29 Ekim - Türk Parlamenterler Birliği
Transkript
29 Ekim - Türk Parlamenterler Birliği
Parlamento Hakimiyet Milletindir Ekim 2013 Sayı: 7 Ayl ı k sürel i yay ı n Cumhuriyetimiz 90 yaşında Yerel seçimlere iddialı hazırlık Gıda Tarım ve Hayvancılık Bakanı Mehdi Eker: Tarım ve hayvancılığımız hak ettiği değere kavuştu RAYLAR ÜZERİNDE 157 YIL Ekim 2013 Sayı: 7 Fiyatı: 20 TL / Kurum ve kuruluşlar için: 30 TL Yerel süreli yayın ISSN 2147-6616 Büyükharf Bas. Yay. Tan. Dan. ve Org. Ltd. Şti. adına TPB Parlamento Dergisi Sahibi ve Yazı İşleri Müdürü Eren Safi Yayın Koordinatörü Erbay Kücet Editör Songül Baş TÜRK PARLAMENTERLER BİRLİĞİ GENEL BAŞKAN Nevzat PAKDİL Kahramanmaraş Milletvekili Yazı İşleri Bilge Yavuz Cahit Yıldız Deniz Varol Elif Çelik Gökçe Doru Nehir Öztürk Pınar Ünsal Zeynep Yiğit Yahya AKMAN Şanlıurfa Milletvekili Katkıda Bulunanlar Dr. Ahmet Tetik Hakan Arslanbenzer Dr. Polat Safi Yusuf Karaca Kadir Ramazan COŞKUN Genel Sekreter 19. Dönem İstanbul Milletvekili YAYIN KURULU Cahit BAĞCI Çorum Milletvekili Tasarım Evrim Uluçay Sinan Günçiner İlknur İNCEÖZ Aksaray Milletvekili Koordinasyon İsmail Demir Alpaslan KAVAKLIOĞLU YAPIM Büyükharf Bas. Yay. Tan. Dan. ve Org. Ltd. Şti. Uğur Mumcu Cd. 13/5 Çankaya / ANKARA T: 0312 446 15 72 F: 0312 446 15 82 www.buyukharf.com.tr BASKI Başak Matbaacılık ve Tanıtım Hiz. Ltd. Şti. T: 0312 397 16 17 Niğde Milletvekili Nuri USLU Genel Sekreter Yardımcısı 23. Dönem Uşak Milletvekili Yayımlanan yazıların hukuki sorumluluğu yazarlarına aittir. Makul alıntılar dışında izinsiz iktibas yapılamaz. E k im 2 013 İçindekiler KAPAK 22 Kara trenden hızlı trene: Raylar üzerinde 157 yıl 29 TCDD Genel Müdürü Süleyman Karaman: Trenlerimizin hızına hız katıyoruz DOSYA 46 Yılmaz Karakoyunlu: Siyaset dili terbiye demektir 64 Şarkı söyleyen kasır: Aynalıkavak 72 Ali Rıza Alaboyun NATOPA’yı anlattı 34 Yerel seçimlere iddialı hazırlanıyorlar 4 Başkanın Mesajı DÜNYAPARLAMENTOLARI 6Birlik’ten 10Haberler 18Dünyadan 20 Erdoğan Bayraktar: Çevreye yatırım, insana ve geleceğe yatırımdır 44 Suat Kılıç: “Güçlü Yarınlar” için büyük yatırımlar 78 Tarih Sahnesi 39 Macaristan Parlamentosu: Göğe uzanan demokrasi 84 Yüzlerce yıllık keyif 86Kitap 87Film 50 56 60 88Müzik 89Televizyon 90 Vekiller ne okuyor / ne izliyor 92 Sosyal medya günlükleri 93 Zelkif Kazdal ile sosyal medya söyleşisi 94Unutmayacağız 69 Han Duvarları’ndan Meclis sıralarına bir şairin hikayesi Gıda Tarım ve Hayvancılık Bakanı Mehdi Eker ile söyleşi Büyük zaferin dosta düşmana ilanı: 29 Ekim 1923 74 Ateş kahramanları: Yangın söndürme ekibi Uluç Gürkan ile siyaset üzerine 80 Müşfik Kenter’i dinliyorum gözlerim kapalı... 6 Başkanın Mesajı Yeni yasama yılı B Nevzat Pakdil Türk Parlamenterler Birliği Genel Başkanı, Kahramanmaraş Milletvekili Demokratik bir cumhuriyetin erdemi, halkı bütün renkleri, sesleri ve iradesiyle siyasi iktidarın odağı haline getirmektir. Ekim 2013 aşbakan Sayın Recep Tayyip Erdoğan’ın açıkladığı demokratikleşme paketinden hemen sonra yeni yasama yılının başlaması çok anlamlı oldu. Çünkü Türkiye Büyük Millet Meclisi var olan sorunların çözüm merkezidir. Cumhuriyet bu Meclis çatısı altında kuruldu, Kurtuluş Savaşı buradan yönetildi ve kazanıldı. Cumhuriyetin ilanı ve onu takip eden reformlar, kalkınma hamleleri bu Meclis eliyle gerçekleştirildi. Bir bağımsızlık savaşı kazanan, şimdiye kadar ortaya çıkan sorunları çözen bu Meclis, mevcut tüm sorunları çözmeye de muktedirdir. Özellikle askerî darbeler sonrasında kabul edilen anayasa ve kanunların ortaya çıkardığı insan hakları sorunlarının, millet iradesi ile seçilen milletvekillerinden oluşan Meclis tarafından çözülmesi önemli bir misyondur. Her türlü sorunun çözümüne katkı sunmak, bu misyona layık olabilenler için de en büyük şereftir. Demokratik bir cumhuriyetin erdemi, halkı bütün renkleri, sesleri ve iradesiyle siyasi iktidarın odağı haline getirmektir. Toplumu tek tipleştirme, prototip kalıplara sığdırma düşüncesi 20. yüzyılda kalmıştır. Türkiye’nin demokratikleşmesinin önünde bu yıllardan kalan engeller bir bir aşılacaktır. İnsanların fikir ve dinî inançlarına müdahale etmek, etnik kimlikler üzerinde baskılar yapmak bu engellerden bazılarıdır. Son yıllarda yapılan demokratikleşme hamleleri ile bu sorunların birçoğu çözülmüştür. Başbakan Sayın Recep Tayyip Erdoğan’ın açıkladığı yeni demokratikleşme pake- Başkanın Mesajı ti, şimdiye kadar demokratikleşmeye yönelik düzenlemelere ciddi katkılar sağlayacaktır. Şimdi yeni yasama yılı başladı. Demokratikleşmeye yönelik olarak Parlamento’nun çıkaracağı kanunlar, halkın siyasi iradesini yansıtacaktır. Bu açıdan değerlendirdiğimizde tüm siyasi partilerin çözüm süreçlerine, atılan adımlara destek sunması bu millete olan saygının bir göstergesidir. Sorunlara değişik çözüm önerileri sunmak, farklı bakmak normal bir durumdur. Farklı bakış açılarını “kutuplaşma” olarak görmek, olgunlaşmamış bir demokratik anlayışın tezahürüdür. Gerek demokratikleşmeye yönelik yapılacak kanuni düzenlemelerde, gerekse yeni anayasanın kabul edilmesine yönelik çalışmalarda demokratik olgunluk son derece önemlidir. Demokrasinin olgunluğu, ülkenin temel siyasi meselelerinde en yüksek düzeyde katılımın teşviki ve güçlendirilmesi ile yakından alakalıdır. Saygılarımla. Ekim 2013 7 8 Birlik’ten Türk Parlamenterler Birliği Adıyaman’daki çadırkentte incelemelerde bulundu “Yüzyılın trajedisi Suriye’de yaşanıyor” TÜRK Parlamenterler Birliği Genel Başkanı ve TBMM İnsan Haklarını İnceleme Komisyonu Üyesi Nevzat Pakdil, Suriye’de yüzyılın trajedisinin yaşandığını belirterek, “Suriye’de yüzbinlerce insan öldü, milyonlarca insan başka ülkelere sığındı, her beş kişiden biri evini barkını terk etti. Bu trajediyi küresel güçler bir tiyatro sahnesinde yaşanıyormuş gibi seyrediyor. Batılıların evrensel ve vazgeçilemez insan hakları ilkeleri bir söylevden ibaretmiş. Suriye’de insanlıkla birlikte bu ilkeler de ölmüştür” dedi. Türk Parlamenterler Birliği Genel Başkanı Nevzat Pakdil, TBMM İdare Amiri ve Malatya Milletvekili Ömer Faruk Öz, Sanayi, Ticaret, Enerji, Tabii Kaynaklar, Bilgi ve Teknoloji Komisyonu Başkanı ve Malatya Milletvekili Mahmut Mücahit Fındıklı, Şanlıurfa Milletvekili Mahmut Kaçar, Adıyaman milletvekilleri Mehmet Erdoğan, Salih Fırat, Adıya- Ekim 2013 man Belediye Başkanı Necip Büyükaslan ve AK Parti Adıyaman İl Başkanı İbrahim Halil Fırat, Adıyaman’daki çadırkentte incelemelerde bulundu. Yetkililerden bilgi alan heyet daha sonra Suriyeli sığınmacılarla görüştü. Suriye’deki iç savaşta babasını kaybeden Abdullah Nasri isimli çocuğun Türkçe okuduğu türkü heyeti duygulandırdı. “İnsanlık bitmiştir” Türk Parlamenterler Birliği Genel Başkanı Nevzat Pakdil, Suriye’de her ay 5 bin insanın öldüğünü, 2 milyon insanın iç savaşta ülkeyi terk etmek zorunda kaldığını ifade ederek, “Türkiye’de çadırkentlerde kalan sığınmacı sayısı 200 binin üzerine çıkmıştır. Türkiye olarak biz bu kardeşlerimizin her türlü ihtiyacını karşılıyoruz. Eğitimleriyle ilgileniyoruz, meslek sahibi olmaları için kurslar düzenliyoruz. Fakat hiçbir şey bu kardeşlerimizin kendi evlerine dönmelerinden daha önemli olamaz” diye konuştu. Türkiye’nin tarih boyunca zulümlerden kaçan insanlara kapılarını açtığını hatırlatan Pakdil, “Biz merhamet peygamberinin ümmetiyiz. Darda kalan kim varsa onların durumlarıyla ilgileniriz. İnsan hakları budur. Darda kalanın sıkıntısıyla ilgilenmek bir insan hakkıdır. Bizim inancımızın bir gereğidir” dedi. Birlik’ten “Demokrasimize sahip çıkıyoruz” Pakdil: Her yeni girişimci, ülkemizin kalkınması için bir tuğla koymaktadır TÜRK Parlamenterler Birliği Genel Başkanı TÜRK Parlamenterler Birliği Genel Başkanı Nevzat Pakdil, Türkiye’nin yıllarca “darbe rejimi”nin gölgesi altında kaldığını, bunun sonucunda 28 Şubat gibi süreçlerin yaşandığını belirterek, “Bu tepeden inmeci, yaptırımcı, dayatmacı rejim anlayışlarından kurtulmamız gerekmektedir. Türk demokrasisi gelişmiş demokrasilerde olduğu gibi halkın iradesine bağlı olarak sürdürülmelidir. Millet sandığa giderek oyunu vermelidir ve çıkan sonuca herkes saygı göstermelidir. İktidar da süresi dolduğunda tekrar seçime gitmeli ve halkın tercihleri yenilenmelidir. Bunun haricinde bir beklenti içerisinde olmak halkımıza ihanettir” dedi. Pakdil, 12 Eylül askerî darbesinin 33. yıldönümü dolayısıyla yaptığı açıklamada şunları ifade etti: “Cumhuriyetimiz bazı temel prensipler üzerine kurulmuştur. Bunlardan en önemlisi ‘Egemenlik kayıtsız şartsız milletindir’ prensibidir. Milletin tercihine, oy vererek seçtiği yöneticilere karşı çıkmak, beğenmemek, elit sınıf anlayışından kurtulamamak demektir. Ülkemizde askerî darbeleri yapanlar, ‘Demokrasinin tıkanıklıklarını aşmak için yaptık. Ülkeyi iç karışıklıklardan kurtardık’ demişlerdir. Oysa ülkemizde darbelere giden yola baktığımızda durumun hiç de öyle olmadığı görülmektedir. Darbeler sonrasında yıllarca süren ekonomik ve sosyal darboğazlar, açmazlar oluşmuştur. Darbeler halka ve halkın iradesine karşı yapılan eylemlerdir. Darbeleri kabul etmek, mazur görmek, hiçbir demokratik anlayışa, hiçbir insan hakları saikine uymaz.” “Yamalı bohça haline geldi” Farklı yıllarda yapılan anayasa değişiklikleri ile 1982 Anayasası’nın yamalı bohça haline geldiğine işaret eden Nevzat Pakdil, “12 Eylül 2010 tarihinde yapılan anayasa değişikliği ile 1982 Anayasası’nın bu ülke insanının üzerine koyduğu ipotek kısmen de olsa kalkmıştır. Vatandaşlarımız bu referandumda ‘Demokrasimize sahip çıkıyoruz’ demiştir. Bizim isteğimiz özgürlükçü, ülkenin gelişmesinin önündeki engelleri kaldıracak, üzerinde herkesin mutabakat sağladığı, insan haklarının ön plana çıkarıldığı bir anayasanın bir an önce kabul edilmesidir” dedi. Nevzat Pakdil ile Kahramanmaraş milletvekilleri Sıtkı Güvenç ve Mesut Dedeoğlu, KOSGEB Uygulamalı Girişimcilik Eğitimi Sertif ika Töreni ve Yeni Girişimci Desteği Bilgilendirme Etkinliği’ne katıldı. Toplantıda konuşma yapan Nevzat Pakdil, ülke kalkınması için devlet olarak girişimcilere ciddi destekler verdiklerini, yatırım yapmak isteyenlerin önündeki engelleri kaldırdıklarını söyledi. Türk insanının müteşebbis bir ruha sahip olduğunu, kısıtlı sermaye ile ciddi işler yaptığını ifade eden Pakdil, “Her yeni girişimci, bu ülkenin kalkınması için bir tuğla koymaktadır. Girişimcilik, günümüzün en popüler konularından biri olarak çok çeşitli kesimlerden ilgi görmektedir. Kişilerin kariyer planlamalarını yaparken girişimciliği bir seçenek olarak gündemlerine alabilmeleri artık büyük ölçüde kolaylaşmış ve girişimciliğe olan bu yönelişin hızını artırıcı özelliklere sahip yepyeni bir ekonomik yapı ortaya çıkmıştır. Burada bize düşen yatırım yapan girişimcilerimize pazar konusunda yardımcı olmaktır. KOSGEB bu konuda ciddi çalışmalar yürütmektedir” dedi. KOSGEB İl Müdürü Dr. Sadık Gözek ise “Uygulamalı Girişimcilik Eğitimi, girişimcilik kültürünü yaygınlaştırmak ve girişimcileri iş planı kavramı ile tanıştırarak başarılı işletmelerin kurulmasını sağlamak amacıyla veriliyor. Eğitim sonunda girişimci adaylarının kendi iş fikirlerine yönelik iş planlarını hazırlayabilecek bilgi ve deneyimi kazanmaları hedefleniyor” diye konuştu. Ekim 2013 9 10 Haberler Türk Parlamenterler Birliği: Eğitime yapılan yatırım, geleceğimize ışık tutmaktır TÜRK Parlamenterler Birliği 2013-2014 eğitim-öğretim döneminin hayırlı olmasını diledi. Birlik’ten yapılan açıklamada yaklaşık 17 milyon öğrenci ve 800 bin öğretmenin ders başı yaptığı belirtilerek, “17 milyon çocuğumuzu geleceğe hazırlamak zorundayız. Bunun yolu da kaliteli eğitimden geçmektedir” denildi. Bir ülkenin kalkınmasında en önemli unsurun geleceğin teminatı çocukların en iyi şekilde eğitilmesi olduğu vurgulanan açıklamada şu ifadelere yer verildi: “Bugün ilkokul, ortaokul ve liselerimizde verilen eğitim, çocuklarımızın bundan sonraki hayatlarını yakından ilgilendirmektedir. Eğitimden mahrum bir tek çocuğumuzun kalmaması için mücadelemizi sürdürmemiz gerekiyor. Öğrencilerin başarısında okul, aile ve çevre faktörleri çok önemli bir yer tutuyor. Lider ülke olabilmek için eğitimli ve kültürlü bir gençliğe ihtiyaç bulunuyor. Öğretmenlerimizin gayretleri, çocuklarımızın mücadelesi kendinden emin bir gençliğin yetişmesinde etkili olacaktır. Çocuklarıyla ilgilenen, sorunlarını çözmeye çalışan, okulla işbirliğini geliştiren ailelerin çocuklarının başarı oranı çok yüksektir. Okul-aile işbirliği son derece önemlidir. Bu açıdan okul-aile birliklerinin yaptığı çalışmaları çok önemsiyor ve destekliyoruz.” “Esnafımızın değişim ve dönüşümüne destek veriyoruz” ESNAF ve sanatkarların toplumun temel omurgasını oluşturduğunu belir- ten Türk Parlamenterler Birliği Genel Başkanı Nevzat Pakdil, “Ülkemizde esnaf ve sanatkarlar ekonomik kriz, küreselleşmeden kaynaklanan yüksek rekabet, yetersiz sermaye, gelenekçi ticari modeller, proje üretememe, tüketici tercihlerine cevap verememe, işbirliği ve kümelenme kültürünün eksikliği gibi bir sorun yelpazesi ile karşı karşıyadır. Bu sorunların çözümü için mücadele etmeye devam edeceğiz” dedi. Pakdil “Ahilik Haftası” dolayısıyla yaptığı açıklamada, “Ahilik yüzyıllar önce ortaya koyduğu ilkeler ile günümüze kadar varlığını sürdürmüştür. İnsanı temel alarak kurulan Ahilik, bu özelliği ile asırlara, yeniliklere, değişimlere meydan okumuştur” değerlendirmesinde bulundu. Günümüzde tüketicilerin haklarının kanunlarla belirlendiğine işaret eden Pakdil, “Oysa Ahilik’te oluşan gelenek ve doğal hukuk müşterinin tüm haklarını korumaya yöneliktir. Müşteriye, vatandaşa karşı yapılan her yanlış sonrasında o esnafın bulunduğu çarşıda barınma imkanı kalmıyordu. Çıranın yakılması, pabucun dama atılması sözlerinin altında da yanlış yapan kişinin esnaflığının bitirilmesi yatıyor. Dürüstlük ve doğruluk Ahilerin genel anlamda topluma mal ettikleri bir temel değerler ilkesidir” dedi. Ekim 2013 Haberler Milletvekillerinden cevizli sucuk üretimi CEVIZLI sucuk enerji, mineral ve vitamin yönünden zengin olan geleneksel bir gıdamız. Anadolu’nun değişik illerinde yapılan cevizli sucuk, bu kez milletvekilleri tarafından üretildi. Türk Parlamenterler Birliği Genel Başkanı ve Kahramanmaraş Milletvekili Nevzat Pakdil, Şanlıurfa Milletvekili Mahmut Kaçar, Adıyaman Milletvekili Mehmet Erdoğan, Malatya milletvekilleri Ömer Faruk Öz ve Mahmut Mücahit Fındıklı, Adıyaman’ın bir köyünde cevizli sucuk üreten aileye misafir oldu. Milletvekilleri bu sırada cevizli sucuk üretiminin her aşamasına katkıda bulundu. Vekiller cevizli sucuk yapımında kullanılan nişastanın kıvamında olması için kazanı iyice karıştırdıktan sonra ipe dizili cevizleri nişastalı kazana daldırıp çıkardı. Sonuçta tadına doyulmaz bir lezzet ortaya çıktı. Nasıl yapılıyor? Cevizli sucuk ülkemizin çeşitli yörelerinde değişik isimlerle üretiliyor. İplere dizilen cevizler şeker, su, sitrik asit, pekmez ve nişasta karışımının pişmesiyle oluşan kıvamlı karışıma daldırılıp çıkarıldıktan sonra kurutuluyor. Bu lezzetli gıda cevizdeki yağ ve şekerden dolayı iyi bir enerji kaynağı, pekmez ve ceviz nedeniyle de vitamin ve mineral yönünden zengin. Cevizli sucuk protein de içeriyor. Öğrencilerden Parlamenterler Birliği’ne ziyaret TÜRK Parlamenterler Birliği Genel Sekreter Yardımcısı Nuri Uslu ve 20. Dönem Hatay Milletvekili Mehmet Sılay, Almanya’dan gelen öğrenci heyetini kabul etti. Öğrencileri TBMM’de görmekten duyduğu memnuniyeti dile getiren Uslu, Türkiye ile Almanya arasındaki ilişkilerin önemine vurgu yaptı. Genel Sekreter Yardımcısı Nuri Uslu, master öğrencilerine Türk parlamenter sistemi hakkında bilgi verdi. Ekim 2013 11 12 Haberler Başbakan Erdoğan “Demokratikleşme Paketi”ni açıkladı “Yeni seçim sisteminin nasıl olması gerektiği konusunda üç alternatifi tartışmaya açıyoruz. Bu seçenekleri önümüzdeki günlerde tartışacak, Türkiye için en doğrusu, en isabetlisi hangisiyse o yönde düzenlemeyi Meclis’e getirecek, yolumuza o şekilde devam edeceğiz.” siyasi partilerden yüzde 3’ü aşan oranda oy alanlara da Hazine’den ayrılan toplam kaynak içinden devlet yardımı yapılacak. TEŞKİLATLANMADA KOLAYLIK : Siyasi partilerin teşkilatlanmalarına kolaylık getiriliyor. Siyasi Partiler Kanunu’nun 20’nci maddesi değiştirilerek ilçede teşkilatlanma için beldelerde teşkilat kurma zorunluluğu kaldırılacak. EŞ GENEL BAŞKANLIK : Siyasi partilerde Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, Başbakanlık Yeni Bina’da düzenlediği basın toplantısıyla “Demokratikleşme Paketi”ni açıkladı. Türkiye’nin artık geri döndürülemez biçimde demokrasi istikametinde ilerlediğini ifade eden Erdoğan, “Bu paket, işte bu ilerleyişin çok mühim, tarihî bir aşamasıdır. Demokratikleşme Paketi’yle birlikte Türkiye’nin ekonomisi, demokrasisi, toplumsal yapısı ve kardeşliği inanıyorum ki çok büyük güç kazanacak” dedi. Başbakan Erdoğan’ın açıklamalarına göre “Demokratikleşme Paketi”nin başlıkları şöyle: YENİ SEÇİM SİSTEMİ: Yeni seçim sisteminin nasıl olması gerektiği konusunda 3 alternatif tartışmaya açıldı: Mevcut sistemle, yani yüzde 10 barajıyla devam etme; barajı yüzde 5’e çekip 5’li gruplandırmayla Daraltılmış Bölge Seçim Sistemi’ni uygulama; ülke barajını tamamen kaldırarak Dar Bölge Seçim Sistemi’ni getirme. SİYASİ PARTİLERE DEVLET YARDIMI: Siyasi partilere devlet yardımının kapsamı genişletiliyor. Devlet yardımı için yüzde 7 olan mevcut oran yüzde 3’e çekiliyor. Seçime katılan Ekim 2013 eş genel başkanlığın önü açılıyor. Tüzüklerinde yer alması ve 2 kişiden fazla olmaması kaydıyla partilere eş genel başkanı sistemini uygulama imkanı getiriliyor. PARTİ ÜYELİĞİ : Seçim Kanunu hükümlerine göre oy verme hakkına sahip olan herkesin siyasi partilere üye olabilmesinin önü açılıyor. FARKLI DİL VE LEHÇEDE SİYASİ PROPAGANDA : Siyasi partiler ve adaylar tara- fından yapılacak her türlü propagandada Türkçenin yanında farklı dil ve lehçelerin de kullanılabilmesi mümkün hale geliyor. Haberler Aynı şekilde, ön seçimlerde fark lı dil ve lehçelerde propaganda imkanı getiriliyor. FARKLI DİL VE LEHÇELERDE EĞİTİM : Özel okullarda farklı dil ve leh- çelerde eğitimin önü açılıyor. 2923 Sayılı Kanun’a yapılacak bir Ek ile Özel Eğitim Kurumları Kanunu hükümlerine tabi olmak üzere farklı dil ve lehçelerde özel öğretim kurumu açılabilecek. Bu kurumlarda eğitim ve öğretimin yapılacağı dil ve lehçeler Bakanlar Kurulu’nca tespit edilecek. Milli Eğitim Bakanlığı, bu tür kurumların açılmasına ve denetimine ilişkin esasları çıkaracağı bir yönetmelikle düzenleyecek. NEFRET SUÇUNA CEZA ARTIRIMI : Nefret saikiyle işlenmesi durumunda belirli suçların cezası artacak. Belirli suçlar, kişinin dili, ırkı, milliyeti, rengi, cinsiyeti, engelliliği, siyasi düşüncesi, felsefi inancı, dini veya mezhebi nedeniyle işlenirse ceza daha da ağırlaşacak. AYRIMCILIKLA MÜCADELE: Kişinin, inançlarının gereğini yerine getirmesi dolayısıyla belli haklarını kullanmasını, belli haklardan yararlanmasını engelleyenler ceza kapsamına alınıyor. Bu sebeple işlenen suçun cezası da 1 yıldan 3 yıla kadar artırılıyor. Ayrımcılıkla Mücadele ve Eşitlik Kurulu kuruluyor. İBADETE ENGELE CEZA : Dinî inancın gereğinin yerine getiril- mesinin engellenmesi ceza kapsamına alınıyor. Cebir veya tehdit kullanarak ya da hukuka aykırı başka bir davranışla bir kimsenin inanç, düşünce veya kanaatlerinden kaynaklanan yaşam tarzına ilişkin tercihlerine müdahale edenlere ya da bunları değiştirmeye zorlayanlara 1 yıldan 3 yıla kadar hapis cezası getiriliyor. BAZI HARFLERİN KULLANIMI : Türk Ceza Kanunu’nda belirli harflerin kullanılmasından dolayı var olan cezai müeyyide kaldırılıyor. TOPLANTI VE GÖSTERİ YÜRÜYÜŞLERİ: 2911 Sayılı Toplantı ve Gösteri Yürüyüşleri Hakkındaki Kanun’da önemli değişiklikler yapılıyor. Toplantı yer ve güzergahının belirlenmesinde katılımcılık sağlanıyor. Buna göre mülki amir, ilgili sivil toplum örgütlerinin görüşlerini almak suretiyle nihai kararını verecek. Toplantı ve gösteri yürüyüşlerinin süreleri de uzatılıyor. Açık yerlerde güneşin batışından bir saat önceye kadar sürebilen toplantılar, güneş batmadan dağılacak şekilde; kapalı yerlerde saat 23:00’e kadar süren toplantılar da saat 00:00’a kadar yapılabilecek. Toplantı ve gösteri yürüyüşlerinde Hükümet Komiseri uygulamasına son veriliyor. Mevcut durumda Hükümet Komiseri tarafından üstlenen yükümlülükler, artık Düzenleme Kurulları tarafından yerine getirilecek. KÖY İSİMLERİ: Köy isimlerinin değiştirilmesinin önündeki yasal engeller kaldırılıyor. Köylerin 1980’lere kadar kullandıkları tarihî isimlerini yeniden almaları mümkün hale getiriliyor. HACI BEKTAŞ VELİ ÜNİVERSİTESİ : Nevşehir Üniversitesi’nin ismi Hacı Bektaş Veli Üniversitesi olarak değiştiriliyor. KİŞİSEL VERİLERİN KORUNMASI: Kişisel verilerin korunmasına yasal güvence getiriliyor. Kişilerin özel bilgileri ilgisiz kişiler tarafından kullanılamayacak, ilgisiz kişilerle paylaşılamayacak. YARDIM TOPLAMA : Yardım toplamada kısıtlamalar kaldırılıyor. Vatandaşlar yardımlarını istediği yere verebilecek. KAMUDA BAŞÖRTÜSÜ YASAĞI KALKIYOR : Kamu Kurum ve Kuruluşlarında Çalışan Personelin Kılık ve Kıyafetlerine Dair Yönetmelik’te değişiklik yapılarak kadın çalışanların giyimleri üzerindeki ayrımcı ihlaller kaldırılacak. Resmî elbise giymek zorunda olan Türk Silahlı Kuvvetleri mensupları, emniyet mensupları, yargıda hakim ve savcılar bunun dışında tutuluyor. ÖĞRENCİ ANDI KALKIYOR : İlkokullardaki öğrenci andı uygulamasına son veriliyor. ARAZİ MANASTIR VAKFI’NA İADE : Mor Gabriel, diğer adıyla Deyrulumur Manastırı arazisi Manastır Vakfı’na iade ediliyor. ROMAN DİL VE KÜLTÜR ENSTİTÜSÜ: Roman Dil ve Kültür Enstitüsü kuruluyor. Ekim 2013 13 14 Haberler Adnan Menderes dualarla anıldı unsurlarıyla bu milletin parçalarının örnek bir mozaik teşkil ettiğini söyledi. Program, İstanbul Müftüsü Doç. Dr. Rahmi Yaran’ın ettiği dua ile sona erdi. Cemil Çiçek: Menderes’in idam edilmesini lanetliyorum 27 Mayıs Askerî Darbesi’nin ardından 17 Eylül 1961 tarihinde idam edilen merhum Baş- bakan Adnan Menderes, mezarı başında resmî törenle anıldı. Bu yıl AK Parti’nin organizasyonuyla düzenlenen Topkapı’daki törene Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ı temsilen Avrupa Birliği Bakanı ve Başmüzakereci Egemen Bağış, AK Parti Genel Başkan Yardımcısı Süleyman Soylu, İstanbul Valisi Hüseyin Avni Mutlu, Menderes’in oğlu Aydın Menderes’in eşi Ümran Menderes ve anıtmezarda kabirleri bulunan bakanların aile yakınları katıldı. Törende, eski bakanlardan Fatin Rüştü Zorlu ve Hasan Polatkan için de dualar edildi. Saygı duruşu ve Kur’an-ı Kerim okunmasıyla başlayan törende kalabalığa hitaben Bakan Egemen Bağış bir konuşma yaptı. Menderes’in milletine inandığını ve bu uğurda kaybetmeyi baştan göze aldığını ifade eden Bağış, idamdan 52 yıl sonra kaybedenin Menderes ve arkadaşları değil, idamı gerçekleştiren zihniyet olduğunu söyledi. Darbelerin ardından hesap sorma algısının yerleşmemesi yüzünden hep bir sonraki darbenin gerçekleştiğini belirten Bağış, “60 darbesinden hesap sorulamadığı için Türkiye 71 Muhtırası’nı yaşadı. 71 Muhtırası sorgulanmadığı için Türkiye 80 Darbesi’ni yaşadı. 80 Darbesi yargılanmadığı için Türkiye 28 Şubat süreciyle baş başa kaldı. 28 Şubat süreci yargılanmadığı için birileri 27 Nisan’da milletin iradesini temsil eden iktidara kendi akıllarınca ayar vermeye kalktı. Ama 28 Nisan’dan sonra her şey değişmeye başladı. Artık hiçbir darbenin, darbeyi yapanın yanına kâr kalmayacağını bütün dünya biliyor” dedi. AK Parti Genel Başkan Yardımcısı Süleyman Soylu da darbe döneminde yaşananlara ilişkin değerlendirmelerde bulundu. Soylu, Menderes’in idam edildiği dönemde camilerin kiralandığını ve ezan Arapça okunduğunda insanların yargılandığını belirterek darbe döneminde üniversiteler, basın, iş dünyası ve yargının iyi bir sınav veremediğini ifade etti. Törene katılan Menderes’in oğlu Aydın Mende-res’in eşi Ümran Menderes ise kalabalığa hitaben yaptığı konuşmada bu topraklarda yaşamaktan mutluluk duyduklarını ve bütün Ekim 2013 TBM M Başka nı Cemi l Çiçek, Ad na n Menderes’in idam edilişinin 52. yıldönümü dolayısıyla yayımladığı mesajda, işlenen bu cinayetle siyasi tarihimize kara bir leke sürüldüğünü belirterek, “Vicdanımızın kabul edemediği bu idam, ruhumuzu burkmuş, milletimizin şuuraltında derin bir travmaya dönüşmüştür” dedi. Başbakan Recep Tayyip Erdoğan ise mesajında şu ifadeleri kullandı: “Milletimizin gönlünde müstesna bir yer edinmiş olan Adnan Menderes, Türkiye’nin demokratikleşmesine, kalkınmasına ve ilerlemesine eşsiz katkılar sağlamıştır. Türkiye’nin demokrasi tarihine damgasını vuran değerli siyasetçi Adnan Menderes, inanıyorum ki Cumhuriyet’imize, demokrasimize, ülkemize ve milletimize yaptığı hizmetler dolayısıyla asla unutulmayacak, aziz milletimiz nezdinde her zaman bir halk kahramanı olarak anılacaktır.” Haberler Tarımda sertifikalı kadınlar dönemi TBMM’ye sosyal sorumluluk ödülü TÜRKIYE Büyük Millet Meclisi’nin 30 Kasım AILE ve Sosyal Politikalar Bakanlığı, Gıda Tarım ve Hayvancılık Bakanlığı ile Türkiye Ziraat Odaları Birliği’nin ortaklaşa düzenlediği Kadın Çiftçi Eğitimi Sertifika Töreni Sakarya’da gerçekleştirildi. Törende konuşan Aile ve Sosyal Politikalar Bakanı Fatma Şahin, bir yandan kişi başına düşen millî geliri artırmaya, diğer yandan kalkınmaya ve insanların yaşam kalitesini yükseltmeye çalıştıklarını söyledi. “Benim ülkemde artık her çocuk sigortalı doğuyor, anası-babası, sosyal güvencesi ne olursa olsun, 18 yaşına kadar sağlık güvencelerinden ücretsiz faydalanıyor” diyen Şahin, bundan dolayı anne ve bebek ölüm oranlarını Avrupa Birliği ortalamalarına getirdiklerini belirtti. Meselenin para değil, onun nasıl kullanılacağı, öncelikle nereye harcanacağı olduğunu belirten Fatma Şahin, “Bugün yoksullukla mücadele ediyorsak, kadının statüsünü yükseltmeye çalışıyorsak bu temel felsefeye öncelik veriyoruz. Tarımda kadın çiftçilerimizin eğitimli olmasını çok önemsiyoruz. Eğitimli bir kadın, dalga dalga bütün toplumu aydınlatıyor. O yüzden Başbakanımızın önderliğinde bu işi çok önemsiyoruz. Yalnızca çiftçilik alanında değil, sanayide, hizmet sektöründe, her alanda kadınımızın ne ihtiyacı varsa onu sağlamayı, ihtiyaçlarını gidermeyi büyük bir görev gördük” diye konuştu. 2012 tarihinde başlatılan “İsrafa Son/Fazla Yemekler İhtiyaç Sahiplerine, Artık Yemekler Hayvan Barınaklarına” projesi Konya Selçuk Üniversitesi Ali Akkanat Sosyal Sorumluluk Ödülleri’nin “Sosyal/Kurumsal” kategorisinde birinci oldu. TBMM Genel Sekreteri Dr. İrfan Neziroğlu, ödülü İstanbul’da gerçekleştirilen ödül töreni ile aldı. Törene AK Parti Konya Milletvekili Mustafa Akış, MHP Bilecik Milletvekili Bahattin Şeker ile Şişli Belediye Başkanı Mustafa Sarıgül, seçici kurul üyeleri Selçuk Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Hakkı Gökbel, Cumhurbaşkanlığı Basın Başdanışmanı H. Ahmet Sever, Selçuk Üniversitesi Rektör Danışmanı Prof. Dr. H. Kürşat Güleç, Selçuk Üniversitesi Rektör Danışmanı Prof. Dr. İbrahim Ercan ve Arama Katılımlı Yönetim Danışmanlığı Kurucu Yöneticisi Doç. Dr. Oğuz Babüroğlu ile çok sayıda davetli katıldı. Seçici Kurul’un, tüm dünyada küresel gıda krizinin yaşandığı ve tartışıldığı bu dönemde Meclis’in böyle bir hassasiyet göstermesini hem israfı önlemek hem de toplumsal duyarlılığı artırmak açısından son derece anlamlı bulduğu belirtildi. TBMM Genel Sekreteri Dr. İrfan Neziroğlu, Meclis’e sosyal sorumluluk ödülü kazandıran proje hakkında bilgi verdi. TBMM kampüsü içinde hizmet verilen dört ayrı mutfakta pişen yemeklerden ortalama 300-500 porsiyon yemek arttığını, bu yemeklerin eskiden çöpe döküldüğünü, ancak bu projeyle birlikte ihtiyaç sahiplerine gönderildiğini ifade eden Neziroğlu, projenin diğer bir ayağının da tabaklarda kalan artık yemeklerin hayvan barınaklarına gönderilmesi olduğunu söyledi. Ekim 2013 15 16 Haberler Meclis’te rehberlik hizmeti Avrupa’ya giden “Uzun İnce Bir Yol” AB Bakanlığı ve TRT işbirliğinde hazırlanan “Türkiye-AB İlişkilerinin 50 Yıl- TBMM Basın Bürosu, Meclis’i gezecek yabancı ziyaretçilere 8 dilde rehberlik hizmeti verileceğini bildirdi. TBMM’nin tanıtımı kapsamında başlatılan Halk Günü uygulamasında, Meclis’i gezmek isteyen ziyaretçiler cumartesi günleri randevuya gerek olmadan 11:00-16:00 saatleri arasında TBMM Dikmen kapısından giriş yapmak suretiyle rehberli ziyaret programından yararlanabiliyor. 7 Eylül 2013 Cumartesi gününden itibaren başlayan uygulamaya göre, yabancı ziyaretçiler İngilizce rehberlik hizmeti kapsamında cumartesi günleri 13:30-14:30 saatleri arasında rehber eşliğinde TBMM’yi gezebilecek. Ayrıca önceden randevu alan gruplara Almanca, Arapça, Çince, Fransızca, İspanyolca, Kazakça ve Rusça dillerinde de rehberlik hizmeti verilecek. Bu uygulamayla yabancı ziyaretçilerin TBMM’yi gezmesi, tanıması ve Meclis hakkında daha fazla bilgi edinmesinin amaçlandığı belirtilirken ziyaretçilerin “rehberlik@tbmm.gov.tr” adresinden iletişime geçebilecekleri bildirildi. Ekim 2013 lık Öyküsü: Uzun İnce Bir Yol” belgeselinin gala gösterimi yapıldı. Gösterime Başbakan Yardımcısı Ali Babacan, AB Bakanı ve Başmüzakereci Egemen Bağış, Adalet Bakanı Sadullah Ergin, AK Parti Genel Başkan Yardımcısı Mevlüt Çavuşoğlu, TBMM Dışişleri Komisyonu Başkanı Volkan Bozkır, Türkiye-Almanya Parlamento Dostluk Grubu Başkanı Çağatay Kılıç, Dışişleri eski Bakanı Ali Bozer ve bazı AB ülkelerinin büyükelçileri katıldı. Gösterim öncesinde konuşan Ali Babacan, Türkiye’nin AB yolunda bazen yavaşlasa da hep ileri doğru gittiğini belirterek AB üyeliğinin Türkiye için büyük bir stratejik vizyon olduğunu söyledi. “Bir ülkenin kendi kendine demokratik bir ülke demesi çok kolay. Bugün dünyaya baktığınızda kendine demokratik cumhuriyet diyen, ama aslında demokrasiden çok uzak olan ülkeler maalesef fazla. Demokrasinin kalitesi söz konusu olduğunda aslında AB süreci bize bir kalite testi imkanı sunuyor” diye konuşan Babacan, Türkiye’nin bu süreç içinde olmasının AB’ye de itibar kattığını söyledi. AB Bakanı ve Başmüzakereci Egemen Bağış ise Türkiye’nin AB yoluna girmesinden bu yana geçen 50 yılda çok büyük ilerlemeler katettiğini belirterek “Son krizlerde özellikle Suriye ve Mısır konusunda AB’nin içine düştüğü pasif durum, AB’nin Türkiye gibi aktörlere ihtiyaç duyduğunu çok net bir şekilde ortaya koydu. Biz bu süreçte çok şey kazandık ama AB de bu süreçte çok şey kazanıyor. Bundan sonraki süreçte de biz Türkiye’nin kazanımlarına yoğunlaşacağız. Bizim ülkemizin standartlarının yükselmesi için hep birlikte daha önemli adımlar atacağız” diye konuştu. Bağış, daha sonra belgesele katkıda bulunanlara teşekkür plaketi sundu. Haberler Meclis polisine suikast önleme eğitimi EMNIYET Genel Müdürlüğü Kriminal Polis La- boratuvarı Daire Başkanlığı yetkilileri tarafından TBMM’de görevli polislere kalem, çakmak, baston, cep telefonu gibi eşya görünümündeki yakın suikast silahları tanıtıldı. Suikast tipleri, suikastçıların kullandığı yöntemler hakkında bilgi verilen toplantıda, suikastlara karşı alınacak fiziki önlemlerin yanında dikkatin de çok önemli olduğu vurgulandı. Emniyet Genel Müdürlüğü Kriminal Polis Laboratuvarı Daire Başkanlığı’ndan Emniyet Amiri Ersin Taze, eğitimin amacının yasama yılı öncesinde suikastlar ve suikast silahlarına karşı farkındalığı artırmak olduğunu dile getirdi. Yakın suikast silahlarının özelliklerini gazetecilere de tanıtan Taze, en yaygın kullanılan silahın kalem tabancalar olduğunu söyledi. TBMM Türk Halk Müziği Korosu’ndan Sivas konseri TBMM Türk Halk Müziği Korosu, Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşunun 90. yıldönümü ile Sivas Kongresi’nin 94. yılı dolayısıyla Sivas Atatürk Kongre ve Etnografya Müzesi bahçesinde, Şef Ali Haydar Gül’ün yönetiminde konser verdi. Halkın yoğun ilgi gösterdiği konsere TBMM İdare Amiri Malik Ecder Özdemir, Sivas Valisi’ne vekâleten Sivas Vali Yardımcısı Vefa Kaya, Sivas İl Kültür ve Turizm Müdürü Kadir Pürlü ve TBMM Basın, Yayın ve Halkla İlişkiler Başkan Yardımcısı Cemil Tutal katıldı. Konserin sonunda TBMM İdare Amiri Malik Ecder Özdemir ve Sivas Vali Yardımcısı Vefa Kaya, günün anlam ve önemine ilişkin birer konuşma yaparak Şef Ali Haydar Gül’e çiçek takdiminde bulundu. Ekim 2013 17 18 Haberler Meclis’te “Bilgi Güvenliği” semineri TBMM Başkanlığı İdari Teşkilatı, 2013 yılı eğitim planı kapsamında Türkiye Bilişim Derneği ve ISSA Bilgi Sistemleri Güvenliği Derneği işbirliğinde “Bilgi Güvenliği” semineri düzenledi. Türkiye Bilişim Derneği Yönetim Kurulu Üyesi Dr. İzzet Gökhan Özbilgin ile ISSA Türkiye Başkanı Batuhan Tosun’un konuşmacı olarak katıldığı seminerde bilgi güvenliğinin ve öneminin ne olduğu, bilgi güvenliği ve kullanıcı sorumluluğu, güvenlik duvarı ile korunma, sosyal mühendisliğin ne olduğu, sosyal medya ile iletişim gibi konular ele alındı. Seminer ile bilgisayar ve internet kullanan tüm Meclis personelinin bilgi güvenliği konusunda fark yaratması amaçlanıyor. İlk mutluluk ormanı Çanakkale’de ORMAN ve Su İşleri Bakanı Veysel Eroğlu’nun talimatı ile Orman Genel Müdürlüğü yeni evlenecek çiftlerin düğünlerini yapabileceği mutluluk ormanı projesini hayata geçiriyor. Mutluluk ormanına aynı zamanda yeni evlenen çiftlerin mutluluklarını ölümsüzleştirmek için fidan dikilecek. Bu kapsamda ilk mutluluk ormanı Çanakkale’de oluşturuldu. Asmatepe mesire yeri içerisinde oluşturulan ve bahçe düzenlemeleri dışında büyük oranda tamamlanan mutluluk ormanında haftada bir günün, yeni evlenecek çiftlere düğünlerini yapmaları için bedelsiz olarak verilmesi planlanıyor. Milletvekillerinden HÜLYA GÜVEN GÖRME ENGELLI VATANDAŞLARI DINLEDI MUZAFFER YURTTAŞ’TAN “TEMIZ GEDIZ” PROJESI CHP İzmir Milletvekili Hülya bir türlü çözüm üretilemeyen Gediz Havzası’nın kirliliğine AK Parti Manisa Milletvekili Dr. Muzaffer Yurttaş’tan çözüm önerisi geldi. Yurttaş yaptığı açık lamada, “Batı Anadolu’nun en önemli havza larından biri olması nedeniyle Gediz Havzası’nın korunmasında tüm kurum ve kuruluşların üstüne düşen sorumlulukları yerine getirmesi gerekir. Yani herkesin elini taşın altına koyması ve aynı sorumluluk ile hareket etmesi gerekir” diyerek çözüm önerilerini sıraladı. “Temiz Gediz İçin El Ele” kampanyasını başlatan Yurttaş, Gediz konusunda herkesi duyarlı olmaya davet ederek açıklamasını şöyle sürdürdü: “Herkes ‘Bu benim işim’ diye düşünmelidir. Gediz nehrinin temiz akması hepimizin sorumluluğundadır. Bizim için altın değerinde olan Gediz ovasını gelecek nesillere en güzel ve verimli şekilde teslim etmek, onlara önemli bir miras olacaktır. Gediz Havzası’nda tespit edilen kirlilik kaynaklarının daha detaylı incelenmesi; özellikle mevcut durumda meydana gelen kirliliğin önlenmesi için gerekli tedbirlerin alınması; kısa, orta ve uzun vadede kirliliğin azaltılmasına yönelik önlemlerin belirlenmesi amacıyla ‘Gediz Havzası Koruma Eylem Planı’ geliştirildi. Tüm hemşehrilerimizi bu konuda duyarlı olmaya ve Gediz’e sahip çıkmaya çağırıyorum.” Güven, CHP Genel Merkez Engelliler Üst Kurulu İç Anadolu Heyeti üyeleri ile birlikte Konya’daki engelli derneklerini ziyaret etti. Güven ve heyet üyeleri ilk olarak Görmeyenleri Koruma Derneği’nde görme engelli vatandaşların sorunlarını dinledi. Hülya Güven burada yaptığı konuşmada, engellilerle ilgili yasal düzenlemelerin engellilere yönelik iyileştirmeler getirdiğini ifade ederek şunları söyledi: “Engelli sorunlarını dinlemek, problemleri birebir yerinde saptamak için buraya geldik. Çözümleri de yine sizinle birlikte oluşturmak için sizleri ziyaret ediyoruz. Yaptığımız çalışma sonunda geniş kapsamlı bir rapor hazırlayacağız ve eksikleri gidermek için bu raporu Meclis’e götüreceğiz.” Program kapsamında İç Anadolu’da 16 il ziyareti gerçekleştirdiklerini bildiren Güven, “Heyetimiz çalışmalarına 1,5 yıl önce başladı. Bu zamana kadar birçok il gezdik. Engelli sorunları bölgeden bölgeye değiştiği gibi il bazında da farklılıklar var. Bizim amacımız tüm ülke sathında engelli sorunlarının çözülmesini, onların da bir birey olarak bizimle aynı koşullarda yaşamlarını sürdürmelerini sağlamaktır” dedi. Ekim 2013 YILLARDIR gündeme gelen, ancak 20 Dünyadan Almanya’da seçimlerin galibi Merkel ALMANYA’DAKI genel seçimlerde, Başbakan Angela Merkel liderliğinde seçimlere ortaklaşa giren Hıristiyan Demokrat Birlik (CDU) ve Hıristiyan Sosyal Birlik (CSU) partileri %42,5 oyla birinci oldu. Muhalefet partisi Alman Sosyal Demokrat Partisi (SPD) %25,9 oyda kalırken, sıralamayı %8,4 ile Sol Parti, %8 ile Yeşiller Partisi ve %4,6 ile Hür Demokrat Partisi (FDP) takip etti. Bu sonuç Angela Merkel’in üçüncü kez başbakanlık koltuğuna oturacağına işaret ederken tek başına iktidara gelecek oy çoğunluğunu elde edemediği için Sosyal Demokratlarla koalisyon kurması bekleniyor. 11 Türk milletvekili Alman Meclisi’nde Almanya Başbakanı Angela Merkel’in zaferiyle sonuçlanan seçimlerde biri Merkel’in listesinden olmak üzere 11 Türk kökenli aday milletvekili seçildi. Ailesi yıllar önce Batı Trakya’dan Almanya’ya yerleşen Cemile Yusuf, iktidardaki Hıristiyan Demokrat Birlik Partisi’nden (CDU) meclise giren ilk Müslüman ve Türk federal milletvekili oldu. 1978 doğumlu Yusuf, 2012 yılından bugüne CDU’nun Kuzey Ren Vestfalya Teşkilatı Yönetim Kurulu üyeliği yapıyordu. CDU’yu uzaktan takiple ikinci çıkan Alman Sosyal Demokrat Partisi (SPD) listesinden aday gösterilen Mahmut Özdemir (26) ise Ekim 2013 parti tarihinin en genç milletvekili olmayı başardı. SPD’nin Genel Başkan Yardımcısı ve Hamburg Milletvekili Aydan Özoğuz da tekrar seçilerek Federal Meclis’e girdi. Uyum konularında çalışan Özoğuz’un parti içinde ağırlığının artması bekleniyor. Sosyal demokratlardan bölgesinde seçimi kazanan diğer isimler ise 2008 yılından beri Hamburg Eyalet Meclisi’nde görev yapan Metin Hakverdi, Cansel Kızıltepe ve uyum çalışmalarıyla Federal Liyakat Nişanı alan Gülistan Yüksel oldu. 2009 yılında delegelerin eyalet listesinde yer vermediği için milletvekili olmadan Yeşiller Partisi eşbaşkanlığını yürüten Cem Özdemir Stuttgart bölgesinden seçilmeyi başardı. Yeşiller’den meclise giren diğer adaylar ise Bavyera’dan Ekin Deligöz ve Berlin’den Özcan Mutlu. Yeşiller’de kadın ve çocuk konularında uzman olarak öne çıkan Deligöz 1998 yılından beri Federal Meclis’te görev yapıyor. Aynı zamanda Berlin eyalet milletvekili olan Mutlu ise eğitim konularında çalışmalar yürütüyor. Sol Parti’den Sevim Dağdelen bu göreve üçüncü kez seçildi. Sol Parti Meclis Grubu Uyum ve Göç Politikaları Sözcüsü olan Dağdelen aynı zamanda Türk-Alman Parlamentolararası Dostluk Grubu Başkanvekili. Sol Parti’den meclise giren diğer Türk kökenli isim ise 2009’da Berlin Charlottenburg-Wilmersdorf ilçe belediyesi yabancılar sorumluluğundan emekli olan Azize Tank. Dünyadan İhvan’ın bütün faaliyetleri yasaklandı MISIR’DA ilk seçilmiş Cumhurbaşkanı Muhammed Mursi’yi devirerek iktidarı ele alan askerî yönetim, Müslüman Kardeşler’in (İhvan-ı Müslimîn) faaliyetlerini yasakladı. Ayrıca hareketin sivil toplum kuruluşu statüsü iptal edilerek mal varlıklarına el konulması kararlaştırıldı. Bundan sonraki süreçte İhvan’ın gözaltına alınmayan liderlerinin tutuklanacağı, harekete mensup işadamlarının malına ve banka hesaplarına el konulacağı, seçimlere girmesinin yasaklanabileceği belirtildi. Mısır yargısının verdiği karar, Mursi için haftalarca sokaklarda gösteri yapan Müslüman Kardeşler mensuplarının Kahire’deki kampını basarak yüzlercesini öldüren askerî yönetimin İhvan’a yönelik daha ağır baskı yapacağının işareti olarak değerlendiriliyor. Darbe sonrasında İhvan mensubu Cumhurbaşkanı Mursi, hareketin manevi lideri Muhammed Bedii ile yardımcıları ve önde gelen pek çok ismi, başta şiddete teşvik olmak üzere çeşitli suçlamalarla gözaltına alınmıştı. Barselona’ya Putin, ders sanal memur kitaplarında yer alacak BARSELONA Bele- RUSYA Devlet Başkanı Vladimir Pu- tin, okul öğrencileri için yeni hazırlanacak Rusya tarihini anlatan ders kitabına giriyor. Devlet Başkanı’nın girişimleriyle çıkarılacak söz konusu ders kitabında Putin için özel bölüm oluşturulacak. İzvestia gazetesinin haberine göre, Kremlin kulislerinde Putin’in yeni tarih kitabında kendisinden bahsedilmesini arzu etmediği konuşuluyor. Putin’e göre kendi çalışma ve kararlarına yönelik bir değerlendirmenin yapılması için henüz erken. Devlet Başkanı Putin’in Basın Sözcüsü Dmitri Peskov ise “Sayın Vladimir Vladimiroviç bilimadamı ve öğretmenlerin çalışmalarına müdahale etmek istemiyor. Bu kitabın nasıl olacağına ve şimdiki yönetimle ilgili meselelerin kitaba ilave edilip edilmeyeceğine profesyoneller karar versin” diye konuştu. diyesi Cisco’yla ortak yürüttüğü proje kapsamında vatandaşların kamu hizmetini de v le t d a i reler i ne gitmeden alabilecekleri bir servis başlattı. Pilot uygulama aşamasında olan proje dahilinde şehir sakinleri için sanal temas kabini oluşturuldu. Yüksek çözünürlüklü video, dokunmatik ekran, tarayıcı, faks, yazıcı gibi aksesuarla donatılmış olan kabin özel bir sisteme sahip. Mesai saatleri içinde herkesin ücretsiz olarak kullanabildiği kabinde yetkililerle görüşme yapmak, çeşitli başvurularda bulunmak, doküman imzalamak ve belge transferi yapmak mümkün. Kabin, internet bağlantısı olan herhangi bir lokasyona rahatça konumlanabildiği için alışveriş merkezleri, kaldırımlar, stadyumlar gibi şehrin pek çok farklı alanında kullanılabiliyor. Ekim 2013 21 22 Çevreye yatırım, insana ve geleceğe yatırımdır Ü Erdoğan Bayraktar Çevre ve Şehircilik Bakanı Çevresel değerler gözetilerek gerçekleştirilen şehirleşme projeleriyle Türkiye ‘‘yaşanabilir çevre ve marka şehirlere sahip lider bir ülke’’ konumuna gelecektir. Ekim 2013 lkemizin sosyo-ekonomik bakımdan kalkınması, daha yaşanabilir kılınması için düzenli şehirleşme ve sağlıklı bir çevre şarttır. Bu şartları gerçekleştirmek adına geniş bir görev yelpazesine sahip olan Bakanlığımız, çalışmalarını sağlıklı ve planlı bir şekilde yürütmekte, halkın hayat kalitesini artıracak uygulamalara imza atmaktadır. Her alanda dünyada yükselen itibarımıza ek olarak, şehircilik anlamında yaptığımız çalışmalarla da Türkiye’yi dünya standartlarında bir ülke haline getirmek, her bir şehrin çevre ve yaşam kalitesini yükseltmek hedefindeyiz. Çalışmalarımızın başında dayanıksız ve sağlıksız, altyapısı eski veya yetersiz konutları enerji yalıtımı olan, çevresi yeşil, dayanıklı, sorunsuz konutlara dönüştürmek gelmektedir. “Gayemiz sadece binaları yenilemek değildir” sözünden hareketle; dönüşümün gerçekleşmesiyle afet sonrası can ve mal kaybı azalacak, enerji yalıtımıyla Türkiye ekonomisine katkı sağlanacak, üretim ve istihdam artacaktır. Çevre ve Şehircilik Bakanlığı olarak Türkiye’nin gelişimine paralel bir şehircilik anlayışı ile marka kentler oluşturmayı hedefliyoruz. Kentsel dönüşümü çevre esaslı gerçekleştirdiğimizi de ayrıca belirtmek istiyorum. Kentsel dönüşüm projeleri aslında “yeşil şehir”leri hedefleyen bir çevre dönüşüm projesidir. İşte bu noktada “akıllı kent” kavramı üzerinde kafa yormaya ve geleceğin akıllı kentleri konusunda çeşitli projeler geliştirmeye başladık. Kentsel alanlarda kaçak yapılaşma, trafik ve atık yönetimi gibi sorunlarla mücadeleden elektrik ve su kullanımına kadar her uygulamayı içeren ve sunan “akıllı kent”ler için proje ve uygulamalar yürütüyoruz. Bu kentlerde özellikle önem verdiğimiz diğer bir husus rüzgar ve güneş enerjisinden, yağmur suyundan istifade etmektir. 2023’e kadar atık su arıtma sorunlarını halletmiş, katı atık bertaraf tesislerini en modern şekilde kurmuş, iklim değişikliği stratejisine tam uyumlu, sera gazı emisyonlarının azaltılması kriterlerinde Avrupa’yı yakalamış bir Türkiye hedefliyoruz. Bakanlığımız Türkiye’yi “yaşanabilir çevre ve marka şehirlere sahip lider bir ülke” yapma hedefiyle çalışmalarını sürdürmektedir. 2023 vizyonumuzda gerek çevresel değerlerin korunması gerekse şehirleşme adına pek çok uygulama bulunmaktadır. Dünyada endüstri ve teknoloji 23 alanında meydana gelen hızlı gelişmeler hayat seviyesinin yükselmesini sağlamış; artan nüfus ve hızlı şehirleşme ile birlikte doğal dengeler giderek bozulmuştur. Bu gerçeğin anlaşılması, beraberinde geleneksel kalkınma modellerinin terk edilmesini ve yeni model arayışlarını da gündeme getirmiştir. Böylece sürdürülebilir ve dengeli kalkınma modelleri olan yeşil ekonomi ve yeşil politikalar ön plana çıkmıştır. Türkiye için yeşil büyüme politikası oluşturma; ekonomik, çevresel ve sosyal açıdan sürdürülebilirliği sağlama konusunda Bakanlığımız etkin çalışmalar yapmaktadır. Bu çalışmalara her yıl onlarcasını ekliyoruz. Örneğin; 2013 yılının ilk 6 ayında çevre mevzuatına aykırı davrandığı tespit edilen 44 tesisin faaliyetlerini durdurduk, 19 buçuk milyon ton katı atık denetimi yaparak 875 bin 533 TL idari para cezası uyguladık. Denetim altyapısını güçlendirmek için 60 adet tam donanımlı denetim ve numune aracı alındı, 40 adet daha alınması planlanıyor. Yılın ilk altı ayında 17 bin 994 denetim yaparak 31.860.186 TL idari para cezası uyguladık. 2009 yılında Kyoto Protokolü’nü imzalayan Türkiye, her türlü çevre problemi ile mücadele konusunda adım atmaya bütün kararlılığı ile devam etmektedir. Bir mukayese yapmak gerekirse 2002’de 248 belediyede 145 atık su arıtma tesisi ile belediye nüfusunun %35’inin atık suyu arıtılmakta iken bugün 550 belediyede 428 tesis ile nüfusun %72’sinin atık suyu arıtılmaktadır. 2023 hedefimiz bu oranı %100’e çıkarmaktır. Günlük 10 bin metreküpün üzerinde atık su deşarjı yapan işletmeleri online olarak izliyoruz. 2002 yılından bugüne kadar çevresel altyapı projelerine yaklaşık 830 milyon TL nakdi yardım yaptık. Atık su arıtma tesislerinin elektrik giderlerinin %50’sini ödüyoruz. Patlayan çöp yığınlarının bulunduğu 2002 yılında 15 düzenli depolama tesisi varken bugün 69 düzenli depolama tesisi ile 903 belediyede 44 buçuk milyon kişiye hizmet veriyoruz. 2023’e kadar düzensiz katı atık depolama sahalarının tümünü rehabilite etmiş olacağız. 2003’te tehlikeli atık geri kazanım tesisi sayımız 18 iken bugün 201’dir. Bakanlığımızca lisanslandırılan 1086 geri kazanım tesisinde 60 bin kişi istihdam edilmekte ve geri kazanımlar sonucu yılda 1 milyar TL’yi aşan katma değer sağlanmaktadır. İklim değişikliğiyle mücadelede 2023 yılını öngören stratejiler ve eylem planlarımız hazır durumdadır. 2002’de gemi atıklarının toplanması için faaliyet gösteren herhangi bir tesis yokken bugün Bakanlığımızca lisanslandırılan 233 liman atık kabul tesisinde gemi atıklarının alımı hizmeti verilmektedir. “Mavi bayrak”ta İspanya ve Yunanistan’ın ardından dünya üçüncüsüyüz. 2003’te mavi bayraklı plaj sayımız 151 iken bugün bu sayı 404’e ulaşmıştır. Deniz kirliliğin tespiti için kullanılan ölçüm istasyonu sayısı 2002’de 26 iken bugün bu sayıyı 249’a çıkardık. 2005 yılından itibaren kullanılmış kızartmalık bitkisel yağ toplanmaya başlamış olup, toplanan yağların geri kazanımını sağlayan tesis sayısı 25’e ulaşmıştır. Yıllık toplanan bitkisel atık yağ miktarını 19 bin tona, endüstriyel ve motor atık yağ miktarını ise 39 bin 500 tona çıkardık. Çöp toplama aracı, kanalizasyon, atık su arıtma, katı atık düzenli depolama tesisi gibi çevresel altyapı tesislerine Bakanlık olarak çevre katkı paylarından maddi yardım yapmaktayız. Bugüne kadar belediyelerimize toplam 1048 adet çöp toplama aracı verdik. Hava kalitesinin takibini ülke genelinde toplam 164 adet hava kalitesi ölçüm istasyonu ile online olarak yapıyoruz. Sadece Marmara Bölgesi’nde bulunan hava kalitesi ölçüm istasyonu sayısı 63 adettir. 2013 yılı sonuna kadar bütün büyük sanayi tesislerinin baca gazı emisyonlarını online olarak takip etmiş olacağız. İzin ve lisans işlemlerinin elektronik ortamda gerçekleştirilmesi ile her yıl 12 buçuk ton kağıt tasarruf ediyoruz. Çevre ve doğa dostu ürünlerin üretilmesini teşvik amacıyla “çevre etiketi” uygulaması yönünde çalışma yürütüyoruz. Son 20 yılda değerlendirilen ÇED raporlarının tamamının elektronik ortama alınmasına yönelik çalışmalarımızı tamamlamak üzereyiz. Bu uygulama ile 6-9 ay olan ÇED sürecini 2-2,5 aya indirecek; kağıt, enerji ve işgücünden büyük tasarruf sağlayacağız. 2012’de ülke genelinde yaklaşık 23 bin adet çevre denetimi gerçekleştirdik. 2013 yılında bu sayıyı 35 bine çıkaracağız. Çevreye yapılan yatırımın aslında insana ve geleceğe yapıldığının farkında olan bir Bakanlık olarak; çevrenin korunması, iyileştirilmesi, çevre kirliliğinin önlenmesi, zararlı atıkların bertaraf edilmesi, enerji tasarrufunun sağlanması, doğaya uyumlu ve ekolojiye zarar vermeyen konutların inşası gibi faaliyetlerle insanımız için sağlıklı, güvenli, yaşam kalitesi yüksek çevreler oluşturmayı hedefliyoruz. Ekim 2013 Demiryolu uçar gider... Ekim 2013 23 Eylül 1856’da İzmir-Aydın hattına ilk kazmanın vurulmasıyla başlar Türk demiryolu tarihi... Cumhuriyet döneminde altın çağını yaşayan “kara tren”, bir ara hız kesse de günümüzde son sürat yol alıyor. Rayların üzerindeki 157 yıllık yolculuk “hız” çağını yaşıyor. Ekim 2013 26 Kapak Kara trenden hızlı trene... Raylar üzerinde 157 yıl Zeynep Yiğit Sadece bir yerden bir yere ulaşmanın adı değildir demiryolu. Binbir anlam yüklü “kara tren” yalnızca insanları değil, gün gelir bir ülkenin istikbalini de taşır; Cumhuriyet’in ilk yıllarında olduğu gibi... B ir sevda yolculuğu anlatacağımız… Tam 157 yıllık… Her sevda gibi öylesine duygu yüklü ki kâh kavuşmanın sevinci kâh ayrılığın hüznü var bu hikayede. Bir benzeri yok; her geçen gün “hız”la yol almakta. Yüreğinde bu sevdayı taşıyanlar kimler derseniz, geçmişten günümüze uzanmak gerek: “Demiryolları Türk milletinin refah ve medeniyet yollarıdır” diyerek ülkeyi demir ağlarla örenler… Yokluğa, yoksulluğa, kara kışa, kavurucu sıcağa aldırmadan uzakları yakın edenler… Yarım yüzyıllık ihmale “dur” deyip demiryollarına hız verenler… OCAK 1856 Osmanlı topraklarındaki ilk demiryolu İskenderiye-Kahire hattında işletime açıldı. 23 EYLÜL 1856 Anadolu’daki ilk demiryolu hattının yapımına başlandı. 130 kilometrelik İzmir-Aydın hattı Türk demiryolu tarihi için milat oldu. 5 OCAK 1871 Yedikule-Bakırköy-Yeşilköy-Küçükçekmece hattında ilk yolcu taşımacılığı başladı. İstanbul’da yaşayanlar treni ilk kez gördü. MART 1889 Anadolu-Osmanlı Demiryolu Anonim Şirketi kuruldu. 25 MART 1903 Anadolu-Bağdat demiryolu hattının yapımına başlandı. 19 AĞUSTOS 1908 Haydarpaşa Garı hizmete açıldı. 24 TEMMUZ 1920 Ankara Hükümeti demiryollarının tamamına el koyarak bütçelerini millîleştirdi. 24 EKIM 1922 Büyük Taarruz’un başladığı 26 Ağustos’tan itibaren Ekim 2013 Kapak Rayların üzerinde bir buçuk asır öyle çok şey anlatır ki bize. Sadece bir yerden bir yere ulaşmanın adı değildir çünkü demiryolu. Binbir anlam yüklü “kara tren” yalnızca insanları değil, gün gelir bir ülkenin istikbalini de taşır; Cumhuriyet’in ilk yıllarında olduğu gibi. Savaş meydanında canını ortaya koyup istiklâli sağlayanlar, ülkeyi bir uçtan bir uca ayağa kaldırırken demiryoluna büyük önem verir. Atatürk “Demiryolları bir ülkenin toptan tüfekten daha mühim bir emniyet silahıdır... Türkiye’de iktisadi hayatın 27 yüksek gelişmeleri demiryollarıyla olacaktır” dediğinde takvimler 1931’i göstermektedir. Genç Türkiye Cumhuriyeti’nin kalkınması ve modernleşmesinin raylar üzerinden olacağının işareti ise daha 1920’li yıllarda verilir. Ulu Önder, demiryolunun kalkınmanın anahtarı olduğunu çeşitli vesilelerle dile getirir ve yapımına verdiği önemi “Memleketin bütün merkezleri yekdiğerine az zamanda şimendiferle bağlanacaktır” sözüyle ifade eder. Gerçekten de onca imkansızlık içinde refah ve medeniyet yolunun rayları bir bir döşenir. 1923-1950 yılları arasında inşa edilen 3 bin 578 kilometrelik demiryolunun 3 bin 208 kilometresi 1940’a kadar tamamlanır. 1920’li, 30’lu yıllarda tüm olumsuz şartlara rağmen demiryolunda sağlanan başarının kaynağı “ulusal güç”tür. Ülkedeki demiryolu seferberliği imtiyaza değil, millî çıkarlara dayanır. Yabancı şirketlerin elindeki demiryolu hatları satın alınarak devletleştirilir, bir kısmı anlaşmalarla devralınır. Cumhuriyet’in ilk yıllarında altın çağını yaşayan demiryolu yapımı İkinci Dünya Savaşı ile birlikte yavaşlar. 58 günde bütün Anadolu hattı (Karaköy-Bilecik hariç) ve İzmir-Kasaba temdidi hattının 220 kilometresi işletmeye açıldı. 27 OCAK 1924 Anadolu Demiryolları’nın millîleştirilmesi kararı alındı. 22 NISAN 1924 TBMM’de kabul edilen 506 sayılı kanunla Anadolu hattının satın alınmasına karar verildi. Millî demiryolu politikasının başlangıcı sayılan bu kanunla hem yeni hatların inşası hem de şirketlerin elindeki hatların satın alınması kabul edildi. Hatlar 1928’de satın alındı ve Bağdat Demiryolu’nun yapılamayan bölümleri 1940’ta tamamlandı. 22 NISAN 1924 Anadolu ve Bağdat Demiryolları Müdüriyet-i Umumiyesi kuruldu. 23 MAYIS 1927 Türkiye Cumhuriyeti Devlet Demiryolları’nın çekirdeğini oluşturan “Devlet Demiryolları ve Limanları İdare-i Umumiyesi” Ekim 2013 28 Kapak “Her gün bir karış fazla...” Demiryolu Cumhuriyet’in çelik koludur... “Her gün bir karış fazla şimendifer” diyerek alınterini toprağa akıtanlar, asırlar sürecek bir sevdanın can suy unu verir. Çeli k çubuk lar birbirine eklendikçe bu sevda büyür, tüm yurdu sarar. Demiryolu sevdalısı Mustafa Kemal Atatürk yurt gezilerini Cepheden dönemeyen evlada ağıt yakarken de doyasıya sarılamadan giden yârin ardından gözyaşı dökerken de kara treni anımsamaz mı Anadolu insanı? kuruldu. 20 EKIM 1932 Mersin’den Samsun’a ilk tren yolculuğu yapıldı. Böylece demiryolları Akdeniz’den Karadeniz’e ulaştı. 26 EKIM 1936 Çatalağzı’ndan yola çıkan ilk kömür treni Ankara’ya geldi. 30 EKIM 1937 Yeni Ankara Garı açıldı. Garın mimarı Şekip Sabri Akalın’dır. 22 TEMMUZ 1953 Devlet Demiryolları katma bütçeli yapıdan ayrılarak iktisadi devlet teşekkülü haline getirildi. Ekim 2013 trenle yapar. Rayların üzerinde sarsıntılarla giden vagonun penceresinden Anadolu’ya bakarken ülkenin geleceğini düşünür elbet. Tren yol aldıkça vatanın da Anadolu insanının da kaderi değişir. Belki de bu yüzden bir başkadır tren yolu gözlemek… Umudu, mutluluğu, acıyı, hüznü vagonlara yüklemek… Cepheden dönemeyen evlada ağıt yakarken de doyasıya sarılamadan giden yârin ardından gözyaşı dökerken de kara treni anımsamaz mı Anadolu insanı? İçinden tren geçen nice türkü, şiir, oyun, mani yok mudur? Elinde tahta bavuluyla Haydarpaşa Garı’nın merdivenlerinde durup koca İstanbul’a şaşkın gözlerle bakan Anadolu köylüsü kim bilir kaç filmin konusudur. Hikayeleri farklı olsa da taşı toprağı altın İstanbul’a yolculuk her biri için umudun diğer adı değil midir? Ya umutlar sönerse, ya beklenen gelmezse... İşte o zaman sazın teline bir başka vurulur; notalar da sözler de sitem doludur: Kara tren gelmez m’ola, düdüğünü çalmaz m’ola, gurbet ele yâr yolladım, mektubumu almaz m’ola... Tren hasret yüklenince sesi de bir başka dokunur insana. Yüreğin çaresizliği şiir olur gelir günümüze; tıpkı Orhan Veli’nin di- Aynı kanunla idarenin adı Türkiye Cumhuriyeti Devlet Demiryolları (TCDD) oldu. İşletmenin demiryolu inşaatıyla ilişkisi kalmadı. 29 OCAK 1993 Ankara-Haydarpaşa arasında elektrikli tren işlemeye başladı. 9 MAYIS 2004 İstanbul Boğazı’nın altından Asya ile Avrupa’yı birleştirerek saatte 150 bin yolcu taşıyacak Marmaray Projesi’nin temeli atıldı. 5 NISAN 2006 Ankara-İstanbul Kapak zelerindeki gibi: Garibim / Ne bir güzel var avutacak gönlümü / Bu şehirde / Ne de bir tanıdık çehre / Bir tren sesi duymaya göreyim / İki gözüm iki çeşme 1856’da ilk kazma vuruluyor Demiryolunun Anadolu topraklarındaki binbir anlam yüklü yolculuğu Cumhuriyet döneminden önceye uzanıyor. Türk demiryolu tarihinin başladığı yıl 1856. Yani George Stephenson’ın tasarladığı trenin dünyadaki ilk demiryolu taşımacılığını gerçekleştirmesinden 31 yıl sonra. Doğum yeri İngiltere olan demiryolu ulaşımı Osmanlı topraklarına pek çok ülkeden önce geliyor. 1851 yılında bir İngiliz şirketine verilen imtiyazla 211 kilometrelik İskenderiye-Kahire hattının temeli atılıyor. Hattın açıldığı 1856 yılında Anadolu’daki ilk demiryolu hattına kazma vuruluyor. 130 kilometrelik İzmirAydın hattının yapımı 23 Eylül 1856’da başlıyor. Bir İngiliz şirketinin imtiyaz sahibi olduğu bu hattın seçimi elbette tesadüf değil. İzmir-Aydın yöresi nü- fus bakımından kalabalık, ticari potansiyeli yüksek, İngiliz sanayisinin gereksinim duyduğu hammaddeye kolay ulaşılabilecek bir noktada... Tercih sebeplerini uzatmaya gerek yok. Bilinen o ki Osmanlı topraklarında yapılan demiryolu hatları, geçtiği güzergahlar imtiyaz verilen ülkelerin iktisadi ve siyasi amaçlarına göre biçimleniyor. 1876’dan 1909’a kadar tahtta kalan Sultan II. Abdülhamid, hatıralarında bu konuya da işaret ediyor: “Bütün kuvvetimle Anadolu demiryollarının inşasına hız verdim. Bu yolun gayesi Mezopotamya ve Bağdat’ı Anadolu’ya bağlamak, İran Körfezi’ne kadar ulaşmaktır. Alman yardımı sayesinde bu başarılmıştır. Eskiden tarlalarda çürüyen hububat şimdi iyi sürüm bulmaktadır, madenlerimiz dünya piyasasına arz edilmektedir. Anadolu için iyi bir istikbal hazırlanmıştır. İmparatorluğumuz dahilindeki demiryollarının inşaatı mevzuunda büyük devletler arasındaki rekabet çok garip ve şüphe davet edicidir. Her ne kadar büyük devletler itiraf etmek istemiyorlarsa da bu demiryollarının ehemmiyeti yalnızca iktisadi değil, aynı zamanda siyasidir.” Hızlı Tren Projesi’nin ilk kısmında Polatlı-Duatepe Tüneli açıldı. 13 MART 2009 Ankara-Eskişehir Yüksek Hızlı Tren seferleri başladı. 16 ŞUBAT 2011 İlk YHT Garı Polatlı’da açıldı. 23 AĞUSTOS 2011 Ankara-Konya YHT hattının resmî açılışı yapıldı. 23 ARALIK 2012 Bursa Yüksek Hızlı Tren Hattı’nın temeli törenle atıldı. 23 MART 2013 Türkiye’nin üçüncü Yüksek Hızlı Tren hattı olan Eskişehir-Konya hizmete açıldı. 29 MAYIS 2013 TCDD “En İyi İşbirliği” ödülü aldı. Uluslararası Toplu Taşımacılar Birliği, 3 bin 400 üyesi arasından İZBAN’ı “En İyi İşbirliği” kategorisinde birinciliğe layık gördü. 21 EYLÜL 2013 Ankara-İzmir Yüksek Hızlı Tren Projesi’nin Afyonkarahisar-Ankara kesiminin temeli törenle atıldı. Ekim 2013 29 30 Kapak Osmanlı’dan 4 bin kilometrelik miras 1856-1922 yılları arasında Osmanlı topraklarında toplam 8 bin 619 kilometre demiryolu hattı yapılır. Bunun 4 bin 136 kilometrelik bölümü bugünkü millî sınırlarımız içinde kalır. Osmanlı’dan miras demiryolu hatlarına Cumhuriyet’le birlikte yenileri eklenir. Kalkınma ve modernleşmenin lokomotifi olarak 1923-1950 yılları arasında hızla yol alan demiryolu, bu tarihten sonra tahtını karayoluna bırakır. Bunun nedeni ulaşım politikalarının karayolu üzerine kurulmaya başlaması, 1960 sonrası planlı kalkınma dönemlerinde demiryolları için öngörülen hedef lere ulaşılamamasıdır. Sonuçta 1950-1980 arasında yılda ortalama sadece 30 kilometre yeni hat yapılır. Ekim 2013 Uzun yılların ihmalinin ardından demiryolu 2000’lerde “hız” kazanır. Türkiye Yüksek Hızlı Tren’le (YHT) tanışır. 1980’li yılların ortalarında ise karayolu yapım seferberliği başlatılır. GAP ve turizmden sonra ülkenin üçüncü büyük projesi kabul edilen otoyollar için önemli yatırımlar yapılırken demiryolu kendi yağıyla kavrulmaya çalışır. Karayolu ağırlıklı ulaşım politikaları sonucunda 1950-1997 yılları arasında karayolu uzunluğu yüzde 80 artarken demiryolunda bu rakam yüzde 11’de kalır. Uzun yılların ihmalinin ardından demiryolu 2000’lerde “hız” kazanır. Türkiye Yüksek Hızlı Tren’le (YHT) tanışır. Takvimler 13 Mart 2009’u gösterirken Ankara-Eskişehir arasındaki YHT ilk seferini yapar. Zaman rayların üzerinde hızla akar ve iki kent arasındaki mesafe 1 saat 25 dakikaya iner. 23 Ağustos 2011’de Ankara-Konya arasında hizmete giren Yüksek Hızlı Tren, yedi ay önce de Eskişehir ile Konya’yı birbirine bağlar. Şimdi sırada Ankara-İstanbul arasını 3 saatte kat etmeye hazırlanan Yüksek Hızlı Tren var. Hedef ise 5 yıl içinde 14 şehri hızlı tren hattıyla birbirine bağlamak... Görünen o ki demiryolunun Anadolu topraklarındaki 157 yıllık yolculuğu hızla devam ediyor. Şu anda saatteki hızı en az 250 kilometre... Kapak TCDD Genel Müdürü Süleyman Karaman: TRENLERIMIZIN HIZINA HIZ KATIYORUZ Söyleşi: Nehir Öztürk Demiryoluna yapılan yatırımlarla hızlı, ekonomik ve güvenli bir ulaşımın sağlandığını belirten TCDD Genel Müdürü Süleyman Karaman, “Önemli projeleri hayata geçirerek hem binlerce kişiye istihdam sağladık hem de treni tekrar vatandaşımızın gündemine taşıdık. Avrupa ve dünya standartlarındaki araç, tesis ve makinelerle trenlerimizin hızına hız katıyoruz. Demiryolu ulaşımına ilgi her geçen gün artıyor” dedi. TCDD eylül ayında 157. yılını kutladı. Geçmişten günümüze değerlendirdiğimizde demiryollarının ulaşım sektöründeki yeri ve önemi nedir? Mevcut durumla ilgili bilgi vermeden önce demiryolu tarihimize bakmakta yarar var. 1856 yılında İzmir-Aydın hattına ilk kazmanın vurulmasıyla başlayan demiryolu tarihimiz inişli çık ışlı bir seyir izledi. Osmanlı İmparatorluğu’nun son dönemi ile Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşuna tanıklık eden demiryolları, Kurtuluş Ekim 2013 31 32 KapakSöyleşi Savaşı’nda önemli görevler ifa etti. Gerek cephane taşınmasında gerekse askerlerin cepheden cepheye sevkinde demiryolları aktif olarak kullanıldı. “Demiryolları bir ülkenin toptan tüfekten daha mühim emniyet silahıdır” diyen Gazi Mustafa Kemal Atatürk, demiryolunun sadece barışta değil, ülke tehdit altındayken de ne kadar önemli olduğunu gördü. Bu nedenle Cumhuriyet’in ilk yıllarında onca kıt kaynağa karşın Anadolu’yu demir ağlarla örme seferberliği başlattı. 19241940 yılları arasında yüzde 80’i coğrafi koşulların çetin olduğu Doğu’da olmak üzere yaklaşık 3 bin 500 kilometrelik demiryolu inşa edildi. İkinci Dünya Savaşı ve dünyada karayolu ağırlıklı politikalarla birlikte demiryoluna yatırım ödenekleri gittikçe azaldı. Buna bağlı olarak demiryolunun yolcu ve yük taşımadaki payı düştü. TCDD neredeyse 50 yıl demiryolu ağının yetersizliği, altyapı standartlarının düşüklüğü, demiryolu araçlarının sayı ve nitelik olarak yetersizliği, sinyalli ve elektrikli hatların azlığı, uzman personel eksikliği, diğer ulaştırma türleri ile bütünleşme ve rekabette sıkıntılar gibi yapısal sorunlarla adeta baş başa bırakıldı. TCDD bu yapısal sorunlar içinde işletme ve yatırım faaliyetlerini kısıtlı finansman kaynaklarıyla sürdürmeye, tekeri döndürmeye çalıştı. 2003 yılında ise demiryolları yeniden devlet politikası haline geldi. Bunun sonucu olarak TCDD’nin yatırım ödeneği büyük oranda artırıldı. 2003 yılından 2012 yılı sonuna kadar 2013 fiyatları ile demiryolu sektörüne yaklaşık 25,5 milyar TL kaynak aktarıldı. Demiryoluna verilen önem yatırım planlamasında kendini gösterdi. 2000 yılında 75 milyon TL olan demiryolu sektörü ödeneği, 2012 yılında 55 kat artarak yaklaşık 4,1 milyar TL’ye ulaştı. Ekim 2013 AnkaraEskişehir Yüksek Hızlı Tren (YHT) hattının 2009 yılında hizmete girmesiyle vatandaşımız hem YHT konforuyla tanıştı hem de Türkiye YHT teknolojisi kullanan dünyada 8’inci, Avrupa’da 6’ncı ülke oldu. 2003-2012 yılları arasındaki bu ödeneklerle hızlı, ekonomik ve güvenli bir demiryolu taşımacılığının sağlanması ile diğer ulaştırma modları karşısında TCDD’nin rekabet gücü artırılarak yolcu ve yük taşımacılığındaki payı yükseltildi. Neler yapıldı, kısaca bahseder misiniz? 2003 yılından itibaren ulaştırma sistemi içerisinde demiryolu yatırımlarına öncelik verilmesi sonucu 2003-2012 döneminde 1086 kilometre yeni demiryolu yapıldı. Asırlardır el değmeyen yollar yenilendi; araç filomuz güçlendirildi; sinyalsiz hatlar sinyalli, hemzemin geçitler ise korunaklı hale getirildi. Ankara-Eskişehir Yüksek Hızlı Tren (YHT) hattının 2009 yılında hizmete girmesiyle vatandaşımız hem YHT konforuyla tanıştı hem de Türkiye YHT teknolojisi kullanan dünyada 8’inci, Avrupa’da 6’ncı ülke oldu. Tamamen Türk mühendis KapakSöyleşi ve işçisinin eseri olan Ankara-Konya YHT hattı 2011 yılında hizmete girdi. Üçüncü YHT hattı Konya-Eskişehir ise 2013 yılında yolcu taşımaya başladı. Eskişehir-İstanbul YHT hattının Marmaray’la birlikte işletmeye alınması planlanıyor. Ankara-Sivas, Ankara-İzmir ve Ankara-Bursa YHT hatlarında inşa çalışmaları sürüyor. Tüm bu yapılanların yanında yerli demiryolu sanayisinin gelişmesi için de önemli adımlar attık. Çankırı’da makas fabrikası, Erzincan’da ray bağlantı elemanları fabrikası, Sakarya’da ise tren seti üreten Eurotem fabrikasını hayata geçirdik. Yani günü kurtarmadık, Türkiyemizi geleceğe taşıyacak önemli projeleri hayata geçirerek hem binlerce kişiye istihdam sağladık hem de treni tekrar vatandaşımızın gündemine taşıdık. TCDD 157. yılına yolcu sayısından tren setlerine kadar nasıl bir tabloyla girdi? Şunun altını çizmeliyim ki seyahatlerde tren yolculuğunun her zaman ayrı bir yeri vardır. YHT’lerin hizmete girmesiyle birlikte trenlerimize ilgi her geçen gün artıyor. YHT hatlarında 2009’dan günümüze yaklaşık 12 milyon yolcu taşındı. 2013 Ocak-Haziran döneminde 44,5 milyonu banliyö, 10,1 milyonu şehirlerarası olmak üzere 54,6 milyon yolcuya hizmet verildi. Ayrılıkçeşme-Kazlıçeşme arasında 29 Ekim 2013 tarihinde Marmaray banliyö trenlerinin sefere başlaması ile 2013 yıl sonu itibarıyla 87 milyonu banliyö, 21 milyonu şehirlerarası yolcu olmak üzere 108 milyon yolcu taşınması bekleniyor. Bu rakamın 4 milyonu Yüksek Hızlı Tren yolcusudur. 2002 yılında 73 milyon olan yolcu sayısı yüzde 48 artışla 108 milyona ulaşmıştır. 2014 yılında Marmaray ve Ankara-İstanbul YHT taşımacılığı ile yolcu sayısının yüzde 117 artışla 159 milyona ulaşmasını bekliyoruz. Burada tren setlerimize değinmek isterim. TCDD’nin gelişen, hızlanan ve modernize olan yapısı içerisinde filomuzu, atölye ve depolarımızı teknik, konfor, iş sağlığı ve güvenliği yönünden hızlı bir şekilde yenilemeye, modernize etmeye ve en son teknoloji makine-teçhizatla donatmaya çalışıyoruz. Avrupa ve dünya standartlarında çeken ve çekilen araçlar, tesis ve makinelerle trenlerimizin hızına hız katıyoruz. Gururla ifade etmem gerekir ki TCDD Avrupa’da 6’ncı, dünyada 8’inci Yüksek Hızlı Tren işletmecisidir. Bu işletimi gerçekleştirebilmek için 12 adet YHT seti satın aldık. Setler halen Ankara-Eskişehir, Ankara-Konya ve Eskişehir-Konya hatlarında servis yapıyor. Bu setlerimizden HT 65001 dünyadaki en gelişmiş muayene sistemleri ile donatıldı ve “Piri Reis” adıyla Ankara-Konya hattımızın testlerinde kullanıldı. 89 adet DE 33000 tipi dizel elektrikli lokomotif temin edildi. Yük trenlerinde çalıştırılması planlanan 89 adet DE 33000 tipi lokomotif, 2003-2009 yılları arasında bağlı ortağımız TÜLOMSAŞ’ta üretildi. Banliyö hatlarındaki araçlarımız da yenilendi. 32 adet E 23000 tipi elektrikli banliyö treni temin edildi. 12 adet 2 vagonlu MT 15000 tipi DMU tren seti alındı. Bu setler Adana-Mersin, İzmir-Aydın ve Eskişehir-Kütahya hatlarında kullanılıyor. Yük vagonlarıyla ilgili geliştirme ve iyileştirmeler yapılıyor. 2013 yılı için 738 adet yük vagonu imalatı planlanıyor. Yeni açılacak Ankara-Haydarpaşa-Halkalı, İstanbul-Konya, Ankara-Konya, Ankara-Afyonkarahisar-İzmir, Ankara-Sivas, Ankara-Bursa, İstanbul-Bursa YHT hatlarında kullanılmak üzere 106 adet YHT seti temini projeleri için 2013 yılı içinde ihaleye çıkılacak. 300 kilometre hız yapan 6 adet çok yüksek hızlı tren seti ise 2015 yılından itibaren filoya dahil edilecek. İfade ettiğiniz gibi son yıllarda demiryolunda önemli atılımlar gerçekleşti. Önümüzdeki dönem için yeni projeler söz konusu mu? Şunu belirtmeden geçemeyeceğim ki demiryolları vatanını, milletini seven, her şartta fedakarca çalışan çok büyük bir ailedir. Böyle bir ekiple birlikte görev yapmaktan gurur duyuyorum. Yarım asırlık ihmalin izlerini silmek için canla başla çalışılıyor. Bu bağlamda baktığınızda demiryollarına bir çivi çakmak bile çok önemlidir. Türkiye’nin 2023 vizyonunda 10 bin km yeni YHT hattı ile 4 bin km konvansiyonel hat hedeflenmesi, mevcut sistemin modernize edilmesi, yerli demiryolu Ekim 2013 33 34 KapakSöyleşi sanayisinin geliştirilmesi, yerli ve yabancı özel sektörün katılımının sağlanması gibi onlarca, yüzlerce projemiz var. Bunun yanında personelimizin eğitimi ve gelişimi için atılan adımlar da gelecek için büyük önem arz ediyor. 29 Ekim’de Asya ile Avrupa’yı demir ağlarla kavuşturan Marmaray’ı, yıl sonunda Ankara-İstanbul arasını 3 saate indirecek YHT hattını hizmete açacağız. 100 yıllık projelerin hayata geçirilmesi dolayısıyla büyük bir heyecan ve gurur duyuyoruz. Tüm bu projelerle demiryolları, ulaşım sisteminde kendini daha fazla hissettirmekte, rekabet gücü artmaktadır. Sonuç itibarıyla demiryollarını bir milim ileriye taşıyan her proje, her adım çok önemli. Bu vesileyle demiryoluna destek veren Başbakanımız Sayın Recep Tayyip Erdoğan’a, Ulaştırma, Denizcilik ve Haberleşme Bakanımız Sayın Binali Yıldırım’a şükranlarımı sunuyorum. Demiryoluna inanan herkese teşekkür ediyorum. Demiryolu ulaştırmasıyla ilgili yasa Meclis’ten geçti. Kanun neler getirecek? Türkiye Demiryolu Ulaştırmasının Serbestleştirilmesi Hakkında Kanun 1 Mayıs 2013 tarihinde yasalaştı. Bu dönemde “Demiryolları özelleşiyor” şeklinde eleştiriler yapıldı. Bu eleştiriler gerçeklere dayanmıyordu. Çünkü demiryollarının özelleştirilmesi değil, serbestleştirilmesi söz konusudur. Demiryollarının serbestleşmesi esasında Türkiye’nin gelecekteki lojistik ve taşımacılık anlamında en büyük reformudur. Bu düzenlemeyle mevcut demiryolu ağımızı çok daha verimli kullanacağız. Demiryolunun özellikle organize sanayi bölgeleri, fabrikalar ve liman bağlantıları çok hızlı şekilde yapılacak. Bunun yanı sıra özel sektör demiryolu işletmeciliği ve altyapı işletmeciliği de yapacak. Yeni demiryolu yapıp işletip devredecek. Çok kapsamlı bir düzenleme. Yasal düzenlemeler tamamlandığında özel sektörün de desteğiyle ülkemizde demiryolu taşımacılığında hizmet kalitesi artacak, hızlı tren ile yolcu taşımacılığı yaygınlaştırılacak. Bunların sonucu olarak demiryolu taşımacılığının sektör içindeki payı artacak ve TCDD’nin kamu üzerindeki mali yükü azalacak. TCDD tecrübelerini farklı ülkelerle paylaşıyor. Bu konudaki çalışmalardan söz edebilir misiniz? Uluslararası Demiryolları Birliği, uluslararası eğitimleri için lider partner olarak TCDD’yi seçti. Bu doğrultuda Eskişehir Eğitim Merkezi’nde Ortadoğu Demiryolu Eğitim Merkezi’ni (MERTCE) kurduk. Burada bölgesel ihtiyaçlara yönelik eğitim programları veriliyor. Ortadoğu ülkelerinden gelen demiryolcular Eskişehir’de ders görüyor. Bunun yanında ülkemizde düzenlenen demiryolu fuarı da marka oldu. Birçok Ekim 2013 100 yıllık projelerin hayata geçirilmesi dolayısıyla büyük bir heyecan ve gurur duyuyoruz. Tüm bu projelerle demiryolları, ulaşım sisteminde kendini daha fazla hissettirmekte, rekabet gücü artmaktadır. ülke Türkiye’deki fuarda stant açarak hem bilgi alışverişi yapma hem de demiryolundaki gelişmeleri yakından takip etme fırsatı buluyor. Ayrıca YHT hatlarımızı ve trenlerimizi incelemek için Türkiye’ye heyetler geliyor. Biz yurt dışında bazı incelemelerde bulunuyoruz. TCDD’nin hem yurt içinde hem de yurt dışında saygın bir yeri var artık. TCDD sosyal sorumluluk projeleri de yürütüyor. Bu projelerin hedefleri ve kurumun toplumla ilişkilerine katkıları nelerdir? Demiryolları sadece ulaşım hizmeti vermez, bir yaşam biçimi de sunar. Ülkemizin modernleşmesinde lokomotif görevi gören demiryolları, toplumun ekonomik, sosyal ve kültürel kalkınmasında çok önemli bir rol üstlenmiştir. Anadolu insanı sağlıktan eğitime kadar birçok “ilk”le demiryolu sayesinde tanışmıştır. Benim de çocukluğumda tren sadece ulaşım aracı değildi, bir anlamda medeniyetle bizi buluşturan bir araçtı. Bu nedenle tren şiirlere, şarkılara konu olmuş; hasretin, kavuşmanın simgesi haline gelmiştir. Yarım asırlık ihmal sürecinde bu özelliğini yitiren tren, yeniden toplum hayatında kendini hissettirmektedir. YHT’lerle ulaşım a lışkanlık ları değişmekte, kentler arasındaki etkileşim artmakta, garlarımız ve istasyonlarımız kentlerin cazibe merkezi haline gelmektedir. Trenin ülkemizin en ücra köşelerine kadar ulaşabilmesi nedeniyle çeşitli kurumlarla işbirliği içinde sosyal sorumluluk projeleri yürütüyoruz. Örneğin dünyada bir ilk olan “Tiyatro Treni” ile 7’den 70’e her yaştan kişiyi tiyatroyla buluşturduk. “Gençlik Treni” ile gençlerimizin ülkemizi tanımalarını, kaynaşmalarını amaç edindik. Bu projeler devam ediyor, çok da güzel oluyor. Treni bilmeyen çocuklarımız, gençlerimiz treni keşfediyor. Ankara’nın başkent oluşunun yıldönümü... 90. ANKARA Ey insan arşı yayla! Ey bozkır! Ey Ankara! Seslen bana: Ben senden nasıl uzak yaşarım; Bahtım, senin bağrından ayrıldığım an kara, Ben sendeki gözlerden feyz alarak yaşarım. “Halep ordaysa arşın burda” dersen ne çıkar? Sende al atım için meydan da cirit de var. Başka yerin sahrası hız almaya bile dar! Ben sende heyecanım şahlanarak yaşarım! Koşarım bozkırlarda gem bilmeyen bu tayla, Hislerim sürü sürü benim, bağrım da yayla. Ana gibi, yar gibi kaynaştım Ankara’yla, Alnım gökten yukarı, mermerden ak yaşarım. Fatih’in gemileri nasıl kaydı karada? Nasıl bir sızı vardır şerefli bir yarada? Ben böyle imkânsızlık içinde Ankara’da, Hayatımı sürerim, hislerimi yaşarım. Gönlümü atsalar da dünyanın bir ucuna, Düşer bir gülle gibi Ankara’nın burcuna, Bilmem şahin sığar mı avuçların ucuna, Ankara’da ben böyle çırpınarak yaşarım. Behçet Kemal ÇAĞLAR Ekim 2013 Yerel seçimlere iddialı hazırlanıyorlar Songül Baş Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde temsil edilen siyasi partilerin genel başkan yardımcılarına yerel seçim hazırlıklarını ve 31 Mart 2014 sabahı nasıl bir tablo beklediklerini sorduk. Yanıtlar siyasi partilerin sandıktaki iddialarını ortaya koyuyor. Ekim 2013 T ürkiye yerel seçimler için sandık başına gitmeye hazırlanıyor. 30 Mart 2014 tarihinde yapılacak seçimlerin heyecanı şimdiden kendini hissettiriyor. Siyasi partiler yerel seçimlerden en iyi sonuçla çıkabilmek için yoğun bir çalışma yürütüyor. Bir yandan aday belirleme süreci devam ederken bir yandan seçim kampanyaları hazırlanıyor. Sandıkta “gülen taraf ” olmak için her konunun üzerinde titizlikle duruluyor. Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde temsil edilen dört siyasi partinin seçim hazırlıklarını ve 31 Mart 2014 sabahı nasıl bir tablo beklediklerini yerel yönetimlerden sorumlu genel başkan yardımcılarına sorduk. Adalet ve Kalkınma Partisi (AK Parti) Genel Başkan Yardımcısı ve Antalya Milletvekili Menderes Türel, Cumhuriyet Halk Partisi (CHP) Genel Başkan Yardımcısı ve Ankara Milletvekili Gökhan Günaydın, Milliyetçi Hareket Partisi (MHP) Genel Başkan Yardımcısı ve Yozgat Milletvekili Sadir Durmaz, Barış ve Demokrasi Partisi (BDP) Eş Genel Başkan Yardımcısı ve Muş Milletvekili Demir Çelik’e şu soruları yönelttik: “Partinizin 30 Mart 2014’te yapılacak yerel seçimlere yönelik hazırlıkları nelerdir?”, “Partiniz yerel seçimler öncesinde seçmene hangi mesajlarla seslen- Dosya “Başarılı belediyecilik hizmetlerinden tüm meyi, özellikle hangi konulara vurgu yapmayı planlıyor?”, “Yerel seçimlerin ardından hem Türkiye hem de partiniz için nasıl bir tablo öngörüyorsunuz?” Sorulara aldığımız yanıtlar siyasi partilerin yerel seçimlere verdikleri önemi ve sandıktaki iddialarını ortaya koyuyor. 30 Mart 2014 tarihinde sandıktan birinci parti çıkacaklarına inandıklarını belirten genel başkan yardımcıları, yerel yönetimlerdeki başarılarının altını çiziyor. Dikkat çekilen bir başka nokta ise yerel seçimler sonucunda oluşacak tablonun Ağustos 2014’teki Cumhurbaşkanlığı seçimi ve Haziran 2015’teki genel seçimler için de “ipuçları” vereceği… vatandaşlarımızın istifade etmesini gönülden arzu ediyor ve çalışmalarımızı ona göre sürdürüyoruz.” Menderes Türel AK Parti Genel Başkan Yardımcısı ve Antalya Milletvekili Y erel seçimlere yönelik hazırlıklarımızı son derece yoğun bir şekilde sürdürüyoruz. Bir taraftan kampanya stratejilerimizi ve çerçevesini tamamlamaya çalışırken diğer taraftan doğru adayların bulunması, uygun isimlerin belirlenmesi yönündeki analizlerimize yoğun şekilde devam ediyoruz. Biz AK Parti olarak belediyeciliğin ustası bir partiyiz. Zira partinin başında belediyecilik konusunda mucizevi başarılara imza atmış bir baş usta bulunmaktadır. Bu yüzden biz AK Parti olarak bütün belediyelerimizde sunmuş olduğumuz başarılı belediyecilik hizmetlerinden tüm vatandaşlarımızın istifade etmesini gönülden arzu ediyor ve çalışmalarımızı ona göre sürdürüyoruz. “Yerel seçimlerin ardından hem Türkiye hem de partiniz için nasıl bir tablo öngörüyorsunuz?” sorusunu şu şekilde cevaplayayım… Tabii ki bizim Ekim 2013 37 38 Dosya arzumuz Türk iye’nin kalk ınması, refahıdır. İnsan haklarına dayalı bir ülke olması, demokratikleşmesidir. Bu çerçevede 10 senede Türkiye çok önemli mesafeler katetmiştir. Ancak maalesef Türkiye’nin demokrasisine göz dikenler vardır. İşte bunlarla ilgili birtakım antidemokratik girişimlere karşı ülkemiz mücadele etmektedir. Ben Türkiye’nin yerel seçimlerde bir kez daha yeni bir demokrasi sınavını başarıyla tamamlayacağını düşünüyorum. Gökhan Günaydın CHP Genel Başkan Yardımcısı ve Ankara Milletvekili Y erel seçim hazırlıklarımız uzun zamandır hız kesmeden devam ediyor. 23 Mayıs 2012 tarihinde “Yerel Seçimler İçin Hedef 2014” adını verdiğimiz yerel seçim strateji belgesini açıkladık. Bu belge ile seçim sürecine yönelik ne zaman, ne yapacağımızı kamuoyunun bilgisine sunduk. 2012 sonbaharından itibaren yaptırmış olduğumuz anketlerle de yerel politikalarımızı yönlendirmekteyiz. 2 Eylül 2013 itibarıyla tüm Türkiye’de aday adaylığı başvurularını aldık. Başvurular kabul edilirken dönemin dinamikleri olan gençler ve kadınlardan adaylık ücreti alınmadı. Aynı şekilde yüzde 33’lük kadın kotası ve yüzde 10’luk gençlik kotası ile gençlere ve kadınlara bir çağrı yapmış olduk. Onları “ana gemi”de siyaset yapmaya davet ettik. 30 Ma r t 2014’te 1396 noktada seçime gireceğiz. Bu noktaların hepsine ay rı ay rı Ekim 2013 “Gençler ve kadınlardan adaylık ücreti alınmadı. Yüzde 33’lük kadın kotası ve yüzde 10’luk gençlik kotası ile gençleri ve kadınları ‘ana gemi’de siyaset yapmaya davet ettik.” ve doğru bir şekilde temas etmeye çalışıyoruz. Bu açıdan Bursa’nın Mudanya’sından Ardahan’ın Posof ’una kadar tüm coğrafyaya hakim olacak şekilde bir anlayış sergiliyoruz. Aday belirleme süreci ile ilgili olarak tüzüğümüzün bizlere sunmuş olduğu imkanlar çerçevesinde hareket ediyoruz. Hem örgütümüzün hem de halkımızın isteklerini ve beklentilerini karşılayabilecek en uygun yöntemi bulmaya çalışıyoruz. Çünkü doğru adayı bulabilmek doğru yöntemlerle mümkündür ve bizler bu yöntemlerle halkta ve örgütte karşılığı olan adaylar bulma gayretindeyiz. Resmî seçim kampanyamız güleryüzlü, halkçı ve kucaklayıcı olacaktır. Partimizin 90’ıncı yaşını kutladığı bugünlerde “Dev Çınar, Yeni Filiz” söyleminden de anlaşılacağı üzere bu kampanya önceki seçim kampanyalarımıza benzemeyen, ancak CHP ilkeleriyle barışık ve onun üzerine “zamanın ruhu”nu koymuş bir kampanya olacaktır. CHP bu seçim döneminde daha planlı, programlı, katılımcı, aklı ve bilimi kullanan, halka daha çok temas eden bir anlayışla seçimleri en iyi sonuçla kazanmak için çalışmaktadır. Ancak, “Kazanmak yetmez, kazandığını iyi yönetmek lazım” diyoruz. Bu bakımdan Türkiye’nin en başarılı belediyelerinin de CHP’li belediyeler olduğunu söylüyoruz. Üstelik bu başarı, belediyelerimizin ellerini kollarını bağlayan yasalara rağmen gerçekleşmektedir. Türkiye’de yaratılan algı “Bir belediye iktidar partisi mensubu değilse başarısız olur” şeklindedir. Biz bu algının doğru olmadığını göstermek için 28 Mayıs-2 Haziran 2013 tarihleri arasında iki bin proje arasından seçtiğimiz beş yüz projeyi “Proje ve Hizmet Fuarı”nda halkımızla buluşturduk. Bu fuarda herkes belediyelerimizin kendi kaynaklarını yaratarak büyük başarılara imza attığını gördü. Cumhuriyet Halk Partisi 30 Mart 2014 yerel seçimlerinden zaferle çıkma gayesindedir. Şu an itibarıyla 534 olan belediye Dosya sayımız, inanıyorum ki 31 Mart 2014 sabahı büyük oranda artış gösterecek. Son yıllarda hızlı bir ivme yakalayan partimiz, bu artış ile birlikte 2015 yılındaki genel seçimlerde iktidar olma yolunda önemli bir adım atmış olacak. Sadir Durmaz MHP Genel Başkan Yardımcısı ve Yozgat Milletvekili M illiyetçi Hareket Partisi, mahalli idareleri millî kalkınma ilke, hedef ve politikalarının yerel uygulayıcıları ve yurt sathında yaygınlaştırılmasının öncelikli paydaşları olarak nitelendirmektedir. Partimiz, yerel yönetimleri vatandaş memnuniyetini ve hayat kalitesinin yükseltilmesini ülkü edinen hizmet kurumları olarak değerlendirmektedir. Demokratik, insan hakları ile din ve vicdan özgürlüğüne saygılı; sosyal adaleti, toplumsal huzuru, hizmette eşitliği ve vatandaşı bilgilendirmeyi amaç edinen; değişim ve gelişimde millî ve evrensel değerleri bütünleştiren; yerel hizmetleri vatandaşa en etkili biçimde sunan anlayış, yerel yönetimler açısından siyasi anlayışımızın temelini oluşturmaktadır. Mahalli idareler seçimlerine hazırlık çalışmalarını yürütmek için il, ilçe ve belde teşkilatlarında yer alan yöneticiler, belediye ve il genel meclisi üyeleri ile sürece katkı sağlayacak uzman kişilerin yer aldığı komisyonlar oluşturuldu. Genel siyasi eğilimleri ve mevcut belediyelerin faaliyetlerini değerlendiren anket çalışmaları yaptırıldı. Kamuoyu yoklamaları belirli aralıklarla devam ettirilmektedir. Tüm çalışmalarımız tamamlanmıştır. Seçimlere en hazır parti olduğumuzu ifade edebiliriz. Milliyetçi Hareket Partisi bugüne kadar kendisine emanet edilen yerel yönetimlerde ortaya koyduğu yönetim yeteneklerini, bir değerler manzumesi olarak milletimizin hizmetine sunmayı görev addetmiştir. Millet emanetine sahip çıkarken, aynı zamanda vizyoner bir yaklaşımla geleceği kucaklamak, gelecek nesillere daha yaşanabilir bir ülke bırakmak en önemli önceliğimizdir. Bu sebeple ülkemizin yeni bir belediyecilik vizyonuna ihtiyaç duyduğu gerçeğinden hareketle partimiz “Üretken Belediyecilik” modelini geliştirmiş ve milletimizin istifadesine sunmuştur. “Üretken Belediyecilik”, toplumun ayrıştırılmasına karşı geliştirilen önemli ve etkili bir belediyecilik anlayışı olarak hem birlik ve beraberliğimizi güçlendiren hem de hizmette kalite, etkinlik ve sürekliliği sağlayan bir yerel yönetim anlayışıdır. Kamuoyunda dürüst belediyecilik denince ilk akla gelen MHP’li belediyelerdir. Partimiz mahalli idareler seçimlerinde insanı merkeze alan kutlu bir hizmet anlayışına sahip, temsil ettiği milliyetçi fikirlerin yüksek sorumluluğunu taşıyan, sağlıklı ve huzurlu bir toplumun yetişmesinde görev almaya talip, mahalli idarelerin demokrasi içindeki yeri ve önemine vakıf, büyük milletimizin Ekim 2013 39 40 Dosya kardeşliğini korumakta kararlı, dürüst hizmeti ilke edinen adaylar ve kadrolarla yola çıkacak ve başarıya ulaşacaktır. Hedefimiz mahalli idareler seçimlerinde partimizi birinci parti yapmaktır. Mahalli idareler seçimleri, sonuçları ve yaratacağı etki itibarıyla tüm siyasi partiler ve ülkemiz açısından önemli bir dönüm noktası olacaktır. Bu seçimlerin sonuçları aynı yıl yapılacak Cumhurbaşkanlığı seçimini ve 2015’teki milletvekilliği genel seçimlerini de etkileyecektir. Bu açıdan mahalli seçimler yalnızca yerel yöneticilerin seçimi olmayacaktır, aynı zamanda ülkemizin siyasal gidişatını belirleyecek ve geleceğinin nasıl şekilleneceğine dair işaretler verecektir. Demir Çelik BDP Eş Genel Başkan Yardımcısı ve Muş Milletvekili Y erel seçim çalışmalarımıza başlamadan önce birçok ilkesel karar aldık. Bu kararlar halkımızın tercih ve taleplerinin birebir karşılanması amacını taşımaktadır. Bu temel ilke çerçevesinde seçim çalışmalarımıza start verdik. Belediyelerimizin hizmetlerinin ne derece yeterli olduğunu araştırmak ve eksikliklerimizi tespit etmek öncelikli hedefimizdi. Gördük ki halk herhangi bir talebi için belediyelerimize koşulsuz gidebiliyor. Bu aslında bugüne kadar kamu daireleri ile halk arasında oluşan sert duvarların yıkılması demektir. Yaptığımız kamuoyu araştırmalarında halkımızın yüzde 80’inin belediyelerimizin hizmetlerinden memnun olması bunun bir göstergesidir. Biz hazırlıklarımızı yaparken yüzde 80’in memnuniyeti üzerinden hareket etmedik, bizimle farklı bakış açısına sahip yüzde 20’nin memnun olmama nedenlerini baz aldık. Bu oran siyasi bir görüş farklılığına dayansa da biz bu durumu asla küçümsemiyoruz. Halkımızın bütün bileşenlerinin istek ve talepleri bizim için önemlidir. Bizler siyasi görüş farklılığı bulunan kesimler de dahil olmak üzere toplumun bütün kesimlerine hiçbir fark gözetmeden hizmetlerimizi sunmaya devam ettik ve edeceğiz. Bu anlayışımızı aday belirleme süreçlerine de yansıtmaktayız. Daha önce hangi siyasi görüş içinde olursa olsun, bu dönem partimizde görev almak isteyen ve halkımıza hizmet edeceğine inanan herkese kapılarımızı açtık. Adayların belirlenmesinde esas belirleyici halkımızın eğilimi olacaktır. Halkın genel eğiliminin aday şahsında yaşam bulması için parti içi mekanizmalarımızı kurmuş bulunmaktayız. Partimize oy veren, vermeyen, hatta vermeyecek olan Ekim 2013 kesimlerden görüş ve öneriler alacağımız bir mekanizma geliştirdik. Buradaki esas amacımız, seçimleri kazandığımız yerlerde, partimize oy vermeyen kesimlerin temsil haklarını korumaktır. Biz ezilen tüm halklar ve kimliklerin temsiliyetini hassasiyetle yerine getirmeye çalışan bir partiyiz. Bu nedenle bizleri seçenler, kendi kendilerini yönetmek adına seçiyorlar. Hangi uygulamanın ne şekilde hayata geçeceğine halkın kendisi karar verecek. Bizler vekaleten bu görevi aldığımızı her fırsatta dile getirmeye, bu algıyı canlı tutmaya çalışacağız. Bize oy veren herkesin bizden hesap sorma, gerekçe isteme hakkını da her zaman koruyacağız. Seçimlerdeki temel vurgularımız da bunlar olacak. Elimizdeki veriler ışığında söylemek gerekirse, önümüzdeki yerel seçimlerde BDP’li belediyelerde ciddi bir artış görülecek. Bu seçim, içinden geçtiğimiz süreç itibarıyla barışın nasıl tesis edileceğinin de belirlendiği, demokratik zemini güçlendiren bir seçim olacak. Halklar kendi iradelerini yeni yönetimlerde daha fazla görme isteğiyle sandıklara gidecek. Bu nedenle önümüzdeki seçimlerin Türkiye’nin yaşadığı en kritik seçimlerden biri olacağı kanaatindeyim. Göğe uzanan demokrasi Macaristan Parlamentosu pek çok “en”in taşıyıcısı; hem Avrupa’nın en eski parlamento binalarından biri, hem de Macaristan’ın en büyük, Budapeşte’nin ise en yüksek yapısı. Kıta Avrupası’nın en görkemli yapılarından biri sayılan parlamento binası aynı zamanda Macaristan’ın önemli simgelerinden. Elif Çelik Ekim 2013 Budapeşte’nin altın tacı 1846 Kutsal Taç, Macaristan’ın ilk kralı Stephen’a ithafen “Aziz Stephen’ın Tacı” olarak da adlandırılıyor. Macaristan krallarının 12. yüzyıldan itibaren giydiği bu taç, tüm Avrupalı Hıristiyan hükümdarların taçları gibi sembolik bir hale olarak algılanır, onu giyenin ülkeyi ilahî bir hakla yönettiğine inanılırdı. Ekim 2013 yılında, “Ülkenin bir eve ihtiyacı var” diyordu Macarların ünlü şairi Mihály Vörösmarty. Öyle ya, Macar Krallığı’nı kuran Árpád Hanedanı devleti yönetirken mekan gözetmemişti, sonraki yüzyıllardaysa başrahipler, baronetler, asilzadeler ve aristokrat yurttaşlar olmak üzere dar bir kesimden oluşan “ülke”, konsillerde toplanmıştı. Ne var ki Aydınlanma Çağı bu gidişatı değiştirdi ve yönetim hakkı halkın daha geniş bir kesimine verildi. Artık ülkenin, kelimenin tam anlamıyla kendine ait bir evi olması gerekiyordu; ama bu ev bir saray değil, henüz kundaktaki demokrasiyi temsilen tüm şehrin üzerinde yükselecek, göklere uzanacak bir yapı olmalıydı. Pek çok mücadele ve çalkantıyla geçen yılların ardından, 1882 yılında bu önemli yapının mimari tasarımı için bir yarışma düzenlendi. Yarışmada bir adım öne çıkan Imre Steindl’ın tasarımı tarihe ayna tutacak eklektik bir binaydı; pek çok üslupsal öğeyi barındırıyordu ve aynı zamanda yenilikçiydi. Dışarıdan bakıldığında, 1830-1900 yılları arasında altın çağını yaşamış olan neo-Gotik üslubun en gösterişli örneklerinden birini sunacaktı; içiyse Rönesans ve Barok öğeleriyle donatılacaktı. 1885 yılında temelleri atılan binanın açılış töreni, ülkenin bininci yıldönümü olan 1896’da yapıldı. 1904 yılında inşası tamamen bittiğinde, Avrupa’nın en büyük parlamento binasıydı. Bu süre boyunca bin civarında işçinin emek verdiği inşaatta 40 milyon tuğla, yarım milyon değerli taş ve 40 kilogram saf altın kullanıldı. Bugün Tuna nehri boyunca sıralanmış yüzlerce binanın arasından yükselerek bizi büyüleyen binanın o dönemde yarattığı hisleri hayal etmek bile çok zor... Mimarın Rönesans üslubunda bir kubbeyle taçlandırdığı bina hem içinde hem de dışında tam bir simetriye sahip. Öyle ki, birbirinin tıpatıp aynısı olan iki tane meclis salonu var. Binanın yapıldığı dönemde çift meclisli olan Macar Parlamentosu bu farklı salonlarda toplanıyor, birleşik oturumlar ise kubbeli salonda gerçekleş- Dünya Parlamentoları Böylesi bir ihtişam sadece binanın kendinde değil şüphesiz, bir de önünde mağrurca süzülen Tuna Nehri var ki nice şiire, şarkıya, klasik müzik eserine, hatta türküye ilham kaynağı olmuş... tiriliyordu. Macaristan Cumhuriyeti, 23 Ekim 1989 tarihinde parlamento binasının Kussoth Meydanı’na bakan balkonundan Mátyás Szűrös tarafından ilan edildi. O tarihten bu yana Macaristan Parlamentosu, Ulusa l Meclis’ten oluşuyor ve bugün, eski yasama organının meclis salonunda toplanıyor. Eski ayan meclisi ise günümüzde konferans ve toplantılar için kullanılıyor. Bugün toplam 386 koltuğa sahip Macaristan Parlamentosu’nda milletvekili seçimleri dört yılda bir yapılıyor. Başbakan ve cumhurbaşkanı ise parlamento üyeleri tarafından seçiliyor. Bina nın içinde 152, dışında 90 olmak üzere toplam 242 heykel yer alıyor. Ön cephede; Macarların atası Ekim 2013 43 44 Árpád ve Kutsal Roma İmparatoru I. Ferdinand gibi önemli hükümdarların, Transilvanyalı önderlerin ve ünlü askerlerin temsilî heykelleri yerleştirilmiş. Pencerelerin üzeriyse krallara ve düklere ait hanedanlık armalarıyla süslenmiş. Ana girişin iki yanında aslan heykelleri karşılıyor gelenleri. Altını olan kuralları koyar Parlamento binasının içi altın gibi ışıldıyor dersek yanlış olmaz, hemen hemen her yerde altın varaklı süslemeler kullanılmış. Ana girişten binaya girildiğinde fevkalade dekore edilmiş ve Korint sütunlarıyla süslenmiş merdivenlerden çıkarken bir yandan da tavandaki freskolara takılıyor gözünüz. Macaristan tarihini anlatan bu Ekim 2013 Dünya Parlamentoları freskoların her biri ayrı bir zarafet ve incelikle yapılmış. Ayrıca mimarın ve Macaristan tarihi için önem taşıyan bazı kişilerin heykelleri de bu bölümde yer alıyor. Kubbeli salon, binanın tam merkezinde bulunuyor ve onaltı kenarlı poligon bir plana sahip. “Macaristan’ın Kutsal Tacı”, kraliyet asası, bir küre ve kılıç 2000 yılından beri kubbeli salonda özel bir muhafaza içinde sergileniyor. Kubbe içinin ve duvarların neredeyse tamamının altın varakla bezendiği bu salonda bulunup da gözlerin kamaşmaması mümkün değil... Nispeten daha sade olan vitray ve cam mozaik çalışmaları, Miksa Róth’a ait. Binada cumhurbaşkanı ve başbakanın çalışma ofisleri dahil toplam 700 oda yer alıyor. Parlamento binasının mimarisi kadar ilgi çeken bir diğer özelliği de Budapeşte’nin sıcak yaz Macaristan Parlamentosu’nun kütüphanesi yarım milyon civarında kitap ve doküman barındırıyor. Komünist rejim süresince binanın kubbesinde yer alan dev kızıl yıldız, 1990 yılında kaldırılmış. Viyana’da güzel sanatlar fakültesinde okuyan mimar Imre Steindl, gönül verdiği tarihselciliği, Rönesans ve Gotik mimariyi Macaristan Parlamentosu’nda bir araya getirerek şaheser ortaya koymuş. Ne var ki tüm dünyanın hayran kaldığı bu görkemli yapıyı Macarlara kazandıran mimar, binanın inşası henüz tamamlanmadan görme yetisini kaybetmiş. günleri için tasarlanmış olan özel havalandırma sistemi. Binanın önündeki iki su kaynağından içeriye, toplantı odalarına dek uzanan dar tüneller aracılığıyla taşınan sular, serin ve ferah bir hava sağlıyormuş. Tünellerden bazıları zaman içinde kapatılmış, kalanlarsa yazın buzlarla doldurularak bugün bile klima niyetine kullanılıyor. Binanın muhteşem güzellikteki ön cephesi Tuna nehrine bakıyor, ana giriş ise diğer taraftaki Kossuth Meydanı üzerinde yer alıyor. Macaristan için tarihî ve siyasi bakımdan önem taşıyan bu meydana, bağımsızlık mücadelesinde büyük payı olan Ferenc II. Rákóczi ile meydana adını veren Lajos Kossuth’un heykelleri dikilmiş. Ayrıca 1956 yılındaki Macar Devrimi’nin kahramanları ve kurbanları onuruna yakılan sonsuz ateşi de burada görmek mümkün. Ekim 2013 45 46 “Güçlü Yarınlar” için büyük yatırımlar “G Suat Kılıç Gençlik ve Spor Bakanı Bakanlık olarak gençlik ve spor yatırımlarına büyük kaynak ayırdık. 2002 yılında devletin gençlik ve spor alanında yaptığı yatırım sadece 63 milyon lira iken bu rakam bugün 5 milyar 268 milyon 330 bin liraya ulaşmış durumda. Ekim 2013 üçlü Yarınlar” sloganıyla iki yıl önce çıktığımız yolculukta bugün yeni bir döneme girmiş bulunuyoruz. Olimpiyat heyecanını geride bırakıp sporda söz sahibi, olimpik değerlere sonuna kadar bağlı bir Türkiye için artan heyecanımızla çalışmalarımıza son sürat devam ediyoruz. Ülkemiz son 10 yılda düzenlediği uluslararası büyük spor organizasyonları ile sporda önemli bir merkez haline geldi. Gençlik ve Spor Bakanlığı olarak iki yılda başlattığımız, bitirdiğimiz ve devam ettiğimiz projelerle ve yatırımlarla organizasyon becerilerimizi sürekli kılmak adına kalıcı işler yapıyoruz. Bu bağlamda Bakanlık olarak gençlik ve spor yatırımlarına büyük kaynak ayırdık. 2002 yılında devletin gençlik ve spor alanında yaptığı yatırım sadece 63 milyon lira iken bu rakam bugün 5 milyar 268 milyon 330 bin liraya ulaşmış durumda. Bu kapsamda yürüttüğümüz spor tesisi sayısı 786. Bunları açmak gerekirse, ülke genelinde yapımına devam edilen veya ihale sürecinde olan stadyumların adedi 25. Bunların maliyetleri 2 milyar 656 milyon 527 bin lira. Yapımına devam eden ve maliyeti 168,5 milyon lira olan futbol sahalarının adedi 267. Maliyeti 1 milyar 50 milyon 199 bin lira tutan 193 spor salonunun inşaatı sürerken, aynı şekilde yapımı devam eden atletizm pistlerinin adedi 21 ve maliyetleri 84 milyon 431 bin lira. Tenis kortu, cimnastik salonu ve diğer branşlardaki spor tesislerinden yapımına devam edilenlerin adedi 78 ve bunların maliyeti de 564,8 milyon lira. Yine yurt genelinde yapımına devam edilen 48 havuzun maliyeti ise 363,5 milyon lira. Sporun tüm toplum katmanlarına yayılmasının ancak güçlü bir alt yapı ile mümkün olacağının farkındayız. Bununla birlikte bu düşünceler- 47 le çıktığımız yolda çalışmalarımızı sadece alt yapıyla sınırlandırmıyoruz. İnşa ettiğimiz tesislerin ancak insanımızın etkin kullanımıyla bir mana ifade edeceğinin bilincindeyiz. Sporda söz sahibi olmanın yolu güçlü alt yapının yanında olimpik değerlere sahip elit sporcularla mümkün. 2002 yılında Türkiye’de lisanslı sporcu sayısı 268 bin iken bugün itibarıyla 4 milyon 750 bin rakamına ulaştı. Bu, hükümetimizin spora verdiği önemi göstermesi açısından önemli bir veri. Bu rakam, lisanslı ve faal sporcularımızın sayısı, önem verilen ve nitelikli özel tesislere kavuşturulan branşların sayısı her geçen gün artacak. Bakanlık olarak amatör branşlara yönelik malzeme ve tesisleşme konusundaki desteklerimiz de devam edecek. Başbakanımız Sayın Recep Tayyip Erdoğan’ın imzasıyla başladığımız 2020 Yaz Olimpiyat ve Paralimpik Oyunları adaylık sürecinde sıklıkla dile getirdiğimiz gibi Türkiye olarak olimpik harekete olan inancımızı koruyor ve bu inancı geliştirmeye, güçlendirmeye devam ediyoruz. Bu süreçte milletimizin gösterdiği olimpiyat tutkusu her türlü takdirin üzerindedir. Türk toplumu olimpik ruha, İstanbul halkı olimpiyat felsefesine büyük bir tutkuyla sahip çıktı. Ev sahibi olmak isteyen değil, adeta olimpiyatın doğduğu bir ülke gibi büyük bir tutku, heyecan ve istek toplumun bütün katmanlarına egemen oldu. Milletimizin olimpiyata gösterdiği büyük ilgi ülkemize çok daha büyük eserler, değerler ve katkılar kazandıracaktır. Sayın Başbakanımızın ve hükümetimizin büyük desteği ile Türkiye’nin spor ülkesi olma yolundaki vizyonu ve gayreti had safhadadır. Bakanlık olarak kendimize şiar edindiğimiz “Güçlü Yarınlar”ı yakalama kararlılığının itici gücü hiç şüphesiz geleceğimizin teminatı gençleri- mizdir. Bu açıdan Bakanlığımızın kuruluşuyla birlikte gençlik politikaları da artık tek elden yürütülüyor. Gençlerimizi geleceğe daha iyi hazırlama adına önemli adımlar attık, atıyoruz, atacağız. Yükseköğrenim Kredi ve Yurtlar Kurumu’na bağlı yurtlarımızı adeta otel konforuna kavuşturduk. Şu an yurtlarımızda kalan öğrenci sayısı 310 bin. Bu rakamın yıl sonunda 350 bine çıkacağını tahmin ediyoruz. Halen 184 yurdun yapımına devam ediyoruz. Bunun yanında mevcut yurtlarımızda geçtiğimiz eğitimöğretim sezonu içinde ücretsiz internet devrini başlattık. Ranza sisteminden 2-3 kişilik odalara geçen yurtlarımızda kalan 310 bin gencimiz için 310 bin elyaf yorgan satın aldık. Yurt odalarımızda ilk etapta 32 bin mini buzdolabı da bu eğitim-öğretim sezonunda yerini aldı. Yükseköğrenimdeki öğrencilerimize Bakanlık olarak bu yıl başlangıç ödeneğinde 5 milyar 328 milyon 558 bin lira ayırdık. Yıl sonunda bu rakamın 6 milyar 191 milyon 289 bin liraya ulaşacağını tahmin ediyoruz. Şu an 301 bin 800 burslu öğrencimiz bulunurken bu sayı yenilerle birlikte 1 Ocak 2014 itibarıyla 400 bin kişiye çıkacak. Kredi verdiğimiz öğrenci sayısı ise 680 bin. İsteyen her öğrencimize 12 ay boyunca ayda 280 lira öğrenim kredisi veriyoruz. Bunun yanında yüksek lisans öğrencilerine 560, doktora öğrencilerine ise 840 lira burs ve kredi yardımında bulunuyoruz. Tüm bunlar şüphesiz önemli ve büyük işler, fakat bu memleketin ve milletin her şeyin en iyisine layık olduğuna inanan bir siyasi kadro olarak, daha iyisini yapmak ve “Güçlü Yarınlar”a ulaşmak için milletin verdiği yetkiyi yine millet adına, milletin çocukları için sonuna kadar kullanma aşkı ve heyecanı içinde durmaksızın çalışmaya devam ediyoruz ve edeceğiz. Ekim 2013 48 Röportaj 1995 ve 1999 yıllarında milletvekili seçilen Yılmaz Karakoyunlu ile hem siyaset hem de edebiyat konuştuk. Siyaset yaparken kullanılan dilin önemine işaret eden Karakoyunlu, “Diliniz bir kere bozulursa siyasetinizin etkin ve sağlam kalması mümkün olmaz” diyor. Karakoyunlu okurlarına ise yeni romanların müjdesini veriyor. Yılmaz Karakoyunlu: Siyaset dili terbiye demektir Röportaj: Nehir Öztürk “D oğmadığın, büy ümediğin bir toprakta hiçsin demektir”… Yılmaz Karakoyunlu’nun Mor Kaftanlı Selanik isimli romanından bir cümle bu… Hem dikkat çekici hem de yakıcı. 1920’lerde Türkiye ile Yunanistan arasında yaşanan mübadeleyi konu aldığı son romanı yaklaşık bir yıl önce okurla buluşan Karakoyunlu, şu sıralar yeni eserlere hayat vermeye hazırlanıyor. Bunlardan biri Sultan Abdülhamid’le ilgili bir roman… Diğeri ise 1950’li yıllarda yaşanmış bir aşk hikayesi… Siyasetçi, yazar, gazeteci Yılmaz Karakoyunlu bu ayki röportaj konuklarımız arasında. Siyasetten edebiyata uzanan sohbetimize geçmeden, 77 yıl önceye gidelim… Yılmaz Karakoyunlu 1936 İstanbul doğumlu. Öğretmen bir anne ile avukat bir babanın oğlu. Siyasete ilgisi aileden geliyor. “Babam Demokrat Parti’nin kurucuları arasında. Dolayısıyla siyasete Demokrat Parti terbiyesinde başladım. Demokrat Parti’nin giderek sertleştiği ve demokratik yaşam disiplininden uzaklaşmaya başladığı dönemlerde Mülkiye öğrencisiydim” diyen Karakoyunlu, üniversite yıllarına ilişkin şu değerlendirmeyi yapıyor: “O tarihlerde Mülkiye öğrencisinin siyasetle ilişkisi, diğer üniversite gençliği ile karşılaştırılamayacak kadar özgün, derinlikli ve kararlılık içinde gelişen disiplin örneklerini sergilerdi. Demokrasi tutkunluğu, Mülkiye eğitiminin en önemli ve değerli müfredatını oluştururdu. Bir irade yaratırdı. Ancak, o tarihte üniversite gençliğinin ortaya koyduğu demokrasi talebi daha ziyade özgürlük talebi olarak tezahür ediyordu.” Ekim 2013 “Demokratik irade ve karar zaafları yaşandı” Aileden gelen siyaset ilgisi Ankar a Ün i ve r s i t e s i S i y a s a l B i l g i l e r Fakültesi’nde okuduğu yıllarda pekişen Yılmaz Karakoyunlu, 1995’teki genel seçimlerde milletvekili oldu. Siyaset yaptığı parti Anavatan Partisi, seçim bölgesi ise İstanbul’du. 1999’daki seçimlerin ardından bir dönem daha Meclis çatısı altında yer alan Karakoyunlu, DSP, ANAP ve MHP’nin oluşturduğu koalisyon hükümetinde Devlet Bakanlığı yaptı. Karakoyunlu TBMM’deki yıllarına dair unutamadığı olayları sorduğumuzda şu yanıtı veriyor: “Süleyman Demirel cumhurbaşk a nı seçi ld i k ten sonra Ba şba k a n Demirel’den çok farklı nitelik ve ka- Röportaj “Bugün ülkemizin acil siyasi ihtiyaçlarının başında yeni anayasa düzenlemesi geliyor. Parlamento bu konuda çok emek verdi, ama bir sonuç alınamadı. Partilerimizin henüz aynı anlayış birliğine gelebildiklerini söylemek mümkün değil. Doğrusu istenirse bu konuda bir talihsizlik yaşanıyor.” pasitede bir siyasetçi hüviyeti sergilemeye başladı. Başbakan Demirel modelinde siyaset terbiyesine alıştırılmış bulunan Doğru Yol Partisi kadroları, Cumhurbaşkanı Demirel kadrolarındaki siyaset modeline intibakta zorluk çekiyordu. Tansu Hanım, Demirel’in bu yeni modeline intibakta siyasal sorunlar yaratan ve sürdüren bir model sergilemeye başladı. Örneğin Erbakan’la koalisyon kurarak iktidar olmayı bile göze aldı. Oysaki ana muhalefette kalmayı bir süreliğine tercih etseydi, 28 Şubat denilen o yersiz ve pek tabii ki gereksiz sürecin yaşanması söz konusu olmayacaktı. Bugün 28 Şubat diye bir süreç tartışması yaşanıyorsa, bu durum tamamen Erbakan’ın her ne şart altında olursa olsun başbakan olma arzusundan ve Tansu Hanım’ın başbakanlığı sıraya bindirip kendi vaktinin gelmesini beklemesinden kaynaklandı. Hem Türk demokrasisi büyük bir talihsizlik yaşadı, hem Erbakan’a yanlış siyaset tohumları ekme fırsatı verildi, hem de Türk Silahlı Kuvvetleri’nin hiç gereği olmayan birtakım müdahale merakları ve teşebbüsleri ile demokratik irade ve karar zaafları yaşandı. Bugün bile bu irade ve karar zaafının olumsuz tesirleri görülmektedir.” “Yeni anayasa konusunda talihsizlik yaşanıyor” Yılmaz Karakoyunlu milletvekilliği ve bakanlık yaptığı dönemlerle bugün arasında önemli farklar olup olmadığını sorduğumuzda “siyaset dili”ne işaret ediyor: “Siyaset dili terbiye demektir. Diliniz bir kere bozulursa siyasetinizin etkin ve sağlam kalması mümkün olmaz. Bugün Türk siyaseti bu hoyrat manzarayı yaşamaktadır. Parlamenter siyasette bu durum varsa yerel siyasette ölçüyü muhafaza etmeniz mümkün değildir. Bunun sonucunda garip, bazen de nüktelere konu Ekim 2013 49 50 Röportaj olacak sevimsiz ve seviyesiz manzaraların yaşanması söz konusu olur.” Yılmaz Karakoyunlu’ya göre bugün ülkemizin acil siyasi ihtiyaçlarının başında yeni anayasa düzenlemesi geliyor. Tecrübeli siyasetçi, “Parlamento bu konuda çok emek verdi, ama bir sonuç alınamadı. Partilerimizin henüz aynı anlayış birliğine gelebildiklerini söylemek mümkün değil. Doğrusu istenirse bu konuda bir talihsizlik yaşanıyor. Ülkemizin üç güzide hukukçusu bu konuda emek veriyor. Meclis Başkanımız Sayın Cemil Çiçek, Adalet Bakanlığı günlerinden beri bu çalışmalarda çok duyarlı ve kararlı davranış disiplini sergilemiştir. Aynı şekilde Sayın Burhan Kuzu, Sayın Ahmet İyimaya bu konuda parlamenter ciddiyet ve hukuk adamlığı örneği verdiler” diye konuşuyor. Söz günümüzden açılınca Ortadoğu’da yaşananları da sorduğumuz Karakoyun- Ekim 2013 Salkım Hanım’ın Taneleri, Güz Sancısı, Üç Aliler Divanı… Yılmaz Karakoyunlu Cumhuriyet tarihinin siyasi ve toplumsal olaylarını ele alan romanlara imza atıyor. lu, “Türkiye bölgenin önder ülkesidir. Hem anayasal siyaset düzeni hem de dış ilişkilerde dikkat çeken, saygı duyulan ve örnek alınan bir politika ve uygulama kaynağı olduğunu göstermelidir” yorumunu yapıyor. Yılmaz Karakoyunlu siyasetle başlayan sohbetimizde edebiyata geçmeden önce seçim barajına da değinerek şunları söylüyor: “AKP hükümetleri orduyu kışlasına göndermekte ısrarlı ve başarılı oldu. Ama ne tuhaf bir durumdur ki bu başarıyı ancak askerî idarenin getirdiği yüzde 10 seçim barajıyla sağlayabildi. Orduyu kışlaya gönderenler, nedense yüzde 10 barajından vazgeçmek istemediler. Seçimde böyle yüksek baraj engellemeleri olursa hiçbir iktidar demokratik bir anayasa gerçekleştiremez. Çünkü iktidarın mevcudiyeti ihtilal metotları ile sağlanmış olmaktadır.” Ödüllü kitaplar, çarpıcı filmler Salkım Hanım’ın Taneleri, Güz Sancısı, Üç Aliler Divanı… Yılmaz Karakoyunlu Cumhuriyet tarihinin siyasi ve toplumsal olaylarını ele alan romanlara imza atıyor. 1990 Yunus Nadi Roman Ödülü sahibi Salkım Hanım’ın Taneleri, İkinci Dünya Savaşı sırasında İstanbul’daki ticaret sermayesinin el değiştirmesini, bu süreçteki ah- Röportaj laki ve kültürel yozlaşmayı, Varlık Vergisi uygulamalarıyla güç duruma düşen azınlıkların dramını işliyor. 1991’de yayımlanan Üç Aliler Divanı, Atatürk’e yapılan İzmir suikastını ve Cumhuriyet’in kurucu kadrolarıyla İttihatçılar arasındaki hesaplaşmayı konu ediyor. 1992’de Türkiye Yazarlar Birliği’nin Roman Ödülü’nü kazanan Güz Sancısı ise İstanbul’da 1955 yılında yaşanan 6-7 Eylül Olayları’nı ele alıyor. Yılmaz Karakoyunlu Çiçekli Mumlar Sokağı’nda işgal yıllarında İstanbul’a gelen Batumlu göçmenlerin Kurtuluş Savaşı’na katkılarını, Yorgun Mayıs Kısrakları’nda Adnan Menderes, Yahya Kemal, Nâzım Hikmet gibi belli başlı kişiler çevresinde Cumhuriyet’in kuruluş yıllarından 1960’a uzanan dönemi yansıtıyor. Serçe Kuşun Sonbaharı’nda Şeyh Bedreddin ve çevresini döneminin tarihsel, dinsel ve toplumsal koşullarında işleyen usta yazar, son romanı Mor Kaftanlı Selanik’te ise çarpıcı bir dille mübadeleyi anlatıyor. Yılmaz Karakoyunlu’nun eserleri saydıklarımızla sınırlı değil. Daha pek çok romanı, tiyatro oyunu ve şiirleri var. Salkım Hanım’ın Taneleri ve Güz Sancısı romanları beyazperdeye uyarlanan Karakoyunlu, “Tarihî romanlar, diziler ve filmlerle son dönemde sıkça karşılaşıyoruz. Siz bu gelişimi nasıl değerlendiriyorsunuz?” diye sorduğumuzda şu yanıtı veriyor: “Tarih romanları günlük yaşamımızda layık olduğu ilgiye yaklaşmaktadır ve yakın bir gelecekte kavuşacaktır. Buna inanıyorum. Halen gündemde olup itibar ve ilgi gören tarihî filmler, diziler, yeni romanlar bu başlangıç ürünlerinin iyi örnekler olduğunu kanıtlar.” Sultan Abdülhamid’in romanını yazıyor Yılmaz Karakoyunlu son romanı Mor Kaftanlı Selanik’in gördüğü ilgiden memnun. Usta yazar, “Yeni bir eser hazırlığınız var mı?” sorusuna okurlarını mutlu edecek bir yanıt veriyor: “Sultan Abdülhamid’in yaşamını ve yönetimini konu alan bir roman üzerinde çalışıyorum. Yakında bir öykü kitabım yayımlanacak. Adı Ekinler Gece Büyür. Öte yandan bir petit roman yazdım. Demokrat Parti’nin kuruluş ve batış yıllarının konu alındığı, Ayvalık’ta yaşanmış bir aşk romanı. Bitirdim sayılır.” Yılmaz Karakoyunlu ile siyaset ve edebiyat üzerine yaptığımız sohbeti bu iki konuyu bir araya getirdiğimiz soruyla noktalıyoruz: “Siyasetçi ve edebiyatçı kimlikleriniz birbirini nasıl etkiledi?” Karakoyunlu’nun yanıtı kısa, ama anlamlı: “Bunlar benim meşguliyet alanlarımdır, karakterlerim değil. Karakterim özgürlükçü ve demokrattır.” Ekim 2013 51 52 KapakSöyleşi Gıda Tarım ve Hayvancılık Bakanı Mehmet Mehdi Eker: Tarım ve hayvancılığımız hak ettiği değere kavuştu Gerçekleştirilen çalışmalar sonucunda tarım sektöründe rekor üstüne rekor kırıldığını, hayvancılığın hak ettiği değere kavuşmasıyla üretimde ve verimde önemli artışlar sağlandığını belirten Bakan Eker, tüketici sağlığına verilen önemi ise bir kez daha vurguladı: “Biz Türkiye’de insan gıdası olarak tüketilmek üzere hiçbir GDO ürüne izin vermiyoruz. Bu konuda denetimler çok sıkı; endişe etmeye gerek yok.” Söyleşi: Songül Baş Ekim 2013 Söyleşi Ülke ekonomisinin belkemiği sektörlerinden olan tarım ve hayvancılıkla ilgili politikaları belirlerken hangi temel noktalar üzerinde duruyorsunuz? Gıda, tarım ve hayvancılık alanında yapılan çalışmalarla ilgili bilgi verebilir misiniz? Son 10 yılda tarım sektörüyle ilgili yeni ve önemli birçok çalışmayı hayata geçirdik. Tarım sektörünü sosyal alandan ziyade stratejik ve rekabete dayalı iktisadi bir sektör olarak ele aldık. Bakanlıkta ilk defa stratejik plan hazırlandı. Bu planla sektörün amaçları ve hedefleri belirlendi, bunlara nasıl ulaşılacağı ortaya konuldu. Yapılan derinlik analizi ile tarım sektörünün mevcut durumu tespit edildi, alınacak tedbirler ve uygulanacak projeler belirlendi. Yapısal sorunları çözmek amacıyla Tarım Kanunu’nun da aralarında yer aldığı 16 kanun çıkarılarak tarımda yapısal değişim ve dönüşüm döneminin önü açıldı. Sektörün önemli sorunlarından olan ve verimlilikle doğrudan ilişkili bulunan parçalı tarım arazilerini birleştirmek için toplulaştırma çalışmalarına hız verildi. Bu kapsamda son 10 yılda 3 milyon hektar alan tarım arazisi toplulaştırıldı. İlk kez yapılan bir çalışmayla iklim, toprak, topografya, arazi sınıf ları ve kullanım şekillerine dayalı yaklaşık 528 milyon veri değerlendirilerek Türkiye tarımının 30 adet tarım havzası belirlendi. Tarım Havzaları Üretim ve Destekleme Modeli ile tarım envanteri ortaya çıkarıldı. Böylece hangi havzada hangi üründen daha fazla verim elde edileceği ortaya konuldu. Tarımsal destekleri ise kalite, sağlık, verimlilik ve kırsal kalkınmayı esas alacak şekilde yeniden düzenledik. 52 yeni destek uygulamasını hayata geçirdik. 2003-2012 döneminde çiftçilerimize toplam 50,6 milyar liralık nakit destek ödemesi yaptık. Hayvancılığın toplam destekler içerisindeki payını ise yüzde 4,4’ten 2012 yılında yüzde 29’a çıkardık. Böylece son 10 yılda hayvancılığa verdiğimiz destek miktarı 26 kat artmış oldu. Bitkisel üretimde de verimlilik ve kalitenin artırılması amacıyla sertifikalı tohumluk ve fide/fidan kullanımını 2005 yılında ilk kez destekleme kapsamına aldık. Gıda güvenilirliği konusunda da önemli çalışmalara imza attık. 75 milyon insanımıza hitap eden ve 175 yıllık köklü bir geçmişe sahip olan bakanlığımızı “Gıda Tarım ve Hayvancılık Bakanlığı” adıyla yeniden yapılandırdık. Gıda mevzuatımızı AB Gıda Mevzuatı ile uyumlulaştırdık. Bununla birlikte ülkemizin her yerindeki vatandaşımızın tarladan sofraya güvenilir gıda tüketmesini sağladık. Tarım-sanayi entegrasyonunu sağlamak amacıyla yüzde 50 hibe destekli Kırsal Kalkınma Yatırımlarının Desteklenmesi Programı’nı 2006 yılında hayata geçirdik. Program kapsamında tarımsal ürünlerin işlenmesi, paketlenmesi, depolanması ile ilgili ekonomik yatırımlar ile makine-ekipman alımları, damla ve yağmurlama sulama yatırımlarına yüzde 50 hibe desteği sağladık. Ayrıca çiftçilerimizin üretimde en çok kullandıkları makine ve ekipmanı da destekleme kapsamına aldık. 70 yıllık bir rüya olan “Tarım Sigortası”nı uygulamaya koyduk. Sigorta ile doğal afetlerden etkilenen üreticilerimizin mağduriyetleri en aza indirildi. Ayrıca göreve başlattığımız 10 bin tarım danışmanı ile yaklaşık 35 bin köyümüzde çiftçilerimize ücretsiz olarak danışmanlık hizmeti veriyoruz. Yine, tarımda ileri araştırma, teknoloji ve eğitim merkezleri açtık. Son 10 yılda tarımsal Ar-Ge projelerine toplam 621 milyon liralık kaynak sağladık. İfade ettiğiniz tüm bu çalışmalar sonucunda ülkemizin gıda, tarım ve hayvancılık tablosu nasıl bir değişim gösterdi? Yapılan çalışmalarla birlikte tarım sektörümüz son 9 yılın 8’inde büyüyerek yarım yüzyılın en istikrarlı dönemine ulaşmıştır. Ülkemizin tarımsal hasılası son 10 yılda 23,7 milyar dolardan 62,5 milyar dolara yükselmiştir. Türkiye tarımsal ekonomik büyüklükte 2002 yılında dünyada 11’inci, Avrupa’da 4’üncü sırada iken dünyada 7’nci, Avrupa’da ise birinci sıraya yükselmiştir. Türkiye, 75 milyon insanımızın ve 32 milyon turistin gıda ihtiyacını karşılayıp, üstüne de 188 ülkeye 1663 çeşit tarımsal ürün ihraç eden bir ülke konumuna gelmiştir. Ülkemiz tarım ürünleri ihracatında rekor üstüne rekor kırmıştır. Tarımsal Ekim 2013 53 54 Söyleşi ihracatımız 2002 yılında 4 milyar dolar iken 4 kat artarak 2012 yılında 16 milyar dolara ulaşmıştır. Cumhuriyet’in 100. yılını kutlayacağımız 2023 için gıda, tarım ve hayvancılık sektörünün hedefleri nelerdir? Tarım sektörünü temel sorunlarını çok geride bırakmış, üretici, tüketici ve insan odaklı, büyüme ve gelişmesiyle ön planda olan daha güçlü bir yapıya kavuşturmak temel hedefimizdir. Bu anlayış çerçevesinde stratejik sektör olarak ele alınan ve hak ettiği değere kavuşan tarım sektörünün, son dönemde yakaladığı atılımı gelecek dönemde de sürdürmesi için çalışmalarımız aralıksız devam edecektir. Bakanlığımız, ülkemiz nüfusunun yeterli ve dengeli beslenme ile kaliteli Tüketiciye güvenilir gıda arzının temini, tüketici sağlığının ve menfaatinin en üst seviyede korunması ve sektörde haksız rekabetin önlenmesi bakanlığımızın temel yaklaşımıdır. tarım ürünleri ihtiyacının çevre, insan ve hayvan sağlığını koruyarak sürdürülebilir bir şekilde güvence altına alınmasını hedeflemektedir. Değişen tüketim alışkanlıkları ve ihtiyaçlar doğrultusunda çağdaş, bilimsel ve teknolojik imkanlardan yararlanarak tarımsal üretim ve arz güvenliğini destekleyen politikalar ile yeterli ve güvenilir gıda arzını sağlamak; hastalık ve zararlılardan dolayı oluşacak ekonomik kayıpları azaltarak arzulanan üretim seviyelerine ulaşmak; üreticilerin gelir seviyelerini artırmak; ulusal ve uluslararası ticareti kolaylaştırmak temel yaklaşımımızdır. Bu hedeflere ulaşmak için bakanlığımızca Tarımda 2023 Vizyonu hazırlanmıştır. Buna göre sürdürülebilir büyümesini devam ettiren, Tarımsal Gayrisafi Yurtiçi Hasılası 150 milyar dolara ulaşmış, tarımsal ihracatı 40 milyar doları aşmış, parçalı arazilerini birleştirerek 14 milyon hektar alanda arazi toplulaştırmasını tamamlamış, 8,5 milyon hektarlık sulanabilir alanın tamamı modern sulama teknikleriyle suya kavuşmuş bir Türkiye hedefliyoruz. Halk sağlığını yakından ilgilendiren gıda güvenilirliğine yönelik çalışmalar son yıllarda ivme kazandı. Gıda denetimlerinden sağlıksız ürünleri piyasaya sunan markaların teşhirine kadar bu çalışmalarda gelinen nokta ve halk sağlığı açısından kazanımlar nelerdir? “Çiftlikten sofraya” anlayışı ile tamamlayıcı ve etkin bir gıda denetiminin sağlanması yoluyla tüketiciye güvenilir gıda arzının temini, tüketici sağlığının ve menfaatinin en üst seviyede korunması ve sektörde haksız rekabetin önlenmesi bakanlığımızın temel yaklaşımıdır. Bu politika kapsamında tüm gıda zincirindeki resmî kontrol faaliyetleri kontrol görevlilerimiz ile gerçekleştirilmektedir. Ayrıca gerek yurt içinde gerekse ithalat/ihracat amacıyla yapılan resmî kontrollerde alınan numuneler analiz ettirilmek üzere bakanlığımıza bağlı kamu ve özel il gıda kontrol laboratuvar müdürlüklerine gönderilmektedir. Resmî kontrollere ilişkin görevler, genel olarak denetim, gözetim, tetkik, izleme, takip, doğrulama, numune alma, analiz gibi uygun kontrol metotları ve teknikleri kullanılarak yürütülür. Bu kapsamda 5996 sayılı “Veteriner Hizmetleri, Bitki Sağlığı, Gıda ve Yem Kanunu”na göre resmî kontroller risk esasına göre uygulanmaktadır. Denetim sıklığı açısından büyük ya da küçük firma ayrımı gözetmeksizin işletmenin hijyen durumu, gıda işletmecisinin uyguladığı otokontrol amaçlı gıda güvenilirliği planları, daha önce idari yaptırım uygulanıp uygulanmadığı ve ürünün taşıdığı risk göz önünde bulundurulur. Ayrıca ürün güvenilirliği açısından daha riskli olarak kabul edilen hayvansal gıdaları üreten işletmeler daha sık denetlenmektedir. Ekim 2013 Söyleşi Ekmek ve Ekmek Çeşitleri Tebliği ile birlikte ülkemizde üretilen ekmeklerde tuz miktarı azaltılmış, kepek oranı artırılmış, tam buğday ekmeği ve/veya kepekli ekmeklerin satış yerlerinde bulundurulması zorunlu kılınmıştır. Tüketicilerin de denetim mekanizmasına etkin katılımının sağlanması amacıyla 2009 yılında 174 ALO GIDA HATTI faaliyete geçirilmiştir. Web tabanlı yazılım sayesinde talepler anında işleme alınmakta ve en kısa sürede sonuçlandırılmaktadır. Ayrıca BİMER ve il müdürlüklerimize yapılan bireysel başvurular da değerlendirmeye alınmakta ve tüketicilerimize sonuç hakkında bilgi verilmektedir. Firmaların kamuoyuna duyurulması 5996 sayılı “Veteriner Hizmetleri, Bitki Sağlığı, Gıda ve Yem Kanunu” ile kanun kapsamında yayımlanan “Gıda ve Yemin Resmî Kontrollerine Dair Yönetmelik”in getirdiği yeniliklerden sadece biridir. Bu uygulamanın temel amacı tüketicinin sağlığı ve menfaatinin korunması, sektörde haksız rekabetin önlenmesidir. 5996 sayılı kanun ve bu kanun kapsamında yayımlanan yönetmelik gereğince, laboratuvar sonucuyla taklit veya tağşiş yapıldığı kesinleşen gıda ve yem ile kişilerin hayatını ve sağlığını tehlikeye düşürecek şekilde bozulmuş, değiştirilmiş gıdaları üreten ve/veya satan firmanın adı, ürün adı, markası, parti ve/veya seri numarasını içeren bilgiler bakanlığın resmî internet sitesi olan www.tarim.gov.tr adresinde duyurulmak suretiyle kamuoyunun bilgisine sunulmaktadır. Bakanlığımız kamu otoritesi olarak yasalarla verilmiş tüm yetkileri tereddütsüz kullanarak bugüne kadar olduğu gibi bundan sonra da tüketici ve çevrenin korunmasına yönelik çalışmalarını titizlikle devam ettirecektir. Sofralarımızdan eksik etmediğimiz ekmekle ilgili hem tüketiciye hem de üreticiye yönelik çalışmalarınız var. Ekmekte katkı maddesinin azaltılması, tam buğday ekmeğine geçişin teşvik edilmesi gibi uygulamalar hangi hedeflerle yaşama geçirilmiştir? Ülkemizde 2012 yılı itibarıyla günlük 25 bin 295 ton, yıllık 9,2 milyon ton ekmek üretilmektedir. Bu miktar 250 gram baz alınarak adete dönüştürüldüğünde günlük 101 milyon, yıllık 37 milyar ekmeğe karşılık gelmektedir. Ekmeğin tekniğine uygun ve hijyenik şekilde üretilmesi, muhafaza edilmesi, taşınması ve pazarlanması büyük önem arz etmektedir. Ekmek ve Ekmek Çeşitleri Tebliği ile birlikte ülkemizde üretilen ekmeklerde tuz miktarı azaltılmış, kepek oranı artırılmış, tam buğday ekmeği ve/veya kepekli ekmeklerin satış yerlerinde bulundurulması zorunlu kılınmıştır. Ekmeklerin üretiminden tüketiciye ulaşmasına kadar geçen sürede maruz kalacağı koşullara ilişkin yeni hijyen kriterleri getirilmiştir. Böylelikle obezite ile mücadelede önemli bir aşama kaydedilmesi, tuza bağlı olarak görülen hastalıklarda azalma meydana gelmesi, ekmeklerin çok daha sağlıklı ortamlarda üretilmesi, dağıtılması ve satışa sunulması, ekmekteki kepek oranının artırılmasıyla daha fazla buğdayın ekonomiye kazandırılması hedeflenmiştir. 30 Haziran 2013 tarihinde yayımlanan Türk Gıda Kodeksi Gıda Katkı Maddeleri Yönetmeliği’ne istinaden, ambalajsız olarak piyasaya arz edilen ekmek, tam buğday ekmeği, tam buğday unlu ekmek, kepekli ekmek ve ekşi hamur ekmeklerine hiçbir katkı maddesi katılmayacaktır. Söz konusu ekmeklerin yapımında kullanılan buğday unlarına sadece üretim aşamasında (un fabrikası) olmak üzere askorbik asit (C vitamini) katılabilecektir. Ekim 2013 55 56 Söyleşi Son zamanlarda tartışma konusu olan GDO ürünlere bakanlığınızın yaklaşımı ve bu konuda yürüttüğü çalışmalar nelerdir? Biz Türkiye’de insan gıdası olarak tüketilmek üzere hiçbir GDO ürüne izin vermiyoruz. Bu konuda denetimler çok sıkı; insanımızın hiçbir şekilde endişe etmesine gerek yok. Ne üretimine ne de ithalatına izin veriliyor. AB’de insan gıdası olarak bazı ürünlere izin var, bizde o konuda sıfır tolerans söz konusu. Ülkemizde Biyogüvenlik Kurulu tarafından sadece yem amaçlı olarak 3 adet soya fasulyesi çeşidi ile 16 adet mısır çeşidi onaylanmıştır, gıda amaçlı hiçbir gene izin verilmemiştir. Bakanlığımızca yürütülen ithalat kontrollerinde GDO olduğu tespit edilen gıdaların ve onaylanmamış gen içeren yemlerin yurda girişine izin verilmemektedir. Ülkemizde GDO ürünlerle ilgili işlemler 26 Eylül 2010 tarihinde yürürlüğe giren “Biyogüvenlik Kanunu” ve yine aynı tarihli “Genetik Yapısı Değiştirilmiş Organizmalar ve Ürünlerine Dair Yönetmelik” hükümlerine göre yürütülmektedir. Genetiği değiştirilmiş bitki ve hayvanların üretimi, GDO ve ürünlerinin onay alınmaksızın piyasaya sürülmesi, Kurul kararlarına aykırı olarak kullanılması veya kullandırılması, Kurul tarafından piyasaya sürme kapsamında belirlenen amaç ve alan dışında kullanılması, bebek mamaları ve bebek formülleri, devam mamaları ve devam formülleri ile bebek ve küçük çocuk ek besinlerinde kullanılması yasaktır. İthalat aşamasında ürün ve ülke bazında risk esaslı kontrol uygulanmaktadır. GDO açısından riskli olan mısır, soya, kolza, pamuk, papaya, domates, şeker pancarı, pirinç/çeltik, patates, buğday ve bunlardan elde edilen ürünlerin GDO üretimi ve ticaretinin olduğu ülkelerde yapılması durumunda ithalatlarda %100 analiz yapılmaktadır. Ayrıca ithalat aşamasındaki kontroller sonucunda uygun bulunan yemlerin, yönetmeliğin 19. maddesine göre etiketlenmesinin ardından yurda girişine izin verilmektedir. GDO içermesi muhtemel gıdalara yönelik yurt içi GDO kontrolleri ve ithalatına izin verilen GDO’lu yemlerin kontrolleri Biyogüvenlik Kanunu ve Biyogüvenlik Kurulu kararları yönünde etkin bir şekilde bakanlığımızca yürütülmektedir. Resmî kontrol sonucu olumsuzluk tespit edilmesi halinde ürünlerle ilgili olarak 5977 sayılı Biyogüvenlik Kanunu çerçevesinde yasal işlem uygulanmaktadır. Tarımın yanı sıra hayvancılık da ülkemiz açısından ekonomik ve stratejik önem taşıyor. Hayvancılık sektörünün gelişmesine yönelik çalışmalarınız hangi noktalarda ağırlık kazanmaktadır? Yıllardır ihmal edilen hayvancılığımıza hak ettiği değeri verdik. Başlattığımız sayısız proje ile üretimde ve verimde önemli artışlar sağlandı. Sıfır faizli kredilerle hayvancılık yatırımları hız kazandı. Damızlık et ve süt yetiştiriciliği, düve yetiştiriciliği ile küçükbaş yetiştiriciliği yapan üreticilerimize Bakanlığımızca yürütülen ithalat kontrollerinde GDO olduğu tespit edilen gıdaların ve onaylanmamış gen içeren yemlerin yurda girişine izin verilmemektedir. Ekim 2013 Söyleşi faizsiz, iki yıl ödemesiz yedi yıl vadeli kredi uygulaması başlattık. Bu kapsamda 2010-2013 arasında 195 bin üreticiye toplam 7,1 milyar lira faizsiz kredi kullandırıldı. Hayvancılığın geliştirilmesine verilen öneme paralel olarak son 10 yılda suni tohumlama sayısı 5 kat artarken 50 başın üzerinde büyükbaş hayvancılık işletmesi sayısı 4 bin 300’den 27 bin 865’e çıktı. Ülkemiz coğrafyasında en uygun hayvancılık olan koyun-keçi yetiştiriciliği desteklendi, üretim ve hayvan sayısında artışlar sağlandı. İlk kez koyun-keçi sütüne inek sütüne göre 2,5 kat daha fazla destek primi verildi. 2006 yılında ilk kez anaç koyun-keçi desteği başlatıldı. 2013 yılında küçükbaşta hayvan başına 20 lira destekleme ödemesi yapıyoruz. Sağlanan destekler ve yürütülen etkin çalışmalar sonucunda küçükbaş hayvan sayısında 1980 yılından itibaren devam eden azalma, son 4 yılda tersine döndü. 2009-2012 döneminde küçükbaş hayvan sayımız yüzde 33 arttı. Mera ıslah çalışmalarına büyük önem verildi. Toplam 4,5 milyon dekar alanda mera ıslah çalışması tamamlandı. Hayvancılığımızın geliştirilmesi amacıyla meralarımızın hayvancılık yatırımı yapmak isteyen üreticilerimiz ve girişimcilerimizin hizmetine sunulması için çalışmalar başlatıldı. Son 10 yılda yem bitkileri üretimine 3,1 milyar lira destek ödendi. Et ve sütte fiyat dalgalanmalarının olumsuz etkilerinin ortadan kaldırılması, üreticinin korunup gelirinin artırılması, piyasada istikrar sağlanması gibi görevleri de içerecek şekilde Et ve Balık Kurumu Genel Müdürlüğü’nü yeniden yapılandırdık. Arıcılık ilk kez 2003 yılında destekleme kapsamına alındı. Seralarda bombus arı kolonisi kullanan üreticilere ise 2005 yılından itibaren destek Yıllardır ihmal edilen hayvancılığımıza hak ettiği değeri verdik. Başlattığımız sayısız proje ile üretimde ve verimde önemli artışlar sağlandı. Sıfır faizli kredilerle hayvancılık yatırımları hız kazandı. verilmeye başladı. Arıcılık ve bombus arısına bugüne kadar toplam 220 milyon lira destek ödendi. Türkiye su ürünlerinde büyük başarıya imza attı. Su ürünleri yetiştiriciliği ilk kez destekleme kapsamına alındı ve bugüne kadar 880 milyon lira destek ödendi. Balıkçı gemilerine ÖTV’siz akaryakıt uygulaması başlatıldı. Sektöre 5 yılda 500 milyon liranın üzerinde katkı sağlandı. Türkiye dünyada su ürünleri üretiminde en fazla büyüyen 3’üncü ülke oldu. 2002-2012 döneminde su ürünleri yetiştiricilik üretimimiz yüzde 248, su ürünleri ihracatımız yüzde 325 oranında arttı. İhracatımızın yüzde 80’i AB ülkelerine yapılıyor. Sektörün geliştirilmesi için hayvan hastalıklarıyla etkin mücadele edildi. Şap, Koyun Keçi Vebası, Kuş Gribi ve Yalancı Tavuk Vebası hastalıkları ile mücadelede etkinliği artırmak ve hastalıklara karşı hazırlıklı olmak için acil eylem planları hazırlandı. Hayvan hastalıklarıyla daha etkin mücadele için ilk kez aşılama desteği başlatıldı. Avrupa Birliği’ne katılım müzakereleri çerçevesinde bakanlığınızca yürütülen çalışmalar nelerdir? 35 fasılda yürütülen AB müzakerelerinde, gıda ve tarımla ilgili 3 fasılda önemli çalışmalar yapılıyor. Tarım ve Kırsal Kalkınma, Gıda Güvenliği, Veterinerlik ve Bitki Sağlığı, Balıkçılık fasılları bakanlığımızın çalışma alanıyla ilgili. Gıda Güvenliği, Veterinerlik ve Bitki Sağlığı Faslı (12. Fasıl) açılış kriterleri yerine getirilerek 30 Haziran 2010 tarihinde müzakerelere açıldı. Tüm gıda üretim, satış ve toplu tüketim yerlerinin onay, kayıt ve kontrol işlemleri AB standartlarında yapılmaya başladı. Türkiye-AB Mali İşbirliği kapsamında 147 milyon avro bütçeli 22 proje tamamlandı. 134 milyon avro bütçeli 8 proje ise devam ediyor. AB Komisyonu Teknik Destek ve Bilgi Değişim Ofisi (TAIEX) tarafından tarımda ulusal mevzuatımızın AB mevzuatına aktarımı, uygulanması ve yürütülmesi amacıyla 2005 yılından bugüne çalıştay, toplantı, ziyaret gibi toplam 112 faaliyet düzenlendi. Ekim 2013 57 58 Büyük zaferin dosta düşmana ilanı: 29 Ekim 1923 Türkiye Büyük Millet Meclisi, 4 yıl boyunca Anadolu topraklarının her bir karışında mücadele eden Türk milletine en güzel hediyeyi Cumhuriyet’i ilan ederek verir. Ekim 2013 Y Bilge Yavuz akın tarihimizin belki de en önemli yılları 1918-1923 arasıdır. Mondros Ateşkesi’ni müteakip ülkenin birçok toprağı istilaya uğramış ve milletin kaderi yine milletin eline bırakılmıştır. Bu süreç çok çetin şartlarda mücadele verdiğimiz İstiklal Harbi’nin zaferle sonuçlanacağı Başkomutanlık Meydan Muharebesi’ne kadar devam eder. Türkiye Büyük Millet Meclisi, 4 yıl boyunca Anadolu topraklarının her bir karışında mücadele eden Türk milletine en güzel hediyeyi Cumhuriyet’i ilan ederek verir. 59 Esasen Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin 23 Nisan 1920’deki açılışıyla beraber siyasi irade Türk milletinin eline geçmiştir denilebilir. 21 Anayasası’nda “Hakimiyet bila kaydü şart milletindir” denilerek üstün olanın millet olduğuna işaret edilmiştir. Meclis, bu anlayışla İstiklal Harbi’ni yönetmiş ve tarihimizin en dirençli günlerinin adeta kalesi olmuştur. Kocatepe’den Lozan’a Şüphesiz Başkomuta n lı k Meyda n Muharebesi tarihimizin en önemli zaferidir. 9 Eylül 1922 günü İzmir’in kurtuluşuyla birlikte düşmanlardan temizlenen vatan toprakları artık huzura kavuşmuştur. İtilaf Devletleri’nin çağrısıyla 3 Ekim 1922’de Mudanya’da 1921 Anayasası’nda “Hakimiyet bila kaydü şart milletindir” denilerek üstün olanın millet olduğuna işaret edilmiştir. mütareke görüşmelerine başlayan Meclis, 11 Ekim 1922’de uzlaşmış ve Türk-Yunan savaşı resmen sona ermiştir. Bundan sonra TBMM Lozan’a gidecek, sınırlarımız belirlenecek ve diğer uluslararası konular karara bağlanacaktır. TBMM Hükümeti 28 Ekim 1922’de Lozan’da toplanacak barış konferansına davet edildi. Lozan’da baş temsilci olarak İsmet Paşa uygun görüldü ve çalışmalara başlandı. Fakat İtilaf Devletleri Lozan’a İstanbul Hükümeti’ni de davet etti. Bu kabul edilemez durumu bir netliğe kavuşturmak üzere 1 Kasım 1922’de saltanat kaldırıldı. Saltanatın kalkması Osmanlı Devleti’nin lağvedildiğini gösteriyor, ulusal ve uluslararası bütün alanlarda söz sahibinin TBMM olduğunu ilan ediyordu. Tabii Ankara Hükümeti Lozan’da sadece Yunanlarla değil, I. Dünya Savaşı’nda Osmanlı’yı mağlup eden devletlerle de masa başına oturacaktı. I. Dünya Savaşı’nın galibi olan İtilaf Devletleri mağlup ettiği devletlerle 1919 yazından itibaren anlaşmalar yapmaya başlamıştı. 1919 yılı içerisinde Almanya’yla Almanya tarihinin en ağır antlaşmalarından Ekim 2013 60 olan Versailles Antlaşması 28 Haziran’da, Avusturya’yla Saint-Germain Antlaşması 10 Eylül’de ve Bulgaristan’la Neuilly Antlaşması 27 Kasım’da imzalandı. 4 Haziran 1920’de ise Macaristan’la Trianon Antlaşması yapıldı. İtilaf Devletleri’nin bizimle ilgili planlarını ise İstiklal Harbi bozdu. 10 Ağustos 1920’de Osmanlı hükümetiyle imzalanan Sevr Antlaşması’nı tanımayan TBMM, antlaşmaya imza atan 3 kişiyi ve Sadrazam Damat Ferit Paşa’yı vatan haini ilan ederek haklarında idam kararı verdi. Anadolu’da elde edilen zaferin ardından hiçbir geçerliliği kalmayan Sevr, bir tasarıdan öteye geçemedi. 20 Kasım 1922’de başlayan Lozan görüşmelerinin birinci aşamasında netice alınamadı. Musul, kapitülasyonlar ve İstanbul’un boşaltılması meselelerinde anlaşma sağlanamayınca 4 Şubat 1923’te görüşmeler kesintiye uğradı. Görüşmelerin kesilmesi yeniden savaş ihtimalini gündeme getirdi ve Sovyetler Birliği savaş çık- tığı takdirde Türkiye’nin yanında yer alacağını duyurdu. Buna mukabil İtilaf Devletleri Türkiye’yi tekrar Lozan’a davet etti ve 23 Nisan 1923’te yeniden başlayan görüşmeler 24 Temmuz 1923’te anlaşma sağlanarak son buldu. “Yaşasın Cumhuriyet” Türkiye Büyük Millet Meclisi 23 Nisan 1920’de açıldığında henüz yeni devletin adı konulmamıştı. Meclis hükümeti sisteminin yürürlükte kaldığı bu Teşkilâti Esasiye Kanununun Bâzı Mevaddının Tavzihan Tadiline Dair Kanun Madde 1. — Hâkimiyet, bilâkaydüşart Milletindir. REİS — İkinci madde hakkında mı ? ğu Hükümeti, bugün de Türk Milleti Ankara’ya kurmuştur. İdare usulü halkın mukad- MEHMED EMİN B. — Evet! Şu aziz saatte ben, bu ihtiyar deratı bizzat ve bilfiil idare ... arkadaşınız, Allah’ımdan etmesi esasına müstenittir. Ondört asır sonradır ki, ey bu Hükümeti takdis ederim. Türkiye Devletinin şekli Hü- arkadaşlar! Allah, yine böyle Bu Hükümetin temellerinin, kümeti Cumhuriyettir. bir ilâhi hükümet kurdur- arzın temelleri kadar sağlam mak, ikinci bir mucizesini olmasını isterim. Ben, bu yaptırmak için en müntehap, ihtiyar arkadaşınız, bu Hü- REİS — Madde hakkında söz istiyen var mı ? en büyük bir milleti intiha- kümetin hak ve adalet güne- yok. Maddeyi aynen kabul (Hayır sesleri) Söz istiyen betmiştir, bu millet Türk şinin büyük ve küçük bütün buyuranlar lütfen el kaldır- Milletidir. Ondört asır evvel, caniplere, zayıf ve kuvvetli sın. Kabul edilmiştir. (Sürekli Peybamber Muhammed’in bütün alınlara mütesaviyen alkışlar) Mekke duvarlarında kurdu- (Yaşasın Cumhuriyet sesleri) Madde 2. — Türkiye nurunu saçmasını isterim. (Amîn sesleri.) Ve bu duamın kanatları altında, Cumhuriyetin ruhu önünde Devletinin dini, Dinî tazimen kıyam ederek üç İslâmdır. Resmî lisanı kere: «Yaşasın Cumhuri- Türkçedir. yet» diye Hükümetimizi MEHMED EMİN B. taziz etmelerini muhterem (Karahisarı Şarki) — arkadaşlardan temenni Reis Bey aralıkta bir eylerim. söz istiyorum, müsaade ediyor musunuz? Ekim 2013 (Yaşasın Cumhuriyet! diye üç defa bağırıldı.) 61 yıllarda meclis başkanı aynı zamanda hükümet başkanlığı da yapıyordu. 1921 Anayasası’nda bir devlet başkanının ve kabine sisteminin yer almaması hükümet kurma noktasında sık sık buhranlara sebep oluyordu. Nitekim 25 Ekim 1923 günü Başbakan Fethi Bey’in istifa etmesinin ardından hükümet kurulamamış, Meclis için ciddi bir handikap olan bu durum yeniden ortaya çıkmıştı. Gazi Mustafa Kemal ve İsmet İnönü 28 Ekim gecesi bir kanun tasarısı hazırlayarak 29 Ekim günü öncelikle Halk Fırkası Grubu’na sundu. Aynı gün mecliste de oylamaya sunulan tasarı kabul edildi ve Türkiye Cum- huriyeti resmen ilan edildi. “Yaşasın Cumhuriyet” nidalarıyla kabul edilen kanunun ardından sıra cumhurbaşkanını seçmeye geldi. 158 vekilin katıldığı oylama sonucunda Gazi Mustafa Kemal oy birliğiyle cumhurbaşkanı seçildi. Aynı gece atılan 101 pare topla kutlamalar yapıldı. Artık Türkiye yeni bir yola girmişti. Savaşlarla geçen sıkıntılı yılların ardından vatan toprakları bağımsızlığına kavuştu. Türkiye “vatanın ve milletin bölünmez bütünlüğü”nü cumhuriyetle birlikte teminat altına aldı. 90. yılına giren Cumhuriyetimiz kutlu olsun. Reisicumhur intihabı REÎS — Türkiye Cumhuriyeti olması lâzımgelen mahiyeti bu emniyet ve itimada kesbi için yapılan intihapta reye beynelmilel mâruf unvanı ile liyakat etmek için pek mü- iştirak eden âzanın adedi yadedildi. Bunun icabı tabiisi him gördüğüm bir noktadaki 158’dir. Yüz elli sekiz âza olmak üzere, bugüne kadar ihtiyacımı arz etmek mecburi- müttefikan Ankara Mebusu doğrudan doğruya Meclisini- yetindeyim. O ihtiyaç, Heyeti Gazi Mustafa Kemal Paşa zin Riyasetinde bulundurdu- Aliyenizin şahsım hakkın- Hazretlerini Cumhuriyet Ri- ğunuz arkadaşınıza ifa ettir- daki teveccüh ve itimadının, yasetine intihabetmişlerdir. diğiniz vazifeyi Reisicumhur müzaheretinin devamıdır. (Sürekli alkışlar ve yaşasın unvanı ile yine aynı arkada- (Hiç şüphe yok, daima sesleri) sadaları) şınıza, bu âciz arkadaşınıza... Ancak bu sayede ve Allah’ın (Estağfurullah, hakkınızdır inayetiyle, şahsıma tevcih bu- sesleri) tevcih buyurdunuz. yurduğunuz ve buyuracağınız GAZİ MUSTAFA KEMAL PAŞA (Ankara) — (Alkışlar arasında kürsiye gelerek) Muhterem arkadaşlar, mü- vazaifi hüsnü ifaya muvaffak ... him ve cihan şümul hadisatı fevkalâde karşısında muh- olabileceğimi ümidederim. (Allah muvaffak etsin sesleri) Türkiye Cumhuriyeti Daima muhterem arkadaş- terem milletimizin teyak- cihanda işgal ettiği mevkie larımın ellerine, çok samimî kuz ve intibahı hakikisine lâyık olduğunu aşariyle ispat ve sıkı bir surette yapışarak bir vesikai kıymettar olan, edecektir. (İnşallah sesleri) onların şahıslarından kendi- Teşkilâtı Esasiye Kanunumu- Arkadaşlar bu müessesei mi biran bile müstağni görmi- zun bâzı maddelerini tavzih âliyeyi vücuda getiren Türk yerek çalışacağım. Milletin için encümeni mahsus tara- Milletinin son dört sene teveccühünü daima noktayı fından Heyeti Celilenize teklif zarfında ihraz ettiği, zafer, istinat telâkki ederek, hep olunan kanun lâyihasının bundan sonra da birkaç misli beraber ileriye gideceğiz. Tür- kabulü münasebetiyle yeni olmak üzere, tecelliyatını kiye Cumhuriyeti mesut, mu- Türkiye Devletinin zaten gösterecektir. (İnşallah sesle- vaffak ve muzaffer olacaktır. cihanda malûan olan, malûm ri) Âcizleri mazhar olduğum (Şiddetli ve sürekli alkışlar) Ekim 2013 62 Röportaj Uluç Gürkan: Siyasetin olmazsa olmazı çizginizi değiştirmemektir Röportaj ve Fotoğraflar: Songül Baş 1991-2002 yılları arasında Meclis çatısı altında yer alan Uluç Gürkan, siyaset yaşamı boyunca doğru bildiğini yaptığını ve oyunun rengini hiç değiştirmediğini belirterek, “Siyasetin olmazsa olmazı iktidar veya muhalefet olmaya göre çizginizi değiştirmemektir” diyor. Ekim 2013 Y ıllar önce ANKA Ajansı’nda haber peşinde koşarken tanışmıştım Uluç Gürkan’la. 20’li yaşlarındaki genç bir gazeteci olarak meslek büyüğümün elini saygıyla sıkmış, anlattıklarını dikkatle dinlemiştim. Geçmişte yazı işleri müdürlüğü ve genel yayın yönetmenliği yaptığı ANKA Ajansı’nı ziyareti sırasında sohbet ettiğimiz Gürkan, genç meslektaşlarının kulağına küpe olacak sözler söylemişti. Yıllar sonra Parlamento dergisi için röportaj yapmak üzere Uluç Gürkan’ın kapısını çaldığımda aklımda hem o günün hatıraları hem de biraz sonra yöneltmeyi düşündüğüm sorular vardı. Kapı açıldığında ilk soru Uluç Gürkan’dan geldi: “Sizinle daha önce tanışmış olabilir miyiz?” Ben şaşırmış bir halde “Evet” yanıtını verirken gazetecilikte dikkatin ne denli önemli olduğunu bir kez daha duyumsadım. Gazeteci ve siyasetçi kimlikleriyle Meclis’in Basın Koridoru’nu da Genel Kurul Salonu’nu da çok iyi bilen Uluç Gürkan’la ofisinde sohbet ettik. 1991-2002 yılları arasında Röportaj üç dönem TBMM çatısı altında yer alan tecrübeli siyasetçiye ilk sorumuz “Sizi politikaya yönlendiren nedir?” oldu. Yanıtı bizi geçmişe, ta 1950’li yıllara götürdü: “Annem öğretmen, babam askerdi. Demokrat Parti döneminde babamın sürekli tayini çıktığı için ilkokulu beş ayrı yerde okudum. 27 Mayıs 1960’tan önce Talas Amerikan Ortaokulu’nda ikinci sınıftaydım. Rahmetli İsmet İnönü’nün Kayseri’ye gelişi sırasında yaşanan olaylara birebir tanık oldum. Küçük yaşlarda ailemden gelen Cumhuriyet Halk Partisi taraftarlığı üniversite dönemimde iyice pekişti. 1964 sonbaharında üniversiteye başladığımda 18 yaşını doldurmuştum. 5 Kasım 1964 tarihinde CHP’ye üye olarak kendime bir doğum günü hediyesi verdim.” Miting meydanından parlamentoya Uluç Gürkan Siyasal Bilgiler Fakültesi Uluslararası İlişkiler Bölümü mezunu. Öğrencilik döneminde Bülent Ecevit’in başlattığı Ortanın Solu hareketini destekleyen gençlik grupları içinde yer alan, “NATO’ya Hayır” mitinglerine katılan Gürkan, “Siyasete ilgim gazetecilik yıllarımda da devam etti. Bu ilgi sonucu 1991’de SHP’den Ankara Milletvekili seçildim” diyor. Erdal İnönü’nün genel başkanlığı döneminde SHP çatısı altında Meclis’te yer alan Uluç Gürkan, 1995 ve 1999 yıllarındaki seçimlerde DSP’den aday olmasıyla ilgili şunları söylüyor: “12 Eylül askerî darbesinin ardından kapatılan CHP 1992 yılında yeniden açıldı. DSP ve SHP’nin CHP kapatıldığı için kurulmuş partiler olduğunu, bu nedenle CHP çatısı altında bütünleşmek gerektiğini savundum. Fakat görüşler örtüşmedi. CHP’nin yeniden kuruluşuna katıldım ve Grup Başkanvekili oldum. 1994 yerel seçimlerinde sonuçlar CHP, SHP ve DSP için hayal kırıklığı olunca partilerin birleşmesi gündeme geldi. Ben ve bir grup arkadaşım birleşmenin Bülent Ecevit’in genel başkanlığında olması gerektiğini savunduk. CHP Genel Başkanı Deniz Baykal başlangıçta bu görüşümüze destek verir gibiydi, fakat daha sonra DSP bir kenara bırakıldı ve CHP ile SHP’nin birleşmesi gündeme geldi. ‘SHP’yle birleşeceksek SHP’den niye ayrıldık?’ diye itiraz ettim. Bir grup arkadaşımız CHP ile SHP birleşirken DSP’ye girdi, ben bağımsız kaldım. O sıralarda Meclis’te özelleştirme yasaları görüşülüyordu, ben de sık sık kürsüye çıkıyordum. Hemen her madde için önerge veriyordum, hatta bazı önergelerim benden bıktıkları için kabul de edildi! Bu görüşmeler sırasında rahmetli Bülent Ecevit yanıma geldi, ‘Aynı doğrultuda çalışıyoruz, niçin ayrı ayrıyız? Sizinle birlikte çalışmak istiyorum’ dedi. Bu davet üzerine Aralık 1994’te DSP’ye katıldım.” “Refahyol, 28 Şubat’a davetiye çıkardı” Uluç Gürkan 1995-1999 yılları arasında TBMM Başkanvekilliği yaptı. 28 Şubat sürecinde kabul edilen 8 yıllık temel eğitim yasasının görüşmeleri sırasında kürsüdeydi. Gürkan’a hem o günü hem de 28 Şubat dönemini sorduk. “28 Şubat Refahyol Hükümeti’nin kendi yarattığı canavara teslim olmasıdır. Başka bir deyişle 28 Şubat koşullarını Refahyol kendisi yaratmıştır” diyen Gürkan şöyle devam etti: “Refahyol Hükümeti 30 Eylül 1996 günü Başbakanlık bünyesinde bir Kriz Yönetim Merkezi kurulmasını kararlaştırmıştır. Bu merkezle ilgili yönetmelik 9 Ocak 1997 günü Resmî Gazete’de yayımlanmıştır. Bu yönetmelik doğal afetler, yangın gibi durumların yanı sıra etnik yapı ile din ve mezhep farklılıklarından kaynaklanan olayların da ‘kriz yönetimi gerektiren haller’ arasına alınmasını öngörmekteydi. Bunun ötesinde, kriz koşullarında hükümete ait olması gereken icra yetkilerini MGK Genel Sekreteri’ne devrederek devlet işleyişini MGK üzerinden askere teslim etmekteydi. DSP’nin TBMM Grup Toplantısı’nda yaptığım bir konuşmada Başbakanlık Kriz Yönetim Merkezi Yönetmeliği’nin yarattığı tehlikeye dikkat çekmiştim. 28 Şubat süreci Refahyol Hükümeti’nin bu yönetmeliğinin ürünüdür.” Uluç Gürkan 4 Aralık 1967 tarihinde Siyasal Bilgiler Fakültesi’nin kuruluş yıldönümü töreninde İsmet İnönü ile birlikte. Gürkan o tarihte Siyasal Bilgiler Fakültesi Öğrenci Derneği Başkanı. Ekim 2013 63 64 Röportaj 8 yıllık temel eğitim yasası Refahyol Hükümeti’nin ardından kurulan Anasol-D Hükümeti döneminde kabul edildi. Yasa görüşüldüğünde TBMM Başkanvekilliği koltuğunda oturan Uluç Gürkan o günü şöyle anlatıyor: “Yasa görüşülürken Meclis’i yönetmem konusunda partiler arasında bir tür konsensüs oluştu. Tarafsız ve adil davranacağıma dair bir algı vardı, öyle de oldu. Önce 8 saatlik bir oturum yaptık, sonra 28 saat aralıksız kürsüde kaldım. Hakikaten meşakkatli bir süreçti. Oylar birbirine oldukça yakın olmasına rağmen kavga çıkmadı. Yasa kabul edildikten sonra Refah Partisi hemen grup toplantısı yaptı. Rahmetli Necmettin Erbakan yasayı eleştirmeye başlamadan önce ‘Oturumu tarafsızlıkla yöneten Uluç Gürkan’a teşekkür ederim’ dedi. Başbakan Mesut Yılmaz, Başbakan Yardımcısı Bülent Ecevit odaya gelerek yönetimim nedeniyle kutladılar. Bu arada Meclis Başkanı Mustafa Kalemli arayıp ‘Cumhurbaşkanı telefonda bekliyor’ dedi. Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel son derece nazik bir dille tarafsız, kavga çıkmasına fırsat vermeyen yönetimim nedeniyle kutladı ve ‘Rejimi kurtardınız’ dedi. O gün benim için çok özel ve gurur vericiydi.” Uluç Gürkan, 28 Şubat döneminden söz ederken askerî darbelere de değinerek, “Her askerî darbe öncesinde bir büyük ekonomik kriz vardır ve o ekonomik krizden çıkışın adı olan istikrar paketleri askerî darbe sonrasında yaşama geçmiştir, devalüasyonlar dahil. Askerî darbeler sonrasında sermaye hep bir adım ileri gitmiştir. 28 Şubat’ta da sermayenin bu hareketini ayrıca incelemek gerekir” yorumunu yapıyor. Darbelerin acısını çekmiş, askerliğini “sakıncalı piyade” olarak yapmış bir birey olarak parlamento yaşamı boyunca iki noktada çok titiz davrandığını belirten Gürkan şunları söylüyor: “1991 yılında parlamentoya adım atar atmaz anayasanın 12 Eylül askerî müdahalesine övgü içeren başlangıç bölümünün değiştirilmesi gerektiğini savundum. Bu konuda anayasa değişikliği önerisi hazırladım. Uzun mücadelelerimiz sonucunda 1995 anayasa değişikliklerinde başlangıç bölümü değiştirildi. Parlamentoda üzerinde durduğum ikinci konu ise Refahyol Hükümeti’nin 28 Şubat’a davetiye çıkaran yönetmeliğidir. Bu konudaki uyarılarımı dile getirdim.” “Anayasa çalışmalarında dikkatli olunmalı” Uluç Gürkan 1995’teki anayasa değişikliklerini hatırlatınca sözü günümüze getirip “Yeni anayasa hazırlık çalışmalarını nasıl değerlendiriyorsunuz?” diye sorduk. Tecrübeli siyasetçi şunları söyledi: “1982 Anayasası’nda “Yukarıdan Meclis nasıl görünüyor?” “TBMM Başkanvekili olarak ilk kez kürsüye çıkmıştım. Genel Kurul bitince gazeteci arkadaşımız Mustafa İstemi, ‘Yukarıdan Meclis nasıl görünüyor?’ diye sordu. Aklım kadınerkek eşitsizliğine takılmıştı; ‘Çok kıllı’ dedim. Bu tablonun değişmesi gerekiyor.” Ekim 2013 Röportaj linde bir federatif yapılanmaya doğru gitmesinin altyapısını oluşturmamalı. Bu yönde sıkıntılar var. Örneğin ana dilde öğrenim... Ana dilin öğrenimi herkesin hakkıdır, ama ana dilde eğitim dediğiniz zaman bu durum sıkıntı yaratabilir. Dil farklı olursa bir arada yaşama iradesi kırılır ister istemez. Bu anayasa düzenlemeleri umarım Türkiye’yi kendini çok uluslu bir ülke olarak tarif etmeye zorlamaz. Dünyada kendini çok uluslu olarak tarif eden devletler istisnadır. Bir istisna eski Yugoslavya’ydı. Orada yaşananları hepimiz hatırlıyoruz. Bu konuda çok dikkatli olmamız lazım. Dünyaya bir Yugoslavya yeter.” Aktif siyasette 11 yıl “Ana dilin öğrenimi herkesin hakkıdır, ama ana dilde eğitim dediğiniz zaman bu durum sıkıntı yaratabilir. Dil farklı olursa bir arada yaşama iradesi kırılır ister istemez.” bugüne kadar pek çok değişiklik yapıldı. Temel hak ve özgürlükler konusunda çok ileri adımlar atıldı. Hatta 2001 ve 2002 değişikliklerinden sonra temel hak ve özgürlüklerin kullanılmasına yönelik bütün kısıtlayıcı hükümler kaldırıldı. Avrupa Konseyi Parlamenter Meclisi’nde bu değişiklikleri anlatırken Türkiye Cumhuriyeti anayasasının bütün eksikliğine, yetersizliğine karşın temel hak ve özgürlükler bakımından Avrupa Konseyi’nin en ileri on anayasasından biri haline geldiğini söyledim, hiçbir itiraz da olmadı. Sorun, yargı bağımsızlığının tam olarak sağlanamamış olmasıdır. Maalesef 12 Eylül 2010’daki değişikliklerle yargı bağımsızlığı daha sıkıntılı bir duruma geldi. Şimdi anayasada yargı bağımsızlığını tam sağlayacak, temel hak ve özgürlükleri güvence altına alacak düzenlemeler mutlaka gerekiyor, ama bunlar hiçbir şekilde Türkiye’nin etnik ve dinî cemaat teme- Sohbetimiz sırasında Uluç Gürkan’a Meclis’te yer aldığı dönemlerle bugün arasındaki farkları sorduk. Gürkan şu değerlendirmeleri yaptı: “Meclis’teki yıllarım koalisyon hükümetleriyle geçti. Şimdi tek parti hükümeti var. Deniliyor ki ‘Tek parti hükümetiyle istikrar sağlandı. Türkiye AKP iktidarıyla dünyanın 17. büyük ekonomisi oldu. Sözü dinlenen bir bölge gücü haline geldi.’ Türkiye için bu söylenenler doğru. Ancak bunlar AKP iktidarıyla olmadı. Türkiye’nin dünyanın 17. büyük ekonomisi olması 1993 yılında gerçekleşti. Türkiye’nin sözü dinlenir bir ülke olduğu da 18 Şubat 1999 günlü Independent gazetesinde Robert Kaplan’ın ‘Türkiye’nin bir dünya oyuncusu olarak ortaya çıkışı’ başlıklı makalesinde belirtilmişti. Şubat 2002 baskılı Turkey’s New World adlı kitapta ‘Türkiye dünya olaylarında gerçek bir bölge gücü olarak ortaya çıkmaktadır. Türkiye pek çok bakımdan en üstün mertebede bir merkez ülkedir’ denilmektedir. Örnekleri çoğaltabiliriz. Suriye’nin 9 Ekim 1999’da Abdullah Öcalan’ı sınır dışı etmesi DSP olarak içinde yer aldığımız hükümetin kararlılığı ve Türkiye’nin bölgedeki gücü sonucu olmuştur. 2002’de biz Abdullah Öcalan’ı ömür boyu hapse mahkum bir hükümlü olarak teslim ettik, şimdi görüşme muhatabı oldu.” 11 yıl aktif siyasetin içinde yer alan Uluç Gürkan’a son sorumuz “Size göre siyasetin olmazsa olmazı nedir?” oldu. Gürkan siyaset yıllarından örnek vererek şunları söyledi: “Siyasetin olmazsa olmazı iktidar veya muhalefet olmaya göre çizginizi değiştirmemektir. Ben oyumun rengini hiç değiştirmedim. Örneğin muhalefetteyken olağanüstü hal, çekiç güç gibi yasalara ‘hayır’ diyordum. İktidar üyesi olduğumuzda tezkereler gelmeye başladı, oyum yine ‘hayır’ oldu. Sayın Rahşan Ecevit’in adıyla anılan meşhur af yasasına hayır oyu veren iki DSP milletvekilinden biriyim. RTÜK yasasındaki değişikliklere muhalefetle birlikte karşı çıkıyordum. Doğru bildiğini yapabilmek ilkesine uyduğumu düşünüyorum ve bununla övünüyorum.” Ekim 2013 65 66 Millî Saraylar Sarkı söyleyen kasır Aynalıkavak Ekim 2013 Millî Saraylar Millî Saraylar Daire Başkanlığı’na bağlı saray ve kasırların en eskisi olan Aynalıkavak Kasrı ilgi çekici mimarisi, huzur veren bahçesi ve III. Selim’in bestelerine ilham veren manzarasıyla üç yüz yıllık bir şaheser. Pınar Ünsal H içbir sevgilinin unutturamadığı, cennet-i âlânın altında mı üstünde mi olduğunu sorgulatan, gönül tahtlarında keyfince kurulmasına izin verilen, parlaklığının ancak güneşle kıyaslanabileceğini düşündüren kurşun kubbeli şehir İstanbul, şairlere bunca ilham verdiyse, dört yüz küsur sene başkentlik yapmış bu şehrin en güzel manzaralı yerlerinde ikamet eden, en yeşil alanlarında avlanan, en tatlı sularını içen padişahlara ne yapmaz? Bir semtini sevmenin bile ömre bedel olduğu şehir, birçok padişahı sanata tutkun kılmış; en güzel resimler, en etkileyici şiirler Âsitâne-i Saadet-Âşiyan manzaralı saray pencerelerinin ardında oluşturulmuş. Sultan III. Selim’in (17891807) Haliç kıyılarının süsü Aynalıkavak Kasrı’nda onlarca beste yapması gibi. ‘‘Aynaları kavak kasır’’ Mis kokulu limon ağaçları, kırmızının binbir tonunda nar çiçekleri, göğe uzanan servileriyle huzur verici bir doğaya sahip olan ve diğer hasbahçeler gibi “irem bağı” olarak nitelenen Tersane Bahçesi, Aynalıkavak Kasrı dahil çeşitli yapıları bünyesinde bulunduran bir korulukmuş. Bizans İmparatorluğu’ndan beri hükümdarların dinlenme ve avlanma yeri olan korulukta ilk imar faaliyetleri Fatih Sultan Mehmet (1451-1481) tarafından başlatılmış. Bölgeye ilk kasrı ise I. Ahmed (1603-1617) yaptırmış. Ekim 2013 67 68 Millî Saraylar Doğasındaki güzellik, toprağındaki verim, havasındaki çiçek kokularıyla sonraki padişahların da ilgisini çeken bölge, başka kasırların da yapılmasıyla bir saray kompleksi haline gelmiş. Kasımpaşa-Hasköy isti kametinde sanayi oluşumlarının yoğunlaşması nedeniyle Tersane Sarayı adını alan yapılar bütünlüğünden günümüze sadece Aynalıkavak Kasrı ulaşmış. Haliç sahilinde, setler halinde yükselen bahçelerin tepesinde bulunan Kasr’ın III. Ahmed (1703-1730) döneminde yapıldığı, III. Selim döneminde Krikor Amira Balyan’a restore ettirildiği kabul edilir. 1718 yılında Osmanlı’nın Avusturya’da topra k kaybetmesine neden olan Pasarofça Antlaşması imzalanır. Venedikliler Mora yarımadasını Türklere bırakarak ucuz yırttıklarını düşünmüş olacaklar ki antlaşma sonrası Sultan III. Ahmed’e büyük boyda Ekim 2013 Aynalıkavak Kasrı’nın salon ve odalarına yerleştirilen, o dönemde yapılmış gravürlerde bile görülen kavak kadar uzun aynalar, halk arasında Kasr’a “aynaları kavak kasır” denmesine neden olur. değerli aynalar hediye ederler. Aynalıkavak Kasrı’nın salon ve odalarına yerleştirilen, o dönemde yapılmış gravürlerde bile görülen kavak kadar uzun aynalar, halk arasında Kasr’a “aynaları kavak kasır” denmesine neden olur. Bu isim zaman içinde değişikliğe uğrayarak Aynalıkavak Kasrı haline gelir. Deniz cephesinden iki, kara cephesinden tek katlı olarak görülen Aynalıkavak Kasrı, içindeki Rokoko ve Barok tarzı Batı geleneği süslemeler olmasa mimari açıdan tam bir Osmanlı tarzı olarak değerlendirilebilir. Alçı oymalara cam parçaları yerleştirilerek yapılan revzen pencereler ve geniş saçaklı çatı, dekorasyondaki sedir tipleri, kandiller, ısıtmada kullanılan mangallar, bitkisel motiflerle bezenmiş tavan süslemeleri Kasr’ı günümüze ulaşan diğer Osmanlı mirasları içinde ayrı bir yere koyar. 18. yüzyılda İtalya’da yaygın olan ve mermer görünümü veren stuko kaplamalar o dönemde yapılan saray, köşk, cami gibi yapılarda olduğu gibi Aynalıkavak Kasrı’nda da uygulanmıştır. Avrupa mimarisi özentiliğinin henüz tam yerleşmediği yıllarda yapıldığı için olsa gerek, Aynalıkavak Kasrı stuko kaplamalara ve Batı tarzı süslemelere rağmen Osmanlı mimarlık geleneklerine uygundur. III. Selim’le özdeşleşmiş Kasr’ın divanhanesi ve önemli konukların ağırlandığı arz odasının duvarlarında Sultan’ın Ekim 2013 70 Millî Saraylar altın yaldızla bezenmiş tuğrası bulunur. Enderuni Fazıl’ın Kasr’ı, Şeyh Galib’in III. Selim’i öven kasideleri Yesarizade Mehmet Efendi tarafından Kasr’ın geniş pencerelerinin üst kısımlarına, lacivert zemin üzerine altın yaldızlarla yazılmıştır ki bu yazılar Aynalıkavak Kasrı’nın belki de en değerli manevi hazinesidir. Binbir renkte çiçeğin süslediği Kasr’ın bahçesi zamanla tersane birimlerine dahil edilerek küçülse de hâlâ Enderuni Fazıl’ın iddia ettiği gibi cennet bahçeleriyle yarışacak güzelliktedir. Çimenlik, iki yanı ağaçlı yollar, mazı ile çevrili çiçek tarhları ve doğal koruluğuyla Türk bahçe sanatını en iyi yansıtan Kasır bahçesi aynı zamanda yapıldığı dönem itibarıyla Batı etkisinde en az kalan bahçedir. Musiki ile zaman yolculuğu Lale Devri’nin ünlü minyatürcüsü Levni’nin çizimlerinden anlaşıldığı kadarıyla şehzadelerin sünnet düğünlerinin yapıldığı ve çeşitli ziyafetlerin düzenlendiği Aynalıkavak Kasrı, III. Selim’den sonra ilgiden mahrum kalır ve zamanla harabeye döner. Padişahların kendi gösterişli saray ve kasır- larını yaptırma telaşına yenik düşen Kasır, yakınında bulunan tersanenin erzak ambarı haline bile gelir. Halbuki bu Kasır, manzarası ve doğal güzellikleriyle Sultan III. Selim’e ilham veren ve beste yapmasına vesile olan yerdir. Aynalıkavak Tenkihnamesi’nin (1779) imzalanması ve Musul Konferansı’nın (1924) toplanması gibi siyasi olaylara da tanık olan Aynalıkavak Kasrı, 1925 yılında çıkarılan bir kararname ile Millî Saraylar Müdürlüğü’ne bağlanır. Bir süre uluslararası kongre ve sempozyumların gerçekleştirildiği Kasır, 1984 yılında saray-müze olarak hizmete açılır. Kasır, müzisyen olan III. Selim’e ithafen bünyesinde Klasik Türk Müziği Aletleri Müzesi bulundurur ve bu müzede müzik aletlerinin yanı sıra hanedan üyelerinden biri olan Gevheri Osmanoğlu’nun bağışladığı çalgı, yazılı belge ve taş plaklar da sergilenir. Çeşitli yıllarda geçirdiği yenileme çalışmaları ve bilimsel araştırmalara dayalı onarım projeleriyle hak ettiği değeri ve ilgiyi görmesi amaçlanan Aynalıkavak Kasrı’nda sık sık Klasik Türk Müziği’nin seçkin örneklerini içeren veya III. Selim bestelerine ağırlık verilen konserler düzenlenir. Osmanlı mimarisi geleneklerine uygun olarak inşa edilen Aynalıkavak Kasrı’nda III. Selim’e ithafen düzenlenmiş Klasik Türk Müziği Aletleri Müzesi de bulunur. Fotoğraflar Millî Saraylar Daire Başkanlığı’ndan alınmıştır. Ekim 2013 Türk Şiiri öyle ürünler vermiştir ki millet olarak yerini tartışmasız kabul ederiz. Millî mutabakat sağladığımız bu şiirler şairlerinden kopmuş, anonimleşmiştir. Bu doğrultuda örneğin Akif’in İstiklal Marşı için “Onu ben yazmadım. O, milletin eseridir” demesi boşa değildir. Bu durum Faruk Nafiz’in “Han Duvarları” şiiri için de geçerlidir. “Han Duvarları’nın bütün gücü,” der Turgut Uyar; “şairinin Anadolu içinde, Anadolu karşısında güçsüzlüğünü sezmesinde.” Faruk Nafiz Çamlıbel’in en önemli şiiri Han Duvarları 1923’te yazıldı. 1922’de Ulukışla yolundan Kayseri’ye göreve giden Faruk Nafiz bu yolculuğu sırasında gördüklerini, İstiklal Harbi’nin yorgun topraklarının efsanevi hikayesini yazarak borcunu ödemek ister. Ödeyebilmiş midir? Bunu anlamak için şiirin bıraktığı etkiyi iyi görmek gerekir. Han Duvarları’ndan Meclis sıralarına bir şairin hikayesi: Faruk Nafiz Çamlıbel Ekim 2013 72 Faruk Nafiz Çamlıbel Enis Behiç Koryürek “Bir lübbüdür cihanda ellez-i lezaizin Her mısraı güzidesi Faruk Nafiz’in” Faruk Naf iz, 18 May ıs 1898 günü Orman ve Maadin Nezareti başkatipliğinden emekli Süleyman Nazif Bey’in oğlu olarak İstanbul’da doğar. Bakırköy Rüşdiyesi’nin ardından, orta tahsilini Hadika-i Meşveret İdadisi’nde tamamlayan şair, Tıp Fakültesi’ne kaydını yaptırır. Henüz öğrenciyken yayımladığı şiirler oldukça dikkat çeker. Tıp Fakültesi’ni yarıda bırakarak 1917 yılında Ati gazetesi yazı işlerinde çalışmaya başlayan Faruk Nafiz, son- Ekim 2013 Orhan Seyfi Orhon Bugün Beş Hececiler olarak andığımız Enis Behiç Koryürek, Halit Fahri Ozansoy, Yusuf Ziya Ortaç ve Orhan Seyfi Orhon ile birlikte Anadolu’yu ve sıradan insanı konu alan, süsten uzak bir dil benimser. Yusuf Ziya Ortaç Halit Fahri Ozansoy rasında Edebiyat öğretmenliği yapar. 10 yıl kadar Kayseri ve Ankara’da sürdürdüğü öğretmenlik görevine 1932’den sonra İstanbul’da devam eder. Öğretmenliği sırasında Güneş, Tavus, Yedigün ve Hayat dergilerinde şiirleri ve makaleleri yayımlanır. Bir süre Anayurt isimli bir dergi çıkarır. İlk şiirlerinden sonra “aşk şairi” olarak anılan Faruk Nafiz’in ilginç bir şekilde mizahi şiirler de yazdığı görülür. Bu şiirler Deli Ozan ve Çamdeviren takma adlarıyla Akbaba, Karikatür gibi mizah dergilerinde yayımlanır. Aruz vezninin son büyük temsilcilerinden olan Faruk Nafiz, daha sonra bu vezni terk ederek şiirlerini hece vezniyle kaleme almıştır. Bugün Beş Hececiler olarak andığımız Enis Behiç Koryürek, Halit Fahri Ozansoy, Yusuf Ziya Ortaç ve Orhan Seyfi Orhon ile birlikte Anadolu’yu ve sıradan insanı konu alan, süsten uzak bir dil benimser. Kişilik olarak oldukça sessiz ve mütevazı olan şair, Yahya Kemal’in övgüsüne mazhar olur. Yahya Kemal, “Bir lübbüdür cihanda ellez-i lezaizin / Her mısraı güzidesi Faruk Nafiz’in” diyerek onun şiirinin hakkını teslim etmiştir. İlk üç kitabı Şarkın Sultanları (1918), Gönülden Gönüle (1918) ve Dinle Neyden (1919) onu “aşk şairi” olarak meşhur yapar yapmasına, ama sonra bu aşk şairi “memleket şairi”ne dönüşür. Şair yukarıda söylediğimiz gibi 1898 doğumlu. Bu nesil Balkan Harbi’yle başlayıp Cumhuriyet’in ilanıyla son bulan, bütün hayatı savaşların, mücadelelerin kuşattığı bir ortamda büyümüştür. Bu bakımdan tarihimizin en önemli nesli diyebileceğimiz bu neslin bir parçası olan İstanbullu şair, Anadolu’yu gezdikten sonra şiirinde elbette bir değişime gidecektir. Ankara’da öğretmenlik yaptığı yıllarda dönemin Maarif vekilinin başkanlığında Şark Vilayetlerini Tetkik Heyeti’ne iştirak eden Faruk Nafiz Erzurum, Sivas, Trabzon, Kastamonu gibi pek çok şehri yakından görme fırsatı bulmuştur. Bu izlenimleri ve (Turgut Uyar’ın da belirttiği 73 gibi) Anadolu karşısındaki ezikliği onun “Çoban Çeşmesi”, “Yolcu ile Arabacı”, “Memleket Türküleri” gibi şiirlerine yansır. Burada “eziklik” olarak nitelendirilen şey aslında Anadolu’nun büyüklüğüdür. İstiklal Harbi’nde bitkin düşen bu toprakların zaferi karşısında ezilir şair. Samimiyetle ezilir, içtenlikle kucaklaşmak ister. Siyasi yıllar ve “Zindan Duvarları” Faruk Nafiz II. Dünya Savaşı’nın sonrasında, 1946’da Demokrat Parti saflarında Meclis’e girer. 27 Mayıs darbesine kadar İstanbul Milletvekilliği’ne devam eden şair, darbe sonrası Yassıada’ya gönderilir. Onun siyasi hayatının belirgin tarafı nicelikten çok niteliğe önem vermesindedir. Meclis’te eğitimle ilgili konuşmasında şöyle seslenmiş şair: “Köy çocuğunun okumadığını bildiğimiz zaman tehlike yoktur; zira onu okutmak yollarını araştırabiliriz. Asıl tehlike, okumıyan bir çocuğu okur zannetmemizdir; zira ilmini, kifayetini tahlil etmeden, onu köy okulundan, orta okuluna, köy orta okulundan bölge üniversitesine yükselmiş olur ve diplomasını aldığı zaman da ne yapacağımızı bilmemekten doğan bir hayretle birbirimize bakışıp dururuz.” Bir diğer konuşmasında da “Edebiyat ile meşgul olanlar, ciddî eserlere karşı alâka görmeyince, gündelik yazılarla hayatlarını kazanmak yoluna gitmektedirler. Bu gidişle ciddî eser buhranı muhakkaktır” der. 1949 ve 1947 tarihli bu konuşmalarda şairin eğitim, sanat gibi alanlarda nitelik hususunda gösterdiği titizlik ortada. Faruk Nafiz, siyasi tartışmaların içine ise pek girmez. 27 Mayıs sabahına kadar milletvekilliği devam eder; fakat darbenin ardından Yassıada günleri başlar. 1960 haziranından 1961 eylülüne kadar önce Yassıada’da ardından Kayseri Kapalı Cezaevi’nde tutuklu kalan şair, mahkeme sonunda suçsuz görülerek beraat eder. Hapishane günleri bu naif şairi yorar ve orada çektiği sıkıntıları şiirinin konusu yaparak ‘‘Zindan Duvarları’’nı yazar. Faruk Nafiz, siyasete geri dönmez. 8 Kasım 1973 günü vefatına kadar hayatını şiire emek vererek geçirir. Hecenin bu en büyük şairi, “Şair! Sen üzüldükçe ve öldükçe yaşarsın!” diyen Faruk Nafiz, eski veya yeni birçok şairi etkilemiş, eşsiz bir sadelik ve ahenkle yazdığı şiirleri nesiller boyu ezberlenmiştir. HAN DUVARLARI ... Uykuya varmak için bu hazin günde, erken, Kapanmayan gözlerim duvarlarda gezerken Birdenbire kıpkızıl birkaç satırla yandı; Bu dört mısra değil, sanki dört damla kandı. Ben garip çizgilere uğraşırken başbaşa Raslamıştım duvarda bir şair arkadaşa; “On yıl var ayrıyım Kınadağı’ndan Baba ocağından yar kucağından Bir çiçek dermeden sevgi bağından Huduttan hududa atılmışım ben” Altında da bir tarih: Sekiz mart otuz yedi... Gözüm imza yerinde başka ad görmedi. Artık bahtın açıktır, uzun etme, arkadaş! Ne hudut kaldı bugün, ne askerlik, ne savaş; Araya gitti diye içlenme baharına, Huduttan götürdüğün şan yetişir yârına!... ... Aradan yıllar geçti işte o günden beri Ne zaman yolda bir han rastlasam irkilirim, Çünkü sizde gizlenen dertleri ben bilirim. Ey köyleri hududa bağlayan yaşlı yollar, Dönmeyen yolculara ağlayan yaslı yollar! Ey garip çizgilerle dolu han duvarları, Ey hanların gönlümü sızlatan duvarları!.. Ekim 2013 74 Asambleler NATO Parlamenter Asamblesi Türk Grubu Başkanı Ali Rıza Alaboyun: Türkiye NATO’da ağırlığı olan bir ülke Söyleşi: Cahit Yıldız TBMM ’ dek i u lu sla r a r a sı komisyonlardan NATOPA, özellikle Ortadoğu’nun sıcak gündemi dolayısıyla her an önemini koruyan bir oluşum. NATO’nun dünya gündemini belirleyen problemleri diplomatik yollarla çözme çabasının en önemli girişimlerini gerçekleştiren NATOPA’nın Türk Grubu Başkanı Ali Rıza Alaboyun’la komisyonun yapısı ve yapılan çalışmalar üzerine konuştuk. NATOPA ne zaman kuruldu, hedefleri nelerdir? Bildiğiniz gibi NATO’nun kuruluşu 1949’dur. Türkiye ise 1952 yılında üye oldu. Biz 2002’de iktidar olana kadar 16 NATO üyesi varken daha sonra demir perde ülkelerinin dahil olmasıyla birlikte şu an üye sayısı 28. 1955’te kurulan o zamanki adıyla NATO Parlamenter Konferansı, şimdiki adıyla NATO Parlamenter Asamblesi ise bu 28 ülkenin parlamentolarından oluşuyor. Şu an toplam 257 milletvekili var. Türk Grubu olarak 7 AK Partili, 3 CHP’li, 1 MHP’li ve 1 BDP’li olmak üzere 12 parlamenterle Türkiye’yi temsil ediyoruz. NATOPA kendi içinde 5 ayrı komiteye sahip: Savunma Güvenlik Komitesi, Ekonomi ve Güvenlik Komitesi, Siyasi Komite, Güvenliğin Sivil Boyutu Komitesi ve Bilim ve Teknoloji Komitesi. Bu komiteler değişik NATO ülkelerine giderek toplantılar yapıyor. Gittikleri ülkelerin bölgesel sorunları, ülkenin askerî yapısı, demokratikleşme Ekim 2013 ve insan hakları gibi başlıkları yakından takip ediyor. Şunu da belirtmek lazım ki NATOPA’nın bir yaptırımı yok. Fakat savunma güvenliğinin sivil boyutunu, bilimsel boyutunu ilgilendirebilecek her alanda faaliyetleri var. Mesela özellikle bilim ve teknolojinin temelinde savunma sanayiini ilgilendiren birtakım gelişmeleri unutmamak lazım. Örneğin insansız uçakların temelinde savunma sanayiinin finansmanı ve Ar-Ge çalışmaları vardır. Dolayısıyla dünyadaki temel teknolojik gelişmelerin ana itici kuvveti savunma sanayiinde yapılan Ar-Ge çalışmalarıdır. Başkanlığınız döneminde ne gibi çalışmalar yaptınız? NATOPA’nın konusu tamamen savunma ve güvenlik olduğu için ilgilendiğimiz konular da zaman içinde değişiyor. Mesela 2003’ün başında Irak ön plandaydı, Afganistan yine böyleydi. Şu an Suriye ön planda. Buralarla ilgili hazırlanan raporlar var, biz bu raporlara müdahil oluyoruz. Hatta mümkün olduğu kadar parlamenter arkadaşlarımızın komitelerde görev almasını istiyoruz. Bu doğrultuda bir arkadaşımız Bilim ve Teknoloji Komitesi’nde raportör şu anda. Raportör olmanın şöyle bir avantajı var tabii. Raporlar hazırlanırken Türkiye’nin gerçeklerini, politik bakış açısını da dikkate alarak raporlarda bunlara yer verme imkanımız oluyor. Süreç içerisinde başlangıçta Afganistan ve Irak son zamanlarda da Suriye olmak üzere (belki bundan sonra Mısır da önemli bir konu olacak) hazırlanan raporlarda demokrasi ve bölge sorunları açısından Türkiye’nin görüşlerini dile getiriyoruz. Asambleler Ortadoğu’da güvenlik konusunda büyük soru işaretleri var. NATOPA nasıl bir stratejiyle yaklaşıyor bu bölgeye? Bu sor uy u ce vaplay abi l mek iç i n NATO’nun geçmişinden bahsetmekte yarar var. Berlin Duvarı yıkılmadan önce NATO’nun ana özelliği Varşova Paktı ülkelerine karşı bir savunma paktı olmasıydı. Berlin Duvarı yıkılınca “NATO işlevini mi kaybetti acaba?” diye bir soruyla karşı karşıya kalındı. NATO bu süreçte yeni bir misyon yüklenmeye başladı. Yapılan Berlin Plus Antlaşması’yla birlikte silah kullanan bir güçten sorunları insancıl, diplomatik bir yolla çözmeye çalışan bir yapıya dönüştü NATO. Fakat 11 Eylül bir dönüm noktası oldu. Bu tarihten sonra adı İslam’la anılan bir terör ortaya çıktı. Biz bütün toplantılarda terörle İslam’ın yan yana olamayacağını dolayısıyla bir terör örgütünün, El Kaide’nin, “İslami terör” olarak adlandırılmasına hep karşı çıktık. Çünkü herhangi bir dinin içerisinden bir grup aşırı eylemlere gidebilir. Bu, o dini bağlamaz. Nitekim Bosna’da da Müslümanların başına gelen şey Hıristiyanlık adına yapılan bir katliamdı. Ama biz hiçbir zaman “Bu Hıristiyan terörüdür” demedik. Bizim çabaları- mız sayesinde NATO’nun hiçbir dokümanında El Kaide’den bahsederken “İslami terörizm” ibaresi geçmez. İslam’da aşırılaşmadan bahsedilebilir, aşırı gruplardan bahsedilebilir; ama bu ifade kullanılmaz. Resmî metinlerde bizler müdahale ederek bu ifadeyi çıkardık. Toparlarsak eğer NATO başlangıçtaki Sovyetler’den gelebilecek bir saldırıya hazır halde bekleyen bir “hard power”dan tamamen “soft power”a dönmeye başladı. NATO’daki bu değişim ve dönüşüm halen devam ediyor. Güncel politikaya göre hareket ediliyor. Libya’da örneğin Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi bir karar alınca NATO müdahil oldu, ama Güvenlik Konseyi bir karar alamayınca Suriye’de hareket edemedi. NATOPA önümüzdeki günlerde neler yapacak? NATOPA’da en güncel konu Ortadoğu. Anlaşılan o ki Ortadoğu bir süre daha dünyanın en sıcak noktası olmaya devam edecek. Tabii bu doğrudan NATO üyesi olarak Türkiye’yi ilgilendiriyor. Bu sıcak bölgede biz çok kritik bir ülkeyiz. Bütün dünya genelinde NATO’nun belirlemiş olduğu 16 sıcak çatışma bölgeleri var. Bu sıcak çatışmaların birçoğu bizim çevremizde, komşumuz olan ülkelerde. Bu doğrultuda Türkiye “komşularıyla sıfır sorun” politikası izliyor. Etrafında sıcak çatışmaların her an olduğu bir ülke olarak bizler bu ülkelerle sıfır sorun politikasını izlemek zorundayız. Sıfır sorun şu demektir: Biz komşularımızla sorun yaratmayacağız. Önceden gelen sorunlar da hangi taraftan kaynaklanırsa kaynaklansın biz bunu çözeceğiz; ama yeni sorunlar çıkartmayacağız. Şunu da söylemek lazım ki Türkiye NATO’da ağırlığı olan bir ülke. Biz NATOPA toplantıları dolayısıyla bunu net bir şekilde görüyoruz. Ekim ayında NATOPA heyeti Türkiye’yi ziyaret edecek. Başbakanımızla ve Dışişleri Bakanımızla görüşecekler. Ayrıca, Akdeniz ve Ortadoğu Özel Grubu’nun başkanlık seçimleri de burada yapılacak. Bu seçimde benim adaylığım da söz konusu. Biz bu bölgede başkanlığı ve raportörlüğü almayı çok arzu ettik. Bunun nedeni bu bölgeyle tarihten gelen bir bağımızın olması. Buraları çok iyi bilen, resmi iyi okuyan bir başkana ihtiyaç var. Biz sorunları uzaktan görmüyor, bire bir yaşıyoruz. Bu doğrultuda adaylığımızı koyduk ve destek de aldık. Ekim ayı içerisinde bu konuda yapılacak bir seçimle mütabakat sağlanacak. Ekim 2013 75 76 Ateş kahramanları: Yangın söndürme ekibi Meclis’in yangın söndürme ekibi 7 gün 24 saat görev başında. TBMM binalarını yangından korumak için her türlü tedbiri alan ekip, gerektiğinde gözünü kırpmadan alevlere koşuyor. Röportaj: Zeynep Yiğit Fotoğraflar: Elif Çelik Ekim 2013 Meclis Çalışanları T ürkiye Büyük Millet Meclisi’nin bahçesindeyiz. Ankara’ya çok yakışan sonbaharın güzellikleri dört bir yanımızı sarmış durumda. Serin hava bizi biraz üşütse de yavaş adımlarla Çankaya kapısına doğru ilerliyoruz. Bu sırada çalan siren sesi kulaklarımızda çınlıyor. Ne olduğunu anlamaya çalışırken TBMM’nin yeni personel binası avlusundaki hareketlilik dikkatimizi çekiyor. Gazetecilik merakıyla kendimizi olay yerinde buluyoruz. Çok geçmeden bunun bir yangın tatbikatı olduğunu öğrenip derin bir nefes alıyoruz. Sonra da deklanşöre basarak Meclis personelinin binadan kurtarılış anını, gökyüzüne uzanan alevlerin söndürülmesini kare kare fotoğraflıyoruz. Başarılı tatbikatı ilgiyle izleyenlerle birlikte Meclis’in yangın söndürme ekibini alkışlamayı da ihmal etmiyoruz. 25 Eylül-1 Ekim arasındaki “Yangın Haftası” etkinlikleri çerçevesinde düzenlenen tatbikatın ardından Yangın Söndürme Ekibi Nöbet Odası’na gidiyoruz. Burada bizi Gazi Aktaş karşılıyor. Aktaş, Yangın Söndürme Amir Vekili. Kendisine bu ay “Meclis Çalışanları” sayfalarımıza konuk ettiğimiz yangın söndürme ekibiyle ilgili sorular yöneltiyoruz. Aktaş, TBMM Destek Hizmetleri Başkanı’na doğrudan bağlı Sivil Savunma Uzmanı’nın sevk ve idaresindeki yangın söndürme ekibinde, 1 Yangın Söndürme Koordinatörü, 1 Yangın Söndürme Amir Vekili, 25 yangın söndürme eri ve 3 şoförün yer aldığını ifade ediyor. Yürüttükleri görevleri sorduğumuzda ise şunları söylüyor: “Öncelikli görevimiz, TBMM binalarının açık ve kapalı alanlarının yangına karşı korunması için önleyici tedbirleri almak, yangın çıkması durumunda ivedi şekilde müdahale etmek. Diğer görevlerimizi ise şu şekilde sıralayabilirim: Meydana gelebilecek çökme, patlama, mahsur kalma, kaza gibi olaylara müdahale etmek. Yangın söndürme malzemelerinin ve itfaiye araçlarının her an kullanılır durumda olmalarını sağlamak. Emniyet görevlileri ile birlikte her akşam belirli zamanlarda yangın güvenliği ve emniyeti açısından TBMM binalarını kontrol etmek. Yangın algılama erken uyarı sistemleri ve yangın ihbar telefonları ile binaların yangın güvenliği takibini yapmak...” Gazi Aktaş üstlendikleri görevleri anlatırken araya girip birkaç konuyu açmasını istiyoruz. Bunlardan biri yangın söndürme malzemeleri ve itfaiye araçları… Aktaş, Meclis binalarında olası yangınlara müdahale edebilmek için 2 itfaiye arozözü ve gerekli her türlü malzemenin bulunduğunu belirterek, “İtfaiye araçları ve içindeki malzemeler yangın söndürme ekibimiz tarafından her sabah ve akşam kontrolden geçiriliyor. Böylece her an kullanıma hazır hale geliyorlar” diyor. Aktaş’ın verdiği bilgiye göre Meclis’te olası bir yangına karşı alınan önlemler bununla sınırlı değil. TBMM’nin tüm binalarında yangın algılama ve erken uyarı sistemleri bulunuyor. Yangın söndürme ekipleri 7 gün 24 saat bu sistemlerin takibini de yapıyor. Karanlığa meydan okuyorlar Gece gündüz görev başındaki yangın söndürme ekibi 24 saat kesintisiz vardiya sistemiyle çalışarak Meclis binalarını yangından koruyor. Röportajımız sırasında Meclis’teki yangın söndürme erlerinin her birinin TBMM binalarını avcunun içi gibi bildiğini öğreniyoruz. Gazi Aktaş, “Ekibimizdeki her arkadaşımız Meclis binalarını çok iyi bilir. Karanlıkta bile hiçbir sorun yaşamadan binalara girip çıkabiliriz. Olası bir yangında elektrikler kesildiği zaman müdahale edebilmemiz için bu şart” diyor. Söz yangın söndürme erlerinin taşıdığı özelliklerden açılınca “Mesleğinizin olmazsa olmazları nelerdir?” diye soruyoruz. Gazi Aktaş ilk sıraya cesareti koyup devam ediyor: Soğukkanlılık, hızlı ve doğru karar verebilme, mesleki beceri, özveri, birbirine saygı ve güven duyma. “Yangın olduğunda herkes dışarı kaçarken biz içeri koşuyoruz. Ne alevlerden korkuyoruz ne de zehirli gazlardan… Çünkü bizim görevimiz ivedi bir şekilde yangını söndürüp tehlikeyi ortadan kaldırmak. Bunun için canla başla çalışıyoruz” diyen Aktaş, bu noktada önemli bir konunun altını çiziyor: “Mesleğimizi yaparken birçok Ekim 2013 77 78 tehlikeyle karşı karşıya kalıyoruz. Yalnızca alevlerle değil, dumanla ve zehirli gazlarla da mücadele ediyoruz. Bu sırada ekip olarak birbirimize güven duymamız çok önemli. Örneğin iki arkadaş kırgın olabilir, ama herhangi bir olaya müdahale ederken bu durumu bir kenara bırakıp karşılıklı güven içinde işlerini yaparlar. Mesleki dayanışmaya büyük önem veririz. Başarıya ulaşmak için olmazsa olmazlardan biri budur.” Yangın söndürme ekibi küçük büyük demeden her ihbarı titizlikle değerlendiriyor. Röportajımız sırasında da nöbet odasındaki yangın algılama ve erken uyarı sistemlerinin ne denli dikkatle takip edildiğine tanık oluyoruz. Yangın Söndürme Amir Vekili Gazi Aktaş, TBMM yerleşkesinde açık alanda yer üstü hidrantlar bulunduğunu, böylece binalardaki yangınlara dışarıdan da müdahale edilebildiğini belirterek, “TBMM binalarının bazı bölümlerinde gazlı söndürme sistemleri ile yağmurlama (sprinkler) söndürme sistemleri de mevcut” diyor. Olası bir yangına karşı her türlü önlemi alan yangın söndürme ekibi, Meclis’in çeşitli birimlerinden gelen talepleri de karşılıyor. Örneğin yüksek noktalarda yapılması gereken işlere itfaiye arozözü ile destek sağlanıyor. Personele yangın eğitimi Yangın söndürme ekibinin görevleri arasında Meclis personeline yangın eğitimi vermek de yer alıyor. Gazi Aktaş, eğitimlerde yangın söndürme cihazları ve yangın dolaplarının nasıl kullanılacağına dair bilgi verildiğini kaydederek, “Buradaki amaç, olası yangına bilinçli bir şekilde müdahalede bulunulmasını sağlamak” diyor. 26 yıldır Meclis’te görev yapan Gazi Aktaş, alınan tedbirler sonucunda TBMM’de bugüne kadar birkaç çok ciddi yangın çıktığını, bunlara da anında müdahale edilerek büyümesinin Ekim 2013 “TBMM’deki herhangi bir olaya ilk müdahale süremiz en fazla 2-3 dakikadır. Hızlı hareket edip doğru müdahalelerde bulunarak görevimizi en iyi şekilde yerine getirmeye çalışıyoruz.” önlendiğini belirtiyor. Unutamadığı bir olay olup olmadığını sorduğumuz Aktaş şunları söylüyor: “1990 yılında milletvekillerinin araçlarının bulunduğu garajda yangın çıkmıştı. İçeri girdiğimizde bir otomobili sarmış alevler ve dumandan başka hiçbir şey görünmüyordu. Hemen yangına müdahale edip büyümeden söndürdük. O günkü manzara hâlâ gözümün önündedir. Bir başka olay ise Meclis camisinde yaşandı. Bir cuma günü namaz kılındıktan sonra bundan önceki dönemde görev yapan milletvekillerinden biri rahatsızlandı, bayılmak üzereydi. Biz ilkyardım eğitimi de aldığımız için hemen müdahale ettim. O sırada doktor geldi ve ‘Müdahaleyi kim yaptı?’ diye sordu. ‘Ben’ dedim. ‘Teşekkür ediyorum, çok doğru bir uygulama yapmışsınız’ dedi. Yangın söndürme ekibindeki herkes ilkyardım konusunda bilgi sahibidir.” Eyüp Topaklar, yangın söndürme ekibinin en deneyimli ismi. 30 yıldır bu görevde bulunan Topaklar, “Mesleğimi severek yapıyorum. Yangın söndürme eri olmaktan gurur duyuyorum” diyor. Meclis’te 24 saat görev başında olduklarını, aldıkları tedbirler sonucunda çok önemli bir olay yaşanmadığını ifade eden Eyüp Topaklar şunları söylüyor: Meclis Çalışanları “Çok iyi bir eğitim alıyoruz. Meclis’te A’dan Z’ye her noktaya hiç şaşırmadan, tökezlemeden müdahale edebiliyoruz. TBMM’deki herhangi bir olaya ilk müdahale süremiz en fazla 2-3 dakikadır. Hızlı hareket edip doğru müdahalelerde bulunarak görevimizi en iyi şekilde yerine getirmeye çalışıyoruz. Meclis’teki görevimiz yangına karşı gerekli tedbirleri almak ve yangına müdahale etmekle sınırlı değil. Diğer birimlerden çeşitli konularda gelen yardım taleplerini de karşılıyoruz. Bu açıdan ekibimizin Meclis’te çok önemli işler yaptığını düşünüyorum.” “Her canlı bizim için önemli” Deneyimli yangın söndürme eri, unutamadığı olayı ise şöyle anlatıyor: “Mesleğe yeni başladığımız yıllardı. Şu anda yapım çalışmaları devam eden halkla ilişkiler binasının bulunduğu yerde elektrik güç merkezi vardı. Gece saat 02:00’de elektrik güç merkezinden yangın ihbarı geldi. O zaman Meclis’te Cumhurbaşkanlığı Muhafız ve Tören Taburu vardı, askerlerle birlikte gittik. Kapalı haldeki demir kapının ardında kablolar yanıyordu. Askerler demir kapıyı demir boruyla açmaya çalışıyordu. Bunun yanlış olduğunu, oradaki kablonun demir kapıya değmesi sonucu hepsine elektrik çarpacağını söyledik ve kapıyı başka bir şekilde açtık. O sırada ilgili arkadaşlar gelip elektriği kesti, biz de yangına müdahale ettik. Bilinçsiz olsaydık o gün hayatımızı kaybedebilirdik.” Ertan Yalçınkaya 5 yıldır yangın söndürme ekibinde çalıştığını ve mesleğini çok sevdiğini belirtiyor. Yangının ne zaman, nasıl çıkacağının belli olmadığını, bu nedenle 7 gün 24 saat görev başında olduklarını anlatan Yalçınkaya, yangın söndürme erliğinin adrenalini yüksek bir meslek olduğuna işaret ediyor. Ertan Yalçınkaya, aldıkları her ihbarı değerlendirdiklerini belirterek şu ilginç örneği veriyor: “Bir gün Isı Merkezi’nden bir ihbar geldi. Bir kedi ve iki yavrusunun ağaçta mahsur kaldığı bildirildi. Bizim için her canlı önemli olduğundan bir arkadaşımla birlikte gittik. Kedileri ağaçtan indirdik. İki yavruyu iyi beslenip bakılmaları için kafeterya tarafına götürdük. Bir gün sonra Isı Merkezi’nden tekrar bir çağrı geldi; ‘Anne kedi yavrularını arıyor. Nereye bırakıldıysa geri getirir misiniz?’ diye... Yangın önleme ve söndürme çalışmalarının yanı sıra bu tür ihbarları da mutlaka değerlendiriyoruz. Meclis’in neresinde bize ihtiyaç varsa orada oluyoruz.” Ekim 2013 79 80 Tarih Sahnesi 5 Ekim 1953 - Türkiye, BM Güvenlik Konseyi üyeliğine seçildi. 1 Ekim 1977 - Brezilyalı efsane futbolcu Pele futbolu bıraktı. 13 Ekim 1923 - TBMM Ankara’yı hükümet merkezi ve başkent ilan etti. 1 2 5 7 8 11 13 14 2 Ekim 1187 - Selahaddin Eyyubi, Kudüs’ü fethederek 88 yıllık Haçlı işgaline son verdi. 11 Ekim 1689 - Deli Petro (Büyük Petro) Rus Çarı oldu 7 Ekim 1571 - Hıristiyan birleşik donanması ile İnebahtı’da karşılaşan Osmanlı donanması yenildi. Ekim 2013 81 29 Ekim 1923 - Türkiye 14 Ekim 1950 - Türk askerî Cumhuriyeti ilan edildi ve Mustafa Kemal Atatürk ilk cumhurbaşkanı seçildi. birliği Kore’ye ulaştı. 24 Ekim 1964 - ABD’li insan hakları savunucusu Martin Luther King Nobel Barış Ödülü aldı. 20 24 26 30 20 Ekim 1941 - Alman işgalindeki Sırbistan’da binlerce sivilin ölümüne neden olan Kragujevac katliamı gerçekleşti. 26 Ekim 1461 - Trabzon Rum 8 Ekim 1912 - I. Balkan Savaşı başladı. İmparatorluğu, Fatih Sultan Mehmet komutasındaki Osmanlı güçlerine teslim oldu. Ekim 2013 82 Genellikle Nazım için kullanılan “mavi gözlü dev” tanımlaması Müşfik Kenter’e de bir o kadar yakışıyor. O da “dev” olmayı hak ediyor kesinlikle... Pınar Ünsal Müşfik Kenter’i dinliyorum gözlerim kapalı… ‘‘Dolu dolu caddelerde, tıklım tıklım kaldırımlarda elleri cebinde dolaşan kişidir yalnız.’’ İnsanın koca bir okulu, kendisiyle tanışmayı dileyen onlarca seveni ve hepsi birbirinden değerli insanlardan oluşan büyük bir ailesi olsa da yalnızlık çekebiliyor demek ki; ya da yalnızlığı tanımlayabiliyor, ondan muzdarip olanı anlayabiliyor. Ama insan yıllar evvel yaşamını yitirmiş bir şaire sesiyle can verebiliyorsa, elleri cebinde yalnız dolaşsa bile sokaklarda aşk türküleri söyleyen deniz kızı, ciğercinin kedisi, ayakları suya değen kadın, eski bir arkadaş, işi gücü gökyüzünü boyamak olan Dalgacı Mahmut’la tıklım tıklımdır içi. Ekim 2013 83 Ders 1: İyi bir insan olun Güzel bir İngiliz kadını ile ona olan aşkı uğruna mesleğini bırakan diplomat bir adam en romantik filmlere konu olabilecek fırtınalı bir aşk yaşarlar. Müşfik Kenter, bu aşkın meyveleri olan dört çocuktan biridir. Gavur analarından dolayı babaanneleri tarafından bile “Yarısı yavrumun yarısı, yarısı yılan yavrusu” diye bahsedilen dört yavru, entelektüel ve soylu bir babaya rağmen yoksul bir çocukluk geçirir. Zira babaları yasak elmayı yemiş, o dönemin Türkiyesinde hiç de hoş karşılanmadığı halde yabancı bir kadınla, üstelik bir İngiliz’le evlenmiş, bu yüzden işsiz kalmıştır. Kenter ailesinin, arkasında soba boruları ve tel dolaplar yüklü tıngır mıngır ilerleyen bir arabayla Ankara’ya taşınması, Müşfik Kenter’i hiç de ilgisi olmadığı halde tiyatronun göbeğine bırakacak bir başlangıçtır. Ailenin en sevecen, en esprili çocuğu Müşfik, apartmandaki komşuları Agah Hün sayesinde Ankara Devlet Tiyatrosu Çocuk Bölümü’nde oyunculuğa başlar. Çocukken her şeye güldüğü için öğretmenleri tarafından sürekli uyarılan ve genellikle sınıftan atılan bu mavi gözlü cin bakışlı çocuk, tiyatro dahil hiçbir sanata veya meslek grubuna kendini yakın hissetmeyen biridir. Abisinin “Senin adam olacağın yok, artist ol bari” demesi “Hamlet”teki oyunculuğuyla dünya literatürüne girecek kadar yetenekli bir tiyatrocu; huzur verici, yatıştırıcı ve benzersiz ses tonuyla aranan bir seslendirme sanatçısı; “Üşüdüğümüzde camı kapatmak kadar kolay olsaydı keşke, sevilmediğimizi anladığımızda o kişiye yüreğimizi kapatmak” gibi aşka dair onlarca güzel sözün sahibi Müşfik Kenter’i Türkiye’ye hediye edecektir. “Bütün dünya bir sahnedir ve herkes ancak birer oyuncu. Sırası gelen girer veya çıkar” diyerek yaşamı bile tiyatroyla içselleştirmiş, tiyatroya âşık, Türk Tiyatrosu’nun seviye atlamasında önemli role sahip Müşfik Kenter, insanoğlunu tanımlamak için de kullanılan doğru ve yanlış, güzel ve çirkin, iyi ve kötü kıstaslarından doğru, güzel ve iyi olandır. Yıllarca yaptığı tiyatro hocalığında ilk dersinin ilk cümlesi “İyi bir insan olun” olan birinin yanlış, kötü ve çirkinlik neresinde olabilir ki zaten? “Tiyatro ciddi bir şakadır” Müşfik Kenter, Yıldız Kenter, Şükran Güngör ve Kamuran Yüce’nin elde avuçta ne varsa ortaya koyup Harbiye’de kurdukları Kenter Tiyatrosu; Claude Magnier, John Osborne, Anton Çehov, John Steinbeck ve Türkiye’de tanınmayan daha nicesinin eserlerini sergilemekten çekinmez. Hem de tiyatroların en zor döneminde, 60’ların Türkiyesinde... Türk tiyatrosunun bu dört atlısı, öncü hareketleriyle ülkedeki tiyatro Bütün dünya bir sahnedir ve herkes ancak birer oyuncu. Sırası gelen girer veya çıkar. Ekim 2013 84 “Bizim tiyatromuz çok ileride ama seyircimiz geride” demesi fast live, fast food, fast music, fast love yaşamalarına rağmen hiç vakti olmayan gençlere bağlanabilir belki de. hangi program verebilir bir ağaç gölgesinde uyumanın keyfini? Copy-paste yapabilir misiniz dalgaların sahille buluşmasını? İçinizi ısıtan gün ışığını gönderebilir misiniz maille arkadaşlarınıza? Sevgiyi tuşlarla mı yazarsınız? Öpüşmek için hangi tuşlara basmak gerekir? Ya da geri dönüşüm kutusunda saklanabilir mi kaybolan zaman? Doğayı bilgisayarlarına döşeyenler, neden görmezsiniz bahçedeki akasyanın tomurcuklandığını? Ve ıslak toprak kokusu var mıdır dosyalarınız arasında? Koklamak, duymak, dokunmak yok mu yaşam skalanızda? Bilgi toplumu oldunuz da, duygu toplumu olmanıza megabaytlarınız mı yetmiyor?” Geri dönüşüm kutusunda saklanamıyor kaybolan zaman anlayışına yeni bir soluk kattığı gibi tiyatro izleyicisinin kültürel anlamda daha da gelişmesini sağlar. Müşf ik Kenter’in ciddi bir şaka olarak nitelediği tiyatro için “Bizim tiyatromuz çok ileride ama seyircimiz geride” demesi fast live, fast food, fast music, fast love yaşamalarına rağmen hiç vakti olmayan gençlere bağlanabilir belki de. Hayvan mı yaratık mı olduğu belli olmayan, Alf adındaki ukala uzaylıyı sadece çocuklara değil yetişkinlere bile sesi sayesinde sevdiren Müşfik Kenter’in dostluğu klavyelerde, yaşamı monitörlerde arayan şimdiki gençlere bir çift sözü vardır: “Hangi tuş daha etkilidir ki sıcacık bir gülüşten ya da Ekim 2013 Müşfik Kenter’in 15 Ağustos 2012’de ölümüyle otuz sene boyunca sesini verdiği Veli’nin oğlu Orhan da ölür. “Bir Garip Orhan Veli”yle yüzlerce defa seyirci karşısına çıkan Müşfik Kenter kendi de yazdığı için mi bu kadar güzel şiir okuyordu yoksa Orhan Veli dizelerinde kendini mi buluyordu bilinmez. Kenter’in ölümle ilgili bir şiiri, yaşamını yitirdiğinde neden arkasından konuşma yapılmamasını istediğini de açıklar aslında: Üzülüyorsun, takma diyorlar Kızıyorsun, değmez diyorlar Boş veriyorsun, gamsız diyorlar Konuşuyorsun, muhatap olma diyorlar Çekip gidiyorsun, mücadele et diyorlar Alttan alıyorsun, tepene çıkardın diyorlar Bağırıyorsun, sakin ol diyorlar Aklı başında davranıyorsun, bu kadar uslu olunmaz diyorlar Ölünce ne diyecekler? Muhtemelen “Ölüm sana yakışmadı” Normal tabii, dirimizi beğenmediler ki ölümüzü beğensinler. Tiyatro okulunda onlarca sanatçı yetiştirmişken; Orhan Veli, Huysuz İhtiyar, Boyacı Halil, Hamlet olmuşken ölemiyor insan. Bir filminde “Hey bre Karacaahmet, kara mezarlık. Sana gelmiyorum işte! Var mı bir diyeceğin? Daha çoook beklersin” dememiş miydi zaten? Farz edelim ki İstanbul’u dinliyor gözleri kapalı… Türk Parlamenterler Birliği’nden Üye aidatlarımız 16. Olağan Genel Kurul kararıyla 2013 yılında yıllık 120 TL’dir. Bankalar tarafından müşterilerine, uluslararası Banka Hesap Numarası (IBAN) verilmektedir. Üyelerimizin aidatlarını yatırırken problem yaşamamaları için Birliğin IBAN Numarası aşağıda belirtilmiştir. Bilindiği gibi 2002’de yıllık 30 TL olan üye aidatları 2004 yılından beri 60 TL ve 2013 yılından itibaren 120 TL’dir. Geriye doğru aidat borçlarının buna göre hesaplanması ve Birliğimizin aşağıdaki hesap numarasına yatırılması, Türk Parlamenterler Birliği ANKARA KONUKEVİ Üyelerimiz ve misafirlerine hizmet vermektedir. Royal Anka Hotel Tel: 0312 446 36 86 Bayraktar Mahallesi Bayraklı Sokak No: 35 GOP / Ankara 5253 sayılı Dernekler Kanunu’na göre, alınan aidatların belgesine üyelerin TC Kimlik Numaralarının yazılması gerekmektedir. Üyelerimizin TC Kimlik Numaralarını mektup veya telefonla Birliğe bildirmeleri rica olunur. TPB Haber Portalı www.tpb.org.tr Fax Hattı: 0312 420 66 24 Sayın Üyelerimiz, her konuda bize ulaşabilirsiniz. Türk Parlamenterler Birliği TBMM B Blok 2. Asma Kat 06540 Bakanlıklar / ANKARA Tel: 0 312 420 66 21 Fax: 0 312 420 66 24 Türk Parlamenterler Birliği Ziraat Bankası TBMM Şubesi IBAN: TR 33 0001 0009 0303 296732 6001 Sağlık Hattı Sağlık uygulamaları, hastaneler ve anlaşmalı eczanelere ilişkin her türlü bilgi için 0312 420 0 112 numaralı telefonu arayabilirsiniz. 86 Yüzlerce yıllık keyif Küçücük bir çekirdek... Kimi zaman bizi masalsı bir yolculuğa çıkaran, kimi zaman dostlukları pekiştiren sohbetlerin bahanesi olan. Daha edebi bir ifadeyle mürde cisme can katan... Erbay Kücet D ünyanın belki de en keyifle yudumlanan içeceği olan kahve zihni uyarma, yorgunluk giderme, mutluluk verme gibi pek çok özelliğe sahip bir mucize. Etkileyici kokusu ve muhteşem tadı ise dillere destan. Ani ısı değişimlerinin olmadığı, bol yağış alan, don olayının görülmediği yerlerde, yani sadece ekvator kuşağında yetişirken tüm dünyada severek tüketilen bir içecek olması bundan olsa gerek. 3. yüzyılın keşişlerinden olan ve Etiyopya'da yaşayan çoban Khaldi’nin, keçilerinin parlak ve koyu yapraklı bir ağaçtaki kırmızı meyveleri yedikten sonra daha da hareketlendiklerini görmesi ve bunun üzerine kendisinin de o meyvelerden yemesi kahvenin keşfiyle ilgili bilinen en yaygın hikaye. Khaldi, kendisine enerji veren bu meyveyle ilgili gözlemlerini çevresiyle paylaşmış ve meyvenin ünü kısa sürede yayılmış. Önceleri yağda kızartılarak ve yenilerek tüketilen kahve, günümüzde kavrulup öğütüldükten sonra içiliyor. Bu şekilde tüketilmesi Şazeliyye Tarikatı kurucusu Ebu’l Hassan Şazeli’ye kadar uzanıyor. Şeyh Hacc’a giderken, yolda müridi ile yaptığı sohbette kahve çekirdeklerini kaynatarak içtiğini söyler. Bu alışkanlık insanlar arasında zamanla yayılır. Bu yüzden de Şeyh Şazeli, tüm kahvecilerin piri addedilir. Öyle ki İstanbul’daki kahvehanelerde “Her seherde besmeleyle açılır dükkanımız, Hazreti Şazeli’dir pirimiz, üstadımız. Bu kahve öyle bir kahvedir ki, her usûlü ha safa içinde, sakin olanlar çekmesin asla cefa” yazılı çerçeveler bulunurmuş. Kahve çekirdeğinin 14. yüzyılda Habeşistan’da başlayan serüveni önce Yemen’de, sonraları İstanbul ve ardından Avrupa’da devam etmiş. Osmanlı’nın kolayca Ekim 2013 87 benimseyerek gündelik hayatına kattığı kahve, kısa sürede özel misafirlere ikram edilen bir içecek haline gelmiş. 1669 yılında Fransa’da elçi olarak görev yapan Süleyman Ağa’nın konuklarına ikram ederek sevdirdiği Türk kahvesinin, o günden sonra Paris’te birçok kahvehanenin açılmasını sağladığı ve kahvenin Avrupa’da yaygınlaşmasına vesile olduğu rivayet edilir. Kahveye hazırlanması, pişirilmesi ve sunumuyla kendine özgü bir kimlik kazandıran atalarımız dünyaya kahve kültürünü de tanıtmışlardır. Kahve ve kahvehanelerin sosyal hayatın ayrılmaz bir parçası olmasıyla birlikte dünyada hiçbir içeceğin sahip olamadığı yaygınlıkta bir kahve kültürü doğmuştur. İlk kaynaklarda kahveden “Türklerin içtiği, siyah renkli, yemeklere asla eşlik etmeyen, ağır yudumlarla tadına varılan ve arkadaş toplantılarından eksik olmayan bir içecek” şeklinde bahsedilir. Osmanlı tarihçileri kahvehaneleri “mekteb-i irfan” şeklinde tanımlar. Günün ilk yemeğine “kahvaltı” (kahve altı) denmesi, pek çok söz, şiir ve mani olması kahvenin kültürümüzde ne kadar mühim bir yere sahip olduğunun göstergesidir. “Bir fincan kahvenin kırk yıl hatırı vardır”, “Acı kahvesini içmek”, “Gönül ne kahve ister ne kahvehane, gönül sohbet ister kahve bahane” gibi deyim ve atasözleri kahveye verilen önemin en güzel biçimiyle ifade edilişidir. “Kahve Yemen’den gelir” türküsü ve “Kahve piştiği yerde / Pişip taştığı yerde / Güzel çirkin aranmaz / Gönül düştüğü yerde” gibi sözlere sahip maniler Türk halkının kahveyi içselleştirmesine güzel birer örnek teşkil eder. Kız isteme esnasında gelin adayının pişirdiği kahveleri görücülere ikram ederek kendini göstermesi, damadın sabrını ölçmek için kahvesine tuz katılması ise bu güzel içeceği Türk halkı olarak ne kadar benimsediğimizi, gelenek-göreneklerimize bile kattığımızı gösterir. Kahire, Şam, Halep ve İstanbul üzerinden yolculuğuna Avrupa’da devam eden kahvenin coğrafya değiştikçe sunum şekli de değişmiş. Osmanlı’da ince işçilikli fincan takımları ve göz alıcı tepsilerle sunumu yapılan kahve; tatlı, şerbet, lokum veya günümüzde çikolata ile servis edilerek içimi kolay hale getirilmiş. Bir Osmanlı geleneği olan özenli kahve sunumu zamanla şekil değiştirse de Bosna’da aynı tepsi içinde, odun ateşinde pişirilmiş kahvenin bulunduğu cezve, fincan ve çifte kavrulmuş lokumlu sunum halen devam etmektedir. Biz kahvenin yanında lokum, çikolata görmeyi beklerken bir Arap atasözünde “Kahvenin kahve olabilmesi için aşk gibi tatlı değil, ölüm gibi acı olması gerekir” deniyor. Biz de kahvenin çıkış yeri kabul edilen o toprakların sesine kulak veriyor, en güzel dostlarla yaptığımız en tatlı sohbetlerimize en acı kahveleri bahane ediyoruz. Önceleri yağda kızartılarak ve yenilerek tüketilen kahve, günümüzde kavrulup öğütüldükten sonra içiliyor. Bu şekilde tüketilmesi Şazeliyye Tarikatı kurucusu Ebu’l Hassan Şazeli’ye kadar uzanıyor. Ekim 2013 Kitap 88 Nükleer Savaş ve Çevre Felaketi Noam Chomsky - Laray Polk Çev: Melda Elif Keskin, İnkılap Kitabevi, 144 sayfa Dost Vüs’at O. Bener Yapı Kredi Yayınları, 118 sayfa Osmanlı ve Modern Türkiye Halil İnalcık Timaş Yayınları, 328 sayfa Ekim 2013 Asrın entelektüel dahisi olarak kabul edilen Noam Chomsky’nin Türkçedeki son kitabı, yazar Laray Polk’la yaptığı söyleşilerden oluşuyor. Kitapta Chomsky’ye göre dünyanın beklediği en büyük iki tehlike olan nükleer savaş ve çevre felaketleri çok geniş bir perspektiften ele alınmış. Küresel ısınmaya dikkat çeken yazar, bu konudaki duyarsızlıktan ve kısa süreli kâr politikaları sebebiyle yapılan geçiştirmelerden oldukça şikayetçi. Kitabın en çarpıcı sayfaları ise Chomsky’nin ABD ve İngiltere işbirliği ile yapılan Irak savaşının bir istila olduğunu, Bush ile Blair’in yargılanması gerektiğini söylediği sayfalar. Nükleer Savaş ve Çevre Felaketi, çağın filozofunun işaret ettiklerine bakmak açısından değerli bir kitap. Modern Türk hikayeciliğinin en önemli kalemlerinden Vüs’at O. Bener’in ilk baskısı 1952 yılında yapılan Dost kitabı YKY tarafından özel bir baskıyla yeniden yayımlandı. 2005 yılında kaybettiğimiz yazarın bu kitabı onun Sait Faik’le beraber Türk hikayeciliğinin en önemli ismi olarak anılmasının başlıca nedenlerinden. Kendine has üslubu ve ironisiyle unutulmaz hikayeler yazan Vüs’at O. Bener’e olan ilgi günümüzde (tıpkı Sait Faik’te olduğu gibi) çok az. Bunun sebeplerini tartışmak eleştirmen ve yeni nesil hikaye yazarlarının başlıca işlerinden olmalı. Dostoyevski “Hepimiz Gogol’un Palto’sundan çıktık” demişti. Türk hikayeciler bizim paltomuzun sahibini arıyorlar mı? Türk hikayeciliği kaynaklarından koparak varlığını koruyabilir mi? Dost bu düşündürücü soruların eşiğinde umarız Türk hikayesinin neler yapabileceğini yeniden gösterecektir. Hocaların hocası Halil İnalcık şüphesiz Türk tarihçiliğinin en önemli aktörü. Hayatı boyunca Osmanlı tarihi üzerine kafa yoran düşünür, Türkiye’de Osmanlı tarihi araştırmalarının yön tayin edici karakteri olmayı başarmış, tartışmasız bir isim. Son kitabı Osmanlı ve Modern Türkiye yazarın daha önce yayımlanmış makalelerinin bir derlemesinden oluşuyor. Kitap, Osmanlı siyasi yapısından Cumhuriyet devrimlerine; Osmanlı ilminin Batı’daki etkilerinden ekonomik yapıya birçok farklı alanda vaka tespitleri yaparak bütünlüklü bir portre çiziyor. Yer yer bazı kalıplara başvuran yer yer de bazı kalıpları yıkma iddiası taşıyan kitap, Osmanlı tarihinin efsane profesörü Halil İnalcık’tan tarihe bakarken dikkatleri kaybetmemek gerektiğini hatırlatan önemli bir eser. Müzik TÜRK sanatçıların Amerikan müzik kültürünün önemli bir türü olan Jazz’da çok iyi icralar vermesi öteden gelen bir şey. Bir Amerikalı zencinin örneğin Neşet Ertaş söylediğini, saz çaldığını düşünmek bile tebessümle karşılanacaktır. Buna karşılık Türk sanatçılar hem vokal hem enstrümantal olarak Jazz ve hatta Blues işini çok iyi yapıyor. Tuna Ötenel de bu isimlerden biri ve Jazz müziğin Türkiye’deki en önemli temsilcilerinden. 50 yılı aşan sanat hayatında yüzlerce konser veren Ötenel, pek çok başarılı sanatçıyla çalıştı. TRT Arşiv Serisi’nin sunduğu bu albümde ise sekiz tane harika şarkı var. Albüm sonbahar akşamlarını sakinleştirecek bir dinginlik ve zengin müzik kulağına sahip olanlar için yeni müzikal keşifler sunuyor. TRT Arşiv Serisi’nden kaybolduğunu düşündüğümüz kayıtlardan başarılı bir seçki daha. Bu albümlerin önemi ve değeri tartışmasız. Bugün Türk Musikisi’nin neredeyse tamamen ortadan kalktığı bir ortamda bu albümler sadece nostaljik özlemlere hitap etmesi bakımından değil, aynı zamanda Türk Musikisi eğer dirilecekse hangi yolların izleneceğini işaret etmesi bakımından da önemli. Bu albümde İstanbul Radyosu emekli ses sanatçılarından Tülin Yakarçelik’in seslendirdiği eserlerin bir seçkisi sunulmuş. Yirmi iki adet esere yer veren albümde ağırlıklı olarak Türk Musikisi’nin değişmez konuları olan hasret ve gurbet temalı şarkılara ağırlık verilmiş. Tülin Yakarçelik’ten Seçmeler sanatçının içimize işleyen şarkılara kattığı zenginlikleri ve üslubuyla değerli bir çalışma. POP müzik ile piyano bir arada anıldığında akla ilk gelen isim Elton John olur şüphesiz. Henüz 3 yaşındayken başlayan piyano macerası, başarı öyküleriyle dolu bir yol açmış John’ın önünde; onlarca değerli ödül almak, gelmiş geçmiş en iyi sanatçılar arasında adı anılmak gibi... Aradan geçen yıllara rağmen güçlü sesinden bir şey kaybetmeyen Elton John, “yaşayan efsane” olarak adlandırılıyor. Aynı şarkıları tekrar tekrar söylediği konserler verse, yine de binlerce bileti satabilecek bir isim Elton John. Müzikte 50. yılının içinde olan efsane şarkıcı, son çıkardığı albümden bu yana geçen 7 yılın hakkını vermişe benziyor. The Diving Board aşina olunan pop müzik öğelerinden biraz uzak bir albüm; ritimler ve makamlar arasındaki sürpriz geçişler dikkate değer. Albüm ilk dinlemede değil ama birkaç defa CD çalarınızda döndükten sonra sizi kavrayacak derinliklere sahip... 89 TRT İstanbul Hafif Müzik ve Caz Orkestrası Yıldızları Tuna Ötenel TRT Arşiv Serisi Tülin Yakarçelik’ten Seçmeler TRT Arşiv Serisi The Diving Board Elton John Capitol Records Ekim 2013 Film 90 Once Upon a Time in America | Bir Zamanlar Amerika’da Senaryo: Yönetmen: Oyuncular: Yıl: Leonardo Benvenuti, Enrica Medioli, Sergio Leone Sergio Leone Robert De Niro, James Woods, Elizabeth Mcgovern 1984 İTALYAN sinemacılar olmasaydı Amerika kıtasında sinemadan bahsetmek ancak fantastik bir şey olacaktı. İşin hem oyunculuk hem de yönetmenlik tarafında İtalyanların Amerikan sinemasına kattıkları tartışmasızdır. Bir İtalyan’ın elinden çıkmış filmlerden biri de Once Upon a Time in America. Film, İyi, Kötü ve Çirkin, Bir Zamanlar Batı’da gibi kült yapımlara imza atan, Spagetti Western türünün efsane yönetmeni Sergio Leone’nin son “büyük” filmi. 1984 yapımı filmin müthiş işlenmiş senaryosu, oyuncu kadrosu, kostümleri ve elbette Ennio Morricone’nin müzikleri olağanüstü bir bütünlük sergiliyor. Robert De Niro’nun oyunculuk kariyerindeki en iyi performanslardan birini sergilediği film bu açıdan ayrıca değerli. Once Upon a Time in America işe çocukluktan başlayan iki arkadaşın oluşturduğu bir mafya grubunun hikayesi üzerinden Amerika’nın yer altı dünyasını anlatıyor. Amerika’nın iç politikasını ilgilendiren onlarca ayrıntı veren film dili itibarıyla sert denebilecek sahnelerle zenginleştirilmiş. Film için dramatik yapısıyla sinema tarihinin en ağır hikayelerinden biri denebilir. Once Upon a Time in America’nın hazin konusu şöyle: Noodles (Robert De Niro) ve Max (James Woods) New York’un kenar mahallesinde çocukken tanışır ve diğer 4 arkadaşıyla birlikte küçük bir çete kurarlar. Zamanla işleri büyüten grup büyük paralar kazanmaya başlar. Noodles, bütün hayatını kaplayan Deborah’ın (Elizabeth Mcgovern) onu terk etmesiyle başlayan olaylardan sonra otuz beş yıllık bir yalnızlığa mahkum kalacaktır. Otuz beş yıl sonra ise elinden alınmış hayatının aslında bir hayalden ibaret olduğunu öğrenecek, fakat hayatı “çöpe atılan” taraf olmayacaktır. Sergio Leone’nin farklı dönemleri geriye dönüşlerle dahice anlattığı hikaye tam bir başyapıt. Muhsin Bey Senaryo: Yönetmen: Oyuncular: Yıl: Yavuz Turgul Yavuz Turgul Şener Şen, Uğur Yücel, Sermin Hürmeriç 1987 YAVUZ Turgul bir söyleşisinde “Şener’i düşünmeden bir karakter yazamıyorum” demişti. Sinema tarihinde yönetmen-oyuncu işbirliğinin en güzel örneklerinden birini oluşturuyor bu ikili. Yavuz Turgul’un yönetmen koltuğuna oturduğu filmlerden yalnızca birinde, Fahriye Abla’da Şener Şen başrolde değil. Muhsin Bey ise ikilinin belki de en iyi filmi. Ve tabii Uğur Yücel’in efsane performansı... Kariyerinin en başarılı tiplemesini oynayan Yücel bu performansıyla birçok ödül de almıştı. Muhsin Bey dikkatli sosyolojik çözümlemeleriyle “yeni dünya” ile “antika adam” hikayesi üzerinden bir modernleşme eleştirisi yapıyor. Dönemin yozlaşan İstanbul’u ve nitelik kaybına uğrayan, giderek arabeskleşen müzik dünyası kimilerinin iştahını kabartırken Muhsin Bey gibiler direnmeye gayret ediyor. Filmden hareketle Yavuz Turgul’un İstanbul’u Yahya Kemal’in İstanbul’udur demek mümkün. Sıradanlaşan zevkler, gittikçe kaba bir görüntü veren kentleşme ve onun getirdiği yabancılaşma, estetik açıdan giderek çekilmez bir hal alan İstanbul... Türk sinemasının çıkmaza girdiği bir zamanda çekilen Muhsin Bey’in konusu şöyle: Muhsin Bey (Şener Şen) oldukça prensipli eski bir müzik yapımcısıdır. Bir gün türkücü olmak üzere İstanbul’a gelen Ali Nazik (Uğur Yücel) Muhsin Bey’i bulur ve yakasını bırakmaz. Dönemin gözde türü arabeske düşman olan Muhsin Bey, hapse girme pahasına Ali Nazik’in türkü kasetini piyasaya sunar. Kendisi hapisteyken meşhur olan Ali Nazik ise arabesk yapmaya başlamış ve Muhsin Bey’in Sevda’sını (Sermin Hürmeriç) elinden almıştır. Muhsin Bey hapisten çıktığında maziden elinde kalan sadece prensipleridir. Tüm Yavuz Turgul filmlerinde olduğu gibi ümit vaat eden bir gelişmeyle son bulan film, Türk sinemasının en iyi filmlerinden. Ekim 2013 Televizyon 91 Televizyonda dizi sezonu açıldı T ürk dizi sektörü son on yılda akıl almaz bir sıçrayış yaptı. Türk televizyon tarihinin bu sektörde rekorlar kırdığı son zamanlarda bol miktarda ihraç ettiğimiz yapımlar da var. Artık bizim diziler özellikle Ortadoğu, Balkanlar ve Orta Asya’da ratingleri altüst eder durumda. Türk yapımcılarının bu başarılı çıkışı devam edecek gibi gözüküyor. Yeni yayın döneminde birkaç sezondur devam eden iddialı diziler yine en çok konuşulacak yapımlar olacağa benziyor. Hürrem’ini “tükenmişlik sendromu”na kaptıran Muhteşem Yüzyıl ciddi bir kayıp yaşasa da bu yılın en çok izlenen yapımları arasındaki yerini koruyacak gibi. Son sezonuna giren dizide bitmek bilmeyen saray entrikaları seyirciyi ekrana kilitliyor. Diğer bir yapım ise Beren Saat’li İntikam. Son yılların gözde aktrisi Beren Saat, adeta iğneyle kuyu kazarak hazırlandığı intikamının peşinde bir kadını canlandırdığı rolüyle başarılı bir oyunculuk sergiliyor. Ve Kenan İmirzalıoğlu’nun başrolündeki Karadayı. Geçtiğimiz sezon işlerin çıkmaza girdiği bir anda ara verilen dizi yeni sezonda nasıl bir yönde devam edecek merak konusu. Kenan İmirzalıoğlu’nun Deli Yürek’ten bugüne oyunculuğuna neler kattığını ortaya koyduğu dizi seyretmeye değer. Yeni ve iddialı yapımlara baktığımızda ise ilk göze çarpan dizi Ben Onu Çok Sevdim. Atv ekranlarında başlayan dizi Adnan Menderes’in siyaset yolculuğu üzerinden dönemin Türkiye’sini ele alırken Başvekil’in aile hayatını da anlatacak. Adnan Menderes rolünde usta oyuncu Mehmet Aslantuğ’u seyredeceğiz. Yeni yapımlardan bir diğeri ise daha önce iki defa senaryolaştırılan ve izlenme rekorları kıran Çalıkuşu. Kanal D’de ekrana gelecek dizinin yönetmen koltuğunda başarılı isim Çağan Irmak var. Oyuncu kadrosuyla dikkat çeken dizinin başrol oyuncuları Burak Özçivit ve Fahriye Evcen. Türk seyircisi en çok sevdiği dizi olan Çalıkuşu’nu bir kez de Çağan Irmak’ın gözüyle seyredecek. Ekim 2013 92 Vekiller Ne Okuyor Ne İzliyor Ayşe Nedret Akova CHP Balıkesir Milletvekili BALKANLAR ve göç konusu, göçmen olduğum ve bu dramı ailem de yaşadığı için hep ilgimi çekmiştir. Son aylarda bu konuyla ilgili kitapları okuyorum. Şu anda elimde birkaç kitap birden var: İrfan Kaya Ülger’den Yugoslavya Neden Parçalandı?-Balkan Dramının Perde Arkası, Catherine Samary’den Parçalanan Yugoslavya ve Bosna’ da Etnik Savaş, Mithat Atabay’dan 20. Yüzyılda Türkiye ve Balkanlar, Ahmet Halaçoğlu’ndan Balkan Harbi Sırasında Rumeli’den Türk Göçleri: 1912-1913. Yılmaz Özdil’in Beraber Yürüdük Biz Bu Yıllarda isimli kitabını yeni bitirdim. Rahatlamak için klasik müzik dinliyorum. Dizi izlemeyi sevmem ve hiç izlemem; ancak tarihî filmler ile savaş ve komedi filmlerini çok severim. Yakın zamanda Anthony Quinn’in “Kasabanın Sırrı” isimli filmini tekrar izledim. Fatih Şahin AK Parti Ankara Milletvekili EN son Taha Akyol’un Rumeli’ye Elveda - 100. Yılında Balkan Bozgunu adlı kitabını okudum. Genellikle yakın dönem ve siyasi tarih kitaplarını okumayı tercih ediyorum. Dünya Klasikleri de her zaman başucumdaki kitaplar arasında yer alıyor. Sinemada en son “Lincoln”ü izledim. Gündemde olan, ilgimi çeken filmleri takip ediyorum. Müzikte en çok Türk Sanat Müziği eserlerini dinlemeyi seviyorum. Popüler müziğin iyi örneklerini de beğenerek dinliyorum. Ekim 2013 Yılmaz Tunç AK Parti Bartın Milletvekili GÜNCEL siyasi konularla ilgili kitap- la r ok uyor u m. Son dönemde A h met Davutoğlu’nun Teoriden Pratiğe-Türk Dış Politikası Üzerine Konuşmalar, Şamil Tayyar’ın Beşinci Darbe, Ayşe Karabat’ın Suriye Savaşları, Refik Koraltan’ın Tek Parti Devrinden 27 Mayıs İhtilali’ne Demokratlar adlı kitaplarını okudum. Sinemada tarihî ve dram ağırlıklı filmleri izlemeyi seviyorum. En son çocuklarımla birlikte “Fetih 1453” ile “Eve Dönüş-Sarıkamış 1915”i izledim. Başarılı yapımlardı. Müzikteki tercihim genellikle Türk Halk Müziği. Volkan Konak’tan Zara’ya, Orhan Hakalmaz’dan Neşet Ertaş’a kadar beğenerek dinlediğim birçok sanatçı var. Barış Manço ile memleketim Bartın’ın sanatçısı, genç yaşta hayatını kaybeden Barış Akarsu’yu da burada anmak isterim. Her ikisi de beğendiğim sanatçılar arasında yer alıyor. Tasavvuf müziği de dinliyorum. Hasan Hüseyin Türkoğlu MHP Osmaniye Milletvekili ŞU sıralar Rıza Müftüoğlu’nun 9 Işık Üzerine Bir İnceleme adlı kitabını okuyorum. Son dönemde siyasetten tarihe, araştırma-incelemeden romana kadar birçok kitap okudum. Ali Rıza Özdemir’in Kayıp Türkler ve Fransız yazar Jean-Christophe Grangé’nin Kaiken adlı eserleri bunlardan ikisi. Yabancı yazarlar arasında Jean- Christophe Grangé ile Dan Brown’u ayrı bir yere koyuyorum. Grangé’nin polisiye-gerilim romanlarını, Brown’un ise sırlarla dolu kitaplarını ilgiyle takip ediyorum. Sinemaya gitmeyi seviyorum, ancak yoğun Meclis çalışmaları nedeniyle pek fırsat bulamıyorum. Müzikte özellikle Ege türkülerini, Klasik Türk Sanat Müziği eserlerini seviyorum. Eskiden ud çalardım. 93 Şefik Çirkin MHP Hatay Milletvekili EN çok tarih kitaplarını seviyorum, ancak şu Ayla Akat Ata BDP Batman Milletvekili DAHA çok araştırma-inceleme, tarih, mi- sıralar terör ve Türkiye’nin yaşadığı süreçle ilgili uluslararası araştırmaları okuyorum. Son dönemde anayasa ile ilgili kitaplara da ağırlık verdim. Şu anda elimde İlber Ortaylı’nın Osmanlı’da Değişim ve Anayasal Rejim Sorunu adlı kitabı var. Aynı zamanda Mümtaz Soysal’ın anayasayla ilgili bir kitabını okuyorum. Sinemaya gitmeyi çok seviyorum, ama üzülerek belirtmeliyim ki pek vakit bulamıyorum. Müzik türleri arasında ayrım yapmıyorum. Her türün güzel eserlerini dinliyorum. toloji kitaplarını tercih ediyorum. Hepsini bir arada bulunduran eserler de var. Şu anda Andrew Collins’in Meleklerin Küllerinden adlı kitabını okuyorum. Evdeki zamanımı genellikle kitap okuyarak değerlendiriyorum. Televizyonda haber dışında neredeyse hiçbir şey izlemiyorum. Kitaptaki tercihlerim sinema için de geçerli. Tarih, mitoloji konulu filmleri izlemekten keyif alıyorum. Daha çok beni dinlendirecek filmleri tercih ediyorum. Çok sık olmasa da sinemaya zaman ayırmaya çalışıyorum. Müzikte ise Türk Halk Müziği’ni seviyorum. Nihat Zeybekci Mehmet Şevki Kulkuloğlu AK Parti Denizli Milletvekili ELIMDE her zaman çok sayıda kitap bulu- nur. Hepsini bir arada okurum. Şu anda yıllar önce okuduğum birçok kitap yeniden başucumda duruyor. Bunlar arasında Bahaeddin Özkişi’nin Köse Kadı ve Uçtaki Adam eserleri, Ali Ulvi Kurucu’nun üç ciltlik Hatıralar’ı, İsmail Bilgin’in Medine Müdafaası-Çöl Kaplanı Fahrettin Paşa adlı kitabı yer alıyor. Mektûbat’ın yanı sıra Sultan Abdülhamid Han’la ilgili eserleri de bir kez daha okuyorum. Aydın Menderes’in Babam ve Ben, Sıddık Akbayır’ın Aynı Göğün Uzak Yıldızları: Nazım Hikmet-Necip Fazıl adlı kitaplarını yeni bitirdim. Sinemada genellikle çocuklarımın tercih ettiği filmleri izliyorum. Hem onlarla birlikte vakit geçiriyorum hem de sinemadan uzak kalmıyorum. Müzikte ilk tercihim Türk Halk Müziği. Daha sonra sırasıyla Türk Sanat Müziği, Klasik Türk Müziği ve Klasik Batı Müziği geliyor. CHP Kayseri Milletvekili SIYASETÇI olduğum için daha çok gündeme dair kitapları takip ediyorum. En son Mustafa Sönmez’in Kent, Kapital ve Gezi Direnişi’ni okudum. Çocuklarımla birlikte DVD’den “İyilik Bul, İyilik Yap” filmini izledim. Filmde küçük bir çocuk, öğretmeninin verdiği ödev üzerine karşılıksız iyilik yapmakla ilgili bir proje hazırlıyor. “Mükemmel Dünya” ismini verdiği proje bir süre sonra insanlar arasında iyilik zinciri oluşmasına yol açıyor. Çok güzel bir filmdi. Şu sıralar müzikteki tercihim Volkan Konak şarkıları. Volkan Konak’ı dinlemek beni dinlendiriyor. Ahmet Toptaş CHP Afyonkarahisar Milletvekili GENELLIKLE tarih kitapları ve roman okuyorum. Yaşar Kemal’in Tanyeri Horozları-Bir Ada Hikayesi 3 adlı kitabını yeni bitirdim. Şevket Süreyya Aydemir’in Toprak Uyanırsa eserini bir kez daha okudum. İlk gençlik yıllarımda okuduğum bir kitaptı, yeniden okuma ihtiyacı hissettim ve çok yararlandım. Son dönemde Koçgiri ile ilgili de bir kitap okudum. Sinemada genellikle Türk filmlerini izliyorum. Zaman zaman tiyatroya gidiyorum. Ankara Devlet Tiyatrosu ile Ankara Sanat Tiyatrosu’nun (AST) oyunlarını izlemeye çalışıyorum. Müzikteki tercihim ise türkü. Türk Sanat Müziği’ni ve klasik müziği de seviyorum. Özellikle Çaykovski ve Vivaldi’nin eserlerini beğeniyorum. Ruhi Su, Arif Sağ, Emel Sayın, Zeki Müren ve Muazzez Ersoy beğenerek dinlediğim sanatçılar arasında yer alıyor. Ekim 2013 94 sosyalmedya gunlukleri İNSAN onuru ve haysiyeti kimsenin kim- AVRUPA’NIN 30 yıldır kullandığı çöp seye bahşedebileceği özel mülk değildir. Birisi vermez, doğarken eşit olarak sahip olursun... bertaraf tekniğini İzmir’e uygulamayı tartışalım... @saitrifat @safakpavey AÇLIĞIN dili olmaz, yoksulluğun vatanı... @aykuterdogdu PARTIMIZIN yaşça en büyük ve küçük üyeleriyle birlikte 90. yıl pastamızı kestik. @sedefkucuk ÇIZEBILSEYDIM, mahkeme ve hapishaWBF Dünya Tavla Şampiyonası üçüncüsü, Bursa’mızın gururu İrfan üstada karşı tavla oynamak hiç de kolay olmadı! @aykanerdemir ne önünde bekleyen, gözleri kupkuru dua eden anaları resmetmek isterdim. Yazabilseydim, mahkeme ve hapishane kapısında sabırla, şikayetsiz bekleyen, süt bulamadığı için bebeğini su içirerek avutan kadınları yazardım... @meral_aksener İLK ders zili çalan okullardan biri de yarım asırdır kapalı olan Gökçeada’daki Rum okulu. @BilalMacit İSTANBUL, öyle güzel, öyle alımlı, öyle başkasın ki bu gece sana yeniden ve bir daha aşık oluyorum... @SuayAlpay SIYASI kutuplaşma, siyasi fanatizm öfkesi baldan tatlıdır, ama bir toplumu aptal eder, perperişan hale getirir. Yine de geçmez, çoğalır... YILLAR önce temelini attığımız fuarları- yatırımdır. Yarınlarımız ve geleceğimiz için zil çaldı. Başarılar diliyoruz. @CahitBagci @bkusoglu9 Eylül @nejatkocer EĞITIME yapılan yatırım geleceğe yapılan Ekim 2013 mızın dünya ölçeğinde geldiği nokta ile bugün gurur duymamak mümkün değil. 95 Facebook’u önceden çok aktif kullandım, ama şimdi kullanmıyorum. Ona çok zaman ayırmam gerekiyor, yük oluyordu. Uzun zamandır sosyal medya adına sadece Twitter’ı kullanıyorum. Zelkif Kazdal @zelkifkazdal Ak Parti Ankara Milletvekili Twitter’ı aktif biçimde kullanan siyasetçilerimiz arasında ilk sıralarda yer alıyorsunuz. Twitter’ı ne zamandır ve gün içinde hangi sıklıkla kullanıyorsunuz? Twitter’ı üç seneden biraz daha uzun bir süredir kullanıyorum. Gün içindeki kullanımım iş tempoma göre farklılık gösteriyor. Ama gün içinde birkaç kez mutlaka bakarım. İlgimi çeken, gündemin yoğun olduğu zamanlarda Twitter’da uzun süre kaldığım, adeta gündemi oradan takip ettiğim de oluyor. Sosyal medya sizin için ne ifade ediyor, Facebook veya diğer sosyal paylaşım siteleri de ilgi alanınıza giriyor mu? Sosyal medya, sadece sosyal medya olmasının çok ötesinde bir işleve sahip. Ciddi bir haber kaynağı aynı zamanda. Genel kanaatlerin oluşmasına dönük bir kamuoyu yapıcılığı ve yönlendiriciliği de var. İnsanların kendilerini özgürce ifade edebildikleri, hatta var edebildikleri etkili bir mecra. Önceden insanlar kendilerini konuşarak ifade etmek durumundaydı. Bu şekilde ulaşabildikleri, seslerini iletebildikleri kişi sayısı çevresiyle sınırlı oluyordu. Şimdi yazarak ifade ediyor ve bu sayede hem daha etkili oluyor hem de çok insana ulaşabiliyor. Tanıdığınız insanlara kendinizi ifade ederken geçmişinizle, kişiliğinizle, bilindik taraflarınızla ifade edersiniz, burada ise sadece ifade etmek istediğinizi anlatmak zorundasınız. Sosyal medyanın iletişim kalitesine önemli katkı yaptığını, belki bugünkü seviye itibarıyla olmasa da ileriye dönük eğitici bir tarafının olduğunu düşünüyorum. Ben gündemle ilgili yaklaşımlarımı takipçilerimle ve kamuoyuyla paylaşmak için zahmetsiz, ama ulaştığı kitlesi fazla mobil bir imkan olarak görüyorum Twitter’ı. Çok hızlı haberleşme imkanı sunduğu için neredeyse diğer haber kaynaklarına hiç ihtiyacınız olmuyor. Görüşünü merak ettiğim insanların görüşlerini çabucak öğrenebiliyorum. Twitter hayatımızın önemli bir parçası haline geldi dersem abartmış olmam sanırım. Sizce siyasetçilerin sosyal paylaşım sitelerini etkin ve doğru olarak kullanması ne gibi bir önem taşıyor? Siyasetçilerin sosyal medyayı aktif kullanmalarını önemsiyorum. Gündemle ilgili görüşlerini elbette paylaşmalılar. Halkın siyasetçilerin görüşlerini bilmeye hakkı var. Her siyasetçinin görsel medyayı kullanması, kendini oralardan ifade etmesi mümkün olamıyor. O halde böyle bir imkan varsa bunu kullanmak, doğru bilgiyi ve yaklaşımı kamuoyuyla paylaşmak gerekiyor. Ayrıca sosyal medyanın manipülasyon amaçlı kullanımların, yalan haberlerin, iftiraların yayıldığı etkili bir ortam olabildiğini de gördükten sonra bence siyasetçiler onu kullanmaktan uzak duramazlar. Siyasetçi toplumu bilgilendirebileceği bütün olanakları değerlendirmek zorundadır en azından. Sosyal paylaşım ortamında ilginç anılarınız oldu mu? Twitter’da yöresel yemek yapan bir restoranın açılış fotoğrafını paylaşmıştım. Onun üzerine Türkiye’nin her tarafından yöresel yemek isimleri yağmaya başladı. Sonra baktım ki güzel bir arşiv oluştu. Oturdum, hangi yörenin hangi yemeği varsa tek tek yazdım ve 1000’in üzerinde yöresel yemek arşivi oluşturdum. İşte, iletişimin gücü budur. Ekim 2013 Unutmayacağ ız ... Kazım İpek 17. Dönem Amasya Milletvekili Kazım İpek, 1926 Amasya Gümüşhacıköy doğumludur. Yüksek öğrenimini Ankara İktisadi ve Ticari İlimler Akademisi Sanayi ve Ticari İşletme Bölümü’nde tamamlayan İpek, Amasya Şeker Fabrikası Muhasebe Kalkülatörlüğü ile Güraş Gıda Sanayi ve Ticaret AŞ Yönetim Kurulu Başkanlığı yaptı. Kazım İpek’in cenazesi, 2 Eylül 2013 tarihinde Alanya Dinek Belediye Mezarlığı Camii’nde öğle namazını müteakip kılınan cenaze namazının ardından toprağa verildi. Mustafa Güven Karahan 21. Dönem Balıkesir Milletvekili Mustafa Güven Karahan, 1943 Kastamonu Çatalzeytin doğumludur. İstanbul Üniversitesi Cerrahpaşa Tıp Fakültesi’nde yüksek öğrenim ve Hacettepe Üniversitesi Tıp Fakültesi’nde ihtisas eğitimini tamamlayan Karahan, İstanbul Üniversitesi Tıp Fakültesi Talebe Cemiyeti Başkanlığı ve İstanbul Üniversitesi Talebe Birliği 2. Başkanlığı; Bandırma Sosyal Sigortalar Kurumu ve Devlet Hastaneleri Üroloji Uzmanlığı; Bandırma Devlet Hastanesi Başhekim Yardımcılığı; TBMM Sağlık, Aile, Çalışma ve Sosyal İşler Komisyonu Başkanlığı ve 56. Hükümet Sağlık Bakanlığı yaptı. Mustafa Güven Karahan’ın cenazesi, 4 Eylül 2013 tarihinde Bandırma Haydar Çavuş Camii’nde öğle namazını müteakip kılınan cenaze namazının ardından toprağa verildi. Nuri Beşer 12. Dönem Zonguldak Milletvekili Nuri Beşer, 1922 Kemaliye Sosik (Akçalı) doğumludur. Beşer, Sanat Okulu eğitiminin ardından İstanbul Belediye Meclis Üyeliği ve Türkiye İşçi Sendikaları Konfederasyonu Başkanlığı yaptı. Nuri Beşer’in cenazesi, 10 Eylül 2013 tarihinde İstanbul Maltepe Merkez Camii’nde öğle namazını müteakip kılınan cenaze namazının ardından toprağa verildi. Ali İhsan Balım 12. Dönem Isparta Milletvekili Ali İhsan Balım, 1923 Isparta Senirkent doğumludur. Yüksek öğrenimini İstanbul Üniversitesi Tıp Fakültesi’nde ve ihtisasını Amerika’da yapan Balım, İstanbul Üniversitesi Tıp Fakültesi İç Hastalıkları Kliniği mütehassıslığı ve Mikrobiyoloji Enstitüsü doktorluğu; Yalvaç Sağlık Merkezi Başhekimliği; Senirkent Göğüs Hastalıkları Hastanesi Baştabipliği ve İç Hastalıkları Uzmanlığı; Ege Üniversitesi Tıp Fakültesi Başasistanlığı ve yazarlık yaptı. Ali İhsan Balım’ın cenazesi 10 Eylül 2013 tarihinde Isparta Senirkent Büyük Cami’de ikindi namazını müteakip kılınan cenaze namazının ardından toprağa verildi. Hüseyin Abbas 15. Dönem Tokat Milletvekili Hüseyin Abbas, 1934 Tokat Çat doğumludur. Yüksek öğrenimini Ankara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi’nde tamamlayan Abbas, Tokat İmam-Hatip Okulu meslek dersleri öğretmeni ve Müdür Baş Yardımcısı; Sivas İmam Hatip Okulu meslek dersleri öğretmeni olarak görev yaptı. Hüseyin Abbas’ın cenazesi 15 Eylül 2013 tarihinde Demetevler Öz Elif Sitesi Camii’nde öğle namazını müteakip kılınan cenaze namazının ardından toprağa verildi. Mehmet Necati Gültekin 16. Dönem Ankara Milletvekili Mehmet Necati Gültekin, 1923 Çankırı doğumludur. Yüksek öğrenimini Harp Okulu’nda tamamlayan Gültekin İngiltere Kraliyet Hava Kuvvetleri Koleji’nde pilotluk eğitimi aldı ve Hava Tuğgenerali, pilot, Jet Uçuşu Öğretmeni, Kıta Komutanı, Hava Kuvvetleri Karargâh Subayı, Napoli NATO Karargâhı Subayı, İstanbul Füze Üs Komutanı, Hava Kuvvetleri Hava Savunma Dairesi Başkanı olarak görev yaptı. Mehmet Necati Gültekin için 23 Eylül 2013 tarihinde TBMM’de tören düzenlendi. Gültekin’in cenazesi, Ahmet Efendi Camii’nde öğle namazını müteakip kılınan cenaze namazının ardından toprağa verildi. Rıfat Çini Kurucu Meclis Kütahya Temsilcisi Rıfat Çini, 1919 Kütahya doğumludur. Yüksek öğrenimini Fransa’da Seramik ve Porselen Sanayi Okulu ile İstanbul Yüksek İktisat ve Ticaret Okulu Malî Şubesi’nde tamamlayan Çini, serbest ticaretle uğraştı ve Temsilciler Meclisi Başkanlık Divânı Kâtip Üyeliği yaptı. Rıfat Çini’nin cenazesi 25 Eylül 2013 tarihinde İstanbul Levent Camii’nde öğle namazını müteakip kılınan cenaze namazının ardından toprağa verildi. Eylül ayında aramızdan ayrılan arkadaşlarımız için Cenab-ı Allah’tan rahmet diliyor, kederli aileleri için kalpten duygularla sabr-ı cemîl niyaz ediyoruz.