KENT - YAPISAL ÇEVRE
Transkript
KENT - YAPISAL ÇEVRE
...“Mimar” kelimesi yaptığı iş olarak tanımı dışında içinde derin anlamlar taşıyan temsiliyete sahiptir. Mimar aslında geçmişini -kültürünü, şimdiyi -demokrasiyi, geleceği….........-> S 3 Değişim İçinde Yaşam Naciye Doratlı Hera-C ...Dünya değişiyor, değer yargılarımız, hayattan beklentilerimiz değişiyor. Yaşımız ne olursa olsun hepimizin bir geçmişi, iyi ya da kötü anılarımız var. Bir an için tüm belleğinizi kaybettiğinizi.......-> S 4 ...Konutun değişimi insanın,dolayısıyla toplumun evrimine koşut. Toplumların özellik ve deneyimlerini yansıtan sözcükler de, insan yaşamındaki bu sürekli devingenliğe uyum sağlıyarak..-> S 9 GELENEKTEN EVRENSELE MİMARİ BİR MİMAR - BİR BİNA Uğur Dağlı Kültür Varlıklarımız Ülkemizin Markası Olabilir Mi? Ama nasıl? KONUT VE YAŞAM Yaşamsal Derinliklerin Serüveni Olan Sayfanın Başlangıç Noktası: Atun Kardeşler GEÇMİŞİN SESSİZ TANIKLARI KENT MİMARLIK ve TASARIM GAZETESİ 15 GÜNDE BİR YAYINLANIR 21 ŞUBAT 2010/ SAYI 1 Kağan Günçe ...İnsanoğlunun dört duvar arasındaki yaşantısının ilk kez ne zaman, nerede başladığı bugün için tam olarak saptanabilmiş değildir. Ancak bilinen, insanoğlunun....-> S 10 Kıbrıs’ın ‘alaflı’ sıcağından ‘Prag Baharı’na KENT - YAPISAL ÇEVRE - MİMARİ ÜRÜN: Uğur Dağlı - Ercan Hoşkara - Şebnem Hoşkara Türkan Ulusu Uraz AL GÖZÜM SEYREYLE KAVRAMLAR DÜNYASINA YOLCULUK Geleneksel Mimari, İç İçe Geçmiş Paradokslar Yumağı ...‘Var Olmanın Dayanılmaz Hafifliği’ndeki tutkulu -bir o kadar da özgürkomünist aşklara ve toplumun içinden geçtiği sosyo-politik değişime ev sahipliği yapan kent....................-> S 11 ‘Masumiyet Müzesi’ ve İstanbul’da Aşk PROVO-K-İTAP ... bütün romantikleri, hayalperestleri ve kentseverleri sarsacak, naif bir aşk hikayesi üzerinden İstanbul kentinin kısmi tarihçesi ve yaşamını sunar bizlere. Masumiyet Müzesi.............-> S 12 Kentte Mekan- Kentsel Mekan Şebnem Hoşkara KENTİN TADI TUZU DOSYA 1: KENT- YAPISAL ÇEVRE- MİMARİ ÜRÜN: KAVRAMLAR DÜNYASINA YOLCULUK Beril Özmen Mayer ...Bütün yerleşmeler, dolayısıyla da kentler, binalar ve binalar arasındaki sokaklar, meydanlar, yeşil alanlar, parkları ve diğer açık alanları kapsayan “kentsel mekanlar”dan oluşmaktadır......-> S 14 Kapak resmi: Ceren Boğaç ...GÜNE BAŞLADIĞIMIZ ANDAN TÜM GÜN BOYUNCA İÇİÇE OLDUĞUMUZ, TASARIM DÜNYASI İÇİNDE BİRÇOK FARKLI TASARIM BOYUTU - DİSİPLİNİ SÖZ KONUSUDUR. İNSAN – ÇEVRE – MEKAN İLİŞKİSİ BAĞLAMINDA BAKILDIĞINDA BÜYÜK ÖLÇEKTEN KÜÇÜK ÖLÇEĞE DOĞRU GİDİLECEK OLURSA, BU BOYUTLAR KENTSEL TASARIM, MİMARİ TASARIM, İÇ MEKAN TASARIMI VE ENDÜSTRİYEL TASARIM OLARAK GRUPLANMAKTADIR.........................................................................................................-> S 5-6-7-8 SORULAR- CEVAPLAR YANLIŞLAR- DOĞRULAR........-> S 13 Ercan Hoşkara GÜNCEL HABERLER YORUMSUZ FOTOĞRAFLAR KARİKATÜRLER.........................-> S 15 Kutsal Öztürk Begüm Mozaikçi SAYFA 2 EDİTÖR HAVADİS GAZETESİ EKİ / 21 ŞUBAT. SAYI 1. Doğu Akdeniz Üniversitesi “Uluslararası Kariyer İçin” Naciye Doratlı naciye.doratli@emu.edu.tr Mekanperest Gazete Ekibi / Soldan sağa (üst): Begüm Mozaikci, Şebnem Hoşkara, Beril Özmen Mayer, Ceren Boğaç, Naciye Doratlı, Türkan Ulusu Uraz, Ercan Hoşkara, Kağan Günçe. Soldan sağa (alt):Kutsal Öztürk, Hıfsiye Pulhan, Uğur Dağlı, Nesil Baytin ve Mimarlık Fakültesi Dekanı İbrahim Numan. Başlarken Herkese merhaba... Akademisyenlerin önemli görevlerinden biri toplumsal gelişime katkı koymaktır. Tüm disiplinler için geçerli olan bu görevin, özellikle bizlerin de mensubu olduğumuz mimarlık alanında daha da önemli olduğunu düşünmekteyiz. Çünkü ülkede yapılaşmayı düzenleyen kurallar ne olursa olsun, ne kadar yeterli ve etkili olursa olsun, yaşanabilir çevreler oluşturulmasında bu kurallar kadar belki de daha çok toplumun bilinç düzeyi önemli rol oynar. Yapılaşma ile ilgili kararlar ve bunların uygulanmasında bireysel çıkarlar bağlamında maksimum fayda sağlama kaygısı kadar kamu yararı ya da zararının da önemsenmesi toplumsal bilinç düzeyine bağlıdır. Hiç şüphe yok ki her konuda bilinçli bir toplum olunabilmesi için bireylerin küçük yaşlardan bu doğrultuda eğitim almaları gerekir. Konumuz olan yapılaşmış çevre açısından konuya bakacak olursak durumumuz hiç de iç açıcı değil. İşte bu durumun bilinci ile karınca kararınca yapılaşmış çevre konusunda toplum bilincini artırmak amacı ile sorunlara dikkat çekmek, güzele doğruya değinmek üzere bir gazete aracılığı ile sizlere ulaşmak istedik. Peki, biz kimiz? Bizler, Doğu Akdeniz Üniversitesi Mimarlık Fakültesi’nden yoğun çalışma temposu ve ağır iş yüküne rağmen zaman ayırıp mimarlık ve çevre konularında gerek kronik, gerekse akut bir takım sorunlara dikkat çekmek ve bunların çözümü için öneriler sunmak için uğraş vermeyi göze alan gönüllü bir grup öğretim üyesiyiz. Bu gönüllü grup, bu işin fikir annesi olan ben Doç. Dr. Naciye Doratlı, Doç. Dr. Nesil Baytin, Dr. Ceren Boğaç, Doç. Dr. Uğur Dağlı, Yrd. Doç. Dr. Kağan Günçe, Yrd. Doç. Dr. Ercan Hoşkara, Prof. Dr. Şebnem Hoşkara, Yrd. Doç. Dr. Beril Özmen Mayer, Prof. Dr. Kutsal Öztürk, Doç. Dr. Hıfsiye Pulhan, Doç. Dr. Türkan Uraz ve araştırma görevlisi Begüm Mozaikci’den oluşuyor. Bu işin aklımıza düştüğü günden itibaren ‘En iyi nasıl yapabiliriz?’ sorusu üzerinde kafa yorarak, basın aracılığı ile baskı sayısı yüksek bir gazete ile sizlere ayda bir ulaşabilecek bir gazete eki oluşturmayı öngördük. Üniversitemiz Rektörlüğü’nün girişimleri sonucunda bu projemizin Havadis Gazetesi’nde hayat bulmasına karar verildi. Sonuç olarak MekanPerest, bizim ilk başta öngördüğümüz gibi ayda bir değil, onbeş günde bir Havadis gazetesinin eki olarak sizlerle buluşacak. MekanPerest’te Neler Var? Mimarlık, tasarım, çevre ve kentlerimizle ilgili olarak nelere dikkat çekmek istediğimizi kâğıda döktüğümüzde ortaya çıkan uzun listeyi toparladığımızda ise, ağırlıklı olarak ülkemizin yetiştirdiği mimarlar ve tasarladıkları binaların tanıtılacağı, Uğur Dağlı’nın sorumluluğundaki Bir Mimar, Bir Bina; benim sorumluluğumdaki Geçmişin Sessiz Tanıkları; DAÜ Mimarlık Fakültesi bünyesinde konut alanında faaliyet gösteren bir merkez olan HERA-C’nin üyeleri Nesil Baytin, Beril Özmen Mayer, Hıfsiye Pulhan ve Turkan Uraz’ın sorumluluğundaki Konut ve Yaşam; Kağan Günçe’nin sorumluluğunda Gelenekten Evrensele Mimari; gezilen kentlerle ilgili izlenimlerin paylaşılacağı, Turkan Uraz’ın sorumluluğundaki Al Gözüm Seyreyle; yapım süreci ile ilgili akla gelen sorulara cevap verecek, Ercan Hoşkara’nın sorumluluğunda SorularCevaplar, Yanlışlar- Doğrular; kitap tanıtımının yapılacağı, Beril Özmen Mayer’in sorumluluğundaki ProVo-K-itaP; kentlerdeki ortak yaşam alanlarının irdeleneceği, Şebnem Hoşkara’nın sorumluluğundaki Kentin Tadı- Tuzu; mimarlık alanına ilişkin haberlerin yer alacağı Kutsal Öztürk ve Begüm Mozaikci’’nin sorumluluğundaki Haberler’den oluşan bir kurgu üzerinde görüş birliğine vardık. Buna ek olarak ayda bir, daha kapsamlı bir içerikle sizlere ulaşacak olan Dosya’mız olacak. Dosya konularımızı belirlerken genelden özele giden bir çizgi izleyerek ilk sayımızda Uğur Dağlı, Ercan Hoşkara ve Şebnem Hoşkara’nın hazırladıkları Kent – Yapısal Çevre – Mimari Ürün: Kavramlar Dünyasına Yolculuk dosyamız ile sizlere merhaba diyoruz. Dosya’yı içermeyen sayıda yine ayda bir olmak üzere, İç Mimarlık ve Endüstri Ürünleri Tasarımı alanında bilgiler sizlerle paylaşılacak. MekanPerest’in ilk sayısında sayfa ve dosya içeriklerine baktığınızda, ilk bakışta sanki çevremizdeki akut ve çok ciddi bir takım sorunların göz ardı edildiği izlenimine kapılabilirsiniz. Ancak unutmayınız ki bu bir başlangıç ve küçük ülkemizde yapılaşmış çevre ile ilgili sorunlarımız diz boyu. Takdir edersiniz ki tümüne ilk sayımızda değinmek mümkün değil. Hangisine değinseydik, hangisini geriye bıraksaydık? Annan Planı ile yaşanan inşaat patlamasının yarattığı doğa katliamı ve beraberinde getirdiği veya ardından gelen çok boyutlu sorunları mı? Köylerde tehlike arz ettikleri gerekçesi ile devlet otoritesi tarafından yıkım emri verilen eski geleneksel köy evlerimizi mi? Lefkoşa Sur-içi’nin göbeğinde bir mücevher gibi baş tacı etmemiz gereken ama maalesef bir utanç abidesi olarak kültür varlıklarının korunmasındaki beceriksizliğimizi sergileyen Kumarcılar Hanı’nı mı? İmar Yasamız uyarınca bir Ara-dönem planlama aracı olan emirnamelerde, “müşteri vatandaş - tüccar siyasetçi” anlayışı sonucu; doğal ve tarihi sitler, orman alanları, kıyılar, kentlerimiz, köylerimiz, tüm ulusal kaynak ve varlıkla rımızın yeni bir “Yağmalanma Süreci”nin bir nevi müjdesi olarak algılanabilecek bir söylemle değişikliklerin yapılmasını mı? Bunlar sadece hemen akla gelenler. Bunların yanında daha birçoğu var. Tüm bunlara ileriki sayılarımızda yer vermeye, bilim penceresinden bakmaya çalışacağız. Sizlerle buluşmamıza olanak sağlayan Doğu Akdeniz Üniversitesi’nin vizyon sahibi yöneticilerine, ‘Zararına da olsa biz bu eki basarız’ diyen Genel Yayın Yönetmeni Başaran Düzgün şahsında tüm Havadis Gazetesi çalışanlarına teşekkür ederiz. Bina, iç mekan, ya da kentsel mekan olsun mekan sevdalısı olan bizleri sizinle buluşturacak olan MekanPerest’le tasarım, mimarlık, çevre ve kent bağlamında bilimsel doğrulara, güzele açılan kapıyı aralamayı başarabilirsek ne mutlu bize... İyi okumalar ve seyirler dileklerimizle... Naciye Doratlı MEKANPEREST- HAVADİS GAZETESİ EKİ Proje Koordinatörü / Editör Naciye Doratlı. Proje Koordinatör Yardımcıları Ceren Boğaç, Uğur Dağlı, Şebnem Hoşkara. Grafik Tasarım Ceren Boğaç. Yazı İşleri Ekibi (Alfabetik) Nesil Baytin, Uğur Dağlı, Kağan Günçe, Ercan Hoşkara, Şebnem Hoşkara, Beril Özmen Mayer, Begüm Mozaikci, Kutsal Öztürk, Hıfsiye Pulhan, Türkan Ulusu Uraz. Proje Resmi Sahibi Doğu Akdeniz Üniversitesi, Mimarlık Fakültesi, Gazimağusa. Tel: 630 1346, mekanperest@emu.edu.tr Yayıncı Kuruluş Havadis Gazetesi, Lefkoşa. BİR BİNA- BİR MİMAR HAVADİS GAZETESİ EKİ / 21 ŞUBAT. SAYI 1. Doğu Akdeniz Üniversitesi “Uluslararası Kariyer İçin” SAYFA 3 Uğur Dağlı ugur.dagli@emu.edu.tr Hakkı Atun ve Burhan Atun Kardeşler… Yollarının kesiştiği bina: Avukat Osman Dağlı Evi Bir sayfa, bir başlangıç. İçinde yüzlerce heyecan - tedirginlik taşımaktadır. Öyle bir başlangıç olmalı ki okuyucu onurlandırılacak, heyecanlandırılacak, geçmişiyle geleceği arasında bir köprü kuracak aynı zamanda yazar da bu köprüyü hissedecek. Yaşamsal derinliklerin serüveni olan sayfanın başlangıç noktasını belirlemek zor - kolay çelişkisi içinde oluşmuştu. Seçimimde binanın - mimarın benim açımdan derin anlamlar içermesi önemliydi. Böylece hergün evimden tablo gibi seyrettiğim, eşimin çocukluğundan gençliğine kadar tüm heyecanlarını yaşadığı ev, bu serüven için bir başlangıç olacağına inandım. Hakkı Atun ve Burhan Atun Kardeşler… Yollarının kesiştiği bina. Avukat Osman Dağlı Evi “Mimar” kelimesi yaptığı iş olarak tanımı dışında içinde derin anlamlar taşıyan temsiliyete sahiptir. Mimar aslında geçmişini - kültürünü, şimdiyi – demokrasiyi, geleceği – umudu seven kişidir. İşte böyle geçmiş - gelecek arasında toplumsal duruşlarıyla saygınlık kazanmış iki mimar kardeş… Hakkı Atun, Burhan Atun… Osman Dağlı Evi. Onların herzaman kesişen yaşamlarının mimar olarak ilk kesişmesiydi. İkisinin de profesyonel yaşamdaki ilk uygulamalarıydı. Yıl 1960. Mimar Hakkı Atun – Evin zemin katı İnşa ediliyor… Öğretmen kolejinde başladığı eğitimini 2 yıl sonunda Ayer Kaşifi’n zoruyla 200 lira ceza vererek yarıda kesip İTÜ Mimarlık’ta okumaya başlayan, ilk ders Temel Tasarımda 3 kutu üstüste konulup “görünüşünü çizin” denilince bocalayan fakat ilk sınavı Yapı1 dersinden “A” alınca heyecanlanan ve o gün bu mesleği seveceğine inanan Hakkı Atun, 1959’da mezun olduğunda mimarlık yaşamına, birkaç ay önce mezun olan Ayer Kaşif’in Lefkoşa Mahkemeler Binası önündeki, (önde bekleme arkada çizim odasından ve ozalit makinesinin durduğu bahçedeki odadan oluşan) büroda başlar. Baykal, Mağusa’nın tek katlı bahçeli evlerde oluşan avukat, bankacı, tüccar gibi elit kişilerin oturduğu sakin nezih bir mahalleydi. O dönemde Mağusa’nın önde gelen avukatlarından Osman Dağlı kendine arsa seçimi olarak önceleri İngiliz kampı olan sonra ise parsellenerek arsalara dönüşen bu bölgeden bir yer alır. Mimar seçiminde ise arkadaşı Dr.Ali Atun aracılığıyle genç yeni mimar Hakkı Atun’a ulaşır. Heyecanla başladığı bu ilk projesinin tasarım aşamasında Dağlı ile hiç bir problem yaşamayan Atun üniversitede almış olduğu tüm mimari birikimini özgürce tasarımına aktarır. Tasarım kadar uygulamanın da önemine inan Atun binanın mütehaddi Mehmet Usta’ya şüphe ile yaklaşsa da “ben üstesinden gelirim” diyen Osman Dağlı’nın kendisini ikna etmesiyle sorunsuz uygulama süreciyle binayı ortaya çıkarmayı başarır. Davetkar giriş detayıyla bütünleşen cephe malzemeleri, (özellikle Atun’un daha sonra tasarladığı Lefkoşa. Kooperatif Merkez Bankası’nda da gözlemelenen ve cephede dominant etki yaratan teras üzerindeki petek elemanları) doluluk boşluğun ritmik kurgusu, cephedeki elemanların oransal ilişkisi binanın cephesini, görsel dengesi güclü, yalın ama zengin bir oluşum içine sokmuştur. Atun, o dönemde malzeme işcilik olarak Türk mimarisi Rum toplumunun çok gerisinde olduğunu ve Behaeddin’le sürekli Mihalisin binalarına inceleme gezileri yaptıklarını vurgulardı. İşte bu geziler ve titizlik ortaya başarılı bir sonuç çıkarmıştı. Osman Dağlı’nın o yıllarda Maraş Belediye Başkanı avukat Andrias Puyuros’la arkadaşlığı da eve katkılar sağlamıştı. Ağaç sevgisine sahip Başkan Maraşı süslemek üzere Kuzey ülkelerinden birçok ağaç getirmişti. Bunlardan evin önünde yeralan iki arokarya ağacıyla, manolya ağacı (ikinci kat yapılırken kesildi).ve arka avludaki çekirdeksiz limon ağaçı Başkan’ın eve hediyesiydi. Evin ilk bölümünün tamamlanmış hali (fotoğraf - Hakkı Atun, 1960) Evin bugünkü durumu Mimar Bir Aile Bu arada Baykal mahallesi, mahalleye anlam kazandıran bu ev ile gelişmeye başlar. 1966-1967 yıllarında Kooperatifler Müdürü İsmet Kotak, eşinin mahallesi olan mahalleye Kooperatif evlerini yaptırır. Böylece mahalledeki yapılaşma ivme kazanmış olur. Yıl 1984. Mimar Burhan Atun – Evin ikinci katı İnşa ediliyor… ODTÜ Şehirciliği kazanan, bir yıl sonunda ağabeyisi Hakkı Atun’un zoruyla mimarlığa geçiş yapan ODTÜ’den mezun olmasına rağmen ağabeyisi sayesinde İTÜ ekolunu de öğrenen ve iki ekolu birbirine entegre etmeyi başarmış yegane mimarlardan biri olan Burhan Atun, uzun süre devlet dairesinde çalışması sonucunda piyasaya çıktığında, ağabeyisinin politikadan dolayı mimarlık alanından uzaklaşmasıyla ilk iş olarak Osman Dağlı evinin üst katına ikinci bir dairenin yapılması önüne gelmişti. Mimarlık motivasyonunu herzaman Hakkı Atun’dan aldığını vurgulayan Burhan Atun’un aslında yüklendiği kolay gibi görünüp zor bir işti. Alt kat tamamlanmış kendi içinde bitmiş evin ikinci katı yapılacaktı. Farklılık içinde bütünlüğü sağlamak zorundaydı. Öyle bir ilave yapmıştı ki Atun, evin iki katı dikey ve yatay düzlemde tamamlanmıştı. Alt katta giriş alanında yaratılan derin boşluk üst katta sağ köşe noktada yaratılan balkon derinliğiyle dengelenmişti. Alt katın detayları sıkıcı olmadan tekrarlanmıştı. Atun evin tasarım aşamasının problemsiz geçtiğini, uygulamanın sonundaki bir olayın acı ama kendisi açısından bir tecrübe olduğunu vurgulamaktaydı. İnşaatın bitmesine birkaç dokunuş kaldığı noktada inşaatı görmeden tamamlandığını ve mütahidde ödemenin yapılabileceği yazısını yazmıştı. Bu konu Dağlı, Mütehahid ve Atun arasında ciddi bir probleme neden olmuştı. Bu olaydan sonra ise Atun, hiçbir zaman binalarının bitişini gözüyle görmeden “tamamlandı” yazısını yazmadığını vurguladı. Hakkı Atun ailenin birçok kesimine Mimarlık alanında öncülük yapmıştı ve mimarlık aileye öyle bir yayılmış ki, bir dönem Mağusa Belediye başkanlığı yapan Bora Atun’dan, Burhan Atun’a, oğlu Mustafa Atun, Burhan Atun’un oğlu Cenk Atun, eşinin kardeşi Tuna Veysi, yeğenleri DAÜ Mimarlık Fakültesi Dekanı İbrahim Numan’a... kadar. Atun Kardeşleri ençok Etkileyen Yapıları Dr. Orhan Oktay’ın evi ile Hüseyin Öztoprak’ın evi… Daha bilinçli daha detaylı daha estetik anlayışı olduğu ve en olgunlaştığı dönem olduğu için bu evlere sevgisi farklı Hakkı Atun’un, Burhan Atun’un ise AKM binası. Onun için ikinci bir okul gibiydi. Üst rütbelilerin kendisine sonsuz imkan tanımaları ile 3.5 yıl süren bir tecrübe... Çimenini bile ekerek teslim etmesi kendi açısından binaya duyduğu değeri ifade ediyor... Şu andaki ortak Çalışmaları Atun kardeşler Şimdide Hakkı Atunun kızı Nevhiz’a birlikte Boğaz’da bir ev tasarlıyorlar. Aynı heyecan ve mutlulukla. Bu defa devreye Cenk Atun’u da koyarak. Mimarlık tasarım yoluyla topluma yayılmakta ve toplumla iletişime geçmektedir. Bu bağlamda tasarlamakta oldukları yeni binaları ile topluma bir ileti sağlayacaklarına inanmaktaydı. Uğur Dağlı Not: Metin 28 Ekim 2009 tarihinde Hakkı Atun ve Burhan Atun’la yapılan sohbet sonunda Atun kardeşlerin anlatımı ile kaleme alınmıştır. SAYFA 4 GEÇMİŞİN SESSİZ TANIKLARI HAVADİS GAZETESİ EKİ / 21 ŞUBAT. SAYI 1. Doğu Akdeniz Üniversitesi “Uluslararası Kariyer İçin” Naciye Doratlı naciye.doratli@emu.edu.tr Kültür Varlıklarımız Üzerinde yaşadığımız topraklar, çağlar boyunca birçok uygarlığa ev sahipliği yapmış olması nedeni ile farklı kültürlerin iç içe geçtiği bir birikime sahiptir. Bu birikimi kimileri kültürel miras, kimileri de kültür varlıkları olarak isimlendirir. Halkın sessiz çoğunluğu için ise geçmişin sessiz tanıkları olan tarihi yapılar ya da yapı kalıntıları harabe ya da viraneden başka bir şey değildir. Çünkü çevre ve kültür gibi dünyanın tümünü ilgilendiren ve insanın süreç içinde kimliğini bulmasını sağlayan değerler, mal, can gibi doğrudan yaşanan, anlık değerlere göre arka planda kalmakta, önemsenmemektedir. Kültür Mirası değil Kültür Varlıkları Köşemin adından da anlaşılacağı gibi ben geçmişten günümüze kadar gelebilmiş, taşınmaz eski eserlerin - ki bunlar evler, kamusal yapılar ya da yapı kalıntılar olabilir- kültür varlıkları, kültürel zenginlikler olarak tanımlanmasını daha doğru buluyorum. Çünkü miras genellikle fazla zahmete girmeden edinilir ve bu yüzden elden çıkarılması da kolaydır. Hâlbuki tarihi eski yapılar, sadece bizim için değil aynı zamanda evrensel bir değere de sahiptirler. Dünya değişiyor, değer yargılarımız, hayattan beklentilerimiz değişiyor. Yaşımız ne olursa olsun hepimizin bir geçmişi, iyi ya da kötü anılarımız var. Bir an için tüm belleğinizi kaybettiğinizi düşünün. Ne büyük bir boşluk olurdu değil mi? Bir an için aynı şekilde Lefkoşa Sur-içini ya da Gazimağusa Sur-içini veya ülkemizin diğer tarihi alanlarını düşünün. Buralardaki tarihi yapıların, surların bir an için yerinde olmadığını düşleyin. Kültür varlıklarının yok olması, tıpkı insanın belleğini yitirmesi gibi kentin de belleğini yitirmesi demektir. Kültür varlıklarının yok olması demek aslında geçmişimiz, tarihimiz ve kültürümüzün de yok olması demektir. Bu noktada tarihi eski eserlere sessiz çoğunluğun bakış açısının ne olduğuna bakmakta yarar görüyorum. Halkımızın önemli bir bölümü için, surlar, kaleler, anıtsal yapılar dışındaki evler ve diğer gösterişsiz binaların tümüne yakını ‘virane’, ‘harabe’ olmaktan öte çok da bir anlam ifade etmezler. Bu yapılar daha çok maddi boyutu ile dikkate alınır. Örneğin tarihi eski bir ev kiraya verilse kirası çok düşüktür, satılmaya kalkılsa elde edilecek meblağ bir işe yaramayacaktır. Bunları yıkıp yerine yeni, alışılmış binalar yapılması birçoğumuz için mezbeleliklerin temizlenmesi demek olabilir. Çoğumuz bu kanıda olsak bile, geçmişin sessiz tanıkları olan tarihi eserlere taş yığınları olarak baksak bile, bu onların geçmişten süzülen bir yığın anlam yüklü kaynaklar olduğu gerçeğini örtmez. Kültür Varlıklarının Ekonomik Yüzü Kültür varlıklarının manevi değerini, evrensel değerini bir tarafa bırakarak, anıtsal olsun veya daha gösterişsiz olsun tarihi yapıların - eğer doğru kararlar verilirse - ekonomik açıdan ülkemiz açısından ne büyük bir potansiyele sahip olduklarına değinmekte yarar görüyorum. Ülkemiz ekonomisinin lokomotif sektörü, ambargolar nedeni ile arzu edilen düzeye gelemese bile turizm olduğu ve dünya üzerindeki turizm hareketinde kültür varlıkları açısından zengin olan ülkelerin diğerlerine göre daha avantajlı olduğu gerçeğinden hareketle, sahip olduğumuz kültür varlıklarının önemli bir ekonomik kaynak olduklarını dikkate almak zorundayız. Bunun yanı sıra bugün dünyada artık ülkelerin değil kentlerin markalaşma yolu ile kendilerini vahşi rekabet ortamında öne çıkarmak için yarıştıklarını görmekteyiz. Kentlerin markalaşması için sahip oldukları değerler içinde kültür varlıkları hiç şüphe yok ki en önemli yeri tutuyor. Ravelin (Akkule) Burcu- Gazimağusa Arabahmet Mahallesi- Lefkoşa Suriçi Kemerli Ev- Gazimağusa Suriçi Kültür Varlıkları ve Markalaşma Gerek kent düzeyinde gerekse ülke düzeyinde bizim markalaşmak için o kadar büyük değerlerimiz, zenginliklerimiz var ki... Sadece bir kaç örnek: Roma döneminden günümüze harabe olarak gelebilmiş antik Salamis kenti; Walt Disney’in Pamuk Prenses ve Yedi Cüceler masalındaki kalesine esin kaynağı olduğu söylenen, geçmişi ortaçağa kadar uzanan St. Hilarion Kalesi; gotik mimarisinin en güzel örneklerinden olan Lüzinyan döneminde St. Nicholas Katedrali olarak inşa edilmiş, Kudüs kralının taç giydiği, daha sonra Osmanlı döneminde özgün mimarisine son derecede saygılı bir tavırla çok zarif minare eklenerek camiye dönüştürülmüş Lala Mustafa Paşa Camii, Venedik döneminde inşa edilmiş her biri, eşsiz bir askeri mimari örneği olan Lefkoşa ve Gazimağusa Surları, ismini Shakespeare’in ölümsüz eseri Othello’dan alan Othello Kalesi, Osmanlı döneminde inşa edilen Büyük Han, Derviş Paşa Konağı ve daha birçoğu... Değişen dünya koşullarına ayak uydurmak için yenilikleri takip etme, değişime ayak Biddulp Kapısı- Gazimağusa Suriçi uydurma telaşı içinde asıl gücümüzün nerede olduğunun pek de farkında değiliz aslında. En büyük zenginliğimiz son dönemlerde çağdaş gereksinimlere cevap vermek adına hoyratça zarar vermekte olduğumuz doğal güzelliklerimiz, dünyanın başka bir yerinde olsalar üzerine titrenecek olan kültür varlıklarımız değil midir? Bir de unutmamamız gerekir ki kültür varlıklarımız bizim zenginliğimiz olduğu kadar, aynı zamanda dünyaya karşı korumakla yükümlü olduğumuzdan ötürü önemli bir sorumluluğumuzdur. Naciye Doratlı DOSYA HAVADİS GAZETESİ EKİ / 21 ŞUBAT. SAYI 1. Doğu Akdeniz Üniversitesi “Uluslararası Kariyer İçin” SAYFA 5 Uğur Dağlı- Ercan Hoşkara- Şebnem Hoşkara ugur.dagli@emu.edu.tr ercan.hoskara@emu.edu.tr sebem.hoskara@emu.edu.tr Başlarken Bizim toplumumuzda ise en yaygın olarak bilinen, kentlerin fiziksel yapısının oluşturduğu tanım – anlamdır; bu da kent dokusunun oluşturduğu yapısal çevredir. Bu çevre, binalar ve binalar arasında kalan tanımlı ya da tanımsız boşlukların bir araya gelmesiyle oluşan üç boyutlu bir fiziksel biçimleniştir. Bu biçimleniş içinde, yapısal (ya da yapılaşmış) çevrenin en önemli iki bileşeni, “binalar – mimari ürün” ve arasındaki “boşluklar - kentsel mekanlar”dır. Herhangi birşeye “başlamak” zordur; birşeyin “ilk”i olmak da, ayrı bir sorumluluk yükler insana. İşte biz de, yayınına yeni başlayan gazete-eki’mizin ilk Dosya’sını hazırlarken bu duygular içindeyiz. Bu ilk Dosya’mız, bundan sonraki dosya konularımızın genel kapsamına değinmek, siz okuyucularımızı belirli kavramlarla tanıştırmak, sizleri “bizim konularımız”ın içine çekmeye çalışmak, biraz merak biraz ilgi uyandırmak, ve sonrasında tüm bu konuları “sizin ilgi alanınıza dahil etmek” üzere kurgulandı. Amacımız, içinde yaşadığımız ve çoğu kez sorunlarıyla boğuştuğumuz “kentlerimiz” ve hergün gördüğümüz ama üzerinde pek de çok düşünmediğimiz “mimarimiz” ve diğer tasarım ölçekleri üzerine farkındalık yaratmak; bazı önemli olduğunu düşündüğümüz konulara dikkatlerinizi çekmek. Umarız başarırız... Mimari Ürün – Bina ve Mekan Prag’dan görünüş, Çek Cumhuriyeti (fotoğraf- Ceren Boğaç, 2007) anlamların neler olduğunu? Kent ve biz kavramlarının, gerek bireysel gerekse toplumsal olarak birbirine ne kattığının, biri-birini nasıl etkilediğinin farkında mıyız? Mutluluklarımızdan mutsuzluklarımıza, gelişmişlikten gericiliğe, kültürlülükten yozlaşmaya bütün bu gel-git kavramlar aslında kent ve biz arasında bir diyalog olduğunu görebiliyor muyuz? Brüksel’den Bina ve Sokak manzaraları, Belçika (fotoğraf- Ceren Boğaç, 2009) Kent ve Kenti Oluşturan Parçalar Kent, bir mekan içindeki üründen, mekanın kendisine, binaya, binaların oluşturduğu çevre ve binaların dışında kalan sokak, meydan gibi alanlara kadar geniş bir perspektifi içine almaktadır. Bu bağlamda bakıldığında yaşamımızı hergün etkileyen kentlermizin yorumu, kent, yapısal çevre, kentsel mekan, bina, iç mekan ve ürün kavramlarının tanımını, içlerinde taşıdıkları derin anlamları ve onların oluşumuna katkı koyan meslek dallarının görev ve sorumluluklarını benimseyerek yapılabilmektedir. “Kent”, kentin oluşumunu etkileyen “disiplinler” ve “tasarım”, birbirinden ayrılmayan, birbirini bütünleyen kavramlardır. Hepimizin sözcük dağarcığı içinde yer almakla birlikte, aslında kavramsal içerik ve ilişkiler anlamında tam olarak da yerli yerine oturmamıştırlar zihnimizde. Zaten, bu kavramaların, bilimsel olarak da pek çok farklı tanımlamaları vardır. Çünkü herbirinin kendi başına sahip olduğu derin anlamların birbirleriyle ilişkilendirildiklerinde daha da derinleşmesi, olayı karmaşıklaştırmaktadır. Kavramlarla Tanışma 1: Kent ve yapısal çevre, mimari ürün – bina ve mekan Kent kavramı, Latince’deki “yurttaşlık” (civitas) kavramından türediği; Yunan ve Roma dönemlerindeki “kent (polis)” kavramının ardında gizli olan “özgürlük”, “demokrasi”, “hemşehrilik” ve “siyasal yaşam” gibi kavramlarla doğrudan ilişkilidir. Aynı zamanda kent, yenilik, toplumsal değişme ve çağdaşlık kavramlarıyla da ilişkilendirilebilir hem “kurumsal” ilişkileri içinde barındırır, hem de toplum imgelemi içinde, “uygarlık”la, “aydınlanma”yla özdeşleşmiştir. Siyasi anlam yükü yanında kentlerin felsefi ve sosyal anlamları da vardır. Kent yönetimlerinde “kamusal yurttaşlık ve kentlilik hakları”. Bu da gösteriyor ki kentlerin yönetimlerinde halkın söz sahibi olması, ve karar verme süreçlerine katılması eyleminin, kent kavramı içinde olmazsa olmasıdır. Yaşadığımız kentler. Özlemler çektiğimiz, uzaklaşmak zorunda kaldığımız veya yaşarken değerini bilmediğimiz veya bizi nasıl etkilediğini, bizim ona nasıl etken olduğumuzu kavrayamadan yaşadığımız yerler. Fiziksel bir yaşam ve yerleşme Yaşayan bir varlık olan kenti, durağan bir olgu olarak kabul etmek, sürekli değişen bir yapı içinde olacağını gözardı etmek büyük bir yanılgıdır. Kentlerimiz, değişen ekonomik ve sosyal gereksinimler, kültürel beklentiler, teknolojik gelişmeler, iletişim çağının getirdikleri, küreselleşme gibi çeşitli etkenler doğrultusunda sürekli bir “değişim ve dönüşüm” içerisindedirler. Bu bağlamda her zaman hatırlanması gereken bir diğer anlam da kentin, toplumsal ve ekonomik değişimin / dönüşümün mekanı olduğudur. birimi olmanın yanında, aynı zamanda sosyal, kültürel, felsefi, siyasi ve ekonomik anlamlar da taşıdığını unuttuğumuz yerler. Hiç düşündünüz mü, “kent” ve onun karşıt anlamı olan “kır” sözcüklerinin nereden ortaya çıktığını ve bizim önemini unuttuğumuz kentlerimizin içindeki derin Kuşkusuz bu değişim sürecinde kentler, çeşitli betimlemeleri ve karşıtlıkları da yapısında barındırır: Geleneksel kentçağdaş kent, kırsal-kent, dünya kenti, küresel kent, sürdürülebilir kent, ideal kent, düzenli kent-düzensiz kent, ütopik kent, planlı kent-plansız kent... Kavramlarla tanışmanın ilk adımı, kenti alt bileşenlerine ayırarak ayrı ayrı irdelemektir. Kent ve Yapısal Çevre Zamanımızın büyük bir çoğunluğunu geçirdiğimiz ve çoğu kez mimari ürün olarak karşımıza çıkan binalar da kent tanımı kadar birçok farklı, derin ve karmaşık anlam ve tanımı içinde taşımaktadır; kullanıcılarının yaşam aktivitelerini kaliteli ve konforlu sürdürebilmesi için yaratılan üç boyutlu formlara sahip mekanlardır aslında. Bu ürünler, yani binalar havada uçuşan nesneler olmadıklarına göre, bastıkları toprakla, bir başka deyişle yatay anlamda temas halinde bulundukları çevreyle bütünleşerek kente fiziksel, ekonomik ve sosyal bir girdi de oluşturmaktadırlar. Böyle karmaşık bir oluşum içinde olan mimari ürünleri birçok ünlü mimar değişik bakış açılarıyla yorumlamıştır. Bu bağlamda mimari ürün: “... ışık altında biraraya getirilmiş kütlelerin dahiyane, doğru ve harika oyunudur..” (Le Corbusier) “...yaşamdır; ya da en azından biçim haline gelmiş yaşamdır ve bu yüzden, dün yaşandığı, bugün yaşanıyor olduğu, yarın ve daima yaşanacağı için, yaşamın en gerçek tanığıdır / belgesidir.” (Frank Lloyd Wright) “... içinde yaşanılan heykeldir.” (Constantin Brancusi) “... bitişi olmayan sürekli değişen bir olgudur.” (Walter Gropius) Bu tanımların yanında unutulmaması gereken mimari ürünün hiçbir zaman tek başına algılanan bir eleman olmadığıdır; daima içinde bulunduğu mevcut durum, bağlam ve koşullara bağlı olarak algılandığı ve fark edildiğidir. Burada söz edilen mevcut durum, bağlam ve koşullar, hem fiziksel çevrenin (sokak – mahalle – kent – ülke – coğrafya) binaya olan etkileri ve yansımalarıdır, hem de, toplum tarafından kendisine verilmiş, sosyal, ekonomik ve/veya sembolik anlamlardır. Bunlara ek olarak mimari ürünün tanımlanmasına ve algılanmasına katkı koyan bir diğer etken de, mekanı oluşturan elemanların ve mekan içindeki ürünlerin bir bütün olarak kendilerine özgü duruşlarıdır. Bütün içindedirler ama farklıdırlar. DEVAMI SAYFA 6’DA ->> SAYFA 6 DOSYA HAVADİS GAZETESİ EKİ / 21 ŞUBAT. SAYI 1. Doğu Akdeniz Üniversitesi “Uluslararası Kariyer İçin” Uğur Dağlı- Ercan Hoşkara- Şebnem Hoşkara ugur.dagli@emu.edu.tr ercan.hoskara@emu.edu.tr sebem.hoskara@emu.edu.tr >>SAYFA 5’DEN DEVAM gruplanmaktadır. Kavramlarla Tanışma 2: Tasarım Tasarım... uykusuz geceler, bitmeyen çizimler ve sabır taşı olmuş vücut kütlesi! sağlamaktadır. Tüm bu farklı ölçekteki tasarım eylemleri, kendi aralarında yoğun etkileşim içindedirler; çözülmesi gereken probleme bağlı olarak birbirleriyle ardışık, bazan eş zamanlı, ancak her zaman bir kavramsal ana fikir - konsept çerçevesinde ele alınırlar. Kent ve çevre ve bunlarla bağlantılı disiplinleri tanımadan önce bu disiplinlerin can damarını oluşturan “tasarım” kavramının derinliklerine inmekte yarar vardır. Disiplinlerle Tanışma: Kentsel Planlama, Kentsel Tasarım, Mimarlık, İç Mimarlık, EndüstriyelTasarım Tasarım... Yaşamımız boyunca sürekli birşeyler tasarlarız. Aslında sürekli yaşamı tasarlarız. Günümüzü ve de geleceğimizi tasarlarız. Bu tasarlama olgusu içinde hedefler koyarız. Çözümler üretmeye çalışırız. İşte böyle soyut kavramlar içinde dolaşan yaşamımızı tasarlarız. Bir de hergün yaşamızı etkileyen ve farkına varmadığımız birçok somut tasarımlar vardır. Belki de birçok insan yoğun yaşam temposu içerisinde bunun farkına varamaz. Ama tasarımın ne olduğunu ve hayatımıza ne kadar etkisi olduğunu görmek aslında o kadar da zor değildir. Sadece etrafınıza bakmanız yeterlidir. Tuttuğunuz bardaktan, kullandığınız bilgisayara, yazmak için kullandığınız kalemden, oturduğunuz sandalyeye, çıktığınız merdivenden, kullandığınız asansöre, yaşamınızın birçok zamanını geçirdiğiniz ofisinizden, kapısını açıp girdiğiniz evinizden, kaldırımlarında yürüdüğünüz sokağa, hatta yaşadığınız kente kadar hayatınız içerisinde ki her şey “tasarım” anlamına gelmektedir, yani bir tasarım ürünüdür. Tasarımın farklı tanımları yapılması ile birlikte aslında tasarım, yaşamın rengine bir ton eklemektir. Burada önemli olan “farklı” bir ton eklemektir; aynı tonu eklemek bir tasarım olamaz. Bu anlamda bakıldığında tasarım, yaratıcılık ve aklın bir sentezi sonucu oluştuğu zaman, yaşam içinde farklı bir tona dönüşür. Bu farklılık başlangıçta ütopik düşüncelerle yola çıkılarak gerçekleşebilir. Yaşam sınırlarını genişleterek soyutu somuta yani masalı gerçeğe dönüştürmektir. İşte bu anlamda bakıldığında gerçeğe dönen bu masal bizim hayatımızdır. Tasarımda, yaşamımıza farklı bir ton ekleyecek olan tasarlama sürecinde yer alacak olan tasarımcı kim olursa olsun her zaman ortak bir hedef vardır; bu da, ortaya çıkacak olan “üründür”. Ürün, her tasarımda kavramsal olarak aynı fakat içerik olarak farklıdır. Örneğin, mimari tasarımda süreç sonunda ortaya çıkacak ürün bir bina ya da bina grubu iken, endüstriyel tasarımda bu ürün bir obje ve kentsel tasarım ölçeğinde bir kentsel mekan olacaktır. Güne başladığımız andan tüm gün boyunca içiçe olduğumuz, tasarım dünyası içinde birçok farklı tasarım boyutu disiplini söz konusudur. İnsan – çevre – mekan ilişkisi bağlamında bakıldığında büyük ölçekten küçük ölçeğe doğru gidilecek olursa, bu boyutlar Kentsel Tasarım, Mimari Tasarım, İç Mekan Tasarımı ve Endüstriyel Tasarım olarak Kentsel Planlama Atom, Brüksel- Belçika (fotoğraf- Ceren Boğaç, 2009) Ölçeği ne olursa olsun tasarımı gerçekleştirebilmek için – yeni bir ürün ortaya koyabilmek için bir takım aktiviteler zincirine ihtiyaç vardır. Bu aktiviteler zincirine “tasarım süreci” denmektedir. Tasarım süreci, en genel anlamıyla 5 adımda gerçekleşmektedir: 1) Problemin tanımlanması: Tasarım sürecindeki ilk aşama, çok girdisi olan problemi tanımlamak yani çözümlenmesi istenilen konunun (projenin) ne olduğunu tam olarak anlama ve onu benimseyebilmektir. Problemi tanımlarken önemli olan projenin sınırlarını zorlamak, daha önce yapılmış tanımlar dışında o projeye özgün tanımı yakalayabilmektir. 2) Bilgi toplama ve analiz: Yapılacak tasarımda bir hareket noktası bulabilmenin tek yolu, problemin her girdisine bağlı birçok bilgi toplayabilmek ve bu bilgileri analitik bir düşünce sistemi içinde değerlendirmeye almaktır. 3)Yaratıcılık ve buluş: Tasarımcı, konu ile ilgili araştırmalar yapıp gerekli bilgi ve verileri toplamışsa ve bunları değerlendirebiliyorsa yaratıcılığa ulaşılabilir. Yaratıcılık tasarımın en önemli bölümü sayılabilir. Yaratıcılıkta iki aşama olduğu söylenebilir. Tasarımcı kağıda ilk eskizlerini karaladığında “dışavurumcu yaratıcılık” aşamasındadır. Eskiz biraz daha ayrıntılı bir hale getirildiğinde ise “üretken yaratıcılık” aşamasına geçilmiş olur. 4) Çözüm bulma: Yaratıcılık ve buluş süreci, problemin ortaya konması ve olasılıkların araştırılmasına yönelik çalışmaları içerir. Çözüm bulma ise bu olasılıklar hakkında bir karara varılarak, araştırmanın sona erdirilmesidir. Çözüm olarak seçilen olasılıklar, daha sonra ayrıntılı projeler halinde hazırlanır. 5) Uygulama: Tüm aşamalardan geçmiş olan tasarımın gerçekleştirilme aşamasıdır. (http://www.serdarkalkan.com/tasarim.htm) Düşünce ve kalem arasındaki ilişki ile ortaya çıkan tasarım süreci, kentin, yapısal çevrenin ve mimari ürünün oluşumunu Kent ve Tasarım kavramları biribiri içine karışınca bunların çatısı olan bir disiplin ortaya çıkmaktadır: Kent(sel) planlama. Tasarım ve planlama çok farklı kavramlar olmakla birlikte karıştırılmaktadır. Kentsel planlama, toplumsal ve ekonomik gereksinimleri göz önünde bulundurarak kentlerin fiziksel gereksinimlerinin biçimlenmesine bir yön vermekle ilgili sorunlarla uğraşan bir bilim, bir sanat ve bir uğraş alanıdır. Kenti durağan değil dinamik ve karmaşık bir sistem olarak ele aldığımızda, kentsel planlamanın da, durağan toplumlarla değil dinamik ve karmaşık toplumsal sistemlerle ilgili olduğu iddia edilebilir. Bu noktadan hareketle kentsel planlama, disiplinlerarası bir çalışma çerçevesinde yürütülmesi gereken bir kararlar ve politikalar bütünü olarak da ele alınabilir. Yani bu tanım kentsel planlamanın tek bir noktada ele alınamayacağı, farklı teknik elemanlarla yapılabileceği ortaya çıkmaktadır. Buradan anlaşılacağı gibi kentin çatısını oluşturan planlamanın bütüncüllük özelliği vardır. Bunun anlamı, kentsel planlama çalışmalarının ürünü olan kent planlarının, kente fiziksel bir olgu olarak bakarak sadece toprak kullanımının denetimi değil kentin ekonomik, toplumsal, kültürel ve doğal-ekolojik çevresiyle ilişkin konularında da çözüm arayışları içinde olmalarıdır. Kısacası kent planlama, kentin denetiminde olmazsa olmaz bir disiplindir. Kentsel Tasarım Uzmanlar kentleri eleştirirken kentsel tasarım eksikliğinden bahsederler sürekli olarak. Kentlerimizin oluşumundaki ana problemin, planlama eksikliği yanında, tasarlanmadan oluşması olduğu vurgulanmaktadır. Peki bize uzak olan bu disiplin nedir? Neyi içermektedir? Kentsel tasarım, birden fazla anlam içeren bir if adedir. Bu terim bazen farklı iki disip lin olan mimarlık ve planlamayı, bazen kentlerin yapılarını ve niteliklerini ifade et mek, bazen de kentsel gelişimi, kentsel yapının şekillendirilmesi ve yönetilmesini içeren karmaşık bir yöntemi ve süreci tanımlamak için kullanılmaktadır. Konunun bu kadar kompleks olmasının nedeni, kentsel tasarımın gelişmeye devam eden yeni bir disiplin olmasıdır. En basit tanımlamasıyla kentsel tasarım, yapısal çevrede kaliteyi elde etme işlemidir. Bu tanım, yapılaşmış çevrelerin kendi bağlamlarına ve orada yaşayan insanların ihtiyaçlarına özen gösterilerek yaratılması, yeniden oluşturulması, değerinin arttırılması ve yönetilmesi görsel, fonksiyonel, ekolojik ve çevresel boyutları olan pek çok işlemi kapsar ve dolayısıyla pek çok kişiyi ilgilendirir. Uygulamada da kentsel tasarım terimi, bir binanın veya küçük ölçekli bir alanın iyileştirilmesi için yapılan tasarımlar, yeni bir yerleşim bölgesinin tekliflerinin hazırlanması, bir metropol alanı oluşturulması için tasarım stratejileri belirlenmesi gibi bir çok farklı boyuttaki tasarım eylemlerini kapsamaktadır. Günümüzde kentlerin fiziksel, ekonomik ve sosyal boyutlarını ele alan dört tür çağdaş kentsel tasarım uygulamasından söz edilebilir. Bunlar, kentsel gelişim tasarımı, tasarım politikalarının yönlendirmesi ve kontrolü, kamusal alan tasarımı, ve toplumsal kent tasarımıdır. Manchester’dan görünüş, Birleşik Kırallık (fotoğraf- Ceren Boğaç, 2009) DEVAMI SAYFA 7’DE >> DOSYA HAVADİS GAZETESİ EKİ / 21 ŞUBAT. SAYI 1. Doğu Akdeniz Üniversitesi “Uluslararası Kariyer İçin” SAYFA 7 Uğur Dağlı- Ercan Hoşkara- Şebnem Hoşkara ugur.dagli@emu.edu.tr ercan.hoskara@emu.edu.tr sebem.hoskara@emu.edu.tr >>SAYFA 6’DAN DEVAM Bu tanım içinde söz edilen aktivitenin ne öncesi ne de sonrası vardır, ve bu bağlamda çoğunun gözünde mimarlık, çok kısa bir zaman dilimi içine sıkıştırılmış bir faaliyettir. Oysa mimarlık çok geniş bir zaman dilimi içinde gerçekleştirilebilecek, farklı boyutları olan, “bina ve mekan tasarlama” sanatı ya da bilimidir. Bir başka deyişle mimarlık, bilim, sanat ve teknolojinin entegrasyonudur. Mimarlık bir Sanat eseridir. Çünkü orjinal bir resim yapmak, bir şiir yazmak, bir beste yapmak, vb. gibi orjinal bir eser – bina/ mekan ortaya koymaktır. Mimarlık bir Bilimdir. Çünkü yaratılan eser – bina, yeni bir kuramı ortaya koymakta ya da bir hipotez üzerinden gelişmektedir. Mimarlık bir Teknolojdir. Çünkü teknik bir problem olarak da nitelendirilen eseribinayı yeni ve çağdaş yaklaşımlarla çözümlemektir. Ancak mimarlık, sanat, bilim ve teknoloji yanında, çok daha kapsamlı tanımları da içerir. En eski çağlardan günümüze mimarlığın çeşitli tanımları yapılmış, mimarlık üzerine türlü söylemler ve yorumlar geliştirilmiştir. Aşağıda sıralanan bir dizi mimarlık tanımı, mimarlığın farklı ele alınışlarını örneklemek açısından anlamlıdır. Antikite’den bu yana, Augustus döneminin ünlü Romalı mimar ve mimarlık kurmacısı Vitrivius’un, özgün bir mimari için varlığını şart koştuğu üç temel öğe, aradan geçen zamana ve çeşitli kavramsal çalkantılara, farklılaşmalara, çeşitlenmelere rağmen, temelde geçerliliğini korumaktadır. Vitrivius’un başarılı bir mimari için gerekli olduğunu saydığı üç temel faktör, sırasıyla: sağlamlık (firmitas), fayda / işe yararlık (utilitas), hoşluk / çekicilik / zariflik (venustas)’dir. Daha sonra Rönesans dönemine gelindiğinde, o dönemin ünlü mimar ve kuramcıları, Alberti ve Palladio’nun da bu üç assal öğeyi benimsedikleri gözlemlenmektedir. Ancak bu dönemdeki ele alışta, kavramların sıralanışında bir farklılık gözlemlenmektedir. Rönesans mimarları için “comodita’, perpetuita’, bellezza” üçlemesi, yani kullanışlılık / uygunluk, süreklilik / kalıcılık, güzellik kavramları geçerli olmuştur. Bu kavramları bugün irdelediğimizde, Vitrivius’un utilitas, İtalyan Rönesansı’nın “comodita” diye adlandırdığı kavramın karşılığı fonksiyon / işlev’dir. Diğer kavramların bugünkü bakış açısı ve diliyle karşılıkları ise strüktür + konstrüksyon ile sanatsal değer / estetik’tir. Yakın tarihimizde ise mimarlığın tanımı yapılırken farklı boyutlara odaklanarak değişik noktalara vurgular yapılmıştır. Buna göre mimarlık; “... mekanı organize etme sanatıdır; onun ifade yöntemleri strüktürdür.” (August Perret) “... milletlerin işidir.” (John Ruskin) “...belirli bir toplumun gerçek ihtiyaçlarıyla imkanları çerçevesinde, o toplumu ilgilendiren faaliyetleri duygusal yönden de destekleyerek barındırabilecek nitelikte mekan düzenleri oluşturma becerisdir.” (Bülent Özer) “... fiziksel bir sanat ve insan ve çevresi arasındaki karşıtlığı çözme eylemidir. (Ralph Rapson) Bu farklı tanımlar incelendiğinde, mimarlığın çok boyutluluğu, başka bir deyişle mimarlığın geniş kapsamı ortaya çıkmaktadır. İşte bu açıdan bakıldığında mimarlık, Yaşamsal... Sosyal... Fiziksel... Organizasyonel... Strüktürel... Konstrüksyonel... Sanatsal... Çevresel... Ulusal... Evrensel... İdeolojik... Süreklilik... Ekonomik... Kültürel... Bilimsel... Eğitimsel... İletişimsel... gibi birçok farklı boyut ve kapsamı içine almaktadır. Çok boyutlu kimliğe sahip olan mimarlığın ortaya çıkışı, “yaşamı düzene sokma” gereksinimiyle gelişmiştir. Yaşamı kolaylaştırma, karmaşık bir dünyayı kişiye özel renklere büründürerek düzeni sağlama yani özgün bir mimari yaratmak temel çıkış noktası olmuştur. Tarihin derin felsefeleri içinden bugüne gelindiğinde, sanatsal değer ve estetik kavramlarına sahip mimarlığın, fonksiyon ve strüktür çözümlemeleri yanında insan etkinliklerini içinde barındıran form ve mekanın organizasyonu olduğu vurgulanabilir. Mimarlık mesleğinde, mimar; mevcut koşullara, eldeki verilere ve ihtiyaçlara bağlı olarak, teknik, strüktürel, konstrüksyonel, iklimsel, vb. problemleri, estetik ve ekonomik yollarla çözerek, orjinal / daha önce inşa edilmemiş bir mekan, form, bina tasarlar / ortaya çıkarır. İşte bu noktada mimarlık kağıda bir iki çizgi çizilmesinin ötesinde, bir problem çözme ya da tasarım sürecidir. Mimari tasarım süreci sonunda, kullanılabilir mekanlar yaratmak amacıyla fiziksel çevrenin yapısı biçimlendirilir ve yukarıda bahsedilen tüm kavramlar bu sürecin içine katkı koyar. İç Mimarlık – İç Mekan Tasarımı Üst satırlada anlatılmaya çalışılan mimarlık, tüm bina olgusu ile ilgilenirken iç mimarlık iç mekana odaklanmaktadır. Bina bütününü oluşturan mekanlar insan yaşamında en az bina kadar önem ve anlam kazanmaktadır. Zamanımız çoğu bir takım sınırlarla tanımlanmış alanlar içinde geçmektedir. Bu alan bizi zaman zaman huzur verirken bazen huzursuzluğa neden olmaktadır. Neden huzursuzdur sorusunun içindeki açıklamaları ise genel olarak bilemeyiz: Mekanın rengi mi, kapalılığı mı? Kendimize ait birşey bulamamak mı? Mekanı yaşanır kılan onu kullanan bireylerdir ve mekanlara yaşanmışlığını veren de bu bireylerin oluşturduğu kimliğin mekanlara aktarımıdır. Içmimarlık, yapılaşmış çevrenin iç mekan tasarımı konusunda yoğunlaşan çok yönlü bir uzmanlık dalıdır. Perde seçimi ve mobilya kararı dışında çok derin anlamları taşıyan bir disiplindir. Her türlü yapının (konut, konaklama mekânları, tarihi mekânlar, ticari mekânlar, sosyal yapılar vs.) iç mekân ve yakın çevresinin, iç veya dış mekân mobilyalarının, hatta mekânda yer alan, mekânın kimliğini yansıtacak ürünlerin (logo, amblem, ambalaj, servis ürünleri vs.) tasarlanması gibi yaygın bir alanı kapsar. Daha konforlu, daha estetik olanı arama çabasında günlük yaşamlarımızı geçirdiğimiz iç mekanların, yaşam çevrelerimizin istek ve gereksinimlerimize göre tasarlanmasıdır. İç mimarlık mekâna anlam ve kimlik katma sanatıdır. hareketli iç mekan tasarımı; ya da mobilya tasarımcılığı yanında mobilya veya modüler inşaat gibi... İç mekan tasarımları güzel sanatların gerektirdiği plastik değerleri içerirken; aynı zamanda psikolojik (estetik, beğenme, davranış yaşayış biçimi, kültürel seviyesi vs.) ve fiziksel mekan konforuna yönelik (sıcaklık, nem, ışık, ses vs.) fiziksel çevre kontrolü, aydınlatma, ergonomi, ısıtma, vb. mekan kalitesine yönelik çözümleri, uygun malzeme ve yapım sistemleriyle de entegre etmektedir. Değişen ve gelişen tasarım dünyasında, teknoloji ve malzeme çeşitliliğinin fazlalığı göz önüne alındığında uzmanlaşma kaçınılmaz bir olgudur. Aynı zamanda kullanıcısı henüz belli olmadan ortaya çıkan binalar, iskan ruhsatı alınmış olsa bile henüz bitmemiş olarak kabul edilir. Özellikle bu tür binalar, iç mimarlığın öneminin daha iyi anlaşılmasını sağlamaktadır. İçmimarın görevi, gereksinimler doğrultusunda alan analizi; tasarım kararları; projelendirme; malzeme kararları ve detaylandırma; modelleme; sunma; uygulama; ve üretim konularına yönelik bir çalışmayla, doğru mekanlar ortaya koymaktır. Mekan, içinde yaşayanların gereksinimlerini karşılayabildiği ve en temel biyolojik ihtiyaçlarından, en üst düzeydeki hazlarına kadar geniş bir yelpazeyi oluşturabildiği oranda değer kazanmaktadir. Bu bağlamda, insanca yaşanılası mekanlar, iç mekan tasarımı uzmanlarınca, yani içmimarlarca, değişik açıların göz önünde bulundurulup değerlendirilmesiyle kurgulanabilir. Mimari mekan, mevcut bina verilerine ek olarak mekan algısında büyük önem taşıyan tüm etkenlerin (aydınlatma, akustik, renk, doku, mobilya, malzeme, vs.) yanında, mekan fonksiyonu, ve kullanıcı profili gibi açıların da ele alınması ve uygun organizasyonun yapılmasıyla kurgulanır. İç ve dış mekan kavramları birbirinden bağımsız değil aksine iç içedir. Bu nedenle içmimarlık sadece binaların iç çözümleriyle sınırlı kalmaz. Aynı zamanda iç mekanın dış mekanla bütünleşmesini sağlayacak biçimde bina yakın çevresine yönelik gerek yarı-açık gerekse açık mekanlara yönelik çözümlerle de uğraşır. Değişen kullanıcı veya yaşam biçimleri nedeniyle, mekan gereksinimlerinin sık değişmesi, daha da önemlisi, yaşamın tüm safhalarında iç mekanlara gereksinim duyulması nedeniyle içmimarlık geniş bir uygulama alanı da vardır; yoktan var edilen tasarımlar yapmakta veya varolan mekanların yenilenmesi ya da işlev değişikliği gerektiren tasarımlarda, bireysel olarak da geniş bir alanda çalışma olanağı bulabilmektedir. Örneğin, vitrin; fuar-sergi; çarşı; sahne-ekran; yat, uçak veya benzer ‘Geridönüşüm malzemelerinden Endüstri Ürünleri Sergisi’ Atina, Yunanistan 2008 (fotoğraf- Ceren Boğaç) Endüstriyel Tasarım Kent, bina, mekandan hareket ederek geldiğimiz son nokta objedir. Tasarım bütünü içinde bakıldığında en küçük obje mekanı, mekan binayı, bina kenti etkilemektedir. Bu anlamda bakıldığında tasarım ürünü olan obje de en az bina kadar önem taşımaktadır... Günlük hayatta kullandığımız ve seri üretim yöntemi ile üretilen, neredeyse tüm nesnelerin tasarımını kapsayan Endüstri Ürünleri Tasarımı (Endüstriyel Tasarım), nesnelerin tasarımında işlevsel gereksinimlerin yanı sıra insan, teknoloji, üretim yöntemleri, vs ile ilişkin etmenleri de göz önünde bulundurur. Endüstri Ürünleri Tasarımı hızla gelişmektedir. Günümüzde her çeşit sanayinin gelişmesinde donanımlı Endüstri Ürünleri tasarımcıların rolü inkar edilemez. Artık tüm sanayi dallarında üreticiler dünya pazarında var olabilmek ve başka üreticilerle rekabet edebilmek için tasarımcıların yaratıcı fikirlerine ihtiyaçları olduğunun farkındalar. Bu nedenle de günümüzde Endüstriyel tasarımcılar sanayinin çeşitli dallarında çalışmaktadırlar. DEVAMI SAYFA 8’DE >> SAYFA 8 DOSYA HAVADİS GAZETESİ EKİ / 21 ŞUBAT. SAYI 1. Doğu Akdeniz Üniversitesi “Uluslararası Kariyer İçin” Uğur Dağlı- Ercan Hoşkara- Şebnem Hoşkara ugur.dagli@emu.edu.tr ercan.hoskara@emu.edu.tr sebem.hoskara@emu.edu.tr >>SAYFA 7’DEN DEVAM Mimarlık – Mimari Tasarım yeni sorunları, ulusal ekonomilerin global kriz ortamında yeni üretim tanımlarına olan ihtiyacı gibi uzayan listedeki her bir maddede gözler ister istemez endüstri ürünleri tasarımı pratiğine yöneliyor. Fakat değişim trendleri ne olursa olsun, endüstriyel tasarımı açıklayan tek bir büyülü kelime var: “Yeni”. Bu yüzden bir kez daha tasarımcılar yeni insanı, yeni bir geleceği ve yeni bir dünyayı bulmaya tanımlamaya çalışıyorlar. Ve bu yüzden endüstriyel tasarımın bir ‘meslek’ değil ‘yaşam biçimi’ olduğunu vurgulamaktayız. Kent, Çevre ve Meslek İlişkisi İçinde İdeal Durum Headquarters for Swiss Re, Mimar: Nor man Robert Foster, Londra , Birleşik Kırallık (fotoğraf- Ceren Boğaç, 2009) Toplum içinde, özellikle de yaşadığımız coğrafyada, “mimarlık nedir?” sorusuna, her bireyin vereceği bir cevap vardır. Bu cevaplar içinde maalesef en yaygın olanı, mimarlığın, “mimarın mal sahibinin isteklerini kağıda çizme aktivitesi” olduğunu ifade eden tanımdır. Bu tanım içinde söz edilen aktivitenin ne öncesi ne de sonrası vardır, ve bu bağlamda çoğunun gözünde mimarlık, çok kısa bir zaman dilimi içine sıkıştırılmış bir faaliyettir.Tasarım bazen var olanın iyileştirilmesi veya geliştirilmesine yönelik olabilir; geliştirme yeni pazarlar bulmak veya işlevsel bir sorunu gidermek için de olabilir. Bazen de yeni bir işlev için yeni bir nesne tasarlamak gerekebilir. Bunu örnek olarak ilk cep telefonları veya ilk lap top tasarımları gösterilebilir. Her iki durumda da genel olarak amaç, var olan durumu geliştirip daha iyi bir seviyeye taşımaktır. Ayrıca tasarım disiplininin özündeki yaratıcılık, yenilikçilik olarak kendisini gösterir. Bir problemin tanımdan yola çıkarak, yapılan uygulamaya tasarım denebilmesi için geliştirilen çözümün daha önce var olmaması gerekir. İşte bu yenilikçilik her adımda daha rahat, daha güzel, daha kullanışlı, kısacası daha iyi bir hayat, daha iyi bir yaşam ve dünyaya götürebilir bizi. Endüstri Ürünleri Tasarımı hızla gelişmektedir. Günümüzde her çeşit sanayinin gelişmesinde donanımlı Endüstri Ürünleri tasarımcıların rolü inkar edilemez. Artık tüm sanayi dallarında üreticiler dünya pazarında var olabilmek ve başka üreticilerle rekabet edebilmek için tasarımcıların yaratıcı fikirlerine ihtiyaçları olduğunun farkındalar. Bu nedenle de günümüzde Endüstriyel tasarımcılar sanayinin çeşitli dallarında çalışmaktadırlar. Artık endüstri ürünleri tasarımı mesleğinin günlük hayatımızı belirlemede çok daha belirgin rollere bürüneceği bir döneme girdiğini de söyleyebiliriz. Bu rolleri kısaca şöyle sıralayabiliriz: Geliştirilen yeni enerji kaynaklarının ihtiyacı olan yeni ürün konseptleri, insanlığın ve gezegenimizin Sağlıklı ve yaşanabilir, yaşam kalitesi yüksek kentler hepimizin özlemidir – değilse de, olmalıdır. Fiziksel, çevresel, sosyal, ekonomik ve kültürel zenginliklerle donatılmış kentlerde yaşayabilmenin koşulu ise, yukarıda kısaca tanımlamaları yapılan, birbirlerinden farklı ama birbirleriyle ilişkili ve bütünleyici olan “planlama” ve farklı ölçeklerde “tasarım” eylemlerinin doğru süreçlerde uygulanmasından geçer.Yaşanabilir, yaşam kalitesi yüksek kentsel çevrelerin oluşumu, öncelikle bunu talep eden “bilinçli bir toplumsal yapıyı” gerektirir. Yalnızca “toplumun bilinçli bireyleri”, yaşadıkları çevre kalitesinin artırılması yönünde ilgili kesimler üzerinde bir baskı oluşturabilir. Bu baskı, doğallığıyla, kentlerimizin doğru yapılandırılması, planlı gelişmesi, yaşadığımız çevrelerin iyi tasarlanması adına zorunlu bir “siyasi irade” oluşmasını sağlayacaktır. Kentler planlanmalıdır; bir başka deyişle, planlı gelişmelidir. Kent planları, gelişimi kısıtlamaz, belli öngörüler doğrultusunda, geleceğe yönelik olarak düzenler. Siyasal düzeyde “sürdürülebilir kalkınma” hedeflerine yönelik alınacak kararlar ve hazırlanacak ülkesel (fiziki) planlar doğrultusunda kent plancıları; sosyologlar, ekonomi uzmanları, kentsel tasarımclar, mimarlar, vb. gibi ilgili diğer meslek gruplarıyla birlikte, disiplinlerarası bir çalışma yöntemi içinde kentlerin imar planlarını yapmalıdırlar. Bu planlar yapılırken, stratejik planlama anlayışı benimsenmeli; kentlerin çevresel, ekonomik ve sosyal anlamda sürdürülebilir yaşam çevreleri olabilmesi adına, doğru veriler temel alınarak, belirli bir vizyon ve senaryo çerçevesinde geliştirilecek stratejiler ile, bu stratejilere ulaşmada kullanılacak eylem planları hazırlanmalı; bu eylemleri gerçekleştirecek aktörler ve finans kaynakları belirlenmeli ve uygulamaya konmalıdır. Planlar yapılırken, eldeki kaynakların doğru kullanılması da önemlidir. Ortaya çıkacak olan ürünün başarısı, kaynakların verimli ve etkin kullanılmasıyla da doğrudan ilgilidir. Kentlerin bir parçası olan yaşam çevrelerinin kalitesine yönelik olarak, imar planları, kentsel tasarım rehberleriyle desteklenmeli, kentlerde yer olan “özel” alanlar için (örneğin tarihi çevreler, kent merkezleri, doğal koruma alanları, kent meydanları, vb.) kentsel tasarım projeleri hazırlanmalıdır. Kentsel ölçekli bu tasarım eylemi içinde de farklı disiplinler bir arada çalışmalı, farklı tasarım ölçekleri devreye girmelidir. Kentlerin en göz önünde bulunan elemanı binalar ise, sözü edilen tüm planlama ve kentsel tasarım çalışmalarını temel alarak, mevcut fiziksel, sosyal, kültürel ve ekonomik bağlamlar içinde, doğru tasarım ve uygulama süreçlerinden geçirilerek kentlerimize “pozitif girdi” oluşturmalıdır. Bu amaçla, mimari ürünün ortaya çıkmasında en önemli görevi üstlenen mimarlar, ve iç mekanın kurgulanmasında mimarla birlikte rol alan iç mimarlar, tüm yaratıcılıklarını ortaya koyarak, olanakları doğru kullanma beceresi içinde en başarılı mimari ürünü ortaya çıkarmak için çaba göstermelidirler. Yeni bir tasarım yapılırken içmimara başvurmak için mimari tasarımın bitmesi beklenmemeli, ideal olarak en iyi sonuç mimar ve içmimar birlikte çalıştığında alınmaktadır. Mimari tasarım tamamlandıktan ve hatta kaba inşaat bittikten sonra iç mimara danışıldığında geç kalınmış olunur. Özellikle elektrik ve mekanik projeler sonuçlanmadan iç mekan tasarımı da ortaya çıkmış olmalıdır. Bu resim içinde, kent plancılarına, kentsel tasarımcılara, mimarlara ve iç mimarlara, doğru yer ve zamanlarda peyzaj mimarları, endüstriyel ürün tasarımcıları ve mühendisler de destek olmalıdır. Tüm disiplinler, kendi görev ve sorumluluklarını belli etik kurallar içinde yerine getirmelidir. Çağdaş ve daha iyi yaşanabilir kentler yaratabilmenin sırrı, doğru planlama ve tasarım süreçlerini takip etmekten geçmektedir. Kuzey Kıbrıs Özelinde TespitlerÖneriler Yukarıda tanımlanan çerçeve içinde Kuzey Kıbrıs özelini değerlendirerek dosyamızı sonlandıracağız. Aslında bu değerlendirme çok kısa da sürebilir. Bir üst satırlarda belirtilmekte olan “ideal durum” Kuzey Kıbrıs’ta mevcut değildir! 1989’da yürürlüğe giren mevcut yasada belirtilmiş olmasına rağmen “ülkesel fizik plan” 20 yıl içinde hazırlanmış mı? Hayır! Ülkenin bir “ulusal sürdürülebilir kalkınma planı” var mı? Yok! 1989’dan beri imar yasası yürürlükte olmasına karşın, başkent Lefkoşa hariç, kentlerimizin imar planları var mı? Yok! Peki plan yapılması gerektiği bilinmiyor mu? Biliniyor, ama bunu gerçekleştirecek irade oluşmuyor! Neden oluşmuyor?Rant edişesi! Siyasi irade eksikliği! Bireysel yararların toplumsal yararın önünde oluşu! Uzun vadeli çözümler yerine kısa vadeli pansuman çözümlerin – emirnameler gibi - daha fazla talep görüyor olması! İyileşmeye yönelik toplumsal talep ve baskı var mı? Hayır! En bilinçli kesimler olarak düşünülebilecek meslek odaları ve eğitim kurumlarından, ve/veya aydın çevrelerden dahi bu yönde etkili bir talep gelmiyor. Kuzey Kıbrıs toprakları üzerinde, sermaye (kaynaklar) yetersiz; mevcut sermaye (finansal kaynaklar, doğal kaynaklar, bilgi, iş gücü, vb. gibi kaynaklar) ise verimli kullanılmıyor. Yasalar - yönetmelikler yetersiz, eski; olanlar da zaten doğru ve yeterince uygulanmıyor. Daha yaşanabilir, kaliteli ve konforlu yaşam çevreleri için, yukarıda tanımlanan türden bir ideal duruma ulaşabilmek, için mutlak surette bir stratejik plana ve bu plana bağlı uygulamalara ihtiyaç vardır. Tabi bu bütün içinde, herkesin görevinin veya mesleğinin sorumluluklarını yerine getirmesi de başarı için çok önemlidir. Siyasi irade aslında birçok kişi tarafından mimarlık anlamında bilinçlenmesi ve bu konularda hem siyasilere yönelik hem de mesleği uygulayan profesyönellere yönelik “kaliteyi talep eden” ve bunun için baskı oluşturan noktaya gelmesi en önemli noktadır. Kuzey Kıbrıs’tan Manzaralar (fotoğraf: Şebnem Hoşkara) Bölgesel ve ulusal anlamda, zor koşullarda, kıt kaynaklarla mücadele edilmeye çalışılıyor aslında. İşte bu noktada, planlama ve tasarımdaki yaratıcılık, bilgi ve deneyim bir o kadar daha önem kazanıyor. Gerçekte bunları gerçekleştirebilecek insan potansiyelimiz var, üniversitelerimiz ciddi bir potansiyel; ama bu potansiyelleri de doğru ve yerinde kullanamıyoruz. Ne yazık ki, bireyler ve toplum olarak, yıllardır çözüm bekleyen Kıbrıs meselesi gündemin birinci sırasını o kadar uzun süreli işgal ediyor ki, bu Dosya kapsamında ele almaya çalıştığımız (ve bundan sonra da çalışmaya devam edeceğimiz) bu ve benzeri konular, toplum gündeminde yeterince öne çıkamıyor, tartışılamıyor. Vatandaş bu konularla ilgili çok az düşünce üretiyor veya beyan ediyor...Oysa yaşadığımız çevrelerin gelişimine katkı koymak hem vatandaşlık hakkımız, hem de görevimiz.... Peki ama neden? ......... Hadi hep birlikte düşünelim! Daha yaşanabilir çevreler dileklerimizle... bir sonraki Dosya’da buluşmak üzere... Kuzey Kıbrıs üzerinde ciddi bir plansızlık sorunu var. Doğru mu? Evet! Uğur Dağlı - Ercan Hoşkara Şebnem Hoşkara KONUT VE YAŞAM HAVADİS GAZETESİ EKİ / 21 ŞUBAT. SAYI 1. Doğu Akdeniz Üniversitesi “Uluslararası Kariyer İçin” SAYFA 9 Hera-C hera-c@emu.edu.tr Bir Değişim Öyküsü: Konut ve Yaşam ‘Değişmeyen tek şey DEĞİŞİMDİR’ (*) Bu söz bir doğa düşünürüne ait. Değişim ve devingenlik galiba yaşamı yaşanabilir kılan en önemli özellik. Herşeyi etkiliyor,dönüştü rüyor,biribirine bağlıyor,biribirinden ayırıyor, Sonra yeni bir düzen içerisinde,farklı bağlantılar ve sorumluluklar çerçevesinde biraraya getiriyor Tarih boyunca evrim geçiren insanoğlu büyük bir değişim göstermiş :Mağara insanından kentli, çağdaş insan olma yolunda ilerlemiş. Bu süreç içerisinde, önceleri mağara, ağaç dalları veya gövdesi, hayvan kemikleri ya da sazlardan yapılmış kulübelerle ‘Barınma’ gereksinmesini karşılarken sonraları taş, ahşap, beton gibi malzemeleri tek başlarına ya da birlikte kullanarak tek ya da birkaç katlı evler, betonarme çok katlı konutlar,hatta yüksek yapı niteliği taşıyan apartman blokları inşa etmiş. Konutun değişimi insanın,dolayısıyla toplumun evrimine koşut. Toplumların özellik ve deneyimlerini yansıtan sözcükler de, insan yaşamındaki bu sürekli devingenliğe uyum sağlıyarak farklılaşmakta, örneğin ‘Ev’ sözcüğü yerini ‘Konut’ a bırakmış görünmekte. yaşamının farklı evrelerinden geçmekte dolayısıyla, istek ve gereksinimleri değişiklik göstemekte: Aileye yeni bir üyenin katılması, çocuğun evlenip evden ayrılması,vbg. Oysa konutun, özellikle de ‘Bitmiş’ bir ürün olarak sunumu durumunda kullanıcısının değişimine,farklı gereksinimlerine göre esneklik göstermesi, uyum sağlaması kısa dönemde oldukça zor. Kullanıcının, yaşadığı konutu kendi özelliklerine uyumlama ve ona bir EV kimliği kazandırması noktasında, evsahibi ya da kiracı olması çok önem kazanmakta: Yasalar uyarınca, konutta kalıcı bir değişiklik yapamayacağı için kiracının uyumlama ve ifadelendirme gayretleri içten-dışa ve kısıtlı olmakta: Perdeler,pencere ve balkon süsleri,saksılar,vbg. Evsahibi olmak kalıcı seçenekler üretmeye izin verdiği için, konutun içinde ve/veya dışında, kısa veya uzun dönemde,yüzeysel ve mekansal değişiklik yapabilmekte: Dış yüzeylerde, değişik yapı malzemelerini farklı renk,doku,ışık-geçirgenlik,ısı-geçirgenlik Malzeme Konut Mu? Ev Mi? ‘Konut’, dilimizde, içinde yaşayacak insan faktörü ihmal edilerek, yalnızca, inşa edilmiş fiziksel mimari ürünü tanımlayan bir sözcük. Örneğin, ’ Çok yeni ev yapıldı’ yerine ‘ Çok yeni konut yapıldı’ denebilirken işimizden yorgun argın çıktığımızda ‘Konutuma gidiyorum’ yerine ‘Evime gidiyorum’ diyoruz. Çünkü ‘ev’ yalnızca bir yapıyı değil, içerisinde sevinç ya da hüzünlerimizi ‘Biz’ olarak özgürce, başıbuyruk, saklamadan ve saklanmadan yaşayabildiğimiz, ’Bizim’ olan bir ‘dünya’yı ifade ediyor. Bu öyle bir dünya ki bize özel, bizimle özel, biz onun içindeyken rahattayız, ,güvendeyiz, biziz. O, bizimle kimlik buluyor, biz onunla kimliğimizi ifade ediyoruz.Bir başka deyişle, ev sözcüğü içerisinde bizim duygularımızın,değerlerimizin fotoğrafları var, o bizim duygularımızla anlam bulan bir kavram, bizim bir parçamız. Evimiz bizimle birlikte devingenliği yaşıyor, bize özel. Onun, bizim varlığımızdan gelen bir ‘‘yegane’ oluşu, bireyselliği, bir kimliği var. Tam da bu nedenledir ki, onun gibi, ona benzer başka bir ‘ EV ’ yok. Konut-Kullanici- Ev-Kimlik Günümüzde, içinde yaşayacaklar önceden belli olmadığından topluma sunulan konutların biribirine çok benzediğini, özellikle ‘site’ lerdeki tüm konutların tek tipte yapıldığını görmekteyiz. Aslında, herbiri farklı yaştaki ve sosyo-kültürel özellikteki kişiler-kullanıcılar-tarafından kullanılacak olan bu konutlar herkes için benzer kullanım biçimleri öngören tip planlara sahip. Öyleyse, evimiz, nasıl kendine özgü bir kişiliğe sahip oluyor, bir KİMLİK sergiliyor? Kullanıcı kiracı da, evsahibi de olsa, konutu kullanma süresi boyunca, Eklemeler, yaşam döngüsü, kiralık. gibi özellikleri yanısıra, sosyo-ekonomik farklılığı çağrıştırmaları nedeniyle evine yüklediği kimliği de sergileyici,sembolik öge olarak kullanmakta. Ayrıca, konutunun tip planını değiştirerek, kendi yaşam özellikleri doğrultusunda bir mekansal düzen getirmek konusunda yasal açıdan özgür.Ancak,bu uzun süreli olabilecek ve olağan yaşam düzenini kesintiye uğratabilecek yıkım ve yapım eylemlerini gerektireceğinden zorluklar içermekte. Dolayısıyla, yeterli dış mekan varsa (bahçe,teras,balkon,çıkma), kullanıcının bundan yararlanarak, konutun varolan taşıyıcı sistemini tekrar ederek hatta bazen zorlayarak, zaman içerisinde orijinal konuta yatayda/ düşeyde eklemeler yapma yoluyla yaşam döngüsündeki devinimini-değişimini yansıtan ve sarıp sarmalayan bir EV oluşturma çabası çevremizde çok yaygın. Süreklilik gösteren bu eklemeler bazen orijinal cephe kaplamasından farklı bir malzemeyle kaplanarak vurgulanmakta. Ancak, bu eklemeler zaman içerisinde işlevlerini yitirdiklerinde yeni kapı ve koridor eklemeleriyle esas EV den ayrılarak ikinci bir konut haline getirilip,ek gelir sağlama amacıyla kiraya verilebilmekte. Ev,yaşayan bir ürün. Bütün bu süreç boyunca kullanıcısının geçirdiği yaşam evrelerini yansıtıyor,bir başka deyişle yaşananlar EV in ‘yüzünden okunabiliyor.’ Konut/Ev-Yaşam: Bireysel/ Toplumsal Kullanıcının bir bireysel yaşamı var. Yanısıra bir toplumun üyesi olduğundan ‘kollektif’ bir yaşamın da parçası. EV de tıpkı kullanıcısı gibi, bir bireyselliğe sahip olmakla birlikte tek başına değil, bir konut yerleşmesinin, bir mahallenin,giderek bir kentin üyesi. Bireyin toplumsal yaşamdaki kurallara uyma zorunluluğu gibi, bir evin de uymak zorunda olduğu koşullar var. Bu koşullar, mimarın da konutun mekansal tasarımını ve taşıyıcı sistem kurgusunu onlara gore oluşturmak durumunda olduğu yasa ve yönetmelikler ilebelirlenmekte, konutun bireyin yaşamına ait özel alanlarını olduğu kadar, toplumsal yaşamına özgü yarı-özel, bahçe, teras, balkon gibi alanları da etkilemekte. Bir başka deyişle, evin konumu, tasarımı, toplumsal yaşantının kuralları ile örtüşmekte: Örneğin, komşu evde yaşayan kullanıcının özel yaşantısını rahatsız etmemek amacıyla, evler arasında belirli uzaklıklar oluşturuluyor. Eve yapılan eklentiler, bu uzaklıkları azaltıyorsa, hele hele bu eklentilerin cepheleri komşu evin özel mekanlarına bakan pencere veya balkonlar içeriyorsa, zaman içerisinde komşuluk ilişkilerini zedeleyecek rahatsızlıklar oluşuyor, toplumsal yaşam zarar görüyor. Çok önemli diğer bir konu ise konutu ayakta tutan taşıyıcı sistemle ilgili: Kaç katlı olursa olsun her konutun kendine özgü, mühendislik hesapları ile belirlenmiş ölçülere sahip bir taşıyıcı sistemi var. Bu hesaplar konutun orijinal planına bağlı olarak yapılıyor. Kullanıcının, konutu değişen gereksinmelerine göre şekillendirerek bir EV haline getirme süreç ve çabaları içerisinde yapılan eklenti ve genişletmeler taşıyıcı sisteme, mühendislik hesaplarında öngörülmemiş ek yükler getirebileceği için, hem kullanıcının hem de evin bireysel yaşamları olası bir depremde zarar görme riskine sahip oluyor. Bu risk aslında çevredeki ev ve bireyleri de etkileyebilecek kadar büyük. Bir başka deyişle, birey-kullanıcı-nasıl toplumsal ilişkilerde sonsuz özgürlüğe sahip değilse, evin de çevresindeki yarıözel ve toplumsal alanla olan ilişkisinde uyması gereken sınırlar var. Bu nedenle, KULLANICInın da, EVin de, bireysel özgürlüğü olduğu kadar, hatta daha da fazla ve dikkatli bir biçimde diğerlerinetopluma saygıyı sergilemesi beklenmekte. DEĞİŞİM KAÇINILMAZ. DEĞİŞİM OLMALI. TÜM DEĞİŞİMLERİN BİREY, TOPLUM VE ÇEVRE YARARINA OLMASI DİLEĞİYLE. Nesil Baytin (*) Heraklitus: İ. Ö.540-480 10 GELENEKTEN EVRENSELE MİMARİ SAYFA Doğu Akdeniz Üniversitesi “Uluslararası Kariyer İçin” Kağan Günçe kagan.gunce@emu.edu.tr Geleneksel MİmarİNİN Cazİbe ve İNCELİKLERİ İnsanoğlunun dört duvar arasındaki yaşantısının ilk kez ne zaman, nerede başladığı bugün için tam olarak saptanabilmiş değildir. Ancak bilinen, insanoğlunun çevresini düzenleme eğilimi Taş Çağının karanlıklarında başlıyor. Doğanın sağladığı sığınaklar yeterli olmayınca, kendi yapıcılığı başlıyor ve böylelikle de insanoğlunun canını, malını ve yaşamı için gerekli ısıyı koruyacak yapılar kurmak amacı ile, yakın çevresinde bulabildiği, yaşadığı yere ait olan malzemelerle ilk barınakları yani dört duvarı kurma eğilimi başlıyor. Daha sonraları ailenin veya daha büyük grupların çeşitli faaliyetlerini barındıran yapılar oluşturulmaya başlanıyor. Bu yapılar, belli düzenler içinde bir araya geldikleri zaman, kişinin boyutunu aşan, sokak, mahalle, meydan gibi büyük yerleşme öğeleri ortaya çıkıyor. Bu öğeler sadece boyut ve biçimleriyle değil, yarattıkları boşluklarda insanlara sağladıkları faaliyet olanaklarıyla kimlik kazanıyorlar. Bir bakıma, simgeleşen fiziksel çevre günlük yaşantıyla adeta eşdeş oluyor. Böylece içinde yaşanan yapının bireyler için bir ilk kabuk; sokak, mahalle, meydan gibi onu çeviren daha geniş çevrenin ise toplum için bir ikinci kabuk olduğu söylenebilir. İç içe geçmiş paradokslar yumağı olarak nitelendirilebilecek insan yapısı nesnel yaşam çevreleri, serüvenine dört duvarla başlamıştır. Bu sayfadan, sözkonusu serüveni adamızdaki ve zaman zaman da dünyadaki kesitleriyle sizlere sunmaya çalışacağız. Yerelden başlayıp, evrensele kadar uzanacak olan “Gelenekten Evrensele Mimari” yazı dizisine (yolculuğuna) başlarken ‘yerel’, ‘geleneksel’, ‘evrensel’ ve ‘mimarlık’ sözcükleri üzerinde kısaca durulması gerektiği düşüncesindeyim. ‘Yerel’ sözcüğü en genel anlamı ile, belirli bir yere, yöreye ilişkin, oraya özgü olan, mahalli, yöresel, lokal şeklinde tanımlanabilir. Mahalli olanın gelenek haline gelip kullanılması da ‘geleneksel’ olarak nitelendirilebilir. ‘Evrensel’ sözcüğü, bütün insanlığı ilgilendiren, her yerde geçerli olan, tümdurumlara uyan anlamına gelmektedir. Mimarlık sözcüğünün (kavramının, Geleneksel konut örneği şekillenmesini belirleyen etkenleri ‘doğal ve fiziksel çevre etkenleri’ ve ‘sosyal ve kültürel etkenler’ olarak iki grupta ele almak mümkündür. Doğal ve fiziksel çevre etkenleri, iklim, topografya, çevresel örüntü ve doku, malzeme ve yapım teknikleri şeklinde sıralanabilir. Bu nedenle aynı yöresel koşulları taşıyan aynı jeolojik yapıya sahip yerlerde benzer tip yapılara rastlanır. Sosyal ve kültürel etkenler ise, yaşam biçimi, ekonomik yapı, aile yapısı, akrabalık – komşuluk ilişkisi, inançlar, gelenek – görenekler, değer yargıları, dünya görüşleri şeklinde sıralanabilir. Geleneksel mimari, ekonomik ve toplumsal yapı değişmedikçe yıllar boyu aynı şekilde değişmeden devam eder. Bir proje dahilinde oluşturulmayan geleneksel mimari ürünleri Kıbrısın farklı bölgelerinde, farklı etkenler ışığında kendine has Gelenekten gelen disiplininin) ise, farklı bakış açılarıyla birçok tanımı yapılabilir. Mimarlık insanların yaşamasını kolaylaştırmak ve barınma, eğlenme, dinlenme, çalışma gibi eylemlerini sürdürebilmeleri için gerekli mekanları, estetik, işlevsel gereksinimleri, teknik ve yönetsel zorunluluklarla bağdaştırarak inşa etme sanatı; yapı sanatı olarak tanımlanabilir. M.Ö. 1. yüzyılda yaşamış olan Romalı mimar Vitruvius ‘De Architectura’ adlı yapıtında mimarlığı sağlamlık, kullanışlılık, güzellik olarak tanımlıyordu. 1581’de bir İngiliz yazarı mimarlığı yapı bilimi olarak tanımlarken, 19. yüzyılda Ruskin mimarlığın yapılara uygulanan süslemeden başka bir şey olmadığını ileri sürüyordu. Amatör bir eleştirici olan Sir Henri Watton, ‘The Elements of Architecture’ (1624) adlı kitabında mimarlığın üç koşula (sağlamlık, kullanışlılık, güzellik) yanıt vermesi gerektiğini belirtir. F.L.Wright’a göre mimarlık, biçim haline gelmiş yaşamdır. Bir başka yaklaşımla ise mimarlık, toplum yapısına, toplumun gereksinimlerine, ekonomik verilere, teknolojik gelişmelere bağlı olarak mekanı düşüncede yaratma sanatı olarak tanımlanabilir. Gelenekten Gelen... Toplumları yaşatan, kültürel değerleri ve gelenekleridir. Bu değerler, bir yandan toplumların tarihlerini oluştururken, öte yandan da gelecek nesillere aktarılarak kültürel sürekliliği sağlar. Kültürün temel anlatımlarından biri olan geleneksel mimari, bölgesiyle kültürel ilişkisini gösteren önemli verilerdendir. Yerel ve geleneksel mimari örnekleri, iletişim, etkileşim, mekan, zaman ve anlamın örgütlü bir örüntüsüdür. Geleneksel mimari; söz konusu toplumun değer yargılarını, dünya görüşlerini,gelenek görenek ve inanç sistemlerini, aile ve akrabalık bağlarını komşuluk ilişkilerini anlamada ve anlatmada kaynaklık eden en önemli verilerden biridir. Resmi ve anıtsal niteliği olan yapılar geleneksel mimari dışında değerlendirilirler. Fakat ülkemizde ve Türkiyede yapılan birçok çalışmada konut yanında mevcutkahvehane, hamam, çeşme gibi yapılar da geleneksel Gelenekten gelen (fotoğraf- Şebnem Hoşkara) mimari içerisinde değerlendirilmektedir. Geleneksel mimariyi incelemek öncelikle doğal ve toplumsal çevresini daha sonra da yapı malzemesi ve tekniklerini incelemek demektir. İnsan – çevre etkileşimleri konusundaki çalışmalar uzun bir geçmişe sahiptir. Bu konuda yapılan birçok çalışmanın ışığında, çevre ve mekanın insan üzerindeki ve insan davranışının da çevre üzerindeki etkilerinin karşılıklı belirleyici olduğu konusunda bir uzlaşma vardır. İnsan – çevre etkileşimleri dinamik ve adaptif süreçler olarak yorumlanabilir. İnsan davranışı, insan yapısı çevrenin örgütlenişine etki eder ve karşılığında da çevre de insan davranışına etki eder. Dolayısı ile de her biri diğeri tarafından değiştirilir ve şekillendirilir. Geleneksel mimari, halkın kendisi için oluşturduğu nesnel yaşam çevresidir. Geleneksel mimarinin anıtsal bir amacı yoktur, yani iz bırakmak amacıyla üretilmezler. Bir başka değişle, genel etkenler altında gelenekselleşen, anonim bir tasarım sürecinde oluşan bir mimari tarzdır. Sözkonusu mimari tarzın gelişip özellikler göstermektedir. İnsanoğlu ilkçağda olduğu gibi günümüzde de barınmak, aktivitelerini sürdürebilmek için çeşitli boyutlarda yapılar inşa etmiş, mekânlar oluşturmuş, gelecekte de oluşturacaktır. O mekân, insanoğlunun kültürel yapısını anlatmada kaynaklık eden en önemli yeridir. Gelişen teknoloji ve değişen kültürel yapı ile birlikte ülkemiz hızlı ve sağlıksız bir yapılaşma sürecine girmiştir. Günümüzde insanımız, evrensellik ışığı altında, her iklime, her coğrafyaya ve her toplumsal yapıya benzer veya tamamen aynı biçimde yanıt veren, her bireye aynı yaşam tarzını dikte ettiren, doğrudan yönlendiren ve koşullandıran yapılar yapmaya yönlendirilmektedir. Sosyal, kültürel ve fiziksel çevre etkenleri ile şekillenen, indirgenemez biçimde kendi zamanına ve yerine ait geleneksel yapılarımızın cazibe ve inceliğini tam anlamıyla hayranlıkla karşılamamak mümkün değildir. Sözkonusu mimari örneklerin korunması, yaşatılması ve anlaşılmasının önemi, bugüne örnek olması açısından büyüktür. Kağan Günçe AL GÖZÜM SEYREYLE HAVADİS GAZETESİ EKİ / 21 ŞUBAT. SAYI 1. Doğu Akdeniz Üniversitesi “Uluslararası Kariyer İçin” 11 SAYFA Türkan Ulusu Uraz turkan.uraz@emu.edu.tr Prag: KadİFE Devrİm- KadİFE Kopuş ve KÜRE-SELLEŞME’NİN İZİNDE İkibindokuz haziran sonunu temmuzun ilk günlerine bağlayan yedi gün, Çek Cumhuriyetinin mütevazi büyüklükteki başkenti Prag’ı tanımak için aslında fena sayılmazdı. Konferansta geçirdigimiz uzun üç günden geriye kalan kısa sürede ‘kentin ruhu’nu yakalama azmiyle, adeta zamanla yarıştık. Neyseki, Orta Avrupa yazı, Akdeniz’in parçalı-bulutlu mart havası tadında olduğu için, Kıbrıs’ın ‘alaflı’ sıcağından sonra, ‘Prag Baharı’ bize oldukca iyi geldi. Milan Kundera’nın filmleştirilen unutulmaz romanı, ‘Var Olmanın Dayanılmaz Hafifliği’ndeki tutkulu -bir o kadar da özgür- komünist aşklara ve toplumun içinden geçtiği sosyo-politik değişime ev sahipliği yapan kent, bu yeniden uyanışa atfedilen ılımlı-entellektüel terminolojisiyle, ‘Prag Baharı’yla anılır çoğu kez. Protesto yürüyüşleri, buna karşı duran Sovyet tanklarıyla dolu kent mekanlarından enstantaneler veren gazete imajları, 68 kuşağının küllenmiş anılarında hala yaşıyor olmalı. İşte böyle bir bahar kıvılcımıyla ateşlenen süreci izleyen, meydana bakan küçük pub’ın sıcak atmosferinde, çok makul fiyatlara seyirlik güzel bir akşam yemeği ile Çek birası yudumlayabilirsiniz. Viyana’nın kafeleriyle, Prag’ın ise Publarıyla ünlü olduğu söylenir; ama deneyimimiz bu ezberi bozuyor doğrusu. Kek, pasta ve benzeri tatlılar Prag’da akıl almaz tatlarda, yemekler de onları aratmıyor. Klub Architektu, yani ‘Mimarlar Lokali’nde olduğu gibi, dikkatli seçimlerle bütçenizi de hiç zorlamadan güzel mekanlarla güzel tatları birleştirebilirsiniz. Yine de İtalyan mutfağının esir aldığı ultra- turistik çoğu mekanda, Prag’a özgü yemek bulma şansının da giderek azaldığı da bir gerçek. Prag’ın Barok mimaride ayrı bir yeri olduğu biliniyor. Ne var ki, Milli Uyanış döneminde diğer Avrupa ülkelerinde de olduğu gibi Yeni-Rönesans mimarlığı, Ulusal Tiyatro ve Ulusal Müze binalarıyla kendini göstermiş, bunu ‘Modern Mimarlık’ izlemiş, Ar-Nuvo tarzındaki belediye binası ve Kubist mimari tarzın temsilcisi Kente Bakış: Eski ve yeni yanyana çekmekte ve Prag Kalesi, yüksek kulesiyle tarihi merkeze hakim konumunu sürdürmekte. Bu arada, kentsel peyzajın seyredildiği birçok tarihi kule hergün ziyarete açık, bunlar arasında özellikle TV Kulesi modern bir çekim merkezi…. Tarih boyunca, Mozart, Beethoven, Dostoyevsky, Rodin, Tchaikovsky gibi seçkin kişiliklere ev sahipliği yapmış olan kent, aynı zamanda birçok ünlünün eserlerine kaynak oluşturmuş. Bunlar arasında en bilineni Franz Kafka’dır, ve kent Kafka’nın yazılarının sessiz yoldaşıdır adeta. Kendisi biraz da abartarak, günlük hayatının tarihi merkez içinde küçük bir güzergah ve bunun üstündeki buluşma noktalarında geçtiğini ifade etmiştir. İşte tarihi Kafe Luvr bunlardan biridir, ve muhtemelen geçmişteki entellektüel popülaritesini bu gün artık turistik salınımlara devretmiş gibi.... Geçmişin İzlerinde: Heyecanlı bir tur rehberi Kafe Luvr (1902) 1989 ‘un son günlerinde demokrasiye geçiş başarılır ve bu, aynı ılımlı bir bakış açısıyla ‘Kadife Devrim’ olarak adlandırılır. Hemen ardından gelen ‘Kadife Kopuş ya da Ayrılık’ ile Çekler ve Slovaklar, artık iki ayrı devlet olarak Avrupa coğrafyasındaki yerlerini alırlar. sayısız konut, apartman ve Loos’un Müller Villa’sı karşısında şaşırmamak olası değil. Hele kentin kuzey batı tepelerindeki Babi bölgesinde 1930’larda yapılmış az katlı konutlar sanki yaşayan bir ‘Modern Mimarlık’ sergisi. Hatta bazıları bize Lefkoşa’daki Köşklü Çiftlik konutlarını hatırlatıyor, daha da heyecanlanıyoruz. Prag, çok sıkça adlandırıldığı gibi bir ‘Mimarlık Açıkhava Müzesi’, Romanesk, Gotik, Rönesans, Barok, Rokoko, Klasisizm, Eklektisizm, Ar-Nuvo, Kubizm ve Fonksiyonalizm’in temsilcisi mimarlık ürünleri kent yaşamının içindeki yerlerini koruyorlar. Bütün bu tarihi ağırbaşlılığa, son dönemin eğlenceli bir temsilcisi Gehry imzalı ‘Dans-eden Bina’, -eski Amerikan müzikallerinin aktörleri anısına- diğer popüler adıyla ‘Fred and Ginger’ da eşlik ediyor. Vltava nehri köprü bağlantılarından bir tanesinin karşı köşesinde şekillenen, ana işlevi ofis olmakla beraber, çatı katı restoran olarak tasarlanmış. Tahminimizce kentin doyumsuz görünümlerinden birini sunan bu mekanda yemek-içmek her bütçenin harcı değil. Ama, önündeki Tam bu sırada kuzey ve kuzey doğu sırtlarına doğru baktığımızda -kent içinden hiç algılanmıyan, ancak yükseldikçe farkedilen-komünist dönemin tek düze konut bloklarının soğuk ve ürkütücü görüntüsü farkediyoruz. Herkes için yaşanabilir bir konut politikasının o yılların mimari anlayışıyla geldiği kaçınılmaz son bu olsa gerek. Öte yandan, yeni bir AB başkenti olan Prag’da, küreselleşen kent kültürü ve ekonomisi mekansal izlerini çoktan bırakmaya başlamış. Nehir kıyısındaki liman bölgesi, ‘Kentsel Dönüşüm Projesi’ kapsamında bir ‘Soylulaştırma’ reçetesine dönüşmüş bile. Popüler- küresel mimari dil burada da kendini göstermekte ve mütevazi büyüklükteki konutlar fahiş fiyatlara satılmayı ve kiralanmayı beklemekte. Toplumdan ve çevreden izole edilmiş ‘Ayrıcalıklı Lüks Konut Siteleri’ de merkezin çeperindeki diğerleri ile, yani sosyalist ideolojinin toplu konut bloklarıyla adeta rekabet etmekteler. Bu durum, komünizm sonrasında başlayan küresel döneme geçişin, aslında pek de ‘kadife’ gibi ‘yumuşak ve parlak’ olmadığını, olamayacağını ima ediyor adeta. Prag, korunmuş tarihi kentlerin en önemlilerinden biri, 1992 de tarihi merkezin büyük bir kısmı Unesco tarafında Dünya Kültür ve Doğa Mirası listesine alınmış. Bu bölge, Vltava nehrinin her iki yakasına yayılmış olarak altı bölgeden oluşuyor ve doğal olarak tarihi bina ve anıtların, müze ve galerilerin çoğunu kapsıyor. Bunlar arasında neredeyse bütün yolların kesiştiği ‘Eski Kent Meydanı’, ünlü ‘Astronomik Saat’ ile yüzyıllardır ziyaretçilerin ilgisini Kentin yaşadığı zengin geçmişin izlerinin kent mimarlığında ve mekanlarında sürülebilir olması, onu merak ve ilgilerinize bağlı olarak tanımanıza imkan veriyor. Bu izleri, belli başlı müzeler dışında hatta belki daha fazla, Kafka Müzesi, Mozart Müzesi, Kampa Müzesi, Çek Kübizmi Müzesi, Dekoratif Sanatlar Müzesi, Musevi Müzesi ve Komünizm Müzesi gibi özel kolleksiyonlarda bulmak mümkün. Bu bağlamda, Kale turu, nehir turu gibi klişe turlar almak yerine yürüyüş turlarına katılabilir; kendinizi Kafka’nın yerine koyup, onun günlük güzergahını izleyebilir, ya da Kadife Devrim sürecinin mekanlarını tavaf edebilirsiniz. Böylece, neredeyse heykel tadında işlenmiş proletarya figürleriyle bezeli binaları da gözden kaçırmamış olursunuz ve bir Avrupa Birliği kentinde hala cok eski olmayan bir başka geçmişin sizi sarıp sarmaladığını; ve ‘kentin ruhu’nun artık sizinle olduğunu hissedersiniz... Türkan Ulusu Uraz, Beril Özmen Mayer 12 PROVO-K-İTAP SAYFA Doğu Akdeniz Üniversitesi “Uluslararası Kariyer İçin” Beril Özmen Mayer beril.ozmayer@emu.edu.tr ‘Masumİyet Müzesİ’ ve İstanbul’da Aşk İstanbul’a ve İstanbul’da aşık olan herkes Masumiyet Müzesi’nden çok etkilenir. 1975’lerin ruhunu taşıyan bu kitap, birçok kişinin hikayeleri ile eş-zamanlı ve benzer dekorlarda geçmesi olasılığı -gözlerden yuvarlanan damlacıklarla, bizi kent mekanlarına gönderen ‘flash-back’leri ile anıları buğulayan bir atmosfer yaratmaya çok uygun düşmektedir. Başka bir aşka yelken açmış olsaniz bile, dervişler gibi hep-ona -Meridyeniniz İstanbul’a- yöneliyorsanız, bir aşk tazelemek gibi - izlerini kapatmaya çalıştığınız anılarda kalmış eski aşk hikayenizi hatırlattığı için mi, yoksa kaybedilen zamanların tahlili sürecinde olduğunuzdan mı bilemezsiniz, kızgın ya da küskün- aslında bu nostaljik romantikliğin hoşunuza gitmesinin altını çizmek istiyor olabilirsiniz. Bu roman bütün romantikleri, hayalperestleri ve kentseverleri sarsacak, naif bir aşk hikayesi üzerinden İstanbul kentinin kısmi tarihçesi ve yaşamını sunar bizlere. Masumiyet Müzesi, bir antropolojik çalısma gibi 1970’lerin ortalarında –birisi yoksulluk sınırında bir diğeri toplumun kaymak tabakasında bulunan- iki farklı insanın içinde yaşadığı sosyal gruplarla ve birbirleriyle olan ilişkileri, toplumsal beklentileri, o anda Amerika ya da Avrupa’ya öykünen yaşam biçimi –artık yerli mallar kullanmanın ‘out’, ithal mal kültürünün ‘in’ olmaya dönüştüğü – ama hala Cumhuriyetin 50. yılının kutsandığı, Türkiye sinemasının içinde olduğu evreye göre bir yandan sosyo-kültürel eleştirilere diğer yandan da hala “fakir kız- zengin oğlan” romantizmine değinen ve kent parçalarının gerçekliği ile çerçevelenen bir kaynak kitaba dönüşür. Mimari bir yönlendirme de yapar Pamuk, kitabın sonuna doğru birden manevra yaparak.. Diğer okurları bilmem ama meslekten olduğum için çok hoş bir tat verdi bana. Orhan Pamuk, sayfalarca bıktırmadan ama abartarak, Kemal karakteri uzerinden dünya müzecilik tarihini araştırır ve günümüzde dünyada özel müzeciliğin örneklerini uzun uzadıya tasvir ederek, Türkiye ve İstanbul özelinde de sorgulamasını yapar. Bu noktada, kitapta anlatılan büyük ve masum aşkın temasını oluşturduğu Masumiyet Müzesi’nin açılması konusu gerçeklekurgu arası hayal dünyanızı zorlamaya başlıyacaktır. Kitabın bu kısmında kendinizi hayal dünyasından gerçeğin ta içerisine fırlatılmış bulmanız heyecanı doruk noktasına çıkarmaktadır. Tam işte bu anda, hislerimi paylaşmak için telefon açtığım, doğma büyüme İstanbullu roman kurdu arkadaşım Çiğdem’in sanki kitaptaki sanal dünyadan gelen sesinin kulaklarımda yankılanarak doğruladığı “Masumiyet Müzesi açılıyor” haberini almak beni çığrımdan çıkardı – ki haber gazetelere başlık olmuştu zaten ama ben düş perdemi aralayıp bunu ilk defa duyuyordum (Radikal, 26 ağustos, 2008). İtiraf edeyim, kitabı 2009 ağustosunda okumaya başladım ve bu yazki Istanbul’u ziyaretimde, gerçekle hayal arasındaki o inanamazlık durumuyla ziyaret ettiğim Beyoğlu - Boğazkesen Caddesi’nden Çukurcuma’ya dönünce hemen sağda saptığınız Dalgıç Çıkmazı Sokağı’nda bulunan ‘Merhamet Apartmanı’nı kapı ve pencerelerini sımsıkı örtülü bulunca müthiş bir düş kırıklığı yaşadım. O anda, benimle birlikte binaya yaklaşan -kırık dökük türkçesiyle bana Masumiyet yakar, atardık. Çünkü anılardan, yeniden onlara ya da aşka esir olmaktan korkardık. Işte bu psikolojinin etkisiyle, Füsun’un elinin değdiği her türlü objeyi toplayan tutkulu bir Kemal olamayız. Onun içindir ki, bu müze Masumiyet Müzesidir.. Masum, Saf, Yaşanası ama Bitmemiş Aşklar’ın Mucizesi ve Müzesi.. Beril Özmen Mayer Kitabın Künyesi: Orhan Pamuk, Masumiyet Müzesi, İletişim Yayınları, Istanbul - 3. Baskı, Aralık 2008- 592 sayfa, EAN9789750506260 Masumiyet Müzesi- Merhamet Apt. / İstanbul Müzesi’ni soran- yabancı gazete muhabiriyle birlikte hayal gucümüzün itici gücüyle kapalı olan demir kapıyı bile zorladık. Ama tamamen kapalı olan binanın etrafında hala belirli bir iz yoktu, ne bir levha, ne bir ad. Hemen bitişikteki sokaktaki en bakımlı pembe apartmanın önünde oturan birkaç kişiye doğru yürüdüm. Uzun süredir hayalimde canlandırdığım müzeyi görememek enerjimi düşürmüştü, apartman girişinde eşiğe oturmak için izin istedim. Paralel evrenden gelen kendi sesim kulaklarımda uğuldadı: ‘Masumiyet Müzesi burada mı? Gerçekten var mı? Olacak mı?’ Yaşlıca bir bey, yazar için ‘Kültür bakanlığı’ndan para yardımı bile istemiş’ diyerek dilini damağında şaklatarak uzaklaştı. Doğmabüyüme Boğazkesenli apartman sakini Despina hanım ise ‘Masumiyet Müzesi’nin açılacağını, karşı köşedeki restorasyonu yapılmış ahşap binanın da çok büyük bir kütüphane olacağını müjdeledi ve arayıp bilgi alabilmem için bana telefonunu verdi. Karşılıklı birer sigara içerken, sokağın köşesinde kitabın konusunun geçtiği ‘Merhamet Apartmanı’na bakarak savurduğum duman üzerinde oluşan imgelerle kurduğum hayallerin içerisinde, romanda anlatılan Füsun ve Kemal Bey’in aşkının gerçekliğinden hiç bir şüphem kalmamıştı, bu kişinin hayal ürünü değil de Orhan Pamuk’un sadece tanıdığı değil çok yakından izlediği birisi olduğunu hissettim. Beyoğlu’nda yıllar önce üniversite sıralarında aşıkken dolaştığım mekanları, çeşitli vesilelerle girdiğim sokakları anılarımla yoğururken kendi yaşam penceremden olaya bakmakta olduğumu gördüm. Her ne kadar sancılı olsa da yaşanılan güzel duygular yerini hiç bir şeye bırakmıyordu. Kentteki çeşitli noktalar değişmiş olsalar bile aslında içimizdeki müzeleştirme hissiyatını canlı tutuyorlardı. Kent parçalarının yarattığı ‘Kişisel Müze Alanları’nı hiç kimse bilmiyor, sadece biz kendi beynimizde saklı tutuyorduk. Ve bir kere daha romanın kahramanı Kemal’le yazarı Orhan’ı cesaretlerinden dolayı tebrik etmek istedim. Çünkü duygularının arkasında duruyorlardı, ve anlatmaktan ve hatırlamaktan korkmuyorlardı. Bu bağlamda, burada başka bir anti-tezi de dillendirmek gerekir: Bu aşkın aslında olması gerektiği gibi yaşanamaması onu kutsamıştı ve erişilmez olarak nitelendirdiğimiz şeyleri anımsamak bize hep doğru gelirdi. Aslında daha güzel ve cesur olan ise, elimizde olan, yaşadığımız ya da sonlandırdığımız aşkların müzesini kurgulayabilmemizdi. Mutlu sonların arkasından nerelere gelebileceğini bilebilseydik, müze konseptimiz daha farklı olabilirdi… Hiç biten aşklar için bir müze kurulduğunu duydunuz mu? Eskiden yıllarca taptığımız ve tutkuyla sevdiğimiz kişilerden ayrılığın getirdiği kırgınlıktan dolayı körleştirebilmek için üzerlerini örttüğümüz unutulmaz aşklar da olamaz mıydı? Ama onların tek bir resimlerini bile saklamaz, Orhan Pamuk - Özgeçmiş Orhan Pamuk 1952’de İstanbul’da doğdu. Cevdet Bey ve Oğulları ve Kara Kitap romanlarında anlattığına benzer kalabalık bir ailede, Nişantaşı’nda büyüdü. Otobiyografik kitabı İstanbul’da anlattığı gibi çocukluğundan yirmi iki yaşına kadar yoğun bir şekilde resim yaparak ve ileride ressam olacağını düşleyerek yaşadı. Liseyi İstanbul’daki Amerikan lisesi Robert College’de okudu. İstanbul Teknik Üniversitesi’nde üç yıl mimarlık okuduktan sonra, mimar ve ressam olmayacağına karar verip okulu bıraktı ve İstanbul Üniversitesi’nde gazetecilik okudu. Pamuk, yirmi üç yaşından sonra romancı olmaya karar vererek başka her şeyi bıraktı ve kendini evine kapatıp yazmaya başladı. İlk romanı Cevdet Bey ve Oğulları 1982’de yayımlandı ve Orhan Kemal ve Milliyet Roman Ödülleri’ni aldı. Pamuk ertesi yıl Sessiz Ev adlı romanını yayımladı ve bu kitabın Fransızca çevirisiyle 1991’de Prix de la Découverte Européene’i kazandı. Venedikli bir köle ile bir Osmanlı âlimi arasındaki gerilimi ve dostluğu anlatan romanı Beyaz Kale (1985), pek çok dile çevrilerek Pamuk’a uluslararası ününü sağlayan ilk romanı oldu. Aynı yıl karısıyla Amerika’ya gitti ve 1985-88 arasında New York’ta Columbia Üniversitesi’nde “misafir âlim” olarak bulundu. İstanbul’un sokaklarını, geçmişini, kimyasını ve dokusunu, kayıp karısını arayan bir avukat aracılığıyla anlatan Kara Kitap’ı 1990’da Türkiye’de yayımladı. Fransızca çevirisiyle Prix France Culture Ödülü’nü kazanan bu roman, geçmişten ve bugünden aynı heyecanla söz edebilen bir yazar olarak Pamuk’un ününü hem Türkiye’de hem de yurtdışında genişletti. 1991’de, Pamuk’un Rüya adını verdiği bir kızı oldu. 1994’te, esrarengiz bir kitaptan etkilenen üniversiteli bir genci hikâye ettiği Yeni Hayat adlı şiirsel romanı yayımlandı. Osmanlı ve İran nakkaşlarını, Batı dışındaki dünyanın görme ve resmetme biçimlerini bir aşk ve aile romanının entrikasıyla hikâye ettiği Benim Adım Kırmızı adlı romanı 1998’de yayımlandı. Bu kitapla Fransa’da Prix du Meilleur Livre étranger, İtalya’da Grinzane Cavour (2002) ve İrlanda’da International Impac-Dublin (2003) ödüllerini kazandı. 1990’ların ortasından itibaren Pamuk, insan hakları ve düşünce özgürlüğü konularında yazdığı makalelerle Türkiye devletine karşı eleştirel bir tavır takındı. Yurtiçinde ve yurtdışında çeşitli gazete ve dergilere yazdığı edebi, kültürel makalelerden oluşturduğu geniş bir seçmeyi 1999 yılında Öteki Renkler adıyla yayımladı. “İlk ve son siyasi romanım” dediği Kar adlı kitabını 2002’de yayımladı. Kars şehrinde, siyasal İslamcılar, askerler, laikler, Kürt ve Türk milliyetçileri arasındaki şiddeti ve gerilimi hikâye eden bu kitap, New York Times Book Review tarafından 2004 yılının en iyi 10 kitabından biri seçildi. Pamuk’un 2003 yılında yayımladığı İstanbul, yazarın hem yirmi iki yaşına kadar olan hatıralarını aktardığı bir hatıra kitabı, hem de kendi kişisel albümüyle, Batılı ressamların ve yerli fotoğrafçıların eserleriyle zenginleştirilmiş, İstanbul üzerine bir denemedir. Kitapları 58 dile çevrilmiş olan, bütün dünyada yedi milyondan fazla satmış olan Pamuk, pek çok üniversiteden şeref doktorası aldı. Alman Yayıncılar Birliği tarafından 1950 yılından beri verilmekte olan, Almanya’nın kültür alanındaki en seçkin ödülü olarak kabul edilen Barış Ödülü, 2005’te Orhan Pamuk’a verildi. Ayrıca Kar Fransa’da her yıl en iyi yabancı romana verilen Le Prix Médicis étranger ödülünü aldı. Aynı yıl Prospect dergisi tarafından dünyanın 100 entelektüeli arasında gösterildi ve 2006 yılında Time dergisi tarafından dünyanın en etkili 100 kişisinden biri seçildi. American Academy of Arts and Letters’ın ve Çin Sosyal Bilimler Akademisi’nin şeref üyesi olan Pamuk, senede bir dönem Columbia Üniversitesi’nde ders veriyor. Orhan Pamuk 2006 yılında Nobel Edebiyat Ödülü’nü alarak bu ödülü kazanan tek Türk oldu. HAVADİS GAZETESİ EKİ / 21 ŞUBAT. SAYI 1. SORULAR- CEVAPLAR/ YANLIŞLAR- DOĞRULAR Doğu Akdeniz Üniversitesi “Uluslararası Kariyer İçin” 13 SAYFA Ercan HoŞKARA ercan.hoskara@emu.edu.tr GİRİŞ VE Yapım Sürecİ Merhaba sevgili okurlar. Öncelikle, sizlerle bu sayfada ilk defa bir araya gelmenin bana yaşattırdığı heyecan ve mutluluğu paylaşmak isterim. Peki bu sayfada neler bulacaksınız? Evet, sayfanın formatına uygun olarak, yazıma soruyla başlamış oldum. Bu sayfanın temel amacı, yapım süreci ve inşaat sektörü ile ilgili akla gelebilecek sorulara cevap vermek ve bu yöntemle, konuyla ilgili bilgilerimi sizlerle paylaşmaktır. Sorular ve cevapların yanında, yaygın olarak karşılaştığımız bazı yanlışlıklara da parmak basıp, doğruları sizlerle paylaşmaya çalışacağım. Tabii ki bu sayfa siz okurların da sorularına açık olacak. Ayrıca, gördüğünüz yanlışlıkları bu sayfa aracılığıyla diğer okurlarla paylaşma şansı da bulabileceksiniz. Bu sayıda neler bulacaksınız? Bu ilk sayı, yapım sürecinin ve yapım süreciyle ilgili bazı temel kavramların ne anlama geldiği ve bu süreçte mimarlığın/ mimarın rolünün ne olduğu konularını içerecek. Yapım süreci nedir ve hangi aşamaları içerir? Yapım süreci, yapı ile ilgili olarak; • planlama, • tasarım, • imalat / inşaat, • kullanım, bakım - onarım, • söküm – imha etme aşamalarını içeren bütünlüklü bir süreçtir. Yapım sürecinde ne tür kaynaklara ihtiyaç duyulur? Yapım sürecinde, inşaat sektörünün sahip olduğu; • doğal kaynaklar, • insan kaynakları, • üretilmiş kaynaklar (üretim araçları) ve • mali kaynaklar, belli bir yönetim anlayışı ve becerisi ile girdi olarak kullanılmaktadır. Yapım sürecinin etkileri nelerdir? Yapım sürecinde, girdi olarak kullanılan kaynaklar, süreçte yer alan eylemler ve ortaya çıkan ürünler vasıtasıyla ciddi; • çevresel, • ekonomik ve • sosyal etkiler ortaya çıkmaktadır. Bu nedenle, inşaat sektörünün ve yapım sürecinin yaşam kalitesi üzerinde büyük etkisi olduğu söylenebilir. Aynı zamanda, günümüzün en önemli hedeflerinden biri olan “Sürdürülebilir Kalkınma” açısından da hayati önem taşımaktadır. Yapım sürecini neler etkiler? Yapım sürecinin işleyişi ve ortaya çıkardığı etkilerin şekli ve boyutu, dünyadaki genel eğilimlerden, yeni teknolojilerden, Gündem 21, Habitat II gibi uluslararası anlaşma ve belgelerden, ülkenin çevresel, ekonomik, sosyal, kurumsal ve siyasi yapısından etkilenmektedir. Özetle, küresel ve ülkesel koşullar yapım sürecini doğrudan etkilemektedir. Bir başka ifadeyle, yapım süreci, insan Ülkesel Koşullara bağlı sürdürürlebilir yapım (Hoşkara, E., (2007). Ülkesel Koşullara Uygun Sürdürülebilir Yapım için Stratejik Yönetim Modeli (Yayınlanmamış Doktora Tezi). İTÜ, Fen Bilimleri Enstitüsü, İstanbul.) yerleşimlerinin gerçekleştirilmesi ve aynı zamanda gelişimi destekleyen alt yapıların oluşturulması için kapsamlı bir süreç ve mekanizmadır. Bu süreç, ham maddelerin doğadan çıkarılmasını ve onlardan yararlanılmasını, yapı malzemelerinin ve bileşenlerinin imalatını, fizibilite çalışmalarından söküm aşamasına kadar yapı projesinin döngüsünü ve yapılaşmış çevrenin yönetimi ve operasyonunu içerir. Yapım sürecinde mimarlığın veya mimarın rolü nedir? Mimar, planlama, tasarım ve her aşamada denetim yaparak, bu sürecin en verimli şekilde çalışmasına katkı koyma rolünü üstlenmektedir. Yani, süreçte kaynakların verimli kullanılmasında, çevresel olumsuz etkilerin en aza indirilmesinde, ekonomik verimliliğin artırılmasında ve sosyal gelişime katkı sağlanmasında mimara önemli bir rol düşmektedir. Bundan sonra nasıl devam edeceğiz? Bu ilk tanışmanın ardından, genel olarak yapım sürecinin her aşaması, bir sayıda sorularla ele alınacaktır; süreçle ilgili bilgilendirme tamamlandıktan sonra, her aşamayla ilgili daha spesifik konular veya sorunlar bu sayfa aracılığıyla gündeme getirilecektir. Bir sonraki sayıda buluşmak üzere... Ercan Hoşkara 14 KENTİN TADI TUZU SAYFA Doğu Akdeniz Üniversitesi “Uluslararası Kariyer İçin” Şebnem HoŞKARA sebnem.hoskara@emu.edu.tr Kentte Mekan- Kentsel Mekan ‘Kent, mekan içinde bir yer olmaktan öte, zaman içinde bir dramdır.’ (Patrick Geddes) Kent ve yapısal çevre, fiziksel, sos- yal, ekonomik, kültürel, profesyonel, teknik, formel ve estetik anlamda incelenmesi gereken karmaşık bir olgudur. Kentsel tasarım, kenti fiziksel bir bütünlük içinde ele aldığında, kentin tasarım sürecine ve mevcut dokunun morfolojisine bağlı olarak üç temel veri/eleman söz konusudur: kentin oluşturduğu ortam- mekan (space), kente özgü kentsel elemanlar- sokaklar, meydanlar, caddeler, parklar ve binalar, ve (bu elemanlardan mekansal bütünler oluşturmak üzere ortaya atılan ilkeler, anlamlar ve yorumlar. Belirtilen bu elemanların bir araya gelişini sağlayan k������������������������������� ent mimarlığı ve tasarımı içinde, kente, iki belirgin ama farklı bakış açısından söz edilebilir: Bunlardan birincisi, binaların üç boyutlu objeler, heykelsi özellikler taşıyan sanat eserleri olarak, içinde konumlandırıldıkları kenti, açık bir peyzaj alanı olarak gören ve gösteren yaklaşım. Bu yaklaşıma göre mimari ürün olarak binalar “pozitif”, arka planda görünen kentsel mekanlar ise “negatif” elemanlardır. Diğer konsept ise, kenti, yapı blokları arasında kalan kentsel mekanların - sokak ve meydanların, oluşturduğu bir kompozisyon bütünü olarak gören yaklaşım. Bu bakış açısına göre kentsel mekanlar ana eleman, binalar ve üç boyutlu objeler kentsel mekanları sınırlayan iki boyutlu cepheler olarak karşımıza çıkmaktadırlar. Uygulamada ve gerçek algılamada ise her iki bakış açısı birlikte yer alır; bu da bize, kente “doluluk-boşluk kuramı” çerçevesinde bakmayı öğretir. Bu bağlamda, her ay sizlerle buluşacağım bu sayfada, kentin tadını tuzunu alabileceğimize inandığım “kentsel mekanlar”dan bahsedeceğim. Bazan fiziksel yapı üzerinde duracağım, bazan sosyal-kültürel bağlamda konuşacağım sizlerle kentsel mekanlar üzerinden... Bazan tadına doyulmaz bir sokakta yürüyüş yapacağız, bazan da bir kent meydanına bakan şık bir café’de kahvemizi yudumlayacağız birlikte... Bu ilk buluşma biraz bilgi içerecek... Profesyonel bakış açısıyla kenti ayrıştırmaya ve kent bileşenlerini tanımaya çalışacağız... Umarım sıkılmazsınız... Norveç, Bergen: Sokaklar- Kent Koridorları (fotoğraf- Ceren Boğaç 2006) Norveç, Bergen Kentini Oluşturan Elemanlar: Binalar, Mekanlar, Yeşil ve Su. (fotoğraf- Ceren Boğaç 2006) Bu noktada iki ayrı “kentsel mekan” tanımlama biçiminden söz etmek gerekecektir: Bunlardan birincisi, kent içindeki “mekanların/alanların” fiziksel olarak tanımlanmasıdır. Bu tanıma göre, kentlerin yerleşme dokusunu oluşturan yapılaşmış ve yapılaşmamış alanlar, kentsel mekanı oluşturur. Bu bağlamda, adı geçen her ayrı kent mekanı için (sokak, meydan, park, vd.) mekanın boyutlarına, konumlandırılmasına ve mekanı oluşturan elemanların biçimsel özelliklerine göre, ayrı bir fiziksel tanım yapılmalıdır. Belçika, Brüksel Kenti Kentsel Dokusu: Binalar ve Arasındaki Boşuklar (fotoğraf- Ceren Boğaç 2009) İkinci tanımlama biçimi ise, kentsel mekanların, “işlevlerine” bağlı birer “sosyal olgu” olarak ele alınmasıdır. İşlevsel olarak kentsel mekanlar, ”toplumsal aktiviteleri ve kent içi sosyal fonksiyonları barındırmak için strüktürel olarak tasarlanmış ya da spontane gelişmiş mekan organizasyonlar”dır. Bu bağlamda kentsel mekan, insanın yaşamıyla ilgili dört temel işlevin – barınma, çalışma, eğlenme/dinlenme ve ulaşım, eylemlerinin yer aldığı mekanlar bütünüdür. Kent içinde hem fiziksel hem de sosyal boyutuyla var olan kentsel / kamusal mekanlar, kentlere kimlik veren en güçlü elemanlardır; kentlerin ekonomik, sosyal ve kültürel yaşamları içinde kamusal yaşamı destekleyen en önemli araçlardır. Bu mekanlar, tarihin ve mevcut zamanın yansıması olarak kentlerin yerel karakterini ve kültürel çeşitliliğini ortaya çıkarırlar. Bu bağlamda “kentin kalbi ve ruhu” olarak da algılanabilirler. Kentsel / kamusal mekanlar, kentte yaşayan insanların yaşam biçiminin de bir yansımasıdır. Bu yansımaları kent meydanlarında ve sokaklarında izleriz, gözlemleriz ve yaşarız. İşte kentsel mekandaki bu yaşam kesitlerini, bir sonraki sayıda meydanlar üzerinden okumaya çalışacağız….Yeniden buluşmak üzere…Kentinizin mekanı gü- Bütün yerleşmeler, dolayısıyla da kentler, binalar ve binalar arasındaki sokaklar, meydanlar, yeşil alanlar, parkları ve diğer açık alanları kapsayan “kentsel mekanlar”dan oluşmaktadır. Kentin fiziksel biçimi, kentsel mekanlar ile, bunların cephe ve kesitleri arasındaki ilişkinin sonucunda ortaya çıkar. Kent strüktürü içinde en belirgin kentsel mekan, sokaklar ve meydanlardır – ki bunlar kentsel ortak mekanlar olarak “kamusal mekanları” oluştururlar. Her iki mekansal biçimin de geometrik özellikleri aynıdır: Her ikisi de kendilerini sınırlayan duvarların boyutları ve kendilerini özgün kılan fonksiyon ve dolaşım paternleri ile belirginleşirler. Kentsel mekanlar, dış odalar ve koridorlar olarak tasarlanan hacimlerdir ve binalar bu mekanların duvarlarını oluşturan üç boyutlu elemanlardır. Kentsel tasarım disiplini içinde ele alındığında binalar, kentsel dış mekanlara birer “sahne” oluşturmak üzere tasarlanırlar ve burada “mimarlık” destekleyici bir rol oynar. Bu konsept içinde bakıldığında kentsel mekan tanımının önemi fazladır. Belçika, Brüksel Grand Place Kent Meydanı: Kamusal Bir Kent Odası (fotoğraf- Ceren Boğaç 2009) zel olsun… Şebnem Hoşkara GÜNCEL HABERLER HAVADİS GAZETESİ EKİ / 21 ŞUBAT. SAYI 1. Doğu Akdeniz Üniversitesi “Uluslararası Kariyer İçin” 15 SAYFA Kutsal ÖztÜRK- Begüm MozaİKCİ kutsal.ozturk@emu.edu.tr - begum.mozaikci@cc.emu.edu.tr Mİmarlığın 2009’U Mimarlık ve kent gündemine ilişkin Güncel Haberler sayfası neleri içermelidir? İşin içine girince bu sorunun cevabı sanıldığı kadar basit değil. Niye basit değil? Çünkü, bu alanda kendi ülkemizle ilgili olan güncel haberler, onbeş günde bir biz değininceye kadar yerel basında gündeme zaten gelmiş olacağından eskiyecektir. Hatta bu tehlikenin dünyadaki önemli haberler için bile geçerli olduğu söylenilebilir. Bu nedenle biz sayfamızda mimarlık, kent ve tasarım dünyasına dair, medyada detaylı bir biçimde yer almayan ama bu disiplinlerle ilgili kişilerin ilgisini çekebilecek konulara ışık tutmaya, bu alanlarla ilgili olarak yapılacak olan toplantı ve benzeri etkinliklere yer vermeye çalışacağız. Pekin’in “Kuş Yuvası” Stadyumu, Lubetkin Ödülü’nü aldı Herzog and de Meuron’un Pekin’deki Ulusal Stadyum’u “kuş yuvası”, RIBA tarafından, Avrupa dışında inşa edilmiş en iyi yapı seçildi. 2008 Olimpiyatları’nın başyapıtı, enstitünün Architectural Review tarafından desteklenen ve Avrupa Birliği dışında kalan en seçkim mimari çalışmaya verilen prestijli uluslararası Lubetkin Ödülü’ne layık görüldü. Lubetkin Ödülü jürisi ve RIBA Başkanı Sunand Prasad, “Bu yılın Lubetkin Ödülü finalistleri, şimdiye kadar gördüğümüz en iyi yapılardı ve her ne kadar yoğun bir tartışma yaşanmış olsa da sonuç zaten ortadaydı” şeklinde konuştu. Dünyanın İlk (+) Enerjili Ofisi Dünyanın çevresel olarak en sağlıklı yapısı olarak tasarlanıp inşa edilen Elithis Kulesi Fransa’nın Dijon kentinde açıldı. Dünyanın ilk pozitif enerjili ofis yapısı olarak lanse edilen kule, kullandığından fazla enerji üretimi yapıyor ve klasik ticari yapılara oranla 6 kat daha az sera gazı üretiyor. Tasarımından malzemesine ve kullanıcı davranışına kadar Elithis Kulesi’nde en son sürdürülebilir teknolojiler kullanılıyor. Kaynak: http://www.mimdap.org/ Yazı ve Görseller: The Architect’s Journal Çeviri: Mimdap 2009 yılına baktığımızda mimarlık ve kent gündemi açısından oldukça hareketli bir yılı geride bıraktığımızı görüyoruz. 2009’un tüm gündemini takdir edersiniz ki bu sayfaya sığdırabilme olanağı yok. Bu nedenle en çarpıcı olduğunu düşündüğümüz birkaç konuyu sizlerle paylaşmak istedik. Hataların geride bırakıldığı, mimarlığın ileriye taşındığı bir 2010 yılı temenni ediyoruz. Kaynak: http://www.mimdap.org/ İngiltere’nin Karbon-Negatif Konut Projesi İngiltere’nin ilk karbon-negatif konut projesinde inşaat süreci başladı.Citu tarafından geliştirilen Leeds “yeşil ev”, 172 konut, ofis alanı ve çeşitli hizmetler sunacak.Proje, yüksek bir yalıtım, yer ısı kaynağı pompaları, çatı üzerinde rüzgar türbinleri ve güneş enerjisi birimlerinin yanı sıra, alanın 100 metre dışında da rüzgar türbini bulunduracak. Kaynak: http://www.mimdap.org/ Yılın En İyi Sağlık Tesisi Belli oldu Kaynak: http://www.mimdap.org/ Geleceğin İstanbul Haritası Kaynak: http://www.mimdap.org/ Kaynak: http://www.mimdap.org/ World Architecture News’in (WAN) 2009 Yılının Sağlık Yapısı ödülünü Moorfields’ta yer alan Richard Desmond Çocuk Göz Merkezi kazandı. Tasarımı yapan Londra merkezli mimarlar Penoyre & Prasad, Zaha Hadid’in yanı sıra 6 kıtada 22 ülkeden katılan mimarları geride bıraktı. Ulusal Sağlık Servisi’nden temsilciler ve mimarlık topluluğunun “sade kütlesi ve önü ile arkası arasındaki organizasyon bütünlüğü” nedeniyle ödülü aldığı söylenirken, Kanadalı mimar Tye Farrow “bu, gördüğüm en iyi cephelerden biri, çok büyük saygı duyuyorum” dedi. Projenin en ayırt edici özelliği, hem cepheyi değiştirmeye hem de gölge yaratmaya yarayan güneş gölgelikleri. Bunun için kuş bilimciler ile göz uzmanları, Merkez’in parçalı gölgelerini ritmik biçimde yerleştirebilmek için kalabalık uçuş desenleri üzerinde çalıştılar. Yazı ve Görseller: World Architecture News Çeviri: Mimdap İstanbul’da yapılacak tüm yatırım kararları ve planlamalar için temel referans olacak 1/100 bin ölçekli İstanbul Çevre Düzeni Planı yapılan eleştirilere karşılık kabul edildi. Meslek odaları planın hazırlanması sırasında göstermelik toplantılar yapıldığını ve öneri ve eleştirilerinin dikkate alınmadığını belirtiyor. Eleştiriler su havzaları ve orman alanlarının tahrip edilme tehlikesi ve hükümetin aldığı kararların plana yön vermesi yönünde yoğunlaşıyor. Çocuk Göz Merkezi, bir hastaneye benzetmeden, çocuk göz sağlığı için dünyanın en iyi işleyen hastaneyi yapma isteğinden doğdu. Tasarım, bütüncül, çocuk odaklı ve davetkar çevresiyle, hastaneye duyulan önyargıları ortadan kaldırıyor. Sade düzenin verdiği güvenlik hissi, cesaretlendirici renk şemaları, geniş oyun ve dinlenme alanlarıyla, potansiyel travmatik deneyimler yerini olumlu yargılara bırakıyor. Kaynak: http://www.mimdap.org/ Kaynak: http://www.mimdap.org/ HAVADİS GAZETESİ EKİ / 21 ŞUBAT. SAYI 1. Doğu Akdeniz Üniversitesi “Uluslararası Kariyer İçin” REKLAMLAR 16 SAYFA