TÜRKÇE TÜRKÇE
Transkript
TÜRKÇE TÜRKÇE
‹LKÖ⁄RET‹M TÜRKÇE 8 DERS K‹TABI YAZARLAR Abdulkadir ALTAN Serdar ARHAN Sema BAfiAR Gülderen ÖZTÜRKER Derya YILMAZ B‹R‹NC‹ BASKI M‹LLÎ E⁄‹T‹M BASIM EV‹ - ‹STANBUL 2005 M‹LLÎ E⁄‹T‹M BAKANLI⁄I ............................................................................ DERS K‹TAPLARI D‹Z‹S‹ ............................................................................ Her hakk› sakl›d›r ve Millî E¤itim Bakanl›¤›na aittir. Kitab›n metin, etkinlik, soru ve flekilleri k›smen de olsa hiçbir surette al›n›p yay›nlanamaz. ED‹TÖR Prof. Dr. Murat ÖZBAY PROGRAM GEL‹fiT‹RME UZMANI Bahar KÜÇÜKTEPE D‹L UZMANI Turgut BA⁄RIAÇIK GÖRSEL TASARIM P›nar BOYNUZO⁄LU Hafize Nur ENSAR‹ ‹hsan TÜRK Nuran ÜNAL REHBERL‹K UZMANI Zeki AYDIN KATKIDA BULUNANLAR Dr. Abdullah EROL Remzi DEM‹RO⁄LU Millî E¤itim Bakanl›¤› ‹lkö¤retim Genel Müdürlü¤ü taraf›ndan haz›rlanm›fl ve Talim ve Terbiye Kurulunun ...... / ....... / 2005 gün ve ....... say›l› karar› ile ders kitab› olarak kabul edilmifl ve Yay›mlar Dairesi Baflkanl›¤›n›n ...... / ...... / 2005 gün ve ...... say›l› yaz›lar› ile ....... adet bas›lm›flt›r. ‹Ç‹NDEK‹LER 1. TEMA: ZAMAN VE MEKÂN • KIZ KALES‹ • GEÇM‹fi ZAMAN fi‹‹RLER‹ • ESK‹ ANKARA EVLER‹ • ‹STANBUL’U D‹NL‹YORUM (SERBEST OKUMA METN‹) 8 10 12 14 16 2. TEMA: ATATÜRKÇÜLÜK • ATATÜRK’TEN ANILAR • ONUNCU YIL NUTKU • ATATÜRK VE B‹L‹M 18 20 22 24 3. TEMA: M‹LLÎ KÜLTÜR • ‹HT‹YAR Ç‹L‹NG‹R • GÖNÜL M‹MARLARIMIZ • NEVRUZ VE B‹RL‹K 28 30 32 38 4. TEMA: TOPLUM HAYATI • ERGENEKON DESTANI • Ç‹⁄DEM DER K‹... • Afi‹NASIZ 40 42 45 52 5. TEMA: B‹L‹M VE TEKNOLOJ‹ 56 • BASINDAN TEKNOLOJ‹ HABERLER‹ • ANADOLU’NUN BAHTI AÇIK KARA TREN‹ • B‹LG‹S‹YAR YALNIZLI⁄I 58 63 67 6. TEMA: K‹fi‹SEL GEL‹fi‹M • HAYATTA BAfiARININ YOLLARI • ‹K‹ ‹Y‹ ‹NSAN • MARTI • B‹R BAfiARI ÖYKÜSÜ (SERBEST OKUMA METN‹) 70 72 75 80 85 KAYNAKÇA 89 TÜRK DÜNYASI HAR‹TASI 90 1. TEMA ZAMAN VE MEKÂN K›z Kalesi Geçmifl Zaman fiiirleri Eski Ankara Evleri 8 9 KIZ KALES‹ Yurdumuzda pek çok K›z Kalesi vard›r. Bunlar›n hepsinin, hemen hemen birbirini hat›rlatan hikâyeleri halk aras›nda nesilden nesile anlat›lagelmektedir. Bunlardan biri de Silifke sahillerinde, k›y›dan birkaç yüz metre uzaktad›r. Uzaktan bak›ld›¤› zaman deniz içindeki heybetli duruflu ile dikkatleri üzerine çeken bu Kale'nin flöyle bir hikâyesi anlat›l›r. Vaktiyle bugünkü ‹çel ilimizin bulundu¤u bölgede hâkim olan bir Bey varm›fl. Bu Bey'in bir k›z› olur. Baba da devrin âdetine uyarak k›z›n› bir kâhine götürür ve onun gelece¤i hakk›nda bilgi edinmek ister. Kâhin, k›z›n on dokuz yafl›na girince bir y›lan taraf›ndan sokulmak suretiyle ölece¤ini söyler. Buna çok üzülen baba derin derin düflünmeye bafllar. Ne yapsa da k›z›n› bu kötü gelecekten kurtarsa. 10 Bey’in akl›na güzel bir fikir gelir. Denizin ortas›na bir kale yapt›racakt›r. K›z›n› da oraya yerlefltirecektir. Y›lan sudan geçemeyece¤ine göre de k›z› kurtulacakt›r. Hemen bu fikrin gerçekleflmesi için planlar haz›rlar ve bugünkü K›z Kalesi'nin bulundu¤u yerde binan›n yap›lmas›na bafllan›r. Aradan günler, aylar, y›llar geçer; sonunda Bey’in istedi¤i kale ortaya ç›kar. Art›k k›z›n› daima orada oturtmakta, karfl› tarafa hiç geçirtmemektedir. Bey'in k›z› on dokuz yafl›n› tamamlar, onun flerefine kalede e¤lenceler tertip edilir. Bu e¤lencelere davet edilen bir köylü kad›n da hediye olmak üzere ba¤›ndaki nefis üzümlerinden bir sepet dolusu getirir. Fakat kader bu ya kad›n üzümleri doldururken dalg›nl›¤›ndan istifade ederek sepetin içine gizlenen y›lan› görmez. Üzümü çok seven Bey'in k›z› da bu sepeti do¤ruca odas›na ç›kartt›r›r. Gece geç vakit herkes gittikten sonra yiyecektir. Misafirler gittikten, e¤lenceler bittikten sonra odas›na ç›kan genç k›z çok sevdi¤i üzümlerden yemeye bafllar. Fakat tam bu s›rada sepetin içinden ç›kan y›lan, k›zca¤›z› sokar ve ölümüne sebep olur. Bugün Akdeniz'in bu flirin köflesinden geçenler Kale’yi mutlaka görürler ve hikâyesini ö¤renmeden oradan ayr›lmazlar. Fakat ayr›l›rlarken de Bey’in k›z›na ac›madan edemezler. Saim SAKAO⁄LU 11 GEÇM‹fi ZAMAN fi‹‹RLER‹ Evvel zaman içinde A¤ustosta, s›cakta Bir tarlada do¤muflum Elimden tutmufl günefl Rüzgâr sal›ncak olmufl Avunmuflum Ars›z bir kara sinek Uzun ve titrek Ninniler söylemifl Ka¤n›lar›n serin gölgesinde Uyumuflum Bak›p dururken kar›ncalara Zevale ermifl günefl Ekinler biçilmifl tarlalar tenha De¤irmenler dönmüfl Devran dönmüfl Vakt eriflmifl Yürümüflüm 12 Düflmüflüm bir kuflun pefline O gitmifl ben gitmiflim Kufl beni çoban sanm›fl Aldat›p kand›racak Konup bir kayan›n bafl›na Cik demifl kufl Cik cik demifl Daha bu çocuk demifl Birden uçup gitmifl Bakmadan arkas›na Ve cemreler düflünce suya, topra¤a Bir düdük yapm›fl›m sö¤üt dal›ndan Ç›nlam›fl el oba Da¤ tafl ç›nlam›fl Ard›mca melemifl kuzular Karakoyunu suya indirmiflim Uzun ince havalarla Konaklar yapm›fl›m çal› ç›rp›dan Camlar›na vurmufl kuflluk günefli Ve çamurdan ka¤n›lar Tekerleri kocaman K›smet olmam›fl oturmak Binmek k›smet olmam›fl Çabucak büyümüflüm Bayram Bilge TOKEL 13 ESK‹ ANKARA EVLER‹ Kale kap›s›ndan giriyoruz. ‹ki üç katl›, tokmakl› ve ahflap kap›l› evler, darac›k sokaklar etraf›na dizilmifl. Bahçelerde, kap› önünde sohbet eden kad›nlar var. Bu, henüz komfluluk iliflkilerinin bitmedi¤ini gösteriyor. Çocuklar sokaklarda, art›k gördü¤ümüzde hat›rlad›¤›m›z oyunlardan birdir birler, uzun eflekler ve köfle kapmacalar oynuyor. Dik yamaçlar üzerinde bir kartal yuvas› izlenimi b›rakan Ankara Kalesi’nin savunmaya elveriflli özelli¤i, tarihî geliflimi boyunca yerleflim yeri olmas›n› sa¤lam›flt›r. Tarihleri 17. yüzy›la kadar uzanan eski Ankara evleri sur duvarlar› ile çevrilmifl dar ve dik bir alanda geliflmek zorunda kalm›flt›r. Bu sebeple planlar›nda az yerden çok faydalanma ilkesi hâkimdir. Bunlar iki veya üç katl›, ahflap, kerpiç ve tu¤ladan yap›lm›fl evlerdir. Alt kat planlar›, arazinin bozuklu¤u sebebiyle düzgün de¤ildir. Fakat bu düzensizlik, üst katlar için geçerli olmam›flt›r. Çünkü soka¤a do¤ru cumba tipindeki ç›k›nt›larla bu bölümler düzgün bir plana kavuflturulmufltur. Ankara’n›n iklim özelli¤i de evlerin biçimlenmesinde önemli rol oynam›flt›r. Is› de¤iflimine göre kullan›m farkl›laflm›flt›r. Kal›n duvarl›, küçük pencereli alt katlar genellikle k›fl›n; ince duvarl›, havadar üst katlar ise yaz›n kullan›lm›flt›r. Yine iklime ba¤l› olarak geliflen genifl saçaklar ve cihannüma denilen yazl›k odalar da Ankara evleri için belirleyici özellik olmufltur. 14 Evlere girifl, avlu veya bahçeden sa¤lan›r. Alt katlardan üst katlara geçiflte ahflap merdivenler kullan›l›r. Bütün Türk evlerinde oldu¤u gibi Ankara evlerinin de bariz özelli¤i sofaya aç›lan odalard›r. ‹çinde yaflayanlar›n her türlü ihtiyac›n› karfl›layacak flekilde düzenlenen bu odalar, ev içinde ev gibidir. Duvarlarda gömme dolaplar, yüklük ve banyolar, pencere önlerinde hem yatma hem de oturma imkân› sa¤layan sedirlerle, oda içinde fazlal›klar kald›r›lm›fl, rahat ve huzur dolu bir ortam yarat›lm›flt›r. Malzeme olarak kullan›lan a¤aç, süslemede rol oynam›flt›r. Özellikle tavanlarda ahflap ç›talarla geometrik kompozisyonlar oluflturulmufltur. Baklava dilimi fleklindeki göbekler ise en zengin süslemenin yer ald›¤› bölümler olarak göze çarpar. Ahflap üstüne yap›lan boyamalarda sar›, kiremit k›rm›z›s›, yeflil ve krem rengi yo¤un olarak kullan›lm›flt›r. Boyan›n içine kar›flt›r›lan balmumu, zamk ve bal gibi maddelerle renklerde fleffafl›k ve kal›c›l›k sa¤lanm›flt›r. Ankara evlerinde, elma, nar, armut vb. meyveler, vazodan ç›kan gül ve karanfil gibi çiçek demetleri, tabaklar içinde meyveler ve a¤aç motifleri yayg›nd›r. Eski Türk evleri, ça¤dafl mimarinin gerektirdi¤i bütün özelliklere sahiptir. Tabiata uygunluk, tutumluluk, iç ve d›fl mimarinin uyumu, çevreye ve insana sayg› günümüz mimarisinin bile ulaflamad›¤› noktalardad›r. Bu zengin kültür miras›m›z›n korunmas›, yaflat›lmas›, tan›t›lmas› ve gelecek nesillere aktar›lmas› için yap›lan çal›flmalara Ankara Kalesi de eklenmifltir. “Kale ve Çevresini Koruma, Gelifltirme Projesi” çerçevesinde kalenin sur ve duvarlar›, mahallî özelli¤e sahip evlerle birlikte korunacak, restore edilecek ve turizme kazand›r›lacakt›r. Dile¤imiz; mimari estetikten yoksun çarp›k kentleflmenin tarihî de¤erlerimizi yok etmesine daha fazla izin verilmemesi. P›nar YET‹MO⁄LU 15 SERBEST OKUMA METN‹ ‹STANBUL’U D‹NL‹YORUM ‹stanbul'u dinliyorum, gözlerim kapal›; Önce hafiften bir rüzgâr esiyor; Yavafl yavafl sallan›yor Yapraklar, a¤açlarda; Uzaklarda, çok uzaklarda, Sucular›n hiç durmayan ç›ng›raklar›; ‹stanbul'u dinliyorum gözlerim kapal› ‹stanbul'u dinliyorum gözlerim kapal›; Kufllar geçiyor derken; Yükseklerden, sürü sürü, 盤l›k 盤l›k. A¤lar çekiliyor dalyanlarda; Bir kad›n›n suya de¤iyor ayaklar›; ‹stanbul'u dinliyorum, gözlerim kapal›; ‹stanbul'u dinliyorum, gözlerim kapal›; Serin serin Kapal› Çarfl›; C›v›l c›v›l Mahmutpafla; Güvercin dolu avlular. Çekiç sesleri geliyor doklardan, Güzelim bahar rüzgâr›nda ter kokular›; ‹stanbul'u dinliyorum gözlerim kapal› 16 ‹stanbul'u dinliyorum gözlerim kapal›; Bafl›nda eski âlemlerin sarhofllu¤u, Lofl kay›khaneleriyle bir yal›; Dinmifl lodoslar›n u¤ultusu içinde ‹stanbul'u dinliyorum gözlerim kapal›; ‹stanbul'u dinliyorum gözlerim kapal›; Bir kufl ç›rp›n›yor eteklerinde; Aln›n s›cak m› de¤il mi, biliyorum; Dudaklar›n ›slak m› de¤il mi, biliyorum; Beyaz bir ay do¤uyor f›st›klar›n arkas›ndan Kalbinin vuruflundan anl›yorum; ‹stanbul'u dinliyorum Orhan Veli KANIK 17 2. TEMA ATATÜRKÇÜLÜK Atatürk’ten An›lar Onuncu Y›l Nutku Atatürk ve Bilim 18 19 ATATÜRK’TEN ANILAR Her fieyden Evvel Millet O, milletini ba¤r›na basm›fl ve bütün aflk›n› ona vermifl bir baba idi. Dinlenme saatlerinin hemen hepsini bu aflk› aç›klaman›n ve milleti sevmeye al›flt›rman›n tad› ile doldururdu. Uyku saatlerini de o büyük aflk ile rüyaland›rd›¤›na eminim. Kendisine henüz “Atatürk” diye hitap etmedi¤imiz, sadece “Büyük Gazi” dedi¤imiz s›ralarda bir gün yine böyle bir konu üzerindeydik. Ve “Gazi” kelimesinin bu anlamdaki de¤erini tartmaya çal›fl›yorduk; bana söz verdi: -- “Büyük Gazi” dedim. “Sizi bugünün yazarlar› ve flairleri, edipleri kalplerinin en samimi köflesinden kaynay›p ç›kan sevgi ve takdir ifadeleri, kelimeler ve cümlelerle anarlar. Kimi Gazi der, kimi Münci, kimi Kurtar›c› der, kimi de milletin en büyü¤ü olarak anlat›r. Bunlar›n hepsi, gerçe¤i anlatan nitelikler olmakla beraber, benim anlad›¤›m Büyük Gazi’nin tam kendisini anlatamazlar. Bence siz, her fert gibi kullanmas›n› istedi¤i ve hak bildi¤i bütün zevklerini, hazlar›n› ve tutkular›n› önce vatanseverlik mihrak›nda toplay›p süzdükten sonra uygulama alan›na yayan bir insans›n›z. Sizde, her fleyden evvel millet sevgisi vard›r.” Büyük adam›n gözleri yaflard›. Ve gönüllerimizi, hareketlerine sonsuz olarak ba¤lad›¤› zarif jestini yaparak ba¤›rd›: -- Evet! Mustafa Kemal’in gerçek tan›m› budur. Ve sönmez bir heyecanla ekledi: -- Her fleyden evvel millet ve daima millet. Hasan Reflit TANKUT 20 ‹flte Onun Evrensellik Anlay›fl› “‹nsan, mensup oldu¤u milletin varl›¤›n› ve mutlulu¤unu düflündü¤ü kadar bütün dünya milletlerinin huzur ve refah›n› düflünmeli ve kendi milletinin mutlulu¤una ne kadar k›ymet veriyorsa bütün dünya milletlerinin mutlulu¤una da hizmet etmeye, elinden geldi¤i kadar çal›flmal›d›r. Bütün ak›ll› adamlar takdir ederler ki bu yolda çal›flmakla hiçbir fley kaybedilemez. Çünkü dünya milletlerinin mutlulu¤una çal›flmak, di¤er bir yoldan kendi huzur ve mutlulu¤unu temine çal›flmak demektir. Dünyada ve dünya milletleri aras›nda sükûn, aç›kl›k ve iyi geçim olmazsa bir millet kendi kendisi için ne yaparsa yaps›n, huzurdan mahrumdur. Onun için ben sevdiklerime flunu tavsiye ederim: Milletleri sevk ve idare eden adamlar, tabii evvela kendi milletinin varl›¤›n›n ve mutlulu¤unun yarat›c›s› olmak isterler. Fakat ayn› zamanda bütün milletler için ayn› fleyi istemek laz›md›r. Bütün dünya hadiseleri bunu aç›ktan a盤a ispat eder. En uzakta zannetti¤imiz bir hadisenin bize bir gün temas edece¤ini bilmeliyiz. Bunun için insanl›¤›n hepsini bir vücut ve bir milleti bunun bir organ› saymak gerekir. Bir vücudun parma¤›n›n ucundaki ac›dan di¤er bütün organlar› etkilenir. Dünyan›n herhangi bir yerinde bir rahats›zl›k varsa t›pk› kendi aram›zda olmufl gibi onunla alakadar olmal›y›z. Hadise ne kadar zor olursa olsun, bu esastan flaflmamak laz›md›r. ‹flte bu düflünüfl insanlar›, milletleri ve hükümetleri bencillikten kurtar›r. Bencillik flahsi olsun, millî olsun daima fena say›lmal›d›r.” Ya Atatürk’ün evrensel sevgi ve sayg› anlay›fl›! ‹flte bir gün Çanakkale’ye giden bakanlardan birine: “Orada Mehmetçik an›t›n›n bafl›nda flehitleri anacaks›n. Siz olmasayd›n›z, siz gö¤üslerinizi çelik kalelere karfl› siper etmeseydiniz, bo¤az elden gider, ‹stanbul elden giderdi diyeceksin.” “Evet efendim” “Ama Çanakkale’de yaln›z bizim flehitlerimiz yok. Bu topraklar üzerinde kanlar›n› döken insanlar› da, o kahraman düflman savaflç›lar›n› da sayg› ile anacaks›n.” Bakan›n ricas› üzerine bu son söylenecekleri Atatürk’ün kendisi kaleme al›r. Nutuk fludur: “Bu memlekette kanlar›n› döken kahramanlar! Burada bir dost vatan›n topra¤›ndas›n›z. Huzur içinde uyuyunuz. Sizler Mehmetçiklerle yan yana, koyun koyunas›n›z. Uzak diyarlardan evlatlar›n› harbe gönderen analar, gözyafllar›n›z› dindiriniz. Onlar bu toprakta canlar›n› verdikten sonra art›k bizim evlatlar›m›z olmufllard›r.” ‹flte dünyada baflka bir örne¤i olmayan sevginin evrensel dili. Bu nutku yabanc› gazeteler haber yapt›ktan sonra haftalarca, aylarca Avustralya’dan, Yeni Zelanda’dan sevgi ve minnet mektuplar› ya¤m›flt›r. ‹lknur Güntürkün KALIPÇI 21 ONUNCU YIL NUTKU Türk Milleti! Kurtulufl Savafl’ına baflladı¤ımızın 15'inci yılındayız. Bugün cumhuriyetimizin onuncu yılını doldurdu¤u en büyük bayramdır. Kutlu olsun! Bu anda büyük Türk milletinin bir ferdi olarak bu kutlu güne kavuflmanın en derin sevinci ve heyecanı içindeyim. Yurttafllarım! Az zamanda çok ve büyük ifller yaptık. Bu ifllerin en büyü¤ü, temeli, Türk kahramanlı¤ı ve yüksek Türk kültürü olan Türkiye Cumhuriyeti’dir. Bundaki muvaffakiyeti Türk milletinin ve onun de¤erli ordusunun bir ve beraber olarak azimkârane yürümesine borçluyuz. Fakat yaptıklarımızı asla kâfi göremeyiz. Çünkü daha çok ve daha büyük ifller yapmak mecburiyetinde ve azmindeyiz. Yurdumuzu dünyanın en mamur ve en medeni memleketleri seviyesine çıkaraca¤ız. Milletimizi en genifl refah, vasıta ve kaynaklarına sahip kılaca¤ız. Millî kültürümüzü muasır medeniyet seviyesinin üstüne çıkaraca¤ız. Bunun için, bizce zaman ölçüsü geçmifl asırların gevfletici zihniyetine göre de¤il, asrımızın sürat ve hareket mefhumuna göre düflünülmelidir. Geçen zamana nispetle, daha çok çalıflaca¤ız. Daha az zamanda, daha büyük ifller baflaraca¤ız. Bunda da muvaffak olaca¤ımıza flüphem yoktur. Çünkü Türk milletinin karakteri yüksektir. Türk milleti çalıflkandır. Türk milleti zekidir. Çünkü Türk milleti millî birlik ve beraberlikle güçlükleri yenmesini bilmifltir ve çünkü Türk milletinin yürümekte oldu¤u terakki ve medeniyet yolunda, elinde ve kafasında tuttu¤u meflale, müspet ilimdir. 22 fiunu da ehemmiyetle tebarüz ettirmeliyim ki yüksek bir insan cemiyeti olan Türk milletinin tarihî bir vasfı da, güzel sanatları sevmek ve onda yükselmektir. Bunun içindir ki milletimizin yüksek karakterini, yorulmaz çalıflkanlı¤ını, fıtri zekâsını, ilme ba¤lılı¤ını, güzel sanatlara sevgisini, millî birlik duygusunu mütemadiyen ve her türlü vasıta ve tedbirlerle besleyerek inkiflaf ettirmek millî ülkümüzdür. Türk milletine çok yaraflan bu ülkü, onu, bütün befleriyete hakiki huzurun temini yolunda, kendine düflen medeni vazifeyi yapmakta, muvaffak kılacaktır. Büyük Türk milleti, On befl yıldan beri giriflti¤imiz ifllerde muvaffakiyet vaat eden çok sözlerimi iflittin. Bahtiyarım ki bu sözlerimin hiçbirinde, milletimin hakkımdaki itimadını sarsacak bir isabetsizli¤e u¤ramadım. Bugün, aynı iman ve katiyetle söylüyorum ki millî ülküye, tam bir bütünlükle yürümekte olan Türk milletinin büyük millet oldu¤unu, bütün medeni âlem, az zamanda bir kere daha tanıyacaktır. Asla flüphem yoktur ki Türklü¤ün unutulmufl büyük medeni vasfı ve büyük medeni kabiliyeti, bundan sonraki inkiflafıyla, atinin yüksek medeniyet ufkunda yeni bir günefl gibi do¤acaktır. Türk Milleti! Ebediyete akıp giden her on senede, bu büyük millet bayramını daha büyük flereflerle, saadetlerle huzur ve refah içinde kutlamanı gönülden dilerim. Ne mutlu Türk’üm diyene! Ankara, 29 Ekim 1933 23 ATATÜRK VE B‹L‹M Atatürk, bilimin insan yaflam›ndaki önemli yerini özgürlük savafl›m›z›n sona ermesi s›ralar›ndan bafllayarak hemen her vesile ile tekrarlam›fl, vurgulam›flt›r. 27 Ekim 1922’de Bursa’da yapt›¤› bir konuflmada Atatürk, Türkçesi biraz sadelefltirilmifl flekliyle flöyle demifltir: Yurdumuzun en bay›nd›r, en göz al›c›, en güzel yerlerini üç buçuk y›l kirli ayaklar›yla çi¤neyen düflman› ma¤lup eden zaferin s›rr› nedir, bilir misiniz? Ordular›n sevk ve idaresinde bilim ve fen ilkelerinin k›lavuz edinilmesindedir. Milletimizin siyasi ve toplumsal hayat› ile ulusumuzun e¤itiminde de yol göstericimiz bilim ve fen olacakt›r. Türk milleti, Türk sanat›, Türk ekonomisi, Türk fliiri ile edebiyat› okul ve okulun verece¤i bilim ve fen sayesinde bütün ola¤anüstü incelikleri ve güzellikleriyle oluflup geliflecektir. 30 A¤ustos 1924 günü Atatürk Dumlup›nar’da yapt›¤› baflka konuflmada da flöyle diyor: Yaflaman›n flart› uygarl›k yolunda yürümek ve baflar›ya ulaflmakt›r. Bu yol üzerinde ilerlemeyi de¤il de geriye ba¤l›l›¤› benimseyenler, böyle bir bilgisizlik ve gaflette bulunanlar, evrensel uygarl›¤›n coflup gelen seli alt›nda bir gün bo¤ulmaya mahkûmdurlar. Atatürk’ün “Hayatta en hakiki mürflit ilimdir.” k›salt›lm›fl flekliyle yayg›nca bilinen sözünün tam metni ise aynen flöyledir: 24 Dünyada her fley için, maddiyat için, maneviyat için, muvaffakiyet için, en hakiki mürflit ilimdir, fendir; ilim ve fennin haricinde mürflit aramak gaflettir, cehalettir, dalalettir. Yaln›z, ilim ve fennin yaflad›¤›m›z her dakikadaki safhalar›n›n tekâmülünü idrak etmek ve terakkiyat›n› zaman›nda takip eylemek flartt›r. Bilindi¤i üzere “ilim” sözcü¤ünün anlam›, gayet genifltir. Hatta asl› Arapça olan bu sözcü¤ün, Osmanl›cadaki kullan›l›fl›yla, günümüzde art›k yayg›nlaflm›fl olan bilim sözcü¤ünden daha genifl anlaml› oldu¤unu söyleyebiliriz. Fen ise temel bilimler, yani matematik, astronomi, fizik, kimya ve tabiî bilimler anlam›na gelir. Liselerimize iliflkin olarak “fen kolu” ve üniversitelerimize iliflkin olarak “fen fakültesi” terimlerimiz bunu aç›kça gösteriyor. Demek ki k›lavuzlu¤unda yürünmesini Atatürk’ün ö¤ütledi¤i bilim, genifl kapsaml› bir bilimdir. Topluma ve insana iliflkin her türlü sistemi ve bilimsel çal›flmay› içermek durumundad›r. Fakat, ayr›ca, bilimler aras›nda temel bilimlere, matemati¤e ve do¤aya iliflkin bilimlere, burada özellikle iflaret edilmektedir. Bilimin insan yaflam›ndaki en gerçek yol gösterici oldu¤una dikkatimizi çekti¤ine göre demek ki Atatürk bilimden baflka gerçek yol göstericilerimizin de bulundu¤unu kabul etmifl olmaktad›r. Oysa bu cümlesinin hemen arkas›ndan, bilim ile fennin d›fl›nda mürflit araman›n, bunlar› d›flta b›rakan k›lavuzlar peflinde yürümenin, dünyadan habersizlik, bilgisizlik demek olaca¤›n› vurgulamaktad›r. 25 Demek oluyor ki Atatürk, burada, bilim d›fl›nda k›lavuzlar›m›z olsa da bunlar›n bilimle ba¤daflabilen, bilim anlay›fl›na ters düflmeyen, yol göstericiler olmalar› gerekti¤ine kesin bir dille iflaret etmek ihtiyac›n› duymufltur. Baflka bir ifade ile Atatürk, en baflta kesinlikle bilim gelmek flart›yla, di¤er birtak›m gerçek k›lavuzlar›m›z›n da bulundu¤unu, fakat bunlar›n bilim yöntem ve kurallar›ndan pay alabilen ve bilim kadar olmasa da, yine de az çok dizgelileflmifl, özgünleflmifl durumda bulunan bilgi ve gözlemlerimiz oldu¤una, yahut da bunlar›n, örne¤in akl›m›z ve tecrübemiz gibi bilimi oluflturan temel ögeler aras›nda yer almalar› gerekti¤ine isabetle parmak basm›fl oluyor. 26 Yukar›da aktar›lan sözlerinin, kendisinden yap›lan al›nt›lar›n, hepsinde Atatürk’ün bilim ve uygarl›k aras›nda yak›n iliflki kurdu¤una ve her ikisini de dinamik yönleriyle vurgulamaya özen gösterdi¤ine tan›kl›k ediliyor. Bat›l›laflma giriflimimizde en büyük güçlü¤ü do¤uran sorun, örnek al›nm›fl olan Bat›’n›n büyük dinamizmini, kendi kendini geride b›rakma ve aflma özelli¤i idi. Atatürk uygarl›¤›n temeline bilimi koymakta ve Bat› uygarl›¤›n›n dinamizmini, devingenli¤ini, esas itibariyle bilimden ve bilimin s›n›rs›z geliflme yetene¤inden ald›¤›na inanmaktad›r. Bilimsiz endüstrinin, s›nai faaliyetin ve daha genel olarak bilime dayanmayan uygarl›¤›n Bat› ile yar›flmada etkili olamayaca¤›, Bat›’ya ayak uydurma çabalar›n› baflar›ya ulaflt›rmaktan uzak kalaca¤›, flüphe götürmez bir gerçektir. Bu gerçe¤in aç›k seçik bir biçimde kavranmas› aflamas›na biz de Atatürk’le ulafl›ld›¤›n› söyleyebiliriz. Bunun için ise bilimsel araflt›rma faaliyetinin Bat› dünyas›yla atbafl› yürütülmesi idealinin noksans›z biçimde benimsenmesine ihtiyaç vard›r. ‹flte, bilime genel anlamda verilen büyük önem yan›nda, böyle bir ülküyü ve böyle bir ülküye ba¤lanma zorunlulu¤u fikrini Atatürk’te aç›k ve kesin bir biçimde görmekteyiz. Ord. Prof. Ayd›n SAYILI 27 3. TEMA M‹LLÎ KÜLTÜR ‹htiyar Çilingir Gönül Mimarlar›m›z Nevruz ve Birlik 28 29 ‹HT‹YAR Ç‹L‹NG‹R Koyunpazar›'nda bir ufac›k dükkân; bir küçük ocak yan›yor, bir ufak çocuk körük çekiyor. ‹htiyarlam›fl, küçülmüfl, ak sakall›, küçük yüzlü bir adam, gözünde çifte gözlük, mini mini halkalar› ateflte ›s›t›p zincir ba¤l›yordu. Ne hofl manzara, gözüm iliflti. Dükkân›n önünde kald›m. Bir çilingir dükkân›. Ufak kilitler, eski zaman kap› halkalar›, rezeler, mentefleler, hayvan zincirleri. Böyle ufak tefek fleyler yap›yor. Bunlardan pek çok da yapm›fl, dükkân›n ötesine berisine asm›fl. – Kolay gelsin, usta. – Kolay› bafl›na gelsin! Bir tarafa dayan›p durdum. Adamca¤›z, benimle hiç meflgul olmuyor göründü. Birer taraf› aç›k, ufak halkalar haz›rlam›fl, bir halka tak›p aç›k taraf›n› atefle tutuyor, o haz›r oluncaya kadar bir baflkas›n› ateflten çekip ucunu, büyük bir dikkatle kap›yor, bir parça büküyor, onu tekrar atefle verinceye kadar, evvelki haz›r oluyor, böylece muntazam çal›fl›yordu. Emin olunuz ki gayet dürüst ve muntazam bir zincir ortaya ç›k›yor, bir cilas› noksan kal›yordu. fiüphesiz, eski binalarda gördü¤ümüz o süslü edevat, böyle dükkânlarda, bu nezaketle, bu özenle, bu kanaatle ifllenir, yap›l›rd›. Sanata böyle dindarca bir ba¤l›l›k vard›. Her fleyi inkâr eden bu devre gelmemifl olsayd›, flüphesiz bu güzel fleyler sönüp gitmeyecekti. -Yaz›klar olsun o zamana ki bütün kutsal de¤erleri inkâr ettirmifl, kanaatleri öldürmüfl, huzur ve rahat› söndürmüfl, demiri kald›rm›fl, yerine tenekeyi doldurmufltur.- 30 Ben oradayken gençten bir adam geldi. Elinde bir de¤nek vard›. Demirciye uzatt›. Bu de¤ne¤in ucuna befl on halka geçirilecek. Bu genç adam, onunla, her sabah akflam ba¤a giderken efle¤i dürtecek. Demirci anlad›, ses ç›karmad›, duvardan üç befl halka ald›, sanat›na vak›f bir adam sessizli¤iyle de¤ne¤e takt›. Lakin, genç adam, demircinin aksine de¤ne¤in yan taraf›na bir halka daha takt›rmak istiyordu. Çilingirle aralar›nda bir konuflma bafllad›. Çilingir. “Olmaz, bunun usulü böyledir.” dedi. Delikanl› usulü bozmakta ›srar ediyordu. – Can›m sen tak. Nene laz›m... – Tak›lmaz evlad›m... Ben k›rk y›ld›r bu sanat› ifllerim. – Can›m, paras›yla de¤il mi? Sen tak›ver, ötesine kar›flma! ‹htiyar, belki ›srar etmeyip takacakt›; ancak “paras›yla” sözüne fena hâlde içerledi, daha fazla bir fley demeyerek de¤ne¤i genç adam›n elinden ald›, eski takt›klar›n› da sökerek iade ettikten sonra, – Biz para âfl›kl›s› de¤iliz, var baflka yerde yapt›r, dedi. Düflündüm kald›m. Para için çal›flmad›¤›n› iddia eden bu fakir ihtiyar, flüphesiz, sanat›n›n âfl›¤›yd›. “Filan usta gitti, bu sanat› da götürdü.” diyecekler diye, bu dükkân› bekliyordu. Onun gözünde filan fley filan flekilde yap›l›r, baflka türlüsü sanata sayg›s›zl›k olurdu. Bunu y›llarca, belki as›rlarca ustalar böyle yapm›fllar; öyle ya, onun arkas›nda bu yolda gelmifl geçmifl ustalar, pirler vard›. Dükkânlar›n› Allah'a ibadet eder gibi aç›p kapam›fllard›. Sanat, onlara sunulmufl bir kerametti. Evet, bu adam para âfl›kl›s› de¤ildi. O, ustalar›n›n postunda oturur bir sanat halifesiydi. O nas›l derse desin u¤raflt›¤› sanat›n kendisine emanet oldu¤unu söyleyen üstadlar› vard›. Sanatta söz sahibi olmayan bir adam›n, parayla, onu de¤ifltirmeye ne hakk› vard›!.. Memduh fievket ESENDAL 31 GÖNÜL M‹MARLARIMIZ Aflk Elçisi: Yunus Emre 750 y›l önce do¤mufl olan Yunus Emre’den ça¤›m›za sevgi ve bar›fl ça¤r›lar›... “Ben gelmedim dava için Benim iflim sevi için” Yedi yüzy›ldan uzun süre önce, on y›llarca savaflla, bu arada Haçl› Seferleri ve Mo¤ol ak›nlar›yla y›k›nt›lara u¤ram›fl olan Anadolu’da, hem duygulu hem güçlü bir ses yükselmiflti. Bu tasavvuf ozan› Yunus Emre’nin sesiydi. Selçuklu ‹mparatorlu¤u’nun günefli sönerken Yunus köyleri, kasabalar› dolaflarak yal›n ama derin sevgi ve ahlak fliirlerini okuyordu. Gerek fliirleri gerek ilahileri, önce Osmanl›lara, sonra modern Türkiye’ye ilham verdi, kültür etkileri yapt›. Saydam ve k›vrak güzelliklerini gönlümüze sindirdi¤imiz bu eserler, sevgi ve bar›fl›n üstünlü¤ü, hümanizma ve evrensellik ruhu, Tanr› ile insanlar›n birli¤i, toplumsal adalet ile yo¤rulmufltur. fiairimizin büyülü anlat›larla sundu¤u bu ülküler üzerinde duran UNESCO (Birleflmifl Milletler E¤itim, Bilim ve Kültür Kuruluflu), 1989 Kas›m›nda, Genel Kurulu’nun oy birli¤i ile ald›¤› kararla 1991’i “Uluslararas› Yunus Emre Y›l›” ilan etti. T.C. Kültür Bakanl›¤› da, y›l› “Milletleraras› Yunus Emre Sevgi Y›l›” olarak adland›rd›. Yunus Emre’nin tam 750 y›l önce, 1241’de do¤mufl oldu¤u tahmin edilmektedir. 1991’de yap›lan törenler ve kültür etkinlikleri, bu tarihî y›l dönümünü kutlamak içindir. Türkiye’de ve düzinelerle ülkede, genifl bir program sunularak (konserler, konferanslar, sergiler, seminerler, fliir programlar›, sempozyumlar, radyo-TV programlar›, belgesel filmler, birçok dilde yay›nlanan kitaplar, A.A. Saygun’un “Yunus Emre Oratoryosu” gibi etkinliklerle) büyük Türk ozan› an›lmaktad›r. 32 Yunus Emre’nin yaflam› konusunda pek az bilgimiz vard›r. Anadolu’nun dört buca¤›na giderek halk› fliirleriyle, ilahileriyle büyüledi¤ini biliyoruz. Gerçi baz› m›sralar›, okumam›fl, ümmi oldu¤unu söylüyor ama, ‹slam felsefesini ve tasavvufun manevi kültürünü mükemmel bildi¤i, Farsça ve Arapça terimleri do¤ru ve güzel kulland›¤› görülüyor. En sevilen fliirleri, duru ve kolay anlafl›lan Türkçesinin güçlü örnekleri aras›ndad›r. Ço¤u bugün, yazd›klar›ndan yüzy›llarca sonra bile, dipdiri... Anadolu halk›, Yunus’a öyle derin bir sayg› ve sevgi duymufltur ki en az on iki köy ve kasaba onun mezar›na sahip ç›kmaktad›r. Yunus’un hoflgörülü mistik düflüncesinde, Tanr›’yla insan›n özdeflli¤i ve dinlerin birli¤i, dayan›flmas›, kaynaflmas› gibi kavramlar a¤›r basar: “Da¤lar ile tafllar ile Ça¤›ray›m Mevlâ’m seni Seherlerde kufllar ile Ça¤›ray›m Mevlâ’m seni Gökyüzünde ‹sa ile Tur Da¤›’nda Musa ile Elimdeki asa ile Ça¤›ray›m Mevlâ’m seni” 33 Herkese uzanan, tüm insanl›¤› kapsayan sevgisiyle, iyi niyetiyle Yunus diyor ki: “Hakk’› gerçek sevenlere Cümle âlem kardefl gelir” Yunus’un manevi ikliminde, hiçbir din, baflka dinlerle çat›flmaz, bu iklimde ayk›r›l›k yoktur; gerçek aflk, bütün inançlar birleflince do¤ar. Uluslar ve dinler aras›nda uçurum ve uyuflmazl›k tan›mayan mistik sevgi, uzlaflman›n ve bar›fl›kl›¤›n üzerinde durur. Yunus, kendisine karfl› gelenlere bile, iyi dilekler sunmufltur: “Her kim bana a¤yar ise Hak Tanr› yâr olsun ona Her kancaru var›r ise Ba¤ u bahar olsun ona. Bana a¤u sunan kifli fiehd ü fleker olsun afl›.” 34 750 y›l önce do¤an büyük ozan›m›z, denebilir ki ‹slam edebiyat› tarihindeki en önemli halk ozan›d›r. Yunus, bar›fla ve uluslar aras›nda ahenge kendini adam›fl bir mistik düflüncenin gür sesiydi, bugün de öyle... Sanatla yüksek ahlaktan benzeri az bulunur bir birleflim yaratm›fl, insan ruhunun asil duygular›n› bafl tac› etmiflti. Ona göre insan neyi severse gerçek iman› odur.Yunus tüm insanl›¤a kucak açm›flt›: “Dünya benim r›zk›md›r / Halk› benim halk›md›r.” Yaflad›¤› ça¤da, birçoklar› yeryüzünde insan varl›¤›n›n de¤ersiz oldu¤u görüflünü öne sürüyordu, ama bizim insanc›l flairimiz dünyay› eflsiz güzelliklerinin hepsiyle ba¤r›na bas›yordu: “Bu dünya bir gelindir yeflil k›z›l donanm›fl ‹nsan böyle geline bakar bakar doyamaz” Coflkulu fliirlerinin birinde “Severim ben seni candan içeri” diyen Yunus Emre, bütün insanlara gösterdi¤i iyi niyetle, dinler ve uluslar aras›nda bar›fl ve dayan›flma u¤rundaki ça¤r›lar›yla da her zaman an›lacakt›r: “Ad›m›z miskindir bizim Düflman›m›z kindir bizim Biz kimseye kin tutmay›z Kamu âlem birdir bize” Talat Sait HALMAN 35 Koca Sinan S›cak bir yaz günü küçük Sinan, dedesiyle birlikte Karatay Kervansaray›’na gitti. Selçuklulardan kalma bu güzel eser, Kayseri yöresindeydi. Dedesi marangoz Yusuf A¤a, bu yap›n›n ahflap k›s›mlar›n› onarmak için gelmiflti buraya. Sinan da kendisine yard›m edecekti. Buras›, kervanlara durak yeri olarak yap›lan, d›fl› kale gibi duvarlarla çevrilmifl büyükçe bir sarayd›. ‹çinde cami, hamam, yat›lacak yerler, büyük depolar vard›. Çocuk, kervansaray› büyük bir hayranl›kla inceliyor, her yere ayr› ayr› bak›yordu. Küçük Sinan, dedesiyle her gitti¤i yeri böyle inceler, ona baz› fleyler sorard›. Bir gün camiyi gezerken dedi ki: – Dedeci¤im, acaba biz de böyle büyük yap›lar yapamaz m›y›z? Dedesi gülümsedi: – Ben art›k yaflland›m evlat! Ama sen yapars›n. – Sahi yapar m›y›m dede? – Niye yapmayacakm›fls›n? Hem daha güzelini yapars›n. ‹nsan akl›n›n, insan gücünün yapamayaca¤› fley yoktur. 1490 y›l›nda Kayseri’nin A¤›rnas köyünde do¤an Sinan, çocukluk yafl›ndan beri dedesiyle birlikte gurbette dolafl›r, onun yan›nda birçok fley de ö¤renmek istiyordu. Ak›ldan hesap yapmadaki ustal›¤›, bütün köyde dillere destan olmufltu. Bir süre sonra dedesi Yusuf A¤a öldü. Yaln›z kalan Sinan, köyünde kalmak istemedi. ‹stanbul’a giden bir kervan›n pefline tak›l›p günlerce atlar ve kat›rlar aras›nda yürüyerek ‹stanbul’a geldi. Üsküdar’da bir hana yerleflti. Hemen kendine bir ifl aramaya bafllad›. Ama daha küçük diye ona kimse ifl vermiyordu. Sonunda bir kahvehaneye ç›rak olarak girdi. Aradan birkaç ay geçmiflti ki orada oturan bir yeniçeri a¤as› onunla ilgilendi. Çocu¤un kimsesiz ve becerikli oldu¤unu görünce yan›na al›p At Meydan›’ndaki ‹brahim Pafla Kono¤›’n›n Acemio¤lanlar Okuluna verdi. Sinan, yeniçeri oca¤›n›n geleneklerine göre e¤itim görüyor, askerli¤e ve yeniçeri düzenine al›flt›r›l›yordu. 36 Bu arada Sinan’›n dülgerli¤e ve yap› ifllerine yetenekli oldu¤u görülünce onu saray mimarlar›n›n yan›na ç›rak olarak yollad›lar. Delikanl›, orada y›llarca çal›flt›, mimarl›¤›n bütün inceliklerini ö¤rendi, sonra usta oldu. Kanunî Sultan Süleyman zaman›yd›. ‹mparatorluk s›n›rlar›n›n üç k›tada alabildi¤ine geniflledi¤i y›llardaki seferlerde Sinan, ülkenin pek çok yerini görmüfl; Konya, Sivas, Erzurum, Tebriz, Ba¤dat gibi büyük kentleri tan›m›flt›. Her gitti¤i yerde mimarl›k yap›lar›n› inceliyor, bilgisini artt›r›yordu. Bu s›rada devletin mimarbafl›s› ölmüfl. Onun yerine kimi getirelim, diye düflünülürken Lütfü Pafla ad›nda bir vezir, Sinan’› tavsiye ederek: – Ölenin yerini ancak o tutabilir, dedi. Bunun üzerine Kanunî Sultan Süleyman, Sinan’› hassa mimarbafl› yani devletin en büyük mimar› olarak atad›. Sinan, 9 Nisan 1588’de doksan sekiz yafl›ndayken ‹stanbul’da öldü. Süleymaniye Camii’nin bitifli¤indeki evinin bahçesine gömüldü. Koca Sinan, Süleymaniye ve Edirne’deki Selimiye Camii’nden baflka 81 cami, 62 medrese, 22 türbe, 8 köprü, 16 kervansaray, 33 saray, 32 hamam, 12 mahzen ile birçok su yolu ve kemerler yapm›flt›r. Türk yap›c›l›k, çinicilik ve oymac›l›k sanatlar› onun zaman›nda en güzel örneklerini vermifltir. fiükrü Enis REGÜ 37 NEVRUZ VE B‹RL‹K Türk Dünyas›’n›n önem verdi¤i ve ba¤›ms›zl›¤a kavuflulduktan sonra daha bir heyecanla kutlad›¤› bu millî bayram›n (Nevruz’un) bundan böyle bizde de resmî bayram olarak kutlanmas› Türk dünyas› aras›ndaki ba¤lar› daha da güçlendirecektir. Türk Dünyas› Tarih Dergisi’nin Mart 1993 say›s›nda yer alan Sinan Ogan’›n “Türklerde Yeni Y›l” makalesinde ifade edildi¤ine göre ‹ranl›lar bize imrenerek bu bayram› kabul etmifller ve “Yeni Gün”e Farsça Nevruz demifller. Nevruz’da yeni elbiseler giyilir, “Semini helvas›” piflirilir, küskünler bar›fl›r, asla kavga edilmez. Dostlara tan›fllara gidilir, kabir ziyaretleri yap›l›r, mevlidler okunur, Nevruz gülleri toplan›r. Gelenlere fleker da¤›t›l›r, hastalar›n gönlü al›n›r, ihtiyarlara “fliriniyat”yani tatl› ve çörek nevinden fleyler götürülür. Bunlardan baflka çocuklar ve gençler Kulak Asma, ‹¤ne ‹¤ne, Suya Yüzük Atma gibi oyunlar oynarlar. Bütün bunlar bizim renkli geleneklerimizin bahara, k›rlara yans›mas›d›r. Bence Nevruz bir dua, bir bereket bafllang›c›, birlik ve sevgi sembolü, kaynaflma hareketidir. Allah’›n dünyaya nimetler ve güzellikler sunmas›d›r. Yefleren bu¤dayd›r, meleyen kuzudur, bafl veren k›r çiçe¤idir. Bahar› kutlama çoflkusundan neden mahrum olal›m? Zaten etrafa bakt›¤›m›zda karanl›k, ümitsizlik diz boyu... Nevruz’u her y›l Türk illeriyle kutlamakla Ahmet Yesevilerin dünyas›, Yunuslar›n dünyas›yla el ele verecek, oradan Mevlâna’y›, oradan Emir Sultanlar›, Eyyüb Sultanlar›, Gül Babalar› kucaklayacakt›r. Bu bir bak›ma kültür miras›m›z› da yaflatma ve yar›nlara aktarma çabas›d›r. Geleneklere sahip ç›kma günü... Yeni Gün, yenilenme, yaflama ümidine sar›lma, zorluklar›n üstesinden gelmek için de yeni bir güç kazanma anlam›n› tafl›r. fiu güzel mânideki gibi güllerle gülen bir bayram... 38 Nevruz Nevruz bahara Güller güller nahare Bahçam›zda gül olsun Gül olsun bülbül olsun. Bak›n bir zamanlar Sö¤üt’te Karakeçili aflireti taraf›ndan Ertu¤rul Gazi’nin türbesinde 21 Mart Nevruz günü bir tören düzenlenirmifl... Mevlidler okunur, halka pilav da¤›t›l›rm›fl. Sö¤üt’te ve çevresinde eylülde yap›lan “Yörük Bayram›”n›n temelinde Nevruz kal›nt›lar› bulunabilir. Osmanl› saray›nda da 21 Mart Nevruz Bayram›’nda macunlar, flerbetler ve çeflitli hediyeler da¤›t›ld›¤›, bu hediyelere Nevruziyye ismi verildi¤i ifade ediliyor. Türk edebiyat›nda Nevruz sebebiyle “Nevruziyye”ler yaz›ld›¤› bilenen bir gerçek... Musiki’de birçok Nevruz makamlar›n›n oldu¤u da... “Haydar Baba’ya Selam” fliirinin büyük flairi merhum fiehriyar, Türk Dünyas›’n›n bu güzel millî gününe bak›n nas›l yer vermifl. “Bayram yeli çardaklar› y›handa Nevruz gülü, kar çiçe¤i ç›kanda A¤ bulutlar köynekleri s›handa Bizden de bir yâd eyliyen sa¤ olsun.” Bütün Türk illerine Nevruz selamlar›yla... Sevinç ÇOKUM 39 4. TEMA TOPLUM HAYATI Ergenekon Destan› Çi¤dem Der ki... Aflinas›z 40 41 ERGENEKON DESTANI Bozkurt Destanı’nın daha zengin bir flekli Ergenekon Destanı’dır. Destana göre Ergenekon, Türklerin yüzyıllarca çift sürerek, av avlayarak, maden iflleyerek yaflayıp ço¤aldıkları; etrafı aflılmaz da¤larla çevrili, mukaddes bir topra¤ın adıdır. Türk illerinde Göktürk oku ötmeyen, Göktürk kolu yetmeyen bir yer yoktu. Bütün kavimler birleflerek Göktürklerden öç almaya yürüdüler. Türkler, çadırlarını, sürülerini bir yere topladılar; çevresine hendek kazdılar, beklediler. Düflman geldi, vurufl baflladı. On gün vurufltular. Göktürkler üstün geldi. Birgün bütün illerin hanları ve beyleri av yerinde konufltular. “Göktürklere hile yapmazsak iflimiz yaman olur.’’ dediler. Tan a¤arınca baskına u¤ramıfl çeri gibi a¤ır yüklerini, kötü mallarını bırakıp kaçtılar. Türkler, ‘‘Bunlar›n vuruflma güçleri bitti, kaçıyorlar.’’ deyip arkalarından varıp yetifltiler. Düflmanlar Göktürkleri görünce birden geri döndüler. ‹kisi vurufltular. Düflmanlar galip geldi. Göktürkleri öldüre öldüre çadırlarına geldiler. Çadırlarını, mallarını öyle aldılar ki bir ev kurtulmadı. Büyüklerin hepsini kılıçtan geçirdiler. Küçükleri kul edip herkes birini alıp gitti. Göktürk Hanı ‹lhan’ın o¤ulları çoktu. Savaflta hepsi öldü. Kayan adlı küçük bir o¤lu vardı. O yıl evlendirmiflti. ‹lhan’ın Tukuz adlı bir de ye¤eni vardı. Bu ikisi bir yerdeki kiflilerin eline düflmüfllerdi. On gün olduktan sonra bir gece ikisi kadınlarıyla birlikte atlanıp kaçtılar. Yurda geldiler. Düflmandan kaçıp gelen dört maldan deve, at, öküz, koyun çok buldular. 42 E¤er, ile varalım desek; dört taraftaki illerin hepsi bize düflman. ‹yisi odur ki da¤ların içinde insan yolu düflmez bir yer izleyip oturalım deyip da¤a do¤ru sürülerini sürüp gittiler. Geldikleri yoldan baflka yolu olmayan bir yere vardılar. O da öyle bir yoldu ki bir deve, bir at bin güçlükle yürürdü, e¤er aya¤ını yanlıfl bassa parça parça olurdu. Vardıkları yerde akar sular, çeflmeler, türlü otlar, meyveli a¤açlar, türlü türlü avlar vardı. O yeri görünce Tanrı’ya flükürler kıldılar. Hayvanlarının kıflın etini yediler. Yazın sütünü içtiler, derisini giydiler. O yere Ergenekon adını koydular. Burada bu ikisinin çocukları ço¤aldı. Kayan’ın evladı çok oldu. Tukuz’unki ondan daha az oldu. Kayan çocuklarına Kayat dediler.Tukuz çocuklarına iki ad koydular. Bir nicesine Tukuzlar dediler; bir nicesine Türülken dediler. Çok yıllar bu iki kiflinin çocukları Ergenekon’da kaldılar. Enine boyuna uzayıp yayıldılar. Dört yüz yıl sonra Ergenekon’da kendileri ve sürüleri o kadar ço¤aldılar ki sı¤madılar. Bu sebepten bir yere toplanıp oturup konufltular. Dediler ki: ‘‘Atalarımızdan iflittik. Ergenekon’un dıflında genifl yerler, güzel yurtlar olurmufl. Bizim yurdumuz eskiden o yerlerde imifl... Da¤ların arasından yol izleyip bulalım. Göçüp çıkalım. Her kim bize dostum derse onunla görüflelim.’’ Hepsi bu sözü be¤enip çıkmaya yol izlediler, bulamadılar. O zaman bir demirci dedi ki; ‘‘ Burada bir demir madeni var. Yalın kata benziyor. fiunun demirini eritsek bir yol olurdu.’’ Varıp o yeri gördüler. Bu sözü de be¤endiler. Da¤ın genifl yerine bir kat odun, bir kat kömür dizdiler. Da¤ın üstünü, arka yanını, beri yanını böylece doldurduktan sonra yetmifl deriden körük yapıp yetmifl yerde kurdular. Ateflleyip körüklediler. 43 Tanrı’nın gücü ile atefl kızdıktan sonra demir da¤ eriyip akıverdi. Yüklü deve çıkacak kadar yol oldu. O günü, o ayı, o saati belirleyip çıktılar. O günden beri Göktürklerde âdet olmufltur. O günü bayram sayarlar ve bir parça demiri atefle salıp kızartırlar. Önce han, bunu kıskaçla tutup örse koyar, çekiçle döver. Ondan sonra beyler de öyle yapar. Bu günü mukaddes bilirler. Ergenekon’dan çıktıkları zaman Göktürklerin padiflahı Kayan soyundan Börte Çene idi. Bu genç, bütün illere elçi gönderip Ergenekon’dan çıkıp geldiklerini bildirdi. Bunu bazıları iyi gördüler, bazıları kötü gördüler. Göktürkler eski düflmanlarıyla savafltılar. Yendiler. Böylece dört yüz yıl sonra kanlarının öcünü aldılar. Anonim 44 Ç‹⁄DEM DER K‹... Bir sabah uyand›¤›mda evimizin önünde iki kucak dolusu horozibi¤i y›¤›n›yla karfl›laflt›m. Bahçede bir kökçük olsun horozibi¤i kalmam›fl, hepsi sökülmüfl. K›rm›z›dan mora do¤ru koyulaflan o güzelim kadifemsi çiçeklere kim k›ym›flt› anlayamam›flt›m. Bunu neden yapm›fllar ki, diye düflünürken her fley anlafl›ld›. Halam yine ifl bafl›ndayd›. Nereden duymuflsa horozibi¤i çiçe¤inin u¤ursuzluk getirdi¤ini söyleyip duruyordu. Söktü¤ü çiçekler yetmemifl gibi hâlâ bahçede dolafl›yor, küçük fideleri de kökleyip at›yordu y›¤›n›n üzerine. Bir yandan da söyleniyor: “Hepsini söktüm bu u¤ursuz çiçeklerin ama tohumlar› dökülüyor durmadan. Yak›nda yine ç›k›verecek kökü kuruyas›calar...” Sökülmüfl horozibi¤i çiçeklerinden birini elime al›p okflamaya bafllad›m. Halama çok k›zm›flt›m ama belli edemiyordum. “Hala, bahçe bunlarla daha güzeldi, kel kel görünüyor flimdi gözüme. Ben bu çiçekleri çok severdim bilmiyor musun?” Halam üzerime yürümeye bafllad›. Babam›n siyah eldiveni vard› ellerinde. Elimdeki çiçe¤i i¤renç bir fleymifl gibi eldivenli elleriyle tutup çekti, y›¤›na f›rlatt› yine. “Dokunma bu mendebur fleye! Senin dünyadan haberin yok. Ben bofluna m› eldiven giydim san›yorsun. Bu kasabadan kimin bahçesinde bu çiçekten varsa evlerinde ne rahatl›k var ne de huzur. Marangoz Selim’i biliyorsun de¤il mi? Geçen gün saks›ya dikip dükkân›n önüne koymufltu, onu uyard›m ama beni dinlemedi. ‹ki gün sonra ne oldu bil bakal›m? Nereden bileceksin... Serçe parma¤›n› kesti. Hep bu u¤ursuz çiçek yüzünden, çiçek demeye dilim pek varm›yor asl›nda, ot demeli buna. fiuna baksana ne biçimsiz... Öyle de ars›z ki neredeyse topra¤a döktü¤ü bütün tohumlar hemen yefleriyor.” 45 Zavall› horozibikleri!.. Halam›n söylediklerinden habersiz, gittikçe solgunlaflarak öylece yat›yorlar yerde. Bu kadar belaya, u¤ursuzluklara neden olabilecek nesi vard› ki bu çiçe¤in? Köklerini topra¤a yap›flt›rmak için didinen bir bitkiydi yaln›zca. ‹nsanlara karfl› niçin düflmanl›k beslesindi? Hem böyle duygular tafl›yabilir miydi? Ars›z olmas›na ars›zd› yani yere düflen tohumlar› fazla suya, günefle, bak›ma gereksinme duymadan filizlenirdi hemen. Bu da onun yaflama ba¤l›l›¤›n› gösterirdi. Dünyay› seviyordu ve var olmak için elinden geleni yap›yordu. Ben halam›n bu yönünü hiç anlayam›yordum. Ayn› kasabada yafl›yorduk; o yaln›z yaflad›¤› için s›k s›k bize gelirdi, ço¤u geceler bizde kal›rd›. Geceleri t›rnak kestirmez; merdiven alt›ndan kendisi geçmedi¤i gibi bizi de geçirmez; arada bir evimizin önündeki ceviz a¤ac›na konan baykuflu tafllar ya da bize tafllat›r; ona, almas› için uzatt›¤›m›z b›ça¤› ya da makas› elimizden almaz, bir yere b›rakt›r›r ondan sonra al›rd›. Babam da halama bu inan›fllar› yüzünden sitem eder ama kendisinden büyük oldu¤u için ifline fazla kar›flmak istemizdi. Yine de zaman zaman tart›flt›klar›n› duyard›m. “Abla, bofl inanç bunlar bofl!” “Baz› fleyleri kestirip atmadan önce düflünmelisin Y›lmaz. Onca y›ld›r insanlar›n denedi¤i, gözledi¤i, do¤ru belledi¤i fleyleri birdenbire bofl inanç deyip atamazs›n.” Gece t›rnak kesmenin niçin u¤ursuzluk getirdi¤ini düflününce mant›kl› bir sonuca ulaflabiliyordum. Çevreye s›çrayabilir ve iyi ayd›nlat›lmam›fl bir odada o t›rna¤›n nereye savruldu¤unu görmeyebiliriz. Temizlik aç›s›ndan önemli bu; hele geçmiflte elektri¤in sa¤lad›¤› p›r›l p›r›l ayd›nl›k olmay›nca bu ifl daha da zor oluyordu san›r›m. B›çak, makas gibi kesici aletlerin elden al›nmay›fl› da mant›kl› olabilir. Dikkatli olmazsak elimizi kesebiliriz. Bütün bunlara aç›klama getirebiliyordum ama bazen de 46 anlafl›lmaz, garip hatta saçma inan›fllarla karfl›lafl›yordum. Ya¤murun çok fliddetli oldu¤u bir gün ekmek almak için bakkala gitmem gerekiyordu. Halam da bizdeydi. Ben hemen k›rm›z› kaban›m› s›rt›ma geçirip flemsiyemi aramaya bafllam›flt›m ki halam 盤l›k 盤l›¤a durdurdu beni. “Bu ne?.. böyle mi ç›kacaks›n d›flar›ya? Nas›l flimflekler çak›yor, hava gümbür gümbür duymuyor musun?” fiafl›rm›flt›m. Görünüflümde bir gariplik yoktu. “Niçin ç›kamazm›fl›m hala? Islan›p üflütmem merak etme, kaban›m çok kal›n, hem flemsiye de al›yorum yan›ma.” “Kaban›n kal›n olmas›na kal›n ama rengi k›rm›z›. Allah aflk›na annen, baban sana bir fley ö¤retmiyor mu? Hiç böyle havada k›rm›z› giyilip ç›k›l›r m› d›flar›ya? Allah korusun, y›ld›r›m› üstüne çeker bu renk.” ‹flte bunu ilk kez duymufltum. Üstelik ak›lla, mant›kla aç›klanabilir bir yan› yoktu. “Hala sen y›ld›r›m› bo¤a m› sand›n? k›rm›z›y› görünce kükreyip üzerime gelecek ha!..” “Sen alay et, geçen y›l zavall› bir çoban bu yüzden ölmüfl. Onu bulduklar›nda boynunda k›rm›z› bir atk› varm›fl. Zavall›c›k ya¤murdan korunmak için a¤aç alt›na s›¤›nm›fl ama y›ld›r›m onu a¤ac›n alt›nda bile bulmufl. Hep o k›rm›z› atk›s› yüzünden.” 47 “Hay›r hala, k›rm›z› atk› yüzünden ölmüfl olamaz, a¤ac›n alt›na oturdu¤u için olmufltur. Bir hende¤in içine yatm›fl olsayd› bir fley olmazd›. Senin dedi¤in gibi olsa bütün okullara y›ld›r›m düflerdi çünkü hepsinde k›rm›z› k›rm›z› bayraklar as›l›. Üstelik giyece¤im baflka renkte bir kaban›m da yok.” Halam› ikna edememifltim, dedim ya çok inatç› bir insan. Babam da çok k›zd› halama. Sert bir tart›flma geçti aralar›nda, halam yine küserek evine döndü. Benim bir de küçük halam var, babamdan üç yafl küçük oldu¤u için ona “küçük hala” diyorum. Yeni evlendi¤i için bize eskisi gibi s›k gelemiyor. Özellikle büyük halam bizdeyse hiç gelmiyor zaten. Küçük halam, büyük halam›n bize küsmesinden iki gün sonra evimize geldi. Olanlar› duymufl. “Ne olacak ablam›n bu hâli?” deyip babamla dertlefliyor, bir çözüm yolu bulmaya çal›fl›yorlard›. Onlar konuflurlarken ben de d›flar› ç›kt›m. Bahçeyi sulasam iyi olacakt›. Topra¤a düflen horozibi¤i tohumlar› çarçabuk yeflerirdi o zaman. Zakkumlar›n kök k›sm›nda sar› bir ›fl›lt› görür gibi oldum. Dallar gürleflmifl oldu¤undan iyice göremiyordum. Yapraklar› kald›r›p yak›ndan bakt›m; tam yedi tane sapsar›, sanki plastikten yap›lm›fl gibi muntazam çiçekler... O güne dek görmedi¤im bir çiçek türü. Hemen halam› ça¤›rd›m. “Hala bak burada ne var?” Hemen geldi. Zakkumlar›n alt›na saklambaç oynar gibi gizlenmifl olan sar› çiçekleri gösterdim. Dondu kald›, hiçbir fley söylemedi. Oysa böyle bir çiçek bizim bahçede ilk kez ortaya ç›km›flt›. Halam, ilk çiçe¤ini veren bitkileri görünce çok mutlu olur, sevinirdi ama bu kez öyle olmad›. Diz çöküp yak›ndan bakmaya bafllad›, çiçekleri inceledi. Derin derin düflünmeye bafllad›. Dayanamad›m art›k. “Hala bu çiçe¤in ad› ne?” “Çi¤dem... Güzçi¤demi. Ama baz›lar› baflka adlarla da anarlar. Örne¤in ablam hiç çi¤dem demez.” “Ne der peki?” “Kalkgit, vargit, ac›çi¤dem hatta bazen itbo¤an dedi¤ini de duydum.” “Ne biçim ad bunlar, hepsi de çok kötü. Böyle güzel bir çiçe¤e daha güzel adlar verilmeli. Çi¤dem ne güzel! Niçin kötü adlar› da var hala?” “Bu çi¤dem ilkbaharda ç›kanlardan daha farkl›d›r, zehirli oldu¤u için de öyle adlar takm›fllar iflte.” 48 “Sahiden zehirli mi?” “Evet, ansiklopedide de okumufltum senin gibi merak etti¤im için. ‹laç yap›m›nda kullan›l›yormufl.” Küçük halam hâlâ anlayamad›¤› bir fleyler varm›fl gibi uzun uzun süzüyordu sar› güzçi¤demlerini. “Ne oldu hala? Ne düflünüyorsun?” “Biliyor musun, bu çi¤demin so¤anlar›n› ben ekmifltim buraya, tam yedi y›l önce. Gizlice kazm›flt›m zakkumun kökünü, çi¤dem so¤anlar›n› gömüp üzerini hemen kapay›vermifltim. “Neden gizlice yapt›n bu ifli?” “Ablam yüzünden çünkü o çi¤demlerin de u¤ursuz oldu¤unu söylüyordu. Ben de kendimce s›namak istedim bunu. Bakay›m dedim, u¤ursuzluk getirecek mi bafl›m›za?” “Yedi y›l boyunca kötü bir fley yaflamad›k de¤il mi?” “Yaflamad›k tabii. Ama ben baflka bir fley düflünüyorum flimdi. Neden yedi y›l boyunca açmad› da flimdi açt› bu çiçek? Üstelik tam yedi çiçe¤i var baksana. Yapraklar› da sayd›m, tam yedi yaprak, tohumlar› da yedi tane. Sence de tuhaf de¤il mi?” “Aman hala, sak›n sen de ona benzeme! Yoksa söküp atacak m›s›n bunlar›?” “Yok can›m, o kadar da de¤il. Yaln›zca tuhaf buldum o kadar ama bir aç›klamas› mutlaka vard›r. Belki de topra¤a al›flmas› biraz zaman alm›flt›r. Ya da zakkum, topraktaki besinlerin ço¤unu al›nca bizim güzçi¤demleri besinsiz kal›p gün ›fl›¤›na ç›kamam›fllard›r.” O gün bahçe, bitkiler ve böceklerle ilgili epeyce konufltuk. Benim için dopdolu yaflanm›fl bir gün oldu. Güzçi¤demi aram›zda bir s›r olarak kald›, yine zakkumlar›n dallar› aras›nda gizlice varl›¤›n› sürdürecekti. Özellikle büyük halam›n görmesi, güzçi¤deminin sonu olurdu. Büyük halam iki hafta gelmedi bize. Annemle babam art›k gidip gönlünü alal›m, diye konufluyorlard› kendi aralar›nda. Bu konuflmalar›n yafland›¤› s›rada halam›n komflusu u¤rad› bize. Büyük halam çok hastaym›fl ama bize darg›n oldu¤u için haber yollam›yormufl. Komflusu anlat›yordu: 49 “Gitseniz iyi olacak. Ben sabah akflam u¤ruyorum, durumunda hiçbir iyileflme yok, atefli de var. Çorba yapt›m, nane limon kaynatt›m ama fayda etmedi. Üstelik can› çok s›kk›n. Kimsem kalmad›, komflular›n eline bakar oldum, deyip a¤l›yordu.” Hemen haz›rland›k, ben kofla kofla gidip küçük halama da haber verdim. O da gelince hep birlikte büyük halam›n evine do¤ru yola ç›kt›k. Kasabadaki birçok ev gibi onun evinin önünde de bir bahçe vard›. Her çiçe¤e bir kusur buldu¤u için onun bahçesinde hemen hemen hiç çiçek olmazd›. Zaman zaman rüzgâr›n getirdi¤i birkaç tohum yeflerip çiçeklenmeye çal›flsa da halam onu fark edince hemen söküp yola atard›. Üç tane meyve a¤ac› vard› bahçesinde. Elma, erik ve dut a¤ac›... Onlar›n yeflilli¤i d›fl›nda baflkaca bir yeflillik göremezdik. Bahçeden geçip evin kap›s›n› çald›k. ‹çeriden halam›n yorgun sesi geldi. “Kap› aç›k...” ‹çeri girdik, sedir dedi¤imiz bir çeflit kanepede uzanm›fl yat›yordu. Bizi görünce bafl›n› duvar taraf›na çevirdi. “Abla nas›ls›n?” diyerek elini tuttu babam. Sonra ateflini anlamak için elini aln›na götürdü. Biz de sedirin çevresine s›raland›k. Halam a¤lamaya benzer bir s›z›ldamayla konuflmaya bafllad›. “Yeni yeni akl›n›za geldim de¤il mi? Ne vefas›zm›fls›n›z! ‹nsan bir düflünür, benim bir ablam vard›, ne oldu, gelip gitmiyor, der. Annem de söze kar›flt›. “Neyse abla, flimdi buraday›z ya, üzme art›k kendini. Bak ateflin de var, üzülürsen daha da yükselir.” Halam epeyce sitem ettikten sonra hastal›¤›n› anlatmaya bafllad›. Kasabadaki sa¤l›k oca¤›na gitmifl. Doktor romatizma teflhisi koymufl. Hemen iyileflecek türden bir tedavi de¤ilmifl, uzun sürecek bir tedavi gerektiriyormufl. Halam hastal›¤›n› anlat›rken bize haber getiren halam›n komflusu da geldi eve. Halam›n ayakucuna oturdu. Bir yandan aya¤›n› ovuyor, bir yandan anlat›yordu. “Komflum sana iyi bir haberim var. Bugün fiifac› Ayfle Kad›n’a u¤rad›m. Bilirsin, bilgili kad›nd›r; onun atalar› da flifal› otlardan ilaçlar yaparlarm›fl. Romatizma a¤r›lar› için en iyisi çi¤demdir, dedi. Ama elinde bir çi¤dem kalmad›¤› için sana ilaç yap›p yollayamad›. Art›k birçok otu bulam›yormufl. Da¤lara gitmek gerek, diyor; art›k çok yaflland›¤› için kendisi gidip toplayam›yormufl.” Halam›n komflusu anlat›rken biz küçük halamla bak›flt›k. Göz k›rpt› bana. Herhâlde flöyle demek istiyordu: 50 “Gördün mü bak ‘itbo¤an’ diyerek söküp söküp att›¤› çiçe¤e muhtaç oldu.” Büyük halam çaresiz gözlerle dinliyordu komflusunu. Küçük halam, art›k bahçedeki çi¤demden söz etmenin zaman›d›r diyerek konuflmaya bafllad›. “Kimsenin da¤a ç›kmas›na gerek yok. A¤abeyimin bahçesindeki zakkumun alt›nda tam yedi kök çi¤dem var, hem de tam flifal›k güzçi¤demi. Söküp atmas›n diye ablamdan gizli ekmifltim onlar›. ‹yi ki ekmiflim de¤il mi abla?” Büyük halam art›k hiçbir fleye karfl› ç›kam›yordu. Bafl›n› sallay›p onaylad›. “Madem böyle flifal›ym›fl, benim bahçeme de birkaç çi¤dem so¤an› dikiverin bari.” Halam›n komflusu: “Yar›n sabah Ayfle Kad›n’a gidip sorun, kaç çi¤dem gerekiyorsa neresini kullanacaksa ona göre sökersiniz. Bana s›k› s›k› tembihledi, sak›n kendi bafl›n›za ilaç yapmaya kalk›flmay›n, zehirlenirsiniz dedi. Ölçüsünü, eczac› torunuyla birlikte kendisi ayarlayacakm›fl.” O günden sonra büyük halam fiifac› Ayfle Kad›n’la s›k s›k görüfltü. Her görüflmeden sonra halam›n bahçesinin yeflilli¤i ço¤ald›. Kasabadaki avc›lara, çobanlara s›k s›k tembihliyor, da¤lardan çi¤dem so¤anlar› getirtiyor, onlar› bahçesine kendi elleriyle dikiyordu. Renk renk hatmiler, menekfleler, papatyalar, gelincikler bahçeyi iyice güzellefltirmiflti. Ayfle Kad›n’›n flifal› bir yan› yok dedi¤i horozibi¤i çiçekleri bile art›k vard› bahçesinde. Bahçe güzellifltikçe halam›n romatizma a¤r›lar› azal›yordu. Ya gerçekten bu bitkiler iyilefltiriyordu onu ya da bahçeyle u¤raflmak a¤r›lar›n› unutmas›na neden oluyordu. Hangisi ifle yar›yordu bilmiyorum ama ö¤rendi¤im bir fley vard›. Küçük halam›n dedi¤i gibi hayata kat›lan her canl› dünya için bizler için önemli ve bir biçimde yararl› varl›klard›. Miyase SERTBARUT 51 Afi‹NASIZ Bize mekânlar› da, flehirleri de sevdiren, oran›n insanlar›na duydu¤umuz ba¤l›l›kt›r. Sevdi¤imiz insanlar çekilip gitsin yaflad›¤›m›z yerlerden, yabanc› bir gezgin gibi kal›veririz ortal›kta. Bin yerinden ba¤l› bulundu¤umuz sokaklar, semtler ve flehir, merhaba demez olur yüzümüze. Do¤rusu bu ya, bugünün flehirlileri, soka¤a ç›kt›¤›nda selam verip ayaküstü e¤leflecek, hâl hat›r sorup yârenlik edecek aflinalar bulmakta pek flansl› de¤ildir. Hep göçebe ve hep bir flehrin yabanc›s› olarak yaflamak, ne aflinalar ne de kal›c› dostlar kazand›r›r onlara. fiehirlilerin ço¤u, birer mutsuz yabanc›d›r. 52 Ne zamand›r, bir kasaba yaflam›n› özlüyorum biliyor musunuz? Herkesin birbirini tan›d›¤›; sokaklar›nda, çarfl›lar›nda yürürken ad›m bafl› selamlafl›lan, her dükkân›n önünde durulup laflanan; yürüyüfllerin; al›flverifllerin kofluflturmayla de¤il, asude ve hakiki bir zevkle yap›ld›¤› küçük flehir ve kasaba yaflam›na hayranl›¤›m ve özlemim her gün biraz daha art›yor. Ayn› flehri, ayn› semti, soka¤› ve hatta ayn› apartman› paylaflt›¤›n›z insanlarla büsbütün “ba¤lant›s›z” yaflamak, adamak›ll› yoruyor insan›. Bir sokak boyunca kimseye selam vermeden yürüdü¤ünüzü fark ediyor ve ürperiyorsunuz. Bakkalla, manavla, kasapla, k›rtasiyeciyle bütün iliflkiniz, “Hay›rl› ifller.” ve “‹yi günler.” den öteye gitmiyor. Ne korkunç! Bu iyi niyet sözleriniz bile ço¤u zaman karfl›l›ks›z kal›yor. Ald›¤›n›z ekme¤in, sütün, elman›n, domatesin, gazetenin hat›r› kadar olsun bir muhabbet kurulmuyor aran›zda. ‹liflkiniz, yaln›zca paran›n el de¤ifltirmesiyle s›n›rl› kal›yor. Sokakta biri selam verip hâlinizi hat›r›n›z› sorsun istiyorsunuz. Biriyle flakalaflmak, birinin kap›s›n›n önünde çömelmek, birisiyle hayat› paylaflmak... Olmuyor bütün bunlar. Yaln›zl›¤›n›zla bafl bafla geçiyorsunuz sokaklar›; o kiflisel cennetinize, eve at›yorsunuz kendinizi. Orada, uzak ve meçhul bir adada yaflar gibi kendi maceran›z› yafl›yorsunuz. 53 Muzaffer Tayyip Uslu’nun dizeleri tam da içimin türküsünü söylüyor. Ne zaman okudum bu fliiri, bilmiyorum. Fakat haf›zam›n kuytusunda tazecik duruyor: “Ben seviyorum insanlar› Bana benziyor birisi Saatlerce Kim bilir kime benzetmifl beni Ve akflam karanl›¤›nda Dönerken evime U¤urlar olsun diyor bir ses Eyvallah diyorum hemflerim.” Küçük bir flehir, bir kasaba özlemi git gide büyüyor içimde. Oralarda insanlar›n, sokakta dertleflerek -bu “dertleflmek” kelimesine bay›l›yorum- içlerini dökerek daha mutlu yaflad›klar›na inan›yorum. Aflinalar›n, dertleri yar› yar›ya unutturdu¤una inan›yorum. Konuflan ve dertleflen insan, sokaklar boyu yaln›zl›¤›n› sürükleyen insandan daha huzurlu olmal›d›r. Orada, sokaktan gelen sesler de, gürültüler de yabanc› de¤ildir insana. Onlar da yumuflar ve sevdirir kendini ve yaflama sevincinin bir parças› olur ne varsa. 54 Edip Cansever’in fliiri, aflinalar içinde yaflayan bir “adam”› anlat›yor olmal›d›r: “Adam yaflama sevinci içinde Masaya anahtarlar›n› koydu Bak›r kâseye çicekleri koydu Sütünü yumurtas›n› koydu Pencereden gelen ›fl›¤› koydu Bisiklet sesini, ç›kr›k sesini Ekme¤in havan›n yumuflakl›¤›n› koydu.” Bahar geldi ya, insan›n her zaman, her yerde, herkesle konuflup yârenlik edesi geliyor. Sevincini de, üzüntüsünü de, memleketin gidiflat›n› da konuflmak, paylaflmak istiyor biriyle. Hele sokakta, dükkânda, çarfl› ortas›nda... Sokaktaki adamla, ayaküstü giriflilen sohbetlerin tad›na doyum olmuyor. Hey de hey! Onlar asude zamanlard› ki çokça muhabbet vard›... Ali ÇOLAK 55 5. TEMA B‹L‹M VE TEKNOLOJ‹ Bas›ndan Teknoloji Haberleri Anadolu’nun Baht› Aç›k Kara Treni Bilgisayar Yaln›zl›¤› 56 57 BASINDAN TEKNOLOJ‹ HABERLER‹ Bafl›bofl hayvanlar vücutlar›na yerlefltirilecek çiple takip edilecek Büyük flehirlerin bafll›ca sorunlar›ndan olan bafl›bofl kedi ve köpekler, vücutlar›na yerlefltirilecek çip yard›m›yla ‹nternet ortam›ndan takip edilecek. Konuyla ilgili olarak bir proje haz›rlayan Ankara Büyükflehir Belediyesi, bafl›bofl hayvanlardan sonra, evlerdeki hayvanlar›n da ayn› projeye dâhil edilmesini hedefliyor. Uluslararas› bir barkod sistemi olma özelli¤ini de tafl›yacak olan yöntem sayesinde, hayvanlar›n kimlik bilgilerine rahatl›kla ulafl›labilecek. Hayvanlardan insana geçen 250 civar›nda hastal›¤›n bulunmas› insan yarar› için hayvan sa¤l›¤›n›n ne kadar önemli oldu¤unu ortaya koyuyor. Her gün parklarda, bahçelerde bafl›bofl gezen hayvanlardan bu ortamlara b›rak›lan at›klardan insanlara, özellikle de çocuklara bulaflmas› muhtemel hastal›klar›n önüne geçilmesi yerel yönetimlerin önemli görevlerinden. Yeni ç›kar›lan Büyükflehir Yasas› ile bu konuda a¤›rl›kl› yük büyükflehir belediyelerine b›rak›lm›fl durumdad›r. Mücavir olan s›n›rlar› geniflletilmeden önce baflkent sokaklar›nda 35 bin civar›nda oldu¤u tahmin edilen sahipsiz hayvanlar› (kedi-köpek) kontrol alt›na almay› planlayan Büyükflehir Belediyesi, sahipli hayvanlar› da ortak bir sistemde toplamaya haz›rlan›yor. Bu sistem sayesinde yakalan›p k›s›rlaflt›r›lan ve varsa hastal›¤› tedavi edildikten sonra (sald›rgan de¤ilse) yasa nedeniyle flehrin sokaklar›na geri b›rak›lan hayvanlar›n deri alt›na bir çip yerlefltirilecek. 58 Bu çipe hayvan›n uluslararas› formda kimlik ve sa¤l›k bilgileri yüklenerek ‹nternet ortam›ndan takip etme imkân› sa¤lanacak. Proje çal›flmas› ile ilgili bilgi veren Büyükflehir Belediyesi Veteriner Müdürü, bu konuda karfl›lar›na ç›kacak en büyük sorunun maliyet oldu¤unu söyledi. Hayvan sa¤l›¤›na önem vermenin hayvanseverlik olarak de¤erlendirilmemesi gerekti¤ine iflaret eden veteriner müdür, hayvanlardan insanlara 250 civar›nda hastal›k bulaflt›¤›n›, bu yüzden insan sa¤l›¤› aç›s›ndan da düflünülerek yat›r›mlar›n yap›lmas› gerekti¤ini bildirdi. Sahipsiz kedi ve köpeklerin park, bahçe demeden dolaflt›¤›n› ve buralarda b›rakt›klar› at›klar›n insan sa¤l›¤›n› tehdit etti¤ini aktaran veteriner müdür, hastal›k bulaflt›ktan sonra tedavisinin çok daha masrafl› oldu¤unu belirtti. Avrupa Birli¤i’nde (AB) bu ifller için ayr›lm›fl fonlar bulundu¤unu kaydeden veteriner müdür, bir proje haz›rlay›p hibe krediden yararlanma yoluna gideceklerini vurgulad›. Bu çip sayesinde baflkentteki bütün hayvanlar› takip etme imkân› bulabileceklerini dile getiren veteriner müdür, belediyeler, baz› bakanl›klar ve gümrüklere kurulacak sistemle ‹nternet’ten hayvan›n numaras› girilerek her türlü bilgiye ulafl›labilice¤ini söyledi. Veteriner müdür, bu sistemin, sahiplenilen hayvanlar›n soka¤a terk edilmesinin de önüne geçece¤ini sözlerine ekledi. Özcan YA⁄MUR 59 Nesli tükenen bal›klara çipli takip ‹stanbul Üniversitesi (‹Ü) Su Ürünleri Fakültesi ‹flsu Ürünleri Üretimi Araflt›rma ve Uygulama Birimi taraf›ndan üretilen 100 mersinbal›¤›, Sakarya Nehri a¤z›ndan Karadeniz’e b›rak›ld›. Nesli tükenen bu bal›klar›n bilimsel takibinin yap›lmas› için kuyruklar›nda bulunan süzgeçlere özel bir cihazla çip tak›ld›. 20. Kültür Turizm ve F›nd›k Festivali kapsam›nda Sapanca ilçesinde üretilen mersinbal›klar›n›n Karadeniz’e b›rak›lmas› için düzenlenen törende ‹Ü Su Ürünleri Fakültesi Dekan› Prof. Dr. Bayram Öztürk, bal›kç›lar› bu bal›klar› avlamamalar› konusunda uyararak vatandafllardan bal›klar› avlayanlar› flikâyet etmelerini istedi. Daha sonra 100 civar›nda mersinbal›¤› teknelerle Karadeniz’e b›rak›ld›. Karadeniz’de 2 milyon y›ld›r yaflayan ve dünyada nesli tükenmekte oldu¤u için koruma alt›na al›narak avlanmas› yasaklanan mersinbal›klar›n›n Türkiye’de neslinin tükendi¤ini söyleyen Öztürk, 2001’de Rusya’dan döllenmifl yumurta getirdiklerini anlatt›. Öztürk, “Havuzlar›m›zda yetifltirdi¤imiz mersinbal›klar›n›n üzerine takt›¤›m›z çiplerde üniversitemizin telefon numaras› var. Bal›kç›lar bu numaradan bize ulaflabilecek. Çipler sayesinde bu bal›klar›n göç, büyüme ve beslenme alanlar›n› takip edece¤iz.” dedi. Salih HAMURCU 60 Dünyada yayg›n Yurtd›fl›nda pek çok evcil hayvanlar için flart koflulan mikroçip uygulamas›, minik bir çip yard›m› ile kal›c› bir kimlik sa¤lamay› ve hayvana ait bilgileri ortak bir veri taban›nda toplamay› hedefliyor. Kedi ve köpeklere tak›lan bu minik çipler, sadece o hayvana özel bir numara bar›nd›r›yor ve mikroçip ortak veri taban›na kay›t edilen kedi ya da köpe¤in her yerde tan›nmas›n› sa¤l›yor. K›sacas› bu mikroçip dostunuzun size ait oldu¤unu dünyan›n her yerinde kan›tlayabilen bir elektronik nüfus cüzdan› olarak çal›fl›yor. Hayvanla ilgili her türlü bilgiye bu numarayla ulaflmak mümkün. Ülkemizde mikroçip hizmetini bir firma veriyor. Firma yetkilisi bu yöntemin dünyadaki pek çok ülkede yayg›n olarak uyguland›¤›n› ve Avrupa Birli¤i’nde hayvanlar›n›n ülkeler aras›nda seyahat edebilmesi için mikroçip tak›lmas›n›n zorunlu tutuldu¤unu söylüyor: “Türkiye’de yap›lan bu uygulama yurtd›fl›nda da geçerli oluyor. Ayr›ca farkl› ülkelerin kendi içlerinde kurduklar› veri tabanlar›n›n bir araya getirilmesi amaçl› bir proje bafllat›ld›. Biz de bu projenin içerisindeyiz. Yak›nda bu veri tabanlar›n›n hepsi birleflecek ve dünyan›n neresine giderse gitsin hayvan görüntülenebilecek.” 61 Carettalara uydudan çipli takip Mu¤la’n›n Dalaman ilçesinde, Çevre ve Orman Bakanl›¤›n›n deste¤iyle “Caretta Caretta”lar› koruma çal›flmalar›na baflkanl›k eden Doç. Dr. Yakup Kaska, uydudan kaplumba¤a takibine bafllad›klar›n› söyledi. Pamukkale Üniversitesi Ö¤retim Üyesi Yakup Kaska, deneme amaçl› olarak bir kaplumba¤aya çip takt›klar›n› ve baflar›l› olduklar›n›, bu uygulamay› di¤er kaplumba¤alara yayacaklar›n› belirtti. ‹lk çip geçti¤imiz nisan ay›nda akci¤er solumunu yapt›¤›ndan dolay› su yüzeyine ç›kan bir carettaya tak›ld›. Kaplumba¤ada 3 ay tak›l› kalan bu çiple kaplumba¤an›n nerelere gelip gitti¤i, ne kadar sürede nefes al›p verdi¤i tespit edildi. Ayr›ca h›zl› yüzme, uyku, gezme ve nefes alma s›kl›¤› araflt›r›ld›. Uygulamadan olumlu sonuç alan Kaska ve ekibi, uydudan takip sistemini kullanmaya devam edecek. Mehmet YATKIN 62 ANADOLU’NUN BAHTI AÇIK KARA TREN‹ Cumhuriyet döneminde, demir yollar› Anadolu’ya damar gibi Anadolu’ya yay›ld›kça Anadolu’nun yüzüne kan, yüre¤ine can geliyordu. Kara tren, da¤lar›n alt›ndan girdi, bay›rlar›n üstünden aflt›. Kufl uçmaz, kervan geçmez bölgelere kara tren ulaflt›. Anadolu insan› Anadolu’yu tan›yordu kara trenle. Ayd›nlar tan›yordu, yazarlar tan›yorlard› o güne dek gere¤ince bilinmeyen Anadolu’yu. Sivas’›yla, Erzurum’uyla, Diyarbak›r’›, Malatya’s›yla Anadolu sayfa sayfa aç›l›yor, kara trenin uzun bir yolculuktan sonra oflaya puflaya girdi¤i her köfle bucak flenleniyordu. Kara tren umut tafl›yor, mutluluk getiriyordu. Götürdü¤ü de oluyordu. Sevenleri birbirinden ay›r›yor, gurbete götürüyordu. Asl›nda gurbet her zaman vard› Anadolu için. Çile vard›, özlem vard›, dert hiç bitmezdi. fiair Osman Atillâ içlenirde bu yüzden: “Hep tren yollar›nda serpilirler: Esmeri, kumral› ve sar›fl›n›, Ö¤rendim yurdumun her kar›fl›n›, Sayenizde bütün ey sevgililer... Gülse Anadolu, âh Anadolu, Gitmez bafl›m›zdan gurbetlik gitmez. Uzundur, çok uzundur tren yolu, Yol bitmez, özlem bitmez, dert bitmez.” 63 Bitti¤i de olurdu özlemlerin. Biter ki kara trene “hasret kavuflturan” da derlerdi. Ay›ran ve kavuflturan. ‹nsano¤lunun al›n çizgisinde yaflam›n›n öyküsü buydu. Anadolu insan›na yaflad›¤›n› duyuruyordu; gözünü, gönlünü doyuruyordu kara tren. “Ver bir bilet! Bindin mi kara trene solu¤u Tatvan’da al›rs›n, Van Gölü’nü de geçersin ya da Kars’a, Edirne’ye, ‹zmir’e, Samsun’a gidersin. Yak›n uzak neyime, kara tren sa¤ olsun!” der Anadolu insan›... Cumhuriyet’in ilan›ndan bir y›l sonras›yd›, “Ulaflamad›¤›n yer senin de¤ildir.” sözündeki gerçe¤i bilen Atatürk, Anadolu’yu a¤ gibi örecek bir demir yolu politikas› izlemektedir. O günlerin birinde, 12 Ekim 1924 günü Sivas’tad›r ve Sivas’a demir yolu döflenmektedir. Atatürk, demir yolunda çal›flan yafll› bir köylüye sorar: – Ne yap›yorsun baba? – Demir döflüyorum Pafla’m. Tren gelecek... – Sen hiç tren gördün mü? – Görmedim, görenlerden duydum Pafla’m. S›rt›nda demirden k›rk heybesiyle ekmek tafl›rm›fl, su tafl›rm›fl. Yaz k›fl demeden of diye gelirmifl, puf diye gidermifl. Atatürk gülmüfl. Çevresindekilere: – Demir yollar› bu memlekete yaln›z vatandafl›n arzulad›¤› ekme¤i de¤il, medeniyeti de getirecek, dermifl. Ve Cumhuriyet’in onuncu y›l dönümünde tüm memleketten kükrek bir ses yükseliyordu: 64 “Baflta bütün dünyan›n sayd›¤› Baflkumandan Demir a¤larla ördük Anayurdu dört bafltan” Atatürk’ün yurt içi gezilerinde kara tren, “beyaz tren” oluyor, beyaz tren u¤rad›¤› her kasabaya, her flehre mutluluk getiriyordu. Atatürk’ü görmek, Atatürk’le olmak mutlulu¤u. 13 fiubat 1931 günü beyaz treni ile yeni aç›lm›fl demir yolunda, Mersin’den Malatya’ya gelen Atatürk, Malatya’da flöyle sesleniyordu: “Demir yollar›, Türk milletinin refah ve medeniyet yollar›d›r.” Bugün Anadolu’muzda, demir yollar›n›n ulaflamad›¤› yerlere kara yollar› ulafl›yor. Köyleriyle, kasabas›yla, kentiyle, Anadolu örümcek a¤› gibi bir yol flebekesiyle örüldükçe insanlar›n yüzü gülüyor, Anadolu Anadolu’yu keflfediyor, Anadolu’yu tan›yor. “Bindin mi kara trene gidersin istedi¤in yere, o da olmad› m›, otobüs var, minibüs var gece gündüz yol alan. Daha olmazsa atla uça¤a göz aç›p kapay›ncaya kadar ya Do¤u’das›n ya Bat›’da.” diyor Anadolu insan›. Gurbet de, özlem de etkisini yitiriyor ça¤›m›zda. Gurbet flimdi Anadolu’dan ç›kt› da yurt d›fl›na göçtü diyorlar. Almanya’da çal›flan iflçilerimizin omuzlar›nda. fiimdi onlar gurbet türküleriyle gurbeti yudumlarken bir bak›yorsunuz, onlar da yollar› k›salt›vermifl, gurbeti bir yana atm›fl, s›k s›k özlemini çektikleriyle yak›n oluveriyor, 65 tüm ayr›l›k gün olup bitiveriyor. Kara tren üstüne bir sohbet kural›m dedik, söz nereye vard›? Biz yine Osman Atillâ’dan dinleyelim: “Tren sesidir uzaklardan gelen Sivas’tan geliyor besbelli uzun. Gözümü yaflartan zihnimi çelen, Ürpermesi gecede ruhumuzun. Kesik kesik, ac› ac› geceyle, Kayarak bize do¤ru homurtulu. Yüklü umutlarla bin bilmeceyle, Geçip tünelleri, bularak yolu. Erzincan, Kayseri, ille Ankara! Haydarpafla, deniz sonra Sirkeci. Her biri ayr› dert, bir ayr› yara, Uyumazlar makinistle ateflçi. Böylece, upuzun Ankara-Afyon, Kütahya’n›n çinisinde içimiz. Uflak sekisinden ‹zmir’e en son, Basmahane’de “dur” der masmavi deniz.” Mehmet ÖNDER 66 B‹LG‹SAYAR YALNIZLI⁄I Bilgisayar merakl›lar›n›n konuflmalar›na hiç tan›k oldunuz mu bilmem. Programlardan, oynad›klar› oyunlardan, bilgisayar dünyas›ndaki yeni geliflmelerden öyle heyecanla söz ederler; bunlar› öyle balland›ra balland›ra anlat›rlar ki siz, bilgisayar denen nesnenin harikulade, efsanevi bir yarat›k oldu¤una inanmaya bafllars›n›z. Çok geçmeden, karfl›n›zdaki adam›n, elindeki makinenin âfl›¤›, mahkûmu ve mecburu oldu¤unu anlars›n›z. Övgüleri ve tasvirlerinin parlakl›¤›, sevgilisinin meziyetlerini nazmeden divan flairinin marifetlerinden pek afla¤› kalas› de¤ildir. Anlayaca¤›n›z, bilgisayar onlar için ma¤rur bir sevgilidir. Merakl›lar›n›n meftunu olduklar› bu “medeniyet harikas›”n› hafife ald›¤›m›z san›lmas›n. O, insano¤lunun iflini kolaylaflt›ran, zaman›n› bereketlendiren ve haf›zas›n›n yükünü hafifleten hat›r› say›l›r bir “yard›mc›”d›r. Art›k “modern” insan›n ikinci eli, gözü, kula¤› olmufltur bilgisayar. Ama bütün marifetlerine ra¤men bir makinedir o. Makine ise olsa olsa kölesi olur insan›n. Ahmet Haflim, bir yaz›s›nda “Zaman›m›z›n kölesi makinedir.” der. “‹nsan, daha az çal›flmak, daha az yorulmak ve manevi zevklere de hasretmek üzere daha çok bofl zaman kazanmak için makineyi icat etmifltir.” 67 Bilgisayar âfl›klar›, ellerinin alt›ndaki aleti, ifllerini kolaylaflt›ran bir “köle” olarak görmüyor gibi geliyor bana. Marifetlerinin çoklu¤u, bu “alet”i bir teknoloji ürünü olmaktan ç›kar›p merakl›lar›n›n gözünde “ola¤anüstü güçlerle donanm›fl harikulade yarat›k” mevkiine yükseltmifl âdeta. Denilebilir ki makine “efsanevi”lefltikten sonra insan, yavafl yavafl onun kölesi olmaya durur. Hayranl›k bir çeflit “kutsama”ya dönüflür. “Manevi zevklere hasretmek için bofl zaman kazand›racak olan araç”, zaman› bütün bütün tüketen bir canavar olur. Gönlünü, hayallerini ve zaman›n› makinesine hasreden bilgisayar meftunu, s›n›rs›z ifllem kabiliyetleri karfl›s›nda flaflk›na döner. Bu flaflk›nl›k ona, “bütün ifllerini tufllara dokunarak hâlledebilme” gücüne sahip oldu¤u havas›n› verir, iflte buras›, onun insanlar aras›ndan el ayak çekip kendi dünyas›n›n duvarlar› aras›nda kapand›¤› yerdir. Bilgisayar› ve o... Haflim’in “O Belde” fliirindeki meflhur dize de ne güzel gider buraya: “Bir sen, bir ben, bir de o mai deniz...” Teknolojinin ürünü olan araçlar, insan› insandan uzaklaflt›rmaya bafllad›¤› anda efendili¤ini ilan etmifl olur. Ne yaz›k ki onlar›n insana dokunan elleri, gülümseyen yüzleri ve s›cak kalp at›fllar› yoktur. 68 Akl› bafl›nda bilgisayar kullan›c›lar›na hatta bu makineye “ölçülü” bir aflkla ba¤l› olanlara sözümüz olamaz. Fakat bilgisayar› “insanüstü” bir nesne konumuna ç›kar›p bütün zaman›n› onun bafl›nda geçirenlerin, eflyan›n so¤uk ve derin yaln›zl›¤›na düfltüklerini; hayallerini iflletmek yerine, ça¤dafl bir köleli¤i benimsediklerini söyleyebiliriz. Hele çocuklar! Bir yafla kadar çocuklar bilgisayardan uzak tutulmal›d›r kanaatimce... Daha sokak oyunlar›n›n o bafltan ç›kar›c› zevkini tatmadan, tabiat›n harikulade dilini çözüp kufllar›n, bal›klar›n ve çiçeklerin ad›n› bile bellemeden; arkadafl edinmeyi, sevmeyi, paylaflmay›, flark› söylemeyi ö¤renmeden günlerini lofl odalarda, sözde zekâ gelifltirici bilgisayar oyunlar›yla geçirmemeli çocuklar. Hayalleri geliflmeli önce, tabiat› ve insan› tan›mal›d›r. Koflup oynamay›, ac› çekmeyi, mutlu olmay› ö¤renmeli; s›n›rs›z gökyüzü mavisini görmeli, çiçeklerin kokular›n›, suyun ve rüzgâr›n sesini hissetmeliler... Çocuklar›na iyilik yapt›klar›n› sanarak dünyay› henüz tan›maya bafllad›klar›nda, onlar› bilgisayar karfl›s›na oturtan anne babalar ne büyük bir günah ifllemifl olurlar! fiüphe yok ki bir zaman sonra sevgisiz, geçimsiz; paylaflmay›, affetmeyi, gülüp mutlu olmay› bilmeyen çocuklar bulurlar evlerinde. Yaln›z, yapayaln›z çocuklar... Jean J. Rousseau (Jan J. Russo) ne güzel söyler: “Sal›verin çocu¤u tabiata!” Bilgisayarlar›n örtüsünü örtün siz de. Sal›verin çocuklar› gün ›fl›klar›na, sal›verin oyunlara, flark›lara ve kalabal›klara. Bilgisayar? Tanr›laflt›rmay›n onu, zaman› gelince bir “köle” olarak kullans›n çocuklar. fiimdilik tabiatla, kitaplarla, insanlarla doldursunlar dünyalar›n›... Ali ÇOLAK 69 6. TEMA K‹fi‹SEL GEL‹fi‹M Hayatta Baflar›n›n Yollar› ‹ki ‹yi ‹nsan Mart› 70 71 HAYATTA BAfiARININ YOLLARI Say›n Dinleyicilerim, Hayatta yaln›z kendi çal›flmas›, kendi ehliyeti, kendi bilgisi ile al›nteri dökerek kazan›lan ve baflkas›n› zarara sokmayan baflar› meflrudur. Para çalmak, hile yapmak, adam doland›rmak, birinin aya¤›n› kayd›r›p yerini kapmaktan, kundura boyac›l›¤› yaparak namusu ile hayat›n› kazanmak daha iyidir. Hayatta baflar›l› olmak için himayenin, paran›n ve flans›n yard›m›n› gerekli sayanlar vard›r. Hatta, sadece flans olduktan sonra hepsi olur diyenler vard›r. ‹nsanlar›, bir k›sm› gayet çal›flkan, bir k›sm› da son derece tembel olmak üzere iki zümreye ay›rsak flans›n, çal›flkanlar taraf›ndan olaca¤›na flüphe etmemek laz›md›r. Birkaç tembelin tesadüfün yard›m› ile hayatta genel olarak baflar›l› olanlar, para de¤il, azim ve çaba sahibi olanlard›r. Bundan on sene evvel okudu¤um, Amerika'da geçen bir olay beni çok düflündürmüfltü. Size de anlatay›m: 72 Kolombiya Üniversitesinin Makine Mühendisi flubesini henüz bitirmifl dört arkadafl, y›kanmak üzere flehrin hamamlar›ndan birine giderler. Hamam›n havuzunda yüzüp flakalafl›rken içlerinden biri: – Benim akl›ma bir fley geldi. Çok orijinal bir fikir, bak›n›z söyleyeyim. ‹çimizden biri, kim kendine güvenirse burada ç›r›lç›plak kals›n ve hayat mücadelesine öyle bafllas›n. E¤er bundan bir sene sonra hayat›n› kazanmaya ve üç yüz dolar da ekonomi yapmaya muvaffak olursa di¤er üç arkadafl ona bin dolar versin! Bu teklif karfl›s›nda ötekiler biraz düflündüler, sonra içlerinden en genç olan› hayk›rd›: – Ben bu teklifi kabul ediyorum, hemen mukaveleyi yap›n›z! Notere tasdik ettirin, bana da getirin, imza atay›m, der. Üç arkadafl biçarenin elbisesini bir paket yaparak onu orada Hazreti Âdem k›yafetinde b›rak›p giderler. Genç, bir müddet düflünür. Bu k›yafetle soka¤a ç›ksa polis tutuklar. Ne yaps›n? Hamam sahibine ifli anlat›r. Böyle iddiaya giriflti¤ini söyler ve kendisine bir ay zarf›nda paras› ödenmek üzere bir mayo, bir kutu boya, iki f›rça tedarik etmesini rica eder ve hemen o gün hamama girip ç›kanlar›n kunduralar›n› boyamaya bafllar. O kadar güzel, o kadar mahirane boyar ki yaln›z müflteriler de¤il, bütün hamamda çal›flanlar, fotinlerini, iskarpinlerini ona boyat›rlar. 73 Bir ay zarf›nda hem borcunu öder hem s›rt›na bir gömlek, aya¤›na bir pantolon ve bir çift iskarpin almaya muvaffak olur. Oradan transatlantik kumpanyas›na koflar. Kolombiya Üniversitesinin Makine Mühendisi fiubesinden mezun oldu¤unu ve ‹ngiltere'ye iflleyen vapurlarda bir makinistlik istedi¤ini, yoksa üçüncü s›n›f ateflçili¤e bile raz› oldu¤unu söyler. Sa¤lam vücutlu, iri yap›l› gencin sözleri direktörü müteessir ederse de ateflçilikten baflka yer olmad›¤›n›, o iflin de çok zor oldu¤unu, her seferde büyük kazanlar›n karfl›s›nda en az on kilo zay›flayaca¤›n› öncesinden haber verir. Genç raz› olur. New-York'tan büyük vapura kendini atar. Üç dört gün içinde kömürü maharetle oca¤a atmas› sayesinde ateflin gayet iyi tavlanmas› bafl ateflçinin dikkatini çeker. Bir dakika bofl durmayan genç vakit buldukça makine dairesine gider, ya¤lanmas›, temizlenmesi gereken borular›, vidalar›, elden geçirir. Londra'dan dönüflte baflmakinist bu çal›flkan genci yan›na al›r ve dördüncü sefere ikinci makinist olarak bir tüccar postas›na yerlefltirir. Böylece kendisini en iyi flekilde gösterebilece¤i ifle kavuflan genç, tam bir y›l sonunda tam befl yüz dolar biriktirmeyi baflar›r. Arkadafllar›n› bulur, hayat›n› anlat›r ve onlardan üç yüz dolar al›rken “Keflke sizlerle befl yüz dolar›na bahse girseydim!” der. ‹flte bir irade kudreti ki flans› kendisine ba¤l› k›l›yor, kundura boyamay› onuruna dokunan bir ifl saym›yor. ‹flte kendine güvenen bir insan ki kimseye yüz suyu dökmeden hayata ç›rç›plak at›l›yor, para kazan›yor ve biriktiriyor. ‹nsan hayatta yaln›z kendisine güvenmelidir. Baflkas›ndan yard›m bekleyenler zaferden ümidi kesmelidirler. Selim S›rr› TARCAN 74 ‹K‹ ‹Y‹ ‹NSAN Ev sahibiyle aralar›na anlaflmazl›k girince alt katta oturan kirac›ya evden ç›kmak düfltü. Ev sahibi kad›n›n maksad› kiray› artt›rmakt›. Çeflitli bahanelerle akla gelmedik rahats›zl›k yarat›yordu. Kirac›, hâlden anlar, söz dinler soyundan “efendi” bir adamd›; kiray› belki bir miktar art›rabilirdi. Gelgelelim kad›n›n böylesine olumsuz tutumu, barda¤› tafl›rm›flt›, art›k burada oturamazd›. K›flla bahar›n birleflti¤i günlerdeydi. Takvim bahar günlerini müjdeliyorsa da paltolar henüz ç›kar›lmam›fl, sobalar henüz kald›r›lmam›flt›. Bir yandan tomurcuklanan a¤açlar gözü gönlü oyalarken öte yandan sinsi so¤uklar, deliflmen rüzgârlar, s›rnafl›k ya¤murlar bir türlü dinmek bilmiyordu. K›sacas› k›fl sürüp gidiyordu. Gidiyordu ama bizim kirac› da daire dönüfllerinde ev aramaktan vazgeçmiyordu. Yetiflkin k›z›yla kar›s›, her akflam onun yolunu dört gözle bekliyorlard›. Nas›l beklemesinlerdi ki yukar› kattan tepelerine y›k›lan gürültü, art›k çekilmez olmufltu. Atalar›m›z: “Tanr› insan› dünyada mekâns›z, âhirette imans›z b›rakmas›n.” demifllerdi. Kirac› bu sözün taflad›¤› gerçek anlam› hiçbir zaman flu andaki kadar yaflayarak duymam›flt›. “Ev sahibinin bir evi, kirac›n›n bin evi var.” sözü, evsizlerin uydurdu¤u kuru bir avunma idi. Gerçekten insan›n, bafl›n› rahatça sokabilece¤i, “benim” diyebilece¤i bir yuvas› olmal›yd›. Sanki aya¤› yere basm›yor, kendini bofllukta yürüyor san›yordu. Oysa insan›n korkmadan basabilece¤i bir taban›, bafl›n› örten bir tavan› olmas›, az mutluluk de¤ildi. Bu düflünce ile evlerini s›rtlar›nda tafl›yan kaplumba¤alarla salyangozlara imrendi¤i oluyordu. 75 Gönlüne göre bir fley bulamadan eve döndü¤ü akflamlar, bütün ailenin sevinci balon gibi sönüyordu. Ertesi güne ba¤l› ufak bir umutla dönünce de basbaya¤› iyimserlefliyordu. Bir yandan kendisinin, öte yandan kar›s› ile k›z›n›n durmadan aray›p sormalar›yla bir ev bulabildiler; hem peflini yoktu hem de kendi bafl›na bir evdi. Haftalardan beri zavall› ailenin dizlerine inen karasular, ter damlalar› gibi dökülüp gitmiflti. Çok sevinçliydiler. Fakat bu sefer de yeni bir aksilik yakalar›na yap›flm›flt›: Yeni ev sahibi olan adamla fiyatta bir türlü uzlaflam›yorlard›. Bütün anlaflmazl›k on liraya dayan›yordu. Kazanc› yerinde olsa on liradan kaçar m›yd›? Bununla birlikte bu evi kaç›rmak niyetinde de¤ildi. Boflaltaca¤› evde çektiklerini, sokak sokak dolafl›rken beyninin ve ayaklar›n›n geçirdi¤i buhranlar› bu çat› alt›nda bir iki günde unutuverece¤ine emindi. Bütün evin yükünü tek bafl›na s›rt›nda tafl›yacak kadar hafif hissediyordu kendini. Yeni ev sahibinin de gözü onu tutmufltu. Belki bir iki gün nazland›ktan sonra “Peki”, deyiverecekti. Çünkü adamca¤›z yeni kirac›s› hakk›nda enine boyuna bir soruflturma yapm›flt›. Bu evi buldu¤u günden beri kirac›n›n uykusu kaçt›. Adam, evi kendisine vermekten vazgeçebilir, baflka bir aç›kgöz kendisinden önce davranabilirdi. Her sabah ifline giderken evin önünden geçiyor, pencerelerine korku ile bak›yor, perde görmeyince rahat bir nefes al›yor, seviniyor, ümitleniyordu. On lira için direnen ev sahibine de için için k›z›yor, kiraya verilecek ikinci bir eve sahip olan bu bahtl› insan›n, bu derece eli s›k› oluflunu bir türlü anlam›yordu. 76 ‹çindekilerin ç›kt›¤› fiyattan afla¤› veremezmifl. Bu ne korkunç bencillik. ‹flte korktu¤u bafl›na gelmiflti. Hafta içinde evi gezenler birdenbire ço¤ald›lar. Bereket versin hiçbiri kendisinin verdi¤i fiyattan daha yukar› ç›km›yordu. Hatta daha az verenler de oluyordu. Üstelik yeni isteklilerin hiçbiri ilki kadar iyi görünmedi ev sahibine. Ev, uzun zaman onar›m görmemifl; boyanmam›flt›. Tek bafl›na oluflu da evin de¤erini pek art›rm›yordu. Nihayet ev sahibi karar›n› verdi, bir akflam haber vermeden bizim kirac›ya u¤ray›verdi, gözünü kapat›p evi on lira eksi¤ine vermeye raz› oldu¤unu bildirdi. Bu müjde karfl›s›nda kirac› sevincinden nerdeyse ev sahibinin boynuna sar›lacak, ellerini öpecekti. Daha önce ev sahibi hakk›nda yürüttü¤ü olumsuz yarg›lar› hat›rlay›p utand›. Yeni ev sahibi, yeni kirac›s›na anahtar› teslim ederken: – Ev sizindir, güle güle oturun, dedi. Ev gerçekten kirac›n›nd›. Art›k alttakiler rahats›z olmas›n diye korka korka, yavafl yavafl yürümüyor; alçak sesle m›r›l m›r›l konuflmuyorlard›. Ayr›ca tepesinde çeflitli gürültüler duymadan köfleci¤ine flöyle kuruluyor, gazetesini, kitab›n› rahat rahat okuyabiliyordu. Evde hafif bir rutubet ve küf kokusu duyuluyordu. Fakat bu onun keyfini kaç›rm›yor, onu sanki çam kokulu bir yayla havas› imifl gibi ci¤erlerine çekerek: – Korkmay›n; diyordu, bu hava tertemizdir, bu, hürriyet havas›d›r! Gün geçtikçe kirac› ile ev sahibi aras›nda akrabal›ktan ileri bir dostluk bafllad›. Bu sokulma ve kaynaflmadan sonra kirac› ö¤renmiflti ki ev sahibi, sand›¤› gibi hâli vakti yerinde bir adam da de¤ildir; efli ve küçük o¤lu ile dul k›z›n›n yan›nda oturmaktad›r. Damad› ufak bir evden baflka bir fley b›rakmadan ölüverince iki ocak birleflmifl, büyük evi kiraya vermifllerdi. 77 Ald›klar› kira bedeline, kirac›n›n küçük emekli ayl›¤›n› da ekleyip k›t kanaat geçiniyorlard›. Baflka bir gelirleri yoktu. böyle nazik bir durumda oldu¤u hâlde, tek geçim kayna¤› olan evini, benzerlerinden daha ucuza vermesi, ev sahibini kirac› gözünde günden güne yüceltiyor, asillefltiriyordu. Bu iyi ruhlu, tok gözlü adama on lira için nas›l dayatt›¤›n› hat›rlad›kça kendini suçluyordu. Üzüntüsü gitgide vicdan azab› hâlini almaya bafllad›. Bu ifle bir çare bulmak gerekiyordu. Günah›n› ba¤›fllatmak için evin ufat tefek onar›m›n› kesesinden yapt›rmay› uygun buldu. Keser, testere elinden düflmedi¤i gibi, her ay da ufak tefek noksanlar için de birkaç lira harc›yordu. Eski ahflap evin s›k s›k bozulan musluklar›n›, elektrik dü¤melerini bafltan afla¤› de¤ifltirdi. Boyatt›¤› sokak kap›s›, pencere pervazlar›, parmakl›klar p›r›l p›r›l oldu. Dam› aktard›, sakat kiremitleri yeniledi. Sözün k›sas› evi iki y›l içinde adam etti. Ev sahibi bu de¤iflikli¤i, bu asil çabay› gördükçe kirac›s›na dualar ediyor: – ‹nflallah ev al›r da buradan öyle ç›kars›n›z, benim evim u¤urludur, bütün kirac›lar›m ev al›p öyle ç›kt›lar, diyordu. Kirac› bu temiz duygulara karfl› candan teflekkür ediyor, tatl› bir rüyada gülümser gibi gülüyor: – ‹nflallah, inflallah... diye karfl›l›k veriyordu. Yersiz bir inat yüzünden iki y›ld›r adamca¤›za hayli zarar› dokundu¤unu kabul eden kirac›, yirmi dördüncü kiray› verirken ay sonuna kadar ç›kaca¤›n› haber verdi. Bu ani karar neredeyse ev sahibinin yüre¤ine inecekti. Niçin ç›k›yorlard›? Acaba kira a¤›r m› gelmiflti? Yoksa s›k s›k gelip gitmesinden rahats›z m› olmufllard›? 78 Hay›r, bunlar›n hiçbiri evden ç›kmas›n›n sebebi de¤ildi. Kirac› k›z›n› evlendiriyordu. Hiç kimsesi olmayan damat, sahibi bulundu¤u evde birlikte oturmalar›n› istiyordu. Kirac› seviniyordu, içinde tüy gibi bir hafiflik vard›; öyle ya ev sahibine evinden daha fazla kira alabilmek için f›rsat ç›km›flt›. Kendisi oturdu¤u müddetçe onu her ay on liral›k r›zk›na mâni olmufltu ama evi de bir baflkas›na afla¤› yukar› yirmi lira farkla kiralanabilecek bir hâle getirmiflti. Bu genifl vadeli bir ödeflme olmufltu. Kirac› art›k müsterihti. Ev sahibi ise arkadafltan, akrabadan daha yak›n bir insan› yitirmifl gibi göz yafllar›n› tutam›yor: – Ben demedim mi kardefl, benim evim u¤urludur. Siz flimdi iki ev alm›fl say›l›rs›n›z. Her zaman evime beklerim, diyordu. Enver Naci GÖKfiEN 79 MARTI (Mart› Jonathan(Can›t›n), durgun bir denizde ve üzerinde güneflin alt›n gibi parlad›¤› bir k›y›da yaflar. Mart› Jonathan ço¤u mart›n›n yapamad›¤› fleyleri yapmaktad›r. Çok yükseklere uçmak ve ilginç hareketler yapmak gibi... Jonathan'›n bu özellikleri onu di¤er mart›lardan uzaklaflt›rmaktad›r. Jonathan hedeflerini büyütüp yükseklere uçmaya bafllad›¤›nda karfl›s›na iki tane mart› ç›kar. ‹ki mart› Jonathan'› gökyüzünde bir yere götürür. Jonathan orada Chiang (Çiang) ad›nda yafll› bir mart›yla tan›fl›r. Chiang, Jonathan'a uçma ile ilgili bilgiler verir. Chiang yafll› oldu¤u için birkaç gün sonra ölür. Mart›lar›n ölümleri çok ilginçtir, çünkü önce fleffaflafl›r daha sonra ölürler. Jonathan, Chiang ölünce kendi yurduna döner. Burada Jonathan, uçmay› bilen ama daha fazlas›n› ö¤renmek isteyen bir mart›yla tan›fl›r. Bu mart›n›n ad› Fletcher (Fileç›r)'d›r. Sürüden kovulan di¤er mart›larla üç veya dört kiflilik grup kurarlar ve bu gruplar Jonathan'›n ö¤rencileri olur. Uçmak isteyen mart›lar Jonathan'›n yan›na gider ve Jonathan'a uçmak istediklerini söylerler. Jonathan fleffaflaflmadan önce Fletcher’e kendi görevini verir. Yani Fletcher, Jonathan’›n ö¤rencilerine ders verecektir.) 80 Sabah›n ilk saatleriydi ve yeni do¤an günefl, durgun denizin küçücük dalgalar› üzerinde, alt›n sar›s› ›fl›klar›yla par›ld›yordu. K›y›dan bir mil aç›kta, sakin sulardaki, bir bal›kç› teknesinin görünümü, mart› sürüsü için sanki bir “kahvalt›” ça¤r›s›yd› ve binlerce mart›, sürü hâlinde, yiyecek k›r›nt›lar› için kurnazca kap›fl›p kavga etmeye geldi. Yo¤un ve hareketli bir gün daha bafll›yordu. Bütün bu olanlar›n ötesinde, bal›kç› teknesinin ve k›y›n›n çok uza¤›nda Mart› Jonathan Livingston, tek bafl›na uçufl denemeleri yapmaktayd›. Gökyüzünde, otuz metre yükseklikte, perdeli ayaklar›n› indiriyor, gagas›n› kald›r›yor ve kanatlar›n›n ac› veren zor bükümlü e¤imini koruyabilmek için geriliyor, kendini kas›yordu. Bu e¤im demekti ki eskisinden daha yavafl uçabilecekti. Rüzgâr, yüzünde sanki bir f›s›lt› gibi kalana kadar, alt›ndaki okyanus hareketsizleflene de¤in yavafll›yor, bütün dikkatini toplay›p gözlerini k›s›yor, solu¤unu tutuyor, zorluyor... tek... bir... santim... daha... e¤im... Ve sonra tüyleri birbirine kar›flm›fl bir hâlde, bocalay›p düflüyordu. Bildi¤iniz gibi, mart›lar asla bocalamaz, asla sendelemezler. Havada bocalamak onlar için bir utanç ve onursuzluktur. Ama utanmadan, o titreyen zor e¤imle kanatlar›n› yeniden geren -yavafllayan, yavafllayan ve bir daha bocalayan- Mart› Jonathan Livingston s›radan bir kufl de¤ildi. 81 Mart›lar›n ço¤u, uçuflun en basit gerçeklerinden daha fazlas›n› ö¤renmeye ald›rmazlar. Uçuflun tek gerçe¤i ve anlam› vard›r onlar için: K›y›dan aç›klara do¤ru yiyece¤e ulaflmak ve tekrar k›y›ya geri dönmek. Ço¤u mart› için önemli olan uçmak de¤il, kar›n doyurmakt›r. Ama Mart› Jonathan Livingston için önemli olan, uçmakt›. O, uçmay› her fleyden çok seviyordu. Onun buldu¤u bu düflünce türü, di¤er kufllar›n hofluna gitmek için de¤ildi. Annesi ve babas› bile, Jonathan’›n, bütün günlerini, bir bafl›na alçaktan uçarak yüzlerce defa yapt›¤› süzülme denemeleriyle geçirmesinden kayg›lan›yorlard›. Mart› Jonathan nedenini bilmiyordu ama suyun üzerinde, kanat aç›kl›¤›n›n yar›s›ndan daha az bir yükseklikte uçtu¤unda, az bir çabayla havada daha uzun bir süre kalabiliyordu. Art›k Jonathan’›n havada süzülüflleri, her zaman oldu¤u gibi inik ayaklarla suya çarpmak yerine, ayaklar› gövdesine s›k›ca yap›flm›fl bir biçimde su yüzeyine dokundu¤unda, gerisinde uzun ve düzgün bir iz b›rakarak sona eriyordu. K›y›da da benzer süzülmeler yapmaya bafllay›p daha sonra da süzüldü¤ü uzunlu¤u, kumun üzerinde b›rakt›¤› izi ad›mlayarak ölçmeye vard›rd›¤›nda, annesi ve babas› dehfletten donup kald›lar. “Neden Jon, neden?” diye sordu annesi. “Sürüdeki di¤erleri gibi olmak, onlara benzemek senin için neden bu kadar zor Jon? Alçaktan uçmay› neden pelikanlara ve albatroslara b›rakm›yorsun? Neden yemiyorsun? Jon, bir tüy bir kemik kald›n!” “Bir tüy bir kemik kalmaya ald›rm›yorum anne. Yaln›zca havada neler yap›p neler yapamayaca¤›m› bilmek istiyorum, hepsi bu. Yaln›zca bilmek istiyorum.” 82 “ Bak Jonathan.” dedi babas›, k›r›c› olmayan bir sesle. “K›fl pek uzak de¤il. Bal›kç› tekneleri azalacak ve yüzey bal›klar› derinlere inecekler. E¤er çal›flman gerikiyorsa, bir fleyler ö¤renmen gerekiyorsa yiyece¤ini nas›l bulaca¤›n› ö¤ren. Bütün bu uçma ifli iyi, güzel de biliyorsun, süzülmeyi yiyemezsin. Unutma ki uçman›n nedeni kar›n doyurmakt›r.” Jonathan itaatle bafl›n› sallad›. Sonraki birkaç gün içinde di¤er mart›lar gibi davranmaya çal›flt›; gerçekten çabalad›, iskelelerin ve bal›kç› teknelerinin çevresinde, sürüyle birlikte 盤l›klar att›, onlarla kavgalar etti, bal›k ve ekmek art›klar›na dal›fllar yapt›. Ama bu ifli sürdüremedi. “Hepsi o kadar anlams›z ki” diye düflündü, zor kazan›lm›fl bir hamsiyi, kendisini kovalayan yafll›, aç bir mart›n›n önüne bilerek düflürürken. “Bütün bu zaman› uçmay› ö¤renerek geçiriyor olabilirdim. Ö¤renecek bu kadar fley varken!” K›sa bir süre sonra Mart› Jonathan, yine bir bafl›na uzaklardayd›, aç›k denizde, aç, mutlu ve yine ö¤reniyordu. U¤raflt›¤› konu “h›z” konusuydu ve bir haftal›k denemeden sonra bu konuda, yeryüzünde yaflayan en h›zl› mart›dan daha çok fley ö¤rendi. Üç yüz metre yükseklikten, kanatlar›n› var gücüyle ç›rparak dalgalara do¤ru ç›lg›nca, inan›lmaz biçimde dimdik bir dal›fla geçti ve mart›lar›n neden böyle ç›lg›nca, dikine dal›fllar yapmad›¤›n› ö¤renmiflti. Yaln›zca alt› saniyede h›z› saatte yetmifl mile ulaflm›flt›. Bu h›zda kanatlar›n› denetleyemiyor, dengesini yitiriyordu. 83 Zaman içerisinde, her seferinde, sürekli böyle oldu. Dikkatli oldu¤u kadar, yetene¤inin son s›n›r›na kadar çal›flmas›na karfl›n, yüksek h›zda kontrolünü kaybediyordu. Üç yüz metreye t›rmand›. Önce bütün gücüyle ileri at›l›p kanatlar›n› ç›rparak dimdik bir pikeye geçti ama her seferinde sol kanad› bocalay›p fliddetle sola yuvarlan›yor, sa¤ kanad› ile dengesini sa¤lamaya çal›fl›yorsa da, sa¤a dönerek alabora oluyordu. Bu savruluflta, bir türlü yeteri kadar dikkatli olam›yordu. On kez denedi. Onunda da h›z› saatte yetmifl mili aflt›¤›nda, kontrolden ç›k›p çalkalanan bir tüy y›¤›n› biçiminde suya çak›ld›. Her yan›ndan sular damlarken sonunda püf noktas›n› bulmufltu: Yüksek h›zlarda kanatlar›n› hareketsiz tutmal›yd›. H›z› saatte elli mile var›ncaya de¤in kanat ç›rpmal› daha sonra onlar› hareket ettirmemeliydi. Alt› yüz metreye ç›k›p yeniden denedi. Gagas›n› afla¤› dikip denize do¤ru pikeye geçti. H›z›, saatte elli mili afl›nca kanatlar›n› gerdi ve hareketsiz b›rakt›. Bu deney, ola¤anüstü güç tüketmiflti onda. Ama sonunda baflarm›flt›. On saniye içinde h›z› saatte doksan mile ulaflm›fl, mart›lar aras› dünya h›z rekorunu k›rm›flt› Jonathan. Richard BACH (Riflart Bah) 84 SERBEST OKUMA METN‹ B‹R BAfiARI ÖYKÜSÜ Hellen (Hel›n) 1880 y›l›nda ABD’nin Tuscumbia (Task›mbiya) flehrinde do¤du¤u zaman son derece sa¤l›kl› bir bebekti. 18 ayl›k oluncaya kadar da ciddi bir sa¤l›k sorunu olmad› küçük k›z›n. Ama iki yafl›n› doldurmaya birkaç ay varken ateflli bir hastal›k geçirdi. Hastal›¤›n›n tedavisi bitip yaflamsal tehlikeyi atlatt›¤›nda Hellen Keller (Hel›n Köl›r)’in yaflam› tümüyle de¤iflmiflti. Çevresindeki birçok kifli Hellen Keller’in geçirdi¤i ateflli hastal›k nedeniyle zihinsel yetene¤ini yitirdi¤ine inan›yordu. Bebeklikten çocuklu¤a geçifl döneminde çevresinde olan biteni çok az anlamas›, ele avuca s›¤mazl›¤›, asili¤i bu inan›fl›n onayland›¤›n›n göstergesiydi. Hellen Keller’in geçirdi¤i hastal›k onu konuflma, görme ve iflitme engelli yapm›flt› ama hiç kimse onun zihinsel yeteneklerinin fark›nda de¤ildi henüz. Konuflma, görme ve duyma engelli Hellen Keller’in as›l yaflam› ise 1887 y›l›n›n mart ay›nda, yedi yafl›na girmesine çok az kala bafllad›. Perkins (Pörkins) Görme Engelliler Okulundan yeni mezun olan 20 yafl›ndaki genç ö¤retmen Anne Mansfield Sullivan (En Mensfild Sall›v›n), Hellen Keller’a ö¤retmenlik yapmak üzere Tuscumbia flehrine geldi¤inde, karfl›s›nda duran konuflma, görme ve iflitme engelli küçük k›z›n insan beyninin do¤ru kullan›ld›¤›nda ola¤anüstü bir kapasitesi oldu¤unu tüm dünyaya gösterece¤ini bilmiyordu. Ö¤retmen A. Sullivan (Sall›v›n), Perkins Görme Engelliler Okulundaki ö¤rencilerinin Hellen’e götürmesi için yapt›klar› oyuncak bebekle bafllad› ifle. Elleri ile Hellen’in ellerine “b-e-b-e-k” sözcü¤ünü heceledi. Onun nesneler ve harfler aras›nda bir ba¤lant› kurmas›n› sa¤lamak istiyordu. Hellen, harfleri do¤ru olarak yapmas›n› çok h›zl› ö¤rendi ama bunu yaparken henüz bir sözcü¤ü heceledi¤ini ya da böyle bir sözcük oldu¤unu bilmiyordu. 85 Bir gün Hellen ve ö¤retmeni bahçedeki tulumban›n yan›na gittiler. Ö¤retmen tulumbadan suyu çekerken Hellen’in elini suyun alt›na tuttu. So¤uk su Hellen’in bir eline akarken ö¤retmen di¤er eline “s-u” sözcü¤ünü önce yavafl, sonra h›zl›ca heceledi. ‹flte o anda Hellen’in kalbi yerinden f›rlarcas›na çarpmaya bafllad›. Ö¤retmenin vermeye çal›flt›¤› mesaj› alm›flt›. Yaflam›n›n ilk 18 ay›nda zihninde yer etmifl olan tek sözcüktü su. Bu tek sözcükten yola ç›karak dokundu¤u nesnelerle harfler aras›nda bir ba¤lant› oldu¤unu, her nesnenin sözcüklerle ifade edildi¤ini anlad›. O gün akflam karanl›¤›na dek 30 sözcük ö¤renmiflti Hellen. Bu, Hellen Keller’in e¤itiminin bafllang›c›yd›. Önlerinde uzun ve engellerle dolu bir yol vard›. Ama Hellen yenilgiye u¤ramay› kabullenmektense durmaks›z›n çal›flarak mücadeleden baflar›yla ç›kmay› seçmiflti. K›sa sürede alfabeyi ö¤rendi. Sonra elini kullanarak yazmaya ve görme engelliler için haz›rlanm›fl yaz›lar› okumaya bafllad›. Ö¤retmen A. Sullivan ve Hellen Keller k›sa sürede ayr›lmaz bir ikili oluflturdular. Hellen Keller 10 yafl›na geldi¤inde konuflmay› ö¤renmeye karar verdi. Norveç’te görme ve iflitme engelli küçük bir k›z›n konuflmay› baflard›¤›ndan haberi olmufltu. Kendisine duydu¤u sonsuz güvenle “Bir baflkas› baflard›ysa ben de baflarabilirim” diyordu. Böylece Horace Mann (Horis Men) okulundan gelen bayan Sarah Fuller (Sera Föll›r) ile konuflma derslerine bafllad›. 86 fiimdi önünde yeni bir hedef vard› Hellen Keller için: “Bir gün koleje gidece¤im.” diyordu. Hellen Keller için “vazgeçmek” yoktu. Önce Radcliffe (Redklif) Kolejine haz›rl›k olan Cambrigde (Kembiriç) Okuluna bafllad›, 1904 y›l›nda ise edebiyat fakültesi diplomas›n› ald›. Tüm e¤itimi ve çal›flmalar› s›ras›nda ö¤retmeni A. Sullivan daima yan›ndayd›. Ö¤rencisinin baflar›s› için çabal›yor, Hellen’le birlikte ard› ard›na kitaplar okuyor, konferanslara kat›l›yordu. Ö¤retmen A. Sullivan’›n 1905 y›l›nda tan›nm›fl bir sosyalist olan John Macy (Con Meysi) ile evlenmesi, ö¤retmen ve ö¤rencisini amaçlar›ndan uzaklaflt›rmad›. Hellen ö¤retmeninin evinde yaflamaya bafllad›. Bay ve Bayan Macy onun tüm çal›flmalar›nda, etkinliklerinde ellerinden gelen yard›m› gösterdiler. Ö¤retmen ve ö¤rencisi Hellen’in bu uyumlu birlikteli¤i A. Sullivan’›n 1936 y›l›nda ölümüne kadar sürdü. Sonras›nda Hellen yaln›z devam etti yoluna. Ama art›k Hellen’i herkes tan›yordu. Zaman›n birçok tan›nm›fl kiflisi ile güzel dostluklar kurdu. Hellen’in yaflad›¤› bir deneyim, görme engelli olmayanlar›n da ço¤u zaman “görmeden” yaflad›klar›n› ö¤retti ona. Ormanda, parklarda gezintiye ç›kan bir arkadafl›na heyecanla sormufltu: “Haydi anlat, neler gördün ormanda?” Arkadafl› Hellen’in bu heyecan›n› anlamaktan uzak “Hiçbir fley” dedi. “Herkesin bildi¤i s›radan fleyleri gördüm.” Hellen ald›¤› yan›t karfl›s›nda büyük bir düfl k›r›kl›¤› yaflam›fl ve arkadafl› ad›na çok üzülmüfltü. “Ben New York (Nivyork)’un müzelerinde dolafl›rken dokundu¤um eflyalar› keflfetmekten inan›lmaz bir heyecan duyuyor, sözcüklerle anlat›lamayacak kadar büyük bir mutluluk yafl›yordum.” dedi. “Sen nas›l oluyor da görme engelli olmamana karfl›n çevrendeki güzelliklerin fark›na varm›yorsun?” 87 Hellen yaflam› parmak uçlar›nda hissederek yaflarken fiziksel engelleri olmamas›na karfl›n “görmeden, duymadan” yaflayanlara flöyle sesleniyordu: “Yaln›zca üç gün daha görebilece¤inizi düflünün. Nas›l tüm ayr›nt›lar› gördü¤ünüzü anlayacaks›n›z. Üç gün daha iflitebilece¤inizi düflünün. Her bir sesin, notan›n nas›l özlemle ruhunuza doldu¤unu göreceksiniz. Yaflanacak üç gününüzün kald›¤›n› düflünün. Yaflam›n tüm saniyelerini nas›l özlemle yaflad›¤›n›z› göreceksiniz.” Hellen yaz›lar›n› önce görme engellilerin kulland›¤› Braille (Brey›l) daktilosunda yaz›yor, sonra normal daktiloya geçiriyordu. Hellen’in Radcliffe’de okudu¤u s›rada, aral›klarla yazmaya bafllad›¤› yaflam öyküsünü bitirmesi 50 y›l sürdü. “Benim Yaflam Öyküm” ad›n› verdi¤i kitab› önce Ladies Home Journal (Leydiiz Hom Jörn›l)’da kitap biçiminde seri olarak ç›kt›. Hellen Keller’in en çok tan›nan bu eseri günümüzde 50’den fazla dile çevrildi. Hellen Keller bir yandan yaz›lar›n› yazarken di¤er yandan üyesi oldu¤u Amerika Görme Engellileri Derne¤i ve Dünya Körler Birli¤i için ülke ülke dolaflarak konferanslara kat›ld›, yard›mlar toplad›. Birçok kitap, makale, biyografi yazan Hellen Keller etkinlikleri ve çal›flmalar› nedeniyle defalarca üstün hizmet ödülü ve çeflitli üniversitelerin onursal doktoras›n› ald›. 1946 ve 1955 y›llar› aras›nda befl k›tada 35 ülkeyi dolaflan Hellen Keller gitti¤i her ülkede milyonlarca görme engelliye yaflama sevinci ve ayd›nl›¤› götürdü. Hellen Keller için yaflam, ya cesaret isteyen bir deneyim ya da bir hiçti. Hellen Keller 1968 y›l›nda 88’ inci do¤um gününe çok az kala Arcan Ridge (Ark›n Riç)’te öldü. Külleri tüm yaflam› boyunca ayr›lmaz bir ikili oluflturdu¤u ö¤retmeni A. Sullivan’›n yan›nda yerini alan Hellen Keller’i Senatör Lister Hill (List›r Hiyl)’in sözleri çok güzel tan›ml›yor. “O, ölmedi, yaflamaya devam edecek. Hellen Keller, hiç ölmemek üzere do¤mufl, az rastlanan ölümsüz isimlerden birisidir. Tüm dünyaya, cesaret ve inanc›n s›n›rlar› olmad›¤›n› gösteren bu kad›n›n kitaplar› okundu¤u, öyküleri anlat›ld›¤› sürece o yaflayacak.” Nuray BARTOSCHEK (BARTOfiEK) 88 KAYNAKÇA ATATÜRK, Mustafa Kemal, “Onuncu Y›l Nutku”, Nutuk, Atatürk Dizisi,1,2,3.Cilt,Millî E¤itim Bakanl›¤› Yay›nlar›,‹stanbul, 2001. BANARLI, Nihat Sami, “Resimli Türk Edebiyat› Tarihi”, 1. Cilt, Millî E¤itim Bas›m Evi, ‹stanbul, 1983. BARTOSCHEK, Nuray, “Bir Baflar› Öyküsü”, Bütün Dünya, Ekim 2002. B‹LEN, ‹dris, “Empati ile Yaflamak”, Ayl›k Kiflisel Geliflim ve Yaflama Sanat›, Nisan 2006. ÇOKUM, Sevinç, “Nevruz ve Birlik”,Türkiye gazetesi, 24.03.1994. ÇOLAK, Ali, “Aflinas›z”,‹nce Sözler, Ötüken Yay›nlar›, ‹stanbul, 2000. ÇOLAK, Ali, “Bilgisayar Yaln›zl›¤›”, Günün Ötesi, Ötüken Neflriyat, ‹stanbul, 1999. ESENDAL, Memduh fievket, Edebiyatç›lar Konufluyor, Varl›k Yay›nlar›, ‹stanbul, 1953. GÖKfiEN, Naci Enver, “‹ki ‹yi ‹nsan”, Çardak Alt›, Kader Bas›mevi, ‹stanbul, 1951. HALMAN, Talat Sait, “Aflk Elçisi: Yunus Emre”, Skyl›fe Dergisi, ‹stanbul, May›s 1991. KALIPÇI, ‹lknur Güntürkün, “‹flte Onun Evrensellik Anlay›fl›,”, Her Yönüyle ‹nsan Atatürk, Uluda¤ Üniversitesi Kitapl›¤›, Haziran 2002. KANIK, Orhan Veli, “‹stanbul’u Dinliyorum”, Bütün fiiirleri, Yap› Kredi Yay›nlar›, ‹stanbul, 2004. ÖNDER, Mehmet, “Anadolu'nun Baht› Aç›k Kara Treni”, Ald› Sözü Anadolu, Elips Kitap, Ankara, 2005. REGÜ, fiükrü Enis, “Mimar Sinan”, Onlar da Çocuktu, Kültür Bakanl›¤› Yay›nlar›, ‹stanbul,1975. BACH, Richard, Mart› Jonathan Livingston, Çeviren: Esendal Kuzucu, Art Yay›nlar›, Ankara, 2004. Sabah gazetesi, “Dünyada Yayg›n”,26.03.2005. SAKAO⁄LU, Saim, “K›z Kalesi”, 101 Anadolu Efsanesi, Kültür Bakanl›¤› Yay›nlar›, Ankara, 1989. SAYILI, Ayd›n, “Atatürk ve Bilim”, Atatürkçülük 2.Kitap,Genelkurmay Baflkanl›¤›, ‹stanbul,Millî E¤itim Bakanl›¤› Yay›nlar›, ‹stanbul, 2001. SERTBARUT, Miyase, Çi¤dem Der ki..., ‹fl Bankas› Yay›nlar›, Ankara, 2001. TANKUT, Hasan Reflit, “Her fieyden Evvel Millet”, Atatürk’ten An›lar, hzl.: Kemal ARIBURNU, ‹nk›lâp Yay›nevi, ‹stanbul,1998. TARCAN, Selim S›rr›, “Hayatta Baflar›n›n Yollar›”, Konuflma Sanat›, hzl.:Ertu¤rul YAMAN,Gazi Kitabevi, 2001. TARCAN, Selim S›rr›, “Verilen Sözü Tutmak ve Vaktinde ‹fl Yapmak”, Kompozisyon Sanat›, hzl.:Seyit Kemal KARAAL‹O⁄LU, ‹nk›lâp Yay›nlar›, ‹stanbul,1991. TOKEL, Bayram Bilge, “Geçmifl Zaman fiiirleri”, Bir Yer Üflür, Millî E¤itim Bakanl›¤› Yay›nlar›, Ankara, 2003. YALÇIN, Alemdar-G›yasettin AYTAfi, “Ergenekon Destan›”, Çocuk Edebiyat›, Akça¤ Yay›nlar›, Ankara, 2005. YET‹MO⁄LU, P›nar, “Eski Ankara Evleri”, Çocuk Edebiyat›, hzl.:Alemdar YALÇIN-G›yasettin AYTAfi, Akça¤ Yay›nlar›, Ankara, 2005. Zaman gazetesi, “Nesli Tükenen Bal›klara Çipli Takip”,17.07.2006; “Carettelara Uydudan Çipli Takip”, 05.12.2005; “Bafl›bofl Hayvanlar Çiple Takip Edilecek”,13.10.2004. 89