Uluslararası Türk Dünyası Kültür Araştırmaları Dergisi Bahar
Transkript
Uluslararası Türk Dünyası Kültür Araştırmaları Dergisi Bahar
Uluslararası Türk Dünyası Kültür Araştırmaları Dergisi Bahar 2015 - 1 (1) DEDE KORKUT HİKÂYELERİ’NDE VAROLUŞSAL KÖTÜLÜK Prof. Dr. Aynur KOÇAK Dr. Çiğdem MOLLAİBRAHİMOĞLU** ÖZET İnsanın zihnini meşgul eden en eski konulardan biri “varoluş” tur. İnsanın kendisi –ruh/ beden- Tanrı, evren, çeşitli söz ve eylemler bu sorgulamanın ana noktalarıdır. Daha bu sorgulamaya tam olarak cevap bulamayan ya da bulduğu cevaplar bağlamında bir uzlaşmaya varamayan insan, bir de zaman zaman bazı “kötülük”lere maruz kalır. Bu deneyimler, kendi merkezinden çevresini ve dünyayı algılamaya çalışan insana kötülük olmadan dünyanın daha güvenli ve mutluluk dolu bir yer olacağını düşündürür. Ona göre dünyadaki mutsuzluk, kötü olarak adlandırılabilecek “kişi/ söz/ eylem”ler sebebiyledir. Kötülüğün neden var olduğu sorgulanırken, Tanrı’nın neden kötülüklere izin verdiği, sorgulamanın en çıkmaz noktasıdır. Tanrı’nın varlığına inanan ve evreni bir bütün olarak algılayabilen zihinler için kötülük, asli bütünün bir parçasıdır. Kötülük, bütüncül algılamamızdaki eksiklerimizle var olur. Bu nedenle de tek başına düşünüldüğünde “yerilecek” bir şeydir, ancak nesnelerin bütünü göz önüne alındığında gerekli/ yararlı bir olgu olarak belirebilir. Kötülüğün; varlığın vazgeçilmez bir parçası olması, Dede Korkut Hikâyeleri’nde de izlenebilmektedir. Oğuzların dünyasında kötülüğün neden var olduğu ya da neyin varlığı için kötülüklere maruz kaldıklarının sorgulanması, bireysel/ toplumsal varlığı da anlamlandıracaktır. Bu anlamlandırma, uzun yıllarda oluşan Oğuzların bilinç dünyasından hareketle bugünün insanının bilincinin de aydınlanmasına vesile olacaktır. Bu incelemede kötülük problemi, Dede Korkut Hikâyelerinde bireyin ve toplumun varoluşu bağlamında ele alınmıştır. Anahtar Kelimeler: Varoluş, Kötülük, Dede Korkut Hikâyeleri, İnsanoğlu, Birey, Toplum. Existential Malignancy in Dede Korkut Stories ABSTRACT Existence is one of the most archaic topics occupying the mind. The major questions examining this topic are; human, soul/body, Supreme Being, cosmos, Yıldız Teknik Üniversitesi, Fen-Edebiyat Fakültesi, Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü - İstanbul / TÜRKİYE ** Araştırmacı - İstanbul / TÜRKİYE 1 Uluslararası Türk Dünyası Kültür Araştırmaları Dergisi Bahar 2015 - 1 (1) and a variety of words and deeds. The microcosm, incompetent in answering this query or in disaccord in the context of findings is exposed to deviltry/ies. Such practices make the human kind, who is looking through their own window and striving to comprehend the cosmos, to think of universe a better place without malignancy. According to humans; malignancy on earth roots in namely bad persona/wording/deeds. While malignancy goes through interrogation, the Supreme Being’s allowance for deviltry manifests as a dead end. Malignancy is an integral of the original, in the opinion of the ones that have faith in God, and in the ones perceiving the universe as a whole. Malignancy comes into existence with our shortcomings in perceiving the wholeness; thus if thought alone, malignancy is prone to satire, but if considered as a part of the whole it appears to be necessary/benignant. Accordingly, malignancy constituting the indispensable component of an entity, is also monitored in Dede Korkut Stories. Probing the reason for malignancy in Oghuz world, or questioning the reasons of Oghuz exposure to malignancy will interpret individual and social existence. The signification, with reference to consciousness of Oghuz world composed in a long period of time, will also aid the enlightenment of today’s mind. This study discusses malignancy in Dede Korkut Stories in context of the existence of an individual and society. Key Words: Existence, Malignancy, Dede Korkut Stories, Mankind, Individual, Society. Giriş İnsanoğlu karanlığı, aydınlığı, yaşamı, ölümü ve bunların bütünlüğünü gözlemler. Bütünlüğün zıtlıkların birliğiyle mümkün olduğunu kavrar: Yaşam varsa ölüm vardır, iyilik varsa kötülük de var olacaktır. İnsan, iyiliği kolayca açıklar, ancak “Kötülük nasıl bir varlık problemidir?” sorusuna cevap bulmak kolay olmaz. Başlangıçtan beri varlığa ilişkin sorulara cevap mitolojiler, inanç sistemleri ve doktrinler yoluyla verilir. Mitolojilere göre kötülük, iyilik gibi varlığın bir parçasıdır. “Mitolojinin ekseni kaos’tan kozmos’a, varoluşa düzen getirme çabası kapsamında, insanın ve toplumun varoluş içindeki yerinin belirlenmesidir” (Saydam, 2013: 285). Karanlık, aydınlık, iyilik, kötülük bir bütünken ayrışma gerçekleşir ve karanlıklar, kötüler yeraltında sürülürken; aydınlıklar, iyiler gökyüzünde yerini alır. Yeryüzü ise insanoğlunun macerasına mekân olur. Yaratılışın ardından adlandırılmayla birlikte var olduğunu anlayan insan, hayatta inandığı şeylerin ölüm ile yok olduğunu görür, ancak ölüm karşısında çaresiz kalır. Bu kez varlığı sorgulamaya, anlamlandırmaya 2 Uluslararası Türk Dünyası Kültür Araştırmaları Dergisi Bahar 2015 - 1 (1) çalışır. Var olan karmaşayı çözmek için yaptığı sorgulama, varlık bilincine ulaşmasını ve mutluluğu yakalamasını sağlar. Merkez, varlığın konumlandığı ve konumlandırıldığı yerdir. Varlıklar, kendi merkezlerinin sınırları ve bakış açının genişliği oranında ruhsal ve fikirsel aydınlığa kavuşur. Sorgulama süreci, insanoğlunun aynı zamanda aydınlanma serüvenidir. Bu serüvenin kimde ne kadar olacağı, bireysel varoluşla ilintilidir. Aydınlanma, kişinin donanımlarına bağlı olarak bazen özgün ve yerel kalırken bazen de evrensel boyutlara ulaşabilir. Varoluş yasası, iyiliğin var olabilmesi için kötülüğü şart koşar. Varlığın ortaya çıkabilmesi için karşıtların birliği kaçınılmazdır çünkü. Başlangıçta iyiliğin sebebi ve kaçınılmaz bir parçası olan kötülük başlı başına bir güç haline geldiğinde, Tanrı’nın kötülüğe neden izin verdiği sorgulanır: “Bir geyik yavrusu neden orman yangınında mahsur kalarak acılar içinde ölür? Beş yaşındaki bir kız çocuğunun dayak yemesi, tecavüze uğraması veya boğularak öldürülmesi karşısında Tanrı neden suskun kalır?” (Howard-Snyder, 1996: 262). Kötülüğün varoluşsal kökeni düşünürleri meşgul eder1. Sokrat’a göre eşya, kendiliğinden ne iyi ne de kötüdür. Onların iyiliği ve ferahlığı, kullanma tarzına bağlıdır. Eflatun, kötülüğü Tanrı’dan uzak görerek maddenin kendi özyapısına bağlar. İbni Sina’ya göre Tanrı, tasarlanabilecek en yetkin evreni yaratmıştır. Evrendeki mevcut kötülük, bu yetkinliğin var olabilmesi için zorunludur. Bu anlayışa göre kötülüğün varlığı âdeta iyiliğin varlığına bir fidye olarak kaçınılmazdır (Özdemir, 2001: 22- 27). “Her şerde bir hayır vardır” ifadesiyle halk diline yansıyan kötülüğün, varlığın vazgeçilmez bir parçası olduğu teması; Dede Korkut Hikâyelerinin de temel izleğini oluşturur. Hikâye kahramanları fiziksel, ahlaki, metafizik kötülüklerin tümünü tecrübe eder, iyiliğin sağaltılmasını sağlar. Varlığın bir tezahür tarzı olarak ele alınan kötülükler, hem bireysel hem de toplumsal belleği anlama ve anlamlandırma çabasını ortaya koyar. Hikâyelerde Oğuz toplumunun ve Oğuz insanının varoluşu, “kötülük” ve “kötüler” ekseninde anlatılır. Mukaddime’de ozan, dört kadın modelinden söz eder: “Karılar dört türlüdür.” Dört, âlemde ilk bilinen düzenle ayrılmaz bir şekilde bağlantılıdır ve tabiattan medeniyete dönüşümü simgeler (Schimmel, 1998: 98) Oğuz toplumu içinde kadın modeli sayısının dört olması manidardır. Aileyi var eden ve varlığını koruyan, soy sopu devam ettiren kadındır. Kadın, ocağın, ailenin, kökenin, var olanın koruyucusudur; ‘yuvanın/ ocağın sahibesi’dir 3 Uluslararası Türk Dünyası Kültür Araştırmaları Dergisi Bahar 2015 - 1 (1) (Saydam, 2013: 240). O, toplumun varoluşunu sağlayandır. Kadınlardan üçü kötüyü temsil eder: “Birisi solduran soptur. Birisi dolduran toptur (…). Birisi ne kadar dersen bayağıdır.” İdeal kadın modeli ise sadece “evin dayağı” olandır. Toplumun en küçük birimi aile için ‘evin dayağı’ olan kadın modeli makbulken kötü kadın modelinin bundan fazla olması Oğuzların günün yaşam şartları içinde henüz kaostan kurtulamadıklarının göstergesi olarak değerlendirilebilir. Her insanın varoluşunun dünyanın varoluşuna bir gösterge olması, bütünün varlığı için kötülüğün bertaraf edilmesi gerektiğini düşündürür. Deli Dumrul, Tepegöz, Konur Koca Sarı Çoban, Deli Karçar, Yalancıoğlu Yaltacık gibi kahramanlarla bireysel kötülüğü sağaltan anlatılar, kahramanlar üzerinden toplumun aydınlanma sürecine destek olur. Bu incelemede anlatılardaki kötülükler ontolojik bir okumayla, yani varlığın bir tezahür tarzı olarak ele alınıp yorumlanacaktır. Yalnız dışarıdan hikâyelere değil de hikâyelerden yani merkezden de dışarıya bakıp yaşanılan kötülükler, varlığın asıl ışığında aydınlatılabilir; çünkü yaşamak, varlığın özünde bulunan gizil potansiyelin ortaya çıkması, başka bir anlatımla örtülü olanın aydınlanmasıdır. Şu halde “varoluş, gizlilikten olgusallığa geçiştir” (Aydın, 2004: 33). Çalışma, temel izlek doğrultusunda iki bölümden oluştu. Kahramanların bireysel kötülüklerinin hikâye edildiği ilk bölüm Deli Dumrul, Tepegöz ve Deli Karçar ile “Bireysel Varoluşun İzdüşümü Olarak Kötülük” başlığı altında sorgulandı. Toplum kuralları bağlamında ele alınan ikinci bölüm ise “Toplumsal Varoluşun İzdüşümü Olarak Kötülük” başlığı altında incelendi. Seçilen örneklerle, var olabilmenin doğurduğu kötülükler ve varlığın bedeli olarak tezahür eden kötülükler üzerinden varoluşsal kötülüğün nedenine dair dolaylı cevaplar verildi. I. Bireysel Varoluşun İzdüşümü Olarak Kötülük Dede Korkut Kitabının “Mukaddime” kısmında: “(…) Kadir Tanrı vermeyince er zenginleşmez. Ezelden yazılmasa kul başına kaza gelmez. Ölen adam dirilmez, çıkan can geri gelmez. Bir yiğidin kara dağ yumrusunca malı olsa yığar toplar talep eyler, nasibinden fazlasını yiyemez. Gürüldeyip sular tassa deniz dolmaz. Kibirlilik eyleyeni Tanrı sevmez, gönlünü yüce tutan erde devlet olmaz. Eloğlunu beslemekle oğul olmaz büyüyünce bırakır gider gördüm demez. Kül tepecik olmaz, güveyi oğul olmaz” sözleriyle evrenin mutlak yasalarından söz edilir. Eser, baştan itibaren hitap ettiği insanları, kendi toplumu tarafından ‘kötülük’ olarak algılanacak olaylara karşı uyarır. Bu uyarılar, Dede Korkut’un 4 Uluslararası Türk Dünyası Kültür Araştırmaları Dergisi Bahar 2015 - 1 (1) dilinden aktarılır: ‘Kaza- kader, ecel, kısmet’, Tanrı’nın takdiridir. Tanrı’dan gelen ve kötü olarak algılanan her eylemde bir hikmet vardır. Unutulmamalıdır ki bunlar iyiliğin varlığı içindir. Asıl olan, içeriden kaynaklanan ‘kötülük’ün bertaraf edilmesidir. Dede Korkut Hikâyeleri’nde eski inanç sistemi, yeni din, buna bağlı olarak yeni kabuller ve yaşam tarzının sancıları hissedilir. Hikâyelerde Tanrı’nın varlığının sorgulanmadığı açıktır. O halde sorgulanan nedir? Kötülük probleminin varoluşsal formu “teizmin, bu dünyadaki kötülükler karşısında ahlaki bir protesto, öfke ve duygusallık temellerine dayalı olarak sorgulanması ve reddedilmesi”dir. Varoluşsal problem; “kötülüğün tecrübe edilmesinin, birinin Tanrı’ya ve dünyaya karşı tutumunu nasıl belirlediğini içerir” (Yaran, 1997: 35-36). Bireysel varlık, toplumsal varlıkla eş zamanlı olarak oluşur. Bireysel ve toplumsal varlık birbirlerine bağımlılık içerisinde gelişir ve değişir. İnsanın bağımsız bir özne olarak var olma çabası bu bütün içerisinde gerçekleşir. Birey, dinamik bir karmaşadır. Kendine ait ve yabancı olan, özgünlük ve kural, devamlılık ve değişme çatışmasını içinde taşır. Dolayısıyla bireysel varoluşuyla toplum varlığına yarar sağladığı gibi zarar da verebilir. Anlatılara ilham olan bu tutum, kimi zaman bireysel, kimi zaman toplumsal kimliklerde izlenir. Deli Dumrul, Tepegöz ve Deli Karçar bireysel varoluş karmaşasının ‘kötü’ yönleri vurgulanmış karakterleri olarak karşımıza çıkar. Hikâye kahramanları kötü görünümleri altında, kötülüğe başkaldıran kahramanlardır. Mesela Deli Dumrul.2 Duha Koca Oğlu Deli Dumrul, hikâyenin başında delikanlılığının getirdiği hiddetten kaynaklı olarak kötüdür. Bir kuru çay üzerine yaptırdığı köprüden geçenden otuz üç akçe, geçmeyenden döve döve kırk akçe alır ve: “Benden deli benden güçlü er var mıdır ki çıksın benimle savaşsın, benim erliğim bahadırlığım kahramanlığım yiğitliğim Rum’a Şam’a gitsin, ün salsın.” der. Deli Dumrul hem kendinin, hem de kötülük olarak gördüğü ‘ölüm’ olgusunun varoluş sırlarına henüz ulaşamadığı için kötüdür. O, bu sırların bilgisine ulaştığında içsel mutluluğuna ulaşır ve zorlamacı kötü kişiliğinden arınır. “‘İnsanın tanımladığı bir evrende var olan insan’ aynı zamanda ‘kendini var eden insan’dır. Bilinçli varoluş, kendini oluşturma, var etmedir; etkin eylemliliği gerektirir” (Saydam 2013: 287). Sokrates’e göre eğitim, insandaki iyilik tohumunu yeşerten ve yaşamı güzelleştiren erdemlerin haznesidir. Kötülük yapan bir insan yeterince insanlaşmamıştır (Aydın, 2004: 15). Deli Dumrul’un zorlamacı kişiliğin dışında, ölüm karşısındaki 5 Uluslararası Türk Dünyası Kültür Araştırmaları Dergisi Bahar 2015 - 1 (1) başkaldırışı, kötülüğün varlığının sorgulamasıdır. O, isyanını Tanrı yerine Azrail’e yönlendirir. Hikâyenin merkez bakış açısından ilk etapta kötüdür Deli Dumrul, fakat onun merkez bakış açısından “canlar alan Azrail” kötü değil midir? İyi ve güzel bir yiğit Allah’ın emriyle ölür. Deli Dumrul; kiminin oğul, kiminin kardeş diye ağlamasını, kopan dehşetli “kara feryatlar”ı görür. O, tanık olduğu bu kötülük manzaralarını; “Kim öldürdü?”, “Azrail ne kişidir ki adamın canını alıyor?” diye sorgulayarak anlamlandırmaya çalışır. Yiğidin canını geri alabilmek için Azrail’e kafa tutar. Deli Dumrul, kişisel sorgulaması sayesinde aydınlanma yaşarken, kitabın bakış açısından metinde gizli olarak sorgulanan “Tanrı kötülüğü, özelde ölümü neden var etti?” sorusudur. “Allah Teala’dan buyruk oldu, al kanatlı Azrail o yiğidin canını aldı” söylemi olgunun izlendiği ve irdelendiğini belirten örneklerdir. Tanrı böyle bir kötülüğü, o güzel yiğide ve duyulan acıdan kaynaklı olarak çevresindekilere neden yapar? Diognes’e göre insan ancak acı ve yoksunluk içinde yaşayarak erdeme ulaşır (Aydın, 2004: 18). İzlekten aydınlamaya ulaşan hikâye, gerçek mutluluğa ulaşabilmek için acı çekmenin zorunluluğuna dikkat çeker. Bu durumun olağanlığı, Tanrı’nın ölüm olayına ya da genel anlamda kötü olarak algılanan kötülüklere müdahil olmamasıyla da onanır. Tanrı, Deli Dumrul’a kötülük yaptığında değil, kendi varlığını tanımadığında müdahale eder. Bu büyük resmin içinde Deli Dumrul’a odaklandığımızda “kötülük- iyilik” izleği görülür. “Görür gözü görmez”, “tutar elleri tutmaz”, “dünya âlem gözüne karanlık olan” ve Azrail’in hiddetine maruz kalan Deli Dumrul, sonunda büyük bir iyiliğe, daha uzun bir ömre sahip olur. Varoluşsal kötülük, Deli Dumrul’da olduğu gibi varlığını merkezden anlamlandırmaya çalışan her bireyin problemidir. Sorgulama süreci daima başkaldırıyla başlar, çatışma ve yenilginin ardından zaferle sonuçlanır. Ahlaki kötülükler, daha çok bireysel temalıdır. İnsanlık, varoluşunu kendi merkezinden en çok bu noktada sorgular: “Fiziki, metafiziksel kötülüklere maruz kalan ve bunlarla mücadelenin yanında bir de kendi evrenimin ahlaksal kötülükleriyle mücadele etmek zorunda olan ben.” Açıktır ki bu sorgulama, merkezinden varlığı anlamlandırmaya çalışan her bireyin ya da daha genel bir ifadeyle her varlığın problemidir, Deli Dumrul’da olduğu gibi. “Basat’ın Tepegöz’ü Öldürdüğü Boy” adlı anlatıda da bireysel olarak ahlaki kötülüklere örnek teşkil eden kahramanlar mevcuttur. Konur Koca Sarı Çoban’ın Peri kızına meyletmesi sonucu 6 Uluslararası Türk Dünyası Kültür Araştırmaları Dergisi Bahar 2015 - 1 (1) meydana gelen ahlaki kötülüğün bedeli ‘Tepegöz’ gibi kötü bir karakterdir. Bu durum Tepegöz’ün annesi Peri kızı tarafından şöyle dile getirilir: “Çoban, yıl tamam olunca bende emanetin var gel al. Amma Oğuz’un başına felaket getirdin.” Tepegöz adıyla anılan yaratık bakıcılarına kötülük eder. O, sütünü emdiği dadının canını emerek alır; birkaç dadı daha getirirler, onları da helak eder. Bu defa onu sütle beslemeye karar verirler. Tepegöz, oğlancıkların kiminin burnunu, kiminin kulağını yer. Tepegöz kötü olmayı kendisi istememişti. Doğa, felaket olarak göndermişti onu. Bu kötülüğe sebep olan Koca Konur Sarı Çoban ise ahlaki bir kötülük sergilemiştir. Duygular ve istekler insanın bireysel varoluşun özü olsa da, ahlaki kötülüğün bertaraf edilmesi, duyguların kölesi değil efendisi olmayı gerekli kılar. Aruz; Tepegöz’ü döver, söver, men eder bu tarz davranışlardan. Tepegöz yine de uslanmayınca Aruz onu evden kovar. Hâlbuki Korkut Ata bu konuda mukaddimede “Eloğlundan oğul olmaz” diyerek en başta uyarısını yapar. Dede Korkut’un daha en başta yaptığı bu uyarı, hangi ahlaki kötülükten kaynaklanmaktadır? Alametlik belirsiz bir nesne olarak varlık gösteren Tepegöz’ün3 kötülüğü, doğa-insan/ insan-doğa düzleminde irdelenebilecek çok boyutlu bir okuma gerektirir. Hikâyenin en başında insanın doğaya eylem düzleminde bulunduğu kötülük, hazdan kaynaklanan bir kötülüktür. Bu durum, Tepegöz’ün sergilediği kötü fiziksel ve davranışsal eksiklikler- yanlarını merkez bakış açısından aydınlatabilmek için son derece manidardır. Kötülüğün, iyiliğin sağaltılması için gerekli olduğu önermesi, birey olarak toplumda barınamayan Tepegöz’ün varlığının işe yarar yönlerinin ortaya konmasıyla ispatlanır. Bunun en açık kanıtı Basat’ın birey olarak kendini sergilemesine imkân sağlamasıdır 4. Varlığını kötü eylemlerle baskın kılan bir diğer karakter, Deli Karçar’dır. Bireysel varoluş teminde onun üstleneceği rol, kendi bireyselliğini ortaya koymanın yanı sıra bunu kendi adına sağlamak zorunda olan Bamsı Beyrek’in yaşayacağı olaylar zincirini kurgulamak olur. Hikâye, Deli Karçar’ın kız kardeşini isteyenleri öldürmesi teması üzerinde ilerler. Kız kardeşinin bireysel hayatına müdahale eden Deli Karçar, ‘öldürme’ eylemiyle de bireylerin varlığını ortadan kaldırır. Onun ‘yok edici, deli, haşin, uzlaşmasız’ kimliği, kötü olarak tanımlanabilecek yönleridir. Nitekim kendisiyle uzlaşmaya gelen Dede Korkut’tan; “dişi deve görmemiş bin erkek deve, hiç kısrakla çiftleşmemiş bin aygır, koyun görmemiş bin koç, bin kuyruksuz kulaksız köpek, bin pire” isteyerek 7 Uluslararası Türk Dünyası Kültür Araştırmaları Dergisi Bahar 2015 - 1 (1) uzlaşmaya niyeti olmadığını belli eder. İstekleri yerine gelmediği takdirde de Korkut Ata’yı öldüreceğine dair tehdidi, makul olmadığı için kötüdür. Deli Karçar’ın Bayındır Han’ın divanındayken Beyrek’ten on altı yıldan beri haber alınamadığı için çoktan öldüğüne dair tezi ve onun ölüm haberini getirene kız kardeşini vereceğine dair söylemi; Yalancıoğlu Yaltacuk gibi kötü kişi, söz ve eylemleri harekete geçirir. Bu kötülük, başta Banu Çiçek olmak üzere birçok kişinin Beyrek’in öldüğüne inanmalarına, yasa girmelerine ve Kam Püre’nin gözlerinin kapanmasına neden olur. Bu kötülükle sınananlar, ‘acı, sabır ve umut’la bireysel kimliklerini oluştururlar. “İnsan, kendine ve evrene ait tüm karşılıklı etkileşimler sürecinin sorumluluğunu yüklenebilecek üstün bilincin adıdır. Evrensel anlamdaki yaşamın olumlayıcı yönde ilerlemesi, bu üstün bilincin, kendini fark ediş kılavuzluğunda yapıcı ve yaratıcı etkinliğe yönelmesine bağlıdır” (Korkmaz, 2000: 269). Varlığı sorgulamak, farklı düşün tarzlarını zorunlu kılar. Birçok olguda olduğu gibi bireysel varlığın oluşumu ya da korunması da kötülüğe maruz kalmayı gerektirir. Kimileri Deli Dumrul gibi içindeki kötülükten -delikanlılıktan- kaynaklı olarak sınanarak bireysel varlığını oluştururken, kimileri Tepegöz gibi bir kötülük sonucu oluştuğu için kötü olur, ama bunlar başka bireylerin varlığını sağlar. Kimileri de Deli Karçar gibi kötü olmayı kendi seçer, ancak varlığıyla başka bireylerin kimliklerini oluşturmasını sağlar. Kötülükle o ya da bu şekilde ilgisi bulunan bu anlatı kahramanlarının içerisinde bulunduğu kurgu, algılamamız kabul etmese de bireysel varlığın az ya da çok kötülüğün çetin yollarından geçmek zorunda olduğunu ortaya koyar. II. Toplumsal Varoluşun İzdüşümü Olarak Kötülük Toplum, bireye bağlı veya ondan ayrı olarak kendine özgü yasalara sahip bir varoluş sergiler. Bireyin kendi varlığına dair ortaya koyduğu ‘muhalefet’, ‘öfke’ gibi kötü olarak algılanan söz ve eylemleri; toplumun varoluşunu sağlar. Toplumsal varlığın dinamiklerini oluşturan söz, davranış ve kurallar iyi ve kötü düzleminde irdelenebilecek olgulardır. Varlığın varoluş görüngüleri, ‘eylem’den ayrı, onunla eş zamanlı ya da onun ardılı ve öncülü olarak görülebilir. Bu görüngülerden biri varlığın evi olan ‘söz’dür. Gerçekleşen eylemlerin varoluş sebepleri için geride kalan sözlere, eylemler için de ileriye gönderilen sözlere bakmak gerekir. Dede Korkut Hikâyeleri’nin satır aralarında sıkışmış olan ‘kötü sözler’ varlığın hangi görüngülerini ortaya koyar? Söylenen kötü sözün, yani 8 Uluslararası Türk Dünyası Kültür Araştırmaları Dergisi Bahar 2015 - 1 (1) kargışın ardıl sonuçları hikâyelerde de tespit edilir. Tanrısal bedduanın yanında tanrısal söyleme yakın beşeri beddualar, Dede Korkut’un dilinden şöyle ifade edilir: “Sert yürürken cins bir ata namert yiğit binemez, binince binmese daha iyi. Çalıp keser öz kılcı namertler çalınca çalmasa daha iyi. Çala bilen yiğide ok ile kılıçtan bir çomak daha iyi. Misafiri gelmeyen kara evler yıkılsa daha iyi. Atın yemediği acı otlar bitince bitmese daha iyi. İnsanın içmediği acı sular sızınca sızmasa daha iyi. Baba adını yürütmeyen hoyrat oğul baba belinden inince inmese daha iyi, ana rahmine düşünce doğmasa daha iyi.” Bir bilici olan Korkut Ata’nın dilinden söylenen sözlerin kötü olması beklenemez. Bu sözler, kötülerin ve kötülüklerin olmaması için sunulan dileklerdir. Ozanın dilinden de benzer sözler söylenir. Bu sözlere de tümüyle kötü demek mümkün değildir. Kötü formda sarf edilen sözler, kötünün bertaraf edilerek iyinin icra edilmesini amaçlamaktadır: “Murada maksuda erişmesin Evnük Kalesinin kâfirleri bunları casusladı.” ya da “Murada maksuda ermesin kâfirin casusu bunları casusladı, varıp Bayburd Hisarının beyine haber verdi. Murada maksuda ermesin o melun yedi yüz kâfir ile dörtnala hücum etti.” Sözleri kötü olan kâfirlerin engellenmesine ve toplumun varlığının korunmasına yönelik ifade edilmiştir. Tanrı’nın ‘bedduası’ olarak algılanan ‘çocuksuzluk’, söz ve eylem bağlamında kendini gösterir. Tanrı, insana neden kötü söz iletmekte, beddua etmektedir? Kam Gan Oğlu Han Bayındır, bu kötü sözün sebebini şu sözlerle ortaya koyar: “(…) Oğlu kızı olmayana Allah Teala kargamıştır biz de kargarız belli bilsin demiş idi.” Toplum tarafından ‘karganmak’, kişinin bireysel varlığını oluşturmasının yanında toplumsal varlığın da korunması içindir. Bay Püre’nin oğlunun olmaması o günün yaşam şartları içinde hem onun neslinin devamını, hem de toplumun varoluşunu tehdit etmektedir. Onun da toplumsal kurallara uymak yönünde hareket ettirilmesi, yine toplumsal kimliğin varlığının korunmasına dairdir. “Dirse Han Oğlu Boğaç Han” ve “Bay Püre Oğlu Bamsı Beyrek” adlı hikâyelerin sonunda karşıtlık ilkesi ekseninde “beddua- dua”, “kötü söziyi söz” karşılaşır ve kötünün karşısında iyi kazanır. Edilen dualar, bedduayı bertaraf eder. Daha önce de ifade edildiği gibi, kötülüğün varlığı, kimi zaman iyiliğin sağaltılması içindir. Bu merkez açısıyla Tanrı tarafından “karganan” Dirse Han ve Bay Püre Bey’in topaç gibi birer oğlu dünyaya gelir. Hem “Boğaç” hem de “Bamsı Beyrek” birer yiğit kahraman 9 Uluslararası Türk Dünyası Kültür Araştırmaları Dergisi Bahar 2015 - 1 (1) olur. Burada, varlığın evi olan söz, var olan kötülüğün öncül sebebi olarak değerlendirilmiştir. ‘Çocuksuzluk’ Tanrı’nın bedduası yani kötü söz üzerine zuhur eden bir kötü olaydır ve dualarla yani iyi sözlerle yok edilir. Bundan dolayıdır ki sonunda iki yiğit yetişir. Dede Korkut Hikâyeleri’nde kötü sözle eylemin varoluş nedeni olan ahlaki bakımdan ‘kötü insan’ların varoluş görüngüleri ‘casusluk, kıskançlık, zorbalık’ gibi eksikliklerdir. İnsan, yaşamın özü olan zembereği kurarken yani tasarımı kendisine ait bir varoluş yaratırken, kendi arzularını merkeze alır. Bireysel varoluşun sağlanmasına yönelik yaşanan kötülük örneklerinde belirtildiği gibi asıl önemli olan, bireyin iç âleminden kaynaklanan ahlaki kötülüklerin bertaraf edilmesidir. Toplumun varlığını olumsuz yönde değiştiren olayların başlangıcı, bu duygulardan kaynaklanır. Dede Korkut Kitabı’nın on ikinci hikâyesi, İç ve Dış Oğuz Beyleri’nin düşmanlık eylemesi ve Bamsı Beyrek’in öldürülmesiyle sonuçlanan bir dizi olayı anlatır ki, söz konusu duyguyla toplumsal bazı dinamiklerin nasıl değiştiğini buradan okumak mümkündür. İlk olarak İç Oğuz Beyleri Kazan’ın evini tek başına yağmalayarak toplumsal düzeni bozar. Ardından Dış Oğuz Beyleri düşmanlık eyler. Aruz, Kazan’a başkaldırmak için herkese yemin ettirirken, Beyrek bu teklifi kabul etmez ve bu onun Aruz tarafından öldürülmesine neden olur. Aruz’un düşmanlık besleyerek ilerlettiği bu kötülük nasıl bir toplumsal varoluşa doğru ilerler? Beyrek’in ölüm haberini alan Kazan, dayısı üzerine gider ve olay Aruz’un yani dayısının bir anlamda da ana soylu yönetimin sonu olur.5 Hiddet, isyan, ölüm gibi kötücül olayların ardılı Oğuzlar için yeni bir toplum düzeni, toplumsal bir varoluştur. Hiçbir şey kendiliğinden ne iyi ne de kötüdür. Onu iyi ya da kötü yapan algılanma şeklidir. Salur Kazan’ın gördüğü “kara kaygılı rüya” da bu türdendir. Renk, şekil gibi her türden varlığın kötüyle simgelenmesi insanın algılarının bir ürünüdür. Kazan rüyasından şöyle anlatır: “(…) Yumruğumda çırpınan benim şahin kuşumu ölüyor gördüm, gökten yıldırım ak otağımın üzerine çakıyor gördüm, kuduz kurtlar evimi dişleyip yırtıyor gördüm, kapkara duman yurdumun üzerine dökülüyor gördüm, kargı gibi kara saçımı uzanıyor gördüm, uzanarak yüzümü örtüyor gördüm, bileğimden on parmağımı kanda gördüm.” Ölüm, yıldırım, kara duman, kara saçın uzaması, kuduz kurtlar ve kan kötülüğün sembolleridir. Kara Göne; “Kara bulut dediğin senin devletindir, kar ile yağmur dediğin senin askerindir, saç kaygıdır, kan karadır” sözleriyle 10 Uluslararası Türk Dünyası Kültür Araştırmaları Dergisi Bahar 2015 - 1 (1) bunu açıkça ifade eder. Kazan’ın bu kötü rüyası onu yurduna dönmesi için uyarmak bakımından iyi bir icra yöntemidir. Aklını dağıtan bu kara kaygılı rüyayla dürtülen Kazan, esir alınanları kurtarır ve yeniden yurdunun dirlik düzenini sağlar. Dağılmış olan toplumun varoluşu yeniden sağlanır. Toplum denen birliğin sağlanması, varlığının oluşumundan çok korunması için çaba göstermeyi gerektirir. Solduran sop, dolduran top ve bayağı kadınlar, çocuksuzluk, kâfirlerin casuslukları, kötü eylemlerde bulunan kişilikle simgelenen yönetim şekli, yurdun içinde bulunduğu kötü durumu sembolize eden kötü rüya; Oğuzların toplumsal varlığını tehdit eden kötülüğün izdüşümleri olarak izlenebilir. Toplumun varlığını korumak, bu kötülüklerden geçmeyi ya da onlara karşı tedbir almayı zorunlu kılar. Sonuç Dede Korkut Hikâyeleri, bir değişim geçirerek varlığını oluşturmaya devam eden toplumun sancılarını yansıtması bakımından son derece önemli bir yapıttır. Kitabın mukaddimesinde Dede Korkut’un dilinden aktarılan sözler, âdeta anlatılacaklara rehber niteliğindedir ve bazı uyarılar taşır. Hikâyelerde çeşitli formlarda görülen kötülüğü de bu merkezden algılamak gerekir. Dede Korkut, neyin neden olduğunu açıklar ve varlık, Tanrı’nın yüce varlığında nihayete kavuşur. Ondan gelen kötülük, iyiliğin sağaltılması içindir ve iyilik gibi varlığın özüdür. Asıl sorgulanması ve ortadan kaldırılması gereken, içimizden kaynaklanan ahlaki kötülüklerin bertaraf edilmesidir. Bu formda anlamlandırılmaya çalışılan ‘kötülük’, Oğuzlar için birey ve toplumun var olmaya çalıştığı alanlarda kendini gösterir. ‘Söz’, ‘eylem’, ‘his’, ‘rüya’, ‘karakter’, ‘renk’ gibi birçok görüngü kötüdür. “Anlama ve suçlama”: Suçladıklarımızı anlamaya çalışırsak belki onları affetmekle yüz yüze kalırız ki, bu pek de işimize gelmez. Hikâyelerde kötü olarak nitelendirdiğimiz ‘birey’ ya da ‘şey’leri anlayabilir miyiz? Bu makale, bir anlamda ve anlamlandırma çabasıydı. Kötü olarak nitelendirdiklerimizden korkmadan, onları suçlamadan bir okuma denemesi… NOTLAR 1 “Kötülük problemi” ya da “şer problemi”, din felsefesinin de çalışma alanına girer. Kötülük ile mutlak iyi olan bir Tanrı’nın varlığının nasıl bağdaştırıldığı konularında sorulara cevap aranır. Bu sorulara cevap bulma çabasına da genel olarak “teodise” denilir. “Teodise” kavramı, ‘Tanrı’ (Grek. theous) ve ‘adalet’ 11 Uluslararası Türk Dünyası Kültür Araştırmaları Dergisi Bahar 2015 - 1 (1) (Grek. dike) anlamına gelen iki kelimenin birleştirilmesinden oluşmuştur ve “Tanrı savunusu”, “Tanrı'yı haklı çıkarma” anlamları taşır. Kavramı ilk olarak kullanan Leibniz olmuştur. Felsefe tarihinde bilinen ilk teodise girişimi Platon’a aittir. Sonradan geliştirilen birçok teodise düşüncesinin izleri Platon'un teodise düşüncesinde bulunabilir. Din felsefesinde teodise, kötülük olgusu karşısında Tanrı'nın adaleti ve haklılığını savunmak “kötülük problemi karşısında Tanrı’yı savunma” anlamı taşır.” (Ayrıntılı bilgi için Bk. Charles, 2000). 2 “‘Delilik’ birçok duygulu varlığın yaşamın imkânlarından yararlanmasına engel olan fiziki bir kötülüktür” (Yaran, 1997: 28.). Benzer şekilde Deli Karçar’da da kötülük varlığını gösterir. Onun “Kısrakla çiftleşmemiş bin aygır, dişi deve görmemiş bin erkek deve, koyun görmemiş bin koç, kuyruksuz kulaksız bin köpek, ufacık karacık bin pire” istemesi ve hikâyede gerçekleştirdiği eylemler kötülüğün varlığına işarettir. “Delilik” doğuştan mı vardır, sonradan mı edinilir ve kişiye lakap olarak mı verilir sorusunun aydınlatılması kötülüğün varoluşsal sorgulanmasında aydınlatıcı olacaktır. Her ne kadar burada Deli Dumrul bireysel bir varoluş içinde değerlendirilmiş olsa da onun henüz insanlaşmamış iptidai kimliğinde toplumun medenileşme süreci örneklendirilir (Ayrıntılı bilgi için Bk. Saydam, 2013: 201- 212). 3 “Bayındır Han beylerle gezinti için ata binmişlerdi. Bu pınarın üzerine geldiler. Gördüler ki bir alamet şey yatıyor başı kıçı belirsiz. Etrafına toplandılar. İndi bir yiğit bunu tepti. Teptikçe büyüdü. Birkaç yiğit daha indiler teptiler. Teptiklerince büyüdü. Aruz Koca da inip tekmeledi. Mahmuzu dokundu, bu kütle yarıldı. İçinden bir oğlan çıktı, gövdesi adam tepesinde bir gözü var.” Tepegöz’ün asıl problemi ahlaki olmaktan ziyade fiziki ve metafiziki bir kötülük problemidir. Biçimsizlikler fiziki ve metafiziki (Yaran, 1997: 27- 28) kötülük kavramı içinde değerlendirilebilir. “Bu tür kötülüğün anlamı, bir şeyin formunun tamlıktan yoksun olması, yani varlığı itibariyle eşyanın yetkinliğinin eksik olmasıdır. Leibniz’e göre eşyadaki bu metafizikî eksiklik, pozitif bir şey olmayıp yetkinliğin eksikliğidir. Bu eksikliğin sebebi, Tanrı’nın yüce hükümranlığının, bütün olası hükümranlık ve yönetimlerin en üstünü olması hasebiyle, orada çok sayıda iyiliğin tam olarak gerçekleşebilmesi için az sayıda kötülüğün bulunmasının kaçınılmaz olmasıdır” (Özdemir, 2001: 19). Kötülüğü ‘fizik’, ‘moral’ ve ‘metafizik’ kötülükler diye üçe ayıran Leibniz, gerek fiziki kötülüğün gerekse moral kötülüğün kökenlerini ‘metafizik’ kötülükte bulur (Yaran, 1997: 27). 4 Bk. Korkmaz, 2000: 259- 269. 5 “Anacıl Yönelimden Babacıl Yönelime: Bir Bilinç Sıçraması” Bk. Saydam, 2013: 213- 228. KAYNAKLAR Aydın, Ayhan (2004). Düşünce Tarihi ve İnsan Doğası, İstanbul: Gendaş Kültür Yayınları. Cevizci, Ahmet (2000). Paradigma Felsefe Sözlüğü, İstanbul: Paradigma Yayınları. 12 Uluslararası Türk Dünyası Kültür Araştırmaları Dergisi Bahar 2015 - 1 (1) Ergin, Muharrem (2000). Dede Korkut Kitabı, İstanbul: Boğaziçi Yayınları Howard-Snyder, Daniel (1996). The Evidential Argument From Evil, Bloomington: Indiana University. Korkmaz, Ramazan (2000). “Fenomenolojik Açıdan Tepegöz Yorumu”, Uluslararası Dede Korkut Bilgi Şöleni Bildirileri, Haz: Alev Kâhya–BirgülAysu Şimşek-Canpolat, Ankara: Atatürk Kültür merkezi Başkanlığı Yayınları, 259- 269. Özdemir, Metin (2001). İslam Düşüncesinde Kötülük Problemi, İstanbul: Furkan Yayınları. Peck, M. Scott (2003). Kötülüğün Psikolojisi, (Çeviren: Göker Talay), İstanbul: Kuraldışı Yayıncılık. Saydam, Bilgin (2013). Deli Dumrul’un Bilinci, İstanbul: Metis Yayınları. Schimmel, Annemarie (1998). Sayıların Gizemi, (Çeviren: Mustafa Küpüşoğlu), İstanbul: Kabalcı Yayınevi. Werner, Charles (2000). Kötülük Problemi, (Çeviren: Sedat Umran), İstanbul: Kaknüs Yayınları. Yaran, Cafer Sağdık (1997). Kötülük ve Theodise, Ankara: Vadi Yayınları. 13