uzun süreli davranış sorunları ortaya çıkarıyor. Çünkü annesi ceza infaz kurumunda bile olsa çocuk için annedir, mahkum değildir. Annesinden güç destek almak ister, bu gücü desteği göremeyen çocuklar sevgi ve destek arayışı içinde yanlışlara yönelmektedir. Her ayın ilk haftası büyük bir özlem sevinçle annelerine ziyarete gelen çocuklar, aileler annesini eşlerini, yakınını, mutsuz, umutsuz, çaresiz gördüklerinde oldukça etkilenmektedirler. Tutuklu olduğunuzu değil kadın, anne olduğunuzu unutmamak gerekiyor. Farkındalığınızı geliştirerek, kaybettiklerinizi değil geleceğinizi düşünmek gerekiyor. Yaşamış olduğunuz duygu olan çaresizlik, umutsuzluk ve ümidinin kalmaması duygusunu olumlu ve motivasyonel duygu olarak dönüştürmek gerekiyor. Bir gün çıkıp, çocuklarıma aileme sağlıklı bir ruh durumuyla, hayatıma kaldığım yerden daha güzel devam edeceğim diye düşünmek gerekir. Mevlanın sözü gibidir ceza infaz kurumunda kadın olmak. Hüzün olgunlaştırır, kaybetmek ise sabrı öğretir, Kaderi sev, varsa kederini de sev. Olumsuzluklara odaklanmamızı, her olumsuzun içinde mutlaka bir umudun olduğu inancımızı, ümidimizi yitirmememizi söyler. Nesil Sağın KÜÇÜK Sincan Kadın Kapalı Ceza İnfaz Kurumu Psikolog YENİ SAYFA - KADIN 45 KADIN Kadın; Maharet, zerafet. Nadide bir buket. Hanede bereket. Haktan emanet. Kadın; Yürek parçası. Duygu deryası. Şefkat simgesi. İffet örtüsü… Kadın; Yalnızlık sığınağı Tebessüm sağanağı. Çile yumağı. Sabır ocağı. Kadın; Bahar yeli. Sevda gülü. Gönlün emeli. Ömrün bedeli. Özcan GÜLTEKİN Kartal H Tipi Ceza İnfaz Kurumu Öğretmeni 46 YENİ SAYFA - KADIN NİSAN/2016 KİTAP ÖNERİLERİ Hayatımızı karartan beyazlar… Süt, şeker, un, tuz, pirinç, beyaz et, kimyasal ilaçlar, deterjanlar, boyalar, kozmetikler vb. tabi olmayan, konsantre, hibrit, rafine, en azından şüpheli dahi olan, beyaz un, beyaz şeker, kimyasal tuz, süt, yağ ve ortak özellikleri “beyaz” olan işlenmiş gıdalar… Bu “Beyaz Çete” elemanlarının en büyük benzerlikleri, yavaş yavaş ama kesinlikle insanlığın sağlığının bozulmasına ve yavaş yavaş sürünerek yok olmasına yol açan besinler olması. Oysa gerçekte böyle miydi? Hiç de değil… Siz onu hep fiziksel şişmanlığa en doğru çözümleri bulan uzman hekim olarak tanıdınız. Sağlıklı beslenme konusundaki önerilerini dinlediniz, uyguladınız. Milyonların sevgilisi Dr. Ender Saraç bu kitabında ise ‘yaralı ruhları’ tedavi ediyor! Stetoskopuyla insanların ‘içini’ dinliyor. Doğumdan yaşlılığa yaşamın her dönemi için ‘manevi gıdalar’ öneriyor. Gereksiz yere acı çeken ve çareyi hep ‘dışarıda’ arayanlara sesleniyor. Ruh doğru beslenirse, birçok hastalığın da kendiliğinden iyileşeceğini müjdeliyor. Evlilik, iş, başarı, huzurlu yaşam gibi konularda bir türlü amaçlarına ulaşamayanlara da şeytanın bacağını kırmanın ipuçlarını veriyor! 47 KİTAP ÖNERİLERİ ‘’ESKİ KULAĞI KESİKLERDEN’’ Becerikli, iş bilir ve kıvrak zekâlı olmakla birlikte, bu meziyetleri kendi menfaatleri doğrultusunda kullanan, bu arada ufak tefek kaçamaklarla kendisine çıkar sağlayan kişilerden bahsederken kullandığımız bir deyimimiz vardır: ‘’Eski kulağı kesiklerden.’’ Bu deyimin dilimizdeki varlığı 16. asır başlarına, Hacı Bektaşî Veli zamanına kadar uzanır. Bilindiği gibi Hacı Bektaşî Veli hazretlerinin kurduğu tarikat (Bektaşiyye) yeniçerilerin resmî tarikatı olmuş ve asker ocağına girenler, genellikle bu tarikat adabınca yaşamışlardır. Ancak yeniçeriliğin daha ilk dönemlerden itibaren devşirme sisteminden beslenmesi tarikatın da yozlaşmasını hızlandırmış ve yeniçeriler arasında Bektaşî geleneğine uymayan davranış ve hayat tarzları, hoşgörüyle karşılanıp giderek tarikat düsturlarındanmış gibi algılanmalarına yol açmıştır. Rivayete göre Bektaşiliğe girmeyi kabul eden muhiplere tarikatın şartları açıklanıp, bunlara uyacaklarına dair söz alındıktan sonra şeyh tarafından bazı küçük nasihatler verilir ve tekkenin kapı eşiğinde kulaklarından birine bir delik açılarak halka biçiminde bir küpe takılırmış (“Kulağına küpe olsun” sözü buradan geliyor olmalı). Eski kaynakların “menguş” ismiyle kaydettikleri bu küpe, muhibbin artık derviş olduğuna işaretle, kulağından Hz. Ali’ye bağlı olduğunu sembolize eder. Nitekim, Yavuz Sul- tan Selim’in kulağındaki menguşun da Bektaşîlik sembolü olduğunu söyleyenler vardır. Yeniçerilerin belli bir yaşa kadar evlenmeleri yasak olduğundan, bu küpe zamanla onların mücerret (bekâr) yaşamayı kabul ettiklerinden kinaye olarak anılmış ve kulağı küpeli dolaşan birinin yeniçeri taifesinden olup evlenmeyeceğine inanılır olmuş. “Kulağı deldirmek” ikrar vermek manası taşır ki bundan, Şeyh eşiğine baş koyup kulağı deldirenlerin, kendilerine telkin edilen şeylerin hilâfına davranmalarının yasaklanmış olduğu anlaşılır. Ne var ki insanoğlu, nefis sahibi olmak hasebiyle sık sık ikrarından döne gelmiştir. Gel zaman, git zaman... Tarikata girerken mücerretlik sözü verip kulağı deldiren dervişlerden bazıları zaman içerisinde kaçamak evlilikler yaparak yol yordam azdırdıklarında, Balım Sultan bunları huzura çağırıp keyfiyeti öğrenmek ister. İçlerinden birkaçı vaziyeti inkâra kalkışınca da onlara ders olsun diye kulaklarındaki menguşlarını çekip alır. Tabi bu esnada, bizimkilerin kulak memeleri yırtılır. Bilâhare halk, bunların eskiden Bektaşî olduklarını telmihen “eski kulağı kesik”, “eski kulağı kesikler” diye söylemeye başlar. İşte, sonraki zamanlarda bu cümleler birer deyim hâline gelip umumileşmiş ve bugün herkes hakkında kullanılır olmuştur. İskender Pala - İki Dirhem Bir Çekirdek 48 DEYİM NİSAN/2016 Fıkralar acı l İ k acı l rü İ ü l s i k Ö üsh M uş, e n yorm tor i ü r r ü öks ş. Dok Ye e ı vetli kuv latm cı yerin çok dini an i ila r i r rük i: ın b miş de ü s m k a Ad git a ö emiş k ora şlıkl . Bir dokt a yanlı miş ve d lecek ç ve er e g i adam il ilacı v i iy h likle n sonra n i s müs e e k klerd ana laç s ca yeme i u or “- B boyun e gel.” dokt . e l d a o t n r f uş nt iği ha e ko geld ini sorm c r n i a t r iğ bi a tek sürmed ca da: sonr k un ö a y t u f üp ha id bü r Bir a öksür ediğin e bö m y r i m ü d a s !” ad ın ök iydim iş m Adam m e dem sana n e B emi“ksür iş. ö m p n i : e l iş ed verm , cesaret vap y e e c B r Adam e Dokto id y İ “ !” m ki yoru Mevzu Koca Olunca Sen B Moto unları r Dene Çalışırk en sene Düny an araba ın en ünl ü kalp sı boz ul Tami rci ar muş, araba doktoru D e a s Bake y’e dö basının k ını tamire Bakey’ın aputu götür nerek m nu aç : mış v üş. - “Siz e De e bir ş ey sor aynı i ac şl ile ka eri yapıyo ağım nere ruz. M deyse putu a nered b e e old çacağım b sela ben ş en ve siz uğun i i temiz m r di iti b akı ua le yağın yeceğim, nlayacağı şta proble na m ı m g moto değiştirec erekirse k , kapakçı in k ru çı eğim a l b arı l o lar ka ,h Söyle seniz rıp yerine atta çok ı, motor g e arlar erekl yenis nasıl i i k kurşu azanıyors oluyor da ni takacağ ise siz m n atıy unuz ı ilyon m! orum ama dol?” b e n Bunu mete n liğe na eğ üzerine D ilmiş e Bak ve şö yle de ey tamirci nin k miş: - “Bu ulağı n mayı ların heps denes ini m otor enize çalışı !” yorke n ya- Tabip mu ayene ett iğ sinin du l olup olm i kadının oğluna , anneadığını s uğu ceva orar ve d bını alınc ul olda da: — Valide ha siniz. Ha nımı mutlaka ko stalığının caya ver m başkaca Kadının ilacı yoktu elioğlu: r, der. — Aman hekim e fendi, alt ra nasıl m olur? de yince ka ışından sonyerden s dıncağız öylenir: yattığı —Tövbe töv iyi mi bil be! Ay oğul, der, eceksin? sen hekim den 49 FIKRALAR İLGİNÇ HABER LER Lüks Ar a cı Kullanab nı Öldükten Son r ilmek İç in Göme a c e k ‘’370.0 AMi Göründü! YAŞ b anın Di 00 Eur o de aracını öldükten ğerindeki Bentl ey mark mezara a gömeceğ sonra kullanab ilmek iç im” ded alı iş ad i, olay o in amı Tha ldu. Bre ne Chiq medyan zilyuinho S ın tepki c a o rpa, sos d lerden b aklı en ç yal iri, ok ki lüks a nedeni ise 370 b konuştuğu kişiracını ev in Euro d inin bah eğerinde ra kullan çes abilmek için göm ine öldükten son mek. - tubora şit a l , di and le e e An beyniy “Bu retil n Ü e i R d, ün n Be yn ’nde ir fetüs dı. Anan lmıyor i n s a e s t İn ka ersi lık b aşar m Üniv eş hafta tmeyi b ünmekle gibi tü e t a t n r b e de i S r ö y n a g ü Ohio rtamınd beyin in gibi ri bir be yüklüğü na a r e ü y i o türl tüm var lukta b r be ye b n bi lı hücre ir bezel beynin beynin n e u ş g i l l , o e k ncak di. B türü ce g a far sade zamand iyor” de a hücre nuyor, a r d u aynı ri göste ok sayı ilik bul dek ç r e l u e ana igen beyind bir om nmiş. u ş n e le ildi v i olarak ’da olan leri ve ğu belir t e r ü r a m u den orid enze bölü rsız old lerin in en b larını Fl niversia e r m c a d in nuç ı. Ü ri hü rçeğ n de ında ge lışma so açıklad len beyn ia s n as ça ni reti mes likte Beyi enler ar Anand tkin nd’ın, ü est edil e i l . i r t t r a ske da An iyo in üre ni diril bir a a lerin ceği telen la ilgili açıklam eki etki e getire temi l is d ık sağl yapılan üzerin etik ha sinir s cı oln a n ı n i e h n ı h d a a dm zi te ve d . Çalışm a da yar rın y a l a ç l i n ila ko ild nması ildir aha ni d düğü b are bulu n ç düşü lıklarına r. o a t has bekleniy ı s ma ğu iddia u t ş u l o ucu ne mur son gencin ölümü ğ a y a d ’ a la şık r2 Guatem metrelik çuku yuttu ve yakla i 9 v iliedilen 9 ev çukur 12 e ye edildi. Yetk id hli ı. D yağan ş . yol açt de bölgeden ta a d r a l n i a or ş 1.000 ki urun son zam ıldığını söylüy ç uk eden n aç lerden üzünde rsıntılarına n ha y r a l ş ı ğ a da detli ya aman yer s ukurun run ç n a z y a Zaman ötü kokular y uluyor. Çuku k ir rk olan ve emesinden ko esinden’ de ted işl çıl us da gen inden gelen ‘s rların a u k u ç r a le şk derinlik ölge halkı ba b n gin ola an masınd duyuyor. şe da endi Düny LIK SAĞ 50 KISA HABERLER TEKN Robot İn OLOJİ tihar Ett i! Avustur ya bu şaş ırtıcı ola bot isim yı konuş li elektri uyo k süpürg dayken b esi kapalı r! İroirden ça konumlışmaya ni ocağa başladı. doğru sü Kend rü ocaktaki ateşin üz kleyen robot so isinunda erine gelm Mutfakt a ufak ç esiyle ale a p v aldı. lı bir yan bot kulla gın çıka nılamaz ran roha intikal e den itfa le gelirken, olay iy yerine e ekibi müdaha yangına le etti. anında Ev sahib in bıraktığı in robotu terk e tt konusun da ısrarc iğinde kapalı kat çeke ı n itfaiye olduğun a e cihazın kendi ke ri Helmut Knie dikwasser nd veremed iğini ifa ine çalışmasına d a e nlam ları ise ‘i ederken nti , evin k omşuçok fazla har eden’ robotu na buna da çalıştırıldığını r ilece yanamay obotun ara etmiş ola bileceğin k kendini yok i esprili anlattı. bir dille NİSAN/2016 BİR BARDAK SÜTÜN HATIRI Howard, yoksul bir ailenin çocuğuydu ve okul giderlerini karşılamak için kapı kapı dolaşarak eşyalar satıyordu. O gün hiçbir şey satamamıştı, karnı da çok açtı. Bundan sonra çalacağı ilk kapıdan yiyecek bir şeyler istemeye karar verdi. Kapıyı açan sevimli genç bayanı görünce utandı. Yiyecek bir şeyler yerine: “Affedersiniz, bir bardak su rica edebilir miyim?” diyebildi yalnızca. Genç bayan çocuğun aç olabileceğini düşünerek kocaman bir bardak süt getirdi ona. Çocuk sütü yavaş yavaş içine sindirerek içtikten sonra: “çok teşekkür ederim, borcum ne kadar?” diye sordu genç bayana. Genç bayan: “Borcunuz yok diyerek yüzünde sıcak bir gülümsemeyle devam etti, annem, gösterdiğimiz şefkat ve nezaket karşılığı olarak asla bir bedel ödenmesini beklememizi öğretti bize” dedi. Çocuk: “O halde çok teşekkürler, yürekten teşekkür ederim size” dedi. Howart Kelly evin önünden ayrıldığı zaman kendisini yalnızca bedensel olarak değil, ruhsal olarak da güçlü hissediyordu. Yıllar sonra genç bayan çok ender rastlanan bir hastalığa yakalanmıştı. Yöredeki doktorlar çaresiz kalınca hastalığıyla ilgili araştırmalar yapılması için onu büyük bir kente gönderdiler. Dr. Kelly konsültasyon yapması için çağrıldığı hastanın hangi kasabadan geldiğini duyunca heyecanlandı. Artık genç olmasa da yıllar önce kendisine sevgiyle yaklaşan bayanı ilk gördüğü anda tanımıştı ve onun yaşamını kurtarmak için elinden geleni yaptı. Uzun süren tedaviden sonra bayan sağlığına kavuştu. Dr. Kelly denetlemesi için önüne getirilen faturaya şöyle bir baktı ve üstüne bir şeyler yazarak zarfın içine koyup hasta bayanın odasına gönderdi. Kadın elleri titreyerek aldı zarfı eline. Açmaya korkuyordu. Hastane faturasını asla ödeyemeyeceğini ve geri kalan yaşamı boyunca bu faturayı ödemek için çalışacağını biliyordu. Sonunda zarfı açtı ve faturaya iliştirilmiş bir not dikkatini çekti. Kağıtta şunlar yazılıydı: ‘’Hastahane giderlerinin tamamı bir bardak süt karşılığı ödenmiştir.’’ 51 HİKAYE SİZDEN GELENLER ALLAH DİYELİM ALLAH YOL Öldüğünde kabre konmadan Melek sual sormadan Rabbin kimdir demeden ALLAH diyelim ALLAH Bu yol, nereye gider? Peki, giden yol mudur? Ne hayatlar geçiyor üstünden kim bilir. Kiminin var acelesi Kiminin yok kaygısı Belki bir suçtan kaçan, kaçanı kovalayan Biraz durup nefes alan, Aldığı son nefesi yolda bırakan Yol, hayatın ta kendisi aslında, Önce yokuşu, onca zorluğun ardından Tam bitti diye nefes alışı, her şey yolunda derken bir anda inişi Bir müddet daha sakin gidişi Sonra aniden, soluksuz kalmışcasına karşına çıkan virajda, Ölümle kalım arasında, ayağın yerden kesilir gibi Ya hakimiyeti kaybedersin dönüşü olmaz geriye, Ya da öyle tutarsın ki, o can simidini “ben bu savaşta varım bu yol, bu keskin dönemeç mi yıldırır beni” diye Ve gidersin yoluna, tutuna tutuna! Bir bakmışsın güneş açmış ve sonra yağmur, kar, buz, tuz derken vardır bir lokantası. Sıcacık tavşan kanı çayı. Eh be yol! Dilin olsa da konuşsan, desen ya geçen hayatlara: Dur yolcu! Sakin ol hele, Elbet varacaksın gideceğin yere Tadını çıkarsan ya, bu yolun Baksan etrafına; dağlara, ağaçlara, kuşlara en uzaktaki bulutlara Çiçeklere, sevdiğine, sevenlerine… Hey yolcu! Durup, hayatı çeksene içine. Zevku sefa hep yalan Bir ALLAH baki kalan Gönlüm ona sevdalan ALLAH diyelim ALLAH Seher kanat açarken Nefsim beni yorarken Son nefesi vermeden ALLAH diyelim ALLAH Hikmet eyle kurtulam Ol hasrete yol bulam Ben ona kurban olam ALLAH diyelim ALLAH Ben düştüm kaldır beni Deryalara daldır beni Aşk yoluna saldır beni ALLAH diyelim ALLAH Hasretin kalbim deler Gözümden yaşlar döker Kalksın ara perdeler ALLAH diyelim ALLAH Hükümlü Süleyman Çelik Konya E Tipi Kapalı Ceza İnfaz Kurumu Sadet Dişçeken Kahramanmaraş E Tipi Kapalı Ceza İnfaz Kurumu İnfaz ve Koruma Memuru 52 SİZDEN GELENLER NİSAN/2016 TARİHTE BİR İHANET VE SONUCU Galya’yı, Fransa’yı, İsviçre’yi ve Belçika’yı fetheden Sezar, İngiltere’ye çıktı. Döndü Makedonya’dan Batı Anadolu’ya, oradan Mısır’a ulaştı. O, senatoya bağlı cumhurbaşkanıydı. Başarısını çekemeyen Pompeus yanlıları tarafından bıçaklı saldırıya uğradı. Bıçağı sırtına en son saplayan da manevi oğlu Brutus idi. Sezar, evlatlık edinerek tahsil yaptırdığı ve sarayda büyüttüğü Brütüs’ün elindeki kanlı bıçağı görünce mukavemeti kırıldı. Son nefesini verirken söylediği cümle:“Sende mi Brutus?” oldu. Brutus’e: “Neden bunu yaptın, sen Sezar’ı çok seviyordun?” diye sorduklarında Brütüs:“Roma’yı Sezar’dan daha çok seviyordum.” diyerek ahmakça bir cevap verdi. Pompeus taraftarı Brutus, dünyayı fetheden Sezar’ı öldürmekle güya Roma’yı Sezar’dan kurtarmış oluyordu. Deha sahibi bir asker, üstün politikacı, ünlü hitabetiyle peşinden milyonları koşuşturmuş bir lider, tarihte eşine pek az rastlanan bir suikasta kurban gitmiştir. Ama perde, yine Brutus’ün kanlı hançeriyle kapanacaktı. O hançeri kınından çeken Brutus ve arkadaşları sonunda kendi ihanetlerinin kurbanı oldular. Sezar’ı öldürenler, Roma’yı Sezar’dan kurtarmaya çalışırlarken Roma’yı tamamen kargaşanın içine attılar. Cumhuriyeti koruyacağız, Roma’yı kurtaracağız derlerken Roma’da oluk oluk diz boyu kanın akmasına sebep oldular. Brütüs’ün kanıyla kızıla boyandı ve böylelikle her ikisi için de perde kapandı. Bu olaya milattan önceki tarihi bir olay deyip geçemeyiz. Necip Fazıl’ın “Sonsuzluk kervanı, peşinizde ben” mısrasını biliyorsunuzdur. Sonsuzluk kervanı: Adem aleyhisselamdan iki cihan serverine kadar devam eden peygamberler; oradan başlayan sahabe, tabiin, evliyalar, insanlığın iyiliğinden başka bir şey düşünmeyen milletinin kalkınması için çalışan nice devlet büyükleri ihaneti uzaktan değil, hep yakınından görmüşlerdir. Yüce Peygamberimiz öz amcası Ebu Cehil’den gördüğü eziyeti ve hakareti kimden gördü? Onun için doğduğu büyüdüğü şehri terk etmedi mi? Hz. İsa’yı Roma krallarına ihbar eden 12 havarisinden biri olan Yehuda değil miydi? Bunların hangi birini sayalım? Milattan evvelki Roma nerede? Ve yirmi birinci asır nerede? Hala “sen de mi Brutus?” tabiri dillerde dolaşıyorsa, ihanetin çizgisi de devam ediyor demektir. İhanet Kuran’da münafıklık şeklinde ifade edilir. Bilerek ve isteyerek başkasına zarar verenler Kur’an tabiriyle münafıktır, haindir, katildir. Kanlı cinayetlerde Brutus’leri teşhis etmek kolay da kansız cinayetlerde Brutus’leri teşhis etmek çok zor. Ama kanlı da olsa, kansız da olsa bütün ihanetleri tertipleyenlerin sonu kanlı ve kansız ölümüne sebep oldukları insanların ölümünden daha kötü Brutus ve arkadaşları mağlup oldular. Kendisi oluyor. Hainlerin gözünü hırs perdeliyor ve ihanet ettikleri dağdaki kayalıklar arasında saklanıyordu. Aşağıya bakınca insanların yerine geçmekle ilelebet o koltukta kalacağını Sezar’ın ordusunun marş söyleyerek kendisine doğru gel- sanıyorlar ama yanılıyorlar. Çünkü bu dünyaya gelmenin diğini gördü. Hâlbuki Sezar’ın sağlığında ordunun başın- bir sebebi olduğu gibi gitmenin de bir sebebi var. Ama da önemli bir görevi vardı ve üst derecede bir komutandı. hırsları ve hasetlikleri gözlerini perdeliyor. Hırs ve kıskançlıkla Sezar’ın kanını akıttılar. O kan, şimdi dostları düşman etmişti. Brutus, yaptığı ihanet sonucu Oğlu genç yaşta vefat eden Allah dostuna “Allah duyduğu pişmanlık ve vicdan azabı içinde : “Ey Sezar! sen mekânını cennet eylesin. Oğlunuzun ölüm sebebi neydi?” ne büyüksün ki ölümün dahi intikam alıyor” diyerek han- diye sorduklarında, Allah dostunun verdiği cevap oldukça çerini çekip, arkadaşlarından birine uzattı. “Son emrimi ibret verici: “Oğlumun ölüm sebebi, dünyaya gelmesiydi.” de sen yerine getir. Bu hançeri al, bütün gücünle bağrıma İhanetle, suikastla başkalarının ölümüne sebep olanlar, sapla.” dedi. Çünkü Brutus dönüşü olmayan bir yola girdi- bilmeliler ki dünya da kendilerinin ölüm sebebi olacaktır. ğini biliyordu. Kaşlarını çattı, dişlerini ve dudaklarını sıktı Kadir KESKİN verilen emir aynen uygulandı. Bağrına saplanan hançerle Eğitimci - Yazar son nefesini o da verdi. Aynı hançer hem Sezar’ın, hem de EĞİTİM 53 HZ. PEYGAMBER, T “Lâ İlâhe İllallah” diyerek kelime-i tevhidi samimi bir şekilde gönlüyle tasdik, diliyle ikrar eden ve tevhid inancını benimseyen muvahhid kardeşlerim! Rab olarak Yüce Allah’ı, din olarak İslam’ı, Peygamber olarak Muhammed Mustafa’yı, Kitap olarak Kur’an-ı Kerim’i kabul eden bahtiyar müminler! Allah’ın lütfu ile kardeş olan, kardeşliklerini bu mabette yan yana saf tutarak, aynı duygu ve gayeleri paylaşarak pekiştiren kıymetli kardeşlerim! Bu âyet-i kerimede Yüce Rabbimiz şöyle buyuruyor: “Rabbiniz Allah’tır. O’ndan başka ilâh yoktur. O, her şeyin yaratıcısıdır. Öyle ise O’na kulluk edin. Güvenilip dayanılacak tek varlık O’dur.” Okuduğum hadis-i şerifte ise Peygamberimiz (s.a.s) şöyle buyuruyor: “İnsanlar, Âdem’in çocuklarıdır. Âdem de topraktan yaratılmıştır.” Peygamber Efendimizin dünyayı teşriflerinin yıl dönümü olan yeni bir Kutlu Doğum Haftasına daha girmiş bulunuyoruz. Bu hafta içerisinde, Peygamberimizi anmak ve onun mesajlarını anlamak amacıyla çeşitli etkinlikler düzenlenmektedir. Diyanet İşleri Başkanlığımız, bu sene yüce dinimizin tevhid inancı ve vahdet anlayışına dikkat çekmek ve bu konuda bir bilinç oluşturmak amacıyla Kutlu Doğum Haftası’nda “Hz. Peygamber, Tevhid ve Vahdet” temasını gündeme taşıyacaktır. “İnsanlığı diriltmek, insanlığı yaşatmak ve insanlığı yüceltmek için gelin birlik olalım!” çağrısıyla Peygamberimiz (s.a.s)’in ortaya koyduğu örneklik çerçevesinde, tevhid ve vahdet konusu bütün yönleriyle ele alınacaktır. İnsanlığın topyekûn sıkıntılı süreçlerden geçtiği şu günlerde, parçalanan zihinlerin, yaralanan gönüllerin tamirine katkı sağlanacaktır. Bu vesileyle Kutlu Doğum Haftanızı tebrik ediyorum. 54 MANEVİYAT Bu haftanın hepimiz için hayırlara vesile olmasını Yüce Rabbimizden diliyorum. Tevhid, Yüce Rabbimizin varlığını ve birliğini gönülden tasdik etmek ve O’na hiçbir şeyi ortak koşmamaktır. İnsanın yaratılış gaye ve hikmeti tevhide dayanır. Bütün peygamberler, tevhid inancını yeryüzünde yaymak ve egemen kılmak üzere gönderilmiştir. Onlar bu uğurda çetin mücadeleler vermişler, ağır imtihanlara tabi tutulmuşlardır. Tevhid inancının son elçisi olarak Yüce Rabbimiz, Efendimiz (s.a.s)’i görevlendirmiştir. Âlemlere rahmet Peygamberimiz, Allah’ın varlığını ve birliğini tüm insanlığa yeniden tebliğ etmiştir. Yalnızca Allah’a kul olmaya ve insanca bir yaşayışa çağırmıştır. Rahmet peygamberi, kısa bir sürede şirk toplumundan bir olan Allah’a iman eden muvahhit bir toplum inşa etmiştir. Onun Mekke’de yaktığı tevhid meşalesi her geçen gün yayılmıştır. Öyle ki bu meşale ile karanlıklar, aydınlığa; zulüm, adalete; kin ve nefret, şefkat ve merhamete dönüşmüştür. Efendimiz (s.a.s), sadece tevhid inancını değil, beraberinde vahdet anlayışını da getirmiştir. Bu anlayış, Ensar ve Muhacir arasında zirveye çıkan kardeş olma, birlik olma, bütün olmaya dair en nadide örnekleri insanlığa takdim etmiştir. Efendimizin vahdet anlayışı ile dilleri, renkleri, ırkları farklı inançları, gayeleri, gönülleri aynı “birler” “bin”, “binler” “bir” olmuştur. TEVHİD VE VAHDET Tevhid, sadece bir inanç ve düşünce sistemi değildir, aynı zamanda bir hayat tarzı ve yaşama biçimidir. Tevhid inancının bireysel hayattaki tezahürü, bu inancın gerektirdiği şekilde yaşamaktır. Rabbimize, kendimize, çevremize, kâinata karşı sorumluluğumuzun bilincinde olmaktır. Tevhid inancının toplumsal hayattaki karşılığı ise vahdettir. Vahdet; kardeşlik, dostluk, sevgi, saygı, yardımlaşma, dayanışma ve paylaşmadır. Birlikte yaşama şuuruna sahip olmaktır, ortak değerler etrafında kenetlenmektir, ortak ideallere yönelmektir. Vahdet, tevhidin sancağı altında toplanmaktır, Allah yolunda her türlü çıkarı bir kenara bırakmaktır. Varlığımızı, yokluğumuzu, acılarımızı, sevinçlerimizi, dualarımızı ortak kılmaktır vahdet. Müslüman kanının dökülmesini, Müslümanların bölünüp parçalanmasını engellemek için var gücümüzle çalışmaktır. Vahdet, İslam ümmetinin inşa ettiği mümtaz medeniyetlerin, bu medeniyetlerin ortaya koyduğu büyük tecrübelerin farkında olmaktır. Unutulmamalıdır ki yeryüzündeki bütün muhtaçlara, bütün mazlumlara, bütün insanlığa huzur ve saadet getirecek yegâne çözüm İslam’dadır, imandadır, İslam’ın tevhid ve vahdet anlayışındadır. Ancak bunun için bizim tevhid ve vahdeti iyi ve doğru bir şekilde idrak etmemiz gerekmektedir. Özelde Müslümanların, genelde ise bütün insanlığın tarihin en buhranlı günlerini geçirdiği şu süreçte bizlere büyük görevler düşmektedir. Küfrün karşısında tek ses, zalimin karşısında yekvücut olmak biz Müslümanların en önemli görevlerindendir. Ancak bunu başarabilmemiz, her şeyden önce birbirimizin mezhebini, meşrebini, ırkını, dilini, coğrafyasını ve ideolojisini değil, İslam’ın tevhid ve vahdet anlayışını esas almakla mümkündür. Birliğe, dirliğe ve huzura giden yol da; dostu düşmanı tanımanın yolu da; başkalarının değil, ümmetin yüzünü güldürmenin yolu da buradan geçmektedir. Kutlu doğumunu idrak edeceğimiz Peygamberimiz (s.a.s.)’in getirdiği tevhid dininin ve rahmet yüklü evrensel mesajların; başta ülkemiz olmak üzere bütün Müslümanların vahdetine, birliğine, dirliğine ve huzuruna vesile olmasını Yüce Rabbimizden niyaz ediyorum. İnsanlığın, merhamet dini İslam’ın rahmet ve adaletinden hiçbir zaman nasipsiz kalmamasını, Kutlu Doğum Haftasının, toplumumuzda Peygamber Efendimize duyulan sevgi ve bağlılığın perçinleşmesine vesile olmasını diliyorum. Hazırlayan: Din Hizmetleri Genel Müdürlüğü 55 HOŞÇA BAK ZATINA… Bilimin bize sunduğu verilerden biri de, varlık aleminin kozmik bir yapıya sahip olduğudur. Kozmos; düzen, uyum, bütünlük anlamlarına gelmektedir. Buna göre, var olan her bir şey bir diğeriyle ilişkilidir. Varlıklar arasında uyum ve ahenk vardır. Bu uyum ve ahenk, varlık aleminin işleyişinde belli bir düzen ve süreklilik sağlamaktadır. Hiçbir varlık; diğerine ihtiyaç duymadan varlığını sürdürememektedir. Bu durum kendiliğinden sebepler zinciri oluşturmaktadır. Buna göre; her bir varlık bir diğerine muhtaç ve aynı zamanda harekete geçirici durumundadır. Varlık alemi; birbiriyle ilintili ve muhtaç olma/ihtiyaç duyma esası üzerine var edilmiş dersek sanırım yanlış olmaz. Evrende var olan her şey, birbiriyle ilintiliyken, insanın; fiziki, biyolojik, sosyal ve psikolojik/ruhsal yönlerinden kaynaklanan davranışlarını birbirinden bağımsız düşünemeyiz. Bundan dolayı, insanı bir bütünlük içinde ele almak ve olayları, harekete geçirici sebepleriyle birlikte değerlendirmek zorundayız. Nasıl ki; bedenimizle ilgileniyor, biyolojik ihtiyaçlarımızı karşılıyor, sosyal ilişkilerimizi kural ve kaidelere göre düzenliyor isek, ruh sağlığımızın dengesini sarsacak etki ve tepkilerden de uzak durmamız ve korumamız gerekmektedir. Tabiri caizse, bir yanımızın ihmali, bir diğer yanımızda olumsuzlukları tetiklemiş olacaktır. Şayet böyle yapmazsak insana ve olaylara dair tespit ve tedbirlerimizle de sağlıklı sonuçlar elde edemeyiz ve kendimizi ihmal etmiş oluruz. 56 nül dünyamızda yeni duygu ve düşünceler oluşturarak sosyal ilişkilerimizde farklı tutumlara, davranışlara sebep olur. Etrafımızda ki insanları incitir, “Keskin sirke küpüne zarar verir” misali kendimizi üzer, sosyal ilişkilerimizi tahrip eder hale geliriz. Oysaki, hayatın sükunet içerisinde yaşanabilir bir yüzü vardır ki asıl olan da bu yüzüdür. Yeryüzünü hayat şartlarına uygun hale getirmek üzere, yaratılışı itibariyle donatılmış olan insana alternatif duygu ve düşünceler oluşturma, iyilikleri çoğaltma becerisi de verilmiştir. Bu sebeple, iyilik ve doğruluk insanın özünde mevcuttur. Bize düşen, olumlu duygu ve düşüncelerle bu özü besleyerek çürümesinin önüne geçmektir. Ruh sağlığımız ve sosyal ilişkilerimizin selameti için, gönül dünyamızı bulandıran bu kir ve pasaklardan kurtulmamız gerekir. Hani her zehrin bir de panzehiri olur ya. Bu olumsuz ruh halini, olumlu duygular geliştirerek yeniden düzenleyebiliriz. Kültür geleneğimizde “Ruh Terbiyesi” diye bir kavram vardır. Düşüncelerimizin bozulmaması, gönlümüzün kötü olana meyil etmemesi için bir eğitim sürecini ifade eder. Bu eğitim sürecinin özünü; kendimizle yüzleşmemiz ve iyiliklerin çoğaltılması teşkil eder. Öncelikle, hayata bakışımız çok önemlidir. Hayata, neresinden ve nasıl tutunuyoruz. Yani yaşamak için nereden, nasıl başlıyoruz. Mesela; hayatı bir yarış alanı olarak görür ve bu düşünceyle başlarsak günlük işlerimize, her gün yüz yüze geldiğimiz bir çok insanı kendimize rakip olarak görür ve onlara öyle davranırız. Rekabet duygusu zaten in İnsan yaşadığı anla sınırlı bir varlık değildir. Geç- sanı hep tetikte tutar, beraberinde kaybetme korkusu ve mişin sevinç yada hüzünlerini şuuraltında taşıyabilen, gerginlik/stres yaratır. Rekabet döngüsün içinde, yolunda zamanın farkında olan, zamana, mekana ve eşyaya an- gitmeyen her işimiz bize, hırs aşılar. İnsanlara karşı itilam katabilen, geleceğe dair hayaller kuran, planlar yapan, matsızlık ve menfaatçi yaklaşımlar benimsetir. Başarısızkorku, endişe ve umut taşıyan bir varlıktır. Ömrümüz bu lıklarımıza sebep olarak hep rakiplerimizi görür ve onlara duygu ve düşünce anaforunda geçer. Hayatımızı bu denli karşı kıskançlık ve nefret duygusu uyandırır ruhumuzda. hareketli hale getiren, davranışlarımızı harekete geçiren, Oysa ki; yalnızca kendimize odaklanıp, nasıl daha iyi hale genellikle ruh dünyamızdır. Ruh/gönül dünyamız; adeta getirebilirim düşüncesiyle işimize başlar, aynı alanda faaduygu üretim merkezi, düşüncelerimizin ana rahmidir. liyet gösteren insanlarla bilgi ve tecrübe paylaşımında buDavranışlarımızı tetikleyerek sosyal ilişkilerimizde etki lunabilirsek şayet; hem işimizi, hem de duygu ve düşün– tepki alanı oluşturur. İnsana ve hayata buradan baka- celerimizi olumlu hale dönüştürebiliriz. Kıskançlık, nefret rız hep. Hayata sevgiyle bakabilmişsek sevecen bir ilişki gibi duygularımızı bertaraf edip gerginlikten de kurtulmuş oluşur insanlarla aramızda. Kötümser bakmışsak nefretle oluruz. biçimlenir ilişkilerimiz. Bu bir pencereden dışarıya bakmaya benzer. Pencerenin camı, ne kadar temiz ise dışarıyı Her faaliyetimizde kendimizi merkeze alıp yalnızo kadar net görürüz. Gönül, kendi dışımıza açılan pence- ca kendimize yönelik yaşamaya başlar, ilişkilerimizi saderemizdir. Gönül dünyamızı bulandıran şeyler de, pencere ce kazanmak üzerine bina edersek zamanla bencilleşiriz. camındaki kir ve pasak gibidir. Etrafımızda varlığımızdan mutluluk duyan, kötü günümüzde arayıp soran, koruyup kollayan dostlar bulamayız Bazen hayatımızı zorlaştıran, bizi biden uzak- ve yalnızlaşırız. Ama her şeyi bırakıp gideceğimiz bu gelaştıran, ruh halimizi geren ve dengesini sarsan haller çici dünyada hayatın iyi günde de kötü günde de başkalayaşarız. Temel ihtiyaçlarımız vardır. Hayata dair; talep- rıyla birlikte yaşanabilecek bir süreç olduğunu kabul edelerimiz, beklentilerimiz, heveslerimiz vardır. Bunların rek yaşamaya devam edersek acıların paylaşımında dahi gerçekleşmesi için umut taşırız, Çabalarız, imkanları se- memnuniyet ve mutluluk yaşandığına da şahit olmuş oluferber ederiz. Bu mücadelede çaba ve çarenin tükendiği ruz. Dar ve zor zamanlarında insanlara el uzatıp, imkanyerde, karamsarlık sarar ruhumuzu. Umduğumuz gibi bir larımızı paylaşabilirsek; sevgiyi, yardımlaşmayı çoğaltarak sonuç alamamışsak, güçsüz hissederiz kendimizi. Kaybet- bencil duygulardan arınırız. Toplum içinde iyilikle anılır, me duygusuna kapılırız. Beklentilerimize olumlu cevap saygınlık kazanırız. alamamışsak öfkeleniriz. Hırs oluşur nefsimizde… Bazen de; sevgisizlik, ilgisizlik hissine kapılırız. Kıskançlık duy- Bizi insanlığımızdan uzaklaştıran şeylerden biri gularımız depreşir. Nefrete meylederiz. Bütün bunlar gö- de anlık tepkilerimizdir. Öfkemiz yani. Öfkeyle kalkanın KÖŞE YAZISI NİSAN/2016 hep zararla oturduğunu insanlık epeyce tecrübe etmiş bulunmaktadır. Hz. Peygamber; kızgın ve kırgın olduğumuz insanlara karşı taşkın davranmamamızı, onlarla bir gün dost olabileceğimizi nasihat eder bize. Bir gün yüz yüze geldiğimizde mahcup olmamıza sebep olacak söz ve davranışlardan kaçınıp öfkemizi yutabilirsek şayet; çevremizde güven ve huzur tesis etmiş, insanlığımızı da çoğaltmış oluruz. Bazen bir şeyin olmasını çok isteriz. Daha çok! İllaki… diye diye hırsa dönüşür bu istek. Adeta ruhumuzda zirve yapar. Neye mal olursa olsun der ve o işi yapmaya kalkışırız Ölüm ötesine bitirip giden, alıp götüren var mı! diye düşünmeyiz hiç. Her şeye rağmen ısrarla olmasını istediğimiz şeyin neticesinde huzur bulacak mıyız? acaba diye sormayız kendimize? Halbuki, bütün çabamıza rağmen bazen işler kendi mecrasında akar gider. Biz ise; hırsımızla gerginliğimizle baş başa kalırız. Kırdığımız kalplerle defalarca yüz yüze gelir mahcubiyet duyarız. Sezai Karakoç’ un bir şiirinde dediği gibi; “…..Kaderin üstünde bir kader vardır. Ne yapsalar boş, göklerden gelen bir karar vardır. Gün batsa ne olur, geceyi onaran bir mimar vardır. Yanmışsam, külümden yapılan bir hisar vardır. Yenilgi yenilgi büyüyen bir zafer vardır. Sırların sırrına ermek için sende anahtar vardır…” Büyük şair; “sırların sırrını çözen anahtar” cümlesiyle sorunları çözebilecek, zorluklarla baş edebilecek kabiliyetlerimize, beklemeyi bilen tahammülümüze işaret eder. Çünkü “Sabah ola hayr ola..” diye geceyi huzurlu kılan bir kadim kültürün mensuplarıyız biz. Çarenin tükendiği noktada “geceyi onaran mimarı” bekleyen umudumuz, “Hızır gibi yetişti” dedirten devamız var bizim. Şeyh Galip asırlar önce , “Hoşça bak zatına kim zübde-i alemsin sen. Merdüm-i dide-i ekvan olan ademsin sen” diyerek sesleniyor bize. Bugünkü dilimizle: “Kendine hoş, iyi davran. Çünkü sen alemin özüsün. Varlıkların göz bebeği olan insansın sen.” diyor. İnsan, varlıkların en şereflisi olarak yaratılmıştır. Onun için, ünlü düşünür ve şair Şeyh Galip insanı “zübde i alem” yani alemin özü olarak görüyor. Madem ki alemin özüyüz, madem ki varlıkların en şereflisiyiz; bu sıfatımıza yakışır bir hal içinde olmalıyız. Her gün insaniyetimizi gözden geçirmemiz gerekmektedir. Sahip olduğumuz maddi şeyler bize şahsiyet kazandırmaz. Şahsiyetimiz; insanlığımızdır. Ne kadar insanca davranabiliyorsak o ölçüde şahsiyetliyizdir. “İnsan denince acaba hatırlanacak mıyım!” diye bir soru olmalı gündemimizde. Gönül dünyamız, bunun endişesini taşımalıdır. İyiliklerin çoğaltılması için elimizdeki imkanlar imkansızlıklarımızdan daha fazladır. Kim, her ne ederse kendine eder. Bedelini de kendisi öder. Dertlerimizi dinleyen, sıkıntılarımıza ortak olan dostları kaybetmemek için elimizi çabuk tutalım ve iyilikleri çoğaltarak kendimize iyilik edelim. Özcan GÜLTEKİN Kartal H Tipi Kapalı Ceza İnfaz Kurumu Öğretmeni 57 KÖŞE YAZISI SAĞLIK VE BEN Yaşam, kazanımlarımız, doğumumuzla birlikte kendi yaşam serüvenimizin de başlamasında önemli bir noktadır. Kendi yaşamımızda bir arada olduğumuz her anımız bedenimizin sağlığı ile de yakından ilişkilidir. Sağlık dediğimiz zaman önemli olan yaşamda kendimizi strese tabi tutmadan, olabildiğince doğal ve içten olmaktan geçer. Çünkü insanın bulunduğu yerde mutluluğu yakalayıp, sakinlik ve huzur empatisi ile sağlığını kendi eline alarak mutluluğu yakalayıp, yaşamının tadına varma noktasında mükemmelliğe ulaşması her zaman kendi elindedir. Sağlık her zaman bizim kendi elimizde olan en büyük doğal yaşam kaynağımızdır. Bu detaylara dikkat ettiğimiz ölçüde spor yaparak, doğal beslenerek ve en önemlisi negatif düşüncüler yerine pozitif düşüncelerde olmayı seçerek, mutluluğu kabul ederek sağlıklı zinde bir yaşamı kendi hayatımızda yaşayabiliriz. Bunları yerine getirirken doğal ilacımız olan gülümsemeyi her zaman yüzümüzdeki ifademize yerleştirmemiz bizi daha da yaşama bağlar. Her zaman yaşamanın bizim için önemli olduğunu, sağlığımızın bize ve çevremizde yaşadığımız olaylara, insanlara bağlı olduğunu düşünerek kendimizi her zaman sevmeli ve kendi sevgimizi sağlığa dönüştürecek küçük bir tebessüm bile olsa kendimizi mutlu hissedeceğimiz ana dönüştürerek yaşamı sevelim. Sağlığımız için her zaman söylenen sigara, alkol ve diğer zararlı maddeler gibi bağımlılığa sebep olan, bizi negatif düşündüren ve yaşamımızı kısaltan 58 KÖŞE YAZISI tüm bu maddeleri hayatımıza almayalım ki hayatı gerçekten kendimiz için yaşadığımız, sağlığımız için nefes aldığımız güzel anlara dönüştürmenin mutluluğunu tadalım. Her zaman mutlu olmak için bir yol olduğunu bilelim ve sağlıklı olmanın altın kuralının spor ve doğal beslenmekten önce stres olmayan huzur içinde yaşadığımız anlarda saklı olduğunun farkına varalım. Çünkü biz şu anda çok yoğun bir sıkıntı yaşıyorsak bunu ne doğal beslenmek, ne düzenli spor yapmak ne de çok donanımlı bir doktora giderek ilaç ile tedavi olmak düzeltebilir. Bunu sadece stresin kaynağını bularak buna engel olursak sağlığın ilk kuralını yerine getirmiş oluruz. Unutmayalım hayattayken sağlığımız varsa biz varız. Biz neşeyle hayata küçücük nedenlerle de olsa tutunabiliyorsak, o zaman kendi kendimizi tedavi eden doktora dönüşür ve bu yaşamın içerisinde kendimizi alabilmenin haklı mutluluğunu yaşarız. Biz sağlığımızla var olmamıza şükrettiğimiz sürece içtiğimiz çaydan, yediğimiz ekmekten mutlu olarak, hayatta bize verilen işlerimizi yerine getirerek bunun için kendimize teşekkür ederek her zaman sağlık için yaşamımızın kalite sini arttırmanın bilincinde olup bu doğrultuda istediklerimize ulaş- manın hazzına varırız. Ayşe DEMİRKAN Bilim Uzmanı “Hiç kimseye imandan sonra sağlıktan daha üstün bir nimet verilmemiştir.” Hz. Ebû Bekir “Spor Hayata Tutunmanın Bir Dalıdır.”