Dijital Çağda Bakışın Politikası: Panoptikon ve Aleniyet İlkesi
Transkript
Dijital Çağda Bakışın Politikası: Panoptikon ve Aleniyet İlkesi
Dijital Çağda Bakışın Politikası: Panoptikon ve Aleniyet İlkesi Eylem Çamuroğlu Çığ Yrd. Doç. Dr. Mersin Üniversitesi İletişim Fakültesi, Gazetecilik Bölümü E-posta: eylemcamuroglu@mersin.edu.tr ÖZET: Snowden’ın ifşaatları, Wikileaks’in sızdırdığı belgelerin ışığında küresel bir gözetim sisteminin varlığı ispatlanmıştır. Bu küresel askeri/endüstriyel gözetim sistemi, sosyal ağlardaki verilerin mülkiyeti ve ortaya çıkan diğer çelişkiler bağlamında tartışmaları derinleştirmeyi zorunlu kılmaktadır. Günümüzde dijital çağın çelişkilerinden biri, kullanıcıların mahremiyeti ile endüstriyel gözetim bloğu arasındaki gerilimdir. Bir diğeri ise yurttaşların güçlünün hesap vermesi yönündeki talebi ile iktidarların gizlilik arzusu arasındaki çelişkidir. Bu iki çelişki, tarihsel ve teorik çerçevede Habermas’ın aleniyet ilkesi ile Foucault’nun panoptikon tartışmalarında somutlaştırılabilmektedir. Jürgen Habermas ve Michel Foucault, modernitenin çeşitli dinamiklerini birbirinden çok farklı, ancak felsefi ve politik açıdan birbiri ile bağlantılı bakış açıları ile tartışmış iki düşünürdür. Sosyal medya çağına eleştirel yaklaşımlar içinde her iki düşünürün de kavram ve kuramsal yaklaşımları tekrar tartışılmaktadır. Bu çalışmada modern iktidarın temel antagonizmasına karşılık gelen Foucault’nun panoptikon, Habermas’ın ise aleniyet ilkesi bağlamında sosyal ağlar eleştirel yöntemle tartışılmaktadır. Anahtar Kelimeler: Sosyal Medya, Panoptikon, Aleniyet İlkesi, Güvenlik, Disiplin The Politics of the Gaze in the Digital Age: Panopticon and the Public Sphere Abstract: Snowden’s disclosures and Wikileaks documents have proved the existence of a global surveillance system. This global military/industrial surveillance system obliges to make a deep discussion about the ownership of social media data and the other emerging contradictions in this context. In this day and age one of the contradictions of the digital age is between the privacy of users and industrial surveillance complex. Another contradiction is between the citizens’ desire of accountability of the strong and secrecy desire of the power. These two contradictions become concrete historically and theoretically in the discussions of Habermas’ public sphere and Foucault’s panopticon. Jürgen Habermas and Michel Foucault are two philosophers who studies the dynamics of modernity in very different perspectives but in a connected way philosophically and politically. In critical approaches to social media age both philosophers’ concepts and theories are being used and discussed continuously. In this study social networks are examined in the context of Habermas’ public sphere and Foucault’s panopticon which correspond to the basic antagonism of modern power. Keywords: Social Media, Panopticon, Public Sphere, Security, Dicipline Çamuroğlu Çığ, E., 2016, “Dijital Çağda Bakışın Politikası: Panoptikon ve Aleniyet İlkesi”, Toplum ve Demokrasi, 10(21), Ocak-Haziran, s. 91-113. Tematik Yazılar, Toplum ve Demokrasi, 10 (21), Ocak-Haziran 2016, s. 91-113. Giriş Geleneksel medya olarak adlandırılan, büyük oranda tek yönlü, endüstriyel ve kitlesel iletişimi tanımlayan aşamanın ardından, sosyal medya çağının iletişimsel evresini yaşamaktayız. Dijital medya veya internet medyası olarak da adlandırılan bu medya her şeyden önce bilişim ve enformasyon teknolojilerini ve internet ağ yapısını kullanan bir mecradır. Web 1.0 döneminde internet siteleri ve e-maillerin yoğun kullanımı, Web 2.0 olarak adlandırılan teknolojik gelişimi takiben, sosyal medya platformlarının devreye girmesi ile etkileşimlilik ve etkinlik alanını muazzam boyutlara ulaştırmıştır. Söz konusu teknik altyapı bünyesinde sayısız bireysel ve kurumsal web siteleri, blog siteleri, web yayıncılığı, podcastler, forum siteleri; Facebook, Twitter, Snapchat, Instagram, Wordpress, Persicope, Ustream, Skype vb. popüler platformlar; yazılı, görsel, işitsel tüm formlarıyla iletişimsel evrenimizi oluşturmaktadır. Bu altyapı üzerinde gerçekleştirilen her tür iletişim haberleşme, ticaret, eğitim, kültürel tüketim veya tasarım etkinlikleri, sosyal medya kapsamında değerlendirilebilir (Çamuroğlu Çığ ve Çığ, 2015: 22). Sosyal medya ve Web 2.0 kavramları, Facebook, Linkedln gibi sosyal ağ siteleri, bloglar, Wikipedia gibi wikiler, Twitter, Weibo gibi mikrobloglar ve Youtube gibi kullanıcı kaynaklı içerik paylaşım sitelerinden oluşan World Wide Web (www) platformlarını nitelemek için 2005 yılı civarında hayatımıza girmişti (Fuchs, 2015a: 94). Teknolojiye vurgu yapan Web 2.0, bütün sosyal ağları içine alan bir şemsiye kavram olarak düşünülmektedir (Trottier ve Fuchs, 2015: 6). Aslında sosyal medya teknolojilerinin büyük bir kısmı, 2005 yılından önce kullanılmaya başlanmıştı. Ancak popülerleşmesi, geleneksel medya ile de melezlenerek toplumsal yaşamı giderek daha fazla şekillendirmeye başlaması, 2005 sonrası döneme denk düşmektedir (Fuchs, 2014: 48). Giderek artan kullanıcı sayılarıyla sosyal medyanın dijital kültürü, toplumsal, ekonomik ve siyasal yaşama hızla eklemlenirken, birçok farklı boyutu ile gündeme geldi. Sosyal medya, 2011 yılından başlayarak tüm dünyada yeni toplumsal hareketler, siyasal katılım ve kamusal alan bağlamında tartışılmaya başlandı. “Arap Baharı” olarak adlandırılan Tunus’ta başlayıp birçok ülkeye yayılan isyanlar, İspanya’da bugün Podemos isimli partiyle kurumsallaşan İndignadas (Öfkeliler) hareketi, Amerika’da Occupy Wall Street hareketi ile 2011 yılında sosyal medya ve yeni toplumsal hareketler, oldukça iyimser tonlarda yapılan yeni yurttaşlık ve kamusal alan tartışmasını ateşlemişti. Sosyal ağlardan güç alan bu yeni toplumsal hareketler, 2004’te Madrid’de, 2009’da İran ve İzlanda’da da görülmüştü (Castells, 2013: 11-12). 2013’te Taksim Meydanı’ndan tüm Türkiye’ye yayılan Gezi Direnişi ile sosyal ağlar bağlamında yapılan siyasal katılım, kamusal ve müşterek alanlar tartışmaları da yoğunlaştı. Tartışmaların başlangıçtaki iyimser tonu, neoliberalizmin otoriteryan eğilimlerinin hız kazanması ile yerini dijital gözetim toplumları tartışmasıyla karamsar bir tona bıraktı. Julian Assange’ın kurduğu Wikileaks’ın ortaya çıkardığı belge sızıntıları ve Edward Snowden’ın ifşaatları ile 92 Çamuroğlu Çığ, E., 2016, “Dijital Çağda Bakışın Politikası: Panoptikon ve Aleniyet İlkesi” küresel bir gözetim sisteminin varlığı ispatlanmıştır. 2007 yılında NSA tarafından geliştirilen kitlesel elektronik gözetim ve veri madenciliği yapan program PRISM ile gizli servisler ve devletlerin ağlarda bireysel mahremiyeti sistematik olarak ihlal etmekte oldukları da netleşti. Devlet ve istihbarat örgütlerinin yanı sıra, Google, Facebook, Yahoo, AOL ve www şirketleri de bu küresel gözetim ağına dahildir. Bu şirketlerin sermaye birikim modeli, küresel gözetim sisteminin suç ortağı olmalarının nedenleri arasındadır. Snowden’ın ifşaatları, küresel gözetim ağının şirket ve devlet gücü birlikteliği ile iletişimi, interneti ve sosyal ağları kontrol ettiğini ortaya koymuştur (Fuchs, 2015b: 149). Yakın zamanda Panama Papers ile yeniden hatırlanan küresel endüstriyel/askeri gözetim bloğu, sosyal ağlardaki verilerin mülkiyeti ve ortaya çıkan çelişkiler bağlamında tartışmaları derinleştirmeyi zorunlu kılmaktadır. Günümüz sosyal medya dünyasının çelişkilerinden biri, kullanıcıların mahremiyeti ile endüstriyel gözetim bloğu arasındaki gerilimdir. Bir diğeri de yurttaşların güçlünün hesap vermesi yönündeki talebi ile iktidarların gizlilik arzusu arasındaki çelişkidir. Sosyal medya şirketlerinin sermaye birikim modeli ve ekonomileri, ağırlıklı olarak hedefli reklamcılık (targeted advertising) ve dijital emeğin sömürüsü üzerine temellenmektedir (Trottier ve Fuchs, 2015: 24). Şirketlerin ekonomik modeli ile söylem ve ideolojilerini temellendirdikleri açık, küresel olarak bağlantılı ve özgür iletişim arasında sürekli bir gerilim hattı ortaya çıkmaktadır. Şirketler, sermaye birikim modeli nedeniyle parçası oldukları bu yoğun gözetimin karşısında olduklarını vurgulamakta ve özgür, açık dünya söylemlerini bu karşıtlık üzerinden kurmaktadır (Fuchs, 2015b: 149). İdeoloji ve ekonomik gözetim arasındaki bu gerilim hattı, çağdaş sosyal medya dünyasının antagonistik gerçekliğini oluşturmaktadır. Sosyal medya dünyasının antagonizmaları, Harvey’nin adlandırmasıyla sermayenin hareketli ve tehlikeli çelişkilerine denk gelmektedir. Hareketli çelişkiler, istikrarsız ve önbelirlenmemiş bir evrim süreci yaratmaktadır. On yıllarla ölçülebilen bu görece yavaş süreç, bugünkü ikilemlerden yola çıkarak gelecek hakkında da öngörüde bulunmamıza imkan vermektedir. Hareketli çelişkilerin dinamik etkileşimi, insan, sermaye ve doğa açısından tehlikeli çelişkileri doğurmaktadır (Harvey, 2015 (b): 99 - 297). Bu nedenle hareketin anlamını kavramak politik açıdan hayatidir, çünkü Harvey’nin vurgusu ile “kendi geleceğimizin şiirini sermayenin hızla evrilmekte olan çelişkilerinin oluşturduğu fon üzerine” yazmaktayız (Harvey, 2015 (b): 100). Bu hareketin anlamını ve gelecekte yaratabileceği değişimleri öngörebilmek için sosyal ağlardaki dijital gözetime yakından bakmak gerekmektedir. Dijital gözetimin en belirgin çelişkilerinden bir tanesi, devlet gözetimi ve sosyal medya şirketleri arasındaki birliktelikte görünür olmaktadır. Şirketlerin ticari gözetimi, bilginin sürekli akışına ve insanların verilerini, iletişimlerini ve yaşamlarını büyük oranda ağlara taşımasına bağlıdır. Devlet gözetimi ise, bilgiye erişimi kısıtlamak ve özellikle kriz dönemlerinde sansür üzerinden şekillenmektedir. Devletler ve şirketler arasındaki bu çelişkiyi tarihselliği içinde değerlendirdiğimizde dijital gözetim politikalarının henüz oluşum halinde olduğu ve piyasa-devlet işbirliği içinde şekillenmekte olduğu 93 Tematik Yazılar, Toplum ve Demokrasi, 10 (21), Ocak-Haziran 2016, s. 91-113. netleşmektedir. Ticari gözetimin sınıflandırma işlevi ve devletin zor aygıtı, piyasanın tehdit oluşturabilecek olan kısımlarını eleyebilmektedir (Yumuşak, 2015: 108). Dijital gözetimi analiz edebilmek için, sosyal medyayı devlet ve siyaset teorileri içinde konumlandırmak ve devlet-şirket ilişkisini bu bağlamda tartışmak gerekmektedir (Trottier ve Fuchs, 2015: 33-34). Medya, teknolojik yapıların sosyal ilişkiler ve insan eylemleriyle karmaşık biçimlerde etkileşimde olduğu tekno-sosyal yapılardır. İktidar yapıları medyayı ve medyanın toplumsal ilişkilerini biçimlendirmektedir (Fuchs, 2014: 49). Sosyal medyanın toplumsal ve siyasal boyutlarını tartışırken, ağların iktidar ve karşı iktidar yapıları ile çelişkili ve etkileşimli ilişkilerini dikkatle analiz etmek gerekmektedir. Bu açıdan sosyal medya ve dijital gözetimi, modern iktidar teorisinin iki önemli kavramsallaştırması olan aleniyet ilkesi ve panoptikon bağlamında tartışmak ve temel çelişkilerin kuramsal ve tarihsel gelişimine odaklanmak önemlidir. Günümüzde sosyal medyada sızıntılarla, Anonymus gibi hacker grupları ile Türkiye’de ise yolsuzluk tapeleri ve “fuatavni” twitter hesabı ile gündemimize gelen yurttaşların güçlünün hesap vermesi talebi ile iktidarların gizlilik arzusu arasındaki çelişki, tarihsel olarak modernitenin ilk çelişkilerinden bir tanesidir. Dijital hak mücadelesinin temelini oluşturan özel hayatın ve kişisel verilerin gizliliği ile endüstriyel/askeri gözetim bloğu arasındaki çelişki de yine tarihsel olarak modernitenin disiplinci mekanizmalarında yer almaktaydı. Aşağıdaki bölümlerde Jürgen Habermas’ın aleniyet ilkesi ve Michel Foucault’nun panoptikon metaforu bağlamında dijital gözetimin temel antagonizmaları eleştirel yöntemle tartışılmaktadır. Dijital Çağda Karşı-Gözetim ve Aleniyet İlkesi Dijital alanda ticari gözetim adına yapılan veri madenciliği ve sınıflandırmanın tersine dönerek iktidar odaklarını, kurulan ilişkileri vs. ifşa etmek adına kullanıldığı örnekler son yıllarda artarak karşımıza çıkmaktadır. Anonymus gibi hacker grupları, Assange’ın kurduğu Wikileaks gibi belge sızdıran siteler, Edward Snowden’ın ifşaatları ve yakın zamanda Panama Papers gibi sızıntılar, zamanımızın önemli sızıntıları arasında sayılabilir. “Whistleblower”1 aktiviteleri olarak da adlandırabileceğimiz bu sızıntılar, sosyal medya çağının önemli ifşa ve muhalefet yolları arasında sayılmaktadır (Bora ve Altıparmak, 2016: 53). Wikileaks’in içeriği bireysel “whistleblower”lar tarafından sağlanmaktadır. Bu yolla “whistleblower”ların kimlikleri anonim kalırken sızdırdıkları belgeler küresel kamuya ulaşarak kitlesel olarak izlenebilmektedir (Fuchs, 2011b: 6). Henüz sonuçları çok kestirilebilir Whistleblower ve whistleblowing kavramlarının Türkçe’de tam bir karşılığı yoktur. Halkla ilişkiler literatüründe çok kullanılan bu kavramın birçok tanımı yapılmıştır. Özetle bilgiye veya veriye erişimi olan kişilerin tanık oldukları yanlış veya etik dışı durumları kamuya ifşa etmeleri olarak tanımlanabilir. Eski bir gazeteci olan Assange’ın kurduğu Wikileaks isimli site, aslında birçok whistleblower’ı bir araya getirmektedir. 1 94 Çamuroğlu Çığ, E., 2016, “Dijital Çağda Bakışın Politikası: Panoptikon ve Aleniyet İlkesi” olmamakla beraber, neoliberal dönemin önemli demokratik mücadele alanlarından bir tanesinin ifşaatlar yoluyla yürütülen muhalefet olacağı söylenebilir. Şirketler, devletler ve istihbarat örgütlerinin karmaşık ilişkiler ağları içerisinde yürüttükleri gözetim, izleme ve özel alan ihlalleri ve yapılan yolsuzluklar ile etik ihlallerin belgeleriyle kamuya duyurulması dijital hak mücadelelerinin önemli adımlarından biridir. Gözetleyenlerin gözlenmesi yoluyla bakışı ters yüz etmek ve iktidar odaklarını hesap vermeye zorlamak, demokratik ülkelerde belli bir muhalefet zemini açabilmektedir. Aynı zamanda aleniyet kazanan ifşaatlar, kamuyu da bilinçlendirerek hak mücadelelerini güçlendirmektedir (Fuchs, 2011a: 306). Ancak devletler de bu süreçte dijital alanın imkanlarını fark ediyor ve öğrenmeye devam ediyorlar. İktidar odaklarını, gözetimi ve ilişkiler ağlarını görünür kılma ve alenileştirme çabalarının karşısında baskı da giderek artıyor. Özellikle 2015’ten başlayarak dünya çapında terörle mücadele ve güvenlik paradigmasının yükselişe geçişiyle dijital hak mücadelesi de mevzi kaybetmektedir. Charlie Hebdo saldırısı, Paris Katliamı, Brüksel Saldırıları gibi olaylar bu baskıya toplumsal destek de kazandırmaktadır (Bora, Altıparmak, 2016: 53). 2015 yılı ortalarından başlayarak Türkiye’nin de artarak deneyimlediği güvenlik paradigması, neoliberal iktidar yapısına içkindir (Gambetti, 2009: 143-172). 2010 yılından itibaren dünya çapında neoliberalizmin ortaya çıkardığı sorunlar karşısında yükselen protesto dalgaları ile dengesizleşen neoliberal iktidarlar, çok daha çatışmacı ve otoriter bir evreye evrilmektedir. Dijital hak mücadelelerindeki mevzi kaybının da bu açıdan, dünyadaki siyasal atmosfer ile yakından ilgili olduğunun da altını çizmek gerekmektedir. Yakın zamanda Sınır Tanımayan Gazeteciler’in (RSF) açıkladığı 2016 yılına dair Dünya Basın Özgürlüğü Endeksinde, tüm dünyada bilgi alma özgürlüğünde kayıplar yaşandığına dikkat çekilmesi ve dünya genelinde basın özgürlüğüne duyulan saygıda büyük ve ürkütücü bir kayıp olduğunun vurgulanması, bu duruma işaret etmektedir2. Bu noktada Morozov’un internetin kazanımlarının özgürlükleri tehdide dönüşme ihtimali yönündeki uyarısı önem kazanmaktadır. Online gözetimin norma dönüşme ihtimali, güvenlik paradigmasının yükselişi ile giderek artmaktadır. Bu normla otoriteler karşısında yurttaşlar giderek şeffaflaşırken otoritelerin güvenlik adına opak kaldığı, siyasal ve ticari çıkarların iç içe geçtiği otoriter ve tehlikeli bir yola girilmektedir (Özkul ve Barnett, 2016: 13 -14). Otoritelerin opak alana çekilmesi, modernitenin temel belirleyenlerinden biri olan aleniyet ilkesini muğlaklaştırmaktadır. Aleniyetin Kurumsallaşması Tam da bu noktada vurgulamak gerekir ki teknoloji gelişirken dünyamız giderek karmaşıklaşsa da bu eğilimler ve çelişkiler, modernitenin temel çelişkileri arasında idi. Bilginin üretimi ve dolaşımın toplumsal kontrolü ve 2 www.diken.com.tr/turkiye-basin-ozgurlugunde-ugandanın- gerisinde/ 95 Tematik Yazılar, Toplum ve Demokrasi, 10 (21), Ocak-Haziran 2016, s. 91-113. disiplin teknikleri bakımından tarihsel olarak en gelişmiş iktidar biçimi, modern ulus devletlerde belirginleşmektedir. Feodalitenin iktidar biçimleri modern iktidara evrilirken iktidarı şeffaflaştırarak denetlemenin yolu olarak aleniyet ilkesi kurumsallaştırılmıştı. Aleniyetin kurumsallaşması ile birlikte demokratik ve otoriter rejimlerin bilgiyi yönetmeleri açısından fark, yönetenlerin erdemi veya tercihlerinden bağımsızlaşmıştır. Kurumların yapısı, işleyişi ile diğer siyasal ve toplumsal aktörlerin devlet iktidarını dengeleyici gücü önem kazanmıştır. Modern anayasanın ortaya çıkışı, 1789 devriminin kralın kişiliği ile devleti birbirinden ayırması sonucunda gerçekleşmiştir. Böylece kamusal otorite ve egemenlik, doğuştan gelen bir hak olmaktan çıkmış, denetlenmesi gereken bir yetkiye dönüşmüştür (Teziç, 2009: 143). Weber’in gayrişahsileşme (depersonalization) ve rasyonelleşme kavramları üzerinden tartıştığı bürokrasinin, Habermas, Arendt ve Sennett’ın farklı boyutlarıyla tartıştığı kamusal-özel ikiliğinin ve daha birçok modern kavram ve tartışmanın başlangıcı, devlet iktidarındaki bu büyük dönüşüm ile ilişkilidir. Devlet iktidarının şeffaflaştırılması, denetlenmesi ve demokratikleştirilmesi için verilen mücadeleler, görünürlüğün ve bakışın politikleşmesine yol açmıştır. Bakışın iktidarlara çevrilebilmesi yolu ile iktidarı sınırlayıp denetlenebilir kılan bir bakış politikası, siyasal alandaki sınıf savaşımları ve demokratikleşme mücadeleleri ile kurumsallaşabilmiştir. Bu bakış politikasını Habermas, kamusal-özel kavramlarının tarihsel gelişimi ile burjuva kamusal alanının ortaya çıkışı aşamasında tartışmıştır. Bakışın politikası ile aleniyet ilkesinin demokratikleşmeye yol açacak biçimde kurumsallaşabilmesi için yurttaşların kamusal bir gövde oluşturarak örgütlenebilmeleri ve kamuoyunu oluşturabilmeleri gerekmektedir. Kamuoyu, devlet biçiminde örgütlenmiş olan egemen yapıya karşı yürütülen eleştiri ve denetim mekanizmalarına işaret etmektedir. Örneğin mahkemelerin veya meclis görüşmelerinin halka açık olması gibi devlete ait bazı işlerin aleni olması gerektiğine dayanan düzenlemeler, kamuoyunun eleştiri ve denetim işlevleri ile ilişkilidir. Monarşilerin gizlilik politikalarına karşı mücadele ederek kazanılan kamusal bilgi ve aleniyet ilkesi, devletin ve iktidar odaklarının demokratik kontrolünü olanaklı kılmıştır (Habermas, 2010: 29). Günümüzde kamusal bilgi ve aleniyet ilkesinin olanaklarına karşıt, “devlet sırrı” kavramı bir iktidar tasarrufu olarak öne çıkmaktadır. Bu kavram, kamusal otoritelerin yine kamu yararını öne sürerek gizlilik sağlayabildikleri opak bir alana işaret etmektedir. Ancak demokratik modern iktidarlarda devlet sırrı, sınırsız ve koşulsuz bir gizlilik sağlamamaktadır. Terörle mücadele ve güvenlik paradigmasının yükselişe geçtiği günümüz Türkiye’sinde, devlet sırrı kavramının gazetecilik ile ilgili tarihi bir davanın konusu olması, iktidarların güvenlik adına opak bir alana çekilme isteklerinin ifşa edilmiş bir göstergesidir.3 Gazeteciler Can Dündar ve Erdem Gül’ün yargılanmakta oldukları MİT tırları davası, Milli İstihbarat Teşkilatı’na ait tırlarla Suriye’ye silah ve cihatçı sevk edildiğinin iddia edildiği haberin, 29 Mayıs 2015 günü Cumhuriyet Gazetesi’nde yayımlanması üzerine açılmıştı. Haberdeki iddialara kanıt olarak savcılık dosyasından alındığı belirtilen görüntüler yer almaktaydı. Bu görüntülerde ilaç kutularının altındaki havan topu mermileri ve askeri 3 96 Çamuroğlu Çığ, E., 2016, “Dijital Çağda Bakışın Politikası: Panoptikon ve Aleniyet İlkesi” İngiltere’de 2015’te açıklanan internet yasa tasarısının, güvenlik güçlerine mahkeme kararı olmadan online takip yetkisi sağlamayı amaçlaması da dijital dünya açısından benzeri bir duruma işaret etmektedir (Keeble-Gagnere, 2015). Tasarı, gazeteciler tarafından haber verme hakkının, siyasal iktidardan bağımsız yapılamayacağı bir ortama kayma endişesi ile tartışılmaktadır. İktidarların gizlilik arzusu ile yurttaşların güçlünün hukuk önünde hesap vermesi yönündeki talebinin günümüz demokrasilerinde gerilimli bir siyasete yol açması, aleniyetin kurumsallaşmasının tarihsel evrelerine bakmayı gerekli kılmaktadır. Bugün yeniden bir mücadele hattına işaret eden aleniyet talebi, modernite feodaliteyi dönüştürürken kurumsallaşan kamusal otoritenin en temel mücadele alanıydı ve ortaya çıktığı tarihsel evrede de çelişkili bir kurumsallaşmadan muzdaripti4. Ortaçağdan Çıkışta Aleniyet Feodalite içinde pre-kapitalist koşullar ortaya çıkmaya başladığında kamusal kavramı ve aleniyet, hiyerarşi ve ayrıcalıklarla ilgilidir. Ortaçağın kamusallığı bir statü belirtisidir, toplumsallıkla ilişkili olarak yaşanmamaktadır. Fermanlardaki veya kralın mühründeki kamusal kavramı, hükmetme ile ilgilidir. Aleni olma ve herkese açık olma durumu ise ayrıcalıklardan ve hükmedenlerin konumundan dışlanmış olmak anlamına gelmekteydi. Habermas, ayrıcalıklar, güç ve hiyerarşiyi barındıran Ortaçağ kamusallığını “temsili kamusallık” ile kavramsallaştırmaktadır. Burada temsil kavramı, demokratik teorilerdeki temsilin tam aksine, gücün ve statünün temsilini anlatmaktadır. Kralın tacı, onun -Tanrıdan aldığı – sonsuz gücü temsil eder. Ortaçağ’ın bu temsili kamusallığı dışlayıcıdır; örneğin ayinler halkın dilinde değil, Latince yapılır. Halk, bu kamudan dışlanmıştır; ancak varlığı temsilin gerçekleşebilmesi açısından önemlidir. 15. yüzyılda coğrafi keşiflerin ticareti canlandırarak bir sınıf olarak burjuvaziyi ortaya çıkarmaya başlaması ile temsili kamu ile yeni ortaya çıkmaya başlayan aydınlanma kamularının bir arada olduğu ara bir dönemden mühimmat görülmekteydi. Yaptıkları haber sonrasında açılan davada Dündar ve Gül’e yöneltilen suçlamalar, devletin gizli kalması gereken bilgilerini siyasal ve askeri casusluk amacıyla temin etme, devletin güvenliğine ilişkin gizli kalması gereken bilgileri casusluk maksadıyla açıklama, cebir ve şiddet kullanarak Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti’ni ortadan kaldırmaya veya görevlerini yapmasını kısmen ya da tamamen engellemeye teşebbüs etme ve silahlı terör örgütüne üye olmaksızın bilerek isteyerek yardım etmedir (www.bbc.com/turkce/haberler/2016/04/160401_can_dundar_erdem_gul_durusma). 4 Bu çelişkili kurumsallaşmaya örnek olarak klasik hukuk teorisinde devletin iki niteliğini oluşturan devletin hukuki kişiliği ve egemenliği arasındaki uyuşmazlık gösterilebilir. Devletin hukuk içinde denetlenebilirliğini sağlayan tüzel kişiliğinin yanında egemenlik, devletin hiçbir denetim kabul etmeyen asli, kayıtsız şartsız bir iktidarını vurgulamaktadır (Teziç, 2009: 125-126; 144-145). Benzer bir çelişkili kurumsallaşma da Fransız Devrimi sonrası iktidarı dünyevileştiren demokratik teorilerden milli egemenlik teorisinde yaşanmıştır. Teori, İktidarı monarktan yeryüzüne indirirken aşkın bir millet tanımıyla (ölen atalardan doğmamış çocuklara kadar halkı aşan bir kavram olarak millet) onu yeniden metafizik ve hukuk ötesi kılmıştır (Teziç, 2009: 100). 97 Tematik Yazılar, Toplum ve Demokrasi, 10 (21), Ocak-Haziran 2016, s. 91-113. geçilmiştir. Kralın kişiliği ile devleti birbirinden ayıran burjuva devrimlerinin bir sonucu olarak kamusallık devleti ve devlet aygıtını temsil eder hale gelirken özel olan da bu alanın dışında kalan alan olarak şekillenir (Habermas, 2009: 57 -74). Ortaçağda feodalitenin içinde feodaliteden farklı bir gelişimin habercisi olan pre-kapitalist koşullar, bir taraftan -merkantilizm ve fizyokrasinin temel bakışı olarak- güçlü krallık ve hükümdar vurgusu ile var olan egemenliği güçlendirirken bir taraftan da bu düzenin çözülüşüne yol açacak koşulları oluşturur. Habermas burada çözülüşe yol açan unsurlar olarak mal ve haber dolaşımına önem verir. Ticaretin gelişimi –her ne kadar var olan egemen krallık veya güç tarafından koyulan kurallarla işlese de- feodal sistemin kapalı ekonomisini ve kapalı yapısını sarsmaya başlamıştır. Başlangıcında temsili kamuyu bu yeni gelişmeler rahatsız etmemiştir; çünkü eski üretim ve bu üretimden beslenen egemenlik henüz bu yeni oluşmaya başlayan sermayeye bağımlı değildir. Feodalitenin katı egemenlik yapısı, gelişen ticaretle zenginleşmeye başlayan burjuvazinin iktidara ortak veya talip olmasını engelliyordu. Ancak iktidarın kurulmasını sağlayan temel ilkeleri hedef alırlarsa yani, egemenlik biçimini tümden değiştirirse iktidarda pay sahibi olabilecekti. Bu noktada Ortaçağ egemenliğinin temel ilkelerine karşı burjuva kamusunun ortaya koyduğu ilke, aleniyet ilkesi olmuştur. Ortaçağın kapalı iktidar yapıları, bu ilkenin karşısında zamanla çözülmeye başlamış; Aydınlanmanın “akıl” ölçütünü temel alarak başlattığı devrimlerle burjuvazi, bu kapalı yapıların aleniyet ilkesine göre, anayasalar ve yasalar çerçevesinde yıkıldığı yeni bir çağı başlatmıştır (Habermas, 2009: 93 – 98). Kapalı yapıların yıkılmasıyla başlayacak yeni çağın en önemli araçları arasında ise basın yer almaktaydı. Burjuva Kamusal Alanı ve Basın Merkantilist dönem, devletin karşısında ayrı bir alan olarak burjuva kamusal alanının yükselişine yol açmıştır. Çünkü yönetimin ticaret üzerinde uyguladığı önlemler veya aldığı vergiler, özel çıkar ile kamusal çıkarı karşı karşıya getirirken bir taraftan da devletin özel alana da müdahalesi –örneğin tahıl darlığında Cuma akşamları ekmek tüketiminin yasaklanması gibi müdahaleler- devleti ve işleyişini de eleştiriye açık hale getirmiştir. Hane ekonomisini ilgilendiren konuların aynı zamanda kamusal çıkar alanına giren bir meseleye dönüşmesi ile kapitalizmin bu başlangıç evresinde hem devlet karşısında özel alan hem de akıl yürüten kamusal topluluğun eleştirerek ve tartışarak oluşturduğu kamusal alan ortaya çıkmıştır. Yine kamusal bir araç olarak basın da bu dönemde çok önemli bir rol oynamıştır. Böylece kamusal alan, kamusal bir topluluk olarak bir araya gelmiş özel kişilerin, kamu erkini kamuoyunun önünde şeffaflaşmaya ve meşrulaşmaya zorladıkları bir alan olarak dönüşüyordu (Habermas, 2009: 77 – 91). 98 Çamuroğlu Çığ, E., 2016, “Dijital Çağda Bakışın Politikası: Panoptikon ve Aleniyet İlkesi” Dolayısıyla haber dolaşımı, bu yeni oluşmaya başlayan ekonomik sistem için en az mal ve evrak dolaşımı kadar önemliydi. İlk dönemde ticareti geliştiren bir unsur olarak ortaya çıkan haber dolaşımı, merkantilist dönemde siyasal ve toplumsal düzenin içinde eski sistemi alt üst edecek bir güç olacak basına evriliyordu. İlk gazeteler –siyasi gazete olarak adlandırılıyorlardıbaşlangıçta haftalık olarak çıkarken, 17. yüzyılın ortalarında günlük çıkmaya başladılar (Habermas, 2009: 74 – 80; Van Horn Melton, 2011: 13 -17). Günlük çıkmaya başlayan gazetelerle haberler, modern toplumların temel ritüellerinden birine dönüşerek kamusal alanın meselelerini de belirlemekteydi. Hegel’in gazetelerin modern insanın sabah duası olduğunu vurgulaması, metalaşan haber ile kurulan törensel ve ritüelistik ilişkiyi netleştirmekteydi. Anderson’a göre bu ilişki, ulus devletin ve milliyetçi ideolojilerin kuruluşunda da önemli bir rol oynamaktaydı. Gazetelerin ve metalaşan haberlerin kitlesel ve hızlı tüketimi, olağanüstü kitlesel bir ayini mümkün kılmaktaydı. Anderson’a göre, hayali bir cemaat olarak ulusu mümkün kılması, bu ritüelin paradoksal anlamından kaynaklanmaktadır. Sessiz bir mahremiyet ile yerine getirilen okuma eylemi, hayali cemaati oluşturan büyük kitleler tarafından eş zamanlı ve kamusal bir eylem olarak gerçekleşmektedir (Anderson, 2009: 50). Bu eş zamanlı kamusal eylem, çelişkili bir var oluşla kapitalizmin varlığını güçlendiren haber endüstrisini yaratırken, bir taraftan da onu aşan ve bütün iktidar odaklarını sarsabilecek güçte olan aleniyet ilkesini de mümkün kılmaktaydı. Çünkü siyasal gazeteciliğe evrilen habercilik, dünya ile ilgili her şeyin – meclis, savaş, ticari dolaşımaleniyet kazanmasının yolunu açmaktaydı (Habermas, 2009: 74 – 80; Van Horn Melton, 2011: 13 -17). İlerleyen süreçlerde burjuvazi açısından paradoksal bir durum yaratan basının bu ikili rolü, iktidarların yeni başetme stratejileri geliştirmelerine de ön ayak olacaktı. Bu yeni strateji, haberin bir meta olduğu gerçekliği üzerine inşa edilmekteydi. Sonuç olarak mal dolaşımına bağımlı olmaktan çıkan haberin kendisi de basılı bir materyal olarak ve kar stratejilerinin de etkisine girerek bir metaya dönüşüyordu. Bir meslek olarak profesyonelleşen gazetecilik, ortaya çıkışını sağlayan pazar ile aynı düzeneğe ve işleyişe sahipti. Haberin metalaşma süreci, kapitalist ekonominin başlangıcından günümüze geçirdiği büyük değişimlere paralel olarak daha verimli formlara girmiştir. Dolayısıyla metalar piyasasını yöneten burjuvazi, iktidarını tahkim ettikten sonra, her türlü iktidarı sarsacak güçteki eleştirel kamuoyu çözülecek ve yerini bilginin kontrolü ve manipülasyonuna bırakacaktı. Bilginin Kontrolü ve Karşı-Gözetim İktidara yönelen bakışın gücü ve politikası, devrimci bir yüzyıl olan 18. yüzyıldan sonra burjuva devrimleri ile kurumsallaşan yeni modern iktidarlar çağında, Habermas’ın kavramsallaştırmasıyla yapısal bir dönüşüme uğrar. 19. yüzyıl kültür ve haber endüstrilerinin kamusal toplulukları ve yurttaşları kitleye dönüştürmesi sonucunda kamuoyu yerini kanaatlere bırakmış, kamusal akıl 99 Tematik Yazılar, Toplum ve Demokrasi, 10 (21), Ocak-Haziran 2016, s. 91-113. yürütmenin yerini duygular ve irrasyonalite almış, aleniyet ilkesi ise iktidarın meşruiyetini üretmekten öteye geçememiş ve gerçekten demokratik bir denetimi hayata geçirememiştir. Foucault’ya göre, aleniyet ilkesi ile kurulması düşünülen demokratik denetim ve bakışın gücüne duyulan inanç, baştan itibaren bir yanılsamadan ibarettir. Kamu görüşüne ve bakışa önemli bir güç atfetmiş olan aydınlanmacılar, kamu görüşünün gerçek koşullarını, medyayı öngörememişlerdir. Basın, yayın, sinema ve televizyon biçimleri altında iktisat ve iktidar mekanizmalarına dahil edilmiş bir maddesellik yatmaktadır. Medya, kaçınılmaz olarak iktisadi- siyasi çıkarların emrindedir. Devrimciler, kamu görüşünün bu maddi ve iktisadi bileşenlerini fark edemedikleri için, doğası gereği doğru olacağını, kendine özgü bir biçimde yayılacağını ve bir tür demokratik gözleme olarak işleyeceğini düşünmüşlerdir. Düşünüre göre, bu bakış politikasının ütopik karakteri, 19. Yüzyılda gazetecilikle ortaya çıkmıştır (Foucault, 2007: 85 – 105). Habermas’ın aleniyet ilkesi üzerinden somutlaştırdığı bakışın gücü ve politikası da, 19. Yüzyıldan başlayarak medyanın ekonomi politik yapısı ve sermaye ile ilişkileri sonucunda çözülmüş ve eleştirel gücünü yitirmiştir. Habermas ve Foucault’nun çalışmalarının da gösterdiği gibi, basın ve düşünce özgürlüğü ile demokratikleşme arasındaki ilişkiye odaklanan tezlerin eksik kaldığı nokta, nasıl olup da bilginin kontrolü ve manipülasyonu yoluyla görece demokratik sistemlerin otoriterliğe savrulabildiğidir. Medyanın ve bilginin kontrolü yoluyla bakışın manipülasyonu, demokrasinin yavaş ölümüyle ilgili önemli veriler sunabilmektedir (Demirtaş, 2016: 30). Özellikle toplumun tamamını ekonomik bir paranteze alan ve sınıf iktidarının yeniden kurulduğu geniş çaplı bir proje olarak neoliberal sistemde (Harvey, 2015 (a):17-27) demokrasilerin aşınmasını açıklayabilmek için bilginin devlet ve sermaye tarafından nasıl kuşatıldığına daha yakından bakmak gerekmektedir. Örneğin İngiltere’de Telekulak Skandalı ve Leveson Soruşturmaları ile ortaya çıkan medya skandalı, demokrasi geleneği köklü ve güçlü olan ülkelerde bile medyanın finansallaşmış yapısının ve bilginin devlet ve sermaye tarafından kuşatılmasının ürettiği sorunların boyutunu ortaya koymaktadır (Leveson, 2012). Neoliberal dönemde geleneksel medya, Habermas’ın aleniyetin ve bakışın çözülüşü sonucunda tespit etmiş olduğu sorunların çok daha karmaşık biçimleri ile karşı karşıyadır. Bu noktada sosyal medya ve ağlar, medyanın hiyerarşik yapısını kırabilmekte ve bireye yeni kamusal alanlar sağlarken dijital gözetimi de tersine çevirerek iktidar odaklarını görünür kılabilmektedir. Bir karşı-gözetim projesi olarak Wikileaks kendisini “halkların istihbarat örgütü” olarak tanımlamaktadır (Fuchs, 2011b: 2). Ancak teknolojinin sağladığı çok önemli kazanımlar olmakla beraber, bakışın politikası konusunda iyimser olmadan önce dijital gözetimin boyutlarını ve gözetimin nasıl bir iktidar mekanizmasına dahil olduğunu dikkatle analiz etmek gerekmektedir. İnternetin katılımcı karakterinin önündeki en büyük engel, dev şirketlerin giderek tekelleşmesi ve internet üzerindeki bilgi ve verileri kontrol altına almasıdır. Whatsapp, Youtube, Gmail, Instagram gibi 100 Çamuroğlu Çığ, E., 2016, “Dijital Çağda Bakışın Politikası: Panoptikon ve Aleniyet İlkesi” uygulamalar iki internet devi Facebook ve Google’dan birine aittir. Akıllı telefon pazarında en çok kullanılan işletim sistemlerinden biri olan Android veya mobil uygulamaların senkronizasyonunu sağlayan Firebase de Google tarafından satın alınmıştır (Yumuşak, 2015: 107). Üstelik bu tabloya bir de bu şirketlerin sermaye birikim modelleri eklendiğinde ticari gözetim yoluyla yayılmakta olan bilginin kontrolü sorunu da karşımıza çıkmaktadır. Bu nedenle dijital gözetim ve bakışın politikasının çelişkilerini iktidar teorileri açısından da tartışmak gerekmektedir. Aşağıdaki bölümde Michel Foucault’nun modern iktidar çözümlemesi ve panoptikon metaforu üzerinden bakışın politikası ve dijital gözetim tartışılmaktadır. Dijital Gözetim ve Panoptikon Sosyal medyanın dijital gözetimi, Türkiye’nin şu sıralar en sıcak konuları arasındadır. Son birkaç yıldır sosyal medya paylaşımlarından ötürü birçok insana giderek artan sayı ve sıklıkta davalar açılmaktadır. Twitter’ın 6 ayda bir yayımlanan şeffaflık raporuna göre Türkiye, devletlerden gelen içerik çıkarma talepleri konusunda %72 oranla birinci sıradaydı. Facebook içerik çıkarma taleplerinde ise Hindistan’ın ardından 2. sırada yer almaktaydı (Bora, Altıparmak, 2016: 55). İlk bakışta internette devlet gözetimi, bilgiye erişimi kısıtlamak ve sansür üzerinden işlemektedir. Bu durumu ilk bölümde aleniyet ilkesi bağlamında tarihsel olarak da tartışmıştık. Şirketlerin ekonomik gözetimi ise her türlü bilgi ve verinin sürekli akışına bağlıdır. Devletlerin sakıncalı görüp engellemek istedikleri paylaşımlar da şirketler için analiz edilecek ve sınıflandırılacak verilerdir. Dijital gözetimin birbiriyle çelişkili bir varoluş içinde olan iki biçimi, ülkeden ülkeye farklılaşarak gözlemlenebilmektedir. Dijital gözetimin bir türü, Orwell’in Büyük Birader’inin gözetimine benzeyen katı bir devlet gözetimi, diğeri de gözetimi gönüllü kabul ettiren, gözetimi geliştiren ve mükemmelleştiren ideolojileri içinde barındıran tüketim alanının akışkan gözetimidir (Bauman ve Lyon, 2013: 17-20). Hem katı devlet gözetimi, hem de şirketlerin akışkan gözetimi kamusal ve özel arasındaki ayrımı çözmektedir. Katı olan biçim, sansür ve zor araçları ile başka türlü davranma hakkınızı elinizden alırken, akışkan biçim sizi cezbederek ikna etmektedir. Bu anlamda dijital gözetimin iki biçiminin hala iki ünlü distopya arasında salınmakta olduğu iddia edilebilir; George Orwell’in 1984’ü ile Aldous Huxley’nin Cesur Yeni Dünya’sı. 1984’ün katı, totaliter, hiyerarşik yapılarına karşı, Cesur Yeni Dünya akışkan ve eğlenceli bir otoriteryanizmi anlatmaktaydı. Tüketim alanının akışkan dijital gözetimi, Cesur Yeni Dünya’nın eğlenerek ve cezbedilerek özerkliklerini kaybeden bireylerini mümkün kılmaktadır. Her iki distopya da farklı biçimlerle kamusal ve özel arasındaki dengesizliği hayata geçiren totaliter dünyaları anlatmaktaydı. Kamusal ve özel arasındaki ayrımın bulanıklaşması, totaliter dönemlerin alamet-i farikasıdır. Hitler, her bir bireyden tüm liberal özerklik biçimlerini yok ettiği tam bir iktidar talep etmişti. Kamusal – özel ayrımına “Alman halkının verdiği kendini koruma mücadelesinde, artık yaşamın hiçbir yönü siyaset dışı 101 Tematik Yazılar, Toplum ve Demokrasi, 10 (21), Ocak-Haziran 2016, s. 91-113. değildir” diyerek meydan okumaktaydı. Bir Nazi hukukçusuna göre ise, “sözüm ona özel alan” yalnızca göreli olarak özeldi, potansiyel olarak ise siyasi idi. 1934’de bir Alman doktorun rüyası, iktidar opaklaşırken yurttaşın şeffaflaşmasının bireyler üzerindeki etkisini özetlemektedir: “Akşamın saat dokuzu gibiydi. Muayenelerim bitmişti. Tam muayene koltuğuna uzanıp Matthias Grünevald’ın bir kitabını okuyarak dinlenmeye koyulmuştum ki, bir anda odamın, sonra da apartmanımın duvarları kayboluverdi. Etrafıma baktım ve dehşet içinde gözümün görebildiği kadar uzaklıkta hiçbir apartmanın artık duvarlarının olmadığını fark ettim. Sonra bir hoparlör gümbürdedi, ‘bu ayın 17’sinde yayınlanan Duvarların Yasaklanmasına Dair Kararnameye göre...” Doktor, gördüğü rüyayı yazdıktan sonra bir de bu nedenle suçladığının rüyasını görür, artık uyku bile özel ve özerk değildir (Mazower, 2008: 38 -39). Dijital gözetimin katı devlet versiyonunda hissedilen baskı, doktorun duvarların yok olması ile devlet karşısında şeffaflaşmış ve özerkliğini kaybetmiş bireyin hissettiklerine benzemektedir. Akışkan ticari gözetimde ise baskı hissettirmeden cezbetmek, çeşitli yollarla kullanıcılarını metalaştırırken güvende ve özgür hissetmelerini sağlamak temel amaçtır. Devlet ve istihbarat örgütlerinin demokratik ülkelerde de ağlarda bireysel mahremiyeti sistematik olarak ihlal ettikleri, Snowden’ın ifşaatları ile ortaya çıkmıştır. Şirketlerin devletlerle işbirliği konusunda tavırları birbirlerinden farklı olmakla beraber genellikle şirketler temkinli davranmaktadır. FBI vs. Apple Davası 2016 yılının Mart ayında FBI ile Apple şirketi arasında yaşanan ve mahkemeye de taşınan gerilim, bu temkinli duruşa örnektir. FBI, şirketten terör saldırısı zanlısının Iphone 5c telefonuna erişim için Apple telefonlarının şifre sistemini kıracak bir yazılım talep etmişti. Şirket talebi kabul etmeyince, FBI talebini mahkemeye taşımış ve kazanmış; Apple ise şifre sistemini devre dışı bırakmanın markanın bütün kullanıcılarının gizliliğini ihlal eden tehlikeli bir emsal oluşturacağını belirterek mahkeme kararına direnmişti. FBI ve Apple arasında başlayan bu tartışma, güvenlik ve gizlilik bağlamında yeni teknolojiler etrafında yürütülen tartışmayı büyütmüştü. Apple, müşterilerinin veri güvenliğine büyük önem verdiklerini açıklayarak şifre kırıldığı takdirde bunun bütün kullanıcıların veri güvenliğini tehlikeye atacağını belirtmişti. Facebook, Twitter, Google, Amazon, Ebay, Linkedln, Reddit, Pinterest, WhatsApp, Yahoo gibi birçok sosyal medya ve internet şirketi, basına beyan, mahkemeye de bilirkişi raporları sunarak Apple’a destek olmuştu. Ancak FBI, Apple’ın yardımı olmadan Iphone’un şifresini kırdığı için davayı geri çekti. Tartışma ABD’de ve dünya basınında uzun süre devam etti. ABD’de Donald Trump, FBI’ı desteklerken, Cumhuriyetçi Senatör Tim Cotton, Apple’ı IŞİD teröristlerinin tarafını tutmakla suçlamıştı. ABD Kongresi’nde terör-güvenlikgizlilik hakkı-gözetim bağlamında bir yasal düzenleme yapmayı da ön gören 102 Çamuroğlu Çığ, E., 2016, “Dijital Çağda Bakışın Politikası: Panoptikon ve Aleniyet İlkesi” tartışmada Demokratlar ise Apple’a destek vermişti5. Şifreyi kırmayı başaran FBI, devlet ve istihbarat örgütlerinin küresel gözetim ağına bir mevzi daha kazandırmış oldu. Ancak Apple da bu hamleye muhtemelen yeni bir şifreleme sistemi geliştirerek yanıt verecektir. Bu tartışmanın hem teknolojik boyutta hem de yasal düzenlemeler kısmında uzun yıllar devam edeceği açıktır. Apple-FBI örneğinde de görüldüğü gibi küresel gözetim ağına toplumsal desteği de sağlamanın anahtarı, dünya çapında yeniden tırmanışa geçen güvenlik ve teröre karşı savaş söylemi olmaktadır. Devletlerin ve istihbarat örgütlerinin askeri veya siyasi amaçlarla kullanabildikleri bu küresel gözetim ağını mümkün kılan ise sosyal medyanın dev şirketlerinin sermaye birikim modeli olmaktadır. Küresel endüstriyel/askeri gözetim ağı, iletişimi, interneti ve sosyal ağları kontrol altında tutmaktadır (Fuchs, 2015b: 149). Neoliberal dönemin çatışmacı ve birçok ülkede giderek otoriterleşen bu evresinde dijital gözetimde ortaya çıkan bu çelişkili durum, neoliberalizmi sınıf iktidarının onarımıyla bağlantılı olarak şiddetle kurduğu ilişki açısından ele aldığımızda şaşırtıcı değildir (Harvey, 2012; Harvey, 2015 (a); Gambetti, 2009). Dijital gözetim politikaları tüm dünyada oluşum halindedir ve giderek daha fazla piyasa-devlet işbirliği ile şekillenmektedir (Yumuşak, 2015: 108-109). FBI ve Apple arasındaki davaya da taşınan bu anlaşmazlığın ortaya çıkardığı temel problem, teknolojinin kırılganlığı ve sosyal medyada giderek tekelleşmekte olan sermayenin iktidarıdır. Apple’ın, Google’ın veya Facebook’un FBI karşısındaki pozisyonu, ifade özgürlüğü veya kullanıcıların hak ve özgürlüklerinin savunulmasından çok, gözetim kapitalizmini mümkün kılacak müşteri güvenini sağlama isteğinden kaynaklanmaktadır. FBI’ın bu vakayı mahkemeye taşımış olması ve “terörizm” tartışmasını konunun merkezine yerleştirmesi, son derece fırsatçı bir seçimdir. Birçok insan, tartışmayı sadece teröre karşı güvenlik söylemi üzerinden yürütmektedir. Ancak bilindiği üzere, ulusal güvenlik ile bireysel güvenlik arasında her zaman bir gerilim hattı bulunmaktadır. Üstelik Apple gibi dijital evrenin en güvenli ve girilmesi zor görülen platform ve teknolojilerin bile bu kadar kısa bir sürede şifresinin kırılarak ulaşılabilir olmasının ışığında, bireysel güvenlik, hak ve özgürlükler açısından ibrenin iyi bir yeri göstermediği açıktır. Teknolojinin kırılganlığını da bir kez daha ispatlayan bu davayla birlikte dijital evrende tekelleşmekte olan sermayenin iktidarının demokrasinin en temel değerlerine meydan okumaya devam edeceği açıktır. Sosyal ağ şirketlerinin sürekli atıfta bulunduğu kullanıcı güveni, gerçekten hak edilmelidir. Bu da tartışmayı ve harekete geçilecek zeminleri, pazarlama ve basın bültenlerinden ziyade, güç odaklarının şeffaflığı ve hesap verilebilirliği üzerine kurmakla mümkün olacaktır. Dijital evrenin politik, yasal ve teknolojik problemlerine ancak dürüst, şeffaf ve demokratik bir tartışma ile çözüm bulunabilir (Powles ve Chaparro, 2016). 5 www.bbc.com/turkce/haberler/2016/02/160219_apple_fbi_5_soru 103 Tematik Yazılar, Toplum ve Demokrasi, 10 (21), Ocak-Haziran 2016, s. 91-113. Sosyal medya kullanıcıları ile şirketler ve devletler arasında dijital gözetim politikaları konusundaki hak mücadelesi bu çerçeveden bakıldığında yakın bir zamanda sonuçlanacak gibi görünmemektedir. Bu konuda öngörüde bulunabilmek için dünya çapında tırmanan güvenlik politikalarıyla dijital gözetim arasındaki bağı, neoliberal dönemin devlet-şirket ilişkisi bağlamında değerlendirmek gerekmektedir. Bu bakımdan yukarıdaki bölümde tartıştığımız Orwell ve Huxley’in distopik kurgularından ziyade; dijital gözetim tartışmaları konusunda en çok atıfta bulunulan düşünür, ayrıntılı iktidar analizleriyle Michel Foucault ve onun panoptikon metaforudur. Foucault’nun İktidar Analizi ve Panoptikon Panoptikonu Foucault’nun modern iktidar çözümlemesi bağlamında ele almak, dijital gözetimin ekonomi politik yapısını ve ortaya çıkan antagonizmaları, neoliberal dönemin iktidar mekanizmaları açısından değerlendirebileceğimiz zemini sağlamaktadır. Ağlarda panoptik mekanizmanın güvenlik ile beraber işleyişini açıklayabileceğimiz teorik ve tarihsel kavrayış, düşünürün iktidar çözümlemesinden temellendirilebilmektedir. Foucault’nun 1977-78 ve 1978-79 yıllarında College De France’da verdiği dersler, modern iktidar çözümlemesini neoliberal döneme uyarlamaktaydı. Feodal biçiminden modern biçimine evrilen iktidarı Foucault, hükümranlık ve egemenlik kavramlarıyla tartışmaktadır. Feodalitenin hükümran iktidarı, öldürme hakkına sahip olan iktidardı. Topraktan çıkan ürünler ve bu yolla elde edilen gelirin miras olarak aktarılması ile ilgilenmekteydi. Malların ve zenginliğin yer değiştirmesi ve sahiplenilmesi ile ilgilenen bu iktidar mekaniği, hükümran-uyruk ilişkisi ile işlemekteydi. Hükümranlık, gücün ve iktidarın otorite sahibinin bedeninde ve çevresinde temsil edilmesine dayanıyordu. Oysa modern iktidar mekaniği, bedenler ve bedenlerin ne yaptığı ile ilgilenmektedir. Bedenlerden mal ve zenginlikten çok, zaman ve emek elde etmeyi sağlayan bir iktidar mekanizmasıdır. Yeni mekanizma, hükümdarın fiziksel varlığına ihtiyaç duymamaktadır. Hükümranlık terimleriyle açıklanamayan bu yeni iktidar türü, burjuva toplumunun en büyük buluşlarındandır. Egemenlik olarak adlandırılan iktidar mekanizması, endüstriyel kapitalizmin ve bununla bağlantılı toplum türünün oluşturulmasının da aracı olmuştur (Foucault, 2008: 47 – 52). Modern iktidarı anlatan egemenlik paradigması Foucault’nun kavramsallaştırmasında, hukuk ve siyaset biliminin klasik iktidar çözümlemesine denk düşmektedir. Egemenlik, hukukun ikili kodifikasyonu olan suç/ceza ikiliği üzerinden ilerlemektedir. Devletin merkezi gücünü yaptırımlar yoluyla sağlamasıyla kurulan iktidardır. Ancak hapishanenin doğuşunu incelerken Foucault, egemenlik ile açıklanamayacak disiplinci iktidar pratiklerini fark eder. Egemenlik paradigması korku salma ve egemeni ya da egemen mekanizmayı görünür kılma üzerine kuruludur. Oysa disiplin paradigmasında 104 Çamuroğlu Çığ, E., 2016, “Dijital Çağda Bakışın Politikası: Panoptikon ve Aleniyet İlkesi” bakışın yönü değişmiştir, bakılan üzerinde iktidar kurulmak istenen öznelerdir (Gambetti, 2008: 2). Bakışın gözetlenen özneler üzerinde önemli bir etkisi olmaktaydı. Gözetlenen özneler, iktidarı kendi öznelliğinde yeniden üretmekteydiler. Disiplin mekanizması gözetim, teşhis, değiştirme, dönüştürme alanına dahil olan polisiye, tıbbi, psikolojik, mekânsal, askeri tekniklerden oluşmaktadır (Gambetti, 2012: 26). Bu tekniklerle yaygınlaşan toplumsal denetim ve bu denetim biçimlerinin genişlemesi, sermayenin dağıtımına uygun biçimde ilerlemektedir. Nüfusun gözetimi ve denetleme mekanizmaları, kapitalizm ile beraber ortaya çıkmış ve gelişmiştir. Üretimi ve piyasaları gözeterek emeği ve emeğin uzamsal dağılımını toplumsal olarak denetleme zorunluluğu, kapitalist toplum biçiminin gerekliliğidir (Revel, 2012: 44-45). Toplumsal denetim, ikili bir biçimde işlemektedir; bir yandan topluluklar denetlenir ve yönetilirken, diğer yandan da bireyselleştirerek yönetme sürmektedir (Revel, 2012: 45). Hapishanenin Doğuşu’nda Foucault, 17. ve 18. yüzyıllarla beraber, iktidarın teknolojik açılımlarla bu ikili işleyişi özümsemesinin izini sürmektedir. Bu yüzyıllarda klasik dönemin monarşileri, ordu, polis, maliye ve hukuk örgütü gibi büyük devlet aygıtlarını geliştirdiler. Ancak bu dönemde bir taraftan da, iktidarın etki alanının toplumsal bünyenin tamamına yayılabileceği, sürekli, kesintisiz, uyarlanmış ve bireyselleşmiş süreçler ve prosedürlerle modern sistem yerleşmekteydi. Bu yeni iktidar teknikleri, ceza veya baskı gibi tekniklere kıyasla hem daha etkili ve ekonomik, hem de sonuçları bakımından riski düşük, kaçma veya direnme yollarına daha kapalı tekniklerdir (Foucault, 2005: 70). Foucault, modern toplumlarda gözetim yolu ile kurulan bu disiplinci iktidarı, Bentham’ın panoptikon metaforu ile somutlaştırmaktadır. Jeremy Bentham, 18. yüzyıl sonlarında, okullar, akıl hastaneleri, yoksul evleri, hastanelerde, ama özellikle hapishanelerde uygulanabilecek endüstriyel bir bina tasarımı yapmıştır. Tasarım, daire şeklinde, merkezinde bir gözetleme kulesinin yer aldığı bir yapıdan oluşmaktadır. Her bir mahkum/hasta/yoksul/öğrencinin koyulacağı hücre, merkezdeki kulenin etrafına dairesel olarak sıralanacaktır. Her hücre ikişer pencere barındıracaktır; bir tanesi kuleye bakacak; diğeri de dışarıdan ışık alacak ve hücreyi aydınlatacaktır. Böylece her hücre, merkez kule tarafından sürekli görülebilir, aydınlık ve izlenebilir olacaktır (Foucault, 2000:296; Bentham, 2008: 14-16). Bentham’cı tasarımla gerçek panoptikon hapishane yapılmamıştır. Ancak, görünürlüğü tuzağa dönüştüren (Foucault, 2000:296; 2007: 85 – 87) bu tasarımın mantığının izini teknolojiden plazalardaki cam bina ve oda tasarımlarına kadar sürmek mümkündür. Foucault, panoptikon hapishane metaforunu, sürekli görünür olmanın yarattığı baskıyla zihinlerde iktidarın devamlı pekişmesi ile bağlantılı olarak kullanmıştır. Panoptikonda mahkum, görülmekte, ama görememektedir. Sürekli gözetlendiğini bilmek, tutuklunun zihninde iktidarın sürekli işlemesini sağlayacak bir mekanizmaya dönüşecektir. Böyle bir modelde zor kullanmaya 105 Tematik Yazılar, Toplum ve Demokrasi, 10 (21), Ocak-Haziran 2016, s. 91-113. gerek kalmayacaktır; çünkü hasta tedaviye uygun davranmaya, akıl hastaları sakin ve normal görünmeye, mahkum iyi davranmaya, yoksul, işçi veya öğrenci çalışmaya kendi isteği ile başlayacaktır. Foucault’ya göre, Aydınlanma Çağı, özgürlükle beraber disiplin ve gözetimi de keşfederek, demokratik bir biçimde – kişiler sürekli izlendikleri zaman iktidarla gönüllü işbirliğine gitmektedir- özgürlüğü yok edebilmektedir (Foucault, 2000: 289-302). Disiplinci iktidarın panoptik tahayyülü aslında aydınlanmacıların aleniyet ilkesi ile kurduğu düşün, kabusa dönüşmüş halidir. Bir anlamda panoptik proje, aleniyetin ters yüz edilerek kamusal denetimin iktidarları sarsabilecek gücünün de yine iktidarlar tarafından kontrol altına alınmasıdır. Bu ters yüz edilmenin kökeni, Fransız Devrimi’nin bazı düşünürleri ve devrimin kamusal denetime açma fikri nezdinde de görülebilmektedir. Bu açıdan Foucault, Bentham’ı Rousseau’nun tamamlayıcısı olarak nitelemektedir. Rousseaucu düş, her bir parçasında görünür ve şeffaf olan bir toplum düşüydü. Bu düş, karanlık hiçbir bölge, kraliyet iktidarına özgü ayrıcalıklar veya herhangi bir topluluğun imtiyazı kalmamasını, bakışların engelle karşılaşmamasını, kamuoyu hakimiyetini içermektedir. Aydınlanma çağı, adeta insandaki ve toplumdaki bütün loş yerleri ortadan kaldırmak istemektedir. Bentham’ın panoptikon analizleri, caydırmanın önemini merkeze almaktadır; sürekli denetçinin gözü önünde olmak, kötülük yapma gücünü ve kötülük isteme düşüncesini yok edecektir. Devrimin kaygısı, insanların kötülük yapmasını engellemek ve suç işleme arzusunu ortadan kaldırmaktır. Panoptikon, mükemmel gözetleme ile iktidar düzeneklerini toplumun bütününe yaymaktadır. İktidar, bu nedenle basitçe üstyapı değildir, altyapıda da işlemektedir. İktidar düzenekleri, üretici güçlerin bir parçasıdır. Panoptik düzeneğin yayılması, sermaye birikiminin sanayi teknolojisi sayesinde ve tüm bir iktidar aygıtının yerleşmesi ile gerçekleşmektedir. Bu bağlamda kar dolaşımı ile iktidar düzenekleri arasında, burjuva iktidarının esnekliğini sağlayan sürekli bir ilişki vardır. 18. yüzyılda kamu görüşüne ve bakışa önemli bir güç atfeden aydınlanmanın temel yanılsaması ve çelişkisi de buradan kaynaklanmaktadır. Devrimciler, kamu görüşünün tüm toplumsal gövdenin doğrudan bilinci olarak iyi olacağına inandıkları için insanların da bakışın etkisi altında erdemli olacaklarına inanmışlardı. Oysa monarkın iktidarını yıkmış olan aleniyet ilkesi, ters yüz edildiğinde panoptikonun içinde iktidarı yaymaya yarayan bir araca dönüşmüştür (Foucault, 2007: 85 – 105). Bu ters yüz edilmenin temelindeki nedenlerden bir tanesi, Foucault’nun da vurguladığı gibi, sermaye ile iktidar düzenekleri arasındaki birbirini sürekli dönüştüren ilişkidir. Modern demokratik iktidar ile kapitalizmin tarih sahnesine çıkışında ortaya çıkan bu ilişki, bugün de aynı çelişkiyi çeşitli biçimlerde ve boyutlarda barındırmaktadır. Bir iktidar düzeneği olarak panoptikonun disiplinci özü de, mekânsal bağlarından kurtulsa da bugün de geçerliliğini korumaktadır. 106 Çamuroğlu Çığ, E., 2016, “Dijital Çağda Bakışın Politikası: Panoptikon ve Aleniyet İlkesi” Panoptikon Sonrası Mekansal bir kapatılmayı anlatan panoptikon, bugün varlığını modern mekanizmalar içinde sürdürmekle beraber, katı ve sabit gözetimin yanında yer alan esnek ve akışkan biçimlerle iç içe geçmektedir. Örneğin Deleuze, (aktaran Bauman ve Lyon, 2013: 11) denetim toplumlarında gözetimin sarmaşık gibi sürünerek yayıldığı toplumları tartışmıştı. Denetim toplumlarında gözetim, katı, dikey bir düzlemde köklenip büyüyen panoptikona benzer bir ağaçtan farklı, esnek bir gözetim biçimi idi. Bauman, günümüz toplumlarına panoptik-sonrası adını vermektedir. Panoptik sonrası dünyada gardiyan ve mahkumlar arasındaki karşılıklı bağımlılık sona ermiştir artık. Iphone’lar ve Ipad’lerin dünyasında mekana bağımlılık azalırken, hareketlilik ve göçebelik çağın ruhunu oluşturmaktadır (Bauman ve Lyon, 2013: 11-12). Günümüzün kapatılmaları, örneğin elektronik veritabanı, şebekeler ve enformasyon ağları, gönüllü olarak dahil olduğumuz kapatılmalardır. Mark Poster (aktaran Bauman, 2006: 60), “bedenlerimizin, şebekeler, veritabanları, enformasyon koridorları içine çekildiğini” yazmaktadır. Poster’e göre, kredi kartı kullanımı ve satın alma eylemleri yolu ile çoğalan veriler, “süperpanoptikon”la sonuçlanmaktadır. Süper-panoptikon’un Panoptikon’dan farkı, enformasyon deposuna veri sağlayan gözetim altındakilerin, gözetimin birincil ve gönüllü unsurları olmalarıdır. Veritabanları, Bauman’a göre, kredi verilmeye değer olup olmadığınızı belirler; yani “eğlenceye giriş biletidir”. Veritabanı hakkınızda ne kadar çok enformasyon içeriyorsa, o kadar çok hareket özgürlüğünüz var demektir. Bu durumda veritabanı, bir ayıklama, dışlama ve eleme aracıdır. Küresel eliti eleğin üzerinde tutarken, yerelleşen/yerelleştirilenleri eler. Panoptikonun aksine veritabanı, insanlara hareketlilik sağlayan bir araçtır (Bauman, 2006: 58-61). Thomas Mathiesen, “sinoptikon” (synopticon) ile “panoptikon”u medya modeline uyarlamıştı (Bauman, 2006: 61). Panoptikon, antikitenin gösteri toplumunu tersine çevirmişti. Medya üzerinden süren gösteri toplumu içinde, antikitedeki gösteri toplumundan farklı bir yapı gözlenmektedir. Antikitede kamusal yaşam duyumsal yakınlık, katılım ve gösteri ile sürdürülmekte idi. Panoptik gücün ortaya çıkması ile çoğunluğun azınlığı izlediği bir durumdan azınlığın çoğunluğu gözlediği bir duruma geçilen, köklü bir dönüşüm yaşanmıştır. İktidarın kullanımında gösterinin yerini gözetim almıştır. Modern öncesi dönemlerde güç, iktidar, haşmet ve zenginlik, sıradan insanların önünde temsile ihtiyaç duyardı. İnsanların korku, hayranlık veya imrenme ile seyretmeleri ile iktidar, insanların zihnine yerleşirdi. Modern iktidar ise, iktidarın dağılımı ile birlikte, birçok kule yaratarak, gölgeye çekilmiş ve oradan izlemeyi tercih etmiştir. Medya üzerinden tanımlanan kamusal yaşamda ise, -panoptikonda izlenen ve disiplin altına alınan- çoğunluk, azınlığı izlemektedir. Film yıldızları, magazin ikonları, sanatçılar, politikacılar, medya starları, bilim insanları, izlenen azınlığı oluşturmaktadır. Mathiesen’e göre bu, paralel modern süreçtir. Ki bu da yeni bir iktidar mekanizması oluşturmaktadır. Bu iktidar mekanizması, 107 Tematik Yazılar, Toplum ve Demokrasi, 10 (21), Ocak-Haziran 2016, s. 91-113. aleniyet ilkesini dönüştürecek olan medyanın, özellikle televizyondan bu yana, durmaksızın yükselişidir (Bauman, 2006: 60 -62). Sosyal medya çağından önce geliştirilmiş bir kavram olan sinoptikon, yöneticilerin yönetme yükünden azledildiği, rekabet ile herkesin kendini ve diğerlerini denetleyip gözetlediği bu yeni çağda da karşımızdadır. Panoptikonun yerine sinoptikon geçirildiğinde mahkumları içeride tutmak için yüksek duvarlar örmeye ve gözetleme kuleleri yapmaya gerek kalmamaktadır. Cezanın yerine ödülün, normatif düzenlemelerin yerine cazibe ve baştan çıkarmanın, polislik ve zor kullanma yerine arzuların geçirilmesiyle gözetim kuleleri de özelleştirilmiştir. Günümüzde veritabanını oluşturanlar, Google ve Facebook hizmetlerinin özerk görünümüne rağmen önceden düzenlenmiş ve yayılmış sinoptik eylemlerde bulunan kullanıcılarıdır. Kurumsallaşmış bu iki gözetim tekniği, sosyal ağların ve girişimciliğin en temel araçları olmaktadır (Bauman ve Lyon, 2013: 76 -79). Ağ toplumları çağının temel özellikleri arasında hiyerarşinin kırıldığı bir yataylaşmadan bahsedilmekteydi. Ancak burada hiyerarşinin yerine geçirilen rekabet, gerçekten yöneticiyi neredeyse gereksiz kılmaktadır. Rekabetin yöneticinin denetimine gerek kalmadan çalışanların birbirlerini baskı altına almalarına yol açtığını en iyi anlatan örneklerden bir sinemadan gelmiştir. Dardenne Kardeşler’in İki Gün Bir Gece isimli filmi, patronun işten atma kararını bile çalışanlara verdirdiği yatay gözetim dünyasını anlatmaktadır. Bauman’a göre akışkan sosyal medya çağında panoptikon da sinoptikon da hala hayattadır. Panoptikon, Bentham’ın ve Foucault’nun hayal bile edemeyeceği kadar güçlenmiştir hatta. Panoptikonun disiplinci anlayışı ve bireyleri gönüllü boyun eğmeye zorlayan ruhu sapa sağlamdır. Değişen tek şey ise klasik panoptikonun tahakkümün evrensel kalıbı olmaktan çıkmakta olmasıdır. Klasik ve mekânsal panoptikon, Loic Wacquant’ın da vurguladığı gibi (aktaran Bauman ve Lyon, 2013: 62) toplumun dışlanmışlarına ayrılmıştır. Bu kurumların mantığındaki temel amaç mekanlar içindeki bedenlerin gittikçe güçsüzleştirilmesidir. Akışkan gözetim çağının evrensel tahakküm biçimi zorlamadan cezbetmeye, normatif düzenlemeden halkla ilişkilere, zor aygıtlarından arzu uyandırmaya dönüşmektedir. “Cesur yeni akışkan modern dünyanın” çalışanları ve sakinleri, kendi kişisel panoptikonlarını bedenlerinde taşımaktadır ve kendi kendilerinin bekçiliğini yapmak üzere eğitilmektedir (Bauman ve Lyon, 2013: 62 -65). Panoptikon Sonrası Gözetim ve Güvenlik Disiplin mekanizması yeni teknoloji ve tekniklerle güçlenmiş bir biçimde hala iktidar ağlarına dahil olduğuna göre, sosyal medya çağında devlet-şirket gözetimini iç içe geçiren güvenlik paradigması ile buluştuğu noktaya da bakmak gerekmektedir. Foucault’nun modern iktidar çözümlemesinde egemenlik ve disiplinin yanında güvenlik paradigması üzerinden işlemekte olan düzenleyici iktidar yer almaktadır. Düzenleyici iktidarın nesnesi tek tek bedenler değil, nüfustur ve hayatın kendisini düzenlemeyi hedefleyen biyopolitika üzerinden 108 Çamuroğlu Çığ, E., 2016, “Dijital Çağda Bakışın Politikası: Panoptikon ve Aleniyet İlkesi” işlemektedir. Foucault, biyopolitikayı ilk önce totaliter Nazi iktidarı üzerinden kavramsallaştırır. Daha sonra bu kavramı, neoliberal dönemin güvenlik paradigmasını açıklarken yeniden kullanmıştır. Egemenlik, disiplin ve güvenlik, birbirinin yerini alan veya biri diğerini ortadan kaldıran iktidar biçimleri değildir. Üç iktidar paradigması birbiriyle ilişkili girift yapılar olarak işlemektedir düşünüre göre. Tarihsel dönemlerde değişen, bu üç iktidar arasındaki bağıntı olmaktadır (Gambetti, 2012: 25-27). Mattelart’a göre (2012:15) gözetim ve güvenlik, bizim toplumlarımızı anlatan bir bütündür. Otoritesini beden üzerinden kuran disiplin toplumundan farklı olarak güvenlik toplumu iktidarını yaşam üzerinde kurmaktadır. Endüstriyel toplumların tarihi, bu iki iktidar biçiminin birbirini izlediği ve bütünleştiği bir süreç olarak okunabilmektedir (Mattelart, 2012: 15-17). Sosyal medyanın dijital gözetim çağında disiplin ve güvenlik, birbiriyle elektronik bir ilişki kurmaktadır. Geleceğe dönük bir proje olarak güvenlik, gelecekte olması muhtemel şeyleri dijital teknikler ve istatiksel akıl yürütme yoluyla denetlemeye çalışarak gözetim yoluyla işlemektedir. Dijital gözetim çağının güvenlik anlayışı, hareket halinde olan her şeyi, ürünleri, bilgiyi, sermayeyi ve insanları izleyerek yürütülmektedir. Gözetim, küreselleşmiş dünyada, ulus devletlerle birlikte ve bir taraftan da onları aşan biçimde akışkan halde dolaşmaktadır (Bauman ve Lyon, 2013: 13). Sosyal medya çağında, Foucault’nun üç iktidar biçimi egemenlik, disiplin ve güvenlik farklı biçimlerde iç içe geçerek var olmaktadır. Egemenlik uzamı sermayeleştirmeye çalışırken, disiplin yapılandırır, uzamın içindeki öğeleri çeşitli biçimlerde tasnif edip dağılıma tabi tutar. Güvenlik ise, uzam içindeki zamansal ve değişken öğeleri hesaplayarak, uzamdan çok çevre ve ortamla ilgilenir (Gambetti, 2012: 28). Güvenlik riskten beslenmektedir ve işlemesi için nüfusun bir kısmının harcanabilir tutulması gerekmektedir. Harcanabilirlik faşizm ile ilişkili olduğu kadar, liberal ekonomik zihniyetle de ilişkilidir. Rekabet, harcanabilirliği normalleştiren bir anlatı kurmaktadır. Bir iktidar paradigması olarak güvenlik, yaşamı düzenlerken kimin ölüp kimin yaşayacağına risklere ve risk yönetimine göre karar vermektedir. Güvenlik, hakları ve hukuku muğlaklaştırırken, öznelliği de sosyal medya çağında çok yaygın olan arzulara indirgemektedir (Gambetti, 2008: 10). Hak sahibi özne nüfusa dönüştüğünde pozitif hukuk fazlalığa dönmektedir. Neoliberal çağda hukukun yerini piyasanın yasaları almaktadır (Gambetti, 2012: 33). Dijital hak mücadelelerini de gerileten güvenlik ve terör söylemi, neoliberalizmin sermaye birikiminin olağanüstü bir yaratıcı yıkımı ile birlikte işlemektedir. Devletler ile şirketlerin dijital gözetimdeki konumlarındaki çelişkiye rağmen onları birleştiren nokta, güvenlik ve gözetimin bir arada işleyişi ve sermaye birikimindeki rolü olmaktadır. Güvenlik ve gözetim, bireylerin sınır aşırı hareketlerine odaklanan enformatik ve biyometrik gözetim biçimlerini güçlendirmeye yönelen devletler ve şirketler üzerinden işlemektedir (Bauman ve Lyon, 2013: 67). FBI ve Apple arasında yaşanan dava süreci ve ABD Kongresi’nin yaptığı yasal düzenleme tartışmaları, bu işleyişi netleştirmektedir. Tam bu noktada Nisan ayında Google ile Microsoft arasındaki 109 Tematik Yazılar, Toplum ve Demokrasi, 10 (21), Ocak-Haziran 2016, s. 91-113. dünya genelinde antitröst davalarını karşılıklı olarak düşürme anlaşmasına da değinmek gerekmektedir. Yaklaşık yirmi yıldır birbiri ile rekabet halinde olan bu iki dev şirket, birbirlerine karşı şikayetlerini küresel düzlemde geri çektiler. Bu iki tekelin birbirleri ile yasal mücadeleden vaz geçmelerinin ardında yatan temel neden, gelecek dönemin mücadele hattının yönüne de işaret etmektedir. Dava süreçlerinin masraflı olması vs. gibi ilk bakışta görülebilecek nedenlerin ardında Zuboff’a göre (aktaran Powles, 2016), Microsoft’un da Google’ın keşfettiği gözetim kapitalizminde pay sahibi olmak istemesi yatmaktadır. Microsoft, Google’ı hukuki anlaşmazlıklar yoluyla durdurmak yerine arka planda opak bir alana çekilerek anlaşmayı tercih etmektedir. Çünkü gözetim kapitalizmi, opak ve hukuksuz bir alana ihtiyaç duymaktadır. Yukarıda da tartıştığımız dünya çapında yükselişe geçen güvenlik paradigması, bu hukuksuz zemini sağlamaktadır. Devletler ve şirketlerin dijital alanda ortaklaştıkları ana zemin, opak ve hukuksuzdur. Demokratik gözetim ve aleniyet ilkesi, bu zemine bir tehdittir. Google ve Microsoft, rekabetçi çıkarlarına rağmen, yasal düzenlemenin olmaması yönündeki ortak çıkarda birleşmektedir. Microsoft ve Google’ın bu stratejik, ticari hamlesi, daha derin bir hamleyi de içermektedir. İnsanların iletişimlerini, davranışlarını ve karşılıklı etkileşimleri ile ilgili veriyi içeren ve hepsini metalaştıran dijital gözetim kapitalizmi, şirketleri ortak bir hatta birleştirmektedir. Powles’ın da vurguladığı gibi (2016), yasa koyucular ve yurttaşlar için şirketlerin meydan okuması karmaşık ve çok önemlidir. Ve mücadele henüz yeni başlamaktadır. Sonuç Dijital gözetim çağında bakışın politikasını eleştirel ekonomi politik perspektiften tartıştığımızda internetin toplumsal ve siyasi alandaki yansımaları ile ilgili hem iyimser hem de kötümser olmak için yeterli veri bulunmaktadır. Çağın yükselen teröre karşı savaş ve güvenlik paradigması içinde dünyada hak ve özgürlüklerin gerilediği bir dönemden geçilmektedir. Üstelik güvenlik, hak ve özgürlüklerin kısıtlanmasına toplumsal destek sağlamanın da zeminini oluşturmaktadır. Tehlikenin nereden, ne zaman geleceğini bilmediğiniz için kendi güvenliğiniz için boyun eğer, özgürlüklerin ortadan kaldırılmasını arzular hale gelirsiniz (Gambetti, 2012: 32). Dijital çağda güvenlik ve gözetim bir arada işlemektedir. Devletler ile şirketlerin dijital gözetimdeki çelişkili pozisyonlarına rağmen onları birleştiren, güvenlik ve gözetimin bir arada işleyişinin sermaye birikimindeki rolü olmaktadır. Güvenlik paradigması ve dijital gözetimin ortaya çıkardığı çelişkiler, internetin, dijital hakların ve onların toplumsal ve siyasi yaşama etkilerinin geleceğini önümüzdeki on yıllar içerisinde şekillendirecektir. Sosyal medyanın katılımcı teknolojileri, doğası gereği demokratik değildir. Ağların kamusal alan kültürünü yaratıp yaratamayacağı, geleceğin toplumsal ve siyasal mücadeleleri sonucunda belirlenecektir. Dijital politikalar, FBI ve Apple arasında yaşanan davada da gördüğümüz gibi, tüm dünyada henüz oluşum halindedir. Dijital hak 110 Çamuroğlu Çığ, E., 2016, “Dijital Çağda Bakışın Politikası: Panoptikon ve Aleniyet İlkesi” mücadeleleri, güvenlik politikaları sonucunda mevzi kaybetse de hala çok önemli potansiyelleri içinde barındırmaktadır. Sosyal medya şirketlerinin sermaye birikim modelleri ve giderek tekelleşmeleri, dijital gözetimin derinleşmesine neden olmaktadır. Devletlerin de sosyal medyanın yarattığı imkanların farkına varması sonucunda bu alan üzerindeki baskılar da artmaktadır. Sosyal medya üzerindeki yoğun siyasi ve ekonomik kontrol, mahremiyet hakkı, veri güvenliği ve ifade özgürlüğü alanlarında ciddi bir baskı ve tehdit oluşturmaktadır. Sosyal medyanın kamusal alana dönüşebilmesinin önündeki en büyük tehditlerden bir tanesi, dijital gözetimin mahremiyet ve veri güvenliği üzerindeki baskısıdır. Aleniyet ilkesi bağlamında hukuk içinde hesap verecek modern iktidar biçimini hayata geçiren en temel haklardan bir tanesinin mahremiyet hakkı olduğunu tartışmıştık. Kamusal- özel arasındaki sınırların muğlaklaştığı ve devletlerin bireylerin özerkliğini yok edecek biçimde bu hakkı kontrol altına aldığı dönemler, modernite içinde insanlık tarihinin totaliter deneyimlerine denk düşmektedir. Bu dönemlerin insanlık açısından tahribatı ortadadır. Günümüzde teknolojinin imkanlarıyla ve güvenlik paradigmasının yardımıyla devlet ve şirketlerin interneti kontrol altına almaları bu nedenle endişe vericidir. Üstelik insansız hava araçları gibi teknolojilerle bu eğilim, daha da tehlikeli boyutlara ulaşmaktadır. Bu eğilimleri tersine çevirebilmek için verileri metalaştırmayan ve sosyal medyanın katılımcı potansiyelini güçlendiren alternatif sosyal medya projeleri geliştirebilmek gerekmektedir. Özkul ve Barnett’ın da (2016: 15) belirttiği gibi, “Kendimizle ilgili metaverilerin sahibi biz olmalıyız; bunlar iznimiz olmadan kullanılmamalı. İnternet insan olmanın anlamını geliştirerek hayatlarımıza yeni bir boyut kattı fakat bu yeni boyut çerçevesinde temel bir insan hakkı mücadelesi de doğdu: Bizim metaverilerimiz bize ait olmalıdır aksi takdirde özgürlüğümüz elimizden alınmış demektir”. Sosyal medyanın demokratik potansiyellerini geliştirecek ve güçlendirecek alternatiflere ihtiyaç duyulduğu çok açıktır. Bu alternatifleri geliştirebilmek için sosyal medyanın ve günümüz dünyasının çelişkilerini ortaya çıkaran dijital gözetimin ekonomik, siyasi ve kültürel açılardan dikkatle tartışılması gerekmektedir. Bu alternatifleri geliştirirken sosyal medya ve yeni teknolojilerin emek süreçlerinde yarattığı değişimi de analiz etmek gerekmektedir. Yeni internet teknolojilerinin küresel bir vatandaşlık veya ulus ötesi müşterek topluluklar yaratma konusundaki potansiyelleri de tartışılmaktadır. Jürgen Habermas’ın, basının burjuva kamusal alanını oluşturmadaki kurucu rolüne veya Benedict Anderson’un, ulus devletlerin ve milliyetçiliğin doğuşunda gazetelerin rolüne vurgusuna benzer bir bakışla sosyal medyanın da enternasyonal topluluklar yaratma potansiyeli sıklıkla vurgulanmaktadır (Özkul, Barnett, 2016: 13; Bora, Altıparmak, 2016: 57). Ancak henüz böyle bir iddiayı destekleyecek boyutta küresel bir sivil toplum veya küresel bir vatandaşlık hareketi ortaya çıkmadı. Dijital kamusal alanın böyle bir potansiyele sahip olduğu açıktır, ama bu potansiyelin önündeki en büyük engel 111 Tematik Yazılar, Toplum ve Demokrasi, 10 (21), Ocak-Haziran 2016, s. 91-113. de dijital alandaki devlet-şirket birlikteliğiyle endüstriyel/askeri gözetim ve güvenlik bloğu olmaktadır. yayılmakta olan Kaynaklar Anderson, B., 2009, Hayali Cemaatler: Milliyetçiliğin Kökenleri ve Yayılması, Çev. İskender Savaşır, Metis yayınları, İstanbul. Bauman, Z., 2006 Küreselleşme Toplumsal Sonuçları, Çev. Abdullah Yılmaz, Ayrıntı Yayınları, İstanbul. Bauman, Z. & Lyon, D., 2013, Akışkan Gözetim, Çev. Elçin Yılmaz, Ayrıntı, İstanbul. BBC, 2016, Can Dündar ve Erdem Gül Tutuksuz Yargılanacak, www.bbc.com/turkce/haberler/2016/04/160401_can_dundar_erdem_gul_durus ma, e.t. 01.05.2016. BBC, 2016, 6 Soruda Apple – FBI Tartışması: Güvenlik mi, Gizlilik mi? www.bbc.com/turkce/haberler/2016/02/160219_apple_fbi_5_soru, e.t. 29.03.2016. Bentham, J., 2008, “Panoptikon: Gözün İktidarı” içinde Panoptikon Ya Da Gözetim-Evi, Der. Çoban, B. ve Özarslan, Z., s. 9-77, Su Yayınları, İstanbul. Bora, T. ve Altıparmak, K., 2016, “Kerem Altıparmak’la Sosyal Medya ve temel Haklar Üzerine Söyleşi: ‘İnternet Sansüründe Dünya Birincisiyiz’”, Birikim Dergisi, 322, Şubat, s.53-58. Castells, M., 2013, İsyan ve Umut Ağları: Internet Çağında Toplumsal Hareketler, Koç Üniversitesi Yay., İstanbul. Çamuroğlu Çığ, E. & Çığ, Ü., 2015, “Gazetecilik Emeğinin Prekarizasyonu: Yeni Medya Çağında Habercilik Etiğini Tartışmak”, İş Ahlakı Dergisi, 8 (2), Kasım, s.9-44. Demirtaş, E., 2016, “Otoriter Rejimler ve Bilginin Yönetimi”, Birikim Dergisi, 322, Şubat, s. 27-33. DİKEN, 2016, Türkiye Basın Özgürlüğünde Üç Basamak Daha Geriledi, www.diken.com.tr/turkiye-basin-ozgurlugunde-ugandanıngerisinde/, e.t. 25.04.2016 Foucault, M., 2000, Hapishanenin Doğuşu, Çev. Mehmet Ali Kılıçbay, İmge Yayınları, Ankara. Foucault, M., 2005, Entelektüelin Siyasi İşlevi, Çev. Işık Ergüden, Osman Akınhay ve Ferda Keskin, Ayrıntı Yayınları, İstanbul. Foucault, M., 2007, İktidarın Gözü, Çev. Işık Ergüden, Ayrıntı Yayınları, İstanbul. Foucault, M., 2008, Toplumu Savunmak Gerekir, Çev. Şehsuvar Aktaş, Yapı Kredi Yayınları, İstanbul. Fuchs, C., 2011a, “New Media, Web 2.0 and Surveillance”, Sociology Compass, 5/2, s.134-147. Fuchs, C., 2011b, “WikiLeaks: power 2.0? Surveillance 2.0? Criticism 2.0? Alternative media 2.0? A political- economic analysis”, Global Media Journal,5:1, s.31-56 Fuchs, C., 2014, Social Media: A Critical Introduction, Sage, Los Angeles Fuchs, C., 2015a, Culture and Economy in the Age of Social Media, Routledge, New York and London. Fuchs, C., 2015b, “WWW’nin 25.Yıldönümü: Sosyalizme Geçiş ya da Barbarlığa Dönüş”, Ayrıntı Dergi, 11, Ağustos-Eylül, s.143-151. Gambetti, Z., 2008, “Foucault’da Disiplin Toplumu-Güvenlik Toplumu Ayrımı”, Mesele Dergisi, 20, Ağustos, s.1-9. Gambetti, Z., 2009, “İktidarın Dönüşen Çehresi: Neoliberalizm, Şiddet ve Kurumsal Siyasetin Tasfiyesi”, İ.Ü. Siyasal Bilgiler Fakültesi Dergisi, 40, Mart, s.145-166. Gambetti, Z., 2012, “Foucault’dan Agamben’e Olağanüstü Halin Sıradanlığına Dair Bir Yanıt Denemesi”, Cogito, 70-71, s.21-39 Habermas, J., 2009, Kamusallığın Yapısal Dönüşümü, Çev. Tanıl Bora ve Mithat Sancar, İletişim Yayınları, İstanbul. Habermas, J., 2010, “Kamusal Alan” içinde Kamusal Alan, Ed. Özbek, M., s. 95-102, Hil Yayınları, İstanbul. 112 Çamuroğlu Çığ, E., 2016, “Dijital Çağda Bakışın Politikası: Panoptikon ve Aleniyet İlkesi” Harvey, D., 2012, “Yaratıcı Yıkım Olarak Neoliberalizm”, Çev. E. Çamuroğlu Çığ ve Ü. Çığ, Atılım Sosyal Bilimler Dergisi, 2(2), s. 67–88. Harvey, D., 2015 (a), Neoliberalizmin Kısa Tarihi, Çev. Aylin Onacak, Sel Yayıncılık, İstanbul. Harvey, D., 2015 (b), On Yedi Çelişki ve Kapitalizmin Sonu, Çev. Esin Soğancılar, Sel Yayıncılık, İstanbul. Keeble-Gagnere, G., 2015, “Encryption for the working journalist: Communicating securely”. Retrieved from https://www.journalism.co.uk/news/encryption-forthe-working-journalist/s2/a580914/ Leveson, J., 2012, An Inquiry Into The Culture, Practices And Ethics Of The Press, (Volume 1), The Stationery Office, London. Mattelart, A., 2012, Gözetimin Küreselleşmesi: Güvenlileştirme Düzeninin Kökeni, Çev. Onur Gayretli, Su Elif Karacan, Kalkedon Yayınları, İstanbul. Mazover, M., 2008, Karanlık Kıta: Avrupa’nın 20. Yüzyılı, Çev. Mehmet Moralı, İstanbul Bilgi Üniversitesi yayınları, İstanbul. Özkul, B. & Barnett, A., 2016 “Anthony Barnett ile Söyleşi: Alternatif Medya, Siyaset ve Dijital Vatandaşlık”, Birikim Dergisi, 322, Şubat, s.12-17. Powles, J. And Chaparro, E., 2016, “In the Wake of Apple v FBI, We Need To Address Some Uncomfortable Thruths”. Retrieved from https://www.theguardian.com/technology/2016/mar/29/apple-fbi-encryptionsan-bernardino-uncomfortable-truths, e.t. 30.04.2016. Powles, J., 2016, “Google and Microsoft Have Made A Pact To Protect Surveillance Capitalism”. Retrieved from https://www.theguardian.com/technology/2016/may/02/google-microsoft-pactantitrust-surveillance-capitalism, e.t. 03.05.2016. Revel, J., 2012, Foucault Sözlüğü, Çev. Veli Urhan, Say Yayınları, İstanbul. Teziç, E., 2009, Anayasa Hukuku, Beta Yayınları, İstanbul. Trottier, D. ve Fuchs, C. 2015, Social Media, Politics and the State: Protests, Revolutions, Riots, Crime and Policing in the Age of Facebook, Twitter and Youtube, Routledge, New York and London. Van Horn Melton, J., 2011, Aydınlanma Avrupası’nda Kamunun Yükselişi, Çev. F. Burak Aydar, Boğaziçi Üniversitesi Yayınları, İstanbul. Yumuşak, F., 2015, “Dijital Gözetim Sunar: Ölçülebilir, Karlı ve Hızlı Hayatlar”, Ayrıntı Dergi, 11, Ağustos-Eylül, s.101-111. 113