AK PARTĠ GENEL MERKEZ DIġ ĠLĠġKĠLER
Transkript
AK PARTĠ GENEL MERKEZ DIġ ĠLĠġKĠLER
AK PARTĠ GENEL MERKEZ DIġ ĠLĠġKĠLER BAġKANLIĞI Ġçindekiler TÜRKĠYE GÜNDEMĠ.......................................................................................................................... 2 YSK kesin sonuçları açıkladı .............................................................................................................. 2 Davutoğlu: Ukrayna‟nın birliği ve toprak bütünlüğü korunmalı ......................................................... 2 Türkiye Cumhurbaşkanlığı Seçimi İle Bilinmezliğe Giriyor- Daniel Dombey- Financial Times ...... 3 Uluslararası yardımlar Türkiye'nin bozulan imajını düzeltebilir – David Lapeska – Al Jazeera ........ 4 Alternatif Freedom House okuması – Mustafa Akyol – Star Gazetesi ............................................... 7 Küme düşürülünce... – Cengiz Çandar - Radikal Gazetesi ................................................................ 8 AVRUPA GÜNDEMĠ ......................................................................................................................... 12 Rusya'nın Ukrayna'daki argümanını anlayamıyorum........................................................................ 12 AB 19 ülkeye vizeyi kaldırdı............................................................................................................. 13 Tiflis'te üçlü zirve .............................................................................................................................. 13 AB kıpırdıyor – Tulu Gümüştekin – Sabah Gazetesi ........................................................................ 15 Almanya YouTube Engellemesinde Dünya Birincisi ....................................................................... 16 Almanya Cumhurbaşkanı'na Viyana'dan Yanıt Verdi ....................................................................... 16 Rahip Ve Sultan - Der Spiegel - Ralf Neukirch/ Paul Middelhoff/ Maximilian Popp/ Christoph Schult/ Oliver Trenkamp ................................................................................................................... 16 Tam Bir İstihbarat Devleti - Deutschlandradio – Luise Sammann ................................................... 20 Mücadele sadece Ukrayna‟da değil – Beril Dedeoğlu – Star Gazetesi ............................................. 25 ORTADOĞU GÜNDEMĠ ................................................................................................................... 27 Müzakereler kesildi ama durmadı ..................................................................................................... 27 AB'den Filistin'e 16 milyon yardım................................................................................................... 27 Sisi'den Hamas ve Katar'a sert eleştiri ............................................................................................... 28 Suriye krizinin çok yönlü faturası – Sami Kohen – Milliyet Gazetesi .............................................. 28 AFRĠKA GÜNDEMĠ .......................................................................................................................... 29 Cezayir'de kabine değişikliği............................................................................................................. 29 Ban Güney Sudan‟da ......................................................................................................................... 30 Güney Afrika‟da genel seçimler için adaylar son kozlarını oynadı .................................................. 30 AMERĠKA GÜNDEMĠ ...................................................................................................................... 31 ABD Dışişleri Bakanlığı önünde Mısır protestosu ............................................................................ 31 Obama: Ekiplerimiz Nijerya'ya Yardıma Gitti .................................................................................. 31 Wellington House'dan 'Freedom House'a aynı sahtekârlık – Hasan Celal Güzel – Sabah Gazetesi . 31 ASYA – PASİFİK GÜNDEMİ ............................................................................................................ 33 Çin, ABD'nin ticaret anlaşmalarından endişeli ................................................................................. 33 1 AK PARTĠ GENEL MERKEZ DIġ ĠLĠġKĠLER BAġKANLIĞI Tayland'da AYM'den başbakanın azli yönünde karar ....................................................................... 33 Güney Çin Denizi'nde balıkçılara müdahale ..................................................................................... 33 TÜRKĠYE GÜNDEMĠ YSK kesin sonuçları açıkladı AA Yüksek Seçim Kurulu (YSK) Başkanı Sadi Güven, 30 Mart Yerel Seçim sonuçlarına ilişkin basın toplantısı düzenledi. Seçime 26 siyasi partinin katıldığını hatırlatan Güven, 30 büyükşehir, 51 il belediye, 961 ilçe, 390 belde belediye başkanlığı, 20 bin 500 belediye meclis üyeliği, bin 251 il genel meclisi üyeliği 49 bin 707 muhtarlık ve ihtiyar heyeti meclisi üyeliği için seçim yapıldığını açıkladı. Büyükşehirlerde 40 milyon 727 bin 194 seçmenden 36 milyon 440 bin 968'inin oy kullandığını belirten Güven, katılım oranının yüzde 89,48 olduğunu bildirdi. Güven, 2009 yılındaki yerel seçime katılımın yüzde 83 oranında olduğunu hatırlattı. Açıklamanın ardından, Resmi Gazete'de yayımlanacak kesin sonuçlar basın mensuplarına dağıtıldı. 30 Mart yerel seçiminin kesin sonuçlarına göre, büyükşehir belediye başkanlığı seçimlerinde AK Parti oyların yüzde 45,54'ünü alarak birinci parti oldu. Büyükşehir seçimlerinde CHP yüzde 31,04, MHP yüzde 13,65 oranında oy aldı. Belediye başkanlığı seçimlerinde ise AK Parti yüzde 43,13, CHP yüzde 26,45, MHP yüzde 17,76 oranında oy aldı. İl genel meclisi üyeliği seçimlerinde AK Parti yüzde 45,43, MHP yüzde 20,71, CHP yüzde 16,87, belediye meclisi üyeliklerinde AK Parti yüzde 42,87, CHP yüzde 26,34, MHP yüzde 17,82 oy oranına ulaştı. Davutoğlu: Ukrayna‟nın birliği ve toprak bütünlüğü korunmalı AA Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu, Ukrayna‟daki gelişmelere ilişkin Avrupa Konseyi içinde yaşanan tartışmaların, Avusturya'nın başkenti Viyana'daki tarihi Hofburg Sarayı'nda düzenlenen Avrupa Konseyi Bakanlar Komitesi'nin 124'üncü Toplantısı'na özel bir anlam kattığını ifade etti. Bakanların katıldığı öğle yemeğinde diğer katılımcıların ricası üzerine Türkiye‟nin moderatörlüğünde Ukrayna‟daki gelişmelerin ele alındığı bir oturum gerçekleştirdiklerini ifade eden Davutoğlu, oturumda şöyle konuştu: Ukrayna‟da yaşanan çatışmaların kesinlikle Kırım‟daki Tatarlara yönelik bir tavır haline dönüşmemesi gerektiğini vurgulayan Davutoğlu, “Ukrayna‟nın şu veya bu bölgesinde yeni bir Berlin Duvarı örülmemesi gerekir. Ukrayna‟yı Batı-Doğu, Avrupa-Avrasya yanlısı gibi 2 AK PARTĠ GENEL MERKEZ DIġ ĠLĠġKĠLER BAġKANLIĞI sınırlara ayıramayız. Aksine aramızdaki bütün sınırlarımız öylesine esnek hale getirilmeli ki asırlarca yan yana yaşamış bu halklar geleceği birlikte inşa etsinler” dedi. "Türkiye olarak Avrupa Konseyi'ne büyük destek verdik" Türkiye‟nin, Avrupa Konseyi‟nin demokratik değerler etrafında yürüttüğü çalışmalara büyük destek verdiğini ifade eden Davutoğlu, “Türkiye, 3 yıl önce dönem başkanlığımız sürecinde de hem Avrupa Konseyi değerlerinin komşu bölgelere etkide bulunması hem de kadına karşı şiddet de dahil olmak üzere birçok konuda girişimde bulunmuş bir ülkedir” dedi. Türkiye CumhurbaĢkanlığı Seçimi Ġle Bilinmezliğe Giriyor- Daniel Dombey- Financial Times İngiliz Financial Times gazetesinde Daniel Dombey'nin kaleme aldığı makalede Ağustos ayında yapılacak olan Cumhurbaşkanlığı seçimine ve Başbakan Recep Tayyip Erdoğan'ın stratejisine yer verildi. Makalede yerel seçimlerden başarıyla çıkan Erdoğan'ın daha büyük bir sınava hazırlandığı belirtiliyor ve "Başbakan Erdoğan eğer aday olursa kazanma şansı son derece yüksek. Ancak asıl bilinmezlik yaratan ülkenin ilk doğrudan seçilen Cumhurbaşkanı'nın ne kadar yetkiyle donatılmış olacağı" deniyor. Makale şöyle devam ediyor: "Ülkenin doğrudan seçilen ilk Cumhurbaşkanı'nın Vladimir Putin modeline mi, yoksa tamamen sembolik görevi olan İngiltere Kraliçesi'ne mi daha yakın olacağı belirsiz. Türkiye'nin yakın siyasi tarihi ikinci seçeneğin daha olası olduğunu gösteriyor. Son 25 yılda iki kez etkili Başbakanlar Cumhurbaşkanlığı makamına çıktı ve siyasetteki etkilerini kaybetti. Abdullah Gül'ün Cumhurbaşkanlığı da büyük ölçüde sembolik bir rol olarak kaldı. Ancak Erdoğan seçilirse siyasetin arka planında kalmayı kabullenecekmiş gibi gözükmüyor" 'Yetkiler uyandırılabilir' Erdoğan'ın Cumhurbaşkanı olması durumunda Çankaya'nın uzun süredir hiç kullanılmayan yetkilerinin uyandırılabileceğinin ifade edildiği yazıda, "Erdoğan'ın daha önce 'Cumhurbaşkanı elindeki yetkilerin tümünü kullanmalı' dediğini biliyoruz. Çankaya'nın bakanlar kurulunu toplama ve kurula başkanlık etme yetkisi Erdoğan döneminde sıkça kullanılabilir" deniyor. Mart ayındaki yerel seçimlerin uzun soluklu bir mücadelenin ilk ayağı olduğu ifade edilen yazıda, Erdoğan'ın önünde riskler olduğu da belirtiliyor. Adalet ve Kalkınma Partisi'nin (AKP) yerel seçimlerde aldığı oyların 2011 genel seçimine kıyasla 2 milyon daha az olduğu hatırlatılıyor. Makale şöyle sonlanıyor: "Eğer AKP'nin Cumhurbaşkanı adayı beklenenden daha az oyla seçilirse yeni Cumhurbaşkanı yetkilerini dilediği kadar rahat kullanamayabilir. Bu durumda 3 AK PARTĠ GENEL MERKEZ DIġ ĠLĠġKĠLER BAġKANLIĞI Başbakan Erdoğan'ın elindeki siyasi güç azalabilir. Erdoğan'ın Cumhurbaşkanı seçilmesi durumunda kamuoyundan Putin usulü bir yönetim tarzına geçiş eleştirilerinin arttığı da görülecektir." Uluslararası yardımlar Türkiye'nin bozulan imajını düzeltebilir – David Lapeska – Al Jazeera Türkiye‟nin uluslararası imajı son dönemde darbe aldı. Suriye‟de Beşşar Esed rejimine ve Mısır‟da yeni askeri hükümete karşı yürütülen muhalefetten, Twitter ve YouTube yasaklarına, barışçıl protestoculara ve medyaya yönelik agresif baskılardan, Başbakan Recep Tayyip Erdoğan‟ın giderek sertleşen söylemine, hükümet artık uluslararası gözlemcilerin birçoğunun gözünde cazibesini önemli ölçüde yitirmiş durumda. Amerika Birleşik Devletleri‟nin Ankara Büyükelçisi Francis Ricciardone, nisan ayı başında Hürriyet gazetesine verdiği röportajda “Umuyorum ki, Türkiye uluslararası itibarının gördüğü zararı tamir edecektir” dedi. Ankara, saygınlığını geri kazanma yönündeki uzun yolculuğa, dış siyaset alanındaki tek parlak noktası olan uluslararası yardım konusundan başlayabilir. Türkiye‟nin resmi yardım harcamaları, son on yılda aniden ciddi bir artış gösterdi; 2002 yılında 73 milyon dolar olan yardım toplamı, 2013 itibarıyla neredeyse 3,3 milyar doları buldu. Bu artış, 2002 yılında iktidara gelen Erdoğan liderliğindeki Adalet ve Kalkınma Partisi (AK Parti / AKP) hükümeti dönemine rastlıyor. Ekonominin gelişmesiyle birlikte, hükümet de Afrika ve Müslüman ülkeleri başta olmak üzere nüfuz alanını genişletme gayreti içine girdi. Yurtdışındaki Türk yardım ajanslarının sayısı 2002‟de bir düzine kadarken, geçen yıl yaklaşık üç katına çıkarak 34‟e yükseldi. Yardım yarışı 2011 yılında Suriye krizinin patlak vermesinden bu yana, güney sınırındaki bu komşu ülkeden kaçan 2,5 milyon sığınmacının üçte birine ev sahipliği yapan Türkiye, bu uğurda 3 milyar dolardan fazla para harcadı. 200 binden fazla Suriyeliyi barındıran kamplar, burada yaşayanlara sağlanan "mükemmel" koşullar sebebiyle övgü aldı. Fakat Türkiye'nin bir yardım gücü olma misyonu, Suriye savaşının çok öncesine dayanıyor. 2000'lerin başındaki jeopolitik ve insani meseleler, Müslüman ülkeler arasında ufak çaplı bir yardım yarışı başlamasına neden oldu. 2003 yılında İran'ın Bem kentinde yaşanan deprem felaketi, 2004 sonunda Güneydoğu Asya'yı vuran tsunami, ertesi yılki Pakistan depremi ve 2008 yılında Gazze'de yaşanan savaş, Müslüman ülkeleri, sıkıntı içindeki kardeşlerine yardım eli uzatmaya sevk etti. Ancak Türkiye, bu konuda Müslüman ülkeler arasında bile ayrı bir yere sahip. Çin, Hindistan ve Brezilya'nın izinden giderek dünyanın en hızlı büyüyen kıtası Afrika'da ticaret ve nüfuz arayışına giren Ankara, 2005 yılını "Afrika Yılı" ilan etti. Buna karşılık, Afrika Birliği'nden gözlemci ülke statüsü kazanan Türkiye, kısa sürede kıtanın stratejik ortağı haline geldi. 2007 yılında İstanbul, En Az Gelişmiş Ülkeler Zirvesi'ne ev sahipliği yaptı ki, bu gruptaki 48 4 AK PARTĠ GENEL MERKEZ DIġ ĠLĠġKĠLER BAġKANLIĞI ülkeden 33'ü Afrika kıtasındandı. Ertesi yıl ise ilk kez Türkiye-Afrika İşbirliği Zirvesi düzenlendi. Ardından gelen Arap Baharı ile beraber, Müslüman ülkelerden bölgeye destek yağmaya başladı. Suudi Arabistan, (Mısır ve Yemen örneğindeki gibi) kimi Arap ülkelerinin devrimden sonra yeniden yapılanmasına ya da (Fas, Bahreyn, Umman ve Ürdün'de olduğu gibi) kimilerinin ise benzer bir süreçten kaçınmasına yardımcı olmak için 2012 yılında 5 milyar dolarlık resmi yardımda bulundu. Birleşik Arap Emirlikleri de geçen yıl aynı şekilde çoğunluğu Mursi sonrası Mısır'a tahsis edilmek üzere 5 milyar dolar yardım dağıttı. Türkiye, söz edilen ülkelerin doğal kaynaklarına sahip değilse de, geçen on yılda nüfusunun çoğunluğu Müslüman olan ülkeler arasında (Suudi Arabistan'ın 1,6 milyar dolarına karşılık 1,9 milyar dolarla) en fazla insani yardımda bulunan ülke oldu. Pakistan'da on binlerce konut inşa eden Türkiye, burada TOKİ modelinin bir benzerini oluşturmayı umuyor. Türkiye'nin yardımda bulunduğu diğer ülkeler arasında Bangladeş, Afganistan, Endonezya, Özbekistan, Myanmar, Lübnan, Bosna ve Karadağ'ı saymak mümkün. 2012 yılında insani yardım faaliyetlerine 1,04 milyar dolar harcayan Türkiye, böylece ABD, Avrupa Birliği veİngiltere'nin ardından dördüncü sırada yer aldı. Aynı yıl 1,5 milyar dolardan fazla dış yardım harcaması yapan 800 milyar dolarlık Türk ekonomisi, Brezilya (2,25 trilyon dolarlık ekonomi; 1 milyar dolar yardım) ve Rusya (2 trilyon dolarlık ekonomi; 500 milyon dolardan az yardım) gibi gelişmekte olan daha büyük çaplı ülkeleri geride bıraktı. Türkiye, 2016 yılında Birleşmiş Milletler sponsorluğunda düzenlenecek dünyanın ilk uluslararası insani yardım zirvesine de ev sahipliği yapacak. Türkiye'nin artan dış yardımlarında öne çıkan ülkelerden biri de Somali. 2011 yılından bu yana 400 milyon dolar harcayan Ankara, ülkenin yeniden inşa edilmesine, su kuyuları, yol ve hastane yapılmasına, devlet binalarının restore edilmesine ve tarımın geliştirilmesine öncülük ediyor. Nitekim Somali Devlet Başkanı Şeyh Mahmud da, geçen yıl Quartz isimli web sitesine verdiği röportajda, "Türkler bize hiç görmediğimiz şekilde destek oluyor. Mogadişu'nun çehresini değiştiriyorlar" dedi. Ancak bu değişimden memnun olmayan Somalililer de yok değil. Geçen yıl temmuz ayında ülkede faaliyet gösteren Eş Şebab örgütünün, Mogadişu'daki Türk Büyükelçiliği ek binasına bombalı araçla düzenlenen intihar saldırısında elçilikte görevli bir polis memuru ile yoldan geçmekte olan bir Somalili hayatını kaybetti. Nisan ayı başında bu kez de roketatarlı bir saldırının hedefi olan binada iki Türk inşaat işçisi yaralandı. Türkiye'nin Somali'yi yeniden inşa çalışmaları, El Kaide bağlantılı cihat yanlısı grubun varlığını tehdit ediyor. 1.200 civarında Somalili öğrenci, Ankara'nın verdiği bursla Türk üniversitelerinde okuyor. Uluslararası Kriz Grubu tarafından yayınlanan bir rapora göre, burs başvurusunda bulunanlar arasında Eş Şebab üyeleri de var. Ankara'nın yardımları sadece fedakârlıktan ileri gelmiyor. Kendisini Osmanlı dönemi koşullarında gören ülke, nüfuz sahasını Fas'tan Mogadişu'ya, hatta daha da ötesine 5 AK PARTĠ GENEL MERKEZ DIġ ĠLĠġKĠLER BAġKANLIĞI genişletmeyi amaçlıyor. Carnegie Europe'ta misafir öğretim üyeliği yapmakta olan, eski Türk diplomatlardan Sinan Ülgen, kendisiyle yapılan bir söyleşide konu hakkında şöyle bir tespitte bulundu: "Türkiye kendisini yıllardır dünyanın bu bölgesindeki mağdurların hamisi olarak konumlandırıyor. Ve yardımları geniş bir portföye yaymaktansa, birkaç kriz bölgesine odaklanarak tahsis etmek suretiyle de, görünürlüğünü ve nihayetinde siyasi ve ekonomik nüfuzunu artırmaya çalışıyor." Söz konusu gayretler Afrika'da meyvesini de veriyor. Türkiye'yi Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi geçici üyeliğine getiren, büyük ölçüde 53 Afrika ülkesinin 51'inden aldığı destek oldu. Ayrıca geçen yıl Mogadişu Havalimanı'nın işletme ve bakımı Somali hükümeti tarafından 20 yıllığına bir Türk şirketine verildi. Türkiye son birkaç yılda Afrika'da 20'nin üzerinde yeni elçilik açarak, Fransa'dan sonra kıtada en çok elçiliği olan ikinci ülke oldu. Dışişleri Bakanlığı verilerine göre, Afrika ile şu anda kıtanın en büyük dördüncü bağışçısı konumundaki Türkiye arasındaki ticaret 2003 yılında 5,4 milyar dolarken, 2012 itibarıyla 23 milyar dolara ulaştı. Elbette Türkiye hâlâ ABD, AB ve diğer bağışçılardan kalkınma yardımı alır konumda ve yaptığı yardımların miktarı da geleneksel bağışçılara kıyasla oldukça düşük. ABD'nin 2013 yılında yaptığı yardım harcaması 31,5 milyar dolar ki, bu rakam, Türkiye'nin yaptığı toplam yardımın neredeyse on katı. İngiltere, Fransa ve Japonya da her yıl 10'ar milyar dolardan fazla bağışta bulunuyor. Manevi otorite avantajı Nihayetinde yardımlar tek başına Türkiye'nin imajını düzeltmekte yeterli olmayacaktır. Fakat Ülgen, Türk yetkililerin daha az kutuplaştırıcı bir uluslararası profile doğru kaymaya başladığı kanaatinde. Ankara'nın Mısır konusundaki söyleminde son haftalarda bir yumuşama var. Gazze Şeridi'ne uygulanan İsrail - Mısır ambargosunu kırmaya çalışırken İsrailli donanma komandoları ile çıkan çatışmada dokuz Türk aktivistin hayatını kaybettiği, 2010 yılındaki Mavi Marmara olayıyla ilgili olarak Tel Aviv ile bir tazminat anlaşmasına varıldığı belirtiliyor. Kıbrıs meselesinde bile net bir ilerleme söz konusu. Başbakan Erdoğan'ın 1915 yılında Osmanlı ordusu tarafından öldürülen Ermenilerin akrabalarına taziye mesajı yayınlaması ise benzeri görülmüş bir şey değil. Türkiye, Mart 2014 - Haziran 2015 tarihleri arasında üç, hatta belki de dört seçim geçirmiş olacak. Bu uzun kampanya sürecinde iktidar partisinin iç siyasete ve bu bağlamda demokrasiyi suistimal ettiği yönündeki algılara odaklanması, ülkenin yurtdışındaki ekonomik ve güvenlikle ilgili menfaatlerine zarar verme riski taşıyor. Bu noktada Türk yetkililer, Twitter'ı vergi kaçakçısı ilan etmek veya uluslararası toplumu geçen yıl Şam yakınlarında gerçekleştirilen kimyasal silah saldırısına sert tepki vermemekle eleştirmek yerine, Suriye'de yaşanan insanlık krizi konusunda, ülke olarak gösterdikleri ciddi cömertliği ve Batılı demokratik değerleri anladıklarını vurgulayacak şekilde geniş çaplı bir uluslararası yardım çağrısında bulunmalıdır. 6 AK PARTĠ GENEL MERKEZ DIġ ĠLĠġKĠLER BAġKANLIĞI Erdoğan artık ülkesinin bu eli açıklığının sağladığı manevi otoriteyi avantaja dönüştürmelidir ki, bunu daha önce de yapmıştı. 2011 yılında Batılı analistler Türkiye'yi İslami bir demokrasi modeli olarak öne çıkardıkları zaman, Başbakan, Somali konusunda acilen harekete geçilmesi gerektiğini anlatan zekice ve samimi bir çağrı kaleme almıştı. Foreign Policy'de yayınlanan ve bugün büyük ölçüde Suriye meselesi için de geçerli olan bu yazıdaErdoğan şöyle diyordu: "[Somali'de yaşanan] bu kriz, uygarlık mefhumuna ve çağdaş değerlerimize dair bir sınavdır. Bununla birlikte, uluslararası toplumun başlattığı yardım seferberliği ve dünyanın ilgisinin bu bölgeye yönelmesi ile yeni bir süreç başlayabilir." Alternatif Freedom House okuması – Mustafa Akyol – Star Gazetesi Washington merkezli düşünce kuruluşu Freedom House (“Özgürlük Evi”) tarafından Türkiye‟de basın hürriyetine dair yayınlanan son rapor, epey tepki ve tartışma doğurdu. Tahmin edilebileceği gibi, iktidar kanadı raporu olumsuz, muhalefet kanadı ise olumlu buldu. Ancak, gördüğüm kadarıyla, bu konuda fikir beyan edenlerin çoğu bazı önemli detayları atladı. Önce şunu belirteyim: Freedom House, sadece Türkiye‟ye bakmıyor. Dünyadaki tüm ülkelere “özgürlük karnesi” veriyor belirli kriterlere göre. Kendi ülkesi ABD‟ye de not veriyor ki, bu sene ABD‟nin “medya özgürlüğü” konusundaki notu epey düşmüş durumda. (Snowden olayı gibi skandallar yüzünden.) Öyle ki, koca “özgürlükler ülkesi Amerika” dünyada 30. sırada bu yıl. Medyası ondan daha özgür olan ülkeler arasında; Andorra, Jamaika, Kosta Rika, Estonya ve Barbados dahi var. İsrail de listenin epey aşağılarında, 62. sırada. (Medyası en özgür ülkeler ise başta İsveç olmak üzere İskandinav ülkeleri.) Bir başka kritik nokta ise şu: “Medya Özgürlüğü”, Freedom House karnesindeki altbaşlıklardan biri sadece. Bir de, din özgürlüğü, politik özgürlükler, azınlık hakları gibi kriterleri de hesaba katan “genel özgürlük notu” var. Türkiye ise burada, eskiden de olduğu gibi, hala “yarı-özgür” ülkeler liginde. Diyebilirsiniz ki, belki Müslümanlara bir garezi vardır adamların, hep düşük not veriyorlardır. Ancak yayınladıkları “Özgürlük Haritası”ında böyle peşin bir hüküm gözükmüyor. Rusya, Çin veya Burma‟yı “özgür olmayan ülke” saymışlar mesela. Buna karşın Tunus, Libya, Pakistan veya Bangladeş gibi Müslüman ülkeler “yarı özgür.” Darbeci Mısır, “özgür değil.” Genel özgürlük notu Asıl vurgulamak istediğim nokta, Freedom House‟un aslında Türkiye‟ye bizde algılandığı kadar kötü bir not vermediği. Bunu, sadece “medya özgürlüğü”ne değil de, sözünü ettiğim “genel özgürlük notu”na bakınca görüyorsunuz. Bu kritere göre Türkiye “yarı özgür” ligindeki konumunu son 15 yıldır sürdürüyor. Ancak, bugün onbeş yıl öncesine göre epey ilerleme kaydetmiş durumda. Bunu görmek için Freedom House sitesine girip, Türkiye hakkındaki tüm notlamaları geçmişe doğru giderek inceledim. En eski tarih 1999, yani 28 Şubat dönemiydi. 7 AK PARTĠ GENEL MERKEZ DIġ ĠLĠġKĠLER BAġKANLIĞI Baktım, o dönemde Türkiye‟nin genel özgürlük notu 7 üzerinden 4.5 imiş. (Bayağı kötüymüş yani, çünkü 1 en yüksek, 7 ise en düşük not.) Sonra 2001 ve 2002 yıllarına baktım. Not aynı: 4.5 Ama sonra AK Parti dönemi başlıyor ve notta büyük artış var: 2003 yılının notu 3.5, yani bir puanlık önemli bir sıçrama. 2005‟te yeni bir sıçramayla 3‟e çıkmış Türkiye‟nin notu. Yine AK Parti iktidarının reformları sayesinde. 2006-2012 arasında her sene verilen karnelerde de, Türkiye‟nin notu hep 3 olarak kalmış, gerilememiş. (Türkiye ile “Siyonistler” arasındaki iki büyük kavganın, yani Mavi Marmara ve İran‟la nükleer anlaşma olaylarının 2010‟da yaşandığını hatırlatayım. Bir etkileri olmamış gibi gözüküyor.) Türkiye‟nin genel özgürlük notunun sadece 2013 ve 2014‟te biraz gerileyip 3.5‟e düştüğünü görüyorsunuz. Medya özgürlüğü alanında ise kendine has ani bir düşüş var. Bu rakamlara bakan nötr birisi, kolaylıkla şunu söyleyebilir: “Türkiye‟de AK Parti iktidarıyla birlikte özgürlükler eskiye kıyasla çok geniĢledi. Ancak son iki yılda göreceli bir daralma var. Basın özgürlüğü alanı ise spesifik olarak sorunlu ve kötüye gidiyor.” Açıkçası, benim şahsi kanaatim de zaten aşağı-yukarı bu yönde. Bu görüşü paylaşmayabilirsiniz elbette. Ama yine de Freedom House‟un tam olarak ne dediğine biraz daha dikkat etmekte fayda var. Küme düĢürülünce... – Cengiz Çandar - Radikal Gazetesi ABD ve Avrupa'daki Türkiye algısı, olumludan olumsuza niçin kısa süre içinde değişti? Bunda iktidarın payı nedir? İktidar çevrelerinin canını Almanya Cumhurbaşkanı Joachim Gauck kadar, belki ondan da fazla acıtan Freedom House‟un (Özgürlük Evi), Türkiye‟yi basın özgürlüğü konusunda 'küme düşürmesi' oldu. Freedom House, 'demokrasi ve insan hakları' savunucusu, Washington merkezli bir düşünce ve araştırma kuruluşu. Doğumu 1941 ve 40 yılı aşkın bir süredir her yıl 'özgürlükler' ve bu arada dünyanın bütün ülkelerindeki basın özgürlüğünün durumuna ilişkin raporlar yayımlıyor. Bir hafta kadar önce yayımlanan raporda, Türkiye, medyası itibariyle 'yarı-özgür' ülkeler kategorisinden 'özgür olmayan ülkeler' kategorisine düşürüldü. Almanya Cumhurbaşkanı Gauck‟un özellikle AB ülkelerinde 'demokrasi ve insan hakları' alanındaki büyük itibarı neyse, Freedom House da aynı alanda bir 'kurum' olarak özellikle ABD‟de çok itibarlı ve etkili. AKP iktidarı, bir süredir AB‟yi pek sallamıyor görünüyor ama 'iktidar bekası' açısından ABD‟yi kamuoyunda efelenmesi ne olursa olsun, pek önemsiyor. O nedenle de olsa gerek, 8 AK PARTĠ GENEL MERKEZ DIġ ĠLĠġKĠLER BAġKANLIĞI Freedom House raporuna Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu, aceleci bir tepki verdi ve "Bu, son dönemde Türkiye‟ye karşı yapılan algı operasyonlarından biridir. Türkiye‟de her görüş zikredilebilmektedir, tartışılabilmektedir. Bu anlamda Türkiye‟deki basın özgürlüğü kısmen özgür kategorisinde yer alan ülkelerden çok daha ilerdedir" dedi. Dahası, gazetecileri Freedom House raporuna karşı çıkmaya davet etti. Gazeteciler değil ama kendilerine 'gazeteci' muamelesi yapılmasını isteyen iktidarın 'maaşa bağladığı trolleri', kendi tanımlarıyla 'kullanışlı aptalları' ve Washington‟da başarısız bir lobicilik faaliyetinde görev alan 'organikler', Freedom House‟a laf yetiştirmeye başladılar. Ahmet Davutoğlu‟ndan aldıkları işaretle Freedom House‟un yaptığının Türkiye‟ye karşı bir 'algı operasyonu' olduğunu ileri sürüyorlar. Bunlardan TMSF marifetiyle genel yayın yönetmeni yapılmış biri, kantarın topuzunu kaçırmış, "Şu anda Türkiye‟de AK Parti ve Tayyip Erdoğan düşmanlığı yapanların tek referans kaynağı ya Amerika‟daki Neo-con çetelerinin kanatları altında demokrasi ve özgürlük pazarlamacılığı yapan düşünce kuruluşları ya da Türkiye‟deki „vesayet beslemesi‟ medya kuruluşlarının ispiyonlarıyla kanaat oluşturan Avrupalı siyasetçilerdir. Soros‟un ve ABD‟deki İsrail mali lobisinin finansörlüğünde çalışan Freedom House‟un her yönüyle skandal Türkiye raporuna adeta bir kurtuluş umuduyla sarılıp mutluluktan uçuyorlar" diye yazdı. Saçma ve kantarın topuzu kaçmış ama bu satırlar, AKP‟nin 'maaşlı medya memurları, troller ve kullanışlı aptalları'nın ortak görüşlerini ve duygularını yansıtıyor. Oysa Freedom House‟un yaptığı sadece 'Türkiye gerçeği'ne ayna tutmaktan ibarettir. 'Türkiye‟ye karşı bir algı operasyonu'nun söz konusu olmadığını en başta gazeteciler biliyor. Ayrıca, basın özgürlüğünde 'küme düşmek' en çok gazetecileri üzer ve yaralar. Dolayısıyla Türkiye‟nin gazetecilerinin haliyle ciddiye almadığı Ahmet Davutoğlu‟nun sözlerine doğrudan ABD Dışişleri Bakanlığı‟ndan karşı-cevap geldi. 'Neo-conlar'ın tam karşısında yer alan Obama yönetiminin Dışişleri Sözcü Yardımcısı Marie Harf, "Washington‟da Türkiye‟ye yönelik bir algı operasyonu var mı" sorusunu "Kesinlikle hayır. Kesinlikle hayır, nokta!" diye yanıtladı. "İnsanların Türkiye‟ye yönelik algısını, bakışını YouTube‟a yapılan engellemenin durdurulması, Twitter‟ın bloke edilmemesi ile değişir. Asıl bu engellemeler başka yerlerdeki insanların, „Hey bakın, Türkiye‟de basın özgürlüğü sandığımız kadar da iyi değilmiş‟ diye düşünmelerine yol açıyor" diye konuştu. Marie Harf, Freedom House raporunda yer alan öneri ve analizlerin bir bölümü ile 'aynı fikirde' olduklarını belirtti ve "Türkiye‟de basın özgürlüğü konusundaki kaygılarımızı Türk yetkililere de ilettik. Sosyal medya sitelerinin açılması konusunda bunu yapmayı da sürdüreceğiz" diye ekledi. Marie Harf, kendileri için önemli olan bu konunun olduğunu belirterek "Bu salonda, basın özgürlüğüne gelen kısıtlamalar konusunda çok konuştuk. Rusya‟da olsun, Venezuela‟da olsun ya da Twitter ve YouTube ile ilgili Türkiye‟de olsun. Bu konunun önemli olduğuna inanıyoruz, bu da çok açık" dedi. 9 AK PARTĠ GENEL MERKEZ DIġ ĠLĠġKĠLER BAġKANLIĞI Marie Harf, Dışişleri Sözcü Yardımcısı olmadan önce, Obama‟nın 2012 seçim kampanyası ekibinde ulusal güvenlik ve dış politika konularından ve 'iletişim stratejisi'nden sorumluymuş. Sözün özü; 'resmi Amerika', Dışişleri Bakanı Davutoğlu‟nun 'tespiti'ni reddetmiş durumda. Bu arada, Freedom House‟un Türkiye‟nin 'küme düştüğü' 2014 raporunda, ABD de basın özgürlüğü dünya sıralamasında 32'ncilikten 13 sıra gerileyerek 46'ncı sıraya düşmüş durumda. Obama yönetiminin, Freedom House‟u 'İsrail‟in mali finansörlüğü altında çalışan Neo-con...' vs. gibi ipe sapa gelmez ve doğru olmayan biçimde suçladığı işitilmedi. Türkiye‟nin özgürlükler alanında 'küme düşmesi'nde başrolü oynayan proje direktörü Karin Deutsch Karleker. Aslında 'Güney Asya uzmanı', Cambridge Üniversitesi‟nde Hindistan tarihi üzerine doktora yapmış. Bir dönem The Economist‟te çalışmış olduğu için basın geçmişine de sahip. Kendisiyle 'basın özgürlüğünde Avrupa‟daki en büyük gerilemeyi gösteren ve dünyada da en büyük gerilemeyi gösteren ülkeler arasına giren' Türkiye ile ilgili 'The TurcoFile' adlı bir blog görüşmüş, beş soru sormuş. Karleker, Türkiye değerlendirmesi için kullandığı metodolojiyi anlatmış, Davutoğlu‟na da cevap vermiş. "Araştırmanıza göre, sizce Türkiye‟de basın özgürlüğünün en sıkıntılı yönleri neler" sorusuna verdiği karşılık şöyle: "... Son yıllarda hükümet ile birçok medya sahibi arasında gördüğümüz artan ölçüdeki yakın ilişkiler. Bunlar, otosansür ve siyasi gerekçeli işten çıkarmalara yol açtı..." Davutoğlu‟nun bunlardan haberli olmadığı düşünülebilir mi? Bu, 'Türkiye‟ye karşı algı operasyonu mu' yoksa 'Türkiye‟nin demokrasi açığı mı?' Freedom House‟un çok kısa bir süre önce 'Democracy in Crisis: Corruption, Media and Power in Turkey' (Krizdeki Demokrasi: Türkiye‟de Yolsuzluk, Medya ve İktidar) başlıklı yirmi sayfalık bir raporu yayımlandı. Basın özgürlüğünde 'küme düşeceği'nin tüm işaretleri orada vardı. Ne Davutoğlu ne de AKP‟nin 'maaşlı medya memurları' ile 'kullanışlı aptallar' ona uyanabildiler. Rapor, Kasım 2013‟te Türkiye‟ye gelip 'yerinde inceleme yapan' beş kişinin imzasını taşıyordu. Andrew Finkel, Nate Schenkkan; ayrıca Freedom House‟un Avrasya programları direktörü Susan Corke, eski NYT‟ve WSJ‟li Carla Anne Robins ve Freedom House Başkanı David Kramer. Kramer, 2008-2009‟da Demokrasi ve İnsan Haklarından Sorumlu ABD Dışişleri Bakan Yardımcısı. Yani, Obama‟nın Tayyip Erdoğan ile arasından su sızmadığı ilk döneminde, Hillary Clinton‟ın yardımcısı. ABD ve Avrupa‟da yani Batı‟da Türkiye‟ye karşı bir 'algı operasyonu' yapıldığı iddiasını ortaya atıp, 'otokratik yapılar'a has bildik bir 'milli birlik ve beraberlik' peşinde koşmanın bir faydası yok. 10 AK PARTĠ GENEL MERKEZ DIġ ĠLĠġKĠLER BAġKANLIĞI ABD ve Avrupa‟daki Türkiye algısı, olumludan olumsuza niçin kısa süre içinde değişti? Bunda iktidarın payı nedir? Bunlara kafa yormakta yarar var. Ve tabii, 'demokrasi ve özgürlükler açığı'nı kapatmakta. Zira bu 'açık' Türkiye‟yi batıracak kadar tehlikeli. Freedom House„un ahmak Türk dostları – Mehmet Ocaktan – AkĢam Gazetesi ġu anda Türkiye'de AK Parti ve Tayyip Erdoğan düşmanlığı yapanların tek referans kaynağı ya Amerika'daki Neocon çetelerinin kanatları altında demokrasi ve özgürlük pazarlamacılığı yapan düşünce kuruluşları ya da Türkiye'deki'vesayet beslemesi' medya kuruluşlarının ispiyonlarıyla kanaat oluşturan Avrupalı siyasetçilerdir. Son iki yıldır özellikle Tayyip Erdoğan için 'diktatörleĢiyor', 'HitlerleĢiyor' masallarını üretenlerin neredeyse tamamı 28 Şubat sürecinde cuntacıların çizmelerini parlatmakla kariyer yapmış gazeteci ve yazarlardan oluşmaktadır. Sadece 28 Şubat'ta değil, sonrasında da hep vesayet düzenini savunan, bütün darbe girişimlerini ve muhtıraları alkışlayan bu isimler şimdilerde birdenbire kanatlanıp adeta milletin hafızasıyla alay edercesine 'demokratlık' satmaya çalışıyorlar. Ama biliyoruz ki bugün cuntacı kimliklerinin üzerini 'insan hakları' perdesiyle örtmeye çalışanlar, hayatları boyunca AB'den evrensel insan hakları değerlerine kadar her türlü gelişime karşı çıktılar, statükonun aktörlüğünü yaptılar. Aslında bugün de demokrasiyi ve özgürlükleri keşfetmiş ya da darbecilikten nadim olmuş filan değiller. Sadece ABD ve Avrupa'daki Türkiye karşıtı merkezlerden arakladıkları argümanlarlaErdoğan düşmanlığı yapıyorlar o kadar... Nitekim tıpkı 28 Şubat'ta cuntacılarla girdikleri yasak iliĢkide olduğu gibi 17 Aralık'ta da Pensilvanya'nın kuyruğuna takılarak 'mistik darbe' girişiminin paralel yalakalığına yazılmakta bir beis görmediler. Oysa bu yarı aydınların Amerika ve Avrupa‟da her gördükleri yöneticiye, düşünce kuruluşuna üretilmiş yalanlarla ispiyonladıkları Erdoğan, onların üçüncü dünyacı kafasının alamayacağı değişim ve dönüşümlere imza atmış bir lider… Yıllardır aşağılık kompleksiyle malul bulunan bu kalemler, Tayyip Erdoğan askeri ve yargısal vesayetle mücadele ederken burun kıvırdılar, ekonomide ve demokraside Türkiye‟yi bir üst lige taşırken istihza ile baktılar, Dersim katliamı için devlet adına özür dilerken duymazdan geldiler, yüz yıllık kanlı bir sorunun çözümü için elini taşın altına koyarken PKK‟yı yeniden teröre teşvik için yaşadıkları topraklara ve bu topluma ihanetten çekinmediler. Şimdi de 1915 olayları için Ermenilerin torunlarına taziyede bulunan Erdoğan‟ın bu tarihi adımını değersizleştirmeye çalışıyorlar. Biliyorum Tayyip Erdoğan düşmanlığında sınırı aşmış olanlar için Başbakan‟ın yüz yıllık taziye mesajında Ermenilerin acılarını paylaşmayı “bir insanlık vazifesi” olarak değerlendirmesi pek bir anlam ifade etmiyor. Yine dudak büküyorlar, Neocon tabiatları gereği maraza çıkarmaya devam ediyorlar. Türkiye düşmanlığı ile müseccel yabancı odakların ahmak Türk dostları yapılan bütün iyi şeylerin üzerini örtmekte çok maharetliler. Mesela değişik ülkelerde çıkardığı iç 11 AK PARTĠ GENEL MERKEZ DIġ ĠLĠġKĠLER BAġKANLIĞI karışıklıklarla milyar dolarlık kâr elde eden ünlü spekülatör Soros‟un ve ABD‟deki İsrail mali lobisinin finansörlüğünde çalışanFreedom House'un her yönüyle skandal Türkiye raporuna adeta bir kurtuluş umuduyla sarılıp mutluluktan uçuyorlar. Bir kere Türkiye‟deki tutuklu gazetecilerle ilgili bilgiler eski ve neredeyse hiçbiri doğru değil. İsrail‟i hep özgür ülkeler listesinde gösteren Freedom House‟un Türkiye'yi basın özgürlüğünde Uganda, Bangladeş, Endonezya, Tanzanya ve Kenya ile birlikte değerlendirmek sadece bir ahmaklık değil, aynı zamanda kara bir cehaletin göstergesidir. Eğer Freedom House için bu raporu hazırlayanlar biraz matematik bilgisine, biraz da okuduklarını anlama yeteneğine sahip olsalardı eminim isteseler de bu kadar skandal bir rapor hazırlamazlardı. Her Ģeyden önce saydıkları ülkelerin yazılı ve görsel medyasıyla Türkiye'deki yazılı ve görsel medya arasında sayısal anlamda uzaktan yakından bir alaka yok. Freedom House'un esas görmediği ya da okuyup da anlamaya zekâsının bir türlü yetmediği konu; Türk medyasının dünyada hiçbir medyanın sahip olmadığı 'hakaret özgürlüğü' ayrıcalığına sahip olmasıdır. Bu nasıl özgür olmayan bir ülkedir ki, halihazırda Türkiye'deki medyanın yüzde 70‟i iktidar karşıtıdır ve bırakın eleştiriyi doğrudan Tayyip Erdoğan'a karşı hakaret kampanyası yürütebilmektedirler. Eğer Freedom House'un birazcık gazeteciliğe ve basın özgürlüğüne saygısı varsa, Türkiye başbakanına "Mezarına tüküreceğim" ifadelerini kullanan gazetecinin demokratik ülkelerdeki bir benzerini ortaya koymak zorundadır. Koyamaz, çünkü dünyadaki hiçbir demokratik ülke böyle bir hakarete izin vermez. "Türkiye'de basın özgürlüğü yok" diyenler bu örnekleri göremeyecek kadar acınası bir paranoya içindeyseler, kusura bakmasınlar hazırladıkları raporlar birer palavradan ibarettir. Nitekim ünlü ABD‟li yazar Noam Chomsky, bunun böyle olmadığını, “ABD‟nin çıkarlarına ters olan ülkelere Freedom House‟un son derece acımasız raporlar hazırladığını, ABD ile arası iyi olan ülkelere Ģefkatli raporlar hazırladığını” açık açık söylüyor. Bu arada Freedom House‟nin, uzun süre tutuklu kalan gazeteciler Nedim Şener ile Ahmet Şık‟ın Gülen Cemaati‟nin emniyet ve yargı içine çöreklenmiş paralel yapısı tarafından kendilerine komplolar kurulduğunu dile getirmelerini görmezden gelmesi tam bir sahtekârlık… AVRUPA GÜNDEMĠ Rusya'nın Ukrayna'daki argümanını anlayamıyorum AA ABD Dışişleri Bakanı John Kerry, AB Yüksek Temsilcisi Catherine Ashton ile başkent Washington‟daki görüşmelerinin ardından düzenlenen ortak basın toplantısında Ukrayna'daki gelişmelerle ilgili de açıklamalarda bulundu. Ukrayna‟nın doğu bölgesindeki Donetsk ve Luhansk‟ta Rusya yanlılarının bölgenin geleceğine ilişkin 11 Mayıs‟ta yapmayı planladığı referandumun Ukrayna‟yı daha da böleceği 12 AK PARTĠ GENEL MERKEZ DIġ ĠLĠġKĠLER BAġKANLIĞI uyarısında bulunan Kerry, “Ukrayna‟yı daha da bölecek yasadışı çabaları kesinlikle reddediyoruz. Bu, Kırım‟da oynanan senaryonun bir tekrarı” ifadesini kullandı. Rusya‟nın, Ukrayna‟da yapılacak seçimleri karıştırma girişimlerinden endişe duyduklarını vurgulayan Kerry, “Şunu da eklemek zorundayım ki Rusya‟nın, şiddetten dolayı Ukrayna‟nın seçimleri iptal etmesi veya ertelemesi gerektiği yönünde argümanlar oluştururken, diğer yandan, çok daha kötü şiddete sahne olan Suriye‟de bir seçimi tümüyle desteklemesini anlamak çok zor” diye konuştu. AB Yüksek Temsilcisi Ashton da, Ukrayna‟da yapılacak devlet başkanlığı seçiminin önemi üzerinde durdu. “Sizin gibi biz de seçimlere, özgür ve adil başkanlık seçimlerinin önemine odaklandık” diyen Ashton, “Bu, Ukrayna‟nın istikrarını sağlama adına gerçekten çok önemli bir adım. Bu, demokrasiyle ilgili. Bu aynı zamanda Ukrayna‟nın geleceği noktasında yasal ve kapsamlı bir tartışma fırsatı oluşturuyor” açıklamasında bulundu. AB 19 ülkeye vizeyi kaldırdı TRTTURK AB tarafından alınan karar gereği, Birleşik Arap Emirlikleri (BAE), Kolombiya, Dominika, Grenada, Kiribati, Marshall Adaları, Mikronezya, Nauru, Palau, Peru, Saint Lucia, Saint Vincent ve Grenadinler, Samoa, Solomon Adaları, Doğu Timor, Tonga, Trinidad ve Tobago, Tuvalu ve Vanuatu vatandaşları vizeden muaf olacak. Vize muafiyeti, tam mütekabiliyetin sağlanması için bu ülkelerle AB arasında ikili anlaşmaların yürürlüğe girmesinin ardından geçerlilik kazanacak. Kurallar gereği, AB‟nin vize muafiyeti uyguladığı ülkelerin de Birlik üyesi ülkelerin vatandaşlarına vize muafiyeti hakkı tanıması gerekiyor. AB Komisyonu, ada ülkelerinin vizeden muaf ülkeler listesine dahil edilmesi önerisini Kasım 2012‟de gündeme getirmiş, daha sonra Avrupa Parlamentosu ve AB Konseyi arasında yapılan görüşmelerde BAE, Peru ve Kolombiya‟nın da bu listeye eklenmesi kararlaştırılmıştı. Tiflis'te üçlü zirve Al Jazeera Zirve toplantısı bir ilk niteliği de taşıyor ve gelenekselleştirilmesi hedefleniyor. Bu çerçevede Gürcistan Cumhurbaşkanı Giorgi Margvelaşvili'nin ev sahipliğinde 6 Mayıs 2014‟de bir araya gelen Türkiye Cumhurbaşkanı Abdullah Gül ve Azerbaycan Cumhurbaşkanı İlham Aliyev‟in üç ülke arasındaki işbirliğini daha da ileri götürme kararlılığını vurgulamaları bekleniyor. Liderler siyasi, ticari ve ekonomik alanda işbirliğinin arttırılması için görüş alışverişinde bulunacaklar. 13 AK PARTĠ GENEL MERKEZ DIġ ĠLĠġKĠLER BAġKANLIĞI Üç ülke, Dağlık Karabağ ile Abhazya ve Güney Osetya ihtilaflarının egemenlik, toprak bütünlüğü ve uluslararası tanınmış sınırların ihlal edilemezliği ilkeleri çerçevesinde çözülmesi gerektiğini düşünüyor. Zirvedeki en önemli konulardan biri Bakü-Tiflis-Kars demiryolu hattı. Tiflis-Kars arası demiryolu yapım süreci, Türkiye kısmına göre biraz daha yavaş ilerledi. Bununla ilgili sorunlar projenin hızla bitmesi için en üst düzeyde ele alınıyor. Ukrayna'daki kriz de konuĢuldu Üç ülkenin lideri bir de ortak basın toplantısı düzenledi. Gül, görüşmelerinde Ukrayna'da yaşanan krizin de gündeme geldiğini söyledi. "Krizin bölgede güvenlik ve istikrarı etkilediği konusunda hemfikiriz. Ukrayna’nın toprak bütünlüğü noktasında ülkedeki krize bir çözüm bulunmalı. Ülkedeki anayasa reformu doğusuyla batısıyla tüm toplumu kucaklamalı, AGİT gözlem misyonunun rolünü de destekliyoruz. Kırım'daki Tatar Türklerinin durumunu hassasiyetle takip ettiğimizi de belirttim." Cumhurbaşkanı Gül ayrıca, toprak bütünlüğüne dikkat çekti. "Bizim bütün arzumuz projelerle bölgedeki refahı ve ekonomik gelişmeyi arttırmaktır. Zirve boyunca bölgesel ve ulusal meseleleri de ele aldık, Gürcistan ve Azerbaycan'ın bağımsızlığı ve toprak bütünlüğüne olan güçlü desteğimizi yineledik. Bölgemizdeki ihtilafların toprak bütünlüğü ilkesi temelinde barışçıl yöntemlerle çözüme kavuşmasının önemini paylaştık." “Dostluk ekonomide de kendini gösteriyor” Cumhurbaşkanı Abdullah Gül ortak açıklamadan önce, Türkiye-Gürcistan-Azerbaycan Üçlü Zirvesi'nin Milli Kütüphane'de yapılan ana oturumunun açılışında şu mesajları verdi: "Esasen bu üç ülke arasında yoğun işbirliği mevcuttur. Bakü-Tiflis-Kars demiryolu hattının Gürcistan kısmının 2007'deki temel atma töreninde de üç ülke cumhurbaşkanları olarak birlikteydik.” “Üç ülke olarak çok önemli projeler gerçekleştirdik. Bakü-Tiflis-Erzurum, Bakü-TiflisCeyhan, Bakü-Tiflis-Kars ve Trans Anadolu gibi bölgesel ve küresel ölçekte büyük projeleri bu üç ülke gerçekleştirdi. Güney Kafkasya'nın refahına katkıları uluslararası alanda da takdir edildi.” “Kafkasya'nın yüksek dağlarını duvar olmaktan çıkardık, bir kapı, işbirliği alanı haline getirdik. Siyasi anlamda halklarımız birbirinin kardeşidir, dostudur. Bu dostluk ekonomik alanda da kendini göstermekte, biz de bu alanda katkı yapmak için en üst düzeyde görüşmeleri devam ettiriyoruz." Bölgesel iĢbirliği vurgusu Azerbaycan Cumhurbaşkanı İlham Aliyev, zirvede uluslararası güvenlik, enerji güvenliği ve bölgesel konuların gündeme geleceğini söyledi. "Eminim bu zirvenin çok güzel sonuçları olacaktır. Ülkelerimiz arasındaki ilişkilerin tarihte çok önemli bir yeri vardır. Karşılıklı ilişkilerimiz üst düzeyde devam etmektedir ve bugün Türkiye-Azerbaycan-Gürcistan arasında gerçekleştirilecek bu üçlü zirve bölgemiz ve dünya 14 AK PARTĠ GENEL MERKEZ DIġ ĠLĠġKĠLER BAġKANLIĞI için büyük önem taşımaktadır. Çünkü bizim işbirliğimizin temelinde ortak amaçlar vardır ve bunlar bölgesel değil küresel amaçlardır." Gürcistan Cumhurbaşkanı Giorgi Margvelaşvili ise, bölgede başlattıkları girişimin öneminden bahsetti. "Bizim işbirlğimiz hem üç ülke için hem de bölgede çok uzun soluklu yoğun ve sonuç odaklı, olumlu bir işbirliği. Bugünkü toplantı da bir kere daha bölgede başlattığımız girişimin önemini ortaya koyuyor." AB kıpırdıyor – Tulu GümüĢtekin – Sabah Gazetesi 9 Mayıs, her yıl Avrupa Günü olarak kutlanır. 1950'de, savaştan yeni çıkmış ve derin düşmanlık içinde olan Almanya ile Fransa'nın, bu gerilimden kurtulması için Robert Schuman'ın yaptığı çağrının yıldönümü, Avrupa Günü olarak benimsenir. Kömür ve Çelik Topluluğu kurulmasıyla 1952'de başlayan bu girişim, çok inişli çıkışlı bir rota takip etse de, bugün dünyada en özgürlükçü, en liberal, en geniş ve en şeffaf toplum projelerinden biri haline geldi. Avrupa Parlamentosu (AP) mayısta seçime gidecek. Doğrudan oy kullanılarak oluşturulan yegâne uluslararası parlamento olma özelliğini koruyor. Her adımda, AB devletleri, yurttaşların karar alma mekanizmalarına daha yakın olmasını sağlamak için AP'ye büyük ve yeni yetkiler tanıdı. Bugün parlamento, AB işleyişinde, üye devletlerin temsil edildiği Bakanlar Konseyi'nin yanında, bir "üst meclis", bir senato görevi ifa ediyor. Parlamento, yeni seçimlerle iş başına geldikten sonra AB'nin üçüncü büyük kurumu ve icra organı olan Avrupa Komisyonu'na güvenoyu vererek onun iş başına gelmesini sağlıyor. 2009'da Lizbon'da kabul edilen tadilat çerçevesinde, AB'nin artık bir Bakanı ve bir Dışişleri temsilcisi de var. Aslında, 2005'te Fransa ve Hollanda referandumlarıyla reddedilen Avrupa Anayasası kabul edilseydi, AB Başkanlığı beş yıl süreli ve geniş yetkilerle donatılmış bir mevki olacaktı. Bugünkü haliyle, AB Başkanı, üye devletlerin temsil edildiği Konsey için bir arabulucu, bir koordinatör görevi yapıyor. Bu görev, adını kimsenin duymadığı bir Belçikalı siyasetçi olan Herman Van Rompuy tarafından üstlenildi ve ilk döneminde başarılı oldu. Onun göreceli başarısı, uluslararası ilişkilerde önemli bir tampon işlevi üstlenmesinden kaynaklandı. Benzer biçimde, hiç bilinmeyen bir isim, İngiliz Parlamenter Catherine Ashton, dışişlerinden sorumlu göreve getirildiğinde, herkes AB'nin bir dışişleri bakanlığı olamayacağını, üye devletlerin bu sistemi çalıştırmak istemeyeceğini düşünüyordu. Ashton da olumsuz beklentileri boşa çıkaran, tevazu sahibi fakat etkili bir performans sergiledi. AB için yeni seçim dönemi, Türkiye ile ilişkilerini de derinden etkileyebilir. Belki de ilk kez, AB içinde Komisyon Başkanlığı için siyasiler adaylıklarını açıkladı. Bugüne kadar, Komisyon Başkanı'nın adı, üye devletlerce kapalı kapılar ardındaki pazarlıklar sonucu belirlenir, tek bir adayla Parlamento'dan güvenoyu istenirdi. Bu kez, AP Başkanı Martin Schultz, eski Lüksemburg Başbakanı, Eurozone'un başkanlığını yapmış olan kurt siyasetçi Jean- Claude Juncker, IMF Başkanlığı yapmakta olan eski Fransa Maliye bakanlarından Catherine Lagarde gibi son derece yüksek profili olan siyasetçiler adaylıklarını açıkladı. İki dönemdir Komisyon Başkanlığı yapan Manuel Barroso, çok düşük profili olan bir başkanlığı benimsemiş, bu tavrı da üye devletlerin temsilcilerinin işine gelmişti. Yeni dönemde AB içindeki görevlere gösterilen ciddi talep, Avrupa kıtasının aşmakta olduğu 15 AK PARTĠ GENEL MERKEZ DIġ ĠLĠġKĠLER BAġKANLIĞI engellerle orantılı bir bilinçlenme düzeyini ve toplum beklentilerini ortaya koyuyor. Bu dinamiğin varlığı, gelecek açısından umut veriyor. Ne var ki, Türkiye ile olan ilişkilerin de, artık klişeleşmiş değerlendirmeler ve ertelemelerin ötesine geçebilmesi umudu kadar, üyelik müzakerelerinin hız kazanmasını istemeyen kişilerin yönetim kademelerine gelmesi ihtimali de var. Bugüne kadar, AB içinde yaşananlar, Türkiye'de ne kamuoyunun, ne de siyasi partilerin çok dikkatini çekmedi. Ne var ki AB kıpırdıyor ve Türkiye, siyaseti, sosyal yapısı, ekonomisi ve küreselleşmenin güçlendirdiği ittifaklar sistemiyle, AB'ye on yıl öncesine nazaran çok daha derin ve kuvvetli bağlarla bağlı. Gelişmeleri daha iyi izlemek ve olabilecek sonuçları ayrıntılarıyla tartışma dönemi başlıyor. Almanya YouTube Engellemesinde Dünya Birincisi Die Welt İnanılmaz bir rakam: Dünya‟da en çok sevilen 1000 video‟dan yüzde 60‟ı Alman kullanıcılar için kapalı. Vatikan veya bir İslami devlet olan Afganistan bile böyle yüksek engelleme oranına sahip değil. Gazeteciler Ajansı „OpenDataCity“nin yaptığı bir istatistike göre Almanya Güney- Sudan ve Burma gibi devletleri bile geride bırakmış. "Datenjournalist" internet sitesinde yer alan bilgiler Almanya‟nın en fazla sevilen 1000 video‟dan yüzde 60‟şına engelleme getirdiğini gösteriyor. Bu oran Güney-Sudan„da yüzde 15, Vatikan‟da ise yüzde 5. Almanya CumhurbaĢkanı'na Viyana'dan Yanıt Verdi Son Dakika Ahmet Davutoğlu, Avrupalı Türk Demokratlar Birliği (UETD) Avusturya şubesi tarafından, uluslararası öğrenci derneği WONDER‟de konferans verdi. Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu, Almanya Cumhurbaşkanı Joachim Gauck‟un Türkiye ziyareti sırasında yaptığı açıklamalara ilişkin, "Eğer kaygı duyacaksak Avrupa sokaklarına nüfuz etmiş olan ırkçılıktan kaygı duyalım, İslamofobiden kaygı duyalım, kundaklanan Türk evleri dolayısıyla kaygı duyalım. Saygı görmek isteyen saygı gösterecek bize. Kimse bize ikinci sınıf Avrupalı muamelesi yapamaz" dedi.Büyük devletlerin tarihe bıraktıkları izlerle anıldığını söyleyen Davutoğlu, Viyana başta olmak üzere dünyanın birçok ülkesinde şehitler bulunduğunu aktardı. Her yurt dışı gezisinde ilk olarak şehitlikleri ziyaret ettiğini belirten Davutoğlu, "Şehitlere vefa borcumuzu ödemeden biz yeni bir siyasi idealin temsilcisi olamayız" diye konuştu. Rahip Ve Sultan - Der Spiegel - Ralf Neukirch/ Paul Middelhoff/ Maximilian Popp/ Christoph Schult/ Oliver Trenkamp Başbakan Erdoğan ile Almanya Cumhurbaşkanı Gauck Arasındaki Tantana Almanya‟nın Ankara'ya Karşı Tutumundaki Çaresizliğini Gösteriyor. Türkiye‟de Cumhurbaşkanlığı Seçimi Öncesinde Erdoğan Bu Kez Köln‟de Sahne Alacak-16 AK PARTĠ GENEL MERKEZ DIġ ĠLĠġKĠLER BAġKANLIĞI Ahmet Sakıp, büyük bir lidere yabancılardan aldığı önerilerin vız geldiğini, “Zaten en büyük lider Tayyip Erdoğan.” diyerek ifade ediyor. Hamburg St.Pauli'de “Son Durak” adlı bir kıraathane masası etrafında oturan adamlar tasdik edercesine başlarını sallıyor. Çoğu emekli. Yıllar önce yabancı işçi olarak Türkiye‟den Almanya‟ya gelmişler. Hepsi Türkiye Başbakanı Recep Tayyip Erdoğan‟a -Başbakanlarına- hayran. Onun sayesinde Türkiye‟nin güçlendiğini; otobanlar, hastaneler ve okullar yaptığını belirtiyorlar. Bilhassa dış ülkelere kafa tutuyor. Sakıp, “Almanya Cumhurbaşkanı Joachim Gauck da artık Türkiye‟yi öyle kolayca eleştiremeyeceğini biliyor.” şeklinde konuşuyor. Cumhurbaşkanı Joachim Gauck, geçen hafta, Ankara‟da üniversite öğrencilerine yaptığı bir konuşmada Türkiye‟deki demokrasi eksikliklerini yargıladı. Gauck, Türk hükûmeti tarafından basına getirilen sansürü, istenmeyen savcı ve polislerin görev yerlerinin değiştirilmesini ve YouTube ile Twitter‟a erişimin engellenmesini eleştirdi. Gauck, "Bu gelişmeler beni endişelendiriyor." ifadelerini kullandı. Erdoğan'ın Gauck‟a tepkisi gecikmedi. Başbakan, Almanya Cumhurbaşkanı‟nı “rahip” diyerek aşağıladı. Gauck‟un Türkiye‟nin iç işlerine burnunu soktuğunu, bunun ise “devlet adamlığına yakışan uygun bir davranış olmadığını ve çirkin" olduğunu söyledi. Hükûmet yanlısı bir gazete, Gauck‟u kolunda gamalı haç bandıyla resmetti. Alman politikacılar Erdoğan‟ın densizliğini kınadılar. Bir hükûmet liderinin kameralar karşısında bir NATO ortağına bu denli sataşması enderdir. SPD‟li (Sosyal Demokrat Parti) AB Parlamentosu Başkanı Martin Schulz, Erdoğan‟ın Gauck'a yönelik sözlerini “diplomatik kuralların bir ihlali” olarak niteledi. Buna karşın Türkiye ve Almanya‟daki taraftarları arasında Erdoğan destek görüyor. Türkiye, 10 Ağustos‟ta yeni cumhurbaşkanını seçiyor. Almanya‟da yaşayan Türkler de ilk kez oy kullanabilecek. Erdoğan, cumhurbaşkanlığı adaylığını henüz açıklamadı ama kimse bu yöndeki ihtirasından kuşku duymuyor. Son Durak'takiler, “Elbette Erdoğan‟ı seçeriz.” diyorlar. Kendine güvenen Başbakan, Almanların ne düşündüğünü artık fazla dert etmiyor gibi görünüyor. Yeşiller Eş Başkanı Cem Özdemir, Federal Almanya hükûmetinin Türkiye‟deki gelişmelere etki etme imkânının “hissedilir ölçüde azaldığı" eleştirisini yaptı. Erdoğan, daha en az bir on yıl iktidarda kalmak istediğini duyurdu ve şunun farkında: Oy alma yarışında Almanya‟ya karşı sarf edilecek sert sözler zarar vermez. Parti Tüzüğü, 2015 genel seçiminde dördüncü kez başbakan olarak aday olmayı engellediğinden gözlemciler, Erdoğan‟ın ağustostaki seçimde cumhurbaşkanı görev değişikliğine gideceğini düşünüyor. Cumhurbaşkanı koltuğunda ise şimdilik müttefiki ve İslami-muhafazakâr AKP'yi birlikte kurdukları Abdullah Gül oturuyor. Türkiye'de şu ana kadar bir cumhurbaşkanının görevleri -Almanya‟dakine benzer- törensel yükümlülüklerle sınırlıydı. Seçimi kazanması hâlinde ise Erdoğan, cumhurbaşkanının yetkilerini büyük ölçüde genişletmeye hevesli. İstanbul Bilgi Üniversitesi Siyaset Profesörü Gencer Özcan, “Erdoğan, yazın zaferini ilan ederek iktidarını sağlamlaştırmak istiyor. Bu amaç uğruna Almanya gibi yakın ortaklarıyla ters düşmeyi ise göze alıyor.” diyor. Özcan, önümüzdeki haftalar için Erdoğan‟ın provokasyonlarının devamını bekliyor. Biz zamanlar Erdoğan, Türkiye'yi hem kendi hem de komşularıyla barıştırma sözüyle göreve talip oldu: Liberallere elini uzattı, generallerin gücünü kırdı ve ülkenin 17 AK PARTĠ GENEL MERKEZ DIġ ĠLĠġKĠLER BAġKANLIĞI güneydoğusunda Kürtlerle yaşanan sorunu yumuşattı. 2005 yılında ise AB, Türkiye ile katılım müzakerelerini başlattı. Başarı, bazı siyasetçileri egemen ve kendine hâkim kılar oysa Erdoğan'ın iktidara daha aç, otoriter ve eleştiri kabul etmez biri olmasına yol açtı. Karşıtları “sultan” diye onunla kafa buluyor. Başbakan, geçen yaz hükûmet karşıtı Gezi protestolarına katılmış gazetecileri, öğrencileri ve muhalifleri takip ettiriyor. Artık Türkiye‟de Çin‟den daha fazla sayıda gazeteci hapis yatar oldu. Geçen Noel‟e az bir süre kala patlak veren bir yolsuzluk skandalı, hükûmeti sarstığında ve üç Bakan‟ın istifasıyla sonuçlandığında Erdoğan, yolsuzluğu ortaya çıkarmaya gayret etmek yerine hâkim, savcı ve polislerin görev yerlerini değiştirtti. İstanbul merkezli düşünce kuruluşu TESEV'den (Türkiye Ekonomik ve Sosyal Etüdler Vakfı) Aybars Görgülü gibi liberal Türkler, Gauck‟a değerlendirmelerinde katılıyor. Onlar da Türkiye'deki demokrasinin Erdoğan'ın tehdidi altında olduğunu düşünüyor. Görgülü buna rağmen Gauck‟un, Ankara‟da yaptığı konuşmasıyla Türkiye‟deki Avrupa dostu demokrat güçler için kaş yapayım derken göz çıkardığı görüşünde. Gerçi Gauck‟un konuşması nispeten daha ılımlıydı. Cumhurbaşkanı, ülkedeki otoriter eğilimler üzerine konuşmaya başlamadan önce, Türkiye‟nin Suriyeli sığınmacılara yönelik tutumunu ve ekonomiye yönelik politikalarını altını çizerek övdü. Buna rağmen Gauck‟un yaptığı eleştiriler, paradoksal olarak Erdoğan‟a seçim yarışında yarayabilir. Erdoğan, 2003 yılında dışarıdan Meclise girdi. Birçok Türk, Erdoğan‟ın yükselişini bir karşı devrim olarak değerlendirdi: O, ne laik elit kesimin bir temsilcisi ne soylu Galatasaray Lisesi‟nin bir öğrencisi ne de Türkiye‟yi kuran Atatürk‟ün bir mirasçısıydı. Ülkeyi, Anadolulu bir denizcinin oğlu yönetiyor. Erdoğan‟ın AK Partisi artık Devlet‟in her köşesine derinlemesine nüfuz etmiş durumda. Başbakan buna rağmen taraftarları nezdinde mazlum imajını koruyor. Türkiye‟de güçten düşmüş kalburüstü laikçilere saldırmak yerine, sözüm ona yurt dışındaki düşmanlara karşı savaşımda destekçilerinin kinlerine güvendi. Gencer Özcan, Erdoğan‟ın Avrupa‟yı âdeta "şeytanlaştırdığını” söylüyor. Erdoğan, daha geçen yaz, Gezi protestolarını; yabancı ajanların, medyanın yahut “Yahudi faiz lobisinin” komplosu olarak göstermeye çalıştı. Hatta Başdanışmanı Yiğit Bulut işi o kadar ileri götürdü ki protestoların arkasında Türk Hava Yollarına zarar vermek isteyen Alman Lufthansa‟yı göstermeye kalktı. Bulut ayrıca yabancı güçlerin "telekinezi" yöntemiyle Erdoğan'ı öldürmeye çalıştıkları uyarısı yapmıştı. Erdoğan bir kez daha her türlü dış müdahaleye karşı Türklerin cesur savunucusu profili çiziyor. Bu uğurda Gauck'u, Almanya'daki “ateist Aleviler” adına hareket etmekle suçlayarak destekçilerinin en ilkel dürtülerine sesleniyor. Almanya ve Avrupa ise Türk hükûmet liderinin yaptıklarını çaresizce izlemeye devam ediyor. İlk iktidar yıllarında Erdoğan, Avrupalıların teveccühleri için pekâlâ çabalardı. AB‟nin yardımıyla Erdoğan, orduyu siyasetten uzaklaştırdı ve -Hristiyanlar dâhil- dinî gruplar için daha fazla hak uğruna mücadeleye girişti. Arka arkaya üç seçimin kazanılmasından sonra ise Erdoğan artık Brüksel‟e iç siyasette daha fazla bağlı değil. Türkiye‟de buna paralel olarak Avrupa coşkusu da dramatik bir düşüş gösterdi. Gönülsüzce yürütülen üyelik müzakereleri liberal Türkleri hayal kırıklığına uğrattı. Bundan daha on yıl önce Türklerin yüzde 73‟ü AB üyeliğini desteklerken bugün artık yarısı bile bunu istemiyor. 18 AK PARTĠ GENEL MERKEZ DIġ ĠLĠġKĠLER BAġKANLIĞI Türkiye‟nin AB üyeliğini kategorik olarak reddetmesi sayesinde Şansölye Angela Merkel (CDU), Türkiye'ye siyaseten etki etme imkânını Almanya'nın elinden büyük ölçüde aldı. Erdoğan, İstanbul‟da özgürlük ve demokrasi için sokaklara dökülen genç göstericileri -geçen yaz olduğu gibi- polis gücüyle sertlikle bastırdığında -geçen hafta ve aylarda olduğu gibibeğenmediği hâkim ve savcıları görevden uzaklaştırdığında artık Alman politikacılar bu uygulamaları en fazla eleştirebilir ama buna karşı yaptırım uygulayamaz. Cem Özdemir: “AB‟nin reform kırbacı, Ankara karşısında etkisini tamamıyla yitirmiş durumda.” Dolayısıyla Erdoğan‟ın çıkışları etrafındaki son tantana da ancak alışılagelmiş refleksleri doğuruyor. CDU/CSU'lu politikacılar rutin olarak Türkiye'nin üyelik müzakerelerinin durdurulmasını istiyor. CDU'nun listebaşı Avrupa Parlamentosu adayı David McAllister, “Türkiye, Avrupa değer ve standartlarından uzaklaşıyor.” dedi. McAllister, Türkiye'nin AB üyeliğine uygun olmadığını belirtti. FDP'li (Hür Demokratik Parti) Alexander Graf “Die Welt” gazetesine yaptığı açıklamada, “Müzakerelerin yeri derin dondurucu.” ifadelerini kullandı. Berlin Bilim ve Araştırma Vakfından Dilek Kurban, Avrupa'nın bununla Türkiye üzerinde her türlü etkisini kaybetmeyi riske edecek olsa bile AB‟nin Türkiye'yi kesin olarak reddetmesinin Erdoğan‟ı hamle yapmaya zorlayabileceğine inanıyor. Almanya Dışişleri Bakanlığı ise üyelik müzakerelerini asıl şimdi ilerletmeyi savunuyor. Dışişlerinden Sorumlu Devlet Bakanı Michael Roth, ”Hukuk devleti, bağımsız yargı ve basın özgürlüğü konularında bizimle konuşmaya Türkiye'yi şimdi bağlamalıyız.“ dedi ve ekledi: “Erdoğan‟ın açıklamaları, müzakereleri durdurmak için değil, daha da yoğunlaştırmak için bir neden.” AB Komisyonu müzakereleri sonlandırma talebini geri çeviriyor. Müzakerelerle ilgili bir AB görevlisi, "Ancak inandırıcı bir üyelik süreci Türkiye‟ye şimdiki sorunlarının üstesinden gelmeye yardım edebilir.” diyor. Ancak Alman politikacılar Erdoğan‟ın, sorunları anavatandan Almanya‟ya taşıyacağından da endişe ediyor. Sarrazin tartışmaları ve NSU cinayetleri, Almanya‟daki göçmenlerin güvensiz hissetmesine yol açtı. Birçok Türk asıllı Alman, buradaki politikacıların onların endişelerini ciddiye almadığını düşünüyor. Bu boşluğu ise Türk hükûmeti doldurmaya çalışıyor: Erdoğan, Türk göçmenlerin koruyucusu gibi davranıyor. Erdoğan, 2011 yılında Düsseldorf‟taki seçim kampanyası sırasında taraftarlarına, “Rahatınız yerinde mi diye buradayım. Sizler benim vatandaşlarımsınız, siz benim arkadaşlarımsınız, siz benim özbeöz kardeşlerimsiniz.” diye seslenmişti. Erdoğan, yurt dışından hükûmetine yönelik her türlü eleştiriyi geri çeviriyor. Bu arada Avrupa‟da evlat edinilen Türk-Müslüman çocuklara sözde zorla din değiştirildiğiyle ilgili aylarca bir kampanya yürüttü. Başbakan'ın bir yardımcısı, göçmenler için düzenlenen Almanca kurslarını “insan hakları ihlali” olarak eleştirdi. Bu saldırgan diaspora siyasetiyse göçmenlerle Alman çoğunluk toplumunun arasını açıyor Almanya‟da 1,1 ila 1,3 milyon arasında oy kullanabilecek Türk yaşıyor. Almanya; İstanbul, Ankara ve İzmir‟in ardından Türklerin en büyük seçim bölgesi. Erdoğan, yurt dışındaki vatandaşlarının desteğini kazanma işinde uzmanlaştı ve seçim kampanyasını çoktan Almanya‟ya doğru genişletmiş durumda: Başbakan, daha 2004 yılında Köln'de, AK Partinin yurt dışı ayağı olarak Avrupalı Türk Demokratlar Birliğini (UETD) yarattı. 2010 yılında ise Ankara‟da, yaklaşık 300 personelle bütün dünyadaki dört milyon dolayındaki Türk‟ten sorumlu Yurtdışı Türkler ve Akraba Topluluklar Başkanlığını kurdu. 19 AK PARTĠ GENEL MERKEZ DIġ ĠLĠġKĠLER BAġKANLIĞI Erdoğan son olarak şubat ayında Berlin Tempodrom‟da binlerce kişi önünde konuştu. Salondaki coşkulu kalabalık, Türk bayrakları eşliğinde “Tayyip, bu millet seninle.” sloganıyla ona tempo tuttu. Şimdiyse -Erdoğan‟ın arzusu doğrultusunda- Berlin Olimpiyat Stadı'nın bu yaz dünyanın en büyük oy kullanma yeri olması bekleniyor. Almanya‟da yaşayan Türkler oy kullanabilmek için bugüne kadar Türkiye‟ye gitmek zorunda kalıyordu. Mektupla oy kullanılamıyordu. 10 Ağustos‟ta yapılacak cumhurbaşkanlığı seçimi için Türk hükûmeti, Berlin Olimpiyat Stadı'na seçim sandıkları yerleştirmeyi planlıyor. Frankfurt Fraport Arena, Düsseldorf ISS Dome ve Hannover, Münih ve Karlsruhe‟deki fuar alanlarına da öyle. Şansölye Angela Merkel, Erdoğan‟a daha şubat ayında, Almanya‟da yaşayan Türklerin Türkiye‟deki cumhurbaşkanlığı seçimine katılmalarını mümkün kılma vaadinde bulundu. Başka ülkeler de Almanya‟daki vatandaşlarına oy kullandırtıyor. Oy verme işlemi normalde stadyumlarda değil büyükelçiliklerde yapılıyor. Federal İçişleri Bakanlığı ise şimdi Berlin Olimpiyat Stadı çevresinde güvenliğin sağlanıp sağlanamayacağını inceliyor. Sol Parti dış politika uzmanı Sevim Dağdelen, Almanya‟da, seçim kampanyasından ötürü Almanlarla Türklerin barışçıl bir şekilde bir arada yaşamalarının zarar görebileceğinden endişe ediyor. Almanya Türk Toplumu (TGD) Genel Başkanı Kenan Kolat, Almanya'daki Türk toplumunun Erdoğan taraftarları ve karşıtları olarak ikiye bölünmüş durumda olduğunu söylüyor. Kolat: “Bu, yazın yapılacak seçim öncesi gerginliklere yol açabilir.” İklimin nasıl olduğu hakkında UETD'nin 24 Mayıs tarihli 10'ncu kuruluş yıl dönümü ilk izlenimleri verebilir. Erdoğan, o gün, Köln Lanxess Arena‟da 20 bin taraftarı huzurunda bir konuşma yapmak istiyor. Başbakan'ın çevresinde, Erdoğan'ın o gün cumhurbaşkanlığına kesin adaylığını açıklayabileceği konuşuluyor. Tam Bir Ġstihbarat Devleti - Deutschlandradio – Luise Sammann Türkiye‟de İstihbarat Servisiyle İlgili Çıkartılan Yeni Yasa, İstihbarat Elemanlarına Diğer Demokratik Ülkelerde Görülmeyen Yetkiler Veriyor. Muhalefet Yasayı, Gücün Kötüye Kullanılması Adına Verilmiş Olan Açık Çek Olarak Niteliyor. Hükûmet ise Yasanın Daha Fazla Şeffaflık Getireceği Sözünü Veriyor-“Güçlü demokrasilerin güçlü istihbarat birimleri olur. İşte bu nedenle bu reforma destek veriyoruz. Bizler zamana uyum gösteren güçlü bir istihbarat birimi istiyoruz.” “Artık herhangi bir hâkim kararına gerek duyulmaksızın her kurumdan her türlü bilgi talebinde bulunulabilecek. Meslek ve banka sırları gibi kavramlar artık geçerli olmayacak. Türkiye‟ye artık kim yatırım yapmak ister ki sorusunu kendime soruyorum. Sermayenin, hukukun geçerli olmadığı bir ortama geleceğine inanıyor musunuz?” Bu sefer yumruklar havada uçuşmadı. İstihbarat birimiyle ilgili yeni yasa 17 Nisan'da Meclisten geçerken, oturum bir parlamento tartışmasından ziyade bir savaşı andırıyordu. Yasanın hükûmetteki AKP‟nin oylarıyla Meclisten çoktan geçmesine rağmen, muhalefet reformu “gücün kötüye kullanılması adına verilmiş olan açık bir çek” olarak nitelemeye devam etti. Ülkenin en ünlü gazetecilerinden biri paketi “polis devletine doğru atılmış yeni bir adım daha” şeklinde yorumladı. İnsan Hakları İzleme Örgütü, “Bu yasa gücü kötüye kullanmaya davet ediyor” şeklinde bir nitelendirmede bulundu. 20 AK PARTĠ GENEL MERKEZ DIġ ĠLĠġKĠLER BAġKANLIĞI --Diğer Avrupa Ülkelerindeki İstihbarat Birimlerinden Daha Fazla Yetkiye Sahipler-Gerçekten de Türk istihbarat servisi, artık diğer demokratik ülkelerde görülmeyen yetkilere sahip. MİT telefon görüşmelerini dinlemek için artık mahkeme kararına bile ihtiyaç duymayacak. Bütün devlet kurumlarının yanı sıra firma ve bankalar gibi özel kuruluşlar da bir talep gelmesi hâlinde vatandaşların bilgilerini vermekle mükellef olacak. Buna uymayanları uzun hapis cezaları bekliyor. Ayrıca istihbarat bilgilerini yayımlayan gazeteciler de uzun süreli hapis cezalarına çarptırılabilir. Yeni yasa, istihbarat çalışanlarını yargı ve basın karşısında dokunulmaz hâle getiriyor. Muhalefet lideri Kemal Kılıçdaroğlu bundan neredeyse bir yıl önce “Türkiye otoriter bir rejim olmaya doğru tam gaz gidiyor.” şeklinde uyarıda bulunmuştu. O tarihlerde hükûmet, Gezi Parkı gösterilerinden geride kalanları bastırmakla meşguldü. Göstericiler mahkemelere düştü, muhalif gazeteciler işlerini kaybetti, isyankâr tiyatrolara devlet yardımı kesildi. Yeni istihbarat yasasıyla, o tarihlerde muhalefet liderinin yapmış olduğu uyarının haklılığı ortaya çıkmış gibi görünüyor. Kılıçdaroğlu, “Bu tam anlamıyla bir istihbarat devleti. İnsanlar daha önce de dinleniyordu, ancak bu en azından yasa dışıydı. Şimdi ise yasal hâle getirildi. Bir ülkede vatandaşların dinlenmesi, o ülkede demokrasinin ve özgürlüğün olmadığını gösterir.” diyor. --Parlamento İstihbarat Birimini Denetleyecek-Yönetimdeki AK Partiden bir komisyonunun önceden hazırlamış olduğu yasayı, muhalefet lideri Kılıçdaroğlu gibi eleştirmenlere karşı savunma ve hoş gösterme görevi Başbakan Yardımcısı Beşir Atalay‟a kaldı. Beşir Atalay, “Bazıları dikkatli göz atmadan bir yargıda bulunuyor. Oysa biz istihbarat servisini şeffaflaştırıyoruz. Verdiğimiz bu bütün yetkilere MİT zaten sahipti. Ancak bunlar gizlilik kuralları çerçevesinde gerçekleşiyordu. Şimdi ise parlamento MİT‟in çalışma kurallarını belirleyecek.” diyor. Tam da 539 koltuktan 313‟ünün yönetimdeki AKP‟nin elinde bulunduğu ve bu nedenle Recep Tayyip Erdoğan‟ın yasa tekliflerinin daha Mecliste tartışılmadan önce geçmiş olarak görüldüğü bir parlamentoda. Gözlemciler, özellikle bu yasanın Başbakan‟ın kendi inisiyatifi üzerine çıkarılmış olduğu hususunda görüş birliği içerisinde. Bunun nedeni ise Erdoğan‟ın bir savaş içinde olması ve bu savaşta sadece kendisine bağlı, güçlü bir istihbarat birimine ihtiyaç duyması. Bu savaş oldukça fazla güce sahip olan vaiz Fethullah Gülen hareketine karşı yürütülüyor. Gülen, sürgünde olduğu ABD‟den Erdoğan‟ın hayatını zorlaştırıyor. Hükûmetin en yüksek makamlarına kadar ulaşan yolsuzluk olaylarının kanıtı olarak görülen video görüntüleri ve telefon konuşmaları Türkiye‟de geçtiğimiz aylarda sürekli olarak internet ortamına düştü. İnternete bu görüntüleri Gülen‟in adamlarının yüklediği düşünülüyor. Orhan Kemal Cengiz, “İstihbarat reformu, Gülen ile yaşanan çekişmenin ardından ortaya çıktı. Büyük bir ihtimalle onun hareketine karşı kullanılacaktır." şeklinde tahminde bulunuyor. Reformun baş eleştirmenleri arasına giren ünlü gazeteci ve insan hakları avukatı Orhan Kemal Cengiz bu kanıda olan tek kişi değil. Orhan Kemal Cengiz, “Gülen hareketi, Erdoğan‟ın attığı her antidemokratik adımı haklı göstermek için kullanılan bir tür bahane hâline dönüştü. Erdoğan sürekli olarak devlete sızmış bir çeteden söz ediyor. Bu mazereti öne sürerek insanların özgürlüklerini kısıtlıyor.“ diyor. --Gülen Hareketine Savaş İlanı-- 21 AK PARTĠ GENEL MERKEZ DIġ ĠLĠġKĠLER BAġKANLIĞI Gerçekten de Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, kamuoyu önünde açık bir şekilde Gülen ile savaşın daha yeni başladığını duyurdu. Erdoğan'ın 30 Mart yerel seçimlerinin yapıldığı günün akşamında halka hitap ettiği balkon konuşması, bir politikacının sözlerinden daha çok bir savaş ilanını andırıyordu. Sözlerinden, Erdoğan‟ın bir zamanlar yol arkadaşı olan ve şimdilerde can düşmanı hâline dönüşen Gülen ile onun yandaşlarının kastedilmek istendiğini Türkiye‟deki herkes anladı. Erdoğan, “Bazıları kaçmaya başladı. Yarın ise daha çok kişi kaçacak. Bazılarına karşı bizzat suç duyurusunda bulundum. Saklandıkları inlerine kadar gireceğiz. Hesap soracağız ve onlar da hesap verecek.“ demişti. Bu tehdit bir ay önce yapıldı. Gülen ve yandaşlarına karşı ne bir suç duyurusunda bulunuldu ne de bir dava açıldı. Orhan Kemal Cengiz için bu durum, harekete karşı yasal yollarla şimdiye dek bir yere varılamayışının bir göstergesi. Yeni bir silah bulunmalıydı, istihbarat yasası gibi bir silah. Avukat Cengiz'e göre MİT‟e tam da böyle bir zamanda bu kadar yetki verilmesi bir tesadüf değil. Burada birileri bir canavar yaratmak istiyor. Yeni yasayla istihbarat birimi elemanları yargı önünde dokunulmazlık kazanıyor. Böyle bir durum, demokratik bir devlette hiçbir zaman kabul edilemez. Ancak böyle bir eleştiri çok geç geldi. Artık Türk istihbarat servisini gelecekte hiç kimse kontrol edemeyecek. Eleştirmenler, MİT elemanlarının bombalı eylemlere, hırsızlığa ve cinayete karışmış olsalar bile, işleriyle bir ilgisi olması hâlinde cezadan muaf kalabilecekleri şeklinde endişe duyuyor. Bu konuda istihbarat biriminin kendisi karar verecek. MİT‟in yönetimi izin vermediği sürece hiçbir savcının MİT elemanlarına dava açma hakkı yok. --Erdoğan'ın Yeri Daha Önce Hiç Olmadığı Kadar Sağlam-Cengiz, "Geçmişte Türkiye‟de böyle bir ayrıcalığa askerler sahipti. Askerler üzerinde de bir nevi dokunulmazlık vardı. Bizler bu durumun artık aşıldığını zannediyorduk. Ancak yeniden bir yapıya -onu dengeleyecek karşıt bir güç çıkartılmadan- inanılmaz güç veriliyor. Bu çok tehlikeli ve hatta ürkütücü." diyor. Türk parlamentosu MİT yasasını 17 Nisan'da onayladı. Geçtiğimiz sene Gezi göstericileri ve bazı reformcuların ümidi olan Cumhurbaşkanı Gül, yasayı neredeyse hiçbir eleştiride bulunmadan onayladı. Orhan Kemal Cengiz, sonunda yaratıcısına zararı dokunabilecek bir Frankeştayn yasasından söz ediyor. Cengiz, "Eğer bir hükûmet böyle adımlar atıyorsa o zaman kendisinin sonsuza kadar iktidarda kalacağını düşünüyor demektir. Erdoğan yargıyı kontrol etmeye çalışıyor ve istihbarat birimi tarafından vatandaşlarının yatak odalarına kadar gözetlenmesine çalışıyor. Ancak günün birinde bu antidemokratik girişime kendi adamlarının kurban gidebileceğini Erdoğan düşünmüyor." diyor. Şimdilik bunun olması çok uzakmış gibi görünüyor. Bunun tek göstergesi geçtiğimiz aylarda yapılan yerel seçimler değil. AKP ülke çapında oyların yüzde 45‟ini elde etti. Gülen ile yaşanan güç mücadelesi, yolsuzluk iddiaları, Twitter‟e getirilen engel, bunların hiçbiri seçmeni korkutmadı, aksine Erdoğan'ın yeri daha önce hiç olmadığı kadar sağlam. Çıkan istihbarat yasasıyla Erdoğan gücünü daha da artırmış olsa gerek. Erdoğan‟ın güvendiği Hakan Fidan‟ın başında olduğu MİT‟in güçlenmesiyle, Başbakan kendisini eleştirecek ve rahatsız edecek kişileri önceden tespit edip tavrını koyabilecek. Türk parlamentosunda tartışma çarkı dönmeye devam ediyor. Şimdiden başka konular Ankara‟daki siyasi gündemi belirlemeye başladı bile. Sayıları çok olmasa da yeni istihbarat 22 AK PARTĠ GENEL MERKEZ DIġ ĠLĠġKĠLER BAġKANLIĞI yasasına karşı direnci sürdürmek isteyenler var. Muhalefet partisi CHP, Türk Anayasa Mahkemesine başvurmayı düşünüyor. Gözlemciler Anayasa Mahkemesini, Erdoğan‟ın görünüşteki hâkimiyetine karşı direnen son kale olarak nitelendiriyor ve bu yargı organından bir iptal kararı çıkmasını ümit ediyor. Hükûmet karşıtları için istihbarat yasasından daha fazlası söz konusu. Geçtiğimiz yaz yaşanan Gezi olaylarının bastırılmasından bu yana, hükûmet karşıtlarının tartışmalarında sürekli olarak gözetleyici devlet kelimesi kullanılıyor. Erdoğan hükûmetini eleştirmeye cesaret edebilen -sayıları pek fazla olmayan- günlük gazetelerden Radikal'in başsayfa haberine “Türkiye 1984” şeklinde bir başlık kullanılması tesadüf değil. --1984 Adlı Eser Satış Rekorları Kırıyor-İstanbul‟da bir kitapçı dükkânındaki manzara, George Orwell‟in bilimkurgu romanı 1984‟ü tek hatırlayanın Radikal'in şef redaktörleri olmadığını gösteriyor. Dükkânda yabancı yayınlardan sorumlu olan ve normalde pek fazla işi olmayan kitap satıcısı Fırat, 1984 adlı romanın satışında, istihbarat yasasıyla ilgili tartışmaların başlamasıyla patlama yaşandığından söz ediyor. Fırat, “Şu sıralar kitaba ilgi oldukça büyük. Eskiden günde bir tane satarken, şimdilerde bu romandan günde en az beş tane satıyoruz. Giderek bu sayı artıyor. Bana soracak olursanız bu ilgi artmaya devam edecek.” diyor. Gerçekten de kitapçı Fırat ile yaptığımız sohbet sırasında bir bayan müşteri Orwell‟in eserinin bulunduğu rafa gidiyor ve 1984 adlı romanın şimdilik elde kalan son nüshasını kasaya götürüyor. Fırat gülümsüyor. Daha şimdiden ek sipariş verildi. Maç bileti alan futbol taraftarları, ön kontrole giden hamile kadınlar, kontörlü cep telefonu almak isteyen müşteriler... Türk vatandaşları günümüzde kişisel bilgilerini verip merkezi bilgisayarın kaydına girmeden neredeyse hiçbir alışverişte bulunamıyor. Türk Jinekoloji Derneği Başkanı daha birkaç hafta önce serzenişte bulundu. Türkiye‟de kürtajın şimdilik yasal olduğu ancak her hamile kadının bilgisayarda kayıt altına alınmasıyla can sıkıcı soruşturmalardan kaçmanın mümkün olmadığı belirtiliyor. Giderek daha fazla jinekolog, korku duydukları için bu tür tıbbi müdahalelerde bulunmayı reddediyor. Çoğu kişiye daha korkutucu gelen ise gelecekte her bir Türk vatandaşının sağlık dosyası hakkında bilgi vermesi planlanan avuç içi damar izi okuma sistemi. Bir kişi düzenli aralıklarla içki içiyor mu? Bir kadın ne sıklıkla hamile kalıyor? Kim, hangi ilaçları kullanıyor? Yakında avuç içi damar izi, sosyal sigorta başvurularında bir şart hâline gelecek. --Hükûmete Zarar Verebilecek Şeyler Yok Olacak-Türk Korsan Partisinin üyesi olan Gürkan Özturan için bütün bu detaylar bir korku filminden çıkmış sahneleri andırıyor. Özellikle şubat ayında hükûmetin İnternet ile ilgili çıkarmış olduğu yeni yasa, Özturan ve çok sayıda arkadaşının haftalarca sokaklarda protesto gösterileri yapmalarına yol açmıştı. Gösteriler bir sonuç vermedi. Gürkan Özturan, “Zaten düşünce özgürlüğü Türkiye‟de giderek problem hâline dönüşüyor. Bu yasayla yeni bir boyuta ulaşmış oluyoruz.” diyerek duyduğu rahatsızlığı dile getirdi. Sadece birkaç saat içerisinde, hiçbir mahkeme kararı olmaksızın Türk İnternet ağında öncelikle hükûmete zarar verebilecek bütün içerikler kayboldu. Ayrıca Türkiye‟deki bütün İnternet kullanıcılarının bilgileri iki yıl boyunca saklanacak. Hükûmet aile, çocuk ve gençlerin korunması gerekçesini öne sürerek yasayı savundu. Gözlemcilerin fikrine göre yasa gerçekte, yayımlanan bir sürü telefon kaydının ortadan kaldırılmasına yardımcı olacak. Yurt içinden ve yurt dışından gelen eleştirilere cevap veren 23 AK PARTĠ GENEL MERKEZ DIġ ĠLĠġKĠLER BAġKANLIĞI Hükûmet Sözcüsü Hüseyin Çelik, Türkiye‟nin Çin olmadığını ve İnternet'in de hiçbir zaman Çin‟deki gibi sansüre uğramayacağını belirtti. Oysa Gürkan Özturan tam da bundan endişe duyuyor. Gürkan Özturan, “Kişilerin hangi sayfalara girdikleri, ne yaptıkları, hangi sayfada ne kadar kaldıkları, hangi konulara ilgi duydukları... İşte bütün bu bilgilerin toplanması, insanların her an takip edildikleri anlamına gelir. Bu istihbarat devletiyle eş anlamlıdır.” diyor. --Sadece İstanbul'da 5.500 Yüksek Çözünürlüklü Kamera Var-Gürkan Özturan'ın dizüstü bilgisayarının başında oturup antivirüs programları ve proxy sayfaları (ağ kapıları) aracılığıyla istenmeyen takipçilerden kurtulmaya çalıştığı sıralarda, oturduğu kafenin yakınlarında, öğle üzeri genelde kalabalık olan Taksim Meydanı'nda, kot pantolonlu ve deri montlu genç bir adam ayakta dikiliyor. "Burada sade bir vatandaş olarak bulunuyorum. Ama etrafımızdaki onca kamerayla beni burada izleyebiliyorlar." diyor Serhat Koç. Koç bir avukat ve o da Korsan Partisinin İstanbul teşkilatının bir üyesi. Başını kaldırıyor, geçtiğimiz yazdan beri Taksim Meydanı'nı ve bitişiğindeki Gezi Parkı'nı 24 saat gözetleyen kameralara bakıyor. "Bakın... Orada bir tane var. Bir tane de şurada. İzleme merkezinde oturanlar, benim burada mülakat verdiğimi seyredebiliyor. Ellerinde bir yüz tanıma yazılımı var. Eğer isterlerse, bizim kim olduğumuzu bulup çıkarabilirler. Elbette bizim burada yaptığımız şey yasak değil. Ama onların istediği, şu sürekli korkuyu yaygınlaştırmak: Gözetleniyorsun, gözümüz üstünde!" Milyonluk metropol İstanbul'da trafiği denetlemeye yarayan sayısız kameranın yanı sıra, şehirde bu yüksek çözünürlüklü kameralardan 5.500 tane var. Meydanlardan Boğaziçi'nde gidip gelen feribotlara, otobüs duraklarından yaya geçitlerine kadar hemen hemen her yerde elektronik bir göz pusuda bekliyor. Bütün bunlara şahıs mülkiyeti olarak kurulmuş 100 bini aşkın kamera da ekleniyor. --Güvenlik Kameraları Pek Çok Vatandaşın Hoşuna Gidiyor-"Bunlardan kesinlikle kaçamazsınız. Otele girdiğinizde, orada bir tane görürsünüz. Alışveriş merkezinde, kafede... Bakın orada, Burger King'in girişinde de bir tane var. Yine aynı şekilde her bankada da bulunuyor. Bu alışveriş merkezlerinin sıralandığı caddenin her santimetrekaresi kayıt altına alınıyor. İster dükkân olsun, ister ofis, isterse de kafeler... Burada her şey gözetleniyor." Hâlbuki Korsan Partisi üyesi Serhat'ı korkutan şey, bugün Taksim Meydanı'nda gezintiye çıkmış yayaların çoğunun hoşuna gidiyor. Üstelik bu, dünyanın en güvenli metropolleri listesinde İstanbul'un, Londra, Paris, Berlin gibi şehirlerin önünde yer almasına rağmen oluyor. "Ben daha fazla kamera yerleştirilmesinden yanayım. Çok olay oluyor. Böylelikle en azından suçlular bulunuyor. Hem de caydırıcı bir etkisi var. Eğer bir dükkânı soyacak olsam, elbette ki bunu kameraların önünde yapmam. Diyelim bir kavgaya gireceğim, o zaman gözetlendiğimi biliyorsam herhâlde bıçak çekmem." İşte vatandaşların görüşleri böyle. Bir de Türkiye'de geniş kabul gören bir zihniyeti yansıtan, ülkede gözetleme teknolojileri pazarının her yıl yüzde 20 büyüdüğü gerçeği var. Bu, Avukat Orhan Kemal Cengiz'in "devlete körü körüne güvenmek" diye tabir ettiği ve Cengiz'in de sertçe eleştirdiği yeni istihbarat yasasının geniş halk kesimlerinde pek de itirazla 24 AK PARTĠ GENEL MERKEZ DIġ ĠLĠġKĠLER BAġKANLIĞI karşılaşmamasına yol açan bir zihniyet. Tam tersine, hükûmet güçlü bir istihbaratı hak eden güçlü Türkiye söylemiyle pek çok vatandaşı etkilemeyi başarıyor. --Gerçekten de AB'ye Uymuyoruz-Eleştirel tartışmalar, şimdilerde Türk toplumunun sadece bir kısmına ulaşabiliyor. Korsan Partisi üyesi Serhat Koç da bunu gayet iyi biliyor ve şöyle söylüyor: "İnsanları uyarmak için çok uğraşıyoruz. Gözetlendiğinizin farkında mısınız? diye tekrar tekrar soruyoruz. Ama başarılı olduğumuz söylenemez. İnsanlar aslında bu konuda çok bilinçli. Ama bu gerçeği gayet normal buluyorlar. Diyorlar ki: Biri benim mesajlarımı okuyorsa veya İnternet bilgilerimi kayıt altına alıyorsa, ne var ki bunda? Kimseye bir zararı olmaz." Muhalefet lideri Kemal Kılıçdaroğlu da konuşmasıyla, şu sıralar yaşananlara kayıtsız kalan vatandaşları uyandırmaya çalışıyor: "Bugün AB içinde bazı kesimler bizde adaletin olmadığını, yolsuzluğun örtbas edildiğini söylüyor. Diyorlar ki: Kusura bakmayın, sizler bizim standartlarımıza uymuyorsunuz. Peki, bir kimse çıkıp da onlara itiraz edebilir mi? Hayır. Çünkü gerçekten uymuyoruz! Hepsi bir yana, bütün bunlara rağmen susmaktan başka şey yapmayan kurumlarımız var: Üniversiteler! Soruyorum: Şimdi konuşulmayacaksa, ne zaman konuşulacak?" Geçtiğimiz ayki son seçim zaferinden sonra, muhaliflerin pek çoğu yılmış gibi görünüyor. Onlar, yeni istihbarat yasasını bile yorgunca bir tavırla reddettiler. Avukat Orhan Kemal Cengiz, bunun bir hata olduğu uyarısında bulunuyor. Onun mücadeleyi bırakmaya niyeti yok; Türkiye'nin en çok gazetecinin hapishanede tutulduğu ülke olduğu gerçeğine rağmen, Cengiz gazetedeki köşesini de her zamanki gibi hırçın bir dille kaleme almış. "Dünya tarihi bize, bir devlette suiistimale açık alanlar yaratıldığı takdirde, istisnasız bu alanların mutlaka kullanıldığını öğretiyor! Yeni istihbarat yasası insanlara bugün çok soyut geliyor olabilir. Ama yakında ilk tutuklamalar gerçekleştiğinde, işte o zaman anlayacaklar." Mücadele sadece Ukrayna‟da değil – Beril Dedeoğlu – Star Gazetesi Rusya, Batı‟nın Ukrayna ile Libya-Suriye hattında kendisini son derece sınırladığı, hatta İran‟ı da kazanmaya çalışan faaliyetlerle yeniden çevrelenmeye tabi tutulduğu algısına sahip. Ancak hatırlatmak gerekir ki bu algıya yol açan ilk adımlar, ne Ortadoğu‟da ne de Ukrayna‟da atılmıştı. Rusya, ilk çevrelenme girişimiyle Kafkasya‟da karşılaşmış, buna verdiği tepkiyle de girişimi bir süreliğine püskürtmüştü. Gürcistan‟ın bölünmesiyle sonuçlanan olaylar sonrasında Rusya‟yı sınırlama yanlısı olanlar geri adım atmış gibi gözüktü. Ancak anlaşıldığı kadarıyla Rusya‟nın hareket alanını daraltmaya yönelik çabalara Kafkasya‟da ara verilmiş olması, başka yerlerde bu türden faaliyetlerden vazgeçildiği anlamına gelmedi. Kafkasya‟da gerileyenler Arktik Bölgesi‟ndeki faaliyetlerini hiç ara vermeden sürdürdüler. Arktik bölgede 90 milyar varil ham petrol ile 500 trilyon metreküp doğalgaz rezervi olduğu ileri sürülüyor; ayrıca ulaşım ile güvenlik konularında son derece stratejik bir bölge olduğuna kuşku bulunmuyor. Enerji alanlarının yaklaşık yüzde 40‟ı Rusya, yüzde 10‟u Kanada, yüzde altısı ABD ve çok azı da Norveç‟in bölgesinde; ancak bu bölgeler onaylı bir paylaşıma bağlı değil. 25 AK PARTĠ GENEL MERKEZ DIġ ĠLĠġKĠLER BAġKANLIĞI Rusya, BM Deniz Hukuku Sözleşmesi‟ni imzalayarak kıyısının bulunduğu 200 deniz mili içindeki alanı, kendi ekonomik bölgesi olarak tanımlıyor, bu durum Danimarka‟nın Gröland, İsveç‟in de Lomonossow bölgeleri konusunda Rusya ile anlaşmazlık yaşamalarına yol açarken ABD ile de Alaska sorununa karşılık geliyor. Arktik Bölge‟nin önemi Kuzey Kutbu‟nun haritalandırılması konusunda ısrar eden Rusya, esas olarak ABD-Kanada ikilisi ile stratejik bir mücadele içine girmiş durumda. Askeri tatbikatlar, silah denemeleri, bazı bölgelere bayrak dikme gibi bir dizi siyasi tavır 2006‟dan beri sergilenip duruyor. Mücadelenin her geçen gün daha da sertleşmesinde Arktik Okyanusu‟nun buzsuz dönemleri olacağına dair öngörüler de rol oynuyor; zira bu Atlantik ile Pasifik Okyanuslarını birbirine bağlayacak bir geçit anlamına geliyor. Dolayısıyla bölgede hem enerji söz konusu, hem de transfer avantajı var. Tam bu noktada belirtmekte yarar var. Esas mesele „Batı‟yı Rusya enerji kaynaklarına bağımlılıktan kurtarma meselesi. Rusya, gelişmiş ülkeler pazarını kaybetme riskiyle karşı karşıya bırakılınca, doğal olarak çevrelenmiş, sınırlanmış olur. Ancak Rusya Pazar konusunda yüzünü doğuya, Çin‟e de çevirebilir. Çin, gayet tabi enerji ihtiyacını Rusya‟dan sağlamayı, bunu da güvenlik işbirliği içinde garanti altına almayı tercih edebilir. Bu yolla ABD‟nin Güney Kore, Güney Çin Denizi, Filipinler ve Japonya hattındaki varlığını da dengeleme imkanı bulur. Ġttifak olasılıklarının önemi Rusya ile Çin arasında giderek daha fazla ortak askeri tatbikat yapılması, silah ticaretinin artması, BM Güvenlik Konseyi‟nde ortak tutum sergilenip durması, iki ülkenin güçlerini birleştirme ihtimalini gündeme getiriyor. Bu ihtimali ciddiye alanların yaşamsal önemde gördükleri iki konu bulunuyor. Birincisi, Rusya-Çin yakınlaşması Avrupa-Amerika ittifakını güçlendirecekse, bunun küresel istikrar sağlayacağı bir tür yeni iki bloklu yapı oluşturma ihtimali. İkincisi ise „Rusya‟yı kazanıpÇin‟le rekabet etme‟ siyasetinin iflas etmesi ve „Çin‟i kazanma‟ siyasetine geri dönülmesi. Bu iki konu eş zamanlı olarak yaşanan bir sürece karşılık gelirse, kendi yerini tayin etmek konusunda kararsız kalan tüm devletlerin Ukrayna‟nın başına gelenlerle karşılaşma ihtimali bulunuyor. Üstelik tercihleri net olan ülkelerin bunu karşı tarafın da anlayacağı biçimde ifade etmesi gerekecek gibi gözüküyor. 26 AK PARTĠ GENEL MERKEZ DIġ ĠLĠġKĠLER BAġKANLIĞI ORTADOĞU GÜNDEMĠ Müzakereler kesildi ama durmadı AA İsrail Cumhurbaşkanı Şimon Peres, İsrail‟in 66'ncı kuruluş yıl dönümü nedeniyle ülkede görev yapan yabancı ülke büyükelçilerine cumhurbaşkanlığı köşkünde verdiği resepsiyon verdi. Peres, resepsiyonda yaptığı konuşmada, Filistin ve İsrail arasında askıya alınan barış görüşmelerine ilişkin şunları kaydetti: "Barışı sizler de en az bizler kadar önemsiyorsunuz. Gazze, bugün barış önündeki en büyük engeldir. Ortadoğu Dörtlüsü Quartet‟in (BM, ABD, Rusya ve Avrupa Birliği) eğer şartlarını kabul ederlerse birleşmelerine (Hamas ve Fetih) karşı değiliz. Diplomasi, inanıyorum ki süreci kolaylaştırarak umut verici bir şekilde hiç bilinmeyen bir anda yolları yapabilir." İsrail'in barış arayışlarına devam edeceğine dikkati çeken Peres, sözlerini şöyle sürdürdü: "Umutlarımızı kaybetmemeliyiz, müzakereleri sürdürmeliyiz. İnanıyorum ki müzakereler kesildi ama durmadı. Müzakereleri yenilemeliyiz ve inanıyorum ki yenilenecek, hiçbirimizin bundan daha iyi bir alternatifi yok. Hiçbirimiz diğer taraf olmadan bir barış yapamayız. Barış yaparken aranızda farklılıklar olabilir ve açılış pozisyonunun nihai sondaki gibi olması normaldir." AB'den Filistin'e 16 milyon yardım Dünya Bülteni Avrupa Birliği (AB) ile bazı üye ülkelerin, Batı Şeria ve Gazze'de 70 bin Filistinli memur ve emeklinin maaşlarının ödenmesi için 16 milyon avronun üstünde bağışta bulunduğu bildirildi. Kudüs'teki Avrupa Komisyonu Ofisi tarafından yapılan yazılı açıklamada, söz konusu desteğin 7,05 milyon avrosunun AB, 5,36 milyon avrosunun Danimarka, 1'er milyon avrosunun İrlanda, İtalya, Lüksemburg ve 980 bin avrosunun ise Hollanda tarafından karşılandığı belirtildi. Filistin yönetimindeki AB temsilcisi John Gatt-Rutter, Birliğin, iki devletli çözüm planına bağlı kaldığı sürece Filistin halkına devamlı destek vermeye çalıştığını ve çalışacağını söyledi. Geçen yılların AB'nin Filistin halkının en güvenilir ortağı olduğunu ispatladığını vurgulayan Rutter, Birliğin, Devlet Başkanı Mahmud Abbas'ın arkasında, belli ve açık esaslara göre Filistin milli mutabakatını desteklediğini kaydetti. AB'nin İsrail'e barış müzakerelerine odaklanma konusundaki çağrısını sürdürdüğünü belirten Rutter, "Barış müzakereleri en iyi yoldur ve son aylarda sarfedilen çabaların boşa gitmemesi gerekir" dedi. 27 AK PARTĠ GENEL MERKEZ DIġ ĠLĠġKĠLER BAġKANLIĞI Fetih ve Hamas arasında 23 Nisan'da varılan mutabakatın ardından yapılan açıklamada, Filistin Devlet Başkanı Mahmud Abbas'ın, uzlaşı hükümetinin kurulması için görüşmelere başlayacağı ve 5 haftalık yasal süre çerçevesinde hükümeti ilan edeceği belirtilmişti. İsrailli yetkililer ise Fetih ve Hamas arasında varılan mutabakattan sonra Filistinle barış görüşmelerinin askıya alındığını ve ekonomik yaptırımlarda bulunulacağını belirtmişti. Sisi'den Hamas ve Katar'a sert eleĢtiri Dünya Bülteni Mısır'da, cumhurbaşkanı adayı eski Savunma Bakanı Abdulfettah es-Sisi, Katar'a "Mısır halkını daha fazla kaybetmeme çağrısında bulundu. Mısır televizyonlarının yayımladığı programda konuşan Sisi, Suudi Arabistan, Birleşik Arap Emirlikleri (BAE), Kuveyt, Katar ve Cezayir'e yönelik açıklamalarda bulundu. Sisi, Katar'a yönelik mesajında, "Katar'a, 'Mısır halkını daha fazla kaybetme' diyorum. Halkın büyük çoğunluğu, daha önce hiç görülmemiş bir şekilde Katar ve Hamas'tan çok muzdarip" dedi. Körfez ülkeleri ile ilişkiler konusuna da değinen Sisi, darbeyle görevinden uzaklaştırılan Cumhurbaşkanı Muhammed Mursi döneminden sonra Arap ülkelerinin Mısır'a 20 milyar doları aşan yardımından övgüyle söz ederek, cumhurbaşkanı seçilmesinin ardından ilk ziyaretini Suudi Arabistan'a yapacağını belirtti. Sisi, "Arap kardeşlerimiz Mısır'a çok yardımda bulundu. Yapacakları yardım çok önemlidir. Arap kardeşlerime güveniyorum. Onların Araplıklarına, vatanseverliklerine, özverilerine ve bölgedeki yeni durumu anlamalarına güveniyorum" diye konuştu. Geçen dönemde Mısır'ı desteklemesinden dolayı Suudi Arabistan Kralı Abdullah'a teşekkür eden Sisi, Suudi Arabistanlılara ülkelerini şer odaklarına karşı korumaları çağrısında bulundu. BAE'ye de teşekkür eden Sisi, BAE'lilere "Dikkat etmeleri ve ülkelerine sahip çıkmaları" çağrısında bulundu. Suriye krizinin çok yönlü faturası – Sami Kohen – Milliyet Gazetesi Üç yıl önce Suriye‟de iç çatışmalar başladığı zaman, Türkiye insani bir davranışla sınırlarını açık tutmuş ve oradan kaçanları kendi topraklarında barındırmak için gereken tedbirleri almıştı. Türkiye‟de kurulan mülteci kampları kısa zamanda Suriyeli sığınmacıların akınına uğradı. O günlerde Türk yetkililer “açık sınır” politikasının devam edeceğini, ancak “misafirler”in sayısının yüz binin üstüne çıkmasından sonra “gereğinin düşünüleceğini” söylüyorlardı... Esad rejiminin kısa sürede devrileceği umudunu taşıyan hükümetin ilticalarla ilgili âlicenap davranışı, sığınmacı kitlesi üzerinde adeta özendirici bir etki yaptı. Mülteci sayısı yüz bini bulunca hükümet gene de “açık sınır” uygulamasını sürdürmeyi tercih etti. Bugün gelinen noktada Suriyeli sığınmacıların sayısı resmen 720 bin, gayri resmi olarak bir milyonun üstünde... 28 AK PARTĠ GENEL MERKEZ DIġ ĠLĠġKĠLER BAġKANLIĞI Bunun yarattığı büyük mali yük ve sosyal ve siyasal sorunlar karşısında hükümet bu akını frenlemek için harekete geçmiş durumda. Alınan tedbirlerden biri de uzun sınırın bazı kesimlerinde bir duvar örmektir. Reuters Haber Ajansı, önceki gün Kuşaklı mevkiinde çekilmekte olan duvarla ilgili bir yazıyı dünya medyasına servis etti... Maliyet cepten çıkıyor İç savaştan kaçan Suriyelilerin Türkiye‟ye göçü, Suriye krizinin Türkiye üzerinde en çok hissedilen olumsuz etkilerinden biri oldu. Uluslararası Kriz Grubu (ICG) bu konuda geçen hafta yayınladığı raporuna gayet isabetli olarak “Suriye Batağının Türkiye‟ye Artan Maliyeti” başlığını koydu... Aslında parasal maliyet olayın sadece bir yönü. Başbakan Erdoğan geçen haftaki bir açıklamasında Türkiye‟nin şimdiye kadar mülteciler için 3.5 milyar dolar harcadığını söyledi. Mülteci yükü daha çok süreceğine göre, giderek büyüyen bu maliyet sonuçta Türk vergi mükellefinin cebinden çıkmaya devam edecek. Suriyeli mülteciler meselesinin Türkiye‟ye ağır bir maliyet yüklediği başka alanlar da var. Örneğin sosyal alanda özellikle sınır bölgesindeki yerlerde nüfusun yapısı değişiyor. Reyhanlı‟da bugün Türk‟ten fazla Suriyeli yaşıyor... Son zamanlarda sığınmacıların bulunduğu yerlerde -özellikle kentlerde- suç oranında büyük artış görülüyor. Hırsızlık, gasp, fuhuş, cinayet gibi... Bazı bölgelerde de Türklerle Suriyeliler arasında mezhepsel farklılıklar, gerginliklere yol açıyor. Mülteci akını ile beraber, kaçakçılık olaylarında da artış başladı. “Açık sınır” politikası bu tür illegal faaliyeti kolaylaştırdı. Şimdi duvarın çekilmekte olmasının başlıca nedeni de bu. “Cihatçı” trafiği İşin bir de güvenlik boyutu var. Sınırdan serbest geçiş, çeşitli ülkelerden Türkiye yolu ile Suriye‟ye geçen “çihatçı”ların işine yaradı. Bu durum Türk hükümetinin bu radikal gruplara göz yumduğu, hatta bazılarına yardımcı da olduğu suçlamalarının yapılmasına yol açtı. Neyse ki şimdiAnkara -hele Türkiye‟de de girişilen bazı terör eylemlerinden sonra- bu meseleyi ciddiye alıyor ve “cihatçı” trafiğini daha sıkı kontrol ediyor. Bu sorun da Suriye krizinin Türkiye için yarattığı en önemli olumsuzluklardan biri... AFRĠKA GÜNDEMĠ Cezayir'de kabine değiĢikliği AA Cezayir resmi haber ajansı APS'de yer alan habere göre, Cumhurbaşkanı Buteflika, Başbakan Abdulmalik Sellal'la yaptığı görüşmelerden sonra kabine değişikliğine gitti. 33 bakandan oluşan kabineye aralarında 7 kadın bakanın da bulunduğu 14 yeni isim atandı. Dışişleri ve içişleri bakanları ise değişmedi. Yeni hükümette kadın bakanlara verilen kontenjan dikkati çekti. 29 AK PARTĠ GENEL MERKEZ DIġ ĠLĠġKĠLER BAġKANLIĞI Dördüncü kez cumhurbaşkanlığına seçilen Buteflika, kabinede Enformasyon ve İletişim ile Milli Eğitim, Çevre, Kültür, Aile ve Turizm bakanlıklarına kadın vekilleri atadı. Uzun süredir görevlerini sürdüren eski bakanlar, yeni kabinede yer alamadı. Ban Güney Sudan‟da AA BM Genel Sekreteri Ban Ki-moon Güney Sudan‟da çatışan tarafların liderleri, Güney Sudan Cumhurbaşkanı Salva Kiir ve görevine son verilen eski Cumhurbaşkanı Yardımcısı Riek Machar‟ın, savaşı sona erdirmek için 9 Mayıs'ta bir araya gelmelerini beklediğini söyledi. Siyasi liderlere mesajının basitçe, barış için birlikte çalışmaları olduğunu belirten Ban, ülke liderlerinin krizin ana nedenlerini çabucak ele almalarının şart olduğunu kaydetti. Savaşı sona erdirmek için „hesap verme mecburiyeti‟ ilkesinin taraflarca kabul edilmesinin önemini vurgulayan Ban, "Her iki siyasi taraf farklılıklarını bir tarafa bırakmak ve derhal uzlaşmak için çalışmak zorundadır" ifadesini kullandı. Ban, BM ve bölgedeki ortaklarının da Güney Sudan‟da barışı sağlamak için birlikte çalıştıklarını dile getirdi. Konuşmasında, dünyanın bu en genç ülkesindeki ihtilafın ciddi insani etkisi olabileceği uyarısında bulunan Ban, "Çatışmanın durmaması halinde yarım milyon insan bir aydan kısa bir süre içinde açlık sorunuyla karşı karşıya kalabilir" ifadesini kullandı. ABD‟den yaptırım kararı ABD Güney Sudan‟daki çatışmalara katılan taraflara yaptırım uygulama kararı aldı. ABD Hazine Bakanlığından yapılan açıklamada, Güney Sudan‟da çatışmalara katılan isyancı lider Riek Machar‟a bağlı ordu kumandanı Peter Gadet ve Devlet Başkanı Salva Kiir‟in koruma birliği başkanı General Marial Chanuong‟a ait mal varlıklarının dondurulduğu, Amerikalı şahıs ve kuruluşların bu kişilerle iş yapmasının yasaklandığı belirtildi. Güney Afrika‟da genel seçimler için adaylar son kozlarını oynadı Euronews Güney Afrika Cumhuriyeti‟nde 7 Mayıs genel seçimleri öncesi partiler son mitinglerini düzenledi. Jacob Zuma liderliğindeki iktidar partisi Afrika Ulusal Kongresi‟nin “zafer mitingi” adını verdiği programa yaklaşık 150 bin kişi katıldı. Uzmanlar, seçmene yaşattığı hayal kırıklığına rağmen 72 yaşındaki Zuma‟nın zafere yakın olduğu görüşünde. Ülkede yapılan son kamuoyu yoklamaları Afrika Ulusal Kongresi‟nin yüzde 60‟ın üzerinde oy alacağını gösteriyor. 30 AK PARTĠ GENEL MERKEZ DIġ ĠLĠġKĠLER BAġKANLIĞI Zuma‟nın rakipleri arasında, Helen Zille liderliğindeki Demokratik İttifak ön plana çıkıyor. Ancak anketler Zille‟ye Zuma karşısında şans tanımıyor. Demokratik İttifak‟ın yüzde 20 oranında oy alması bekleniyor. Julius Malema liderliğindeki Ekonomik Özgürlük Savaşçıları hareketi ise seçim yarışında düzenlediği coşkulu mitinglerle dikkat çekti. Zuma‟yla yaşadığı tartışmanın ardından 2012‟de Afrika Ulusal Kongresi‟ndne kovulan Malema, ırkçı söylemlerinden dolayı sık sık eleştirilere hedef oluyor. AMERĠKA GÜNDEMĠ ABD DıĢiĢleri Bakanlığı önünde Mısır protestosu AA Amerikalı Mısırlılar ve bazı Amerikalılar, ABD‟nin Mısır‟a yönelik askıya aldığı bazı askeri yardımları tekrar serbest bırakmasını ABD Dışişleri Bakanlığı önünde tiyatro oyunu sahneleyerek protesto etti. Demokrasi ve İnsan Hakları için Mısırlı Amerikalılar ve Codepink gibi sivil toplum kuruluşlarından küçük bir grup, ABD Dışişleri Bakanlığı önünde toplandı. ABD‟nin Mısır‟a yönelik askıya aldığı bazı askeri yardımların yolunu tekrar açmasını protesto eden grup, Mısır‟da darbe karşıtı gösteriler sırasında tutuklanan ve hapishanede açlık grevine başlayan Mısır kökenli Amerikan vatandaşı Muhammed Sultan‟ın da serbest bırakılmasını istedi. Obama: Ekiplerimiz Nijerya'ya Yardıma Gitti BBC ABD, Nijerya'da kaçırılan 200'ün üzerindeki kız öğrencinin kurtarılabilmesi için bu ülkeye özel bir heyet gönderdiğini açıkladı. Heyette askerler ve rehine pazarlığında uzman sivil personel de bulunuyor. ABD Başkanı Barack Obama, "Son kaçırma olayının Boko Haram örgütüne karşı uluslararası camiayı harekete geçirmesini ümit ediyorum" dedi. Radikal İslamcı militan Boko Haram örgütünü "Bölgedeki en kötü terör örgütlerinden birisi" olarak tanımlayan Obama, "artık uluslararası güçler harekete geçmeli" dedi. Amerikan Dışişleri Bakanlığı Sözcüsü Jen Psaki, ülkesinin yardım teklifinin Bakan John Kerry'den geldiğini açıkladı. Wellington House'dan 'Freedom House'a aynı sahtekârlık – Hasan Celal Güzel – Sabah Gazetesi 1970'te DPT kütüphanesinde bulduğum bir kitaptan çok etkilenmiştim. 'How to Lie with Statistics?' (İstatistiklerle Nasıl Yalan Söylenir?) isimli bu kitapta, çeşitli kriterlere göre rakamların nasıl istismar edilebileceği; aynı rakamların nasıl birbirine zıt şekilde yorumlanabileceği anlatılıyordu. Bu kitabı okuduktan, hele istatistiklerin demagoglarca arzuları istikametinde nasıl eğilip büküldüğünü gördükten sonra, doğrusu rakamlara güvenim 31 AK PARTĠ GENEL MERKEZ DIġ ĠLĠġKĠLER BAġKANLIĞI kalmadı. 1915'teki Çanakkale mağlûbiyetinin acısını çıkarmaya çalışan İngilizler, Dışişleri Bakanlığı'na bağlı Propaganda Bürosu olarak 'Wellington House'ı kurdular ve Arnold Toynbee'ye tamamen uydurma olan ünlü 'Mavi Kitap'ı yazdırdılar. Bu kitap, hâlen Türk düşmanı diyasporanın ve Ermenistan'ın tek dayanağıdır ve tamamen mesnetsizdir. Toynbee, daha sona bu iftiralar kitabını itiraf ederken,'Ben de savaşa gitme yerine askerlik vazifemi böyle yerine getirdim'demiştir. İşte, 'Freedom House' yani 'Özgürlük (Genel) Evi'nin Türkiye'yi karalayan raporu da bu çeşit bir iftiradan ibarettir. Geçen hafta yayınladığı sözüm ona'Basın Özgürlüğü' sıralamasıyla Türkiye'yi 'özgür olmayan' ülke statüsüne düşüren bu kuruluş, aslında tamamen İsrail'in ve Mossad'ın yönetiminde bir fesat yuvasıdır. *** Uluslararası bazı kuruluşların bu çeşit raporları ve istatistikleri artık güvenilirliğini kaybetmiştir. Her alanda olduğu gibi demokratik hürriyetler konusunda da çok büyük mesafeler kat eden Türkiye'yi antidemokratik bir ülke gibi göstermek ve Başbakan Erdoğan'ı diktatör olarak lanse etmek, bu çıfıtların esas misyonu hâline gelmiştir. Freedom House ve benzeri fesat yuvalarının, 'Tutuklu Gazetecilerle Dayanışma Platformu'nun (TGDP) Türkiye'de 44 kişilik tutuklu gazeteciler listesi, tümüyle gerçeklere aykırıdır. Adalet Bakanlığı'nın açıklamasına göre; 2 Mayıs 2014 itibariyle, 18 kişinin yargılanması tamamlanmış; 11 kişinin yargılanması tutuklu olarak devam etmekte; 14 kişi değişik tarihlerde tahliye olmuş; 1 kişinin de cezaevlerinde kaydına rastlanmamıştır. Yargılanması tamamlanmış 18 kişi ile tutuklu 11 kişinin suçları şöyledir: 16 kişi PKK/ KCK'lı terörist, 6 kişi DHKP-C teröristi, 3 kişi MLKP/MK teröristi, 2 kişiTKP (ML) TİKKO teröristidir. Bu kişilerin hiçbiri gazeteci değildir. 1987'de, 'Uluslararası Pen Klubü' (Yazarlar Birliği) Başkanı'nı, Basın-Yayın Bakanı olarak Ankara Palas'ta ağırlamıştım. Herifçioğlu leziz Türk yemeklerini tıkındıktan sonra Türkiye'deki basın hürriyetini hakaretâmiz bir üslûpla eleştirmeye kalkmaz mı? Aynen geçen hafta Türkiye'ye gelen Nazi kalıntısı Alman Cumhurbaşkanı gibi saçmalayınca, benim cevap vermeme lûzum kalmadan Prof. Dr. Mümtaz Soysal hocamız adamın lâfını ağzına tıkayıverdi. Zaten, bütün mesele, aydınımızın hangi görüşte olursa olsun Türkiye'ye yönelik ithamlara cevap verebilmesidir. Bizi asıl üzen, Freedom House'deki üç buçuk Türkiye düşmanının havlaması değil, yabancılaşmış bazı aydın mâkulesinin ihanetidir. Siz kalkar da Ana Muhalefet Partisi Genel Başkanı olarak Türkiye'de basın hürriyeti olmadığını, Türkiyedüşmanlarına bas bas bağırırsanız; gazetelerde, televizyonlarda olmadık iftiralar atarsanız, elâlemin ekmeğine yağ sürer ve kendi ülkenize ihanet edersiniz. Elinizi vicdanınıza koyarak söyler misiniz? Hangi hür ve demokratik ülkede, Başbakana ve ailesine her gün manşet manşet hakaretler yağdırılır? Hangi demokratik rejimde sosyal medyada özel hayatın gizliliği bu derece alçakça ihlâl edilir? Hangi 'diktatör'(!), şahsına, ailesine, bakanlarına milletvekillerine alenen hakaret edilmesine bu derece tahammül edebilir?... 32 AK PARTĠ GENEL MERKEZ DIġ ĠLĠġKĠLER BAġKANLIĞI İnsan hakları, özgürlükler ve demokrasi maskesi altında olmadık melanetleri işleyenlere aslâ geçit vermeyeceğiz. ASYA – PASİFİK GÜNDEMİ Çin, ABD'nin ticaret anlaĢmalarından endiĢeli Trt Türk Çin'deki önemli düşünce kuruluşlarından Uluslararası Strateji ve Güvenlik Çalışmaları Merkezi'nin yayımladığı raporda, ABD'nin okyanus ötesi serbest ticaret anlaşmaları (STA) peşinde olmasının, Çin'in ekonomik güvenliğine zarar vereceği ifade edildi. Obama yönetiminin Trans Pasifik Ortaklığı (TPP) ve Trans Atlantik Ticaret ve Yatırım Ortaklığı (TTIP) için sarf ettiği çabanın hatırlatıldığı raporda, bu iki ortaklıkla birlikte ABD ile müttefiklerinin ekonomilerinin entegre olacağı kaydedildi. Tayland'da AYM'den baĢbakanın azli yönünde karar Dünya Bülteni Tayland Anayasa Mahkemesi, yetkilerini kötüye kullanmaktan suçlu bulduğu Başbakan Yinglak Şinavatra'nın görevinden alınması gerektiğine karar verdi. Yingluck, bir memurun görev yerini usulsüz şekilde değiştirmekle suçlanıyordu. Mahkeme, başbakanın atamayı 'gizli gündemle' yaptığına hükmetti. Yingluck'un taraftarları ise yargı sistemini hükümete darbe yapmakla suçluyor. Güney Çin Denizi'nde balıkçılara müdahale Dünya Bülteni Güney Çin Denizi'nde bir balıkçı teknesine silahlı kişileri taşıyan bir gemi tarafından müdahale edildiği belirtildi. Resmî haber ajansı Xinhua, 11 balıkçıyla bağlantının kesildiğini duyurdu. Olayın meydana geldiği Spratly adaları üzerinde Çin'in yanı sıra Tayvan, Vietnam, Filipinler ve Malezya da hak iddia ediyor. Silahlı kişilerin bu ülkelerden biriyle ilgili olup olmadığı netleşmedi. 33