Cumhuriyet`in 50. yılında Ege Üniversitesi Rektörü Prof - Ege-book

Transkript

Cumhuriyet`in 50. yılında Ege Üniversitesi Rektörü Prof - Ege-book
Ege Üniversitesi Adına
İmtiyaz Sahibi
Prof. Dr. Candeğer Yılmaz
Yayın Kurulu Başkanı
Prof. Dr. Atilla Silkü
Sorumlu Müdür
Prof. Dr. M. Bülent Özkan
Genel Yayın Yönetmenleri
Yrd. Doç. Dr. Engin Önen
Yrd. Doç. Dr. A. Oğuzhan Kavaklı
Yayın Kurulu Üyeleri
Prof. Dr. Şevket Toker
Uzm. Dr. E. Figen İnan
Özlem Arınık Topuz
Dilek Maktal Canko
Ali İhsan Mimtaş
Demet Altuntaş
Gamze Karademir Erol
Muhabir ve Fotoğrafçılar
Ali İhsan Mimtaş, Demet Altuntaş,
Arzu Beratoğlu, Duygu Ataş, Duygu Öztürk,
Duygu Rengial, Özlem Aktaş, Nilüfer Öğretir,
Petek Durgeç, Tuğçe Doğaneli, Seçil Utma
Konuk Yazarlar
Prof. Dr. Nuri Bilgin
Doç Dr. İhsan Oktay Anar
Doç. Dr. Semra Daşçı
Yrd. Doç. Dr. Bintuğ Öztürk
Yrd. Doç. Dr. Hasan Mert
Yrd. Doç. Dr. Zafer Derin
Redaksiyon
Prof. Dr. Şevket Toker
Öğr. Gör. Dr. Bahar Dervişcemaloğlu
Arş. Gör. Göksu Çiçekli Koç
Kapak İllüstrasyonu
Sinan Kutlu
Tasarım
Gamze Karademir Erol
Çağatay Polat
Reklam Danışmanı
Prof. Dr. Müge Elden
Reklam Sorumlusu
EÜ Rektörlüğü Basın ve Halkla İlişkiler Müdürlüğü
Reklam Rezervasyon
Ege Üniversitesi Rektörlüğü
Basın ve Halkla İlişkiler Müdürlüğü’ne
0232 342 59 72 numaralı telefon numarasından veya
halkilis@mail.ege.edu.tr e-posta adresinden ulaşabilirsiniz.
Yönetim Yeri
Ege Üniversitesi Rektörlüğü Bornova/İzmir
Tel: 0 232 388 01 10
www.egeburada.ege.edu.tr
Basım Yeri
Basım Tarihi: ... Haziran 2009
Yayın Türü
Yerel, Süreli, Üç Aylık
Merhaba,
Bölgenin ve ülkenin en önemli kurumlarından
biri olan Ege Üniversitesi’nin yeni bir yayın
organına kavuşmasının heyecanını yaşıyoruz.
Yeni başlangıçlar, ilk sayılar daima zordur. İlk sayı
olması, hedeflerin büyüklüğü ve henüz okurdan bir
değerlendirme alınmamış olması hep dezavantaj
hanesindedir.
Adına EGEDEN dedik. Çünkü içerisinde yer alacak
olan haberlerin ve bilgilerin büyük çoğunluğu,
Ege Üniversitesi’nden olacak. Yine Ege Üniversitesi
öncülüğünde üretilen bilgiler ve etkinliklerin bölgeden yansımaları olacağı için de
bu ismi uygun bulduk.
Ege Üniversitesi büyük bir kurum ve çok geniş bir yelpazede bu etkinlikleri
sürdürmekte ve bilgi üretmektedir. Sahip olduğu akademik kadro ve öğrenci potansiyelinin yanı sıra, bölgenin en önemli eğitim, araştırma ve hizmet kurumlarından
biri olması O’nu önemli kılmaktadır.
Üniversitemizin hem kurum içi iletişimi güçlendirmesi kurum kültürünün
yerleşmesine ve güçlenmesine katkı sağlayacaktır. Ayrıca, ürettiği bilgi ve hizmetlerin topluma aktarılması da üniversitelerin önemli görevleri arasında sayılabilir.
Bu düşüncelerden hareketle, EGEDEN Dergisi’nin, önemli bir eksikliği gidereceği
beklentisindeyiz. Onun için Dergimizi kurum içine olduğu kadar, diğer kurum ve
toplum kesimlerine de hitap edecek şekilde hazırlamayı hedeflemekteyiz.
Önceden ve uzun süredir üniversitemizin çeşitli birimleri tarafından çıkarılan gazete
ve bülten formatında yayınları bulunmaktaydı. Ancak bunlar hem sadece kurum
içine hitap ediyorlardı hem de üniversitemizi, bir bütün olarak kapsamaktan çok,
farklı kesimlerine hitap etmeyi hedefliyorlardı. Oysa EGEDEN, bütün bu birimlerimizin işbirliğini sağlayan ve daha güçlü bir yayın olarak var olmak amacında.
İlk sayı olmanın eksiklerinin hoş görüleceğini umarım.
Emeği geçen herkese çok teşekkür ediyorum.
İleriki sayıların daha iyi ve güçlü olması, bütün Ege Üniversitelilerin öneri ve katkıları
mümkün olacaktır.
Yararlı ve uzun soluklu olası dileğiyle…
Egeden Dergisi, Ege Üniversitesi Rektörlüğü tarafından yayınlanır.
2
HAZİRAN 2009
3
Merhaba,
Kuruluşundan bu yana gücünü öğrencilerinden alan Ege Üniversitesi, öğrencilerinin kalitesiyle adına
yakışır bir konumda giderek yükselmektedir. Bizler Öğrenci Konseyi üyeleri yani fakülte/yüksek okul/
enstitü temsilcileri olarak temsiliyet görevinin bize verdiği hakları Egelilik vizyonu çerçevesinde okulumuzun tüm üst yönetimlerinin bize sağladığı öğrenci fikri önceliği prensibinde temsil ettiğimiz her Egeli için
sonuna kadar kullanmaktan onur duyuyoruz.
Sene başından bu yana pek çok toplantı ve etkinlik düzenleyip Ege Üniversitesi’ne yakışır sonuçlar elde etmeyi ve aksaklıklar her neyse üst yönetimlere iletmeyi titiz çalışmalarımız ile başardık. Yapılan her faaliyetle
başarılı olmamızı yalnızca Egeli olmaya bağlıyoruz. Tanımlamak gerekirse Egeliler; Atatürk İlkelerine bağlı
– çağdaş – girişimci – akılcı – bilimsel – yaratıcı – titiz – hep daha iyiyi isteyen – başarılı – kültürel açıdan
aktif – spor yönü gelişmiş – farklı – sabırlı – iyi niyetli – hoşgörülü – öncü – insanlığa yararlı – topluma
duyarlı – Türkçe’yi düzgün kullanan ve Türkçe’ye sahip çıkabilen – öğreten ve her zaman öğrenmeye
açık özel insanlardır. Tüm ayrıcalığıyla bayrağı Egeli adaylarına aktaracak ve Ege Üniversitesi farkını önce
ülkemizin tamamına sonra da tüm dünyaya taşıyacak Egelilere şimdiden çalışmalarında başarılar diliyor ve
içtenlikle teşekkürlerimi sunuyorum.
Egelilerin birbirinden haberdar olması ve çalışmalarını duyurabilmesi için hazırlanan bu dergi her birimiz
için farkımızı görebilmek açısından çok önemlidir. Çünkü aynı zamanda Egeliler okurlar, yazarlar ve
sürekli daha iyiyi üretirler. Çalışmalarımızı ve etkinliklerimizi en özel şekliyle aktarmayı amaçlayan titizlikle hazırlanan bu dergide Öğrenci Konseyi adına bir bölüm ayrılmış olmasından mutluluk duyuyorum.
Egeliler’in elinden Egeliler’e çıkan bu derginin, her sayısında ışık saçmasını ve her geçen gün daha da iyiye
gitmesini tüm öğrenci arkadaşlarım adına içtenlikle temenni ediyorum.
4
T
çalışan Toplum Gönüllüleri(TOG)
Kurumu’ndaki kimsesiz çocukları
oplumsal barış, dayanışma
Öğrenci Toplulukları, daha duyarlı
topluma kazandırırken, bir köy
ve değişimin gençlerin öncülüğünde
nesiller için, projeler gerçekleştiriyor.
okulunun eksikliklerini giderirken
gerçekleşeceğine, bu değişimin
Değişimin bir parçası oldukları
veya hasta çocuklara moral verirken
yetişkinlerce desteklenerek
zaman, bir şeyleri söyleme haklarının
görebilirsiniz. Hepsi bunları yürekgüçleneceğine inanan Toplum
doğduğunu belirten Ege Üniversitesi
ten yapıyor ve insanların yüreğine
Gönüllüleri Vakfı,
dokunarak umut
gençlerde sosyal
dağıtıyorlar.
sorumluluk konuToplum GönülBir çok toplumsal duyarlılık çalışmasına
sunda farkındalık
lüsü olmak için
imza atan Ege Üniversitesi’nin bu alanda
yaratan ve onları sossadece gönüllü olyal hizmet projeleri
mak yetmiyor. Bunun
en aktif grubu, Toplum Gönüllüleri Öğrenci
üretimine yönlengerçekten bu işe
Topluluğu. Aynı anda farklı alanda çok sayıda için
diren çalışmalar
emek harcamanız,
sosyal sorumluluk projesini yürüten topluluk, kendinizden feragat
gerçekleştirerek
büyük bir hızla
üniversitenin adını en iyi şekilde temsil ediyor. etmeniz gerekiyor.
yoluna devam
Bu amaçla Toplum
ediyor. Türkiye’nin
Gönüllüleri’nin kendi
dört bir yanındaki
içinde düzenledikleri çok sayıda eğitimleri var. Üyelere
üniversitelerde meydana gelen 80’in
TOG Öğrenci Topluluğu üyeleri, her
gönüllülüğün ne olduğu, projelerin
üzerinde oluşumla ve üniversite
zaman bu değişimin içinde olmak
nasıl hazırlanacağı, projelere nasıl
gençlerinin katılımıyla çevrelerinde
istiyorlar. Bunun için canla başla
kaynak sağlanacağı anlatılıyor.
gördükleri eksiklikleri gidermeye
çalışan üyeleri, Çocuk Esirgeme
HAZİRAN 2009
5
1. Nesilden Nesile Projesi’nde çocukların sosyal anlamda gelişmesine
yardımcı olmak için ders dışı etkinlikler gerçekleştirilmektedir.
2. Gökkuşağı Projesi’nde Karşıyaka Toplum ve Gençlik Hizmet Merkezi’ndeki
çocuklar için çalışmalar yapılmaktadır.
3. Nesilden Nesile Projesi’nin çocukları ve gönüllüleri birarada.
4. Büyük Çocuklar Projesi.
5. Büyük Çocuklar Projesi’nde gönüllüler ve çocuklar, satranç oynuyor,
takı tasarımı yapıyor, uçurtma uçuruyorlar.
Ege Üniversitesi Toplum Gönüllüleri Öğrenci
Topluluğu, uzun süreli projelerinin yanı sıra
kampanya olarak adlandırdıkları etkinlikler
de düzenlenliyor. 2 yıl önce bir gezi sırasında
hayatlarını kaybeden Konak Zafer İlköğretim
Okulu Öğrencileri yararına düzenlenen fidan
kampanyası bunlara bir örnekti. Toplum
Gönüllüsü Ege Üniversiteliler ve Ege Orman
Vakfı tarafından ortaklaşa yürütülen bu
proje kapsamında toplanan fidan sayısı iki
bini geçmişti. Amaçlanan fidan sayısına
ulaşabilmek, bu vesileyle çevre duyarlılığı
konusunda farkındalık yaratmak ve Zafer
İlköretim Okulu öğrencilerini bir kez daha
anarak, trafik kazalarına dikkati çekmek
üzere Ege Üniversitesi Toplum Gönüllüleri
Öğrenci Topluluğu sanatçı Cem Adrian (2
nolu fotoğraftaki) ile bağlantı kurdu. Cem
Adrian, 11 Mayıs akşamı, Toplum Gönüllüleri
Öğrenci Topluluğu tarafından yürütülen
“Zaferin Fidanları” kampanyası yararına, Ege
Üniversiteliler için şarkılarını söyledi (1 nolu
fotoğraf).
6
Gerekli hallerde projelerin içeriği ile
ilgili ayrıntılı eğitimler de verilebiliyor. Ayrıca TOG bünyesinde dileyen
gönüllüler için, ‘demokrasi ve insan
hakları’, ‘üreme sağlığı ve cinsellik’ ile
‘sağlık okur-yazarlığı’ temalı 3 eğitim
daha var. Bu eğitimleri alanlar, çevrelerinde bu alanlarda bilinç yaratmak
üzere misyon da edinmiş oluyor.
Kurulduğundan bu yana birçok
projeye imza atan TOG üyeleri,
bu öğretim yılında da geçmişteki
projeleri devam ettirip bunların
arasına yenilerini ekliyor. Bu projelerden biri olan ve daha önce
Sosyal Hizmetler ve Çocuk Esirgeme
Kurumu’na (SHÇEK) bağlı Şehit Adem
Dertsiz Çocuk Yuvası’nda başlatılan
Gökkuşağı Projesi, bu yıl yine SHÇEK’e
bağlı Karşıyaka Toplum ve Gençlik
Hizmet Merkezi’nde devam ettiriliyor.
Çocukların boş vakitlerini
başıboş bir şekilde sokaklarda ,
hatta civardaki mezarlıkta geçirdiklerini ve kaybedilmeye daha
müsait çocuklar olduklarını dile
getiren Gökkuşağı Ekibi, öncelikle
bu çocuklarla bir tanışma etkinliği
düzenleniyor ve bunu takip eden
zamanda da haftanın belirli gün ve
saatlerinde, bu çocuklarla kukla atölyeleri, ders çalışma ve kitap okuma
alışkanlıklarını geliştirmek adına
çeşitli etkinlikler gerçekleştiriyor.
Bu proje meyvelerini vermeye
devam ederken, ekip durmayıp bir
yandan da koruyucu aile çalışmasını
yürütüyor. Sosyal Hizmetler İzmir İl
Müdürlüğü ile beraber yürüttükleri
bu çalışma Gökkuşağı Projesi’nin
diğer bir ayağını oluşturuyor. Bu
projeyle Bornova’da ve tüm İzmir’de
ulaşabildikleri kadar fazla semtte
koruyucu aile kavramını tanıtmak
isteyen gönüllüler, bunu yaparken
kurumdan bir yetkilinin desteğini
almayı da ihmal etmiyor. Öz ailesinin koşulları iyi olmayan çocuklar, örneğin; öz babası tarafından
cinsel istismara uğrayanlar, maddi
imkânsızlıkları olanlar, koruyucu
ailenin yanına verilebiliyor. Ancak
bu çocuklar istedikleri zaman, belirli
günlerde anne ve babalarını görebiliyorlar.
Koruyucu aile olduğunuz zaman,
devlet çocuğun okul masraflarını,
harçlığını karşılıyor, size sadece
sevginizi vermek kalıyor. Ayrıca
koruyucu aile olabilmeniz için 25
yaşını geçmiş olmanız ve bir işinizin
olması yeterli. İzmir’in bu konuda en
duyarlı il olduğunu dile getiren proje
üyeleri, İzmir’de 135 koruyucu aile
ve bunların yanında kalan 66 tane
çocuğun bulunduğunu belirtiyorlar.
TOG’un bir diğer projesi ise, “SUS:
Sadece Umudun Sesi” . Henüz yasal
prosedürün tamamlanamaması
nedeniyle 2009-2010 öğretim yılında
başlayacak olan bu projenin hedef
kitlesi işitme engelliler. Fakat yasal
prosedür bir yandan işleyedursun,
gönüllüler boş durmuyor ve projeyi hayata geçirebilmek, işitme
engellilerle iletişim kurabilmek için
şimdiden işaret dilini öğreniyor.
Proje kapsamında neler yapmayı
düşünüyorsunuz sorusunu ise,
“gerçekleştirilecek etkinlikler
hayal gücümüzle sınırlı” şeklinde
cevaplıyorlar.
“Büyük Çocuklar Projesi” ise,
maddi imkansızlıklar içindeki
çocuklarla ilgili. Sokakta oynaması
gerekirken, çalışmak zorunda kalan
çocukları kapsayan bu projenin adı
“Büyük Çocuklar”. Çünkü onlar küçük
yaşlarına rağmen büyümek ve çalışıp
ailelerine destek olmak zorundalar.
Proje 8-13 yaş arası çocukları kapsıyor.
Bu çocukları, çalışma ortamından
biraz olsun uzaklaştırmak için etkinlikler düzenleyen ekip üyeleri, bunun
için her hafta, cumartesi günü onlarla
satranç oynuyor, takı-el işi yapıyor,
uçurtma şenlikleri düzenliyor. Ayrıca
bu şekilde çalışmak zorunda kalan
çocuklarla birebir iletişime geçerek,
çalışkan ve sosyal iyi birer model abla
ve ağabey olmaya çalışıyorlar.
Çocuklara yönelik bir diğer proje
olan “Kardeş Umutlar”; Behçet Uz
Çocuk Hastanesi’nde birkaç senedir
devam ediyor. Gönüllüler Hastane
Okulu’ndaki öğretmenlerle ortaklaşa
çalışıp aktiviteler düzenliyorlar
ve etkinlikleri düzenlerken hasta
çocukların isteklerine göre hareket
etmeye çalışıyorlar. Çocukların
iletişime açık olmasıysa gönüllülerin
işini kolaylaştırıyor. Bir yandan hasta
çocuklara moral veren gönüllüler
aynı zamanda çocukların ailelerini
bir nebze olsun sıkıntılarından
uzaklaştırıyor.
“Nesilden Nesile” projesinde gönüllüler, 6, 7 ve 8. sınıf
öğrencilerine hem temel derslerinde yardımcı oluyor, hem de
sosyal olarak gelişmeleri için aktiviteler gerçekleştiriyorler. Karşıyaka
Şemikler’de yürütülen bu projede
amaç, sınav sistemi içine sürüklenmiş,
sürekli bir yarışın koşucusu olarak
yaşayan çocuklara hayatın sadece
dersten ibaret olmadığını göstermek.
Hayatta başarılı olmak için derslerin yanı sıra sosyal aktivitelerde de
bulunmaları gerektiğini çocuklara ne
kadar erken aşılarlarsa,
o kadar sağlıklı bireylerin yetişeceğine
inanan gönüllüler, Ege Üniversitesi Tiyatro
Topluluğu’ndaki
arkadaşlarının
yardımıyla
çocuklara tiyatro
dersleri de veriyor, bilim-teknikle ilgili deneyler
de yapıyorlar.
“Deniz Yıldızı
Projesi” ise
Kavacık Köyü’nde
gerçekleştiriliyor.
Proje, okul grubu,
köy grubu ve köyün
ekonomik durumunu
düzeltmek amacıyla
oluşturulan kooperatif grubu olmak üzere
3 ayaktan oluşuyor.
Kooperatif grubu,
aracı şirketlerle
bağlantı sağlayıp
ürünleri tanıtarak
köylülerin ürünlerini
daha iyi bir fiyata
satmaları için çalışmalar yapıyor.
Okul grubu ise çocukların derslerine destek sağlamak adına, sadece
bilim dersleri değil bunun yanında
resim, drama gibi dersleri veriyor.
Köy ekibi ise kadın sağlığı, sağlık
okur yazarlığı gibi konularda
özellikle köyde yaşayan kadınları
bilgilendiriyor. Ülkemizde pek
çok köyde yaşanan sorunları
iyileştirmeye bir köyden başlamayı
amaçlayan proje, adını bir deniz
yıldızının hayatının kurtulmasının
bizim için pek önem taşımasa
da deniz yıldızı açısından hayati
önem taşıması hikayesinden
alıyor.
HAZİRAN 2009
7
1. Toplum Gönüllüleri Öğrenci Topluluğu’muz 7’den 70’e her yaş grubu için farklı
projeler yürütmekte ve birlikte çalıştıkları grubu mutlu etmeyi başarmaktadır.
2. Toplum Gönüllüleri Öğrenci Topluluğu’muz, Murat Köşkü’nde düzenli olarak
toplantılar yapmakta ve farklı proje çalışanları birbirleriyle fikir alışverişinde
bulunmaktadır.
Çevre bilinci hakkında da projeler üreten Ege Üniversitesi TOG
Öğrenci Topluluğu’nun bir diğer
projesi, katı atıkların geri dönüşümü,
küresel ısınma ve iklim değişikliği
hakkında insanları bilinçlendirmeye
yönelik olan “Ödünç Dünya”. Proje
kapsamında 3 Ocak 2008’de Prof. Dr.
Osman Karababa ile birlikte “Toplum
Sağlığı ve Küresel İklim Değişikliği”
temalı bir konferans düzenleyen
gönüllüler, yine proje kapsamında
12 Kasım 2008’de de dönüşüm
şenliği gerçekleştirdiler. 2008 Mayıs
ayında ulusal çapta yaptıkları bir
etkinlikte boyanmış olan 11 tane geri
dönüşüm kutusunu kampüsün çeşitli
noktalarına yerleştiren üyeler, bu
konuyla ilgili 500 kişiye geri dönüşüm
bilinciyle ilgili anket yaparak
öğrencilerin duyarlılığını ölçmeyi hedeflediler. Proje yetkilileri bu konuyla
ilgili bir bilgilendirme kitapçığı
hazırlayıp bu kitabın arkasına da
anket çalışmasının sonuçlarını
yayınlamayı planlıyorlar.Bununla
birlikte TOG Öğrenci Topluluğu Ege
Üniversitesi Kampüsü’nün
değişik noktalarında yer alan
bu 11 geri dönüşüm kutusunun yoğun ve düzgün bir
şekilde kullanıldığına da dikkat
çekiyor.
Gerçekleştirdikleri projelerde yaşlıları da unutmayan
toplum gönüllüleri onlar için
de “Küçük İstavrit” projesini
yürütüyor. Bornova NevvarSalih İşgören Huzurevi’ndeki
60 yaş üstü yaşlıları ziyaret
edip onlarla çeşitli aktiviteler düzenleyen ekip üyeleri, yaşlılarla birlikte tiyatro,
sinema ve konserlere gidiyor.
8
Asıl amaçlarının onları bulundukları
ortamdan biraz olsun uzaklaştırmak
olan gönüllüler, 9 Mayıs’ta Huzurevi
bahçesinde bahar şenliği düzenleyerek onlara keyifli dakikalar yaşattılar.
“Benim Kütüphanem” projesi,
daha çok kütüphane kullanımını
teşvik amaçlı. İzmir Halk Kütüphanesi
konferans salonunda kişisel gelişim
seminerleri, yazarları anma günü gibi
çeşitli etkinlikler hazırlayan proje
üyeleri, kütüphanenin kitap okuma
dışında da kullanılabileceğini göstermeye çalışıyor. Bu sene İzmir TÜYAP
Kitap Fuarı’na katılan gönüllüler,
projelerini ve TOG Ege’yi tanıttılar.
Gönüllülerin bir diğer projesi ise
İl Sosyal Hizmetler Müdürlüğü’ne
bağlı bir rehabilitasyon merkezindeki
çocuklarla çalıştıkları “Bir Kozanın
Hikayesi”. 7-18 yaş arası, sosyal açıdan
rehabilite edilmesi gereken kız
çocuklarıyla yürütülen bu projede,
gönüllüler onlarla birlikte pazartesi günleri ebru çalışması, salı ve
perşembe günlerindeyse yaratıcı
drama çalışması ve bahçe düzenlemesi yapıyorlar. Bir kozanın zorluklarla büyüyerek sonunda kelebeğe
dönüşmesinden ilham alarak projelerine “Bir Kozanın Hikayesi” adını
veren üyeler, bu kızları topluma
kazandırmaya çalışarak, onlara örnek
birer abla, ağabey sıcaklığıyla yaklaşıp
kendilerini evlerinde hissetmelerini
sağlıyorlar.
Tüm Toplum Gönüllüleri Öğrenci
Topluluğu üyeleri gibi, Gökkuşağı
Projesi’nde yer alan Fen Fakültesi
Biyokimya Bölümü 3. Sınıf öğrencisi
Pelin Çavuşoğlu da henüz toplulukta birinci yılı olmasına rağmen,
topluluğun onu olumlu yönde
ilerlettiğini söylüyor ve ekliyor:
“Çocukluğumdan bu yana toplumda
bazı şeylerin dengesiz olmasından
şikâyetçiydim. Toplum Gönüllüsü olmakla bu dengesizlikleri bir nebze olsun değiştirebileceğime inanıyorum.
Küçük adımlarla toplum hayatına
büyük etkiler ayaratabileceğimizi
düşünüyorum.”
E
Kitap kokusu, talaş kokusu,
sanatın huzuru ve
sahnenin telaşının
birlikte yaşandığı bir okuldur
Ege Üniversitesi
Devlet Türk Musikisi Konservatuvarı.
ge Üniversitesi Kampüsü’nün
sağlı sollu
zeytin ağaçlarıyla bezeli
yollarından biri, her bir
yandan müzik seslerinin,
halay nidalarının geldiği
bir alana çıkar. Kostümlerle renklenen, batıdan ve doğudan
zengin tınılarla şenlenen aynalı
odalarda; fidan gibi gençler klasik
bale figürlerini ya da üstatları olan
öğretim üyelerinin derlediği bir halay
figürünü, bazen davullardan bazen
plaklardan çıkan tınılar eşliğinde
SÖYLEŞİ VE FOTOĞRAF:
ALİ İHSAN MİMTAŞ
DEMET ALTUNTAŞ
çalışır. Bin bir çeşit ağacın kokusunda
yontulan ahşaplar sazlara, kemanlara dönüşür. Kitap kokusu, talaş
kokusu, sanatın huzuru ve sahnenin
telaşının birlikte
yaşandığı bir okuldur Ege Üniversitesi
Devlet Türk Musıkisi
Konservatuvarı.
Ön kayıt ve
yetenek sınavı ile
öğrenci kabul eden
ve 5 öğretim üyesi ile
64 yardımcı öğretim
üyesine sahip olan
konservatuvar; Temel
Bilimler Bölümü,
Ses Eğitimi Bölümü,
Türk Halk Oyunları
Bölümü ve Çalgı
Yapım Bölümlerinde eğitim veriyor.
1984’ten bu yana geleneksel oyun, müzik ve
çalgı kültürümüze ait
yerel özelliklerin bilimsel
yöntem ve tekniklerle gelecek kuşaklara aktarımını
sağlayacak yetkin
eğitimciler, akademisyenler, sanatçılar yetiştiren ve bu yıl 25.
yılını kutlayan Devlet Türk Musikisi
Konservatuvarı Müdür Yardımcısı
Doç. Dr. Mehmet Öcal Özbilgin ile
konservatuvarın faaliyetleri, projeleri
ve geleceğe bakışı üzerine sohbet
ettik.
“Tüm çalışmalarımız
araştırmaya dayanıyor”
Ege Üniversitesi Devlet Türk Musikisi
Konservatuvarı’nı diğerlerinden
ayıran özellikler nelerdir?
Biz yaptığımız bütün çalışmaları
bir araştırmaya dayandırıyoruz. Her
etkinliğimiz bir araştırma sonucuna
dayanıyor. Mesela Ali Rıza Avni’nin
eserlerinin seslendirileceği bir konser
için, Seher Dilmaç gidiyor birebir
kendisiyle görüşüyor. Seyirciye aksederken sadece makamsal geçişlere
bakıldığı düşünülebilir ama bunun
arkasında daha derin bir alt yapı var
ve bu durum tüm projelerimizde
HAZİRAN 2009
9
1.
2.
3.
1.
2.
3.
10
Kurtuluş Savaşı’nın epik bir anlatımı olan
“Koy-u Kırmızı” Danslı Anlatımı, yurtdışından
da davet alıyor.
“Sarı Zeybek” isimli dans gösterisinin final bölümünde Mustafa Kemal Atatürk
canlandırılıyor.
Çalgı Yapım Bölümü’nde keman, bağlama, ud,
kemençe, kabak kemane yapılıyor.
Yan Sayfa
Konservatuvarın 25. yıl kutlamaları kapsamındaki
etkinliklerden biri de Seher Dilmaç ve Tolga
Meriç’in verdiği konserdi.
Öğretim Üyesi Dilek Şafak Çakar verdiği konserde
konservatuvarın kurulmasına ve gelişmesine
katkıda bulunan pek çok öğretim üyesi ve musiki
üstadının eserlerine yer vererek bir vefa örneği
gösterdi.
Aynalı odalarda; fidan gibi gençler klasik bale
figürlerini ya da üstatları olan öğretim üyelerinin
derlediği bir halay figürünü, bazen davullardan
bazen plaklardan çıkan tınılar eşliğinde çalışır.
geçerli. Halk Oyunları
Bölümümüz’ün bütün
gösterilerinde, örneğin
Ekin gösterilerinde,
sahneye konan her bir
adım, figür, duruş alandan birebir derlenmiş
şekilde alınıyor. Seçici
davranmak zorundayız.
Bazen 100 saat kayıt
yapıyoruz ve bundan 5 dakikalık bir
gösteri çıkıyor.
Bir konuyu tamamen özgün bir
şekilde işleyip kendi görüşümüzle
kendi sanatsal kaygımızla modern bir
eser üretmeye çalışıyoruz. Özetlersek;
oyunu yöresel olarak tanıtmaya
çalışıyoruz, sahne teknikleriyle
tanıtmaya çalışıyoruz ve fantastisk bir
özgünlükle yorumluyoruz.
Konservatuvarda verilen eğitimin
içeriğinden bahseder misiniz ?
Her bölümde bir Türk müziği
enstrümanı seçiyorsunuz. Temel
bilimler, halk oyunları, çalgı yapım
veya ses eğitimi fark etmez, her
öğrencimiz 5 yıl boyunca temel bir
müzik eğitimi almak ve bir çalgı
çalmak zorunda. Bunun yanı sıra
doğal olarak Halk Oyunları Bölümü
öğrencileri dansçılıkta uzmanlaşıyor,
Çalgı Yapımı Bölümü Türk müziği
enstrümanları ve çalgı yapımı
konusunda kendisini yetiştiriyor,
Ses Eğitimi Bölümü uzman ses
sanatçısı yetiştiriyor, Temel Bilimler
Bölümü’nde ise çalma, teori ve repertuar oluşturmak ön plana çıkıyor.
Konservatuvarın diğer disiplinlerle
ilişkisi nedir?
Konservatuvar, disiplinlerarası bir
çalışma gerektiriyor. Fen bilimleri de
işin içine giriyor, sosyal bilimler de.
16. yy, 17. yy ile ilgili çalışmalar
yapılıyor. Türkiye’de bu alanda bu
kadar yoğun ve bilimsel çalışmalar
çok az, dolayısıyla bunlar özgün
çalışmalar. Burada anlattıklarım
var olanın çok az bir kısmı. Bugüne
kadar sadece Türk Halk Oyunları
bölümünde yurt dışında 26
proje, yurt içi-yurt dışında 35 alan
araştırması ve 142 faaliyet yapıldı.
“Atatürk sevgisini
nedenleri ile anlatmak
istiyoruz”
Seyirciler bir gösterinizle Atatürk’ü
sahnede zeybek oynarken görebiliyorlar. Bu etkiyi sahneye taşıma
sürecini anlatır mısınız?
Bizce, Atatürk sevgisi sıradan
bir sevgi olmamalı. Bunu gençlere
nedenleri ile anlatmak istiyoruz.
Atatürk’ün dansı, musıkiyi sevmesini
halka anlatmak istiyoruz. Yaptığı
devrimlerin yanı sıra sanatsal yanıyla
da güçlü bir insan olduğunu anlatmak istiyoruz. İşte bunu kuru kelimelerle değil görsel danslı anlatım
şeklinde yapmaya çalışıyoruz.
Ege Üniversitesi Müzesi
kuruluyor
“Sirkehane” diye bilinen binanın,
tadilatının tamamlanmasının
ardından bir müze olarak
kullanılacağını biliyoruz. Kurulacak olan bu
müzenin içeriği
hakkında bilgi
verir misiniz?
Müzemiz
bina olarak
bitmek
üzere, bizim
hazırlıklarımız
ise
tamamlanmış
durumda.
Bu projeye
2004 yılında
başladık. Türk
Halk Oyunları Bölümü’nün kurucusu Yrd. Doç. Dr. Cengiz Aydın bu
projeyi dişiyle tırnağıyla başardı
diyebiliriz. Hocamızın öncülüğü ve
Rektörlüğümüzün desteğiyle çok
önemli bir müze kazanıyoruz. Sosyal bilimlerle ilgili projelere böylesi
ödenekler çok nadir veriliyor; bir trilyonun üzerinde bir bütçeydi. Hem
halk oyunları hem de halk müziği
alanında bir müze olacak. Bu
müzeyle birlikte bir “Balkan Ülkeleri
Merkezi” kurmak istiyoruz. 2004’te
çalışmalarına başladığımız proje
kapsamında her yıl düzenli olarak
bir çok kez Balkan ülkelerinde geniş
bir alan araştırması yaptık. Hem
köylerdeki halkla hem de şehirlerdeki
uzman kişilerle görüştük. Tüm balkan
ülkelerine ve Slovenya, Slovakya,
Macaristan gibi Balkan etkisi olan her
yere gittik. Bu ülkelerin başkentlerine
gidip öncelikle Kültür Bakanlığımız’a
eş değer birimlerle görüştük. Önemli
merkezleri belirledik. Elbette birkaç
günde bir ülkenin kültürünü tamamen tanımak mümkün değil. Bu
müzedeki temel amaç Balkanlarda
bulunan halk kültürü, halk müziği,
halk giysileri, halk danslarıyla ilgili
bilgileri toplamak olduğu için seçici
olduk. Sunum çok önemli. Bizim
malzememiz olan kumaş hemen
deforme olabilen bir şey. Isı - nem
çok önemli, malzemenin çürümemesi için. Gittiğimiz müzelerde
bu sorunların nasıl aşıldığını da
araştırdık. Işıklandırma da çok önemli.
Ayrıca aldığımız malzemenin ıslahı ve
tamiri için de araştırma yaptık.
HAZİRAN 2009
11
Proje için Balkanlar’dan toparlanan her bir kostüm parçası, müze için titizlikle
hazırlanıyor ve kaydediliyor.
Bölgenin en büyük
kostüm atölyesi ve müzik
stüdyosu Ege’de
Kostüm Atölyesi’nde yürütülen
çalışmalar hakkında bilgi verir
misiniz?
Bu birim yine Cengiz Hocamız
sayesinde kuruldu. Öncelikli
kuruluş amacı, bizim Halk Oyunları
Bölümü’ndeki geleneksel giyim
kuşam derslerimize destek olmaktı.
Türk Halk Oyunları kostümlerini tanıtmayı, gösterilerimizde
kullanılacak kostümleri hazırlamayı
ve öğrencilerimizin bu alanda da
uygulama yapmasını amaçladık.
Ege Bölgesi’nin fiziki olarak en
büyük atölyesidir. Şunu belirtmek
lazım; bizde yapılan her türlü kostüm, öğretim üyelerimizin birebir
alan araştırmasıyla ortaya çıkmıştır.
Kostümler, doğru şeyi doğru yere
koyarak, doğru nitelikli kumaşlarla
üretiliyor. Gerekirse köyde üretim
yaptırıyoruz. Birebir orijinal kostümleri elde ediyoruz. Geleneksel kostümü el sanatları halinde yaptığımız
için maliyet olarak piyasadan aşağı
değil. Tiyatrolara da çok destek verdik.
Devlet Tiyatroları’na diğer bölümlerimizle de, hem müzik hem de dans
desteği veriyoruz.
Ses kayıt stüdyosunda yürütülen
çalışmalar hakkında bilgi verir
misiniz?
Ses kayıt stüdyomuz Ege
Bölgesi’nin en büyük stüdyosu ve
donanımı çok iyi. Bu stüdyomuz da
öncelikli olarak kendi öğrencilerimize
yönelik yapıldı. Mikrofon kullanımıyla, teknikle ilgili konuları daha
iyi işleyebiliyoruz. Sahneye çıkacak
olan öğrencilerimiz mikrofon eğitimi
12
alıyor. Teknolojiden faydalanmadan
bir şeyler yapmak zor. ‘Ton-maister’
lıkla ilgilenen öğrencilerimiz için de
stüdyo çok faydalı. Onların önünü
açmış oluyoruz. Önümüzdeki yıl ses
kaydı, miksaj gibi konuları içeren
bir mikrofon eğitimi dersi koymayı
düşünüyoruz. Stüdyonun hacmi çok
büyük. Bir halk müziği korosunun
kayıt yapabileceği Türkiye’de çok az
yer var. Temel amaçlarımızdan biri
de, geleneksel ortamda bildiğimiz
mahalli kişileri getirip derslerde
kullanmak için seslerini arşivlemek.
Stüdyo, derslerden kalan zamanlarda dışarıya da açık. Kendi öğretim
üyelerimizin albümleri burada yapıldı.
Yurt dışından da albüm yapmak için
yararlandılar. İsteyen herkes, hem
teknik destek hem de bilgi desteğiyle
birlikte stüdyolarımızdan yararlanabiliyor.
Geleceğe dair yeni projeleriniz
neler?
Öncelikle bu yıl konservatuvarımızın 25. yılı olması nedeniyle 100
bilimsel 100 sanatsal faaliyet projemiz var. Bunların büyük bir kısmını
gerçekleştirdik. Ama aralık ayı sonuna
kadar devam edecek etkinlikler.
Önümüzdeki en büyük hedefimiz ise
müzenin kuruluşu. Çok emek verdik. Başka bir projemiz de UNESCO
altında bir oluşum olan ve benim de
başkan yardımcılığını yürüttüğüm
“Güneydoğu Avrupa Müzik ve Dans
Topluluğu” nun 2010’daki sempozyumunu Türkiye’ye getirmek. Uluslararası bilim adamlarını buraya getirmeyi
arzu ediyoruz.
Projelerimiz kesintisiz olarak
devam edecek. Farabi Programı
nedeniyle yurt içinde de üniversiteler
arasında bir değişim yapılması görüşü
var, bu ve diğer pek çok konuda fikir
alışverişi yapmak istiyoruz. Diğer
konservatuvarlar ile bir müfredat
birliğinin faydalı olacağına inanıyoruz.
Bizim Konservatuvarımız zeybekler konusunda tartışılmaz
bir üstünlüğe sahiptir. Proje
gerçekleştirilirse Gaziantep’teki
konservartuvardan öğrenciler zeybek
eğitimi için bize gelebilecek veya
bizim öğrencilerimiz Gaziantep’e
gidip halayları yerinde öğrenebilecek.
Müdürümüz Prof. Dr. Azmi Telefoncu
ile bu konudaki çalışmalarımızı
sürdürüyoruz.
İ
nsanlar genellikle kendileri
için mutluluk ifade eden
olayları ve zamanları hatırlama
eğilimindedirler. Bu psikolojik
olarak da bir rahatlama ve geleceğe
daha güvenle bakma hissi sağlar.
Kötü anılar ise hafızaların derinliklerine itilir ve benzeri bir durumla
karşılaşılmadıkça da hatırlanmaz.
Üstelik “hafıza-yı beşer nisyan ile
maluldur” deyişi bize insan hafızasının
unutmaya meyilli olduğunu da veciz
bir şekilde ifade etmektedir. Ancak
tarihin tekerrür etmemesi için bazen
kötü olayların da unutulmaması
gerektiği apaçık bir kuraldır.
Nitekim İzmir şehri için de 15
Mayıs 1919 tarihi bunlardan birisidir.
“Anadolu’nun Tacı” olarak adlandırılan
bu şehrin 1081’de Çaka Bey, 1317’de
Gazi Umur Bey ve 1402’de Emir
Timur’dan beri neredeyse 900 yıl
süren Türk hâkimiyetindeki en mesut
günleri Osmanlı Devleti’nin yıkılış
süreciyle birlikte kâbusa dönmüştür.
Osmanlı’nın I. Dünya savaşından
yenik ayrılması ve Mondros
ateşkesinin ardından Ocak 1919’da
Paris’te toplanan konferansta
İngiltere’nin bastırmasıyla Batı
Anadolu’nun Yunanistan’a bırakılması
kararlaştırılmıştı. Bu haberin
duyulması üzerine İzmir’de aydınlar
“İzmir Müdafaa-yı Hukuk-ı Osmaniye
Cemiyeti”ni kurmuşlar ve 17 Mart
1919’da bir bildiri yayınlayarak
bölgede Türk nüfusun çoğunluğu
oluşturduğunu, milli hakların
korunmasında kararlı olduklarını
açıklamışlardır.
Llyod George ve Venizelos ise
aralarında anlaşmış, bölgede yaşayan
“Rum çoğunluğun” Türkler tarafından
katliama uğratıldıkları iddiasıyla
propagandaya başlamışlardı.
Aslında herkesin bildiği gibi istatistikler İzmir’de Türklerin çoğunlukta
olduğu gerçeğini ispat etmeye
yetse de Falih Rıfkı’nın sözleri konuyu
tartışanlara bir tokat gibi karşılık
veriyordu:
HAZİRAN 2009
13
1. Büyük yangın felaketinin ardından İzmir sokakları -1922.
(soldaki)
2. İşgal sırasında - 1919 (altta solda)
3. İşgalin ardından Kordon boyu - 1922 (altta sağda)
4. İki Türk subayı harabeye dönmüş İzmir sokaklarında - 1922
(yan sayfa üstte)
5. İşgalci Yunan Askerleri Konak Meydanı’nda - 1919
(yan sayfa altta)
“İzmir’in Türklüğü bir rakam
ve şekil, bir istatistik değildir. Zira
istatistikler ve rakamlar, ölü ve
bozulmuş olan ve cesetleri ancak
adetle sayılmaya layık olan milletler
içindir. Bursa bile, Konya bile bu kadar
Türk değildir. İzmir köylülerinin ruhu,
karşılarında şadan ve temiz sularını
sürükleyen Akdeniz’in, bu iklimlerin en güzelinde yaşayan denizler
güzelinin tazeliği, serinliği, kuvveti ile
dopdolu... İstatistik Türklerin lehinde
imiş! Yere batsın istatistik. İzmir Türktür. Adet mantığı içinden kahraman
planları çıkar mı? İzmir’in yiğit ve
mert Türkleri niçin kendilerini rakamla
müdafaa etsinler?” (Büyük Mecmua,
nr.8, 28 Mayıs 1335/1919, s.115-116.)
Bakıyorsunuz 2009’da bile bazı
çevreler Türkiye için nüfus tabloları
çıkarıyor. Biri 36 etnik gruba bölüyor,
mezhepleri bile ayırıyor. Yapay
azınlıklar yaratıyor. Diğeri buna dayanarak Türkiye mozaiktir diyor. Falih
14
Rıfkı’nın dediği gibi bizim 1919’da da
istatistiğe ihtiyacımız yoktu 2009’da
da yok.
Ancak o tarihte emperyalistlere bu savunmayı dinletmenin
tek yolu vardı: O da bileğini büktürmeyip, öptürmek! Nitekim Türk
gençliği vatanına sahip çıkmak için
bir araya gelmiş 14 Mayıs akşamı
Bahribaba parkını doldurarak yapılan
konuşmalar ve dağıtılan bildirilerle
haklılığını tüm dünyaya haykırmıştı.
Buna karşılık İstanbul hükümetinin
uyuşukluğu ve İzmir’e atadığı yöneticilerin basiretsizliği tarihe geçecek
kötü birer örnek olarak ertesi günü
meydana gelecek olaylara adeta
çanak tutmuştu.
Sonunda güzel İzmir’in üzerine
15 Mayıs 1919 bir karabasan olarak
doğmaya başlamıştı. Yunan Larissa
tümenini taşıyan gemiler sabahın
ilk ışıklarıyla birlikte Albay Zafirios
komutasında ilk olarak Pasaport’ta
Kramer Oteli önüne ve Punta iskelesine yanaştı. Patris ve Atroniyos gemileri
kıyıya, çok sayıda asker çıkardı. İşgal
komutanının bildirisi dağıtılırken İzmir
Rum Patriği Hristostomos’un kutsadığı
Efzun alayı da İzmirli Rumların sevinç
gösterileri arasında Konak meydanına
doğru yürüyüşe geçti.
Kordon’dan Konak’a uzanan
yol geçirlirken Efzun askerlerinin
öncüleri Kemeraltı caddesine henüz
girmişlerdi ki bir silah sesi duyuldu ve
askerlere yol gösteren Rum bayraktar cansız yere düştü. Ardından
Yunan askerleri çevreye gelişigüzel
ateş açarak görebildikleri her Türk’e,
çevredeki her binaya, yarım saat boyunca kurşun yağdırdılar. Daha sonra
da Kemeraltı caddesine, çevredeki
kıraathanelere, otellere ve başkaca
yapılara dağılarak, rastladıkları her
Türk’ü süngüleyip kurşunladılar.
Kadınlar ve çocuklar bile bu
soykırımdan kurtulamadı.
Askerlik Dairesi Başkanı Albay
Süleyman Fethi, kendisinden kaputunu isteyen ve “Zito” Venizelos diye
bağırmaya zorlayan Yunan soyguncusu askerin sözünü dinlemediği
için süngülerle parçalandı ve aldığı
yaralar yüzünden birkaç gün sonra
hastanede şehit oldu.
Fethi Bey o gün orada pek tabii
olarak hayatını kurtarmak isteyebilir
ve nasılsa ellerinden kurtulduğumda
bunların hesabını sorarım diye
düşünebilirdi. Ama o Türklük gururu
ve üniformasının onurunu ayaklar
altına aldırmadı. Bir büyük mücadelenin azmin, kararlılığın ve cesaretin simgesi olarak bugüne, bizlere
vatan nasıl kurtulur bunu gösterdi.
“Bayrakları bayrak yapan üstündeki
kandır, toprak eğer uğrunda ölen
varsa vatandır” diyen Mithat Cemal
Kuntay’ın dizelerinin anlamını bize
öğretti.
15 Mayıs’ı 16 Mayısa bağlayan
gece, İzmirli Türkler için tam bir
karabasan oldu. Sabah Konak
Meydanı’nda başlayan soykırım,
gece daha da artarak sürdü. Bu
soykırım sırasında Türklerin oturduğu
yüzlerce ev basıldı, dükkânlarının
hemen tümü, kapıları kırılarak
yağmalandı ve çok sayıda savunmasız
insan öldürüldü. Öyle ki, Haziran
1919’da İzmir Merkez Jandarma
Komutanlığı’nın İstanbul’daki Jandarma Genel Komutanlığı’na gönderdiği
bir raporda, “denizden 15 gün boyunca ceset çıkarıldığı” belirtiliyordu.
İlk gün 400’e ulaşan şehit sayısı,
bir haftada 2000’e ulaştı.
Bundan sonra üç yıl, üç ay, üç
hafta, üç gün süren işgal süresince
yaşananların boyutları yukarıda
anlatılanlarla kıyaslansın.
Sistematik bir yoketme planıyla
İzmir’in Türk varlığı yok edilmek
istenmişti. Gasp ve yağma, ırza ve
kutsal değerlere tecavüz, yangınlar,
işkence ve cinayetlerle geçen üç
buçuk yıl. Ta ki Gazi Mustafa Kemal
Paşa’nın verdiği “Ordular ilk hedefiniz
Akdeniz’dir, ileri!” emriyle Türklüğün
ve İzmir’in asli sahibine kavuştuğu
güne kadar.
HAZİRAN 2009
15
“Bir şey olmayan yer”, Ege Üniversitesi, bugün Türkiye’nin önde gelen
üniversitelerinden biri. Ege Üniversitesi geldiği bu noktayı Prof. Dr.
Yusuf Vardar gibi mücadeleci bilim
insanlarına, onların idealist ve özgün
bakış açılarına borçlu.
Ege Üniversitesi, yedinci
dönem Rektörü ve Fen Fakültesi
Kurucu Dekanı olmanın yanında
üniversitemizde pek çok görev
üstlenen Prof. Dr. Yusuf Vardar’ı 6
Mart 2009 Cuma günü 88 yaşında
kaybettik. Ege Üniversitesi’nin
kurumsallaşmasında büyük emekleri
bulunan ve Fen Fakültesi, Meslek
Öncesi Temel Bilimler Enstitüsü
(MÖTBE), Mühendislik Fakültesi,
Atatürk Kültür Merkezi başta olmak
üzere Ege Üniversitesi’nde birçok
yapının yükselmesine katkı sağlayan
Prof. Dr. Vardar’ın yaşamı, üzerinde
düşünülmesi ve örnek alınması
gereken pek çok noktaya sahip.
Prof. Dr. Yusuf Vardar ile
gerçekleştirmeyi planladığımız
söyleşimizi sağlık sorunları nedeniyle ne yazık ki gerçekleştiremedik.
Ancak kızı, Yeditepe Üniversitesi
Öğretim Üyesi Sayın Prof. Dr. Nükhet
Vardar tarafından kaleme alınan “Mücadeleci Bir Bilimci Yusuf Vardar”ın
sözcükleriyle “Hakikatte Aşk Bilgide
Kuvvet” kitabı yazımıza kaynaklık
etti. Buradan derlediğimiz bilgiler
ışığında Prof. Dr. Yusuf Vardar’ın Ege
Üniversitesi’nin kuruluşuna yapmış
olduğu hizmetlerden bazılarını bir
kez daha hatırlayarak, kendisini
şükranla anıyoruz.
23 Nisan 1959- Ege’de ilk
görev
Ege Üniversitesi’ne akademisyen olarak gelmeye
karar verdiği 1959 yılında “Orada bir şey yok ne
yapmaya gidiyorsun?” diyenlere karşı:
“Bir şey olmayan yerde, bir şeyler yapılabileceğini
kanıtlamaya gidiyorum” diyecek
ve bu sözü gerçekleştirecek kadar
idealist bir bilim insanıydı Prof. Dr. Yusuf Vardar.
16
Yusuf Vardar, 1956-57 yıllarında
İstanbul Üniversitesi’nden Ege
Üniversitesi’ne botanik dersi vermek üzere misafir öğretim üyesi
statüsünde gelir. Ege Üniversitesi Kurucu Rektörü Prof. Dr. Muhiddin Erel,
Yusuf Vardar’ın Ege Üniversitesi’nde
kalması konusunda ısrar eder. Bu
ısrar o zaman için sonuçsuz kalır ve
Yusuf Vardar ABD’ye University of
Wisconsin’a gider. Buradan dönüşte
Prof. Dr. Erel’e telgraf çeken Yusuf
Vardar teklifin hâlâ geçerli olup
olmadığını sorar ve 23 Nisan 1959’da
o yıllarda İstanbul- İzmir arasında
işleyen vapurla İzmir’e gelerek görevine başlar.
Yusuf Vardar, o günlere ait anılarını
ise şu sözlerle anlatır:
“… İstanbul Üniversitesi Fen
Fakültesi’nde sağlam bir akademik
yerim ve işleyen bir düzenim
olmasına rağmen, görev yerimi Ege
Üniversitesi’ne nakletmeye karar
verdim. Nitekim vedaya gittiğim
zamanın Dekanı Prof. Dr. Lütfi Biran
Hoca: ‘Orada bir şey yok, ne yapmaya gidiyorsun?’ sözüne karşılık
“Bir şey olmayan yerde bir şeyler
yapılabileceğini kanıtlamaya gidiyorum” cevabını verdiğimi çok iyi
hatırlıyorum.
Bu temel anlayış, inanç ve
kararlılıkla 1959’un 23 Nisan günü
Ege’ye ulaştığımda, en azından
Batı’nın taban kriterlerinde, yapısal ve
fonksiyonel bir Botanik Dalı’nı Ege’de
oluşturmayı, yetiştirilecek gençlerle
‘Ege Botanik Ekolü’nü filizlendirmeyi,
çok yönlü mesleki çalışmalar ortaya koyarak, ulusal ve uluslararası
düzeyde Ege’den sesler vermeyi
hedeflemiştim…”
10 Şubat 1960Profesörlüğe atanma
Yusuf Vardar, 10 Şubat 1960’ta
Tıp Fakültesi Biyoloji Enstitüsü’nde
profesörlüğe atanır. Profesörlük jurisi,
genel değerlendirme raporuna şöyle
bir not düşer:
“…Doç. Dr. Yusuf Vardar, iyi bir
araştırıcı olduğu gibi, etrafındaki
gençleri de bu yolda çalışmaya teşvik
edici bir karaktere maliktir (sahiptir).
Kısa zamanda
Ege
Üniversitesi Botanik
kısmında
başarmış
olduğu işler, enerji ve organizasyon
kabiliyetini göstermektedir.”
yapılan gizli oylama ile toplam dört
dönem daha bu görevi sürdürür.
1960- “Bir gün gelecek,
binadan rasathaneye
bilgisayarlar konuşacak.”
Ağustos 1968- MÖTBE
sessizce açılıyor
Ankara Üniversitesi’nden Prof. Dr.
Abdullah Kızılırmak’ın astronom eşi
ile birlikte Ege Üniversitesi’ne gelmesi
üzerine İzmir’de rasathane kuruluş
çalışmaları başlatılır. Sonuçta Nif Dağı
eteklerinde rasathane kurulmasına
karar verilir. Bir yanda n da kampüsteki daimi binalar yapılmaktadır.
Prof. Dr. Kızılırmak eldeki kısıtlı
imkânları düşünerek, “Bize sadece
rasathane yeterli” der. Prof. Dr. Yusuf
Vardar ise itiraz eder ve “ Bir gün
gelecek, binadan rasathaneye bilgisayarlar konuşacak. O nedenle ikisini
de yapmalıyız” diye yanıtlar. Daha
1960’ların sonudur…
4 Ekim 1961 – Prof.
Dr. Yusuf Vardar Fen
Fakültesi Kurucu
Dekanı
Yusuf Vardar Fen
Fakültesi’nin Kurucu Dekanı
olarak 4 Ekim 1961’de
göreve başlar. İki yıllık görev
süresinin bitiminde, 1963,
1965 ve 1969 yıllarında olmak
üzere Fakülte Profesörler Kurulu’nca
Fen Fakültesi binaları içinde
ilk açılan bina 960 kişi kapasiteli
Meslek Öncesi Temel Bilimler Enstitüsü (MÖTBE) olur. Tıp, Ziraat
ve Fen Fakülteleri’nin tüm birinci
sınıf öğrencileri meslek eğitimine
geçmeden önce temel Fizik, Kimya,
Biyoloji derslerini Fen Fakültesi’ne
bağlı MÖTBE’ de alırlar.
Yusuf Vardar, MÖTBE’ nin 2000’li
yıllarda da törenlerde, toplantılarda
adeta tüm Ege Üniversitesi’nin
merkez kültür amfisi gibi
kullanılmasının kendisi için ayrı bir
gurur kaynağı olduğunu vurgular.
O günün koşulları nedeniyle sessiz
sedasız gerçekleştirilen MÖTBE’nin
açılışına devrin Başbakanı Süleyman
Demirel de katılır.
Sınai Kimya Pilot Tesisi
Halle’nin inşası
Prof. Dr. Halidun Civekoğlu, sanayi
ve üniversite işbirliğini geliştirmek
üzere özel olarak tasarlanmış Halle’
nin yapılmasını önerir. Bazı aksaklıklar
nedeniyle gerçekleştirilemeyen bu
düşünce daha sonra Yusuf Vardar’
ın gayretleri ile hayata geçirilir.
HAZİRAN 2009
17
Tesis ilk yıllarında Doç. Dr. Alaeddin
Gürpınar’ın gayretleri ile kiremitseramik üretim testleri gibi bazı
sanayi çalışmalar için kullanılır. Bu
çalışmalardan sonra uzun yıllar
kullanılmayan Halle, içinde sadece
cam atölyesini barındırır.
Halle, 1992 yılında onarılarak
Rektörlüğe bağlanır ve ilk kuruluş
amacına yönelik olarak, Ege Üniversitesi Bilim Teknoloji Uygulama
Araştırma Merkezi’ne (EBİLTEM)
dönüştürülür. İlginç bir tesadüf
olarak Yusuf Vardar’ ın kızı Prof.
Dr. Fazilet Vardar Sükan, 1998’de
EBİLTEM Müdürü olarak atanır.
Bina günümüzde de kuruluş amacı
paralelinde, EBİLTEM tarafından
değerlendirilmektedir.
29 Ocak 1969Mühendislik Fakültesi
kuruluyor
Prof. Dr. Yusuf Vardar,
Ekim 1967’de Ege Üniversitesi Rektörlüğü’ne, Mühendislik
Fakültesi’nin kurulması için kuruluş
kanun tasarısını, Prorektör Prof. Dr.
Calal Saraç, Senatör Prof. Dr. Kemal
Karhan ve Senatör Prof. Dr. Burhan
Pekin ile birlikte sunar. Bu teklif senato tarafından kabul edilir. Konu, Milli
Eğitim Bakanlığı ve Devlet Planlama
Teşkilatı’na iletilir ve gerekli izinlerin
alınması ile kuruluş kararı Resmi
Gazete’de yayımlanan Ege Üniversitesi Mühendislik Fakültesi 29 Ocak 1969
tarihinde eğitime başlar.
8 Ekim 1971Cumhuriyet’in 50. yılında
Ege Üniversitesi Rektörü
Prof.Dr. Yusuf Vardar
Yusuf Vardar, Ege Üniversitesi’ne
gelişinden sonra Dekanlık, Senato üyeliği gibi birçok idari görev
üstlenir. Cumhuriyet’in 50. yılında
bu idari görevlere bir yenisi eklenir.
Prof. Dr. Yusuf Vardar, 8 Ekim 1971’de
gerçekleştirilen rektörlük seçimini
114 üyeden 59’unun oyunu alarak
kazanır ve Ege Üniversitesi’nin beşinci
rektörü olur.
Yusuf Vardar o günlere ilişkin
düşüncelerini şu sözlerle aktarır:
“(…) Harf inkılabı ile bir köy
okulunda öğrenime başlayan,
Cumhuriyet’in 10. yılını ilkokul
4. sınıfta idrak etmiş bir köylü
çocuğunun Cumhuriyetimizin 50.
yılını Rektör olarak idrak edişi. Ata’nın
kurduğu Cumhuriyet ile getirilen
fırsat eşitliğinin doğal sonucu gibi
görünse de, benim için özel bir
anlamı ve değeri olduğuna ilişkin
kanaatimi her zaman muhafaza
etmişimdir. O nedenle de Rektör
olarak akademik yönetim açısından
taçlandırılışımı, hayatım boyunca
büyük bir onur olarak taşıdım…”
1974- Atatürk Kültür
Merkezi’nin temeli atılıyor
İzmir Atatürk Kültür Merkezi’nin
kuruluş öyküsü oldukça ilginçtir.
Çünkü önce aynı alana, “Şehir Akvaryumu ve Hidrobiyoloji Enstitüsü”
yapılmak üzere yola çıkılır. Ancak
bir süre sonra akvaryumun inşa
edilemeyeceği kesinleşir ve bu alana
bir kültür merkezi kurulması fikri
ortaya atılır.
Projesi zamanın Güzel Sanatlar
Akademisi’nden Prof. Dr. Muhlis Türkmen tarafından hazırlanan Atatürk
Kültür Merkezi’nin temeli 1974 yılının
seçim yasakları sırasında herhangi bir
tören yapılmadan atılır.
Yusuf Vardar’ın ifadesine göre,
Atatürk Kültür Merkezi’nin İzmir’e
kazandırılması son derece önemlidir. Hatta yapmış olduğu hizmetler
arasında Atatürk Kültür Merkezi’nin
temelinin atılmasını en önemli
hizmet olarak anar. O dönemde tüm
uğraşlara rağmen İzmirliler herhangi
bir sanat etkinliği için kampüse,
Bornova’ya gelememektedirler.
Bir şekilde İzmir halkı bu duruma
alışamamıştır. Yusuf Vardar, “O halde
üniversite onların ayağına gitmelidir”
fikrini savunur ve AKM’nin temelleri
atılır.
11 Aralık 1987- Senato’dan
Prof.Dr. Yusuf Vardar’a
Fahri Doktora Ünvanı
Prof. Dr. Yusuf Vardar, 1977
yılında kendi isteği ile emekliye ayrılmasından on yıl sonra, Ege
Üniversitesi Senatosu’nun aldığı karar
ile 19 Şubat 1988’de Fahri Doktora
ünvanına sahip olur. Yusuf Vardar,
bu yıllarda Ege Bölgesi Sanayi Odası
Genel Sekreteri’dir. Vardar, tören
sırasında yaptığı konuşmasında hep
önemle üzerinde durduğu “vefa”dan,
“kadirşinaslık” tan, bir kez daha
üstüne basa basa söz eder:
“…Şüphesiz üniversiteler
davranışlarıyla, çalışmalarıyla ve
etkinlikleriyle toplumda yarattıkları
saygınlıkların ve geleneklerin
gelişmesinde, yerleşmesinde ve
yaşatılmasında çok büyük öneme
haizdir. Ancak, bunun yanında
üniversitelerin büyük bir incelikle,
hassasiyetle, titizlikle ve hakkaniyetle sundukları vefa ile kadirşinaslık
örnekleri de, bu geleneklerin
pekişmesinde ve topluma mal edilmesinde çok önemli bir rol oynar.”
TÜBİTAK ve
Üniversitelerarası Kurul
Başkanlığı görevleri
Temmuz 1964-Ocak 1966 arasında
TÜBİTAK BAY Grubu üyeliğini, 196674 ‘te TÜBİTAK Bilim Kurulu üyeliğini
yürüten Prof. Dr. Vardar, Şubat 1972Ocak 1974 arasında (TÜBİTAK’ın 10.
kuruluş yıldönümünde) TÜBİTAK Bilim
Kurulu Başkanlığı’na seçilir.
Temmuz 1973’te Üniversitelerarası
Kurul’un oluşturulmasıyla seçimle
işbaşına gelen ilk Üniversitelerarası
Kurul Başkanı olan Vardar, bu görevi
Haziran 1974’e dek sürdürür. Yine
1973-74 yılları arasında, 1750 sayılı
Üniversiteler Kanunu ile Milli Eğitim
Bakanlığı’na bağlı olarak kurulan
Yükseköğretim Kurulu Üyeliği’ne de
seçilen Yusuf Vardar, Kasım 1977’de,
yaş haddi ile emekli olmasına 11 yıl
varken, kendi isteğiyle Ege Üniversitesi Fen Fakültesi’ den emekli olur.
Yusuf Vardar, 1976 yılında Botanik
alanında TÜBİTAK Bilim Ödülü’ne layık
görülür. Yıllarca hizmet ettiği TÜBİTAK
18
VEFA ARIYORUM
Günümüz dünyasında vefa, dostluk arıyorum
Arkama bakıyor, etrafıma dolanıyorum
Vefa kaybolmuş, heyhat bulamıyorum
Geçmişi hatırlıyor, bugüne bakıyorum
Yakınlarımda arıyor, uzaklara göz atıyorum
Vefa hayal olmuş, bulanına rastlayamıyorum
Beşer neden böyle olmuş, şaşırıyorum
Çiçeğin sessiz vefasını kıskanıyorum
Vefa yok olmuş, ne yazık ki bulamıyorum
‘Neden böyle olduk’ diyerek kendimi suçluyorum
Çaresizliğe düşüyor, bunalıyorum
Sonunda doğanın sessiz vefasına sığınıyorum
Eylül 1979, Karşıyaka
Prof.Dr. Yusuf Vardar
Ege’den Prof.Dr. Yusuf Vardar’a vefa
Ege Üniversitesi Kampüs Kültür Merkezi’nin adı Prof.Dr. Yusuf Vardar -MÖTBE- Kültür Merkezi
olarak değiştirildi. Ege Üniversitesi Senatosu’nun oybirliği ile aldığı karar, MÖTBE’de düzenlenen
tören ile hayata geçirildi.Törende konuşan EÜ Rektörü Prof.Dr. Candeğer Yılmaz, Prof.Dr. Yusuf
Vardar’ın adının, Ege Üniversitesi’nde emeğinin en çok geçtiği yerlerden biri olan Meslek Öncesi
Temel Bilimler Enstitüsü’nde (MÖTBE) sonsuza kadar yaşayacağını söyledi.
MÖTBE’de sonsuza kadar hatırlanacak
Rektörlük görevindeki ilk altı aylık dönemde, EÜ önceki Rektörlerinden Prof.Dr. Sermet Akgün
ve Prof.Dr. Yusuf Vardar’ın vefatları ile büyük bir üzüntü duyduğunu belirten Rektör Prof.Dr. Yılmaz,
şunları söyledi: “Yapılan mücadelelerin bir süre sonra birikime dönüştüğünü göstermek için, bize de
bir teselli olsun diye, Prof.Dr. Yusuf Vardar’ın, emeğinin en çok geçtiği yer olan Meslek Öncesi Temel
Bilimler Enstitüsü’nde sonsuza kadar hatırlanmasını istedik.”
EÜ Basın ve Halkla İlişkiler Müdürlüğü
tarafından hazırlanan ve Prof.Dr. Yusuf Vardar’ın
fotoğraflarına yer verilen sergi, katılımcıların
beğenisini topladı. EÜ Senatosu’nun,
Vardar Ailesi’nin ve çok sayıda öğretim üyesinin
katılımı ile gerçekleşen törenin ardından EÜ
Devlet Türk Musikisi Konservatuvarı öğretim
görevlileri Halil Altınköprü, Korhan Işıldak ve
konservatuvar öğrencileri Manolya Şensesli ile
Harun Hardal’dan oluşan Pesendide Ensenble
Grubu bir dinleti gerçekleştirdi.
tarafından bilimsel açıdan da böyle
bir paye verilmesi, kendisi için büyük
onurdur. Prof. Dr. Vardar, ayrıca, o
tarihe kadar Bilim Ödülü alan bilim
insanları arasında, bu ödülü alan ilk
Botanikçi’dir.
HAZİRAN 2009
19
Bu yıl otuzuncusu düzenlenen
Ege Üniversitesi Kültür, Sanat ve
Spor Şenliği, bir kez daha sınav
dönemi öncesinde öğrencilerin
stres atmalarına ve keyifli anlar
yaşamalarına olanak sağladı. 1130 Mayıs 2009 tarihleri arasında
gerçekleştirilen şenlik kapsamında 20
farklı kategoride toplam 331 etkinlikle öğrenciler, yoğun sınav dönemi
öncesinde doyasıya eğlendiler.
Bornova’da sahip olduğu 3700
dekar alanı ile Türkiye’nin en büyük
kampüslerinden birine sahip olan,
bünyesinde 11 fakülte, 8 enstitü, 6
yüksekokul, 7 meslek yüksekokulu,
27 araştırma ve uygulama merkezi
bulunan, öğrencisi ve çalışanı ile
yaklaşık 70 bin kişilik nüfusa sahip
Ege Üniversitesi’nin 30. Kültür, Sanat
ve Spor Şenliği’nin açılış korteji bu
büyüklüğünü ispatlar nitelikteydi.
20
11 Mayıs’ta
Sağlık, Kültür ve Spor Daire
Başkanlığı (SKSDB) ve Bilgisayar
Mühendisliği’nin önünden aynı anda
hareket eden 2 grup halinde başlayan
şenlik yürüyüşü, renkli gösterilere
sahne oldu.
Yabancı Diller Bölümü’nün
önünde birleşen gruplar, yine bir
gelenek haline gelen, yürüyüşün
olmazsa olmazı su savaşlarıyla şenlik
coşkusunu yansıttılar. Yürüyüşe
katılan öğrenci toplulukları renkli
kıyafetleriyle şenlik yürüyüşüne
ayrı bir hava kattılar. Kalabalık
öğrenci grubu Rektörlük bahçesinde yürüyüşünü tamamladı. Açılış
seromonisi üniversite üst yönetimi
ve dekanlar ile yüksekokul müdürlerinin güvercin uçurma geleneği ile
devam etti. Türk halk dansları, Balkan
dansları, Latin dansları ve modern
dans gibi geniş bir yelpazeden oluşan
dans gösterilerinin sunumu ile tören
tamamlandı.
Ege Üniversitesi’nin 30. Kültür,
Sanat ve Spor Şenliği’nin açılış
gününde gerçekleştirilen etkinlikler,
Tören Şölen Alanı’nda düzenlenen
Cem Adrian konseri ile son buldu.
Sanatçı, 11 Mayıs akşamı, Toplum
Gönüllüleri Öğrenci Topluluğu
tarafından yürütülen “Zaferin
Fidanları” kampanyası yararına, Ege
Üniversiteliler için şarkılarını söyledi.
Ege Üniversitesi Toplum Gönüllüleri
Öğrenci Topluluğu, “Zaferin Fidanları”
ismini verdikleri bir kampanya ile
bundan 2 yıl önce, bir gezi sırasında
hayatlarını kaybeden Konak Zafer
İlköğretim Okulu öğrencileri anısına
on bin fidanlık bir anı ormanı için
çalışma başlatmıştı. Toplum Gönüllüsü Ege Üniversiteliler ve Ege Orman
Vakfı tarafından ortaklaşa yürütülen
bu proje kapsamında toplanan fidan
sayısı iki bini geçti. 11 Mayıs akşamı
gerçekleştirilen bu konser ile Toplum Gönüllüleri hem Konak Zafer
İlköğretim Okulu öğrencilerini bir kez
daha andılar, hem de trafik kazalarına
ve çevre bilincine bir kez daha dikkat
çekmiş oldular.
HAZİRAN 2009
21
Spor ve eğlence bir
arada
1. Koç Fest sponsorluğunda gerçekleştirilen konserler oldukça
kalabalık geçti.
2. Aslı gecenin açılış konserini verdi.
3. Mor ve Ötesi’nin de sahne aldığı gece Number One Tv’den canlı
yayınlandı.
4. Koç Fest Spor Oyunları Finali’nde erkek futsal takımımız
şampiyon olurken, bayanlar ise ikincilik kupasını kazandı.
5. Bayan Basketbol takımımız da şampiyon oldu.
6. Atletizmde madalyalar Ege ve Gazi Üniversitesi ile Kara Harp
Okulu arasında paylaşıldı.
22
Tören Şölen açık alanında
gerçekleştirilen bir başka profesyonel etkinlik ise Aslı ve Mor
ve Ötesi konseri oldu. 21 Mayıs
akşamı Koç Fest sponsorluğunda
gerçekleştirilen gece saat 20.00’de
Aslı’nın sahneye çıkmasıyla başladı.
Rock sanatçısı Aslı’nın şarkıları ile
coşan gençlere, saat 21.30’da da Mor
ve Ötesi grubu müzik ziyefeti yaşattı.
Number One TV’den canlı olarak da
yayınlanan konserde izdiham yaşandı.
Koç Fest sponsorluğunda
gerçekleştirilen etkinlikler çerçevesinde 19-22 Mayıs 2009 tarihleri arasında
Spor Oyunları düzenlendi. Bu yıl
Türkiye Üniversite Sporları Federasyonu (TÜSF)’nun ve Üniversite
Spor Oyunları’nın sponsoru olarak
eğlence ve sporu biraraya getiren
Koç Fest’in 2009 turnesindeki son
durağı Ege Üniversitesi oldu. Gençlerin kişisel gelişimlerini destekleyen;
eğlence, yarışma ve sportif unsurlarla
hayatlarına pozitif değerler taşımayı
hedefleyen Koç Fest kapsamında bu
yıl genç üniversiteliler Kocaeli’nde
hentbol, Samsun’da basketbol,
Adana’da futsal (salon futbolu),
Eskişehir’de voleybol, Şanlıurfa’da
yüzme ve Erzurum’da atletizm
dallarında yarıştı. Müsabakaların sonunda öne çıkan takımlar, İzmir’deki
finalde ‘büyük kupa’ için son kozlarını
paylaştı.
Takım sporlarında Ege
öne çıktı
Koç Fest Üniversiteler Spor
Oyunları’nın İzmir’deki final ayağında
Ege Üniversitesi yüzme branşında
erkekler ve bayanlarda kupayı
alarak galibiyetlerini taçlandırdı. Ege
Üniversitesi Bayan Basketbol ve Erkek
Futsal Takımı da yine üstün bir başarı
göstererek kupa aldı. Bayan futsalda
ise galibiyet Kocaeli Üniversitesi’nin
oldu. Atletizmde madalyalar Ege
Üniversitesi, Gazi Üniversitesi ve
Kara Harp Okulu arasında paylaşıldı.
Hentbol branşında ise Gazi Üniversitesi hem bayanlar hem de erkeklerde
rakiplerini geride bıraktı.
Basketbol erkeklerde de Gazi
Üniversitesi
Koç Fest Büyük
Kupa’sının
sahibi oldu.
Şenlik
Çeşme’ye
taştı
Öğrenci
Konseyi
tarafından
geçen yıl ilki
düzenlenen
“Egefest”, geçen
yıl olduğu gibi
bu yıl da Çeşme
Turizm ve Otelcilik Yüksekokulu
Kampüsü’nde
gerçekleştirildi.
Öğrencilerin 16
Mayıs’ta kampüs
alanına çadırlarını
kurarak başladığı
festival, tüm gün
süren gösterilerle devam etti.
Bir yandan denize girip
güneşin ve denizin tadını çıkaran
öğrenciler, tüm gün devam eden DJ
performanslarıyla dans edip çeşitli
yarışmalarla da eğlenceli zaman
geçirdi. Aynı günün akşamında Hayko
Cepkin konser verdi. Öğrenciler, ertesi
gün de gösterilerle ve yarışmalarla
eğlenmeye devam ederek dolu dolu
2 gün geçirdiler.
Cazın ustalarından müzik
ziyafeti
Bu yıl ikinci kez düzenlenen bir
diğer etkinlikse “Ege Caz Günleri”
oldu. Prof. Dr. Yusuf Vardar – MÖTBE –
Kültür Merkezi’nde
gerçekleştirilen
etkinlik çerçevesinde, caz müziğin
önemli isimlerinden
Ayhan Sicimoğlu
Latin All Stars 18
Mayıs akşamı dinleyenleri coşturdu.
Konukların ayakta dinlediği konserde, Sicimoğlu’nun deyimiyle tüm
izleyenler etkinliğin gerçekleştirildiği
salonda dans ederek kurtlarını
döktü. 19 Mayıs akşamı Altuğ Dilmaç
“JazzPoPera” adlı bir konser sundu.
20 Mayıs’ta ise Kerem Görsev Quartet, dinleyenlerin kulaklarının pasını
sildi. Tam anlamıyla bir müzik ziyafeti
yaşatan Ege Caz Günlerine konuk
olan sanatçılar, büyük
ve dolu salonlara caz
yapmaktan çok memnun olduklarını ifade
ettiler.
Böylece 70 bin kişilik
bir kampüs kent olan
üniversitemizde, caz müziğine ilgi
duyan öğrencilerimize ve İzmirliler’e
cazın usta isimlerini dinleme imkanı
sunuldu.
Aynı salon 22 Mayıs Cuma akşamı
da İzmir’in ünlü ismi Sedat Yüce’ye ev
sahipliği yaptı. 2000 yılında ülkemizi
Eurovision Şarkı Yarışması’nda temsil
eden Sedat Yüce’nin verdiği konserle
şenlik programındaki profesyonel
konserler son bulmuş oldu.
HAZİRAN 2009
23
Salonlar doldu
Profesyonel konserlerin yanı
sıra, fakülte, yüksekokul kulüpleri ve
öğrenci topluluklarımız ile çeşitli idari
birimler, salonlarda çok sayıda etkinlik
gerçekleştirdi. Atatürk Kültür Merkezi,
Prof. Dr. Yusuf Vardar –MÖTBE– Kültür
Merkezi ve Kültür Sanat Evi ile fakülte
yüksekokullara ait salonlarda 20 gün
boyunca yoğun kültürel, sanatsal
hatta bilimsel etkinlikler düzenlendi.
Bu yıl şenlik kapsamında salonlarda ve açık alanlarda toplam 315
amatör etkinlik gerçekleştirdi. Bu
amatör etkinlikler arasında 21 sergi,
2 turnuva, 3 söyleşi, 15 tiyatro oyunu,
5 yarışma, 8 konferans, 21 gösteri,
21 film gösterimi, 9 konser, 6 atöyle
çalışması, 5 panel, 9 seminer, 2 kutlama, 10 dinleti, 1 toplantı, 3 tören,
2 tatbikat, 1 kongre ve çeşitli geziler
bulunuyor.
Tiyatro dolu günler
E.Ü. Tiyatro Topluluğu tarafından
24
düzenlenen 13. Tiyatro Günleri 14-24 Mayıs 2009 tarihleri arasında Kültür Sanat
Evi’nde gerçekleştirildi. Ege
Üniversitesi’ndeki öğrenci
ve personelinin sanatsal
beğenilerini tiyatro yoluyla
geliştiren ve donanımlı bir tiyatro seyircisinin yetişmesinde
aktif rol oynayan Tiyatro
Günleri’nde 13 farklı üniversiteden
16 topluluk ve 8 farklı özel tiyatro
grubundan toplam 24 oyun sahnelendi. Amatör tiyatroların ve üniversite tiyatrolarının faaliyetlerini, Ege
Üniversitesi mensuplarına ve İzmirli
sanatseverlere duyurmak ve amatör
tiyatro ruhunu, moral motivasyonunu
yükseltmek amacını taşıyan etkinlikte
11 gün boyunca, günde bazen 2 bazen 3 oyun sergilendi. Amatör tiyatro
toplulukları arasındaki dayanışma ve
paylaşımı arttırmak için sergilenen
oyunların ardından fuayede oyuncu
ve seyircilerin buluşması, diyalog
kurmasına imkanı sağlandı. Seyirciler ve sahneleyenler arasında bilgi
alışverişi yapıldı. Tiyatro Günleri’nin
yanı sıra, şenlik kapsamında 6
fakültenin tiyatro toplulukları
12 oyun, 2 yüksekokulun tiyatro
toplulukları da 3 oyun sergiledi.
El becerileri için atölyeler
Şenliğin ilk haftası Emel Akın
Meslek Yüksekokulu el becerilerini geliştirmek isteyenler için
çeşitli atölye çalışmaları düzen-
ledi. Geçen yıl şenlikte
ilk kez gerçekleştirilen Yazmacılık,
Keçe Sanatı ve Takı Tasarımı atölye
çalışmarı bu yıl bir yenisi daha eklenerek tekrar düzenlendi. 12 Mayıs
günü Emel Akın Meslek Yüksekokulu
Öğr. Gör. Şükran Tümer tarafından
gerçekleştirilen “Yazmacılık” ile
başladı. Ertesi gün Dilek Gündüz,
“Keçeden Modernize Edilen Objeler”
konusundaki atölye çalışmasında
eğitmenlik yaptı. Keçe sanatçısı Arif
Cön 14 Mayıs günü keçe kullanarak,
kilimler ve benzeri üretimleri nasıl
yaptığını anlattı. Son gün de Şebnem
Türkman eğitmenliğinde “Takı
Tasarımı” çalışması yapıldı.
Bu yıl şenliğe damgasını vuran
açık hava sineması oldu. 30. Kültür,
Sanat ve Spor Şenliği kapsamında ilk
kez gerçekleştirilen açıkhava sinema
gösteriminde genç Egeliler nostaljik
yaz akşamlarını yaşama imkanı buldu.
İzmir meltemi ile ferah bir havada
izlenen sinemalara, gazoz ve çiğdem
de ayrı bir tat kattı.
Açık hava sinemalarıının
neredeyse tamamen tükendiği
günümüzde, üç gece yapılan film
gösterimleri büyük ilgi topladı.
Spor karşılaşmaları
Yıldızların altında sinema
Şenlik etkinlikleri arasında
geniş yer kaplayan bir diğer alansa
spor karşılaşmaları oldu. Koç Fest
tarafından gerçekleştirilen Spor
Oyunları’nın dışında her yıl geleneksel olarak düzenlenen spor
turnuvaları bu yıl da devam etti. Basketbol, futbol, voleybol branşlarında
Rektörlük Kupası Maçları ile III. Perifer
Yüksekokullararası Spor Müsabakaları
yapıldı. Futbol, Masa Tenisi, Tenis ve
Voleybol branşlarında da Personel
Turnuvaları düzenlendi. Bu yıl Ege
Şenlik Tenis Turnuvası’nın da 12’incisi
gerçekleştirildi.
Fakülte, yüksekokulların öğrenci
ve personel takımları ile 14 kategoride toplam 111 spor karşılaşması
gerçekleştirildi.
Tören Şölen Alanı’nda 13-14 ve
15 Mayıs akşamları İzmir Büyükşehir
Belediyesi katkılarıyla, gerçekleştirilen
açık hava sinemasında yıldızların
altında sinema keyfi yaşandı.
Türk filmlerinden bir seçkinin
oluşturulduğu etkinlik kapsamında
13 Mayıs’ta “Devrim Arabaları”,
14 Mayıs’ta “Deli Deli Olma” ve 15
Mayıs’ta da “Hayat Var” izleyicilerle
buluştu.
Amatörler de sahne aldı
Şenlik kapsmında açık alanda
da pek çok etkinlik gerçekleştirildi.
Ege Üniversitesi Rock Topluluğu
tarafından organize edilen “Amatör
Grup Konserleri”bunlardan biriydi.
Şenliğin ilk haftası boyunca saat
15:00-20:30 arası 1 Nolu Yemekhane
karşısındaki açık alanda kurulan
sahnede 16 farklı grup konser vererek
rock müzik tutkunlarını alana topladı.
Açık alanda canlı müzik dinleyen
öğrenciler, arkadaşlarıyla birlikte
hoşça vakit geçirme imkanı buldular.
11-22 Mayıs tarihleri arasında
Sağlık, Kütür ve Spor Daire Başkanlığı
otoparkı da şişme oyunlar ve benzeri
daha pek çok eğlence standına ev
sahipliği yaptı.
Türk Telekom Grup şirketleri Türk
Telekom, Avea ve TTNET, 5-24 Mayıs
tarihleri arasında toplam 10 üniversite kampüsünde “FiesTTa Bahar
Şenlikleri” düzenledi. 23-24 Mayıs tarihleri arasında Ege Üniversitesi’ni
ziyaret eden etkinlik Tören Şölen
Alanı’nda gerçekleştirildi. Etkinlikler kapsamında, gün boyunca
öğrencilere sporda ve müzikte
hünerlerini sergileme fırsatı da
sunuldu. Ekip, içinde biri yurt
dışında özel tasarım üretilmiş 2
tırın da bulunduğu toplam 16
araçlık bir konvoy ile kampüse
geldi.
FiesTTa Bahar Şenlikleri
kapsamında Türk Telekom
tarafından TTall Stars Basketbol Turnuvası da düzenlendi.
Türkiye’de gerçekleştirilen tek
basketbol sokak şovu olan
TTall Stars Basketbol Turnuvası, ödül
zenginliği ile de dikkatleri üzerine
çekti. Üniversite birincileri İzmir’deki
Türkiye finaline katıldı. Her takım
elemanına birer dizüstü bilgisayar
armağan edilen turnuvada Türkiye
finali galibi takım ise Türk Telekom’un
davetlisi olarak, Amerika’da, NBA
2008-2009 Sezonu Şampiyonu’nun
sezon açılış maçını seyretme
şansını kazandı. Diğer yandan, maç
aralarında, Türkiye’de gerçekleştirilen
pek çok profesyonel gösteride sahne
alan, yaptıkları inanılmaz şovlarla tüm
seyircileri büyüleyen “TTallstars Show
Grubu”, müthiş gösterileriyle turnuva
kapsamında üniversiteliler ile buluştu.
HAZİRAN 2009
25
“A
slında öldüm... Ama ölÖnce şunu söylemeliyiz. Biz Dostbağlı olarak örneğin; Time Dergisi
medim de. Bu diyalektiği
lar Tiyatrosu olarak politik tiyatro
Marx’ı kapak yaptı. ‘Bu olup bitenanlamak size kalmış”
yapıyoruz. Kuruluşumuzdan beri
lere yaşasaydı Marx ne derdi’ gibi
sözleriyle Genco Erkal’ın ete kemiğe
Marx’la bir akrabalığımız var. Çünkü
sorular sorulmaya başlandı. Bizim iş
büründürdüğü devrimci filozof Marx;
diyebilirim ki bizim yazarlarımız da
adamlarımız ‘acaba Marx’a haksızlık
kapitalizmle hesaplaşmak için “öbür”
Marx’ın çocukları. Bertolt Brecht olmı ettik’, ‘dünyaya ikinci bir Marx mı
dünyadan günümüze taşınıyor .
sun, Nazım Hikmet olsun, Aziz Nesin,
gerekir’, yahut ‘Marx’ın görüşlerini
Erkal bir de tespit yapıyor;” Marx hiç
Can Yücel olsun… Tüm hepsinin
yeniden mi gözden geçirmemiz
gitmedi ki”. 19. Yüzyılda getirdiği
Marx’la akrabalıkları var. Dolayısıyla
gerekir’ gibi sorular sormaya
kapitalizm eleştirisinin günümüzde
Marx’la bizim de akrabalığımız
başladılar. Günümüzde Marx’ın kapide hala geçerli olduğunu gösteren,
var. Yani belli bir dünya görüşüyle
talizm eleştirisinin doğruluğu sadece
asla düşmeyen temposuyla seyircisini bakıyoruz topluma ve tiyatroya.
ülkemizde değil tüm dünyada kabul
sürükleyen, gülümseten, gülümseDostlar Tiyatrosu’nun sanatsal politik
edilmiş durumda. Dolayısıyla oyun
tirken düşündüren bu oyun Genco
çizgisini Marx’ın düşüncelerinin tiyatkendiliğinden güncel bir duruma
Erkal gibi usta bir oyuncu tarafından
rodaki yansıması olarak düşünebiliriz. kavuşmuş oldu. Biz de bu oyunu
sahnelenince kelimenin gerçek
Doğal olarak dünyanın 3 ayrı
oynamanın tam zamanıdır dedik.
anlamıyla bir ‘devrimci stand
kentinden Paris, İstanbul ve New
up’a dönüşmüş.
Genelde tek kişilik oyunları
Dostlar Tiyatrosu’nun
tercih ediyorsunuz. Sebebi
kurucusu, Türk tiyatrosuDostlar Tiyatrosu, kuruluşunun nedir?
nun ustası Genco Erkal’la
Ben Dostlar Tiyatrosu’nda
40’ıncı yılını; Genco Erkal ise,
Ege Üniversitesi’ndeki
kırk yılda elli beş oyun
muhteşem gösterisinin
sahneye koymuşum. Bunun
tiyatro sahnelerindeki 50’nci
ardından hayat, gündem ve
kırk sekizinde kendim
yılını kutluyor. Yıllardır Brecht’le,
tiyatro üzerine konuştuk.
oynamışım. Ancak bunların
içinde tek kişilik oyun sayısı
Einstein’la, Nazım Hikmet’le
Bilmeyenler için sizden biraz
ya dört ya da beştir. Ama
sahnede Genco Erkal. Şimdi de
bahsedelim...
benim tek kişilik oyunlarım
1938 doğumluyum. İlkokulu
Howard Zinn’in eserinden sahneye demek ki o kadar çok etki
Galatasaray’da orta ve liseyi
ya da uzun sürüyor
koyduğu “Marx’ın Dönüşü” adlı tek yaratıyor
Robert Koleji’nde okudum.
ki akılda kalıyor. Mesela
Sonra İstanbul Üniversitesi
“Bir Delinin Hatıra Defteri”
kişilik oyunuyla karşımızda.
Edebiyat Fakültesi Psikoloji
oyununu aralıklarla 1965
Bölümü’nü bitirdim ama
yılından beri oynuyobir yandan da profesyonel olarak
York’tan 3 ayrı dostum bu kitabı
rum. Aynı şekilde Nazım
tiyatroya başlamıştım zaten. Prookuduklarında ‘bunu Türkiye’de
üzerine yaptığım çalışmalar
fesyonel yaşamıma da ilk kez
ancak Genco oynar’ demiş. Yani bana
1965’ten bu yana hala devam
Kenter Tiyatrosu’yla adım attım. Üç
aynı anda 3 farklı kaynaktan oyunun
ediyor. Dolayısıyla bu soruyla çok sık
yıl boyunca Kenter Tiyatrosu’nda
İngilizcesi, Fransızcası ve Türkçesi gel- karşılaşıyorum. Aslında şöyle de bir
çalıştım. İlk on yılım; Arena Tiyatrosu,
di. Ben de oyunu okudum ve ‘tamam’
gerçek var ki bu türü Türkiye’ye ben
Gülriz Sururi ve Engin Cezzar Tiyatro
dedim, ‘bu oyun bizim oyunumuz’.
getirdim. 1965 yılında “Bir Delinin
Topluluğu, Ankara Sanat Tiyatrosu
Zaten benim de günün birinde
Hatıra Defteri”ni oynadığım vakit
gibi başka tiyatrolarda konuk oyuncu
babayı canlandırmam gerekecekti
Türkiye’de tek kişilik oyun diye bir şey
ve yönetmen olarak çalışmakla geçti.
herhalde. Bundan daha güzel bir
bilinmiyordu. Bu oyun, türünün ilk
Sonra 1969 yılında arkadaşlarla kendi
fırsat olamaz diye düşündüm. Ama
örneğiydi. O dönemde arkadaşlarım
tiyatromuzu kurduk; Dostlar Tiyatoyunu kimin izleyeceği, oyunla kimin
‘sen deli misin, tek kişilik tiyatro mu
rosu. Biliyorsunuz bu yıl da tiyatromu- ilgileneceği hakkında endişelerim
olurmuş, sen sahneye çıkacaksın
zun 40’ıncı yılı. Tabii bunun dışında
vardı. Bugünün toplumları Marx’la
ve iki saat boyunca yalnızca seni
sinema da yaptım. Beş tane filmde
çok fazla ilgili değil. Özellikle Bermi izleyeceğiz’ diye sordular. Ancak
oynadım. İki defa Altın Portakal
lin Duvarı’nın çöküşü ve Sovyetler
oyunun yıllar süren başarısından
ödülünü kazandım. Tiyatro alanında
Birliği’nin dağılmasının ardından,
etkilenip tek kişilik oyunlar sahneda alınabilecek her ödülü defalarca
Marx ve düşünceleri gözden düştü
leyen pek çok oyuncu oldu. Bu bir
aldım. Ödüle doymuş bir halim var.
tabii. Artık Marx çağını kapamış
tür olarak kendini kabul ettirdi. Belki
ve bir sürü konuda saçmalamış bir
de o yüzden üstüme yapıştı bu tek
Neden Karl Marx’ı oynamayı tercih
düşünür olarak kabul ediliyorken,
kişilik oyunun hikayesi.
ettiniz. Dünyadaki ekonomik
ben de ‘bu oyunla yalnız eşimiz
bunalımların, krizlerin bunda etkisi
dostumuz’ ilgilenir derken dünyada
Herkes sizin izleyiciniz olabilir mi?
var mıdır?
büyük bir ekonomik kriz patladı. Buna Tiyatro elit bir kesimde mi kalmalı
26
26
HAZİRAN 2009
27
yoksa tüm kitlelere ulaşmalı mı? Bu
konuda tiyatro izleyicisine bakışınız
nedir?
Tabi ki ne kadar çok kitleye ulaşırsanız
o kadar başarılı olursunuz. Ama
düşünce yapımıza paralel olarak
daha çok gençlere seslenen, en
azından üniversite eğitimi gören,
üniversite eğitimini tamamlamış,
günlük gazete okuyan, dergi okuyan
bir kesimin tiyatrosuyuz biz. Çünkü
oyunlarımızı kavrayabilmesi için
seyircinin de bir hazırlığının olması
gerekiyor. Yani abuk sabuk televizyon dizilerine olmadık gözyaşı
döken ya da kahkahalarla gülen
insanların “Marx’ın Dönüşü”ne pek
kafa yoracağını sanmıyorum. Demek
ki bazı oyunlarımız daha da daraltıyor
seyirciyi. İzleyicinin entellektüel
açıdan belli bir birikim sahibi olmasını
gerektiriyor. Biz bu tarz bir tiyatro
yapısını seçince, seyirci kitlesi de
kendiliğinden bir yere toplanıyor.
Açıkçası izleyici de bizi seçmiş oluyor.
Bazı oyunların ardından anketler
yapıyoruz. İzleyenlere hangi gazeteleri okursunuz, sinemaya gider
misiniz, en beğendiğiniz müzik türü
hangisidir gibi sorular soruyoruz.
Bu anketlerin cevaplarına dayalı
bir profil çıkıyor ortaya. Ülkenin
sorunlarının ne olup bittiğiyle biraz
olsun ilgilenmeye çalışan, bu sorulara
tiyatroda da cevap arayan bir kitlenin
bizi izlediğini görüyoruz. Yani böyle
karşılıklı bir seçim söz konusu genellikle. Bu anket sonuçlarının yüzde
50 - 60’ı üniversite öğrencisi çıkıyor.
Biz de gençlerin bizi izlemesinden
dolayı çok mutlu oluyoruz. Ancak bazı
oyunlarımız da daha geniş kitlelere
28
seslenebiliyor. Örneğin “Sivas 93”
oyunuyla, daha önce hiç tiyatroya
gelmeyen insanlar da tiyatroyla
tanışmış oldu. Dolayısıyla her oyun
kendi seyircisini yaratıyor aslında.
Politik tiyatro
denince Türkiye’de
akla ilk gelen isim
Dostlar Tiyatrosu
oluyor. Dostlar
Tiyatrosu’yla
tiyatro yapmanın
avantajları ya da
dezavantajları
nedir?
Bu durumdan hiç
pişman olmadım.
Yalnız 1960’lı – 70’li
yıllarda bizim
tiyatromuzun çizgisinden farklı olan
oyunları oynamayı
düşündüğümde izleyicinin kendisine
ihanet edildiğini düşünmesinden
korktum açıkçası. O dönemde
karşılıklı bir biçimlendirme vardı.
Seyircinin de bizi biçimlendirmesi
söz konusuydu. O zaman için politik
olmayan fakat arzuladığım, sevdiğim
oyunları oynayamadım. Mesela
benim gençlik tutkum Beckett
gibi absürd tiyatro yazarlarının
oyunlarıydı. Ancak, bu tarz oyunlar
politik çizginin biraz dışına çıktığı
için onları pek oynayamadık. Ama
fark ediyorum ki son yıllarda seyirci
de daha geniş bir perspektiften
bakabiliyor. Dolayısıyla üç-dört
yıl önce Beckett’ten oyun sundum,
kimse de neden bu oyunu oynadın
diye hesap sormadı. Ben bu
çizgiyi seçmiş olmaktan
dolayı çok mutluyum.
Çünkü bizim gibi
henüz aydınlanma
devrimini
tamamlamamış
toplumlarda
sanatın, özellikle de tiyatronun
işlevinin, toplumu aydınlatmak
olduğunu
düşünüyorum.
Yani biz öncü
olacağız,
topluma bir
şeyler sunacağız,
belli konularda tartışma ortamı
yaratacağız, toplumu düşünmeye
tartışmaya bir şeyler yapmaya
sevkedeceğiz ki; yaptıklarımız
boşa gitmesin. Örneğin; Ege
Üniversitesi’nde yaşadığım olay
tiyatro hayatımda karşılaştığım
ender olaylardan biriydi. Sahneye
çıktığımda daha ağzımı açmadan
duyduğum o sevgi, gençlerden bana
gelen kucaklama duygusu tüylerimi
diken diken etti. Gençlerin beni neredeyse popstar gibi karşılamalarından
çok etkilendim. Böyle şeylerle çok sık
karşılaşmıyorum. Tüm oyun boyunca
bu duygu alışverişi devam ediyor. Yani
demek istediğim şu ki; doğru işler
yapıyorsanız toplum da mutlaka sizi
değerlendirecek, takdir edecektir. İşte
bu çizgide yaptıklarımın karşılığını
görmek beni çok sevindiriyor.
Bu sevgi, alkışlar, izleyiciden direk
olarak tepki alabilmek... Yani izleyiciyle oyuncu arasında sürekli bir
etkileşim var tiyatroda. Tiyatroyu
sinemaya tercih etme nedeniniz bu
iletişimin çekiciliği miydi?
Tabi. Bir kere sinemada seyirciyle
aranızda kamera var. Sizin
hakimiyetiniz
dışında, sahneler bazen
tekrar tekrar
çekiliyor,
masa
başında kesiliyor, ekleniyor,
bu çok yapay
geliyor
bana. Ama tiyatroda çok farklı. Sahneye çıkıyorum başlıyorum, sonuna
kadar oynuyorum. Sinema
da çok güzel bir sanat dalı kuşkusuz.
Tiyatroyla hiçbir zaman ulaşamayacağınız kadar geniş bir kitleye ulaşıyorsunuz sinema sayesinde. Sadece
kendi ülkenizde değil bir çok ülkeye festivaller ve benzeri yollarla
ulaşabiliyorsunuz. Hatta şu da var ki;
sinemayla oyuncu olarak daha kalıcı
oluyorsunuz. Ama seyirciyle göz göze,
kalp kalbe olmak. Bu ilişkiyi hayatta
hiçbir şeyle değişmem. Benim için en
büyük mutluluk bu.
Her şeye rağmen 50 yıldır tiyatro
yapmaya devam ediyorsunuz.
Türk Tiyatrosu’nun bu 50 yıl
içinde kaydettiği aşamaları nasıl
değerlendiriyorsunuz?
Bir kere genç kuşak oyuncularını çok
beğeniyorum, ancak aynı zamanda
onlara çok da üzülüyorum. Çünkü
onları sadece televizyon ekranında
izleyebiliyoruz. Genç oyuncular
çıkacak sahne bulamıyorlar. Türk
Tiyatrosu’nun yapılanmasında da bir
terslik olduğu kanısındayım. Özellikle
ödenekli devlet tiyatrolarının yolu
tıkadığını düşünüyorum. İnsanları
ömür boyu kadrolarla bağlamak
oyuncuları memurlaştırıyor, köreltiyor.
Halbuki sanat biraz rekabettir, kendini
aşma mücadelesidir. Yeni yetişen
sanatçıların da kendilerini gösterecek
bir kanal bulamadıklarını görüyorum.
Ödenekli, ömür boyu maaş veren
devlet tiyatroları hemen hemen
dünyanın hiçbir yerinde kalmadı. Bu
yapının mutlaka değişmesi lazım.
Ama ben hep şunu söylüyorum;
bizim ülkemiz oyunculuk kalitesi
olarak dünyanın bütün ülkeleriyle
başa baş mücadele edebilecek
zenginlikte. Çok parlak oyuncularımız
var. Bu açıdan çok başarılıyız. Ancak
bu tiyatro organizasyonu meselesi
ya da genç yeteneklerin televizyon
gibi aslında ikinci sınıf bir vakit
geçirme yerinde heba edilmesi beni
üzüyor açıkçası. Bu vahim durum
yazarlarımız için de geçerli. Bir çok
gencimiz üniversitede oyun yazarlığı
okuyor ama oyun yazmıyor. Tiyatromuzun eksik tarafı bu, yazarlık konusunda da maalesef yine televizyon
çok kısa yoldan para kazanmayı vaat
ettiği için genç yazarlar o alanı tercih
ettiler. Oyun yazmak çok büyük bir
emek işi. Bu yüzden, televizyonun
aslında ülkemizdeki
sanatçıları tükettiğini düşünüyorum.
Bizim için de çok
acımasız bir rakip.
Yani evinizde otururken gülmek isterseniz, ağlamak
isterseniz, politik
tartışma isterseniz
anında bulabiliyorsunuz. Böyle bir
ortamda tiyatro yapmak, bizim için de
çok zor oluyor tabi.
“Sinemayla oyuncu
olarak daha kalıcı
oluyorsunuz. Ama
seyirciyle göz göze,
kalp kalbe olmak.
Bu ilişkiyi hayatta
hiçbir şeyle değişmem.
Benim için en büyük
mutluluk bu.”
HAZİRAN 2009
29
N
isan-mayıs ayları, üniversitemizde,
gelecek yılın ders programlarını
hazırlama dönemidir. Geçtiğimiz günlerde bu çerçevede, lisans programlarına öğrencileri
üniversite yaşamına hazırlamaya ve sosyal
sorumluluk duygularını geliştirmeye yönelik
kredili veya kredisiz, seçmeli veya zorunlu
yeni dersler konması gündeme gelmiştir ve
çeşitli açılardan tartışılmıştır. Tüm programlara bu tür dersler koymanın özel bir
anlamı ve dolayısıyla haklı bir gerekçesi var
mıdır? Varsa, akademik ve didaktik bir değer
taşımakta mıdır? Bu uygulamanın eğitsel
temeli ve önemi nedir?, vb.
Yeni eğitim önerisinde rol alanlardan biri
olarak, bu sorulara ilişkin bazı görüşlerimi
paylaşmak istiyorum:
l Ege Üniversitesi öğrencilerine iyi bir
formasyon vermek, hiç kuşkusuz üniversitemizin temel amaçlarından biridir. Bu amaç,
Ege Üniversitesinin stratejik planında ifade
edilen ‘misyon’unun da önemli bir parçasıdır.
Stratejik Planımızda yer alan misyon tanımı,
bir yandan çeşitli bilim dallarında evrensel
ölçekte bilgi üreterek, bilim dünyasına
katkıda bulunmayı, öte yandan öğrencilerin
ülke ve dünya gerçeklerine duyarlı, kültürel
olarak donanımlı, araştırıcı ve üretici olarak
yetiştirilmelerini öngörmektedir. Batı ülkelerindeki pek çok üniversitenin bu iki gereği de yerine
getirdikleri ve bu sayede dünyanın en gelişmiş
üniversiteleri arasında ilk sıralara yükseldikleri
görülmektedir.
Üniversite misyonumuzun birinci yanı olan
evrensel ölçekte bilgi üretimi, üniversitelerin
geleneksel işlevlerinden ve temel değerlerinden
biridir ve öğretim elemanlarının araştırma ve yayın
etkinlikleri, bu işlevi karşılamaya yöneliktir. Bu
konuda akademisyenler, en azından ilke olarak,
görüş birliği içindedirler. Buna karşılık üniversite
30
misyonunun ikinci yanının, gerektiği gibi anlaşılmış
olduğu söylenemez. Bu yan, misyon tanımında da
görüldüğü üzere, belirli nitelikleri olan öğrenciler
yetiştirmektir.
Bu konuda yaygın anlayış ve uygulama,
öğrenci yetiştirmeyi, salt öğretim programlarıyla
sınırlı görmektedir. Ön-lisans, lisans ve lisansüstü düzeydeki branş derslerinin yeterli olması
halinde, öğrencilere uygun bir formasyon verilmiş
olacağı varsayılmaktadır. Kısacası üniversitemiz
eğitimi değil, öğretim işlevini esas almış; klasik
deyimiyle terbiyeyi bir yana bırakıp talime
odaklaşmıştır. Bu tür bir formasyon, öğrencinin
etik ilkeleri ve dünya görüşü; yaşama ilişkin tutum
ve değerleri; çevre, toplum ve dünya sorunlarına
duyarlılığı; estetik, kültürel ve sosyal planlardaki
gelişim gibi hususları dikkate almamaktadır.
Öğrencilerimizin bu boyutlardaki gelişimi, ancak
ve ancak belirli kültür ve sanat etkinliklerinde
bulunmaları, toplumsal sorumluluk projelerinde
yer almaları, kongre, sempozyum, seminer ve
benzeri bilimsel toplantıları izlemeleri, toplumda
dezavantajlı grupların entegrasyonuna yönelik
hizmetlere (okuryazarlık eğitimi, kadın çalışmaları,
yetişkin eğitimi programları, felaketzedelere,
yaşlılara, şiddet ve istismar kurbanlarına yardım
kampanyaları, uyuşturucu alışkanlığına ve alkoliz-
me karşı mücadele vb) katılmaları; yerel yönetim
çalışmaları ve sivil toplum kuruluşları çerçevesinde
gönüllü çalışmalar yapmaları gibi çeşitli yollardan
sağlanabilir.
l İkinci önemli soru, bu derslerin seçmeli
veya zorunlu olmasıdır. Hiç kuşkusuz, ‘özerk ve özgür
bir düşünce düzeyine erişmiş yetişkin bireylerin’ her
ne yapıyorlarsa, gönüllü olarak kendi istekleriyle
yapmaları tercih edilen bir durumdur. Ancak
görünüşte ‘şık’ duran bu anlayış, pratik bir değer
taşımamaktadır. Neden? İlk olarak hiç birimiz, bu
tanımın varsaydığı koşullara sahip olmadığımızdan
tercihlerimiz, koşullardan bağımsız tercihler
değildir. Tüm koşulların eşit olduğu şeyler arasında
tercihler yapmıyoruz. Çoğu durumda yaşam
koşullarının yorduğu insanlar olarak
‘en az çaba kanunu’yla hareket ediyoruz. Günlük yaşamımızda genellikle, fazla zaman harcamadan, fazla
kafa yormadan, tüm seçenekleri
dikkate almadan kararlar
veriyoruz. Zihinsel kestirmelerden
(Kahneman’ın heuristikleri) sonuca
varıyoruz. Öte yandan imkânların
ve alışkanlıkların şekillendirdiği
yaşam tarzlarımız, değişikliğe izin
vermiyor. “Alışkanlıkların insanın
ikinci tabiatı” olduğunu söyleyerek, öğretimden ziyade eğitimin
önemini vurgulayan Aristoteles’ten
bu yana biliyoruz ki, insan,
yaşayarak yaparak öğrenmekte ve
öğrendiğini de pekiştirmektedir.
Düşünce tarihinde pek çok düşünür,
insanın toplumsallaşmasında ve
gerçek anlamda ‘sitenin yurttaşı’
haline gelmesinde bu boyutu
öne çıkarmıştır. Köy Enstitüleri
modelinin temel varsayımı da bu
yöndedir. Modern eğitim anlayışımız da bunu telkin etmektedir. Her ne kadar düşündüğümüz gibi
yaşamayı istesek de, yaşantılarımızı destekleyici
düşünceler üretiyor, yaşadığımız gibi düşünüyoruz.
Nihayet kendimizin olduğu gibi, öğrencilerimizin
de bugünkü durumu göstermektedir ki, haklı veya
haksız şu veya bu nedenlerden dolayı, gönüllü
olarak çok az şey yapıyoruz. Dolayısıyla ‘isteyen
yapsın’ demek, çözüm olmamaktadır, çünkü
bugünkü durumda isteyenlerin bir şey yapmasını
engelleyen her hangi bir kural veya yasak yoktur,
isteyen zaten yapmaktadır. Ama üniversitemizde,
bugünkü durumda, sosyal sorumluluk
kapsamına girebilecek etkinliklere
katılım düzeyi en iyimser bakışla % 10
civarında kalmaktadır.
l Nihayet, bu uygulamanın
fikri temeline ve anlamına bakmak
gerekir. Latince spondere (vaat etmek,
angaje olmak) kelimesinden ve ‘re’
(cevap olarak, karşılığında) ekinin
birleşiminden türeyen sorumluluk
(responsability), insanın eylemleri
konusunda hesap verme mecburiyeti olarak tanımlanıyor. Modern
toplumlarda sosyal yaşamın merkezi
kavramlarından olan “sorumluluk
ilkesi” ise, özgür insanda moral / etik bilincin var
olduğu kabulünü içeriyor. Sorumluluk kendini
besleyen bir irade gerektiriyor. Einstein’ın sözleri,
bu tür bir iradenin veciz ifadesidir. Her gün
kendime, kendi iç ve dış hayatımın diğer insanların
emeğine bağlı olduğunu ve kendi aldığım ve almakta
olduğum ölçüde vermeye gayret etmem gerektiğini
hatırlatırım. Felsefi tartışmalarda (Roche, 2005)
sorumlu bir insanın, kendisi ve diğerleri karşısında
angajmanı bulunduğu, akıl sahibi bir özne olarak
eylemleri konusunda bilincine hesap vermek
durumunda olduğu ve ancak bu sayede gücünü
sınırlandırabileceği varsayılıyor; insanın diğerine
bağlılığının, esas olarak bilince dayandığı ve
‘diğerini kardeşi haline getirmekle yükümlü
olduğu” (Levinas), sosyal sorumluluğun doğal olmaktan ziyade bir misyonu kabullenmekten, sosyal
adaleti tesis etme iradesinden, kısaca sosyal kontrattan kaynaklandığı ve dolayısıyla aktif yurttaş ve
eğitimcinin yükümlülüğü olduğu öngörülüyor.
Bir kurumun kültürünün ve kimliğinin dokusu,
esas olarak kamuya yönelik deklarasyonlarında
değil, günlük düzenli uğraşlarıyla örülür. Üniversite
düzeyinde bu uğraşlara anlamını veren şey,
üniversitenin kendi mensuplarının ufkuna koyduğu
ilke ve değerlerdir. Sürekli olarak, alışılmış güvenli
patikalara sarılıp kalmak yerine, yeni arayışlara
girmemiz ve kendimizi sorgulamamız gerekiyor.
Geleceğe meydan okuyan bir üniversite haline
gelebilmemiz, bu koşula bağlıdır.
Çevresine, toplumuna ve dünyaya duyarlı
ve sorumluluk bilinci gelişmiş öğrenciler, Ege
Üniversitesinin yetiştirmeyi hedef aldığı ve
kurumsal kimliğini yansıtmak istediği öğrenci
tipinin tam da kendisidir. Bu tür bir formasyon,
alışkanlıklarımızdan sıyrılmayı, yeni bir eğitim
modeli geliştirmemizi gerektirmektedir. Bu
modelin anahtarı sosyal sorumluluk kavramıdır.
Nitekim XXI. yüzyıl dönemecinde bu kavram, tüm
dünyada sanayi kuruluşlarından eğitim, sağlık ve
benzeri hizmet kurumlarına kadar çeşitli alanlarda
etik bir zorunluluk olarak hissedilmektedir. Çünkü
enerji kaynaklarının ve doğal zenginliklerin sınırlı
olduğu, çevre kirliliğinin giderek arttığı, küresel
sorunların büyük boyutlara ulaştığı bir dünyada,
tek tek bireylere ve yaşanan ana odaklı anlayışlar,
bir çözüm getirmemektedir. Hepimizi sarıp
sarmalayan ve ‘daima yeni hazlar’’ peşine düşüren
medyatik tüketim kültürü, hem ulusal, hem de
küresel ölçekteki sorunları ağırlaştırmaktan başka
çıkış yolu sunmamaktadır. Günümüzde, dünyayla
ve toplumla yeni bir ilişki tarzı geliştirmek, her
zamankinden daha acil bir sorumluluk olarak
beliriyor.
Günü idare etmek, “carpe diem” felsefesine
sarılmak, güncelde hapsolup kalmak yerine,
geçmişten geleceğe uzanan bir perspektife sahip
olmamız ve projeler geliştirmemiz büyük önem
taşıyor. Zamanın algısı, geçmişe uzanmayıp
yaşanan anla sınırlı kaldığında “süre” yok olur;
projeler, tahminler ve hedefler belirlenerek
geleceğe uzanmadığında ise “vade” yok olur. Arka
plansız ve ufuksuz bir
zaman, sonuç olarak,
insan zihninde sadece
olaylarla damgalanan,
yani sadece olay
olduğunda kavranan
ilkel bir zamana
dönüşür.
Tarih bilinci,
sosyal dayanışmanın
ve sorumluluk
bilincinin zorunlu bir
koşuludur. XX. Yüzyıl
başlarında cumhuriyetçi teorisyenlerden
Bourgeois’nın
belirttiği gibi, her birimizin
yaşamı, toplumumuzda
hazır bulduğumuz bir sosyal
sermaye ya da miras üzerine
inşa olmuştur; maddi ve
manevi planda tükettiğimiz
veya yararlandığımız her şey,
büyük ölçüde bizden önceki
kuşakların tasarruflarıdır. İçinde
yaşadığımız köy ve kentler,
kullandığımız aletler, yediğimiz
içtiğimiz gıdalar, okuduğumuz
kitaplar, izlediğimiz filmler,
davranışlarımızı düzenleyen
kurallar, haklarımızı koruyan
hukukî çerçeve, moral ve etik norm ve ilkeler, vb.
hepsi de hemen hemen tümüyle başkalarının emek
ve çabaları sayesinde oluşmuştur. Bu birikimin
bilincine varmak, herkesin bir sosyal borcu
olduğunu kavramak demektir; bu bilincin yokluğu,
sosyal avantajlara sahip olanların “avantajlarını
bir hak gibi görmelerini”, dezavantajlı olanlarınsa
mağduriyetlerinin yükünü çekmekle kalıp
taleplerini gerektiği gibi dile getirememelerini
doğurmaktadır; bu bilinç oluşmadığında veya
eridiğinde sosyal bağ, sosyolojik dayanağından,
moral ve etik temellerinden yoksun kalmaktadır.
Cumhuriyeti kuranlara ve bugünlere getirenlere
veya genel olarak bizden önceki nesillere bir sosyal
borcumuz olduğunun bilincine varmak, soyut
bireyler kümesi olmaktan çıkıp “dayanışan” bir
ortaklar topluluğu haline gelmenin bir gereğidir.
İşletmeler ve sivil toplum kuruluşları gibi,
üniversitelerin de sosyal sorumluluğu geliştirme
yönünde çaba harcamaları, sosyal bağın çimentosunu pekiştirmeye ve sosyal mukaveleyle bağlı
bir yurttaşlar topluluğu oluşturmaya katkıda
bulunacaktır.
HAZİRAN 2009
31
G
MÖ.6500 yıllarında
ilk uygarlığı misafir
eden, üzerinde
üniversitemizin de
bulunduğu
Bornova Ovası,
binlerce yıl
öncesinde İzmir
kültürünün ve
tarihinin doğduğu,
dünden bugüne
bir çok uygarlığın
yaşam alanıdır.
32
eçmiş dönemlerde olduğu
gibi günümüzde de
üniversitemiz sayesinde
Ege kültürüne ve eğitimine katkısını
sürdürmeye devam eden Bornova,
17. yüzyıldan itibaren antik kaynakları
rehber alan batılı araştırmacı ve
gezginlerin ilgi odaklarından biri
olmuştur. Osmanlı devrinde bu
bölgenin, verimli bir tarım bölgesi ve
bunun yanı sıra yoğun bitki örtüsü
nedeniyle bir sayfiye yeri olduğu
anlaşılmaktadır. Ovanın su kaynakları
bakımından çok zengin olduğu ve bu
nedenle ovanın ortasındaki Yeşilova
Höyüğü’nün bulunduğu alana “azmak” adı verildiği bilinmektedir.
Prehistorik (Tarih Öncesi)
dönemde zengin bitki örtüsü ve
hayvan kaynaklarıyla uygun
çevre koşullarına sahip Bornova
Ovası, İzmir’in ilk yerleşimcilerine
ev sahipliği yapmıştır. İzmir’in
merkezindeki en eski yerleşime
ait kalıntılarda, Ege Üniversitesi Kampüsü’nün güneybatısında,
Karacaoğlan mahallesi sınırları
içindeki Yeşilova Höyüğü’nde
bulunmuştur. Yeşilova Höyüğü,
sadece İzmir’in değil aynı zamanda
Ege Bölgesi’nin de bilinen en eski
yerleşim merkezlerinden biridir.
Bornova Ovası, Manda Deresi
ve Gökdere gibi birçok derenin
taşkınları sonucu zamanla alüvyonla
kaplanmıştır. Ova üzerinde alüvyon
tabakasının yer yer 4-5 m. kalınlığa
ulaştığı anlaşılmaktadır. Kalın alüvyon
tabakası zamanla ovada yaşayan
toplumlara ait kalıntıların da toprak altında kalarak kaybolmasına
neden olmuştur. Sadece daha
yüksek yerlerde kurulan Bayraklı,
Pınarbaşı, İpeklikuyu, Yassıtepe gibi
yerleşimlerin bir kısmı günümüze
ulaşabilmiştir.
Günümüzden 10 bin yıl öncesinde
İzmir’in coğrafi yapısı günümüzden
oldukça farklıydı; deniz bugünkü
seviyesinden 100-120 m. daha
aşağıda yer alıyordu ve kıyı kesimi
neredeyse İzmir Körfezi’nin dışında
başlıyordu. Bu durumda Bornova
ovasının, içinde birçok akarsuyu olan
zengin doğal kaynaklara ve insan
yaşamı için de uygun topraklara
sahip olduğu anlaşılmaktadır. Ancak
zaman içinde denizin yükselmesi ve
hatta günümüzden 5 bin yıl önce +2
m. seviyesine ulaşması ile derelerin
taşkınları, sınırları daralan ovadaki
yaşamın yavaş yavaş çamurların
altında kalmasına neden olmuştur.
Doğal olayların dışında günümüzdeki
kent içi yapılaşmalar da toprak
altındaki geçmişe ait kalıntıların
ortadan kalkmasını hızlandırmış
uygarlıklara ait izlerin bulunması
tesadüflere kalmıştır.
Bornova Ovası’nda 2003 yılında
toprak çekmek için yapılan bir hafriyat, çamurun altındaki geçmişin
örtüsünün aralanmasına, eski
uygarlıklara ait ilk ipuçlarının ortaya
çıkmasına neden olmuştur.
Bir dizi bürokratik işlemin
ardından ne kadar kalıntı
bulacağımızı tam olarak bilmememize karşın hiçbir parasal destek
olmadan burada bir kazı yapmaya karar verdik. Yeşilova Höyüğü’ndeki kurtarma kazısı ısrarımız 2005 yılı Haziran
ayında sonuçlandı. Kültür Varlıkları ve
Müzeler Genel Müdürlüğü’nün onayı
ile Yeşilova Höyüğü kazılarına 2005
yılı Ağustos ayında başlanmıştır. Kazı
çalışmaları bilimsel başkanlığımızda
İzmir Arkeoloji Müzesi – Ege Üniversitesi Arkeoloji Bölümü ortak çalışması
olarak gerçekleştirilmiştir. Kazı
çalışmalarının başından itibaren
ortaya çıkmaya başlayan buluntular
İzmir’in geçmişine ait ilk bulgulardı
ve bunlar Üniversitemizin Arkeoloji
Bölümü öğrencilerinin
emeğinin ilk
sonuçlarıydı. Üniversite
hastanesinin hemen
arka kesiminde yer
alan bu alanda kız ve
erkek öğrenciler yaz
sıcağına rağmen kazma
kürek çalışarak çamurun içindeki geçmişi
ortaya çıkarmaya
başladılar. Bu aşamadan
itibaren Üniversite
Rektörlüğümüz ve Büyükşehir Belediyesi yetişerek çalışmaları desteklemeye, temel ihtiyaçlarımızı gidermeye
başladılar. Elli kadar öğrencinin
görev aldığı ve öğrenci kazısı
niteliğinde başlayan çalışmalarımız
kurumlarımızdan aldığımız destek ve
güçle 2006 yılında da devam etti.
Bu şekilde başlayan Yeşilova
Höyüğü kazı çalışmaları ilk bulgularla birlikte İzmir Kent tarihinin
başlangıcını 5 değil en az 8500 yıl
öncesine götürmüştü. Bu aşamadan
sonra Yeşilova Höyüğü yapılan
yayınlarla yurt içinde ve dışında
tanınmaya başlamıştır.
Kısa süreli kazı çalışmalarının
yeterli olmayacağı, daha uzun
süreli bir kazının gerekli olduğu
anlaşılmıştır. Bu amaçla yapılan
başvuruyla Yeşilova Höyüğü’nün
2008 yılından itibaren Bakanlar
Kurulu Kararı ile Ege Üniversitesi
ve Kültür ve Turizm Bakanlığı adına
başkanlığım altında kazılmasına karar
verilmiştir. Böylece Yeşilova Höyüğü
kentimizin geçmişin incelenebileceği
tarih öncesi döneme ilişkin bir ören
yerine dönüştürülmüştür.
Höyüğün tabakalanması
ve kültür dönemleri
Yeşilova Höyüğü günümüzde ova
seviyesinin altında kalmış, üst üste
binlerce yıl içinde yerleşilmeye devam edilmiş höyük tipi bir yerleşimdir.
Farklı alanlarda gerçekleştirilen kazı
çalışmaları sonucunda yerleşimin
boyutları kısmen saptanmıştır.
Yeşilova Höyüğü’nde yapılan
çalışmalar sonucunda üç farklı
kültürün burada en az 4-5 bin yıl
süresince yaşadığı anlaşılmıştır.
Yeşilova’nın bütünüyle alüvyon
altında kalmasıyla ovadaki yaşam
hemen yakınındaki Yassıtepe (Forum
Bornova’nın karşısı) ve İpeklikuyu
(Bornova Anadolu Lisesi) höyüklerinde devam
etmiştir. Ovanın ortasında
İzmir’in tarihinin ortaya
çıktığı, içinde Yeşilova
Höyüğü’nün yer aldığı
800 m. çapındaki bu
alan “İzmir’in Prehistorik
Yerleşim Alanı”dır.
Yeşilova Höyüğü’ne 3
farklı kültür süreci içinde
yerleşilmiştir. Buna göre
Höyük’teki ilk yerleşim
toprak yüzeyinden 4m.
derinde III.Kat (1-8. tabakalar) adı verilen tabakada
günümüzden en az 8500
yıl önce Neolitik Çağ’da
başlamıştır.
Yeşilova Höyüğü’nde
Neolitik kültür olasılıkla
doğal nedenlerle MÖ.
5800-5700 yıllarında
yerleşimi terk etmiştir.
Yaklaşık 1000 yıl sonra
alan, bu kez dışardan
HAZİRAN 2009
33
gelen yeni bir halk topluluğunun kısa
süreli yerleşimine sahne olmuştur. Kalkolitik Çağ adı verilen günümüzden
6 bin yıl önceki bu dönem, Höyüğün
II. Kültür katını oluşturur.
Kalkolitik Çağ’ın ardından yerleşim
alanı tümüyle terk edildikten sonra
Yeşilova Höyüğü’nün bir bölümünün
günümüzden 5 bin yıl önce, Erken
Tunç Çağ mezarlığı olarak kullanıldığı
anlaşılmıştır.
Manda deresi ve Gökdere’nin
neden olduğu seller bu alana
yerleşimleri engellemiş, ancak
kısa süreli de olsa aynı alan Geç
Roma –Erken Bizans döneminde,
günümüzde olduğu gibi çiftlik ve
bahçelik olarak kullanılmaya devam edilmiştir.
En alt seviyeden itibaren saptanan buluntular, yerleşimin Ege
ve Güneydoğu Avrupa kültürünün
gelişimine katkıda bulunan
topluluk tarafından kurulduğunu
göstermektedir. Kazılar sırasında
bulunan pişmiş toprak mühürler
Yeşilova Höyüğü’nde yaşayanlara
ait mülkiyet ve toplumsal organizasyonun birer sembolü
niteliğindedir.
Buluntular İzmir’e ilk yerleşen
toplulukların günlük yaşamı ve
sosyal yapısına ilişkin önemli
bilgiler kazandırmıştır. Örneğin
bu toplumun kadını ve doğadaki
bazı hayvanları kutsallaştırarak,
onların niteliklerini simgesel
eşyalar şeklinde tapınma objeleri
haline getirdiğini öğrenmekteyiz.
34
Kuşkusuz ilginç verilerden biri de
beslenmelerine ilişkindir. Yeşilova Neolitik toplumu kıyıdan ve kıyıya yakın
alanlardan midye türü çift kabuklu
ve deniz minaresi, salyangoz gibi tek
kabukluları toplayarak yemişlerdir.
Bunun dışında aynı toplum büyük
ve küçükbaş
hayvan besiciliği
yapmış olmasına
karşın, çevreden
elde ettikleri
domuz, geyik gibi
yabanıl hayvanları
avladıklarını ve
bunları yediklerini
de biliyoruz.
Yeşilova
Neolitik toplumu
yerleşik düzenin
gereği tarım da
yapmıştır. Topraklardan alınan
örnekler buğday,
mercimek ve arpa
yetiştirdiklerini göstermiştir.
Yeşilova neolitik
toplumunda işlik ve
üretim
Metalin bilinmediği bu dönemde
Yeşilova toplumunun üretimde
kullandıkları başlıca maddeler taş ve
kemik olmuştu. Kemik, yetiştirdikleri
ve avladıkları hayvanlardan kolaylıkla
elde ettikleri hammaddeydi. Hayvanların kol, bacak ve kaburga kemikleri
ile boynuzları usta ellerde şekillenerek
bir alete dönüştürülebiliyordu.
En basitinden kemiklerin ucunu
sivrilterek deri giysilerini işledikleri
deliciler yapabiliyorlardı. Deriyi
işlemede kullandıkları ve ucuna
kesici bir taş yerleştirdikleri aletin
sapı da kemiktendi. Kemik kimi
zaman kendinden daha sert olan
taşların alete dönüştürülmesine de
yardımcı oluyordu. Zira Yeşilova toplumunun üretimini yansıtan somut
bulgulardan birini çakmak taşlarının
işlendiği atölyeler oluşturur. Yakın
çevreden getirdikleri çakmaktaşı ve
daha uzak kaynaklardan getirttikleri
obsidyen, atölyelerde taş ve kemiklerin yardımıyla bir silaha, kesici ya da
delici alete dönüştürülmüştür.
Buluntular, taş alet, araç ve eşya
endüstrisinin gelişmiş olduğunu ortaya koymaktadır. Büyük çoğunlukla
çakmaktaşından yapılmış yontma taş
aletler, okucu, dilgi, kesici, kazıyıcı,
delgi gibi çeşitli tiplerdedir.
bir arkeolojik parka dönüştürmek
amacındayız. Böylece Yeşilova’da
çevresi kötü görünümden kurtarılmış,
kent kültürü için yeni bir sergileme
alanı kazandırmak istiyoruz. Bornova Belediyesi’nin desteğiyle bu
alanda yapılacak çalışmalarla, İzmir ve
Bornova’nın tarih öncesi dönemden
günümüze geçirdiği süreci, aktif olarak sergilemek temel amaçlarımızdan
biridir.
Kampüsümüzün yanındaki bu
alanı Nükleer Bilimler Enstitüsü,
Edebiyat, Ziraat, Fen ve Eğitim
Fakültelerinin farklı bilim dallarının
her zaman çalışabileceği açık bir laboratuvara dönüştürmek amacındayız.
Başta Arkeoloji bölümümüz olmak
üzere her yaşta öğrencinin eğitim
görebileceği bir arkeolojik alan
oluşturmak ve burada yapılan
çalışmaları toplumla paylaşmak istiyoruz. Bu amaçla Ege Üniversitesi, Bornova Belediyesi ve İsveç Kalmar Kent
Müzesi işbirliğini içeren “Tusenet”
projesi kapsamında aynı alanda
kuracağımız bir “Neolitik Köy” içinde
“Zamana Yolculuk” gerçekleştireceğiz.
Arkeolojik alanda, suni olarak
hazırlanan arkeolojik parkta ve
gerçeğine benzer Neolitik köyde
aşamalı olarak gerçekleştirilecek olan
tarihi yaşatarak öğreten bir proje
hazırlamaktayız. Arkeolojik alanla
bütünleştirilen bu projenin amacı,
İzmir’in tarihi önemini vurgulamak ve
tanıtımını yapabilmektir. Bunun için;
• M.Ö. 6500-6000 yıllarına ait
İzmir’in ilk yerleşimi, Yeşilova Höyüğü
kazı çalışmalarından elde edilen
bulgular yardımıyla aslına uygun
canlandırılacaktır.
• Eğitime destek vererek ve özellikle ilköğretim grubu öğrencilerinin köy
içinde gerçekleştirecekleri günlük aktivitelerle tarihi yaşayarak öğrenmesi
sağlanacaktır.
• Arkeoloji bilimi ile toplumu
buluşturma hedeflenmiştir. Böylece
toplumun
tarihi
değerlerimizi
sahiplenmesi
sağlanacaktır.
• Proje İzmir şehrinde ekonomik
kalkınmaya katkı sağlayacak ve
Bornova’yı çekim merkezi yapacak, alanı yerli ve yabancı turistler
için “yaşayan tarihi alanlar” haline
getirecektir. Böylece üniversite-belediye-eğitim kurumlarını arkeoloji
bilimi yardımıyla Yeşilova Höyüğü’nde
bir araya getirip toplumun eğitimine
katkıda bulunmayı amaçlıyoruz.
• Bu amaçla sürdürdüğümüz
çalışmalar sonucu daha şimdiden
Yeşilova Höyüğü ve çevresi “İzmir ve
Bornova’nın Tarih Öncesi Kültürünün
Sergileneceği Özel Proje Alanı”
olarak ilan edilmiş, tarihi, toplum için
“yaşayan” bir kavram haline getirmek
ve şehirdeki vatandaşlar arasında
tarihi alanlara karşı bağlılık ve anlayış
geliştirmek için önemli bir adım
atılmıştır.
(www.yesilova.ege.edu.tr)
Gelecekte Yeşilova
Höyüğü
Yeni dönem kazılarıyla Yeşilova
Höyüğü’nü ve kazı bulgularını
çağdaş bir anlayışla tanıtıp sergileyebileceğimiz, toplumun farklı kesimlerini eğitip bilgilendirebileceğimiz
Ege Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Arkeoloji Bölümü
ve Bornova Belediyesi’nin ortak olarak çalışmalarını
yürüttüğü “Zamana Yolculuk” projesi Yeşilova Höyüğü
kazısında başladı. İzmir’in tarihini 8 bin 500 yıl öncesine götüren höyükte ilköğretim öğrencileri tarihi
yaşayarak öğrendiler. Proje kapsamında ilk olarak
Işıkkent Eğitim kampusü 6. sınıf öğrencileri höyüğe
geldi. Proje yürütücüsü Yrd. Doç. Dr. Zafer Derin,
yapılan çalışmalar hakkında bilgi vererek, “Amacımız,
İzmir’in ilk kuruluş yerini ilköğretim düzeyinde
öğrencilere görsel özellikleri de katarak anlatabilmek,
dahası o ortamı yaşamalarını sağlamak. Bugün
projemizin ilk deneysel adımlarını atıyoruz ve gördük
ki doğru yoldayız. Asıl uygulamamız yaz aylarında.
İzmir’deki tüm ilköğretim altıncı sınıf öğrencilerine
yönelik olacak” dedi.
Öğrenciler kazı çalışmalarından sonra üzerlerine deri
giysileri giyip günümüzden 8 bin 500 yıl öncesini
yaşamaya başladılar. Taşların üzerinde öğüttükleri
buğdaydan ekmeklerini ve yemeklerini hazırladılar.
Günlük yaşam içinde en çok heyacan duyarak
yaptıkları işlerden biri taşlarla kesici, bıçak, orak gibi
aletler yapıp , buğdayları biçmek için kullanmaları,
kilden takılar yapıp onları pişirmeleriydi. Neolitik
yaşam sembolik bir av töreni ile son buldu.
HAZİRAN 2009
35
Futbolla ilgilendiğini söyledin, peki
masa tenisi dışında başka bir sporla
ilgilendin mi?
Masa tenisine başladıktan sonra
ilgilenmedim. Ama ilkokul birinci sınıftayken bir sene kadar tenis
oynamıştım. Onun dışında başka
sporla ilgilenmedim.
Engelli sporcu sayısının artması,
ailelerin ikna edilmesine bağlı
Ç
in’in başkenti Pekin’de
düzenlenen 2008 Paralimpik Oyunları’nda masa
tenisinde bronz madalya kazandı.
2003 yılından bu yana Bedensel
Engelliler Federasyonu’nun
branşla-rından biri olan masa tenisi
milli takımında oynuyor. 2003 yılında
Avrupa 3’üncülüğü, 2004 Atina Paralimpik Oyunları’nda 5’inciliği, 2006
Dünya Şampiyonası’nda 4’üncülüğü,
2007 yılında Slovenya’da yapılan
Avrupa Şampiyonası’nda 1’inciliği
ve pek çok açık turnuvada 1’inciliği
bulunuyor. Aynı zamanda engelli olmayan sporcuların da yarıştığı Türkiye
Süper Ligi’nde Eskişehir Çağfen Spor
36
Kulübü’nün bir oyuncusu.
Tüm bu başarıların sahibi bir Egeli
-Neslihan Kavas-. Doğuştan kalça
çıkığı olmasına rağmen masa tenisi
ile profesyonel olarak ilgilenen ve çok
sayıda başarı yakalayan Ege Üniversitesi Gıda Mühendisliği Bölümü son
sınıf öğrencisi Neslihan ile başarılarını
ve engellilerin yaşama katılımını
konuştuk.
Bu kadar küçük yaşta masa tenisine
ilgin nasıl oluştu?
Masa tenisine başlamam ailemin
beni elimden tutup spor salonuna götürmesiyle başlamadı.
DSİ lojmanlarında oturuyorduk.
Engelli bir sporcu olarak bir spor dalı
ile ilgilenmenin zor yanları neler?
Ben en azından merdiven
çıkabiliyorum. Diğer tekerlekli
sandalyedeki arkadaşlarımıza göre
durumum daha iyi. Ama bir gözlemci
olarak diğerlerinden bahsedecek
olursam, örneğin engellilerin bırakın
spor yapmalarını, dışarı çıkmaları bile
çok zor. Öncelikle ailelerin eğitim
düzeyi önemli tabii. Çocuğunu evden
dışarı çıkarmak istemeyen, bedendeki
engelin bir utanç kaynağı olduğunu
düşünen bir çok ailemiz var. Tabii bu
durum toplumun bakış açısından
da kaynaklanıyor. Aile çocuğunu
dışarı çıkarma aşamasını geçerse, bu
sefer de dışarıdaki şartlar zorluyor.
Örneğin, tekerlekli sandalye kullananlar için kaldırımlar başta olmak üzere
çok sayıda engel var. Tamam kaldırımı
da geçtim, bu sefer spor salonuna
geliyor çocuk. Spor yapmaya kadar
gidiyor. Ancak spor salonundaki fiziki
şartlar uygun mu? Salonun lavabosu,
girişi uygun mu? Bir çok engel var
anlayacağınız. Yani öncelikle ailelerin
ikna edilmesi ve bu engellerin de
ortadan kaldırılması gerekiyor.
Genç nüfusa sahip olan bir ülke
olmamıza rağmen Türkiye’nin olimpiyat oyunlarında fazla madalya
alamamasını neye bağlıyorsun?
Doğru sporcu seçiminin
yapılmadığını düşünüyorum. Kimse
çocukluktan itibaren bizi spora
yönlendirmiyor. Herkesin profesyonel
anlamda olmasa da yapabileceği bir
spor branşı olduğunu düşünüyorum
ancak yeteneklerimiz bize fark ettirilemiyor.
En basitinden beden eğitimi derslerinde herkese ‘takla nasıl atılır’ öğretilir,
bunun yerine her öğrenciye yönelik
hangi spora yatkınlığı olduğunu
ölçen ve değerlendiren
testler uygulanabilir.
Bir de anneler, babalar çocuklarını
yaz okullarına götürüyorlar. Ama
çocuğa sormadan böyle bir karar
alıyorlar. Veya çocuğa sorsalar bile
belki çocuğun o spor dalında bir kabiliyeti yok. Yani çocuğun yetenekleri
doğrultusunda bir spor dalı seçilemiyor. Başlıca sorun bu bence.
“Olimpiyat hazırlıkları
dört yıla yayılmalı”
Daha sonra devletin spora bakış
açısına bakarsak. Örneğin 2008 olimpiyat oyunlarında bir sene öncesinde
hazırlıklara başlandı. Aslında bu
süreç dört sene. İki olimpiyat oyunu
arasında 4 sene var. Çalışma ortamı
ve programı 4 seneye yayılmıyor. O
yüzden beklenen sayıda madalyayı
da göremiyoruz.
Yani disiplinli bir çalışmanın olmaması
ve küçük yaştaki çocukların yeteneklerinin fark edilmemesi sorunu var.
Özellikle küçük yaştaki çocukların
yetenekleri-nin belirlenmesinde
devletin daha etkin bir rol oynaması
gerekiyor.
Üniversitemizin masa tenisi
takımındasın, son aldığınız
başarılardan bahseder misin?
Milli takım ve kendi kulübüm dışında
her sene düzenlenen Üniversiteler
Türkiye Şampiyonası’na da Ege
Üniversitesi adına katılıyorum. Bu
yıl Amasya’da yapılan Üniversiteler
Türkiye Şampiyonası’nda takım
olarak ikinci olduk. Finalde Anadolu Üniversitesi’ne 3-1 yenildik.
Ferdilerde ise birinci oldum ve takım
arkadaşım Gülin ve Şahika üçüncü
ve dördüncü oldular. Bu benim için
bir nevi jübile oldu. Son sınıftayım ve
bu sene okulum biterse önümüzdeki
yıllarda üniversite takımında yer
alamayacağım.
Antrenman programın nedir? Haftada kaç gün antrenman yapıyorsun?
Derslerin yoğunluğuna, ders
programına bağlı olarak haftada
en az iki gün antrenmana gitmeye
çalışıyorum. Bir de DSİ’de yapıyorum
antrenmanlarımı, mesela benim hafta
sonu boş zamanım olsa bile onların
antrenmanları olmayabiliyor. Hem
ona bağlı hem de derslere bağlı. O
yüzden değişebiliyor. Yazın daha fazla
oluyor tabii. Kamplarla birlikte tempo
artabiliyor.
Peki yurtdışındaki rakiplerinle aynı
koşullarda mı çalışıyorsun?
Diğer ülkelerde olimpiyatlara hazırlanmak isteyenlere daha fazla imkan
sağlandığını söyleyebilirim. Mesela
Almanya’dan tanıdığım öğrenci veya
bir işte çalışan oyuncu arkadaşlarım
var. Bir yıl okulu ya da işlerini donduruyorlar. En azından devlet böyle
bir hak veriyor. Buradaysa ben hem
Arkadaşlarla DSİ’nin futbol sahasında
futbol oynuyordum ve tek kız
çocuğu da bendim. Sonra DSİ’nin
antrenörü Ziya Hoca futbol oynarken
beni farketmiş ve uzun süre izlemiş.
Maçtan sonra beni yanına çağırdı
ve ‘masa tenisine başlamak ister
misin’ diye sordu. Ben de şaşırdım.
Küçüğüm, daha o zamanlar ilkokula
gidiyorum. ‘İstiyorsan gel bak burada
başka arkadaşların da var. Oynamak
istersen yarın gel çalışmaları izlersin’
dedi. ’İstersen devam edersin istersen
gelmezsin’ diye teklifte bulundu. Ben
de ‘peki’ dedim. Ertesi gün de gittim.
İşte o gün bugündür de bırakmadım
elimden raketi.
HAZİRAN 2009
37
ayağına gelecek sporcuyu beklemektense, onlar engelli arkadaşların
ayağına kadar gidiyorlar. Bu başlangıç
ile şu an dünyanın en genç bedensel engelli masa tenisi takımı
Türkiye’nindir. Bunun yanı sıra bence
Türkiye’de böyle bir okulun varlığı da
tartışılmalı. Neden “Ortopedik Engelliler Okulu”! Neden bu okulda okuyan
çocuklar bedensel engeli bulunmayan çocuklarla bir arada okuyamıyor?
okuluma devam ediyorum hem de
antrenmanlarıma devam etmeye
çalışıyorum. Ancak yaz döneminde
üç ay yoğun ve sürekli antrenman
yapabiliyoruz. O yüzden imkanların
yetersiz olduğunu düşünüyorum.
Eğitim ile bir sporu profesyonel olarak sürdürmenin zorlukları neler?
Kimi zaman sosyal yaşantınızdan,
kimi zaman aile yaşantınızdan ödün
vermek zorunda kalabiliyorsunuz.
Havaalanlarında ders çalıştığımı
biliyorum. O yüzden biraz da kişinin
kendisine kalmış. Yani istenirse bu
zorluklar da aşılabiliyor tabii.
Pek çok müsabakadan derece ile
ayrıldın. Çin’de de dünya üçüncüsü
oldun. Bu başarıyı nasıl yakaladın
ve engelli sporculara söylemek
istediğin bir şey var mı?
Dediğim gibi istemek, özveri,
doğru kişilerle ve doğru yöntemlerle çalışmak...Aslında hepsinden
önemlisi engeli düşüncelerinizde
ve kalbinizde yaşamamanız. Sadece
engelli sporculardan değil de tüm
engelli arkadaşlarımdan dileğim evlerinden çıkıp topluma karışmaları ve
kendilerini engelletmemeleri. Bunun
gerçekleşmesi bir başarıdan daha
önemli.
Paralimpik oyunlarından bahseder
misin?
Bedensel engelliler masa tenisi
branşından biraz bahsedeyim
isterseniz. Öncelikle tekerlekli sandalye ve ayakta olmak üzere 2’ye
38
ayrılıyor. Müsabakalarda ayaktakiler
ve tekerlekli sandalyedekiler ayrı
yarışıyor. Bu ayrımdan sonra engelin
derecelendirilmesi yapılıyor. Görevli
fizyoterapist ve doktorlar eşliğinde
klasifikasyon yapılıyor. Tekerlekli
sandalyedeki oyuncular 1’den 5’e
kadar (1’den 5’e doğru engel düzeyi
azalıyor, yani yapabilirlik artıyor),
ayaktaki oyuncular ise 6’dan 10’a
kadar (yine sayı arttıkça engel düzeyi
azalıyor) sınıflandırılıyor. Benim
oynadığım engel grubu 9. klas.
Dünyanın en genç engelli
masa tenisi takımı
Türkiye’den
2008 Paralimpik Oyunları’na
Türkiye’den 16 sporcu ile
katıldık; 8 bayan 8 erkek.
Masa tenisi branşında bir
tek ben katıldım. İlerleyen
dönemde daha fazla sporcu
ile katılmayı hedefli-yoruz.
Bu yönde de alt yapı
çalışmaları gerçekten
çok iyi gidiyor. Ankara’da
bulunan Doğan Çağlar
Ortopedik Engelliler
Okulu’ndaki öğrencilerin
çoğunluğunu
oluşturduğu bir takımla
çalışılıyor. Başta da
belirttiğim gibi doğru
sporcu seçimi önemli ve
bu yüzden milli takım
antrenörlerimiz de durup
Olimpiyatlardaki izlenimlerin neler?
Çin’deki organizasyon çok güzeldi.
Kapanışta 2012 Londra Olimpiyatları
organizasyon komitesinin
başındaki insan bile ‘Biz bu kadarını
yapamayız’ dedi. İnsan gücünü çok
iyi kullanmışlardı. Her yerde gönüllüler vardı. Öğrenci ve gençlerin yanı
sıra ülkede zengin kesim, iş adamları
bile gönüllü olmuştu. Zengin bir iş
adamını şoför olarak görebiliyordunuz. Çok etkilendik.
Resim 1
Sanatçının Otoportresi,
karton üzerine pastel,
34,8x25,5 cm.
The Art Museum,
Princeton University.
O
smanlı İmparatorluğu, yüzyıllar boyunca Batı dünyasının gözündeki gizemli
çekiciliğini korumuş, sayısız gezgin
ve sanatçı için zengin bir kaynak, adeta bir masal
dünyası oluşturmuştur. Avrupalı sanatçılar, kendilerine tamamen yabancı buldukları Doğulu’nun
yani “öteki”nin yaşamını aksettiren giyim ve
dekorasyon eşyalarına özellikle önem vermişler,
yeni konular ve modeller keşfetmek için Doğu’ya
yönelmişlerdir. Osmanlı İmparatorluğu, Batılı’nın
gözünde Doğu’nun daha kolay ulaşılabilen yüzünü
oluştururken, Osmanlı figürü ise genel anlamda
Doğu imgesini ve İslam dünyasını kişileştirmiştir.
Bu figür, sarığı, kaftanı ve sert ifadesi ile bir
yandan korku ve tehdit uyandırırken, diğer yandan
bütünüyle yabancı bir kültüre duyulan merak ve
ilgiyi de yansıtmaktadır.
Batılı’nın “Doğu düşlemi” 19. yüzyılda en
güçlü dışavurumunu yaşarken, çarpıcı tarihsel
gelişmeler de bu eğilimin belirginlik kazanmasına
katkıda bulunmuştur. 19. yüzyıl boyunca Avrupa
dış politikasında önemi giderek artan Doğu, konu
arayışı içinde olan Avrupalı sanatçılar için de eşi
bulunmaz bir kaynak, özgün bir renk ve biçim
dünyası oluşturmuş, birçok sanatçı, yaşadığı toplumun tekdüzeliğinden ve kurallarından kaçarak bir
maceraya atılmıştır.
19. yüzyılda bir bilim dalı olarak gelişen
Oryantalizm’e ilk başlarda Doğu insanının din,
dil, kültür ve tarih açısından incelenmesi anlamı
yüklenmişse de, yüzyılın ortalarına doğru
Doğu’yu konu alan bir resim türünü ifade etmeye
başlamıştır. Üslup olarak farklılıklar gösteren Or-
yantalist sanatçıların ortak özellikleri, ele aldıkları
konulardır. 19. yüzyılda çeşitli yollarla Doğu’ya
seyahat etme olanağı bulmuş sanatçıların çokluğu
dikkati çeker. Bu geziler, dönemin sanat ortamına
önemli bir canlılık kazandırmış, hatta Doğuya hiç
gitmemiş sanatçılar dahi, giden kişilerin gravür
ve notlarından, anlatımlarından yararlanarak,
kimi zaman da kafalarındaki Doğu imgesini açığa
çıkaran hayal ürünü resimler yaparak Oryantalizm
rüzgârına kapılmışlardır.
Bu sanatçılardan biri de
“Doğunun Kâşifi” olarak adlandırılan
Fransız ressam Alexandre Gabriel
Decamps’dır (1803–1860) (Res. 1).
19. yüzyılın ilk yarısının en başarılı
ve ünlü sanatçılarından biri olan
Decamps, Oryantalist okulun önde
gelen isimlerinden biridir.
Decamps, 3 Mart 1803’te,
Paris’te varlıklı bir ailenin çocuğu
olarak dünyaya gelir. 1813-1816
yıllarında kırsal yaşamı tanıması
amacı ile Picardy’ye gönderilen
küçük Alexandre Gabriel, burada
yaşamı boyunca onu etkileyecek olan bir açık
hava sevgisi kazanmıştır. Paris’e döndüğünde,
mimari konulu sahneler betimleyen yerel ressam Etienne Bouhot ile çalışan Decamps, daha
sonra Neoklasik ressam Jacques Louis David’in
öğrencisi olan Abel de Pujol ile de 1818-1819’da
birlikte çalışmış ancak çok geçmeden akademik
düzenin tekdüzeliğinden sıkılarak geleneksel resim
tekniklerinde tam olarak ustalaşmadan ayrılmıştır.
Ingres hayranı olan, Murillo ve Rembrandt’ı
takdir eden Decamps’ın, 1822-1823 yıllarında
L’Album dergisi için taşbaskılar ve Restorasyon
Dönemi’nin politikalarını eleştiren karikatürler
yaptığı görülür. 1824’te Delacroix ile tanışan ve
sonraki birkaç yılını bir yandan resim çalışmalarına
Resim 2
Çubuk İçen Türk Kadın,
kâğıt üzerine suluboya ve guaj,
14,8x10,6 cm.
Sterling and Francine Clark Art Institute,
Massachusetts.
HAZİRAN 2009
39
Resim 3
İzmir - Manisa Yolunda Türk Muhafızlar,
1833,
tuval üzerine yağlıboya,
91x155 cm.
Musée Condé, Chantilly.
diğer yandan da İsviçre ve Güney Fransa gezilerine
harcayan Decamps için 1827, mesleki kariyeri
açısından önemli bir yıl olmuştur. Bu tarihte ressam, iki çalışması ile ilk kez Salon’da yer almıştır.
Bunlardan biri olan Yeniçeri (Wallace Collection,
Londra) ressamın Yakın Doğu gezisinden önceye
tarihlenir. 1828 yılı ise Decamps için bir dönüm
noktası olmuş, kendisine Doğu’nun kapılarını
açacak bir fırsat yakalamıştır. 1827 yılında Osmanlı
ve Mısır donanmalarının, İngiliz, Fransız ve Rus
donanmaları karşısında yenilgiye uğradığı Navarin
Savaşı’nın anısına yapılacak olan bir tabloda,
deniz ressamı Ambroise Louis Garneray ile birlikte
çalışmak üzere görevlendirilen Decamps, bir süre
sonra bu görevden ayrılarak rotasını Yunanistan’dan
Anadolu’ya çevirmiş ve bu yolculuk sırasında Kuzey
Afrika’yı da ziyaret etmiştir.
1828 yılı Şubat ayında İzmir’de (Smyrna) bir
atölye kuran ressam, bir daha Doğu’ya hiç gitmemesine rağmen, yapmış olduğu bu tek geziye ait
izlenimlerini uzun meslek yaşamı boyunca tekrar
tekrar kullanmıştır. Ertesi yıl Paris’e döndüğünde
Türkiye’deki günlük yaşamı anlatan bir litografi
albümü yayımlayan Decamps, dikkatleri 1832
Salonu’nda, aralarında Türk Devriyesi (1831,
Wallace Collection, Londra.) adlı çalışmanın da
sergilendiği yedi eserle çekmiştir. Bu resimlerin
bir bölümünde Türk askerlerini, Türk çocuklarının
yer aldığı canlı sahneleri, loş dükkânları içindeki
tüccarları, geri kalan bölümünde ise manzaralar ile
Kutsal Kitap öykülerini ele almıştır.
Eleştirmenler tarafından döneminin büyük
sanatçılarından biri olarak kabul edilen ve
meslektaşlarının saygı ve beğenisini kazanmış
olan Decamps, 1855’te düzenlenen Exposition
Universelle’e retrospektif bir sergi ile katılmak
üzere davet edilen bir kaç sanatçıdan biridir.
Bozulan sağlığı nedeniyle çekildiği Fontainebleau
ormanında, erken konularını yineleyerek zaman
geçirmiş ve 1860’da attan düşmesinin ardından
rahatsızlanarak yaşamını yitirmiştir. Sanatçının geç
tarihli eserlerinin büyük bir bölümü, 1871 Paris
Komünü sırasında dul eşinin oturduğu evin tahrip
edilmesi nedeniyle kaybolmuştur. Decamps’ın
40
sanat yaşamında en önemli desteği Duc d’Aumale
(Henry d’Orléans; koleksiyonu bugün Musée Condé,
Chantilly’dedir.) ve IV. Marquess of Hertford Richard
(koleksiyonu bugün Londra’da bulunan Wallace
Collection’ın çekirdeğini oluşturmuştur) idi.
Decamps’ın sanat yaşamı boyunca üslubunda önemli bir değişim meydana gelmemesi, eserlerinin tarihlendirilmesinde güçlüklere
neden olmuştur. 19. yüzyıl ortalarında Fransız
resmine egemen olan Realizm’e de ilgi göstermeyen ressamın, kendini tekrarladığını düşünen
hayranları ona duydukları ilgiyi yitirmişlerdir.
Decamps’ın yaşadığı dönemdeki popülerliği bugün
ne yazık ki yoktur ve Romantik dönemi inceleyen
bilim adamları tarafından çoğu kez atlanmış bir
sanatçıdır.
Gerçekçiliği ve günlük sahnelerdeki yalınlığı
ile ilgi çeken Decamps’ın üslubunda asıl ağır basan
taraf, ışık oyunlarında gösterdiği ustalıktır. Sanatçı,
karakteristik üslubunda ağır bir impasto tekniği
kullanmış, hayranı olduğu Rembrandt tarzı koyu
kahverengilerle parlak ışığı birlikte ele almıştır.
Decamps’ın Doğu yorumunda, zengin kahve tonları
ile siyahlar, fildişi ve beyazlarla güçlü bir karşıtlık
oluşturur. Doğu’nun sıcak iklimi, kendini gizlemeyen yakıcı güneşi ve cıvıl cıvıl hareketli yaşamı
Decamps’ın ışık oyunları için bulunmaz bir ortam
oluşturmuştur.
Decamps’ın Doğu konulu resimlerinin onun
başarısının özünü oluşturduğu düşüncesini taşıyan
Théophile Gautier ise, ışığı kullanımı ile ilgili
olarak şu yorumu yapmaktadır: “…Decamps, bir
ayırım yapmadan güneş gibi her şeyi yaldızlıyor,
parlatıyor… bir insanın yüzü, bir maymunun
burnu ya da bir atın sağrısı… O dokunduğu her
şeyin canlanacağını çok iyi biliyor…”. Oryantal
resimler Gautier’ye göre, henüz bozulmamış
büyülü ve yabansı bir dünyayı bozulmadan önce
ölümsüzleştirme gayretindedir. Gautier, bu
konuda şöyle der: “…Sanatçılar, yakında bizim
düz ve çirkin medeniyetimizin önünde bu pitoresk
barbarlığın kaybolacağını önsezerek portreleri
arttırma isteği ile gayret gösteriyorlar. Yirmi yıl
içinde, atalarının hangi kostümleri taşıdığını
öğrenmek isteyecek Türkler, bunları Decamps’ın
tablolarında bulacaklar.”
Decamps’ın Çubuk İçen Türk Kadın (Res. 2)
adlı çalışması da bunlardan biridir ve büyük bir
Resim 4 - Türk Okulu’nda Ders Çıkışı, 1836, tuval üzerine yağlıboya, 66x89 cm. Musée du Louvre, Paris.
olasılıkla İzmir dönemine ya da burada edindiği
bizzat Türkiye’de yaşadığından, Doğu resimlerinde
doğal halleriyle göstermiştir. Bir Türk Okulu’nda
izlenimleri kullanarak oluşturduğu daha geç bir ta- Ders Çıkışı (Res. 4) adlı çalışmasında, ders
onun yalnızca orijinal renklendirme tekniği değil,
rihe aittir. Resimde, sedirde oturmuş çubuk içmekte bitiminde coşku ve aceleyle adeta birbirlerini
gerçeğin ifade edilmesi de beni etkiledi……Ben
olan genç bir kadın betimlenmiştir. Bu çalışmanın,
sanatta bir doğaüstücüyüm. Sanatçının, modellerezercesine çıkmaya çalışan Türk çocukları görülür.
gerek kompozisyon gerekse renk açısından
inin tamamını doğadan bulamayacağına inanırım,
Kapıdan dışarı taşan çocuk kalabalığının ardında
neredeyse kopyası olan bir diğer örnek ise Musée
daha doğrusu en önemli modelleri onun ruhunda
karanlığın içinde duran beyaz sakallı hoca dikkati
du Louvre, Département des Arts Graphiques’de
açığa çıkar…”
çeker. Decamps’ın üslubunda dikkati çeken ve
bulunmaktadır.
Bu dönemde Avrupa’nın
Burada görülen
Doğu’ya bakışı çoğu zaman
model, 19. yüzyılda
güçlü bir taraf tutmanın
İzmir’e gelen bir gezginin
ve sömürgeci emelanlatımlarındaki Rum
lerin etkisinde kalmış ve
kadınların giysilerini akla
çoğu zaman güçlü önyargılar
getirir: “…İzmir’de Rum
taşımıştır. Bu önyargıları ve
kadınların, ‘taktiko’ diye
taraflı bakış açısını yansıtan
adlandırılan başlıkları,
Oryantalist çalışmalarla
pek çok Avrupalı
karşılaştırdığımızda, Türk
kadın tarafından da
toplumu içinde belirli bir süre
benimsenmiştir. Başlık,
yaşamış olan Decamps’ın, bu
esasında al renkli yuvarlak
etkiyle mi, yoksa kendi bakış
bir keptir ve başta bunun
açısından kaynaklanan bir
üzerine iki defa sarılmış
farklılıkla mı bilinmez; eserbir saç örgüsüyle durur.
lerinde tüm bu önyargılardan
Örgüler arasından da
ve taraf belirtme kaygısından
başlığın al rengi kendini
uzak durduğu görülür.
gösterir. Başlığın arkası
Özetle, Alexandre Gabriel
altınla işlenmiş kartal,
Decamps, kısa süreli de olsa
Resim 5 - Kaplumbağa İle Oynayan Türk Çocuklar, 1836, tuval üzerine yağlıboya, 72x91 cm. Musée Condé, Chantilly.
yıldız ya da başka bir
içinde yaşadığı bu toplumun
desenle süslenmiştir.
yaşamını sıcak dokunuşlarla
Bu başlığın ortasından ipekten mor bir püskül
ele almış, eserlerinde Doğu’ya, yani “öteki”ne daha
eleştirmenler tarafından olumlu yorumlara neden
sarkıtılır. Bu püskül bazılarında gümüştendir ve
içten, daha sıcak bir bakışla yaklaşmıştır.
olan ışık ve gölge kullanımı burada da kendini
epey değerlidir. Altından yapılmış olanları ise çok
gösterir. Yapının açık renkli cephesinden yansıyan
çok pahalıdır. Göğüs kısmı açık, dar kollu, mor
güçlü ışık, sahnenin sol tarafındaki yüksek
işlemeli ceket de hem Rum hem de Frenk kadınları
avlu duvarının gölgesi ile belirgin bir karşıtlık
tarafından çok giyilmektedir. Özellikle dışarıdan
oluşturmaktadır.
gelen bir Avrupalı gözü için bu kıyafetin çok yeni ve
Decamps’ın Türk çocuklarına yer verdiği bir
l Baudelaire, Charles, The Mirror of Art Critical Studies,
Trans. and ed. Jonathan Mayne, Phaidon, New York 1955.
ilginç bir görünümü olduğu söylenebilir…” (Francis diğer çalışma ise Kaplumbağa ile Oynayan Türk
l Beyru, Rauf, 19. Yüzyılda İzmir’de Yaşam, Literatür,
Hervé, A Residence in Greece and Turkey, London
Çocuklar’dır (Res. 5). Samimi bir doğallık ve canlılık
İstanbul 2000.
1837, Vol. II, s. 17) .
taşıyan sahnede, ressamın imzası ve resmin yapılış
l Cass, David B. – Floss, Michael M., Alexandre Gabriel
Decamps’ın genç modeli de kırmızı renkli
tarihi de yer almaktadır. Sevimli yüzleri ve farklı
Decamps, Exhibition Catalogue (March 2-April 29, 1984),
Sterling and Francine Clark Art Institute, Massachusetts
yuvarlak başlığı, bu başlığın ortasından sarkan mor duruşları ile çocuklar asıl konuyu oluştururken,
1984.
püskülü ve önden açık mor ceketi ile gezginlerin
sahnenin sol ön planında yer alan rengarenk çiçekli
l Gaunt, William, Victorian Olympus, Oxford University
tanımladıkları Rum ve Frenk kadınlarının giysilesepet ve fonu oluşturan doğa manzarası sahneye
Press, New York 1952.
rine büyük ölçüde uymaktadır. İzmirli kadınların
pitoresk bir anlatım kazandırır.
l Germaner, Semra – Zeynep İnankur, Oryantalizm ve
Türkiye, Türk Kültürüne Hizmet Vakfı Yayınları, İstanbul
güzellik ve zarafetine pek çok gezgin tarafından
Decamps’ın meslek yaşamı
1989.
değinildiği, ancak Türk kadınlarının ev dışında daha değerlendirildiğinde, Oryantalist temalı
l Germaner, Semra – Zeynep İnankur, Oryantalistlerin
kapalı giyinmeleri nedeniyle bu anlatımların büyük çalışmalarının kariyerinin önemli bir bölümünü
İstanbulu, Türkiye İş Bankası Yayınları, İstanbul 2002.
bölümünde gayrimüslim ve Levanten kadınlardan
oluşturduğu ve onu, döneminin en önemli
Hentch, Thierry, Hayali Doğu: Batı’nın Akdenizli Doğu’ya
Politik Bakışı, çev. A. Bora, Metis, İstanbul 1996.
söz edildiği görülür.
sanatçıları arasına yerleştirdiği görülür.
l Kabbani, Rana, Avrupa’nın Doğu İmajı, Bağlam,
Doğu’nun kâşifi olarak adlandırılan Alexandre
Decamps’ın yarattığı Doğu, dar sokaklardaki
İstanbul 1993.
Gabriel Decamps, Doğu’yu ele alırken benzer
küçük dükkânlarda, oyun oynayan çocukların
l Lemaires, Gérard-Georges, The Orient in the Western
konuları ele alan çağdaşlarından farklı olarak
hareketli doğallığında, çubuk içenlerin savurduğu
Art, Könemann, Cologne 2001.
l Lewis, Toni – Macmaster, Neil, “Orientalism: From
yalnızca doğa manzaraları, ya da Doğu’yu çekici
dumanda, hareketsiz, durgun manzaralarda
Unveiling to Hyperveiling”, Journal of European Studies,
kılan başlıca unsurlardan biri olan Harem sahnelekendini göstermiştir. Onun Oryantalist çalışmaları,
Vol. 28, 1-2, March 1998, s. 121-135.
rine ağırlık vermemiş, bunun yerine günlük
çağdaşı olan Alman şair Heinrich Heine tarafından
l Miller, Peter Benson, “By the Sword and the Plow:
yaşamın yerel tatlarını taşıyan, canlı sahneler
da yorumlanmıştır. Heine’ye göre Decamps, resim
Theodore Chasseriau’s Cour Des Comptes Murals and Algeria”, The Art Bulletin, Vol. 86, Issue. 4, 2004, s. 69–80.
yaratmıştır. İzmir Manisa Yolunda Türk Muhafızlar
yaparken doğayı taklit etmek yerine figürlerini
l Novotny, Fritz, Painting and Sculpture in Europe 1780(Res. 3) bu çalışmalardan biridir.
kendi iç düşlemi ile uyumlu olarak yansıtmaktadır.
1880, Penguin, Baltimore 1960.
Decamps, bazı resimlerinde Türk çocuklarına
Heine, sanatçının Oryantalist çalışmaları hakkında
özellikle yer vermiş, onları hemen her zaman en
özetle şu değerlendirmeyi yapar: “…Decamps
HAZİRAN 2009
41
E
ge Üniversitesi’nde 10 yılı
aşkın süredir çalışmalarda
bulunan Organ Nakli
Koordinatörlüğü konusunda
Türkiye’nin en önemli merkezlerinden biri. Organ nakli ve
bağışı alanında gösterdiği
öncü çalışmalara ilave olarak,
Ege Üniversitesi bir ilke daha
imza atmak ve kordinatörlük bünye-sinde bir öğrenci
topluluğu oluşturmak üzere
geçtiğimiz yıllarda çalışmalara
başladı. Organ bağışı konusunda
bilinçlendirme çalışmalarını daha
yaygın hale getirebilmek için, gönüllülerle ortak çalışarak bir topluluk
oluşturuldu. Ocak ayı sonunda
kurulan Organ Bağışı Topluluğu
Başkanı Mert Alyanak ile bu konudaki
çabalarını ve çalışmalarını konuştuk.
Topluluğunuz yeni kuruldu. Böyle bir
topluluk oluşturma fikri nasıl ortaya
çıktı?
Ocak 2009’da topluluğumuzu
kurduk. Ablam Şükriye Alyanak, Ege
Üniversitesi Organ Nakli Bölümü’nün
Koordinatörü olması nedeniyle organ
bağışıyla ilgili bilgilerim vardı. Bundan
önce, 2006 yılında da bu konuyla ilgili
geniş kapsamlı bir proje yapılmıştı ve
Ege Üniversitesi, sadece öğrencilerin
bağışları ile
rekor kırmıştı.
Yine aynı
sene, 3 tane
kadavra
42
bağışlanmıştı. O süreçten sonra böyle
bir topluluk oluşturulacaktı ancak
olamadı. 2008 Kasım’ında ilk adımı
attık, tüzüğü hazırladık, Organ Nakil
Koordinatörlüğü’nün de yardımları
sayesinde topluluğumuzu kurduk.
Organ bağışı hakkında bilgi verir
misiniz?
Çoğu insan, aslında ölümden
korktuğu için organ bağışlama konusunda geri adım atıyor. Gerçek anlamda organ bağışlayabilmeniz için, çok
komplike bir şekilde ve hastanede
ölmeniz lazım. Yoksa hiçbir organınızı
alamıyorlar. Kendi alanında uzman
hocalardan oluşan bir heyetin gelip
beyin ölümünüzün gerçekleştiğini
teyit etmesi gerekiyor. Bu
aşamadan sonra koordinatörlük etabı geliyor.
Bu da çok kısıtlı bir süre.
Çünkü organlarınızın
alınıp yeni bir vücuda
nakledilebilmesi için
yaklaşık 48 saat süreniz
var. O süre zarfında vefat
eden kişinin ailesiyle
konuşuluyor. Şunu da
belirtmek istiyorum: yaşarken organ
bağışında bulunmuş olsa da, cebinden organ bağışı kartı çıkmış dahi
olsa, ölen kişinin organları doğrudan
alınamıyor. Ailesinin organların
bağışlanmasına onay vermesi
gerekiyor. Ailesinin onayı olmazsa
bağış gerçekleşemiyor. Onay
süreci tamamlandıktan sonra,
organın nakledileceği uygun
kişiler bulunuyor. Bunun için
belli kriterler var ve bu kriterler
için de ayrı bir ekip var. Zaten bu
süreç sonunda yaklaşık 24 saat gibi
bir süre kalıyor. Bu sürede de organ
uygun kişiye naklediliyor. Ayrıca Ege
Üniversitesi Hastanesi’nde vefat eden
ve organlarını bağışlayan kişinin
ailesine küçük bir hediye olarak,
kişinin gömülene kadarki masraflar
karşılanıyor.
Peki insanlar neden organlarını
bağışlasınlar?
Şöyle diyorum: ‘neden bağışlamasınlar ki!’ Sonuçta beden toprak olacak,
o kadar çok organ bekleyen insan
var ki… Bu kadar insanın böyle bir
nedenden hayatını kaybetmesini
istemiyorum ve inanıyorum ki organ
bekleyen hastaları görseler, bu konudaki önyargıları ortadan kalkacak.
Sizce insanlar neden organlarını
bağışlamaktan çekiniyor?
Ölümden korkuyorlar. Organ bağışı
konusu, herkese kendi sonunu
düşündürüyor. Ayrıca dini inanç ve
tabular büyük bir engel teşkil ediyor.
Halbuki Kuran-ı Kerim’de Maide Suresi 32. ayette diyor ki: ‘Kim ki bir kişinin
hayatını kurtardıysa, tüm insanlığın
hayatını kurtarmış olur’. Aslında
bu ayet organ bağışını dini açıdan
da olumlar nitelik taşıyor. Organ
bağışının güzel yanı da bu zaten. Bir
hayat biterken, başka bir, hatta daha
çok insanın yaşamını kurtarmak.
Sürekli organ mafyası hikayeleri
başına gelmeden, kendisi yaşamadan
Dışarıdaki etabımıza gelince, o geduyuyoruz, Ağızdan ağıza aktarılan
anlamıyor çaresizliğin ne demek
lecek seneki projelerimiz içinde yer
pek çok hikaye var. İnsanlar bundan alıyor.
olduğunu. Dileğimiz tabii ki mümda çekiniyor olabilirler mi?
kün olduğunca az sayıda insanın
Öyle bir şey yok. Zaten organ naksağlık problemi yaşamasıdır. Ancak
Yeni kurulmuş bir topluluksunuz.
lini Türkiye’de yapabilen 10-15 tane
ne yazık ki böyle olmuyor. Organ
Çok kısa bir dönem geçirdiniz.
doktor var, yani bu öyle kolayca
bağışı konusuna dikkat çekebilmek,
Bugüne kadar gerçekleştirdiğiniz
yapılabilen bir iş değil. Organ
bu konuda empati yaratabilmek, bir
projelerinizden bahseder misiniz?
mafyasıyla ilgili dolanan e-postalara
hayat biterken nasıl yeni bir hayata
Şu ana kadar 5-6 projeyi hayata
önem vermemek gerekiyor. Şu ana
can olabileceğini göstermek için
geçirdik. Bir stand açtık, insanlara
kadar hiç kimsenin organlarının
organ bağışı bekleyenleri kampüse
organ bağışı teklifinde bulunduk,
alınmadığına, çalınmadığına dair
getirmeyi, organ bağışlayabilecek
ilgilenenler için broşür dağıttık.
İstanbul Emniyet
olanlarla onları
Müdürlüğü’nden
buluşturmayı
gelen bir yazı var. Yani
amaçlıyoruz. Onlarla
resmi belgeler var
birlikte gösteri tarzında
Organ bağışı birçoğumuza, belki de
bu konuyla ilgili. Bu
bir şeyler yapmayı
yaşamadığımız için, yabancı bir kavram.
konuda insanlar rahat
düşünüyoruz. Üniverolsunlar kesinlikle.
sitemiz hastanesYaşam mücadelesi verenler içinse,
inde organ bekleyen
yapacağınız en küçük bir bağış bile
Bu tabuları
çocuklar için, Dans
yıkmak için neler
Topluluğu’yla beraber
bu hastalara umut ışığı oluyor.
yapıyorsunuz?
bu dans kursu vermeyi,
Biz ölürken başkalarına hayat veriyoruz.
En başta bilgiResim Topluluğu’yla
lendirme. Kişilere
beraber resim kursu
ailelerinden ulaşmaya
açmayı düşünüyoruz.
çalışıyoruz. Çocuklar
Bunun dışında Bisiklet
ve kadınlar olarak. Bir erkekle bu
Topluluğu’ndan onlar için bir tur
Broşürler basılmadan önce de anket
konuyu konuştuğunuzda, çoğu eve
düzenlemelerini isteyeceğiz.
çalışması yaptık, ona göre hareket
gidip bunu ailesiyle paylaşmıyor. Bir
ettik ve bir afiş hazırladık. Bunun
bayan veya bir çocuğa anlattığımızda dışında bir konser gerçekleştirmeyi
Üyeleriniz eğitimli mi?
ise bunu gidip evde ailesiyle
Topluluğun kuruluşundan hemen
planlıyoruz. Sosyal anlamda ilk
paylaşıyor. Sonuçta bu şekilde bu
sonra bir konferans yapıldı. Konuetkinliğimiz bu.
nun önde gelen bütün hocaları bu
konu insanların aklında yer edecek ve
konferansa katıldı. Topluluk olarak
böylece araştırmaya başlayacaklar.
Gelecek dönem için projeleriniz
biz de bu konferansta eğitim gördük.
neler?
Yeterli sayıda insana ulaştığınızı
Çeşitli sivil toplum kuruluşları ile ortak Bu katılımımız nedeniyle sertifika
düşünüyor musunuz?
verilecek tüm üyelerimize.
çalışmalar yapmayı planlıyoruz. Milli
Üniversite içinde evet, zaten yeni
Eğitim Bakanlığı’ndan da onay alabiEklemek istediğiniz bir şey var mı?
kurulan bir ekibiz. Fakat iki gün stand lirsek, ilk ve orta öğretim düzeyinde
Organlarınızı bağışlayarak, 5-6 kişiye
kurarak 200 adet bağış gönüllüsü
de bilgilendirme çalışmaları yapmak,
topladık. Bu bizim için inanılmaz
birden hayat verebiliyorsunuz.
yarının büyüklerinde erken yaşlarda
bir rakam ve işin güzel olan tarafı
Bundan daha özel bir şey olamaz.
bu konu hakkında bilinç oluşturmak
Tek söylemek istediğim organlarınızı
çoğu kişinin de kendisinin gelip bize
istiyoruz. Sağlık alanında her zabağışlayın!
başvuruda bulunmasıydı.
man var bu handikap, insan kendi
HAZİRAN 2009
43
M
evlana’nın bir sözü vardır
bu konuda. Birçok kişiye
göre bu türden sözler
sadece “duygusal” insanlar için önem
taşır, ama aslında yalnızca edebi bir
değeri vardır ve gerçeği yansıtmazlar.
“Çok” deyince aklımıza, kırmızı bir Ferrari, Rio’da bir yazlık, Amerikan doları
üzerinden 6 sıfırlı aylık gelir, “tarafsız”
bir ülkenin “emniyetli” bankalarından
birinde kabarık bir hesap, yurt
dışındaki o köklü okullardan birinde
44
okutulan çocuklar, pahalı İran
halıları vs… gibi şeyler aklımıza
gelir. Fakat “az” sözcüğünü en iyi şu
şekilde özetler herhalde:
1. Sadaka toplamaya ve su içmeye yarayan bir çanak.
2. Bir adet asa.
3. Bir manto.
4. Bir fener.
O ünlü filozofun, Sinoplu
Diyojen’in kişisel serveti işte bu
kadardı!
Kalpazanlık yaptığından (paraya
değer vermeyen için sahte parayla
gerçeği arasında elbette ki bir fark
yoktu) yurdu olan Sinop’tan kovulan
Diyojen, avucuyla su içen bir çobanı
gördüğünde, “Demek ki buna da
ihtiyaç yokmuş!” diyerek çanağını da
fırlatmış atmıştı.
Diyojen, kinizmin kurucusu
Antistenes’in öğrencisiydi. Yunanca Kynikos, “köpeksi” demektir.
Diyojen’in yaşadığı minimal hayat
vaktiyle İzmir’in Bayraklı semtinde,
demiryolunun hemen yanındaki bir
barakada yaşayan bir çingene ailesini
aklıma getirir. Naylon parçaları ve kalaslardan yapılmış bu barakada insan,
“bir köpeğin bile yaşayamayacağını”
düşünebilir. Ama bu çingene ailesinin
hanımının mutluluğu birçok kişiyi
kıskançlıktan çatlatabilirdi. Bu hanım
genellikle, dizlerine kadar inen bir
şort giyip, eski püskü olmasına
rağmen rahat görünen bir şezlonga
yatar ve bacaklarını demiryoluna
doğru uzatırdı. Şezlong yola o
kadar yakın olurdu ki, tren geçse
kadının ayaklarına çarpabilirdi. Bu
hanım sigarasını büyük bir keyifle
tüttürürdü. Manzarası gerçi pek
güzel sayılmazdı ama o sanki Miami sahillerini seyredermiş gibi
mutlu görünürdü. Uzattığı o çırpı
gibi bacakları da sanki Sophia
Loren’inkilerden farklı değildi. Bir
insan ancak bu kadar mutlu ve kendisiyle barışık olabilirdi.
Ayrıca, mutluluğu bu kadar az bir
bedele satın alabilmek için insanın
çok iyi bir tüccar olması gerekirdi.
Dedemin ne buzdolabı, ne plazma
televizyonu, ne çamaşır makinesi
vardı ama mutlu bir insandı ve mutlu
bir insan olarak öldü. Üreticiler artık
televizyon, klima, müzik seti vs…
üretmekten çok ihtiyaç üretiyorlardı.
Burada,
“Gerçek erin bu yolda,
Yokluktur sermayesi” diyen Yunus
Emre aklıma geliyor. En büyük
sermayenin, insanın bizzat kendisi
olduğuna inanırım. İnandığım bir
diğer şey de, insanın ancak “her
şeyini” kaybettiğinde gerçekten
insan olduğu. “Ferrari’nizi satmak”
sizin bilge değil olsa olsa tüccar
olduğunuzu gösterir. Satmak yerine, arabanızı asayiş sorunu olan bir
semte, kontak anahtarını almadan ve
kilitlemeden park etmenizi öneririm.
Mutlu olmayı, hem de küçük
şeylerle mutlu olmayı beceren
insanları kutlamak isterim.
Mevlana’nın dediği gibi, belki de
“az, çoktan fazladır.”
E
ge Üniversitesi Ziraat Fakültesi tesislerinde üretilen
ürünler, Tekstil Mühendisliği
Fakültesi’nde üretilen giyecekler ve
Devlet Konservatuarı Çalgı Yapım
Atölyesinde üretilen çalgılar üstün
kaliteleri ve uygun fiyatlarıyla kampüs
içindeki satış yerlerinde tüketiciyle
buluşuyor. Ziraat Fakültesi’nin Menemen ve Mordoğan üretim çiftliklerinde organik olarak yetiştirilen
mevsimlik sebze ve meyveler,
zeytinyağları, domates ve biber
salçaları ile zeytinler tüketicilerden
yoğun ilgi görüyor. Tarhanası ise bir
marka…
Ziraat Fakültesi’nin Menemen’deki
mandırasında üretilen yoğurt ve
peynirler taze ürünlerden vazgeçmek
istemeyenlerin en fazla ilgi gösterdiği
ürünler arasında bulunuyor. Ürünlerin tazeliğine ve kalitesine güvenen
çoğu insanın kampüs dışından da
satın almaya geldiğini belirten Ziraat
Fakültesi Ürünleri Satış Yeri Sorumlusu Emin Koyuncu, “İlginin yoğunluğu
memnuniyet verici. Bittikçe telefonlarla yeniden sipariş veriyoruz ve yeni
gelen ürünler de kısa zaman içinde
tükeniyor. Son zamanlarda en fazla
ilgi gören ürünlerden biri olan kefir
de serinlemek isteyen insanlar için
yeni bir alternatif durumuna geldi.
Mevsimlik organik meyve ve sebzeler
ise üretim çiftliklerinden geldikleri
gün tükeniyor” diye konuştu.
Satış yerinde tüketiciye sunulanlar
arasında fakültenin bahçe bitkileri
serasında yetiştirilen güzel kokulu
taze karanfiller de bulunuyor.
Ege Üniversitesi
bünyesindeki
fakültelerin uygulama
sahalarında üretilen
ürünler, yalnızca kampüs
içinden değil
kampüs dışından
gelenlerden de
yoğun ilgi görüyor.
ZİRAAT FAKÜLTESİ SATIŞ YERİ
FİYAT LİSTESİ
ÜRÜN
MİKTARI
FİYATI
Teneke Tulum
700 gr.
10 TL
Beyaz Peynir
1 kg.
8 TL
Yoğurt
1 kg.
3 TL
Süzme Yoğurt
500 gr.
3 TL
Kefir
200 gr.
75 KRŞ
1 lt.
7,5 TL
Tarhana
500 gr.
5 TL
Reçel
500 gr.
3 TL
Yeşil Zeytin
1 kg.
6 TL
Siyah Zeytin
1 kg.
8 TL
1demet
3 TL
Zeytinyağı
Karanfil
HAZİRAN 2009
45
Köprüler Kurmak ekibinin
yol haritası
Y
aşamın bir yolculuk
olduğuna inanıyor ve
yolda olmak özlemiyle yanıp
tutuşuyorduk. Ege Üniversiteli yedi
yürek, dünya çevresinin yarısına denk
gelen, Akdeniz çevresindeki üç kıta
ve 24 ülkenin yer aldığı, 20.000 km’lik
zorlu bir parkuru, 2 motor ve bir 4x4
araç ile dolaşmayı hayal ettik.
Sonra da düştük hayalimizin
peşine. Bizi şekillendiren, bizden
etkilenmiş yüzyıllarca organik ilişkiler
kurduğumuz Akdeniz’in etrafındaki
topraklar; vaat ettikleri görüntüler,
renkler, sesler, kokular, tatlar ve
hikayeler ile, mistik bir serüvenin
fısıltısı gibi bizi bu hayali yaşamaya
çağırdı. Doğu ile Batı arasında, ülkeler
arasında, kültürler arasında, dün ile
46
bugün, bugün ile yarın arasında, insanlarla özlemler, gerçeklerle hayaller
arasında köprüler kurmak istedik.
Türkiye, Suriye, Lübnan, İsrail, Ürdün,
Mısır, Libya, Tunus, Cezayir, Fas,
İspanya, Fransa, Monako, İtalya, Avusturya, Slovenya, Hırvatistan, BosnaHersek, Karadağ, Sırbistan, Kosova,
Makedonya, Arnavutluk, Yunanistan
ve tekrar Türkiye sırasıyla gidilmesi
planlanan 24 ülke, hayalin plana,
planın ise gerçeğe dönüşmesi sürecinde bizim dışımızda kalan nedenlerden ötürü 18 ülkeye ve 15.000 km’lik
yola inmek zorunda kaldı.
Tunus sınırında diğer Arap ülkelerinde karşılaştığımız formalitelerle
karşılaşmayıp, yeni plaka çıkartmayıp
hatta herhangi bir vergi vermeden
giriş yaptığımızda, ülkenin diğerlerine
göre daha medeni bir ülke olduğunu
anlamıştık.
“2.5 milyon yaşındaki
Büyük Sahra’nın
kenarından geçtik”
Gümrük işlemlerinden sonra toplam 750 km yol yaptık. “Sahra” Arapça çöl anlamına gelen “Sahara” kelimesinden geliyor. Libya’nın güneyini,
güney batısını ve Tunus’un güneyini
de içine alan, 2.5 milyon yaşındaki
büyük Sahra’nın kenarından geçtik.
Gerçek sınırları Atlas Okyanusu’ndan
Kızıl Deniz’e kadar uzanan ve ABD’yi
kaplayacak kadar geniş olan çölde
gün içinde sıcaklık, eğer bulabilirseniz gölgede 50 dereceyi geçmekteydi. Sıvı ve mineral takviyesinin
hayati önem taşıdığı çöl geçişlerinde
motorlar durduğunda korumalı
pantolonlarımızın paçalarından ter
damladığını, o giysiler içinde düşüp
bayılmamak için rüzgarın devam
ettiği sürekli seyahatin en iyi serinleme yolu olduğunu belirtmeliyim.
Sıcaklığa rağmen
havanın kuru olması
gündüz-leri biraz
çekilir kılmaktaydı.
Geceleri 20 dereceye kadar düşen
hava sıcaklığı
rahat bir uyku çekmemize yardımcı
oluyordu. Deniz
kenarındaki ılıman
etki ve takvime bağlı
yolculuğumuz nedeni
ile çölün içlerindeki,
oldukça konuksever olduklarını
duyduğumuz, berberi kabilelerini
ziyaret edemedik. Ancak yüzlerce
kilometrelik çölde, zihni inanılmaz
dinlendiren yolculuk konusunda
yeterince deneyim
kazandığımızı
düşünüyorum.
Yol üzerinde
Gabes ve Sfaks adlı
kentlere uğradık.
Sfaks oldukça renkli
ve gelişmiş bir şehir.
Gece yarısını geçen
saatlerde hâlâ yollarda olduğumuz
yolculukta otoyol
kenarında bir
benzin istasyonu-
nun yanında sandalyelerde uyuduk.
Kadınların günlük hayatın içinde yer
aldıkları ve bunun medeni etkilerinin hemen fark edildiği bir ülke
Tunus. Yollarda herkesin Arapça’dan
çok Fransızca konuşmasından
anlaşılabileceği üzere Fransa’dan
oldukça etkilenmiş ve etkilenmeye devam eden bir ülke. Çölün
ortasındaki bir çizginin topluluklar
üzerinde yarattığı farklılıkları birkaç
gün içinde gözlemleyebilmek
aramızda ilginç toplum mühendisliği
egzersizleri yapmamıza yol açtı.
Günün erken saatlerinde vardığımız
başkent Tunus’u akşama kadar gezip,
İtalya’ya kalkan ilk feribota bindik.
Sicilya üzerinden planladığımız
yolculuk yerine doğrudan Roma
yakınlarındaki bir liman kenti olan
Civitivechia’ya doğru yola çıktık. Cezayir ve Fas arasındaki sınır kapısının
kapalı olduğu bildirildiği için zaten
Fas’a geçme şansımız da yoktu. Her
şeye rağmen Cezayir’e girebilseydik
oradan İspanya’ya gemi ile geçmeyi
deneyebilirdik ama maalesef
başaramadık. Yolculuğumuzun bundan sonraki kısmı bir başka kıtada,
Avrupa’da devam etti.
HAZİRAN 2009
47
tamamlayışımızı kutladık. Birbirlerini
ilk kez gören gençlerin rutin, ritmik ve
soğuk tekno müzikle yaptıkları sıcak
dansları ve bir günlük süre içinde
yaşadığımız değişikliğin büyüklüğü,
gerçeklik algımızın sınırlarını oldukça zorlamıştı. Geçtiğimiz yıl içinde
alışılmadık oranda Türk turistin
geldiğini öğrendiğimiz Roma’da,
standart ziyaret mekânlarından
çok az yabancının bildiği ara sokak
antikacılarına kadar pek çok mekâna motorların kıvraklığı ile iki
günde şöyle bir göz atabildik. Bir
dönem bilinen dünyayı yönetmiş,
yeryüzünün en görkemli kentlerinden
biri olan Roma’nın, keşfedilmeden
ölünmemesi gereken yerlerin başında
geldiğini düşünüyorum.
“Uygarlık koşusu, istikrarlı
bir maraton gibi devam
ettirilmeli”
“Roma’nın,
keşfedilmeden
ölünmemesi gereken
yerlerin başında geldiğini
düşünüyorum.”
Tunus limanından akşam
karanlığında bindiğimiz bir hayli
yeni feribotun restoranında bir gün
geçecek yolculuk için biraz rahat,
biraz sessiz ve bir o kadar da izole
bir yer kapabilme telaşı ile Afrika’dan
Avrupa’ya giden gemiye bindik.
Tenha sayılabilecek, oldukça temiz
ve düzenli, son 20 günde hasretini
çekmeye başladığımız serin bir huzur
içinde, burnumuzda deniz kokusu ile
tam bir keyif yolculuğu yaptık. Akşam
güneşini, İtalya’nın batı kıyısında yer
alan Roma yakınlarındaki Civitivechia
limanına gemi ile girerken batırdık.
12 saatte geçemediğimiz Mısır
gümrüğünden sonra 15 saniye süren
48
Avrupa Birliği üyesi İtalyan gümrüğü
geçişi hepimizi şoke etti.
Afrika’nın tozu toprağı üzerimizde, birbiri ardına dizilmiş İtalyan
sahil kasabalarından turuncu siyah
bir Akdeniz akşamında geçerek
Roma’ya ulaştık. İnsanların rengârenk,
cıvıl cıvıl, kadınlı erkekli ve her
şeyden önemlisi endişe ve yılgınlık
dolu olmayan bakışlarıyla yollarda, dükkânlarda, sahilde yaşamı
paylaşmaları, son 22 günümüzü ter
içinde uyandığımız sosyolojik bir
kabus gibi hissetmemize yol açtı.
Birkaç gece geçireceğimiz Roma’da
en hesaplı ve renkli konaklama
yerinin neredeyse şehir merkezindeki
bir ormanda bulunan muhteşem bir
kamping olduğunu keşfetmemiz,
yorgun ekibimize ilaç gibi geldi.
Pek çok farklı ülkeden binden çok
insanın yüzlerce çadır, bungalov ve
karavanda konakladığı kampımızın
barında gezimizin ilk yarısını sorunsuz
Her ne kadar vatandaşlarımızın
tümüne yakınının zihninde bir muasır
medeniyet ideali varsa da, toplumsal bilinçaltımızın bir yerlerinde
batı hayranlığı, biraz özden kopma,
aslımızı unutma ve hatta karakter
zafiyeti sayılabilen bir bakış açısı
olarak görülür. Öze sadakatin, asla sahip çıkmanın, rehavetten kurtulmak,
insan ve kalite öncelikli bir hayatı
tesis etmeye çalışmak, özeleştiri hem
de gür ve yüksek sesle öz eleştiri yapabilmek ve tüm bu süreçlerin saygılı
ve özgür bir ortamda ifade edilebilmesine olanak sağlamak ile mümkün
olabileceğini, bu yollarda çok daha
iyi kavrayabiliyor insan. Kısa sürede
çok sayıda ülke gezmenin, resmin
tamamını eş zamanlı görmek gibi
bir avantajı oluyor. Çocukluğumun
bazı yazları, babamın da büyüdüğü
dut ağaçlı, yeşil çayırlı, yayık ayranlı,
mısır ekmekli ve garip bir huzur veren
tezek kokulu Samsun’daki Çatalçam
köyünde geçmişti. Bana göre aslıma,
özüme en yakın sembol bu köy.
Ancak tezek kokusunu özlemek
pislik içinde yaşamayı, yayık ayranı
istemek brusella olmayı gerektirmez.
Bu açıdan baktığımızda belirgin
bir medeniyet projeleri olduğunu
gözleyemediğim Afrika ve Orta
Doğu ülkelerinden oldukça uygar
ve farklı bir yerde olduğumuzu ifade
etmek gerekiyor. Uygarlık koşusunun
gösterişli deparlardan çok, istikrarlı
yıkanan, Ponte Vecchio köprüsü
daha az para vermek ve Toskana’yı
bir maraton gibi devam ettirilmesi
manzarasıyla tamamlandı. Şehrin
yaşayabilmek için, ara yolları
gereken bir mücadele olarak
ortasında oluşturulmuş, gördüğüm
kullandık. Rönesans mimarisinin
algılanmasından yanayım.
en büyük parklardan birYolculuğumuzun 25.
inin hemen yakınındaki
Avrupa’daki 4. günümüzde,
kampingde geceleyip, gezmek
sabahın erken saatler“Floransa, dünyaya
için sabırsızlandığımız bir
inde, Roma’dan rönesansın
açık hava müzesi izlenimi
önemli merkezlerinden
Dante, Leonardo da Vinci ve
veren Floransa sokaklarına,
biri olan Floransa’ya doğru
Michelangelo gibi
sabahın ilk ışıklarıyla kendyola koyulduk. Yol üstünde
bulunan, meşhur eğri
daha nice değerleri kazandırmış imizi attık. Kendi topraklarım
dışında ömrümü geçirmeyi
kulesiyle ünlü Pisa’ya annadir bir iklime sahip.”
düşünebileceğim ilk on
cak birkaç saat ayırabildik.
şehirden biri olan Floransa,
İtalya’ya uçakla gidip yalnızca
dünyaya Dante, Leonardo da
şehirleri gezenler bilmezler.
Vinci ve Michelangelo gibi daha nice
hâkim olduğu iç içe, sıcacık, samimi,
Muhteşem bağları, tepelerin üstlerdeğerleri kazandırmış nadir bir iklime
bildik Akdeniz insanlarının yaşadığı
ine serpiştirilmiş bitişik nizam taş
sahiptir. Floransa’daki ikinci gecemizin
taş dokulu kasabalardan geçerken,
binalardan oluşan eski kasabaları
sabahı, dönüşte tekrar uğrayacağımız
gevrekleşen gülüşlerimizle birbirimizi
ve göz alıcı yeşili ile Toskana bölgesi
izledik. O muhteşem yol, Arno Nehri
İtalya topraklarına veda edip Güney
taşra yaşamının dünyadaki cenneti
üzerindeki kızıl Floransa güneşiyle
Fransa yollarına düştük.
gibidir. Floransa yolunda, otoyollara
HAZİRAN 2009
49
D
oğa belki de insanlık
tarihi bo-yunca hiçbir zaman son yıllardaki kadar
popüler olmamıştır. Bu popülaritesini
çevre sorunlarına borçlu olması ise
durumun trajik tarafı. Son yıllarda
yaşanan doğal felaketlerle sanki intikam alıyor… Yerleşik hayata geçişle
başlayıp sanayi devrimiyle hızlanan
uygarlık tarihi boyunca süregelen
tahribata doğa, isyan ediyor.
Bu noktada doğayı koruma,
yönetme ve insanlığın hizmetine
sunmada bilinçli bir farkındalığın
oluşabilmesi için tüm doğa tarihi
ve zenginliklerinin toplandığı,
korunduğu ve insanlar için belirli bir
düzen içinde sergilendiği görsel ve
bilimsel bir ortam olan Tabiat Tarihi
Müzeleri önem kazanıyor.
Doğa tarihi müzeleri, dünyanın
her yerindeki bitki ve hayvan
örnekleri ile fosilleri, kayaçları,
jeolojik oluşumları uluslararası
standarda göre korur; bunlar
üzerinde bilimsel çalışmalar
yapılabilmesi için onları yerli
ve yabancı bilim adamları ile
amatör doğa bilimcilerin
kullanımına sunar. Özellikle bitki ve hayvan türlerini
geliştirme ve ekonomik
değeri için uygulamaya
yönelik araştırmalar
yapar. Kendi botanik
bahçesinde ilginç
bitkileri canlı olarak da
sergileyen müzeler,
halka yönelik sergiler ve
konferanslar düzenleyerek onları doğa ve
doğanın dolayısıyla da
çevrenin korunması
konusunda eğiten
bilimsel araştırma
kuruluşları olarak
da hizmet ver-mektedir.
50
Türkiye’nin 2’inci
büyük Tabiat Tarihi
Müzesi
Ege Üniversitesi Tabiat
Tarihi Müzesi Giriş Galerisi’nde
Jurassic Park’tan tanıdığımız
Tyrannosaurus Rex adıyla
bilinen beş metrelik bir dinazor
maketi ziyaretçileri selamlıyor.
Ülkemizin ikinci büyük
tabiat tarihi müzesi olan Ege
Üniversitesi Tabiat Tarihi
Müzesi’nin kuruluş fikri ilk kez
1963 yılında Fen Fakültesi’ne
bağlı olarak ortaya çıkmış
ve 1967 yılında hayata
geçirilmiştir. 1973 yılında ise
Cumhuriyetimizin 50. yılı kutlama programı çerçevesinde,
doğa ve doğa tarihi ile ilgili objeler ilk kez sergilenmeye başlanmıştır.
Ege Üniversitesi Tabiat Tarihi
Uygulama ve Araştırma Merkezi
yapısındaki Tabiat Tarihi Müzesi, Fen
Bilimleri Enstitüsü’ne bağlı olarak Yüksek Lisans Eğitim programı ve Doğa
Tarihi Bilim Dalı’nda araştırma yapan
kadrosu ile Türkiye’nin ilk Üniversite
yapısındaki akademik müzesi olma
özelliğini de taşımaktadır.
Müzede doğanın gizemi ziyaretçilere çeşitli panolar ve diaromalarla sunuluyor. 4,6 milyar yıllık
dünyanın geçirdiği evrimi anlamayı,
öğrenmeyi ve sorgulamayı; yediden
yetmişe her yaştan insana, doğanın
taşlar, mineraller, fosiller, hayvanlar,
bitkiler, güneş sistemi, çevre, yaşam
ortamları gibi tüm çeşitliliğini göstermeyi amaçlıyor.
Merkez çalışanları, ziyarete
gelenlere evrenin, gezegenlerin
ve yerkürenin oluşumunu, canlı ve
cansız evrimi, volkanizma ve depremleri; çeşitli konferanslar, film ve slayt
gösterileri ile anlatıyorlar. Bu etkinlikler, toplumu ve özellikle ilköğretim
ve lise öğrencilerini çevremizdeki
tüm doğa olayları hakkında bilgilendirmeyi, doğayı sevmeyi,
korumayı ve onun bir parçası
olduğumuz bilincini yerleştirmeyi
amaçlıyor.
Ege Üniversitesi Tabiat Tarihi
Müzesi, doğa ve doğa tarihine ilişkin
objelerin korunmasını, saklanması
ve onlarla ilgili bilimsel çalışmalar
yapabilmesi ve onların gelecek
kuşaklara aktarılmasını; toplumun
ve tüm eğitim kuruluşlarının eğitim
- öğretimine katkı sağlayarak, bu
çalışmaları ulusal ve uluslararası
kurumlarla paylaşarak araştırıcı ve
yaratıcı doğa bilimcilerin yetişmesine
katkı sağlamayı ve doğa tarihini
çağdaş müzecilik anlayışı içinde
toplumla bütünleştirmeyi misyon
edinmiş bir kurumdur. Ayrıca 1982
yılından beri İzmir Kuş Cenneti’nin
korunması, geliştirilmesi, tanıtılması
ve yasal koruma statülerine kavuşturulması için çalışmaları da
sürdürmektedir.
Ege Üniversitesi yerleşkesi içerisinde Fen Fakültesi’nde, Öğrenci
İşleri Daire Başkanlığı ile aynı binada
bulunan Tabiat Tarihi Müzesi iki kat
üzerinde, yaklaşık 2500 metrekarelik
bir alana yerleşmiş bulunmaktadır.
Toplam 8000’e yakın objenin
5000 adedi tanılı olanları altı farklı
galeride sergilenirken, geri kalanı
karşılaştırma materyali olarak merkez
laboratuarındaki dolaplarda yerini
almıştır.
Müzenin girişinde Jurassic
Park’tan tanıdığımız Tyrannosaurus
rex, namı değer T-rex, görevlilerin
sizi ilk galeriye yönlendirmesiyle
gözden kaçabilse de Paleontoloji
Galerisi’nden çıkıp asma kata
geldiğinizde tüm görkemiyle sizi
selamlıyor. 5 metre
boyunda ve 12 metre
uzunluğundaki polyester
dinozor iskeleti maketi
rahmetli İzmir Büyükşehir
Belediye Başkanı Ahmet
Piriştina’nın da desteğiyle
orijinal boyutunda
yaptırılmış.
1168 objenin
sergilendiği Paleontoloji
Galerisi’nde müzenin en
çok ilgi çekici objelerinden
biri olan Suriye Fili iskeleti bulunuyor.
Müzenin diğer bir ilgi gören objesi
olan, 10.000 yıl öncesine ait volkan
patlaması sonucu oluşan insan ayak
izi de yine bu galeride yer alıyor.
Son Anadolu
Kaplanı
önce Uşak’ta yaşamış bir insan iskeletinin de aralarında bulunduğu 81
obje sergilenmekte. Bunların dışında
Kayaç ve Mineral Galerisi, Giriş
Galerisi ile Kuşlar Galerisi de müzenin
diğer renkli ve ilgi çekici bölümlerini
oluşturuyorlar.
Müze hafta içi her gün 09:00
- 12:00 ile 13:00 - 16:00 saatleri
arasında 1 TL’lik bir giriş ücetiyle ziyaret edilebilir.
Daha fazla bilgi için tele-fon
numarası: 0 232 388 26 01
Yukarıdaki: Pantera Pardus (Anadolu Panteri),
Selçuk’ta avlanmıştır.
Yandaki : Physeter Balinası,
Ceylan Nehri Deltası, Evrim ve Karşılaştı
Aşağıdaki: Machairodus (Kılıç Dişli Kedi),
Uşak Kemiklitepe
Genel Zooloji Galerisi’nde
sergilenen 766 objenin
arasında ise Selçuk yöresinden nesli tükenmiş olan Anadolu panteri, çift başlı hazer
yılanı, Uzakdoğu kökenli
kelebek örnekleri görülebilir.
Evrim ve Karşılaştırmalı
Osteoloji Galerisi’nde,
günümüzde yaşayan balina,
devekuşu, domuz, kanguru,
yunus ve yılan iskeletleri ile
Roma dönemine ait 2000 yıl
HAZİRAN 2009
51
Ege Üniversitesi’nde çift taraflı akciğer nakli yapılan Ödemişli 8.sınıf öğrencisi Mehmet Palas (15),
“Nakilden sonra hayatım değişti. Yeniden doğmuş gibiyim” dedi. Mehmet’in annesi de oğlunun sağlığına
kavuşmuş olmasının mutluluğunu yaşıyor.
Prof.Dr.Özbaran, “Bu aşamadan sonra
hastayı suni kalp ve akciğer dolaşım
ünitesinden ayırıyoruz. Hastanın
oksijen seviyerini kontrol ederek,
nakil işlemini tamamlamış oluyoruz.
Ameliyat ortalamak 4-5 saat sürüyor.
Hastalar 1.5-2 ay içerisinde normal
yaşamlarına geri dönebiliyor” dedi.
Türkiye’de ilk kez çift taraflı akciğer naklini
gerçekleştiren ekipte Ege Üniversitesi Kalp ve Damar
Cerrahisi Anabilim Dalı’ndan Prof.Dr.Mustafa Özbaran,
Doç.Dr.Çağatay Engin, Doç.Dr.Tahir Yağdı, Koordinatör
Sultan Karakula; Pediatrik Solunum Alerji Bilim
Dalı’ndan Prof.Dr.Remziye Tanaç, Prof.Dr.Esen Demir,
Doç.Dr.Figen Gülen, Uz.Dr.Levent Midyat; Çocuk Cerrahisi Bilim Dalı’ndan Doç.Dr.Çoşkun Özcan;
Göğüs Cerrahi’nden Prof.Dr.Ufuk Çağırıcı, Uzman
Dr.Kutsal Turhan; Kardiyoloji Bilim Dalı’ndan Prof.
Dr.Sanem Nalbantgil ve Anestezi’den
Prof.Dr.Fatma Aşkar yer alıyor.
52
T
ürkiye’de ilk kez çift
taraflı akciğer naklini
gerçekleştiren Ege Üniversitesi Tıp Fakültesi Kalp ve Damar Cerrahisi Anabilim Dalı, ülkemizin gururu
oldu. 10 yılda yapmış olduğu kalp
nakilleriyle başarıları ülke sınırlarına
taşan ve Avrupa’daki birçok merkezle
yarışır duruma gelen klinik, şimdi de
akciğer nakillerine start verdi.
Ülkemizde ilk kez bir çocuğa çift
taraflı akciğer nakli gerçekleştiren
ekibin başkanı Prof.Dr.Mustafa
Özbaran, bu başarının haklı gururunu yaşıyor. Türkiye’de tek taraflı
akciğer naklinin daha önce farklı
kliniklerde denendiğini ancak başarılı
sonuç alınamadığını kaydeden Prof.
Dr.Özbaran, “Akciğer, diğer nakil
yapılan kalp, karaciğer ve böbrekten farklı özellik taşıyan bir organ.
Dışarıyla temas halinde olduğu için
ameliyat sonrası bakım konusunda
organ naklinde belli bir deneyime
sahip olmak gerekiyor. Tek taraflı
nakillerde akciğerin bir bölümünde
problem oluşsa dahi, kalan diğer
bölüm sağlamlığını koruyor. Akciğerin
çift taraflı nakli teknik olarak çok daha
zor” dedi.
Kliniklerinde gerçekleştirdikleri
çift taraflı akciğer naklinin aynı
zamanda çocuk hastalarda yapılan
ilk akciğer nakli özelliğini taşıdığını
vurgulayan Prof.Dr.Özbaran, “Çift
taraflı akciğer nakli kist fibrozis denilen akciğer dokusunun bozukluğu,
akciğerini tutan değişik hastalıklar,
ileri düzeydeki KOAH hastalarında uygulanabiliyor. Tek taraflı akciğer nakli
yetişkinler için yeterli olurken, çocuk
hastalarda daha çok çift taraflı akciğer
nakli gerekmekte” diye konuştu.
Çift taraflı akciğer nakli ameliyatlarında hastayı kalp-akciğer
pompasına bağlı durumdayken, hastalıklı akciğeri çıkararak, yerine yenilerini devreye soktuklarını belirten
Hedef canlıdan nakil
Kliniklerinde halen 2 yetişkin,
1 çocuk hastanın akciğer nakli beklediğini kaydeden Prof.
Dr.Özbaran, “Amacımız kalp naklindeki deneyimimizi kullanarak
yakın planda canlıdan canlıya akciğer
naklini gerçekleştirmek. Bunun için
hazırlıklarımız sürüyor” diye konuştu.
Son 10 yılda 125 kalp nakli, 15 yapay kalp naklini gerçekleştirdiklerini
açıklayan Prof.Dr.Özbaran, “Nakil konusunda Avrupa’daki birçok
merkezle yarışır durumdayız. Bu
alanda edinmiş olduğumuz birikimi
akciğer nakilleri konusunda da
hayata geçirmek istiyoruz. Amacımız
akciğer nakli bekleyen hastalara umut
olmak. Başarı portföyümüze akciğer
nakli ameliyatlarını da ekleyeceğiz”
dedi. Prof.Dr.Özbaran, dünyada
yılda 3-4 bin dolayında akciğer nakli
ameliyatının gerçekleştirildiğini
söyledi.
Akciğer nakli nedir ?
Akciğer nakli akciğerin solunum
kapasitesini yitirmeye başladığı
son dönem hastalıklarda uygulanabiliyor. Nedeni belli olmayan
akciğer yetersizliği kronik tıkayıcı
akciğer hastalıkları bunun dışında;
anfizem primer akciğer hipertansiyonu doğumsal hastalıklar akciğerin
kistik hastalıkları ve akciğer tümörlerinde akciğer nakli gerekebiliyor.
1983 yılında ilk başarılı akciğer nakli
Toronto’da yapıldı. Bugüne kadar
uluslararası kayıtlarda dünyada 14
bin kayıtlı akciğer nakli var. Dünya
çapında da her yıl 1500 tane
yapılması düşünülüyor. Akciğer nakli
teknik olarak çok zor bir ameliyat
olmasının yanında akciğer vericisi
bulmak çok zor bir iş. Kaza durumunda akciğer en kolay hasarlanan
doku oluyor. Pek çok organını
verebilen vericilerin yüzde 10 ya
da 15’inde akciğerler uygun olarak
kullanılabiliyor. Vericilerin solunum
cihazına bağlı kalma süresi ne kadar
uzarsa akciğer takılabilme ihtimali
de o kadar azalıyor. Örneğin; böbrek
nakli ile karşılaştırdığımızda böbrek
naklinde bu süre 17-20 saate kadar
uzayabiliyor. Her yedi-dokuz böbrek
vericisine karşı ancak bir akciğer
Kliniklerinde halen
akciğer nakli bekleyen
hastalar olduğunu
kaydeden
Prof.Dr.Özbaran,
“Amacımız kalp
naklindeki deneyimimizi
kullanarak yakın planda
canlıdan canlıya akciğer
naklini gerçekleştirmek.
Bunun için hazırlıklarımız
sürüyor” diye konuştu.
bulunabiliyor. Takıldıktan sonraki
sorunlar da biraz farklı. Böbrekte uyumsuzluk olunca çıkartılıp hasta diyalizle yaşamını sürdürebiliyor. Ancak
akciğerde bu söz konusu değil. Ayrıca
sadece dışarıya açık olan sürekli havayla temas içinde bir organ olduğu
için kolaylıkla enfeksiyon kapabiliyor.
Üst solunum yolu enfeksiyonları yeni
akciğer enfeksiyonuna yol açabiliyor.
Çift taraflı nakil ömrü
uzatıyor
Çift taraflı akciğer naklinin, tek
taraflı nakle göre hastanın hayatta
kalma süresini uzattığı ortaya çıktı.
İngiliz The Lancet tıp dergisinde
yayımlanan araştırmaya göre, 60
yaşın altındaki hastalara yapılan çift
taraflı akciğer nakli, ömrü ortalama
6,41, tek taraflı akciğer nakli ise
4,59 yıl uzatıyor. Paris’teki Bichat
Hastanesinden Dr. Gabriel Thabut
ve ekibi, Kronik Obstrüktif Akciğer
Hastalığının (KOAH) son evrelerinde,
1987-2006 yıllarında ameliyat edilmiş
9 bin 883 hastanın verilerini inceledi.
Bu kişilerden yüzde 35,7’sine çift,
yüzde 64,3’üne tek taraflı akciğer nakli yapılmıştı. Çift taraflı akciğer nakli
yapılanların ömrünün ortalama 6,41,
tek taraflı nakil yapılanlarınsa 4,59 yıl
uzadığı görüldü.
HAZİRAN 2009
53
“İnsan Kaynakları Sayfası”, 3200’ü aşkın akademik ve 4400 idari çalışanın
istihdam edildiği bir kurum olan Ege Üniversitesi’nin tüm çalışanlarını
ilgilendiren konular hakkında her sayımızda güncel bilgileri aktarmak arzusuyla hazırlandı. Bu sayıda, Ege Üniversitesi Personel Dairesi Başkanı Ali
Örk’ten aldığımız bilgiler ışığında kadroların durumu ve görevde yükselme
eğitimleri ile ilgili bilgilere köşemizde yer verdik. Ayrıca bir ilk olma özelliği
taşıyan “Mutlu Çalışan Projesi” hakkındaki gelişmeleri ve düzenli bir şekilde
devam eden “Öğrenelim Paylaşalım” programı kapsamındaki eğitimlere
dair bilgilendirmeyi de sizlerle paylaştık. Her sayımızda bu bilgileri güncellemeye devam edeceğiz.
Personel Dairesi Başkanı
Ali Örk, son dönemdeki
atamalar ve görevde yükselme eğitimlerine ilişkin bilgi
verdi. Ege Üniversitesi’nde
2008 yılında 8 öğretim görevlisi, 6 uzman, 8 okutman,
37 araştırma görevlisinin
ayrıldığını belirten Daire
Başkanı Ali Örk, bu yıl açıktan
veya naklen atamaların bu
sayıların %25’i (araştırma
görevlisi için %100’ü) oranında
yapılacağını açıkladı.
İlana verilen kadroların
Yükseköğretim Kurulu’nun web
sayfası ile Ege Üniversitesi web
sayfası duyurular kısmında
yayınlandığını belirten Ali Örk,
şunları kaydetti:
“Yeni yönetimimizin
ilk öğretim üyesi talepleri
(8 profesör, 12 doçent, 38
yardımcı doçent kadrosu)
Yükseköğretim Kurulu
Başkanlığı’na 18 Aralık 2008
tarih ve 15822 sayılı yazımız ile
gönderildi. Ancak YÖK’ten 3
Profesör, 8 Doçent, 24 Yardımcı
Doçent kadrosuna izin
gelmiştir. İki kez ilana çıkılmış,
üçüncü ilan çalışması devam
etmektedir.”
54
Örk, Görevde Yükselme Eğitimleri
ile ilgili de bilgi verdi:
“Yükseköğretim Üst Kuruluşları
ile Yükseköğretim Kurumları Personeli Görevde Yükselme ve Unvan
Değişikliği Yönetmeliği” uyarınca 30
adet Şef kadrosu ilanımız üzerine
88 adet Üniversitemiz personelinin
eğitimi 20 Mayıs 2009 tarihinde
başlamıştır. Eğitim 17.06.2009 tarihinde sona erecek olup 7 Temmuz
2009 tarihinde görevde yükselme sınavımız ÖSYM tarafından yapılacaktır.
Ayrıca aynı yönetmelik uyarınca mühendis, kimyager, biyolog ve tekniker
kadroları için ünvan değişikliği sınavı ilanı verilmiş olup çalışmalarımız devam
etmektedir. Üniversitemizde 2006 yılından bu yana Şef, Koruma ve Güvenlik Şefi, Başhemşire, Memur ve Koruma ve Güvenlik Görevlisi kadroları için
görevde yükselme eğitimi ve sınavı yapılarak 110 personelimiz, Kimyager, Biyolog, Fizyoterapist, Psikolog, Tekniker, Teknisyen ve Sağlık Teknikeri ünvanları
için ünvan değişikliği sınavı yapılarak 208 personelimizin atamaları yapılmıştır.
Ayrıca her yıl düzenlenmekte olduğu gibi 2009 yılında da aday memurlara
yönelik temel eğitim ve hazırlayıcı eğitim programı düzenlenecektir.”
Ege Üniversitesi Rektörlüğü
İnsan Kaynakları Birimi 2007
yılında “Mutlu Çalışan Eğitim
Programı”nı hazırladı. Projenin birinci aşamasında eğitim programları
önce pilot uygulama olarak seçilen 7
birime düzenlendi.
İkinci aşama; üniversitenin tüm
idari personelini kapsıyor ve “Kişisel
ve Gelişim Eğitimleri”nin verilmeye
devam edilmesi planlanıyor. Söz
konusu projeye mali destek alabilmek için Mart ayında bu proje,
İzmir Kalkınma Ajansı’na sunuldu.
Ajans, 30 Haziran’da kazanan projeleri açıklayacağını bildirdi.
Elginkan Vakfı’nın her ay
düzenlemiş olduğu eğitim seminerlerine Personel Daire Başkanlığı
İnsan Kaynakları Birimi, kontenjan
alarak, “Öğrenelim Paylaşalım”
programı kapsamında üniversitemiz
mensuplarının (akademik ve idari
çalışanlar ile öğrenciler) katılımını
sağlamaya devam ediyor. Beden
dili, proje yönetimi, sorun çözme
teknikleri gibi alanlarda uzmanlarca
verilen eğitimleri içeren programa
katılmak isteyenler EÜ Rektörlüğü
Personel Daire Başkanlığı İnsan
Kaynakları Birimi’nden kontenjanlarla ilgili ayrıntılı bilgi alabilirler.
HAZİRAN 2009
55
Devetüyü-176 doğal renkli
pamuk hattının isminin “Akdemir”, Kahve-171 doğal renkli
pamuk hattının isminin ise
“Emirel” olarak Tarım Bakanlığı
Milli Çeşit Listesi’nde yer aldı.
Ege Üniversitesi Mühendislik Fakültesi Biyomühendislik Bölümü,
Ödemiş Meslek Yüksekokulu ve Ziraat Fakültesi Tarla Bitkileri
Bölümü’nde görevli pamuk ıslahçıları Yrd.Doç.Dr.Hüseyin Akdemir,
Prof.Dr.Aynur Gürel ve Prof.Dr.Şükrü Hazım Emiroğlu tarafından
ortaklaşa ıslah edilen Devetüyü-176 ve Kahve-171 no’lu doğal renkli
pamuk hatları tescil edildi.
Devetüyü-176 doğal renkli pamuk hattının isminin “Akdemir”,
Kahve-171 doğal renkli pamuk hattının isminin ise “Emirel” olarak
Tarım Bakanlığı Milli Çeşit Listesi’nde yer aldı. Bu çeşitlerden Akdemir, 30 mm lif uzunluğu ile deve tüyü renk skalasına dahil olan
genotipler içinde en iyi lif kalite özelliğine sahip. Emirel çeşidi ise
Türkiye’de kahve rengi elyafa sahip ilk tescil edilen ve verimlilik
özelliği ile ön plana çıkan bir çeşit olarak tescil edildi.
Doğal renkli pamuklar; boyama işlemini gerektirmemeleri, su
ve enerji tasarrufu sağlamaları, çevreye ve insana zarar vermeleri ve
organik tarıma uygun olarak yetiştirildiklerinde ise Türkiye açısından
iyi fırsat sunmaları gibi özelliklere sahip olarak biliniyor.
Üniversitemiz için büyük emek sarfetmiş, vefat
eden önceki rektörlerimizin isimleri, özellikle yapımı
döneminde önemli çabaları bulunan farklı amfi ve
tesislere veriliyor. Köklü bir kurumun geçmişine olan
vefasının bir örneği olarak, Kapalı Olimpik Yüzme
Havuzu’na, 11 Ağustos 2008 tarihinde vefat eden
Ege Üniversitesi Onbirinci Dönem Rektörü Prof.
Dr. Sermet Akgün’ün ismi verildi. Kampüs Kültür
Merkezi’nin adı da Senato’nun kararıyla Yedinci
Dönem Rektörümüzün adını alarak Prof.Dr. Yusuf
Vardar -MÖTBE- Kültür Merkezi olarak değiştirildi.
Rektörlük görevindeki ilk altı aylık dönemde
önceki Rektörlerinden Prof.Dr. Sermet Akgün
ve Prof.Dr. Yusuf Vardar’ın vefatları ile büyük bir
üzüntü duyduklarını belirten Rektör Prof.Dr. Yılmaz,
gerçekleştirilen isim değişikliklerini yapmak istediklerinin yanında küçük bir zerre olarak nitelendirdi
ve “Bu durum kurum kültürünün oluşmasında ana
noktalardan birisidir. Bu girişimler devam edecek,
ancak gönlümüzden geçen bunların kayıplarımızla
değil, yaşayan büyüklerimizle devam etmesinden
yanadır” diye konuştu. Aynı yaklaşım doğrultusunda,
Haziran ayında Ege Üniversitesi’nin Sekizinci Dönem
56
Rektörü Prof. Dr. Necati Akgün ile Dokuzuncu Dönem
Rektörü Prof. Dr. Hakkı Bilgehan’ın isimleri Tıp Fakültesi öğrencilerinin eğitim gördüğü A ve B amfilerine
verildi.
Ayrıca Tıp Fakültesi’nin, Tıp Fakültesi Hastanesi’nin, Diş Hekimliği Fakültesi’nin kurulmasında;
Eczacılık ve Edebiyat Fakültesi binalarının, üniversite
lojmanlarının yapılma aşamasında büyük emek
vermiş Prof. Dr. İsmail Ulutaş’ın ismi de, Tıp Fakültesi
Mikroskopi Salonu’na verildi.
İzmir Üniversiteleri Platformu tarafından düzenlenen şenlikte,
İzmir’in dört bir yanında etkinlikler gerçekleştirildi.
İzmir kayıkları ile yelken toplulukları da şenliğe denizden destek verdiler.
Ege Üniversitesi Rektörü Prof.
Dr. Candeğer Yılmaz ve Dokuz Eylül
Üniversitesi’nin girişimleriyle, “İzmir
Üniversiteleri Platformu” oluşturuldu.
İzmir Ekonomi Üniversitesi, İzmir
Yüksek Teknoloji Enstitüsü, Yaşar
Üniversitesi ve İzmir Üniversitesi’nin
de katılımıyla hayata geçirilen platform; İzmir’deki altı üniversitenin
öğrencilerinin ortak bilimsel çalışmalar
yapması,özellikle üniversiteleri ilgilendiren konularda, yerel ve merkezi
yönetimlerin, meslek odalarının ve
diğer kurum, kuruluşlarla işbirliği içeri-
sinde İzmir’e katkı sağlamasını hedefliyor. Yine kaynakların etkin kullanımı
konusunda da somut çözümler
üretmeyi planlayan, İzmir üniversitelerinin her alanda dayanışmasını
sağlamak için projeler geliştirmeyi
amaçlayan platformun ilk çalışması
olarak; her üniversitenin Mayıs ayında
gerçekleşen kendi şenliğinin yanısıra
İzmir Üniversiteleri’nin ortak bir şenlik
düzenlemesi kararlaştırıldı. Bu karar
uyarınca 14 Mayıs’ta ilk “İzmir Üniversiteleri Platformu Şenliği” gerçekleşti.
Üniversitelerin kentle bütünleşmesini
amaçlayan şenliğin ana teması “Ödünç
Dünya” oldu. “Dünyayı gelecek nesillerden ödünç alma” fikrinden yola
çıkılan şenlik kapsamında İzmir’in
dünü, bugünü ve geleceğine değinen
etkinlikler gerçekleştirildi.
“Yaşayan İzmir” Fotoğraf Yarışması,
Bergama’daki 2 bin yıllık sağlık merkezi
olan Allinoi Antik Kenti’nin Yortanlı
Barajı’nın açılmasıyla sular altında
kalmasının tartışıldığı “Doğruya
Doğru” Müzakeresi, İzmir’e Pedal
Bisiklet Turu, Deniz Temiz-İzmir Temiz
Etkinliği, Akustik Müzik Dinletileri
düzenlendi. Sabah saatlerinde
başlayan bütün bu etkinliklerin
tamamlanmasının ardından
tüm katılımcılar Cumhuriyet Meydanı’nda toplandı.
Gerçekleştirilen törenin
ardından yaklaşık önde
6 üniversitenin rektörleri ve
arka-larında öğrencilerinden
oluşan 1500 kişilik grup hep
birlikte Gündoğdu Meydanı’na
yürüdü. İzmir Kayıkları ile
yelken topluluklarının da körfezden destek verdiği yürüyüş
renkli görüntülere sahne
oldu. Etkinlikler Gündoğdu
Meydanı’nda yaklaşık 30 farklı
dans ve müzik grubunun gösterileriyle son buldu.
HAZİRAN 2009
57
Ege Üniversitesi’nin ilk mezunları
50 yıl aradan sonra ilk ders yaptıkları
Bilgisayar Mühendisliği Bölümü’ndeki
Amfide toplandılar.
50 yıllık mezunların toplantısında
vefat eden 28 öğrenci saygı duruşuyla
anıldı. Türkiye’nin her köşesinden
gelen mezunlar çocukları ve torunları
ile birlikte toplantıya katıldı. Mezunlar buluşmasını organize eden,
Ege Üniversitesi’nin emekli öğretim
üyelerinden Prof. Dr. Oğuz Manas
ve diğer konuşmacılar, yaptıkları
konuşmalarda anılarını anlatarak
katılımcıları öğrencilik günlerine geri
götürdü.
Toplantı organizasyonunda yoğun
emeği geçen Prof. Dr. Oğuz Manas,
toplantıyı dönemin Cumhurbaşkanı
İsmet İnönü ve Başbakanı Adnan Menderes’in açılışına katıldığı
fotoğraf gösterimi ile açtı. Ardından
eski günlere değinen Prof. Dr. Manas,
üniversitenin kuruluşundaki zorlukları
Erdal Öz Edebiyat Ödülü, bu yıl Ege Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Felsefe Bölümü Öğretim Üyesi Yrd. Doç
Dr. İhsan Oktay Anar’a verildi. Yrd. Doç. Dr. Anar, Türk
edebiyatına kazandırdığı birbirinden önemli romanları,
bu romanlarda ortaya koyduğu özgün üslubu nedeniyle
seçici kurul tarafından ödüle değer görüldü.
Ödülün yanı sıra İhsan Oktay Anar adına Bilgi
Üniversitesi Karşılaştırmalı Edebiyat Bölümü tarafından
bir sempozyum düzenlendi. “Tarih Kadar Hayal, Rüya
Kadar Gerçek” başlığı ile gerçekleştirilen sempozyuma
katılan akademisyenler, edebiyatçılar, eleştirmenler,
sinema yönetmenleri ve karikatüristler Anar’ın
romanlarını her yönüyle irdeledi. Bilgi Üniversitesi’nin
Santralistanbul Kampüsü’nde düzenlenen sempozyum
kapsamında ilginç sergi objelerinin yanı sıra animasyonlar, video-art çalışmaları, dinletiler ve doğaçlama oyunlar başta olmak üzere pek çok etkinlik gerçekleştirildi.
“Kitab-ül Hiyel: Eski Zaman Mucitlerinin İnanılmaz
Hayat Öyküleri”, “Efrasiyab’ın Hikayeleri”, “Amat” ve
“Suskunlar” isimli eserleri bulunan Anar, Edebiyatçılar
Derneği ve PEN Yazarlar Derneği üyesi.
58
belirterek bugünlere gelindiğini
vurguladı.
Bilgisayar Mühendisliği Bölüm
Başkanı Prof. Dr. Halil Şengonca ve
öğrencileri Prof. Dr. Oğuz Manas’a
çiçek ve forma takdim ettiler. Bunun ardından Prof. Dr. Manas 75
yaş Veteranlar Avrupa Masa Tenisi
Turnuvasında Türkiye’yi hediye edilen
forma ile temsil edeceğini belirtti.
Toplantının ardından mezunlar
Şirince gezisine çıktılar.
Ege Üniversitesi önderliğinde ilki 2005 yılında
düzenlenen ve iki yılda bir organize edilmek üzere
gelenekselleşen EgeArt Sanat Günleri’nin üçüncüsü, 1115 Aralık 2009 tarihleri arasında gerçekleştirilecek. Ege
Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Candeğer Yılmaz’ın onursal
başkanlığında Atatürk Kültür Merkezi’nde yapılan ilk
toplantıda, organizasyonu üstlenecek sanatçılar, kurum
temsilcileri ile sanatı destekleyen gönüllüler ilk kez bir
araya geldi.
Ege Sanat Günleri hakkında bilgi veren Rektörü Prof.
Dr. Candeğer Yılmaz, “Ege Üniversitesi olarak amacımız
İzmir’in bilimsel, kültürel ve sanatsal gelişimine liderlik etmek. İzmir’in uluslararası standartlarda bir sanat
etkinliğine kavuşmasını sağlamak” diye konuştu.
Prof. Dr. Yılmaz, sayılarla 1. ve 2. EgeArt Sanat günleri
hakkında bilgi vererek “1.Ege Art’a 25 bin ,2. Ege Art’a 57
bin kişi katıldı. Bu dönemde bu sayının üzerine çıkmayı
hedefliyoruz”dedi.
Ege Üniversitesi Sanat Kurulu temsilcilerinin yanı sıra
9 Eylül,Yeditepe, Ankara ve Anadolu üniversitelerinden
temsilciler de 3. Egeart sanat kurullarında yer alıyor.
Üniversitelerin kalitesinin yükseltilmesine yönelik bir çalışma
olan Bologna Ulusal Takımı Projesi
hakkında konuşan Ege Üniversitesi
Rektörü Prof. Dr. Candeğer Yılmaz,
projenin üniversiteler arası rekabeti
zorladığını ifade etti.
Çeşitli illerdeki üniversitelerden gelen Fen-Edebiyat Fakülteleri
dekanlarının katılımıyla Ege Üniversitesi (EÜ) Atatürk Kültür Merkezi’nde
gerçekleşen toplantıda, açılış
konuşmasını yapan Prof. Dr. Yılmaz,
projenin bilimsel açıdan Türkiye’nin
ve dünyanın en önemli gündem
maddesi olduğunu belirtti. Prof. Dr.
Yılmaz, şunları söyledi: “Ege Üniversitesi 23 Avrupa ülkesinden 180
üniversite ile ikili ilişki imzası bulunan
bir üniversitedir. Bu süreçte Bologna
Projesi’nin önemi daha da ön plana
çıkmaktadır. Ülkemiz üniversitelerinin
bu proje çerçevesinde gösterdiği
performans ve Yüksek Öğretim
Kurulu’nun pro-jeye verdiği destek
çok önemlidir”.
Türkiye’nin Bologna ile ulaştığı
bilimsel seviyenin çok ileri olduğunu
söyleyen YÖK Yürütme Kurulu Üyesi
Prof. Dr. Atilla Eriş, “Ar-Ge konusunda
ülkemiz son 10 yılda büyük bir atılım
göstererek 32’ncilikten 19’unculuğa
yükseldi. Öğretim kadrosundaki
araştırma personeli başına düşen
yayın itibariyle de ülkemiz İsviçre,
İngiltere ve İsveç’ten sonra dördüncü
sırada bulunmaktadır. Kısıtlı bütçe
olanaklarına rağmen ulaşılan bu
başarı, imkanlar geliştirildikçe
daha da artacaktır. Bologna süreci
üniversitelerin akademik özerkliğe
kavuşması ve toplumla birleşmesi
yolunda da önemli katkılar
sağlamaktadır” diye konuştu
Ege Üniversitesi ve Ege-Koop birlikteliği ile hayata geçirilecek “Ege- Koop
25. Yıl Konutları” Karşıyaka Körfez Evleri yakınındaki arsa üzerine 420 konut
olarak inşa edilecek. Üniversite personeli için Türkiye’de ilk ve tek üniversite
kenti yaratılması amaçlanıyor. EÜ ve Ege Koop işbirliği ile Bayraklı’da “Karşıyaka
Körfez Evleri”nin yanında ilk etabı yapılacak blokları, kentin başka bölgelerinde
yapılacak diğer konutlar izleyecek. EgeKoop, B tipi bloklardaki fırsat paketiyle
arsa payında yüzde 15 ve inşaat metrekare maliyetlerinde yüzde 15 olmak üzere
avantaj sağlandığını açıkladı. Ege-Koop 25. Yıl Konutları’nda B tipi projeden sahip
olmak isteyenler ayda 800 TL ile 950 TL arasında aidatla konut sahibi olabilecek.
2009’da temeli atılacak olan konutların anahtar teslim tarihi 2011 olarak açıklandı.
Ege Üniversitesi öğretim elemanı ve personelinin konut edinme konusunda
yoğun talepleri bulunduğunu açıklayan EÜ Rektörü Prof. Dr. Candeğer Yılmaz,
“Hedefimiz, güvenli, konforlu, çevreye saygı anlayışı ile tasarlanmış ve her şeyden
önce Ege Üniversitelilerin bir arada yaşayabileceği mekânlar oluşturulmasına
katkı yapabilmek” dedi.
Ege-Koop 25.Yıl Konutları’nın İzmir’in prestij projesi olacağının altını çizen
Ege-Koop Genel Başkanı Hüseyin Aslan, “Ege Üniversitesi’nde talep örgütlenmesi
amacıyla yüzde 80 katılımla gerçekleştirilen anket sonucunda katılanların yüzde
87,5’inin Ege-Koop’la ev sahibi olmak istedikleri ortaya çıkmıştır. Bu, hem konuta
olan ihtiyacın hem de Ege-Koop’a duyulan güvenin en çarpıcı göstergesidir” dedi.
Ege Üniversitesi Rektörü Prof.
Dr. Candeğer Yılmaz, Ege
Üniversitesi’nin TÜBİTAK’a
en fazla proje gönderen okul
olduğunu açıkladı. Üniversitedeki bilimsel çalışmalarla
ilgili de bilgi veren Prof. Dr.
Yılmaz, “TÜBİTAK’da proje
başvurusu yapan üniversitelerin arasında birinci sıradayız.
Proje konusunda desteklenmede ise ikinci sıradayız”
dedi. Projelerin gerçekleşmesi
için verilen kaynakların
yetersizliğinin altını çizen Prof.
Dr. Yılmaz, öğretim üyelerinin kaynak oluşturma çabası
içerisinde olduğunu belirterek,
sözlerini şöyle sürdürdü:
“Bilimsel araştırmalarda
projelerin desteklenmesi
konusunda üniversitelere
çok fazla bütçe ayrılamıyor.
Devletin kurumlarının, başka
kaynakların bilimsel projeleri
desteklemesi lazım. En büyük
kaynağımız, TÜBİTAK ve DPT.
TÜBİTAK başvuruları konusunda ön sıralara taşınmış
durumdayız. Mayısın sonuna
kadar DPT projeleri konusunda hazırlığımız var. Daha
çok araştırmaya, projeye
hitap etmeyi düşünüyoruz.
Özgelir elde ederek bilimsel
projeleri buradan karşılamayı
amaçlıyoruz. Yeni oluşumlarla
uluslararası projeler konusunda da daha hazır hizmetler
sunmayı hedefliyoruz. Bir grup
hocamızın, sadece uluslararası
projeler üzerinde, ‘nereden kaynak bulabiliriz’ diye
çalışmaları var.”
HAZİRAN 2009
59
Ege Üniversitesi; Sakarya, Bilkent, Karadeniz Teknik, Ortadoğu Teknik, Sabancı
üniversiteleri ve Gebze Yüksek Teknoloji
Enstitüsü ile birlikte Türkiye’de “Diploma
Eki Etiketi” kullanma hakkını kazanan
7 üniversiteden biri oldu. Türkiye,
Avrupa’da Diploma Notu Etiketi alan ülke
sıralamasında 2. sıraya yükseldi.
Dünya Dans Günü kutlamaları, Ege Üniversitesi Sağlık Kültür
ve Spor Daire Başkanlığı çatısı altında çalışmalarını yürüten Latin
Dansları topluluğu organizasyonuyla kampüse taşındı. 28-29
Nisan tarihlerinde gerçekleştirilen etkinlikte ilk gün dansla ilgili
film gösterimleri, seminer, sunum ve panel gerçekleştirildi. Akşam
saatlerinde de Ege Üniversitesi’nde dans çalışmaları gerçekleştiren
öğrenci topluluklarının yanı sıra birçok dans grubunun katılımı
ile bir gece düzenlendi. Prof. Dr. Yusuf Vardar -MÖTBE- Kültür
Merkezi’nde gerçekleştirilen etkinlikte baleden, Latin danslarına
ve hiphopa kadar birçok dalda dans gösterisi gerçekleştirildi. İzmir
Devlet Opera ve Balesi, EÜ Latin Dansları Topluluğu, EÜ Modern
Dans Topluluğu, Hip Hop Topluluğu, Dans Ege Kulübü ve 9 Eylül
Üniversitesi Dans Atölyesi’nin hazırladığı gösterilerle tüm dans
toplulukları izleyenlere büyülü bir gece yaşattı.
Etkinlikte ikinci gün ise Arman Esen’in Latin Dansları, Aydan
Uysal’ın ise Hip Hop ile ilgili çalıştaylarıyla sürdü. Dans Günü
kutlamaları, tüm dans severlerin özgürce kendilerini figürleriyle
ifade ettikleri Dans Gecesi ile son buldu.
EÜ Atatürk İlkeleri ve İnkılap Tarihi
Araştırma Uygulama Merkezi yine ,
Kuva-yı Milliye ve Milli Mücadele’nin
Örgütlenişinin 90. Yıldönümü dolayısıyla
“Atatürk ve Kuva-yı Milliye” konulu
bir makale yarışması düzenledi. Batı
Anadolu’daki ( Uşak, Balıkesir, Aydın,
İzmir, Manisa, Denizli, Muğla, Afyon, Kütahya ) Devlet ve Vakıf Üniversitelerinde
okuyan lisans öğrencilerine yönelik olarak düzenlenen yarışmada, birinciye 800,
ikinciye 600, üçüncüye 300 TL olduğu
ve mansiyon ödülüne layık görülen 3
öğrenciye 100 TL verilecek. Yarışmaya son
başvuru tarihi 17 Ağustos 2009 olarak
ilan edildi. Yaşar Eğitim ve Kültür Vakfı’nın
katkılarıyla düzenlenen yarışma ile ilgili
ayrıntılı bilgi için: euatailk.ege.edu.tr ve
atailkuyg.ege.edu.tr.
Ege Üniversitesi Rektörlüğü bahçesindeki tarihi ağaçlara zarar veren Çamkese
böceklerinin sayısının kontrol altına
alınması amacıyla ağaçlara tahtadan
kuş yuvaları asıldı. Yuvalar hakkında
bilgi veren Tabiat Tarihi Uygulama ve
Araştırma Merkezi Müdürü Prof.Dr.
Tanju Kaya, “Çamkese böceğinin tırtılları,
çam ağaçlarının yeni filizlerin-deki
taze yaprakları yiyerek ormanı adeta
yangın yerine çevirir. Ağaçlara asılan
yuvalarda, başlıca besinleri böcek ve tırtıl
olan baştankara kuşlarının sayılarının
artmasına yardımcı olunacaktır.
Baştankaralar, böcekleri yiyerek ağaçların
yok olmasına engel olacaktır.” dedi.
60
Ege Üniversitesi Bilgi ve iletişim Teknolojileri Uygulama ve Araştırma Merkezi
(BİTAM) 4.Küresel Otoloji-Nöroloji Canlı
Cerrahi toplantısını (The 4th Global Otology-Neurotology Live Surgical Broadcast) toplantıya katılan diğer üniversiteler ile aynı anda yayınlayarak önemli bir
başarıya imza attı.
Ege Üniversitesi Tıp Fakültesi KBB
Hastalıkları Anabilim Dalı ile işbirliğinde
gerçekleştirilen yayın konusunda bilgi
veren BİTAM Koordinatörü Uzman Yiğit
Açık, video konferans teknolojisiyle
toplantının tüm dünya ile aynı anda
yayınlandığını söyledi. Açık, toplantıya
Ege Üniversitesi’nden başka New York
University, Federal University of Sao
Paulo, Barselona Instituto de Otologia
Garcia-Ibanez, Manchester Royal Infirmary ve Hannover Medizinische Hochschule gibi eğitim ve sağlık kurumlarının
da katıldığını belirtti. Medikal uygulamalar dışında bir çok video konferans
uygulaması da gerçekleştiren BİTAM,
eğitim amacıyla yürütülen çalışmalara
teknolojisiyle büyük destek veriyor.
İlköğretim öğrencilerine bilimi sevdirmek amacıyla düzenlenen Ege Üniversitesi Bilim Haftası 27-30 Nisan tarihleri
arasında gerçekleştirildi. Üç gün süresince devam eden etkinliklerde bilim insanları ile ilköğretim öğrencileri bir araya geldi.
Ege Üniversitesi’nin Avrupa Bilim Eğlence Gecesi organizasyonundan elde ettiği tecrübeleri, 23 Nisan Ulusal Egemenlik
ve Çocuk Bayramı etkinlikleri kapsamında yeniden çocuklarla
bir araya getirdiğine değinen Rektör Prof.Dr. Candeğer Yılmaz,
geleceğin bilim insanlarını Ege Üniversitesi’nde ağırlamaktan
mutluluk duyduklarını söyledi.
Bilim Haftası etkinlikleri ile kampüse konuk olan geleceğin
üniversitelileri deneyler, bilimsel sergiler, konserler, sunumlar
ve üniversite içi geziler ile bilimin yaşam içerisindeki yerini
yakından tanıma fırsatı yakaladı. Ücretsiz olarak gerçekleştirilen
ve 8 bin ilköğretim öğrencisinin katıldığı etkinlikler, Bilim-Teknoloji Araştırma ve Uygulama Merkezi’nin (EBİLTEM) koordinasyonunda Fen, Edebiyat, Ziraat fakülteleri ile Sağlık, Kültür ve
Spor Daire Başkanlığı’nın katkılarıyle gerçekleştirildi.
HAZİRAN 2009
61
Türkiye’nin önde gelen
şirketlerinin katıldığı ve kampüs
üniversitesi olmanın verdiği avantajla Ege Üniversitesi’nin tüm
öğrencilerine hitap eden bir organizasyon olan “Kariyer Günleri – 2009”,
7. kez Prof Dr. Yusuf Vardar - MötbeKültür Merkezi’nde 5-6-7 Mayıs tarihleri arasında gerçekleştirildi. Üniversite öğrencilerine ve mezunlarına
staj-iş bulmaları amacıyla her yıl
Sağlık, Kültür ve Spor Daire Başkanlığı
/ Kariyer Planlama Koordinatörlüğü
tarafından, düzenlenen organizasyona, Gateway Öğrenci Topluluğu’nun
öğrencileri yönlendirmedeki çabası
da dikkat çekti.
Katılımcı firmalara tüm gün kendilerine tahsis edilen yerlerde stand
açma ve konferans salonunda birer
saat sunum yapma imkanı verildi. Bu
sunumlarda firmayı temsil eden yöneticiler, firmalara istihdam yaparken
ne gibi kriterlere dikkat ettiklerini;
firma ve kendilerine ait başarı öykülerini gençlere aktardılar.
Katılımcı firma yöneticileri
standlarında ise staj ve iş imkanı
sağlamak için CV toplayıp,
öğrencilerin sorularını yanıtladılar.
Ege Üniversitesi’nin 2009 Dünya Astronomi Yılı
nedeniyle düzenlediği etkinlikte Galileo’nun teleskobuyla
gökyüzüne bakışının 400. yılı kutlandı Fen Fakültesinde
düzenlenen etkinliğe uzay kampı yetkilileri, İzmir ve
çevrelerinden ilköğretim ve lise öğrencileri de katıldı.
Kariyer anlamında pek çok fırsatın
yanında kokteyller ve firmaların
promosyonlarıyla günlük 400500 kişi tarafından ziyaret edilen
organizasyona, Ege Üniversitesi
dışında diğer üniversite öğrencileri
ve mezunları da katılım gösterdi.
Schneider Elektrik San.Tic. A.Ş. ,Tesco
Kipa Kitle Pazarlama. A.Ş, Erin Sigorta
L.t.d. Ş.t.i, Carrefour Sa Ticaret Merkezi
A.Ş,Yaşar Holding A.Ş, Sabah - ATV
gibi sayısı 25’i bulan katılımcı firmalar umdukları ilginin üstünde talep
gördüklerini ve gelecek yıl da bu organizasyona katılacaklarını bildirdiler.
Kariyer Günleri hakkkında bilgi
almak ve başvuruda bulunmak için:
Ege Üniversitesi Kariyer Planlama
Koordinatörlüğü
Tel: 0232 343 70 15 - 388 40 00 / 2480
konferans salonlarında
yapıldığı etkinlik bu yıl
farklı bir düzenleme
ile gerçekleştirildi. Gün
boyunca aynı anda birden çok salonda, farklı bölümlere ait tanıtımlar
yapılırken, öğrencilerin özel olarak
bilgi alabileceği, sorularına cevap
bulabileceği ve okulların çalışmalarını
görebileceği standlar da kuruldu.
Latin dansları ve halk oyunları
gösterileriyle renklenen 12. Ege
Üniversitesi Tanıtım Günleri süre-
since öğrenci toplulukları
da Spor Salonu’nun
bahçesinde kurdukları
danışma masalarında lise
öğrencilerine kampüs yaşamı
hakkında bilgi verdi. “Ege
Üniversitesi Hatırası” fotoğraf
standında öğrencilere
fotoğraf hizmeti sunuldu.
Bu yıl Tanıtım Günleri,
fakülte / yüksekokulların tanıtım temsilcilerilerinden gönüllülerin de içinde
yer aldığı bir organizasyon komitesi
kurularak hazırlandı. Yrd. Doç. Dr.
Alev Haliki Uztan’ın başkanlık yaptığı
komisyon, temmuz ayı sonunda
“Tercih Günleri” adı verilen bir etkinlik
daha gerçekleştirmeyi planlamaktadır.
Bu etkinlik kapsamında ÖSS sonrası
tercih yapacak öğrencilere üniversitemiz hakkında detaylı bilgiler
verilecek ve doğru tercih yapmaları
için yardımcı olunacaktır.
Evren sizi bekliyor
Türk Astronomi Derneği Genel Sekreteri Prof. Dr. Zeynel Tunca “Evren sizi bekliyor; sizin kendisini keşfetmenizi
bekliyor. Bu sloganla tüm dünyada astronomiye olan
ilginin arttırılmasını hedefliyor.’’ dedi. Rektör yardımcısı
Prof. Dr. Azmi Telefoncu “ Üniversitemize yeni bir
araştırma uygulama merkezi kazandıracağız, astronomiyi
rektörlük olarak önemsiyoruz” şeklinde konuştu. Fen
Fakültesi öğretim üyelerinden Prof. Dr. Serdar Evren
“ Biz astronomi için gerekli olan genel araştırmaların
yüzde 90’ını yapıyoruz. Bizim amacımız astronomiyi kullanarak gençlere bilimi sevdirmek ve bilimsel bilinclerini
arttırmaktır” şeklinde konuştu.
Bu yıl en etkin yılımızdı
Prof. Dr. Serdar Evren 2-5 Nisan arasında düzenlenen
Bilim Haftası etkinliklerinde incelenen 100 saat astronomi, kadın astronomlar, Karanlık Gökyüzü Farkındalığı,
Astronomiyi Küresel Olarak geliştirmek, Astronomi
ve Dünya Mirası gibi başlıklar hakkında da bilgiler
verdi. Şehir merkezlerindeki gereksiz ışıkların yıldızların
görünürlüğünü yok ettiğine dikkat çeken Prof .Dr. Serdar
62
Evren, bunun önemli bir sorun olduğunu belirtti. Evren
Kadın Astronomlar için “Her bilim alanında olduğu gibi astronomide de kadın erkek eşitliği söz konusu. Ülkemizde
kadın astronom sayımız az ama bu alanda kadınlara
erkeklerle eşit imkanlar sunuluyor” şeklinde konuştu.
Galileo Eğitim programıyla da Fen derslerinin astronomi
kullanılarak anlatılması gerektiğini bu yüzden özellikle
Fen Bilgisi öğretmenlerini eğitime aldıklarını belirten Prof.
Dr. Evren ‘’Bu yıl içinde bir çok etkinlik yaptık gittiğimiz
okullarda projeler hazırlayıp sunum yapan lisans ve lisans
üstü öğrencilerime teşekkür ediyorum” dedi. Ege Üniversitesi Fen Fakültesi Öğretim Üyelerinden Doç Dr. Günay
Taş, Prof. Dr. E. Rennan Pekünlü ile Dr. Melike Afşar’da
etkinlikte “Astronom Ne Yapar?”, “Bilimin Öncüllerinden
Galileo Galilei,” ve “Dünya’dan Evrene Bakış” konularında
konuşma yaptılar..
Sağlık, Kültür ve Spor Daire
Başkanlığı tarafından bu yıl 12’incisi
düzenlenen “Ege Üniversitesi Tanıtım
Günleri” Spor Salonu’nda 73 liseden
250 öğretmen ve 7 bin öğrencinin
katılımıyla gerçekleşti.
Daha önceki yıllarda belirli
saatlerde Fakülte, Yüksekokul ve
Meslek Yüksekokulların tanıtımlarının
HAZİRAN 2009
63
İzmir Üniversiteleri Platformu
Şenliği kapsamında “Yaşayan İzmir”
adlı bir fotoğraf yarışması düzenlendi.
Yarışmaya, 78 kişi, 234 eseriyle katıldı.
Yarışmanın birincisi “Bağbozumu”
adlı eseriyle (soldaki) Halil İbrahim
Ergunda oldu.
İkincilik ödülünü “Çuha Bedesteni”
adlı eseriyle (ortadaki) Ege Üniversitesi İletişim Fakültesi Radyo - Televizyon
ve Sinema Bölümü Öğretim Görevlisi
Alahattin Kanlıoğlu aldı.
Üçüncülük ödülü de “Velespitli”
adlı eseriyle (en alttaki) Mehmet Ali
Varol’un oldu.
64